İçindekiler -...

25
1

Upload: nguyenthuy

Post on 04-Feb-2018

235 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 2: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

2

İçindekiler

Sizden bir kişiye mukabil Ye'cûc ve Me'cûc'ten dokuz yüz doksan dokuz kişi cehenneme

girecektir." hadisini nasıl anlamamız gerekir? İnanmayanlar Ye'cûc ve Me'cûc taifesinden

mi sayılıyor demek bu?.. ............................................................................................................ 3

Âl-i İmrân Sûresinin 191. ayetinde: "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine

yatarken Allah'ı anarlar..." geçtiği üzere, "yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar"

kavramı neye işaret eder; sağ veya sol yan üzerine uzanmak mıdır,.. .................................... 5

Hristiyandan şehit olur mu? "Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya

mensup Hıristiyan mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadet

denilebilir!" (Bediüzzaman, Kastamonu L., s. 111) Bazı insanlar "bu nasıl olur ................. 6

Kur’an’da her ikisi de “sevgi” mânâsına gelen “muhabbet/hubb” ile “meveddet/ vüdd”

kelimeleri geçtiğini gördüm. Aralarındaki fark nedir? ........................................................... 9

İmanın azalıp eksilmesi ve artması konusunda dört mezhep imamı ve cumhurun görüşü

nedir? Arada ne fark var? ....................................................................................................... 10

Buhari’de geçen “Ümmetimin en hayırlıları en çok evlenenleridir” anlamındaki

Peygamber sözü neden gizleniyor? Bazı sahabiler neden yüzlerce evlenmiştir? ................. 12

Şehitlere kabir sorgusu olmadığına göre, Hz. Ömer’in sorguya çekilmesi nedendir? ......... 13

Anne ve babaların çocukları üzerinde hakları vardır; peki evlatların anne ve babaları ve

kardeşleri üzerinde hakları var mıdır? ................................................................................... 15

Kur'an'daki emirler kaç yıl sonra (ne zaman) emredilmişler? Namaz, tesettür, alkol yasağı,

oruç, hac, vb. emirler, Efendimiz (s.a.s.) peygamber olduğundan kaç yıl sonra Allah (c.c.)

tarafından emredilmiş? ........................................................................................................... 17

Gayri müslim ülkede içkili mekanlarda garsonluk yapmak haram mı? Ben Almanya'da bir

restoranda garsonluk yapıyorum. Bazı müşteriler yemeğin yanına şarap veya bira gibi

alkollü içecekler istiyorlar ve ben onlara bu içecekleri taşımak zorunda kalıyorum... ........ 19

Çıplak olarak banyo yapmak caiz mi? Banyoda çıplak yıkanabilmek için banyonun

büyüklük ölçüsü ne kadardır? ................................................................................................ 21

Peygamberimizin babasının adı nasıl Abdullah (Allah'ın kulu) olabilir? O zamanda

Arabistanda herkes puta tapıyorken, nasıl olmuş; Hz. İbrahim'in dininden kalıntılar mı

vardı?.. ..................................................................................................................................... 22

Alkol ile elleri dezenfekte etmek, temizlemek caiz mi? Biz gıda üretimi yapan bir fabrikanın

çalışanlarıyız. Fabrikada hijyen bantlarından geçerken, ellerimizi dezenfekte ettiğimiz

sıvıların içerisinde alkol bulunmaktadır. Bu alkol dinimizce caiz midir?.. .......................... 25

Page 3: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

3

Sizden bir kişiye mukabil Ye'cûc ve Me'cûc'ten dokuz yüz doksan dokuz kişi cehenneme girecektir." hadisini nasıl anlamamız gerekir? İnanmayanlar Ye'cûc ve Me'cûc taifesinden mi sayılıyor demek bu?..

Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kıyamet günü Azîz ve Celîl olan Allah:

"Ey Adem!"diye seslenir. Adem:

"Ey Rabbim buyur, emrindeyim, bütün hayırlar senin elindedir!" der. Şöyle bir nidada

bulunulur:

"Allah sana, cehennem hey'etini çıkarmanı emrediyor!" Adem sorar:

"Ey Rabbim, cehennem hey'eti ne kadardır?"

"Her binden dokuz yüz doksan dokuzu!"

"İşte hamilelerin çocuğunu düşürdüğü, çocukların ihtiyarladığı, insanların sarhoş

olmadıkları halde, azabın şiddetinden sarhoşa döneceklerini göreceğin zaman bu

zamandır."(1)

Bu haber Ashab'a çok ağır geldi. Öyle ki yüzlerinin rengi değişti.

"Ey Allah'ın Resûlü! Bu binde bir içine hangimiz gireceğiz?"dediler,

"Ye'cuc ve Me'cuc'dan binde dokuz yüz doksan dokuz, sizden ise bir olacak. Şunu da

bilin: Siz insanlar arasında, beyaz bir öküzde siyah bir kıl veya siyah bir öküzde beyaz

bir kıl durumundasınız." [Buhârî, Tefsîr, Hac 1, Enbiya 7, Rikak 46, Tevhid 32; Müslim,

İman 379, (222).]

AÇIKLAMA:

1. Bu hadiste cennete girecek mü'minlerin binde bir olacağını, cehennemliklerin de binde

dokuz yüz doksan dokuz olacağını görmekteyiz. Cennete gideceklerin bu azlığı Ashâb'ı

fevkalâde korkutmuş ve renklerinin uçmasına sebep olmuştur. Ancak Kirmanî, rivayette

geçen rakama itibar edilmemesi gerektiğini, verilen sayının ziyadeye mâni olmadığını belirtir

ve "Burada zikredilen iki sayıdan birincisi, yani "bir" ile azlık, ikincsi yani "dokuz yüz doksan

dokuz" ile çokluk kasdedilmiştir." der. İbnu Hacer de, "Bütün Âdem evlatları nazarı itibara

alındıkta mü'minlerin sayısı o kadar az olabilir." der. İkinci bir te'ville: "Cehennem

hey'eti"nden muradın kâfirler ve ateşe girecek âsiler olabileceğini, bunların da binde dokuz

yüz doksan dokuza ulaşabileceğini" belirtir.

2. Hadiste bir ifade müşkil bulunmuştur. Kıyamette çocukların ihtiyarlayacağı, hamile

kadınların çocuk düşüreceği meselesi. Kıyamet günü kadınların hamile olmayacakları,

çocukların ihtiyarlamayacağı gözönüne alınırsa ifadenin nasıl bir müşkil ortaya çıkardığı

anlaşılır. Hatta bu müşkil sebebiyle bazı müfessirler, bu hadisenin kıyametten önce olacağını

söylemiştir. Fakat Kirmanî bu mütalaaya şu cevabı verir: "Hadisin ifadesi bir korkutma ve

temsilden ibarettir." Kirmânî'den önce Nevevî de şunu söylemiştir: "Hadiste ulemâ için iki

vecih var:

Page 4: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

4

Birine göre şöyle takdir etmek gerekir: Kıyametin hali öyle bir dehşette olacak ki, o esnada

eğer kadınlar hamile olsalardı çocuklarını düşürürlerdi. Nitekim Araplar:

"Bize öyle bir musibet vurdu ki, çocuğu ihtiyarlandıracak derecedeydi."

İkinciye göre: Hadîs, lafzın zahirine göre de anlaşılabilir. Şöyle ki herkes, kıyamette, nasıl

öldü ise öyle diriltilecektir. Bu durumda hamilelik üzere ölenler hamile olarak diriltilecek

demektir, çocukken ölenler de çocuk olarak, süt emdirenler süt emdirici olarak diriltilecek

demektir. Kıyametin zelzelesi vâki olup, hadiste belirtilen sözün Hz. Adem (as)'e söylendiğini

insanlar işitince, onlara hamilenin düşük yapmasına, çocuğun ihtiyarlamasına sebep olan

korku çökecek. Bu hâl birinci nefhadan sonra ikinci nefhadan önce olacaktır."

(Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)

Page 5: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

5

Âl-i İmrân Sûresinin 191. ayetinde: "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar..." geçtiği üzere, "yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar" kavramı neye işaret eder; sağ veya sol yan üzerine uzanmak mıdır,..

"Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve

yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve "Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen

yücesin, bizi ateşin azabından koru." derler." (Al-i İmran, 3/191)

Bu ayet insanın bütün hallerinde tefekkür, zikir ve dua edebileceğini göstermekte ve buna

teşvik etmektedir.

Böyle yapmak aklî ve naklî bilgiler ile süslenmiş ve Allah'ın birliğine iman ile kulluk ve

bilgide merhale katetmiş, olgun akıl ve inanmış kalb sahiplerinin karı olabileceğinden,

aralarındaki farka işaret buyuruluyor ki: "Öyle tam akıl sahipleri ki, ayaktayken, otururken,

yatarken, yani gerek meşguliyet ve gerekse dinlenme hallerinin hepsinde Allah'ı zikrederler,

dillerinden bırakmazlar." Bu üç hal, insanın bütün hallerini içine alır. Hatta bedene ait

hareketleri içine aldığı gibi, yükselme, ortada durma, düşme gibi halleri de içerir.

Demek ki bu tam akıl sahipleri, her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar, kalpleri Allah'ı zikir

(anmak)den başka bir şey ile itmi'nan (tam güven) zevkini bulamadığından, Allah'ı zikirden

gaflet etmezler, gönülleri ilâhî murakabe (kendi içine dönme)ye müstağrak (dalmış)tır.

Burada zikirden maksad, gerek zat, gerek sıfat ve fiiller haysiyetiyle zikirden, aynı şekilde

lisanî (dile ait) zikre eşit olup olmamaktan daha genel olarak, mutlak zikirdir. Abdullah b.

Mesud Hazretlerinin açıklamasına göre bu zikirden maksad namazdır ki, kudretleri yettikçe

ayakta, yoksa oturarak, yoksa yattığı yerde namaz kılanlar demektir.

Bununla beraber namaz, zikirler cümlesinden sayılırsa da, bütün zikirler namazdan ibarettir de

denemez, namazdan e'am (daha genel)dır. "Ûlü'l-elbâb" (tam akıllılar)ın böyle Allah'ın

zikrine devam etmeleri ile vasfedilişleri, dinî terbiyede terakki etmiş halis kullar olduklarına

işaret eder ki, bu vasıf burada bahis konusu olan tefekkür (düşünme) sûretiyle keşf ve

müşahede edecekleri ilimlerin fenlerinin geçmiş bir şartı demek olur. Bu durum, tertibe

delalet etmeyeceği için, bunun bir geçmiş şart olmayıp, düşüncenin bir ayrılmaz gereği olması

da mümkün görünür. Şuhud (görünür)dan, gıyabı (görünmezi) okuyabilen, vehim

şüphelerinden uzak, nefse ait ilgiler ve karanlık engellerden sıyrılmış halis, tam akıl sahibleri

olan, gidişatın gerçeklerini ve sıfatların hükümlerini düşünen, mülkün tavırlarını ve gayb

âleminin sırlarını gözeterek, melik, yaratıcı olan Allah Teâlâ'nın sanatının inceliklerini ve

kudretinin alâmetlerini görebilen bu tam akıl sahipleri, bütün hallerde Allah sevgisi ile

dopdolu olarak Allah'ı anarlar.

(Elmalılı M.Hamdi YAZIR, Kur'an-ı Kerim Tefsir)

İlave bilgi için tıklayınız:

Yüz üstü yatma ve uyku adabı hakkında bilgi verir misiniz?

Page 6: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

6

Hristiyandan şehit olur mu? "Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadet denilebilir!" (Bediüzzaman, Kastamonu L., s. 111) Bazı insanlar "bu nasıl olur

Fetret denilince hepimizin aklına, Hz. İsa (as)'ın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah

Efendimize (asm) vahyin tebliğ edilmesi arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir

peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için

kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri

arasında az da olsa farklılık görülüyor. Maturudî ve Eşarî imamları, “Ve biz resul

gönderinceye kadar azaplandırmayız.” meâlindeki âyet-i kerimede geçen “resul” ifadesine

farklı izahlar getirmişler.

Maturudî mezhebine göre, akıl da bir elçidir. Akıl doğru ile yanlışı ayıracak bir

kabiliyettedir. Onun için aklı olan her insan, yaratıldığını bilir ve kendisini bir yaratanın

olması gerektiğini bilmekten sorumludur. Ama ibadete ait hükümler akıl ile

bilinemeyeceğinden bu konuda fetret ehline bir sorumluluk terettüp etmez. Yani fetret, iman

için değil amel için geçerlidir.

Eş‟ariler ise, “resul”ü doğrudan doğruya “peygamber” olarak anlamışlar ve peygamber

gelmeyen bir kavim için sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.

Âyetin tamamının meali şöyle:

“Kim doğru giderse sırf kendi lehine gider, kim de sapıklık ederse ancak aleyhine eder.

Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. Ve biz resul gönderinceye

kadar azaplandırmayız.” (İsra, 17/15)

Bazı âlimlerimiz âyet-i kerimede geçen azabın dünyevî azap ve felâketler olduğunu ifade

etmişlerse de büyük çoğunluk, “dünyanın âhiret tarlası olduğu” hadisinden hareketle, bu

azabın cehennem azabını ihtar ettiğini, âyetin hem dünya, hem de âhiret azabını kapsadığını

beyan etmişlerdir.

Şu âyet-i kerime bize bu hususta ışık tutar:

“O kâfirler bölükler hâlinde cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman

(cehennemin) kapıları açılır. (Cehennem) bekçileri onlara derler: Size içinizden

Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler

gelmedi mi? Evet geldi, derler. Ama azap sözü kafirler üzerine hak olmuştur.” (Zümer,

39/71)

“İtikat imamları, fetret dönemiyle niçin bu kadar ilgilenmişler?” diye bir soru hatıra

gelebilir. Benzer sebepler benzer sonuçları doğurur. Fetret bir semboldür. Her ne kadar belli

bir dönem için kullanılmışsa da benzer durumların vuku bulması hâlinde yine fetret

hükümlerinin geçerli olacağında şüphe yoktur. Kâfirun suresinde “Sizin dininiz size, bizim

dinimiz bize.” buyrulur.

Page 7: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

7

Bazı zatlar, cihat âyetiyle bu hükmün nesih edildiğini söylemişlerse de, nice alimler diğer bazı

âyet-i kerimeler gibi, bu âyetin de belli şartların tahakkuk etmesi hâlinde yine geçerli olacağı

görüşünde birleşmişlerdir. Şimdi şöyle düşünemez miyiz? Bugün Amerikada yahut Avrupada

yaşayan Müslümanlar, cihat âyetiyle amel etseler, bir anda yeryüzünden silinmezler mi?

Hâlbuki maksat onların ortadan kalkmaları değil çoğalmaları değil mi? O hâlde ne

yapacaklar? Kâfirun suresiyle amel edip, başkalarının dinlerine karışmadan kendi dinlerini

yaşamaya, yaşatmaya ve imkânları ölçüsünde yaymaya çalışacaklar. Demek ki, Kâfirun

Sûresindeki hüküm, hâlen nice ülke için geçerli, yani nesih olmuş değil.

Bu misâlimizde olduğu gibi, günümüzde hâlen fetret karanlıklarında yaşayan insanlar varsa,

onlara uygulanacak hüküm de fetret hükmü olacaktır. Bu gerçeği görmezlikten gelen bir

takım kimselerin Bediüzzaman Hazretlerinin fetretle ilgili bazı ifadelerine karşı çıktıklarını ve

bunu nezaket sınırlarını aşarak yaptıklarını görüyoruz.

Bedizüzzaman, o günün bütün İslâm âlimlerince takdirle karşılanan fakat günümüzde bazı

çevrelerin itirazına maruz kalan 2. Dünya savaşıyla ilgili sizin de aktardığınız mektubunda

şöyle der:

“Âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (asm.) bir

lakaytlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda hazret-i İsa (as)'ın din-i hakikîsi

hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta

kalan ve Hazret-i İsa (as)'a mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felâketler,

onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.” (Kastamonu Lâhikası)

İtiraza maruz kalan son cümlenin, peşin hükümden uzak kalarak, iyice bir tahlili yapılırsa hiç

de tenkit edilecek bir yanı olmadığı açıkça görülür. Cümle, fetret gibi karanlıkta kalan,

dolayısıyla İslâm’dan haberdar olma hususunda bir nevi fetret devri yaşayan Hristiyanlar

hakkındadır. Bu Hristiyanların mazlumları ayrıca tahsis edilmiş. Bu tahsis, “bir nevi şehadet”

hükmü içindir. Buna göre söz konusu cümle şu şekilde anlaşılmalı: “Fetret devrinde, zulme

maruz kalan ve şiddetli felâket çeken insanlar bir nevi şehit hükmündedirler.” O bir soru

münasebetiyle şöyle der:

“Fakat zaman-ı fetrette " ve mâ künnâ muazzibîne hattâ nebase rasulâ" sırrıyla; ehl-i

fetret, ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından muahezeleri yoktur.

İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eşarîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i

necattır. Çünkü teklif-i ilâhî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla ile teklif takarrur eder.

Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret

zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevap görür, etmezse azap görmez. Çünkü mahfî

kaldığı için hüccet olamaz.” (Mektûbat)

Bilittifak (ittifakla) ifadesi üzerinde durmak gerekir. Her iki mezhebe göre de ehl-i fetret

amelî hükümlerden yani emir ve yasaklardan sorumlu değil. Bu hususta ittifak var. İman edip

etmeme hususunda ise iki mezhep farklılık arz ediyor.

İmam-ı Gazali Hazretlerinin aşağıdaki tasnifine göz atalım, Bu tasnifinde İmam-ı Gazâlî

Hazretleri o zamanda yaşayan Hristiyanların ve henüz Müslüman olmamış bulunan Türklerin

durumunu ele almakta ve şöyle buyurmaktadır:

Page 8: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

8

"İnancıma göre, inşâallah Allah Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hristiyan ve Türklerin pek

çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümulüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde

yaşayan ve kendilerine İslâm'ın daveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:

a. Hazret-i Muhammed'in (S.A.V.) ismini hiç duymamış olanlar.

b. Hz. Peygamber'in (S.A.V.) ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu'cizeleri duymuş olanlar.

Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan

kimselerdir, kâfir ve mülhidlerdir.

c. Bu iki derece arasında bulunan grupdur. Hz. Peygamber'in (S.A.V.) ismini duymuşlarsa da

vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hz. Peygamber'i (S.A.V.) tâ

küçüklüklerinden beri "İsmi Muhammed olan -hâşâ- yalancının biri peygamberlik iddiasında

bulunmuştur." şeklinde tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın Adı el-Mukaffa' olan

yalancının biri Allah'ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia etmiş ve yalancı

olarak peygamberliği ile meydan okumuştur sözünü duymaları gibi. Kanaatime göre bunların

durumu birinci grubda olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hz. Peygamber'in

(S.A.V.) ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati

araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez." (İmam-ı Gazali, "Faysalü’t-

Tefrika beyne’l-İslâm ve’z-Zendeka", Tercüme: İslam'da Müsamaha, Süleyman Uludağ, s.

60-61)

Gerek Hıristiyan âleminde ve gerekse diğer ülkelerde İmam-ı Gazali Hazretlerinin

tasnifindeki üçüncü gruba giren insanlara rastlamak mümkündür. Hristiyan âleminde ücra bir

köşede içtimaî hayattan uzak ve Din-i Hakk'ı bulma imkânından mahrum birçok insanlar

bulunduğu gibi, demir perde gerisinde esaret kamplarında hür dünyanın varlığından bile

habersiz nice mazlumlar vardır. Bunların içinde bulundukları hayat şartlan ve imkânları ile

din-i Hak olan İslâm dinini bulmalarının zorluğu meydandadır. Hikmeti nihayetsiz ve rahmeti

her şeyi ihata eden Allahü Azimüşşân'ın bu gibi kimselere muamelesi, elbette içinde

bulundukları şartlarla mütenasip (orantılı) olacaktır.

Şurası da herkesin malûmudur ki, bir rejimin perdesi arkasında ulûhiyeti inkâr maksadıyla

mutlak inanca, hususan İslâm dinine karşı dessasâne faaliyet gösteren ifsat komitelerinin

mes'uliyetleri, gafil ve mazlumlarla elbette bir olamaz.

Page 9: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

9

Kur’an’da her ikisi de “sevgi” mânâsına gelen “muhabbet/hubb” ile “meveddet/ vüdd” kelimeleri geçtiğini gördüm. Aralarındaki fark nedir? Sizin de işaret ettiğiniz gibi, muhabbet/hubb- Meveddet/vudd kelimeleri sevgi manasına

gelir. (Kamusu’l-muhit, Lisanu’l-Arab, ilgili maddeler)

Buna göre, Kur’an’da bu iki kavramın ayrı ayrı zikredilmesinin bazı hikmetleri olabilir:

a. Bu bir tefennün sanatı olabilir. Yani, değişik sözcüklerin kullanılmasıyla ifade tarzında bir

çeşni, bir çeşitlilik hedeflenmiş olabilir. Çünkü -muhatap/okuyucu için- aynı kavramın

tekrarında usanç ihtimali olduğu gibi, farklı kavramların kullanılmasında ise yeni bir lezzet,

bir tazelik ve bir zevk söz konusudur.

b.Mevedded maddesi, bazen arzu, istek, temenni manasında da kullanılır. (Kamusu’l-muhit,

Lisanu’l-Arab, a.y) Kur’an’da da Mevedded kavramının bu manada kullanılması söz

konusudur:

- “İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar (Yahudiler) olduğunu görürsün.

Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler. Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister”

(Bakara, 2/96) mealindeki ayette “ister” mealindeki kelimenin aslı “YEVEDDÜ” dur.

- Keza, “Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler, Rabbinizden size herhangi

bir hayır indirilmesini arzu etmezler” (Bakara, 2/105) mealindeki ayette -meal olarak- yer

alan “arzu etmezler” kelimesinin Arapça’sı: “MA YEVEDDÜ” dür.

Bakara 256; Nisa 42; Hicr 2; Ahzab 20; Meâric 11. ayetlerinde bu kavram aynı manada

kullanılmıştır.

- Kur’an’da Allah için VEDÛD ismi kullanılmıştır. FAÛL kalıbındaki bu kelime hem fail

(seven) hem de meful (sevilen) manasınadır.

VEDÛD ismi bu iki anlamıyla Allah‟ın salih kullarını sevdiğini ve onlar tarafından da

sevildiğini ifade etmektedir. (Lisan, a.g.y)

Page 10: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

10

İmanın azalıp eksilmesi ve artması konusunda dört mezhep imamı ve cumhurun görüşü nedir? Arada ne fark var?

Sitemizdeki aynı konuları tekrar etmeden kısaca sizin istediğiniz soruya cevap vermeye

çalışalım:

a. İmam Azam’a göre, İman, artma ve eksilme kabul etmez. İman ne artar ne de eksilir. (bk.

el-Vasiyye s, 72)

b. İmam Malik şöyle der: İman söz ve ameldir artar ve eksilir. (Tertibu-l-Medarik , 2/47)

c. İmam şafii’ye göre, iman söz ve ameldir, artar ve eksilir. (bk. İbn Abdul-ber, el-intiksa,

s.81; Beyhakî, Menakıbu’ş-şafiiye, 1/387-93)

d. İmam Ahmed’e göre iman söz ve ameldir, artar ve eksilir. (bk. Ahmed b. Hanbel,

Usulu’s-Sünne, 1/34)

e. Cumhura göre: İman artar ve eksilir. (Acurri eş-Şeria s, 117; İbn Batta, el-İbanetü-l-

Kübra 2/813; Nevevi Şerhu Müslim, 1/146)

İmama Beğavi de şöyle demektedir: “Sahabeler tabiinler ve onlardan sonra gelen ehl-i

sünnet alimleri amellerin imandan bir cüz olduğu konusunda görüş birliği içindedirler.

Onlara göre, İman söz, amel ve akidedir. İtaat ile iman artar, isyan ile eksilir” (el-

Beğavi Şerhü-Sünne 1/38)

- Özetle şunu söyleyebiliriz ki, İmanın artması-eksilmesi konusundaki alimlerin farklı

görüşleri, lafzidir, hakiki değildir. Aslında her iki taraf da aynı şeyi farklı cümlelerle ifade

ediyor. Bu iki görüşün ortak paydasını teşkil edecek bir özeti şöyle arz etmekte fayda vardır:

İman, inanılması gereken hususlar (iman esasları) açısından artmaz ve eksilmez. Bir

kimse iman esaslarının hepsini kabul edip de, bir veya bir kaçına inanmasa meselâ meleklere

inanmasa veya namazın farz yahut adam öldürmenin haram oluşunu inkâr etse, iman etmiş

sayılmaz. Bu durumda iman gerçekleşmediğinden artması ve eksilmesi söz konusu olamaz.

Herkes aynı hususlara iman etmekle yükümlüdür. İnanılacak esaslar konusunda bilginle cahil,

peygamber olan ve olmayan, kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur.

İman, güçlü veya zayıf olma açısından farklılık gösterir. Kiminin imanı kuvvetli kiminin

zayıftır. Kiminin imanı tam anlamıyla içine sinmiş, kimininki yüzeysel kalmıştır. Kimininki

işitme ve düşünmeye bağlı bilgi ve inanç seviyesinde, kimininki görmeye dayalı bilgi ve

inanç seviyesinde, kimininki de yaşamaya, gönülden duymaya ve iç tecrübeye dayalı bilgi ve

inanç seviyesindedir. İmanda bu çeşit bir farklılığın bulunduğuna âyet ve hadislerde de işaret

edilir. Hz. İbrâhim, ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini Allah'tan istemiş, âyette buyurulduğu

gibi yüce Allah'ın "inanmadın mı?" sorusuna "(gözümle de görerek) kalbim tam yatışsın diye"

(Bakara 2/260) cevabını vermiştir. Böylece onun Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğini gördükten

sonraki imanının önceki imanından daha güçlü olduğu belirtilmiştir.

Page 11: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

11

Kur'ân-ı Kerîm'deki "İman etmiş olanlara gelince (her inen sûre) daima onların imanını

artırmıştır." (Tevbe 9/124); "O, müminlerin yüreklerine imanlarını katmerli bir imanla

artırmaları için mânevî kuvvet indirendir" (Fetih 48/4); "Müminler ancak onlardır ki,

Allah anıldığı zaman yürekleri titrer. Allah'ın âyetleri kendilerine okunduğu zaman bu

onların imanını artırır" (Enfâl 8/2) anlamındaki âyetler ile bu konudaki hadisler, imanın

kuvvet, kalbin derinliklerine nüfuz yönüyle farklı seviyelerde olabileceğini, nitelik yönüyle

artma ve eksilme gösterebileceğini ifade etmektedir.

Page 12: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

12

Buhari’de geçen “Ümmetimin en hayırlıları en çok evlenenleridir” anlamındaki Peygamber sözü neden gizleniyor? Bazı sahabiler neden yüzlerce evlenmiştir? - İslam kaynakları dünyanın her tarafında herkese açık bir şekilde bulunmaktadır. Bu sebeple;

“Buharide geçen „Ümmetimin en hayırlıları en çok evlenenleridir‟ anlamındaki

Peygamber sözü neden gizleniyor? sorusu çok anlamsızdır.

- Kaldı ki, Buhari’de “ Ümmetimin en hayırlıları en çok evlenenleridir" manasına gelen

herhangi bir bilgiye rastlayamadık.

- Şu bir gerçektir ki, İslam dini çok evliliği icat etmemiştir. İslam’dan önce var olan ve adeta

sınırsız olan şeklini dört ile sınırlandırmıştır.

- Evlilikten en büyük maksat, özellikle Allah’ın maksadı, insan neslini üretmektir. Bu

üretimin çok olması arzulanan bir husustur. Hatta Hz. Peygamber de (asm), “Evlenin, çoğalın,

kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizinle övünürüm” (Kenzu’l-ummal, h. no: 44442)

buyurmuştur. Kuvvetli bir ihtimalle bu hadisin manası “Ümmetimin en hayırlıları en çok

evlenenleridir” şeklinde yanlış algılanmıştır.

Neslin çoğalması, öncelikle evlenmeyi gerektirmektedir. Kadınların “annelik” duygusundan

aldığı haz her şeyin üstündedir.

- Çok evlilik tarih boyunca -bazı duygusal kıskançlıklara neden olmakla beraber- her zaman

kadınlar tarafından tolere edilmiştir. Birinci kadının varlığından haberdar olduğu halde, evli

erkekle evlenen kadınların varlığı bunun reddedilmez delilidir.

Bununla beraber, Kur’an’da çok evlilik teşvik edilmemiştir. Çok ağır hastalıkların olması,

savaşlarda erkeklerin ölmesinden doğan kadın nüfusunu çok olması gibi ikinci evliliği

gerektiren şartların her zaman oluşacağını bilen Allah tarafından yalnız ruhsat verilmiştir.

- Bu ruhsatın su-i istimal edilmemesi için adalet gibi ağır bir ölçü getirilmiş ve: “eğer

eşleriniz arasında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla yetinin” (Nisa, 4/3) mealindeki ayetin ifadesiyle, bir tek kadınla evlenmeye özellikle vurgu yapılmıştır.

- İslam hiç bir zaman boşanmayı teşvik etmemiş, aksine kötülemiştir. “Helal olan şeyler

arasında Allah‟ın en hoşlanmadığı şey boşanmaktır.” (Ebu Davud, Talak, h. no: 2163-64;

Kenzu’l-Ummal, h. no: 27871-72).

- Yukarıdaki ayet ve bu hadis-i şeriften açıkça anlıyoruz ki, İslam’da dörtten fazla eşlerle evli

olmak caiz değildir. Yeniden evlenmek için eşinden ayrılmak da asla hoş karşılanmamıştır.

Bu sebeple, sahabeler arasında boşanmanın çok olduğunu söylemek mesnetsiz bir iddia

olduğu gibi, ilgili ayet ve hadislere de aykırıdır.

Page 13: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

13

Şehitlere kabir sorgusu olmadığına göre, Hz. Ömer’in sorguya çekilmesi nedendir?

Önce şehidin durumuna bakalım:

Şehitler için kabirde sorgu-sualin olmayacağına dair bazı hadisler vardır:

- Hz. Peygamber (asm): “Bütün müminlerin kabirlerinde (sorgu-sual ile) imtihan

edilmelerine rağmen, şehidin bundan muaf tutulmasının hikmeti nedir?” şeklindeki, soruya şu

cevabı vermiştir: “(savaşırken) başında kılıçların şimşek gibi çakmaları imtihan olarak

ona yeter.” (Nesai, Cenaiz,113)

Bu hadisten anlaşılıyor ki, kabirdeki sorgu, -müminin imanındaki samimiyeti ile münafık olan

kimsenin samimiyetsizliğini ortaya koymaya yönelik- bir imtihandır. Şehit bu imtihanı en ağır

şartlarda kazanmıştır. Son nefeslerini imanındaki samimiyetini gösteren bir ortamda vermiştir.

- Mikdam b. Madikerib anlatıyor: Resulullah (asm) şöyle buyurdu: “Şehit için Allah katında

altı haslet (mükâfat) vardır: İşin başında(ölür ölmez) affedilir. Cennetteki yerini görür.

Kabir azabından korunmuş olur. Kıyamet gününün o büyük korkularından emin olur. -

Bir tek yakutu dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan- vakar tacı başına konur.

Yetmiş iki huriyle evlenir. Akrabalarından 70 kişiye şefaat eder” (Tirmizi, Fedailu’l-

cihad, 35)

- Fudâle b. Ubeyd anlatıyor: Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu: “Her ölen kimsenin amel

defteri kapanır, ancak Allah yolunda kalbi cihada bağlı olarak ölen kimse müstesna;

onun ameli kıyamet gününe kadar çoğalıp artar ve o kimse kabir fitnesinden de emin

olur.” (Tirmizi, Fedailu’l-cihad, 2)

Bu hadiste yer alan, “kabir fitnesinden emin olma” hususu alimler tarafından iki şekilde

algılanmıştır.

Birincisi: Yani, kabrin sorgu-sualinden, sıkıştırmasında ve azabından korunmuş olurlar.

İkincisi: Melekler onu sorguya alırlar fakat, samimi imanından dolayı cevabını rahay

verebilir ve kendisine herhangi bir sıkıntı söz konusu olmaz. Ancak birinci görüş daha

kuvvetlidir, hadis rivayetlerine daha uygundur.

Allah yolunda savaşmadan, sadece sınır boylarında nöbet tutarak müslümanların can-mal

güvenliklerini sağlayan ve böylece kalbiyle cihada bağlılığını pekiştiren bir insan, sorgu-

sualden korunuyorsa, bizzat cihad ederek şehit olan kimsenin sorguya çekilmemesi daha da

önem arz eder.

- Fıkıh alimleri de bu gibi hadislere dayanarak “Allah yolunda cihad maksadıyla sınır

boylarında İslam ülkesini korumak için nöbet tutan kimse de şehit gibi sorguya

çekilmez” diyorlar. (Dürrü’l-muhtar/Reddü’l-muhtar, 4/121)

- O halde Hz. Ömer gibi şehit olmuş bir kimsenin kabirde sorgu-suale tabi olmasını nasıl izah

edilir? Buna iki şekilde cevap verebiliriz.

Page 14: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

14

a. Hz. Ömer’in kabirde sorgu-suale tabi tutulduğuna dair haber, İslam’da delil sayılan hiç bir

nassa dayanmamaktadır. Bu husus daha çok bazı kimselerin gördüğü rüyalara

dayandırılmıştır. Oysa “rüyalarla amel edilmez” prensibi tam da bu gibi ciddi konular için

geçerlidir.

b. Hadislerde kabir imtihanından muaf tutulan kimselerin manevi şehit değil, sadece maddi

cihatta şehit olanlar olduğunu anlamak da mümkündür. Bunun dışındaki şehitler manevi

şehitler olmalarına rağmen, asıl şehit gibi muamele görmezler. Nitekim, asıl şehitler

yıkanmadan defnedildikleri halde, -Hz. Ömer dahil- manevi şehitler yıkanırlar ve

yıkanmışlardır.

Page 15: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

15

Anne ve babaların çocukları üzerinde hakları vardır; peki evlatların anne ve babaları ve kardeşleri üzerinde hakları var mıdır?

Kardeşlik Hukuku:

Sıhrî kardeşlik İslâm'ın kıymet verdiği önemli akrabalık münasebetlerindendir. Kardeşlerin

birbirleri üzerinde hakları ve vazifeleri vardır. Kardeşler, aralarında adalet ve iyilik ve

dostlukla muamele etmelidirler.

Kur'an-ı Kerim de, Hz. Adem'in iki oğlu Habil ve Kabil'den şöyle bahsedilir:

"Ey Rasûlüm, Ehl-i Kitab'a, Adem'in iki oğlunun haberini hakkıyle oku. Onlar Allah

rızasını kazanmak için kurban kesmişlerdi de birisininki kabul edilmiş, diğerinki kabul

olunmamıştı. Kurbanı kabul olunmayan (Kabil) diğerine; "Seni muhakkak

öldüreceğim," demişti. Kardeşi ona şöyle cevap vermişti: "Allah, ancak takva

sahiplerinin kurbanını kabul eder. Yemin ederim ki, eğer beni öldürmek için elini bana

uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbı

olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da

yüklenesin; böylece cehennemliklerden olasın. İşte zâlimlerin cezası budur." Nihayet

Kâbil hevesine uyarak kardeşi (Habil)'i öldürmeğe kalkışmış ve sonra onu öldürmüştü.

Böylece ziyana uğrayanlardan olmuştu." (el-Mâide, 5/27-30).

Yûsuf sûresinde de, Hz. Yûsuf'a kardeşlerinin yaptıkları kötülükler uzun uzun anlatılır.

Sonunda her şey ortaya çıkınca kardeşlerinin ona: "Allah'a yemin ederiz, Allah seni bizden

üstün kılmıştır. Biz doğrusu (sana yaptıklarımızda) suçlu idik." dedikleri; Hz. Yusuf'un da;

"Size, bugün hiç bir başa kakma ve ayıplama yok. Sizi Allah yarlıgasın. O

merhametlilerin en merhametlisi." (Yûsuf, 12/91-92) diyerek, onları afv ve müsamaha ile

karşıladığı haber verilmektedir.

Hz. Musa (a.s) kardeşinin de kendisiyle beraber hayır ve iyilikte ortak olmasını Allah

Teâlâ'dan şöyle istemiştir:

"Mûsa dedi ki: "Ey Rabbim; benim göğsüme genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimden de

şu düğümü çöz ki, sözümü iyi anlasınlar. Bana kendi ailemden bir de vezir (yardımcı)

ver; kardeşim Harun'u... Onunla sırtımı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Tâ ki seni

çok zikredelim, çok analım." (Tâhâ, 20/25-34).

Peygamberler (a.s)'ın kardeşlerine olan iyiliklerinin Kur'an'da anlatılması, Müslümanlara öğüt

ve örnek olması içindir.

Kardeşler aralarında şu esaslara göre hareket etmelidir:

1. Kardeşler karşılıklı sevgi ve saygı beslemeli, küçükler büyüklerine karşı saygısız

davranışlardan sakınarak onları anne ve babaları gibi görmeli ve kendilerine itaat etmeli,

büyük kardeşler de küçüklerin kabahatlerini af ve hoşgörü ile karşılamalıdır.

Page 16: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

16

2. Kardeşler, anne ve babalarını üzmeyecek, onlara huzur dolu bir hayat yaşatarak

davranışlarla birlik ve beraberlik içinde yaşamalı; para, servet miras gibi maddi çıkarlar

düşmanlık sebebi haline getirilmemeli ve birlik ruhu bozulmamalıdır.

3. Şan, şöhret, makam, servet gibi şeyler kıskançlık sebebi olmamalıdır. Kardeşlerden biri

ilim, servet ve makam itibariyle yükselirse, bu durum diğerleri için ancak bir iftihar vesilesi

sayılmalıdır. Maddî ve manevî bakımdan güçlü olan da diğerlerine hor bakmamalı, onlara her

konuda yardım elini uzatmalıdır.

4. Aralarındaki işleri ve fikir ayrılıklarını zora baş vurmadan, birbirlerinin fikirlerine saygı

duyarak ve konuşup anlaşarak tatlılıkla halletmenin yollarını aramalıdırlar.

(bk. Şamil İslam Ans., Md. İslam'da Kardeşlik)

İlave bilgi için tıklayınız:

Çocuğun anne baba üzerindeki hakları nelerdir?..

Page 17: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

17

Kur'an'daki emirler kaç yıl sonra (ne zaman) emredilmişler? Namaz, tesettür, alkol yasağı, oruç, hac, vb. emirler, Efendimiz (s.a.s.) peygamber olduğundan kaç yıl sonra Allah (c.c.) tarafından emredilmiş?

Hicretten önce genelde imani konularda ayetler indiriliyordu. Hicretten sonra ise daha çok

ameli konularda ayetler nazil olmuştur. Bütün emir ve yasaklar bir anda indirilmemiştir.

Zaman zaman yeri geldikçe ayetler indirilerek hükümler belirlenmiştir.

NAMAZ:

Namaz, Kur'an'da doksandan fazla ayette zikredilir. Önceki şeriatlerde beş vakit namaz

yoktu. Ancak vakitleri belirsiz genel anlamda namaz vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl

kadar önce Mi'rac (İsrâ) gecesinde farz kılınmıştır. Enes b. Mâlik'ten rivâyete göre özet olarak

şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber (s.a.s)'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve

beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: "Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki

söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın

karşılığıdır." (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5; Müslim, İman, 263; Ahmed b. Hanbel,

V,122,143).

ORUÇ:

Kur'an-ı Kerim'de; "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin

üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız." (el-Bakara, 2/183)

buyurulmuştur. Oruç ibadetinin; hicretten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır.

Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır.

TESETTÜR:

Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

"Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; "Baş örtülerini yakalarının üstüne

taksınlar..." (en-Nûr, 24/31) ayeti inince etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar."

Yine Safiyye binti Şeybe şöyle anlatır: "Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve

onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki:

"Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah'a yemin olsun

ki, Allah'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar

kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresinde "Kadınlar başörtülerini

yakalarının üstüne taksınlar..." ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve

döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu

kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek

başörtüsü hazırladılar.

Page 18: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

18

Ertesi sabah, Hz. Peygamber (asm)'in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular.

Sanki onların başları üstünde kargalar vardı." (Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr,

Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II / 600).

Hicab ayetinin hicri beşinci yılın Zülkade veya Zilhicce ayında nazil olduğu rivayet

edilmektedir. (bk. İbn Sad et-Tabakat, 8/174-176, el-Belazuri, Ensab 1/463.)

HAC:

İslâm âlimleri haccın ömürde bir defa farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Delilleri;

Kitap ve Sünnettir. Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe'yi ziyaret edip haccetmek farzdır."

(Âl-i İmrân, 3/97).

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın." (el-Bakara, 2/196)

"İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli

vasıtalarla sana varsınlar." (el-Hac, 22/27)

Hadislerde şöyle buyurulur:

"Şüphesiz Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz." (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1;

Ahmed b. Hanbel, II, 508).

" Îslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed

(a.s.m)'in, Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât' vermek,

Beytüllah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak."(Buhârî, İman, l, 2; Müslim,

İman,19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13).

Ayette; "Ey müminler, hayır işlerine koşunuz, birbirinizle yarış ediniz." (el-Bakara,

2/148) buyurulur. Hac kendisine farz olan kimse, mesken yapma, çocuğunu evlendirme gibi

sebeplerle, hatta sebepsiz olarak haccı başka bir yıla geciktirebilir. Çünkü hac farîzası hicretin

altıncı yılında geldiği halde, Hz. Peygamber (asm) bunu, bir özür olmaksızın onuncu yıla tehir

etmiştir. Eğer geciktirmek caiz olmasaydı, bunu onun da yapmaması gerekirdi. Bu görüş,

Müslümanlara kolaylık sağlayacağı için daha uygundur. Çünkü çoğunluk İslâm

hukukçularının dayandığı hadisler zayıf olduğu gibi, haccın, hicretin altıncı yılında Âl-i İmrân

Suresinin nüzulü sırasında farz kılındığında şüphe yoktur (eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I,199; ez-

Zühaylî, a.g.e. III / 17, 18).

İÇKİ:

İçki hicretin dördüncü yılında, Beni Nadr Yahudilerinin yurtlarından sürülüp çıkarıldıkları

sırada haram kılınıp yasaklandı. Bu konuda geniş bilgi için tıklayınız:

İçki ne zaman ve nasıl haram kılınmıştır?..

Page 19: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

19

Gayri müslim ülkede içkili mekanlarda garsonluk yapmak haram mı? Ben Almanya'da bir restoranda garsonluk yapıyorum. Bazı müşteriler yemeğin yanına şarap veya bira gibi alkollü içecekler istiyorlar ve ben onlara bu içecekleri taşımak zorunda kalıyorum...

Bu meseleye ışık tutacak bazı fetvaları zikredelim:

Bir kimse şarap taşıtmak için birisini tutsa, İmam-ı Azama göre işçinin bu taşımadan dolayı

aldığı para helâldir, fakat İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Ebû Yusuf'a göre caiz değildir. Yine

Ehl-i kitap bir gayri müslim, bir Müslümanın hayvanını veya gemisini şarap taşımak için

kiralasa; Müslümanın aldığı para İmam-ı Azam'a göre helâl, İmameyne göre caiz değildir.

Tatbikatta görülmese de, kitaplarımızda şöyle bir fetvaya da yer verilmektedir:

Bir Müslüman gütmüş olduğu domuzların karşılığında ücret alabilir. Bu İmam-ı Âzam'ın

görüşüdür, fakat İmameyne göre alması caiz olmaz.(2)

Fakat olayın değişik yönlerini de değerlendirmek gerekiyor:

Yurt dışında Müslümanların sosyal ilişkilerinde İslam ahlakını yaşamaları, yurt içindeki

Müslümanlara göre daha fazla ehemmiyetli bulunmaktadır. Çünkü yurt dışındaki gayri

müslimler İslamiyet’i doğrudan Müslümanların şahsında görüyorlar ve onların güzel

ahlakları hidayetlerine de vesile olabiliyor.

Bediüzzaman (ra), İslam ahlakını bizzat yaşayarak örneklik edebildiğimiz takdirde, diğer

dinlerin tabilerinin İslamiyet’e cemaatlerle girebileceğini bildirirken, İslam’ı doğru temsil

etmemenin de mesuliyeti mucip olduğuna işaret buyuruyor.

Gayri müslim ülkeleri “darülharp” olarak niteleyen İslam fakihleri, bu ülkelerde yaşayan

Müslümanlarla gayri müslimlerin münasebetlerini düzenleme konusunda muhtelif görüşler

ileri sürmüşlerdir.

Bir Müslümanın gayri müslim ülkelerde gayri müslimden faiz alması, gayri müslime içki ve

domuz eti satması ve hatta kazanacağı kesin olmak şartıyla kumar oynaması, bu fiillerin gayri

müslimlerce meşru olduğu ve Müslümanın da bu meşruiyetten faydalanmasının bir ölçüde

ganimet mantığıyla açıklanabildiği esasına binaen, İmam-ı Azam ve İmam-ı Muhammed’e

göre caiz bulunmakla beraber, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed bin Hanbel,

Evzai, İshak ve Hanefilerden Ebu Yusuf’un da içinde bulunduğu fukahanın ekserisi,

Müslümanın her yerde İslam ahkamı ile bağlı bulunduğunu ifade ederek, böyle batıl ve

fasit akit ve alışverişleri caiz bulmamışlardır!.

En uygun olanı da çoğunluğun bu görüşüdür!..

Zira artık günümüzde Müslüman ülkeler de dahil dünya ülkeleri, umumi bir barış ve sulhu

esas almışlardır. Müslümanlar gayri müslim ülkelere izinli ve müsaadeli olarak

girebilmektedirler ve bu ülkelerde emniyet ve güvenlik içinde yaşayabilmektedirler. Harp

durumu ise söz konusu değildir. Binaenaleyh, İmam-ı Azam’ın fetvasında esas aldığı şartlar

da, artık günümüz itibariyle mevcut değildir. Muharebe yok ki ganimet söz konusu olsun!

Page 20: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

20

Esasen, Kur'an ve sünnet, zaruret dışında haramlara izin de vermemiştir. Zaruret olmadığı

takdirde haram, her yerde haramdır.

O halde özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Günümüzde Müslüman, dünyanın neresinde

bulunursa bulunsun; İslam ahkamını ve ahlakını yaşamakla mükelleftir. İki Müslüman

arasında caiz olmayan bir alışveriş, Müslüman ile gayri müslim arasında da uygun

olmamalıdır.

Bu itibarla, gayri müslim ülkelerde yaşayan Müslümanlar da (zaruret dışında) faiz

almamalıdır, içki, domuz eti, laşe gibi İslam’ın haram kıldığı herhangi bir şeyi satmamalıdır.

Alimlerin çoğunluğunun şüpheden uzak görüşleri bu doğrultudadır.

Ancak yukarıdaki fetvalar dikkate alınırsa, içki ve domuz taşımak suretiyle karşılık almak,

İmam-ı Azam'a göre caizdir denilebilir; fakat imameyne ve diğer müçtehitlere göre caiz

değildir, haramdır.

Mecbur kalmadıkça böyle işlerde çalışmamak gerekir.

Kaynaklar:

1. Buharı, Büyu: 102; Müslim, Müsakat: 71; Tirmizî, Büyu: 60; &m Mâce, Ticaret: 11.

2. el-Feteva'l-Hindiyye, IV/449-450.

3- Mehmed Paksu, Meseleler ve Çözümleri 1, Nesil yayınları, İstanbul, ss. 135-138;

Süleyman Kösemene, Günümüz Meselelerine Çözümler, Yeni Asya Yayınları.

Page 21: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

21

Çıplak olarak banyo yapmak caiz mi? Banyoda çıplak yıkanabilmek için banyonun büyüklük ölçüsü ne kadardır?

İnsanın sağ ve sol omuzlarında bulunan hafaza melekleri, insanın günah ve sevaplarını

kaydederler. Bu melekler insandan cima, helâ ve gusül anında, bu haller bitinceye kadar

ayrılırlar. Hz. Peygamber (s.a.s) buyuruyorlar:

"Sizden hela ve cima hali hariç ayrılmayan Kirâmen Kâtibin'e saygı gösterin. İçinizden

biri banyo yaptığında bir bez parçası ile avret mahallini örtsün."

Hz. Ali (r.a) da şöyle buyuru:

"Avret mahalli açık olduğu kişiye melek yaklaşmaz."

"Örtüsüz hamama (başkalarının da bulunduğu hamamlar) girilince iki meleği kişiye

lanet eder." (Kurtubî, el-Câ'm'î !i-Ahkâmi'l Kur'ân, XIX / 248).

Çıplak olarak banyo yapmak haram değilse de adaba aykırıdır. Bu bakımdan banyonun

büyüklüğü ne kadar olursa olsun, kişi tek başına da olsa avret yerlerini örtmesi adaba uygun

olandır.

Page 22: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

22

Peygamberimizin babasının adı nasıl Abdullah (Allah'ın kulu) olabilir? O zamanda Arabistanda herkes puta tapıyorken, nasıl olmuş; Hz. İbrahim'in dininden kalıntılar mı vardı?..

Cahiliye dönemi insanları çoğunluk itibariyle putperest ve müşrik olmalarına rağmen, İslamın

da kabul edeceği itikadi, ameli bir çok güzellikleri de devam ettirmişlerdir. İslamın zuhuru

sırasında bu müsbet yaşantıyı sergileyen bir çok insan vardı. Bunlara "Hanifler"

denilmekteydi. Bu nedenle Peygamber Efendimizin (asm) babasının isminin Abdullah olması

garipsenecek bir durum değildir. Çünkü Hanifler, Hz. İbrahim aleyhisselamın Hanif Dininden

geriye kalan hak bilgilerle Allah'ı biliyorlar ve bazı ibadetleri de yapıyorlardı. Ayrıca aynı

dönemde Abdullah ismini taşıyan bir çok kimse bulunmaktaydı.

Peygamberimizin (a.s.m) annesi, babası ve hususan kendisi ne ile amel ediyordu; bir inanç ve

ibadet hayatı var mıydı? gibi konulara açıklık getirmesi bakımından bu konunun izahı gerekli

olacaktır.

Hanîf kelimesinin menşei ve anlamı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Menşeinin

Arapça, İbranice, Süryanice ve Habeşce bir kökten geldiği hususunda farklı anlayışların

olduğu görülmektedir.

Mesudi, Arapçalaşmış Süryanice bir kelime olduğunu ve bununla Sabiilerin kastedildiğini ,

Yakubi ise bu kelimeyi, Hz. Davud (a.s.)’ın savaştığı Filistinliler için kullanmakta ve onların

yıldızlara taptıklarını belirtmektedir . Ancak Arapça sözlüklerde, kelime menşei hakkında bir

bilgiye rastlanmadığı halde, manâsının hanefe kökünden “meyletmek, yönelmek” manâsına

geldiğini anlamaktayız. Hz. İbrahim (a.s.)’ın kavmine, putperestliğe iltifat etmeyip, Allah’ın

dinine İslam’a döndüğü için Hanif denilmiştir. Ebu Amr da Hanîf kelimesini, hayırdan şerre

veya şerden hayıra meyleden diye açıklasa da, sözlük manasında ve İslami literatürde mutlak

bir manada bir meyletmek değil, “dalaletten istikamete, diğer dinlerden hak dine dönmek”

anlamında kullanılmış, haktan batıla yönelmek ise “cnf” köküyle ifade edilmiştir . Şu halde

Hanif kavramı, eğriliği bırakıp doğrusuna gideni ifade etmiş ve Hz. İbrahim (a.s.)’ın milletine

ad olmuştur ki, başka dinlerden ve batıl mabutlardan çekinip, yalnız bir Allah’a yönelen

muvahhid için kullanılmıştır .

Cahiliye devrinde, sünnet olduktan sonra Kabe’yi ziyaret eden kimseye hanîf denilirdi. Zira

bu güzellikler Hz. İbrahim ( a.s.) dininden geriye kalanlardan bazılarıydı.

Kur’an-ı Kerim’de hanif kelimesi on yerde, çoğulu hunefa ise iki yerde geçmektedir. Bu on

iki yerin dokuzunda hanifliğin müşriklikten farklı ve onun karşıtı olduğu belirtilmekte, aynı

zamanda sekiz yerde de Hz. İbrahim ( a.s.)’ın imanını ifade etmekte, bu sekiz yerin birisinde

de din manâsına gelen millet kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz. İbrahim (a.s.)’ın

kendini hanif diye nitelemektedir.

Hanif kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bir taraftan Hz. İbrahim (a.s.)'ın imanını ifade etmek için

ve müşrikliğin karşıtı olarak kullanılırken, diğer taraftan Hz. İbrahim (a.s.)'ın Hıristiyan ve

Yahudi olmadığı , bilakis Ehl-i kitabın hanifler olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunduğu

vurgulanmaktadır.

Page 23: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

23

Hanifliği, Yahudilik ve Hristiyanlıkta aramanın gereği yoktur. Hepsi bir Allah’ın dinidir.

Zamanla bazı bozulmalar olmuş, İslam bütün bozulma ve eğrilikleri düzelterek, güzelliklerin

devam etmesine müsaade etmiş, yanlışlıkları ise tashih etmiştir. Yoksa Hanifliği Yahudi ve

Hristiyanlığın devamı gibi görmek hatalı olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim,

“Ey ehli kitap İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil

kesinlikle ondan sonra indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de

Hristiyan‟dı, fakat o bir hanif ve Müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Al-i İmran,

3/65-67)

buyurarak, hem hanifliğin Yahudi ve Hristiyanlıktan önce olduğunu kesin bir dille ifade eder,

hem de Hz. İbrahim (a.s.)’ın yerini belirler.

İslam ve din-i kayyım’lıkla eş anlamlı olan hanifliğin, Araplardan putlara tapmayan, bir tek

ilahın varlığına inanan ve O’na kulluk eden bir cemaate işaret ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bunlar hunefa veya ahnef diye de bilinirler ve bizatihi kendileri Yahudi ve Hıristiyan

olmadıklarını, Hz. İbrahim (a.s.)’ın dinini takip ettiklerini ve Allah’a şirk koşmadıklarını ifade

ederler.

Hanif kelimesinin, Kur’an’daki anlamıyla hadislerde de geçtiğini görmekteyiz. Hz.

Peygamber (a.s.m) “Allah katında hangi din daha makbuldür?” diye sorulduğunda

“kolaylaştırılmış haniflik” diye cevap vermiştir. Buhari’de geçen başka bir rivayete göre ,

Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hakiki dini aramak amacıyla Şam’a gitmiş, rast geldiği bir Yahudi ve

Hristiyan alimlerine dinlerini sorup, beklediği cevabı alamayınca, kendilerine hangi dini

önerdiklerini sormuş, onlar da hanifliği tavsiye etmişler, hanifliğin ise İbrahim (a.s.)’ın dini

olduğunu, O’nun Hıristiyan ve Yahudi olmadığını, sadece Allah’a kulluk ettiğini

belirtmişlerdir.

Peygamberimizin (a.s.), “Allah, kullarımın hepsini hanif olarak yarattım, buyurdu.”

ifadesi ile “Ben Yahudilik ve Hristiyanlık ile değil, kolaylaştırılmış haniflikle

gönderildim.” sözü beraber düşünüldüğünde, hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğinde

ortak olan ilkeleri içine aldığı ve İslamın da bu ilke ve esasları yaşatan bir din olduğu ve Hz.

İbrahim (a.s.) gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın da aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılabilir.

Netice olarak, cahilî dönemdeki haniflik hakkında farklı görüşler ileri sürülmüşse de ,

yukarıda ifade edilen rivayet ve izahlar ışığında, bunların Cahiliye toplumu içinde yaşayan

muvahhid, Yahudilik ve Hristiyanlıktan değil de, Hz. İbrahim (a.s.) dininden geriye kalan

bazı güzellikleri, kendi çapında yaşamaya çalışanlara verilmiş genel bir isim olduğu

anlaşılmaktadır.

Haniflerin inanç esasları ile ilgili olarak, daha çok dini kaynaklarda bilgilere

rastlamaktayız. Cahiliye Arapları nazarında, sünnet olan, Kabe’yi tavaf eden herkes haniftir.

Ancak Taberi, bu iki özelliğin yeterli olmadığını, zira bazı müşriklerin de bunu yaptıklarını

ifade eder. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de haniflik, müşrikliğin zıddı olarak gösterilmektedir.

Öyleyse hanifliğin birinci şartının tevhid ehlinden olmak olduğunu belirtir. Bazı kaynaklar ise

bu şartlara, putlardan uzak olmayı, cünüplükten dolayı yıkanmayı da eklemişlerdir .

Page 24: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

24

Haniflerin putlar adına kesilen daha geniş ifadesiyle, Allah’tan başkası için kesilen

kurbanların etlerinden yemedikleri, içki içmedikleri nakledilmekte , genel olarak haniflik

vasfının, haccetmek, hakka tabi olmak, Hz. İbrahim (a.s.)’ın getirdiği şeriata uymak ve sadece

Allah’a kulluk etmek olduğu ifade edilmiştir.

Bu dönem haniflerinin temel özelliklerinden biri Yahudi ve Hristiyanlığa iltilaf etmeyip,

çevrelerindeki putlardan ve putperestlerden yüz çevirip, İbrahim (a.s.)’ın ilahı olan bir Allah’a

ibadet etmeleridir. Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi bazıları İbrahim (a.s.)’ın dini olan gerçek dini

aramaya çıkmış, bir kısmı halkı putlardan uzaklaştırmaya çalışmış, bazıları da teemmül ve

tefekkür için inzivaya çekilmiştir. Tarihçilerin ifadesine göre, bunların bazıları okur yazar

oldukları gibi, bazı dilleri bilirler ve seyahate çıktıkları için de oldukça kültürlü sayılırlardı.

O dönemde bizzat hanif olarak zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan

bazıları, Kus b. Saide el-İyadi , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl , Umeyye b. Ebi’s-Salt, Erbab b. Riab,

Süveyd b. Amr el-Müstalaki, Ebu Kerb Es’ad el-Himyeri, Veki’ b. Seleme el-İyadi, Umeyr b.

Cündeb el-Cüheni, Adi b. Zeyd el İbadi, Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes, Seyf b. Züyezen,

Varaka b. Nevfel el-Kureşi, Amir b. Zarb el-Udvani, Abdüttabiha b. Sa’leb, İlaf b. Şihab et-

Temimi, Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani, Züheyr b. Ebi Sülma, Halid b. Sinan el-Absi,

Abdullah el-Kudai, Abid b. Ebras el-Esedi, Ka’b b. Lüey gibi zatlardır.

Cahiliye döneminin kayda değer hanif şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından

Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş bilhassa zikredilmesi

gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından önem arz

etmektedir .

Varaka b. Nevfel eski kitapları okuyan alim bir kimseydi. Peygamber (a.s.m)’a onun durumu

sorulmuş, O’da, “onu üzerinde halis bir ince ipek elbise olduğu halde Cennet’in ortasında

yürüdüğünü gördüm” buyurarak güzel yaşantısının akibetini haber vermiştir.

Süveyd b. Amir el-Mustalaki’nin şiirlerinden muvahhid, olduğu ve İbrahim (a.s.)’ın dinine

meylettiği anlaşılmakta, Ebu Kerb b. Es’ad el-Himyeri ise, Hz Peygamber (a.s.m)’dan çok

önce onun geleceğini haber vermiş ve iman ettiğini ifade etmiştir. Veki’ b. Seleme “Sıddik”

olarak bilinmekte, İslam’dan önce vefat eden Umeyr b. Cündeb, ise tevhid inancını

benimseyenlerdendi. Yine Adi b. Zeyd el-İbadi de putlardan uzaklaşıp, İbrahim (a.s.)’ın

Rabbine ibadet edenlerdendi. Bilahare Medine’de Müslüman olmuştur. Seyf b. Züyezen de,

Varaka b. Nevfel gibi Hz. Peygamber (a.s.m)’ın geleceğini müjdelemiş ve onun zamanına

yetişirse O’nunla beraber Medine’ye gideceğini bildirmiştir.

Bu dönem haniflerinin ortak özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür:

Putları ve her türlü şirki reddetmek, mensubu bulundukları kavmin yanlış adet ve inanışlarına

karşı çıkmak, cehaletin ortadan kaldırılması için faaliyette bulunmak, kavimlerinin

baskılarından kurtarmak için onlardan uzaklaşarak inzivaya çekilmek ve yaratıcıyı

düşünmektir. Tarihçiler, haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u

okuduklarını, bir çoğunun Hz. İbrahim (as)’in dini üzere yaşadığını, bir kısmının da onun

kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını,

rahip ve hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını bulamadıkları için

Yahudilik ve Hristiyanlığa girmediklerini, İbrahim (a.s.)'ın dinine inanmış olarak öldüklerini

bildirmektedir.

Page 25: İçindekiler - depo.feyyaz.orgdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/PDF/Haftalik-Bulten-15... · "Elbette imdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazreti İsa'ya mensup Hıristiyan

25

Alkol ile elleri dezenfekte etmek, temizlemek caiz mi? Biz gıda üretimi yapan bir fabrikanın çalışanlarıyız. Fabrikada hijyen bantlarından geçerken, ellerimizi dezenfekte ettiğimiz sıvıların içerisinde alkol bulunmaktadır. Bu alkol dinimizce caiz midir?..

Öncelikle bir hususa işaret etmekte fayda vardır: Kur’ân’da “hamr” olarak geçen ve “sarhoş

edici” özelliği bulunan alkol türleri necistir ve haramdır. Bunun dışında, meselâ, etil alkol

cinsinin sarhoş edici bir yapısı olmadığından, haram sınıfına girmemekte ve necis

sayılmamaktadır.

Bakara Sûresinin “hamr” ile ilgili âyetlerinin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır bu konuda şu

hususlara temas etmekte ve şöyle demektedir:

“Üzüm şarabından yapılmayan ispirto, bira vesaire müskirat içilemezse de elbiseye veya

bedene sürülmesi de namaza mâni olur diye iddia edilemez.”(Hak Dini Kur’ân Dili, II/763)

Bu nakilden de anlaşılacağı gibi, deodorant, parfümleri ve kolonyadaki alkol Hanefi

mezhebinin bazı imamlarına göre necis kabul edilen alkol cinsine girmediğinden, elbiseye

veya bedene sürülmesiyle namaza mâni olmaz. Şâfii ve Hanbeli gibi diğer mezheplere göre

pis sayıldığı için sürülen yeri yıkadıktan sonra namaza durmak gerekir.

Buna göre etil alkol olsun diğer alkoller alsun, bu alkollerle elleri dezenfekte ettikten sonra

ayrıca su ile yıkanırsa her hangi bir mahzuru yoktur. Eğer kullanılan alkol etil alkol cinsinden

ise her ne kadar bu alkollün yenilmesi haram olsa da vücuda veya bedene değmesinden dolayı

yıkanmasa dahi namaza engel değildir. Bu hüküm Hanefi mezhebine göredir. Şafii ve Hanbeli

mezhebine göre ise hangi alkol çeşidi olursa olsun necis olduğu için vücuda veya başka

yerlere değmesi halinde yıkanması gerekir.