hayatin gerÇek kÖkenİ
DESCRIPTION
Bu kitapta, evrim teorisinin geçersizliği tümüyle bilimsel bulgulara dayanılarak açıklanmaktadır. Evrim teorisini bilim adına savunanların, mutlaka bu bulgularla yüzleşmeleri ve şimdiye kadar sahip oldukları bazı önkabulleri sorgulamaları gerekmektedir. Eğer bundan kaçınırlar ise, bu teoriye olan bağlılıklarının bilimsel değil, tümüyle dogmatik bir bağlılık olduğunu fiilen kabul etmiş olacaklardır.TRANSCRIPT
YAZAR ve ESERLER‹ HAKKINDA
Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 y›l›nda Anka-
ra'da do¤du. ‹lk, orta ve lise ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stanbul
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felse-
fe Bölümü'nde ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi ko-
nularda pek çok eser haz›rlad›. Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›kla-
r›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl› ideolojilerle olan karanl›k ba¤-
lant›lar›n› ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktad›r.
Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000 sayfa-
l›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 41 farkl› dile çevrilmifltir.
Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele eden iki peygamberin
hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden olufltu-
rulmufltur. Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührünün kullan›l-
m›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-›
Kerim'in Allah'›n son kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya
olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resu-
lullah'›n sünnetini kendine rehber edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemleri-
nin tüm temel iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itirazlar› tam ola-
rak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve ke-
mal sahibi olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duas› olarak
kullan›lm›flt›r.
Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef, Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›r-
mak, böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i ve ahiret gibi temel imani konular
üzerinde düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n
uygulamalar›n› gözler önüne sermektir.
Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den En-
donezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan
Brezilya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bul-
garistan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek
çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce,
Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Porte-
kizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça,
Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bul-
garca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor),
Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhi-
velhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimar-
kaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kit-
lesi taraf›ndan takip edilmektedir.
Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insa-
n›n iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Ki-
taplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve sa-
mimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki et-
me, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu
eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felse-
feyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabil-
meleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla sa-
vunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki tüm inkarc›
ak›mlar, Harun Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r.
Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklan-
maktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca
Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve ya-
y›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir.
Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini gör-
melerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin
de, çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r.
Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri kar-
mafla meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve
keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve
zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi
gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu ko-
nuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i çü-
rütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiye-
tin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler.
Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çek-
tikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n
yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve
Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünya-
n›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam›
dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lma-
s› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir.
Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›, Allah'›n iz-
niyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk
ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r.
OKUYUCUYA• Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yerayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelinioluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm,140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da kuflkuya düflmesine ne-den olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne ser-mek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›zaulaflt›r›labilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z›okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa birbölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür.
• Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›ntüm kitaplar›nda imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, in-sanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›nayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflaretib›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r.
• Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›nyediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etk-ili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyiminetam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin bir tav›r sergileyen in-sanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›ndo¤rulu¤unu inkar edememektedirler.
• Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤igibi, karfl›l›kl› bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifadeetmek isteyen bir grup okuyucunun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgilikendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› ola-cakt›r.
• Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›ntan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r.Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Busebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitaplar›n di¤er in-sanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir.
• Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin iseönemli sebepleri vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imizözellikleri tafl›yan ve okumaktan hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn›vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir. ‹mani ve siyasi konulardayararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit olacakt›r.
• Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüphe-li kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›yadikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, flüpheci ve ye'sesürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z.
HARUN YAHYA
HAYATINGERÇEKKÖKEN‹
Bilimsel BulgularDarwinizm'iReddediyor
Bu kitapta kullanılan ayetler, Ali Bulaç'ın hazırladığı,
"Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı" isimli mealden alınmıştır.
1. bask›: fiubat 2000
2. bask›: Mart 2003
3. bask›: Haziran 2005
4. bask›: Ekim 2005
5. bask›: Kas›m 2005
ARAfiTIRMA
YAYINCILIK
Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi
‹brahim Elmas ‹flmerkezi
A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul
Tel: (0 212) 222 00 88
Bask›: Seçil Ofset
100. Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi
4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar - ‹stanbul
Tel: (0212) 629 06 15
ÖNSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
KISA B‹R TAR‹H . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12
Darwinizm'in Do¤uflu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13Hayat›n Kökeni Sorunu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15Genetik Sorunu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16Neo-Darwinizm'in Çabalar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 17Kriz ‹çinde Bir Teori. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19
DARWIN‹ZM'‹N MEKAN‹ZMALARI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20
Do¤al Seleksiyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21Yaflam Mücadelesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21Gözlem ve Deneyler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23Endüstri Devrimi Kelebeklerinin Gerçek Hikayesi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23Do¤al Seleksiyon, Kompleksli¤i Neden Aç›klayamaz? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Mutasyonlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27Pleiotropik Etki . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
TÜRLER‹N GERÇEK KÖKEN‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35
Varyasyonlar›n Anlam› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35"Mikroevrim" ‹tiraflar›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38Fosil Kay›tlar›na Göre Türlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40Ara Formlar Sorunu ve Dura¤anl›k . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42Fosil Kay›tlar›n›n Yeterlili¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45Fosil Kay›tlar›n›n Gösterdi¤i Gerçek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48
GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹ -I- (OMURGASIZLARDAN SÜRÜNGENLERE). . 50
Canl›lar›n S›n›fland›r›lmas› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50Fosiller "Hayat A¤ac›"n› Reddediyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 52Burgess Shale Bölgesi'ndeki Fosiller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57Tüm Filumlar›n Ayn› Anda Ortaya Ç›k›fl› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58Moleküler Karfl›laflt›rmalar Evrimin Kambriyen Ç›kmaz›n› Büyütüyor . . . . . 60Trilobitler ve Darwin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 61Omurgal› Canl›lar›n Evrimi ‹ddias› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63Kara Canl›lar›n›n Evrimi ‹ddias› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 68Cœlacanth Hakk›ndaki Evrimci Spekülasyonlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72Sudan Karaya Geçifl ‹ddias›n›n Fizyolojik Engelleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 74Sürüngenlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 78Y›lanlar ve Kaplumba¤alar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 81Uçan Sürüngenler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82Deniz Sürüngenleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85
GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹ -II- (KUfiLAR VE MEMEL‹LER) . . . . . . . . . . . . . . . 87
Evrimcilere Göre Uçuflun Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87Kufllar ve Dinozorlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 90Kufl Akci¤erinin Özgün Yap›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93Kufl Tüyleri ve Sürüngen Pullar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97Tüylerin Tasar›m›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 99Archæopteryx Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 101
‹çindekiler‹çindekiler
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Difller, Pençeler ve Di¤er Yap›lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103Archæopteryx ve Di¤er Eski Kufl Fosilleri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106Archaeoraptor: Dino-Kufl Sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 108Böceklerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111Memelilerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113At›n Evrimi Efsanesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 117Yarasalar›n Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120Deniz Memelilerinin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 122Yürüyen Balina Masal› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 123Ambulocetus natans: Pençelerine Perde Geçirilen Sahte Balina . . . . . . . . . . . . 125Yürüyen Balina Masal›n›n Geçersizli¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126Kulak ve Burun Evrimi Hikayeleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 128National Geographic'in Lamarkç› Masallar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 129Deniz Memelilerinin Kendi ‹çindeki Evrimi Senaryosunun Açmazlar›. . . . . 131Deniz Memelilerinin Özgün Yap›lar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133Sonuç. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 140
SIÇRAMALI EVR‹M TEOR‹S‹N‹N GEÇERS‹ZL‹⁄‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 141
S›çraman›n "Mekanizmas›" . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 143Makromutasyonlar Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 144Dar Popülasyonlar Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 146Sonuç. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 147
‹NSANIN KÖKEN‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 149
‹nsan›n Hayali Soy A¤ac› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 151Australopithecus. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 152Homo habilis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155Homo rudolfensis Hakk›ndaki Yan›lg› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 158Homo erectus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 160 Neandertaller, Anatomileri ve Kültürleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 166Homo sapiens archaic, Homo heilderbergensis ve Cro-Magnon. . . . . . . . . . . . . . . . 170Soy A¤ac›n›n Çöküflü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 172Homo sapiens'in Gizli Tarihi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 173Kulübeler ve Ayak ‹zleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 175Son Kan›t: Sahelanthropus tchadensis ve Evrim A¤ac›n›n Çöküflü . . . . . . . . . . 179‹ki Ayakl›l›k Sorunu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 182Evrim: Bilim D›fl› Bir ‹nanç . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 184Rekonstrüksiyon Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 185Piltdown Adam› Skandal› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 187Nebraska Adam› Skandal›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 189Sonuç. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 190
MOLEKÜLER B‹YOLOJ‹ ve HAYATIN KÖKEN‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 191
"Rastlant›" Mant›¤›na Bir Örnek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 192Hücredeki Kompleks Yap› ve Sistemler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 194Proteinlerin Kökeni Sorunu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 197
8
‹çindekiler
9
Sol-Elli Proteinler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 200Peptid Ba¤› Zorunlulu¤u. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 202S›f›r Olas›l›k . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 203Do¤ada Bir Deneme-Yan›lma Mekanizmas› Var m›? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 204Hayat›n Kökeni Konusundaki Evrimci Çabalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 207Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 208Miller Deneyini Geçersiz K›lan Dört Neden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 210‹lkel Dünya Ortam› ve Proteinler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 214Proteinlerin Suda Sentezlenmesi Sorunu. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 214Fox Deneyi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 215DNA Molekülünün Kökeni. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 217DNA Rastlant›larla Aç›klanamaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 218"RNA Dünyas›" Tezinin Geçersizli¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 222Tasar›m Tesadüfle Aç›klanabilir mi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 225
HOMOLOJ‹ YANILGISI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228
Morfolojik Homoloji ‹ddias›n›n Geçersizli¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 229Homolojinin Genetik ve Embriyolojik Ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 233Tetrapodlar›n Parmak Yap›s› Hakk›ndaki Homoloji Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . 234Moleküler Homoloji ‹ddias›n›n Geçersizli¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 237"Hayat A¤ac›" Çöküyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 241
BA⁄IfiIKLIK, "KÖRELM‹fi ORGANLAR" VE EMBR‹YOLOJ‹ . . . . . . . . . . . 244
Bakterilerin Antibiyotik Direnci . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 244Körelmifl Organlar Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 248"Körelmifl Organlar"a Yeni Bir Darbe Daha: At›n Baca¤›. . . . . . . . . . . . . . . . . 251Rekapitülasyon Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 252
B‹TK‹LER‹N KÖKEN‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 257
Bitki Hücresinin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 257Endosimbiosis Tezi ve Geçersizli¤i. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 260Fotosentezin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 263Alglerin Kökeni ve Hayali Evrimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 265Angiospermlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 269
‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 271
Bakteri Kamç›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 273‹nsan Gözünün Tasar›m› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 275"‹lkel Göz"ün ‹ndirgenemez Yap›s›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 277Görmenin Kimyas›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 278Istakoz Gözü. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 280Kulaktaki Tasar›m . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 283‹ç Kulak. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 285Evrimcilere Göre Kula¤›n Kökeni. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 288Rheobatrachus silus'un Üreme Yöntemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 290Sonuç. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 291
10
EVR‹M TEOR‹S‹ VE ENTROP‹ YASASI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 292
Aç›k Sistem Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 295Ilya Prigogine ve Öz-Örgütlenme Yan›lg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 296Düzenli Sistem ve Organize Sistem Fark› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 299Öz Örgütlenme: Materyalist Bir Dogma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 302
B‹LG‹ TEOR‹S‹ VE MATERYAL‹ZM‹N SONU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 304
Madde ile Bilginin Fark› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 305Do¤adaki Bilginin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 307Materyalist ‹tiraflar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 308
B‹L‹M VE MATERYAL‹ZM‹ B‹RB‹R‹NDEN AYIRMAK. . . . . . . . . . . . . . . . . 309
"Bilimsel Amac›n" Tan›m› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 312fioklardan Kaçmamak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 314
SONSÖZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 315
‹nsan›n Görevi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 317
MADDEN‹N ARDINDAK‹ SIR. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 319
Elektrik Sinyallerinden Oluflan Evren . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 320Nas›l Görüyoruz, Duyuyoruz, Tad›yoruz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 321Beynimizin ‹çinde Oluflan D›fl Dünya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 325‹nsan›n S›n›rl› Bilgisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 327Yapay Olarak Oluflturulan "D›fl Dünya" . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 328Alg›layan Kim?. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 330Gerçek Mutlak Varl›k. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 333Sahip Oldu¤umuz Herfley Asl›nda Hayaldir... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 337Materyalistlerin Mant›k Bozukluklar›. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 340Rüya Örne¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 340Sinirleri Paralel Ba¤lama Örne¤i . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 342Alg›lar›n Beyinde Olufltu¤u Felsefe De¤il Bilimsel Gerçektir . . . . . . . . . . . . . 344Materyalistlerin Büyük Korkusu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 345Materyalistler Tarihin En Büyük Tuza¤›na Düflmüfllerdir . . . . . . . . . . . . . . . . 349Sonuç. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 352
ZAMANSIZLIK VE KADER GERÇE⁄‹ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 354
Zaman Alg›s› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 354Zamans›zl›¤›n Bilimsel Anlat›m› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 355Kuran'da ‹zafiyet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 359Kader. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 361Materyalistlerin Endiflesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 363‹nananlar›n Kazanc› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 365
NOTLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 369
‹NDEKS . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 380
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
endisinin ve tüm di¤er canl›lar›n nas›l var olduklar› sorusunu arafl-
t›ran insan iki farkl› aç›klama ile karfl› karfl›ya kal›r. Birincisi, insan
dahil tüm canl›lar› sonsuz ak›l ve güç sahibi olan Allah'›n yaratt›¤›
gerçe¤idir. ‹kinci aç›klama ise, canl›lar›n do¤al süreçlerin ve rast-
lant›sal etkilerin ürünü olduklar›n› iddia eden "evrim" teorisidir.
Evrim teorisi, yaklafl›k bir buçuk yüzy›ld›r bilim dünyas›nda yayg›n
bir kabul görmektedir. Biyoloji bilimi, evrimsel kavramlarla tan›mlanmak-
tad›r. Bu nedenle de ço¤u insan, yarat›l›fl ve evrim aç›klamalar›ndan bilim-
sel olan›n›n evrim oldu¤unu san›r. Evrimi, gözlemsel bilimin bulgular›yla
desteklenen bir teori, yarat›l›fl› ise sadece kabule dayanan bir inanç zanne-
der. Oysa aksine, bilimsel bulgular evrim teorisinin lehinde de¤ildir. Özel-
likle, son 10-20 y›l içinde elde edilen bulgular, evrim teorisinin temel var-
say›mlar› ile aç›k bir biçimde çeliflmektedir. Paleontoloji, biyokimya, po-
pülasyon geneti¤i, moleküler biyoloji karfl›laflt›rmal› anatomi, biyofizik gi-
bi pek çok bilim dal›, canl›l›¤›n evrim teorisinin iddia etti¤i gibi do¤al sü-
reçler ve rastlant›sal etkilerle aç›klanamayaca¤›n›, tüm canl›lar›n kusursuz
bir flekilde yarat›ld›klar›n› göstermektedir.
Bu kitapta evrim teorisinin karfl›laflt›¤› bu bilimsel krizi inceleyece-
¤iz. Kitap tümüyle bilimsel bulgulara dayan›larak haz›rlanm›flt›r. Evrim
teorisini bilim ad›na savunanlar›n, mutlaka bu bulgularla yüzleflmeleri
ve flimdiye kadar sahip olduklar› baz› ön kabulleri sorgulamalar› gerek-
mektedir. E¤er bundan kaç›n›rlar ise, evrim teorisine olan ba¤l›l›klar›n›n
bilimsel de¤il, tümüyle dogmatik bir ba¤l›l›k oldu¤unu fiilen kabul et-
mifl olacaklard›r.
11
ÖNSÖZ
K
12
vrim teorisi, felsefi kökenleri Eski Yunan'a kadar uzanmas›na kar-
fl›n, bilim dünyas›n›n gündemine 19. yüzy›lda girdi. Önce Frans›z
biyolog Jean-Baptiste Lamarck, Zoological Philosophy adl› kitab›nda
canl› türlerinin birbirlerinden evrimlefltikleri varsay›m›n› ortaya at-
t›. Lamarck, canl›lar›n yaflamlar› s›ras›nda kazand›klar› de¤iflimleri sonra-
ki nesillere aktard›klar›n› öne sürmüfltü. Ünlü zürafalar örne¤inde, bu
canl›lar›n eskiden çok daha k›sa boyunlu olduklar›n›, ancak yüksek a¤aç-
lara ulaflmak için çabalarken nesilden nesile boyunlar›n›n uzad›¤›n› iddia
etmiflti.
Lamarck'›n "kazan›lm›fl özelliklerin aktar›lmas›"olarak bilinen bu ev-
rim modeli, kal›t›m kanunlar›n›n keflfedilmesi ile birlikte geçerlili¤ini yi-
tirdi. 20. yüzy›l›n ortalar›nda DNA'n›n yap›s›n›n keflfiyle birlikte, canl›la-
r›n hücrelerinin çekirde¤ine kodlanm›fl çok özel bir genetik bilgiye sahip
olduklar› ve bu genetik bilginin, "kazan›lm›fl özellikler" taraf›ndan de¤ifl-
tirilemeyece¤i ortaya ç›kt›. Yani bir canl› a¤açlara uzanabilmek için yafla-
m› boyunca çabalay›p boynunu birkaç santim uzatsa
bile, do¤urdu¤u yavrular yine o türe ait standart boyun
ölçüleri ile do¤acaklard›. K›sacas› Lamarck'›n evrim te-
orisi, bilimsel bulgular taraf›ndan yalanland› ve yanl›fl
bir varsay›m olarak tarihin derinliklerine gömüldü.
Ancak Lamarck'tan birkaç nesil sonra yaflam›fl
olan bir baflka do¤a bilimcinin evrim teorisi, daha uzun
ömürlü oldu. Söz konusu do¤a bilimci Charles Robert
Darwin, teorisinin ismi ise "Darwinizm"dir.
E
KISA B‹R TAR‹H
Jean-Baptiste Lamarck
Darwinizm'in Do¤uflu
Charles Darwin 1832 y›l›nda ‹ngiltere'den yola ç›kan ve befl y›l bo-
yunca dünyan›n farkl› bölgelerini gezen H. M. S. Beagle adl› resmi keflif
gemisinde gönüllü olarak yer ald›. Genç Darwin, bu gezi s›ras›nda gördü-
¤ü farkl› canl› türlerinden, özellikle de Galapagos Adalar›'nda gördü¤ü
farkl› ispinoz türlerinden çok etkilendi. Bu kufllar›n gagalar›ndaki farkla-
r›n, farkl› çevrelere uyum sa¤lamalar›ndan kaynakland›¤›n› düflündü.
Darwin bu gezisinin ard›ndan ‹ngiltere'deki hayvan pazarlar›n› gez-
meye bafllad›. ‹nek yetifltiricilerinin farkl› inek cinslerini çiftlefltirerek yeni
cinsler türettiklerine flahit oldu. Galapagos Adalar›'nda gördü¤ü farkl› is-
pinoz türlerini de bu gözlemlerine ekledi¤inde, kafas›nda bir teori flekil-
lenmeye bafllad›. Sonunda bu fikirlerini 1859 y›l›nda yay›nlanan TürlerinKökeni adl› kitab›nda aç›klad›. Bu kitapta, tüm canl› türlerinin tek bir ortak
atadan geldiklerini, ancak zaman içinde küçük de¤iflimlerle birbirlerinden
evrimlefltiklerini iddia ediyordu.
Darwin'in teorisini Lamarck'›n teorisinden farkl› k›lan nokta, as›l vur-
guyu "do¤al seleksiyon" kavram›na yapm›fl olmas›d›r. Do¤al seleksiyon,
do¤adaki yaflam mücadelesinde, güçlü veya ortam›n flartlar›na daha uy-
gun olan canl›lar›n hayatta kalmalar› anlam›na gelir. Darwin flöyle bir
mant›k kurmufltur:
"Bir canl› türü içinde do¤al ve rastlant›sal farkl›l›klar olmaktad›r. Ör-
ne¤in baz› inekler daha büyük, baz›lar› daha koyu renklidir. Bu de¤ifliklik-
lerin hangisi avantajl› ise, o özellik do¤al seleksiyon taraf›ndan seçilecek-
tir. Böylece söz konusu avantajl› özellik, o hayvan toplulu¤una hakim ha-
13
Charles Darwin, te-orisini ilkel bir bilimdüzeyi içinde gelifl-tirdi. Yandakinebenzer ilkel mikros-koplar›n alt›nda,canl›l›k çok basit biryap›ya sahip gibiduruyordu. Bu yan›lg›, Darwi-nizm'in temelinioluflturdu.
K›sa Bir Tarih
le gelecektir. Bu özelliklerin uzun zaman içinde birikmesiyle de, ortaya ye-
ni bir tür ç›kacakt›r."
Ancak Darwin'in ortaya att›¤› bu "do¤al seleksiyonla evrim" teorisi,
daha ilk baflta pek çok soru iflaretini beraberinde getirmiflti: Darwin'in "do-
¤al ve rastlant›sal farkl›l›klar" dedi¤i fley gerçekte ne idi? Baz› ineklerin da-
ha büyük, baz›lar›n›n daha koyu renkli do¤abildikleri do¤ruydu, ama bu
farkl›l›klar milyonlarca bitki ve hayvan türünü nas›l aç›klayabilirdi?
1) Darwin "canl›lar kademe kademe evrimleflmifllerdir" diyordu. Bu du-
rumda çok say›da "ara tür" yaflam›fl olmal›yd›. Ama fosil kay›tlar›nda
bu teorik canl›lardan iz yoktu. Darwin bu sorun üzerinde çok kafa
yormufl ve sonuçta "bu fosiller ileride bulunabilir" demek zorunda
kalm›flt›.
2) Canl›lar›n göz, kulak, kanat gibi kompleks organlar› do¤al seleksi-
yonla nas›l aç›klanabilirdi? Tek bir dokular› eksik olsa hiçbir ifle yara-
mayacak olan bu organlar›n, "kademe kademe" geliflmifl olduklar› na-
s›l savunulabilirdi?
3) Tüm bunlar›n öncesinde, Darwin'in "tüm canl›lar›n ortak atas› dedi-
¤i" ilk canl› organizma nas›l oluflmufltu? Cans›z madde, do¤al süreç-
lerle canl› hale gelemeyece¤ine göre, Darwin ilk canl›n›n oluflumunu
nas›l aç›klayacakt›?
Darwin bu sorunlar›n en az›ndan bir k›sm›n›n fark›ndayd›. Kitab›na
ekledi¤i "Teorinin Zorluklar›" (Difficulties on Theory) adl› bölümde bunla-
r› kabul etmiflti. Ancak bu sorunlara getirdi¤i cevaplar›n bilimsel aç›dan
bir geçerlili¤i yoktu. ‹ngiliz fizikçi H. S. Lipson, Darwin'in bu "zorluklar›"
hakk›nda flu yorumu yapar:
Türlerin Kökeni'ni ilk okudu¤umda Darwin'in genelde sunulan tablonun ak-
sine, kendisinden pek de emin olmad›¤›n› fark etmifltim. "Teorinin Zorlukla-
r›" bafll›kl› bölüm, örne¤in çok belirgin bir güvensizlik yans›tmaktad›r. Bir fi-
zikçi olarak, gözün nas›l ortaya ç›km›fl olabilece¤i yönündeki yorumlar› kar-
fl›s›nda flaflk›nl›¤a düfltüm.1
Darwin bilimsel araflt›rmalar ilerledikçe, "Teorinin Zorluklar›"n›n or-
tadan kalkaca¤›n› umuyordu. Ama aksine, yeni bilimsel bulgular bu zor-
luklar› daha da büyüttü.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
14
Hayat›n Kökeni SorunuDarwin, kitab›nda hayat›n kökeni konusundan hiç söz etmemiflti.
Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlay›fl›, canl›lar›n çok basit bir ya-
p›ya sahip olduklar›n› varsay›yordu. Ortaça¤'dan beri inan›lan spontane
jenerasyon adl› teoriye göre, cans›z maddelerin tesadüfen biraraya gelip,
canl› bir varl›k oluflturabileceklerine inan›l›yordu. Bu dönemde böceklerin
yemek art›klar›ndan, farelerin de bu¤daydan olufltu¤u yayg›n bir düflün-
ceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yap›lm›flt›. Kirli bir paçav-
ran›n üzerine biraz bu¤day konmufl ve biraz beklendi¤inde bu kar›fl›mdan
farelerin oluflaca¤› san›lm›flt›.
Etlerin kurtlanmas› da hayat›n cans›z maddelerden türeyebildi¤ine
bir delil say›l›yordu. Oysa daha sonra anlafl›lacakt› ki, etlerin üzerindeki
kurtlar kendiliklerinden oluflmuyorlar, sineklerin getirip b›rakt›klar› göz-
le görülmeyen larvalardan ç›k›yorlard›.
Darwin'in Türlerin Kökeni adl› kitab›n› yazd›¤› dönemde ise, bakteri-
lerin cans›z maddelerden oluflabildikleri inanc›, bilim dünyas›nda yayg›n
bir kabul görüyordu.
Oysa Darwin'in kitab›n›n yay›nlanmas›ndan befl y›l sonra, ünlü Fran-
s›z biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluflturan bu inanc› kesin olarak
çürüttü. Pasteur yapt›¤› uzun çal›flma ve deneyler sonucunda vard›¤› so-
nucu flöyle özetlemiflti: "Cans›z maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddi-
as› art›k kesin olarak tarihe gömül-
müfltür."2
Evrim teorisinin savunucular›,
Pasteur'ün bulgular›na karfl› uzun
süre direndiler. Ancak geliflen bilim,
canl› hücresinin karmafl›k yap›s›n›
ortaya ç›kard›kça, hayat›n kendili-
¤inden oluflabilece¤i iddias› giderek
daha büyük bir ç›kmaz içine girdi.
Bu konunun detaylar›n› kitab›n iler-
leyen bölümlerinde inceleyece¤iz.
15
K›sa Bir Tarih
Louis Pasteur, cans›z madde-lerin hayat oluflturabilece¤i
inanc›n› y›kt›.
Genetik Sorunu
Darwin'in teorisini ç›kmaza sokan bir di¤er konu ise kal›t›m oldu.
Darwin'in teorisini gelifltirdi¤i dönemde canl›lar›n özelliklerini sonraki ne-
sillere nas›l aktard›klar›, yani kal›t›m›n nas›l gerçekleflti¤i tam olarak bilin-
miyordu. Bu nedenle kal›t›m›n kan yoluyla sa¤land›¤› gibi ilkel düflünce-
ler yayg›n kabul görüyordu.
Kal›t›m hakk›ndaki bu belirsizlik, Darwin'in de teorisini gelifltirirken
tümüyle yanl›fl birtak›m varsay›mlara dayanmas›na neden oldu. Darwin
"evrim mekanizmas›" olarak temelde do¤al seleksiyonu gösteriyordu.
Ama do¤al seleksiyon taraf›ndan seçilecek olan "yararl› özellikler" nas›l
ortaya ç›kacak ve nesilden nesile nas›l aktar›lacakt›? ‹flte Darwin bu nok-
tada Lamarck taraf›ndan ortaya at›lm›fl olan "kazan›lm›fl özelliklerin son-
radan aktar›lmas›" tezine sar›ld›. Evrim teorisini savunan bir araflt›rmac›
olan Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery adl› kitab›nda Dar-
win'in Lamarckizm'den yo¤un biçimde etkilendi¤ini flöyle anlat›r:
Lamarckizm, kazan›lm›fl olan özelliklerin kal›tsal olarak aktar›lmas› olarak
bilinir... Darwin'in kendisi, aç›k konuflmak gerekirse, böyle bir kal›t›m›n ger-
çekleflti¤ine inanm›fl ve hatta parmaklar›n› kaybettikten sonra çocuklar› par-
maks›z olarak do¤an bir adam› kaynak olarak gösterip bu olay› anlatm›flt›r...
Darwin, Lamarck'tan tek bir fikir bile almad›¤›n› iddia etmifltir. Bu son dere-
ce ironiktir, çünkü Darwin sürekli olarak kazan›lm›fl özelliklerin aktar›lmas›
fikriyle oynam›flt›r ve (bu nedenle) elefltirilmesi gereken, Lamarck'tan ziyade
Darwin'dir. Kitab›n›n (Türlerin Kökeni) 1859 bask›s›nda "d›fl flartlar›n de¤ifli-
minin" varyasyonlara kaynakl›k etti¤ini söylemekte, ama hemen ard›ndan
bu flartlar›n varyasyonlar› yönetti¤ini ve bunu yaparken de do¤al seleksi-
yonla ifl birli¤i yapt›¤›n› aç›klamaktad›r. Her geçen y›l, (organlar›n) kullan›l-
mas› ya da kullan›lmamas› konusuna daha fazla önem vermifltir... 1868'de
Varieties of Animals and Plants under Domestication isimli kitab›n› yay›nlad›-
¤›nda, Lamarckist kal›t›ma delil oluflturdu¤unu düflündü¤ü bir dizi örnek
vermifltir... Baz› erkek çocuklar›n›n organlar›n›n ön derilerinin, nesiller boyu
yap›lan sünnet nedeniyle k›sald›¤› gibi.3
Ancak Lamarck'›n tezi, baflta da belirtti¤imiz gibi, Avusturyal› bota-
nikçi Rahip Gregor Mendel'in keflfetti¤i kal›t›m kanunlar› taraf›ndan ya-
lanland›. Bu durumda "yararl› özellikler" kavram› da havada kalm›fl olu-
yordu. Genetik kanunlar›, kazan›lm›fl özelliklerin aktar›lmad›¤›n› ve kal›-
t›m›n de¤iflmez baz› yasalara göre gerçekleflti¤ini gösteriyordu. Bu yasalar,
türlerin de¤iflmezli¤i görüflünü destekliyordu. Darwin'in ‹ngiltere'deki
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
16
17
hayvan pazarlar›nda gördü¤ü inekler, ne ka-
dar farkl› kombinasyonlarla çiftleflirlerse çift-
leflsinler, tür de¤ifltirmeyecek ve inek olarak
kalacaklard›.
Gregor Mendel, uzun deney ve gözlem-
ler sonucunda belirledi¤i kal›t›m kanunlar›n›
1865 y›l›nda bilimsel bir dergide aç›klam›flt›.
Ancak bu kanunlar›n bilim dünyas›n›n dikka-
tini çekmesi yüzy›l›n sonlar›nda mümkün ol-
du. 20. yüzy›l›n bafllar›nda bu kanunlar›n
do¤rulu¤u tüm bilim dünyas› taraf›ndan ka-
bul edildi. Bu durum, "yararl› özellikler" kav-
ram›n› Lamarck'a dayanarak aç›klamaya ça-
l›flm›fl olan Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sokmufl oluyordu.
Burada genel bir bilgi yanl›fl›n› da düzeltmek yerinde olur: Mendel,
sadece Lamarck'›n evrim modeline de¤il, ayn› zamanda Darwin'in evrim
modeline de karfl› ç›km›flt›. Journal of Heredity dergisinde yay›nlanan "Men-
del's Opposition to Evolution and to Darwin" (Mendel'in Evrime ve Dar-
win'e Muhalefeti) bafll›kl› bir makalede belirtildi¤i gibi, "Mendel, TürlerinKökeni'ne aflinayd› ve Darwin'in teorisine karfl› ç›k›yordu. Darwin, do¤al
seleksiyonla ortak atadan evrimleflme teorisini öne sürerken, Mendel özel
yarat›l›fla inan›yordu."4
Mendel'in buldu¤u kanunlar, Darwinizm'i zora soktu. ‹flte bu neden-
lerle, Darwinizm'i savunan bilim adamlar›, 20. yüzy›l›n ilk çeyre¤inde ye-
ni bir evrim modeli gelifltirmeye çal›flt›lar. Böylece neo-Darwinizm do¤du.
Neo-Darwinizm'in Çabalar›
Darwinizm ile genetik bilimini bir flekilde uyuflturmay› hedefleyen
bir grup bilim adam›, 1941 y›l›nda Amerikan Jeoloji Derne¤i'nin düzenle-
di¤i bir toplant›da biraraya geldiler. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius
Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoolog-
lar›n, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologlar›n
uzun tart›flmalar sonucunda vard›klar› sonuç, Darwinizm'e yeni bir yo-
rum getirmek oldu.5
Bu kifliler, genetik kanunlar›n›n ortaya koydu¤u "genetik sabitlik"
gerçe¤ine karfl›, Hollandal› botanikçi Hugo de Vries taraf›ndan yüzy›l›n
K›sa Bir Tarih
Mendel'in buldu¤ugenetik kanunlar›, evrim
teorisini açmaza soktu.
bafl›nda ortaya at›lan "mutasyon" kavram›n› kulland›lar. Mutasyonlar, bi-
linmeyen nedenlerle canl›lar›n kal›t›m mekanizmalar›nda meydana gelen
bozukluklard›. Mutasyon geçiren canl›lar, ebeveynlerinden ald›klar› gene-
tik bilginin d›fl›nda, baz› anormal yap›lar gelifltiriyorlard›.
Amerikan Jeoloji Derne¤i'nde toplanan bilim adamlar› bu mutasyon
kavram›n› benimsediler ve Darwin'in Lamarck'a dayanarak cevaplamaya
çal›flt›¤› "canl›lar› gelifltiren yararl› de¤iflikliklerin kayna¤› nedir?" soru-
suna, "rastgele mutasyonlar" cevab›n› verdiler. Darwin'in do¤al seleksi-
yon tezine mutasyon kavram›n›n eklenmesiyle ortaya ç›kan bu yeni teori-
ye de "Modern Sentetik Evrim Teorisi" ad›n› koydular. K›sa sürede bu ye-
ni teori "neo-Darwinizm" olarak bilindi ve teoriyi ortaya atanlar da "neo-
Darwinistler" olarak an›lmaya baflland›lar.
Ancak önemli bir sorun vard›: Mutasyonlar›n canl›lar›n genetik bilgi-
sini de¤ifltirdi¤i do¤ruydu, ama bu de¤iflim hep olumsuz yönde oluyordu.
Gözlemlenen tüm mutasyonlar, ortaya sakat, hastal›kl›, zay›f bireyler ç›ka-
r›yor, kimi zaman da do¤rudan ölüme neden oluyordu. Bu nedenle neo-
Darwinistler çok say›da deney ve gözlem yaparak canl›lar›n genetik bilgi-
sini gelifltiren "yararl› mutasyon" örnekleri elde etmeye çal›flt›lar. Meyve
sinekleri ve di¤er baz› türler üzerinde on y›llar süren mutasyon deneme-
leri yap›ld›. Ancak bu deneylerde hiçbir zaman mutasyonlar›n canl›lar›n
genetik bilgisini gelifltirdi¤i gözlemlenemedi.
Bugün hala mutasyon konusu Darwinizm için büyük bir açmazd›r.
Darwinizm'in "yararl› de¤ifliklikler"in yegane kayna¤› olarak gösterdi¤i
mutasyonlar›n, gerçek anlamda hiçbir yararl› (genetik bilgiyi gelifltiren)
örne¤i gözlemlenememektedir. Bu konuyu bir sonraki bölümde ayr›nt›la-
r›yla inceleyece¤iz.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
18
Neo-Darwinizm'in mimarlar›: Ernst Mayr, Theodosius Dobzhansky ve Julian Huxley
Neo-Darwinist teoriyi açmaza sokan bir di¤er alan ise, fosil kay›tla-
r› oldu. Fosiller, Darwin zaman›nda dahi teorinin önüne büyük bir engel
oluflturmufltu. Darwin, teorisini destekleyecek "ara tür" canl›lara ait fosil-
lerin bulunmad›¤›n› kabul etmifl, ama yeni araflt›rmalar sayesinde bu fo-
sillere ulafl›laca¤›n› öne sürmüfltü. Oysa her türlü paleontolojik çabaya
karfl›n fosil kay›tlar›, teorinin önünde büyük bir engel olarak durmaya de-
vam etti. Darwin zaman›nda teoriyi destekleyen büyük birer delil olarak
görülen "körelmifl organlar", "embriyolojik rekapitülasyon" ve "homoloji"
gibi kavramlar da, yeni bilimsel bulgular karfl›s›nda birer birer eridi. Tüm
bu konular› kitab›n ilerleyen bölümlerinde detaylar›yla ele alaca¤›z.
Kriz ‹çinde Bir Teori
Darwinizm'in ortaya at›ld›¤› günden bu yana karfl›laflt›¤› açmazlar›
bu noktaya kadar k›saca özetledik. Bu açmazlar›n ne denli büyük oldu¤u-
nu birazdan incelemeye bafllayaca¤›z. Bu kitaptaki amac›m›z, evrim teori-
sinin baz› insanlar›n sand›klar› ya da göstermeye çal›flt›klar› gibi "aç›k bir
bilimsel gerçek" olmad›¤›d›r. Aksine, evrim teorisi ile bilimsel bulgular
karfl›laflt›r›ld›¤›nda ortaya çok büyük çeliflkiler ç›kmaktad›r. Evrim teorisi,
popülasyon geneti¤i, karfl›laflt›rmal› anatomi, paleontoloji, moleküler bi-
yoloji ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok farkl› alanda, evrim teorisi
tek kelimeyle bir "kriz" içindedir.
Bu tan›m, Avustralyal› biyokimyac› ve tan›nm›fl bir Darwinizm elefl-
tirmeni olan Prof. Michael Denton taraf›ndan yap›lm›flt›r. Denton, 1985 y›-
l›nda yay›nlanan Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori)
adl› kitab›nda teoriyi farkl› bilim dallar›n›n ›fl›¤› alt›nda incelemifl ve do¤al
seleksiyon teorisinin canl›l›¤› aç›klamaktan uzak oldu¤u sonucuna var-
m›flt›r.6 Denton, Darwinizm'i bir baflka görüflün do¤rulu¤unu göstermek
için elefltirmemifl, sadece teoriyi bilimsel bulgularla karfl›laflt›rm›flt›r. Son
20 y›l içinde daha pek çok bilim adam› evrim teorisinin bilimsel geçersiz-
li¤i hakk›nda çok önemli bilimsel çal›flmalar ortaya koymufltur.
Bu kitapta evrim teorisinin içine düfltü¤ü bu krizi inceleyece¤iz. Bel-
ki baz› okuyucular, kendilerine her ne anlat›l›rsa anlat›ls›n evrim teorisine
inanmaktan vazgeçmeyecek bir bak›fl aç›s›na sahip olabilirler. Ancak yine
de bu kitab› okumalar›, en az›ndan inand›klar› teorinin bilimsel bulgular
karfl›s›ndaki gerçek konumunu görmeleri aç›s›ndan kendilerine yarar sa¤-
layacakt›r.
19
K›sa Bir Tarih
vrim teorisine göre, canl›l›k rastlant›larla do¤mufl ve yine rastlant›-
sal etkilerle geliflmifltir. Bundan yaklafl›k 3.8 milyar y›l kadar önce,
dünya üzerinde hiçbir canl› yok iken, önce canl› hücreler, sonra çok
hücreli kompleks canl›lar oluflmufl ve giderek daha kompleks türler
ortaya ç›km›flt›r. Bir baflka deyiflle, Darwinizm'e göre, do¤adaki birtak›m
etkiler, basit cans›z elementlerden son derece kompleks ve kusursuz tasa-
r›mlar ortaya ç›karm›fllard›r.
Bu iddiay› ele al›rken, öncelikle do¤ada gerçekten böyle bir güç olup
olmad›¤›na bakmak gerekir. Daha aç›k bir ifadeyle, böyle bir evrimi ger-
çeklefltirebilecek do¤al mekanizmalar var m›d›r?
Bugün evrim teorisi olarak tan›mlad›¤›m›z neo-Darwinist model, bu
konuda iki temel mekanizma öne sürer: "Do¤al seleksiyon" ve "mutas-
yon". Teorinin temel iddias› flöyledir: "Do¤al seleksiyon ve mutasyon bir-
birlerini tamamlayan iki mekanizmad›r. Evrimsel de¤iflikliklerin kayna¤›,
canl›lar›n genetik yap›s›nda meydana gelen rastgele mutasyonlard›r. Mu-
tasyonlar›n sebep oldu¤u özellikler, do¤al seleksiyon mekanizmas› arac›-
l›¤›yla seçilir, böylece canl›lar evrimleflirler."
Bu senaryoyu biraz inceledi¤imizde ise, asl›nda ortada somut bir "ev-
rim mekanizmas›" bulunmad›¤›n› görürüz. Çünkü ne do¤al seleksiyon ne
de mutasyonlar, türlerin evrimlefltikleri ve birbirlerine dönüfltükleri iddi-
as›na en ufak bir katk›da bulunmamaktad›r.
Darwinizm'in temelinde do¤al seleksiyon kavram› yatar. Darwin'in
teorisini ortaya koydu¤u kitab›n›n bafll›¤›nda bile vurgulanan iddia bu-
dur: Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yoluyla.
20
DARWIN‹ZM'‹NMEKAN‹ZMALARI
E
Do¤al Seleksiyon
Do¤al seleksiyon, do¤ada daimi bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve ha-
yatta kalanlar›n hep "güçlü ve do¤al flartlara uygun" canl›lar olaca¤› var-
say›m›na dayan›r. Örne¤in y›rt›c› hayvanlar›n tehdidi alt›nda olan bir ge-
yik sürüsü içinde, ço¤unlukla h›zl› kaçabilen geyikler hayatta kalacakt›r.
Bir süre sonra ise bu geyik sürüsü, h›zl› koflabilen bireylerden ibaret hale
gelecektir.
Ancak dikkat edilirse bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyik-
leri bir baflka canl› türüne dönüfltürmez. Zay›f geyikler elenir, güçlüler ha-
yatta kal›r, ama sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir de¤ifliklik olma-
d›¤› için, bir "tür de¤iflimi" gerçekleflmez. Geyikler ne kadar seleksiyona
u¤rarlarsa u¤ras›nlar, geyik olarak yaflamaya devam ederler.
Geyik örne¤i tüm türler için geçerlidir. Do¤al seleksiyon vas›tas›yla
sadece bir popülasyon içindeki sakat, zay›f ya da çevre flartlar›na uyma-
yan bireyler ay›klan›r. Yeni canl› türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni or-
ganlar ortaya ç›kamaz; yani, canl›lar evrimleflemez. Darwin de bu gerçe¤i
"Faydal› de¤ifliklikler oluflmad›¤› sürece do¤al seleksiyon hiçbir fley ya-
pamaz." diyerek kabul etmifltir.7 ‹flte bu nedenle neo-Darwinizm do¤al se-
leksiyonun yan›na, genetik bilgiyi de¤ifltiren bir etken olarak mutasyon
mekanizmas›n› eklemek durumunda kalm›flt›r.
Mutasyonlar› biraz sonra ele alaca¤›z. Ancak öncelikle do¤al seleksi-
yon kavram›n› biraz daha ayr›nt›l› olarak inceleyelim ve çeliflkilerini ele
alal›m.
Yaflam Mücadelesi
Do¤al seleksiyon teorisinin en temel varsay›m›, do¤ada k›yas›ya bir
yaflam mücadelesi oldu¤u ve her canl›n›n sadece kendini düflündü¤üdür.
Darwin, bu fikri ortaya atarken, ‹ngiliz klasik iktisatç›s› Thomas Robert
Malthus'un teorilerinden etkilenmiflti. Malthus, yiyecek kaynaklar›n›n
aritmetik dizi ile artarken, insanlar›n geometrik dizi ile ço¤ald›klar›n› an-
latm›fl ve bu yüzden insanlar›n kaç›n›lmaz olarak k›yas›ya bir yaflam mü-
cadelesi sürdürdüklerini öne sürmüfltü. Malthus ayr›ca, afl›r› nüfus art›fl›-
n›n k›tl›k ve hastal›k gibi etkenlerle kontrol alt›nda tutuldu¤unu iddia et-
miflti. Darwin ise, insanlar aras›ndaki bu k›yas›ya yaflam mücadelesi kav-
ram›n› do¤aya da uyarlam›fl ve "do¤al seleksiyon"un bu mücadelenin bir
Darwinizm'in Mekanizmalar›
21
sonucu oldu¤unu iddia etmiflti.
Oysa daha sonra yap›lan araflt›rmalar, do¤ada
Darwin'in varsayd›¤› gibi mutlak bir yaflam müca-
delesi olmad›¤›n› gösterdi. ‹ngiliz zoolog V. C.
Wynee Edwards'›n hayvan topluluklar› üzerinde
1960 ve 70'lerde yapt›¤› uzun çal›flmalar, canl› top-
luluklar›n›n çok ilginç bir biçimde nüfuslar›n› den-
gelediklerini ve yiyecek için rekabeti engelledikle-
rini ortaya koydu.
Hayvan topluluklar› ço¤unlukla nüfuslar›n›
ellerindeki yiyecek kaynaklar›na göre düzenliyor-
lard›. Nüfus, açl›k ve salg›n hastal›klar gibi "zay›f-
lar› eleyen" faktörlerle de¤il, as›l olarak hayvanlar-
da yer alan içgüdüsel denetim mekanizmalar› ile
kontrol ediliyordu. Yani hayvanlar, nüfuslar›n›
Darwin'in varsayd›¤› k›yas›ya rekabet yoluyla de¤il, kendi üremelerini s›-
n›rlayarak kontrol ediyorlard›.8
Bitkiler bile Darwin'in öne sürdü¤ü "rekabet yoluyla seleksiyon" ör-
nekleri de¤il, nüfus kontrolü örnekleri veriyordu. Botanikçi A. D. Brads-
haw'un yapt›¤› gözlemler, bitkilerin ço¤al›rken üzerinde büyüdükleri ala-
n›n "yo¤unlu¤u"na göre davrand›klar›n›, alandaki bitki yo¤unlu¤u artt›-
¤›nda üremeyi azaltt›klar›n› ispatlad›.9 Öte yandan kar›ncalar, balar›lar› gi-
bi topluluklarda rastlanan fedakarl›k örnekleri, Darwinistik yaflam müca-
delesi kavram›n›n tam tersi bir model oluflturuyordu.
Son y›llardaki baz› araflt›rmalar, fedakarl›k davran›fl›n›n bakterilerde
bile var oldu¤unu ortaya ç›karm›flt›r. Bir beyne ya da sinir sistemine sahip
olmayan, dolay›s›yla düflünme yetenekleri bulunmayan bu canl›lar, bir vi-
rüs taraf›ndan iflgal edildiklerinde, di¤er bakterileri korumak için intihar
etmektedirler.10
Bu örnekler, do¤al seleksiyonun temel varsay›m› olan "mutlak yaflam
mücadelesi" kavram›n› geçersiz k›lmaktad›r. Do¤ada rekabetin bulundu-
¤u do¤rudur, ama bu rekabetin yan›nda çok belirgin fedakarl›k ve daya-
n›flma örnekleri de vard›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
22
Darwin, yaflam mücade-lesi tezini gelifltirirken,Thomas Malthus'tan et-kilenmiflti. Ama gözlemve deneyler Malthus'uhaks›z ç›kard›.
Gözlem ve Deneyler
Do¤al seleksiyonla evrimleflme teorisi, üstte belirtti¤imiz teorik zay›f-
l›¤›n›n yan› s›ra, as›l olarak somut bilimsel bulgular karfl›s›nda açmaz için-
dedir. Bir teorinin bilimsel de¤eri, gözlem ve deneyler karfl›s›ndaki baflar›-
s› ya da baflar›s›zl›¤› ile ölçülür. Do¤al seleksiyonla evrimleflme teorisi ise,
gözlem ve deneyler karfl›s›nda kesinlikle baflar›s›zd›r.
Darwin'den bu yana, do¤al seleksiyon vas›tas›yla canl›lar›n evrimlefl-
ti¤ine dair tek bir bulgu ortaya konamam›flt›r. Ünlü bir evrimci olan ‹ngi-
liz Do¤a Tarihi Müzesi bafl paleontolo¤u Colin Patterson, bu gerçe¤i flöyle
kabul etmektedir:
Hiç kimse do¤al seleksiyon mekanizmalar›yla yeni bir tür üretememifltir.
Hiç kimse böyle bir fleyin yak›n›na bile yaklaflamam›flt›r. Bugün neo-Darwi-
nizm'in en çok tart›fl›lan konusu da budur.11
Fransa'n›n en ünlü zoologlar›ndan, 35 ciltlik Traité de Zoologie ansiklo-
pedisinin editörü ve Frans›z Bilimler Akademisi'nin (Académie des Scien-
ces) eski baflkan› Pierre-Paul Grassé ise, Evolution of Living Organisms adl›
kitab›n›n "Evrim ve Do¤al Seleksiyon" bölümünü flöyle bitirir:
J. Huxley ve di¤er biyologlar›n evrimin do¤al seleksiyon mekanizmas› arac›-
l›¤›yla iflledi¤i teorisi, demografik gerçeklerin, genotiplerin bölgesel dalga-
lanmas› ve co¤rafi da¤›l›mlar›n bir gözleminden baflka bir fley de¤ildir. Ço-
¤unlukla ele al›nan türler on binlerce sene hiç de¤iflmeden kalmaktad›r. Ko-
flullara ba¤l› olarak meydana gelen dalgalanmalar, genlerin önceden de¤ifl-
mesiyle beraber ele al›nd›¤›nda evrime delil olarak kullan›lamaz; ve bunun
en güzel delili de milyonlarca y›ld›r hiçbir de¤iflikli¤e u¤ramayan yaflayan
fosillerdir.12
Evrim teorisini savunan biyologlar›n "do¤al seleksiyonun gözlemlen-
mifl örne¤i" olarak gösterdikleri nadir birkaç olaya bakt›¤›m›zda ise, bun-
lar›n gerçekte evrim teorisi lehine bir delil oluflturmad›klar›n› kolayl›kla
görebiliriz.
Endüstri Devrimi Kelebeklerinin Gerçek Hikayesi
Evrimci kaynaklara bak›ld›¤›nda, do¤al seleksiyonla evrimleflme te-
zine örnek olarak hemen her zaman ‹ngiltere'deki Endüstri Devrimi döne-
mi kelebeklerinin verildi¤i görülebilir. Ders kitaplar›nda, dergilerde, hatta
akademik kaynaklarda, bu konu evrimin en somut ve gözlemlenmifl örne-
¤i olarak sunulur.
Darwinizm'in Mekanizmalar›
23
Oysa gerçekte bu örne¤in evrimle bir ilgisi yoktur. Önce örne¤in ne
oldu¤unu k›saca hat›rlatal›m: Anlat›ld›¤›na göre, ‹ngiltere'de Endüstri
Devrimi'nin bafllad›¤› s›ralarda, Manchester yöresindeki a¤açlar›n kabuk-
lar› aç›k renklidir. Bu nedenle bu a¤açlar›n üzerlerine konan koyu renkli
güve kelebekleri, bunlarla beslenen kufllar taraf›ndan kolayca fark edilir
ve dolay›s›yla yaflama ihtimalleri çok azal›r. Fakat elli y›l sonra endüstri
kirlili¤inin sonucunda a¤açlar›n üzerindeki aç›k renkli likenlerin ölmesiy-
le kabuklar› koyulafl›r ve buna ba¤l› olarak bu kez aç›k renkli güveler kufl-
lar taraf›ndan s›k olarak avlanmaya bafllar. Sonuçta aç›k renkli kelebekler
say›ca azal›rken, koyu renkliler fark edilmedikleri için ço¤al›r.
Bu olay, do¤al seleksiyonla evrimleflme teorisinin büyük bir delili sa-
n›lmakta, aç›k renkli kelebeklerin zamanla koyu renkli kelebeklere dönü-
flüp evrimlefltikleri gibi bir yan›lg› içinde de¤erlendirilmektedir.
Oysa bu örne¤in do¤rulu¤u varsay›lsa bile, evrim teorisi lehinde bir
delil olarak kullan›lamayaca¤› aç›kt›r. Çünkü yaflanan do¤al seleksiyon,
daha önce do¤ada var olmayan bir türü ortaya ç›karm›fl de¤ildir. Endüst-
ri Devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah bireyler zaten
vard›r. Sadece, var olan kelebek türlerinin say›lar› de¤iflmifltir. Kelebekler
"tür de¤iflimi"ne yol açacak biçimde yeni bir organ ya da özellik edinme-
mifllerdir.13 Oysa bir kelebe¤in baflka bir canl› türüne, örne¤in bir kufla dö-
nüflebilmesi için kelebe¤in genlerinde say›s›z de¤ifliklik, ekleme ve ç›kar-
malar yap›lmas›, bir baflka deyiflle, kuflun fiziksel özelliklerine ait bilgileri
24
Üstte Endüstri Devrimi önce-
sinde, altta ise sonras›ndaki
a¤açlar ve üzerlerindeki kele-
bekler görülüyor. A¤açlar›n
rengi koyulaflt›¤› için, aç›k
renkli kelebekler kufllar tara-
f›ndan daha kolay avlanm›fl
ve say›lar› azalm›flt›r. Ancak
bu bir "evrim" örne¤i de¤il-
dir, çünkü yeni bir tür ortaya
ç›kmam›fl, sadece zaten var
olan türlerin nüfus oranlar›
de¤iflmifltir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
içeren apayr› bir genetik program yüklenmesi gerekir.
Endüstri Kelebekleri ile ilgili evrimci hikayeye verilecek genel cevap
budur. Ancak konunun daha da ilginç bir yan› vard›r: Hikayenin sadece
yorumu de¤il, kendisi de yanl›flt›r. Moleküler biyolog Jonathan Wells'in
2000 y›l›nda yay›nlanan Icons of Evolution adl› kitab›nda aç›klad›¤› gibi,
hemen her evrim yanl›s› biyoloji kitab›nda yer alan ve bu nedenle bir
"ikona" haline gelmifl olan Endüstri Devrimi Kelebelekleri hikayesi, ger-
çekleri yans›tmamaktad›r. Wells, hikayenin "deneysel kan›t›" olarak bili-
nen Bernard Kettlewell'in çal›flmas›n›n, asl›nda bilimsel bir skandal nite-
li¤inde oldu¤unu anlatmaktad›r. Bu skandal›n baz› temel unsurlar› flöyle
s›ralanabilir:
• Kettlewell'in deneylerinden daha sonra yap›lan birçok araflt›rma,
söz konusu kelebeklerin sadece bir tipinin a¤aç gövdesine kondu¤unu, di-
¤er tüm tiplerin, yatay dallar›n alt k›s›mlar›n› tercih etti¤ini ortaya koydu.
1980'li y›llardan itibaren, kelebeklerin a¤aç gövdelerine çok nadir olarak
kondu¤u herkesçe kabul gördü. Bu konuda 25 y›ll›k bir çal›flma yapan
Cyril Clarke, Rory Howlett, Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefi-
eld gibi birçok bilim adam›, "Kettlewell'in deneyinde kelebeklerin do¤al
davran›fllar› d›fl›nda davranmaya zorland›klar›n›, deney sonuçlar›n›n
bu yüzden bilimsel kabul edilemeyece¤ini" bildirdiler.14
• Kettlewell'in deneyini inceleyen araflt›rmac›lar daha da çarp›c› bir
sonuçla karfl›laflt›lar: ‹ngiltere'nin kirlili¤e u¤ramam›fl bölgelerinde aç›k
renkli kelebeklerin daha fazla olmas› beklenirken, koyular›n oran› aç›k
renklilerden dört kat fazlayd›. Yani Kettlewell'in iddia etti¤i ve hemen her
evrimci kaynakta tekrarland›¤› gibi, kelebek nüfusundaki oranla, a¤aç ka-
buklar› aras›nda bir iliflki (correlation) yoktu.
• ‹flin asl› araflt›r›ld›kça, skandal›n boyutlar› büyüdü: Kettlewell ta-
raf›ndan foto¤raflar› çekilen "a¤aç kabu¤u üzerindeki güve kelebekle-
ri", asl›nda ölü kelebeklerdi. Kettlewell bu ölü canl›lar› i¤ne ve tutkal
ile a¤aca tutturmufl ve öyle görüntülemiflti. Gerçekte kelebekler a¤aç
gövdesine de¤il, dallar›n alt k›sm›na konduklar› için, böyle bir resim elde
etme ihtimali pek yoktu.15
Bu gerçekler 90'l› y›llar›n sonlar›nda bilim dünyas› taraf›ndan ö¤reni-
lebildi. On y›llard›r "evrime girifl" derslerinin en büyük malzemesi olan
Endüstri Kebelekleri efsanesinin bu flekilde çökmesi, evrimciler aras›nda
Darwinizm'in Mekanizmalar›
25
düfl k›r›kl›¤› yaratt›. Bunlardan biri olan Jerry Coyne, flöyle diyordu:
Gerçe¤i (benekli kelebekler sahtekarl›¤›n›) ö¤rendi¤imde verdi¤im tepki, 6
yafl›mdayken, Noel hediyelerimi Noel Baba'n›n de¤il de babam›n getirdi¤ini
ö¤rendi¤imde yaflad›¤›m ümitsizlik duygusu oldu.16
Böylece "do¤al seleksiyonun en ünlü örne¤i" de, bir bilim skandal›
olarak tarihe geçmifl oldu.
Böyle olmas› da kaç›n›lmazd›r. Çünkü do¤al seleksiyon, evrimcilerin
iddias›n›n aksine, bir "evrim mekanizmas›" de¤ildir; bir canl›ya herhangi
bir organ ekleyip organ ç›karma, bir türü baflka bir türe dönüfltürme gibi
özelliklere sahip de¤ildir. Darwin'den günümüze dek bu konuda öne sü-
rülen en büyük "delil"de, ‹ngiltere'deki Endüstri Devrimi Kelebekleri hi-
kayesinin ötesine gidememifltir.
Do¤al Seleksiyon Kompleksli¤i Neden Aç›klayamaz?
Baflta da belirtti¤imiz gibi, do¤al seleksiyonla evrimleflme teorisinin
en büyük açmaz›, do¤al seleksiyon vas›tas›yla canl›lar›n yeni organlar ve
özellikler kazanmamalar›d›r. Do¤al seleksiyon yoluyla bir türün genetik
bilgisi gelifltmez ve dolay›s›yla yeni türlerin oluflumu aç›klanamaz. Har-
vard Üniversitesi paleontolo¤u Stephen J. Gould, do¤al seleksiyonun bu
açmaz›n› flöyle dile getirmektedir:
Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade edilebilir: "Do¤al seleksiyon evrim-
sel de¤iflimin yarat›c› gücüdür." Kimse seleksiyonun uygun olmayan› eleme-
sindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinist teori, "uygun olan› ya-
ratmas›"n› da istemektedir.17
Do¤al seleksiyon konusunda kullan›lan yan›lt›c› üsluplardan biri, bu
mekanizman›n bilinçli bir tasar›mc› gibi anlafl›lmas›d›r. Oysa do¤al selek-
siyonun bir bilinci yoktur. Canl›lar için neyin iyi, neyin kötü oldu¤unu
ay›rt edecek bir akla sahip de¤ildir. Bu nedenle do¤al seleksiyon, komp-
leks yap›ya sahip sistemlerin ve organlar›n nas›l var olduklar›n› asla aç›k-
layamaz. Söz konusu sistem ve organlar, iç içe geçmifl pek çok parçan›n bi-
rarada çal›flmas›yla oluflur ve bu parçalar›n birisi bile olmasa ya da kusur-
lu olsa hiçbir ifle yaramazlar. Bu tür sistemler, "indirgenemez kompleks-
lik" olarak tan›mlanan özelli¤e sahiptir. Örne¤in insan gözü daha basite
indirgenemez, çünkü tüm detaylar›yla birlikte var olmad›¤› sürece ifllev
görmez.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
26
Bu tür bir sistemi meydana getiren bilincin, gelece¤i önceden hesap-
layarak, sadece en son aflamada elde edilecek olan fayday› amaçlamas› ge-
rekir. Do¤al seleksiyon ise, bilinç ve irade sahibi bir mekanizma olmad›¤›
için, böyle bir fley yapamaz. Bu gerçek, "E¤er birbirini takip eden çok say›-
da küçük de¤ifliklikle kompleks bir organ›n oluflmas›n›n imkans›z oldu-
¤u gösterilse, teorim kesinlikle y›k›lm›fl olacakt›r." diyen Darwin'in en-
difle etti¤i gibi, evrim teorisini y›kmaktad›r.18
Mutasyonlar
Mutasyonlar, canl› hücresinin çekirde¤inde bulunan ve genetik bilgi-
yi tafl›yan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucun-
da meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmeler-
dir. Mutasyonlar DNA'y› oluflturan nükleotidleri
tahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler. Ço¤u za-
man da hücrenin tamir edemeyece¤i boyutlarda
birtak›m hasar ve de¤iflikliklere sebep olurlar.
Dolay›s›yla mutasyon, hiç de san›ld›¤› gibi
canl›lar› daha geliflmifle ve mükemmele götürmez.
Mutasyonlar›n net etkisi zararl›d›r. Mutasyonlar›n
sebep olaca¤› de¤ifliklikler ancak Hiroflima, Naga-
zaki veya Çernobil'deki insanlar›n u¤rad›klar› tür-
den de¤ifliklikler olabilir: Yani ölüler ve sakatlar...
Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks
bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluflan
herhangi rastgele bir etki ancak zarar verir. Amerikal› biyolog B. G. Ranga-
nathan bunu flöyle aç›klar:
‹lk olarak, mutasyonlar do¤ada çok ender meydana gelirler. ‹kinci olarak,
bunlar genlerin yap›s›ndaki düzenli de¤ifliklikler de¤il, rastgele de¤ifliklik-
lerdir; bu nedenle ço¤unlukla zararl›d›rlar. Son derece düzenli bir sistem
içindeki rastgele herhangi bir de¤ifliklik, daha iyiye yönelik de¤il, daha kö-
tüye yönelik olacakt›r. Örne¤in e¤er bir deprem, bina gibi son derece düzen-
li bir yap›y› sarsacak olursa, binan›n iskeletinde rastgele bir de¤ifliklik olacak
ve bu binay› kesinlikle gelifltirmeyecektir.19
Nitekim bugüne kadar hiçbir yararl› mutasyon örne¤i gözlemlen-
medi. Tüm mutasyonlar›n zararl› oldu¤u görüldü. ‹kinci Dünya Sava-
fl›'n›n ard›ndan nükleer silahlar›n sonucunda oluflan mutasyonlar› incele-
Darwinizm'in Mekanizmalar›
27
Mutasyon ürünüsakat bir ayak
mek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin
(Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) haz›rlad›¤› rapor hak-
k›nda evrimci bilim adam› Warren Weaver flöyle diyordu:
Ço¤u kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararl› oldu¤u sonucu kar-
fl›s›nda flafl›racakt›r, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parças›-
d›r. Nas›l olur da iyi bir etki -yani bir canl›n›n daha geliflmifl canl› formlar›na
evrimleflmesi- pratikte hepsi zararl› olan mutasyonlar›n sonucu olabilir?20
Y›llar boyu sürdürülen "faydal› mutasyon oluflturma" çabalar›n›n ta-
mam› baflar›s›zl›kla sonuçland›. Evrimci biyologlar, çok h›zl› üredi¤i ve
mutasyona u¤rat›lmas› kolay oldu¤u için, meyve sinekleri üzerinde on
y›llarca mutasyon denemeleri yapt›lar. Bu canl›lar olabilecek her türlü mu-
tasyona milyonlarca kez u¤rat›ld›. Ama tek bir faydal› mutasyon gözlem-
lenmedi. Gordon Taylor, bu konuda flunlar› yazar:
Bu çok çarp›c› ama bir o kadar da gözden kaç›r›lan bir gerçektir: Altm›fl y›l-
d›r dünyan›n dört bir yan›ndaki genetikçiler evrimi kan›tlamak için labora-
tuvarlarda meyve sinekleri yetifltiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta tek bir
enzimin bile ortaya ç›k›fl›n› gözlemlemifl de¤iller.21
Bir baflka araflt›rmac› olan Michael Pitman, meyve sinekleri üzerinde-
ki deneylerin baflar›s›zl›¤›n› flu flekilde ifade eder:
Morgan, Goldschmidt, Muller ve di¤er genetikçiler meyve sine¤i jenerasyon-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
28
Evrimci biyologlar yüzy›l›n bafl›ndan beri sinekleri mutasyona u¤ratarak, faydal›
mutasyon örne¤i arad›lar. Ancak bu çabalar›n sonucunda hep, sakat, hastal›kl›
ve kusurlu sinekler elde edildi. Üstte, solda normal bir meyve sine¤inin kafas› ve
sa¤da mutasyona u¤rayarak bacaklar› kafas›ndan ç›kan di¤er bir meyve sine¤i.
Anten
A¤›z
Gözler
Bacak
lar›n› s›cak, so¤uk, ayd›nl›k, karanl›k ve kimyasal ve radyoaktif ifllemler gi-
bi uç koflullara maruz b›rakm›fllard›r. Pratikte tamamen ufak tefek ya da ger-
çekten zararl›, her tip mutasyon üretilmifltir. Peki sonuç insan yap›m› evrim
mi? Hay›r de¤il. Genetikçilerin canavarlar›ndan çok az› üretildikleri fliflelerin
d›fl›nda yaflamlar›n› sürdürebildiler. Uygulamada mutantlar ölmekte, k›s›r
kalmakta veya ilk hallerine
yeniden dönme e¤ilimi gös-
termektedirler.22
‹nsan için de durum ay-
n›d›r. ‹nsanlar üzerinde göz-
lemlenen tüm mutasyonlar
zararl›d›r. T›p kitaplar›nda
"mutasyon örne¤i" olarak an-
lat›lan mongolizm, Down
Sendromu, albinizm, cücelik
gibi zihinsel ya da bedensel
bozukluklar›n ya da kanser
gibi hastal›klar›n her biri, mu-
tasyonlar›n tahrip edici etkile-
rini ortaya koymaktad›r. El-
bette ki insanlar› ya sakat b›ra-
Darwinizm'in Mekanizmalar›
29
Kanatlar› deforme olmuflmutant bir sinek
kan ya da hasta yapan bir süreç, "evrim mekanizmas›" olamaz.
Amerikal› patolog David A. Demick, mutasyonlar hakk›nda yazd›¤›
bilimsel bir makalede bu konuda flunlar› söyler:
Son y›llarda genetik mutasyonlarla ba¤lant›l› olan binlerce insan hastal›¤› s›-
n›fland›r›lm›flt›r. Yeni yay›nlanan bir kaynak kitapta, 4500 farkl› genetik has-
tal›k say›lmaktad›r. Dahas›, moleküler genetik analizlerden önce klinik ola-
rak tan›mlanan baz› kal›tsal sendromlar›n (örne¤in Marfan sendromunun)
mutasyonlar›n sonucu oldu¤u anlafl›lm›flt›r...
Mutasyonlar›n oluflturduklar› tüm bu hastal›klar›n yan›nda, faydal› etkileri
de var m›d›r? Tan›mlad›¤›m›z binlerce zararl› mutasyon örne¤inin yan›nda,
elbette ki baz› olumlu örnekler de tan›mlamak gerekmektedir - e¤er makro-
evrim do¤ru ise. Bu olumlu örnekler, hem daha kompleks yap›lar olufltur-
mak için evrime gerekecek, hem de çok say›daki zararl› mutasyonun bozucu
etkisini dengelemek için laz›m olacakt›r. Ama ifl bu faydal› mutasyonlar› ta-
n›mlamaya gelince, evrimci biyologlar hep ga-
rip bir sessizlik içindedirler.23
Evrimci biyologlar›n "yararl› mutasyon" ola-
rak sözünü ettikleri tek örnek, hemen her zaman
için orak hücre anemisi hastal›¤›d›r. Bu hastal›k-
ta, kanda oksijen tafl›maya yarayan hemoglobin
molekülü bir mutasyon sonucunda bozulur ve
yap› de¤iflikli¤ine u¤rar. Bunun sonucunda da
hemoglobinin oksijen tafl›ma yetene¤i ciddi bir
biçimde zarar görür. Orak hücre anemisine yaka-
lanan insanlar, bu nedenle giderek artan bir solu-
num zorlu¤u çekerler. T›p kitaplar›n›n kan hasta-
l›klar› bölümünde ele al›nan bu mutasyon örne¤i,
baflta belirtti¤imiz gibi baz› evrimci biyologlar ta-
raf›ndan çok garip bir flekilde "faydal› mutasyon"
olarak de¤erlendirilmektedir. Bu hastal›¤a sahip
kiflilerin s›tmaya olan k›smi ba¤›fl›kl›klar›n›n ev-
rimin bu kiflilere bir "arma¤an›" oldu¤u söylen-
mektedir. E¤er bu mant›kla düflünülürse, genetik
olarak kötürüm do¤an insanlar›n yolda yürüme-
dikleri ve bu sayede trafik kazalar›nda ölmekten
kurtulduklar› da söylenebilir ve kötürüm olmak
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
30
Orak hücre anemisin-de alyuvar hücreleri-
nin flekil ve fonksi-yonlar› bozulur. Bu
yüzden alyuvarlar›noksijen tafl›ma kapasi-
teleri zarara u¤rar.
"yararl› bir genetik özellik" say›labilir. fiüphesiz bu mant›¤›n hiçbir tutarl›
yan› yoktur.
Mutasyonlar›n sadece bir tahrip mekanizmas› oldu¤u aç›kt›r. Frans›z
Bilimler Akademisi'nin eski baflkan› Pierre Paul Grassé'nin mutasyonlar
hakk›nda yapt›¤› yorum, bu noktada oldukça aç›klay›c›d›r. Grassé, mutas-
yonlar› "yaz›l› bir metnin kopyalanmas› s›ras›nda yap›lan harf hatala-
r›"na benzetmifltir. Ve harf hatas› gibi mutasyonlar da bilgi oluflturmaz, ak-
sine var olan bilgiyi bozar. Grassé bu olguyu flöyle aç›klam›flt›r:
Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler.
Birbirlerini tamamlay›c› bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller
üzerinde belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan
yap›y› de¤ifltirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar... Bir
canl› vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufltu¤unda ise, bunun
sonucu ölüm olur. Yaflam olgusu ile anarfli (düzensizlik) aras›nda hiçbir ola-
s› uzlaflma yoktur.24
‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar
çok say›da olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler."25
Pleiotropik Etki
Mutasyonlar›n canl›lara sadece hasar verdiklerinin bir di¤er kan›t›
ise, genetik flifrenin kodlan›fl biçimidir. Canl›lardaki bilinen hemen hemen
tüm genler, canl›yla ilgili birden fazla bilgiyi içerirler. Örne¤in bir gen,
hem boy uzunlu¤unu, hem de canl›n›n göz rengini kontrol ediyor olabilir.
Moleküler biyolog Michael Denton, genlerin "pleiotropik etki" denen bu
özelli¤ini flöyle aç›klar:
Genlerin geliflim üzerindeki etkileri flafl›lacak derecede farkl›d›r. Ev faresin-
de tüy rengiyle ilgili hemen her gen, boy uzunlu¤uyla da ilgilidir. Meyve si-
ne¤i Drosophila Melanogaster'in göz rengi mutasyonlar› için kullan›lan 17 adet
X ›fl›n› deneyinden 14'ünde göz rengiyle oldukça ilgisiz olan diflinin cinsel
organlar›n›n yap›s› etki görmüfltür. Yüksek organizmalarda incelenen hemen
her gen, bir organdan fazla etkiye sahiptir. Pleiotropik etki ismi verilen bu
olay hakk›nda (Ernst) Mayr "yüksek organizmalarda pleiotropik olmayan
herhangi bir genin bulunuflu flüphelidir" der.26
Canl›lar›n genetik yap›lar›ndaki bu özellik nedeniyle, tesadüfi bir
mutasyon sonucu DNA'daki herhangi bir gende meydana gelen bozuk-
Darwinizm'in Mekanizmalar›
31
luk, birden fazla organa etki edecektir. Böylece mutasyon sadece belirli bir
bölge içinde kalmayacak, çok daha fazla y›k›c› etkilere sahip olacakt›r.
E¤er bu etkilerin birinin çok nadir rastlanacak bir tesadüf sonucunda ya-
rarl› olabilece¤i varsay›lsa bile, di¤er etkilerin kaç›n›lmaz zarar› bu yarar›
da yok edecektir.
Mutasyonlar›n neden evrim sa¤layamayaca¤›n› üç ana maddede
özetlemek mümkündür:
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
32
NORMAL GEL‹fi‹M PLE‹OTROP‹K ETK‹
1- Kanatlar ç›km›yor.
2- Ayaklar normal boy-
da, ancak
uçlar› tam
geliflmiyor.
3- Yumuflak tüy
örtüsü yok.
4, 5- Solunum kanal›
olmas›na ra¤men
akci¤er yok.
6, 7- ‹drar yolu
büyümüyor ve böb-
re¤in geliflimine
yol açm›yor.
Sol tarafta, evcil bir tavuktaki normal geliflim, sa¤da ise pleiotropik bir
genin mutasyona u¤ramas›n›n do¤urdu¤u zararl› etkiler görülüyor.
Dikkat edilirse, tek bir gende meydana gelen bir mutasyon, birbirinden
çok farkl› organlara zarar vermektedir. Bir mutasyonun yararl› bir etki
oluflturaca¤› varsay›lsa bile, söz konusu "pleiotropik etki", daha pek
çok organa zarar vererek bu yarar› da ortadan kald›racakt›r.
• Mutasyonlar her zaman zararl›d›r: Mutasyon rastgele meydana
geldi¤i için, hemen her zaman mutasyon geçiren canl›ya zarar verir. Man-
t›k gere¤i, mükemmel ve kompleks olan bir yap›ya yap›lacak herhangi bir
bilinçsiz müdahale, o yap›y› daha ileri götürmez, aksine tahrip eder. Nite-
kim hiçbir gözlemlenmifl "faydal› mutasyon" yoktur.
• Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez: Genetik bilgi-
yi oluflturan parçalar yerlerinden kopup sö-
külür, tahrip olur ya da DNA'n›n farkl› yer-
lerine tafl›n›r. Ama mutasyonlar hiçbir fle-
kilde canl›ya yeni bir organ ya da yeni bir
özellik kazand›rmazlar. Ancak baca¤›n s›rt-
tan, kula¤›n kar›ndan ç›kmas› gibi anor-
malliklere sebep olurlar.
• Mutasyonun bir sonraki nesle ak-
tar›labilmesi için, mutlaka üreme hücrele-
rinde meydana gelmesi gerekir: Vücudun
herhangi bir hücresinde veya organ›nda
meydana gelen de¤iflim bir sonraki nesle
aktar›lmaz. Örne¤in bir insan›n gözü, rad-
yasyon ve benzeri etkilerle mutasyona u¤-
ray›p orijinal formundan farkl›laflabilir,
ama bu kendisinden sonraki nesillere geç-
meyecektir.
Tüm bunlar, do¤al seleksiyon ve mutasyon mekanizmalar›n›n hiçbir
evrimlefltirici etkiye sahip olmad›klar›n› göstermektedir. Nitekim flimdiye
kadar bu yolla elde edilmifl hiçbir gözlemlenebilir "evrim" örne¤i yoktur.
Buna karfl›l›k evrimci biyologlar kimi zaman "do¤al seleksiyon ve mutas-
yon mekanizmalar›n›n evrimlefltirici etkisini gözlemleyemiyoruz, çünkü
bu mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili olur" gibi bir aç›kla-
ma öne sürerler. Oysa bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir avuntudan
baflka bir fley de¤ildir. Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaflam
süreleri çok k›sa olan ve dolay›s›yla tek bir bilim adam›n›n binlerce nesli-
ni gözlemleyebildi¤i canl›larda da hiçbir "evrim" gözlemlenmemektedir.
Pierre-Paul Grassé, bakterilerin, evrimi geçersiz k›lan de¤iflmezli¤i hak-
k›nda da flunlar› söyler:
Darwinizm'in Mekanizmalar›
33
Üstteki resimde albino bir kan-guru ile yavrusu görülmekte-dir. Genlerde meydana gelenbir mutasyon bu kangurununrenk veren pigmentten yoksunolmas›na neden olmufltur.
Bakteriler... çok say›da üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçir-
mifl canl›) ortaya ç›karan canl›lard›r. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok
büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantlar› çok
dikkatli bir biçimde incelenmifltir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyu-
cular da kabul edecektir ki, evrimi kan›tlamak ve mekanizmalar›n› keflfet-
mek için örnek olarak seçilen bu canl›n›n bir milyar y›ld›r hiçbir de¤iflime
u¤ramam›fl olmas› son derece flafl›rt›c›d›r. E¤er evrimsel bir de¤iflim mey-
dana getirmiyorlarsa, bu canl›lar›n geçirdikleri bunca mutasyonun ne an-
lam› vard›r? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel de-
¤iflimlerin, belirli bir genetik ortalaman›n etraf›nda dönüp dolaflan kal›tsal
dalgalanmalardan baflka bir fley oluflturmad›klar› ortaya ç›kmaktad›r; biraz
sa¤a, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir evrimsel de¤iflim yaflan-
mamaktad›r. Hamam böcekleri de, ilk ortaya ç›kt›klar› Permiyen Devri'n-
den bu yana en az Drosophila kadar çok mutasyon geçirmifl, ama hiçbir de-
¤iflim yaflamam›flt›r.27
K›sacas›, canl›lar›n evrim geçirmifl olmalar› mümkün de¤ildir, çünkü
do¤ada onlar› evrimlefltirebilecek bir mekanizma yoktur. Nitekim fosil ka-
y›tlar›na bakt›¤›m›zda da, bir evrim süreci ile de¤il, aksine evrime tümüy-
le ters bir tablo ile karfl›lafl›r›z.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
34
Escherichia coli bakterisi, bir milyar y›l öncesindeki örneklerinden fark-s›zd›r. Bu uzun zaman dilimi içinde gerçekleflen say›s›z mutasyon, canl›-da hiçbir yap›sal de¤ifliklik oluflturmam›flt›r.
35
arwin 1859 y›l›nda Türlerin Kökeni'ni yay›nlad›¤›nda, canl›l›¤›n ola-
¤anüstü çeflitlili¤ini aç›klayan bir teori ortaya att›¤›n› düflünüyordu.
Bir canl› türü içinde do¤al çeflitlenmeler (varyasyonlar) oldu¤unu
gözlemlemiflti. Örne¤in ‹ngiltere'deki hayvan pazarlar›n› gezerken,
ineklerin çok farkl› cinsleri bulundu¤unu, havyan yetifltiricilerinin de bun-
lar› seçici bir biçimde çiflefltirerek yeni cinsler türettiklerini izlemiflti. Bun-
dan yola ç›karak da, "canl›lar do¤al olarak kendi içlerinde çeflitlenebiliyor-
lar, demek ki uzun zaman dilimleri içinde bütün canl›l›k tek bir ortak ata-
dan gelmifl olabilir" fleklinde bir mant›k yürütmüfltü.
Oysa Darwin'in "türlerin kökeni" hakk›nda ortaya att›¤› bu varsay›m,
gerçekte türlerin kökenini hiçbir flekilde aç›klam›yordu. Genetik biliminin
geliflmesiyle birlikte, bir canl› türü içindeki çeflitlenmenin hiçbir zaman ye-
ni bir tür oluflumuna yol açmayaca¤› anlafl›ld›. Darwin'in "evrim" sand›¤›
olgu, gerçekte "varyasyon"du.
Varyasyonlar›n Anlam›
Varyasyon, genetik biliminde kullan›lan bir terimdir ve "çeflitlenme"
demektir. Bu genetik olay, bir canl› türünün içindeki bireylerin ya da grup-
lar›n, birbirlerinden farkl› özelliklere sahip olmas›na neden olur. Örne¤in
yeryüzündeki insanlar›n hepsi temelde ayn› genetik bilgiye sahiptirler,
ama bu genetik bilginin izin verdi¤i varyasyon potansiyeli sayesinde ki-
misi çekik gözlüdür, kimisi k›z›l saçl›d›r, kimisinin burnu uzun, kimisinin
boyu k›sad›r.
Varyasyon evrime delil oluflturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan
genetik bilginin farkl› eflleflmelerinin ortaya ç›kmas›ndan ibarettir ve gene-
D
TÜRLER‹NGERÇEK KÖKEN‹
tik bilgiye yeni bir özellik kazand›rmaz. Evrim teorisi için önemli olan ise,
yepyeni bir türü tan›mlayacak yepyeni bir bilginin nas›l ortaya ç›kabilece-
¤i sorusudur.
Varyasyon her zaman genetik bilginin s›n›rlar› içinde olur. Genetik
biliminde söz konusu s›n›ra "gen havuzu" denir. Bir canl› türünün gen ha-
vuzunda bulunan bütün özellikler, varyasyon sayesinde çeflitli biçimlerde
ortaya ç›kabilir. Örne¤in varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün
içinde di¤erine göre biraz daha uzun kuyruklu ya da biraz daha k›sa ayak-
l› cinsler ortaya ç›kabilir, çünkü k›sa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de
sürüngenlerin gen havuzunda vard›r. Ama varyasyon sürüngenlere kanat
tak›p, tüy ekleyip, metabolizmalar›n› de¤ifltirip onlar› kufla dönüfltüre-
mez. Çünkü bu tür bir dönüflüm canl›n›n genetik bilgisinde bir art›fl olma-
s›n› gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu de¤ildir.
Darwin, teorisini ortaya att›¤›nda bu gerçe¤in fark›nda de¤ildi. Var-
yasyonlar›n bir s›n›r› olmad›¤›n› san›yordu. 1844'te yazd›¤› bir yaz›s›nda,
"Ço¤u yazar do¤adaki varyasyonun bir s›n›r› oldu¤unu kabul ediyor, ama
ben bu düflüncenin dayand›¤› tek bir somut neden bile göremiyorum."
demiflti.28 Türlerin Kökeni'nde de çeflitli varyasyon örneklerini teorisinin en
büyük delili gibi göstermiflti. Örne¤in Darwin'e göre; daha bol süt veren
inek cinsleri yetifltirmek için farkl› inek varyasyonlar›n› çiftlefltiren hayvan
yetifltiricileri, sonunda inekleri baflka bir canl› türüne dönüfltüreceklerdi.
Darwin'in, bu "s›n›rs›z de¤iflim" fikrini en iyi ifade eden ise, Türlerin Köke-ni'nde yazd›¤› flu cümleydi:
Bir ay› cinsinin do¤al seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaflamaya
uygun yap› ve al›flkanl›klar elde etmesinde, giderek daha büyük a¤›zlara sa-
hip olmas›nda ve sonunda bu canl›n›n dev bir balinaya dönüflmesinde hiç-
bir zorluk göremiyorum.29
Darwin'in bu denli iddial› örnekler vermesinin nedeni, içinde yaflad›-
¤› yüzy›l›n ilkel bilim anlay›fl›yd›. 20. yüzy›l bilimi ise, canl›lar üzerinde
yap›lan benzeri deneyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik" (genetik ho-
moestatis) denilen bir ilkeyi ortaya ç›kard›. Bu ilke, bir canl› türünü de¤ifl-
tirmek için yap›lan tüm efllefltirme (farkl› varyasyon oluflturma) çabalar›-
n›n sonuçsuz kald›¤›n›, canl› türleri aras›nda afl›lmaz duvarlar oldu¤unu
ortaya koyuyordu. Yani farkl› inek varyasyonlar›n› çiftlefltiren hayvan ye-
tifltiricilerinin sonunda inekleri Darwin'in iddia etti¤i gibi baflka bir türe
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
36
dönüfltürmeleri, kesinlikle mümkün de¤ildi.
Darwin Retried adl› kitab›n yazar› Norman Macbeth bu konuda flöyle
demektedir:
Sorun canl›lar›n gerçekten de s›n›rs›z bir biçimde varyasyon gösterip göster-
medikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetifltiricilerin yetifltirdikleri
de¤iflik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmedi¤ini, hat-
ta hep orijinal formlar›na geri döndü¤ünü biliriz. As›rlar süren yetifltirme ça-
balar›na ra¤men, hiçbir zaman siyah bir lale ya da mavi bir gül elde etmek
mümkün olmam›flt›r.30
Hayvan yetifltiricili¤i konusunda dünyan›n en önemli uzmanlar›n-
dan biri say›lan Luther Burbank bu gerçe¤i, "Bir canl›da oluflabilecek muh-
temel geliflmenin bir s›n›r› vard›r ve bu kanun, bütün yaflayan canl›lar› be-
lirlenmifl baz› s›n›rlar içinde sabit tutar." diyerek ifade etmektedir.31
Jerry Bergman, "Do¤al Seleksiyon Teorisi ile ‹lgili Baz› Biyolojik So-
runlar" bafll›kl› makalesinde, varyasyonun hep belirli genetik s›n›rlar için-
de gerçekleflti¤ini aç›klayan biyolog Edward Deevey'den al›nt› yaparak flu
yorumda bulunur:
Deevey flu sonuca var›r: "Çaprazlama çiftlefltirme yöntemiyle çok önemli so-
nuçlara var›lm›flt›r... Ama sonuçta bu¤day hala bu¤dayd›r, örne¤in üzüm de-
¤ildir. Domuzlar üzerinde kanat oluflturmam›z, kufllar›n yumurtalar›n› silin-
dir fleklinde üretmeleri kadar imkans›zd›r." Daha güncel bir örnek, son bir
yüzy›l içinde dünyadaki erkek nüfusun boy ortalamas›nda görülen art›flt›r.
Daha iyi beslenme ve bak›m koflullar› sayesinde erkekler son bir yüzy›l için-
de rekor say›labilecek bir boy ortalamas›na ulaflm›flt›r, ama bu art›fl giderek
durma noktas›na gelmifltir. Çünkü varabilece¤imiz genetik s›n›ra dayanm›fl
durumday›z.32
K›sacas› varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin s›n›rlar› için-
de kalan baz› de¤iflimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman türlere
yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "ev-
rim" örne¤i say›lamaz. Farkl› köpek ya da at cinslerini ne kadar çiflefltirir-
seniz çiftlefltirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar ç›kacak, ama ye-
ni türler oluflmayacakt›r. Danimarkal› bilim adam› W. L. Johannsen bu ko-
nuyu flöyle özetler:
Darwin'in bütün vurgusunu üzerine dayand›rd›¤› varyasyonlar, gerçekte be-
lirli bir noktan›n ilerisine götürülemezler ve bu nedenle varyasyonlar 'sürek-
li de¤iflim'in (evrimin) nedenini oluflturmazlar.33
Türlerin Gerçek Kökeni
37
"Mikroevrim" ‹tiraflar›
Görüldü¤ü gibi, Darwin'in "türlerin kökeni"nin aç›klamas› sand›¤›
varyasyonlar›n gerçekte böyle bir anlam tafl›mad›klar›, genetik bilminin
bulgular›yla anlafl›ld›.
Bu nedenle evrimci biyologlar, tür içindeki çeflitlenme ile yeni tür olu-
flumunu birbirinden ay›rmak ve bunlar hakk›nda iki ayr› kavram öne sür-
mek durumunda kald›lar. Tür içindeki çeflitlenmeye, yani varyasyona,
"mikroevrim" ad›n› verdiler. Yeni türlerin oluflmas› varsay›m› ise "makro-
evrim" olarak adland›r›ld›.
Bu iki kavram uzunca bir zamand›r biyoloji kitaplar›nda yer al›r. An-
cak gerçekte burada yan›lt›c› bir üslup kullan›lmaktad›r. Evrimci biyolog-
lar›n "mikroevrim" ad›n› verdikleri varyasyon örneklerinin asl›nda evrim
teorisiyle hiçbir iliflkisi yoktur. Çünkü evrim teorisi, canl›lar›n mutasyon
ve do¤al seleksiyon mekanizmalar›yla yeni genetik bilgiler kazan›p gelifl-
tiklerini öne sürer. Oysa varyasyonlar az önce belirtti¤imiz gibi hiçbir za-
man yeni bir genetik bilgi oluflturmaz ve dolay›s›yla bir "evrim" sa¤lamaz-
lar. Varyasyonlara "mikroevrim" ad› verilmesi, evrimci biyologlar›n ide-
olojik bir tercihidir.
Evrimci biyologlar›n "mikroevrim" kavram›n› kullanarak verdikleri
izlenim, varyasyonlar›n uzun zaman içinde yepyeni canl› s›n›flamalar›
oluflturabilece¤i yönündeki yanl›fl bir mant›kt›r. Nitekim konu hakk›nda
derinlemesine bilgi sahibi olmayan pek çok kifli "mikroevrim uzun zama-
na yay›ld›¤›nda makroevrim oluflturur" gibi yüzeysel bir düflünceye kap›l-
maktad›r. Bu düflüncenin örneklerini s›k s›k görmek mümkündür. Baz›
"amatör" evrimciler, "insanlar›n boy ortalamas› bir yüzy›l içinde bile iki cm
artm›fl, demek ki milyonlarca y›l içinde her türlü evrim gerçekleflebilir" gi-
bi mant›klar öne sürerler. Oysa yukar›da belirtildi¤i gibi, boy ortalamas›
de¤iflimi gibi varyasyonlar›n hepsi, belirli genetik s›n›rlar içinde gerçekle-
flen ve evrimle ilgisi olmayan dalgalanmalard›r.
Nitekim, "mikroevrim" ad›n› verdikleri varyasyonlar›n yeni canl› s›-
n›flamalar› oluflturamad›¤›n›, yani "makroevrim" sa¤lamad›¤›n› günü-
müzde evrimci otoriteler de kabul etmektedir. Evrimci biyologlar, Gilbert,
Opitz ve Raff, Developmental Biology dergisinde yay›nlanan 1996 tarihli bir
makalelerinde bu konuyu flöyle aç›klarlar:
Modern Sentez (neo-Darwinist teori) önemli bir baflar›d›r. Ancak, 1970'ler-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
38
Türlerin Gerçek Kökeni
39
den bafllayarak, çok say›da biyolog bu teorinin evrimi aç›klama konusunda-
ki yeterlili¤ini sorgulamaya bafllad›. Genetik bilimi, mikroevrimi aç›klamak
için yeterli bir araç olabilir, ama genetik bilgi üzerindeki mikroevrimsel de-
¤ifliklikler, bir sürüngeni bir memeliye çevirebilecek ya da bir bal›¤› amfibi-
yene dönüfltürecek türden de¤ildir. Mikroevrim, sadece uygun olanlar›n ha-
yatta kalmas› kavram›na yard›mc› olabilir, uygunlar›n oluflumunu aç›klaya-
maz. Goodwin'in 1995'te belirtti¤i gibi, "türlerin kökeni, yani Darwin'in
problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir."34
"Mikroevrim" ad› verilen varyasyonlar›n "makroevrim" iddias›na, ya-
ni türlerin kökenine hiçbir aç›klama getiremedi¤i, baflka evrimci biyolog-
lar taraf›ndan da kabul edilmifltir. Ünlü bilim yazar› Roger Lewin, Kas›m
1980'de Chicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin kat›ld›¤›, dört gün
süren ünlü sempozyumda bu konuda var›lan sonucu flöyle anlat›r:
Darwin'in (varyasyonlardan yola ç›karak) yapt›¤› mant›k yürütmeler hakl›
m›yd›? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 y›l›n en önemli konferansla-
r›ndan birine kat›lan bilim adamlar›n›n ortaya koyduklar› yarg›ya göre, bu
sorunun cevab› "hay›r"d›r. Chicago konferans›ndaki temel mesele, mikroev-
rimi sa¤layan mekanizmalar›n, makroevrim ad›n› verdi¤imiz fenomeni aç›k-
lamak için de kullan›l›p kullan›lamayaca¤› olmufltur... Cevap aç›kl›kla veri-
lebilir: Hay›r.35
Bu gerçek flöyle de özetlenebilir: Darwinizm'in yüzy›l› aflk›n bir süre-
dir "evrim delili" olarak gördü¤ü varyasyonlar›n, gerçekte "türlerin köke-
ni"yle hiçbir ilgisi yoktur. ‹nekler milyonlarca y›l boyunca farkl› eflleflme-
lerle çiftlefltirilebilir ve farkl› inek cinsleri elde edilebilir. Ama inekler hiç-
bir zaman baflka bir canl› türüne, örne¤in zürafalara ya da fillere dönüfl-
meyecektir.
Darwin'in Galapagos Adalar›'nda gördü¤ü farkl› ispinozlar da ayn›
flekilde "evrim"e delil oluflturmayan bir varyasyon örne¤idir. Son y›llarda
yap›lan gözlemler, ispinozlarda Darwin'in teorisinin öngördü¤ü gibi s›n›r-
s›z bir de¤iflim yaflanmad›¤›n› ortaya koymufltur. Dahas›, Darwin'in 14 ay-
r› tür olarak belirledi¤i farkl› ispinoz tiplerinin ço¤u, asl›nda birbirleri ile
çiftleflebilen, yani ayn› türün üyeleri olan varyasyonlard›r. Bilimsel göz-
lemler, hemen her evrimci kaynakta efsanelefltirilerek anlat›lan "ispinoz
gagalar›" örne¤inin, gerçekte bir "varyasyon" örne¤i oldu¤unu, yani evrim
teorisine delil oluflturmad›¤›n› göstermektedir. Galapagos Adalar›'na
"Darwinistik evrimin kan›tlar›n› bulmak" için giden ve adalardaki ispinoz
türlerini uzun y›llar boyunca gözlemleyen Peter ve Rosemary Grant'in ün-
lü çal›flmalar›, adada bir "evrim" yaflanmad›¤›n› belgelemekten baflka bir
sonuç vermemifltir.36
‹flte bu nedenle de, Darwin'in problemi, yani "türlerin kökeni", evrim-
ciler için hala cevaps›zd›r.
Fosil Kay›tlar›na Göre Türlerin Kökeni
Evrim teorisinin iddias›na göre, yeryüzündeki canl› türleri ortak bir
atadan, küçük de¤ifliklikler sonucunda türemifllerdir. Di¤er bir deyiflle, te-
oriye göre, canl› türleri birbirinden kesin farkl›l›klarla ayr›lmamakta, sü-
reklilik göstermektedir. Ancak, do¤ada yap›lan gözlemler, ortada iddia
edildi¤i gibi bir süreklilik olmad›¤›n› göstermifltir. Canl›lar dünyas›nda
görülen, birbirinden belirgin de¤iflikliklerle ayr›lan, farkl› kategorilerdir.
Omurgal› paleontolojisinde uzman ve önde gelen evrimcilerden biri olan
Robert Carroll, bunu Patterns and Processes of Vertebrate Evolution adl› kita-
b›nda flöyle itiraf eder:
Bugün dünya üzerinde neredeyse kavranamayacak kadar çok say›da tür ya-
fl›yor olmas›na ra¤men, bunlar birbirinden güçlükle ay›rt edilebilen ara form-
lardan oluflan sürekli bir spektrum oluflturmazlar. Bunun yerine, türlerin ner-
deyse tamam›, birbirinden belirgin flekilde farkl› temel gruplara aittirler.37
Evrim, tarihte yafland›¤› iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canl›l›¤›n
tarihi hakk›nda bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da fosil bulgular›d›r.
P. Grassé, bu konuda flunlar› söyler:
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
40
Darwin'in Galapa-gos Adalar›'nda gör-dü¤ü ve teorisinedelil sand›¤› farkl›ispinoz gagalar›,gerçekte bir genetikvaryasyon örne¤idirve "türlerin evrimi"iddias›na bir deliloluflturmaz.
Do¤a bilimciler unutmamal›d›rlar ki, evrim süreci sadece fosil kay›tlar› ara-
c›l›¤›yla a盤a ç›kar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda de-
lil oluflturabilir ve evrimin geliflimini ve mekanizmalar›n› gösterebilir.38
Fosil kay›tlar›n›n bu konuda bize ›fl›k tutabilmesi için de, evrim teori-
sinin öngörüleri ile fosil bulgular›n› birbirleriyle karfl›laflt›rmam›z gerekir.
Evrim teorisine göre bütün canl›lar birbirlerinden türemifllerdir. Ön-
ceden var olan bir canl› türü, zamanla bir di¤erine dönüflmüfl ve bütün
türler bu flekilde ortaya ç›km›fllard›r. Teoriye göre, bu dönüflüm yüz mil-
yonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsam›fl ve kademe kademe
ilerlemifltir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüflüm süreci içinde say›s›z
"ara türler"in oluflmufl ve yaflam›fl olmalar› gerekir.
Örne¤in geçmiflte, bal›k özelliklerini hala tafl›malar›na ra¤men, bir
yandan da baz› sürüngen özellikleri kazanm›fl olan yar› bal›k-yar› sürün-
gen canl›lar yaflam›fl olmal›d›r. Ya da sürüngen özelliklerini tafl›rken, bir
yandan da baz› kufl özellikleri kazanm›fl sürüngen-kufllar ortaya ç›km›fl
Türlerin Gerçek Kökeni
41
Canl›l›¤›n kökenine ›fl›k tutan en önemli bilim dal› paleontoloji, yani fosil bilimidir. ‹kiyüzy›ld›r büyük bir çabayla incelenen fosil yataklar›, Darwin'in teorisinin tam aksi birtablo ortaya koymaktad›r. Türler, evrimleflerek ortaya ç›kmam›fllar, bir anda ve farkl›
yap›lar›yla yeryüzünde belirmifllerdir.
olmal›d›r. Bunlar, bir geçifl sürecinde olduklar› için de, sakat, eksik, kusur-
lu canl›lar olmal›d›r. Geçmiflte yaflam›fl olduklar›na inan›lan bu teorik can-
l›lara "ara geçifl formu" ad› verilir.
E¤er gerçekten bu tür canl›lar geçmiflte yaflam›fllarsa, bunlar›n say›la-
r›n›n ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olmas› gerekir. Ve bu can-
l›lar›n kal›nt›lar›na mutlaka fosil kay›tlar›nda rastlanmas› gerekir. Çünkü
bu ara geçifl formlar›n›n say›s›n›n bugün bildi¤imiz hayvan türlerinden bi-
le fazla olmas› ve dünyan›n dört bir yan›n›n fosilleflmifl ara geçifl formu ka-
l›nt›lar›yla dolu olmas› laz›md›r. Bu gerçek Darwin taraf›ndan da kabul
edilmifltir ve Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu flöyle aç›klam›flt›r:
E¤er teorim do¤ruysa, türleri birbirine ba¤layan say›s›z ara-geçifl çeflitleri
mutlaka yaflam›fl olmal›d›r... Bunlar›n yaflam›fl olduklar›n›n kan›tlar› da sa-
dece fosil kal›nt›lar› aras›nda bulunabilir.39
Ancak bu sat›rlar› yazan Darwin, bu ara formlar›n fosillerinin bir tür-
lü bulunamad›¤›n›n fark›ndayd›. Bunun teorisi için büyük bir açmaz olufl-
turdu¤unu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitab›n›n "Teorinin
Zorluklar›" (Difficulties on Theory) adl› bölümünde flöyle yazm›flt›:
E¤er gerçekten türler öbür türlerden yavafl geliflmelerle türemiflse, neden sa-
y›s›z ara geçifl formuna rastlam›yoruz? Neden bütün do¤a bir karmafla ha-
linde de¤il de, tam olarak tan›mlanm›fl ve yerli yerinde? Say›s›z ara geçifl for-
mu olmal›, fakat niçin yeryüzünün say›lamayacak kadar çok katman›nda gö-
mülü olarak bulam›yoruz... Niçin her jeolojik yap› ve her tabaka böyle ba¤-
lant›larla dolu de¤il? Jeoloji iyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya ç›karma-
maktad›r ve belki de bu benim teorime karfl› ileri sürülecek en büyük itiraz
olacakt›r.40
Darwin'in bu büyük açmaz karfl›s›nda öne sürdü¤ü tek aç›klama ise, o
dönemdeki fosil kay›tlar›n›n yetersiz oldu¤uydu. Fosil kay›tlar› detayl› ola-
rak incelendi¤inde, kay›p ara formlar›n mutlaka bulunaca¤›n› iddia etmiflti.
Ara Formlar Sorunu ve Dura¤anl›k
Evrimci paleontologlar, Darwin'in bu kehanetine dayanarak, 19. yüz-
y›l›n ortas›ndan bu yana dünyan›n dört bir yan›nda hummal› fosil araflt›r-
malar› yapt›lar ve ara geçifl formlar›n› arad›lar. Oysa, tüm çabalara ra¤men
bu ara geçifl formlar›na hiçbir zaman rastlanamad›. Yap›lan kaz›larda ve
araflt›rmalarda elde edilen bütün bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
42
aksine, canl›lar›n yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçim-
de ortaya ç›kt›klar›n› gösterdi.
Evrimci paleontolog Robert Carroll, fosil bulgular›n›n Darwinistlerin
ümitlerini bofla ç›kard›¤›n› itiraf etmek zorunda kalm›flt›r:
Darwin'in ölümünden bu yana geçen 100 y›l› aflk›n süredir, devam eden
hummal› toplama çal›flmalar›na ra¤men, fosil kay›tlar› halen onun bekledi¤i
say›s›z ara geçifl halkalar›na iliflkin bir resim ortaya ç›karmaz.41
Bir baflka evrimci paleontolog K. S. Thomson, yeni canl› gruplar›n›n
fosil kay›tlar›nda çok ani olarak ortaya ç›kt›klar›n› belirtmektedir:
Temel bir canl›lar grubu ortaya ç›kt›¤›nda ve kay›tlarda ilk olarak göründü-
¤ünde, atas› veya evrimsel akrabas› oldu¤u varsay›lan gruplarda görülme-
yen yeni özelliklerle tamamen donat›lm›fl olarak ortaya ç›kar. Morfoloji ve ifl-
levlerdeki bu radikal farkl›l›klar çok h›zl› ortaya ç›km›fl görünmektedir.42
Biyolog Francis Hitching ise, The Neck of the Giraffe: Where DarwinWent Wrong adl› kitab›nda flöyle demektedir:
E¤er fosiller buluyorsak ve e¤er Darwin'in teorisi do¤ruysa, o halde kayala-
r›n belirli bir grup yarat›¤›n, daha kompleks bir baflka grup yarat›¤a do¤ru
küçük kademelerle evrimleflti¤ini gösteren kal›nt›lar ortaya ç›karmas› gere-
kir. Bu nesilden nesile ilerleyen "küçük geliflmelerin" son derece iyi korun-
mufl olmas› gerekir. Ama durum hiç de böyle de¤ildir. Asl›nda, bunun tam
tersi do¤rudur. Darwin'in "say›s›z ara form olmal›, ama bunlar› neden yer-
yüzünün say›s›z katman›nda bulam›yoruz" derken yak›nm›fl oldu¤u gibi.
Darwin, fosil kay›tlar›ndaki bu "ola¤anüstü eksikli¤in" sadece daha fazla fo-
sil kaz›s› yapmakla ilgili oldu¤unu düflünmüfltür. Ama her ne kadar yeni fo-
sil kaz›s› yap›l›rsa yap›ls›n, bulunan türlerin neredeyse hepsinin, istisnas›z,
bugün yaflamakta olan hayvanlara çok benzedi¤i ortaya ç›km›flt›r.43
Fosil kay›tlar›, canl› türlerinin hem bir anda ve tamamen farkl› yap›-
larda ortaya ç›kt›klar›n›, hem de çok uzun jeolojik dönemler boyunca de-
¤iflmeden sabit kald›klar›n› göstermektedir. Harvard Üniversitesi paleon-
tolo¤u ve ünlü evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçe¤i 1970'lerin sonunda
flöyle kabul eder:
Fosilleflmifl türlerin ço¤unun tarihi, kademeli evrimle çeliflen iki farkl› özel-
lik ortaya koymaktad›r:
1. Dura¤anl›k: Ço¤u tür, dünya üzerinde var oldu¤u süre boyunca hiçbir
yönsel de¤iflim göstermez. Fosil kay›tlar›nda ilk ortaya ç›kt›klar› andaki
Türlerin Gerçek Kökeni
43
yap›lar› ne ise, kay›tlardan yok olduklar› andaki yap›lar› da ayn›d›r. Morfo-
lojik (flekilsel) de¤iflim genellikle s›n›rl›d›r ve belirli bir yönü yoktur.
2. Aniden ortaya ç›k›fl: Herhangi bir lokal bölgede, bir tür, atalar›ndan kade-
meli farkl›laflmalara u¤rayarak aflama aflama ortaya ç›kmaz; bir anda ve "ta-
mamen flekillenmifl" olarak belirir.44
Sonraki araflt›rmalar, fosil kay›tlar›nda görülen dura¤anl›k ve aniden
ortaya ç›k›fl gerçe¤ini daha da kuvvetlendirdi. Stephen Jay Gould ve Niles
Eldredge, 1993'te "Jeolojik tarihleri boyunca türlerin ço¤u ya fark edilecek
kadar de¤iflmemifl ya da hiçbir belirgin yönelimi olmaks›z›n morfolojik
aç›dan hafif dalgalanmalar göstermifltir." diye yazd›lar.45 Robert Carroll
1997'de "temel gruplar›n ço¤unun jeolojik aç›dan çok k›sa sürelerde olufla-
rak çeflitlendi¤ini ve temel morfolojik ya da besinsel de¤ifliklikler olmaks›-
z›n çok daha uzun süreler varl›¤›n› sürdürdü¤ünü" kabul etmek zorunda
kalm›flt›r.46
Bu noktada "ara form" kavram›n›n tam olarak ne anlama geldi¤ini
belirtmek gerekir. Evrim teorisinin öngördü¤ü ara formlar, iki canl› türü
aras›nda kalan, ancak eksik ve yar›m organlara sahip canl›lard›r. Ancak
bazen ara form kavram› yanl›fl alg›lanmakta ve gerçekte ara form özelli¤i
oluflturmayan canl› yap›lar› ara form özelli¤i gibi anlafl›labilmektedir. Ör-
ne¤in bir canl› grubunun di¤er canl› grubuna ait özellikler bar›nd›rmas›,
bir ara form özelli¤i de¤ildir. Avustralya'da yaflayan Platypus, bir memeli
olmas›na ra¤men sürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤al›r. Ayr›ca ördekle-
re benzer bir gagas› bulunur. Bilim adamlar› Platypus gibi canl›lara "mo-
zaik canl›" ismini verirler. Mozaik canl›lar›n ara form say›lamayaca¤›,
Stephen J. Gould ve Niles Eldredge gibi önde gelen evrimci paleontolog-
lar taraf›ndan da kabul edilmektedir.47
44
Fosil kay›tlar›nda Dar-win'in öngördü¤ü gibi
kademeli bir geliflimyoktur. Farkl› canl›
türleri, kendilerine hasvücut yap›lar›yla bir
anda ortaya ç›karlar.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Fosil Kay›tlar›n›n Yeterlili¤iAcaba ara form fosillerinin yoklu¤u karfl›s›nda, Darwin'in 140 y›l ön-
ce savundu¤u "ara formlar flimdi yok, ama yeni araflt›rmalarla bulunabi-
lir" argüman› hala geçerli midir? Bir baflka deyiflle, yap›lan tüm fosil arafl-
t›rmalar›n›n sonucuna bakarak, ara formlar›n gerçekte hiçbir zaman yafla-
mad›klar›n›n kabul edilmesi mi gerekir, yoksa yeni araflt›rmalar›n sonuç-
lar› beklenmeli midir?
Bu soruya verilecek cevab›, elbette elimizdeki fosil kay›tlar›n›n zen-
ginli¤i belirler. Paleontolojik verilere bakt›¤›m›zda ise, fosil kay›tlar›n›n
ola¤anüstü derecede zengin oldu¤unu görürüz. Dünyan›n farkl› bölgele-
rinden elde edilmifl milyarlarca fosil örne¤i vard›r.48 Bu fosillere bak›larak,
250 bin farkl› canl› türü tan›mlanm›flt›r ve bunlar, flu anda yaflamakta olan
yaklafl›k 1.5 milyon türe ola¤anüstü derecede benzerdir. 49 (Yaflamakta olan
bu 1.5 milyon türün 1 milyon kadar› böceklere aittir.) Ve bu denli zengin
bir fosil kayna¤›na ra¤men hiçbir ara form bulunamam›flken, yeni kaz›lar-
la ara formlar bulunmas› mümkün gözükmemektedir.
Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu
gerçe¤i y›llar önce flu flekilde kabul etmifltir:
Fosil kay›tlar›n›n fakirli¤i için özür dilemeye art›k gerek yoktur. Fosil kay›t-
lar› baz› yönlerden bafla ç›k›lamayacak kadar zengin... buna ra¤men boflluk-
lardan oluflmaya devam etmektedir.50
Amerikan Do¤a Tarihi Müzesi Müdürü ünlü paleontolog Niles Eld-
redge ise, Darwin'in "fosil kay›tlar› yetersiz, ara formlar› o yüzden bulam›-
yoruz" iddias›n›n geçerli olmad›¤›n› flöyle aç›klamaktad›r:
Tüm deliller, fosil kay›tlar›n›n ortaya koydu¤u sonucun do¤ru oldu¤unu
göstermektedir: (Fosil kay›tlar›nda) gördü¤ümüz boflluklar, hayat›n tarihin-
deki gerçek olaylar› yans›tmaktad›r, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin so-
nucu de¤ildir.51
Robert Wesson ise, 1991'de yay›nlanan Beyond Natural Selection adl›
kitab›nda "fosil kay›tlar›ndaki boflluklar›n gerçek ve olgusal" olduklar›n›
flöyle aç›klamaktad›r:
Ne var ki, fosil kay›tlar›ndaki boflluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) so-
yoluflumunu gösterecek kay›tlar›n yoklu¤u, son derece olgusald›r. Türler ge-
nellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kal›rlar. Türler ve özellikle
cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru evrim göstermezler. Bu-
nun yerine, bir tür ya da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤i gözlenir. De¤i-
flim ise ço¤unlukla anidir.52
Türlerin Gerçek Kökeni
45
Ammonitler, yaklafl›k 350 milyon y›lönce ortaya ç›kt›lar ve 65 milyon y›l ka-dar önce soylar› tükendi. Bu 300 milyony›l boyunca üstteki fosilde görülen ya-p›lar› hiç de¤iflmedi.
400 milyon y›ll›k deniz y›ld›z› fosili
E¤er gerçekten bir evrim yaflanm›fl olsayd›,
canl›lar›n yeryüzünde küçük kademeli de¤i-
flimlerle ortaya ç›kmalar› ve zaman içinde de
de¤iflmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fo-
sil kay›tlar› bunun tam aksini gösterir. Farkl›
canl› s›n›flamalar›, kendilerine benzeyen ata-
lar› olmadan aniden ortaya ç›km›fllar ve yüz
milyonlarca y›l boyunca hiç de¤iflim geçirme-
den dura¤an bir biçimde kalm›fllard›r.
OrdovikyenDevri'ne ait "att›rna¤› yengeci"fosili. Bu 450milyon y›ll›k fo-sil de, günümüz-de yaflayan ör-neklerindenfarks›z.
ABD Bat› Ontario'da bulunan1.9 milyar y›ll›k bakteri fosilleri. Bugün yaflayan bakterilerle ay-n› yap›dalar.
FOS‹L KAYITLARINDA DURA⁄ANLIK
Ordovikyen Devri'ne ait istiridye fosilleri;yaflayan istiridyelerden farks›z.
Almanya'n›n Bav-yera bölgesindebulunan 140 mil-yon y›ll›k yusuf-çuk fosili. Yafla-yan yusufçuklar›nayn›s›.
‹skoçya'daki East Kirkton bölgesinde bu-lunmufl olan bilinen en eski akrep fosili.Pulmonoscorpius kirktonensis ad› verilentüre ait bu akrep, 320 milyon y›ll›k ve gü-nümüz akreplerinden farks›z.
Balt›k Denizi k›y›lar›nda amber içinde bulu-nan yaklafl›k 170 milyon y›ll›k bir böcek fosili.Yaflayan örneklerinden farks›z.
35 milyon y›ll›k si-nekler. Günümüzdeyaflayan sineklerleayn› vücut yap›s›nasahipler.
Jurasik devre ait yaklafl›k 170 milyony›ll›k karides fosili. Günümüzdeki kari-deslerden farks›z.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
48
Bu durum, evrim teorisinin 140 y›ld›r öne sürdü¤ü "ara form fosille-
ri bulunmufl de¤il, ama ileride bulunabilir" argüman›n›n art›k geçerli ol-
mad›¤›n› göstermektedir. Fosil kay›tlar› canl›l›¤›n kökenini anlamak için
yeterince zengindir ve karfl›m›za somut bir tablo ç›karmaktad›r: Farkl›
canl› türleri, aralar›nda evrimsel "geçifl formlar›" olmadan, yeryüzünde bir
anda ve farkl› yap›lar›yla, ayr› ayr› ortaya ç›km›fllard›r.
Fosil Kay›tlar›n›n Gösterdi¤i Gerçek
Peki on y›llard›r toplumlar›n bilinçaltlar›na yerleflen "evrim-paleon-
toloji" iliflkisi nereden kaynaklanmaktad›r? Neden ço¤u insan, fosil kay›t-
lar›ndan söz edildi¤inde, bu kay›tlar ile Darwin'in teorisi aras›nda olumlu
bir ba¤lant› oldu¤u izlenimine kap›lmaktad›r? Bu sorular›n cevab›, ünlü
bilim dergisi Science'daki bir makalede flöyle aç›klan›r:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlar›n›n d›fl›nda kalan çok say›da iyi e¤i-
timli bilim adam›, ne yaz›k ki, fosil kay›tlar›n›n Darwinizm'e çok uygun ol-
du¤u gibi yanl›fl bir fikre kap›lm›flt›r. Bu büyük olas›l›kla ikincil kaynaklar-
daki ola¤anüstü basitlefltirmeden kaynaklanmaktad›r; alt seviye ders kitap-
lar›, yar›-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olas›l›kla biraz tarafl›
düflünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki y›llarda, onun taraftar-
lar› bu yönde (fosiller alan›nda) geliflmeler elde etmeyi ummufllard›r. Bu ge-
liflmeler elde edilememifl, ama yine de iyimser bir bekleyifl devam etmifl ve
bir k›s›m hayal ürünü fantaziler de ders kitaplar›na kadar girmifltir.53
N. Eldredge ve I. Tattersall ise bu konuda flu önemli yorumu yaparlar:
Ayr› türlere ait fosillerin, fosil kay›tlar›nda bulunduklar› süre boyunca de¤i-
flim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yay›nlamas›ndan önce bile
paleontologlar taraf›ndan bilinen bir gerçektir. Darwin ise, gelecek nesillerin
bu boflluklar› dolduracak yeni fosil bulgular› elde edecekleri kehanetinde
bulunmufltur... Aradan geçen 120 y›l› aflk›n süre boyunca yürütülen tüm pa-
leontolojik araflt›rmalar sonucunda, fosil kay›tlar›n›n Darwin'in bu kehaneti-
ni do¤rulamayaca¤› aç›kça görülür hale gelmifltir. Bu, fosil kay›tlar›n›n yeter-
sizli¤inden kaynaklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kay›tlar› aç›kça söz konusu
kehanetin yanl›fl oldu¤unu göstermektedir.
Türlerin flafl›rt›c› bir biçimde sabit olduklar› ve uzun zaman dilimleri boyun-
ca hep statik kald›klar› yönündeki gözlem, "kral ç›plak" hikayesindeki tüm
özellikleri bar›nd›rmaktad›r: Herkes bunu görmüfl, ama görmezlikten gel-
meyi tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü tabloyu ›srarla reddeden h›rç›n
Türlerin Gerçek Kökeni
49
bir fosil kayd› ile karfl› karfl›ya kalan paleontologlar, bu gerçe¤e aç›kça yüz
çevirmifllerdir.54
Amerikal› paleontolog S. M. Stanley ise, fosil kay›tlar›n›n ortaya koy-
du¤u bu gerçe¤in, bilim dünyas›na hakim olan Darwinist dogma taraf›n-
dan nas›l göz ard› edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlat›r:
Bilinen fosil kay›tlar› kademeli evrimle uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da
uyumlu olmam›flt›r. ‹lgi çekici olan, birtak›m tarihsel koflullar arac›l›¤›yla, bu
konudaki muhalefetin gizlenmifl olufludur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki
kan›tlar›n Darwin'in küçük, yavafl ve kademeli de¤iflikliklerin yeni tür olu-
flumunu sa¤lad›¤› yönündeki vurgusuyla çeliflti¤ini hissetmifltir... ama onla-
r›n bu düflüncesi susturulmufltur.55
fiimdi, fosil kay›tlar›n›n flimdiye dek "susturulmufl" olan gerçe¤ini bi-
raz daha detayl› inceleyelim. Bunun için, en eski ça¤lardan bugüne kadar
geçen do¤a tarihini aflama aflama ele almak gerekmektedir.
Amber içinde bulunmufl25 milyon y›ll›k termitfosilleri. Günümüzde ya-flayan termitlerden tü-müyle farks›zlar.
o¤a tarihi kavram›, baz› insanlara evrim teorisini ça¤r›flt›r›r. Bunun
nedeni, bu yönde yap›lan yo¤un propagandad›r. Ço¤u ülkede do¤a
tarihi müzeleri, materyalist evrimci biyologlar›n denetimindedir ve
bu müzelerdeki malzemeler de onlar taraf›ndan yorumlan›r. Tarih
öncesi devirlerde yaflam›fl canl›lar ve bu canl›lara ait fosil izleri, hep Dar-
winist kavramlarla birlikte an›l›r. Bunun bir sonucu olarak da ço¤u insan,
do¤a tarihini inceledi¤inde "evrim" denen kavramla karfl›laflaca¤›n› san›r.
Oysa gerçekler çok farkl›d›r. Do¤a tarihi, bizlere farkl› canl› s›n›flama-
lar›n›n yeryüzünde hiçbir "evrim" olmadan, bir anda ve kompleks yap›la-
r›yla ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir. Farkl› canl› türleri, birbirlerinden
ba¤›ms›z bir biçimde, aralar›nda hiçbir "ara form" olmadan belirmifllerdir.
Bu bölümde fosil kay›tlar›n› temel alarak do¤an›n gerçek tarihini in-
celeyece¤iz.
Canl›lar›n S›n›fland›r›lmas›
Canl›lar biyologlar taraf›ndan belirli s›n›fland›rmalara ayr›l›rlar.
"Taksonomi" ya da "sistematik" olarak da bilinen bu s›n›fland›rma, Linne-
aus olarak tan›nan 18. yüzy›l ‹sveçli bilim adam› Carl von Linneaus'a ka-
dar uzan›r. Linneaus'un kurdu¤u s›n›fland›rma sistemi günümüze kadar
gelifltirilerek devam etmifltir.
Bu s›n›flama içinde hiyerarflik kategoriler vard›r. Canl›lar ilk önce
"alem"lere ayr›l›rlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi gibi. Sonra bu alemler
kendi içlerinde filumlara ("flubelere") bölünür. Filumlar da daha alt grup-
lara ayr›l›rlar. S›n›flama yukar›dan afla¤› flu flekildedir:
50
D
GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹ -I-(OMURGASIZLARDAN SÜRÜNGENLERE)
Alem (Kingdom)
Filum (Phylum, ço¤ulu Phyla)
S›n›f (Class)
Tak›m (Order)
Aile (Family)
Cins (Genus, ço¤ulu Genera)
Species (Tür)
Bugün biyologlar›n ço¤unlu¤u, befl (veya alt›) ayr› alem oldu¤unu
kabul eder. Bitkiler ve hayvanlar›n yan›nda, mantarlar, protista (algler ve
amip gibi hücre çekirde¤i olan tek hücreliler) ve monera (bakteriler gibi
hücre çekirde¤i olmayan tek hücreliler) ayr› birer alem say›l›r. Bazen bak-
teriler, öbakteri ve arkebakteri olarak iki alt gruba ayr›l›rlar; bazen de
öbakteri, arkebakteri ve ökaryot olarak üç aleme ayr›l›rlar. Bu alemlerin en
önemlisi, kuflkusuz hayvanlar alemidir. Hayvanlar aleminin kendi içinde-
ki en büyük bölünme ise, baflta belirtti¤imiz gibi, farkl› filumlard›r. Bu fi-
lumlar belirlenirken, her birinin tamamen farkl› vücut planlar›na sahip ol-
duklar› göz önünde bulundurulmufltur. Örne¤in Artropodlar (böcekler,
örümcekler ve di¤er eklem bacakl›lar) kendilerine has bir filumdur ve fi-
luma dahil edilen tüm canl›lar temelde benzer bir vücut plan›na sahiptir-
ler. Chordata olarak adland›r›lan filum ise, notochord (embriyonun s›rt ta-
raf›nda omurgay› oluflturacak olan hücre kümesinin oluflturdu¤u uzun
kordon) veya daha çok omurili¤e sahip olan canl›lar› bar›nd›r›r. Bizim için
tan›d›k olan bal›klar, kufllar, sürüngenler, memeliler gibi omurili¤e sahip
olan hayvanlar›n tümü, Chordata'n›n bir alt s›n›f› olan omurgal›lar katego-
risine dahildir.
Yaklafl›k 35 farkl› hayvan filumu aras›nda, ahtapotlar gibi yumuflak
bedenli canl›lar› bar›ndan Molluska filumu ya da yuvarlak solucanlar› ba-
r›nd›ran Nemotada filumu gibi çok farkl› kategoriler vard›r. Bu kategorile-
rin en önemli özelli¤i ise, baflta da belirtti¤imiz gibi tamamen farkl› vücut
planlar›na sahip olmalar›d›r. Filumlar›n alt›ndaki kategoriler, temelde
benzer vücut planlar›na sahiptir, ama filumlar birbirlerinden çok farkl›d›r.
Biyolojik s›n›fland›rma hakk›ndaki bu genel bilgiden sonra, flimdi bu fi-
lumlar›n nas›l ve ne zaman yeryüzünde ortaya ç›kt›klar› sorusuna bakal›m.
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
51
Fosiller "Hayat A¤ac›"n› Reddediyor...
Önce Darwinizm'in bu konudaki varsay›m›n› ele alal›m. Bilindi¤i gi-
bi Darwinizm, canl›l›¤›n tek bir ortak atadan geldi¤ini ve küçük de¤iflim-
lerle farkl›laflt›¤›n› öne sürmektedir. Bu durumda, canl›l›¤›n, ilk baflta bir-
birine çok benzer ve basit formlarda ortaya ç›km›fl olmas› gerekir. Yine ay-
n› iddiaya göre, canl›lar›n birbirlerinden farkl›laflmalar› ve komplekslikle-
rinin artmas› da, zaman›n ak›fl›na paralel olmal›d›r.
K›sacas›, Darwinizm'e göre, canl›l›k tek bir kökten gelen, ancak son-
ra dallara ayr›lan bir a¤aç gibi olmal›d›r. Nitekim bu varsay›m Darwinist
kaynaklarda ›srarla vurgulan›r ve "hayat a¤a-
c›" (tree of life) kavram› s›k s›k kullan›l›r. Bu
hayat a¤ac›na göre, canl›lar aras›ndaki en te-
mel s›n›fland›rma birimi olan filumlar›n da,
soldaki flemada görüldü¤ü gibi, kademe ka-
deme ortaya ç›km›fl olmas› gerekir.
Darwinizm'e göre önce tek bir filum
oluflmal›, sonra di¤er filumlar küçük küçük
de¤iflimlerle ve uzun zaman dilimleri içinde
yavafl yavafl belirmelidir. Darwinizm'in bu
varsay›m›na göre, hayvan filumlar›n›n say›-
s›nda da kademeli bir art›fl yaflanm›fl olmad›r.
Yandaki çizim, Darwinist varsay›mlara göre
hayvan filumlar›nda beklenen kademeli say›
art›fl›n› göstermektedir.
Darwinizm'e göre canl›l›k bu flekilde ge-
liflmifl olmal›d›r. Peki ama gerçekten de böyle
mi olmufltur?
Kesinlikle hay›r. Aksine havyanlar, ilk
ortaya ç›kt›klar› dönemden itibaren çok farkl› ve çok komplekstirler. Bu-
gün bilinen tüm hayvan filumlar›, yeryüzünde ayn› anda, Kambriyen
Devir olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya ç›km›fllard›r. Kambriyen
Devir, yafl› 570-505 milyon y›l olarak hesaplanan 65 milyon y›ll›k bir jeolo-
jik dönemdir.
Ana hayvan gruplar›n›n ani ortaya ç›k›fl süresi Kambriyen Döne-
mi'nin, genellikle "Kambriyen patlamas›" olarak bahsedilen daha da k›sa
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
52
Evrimci biyolog Ernst Haeckel tara-f›ndan 1866 y›l›nda çizilen sözde"hayat a¤ac›".
FOS‹L KAYITLARI EVR‹M TEOR‹S‹NE KARfiI
Evrim teorisi, temel canl› gruplar›n›n (filumlar›n) tek bir ortak atadan do¤up, za-man içinde farkl›lafl›p gelifltiklerini iddia eder. Üstteki flema bu iddiay› ifade et-mektedir: Darwinizm'e göre canl›lar giderek dallanan bir a¤aç gibi birbirlerindenfarkl›laflm›fl olmal›d›rlar. Fosil kay›tlar› ise bunun tam aksini göstermektedir. Alttaki flemada görüldü¤ü gi-bi, farkl› canl› gruplar› yeryüzünde bir anda ve farkl› yap›lar›yla ortaya ç›km›flt›r.Kambriyen Devri'nde 100'e yak›n temel canl› s›n›f› (filum) bir anda belirmifltir.Daha sonra da bu canl› s›n›flar›n›n say›s› artmam›fl, aksine azalm›flt›r. (Çünkü baz›canl› s›n›flar›n›n soyu tükenmifltir.)
CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK
Bugün
KambriyenDevri
Kambriyenöncesi
Bugün
ZA
MA
NZ
AM
AN
CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK
EVR‹M TEOR‹S‹NE GÖRE YAfiANMIfi OLMASI GEREKEN DO⁄A TAR‹H‹
FOS‹L KAYITLARININ ORTAYA KOYDU⁄U GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹
bir dönemine rastlamaktad›r. Stephen C. Meyer, Paul A. Nelson ve Paul
Chien detayl› bir literatür araflt›rmas›na dayanan, 2001 tarihli makalelerin-
de, "Kambriyen patlamas› jeolojik zaman›n, 5 milyon y›ldan fazla sürme-
yen, fazlas›yla dar bir zaman aral›¤›nda oluflmufltur." demektedirler.56
Bu devirden önceki fosil kay›tlar›nda, tek hücreli canl›lar ve çok basit
birkaç çok hücreli d›fl›nda hiçbir canl›n›n izine rastlanmaz. Kambriyen De-
vir gibi son derece k›sa bir dönem içinde ise (5 milyon y›l, jeolojik anlam-
da çok k›sa bir zaman dilimidir.) bütün hayvan filumlar›, tek bir eksik bi-
le olmadan bir anda ortaya ç›km›fllard›r!
Kambriyen kayal›klar›nda bulunan fosiller, salyangozlar, trilobitler,
süngerler, solucanlar, deniz analar›, deniz y›ld›zlar›, yüzücü kabuklular,
deniz zambaklar› gibi çok farkl› canl›lara aittir. Bu tabakadaki canl›lar›n
ço¤unda, günümüzde yaflayan örneklerinden hiçbir fark› olmayan, göz,
solungaç, kan dolafl›m› gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yap›lar bu-
lunur. Bu yap›lar hem çok kompleks hem de çok farkl›d›r. Science Newsdergisinin yazarlar›ndan Richard Monestarsky, Kambriyen patlamas› hak-
k›nda flu bilgileri vermektedir:
Yar›m milyar y›l önce... Bugün görmekte oldu¤umuz oldukça kompleks hay-
van formlar› aniden ortaya ç›km›fllard›r. Bu an, 550 milyon y›l önce, Kamb-
riyen Devrin tam bafl›na rastlar ki, denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks
yarat›klarla dolmas› bu evrimsel patlamayla bafllam›flt›r. Günümüzde dünya-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bu illüstrasyon, KambriyenDevri'ndeki kompleks yap›larasahip canl›lar› tasvir ediyor. Budenli farkl› canl›lar›n hiçbir atala-r› olmadan bir anda ortaya ç›k-m›fl olmalar›, Darwinist teoriyien bafltan geçersiz k›lmaktad›r.
n›n her yan›na yay›lm›fl olan omurgas›z tak›mlar› erken Kambriyen Devri'n-
de zaten vard›r ve yine bugün oldu¤u gibi birbirlerinden çok farkl›d›rlar.57
Ayn› makalede Çin'deki, Chengjiang bölgesinde yer alan Kambriyen
tabakalar›n› inceleyen paleontolog Jan Bergström'ün flu sözleri aktar›l-
maktad›r: "Chengjiang faunas›, günümüzdeki büyük hayvan filumlar›n›n
erken Kambriyen Devri'nde zaten olduklar›n› ve yine bugün oldu¤u gibi
birbirlerinden çok farkl› olduklar›n› ortaya koymaktad›r."58
Dünyan›n nas›l olup da böyle birdenbire birbirlerinden çok farkl› fi-
lumlarla dolup taflt›¤›, hiçbir ortak ataya sahip olmayan farkl› canl›lar›n
nas›l ortaya ç›kt›¤›, evrim teorisine göre asla cevapland›r›lamayan bir so-
rudur. Darwinizm'in dünya çap›ndaki en önde gelen savunucular›ndan
biri olan ‹ngiliz biyolog Richard Dawkins, bu gerçek hakk›nda flunlar› söy-
lemektedir:
... Kambriyen katmanlar›, bafll›ca omurgas›z gruplar›n› buldu¤umuz en eski
katmanlard›r. Bunlar, ilk olarak ortaya ç›kt›klar› halleriyle, oldukça evrimlefl-
mifl bir flekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, ora-
da meydana gelmifl gibiler.59
Darwinizm'in dünya çap›ndaki en önemli elefltirmenlerinden biri
olan Berkeley, California Üniversitesi profesörü Philip Johnson, paleonto-
lojinin ortaya koydu¤u bu gerçe¤in, Darwinizm'le olan aç›k çeliflkisini
flöyle aç›klamaktad›r:
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
56
Darwinist teori, canl›l›¤›n bir tür "giderek geniflleyen bir farkl›l›k üçgeni"
içinde geliflti¤ini öngörür. Buna göre canl›l›k, ilk canl› organizmadan ya da
ilk havyan türünden bafllayarak, giderek farkl›laflm›fl ve biyolojik s›n›fland›r-
man›n daha yüksek kategorilerini oluflturmufl olmal›d›r. Ama hayvan fosil-
leri bizlere bu üçgenin gerçekte baflafla¤› durdu¤unu göstermektedir: Filum-
lar henüz ilk anda hep birlikte vard›r, sonra giderek say›lar› azal›r.60
Philip Johnson'›n belirtti¤i gibi, filumlar›n kademeli olarak oluflmas›
bir yana, tüm filumlar bir anda var olmufllar, hatta ilerleyen dönemlerde ba-
z›lar›n›n soyu tükenmifltir. 53. sayfadaki grafikler, fosil kay›tlar›n›n filumla-
r›n kökeni hakk›nda ortaya koydu¤u bu gerçe¤i göstermektedir:
Görüldü¤ü gibi, Kambriyen öncesi (Prekambriyen) dönemde sadece
tek hücreli canl›lar›n oluflturdu¤u üç farkl› filum vard›r. Kambriyende ise,
60-100 aras›nda farkl› hayvan filumu bir anda ortaya ç›km›flt›r. ‹lerleyen
dönemde ise bu filumlar›n bir k›sm›n›n soylar› tükenmifl, günümüze ka-
dar sadece baz› filumlar ulaflm›flt›r.
Bilim yazar› Roger Lewin, Darwinizm'in, hayat›n tarihi hakk›ndaki
tüm varsay›mlar›n› çökerten bu ola¤anüstü durumdan flöyle söz eder:
"Hayvanlar›n tüm tarihindeki en önemli evrimsel olay" olarak tan›mlanan
Kambriyen patlamas›, daha sonra da varl›klar›n› koruyacak olan bütün te-
mel vücut formlar›n› (filumlar›) ortaya koymufltur. Bunlar›n bir k›sm›n›n da-
ha sonra soylar› tükenmifltir. Baz› tahminler, flu anda var olan 30 farkl› hay-
van filumu ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda, Kambriyen patlamas›n›n yaklafl›k 100
kadar farkl› filumu ortaya ç›kard›¤› yönündedir.61
Kambriyen Devri'ne ait bir fosilBurgess Shale fosil yata¤›nda bulunan ilginç fosil canl›lardan biri: Marrella.
57
Burgess Shale Fosil Yata¤›
Lewin, Darwinizm'e duydu¤u sadakat ad›na Kambriyen Devri'ndeki
bu ola¤anüstü olay› "evrimsel olay" olarak tan›mlamaya devam etmektedir,
ama eldeki bulgular›n hiçbir evrimci yaklafl›mla aç›klanamayaca¤› aç›kt›r.
‹flin ilginç yan›, yeni fosil bulgular›n›n evrim teorisinin Kambriyen sorunu-
nu giderek daha da büyütmesidir. Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics(TIG), fiubat 1999 tarihli say›s›nda bu konuyu ele alm›flt›r. Kanada'n›n Bri-
tish Columbia eyaletinde yer alan Burgess Shale adl› fosil yata¤›ndaki
Kambriyen Dönemi fosillerinin konu edildi¤i yaz›da, bu bölgedeki fosil bul-
gular›n›n evrim teorisine göre bir türlü aç›klanamad›¤› kabul edilmektedir.
Burgess Shale'deki söz konusu fosil yata¤›, ça¤›m›z›n önemli paleon-
tolojik bulgular›ndan biri say›lmaktad›r. Kambriyen devre ait bu fosil can-
l›lar›n özelli¤i, çok farkl› filumlara ait olmalar› ve önceki tabakalarda hiç-
bir atalar› olmadan, bir anda ortaya ç›kmalar›d›r. TIG dergisi, Darwi-
nizm'in önündeki bu büyük paleontolojik sorunu flöyle ifade etmektedir:
Küçük bir mekanda bulunmufl olan bu fosillerin, evrim biyolojisindeki bu
büyük sorunla ilgili hararetli tart›flman›n tam merkezinde yer almas› olduk-
ça garip gözükebilir. Fakat bu tart›flmalara neden olan fley, Kambriyen Dev-
ri'nde yaflayan hayvanlar›n fosil kay›tlar›nda flafl›rt›c› bir bollukta ve birden-
‹LG‹NÇ D‹KENLER: Kambriyen Devri'nde bir anda ortaya ç›kan canl›lardan biri, sol üstte-ki Hallucigenia'd›r. Bunlar gibi di¤er pek çok Kambriyen canl›s›n›n fosilinde, sald›r›larakarfl› korunma sa¤layan dikenler ya da sert kabuklar yer al›r. Evrimcilerin aç›klayamad›k-lar› bir konu da, ortada hiçbir "avc›" canl›n›n bulunmad›¤› bu devirde bu hayvanlar›n na-s›l bu kadar iyi bir korunmaya sahip olduklar›d›r. Ortada avc› hayvanlar›n bulunmay›fl›,bu konuyu "do¤al seleksiyon"la aç›klamay› imkans›z k›lmaktad›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
bire belirmeleridir. Radyometrik tarihlendirmelerin daha kesin sonuçlar› ya
da giderek artan yeni fosil bulgular› ise, sadece bu biyolojik devrimin anili-
¤ini ve alan›n› keskinlefltirmifltir. Yeryüzünün yaflam potas›ndaki bu de¤ifli-
min büyüklü¤ü bir aç›klama gerektirmektedir. fiu ana kadar birçok tez ileri
sürülmüfl olsa da, genel fikir hiçbirinin ikna edici olmad›¤›d›r.62
"Hiçbiri ikna edici olmayan" bu fikirler, evrimci paleontologlara aittir.
TIG dergisi bu konuda iki ünlü otoriteden söz etmektedir: Stephen J. Gould
ve Simon Conway Morris. Her ikisi de Burgess Shale'deki "aniden ortaya
ç›k›fl"› evrime göre aç›klayabilmek için birer kitap yazm›flt›r. Gould'un kita-
b› Wonderful Life, Morris'inki ise The Crucible of Creation:The Burgess Shaleand the Rise of Animals ad›n› tafl›maktad›r. Ancak bu iki otorite de, TIG der-
gisinin vurgulad›¤› gibi, ne Burgess Shale fosillerini ne de genel olarak
Kambriyen devre ait di¤er fosil kay›tlar›n› bir türlü aç›klayamamaktad›r.
Tüm Filumlar›n Ayn› Anda Ortaya Ç›k›fl›
Kambriyen patlamas› incelendikçe, bunun evrim teorisi için ne kadar
büyük bir ç›kmaz oldu¤u daha aç›k ortaya ç›kmaktad›r. Son y›llar›n bul-
gular›, en temel hayvan s›n›flamalar› olan filumlar›n neredeyse tamam›n›n
Kambriyen Devri'nde aniden ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir. Sciencedergisinde yay›nlanan 2001 y›l›na ait bir makalede, "Yaklafl›k 545 milyon
y›l önce yaflanan Kambriyen Devri'nin bafllang›c›, bugün hala canl› dünya-
ya hakim olan neredeyse tüm hayvan tiplerinin (filumlar›n) fosil kay›tla-
r›nda aniden ortaya ç›k›fl›na sahne oldu." denilmektedir.63 Ayn› makalede,
böylesine kompleks ve birbirinden tamamen farkl› canl› gruplar›n›n evrim
Kambriyen Devri canl›-lar›n› tasvir eden birbaflka illüstrasyon
teorisine göre aç›klanabilmesi için, önceki devirlere ait çok zengin ve afla-
mal› bir geliflimi gösteren fosil yataklar› bulunmas› gerekti¤i, ama bunun
söz konusu olmad›¤› flöyle aç›klanmaktad›r: "Bu farkl›laflmal› evrim ve ya-
y›l›fl da, kendisinden daha önce yaflam›fl olmas› gereken bir grubun varl›-
¤›n› gerektirir, ama buna dair bir fosil kan›t› yoktur."64
Kambriyen Devri fosillerinin ortaya koydu¤u bu tablo, evrim teorisi-
nin varsay›mlar›n› reddederken, bir yandan da, do¤aüstü bir yarat›l›flla
var olduklar›n› gösteren çok önemli bir delildir. Evrimci biyolog Douglas
Futuyma, bu gerçe¤i flöyle aç›klar:
Canl›lar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde or-
taya ç›km›fllard›r ya da kendilerinden önce var olan baz› canl› türlerinden
evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve mükemmel bir biçim-
de ortaya ç›km›fllarsa, o halde üstün bir Ak›l taraf›ndan yarat›lm›fl olmala-
r› gerekir.65
Görüldü¤ü gibi fosil kay›tlar›, canl›lar›n, evrimin iddia etti¤i gibi il-
kelden geliflmifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il, bir anda ve en mü-
kemmel halde ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir. Bu ise, canl›l›¤›n bilinç-
siz do¤al süreçlerle de¤il, bilinçli bir yarat›l›flla var oldu¤una kan›t olufl-
turmaktad›r. New York State Üniversitesi'nden Ekoloji ve Evrim Profesö-
rü Jeffrey S. Levinton, Scientific American dergisine yazd›¤› "Hayvan Evri-
minin Big Bang'i" bafll›kl› bir makalesinde bu gerçe¤i istemeden de olsa
kabul etmekte ve "Kambriyen Devri'nde çok özel ve gizemli bir yarat›c›
gücün varl›¤›n› görüyoruz" demektedir.66
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
Moleküler Karfl›laflt›rmalar, Evrimin Kambriyen
Ç›kmaz›n› Büyütüyor
Evrim teorisini Kambriyen patlamas› konusunda giderek daha fazla
açmaza sokan bir di¤er gerçek, farkl› canl› kategorileri aras›nda yap›lan
genetik karfl›laflt›rmalard›r. Bu karfl›laflt›rmalar›n sonuçlar›, evrimci biyo-
loglar›n yak›n zamana kadar "yak›n akraba" sayd›klar› hayvan kategorile-
rinin genetik olarak çok farkl› olduklar›n› ortaya koymakta, böylece zaten
sadece teoride var olan "ara form" varsay›mlar›n› temelden çökertmekte-
dir. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde 6 ayr› bilim
adam›n›n imzas›yla yay›nlanan 2000 tarihli bir makalede, DNA analizleri-
nin "eskiden ara form say›lan" kategorileri bu durumdan ç›kard›¤› flöyle
aç›klanmaktad›r:
DNA sekans analizleri, filogenetik a¤açlar için yeni yorumlar gerektirmekte-
dir. Metazoa (çok hücreli canl›lar) a¤ac›n›n taban›nda yer alan ve daha önce-
den birbirini izleyen komplekslik derecelerini temsil ettikleri düflünülen can-
l› s›n›flamalar›, yer de¤ifltirmekte ve a¤ac›n çok daha üst k›s›mlar›na tafl›n-
maktad›r. Bu, geriye hiçbir evrimsel "ara form" b›rakmamaktad›r ve bizi Bi-
lateria (simetrik vücuda sahip canl›lar)›n kompleksli¤inin kökeni hakk›nda
yeniden düflünmeye zorlamaktad›r.67
Yine ayn› makalede, evrimci yazarlar, daha önceden süngerler, cnida-
rianlar, ctenophorlar gibi omurgas›z deniz canl›lar› gruplar› aras›nda "ara
form" sayd›klar› baz› kategorilerin, yeni genetik bulgular nedeniyle art›k
böyle say›lamayacaklar›n› belirtmekte ve bu gibi evrim a¤açlar› kurgula-
ma konusunda art›k "ümitlerini yitirdiklerini" flöyle ifade etmektedirler:
Yeni moleküler temelli filogeninin baz› önemli sonuçlar› vard›r. Bunlar›n en
önemlisi, süngerler, cnidarians ve ctenophores aras›ndaki "ara form" s›n›fla-
malar›n ve bilateryen canl›lar›n son ortak atas›n›n, yani "urbilateria"n›n orta-
dan kalkmas›d›r... Bunun do¤al sonucu olarak, urbilateria'ya giden soy a¤a-
c›nda çok büyük bir bofllu¤umuz var... Kademeli bir biçimde giderek artan
bir komplekslik senaryosu yoluyla, "boflluktaki atay›" yeniden infla etme yö-
nündeki umudumuzu -ki bu eski evrimsel mant›k yürütmede çok yayg›nd›r-
kaybetmifl bulunuyoruz.68
60
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Trilobitler ve Darwin
Kambriyen Devri'nde aniden ortaya ç›kan farkl› canl› gruplar›n›n en
ilginçlerinden biri, sonradan soylar› tükenmifl olan trilobitlerdir. Artropod-lar filumuna dahil olan trilobitler, sert kabuklar›, bo¤umlu vücutlar› ve
kompleks organlar› ile çok karmafl›k canl›lard›r. Fosil kay›tlar›, trilobitlerin
gözleri hakk›nda dahi çok detayl› tespitler yap›lmas›n› sa¤lam›flt›r. Bir tri-
lobit gözü yüzlerce küçük petekten oluflur ve bu peteklerin her birinin
içinde çift mercek yer al›r. Bu göz yap›s› tam bir yarat›l›fl harikas›d›r. Har-
vard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden jeoloji profesörü David
Raup; "Trilobitler, 450 milyon y›l önce, ancak günümüzün iyi e¤itim gör-
müfl ve hayal gücü son derece güçlü bir optik mühendisi taraf›ndan gelifl-
tirilebilecek kadar iyi bir tasar›m› kullan›yorlard›." demektedir.69
‹flte sadece trilobitlerin bu ola¤anüstü kompleks yap›s› bile, Darwi-
nizm'i tek bafl›na geçersiz k›lmaktad›r. Çünkü daha önceki jeolojik devir-
lerde bu canl›lara benzer hiçbir kompleks canl› yaflamam›flt›r ve bu da gös-
termektedir ki, trilobitler arkalar›nda hiçbir evrim süreci olmadan ortaya
ç›km›fllard›r. Science dergisindeki 2001 tarihli bir makalede flöyle denir:
Artropod filogenilerinin kadistik analizleri (karfl›laflt›rmal› anatomiye daya-
l› yöntemlerle yap›lan analizler), trilobitlerin eucrustaceanlar gibi, artropod
a¤ac›ndaki oldukça ilerlemifl "dallar" oldu¤unu göstermektedir. Bu iddia
edilen geliflmifl artropod atalar›n varl›¤›na dair ise bir fosil yoktur... (Trilobit-
lerin) Daha erken bir kökeni oldu¤u keflfedilse bile, yine de Kambriyen'in
bafllang›c›ndaki bu k›sa zaman diliminde, neden bu kadar çok hayvan›n vü-
cut ölçüsü aç›s›ndan büyüdü¤ünü ve kabuk edindi¤ini aç›klamak bir sorun
olarak kalacakt›r.70
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
61
Trilobitlerin gözü, her biriçift mercek içeren yüzlerceküçük petekten oluflan bir"yarat›l›fl harikas›"d›r.
Kambriyen Devri'ndeki bu ola¤anüstü durum, Charles Darwin Tür-lerin Kökeni'ni kaleme al›n›rken de az çok biliniyordu. O devrin fosil kay›t-
lar›nda da, Kambriyen Devri'nde canl›l›¤›n birdenbire ortaya ç›kt›¤› göz-
lemlenmifl, trilobitlerin ve di¤er baz› omurgas›zlar›n aniden belirdikleri
tespit edilmiflti. Bu yüzden Darwin Türlerin Kökeni adl› kitab›nda bu konu-
ya de¤inmek durumunda kald›. O s›ralarda Kambriyen Devri "Siluryen
Devri" olarak tan›mlan›yordu. Darwin ise, "Bilinen Eski Fosil Kay›tlar›nda
Farkl› Türlerin Aniden Ortaya Ç›k›fl› Üzerine" bafll›¤› alt›nda bu konuya
de¤inmifl ve Siluryen Devri hakk›nda flöyle yazm›flt›:
Sonuçta, e¤er benim teorim do¤ruysa, en eski Siluryen tabakas›n›n oluflu-
mundan önce, çok uzun zaman dilimleri geçmifl olmal›, Siluryen Devri'nde
bugüne kadar geçmifl olan zaman kadar uzun zaman dilimleri. Ve henüz bi-
linmeyen bu zaman dilimleri içinde dünya canl› yarat›klarla dolup taflm›fl ol-
mal›. Bu büyük zaman dilimlerine ait fosil kay›tlar›n› neden bulamad›¤›m›z
sorusu karfl›s›nda ise, verebilecek tatmin edici bir cevab›m yok.71
Darwin "e¤er teorim do¤ruysa, dünya Siluryen (Kambriyen) Devri
öncesinde yaflayan canl›larla dolup taflm›fl olmal›" demiflti. Bu canl›lar›n
neden hiçbir fosili olmad›¤› sorusuna ise, tüm kitab› boyunca tekrarlad›¤›
"fosil kay›tlar› çok yetersiz" bahanesiyle cevap
bulmaya çal›flm›flt›. Ama bugün fosil kay›tlar›-
n›n yeterli oldu¤u ve Kambriyen Devri canl›la-
r›n›n bir atalar› olmad›¤› ortaya ç›km›fl bulun-
maktad›r. Bu ise Darwin'in, "e¤er teorim do¤-
ruysa" diye bafllad›¤› cümlesini geri çevirmemi-
zi gerektirmektedir; Darwin'in varsay›mlar› tut-
mam›flt›r ve dolay›s›yla teorisi do¤ru de¤ildir.
Kambriyen Devri'ne ait kay›tlar, hem trilo-
bitler gibi kompleks canl› vücutlar›yla, hem de
çok farkl› canl› vücutlar›n›n ayn› anda ortaya
ç›kmas›yla, Darwinizm'i y›kmaktad›r. Darwin,
kitab›nda "E¤er ayn› s›n›fa ait çok say›daki tür
gerçekten yaflama bir anda ve birlikte baflla-
m›flsa, bu do¤al seleksiyonla ortak atadan ev-
rimleflme teorisine öldürücü bir darbe olur-
du." diye yazm›flt›r.72 Kambriyen Devri'nde ise,
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
62
Darwin, "e¤er teorim do¤-ruysa, trilobitlerden öncekidevirler, bu canl›lar›n ata-lar›yla dolup taflmal›" de-miflti. Ama Darwin'in hayaletti¤i bu canl›lardan tek birtane bile bulunamad›.
baflta da belirtti¤imiz gibi, türler gibi benzer kategoriler bir yana, 60-100
aras›nda farkl› havyan flubesi yaflama bir anda ve birlikte bafllam›flt›r. Bu,
tam olarak Darwin'in "öldürücü darbe" olarak tarif etti¤i tabloyu ispatla-
maktad›r. Bu yüzden ‹sveçli paleontolog Stefan Bengston, Kambriyen
Devri'nden söz ederken "Darwin'i flafl›rtan ve utand›ran bu olay bizi de
hala flafl›rtmaktad›r." der.73
Trilobitler hakk›nda belirtilmesi gereken bir di¤er konu da, bu canl›-
lardaki 530 milyon y›ll›k petek göz sisteminin, bugüne kadar hiç de¤iflme-
den gelmifl olmas›d›r; ar› ya da yusufçuk gibi günümüzdeki baz› böcekler
de ayn› göz yap›s›na sahiptir.74 Bu bulgu, evrim teorisinin canl›lar›n ilkel-
den karmafl›¤a do¤ru geliflti¤i yönündeki iddias›na da yine "öldürücü bir
darbe" indirmektedir.
Omurgal› Canl›lar›n Evrimi ‹ddias›
Kambriyen Devri'nde aniden ortaya ç›kan hayvan filumlar›ndan biri,
baflta da belirtti¤imiz gibi merkezi bir sinir a¤›na sahip olan Chordata fi-
lumudur. Chordata ya da Türkçe'de kullan›lan karfl›l›¤›yla "kordal›lar"›n
bir alt s›n›f› ise, omurgal›lard›r. Bal›klar, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar
ve memeliler gibi temel s›n›flara ayr›lan omurgal›lar, kuflkusuz hayvanlar
aleminin en önemli canl›lar›n› olufltururlar.
Evrimci paleontologlar, her canl› filumunu bir baflka filumun evrim-
sel devam› olarak görmeye çal›flt›klar› için, kordal›lar›n bir baflka omurga-
s›z filumundan evrimleflti¤ini iddia ederler. Ancak tüm filumlar gibi Chor-
data filumunun üyelerinin de Kambriyen Devri'nde ortaya ç›km›fl olmas›,
bu iddiay› ilk bafltan tutars›z hale getirmektedir.
Önceki sayfalarda belirtti¤imiz gibi, 1999 y›l›nda 530 milyon y›ll›k
Kambriyen bal›klar› bulunmufltur ve bu çarp›c› bulgu evrim teorisinin bu
konudaki tüm iddialar›n› y›kmaya yeterlidir.
Kambriyen Devri'nde belirlenen en eski kordal› ise, Pikaia ad› verilen,
uzun bir vücuda sahip ve ilk bak›flta solucanlar› and›ran deniz canl›s›d›r.75
Pikaia, atas› olarak öne sürülebilecek tüm di¤er filumlardaki türlerle ayn›
anda ve hiçbir ara form olmadan ortaya ç›km›flt›r. Evrimci biyolog Prof.
Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvanlar adl› kitab›nda bu ara form yoklu¤unu
flöyle ifade eder:
Kordal›lar›n omurgas›z hayvanlardan olufltu¤u konusunda kuflku yoktur.
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
63
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
64
Yaln›z omurgas›zlarla, kordal›lar aras›ndaki geçifli ayd›nlatacak bir fosilin bu-
lunmamas›, bu konuda birçok varsay›m›n ortaya at›lmas›na neden olmufltur.76
E¤er ortada bir ara geçifl formu yok ise, nas›l olur da "bu evrimin ger-
çekleflti¤i konusunda kuflku yoktur" denilebilir? Bir varsay›m›, onu des-
tekleyen delil olmad›¤› halde hiç kuflku duymadan kabul etmek, bilimsel
de¤il dogmatik bir tav›rd›r. Nitekim Say›n Prof. Kuru, yukar›daki ifadesin-
den sonra omurgal›lar›n kökeni hakk›ndaki evrimci varsay›mlar› uzun
uzun anlatt›ktan sonra, ortada bir delil olmad›¤›n› bir kez daha kabul et-
mek durumunda kalmaktad›r:
Kordal›lar›n kökeni ve evrimi konusunda yukar›da belirtilen görüfller, herhan-
gi bir fosil kayd›na dayanmad›¤›ndan, her zaman kuflku ile karfl›lanm›flt›r.77
Evrimci biyologlar kimi zaman "kordal›lar›n ve di¤er omurgal›lar›n
kökeni hakk›nda fosil kayd› bulunmay›fl›n›n nedeni, omurgas›z canl›lar›n
yumuflak dokulu olmalar› ve dolay›s›yla fosil izi b›rakmamalar›d›r" gibi
bir aç›klama öne sürerler. Oysa bu aç›klama gerçekçi de¤ildir, çünkü
omurgas›z canl›lara ait de çok say›da fosil kal›nt›s› vard›r. Kambriyen Dev-
ri canl›lar›n›n hepsi omurgas›zd›r ve bu türlere ait on binlerce fosil örne¤i
bulunmufltur. Örne¤in Kanada'daki Burgess Shale yata¤›nda yumuflak do-
kulu pek çok canl›n›n fosili vard›r; bilim adamlar› Burgess Shale gibi böl-
gelerde, canl›lar›n oksijen oran› çok düflük çamur tabakalar› ile aniden
kapland›klar›n› ve bu sayede yumuflak dokular›n›n da¤›lmadan fosilleflti-
¤ini düflünmektedirler.78
Evrim teorisi, Pikaia gibi ilk kordal›lar›n da zamanla bal›klara dönüfl-
tü¤ünü varsayar. Ancak "kordal›lar›n evrimi" iddias›n› destekleyecek her-
hangi bir ara form fosili bulunmad›¤› gibi, "bal›klar›n evrimi" iddias›n›
destekleyecek bir fosil de yoktur. Aksine, tüm farkl› bal›k kategorileri, fo-
sil kay›tlar›nda bir anda ve hiçbir atalar› olmadan ortaya ç›karlar.
Robert Carroll evrimcilerin içinde bulunduklar›, erken dönem omur-
gal›lar› aras›ndaki çeflitli s›n›flar›n kökenine iliflkin ç›kmaz› flöyle itiraf
eder:
Halen sefalokordatlar ve kraniyatlar aras›ndaki geçiflin do¤as›na iliflkin hiç-
bir delilimiz yoktur. En erken döneme ait yeterince bilinen omurgal›lar zaten
kraniyatlar›n fosiller içinde saklamas›n› bekleyebilece¤imiz tüm tan›mlay›c›
özellikleri sergilemektedir. Çeneli omurgal›lar›n kökenini a盤a ç›kartabile-
cek bilinen hiçbir fosil yoktur.79
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
65
Bir baflka evrimci paleontolog Gerald T. Todd, "Kemikli Bal›klar›n
Evrimi" bafll›kl› bir makalesinde bu gerçek karfl›s›nda flu çaresiz sorular›
s›ralar:
Kemikli bal›klar›n her üç s›n›f› da, fosil tabakalar›nda ayn› anda ve aniden
ortaya ç›karlar... Peki ama bunlar›n kökenleri nedir? Bu denli farkl› ve komp-
leks yarat›klar›n ortaya ç›kmas›n› ne sa¤lam›flt›r? Ve neden kendilerine bir
ata oluflturabilecek canl›lar›n izlerinden eser yoktur?80
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
Bilinen en eski kordal› canl› olan Pikaia'n›n fosili ve canl›n›n tahmin edilen anatomisi
BALIKLARIN KÖKEN‹Fosil kay›tlar›, di¤er canl› s›n›flamalar› gibi bal›klar›n da yeryüzünde aniden ve
farkl› yap›lar›yla ortaya ç›kt›¤›n› göstermektedir. Bal›klar, arkalar›nda hiçbir "ev-
rim" süreci olmadan, kusursuz anatomileriyle bir anda yarat›lm›fllard›r.
Stethacanthus türüne ait 330 milyon y›ll›k bir köpek bal›¤› fosili
‹skoçya'da bulunan ve Birkenia ad› verilen bal›k fo-
sili. Yafl› 420 milyon y›l olarak hesaplanan bu canl›,
yaklafl›k 4 cm boyundad›r.
Devonyen devre ait, yaklafl›k 360 milyon y›ll›kbal›k fosili. Osteolepis panderi ad› verilen canl›yaklafl›k 20 cm boyunda ve günümüzdeki bal›k-lara çok benziyor.
Brezilya'daki Santana fosil ya-ta¤›nda bulunan 110 milyony›ll›k bal›k fosilleri
Mezozoik devre ait bir grup bal›k fosili
Kara Canl›lar›n›n Evrimi ‹ddias›
Dört ayakl›lar (tetrapodlar), karada yaflayan omurgal› canl›lar›n ge-
neline verilen isimdir. Bu s›n›flama içinde amfibiyenler, sürüngenler ve
memeliler yer al›r. Evrim teorisinin dört ayakl›lar›n kökeni hakk›ndaki
varsay›m› ise, bu canl›lar›n suda yaflamakta olan bal›klardan evrimleflti¤i
yönündedir. Oysa bu iddia, hem fizyolojik ve anatomik yönlerden çeliflki-
lidir, hem de fosil kay›tlar› yönünden temelsizdir.
Bir bal›¤›n karada yaflamaya uygun hale gelmesi için, solunum siste-
mi, boflalt›m mekanizmas›, iskelet yap›s› gibi farkl› yönlerden çok büyük
de¤iflimler geçirmesi gerekir. Solungaçlar akci¤ere dönüflmeli, yüzgeçler
vücut a¤›rl›¤›n› tafl›yacak biçimde ayak özelli¤i kazanmal›, vücut art›klar›-
n› ar›tmak için böbrekler oluflmal›, deri s›v› kaybetmeyi engelleyecek bir ya-
p› kazanmal›d›r. Tüm bu de¤iflimler gerçekleflmedi¤i sürece, bir bal›k kara-
ya ç›kt›¤›nda en fazla birkaç dakika yaflayacakt›r.
Peki kara canl›lar›n›n kökeni evrim teorisine göre nas›l aç›klan›r? Ev-
rimci literatüre bak›ld›¤›nda, bu konudaki baz› yüzeysel yorumlar›n La-
marckist mant›klar tafl›d›¤›n› görebiliriz. Örne¤in yüzgeçlerin ayaklara dö-
nüflmesi konusunda, "yüzgeçler, bal›klar›n karada sürünmeye çal›flmalar›y-
la birlikte yavafl yavafl ayak haline geldi" gibi yorumlar yap›lmaktad›r. Tür-
kiye'nin önde gelen evrimci bilim adamlar›ndan biri olan Prof. Ali Demir-
soy flöyle yazmaktad›r: "Belki çamurlu sularda sürüne sürüne bu akci¤erli
bal›klar›n yüzgeçleri bir zaman sonra amfibi aya¤› fleklinde geliflmifltir."81
Bu yorumlar baflta da belirtti¤imiz gibi Lamarckist bir mant›¤a da-
yanmaktad›r. Çünkü yorumun temelinde "kullan›lan organ›n geliflmesi"
ve bunun sonraki nesillere aktar›lmas› kavramlar› vard›r. Lamarck'›n bir
as›r önce bilimin d›fl›na itilmifl olan teorisi, görünen odur ki, hala evrimci
biyologlar›n bilinçaltlar›nda büyük bir etkiye sahiptir.
Söz konusu Lamarckist ve dolay›s›yla bilim d›fl› senaryolar› bir kena-
ra b›rak›rsak, do¤al seleksiyon ve mutasyona dayal› olan senaryolar› ince-
lememiz gerekir. Bu mekanizmalarla düflündü¤ümüzde ise, sudan karaya
geçifl iddias›n›n tümüyle ç›kmaz içinde oldu¤unu görürüz.
Sudan karaya ç›kan bir bal›¤›n nas›l olup da karaya uygun hale gele-
bilece¤ini düflünelim: E¤er bu bal›k, solunum sistemi, boflalt›m mekaniz-
mas›, iskelet yap›s› gibi farkl› yönlerden çok h›zl› bir biçimde de¤iflim ge-
çirmez ise, kaç›n›lmaz olarak ölecektir. Öyle bir mutasyon zinciri olmal›-
68
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
d›r ki bu, bal›¤a an›nda bir akci¤er kazand›rmal›, yüzgeçlerini ayaklara
dönüfltürmeli, ona bir böbrek eklemeli, derisini su tutacak bir yap›ya sok-
mal›d›r. Bu mutasyon zincirinin tek bir hayvan›n yaflam süreci içinde ger-
çekleflmesi de zorunludur.
Böyle bir mutasyon zincirini hiçbir evrimci biyolog savunmaz, çünkü
bu düflüncenin saçmal›¤› ve imkans›zl›¤› ortadad›r. Buna karfl›l›k, evrim-
ciler "ön-adaptasyon" (pre-adaptation) kavram›ndan söz ederler. Bunun
anlam›, bal›klar›n, karada yaflamak için gerekli olan de¤iflimleri, henüz su-
da yaflarken edindikleridir. Yani, bu teoriye göre, bir bal›k türü, henüz su-
da yaflarken ve hiç ihtiyaç duymazken, karada yaflamas›n› sa¤layacak
özellikleri kazanm›flt›r. "Haz›r" hale gelince de karaya ç›k›p burada yafla-
maya bafllam›flt›r.
Ancak böyle bir senaryonun evrim teorisinin kendi varsay›mlar› için-
de bile bir mant›¤› yoktur. Çünkü denizde yaflayan bir canl›n›n karaya uy-
gun özellikler kazanmas›, onun için bir avantaj oluflturmayacakt›r. Dolay›-
s›yla bu özelliklerin do¤al seleksiyon taraf›ndan seçilerek olufltu¤unu ile-
ri sürmenin hiçbir mant›kl› temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyonun "ön-
adaptasyon" geçiren bir canl›y› elemesi gerekir, çünkü bu canl› karada ya-
flamaya uygun özellikler kazand›kça denizde dezavantajl› hale gelecektir.
K›sacas›, "denizden karaya geçifl" senaryosu tümüyle ç›kmaz içindedir.
Nature dergisinin editörü Henry Gee'nin bu senaryoyu bilimsel olmayan
bir hikaye olarak görmesinin nedeni budur:
Evrimle ilgili "kay›p halkalara" iliflkin geleneksel hikayeler, kendi içlerinde
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
69
Evrimci yay›nlarda üsttekine benzer hayali çizimlerle savunulan "sudan karaya geçifl" se-naryosu, gerçekte evrim teorisinin kendi kabulleriyle de çeliflen Lamarckist mant›klaradayanmaktad›r.
test edilebilir de¤ildir, çünkü olaylar›n tek bir olas› gidiflat› vard›r- hikaye ta-
raf›ndan ifade edilen. E¤er hikayeniz bir grup bal›¤›n nas›l karaya do¤ru
emekledi¤i ve bacaklar›n›n nas›l evrimleflti¤i ise, bunu yaln›zca bir kez olu-
flabilecek bir olay olarak görmeye zorlan›yorsunuz, çünkü hikayenin gidifl
yolu budur. Hikayeye itibar edersiniz ya da etmezsiniz –baflka alternatifler
yoktur.82
Sadece evrimin sözde mekanizmalar› de¤il, fosil kay›tlar› ve yaflayan
tetrapodlar üzerinde yap›lan araflt›rmalar neticesinde elde edilen bulgular
da, evrim teorisinin açmazda oldu¤unu aç›kça göstermektedir. Robert Car-
roll, "Ne fosil kay›tlar› ne de modern familya cinslerindeki geliflmeler üze-
rindeki çal›flmalar henüz tetrapodlardaki vücuda eklemlerle ba¤lanan or-
gan çiftlerinin nas›l evrimleflti¤ine iliflkin tam bir resim sunamamaktad›r."
diye itiraf etmek zorunda kal›r.83
70
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Kurba¤alar›n kökeninde de bir "evrim" süreciyoktur. Bilinen en eski kurba¤alar, bal›klardan ta-mamen farkl› ve kendilerine has yap›lar›yla orta-ya ç›km›flt›r. Günümüzdeki kurba¤alarla da ayn›özelliklere sahiptirler. Dominik Cumhuriyeti'ndebulunan üstteki amber içindeki kurba¤a fosili ileyaflayan örnekleri aras›nda hiçbir fark yoktur.
Bal›klarla kara canl›lar› aras›ndaki ge-
çifli gösterdi¤i iddia edilen canl›lar ise,
gerçekte çeflitli bal›k ve amfibiyen tür-
leridir; bunlar›n hiçbiri ara geçifl for-
mu özelli¤i göstermemektedir.
Evrimci do¤a tarihçileri dört
ayakl›lar›n atas› olarak genellikle
Rhipidistian ya da Cœlacanth s›n›f-
lar›na ait bal›klar› sayarlar. Bunlar,
Crossopterygian tak›m›na ait bal›klard›r ve evrimcileri umutland›ran tek özellik-
leri, yüzgeçlerinin di¤er bal›klara göre "etli" olufludur. Oysa bu bal›klar birer ara
form de¤ildir ve amfibiyenlerle aralar›nda doldurulamaz anatomik ve fizyolo-
jik uçurumlar vard›r.
Bal›klar›n amfibiyenlerin evrimsel atas› say›lamamas›n›n en önemli ne-
denlerinden biri, aralar›ndaki çok büyük anatomik farkl›l›klard›r. Bunun iki
örne¤i, tetrapodlar›n kökenine iliflkin evrimsel senaryolar›n ço¤unda kullan›-
lan Eusthenopteron (soyu tükenmifl bir bal›k) ve Acanthostega (soyu tükenmifl
bir amfibiyen)'d›r. Robert Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolutionadl› kitab›nda aralar›nda evrimsel iliflki oldu¤u iddia edilen bu canl›lar hak-
k›nda afla¤›daki yorumu yapmaktad›r:
Eusthenopteron ve Acanthostega, bal›k ve amfibiyenler aras›ndaki geçiflin son
noktalar› olarak al›nabilir. Bu iki cins aras›nda karfl›laflt›rmas› yap›labilecek
145 anatomik özellikten, 91'i karada yaflama adaptasyonla iliflkili de¤ifliklik-
ler göstermifltir... Bu, Paleozoik tetrapodlar›n on befl temel grubunun köke-
niyle ilgili geçifllerin herhangi birinde ortaya ç›kan de¤iflikliklerin say›s›ndan
çok daha fazlad›r.84
145 anatomik özelli¤in üzerinde 91 de¤ifliklik... Ve evrimciler bütün
bunlar›n yaklafl›k 15 milyon y›ll›k bir süreç içinde, bir dizi rastgele mutas-
yon sonucunda olufltu¤una inanmaktad›rlar.85 Böyle imkans›z bir senar-
yoya inanmak evrim teorisini ayakta tutabilmek için gerekli olabilir, ancak
bu bilime ve mant›¤a ayk›r› bir inançt›r. Ayn› durum di¤er bal›k-amfibiyen
senaryolar› için de geçerlidir. Nature dergisinin editörü Henry Gee, Ichth-yostega (Acanthostega'ya çok benzer özellikleri olan soyu tükenmifl bir am-
fibiyen) üzerine temellendirilmifl bir baflka senaryo üzerinde flöyle bir yo-
rum yapar:
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
71
Geç Devonyen devre ait Kanada'da bu-
lunan bir Eusthenopteron foordi fosili
Ichthyostega'n›n bal›klar ve daha sonraki dönem tetrapodlar› aras›ndaki ka-
y›p halka oldu¤una dair aç›klama, üzerinde çal›fl›yor olmam›z gereken can-
l›dan çok, ön yarg›lar›m›z› ortaya koymaktad›r. Gerçek bizim hayal edebile-
ce¤imizden daha büyük, daha acayip ve daha farkl› oldu¤u zaman, gerçe¤in
üzerine kendi s›n›rl› deneyimimizi temel alarak s›n›rland›r›lm›fl bir görüflü
ne denli empoze etti¤imizi gösterir.86
Amfibiyenlerin kökenine iliflkin bir baflka dikkate de¤er özellik de, üç
amfibiyen kategorisinin ani ortaya ç›k›fl›d›r. R. Carroll "Kurba¤alar, caeci-
lianlar ve semenderlerin en erken fosillerinin tümü Erken Jura Dönemi'n-
den Orta Jura Dönemi'ne kadar görülmektedir. Hepsi flu anda yaflayan to-
runlar›n›n önemli özelliklerinden ço¤unu tafl›maktad›r."87 der. Baflka bir
deyiflle, bu hayvanlar aniden ortaya ç›km›fllar ve o dönemden bu yana hiç-
bir "evrime" maruz kalmam›fllard›r.
Cœlacanth Hakk›ndaki Evrimci Spekülasyonlar
Cœlacanth s›n›f›na dahil olan bal›klar, bir zamanlar bal›klar ve amfibi-
yenler aras›nda yer alan çok güçlü bir ara form delili say›l›yorlard›. Evrim-
ci biyologlar, bu canl›n›n fosillerinden yola ç›karak, canl›n›n vücudunda il-
kel (tam ifllev görmeyen) bir akci¤er bulundu¤unu ileri sürmüfllerdi. Bu
pek çok bilimsel kaynakta anlat›l›yor, hatta Cœlacanth'› denizden karaya ç›-
karken gösteren çizimler yay›nlan›yordu. Ve tüm bunlar, canl›n›n soyu tü-
kenmifl bir tür oldu¤u varsay›m›na dayan›yordu.
Ancak 22 Aral›k 1938'de Hint Okyanusu'nda çok ilginç bir keflif ya-
p›ld›. 70 milyon y›l önce soyu tükenmifl bir ara geçifl formu olarak tan›t›-
lan Cœlacanth ailesinin Latimeria türüne ait canl› bir üyesi okyanusun aç›k-
lar›nda ele geçti! Cœlacanth'›n "kanl›-canl›" bir örne¤inin bulunmas›, ev-
rimciler aç›s›ndan büyük bir floktu kuflkusuz. Evrimci paleontolog J. L. B.
Smith, "Yolda dinozora rastlasayd›m, daha çok flafl›rmazd›m." demiflti.88
‹lerleyen y›llarda baflka bölgelerde de 200'den fazla Cœlacanth yakaland›.
Bu bal›klar›n yakalanmas›yla beraber, bu canl›lar üzerinde yap›lan
spekülasyonlar›n temelsizli¤i de anlafl›lm›fl oldu. Cœlacanth, iddialar›n ak-
sine ne ilkel bir akci¤ere, ne de büyük bir beyne sahipti. Evrimci araflt›r-
mac›lar›n ilkel akci¤er oldu¤unu düflündükleri yap›, bal›¤›n vücudunda
bulunan bir ya¤ kesesinden baflka bir fley de¤ildi.89 Dahas›, "sudan ç›kma-
ya haz›rlanan bir sürüngen aday›" olarak tan›t›lan Cœlacanth'›n, gerçekte
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
72
okyanusun en derin sular›nda yaflayan ve 180 m. derinli¤in üzerine he-
men hiç ç›kmayan bir dip bal›¤› oldu¤u anlafl›ld›.90
Bunun üzerine, Cœlacanth'›n evrimci yay›nlardaki popülaritesi bir an-
da yok oldu. Peter Forey adl› evrimci paleontolog, Nature dergisinde ya-
y›nlanan bir makalede bu konuda flunlar› söylüyor:
Cœlacanthlar'›n tetrapodlar›n atas›na yak›n oldu¤una dair görüfl uzun süredir
kabul gördü¤ü için, Latimeria'n›n (canl›s›n›n) bulunmas›yla birlikte, bal›klar-
dan amfibiyenlere geçifli hakk›nda do¤rudan bilgilerin elde edilece¤i ümit
edilmiflti... Ama Latimeria'n›n anatomisi ve fizyolojisi üzerinde yap›lan ince-
lemeler, bu iliflki varsay›m›n›n sadece bir temenniden ibaret oldu¤unu ve
Cœlacanth'›n bir "kay›p ba¤lant›" olarak gösterilmesinin bir dayana¤›n›n ol-
mad›¤›n› ortaya koydu.91
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
73
Elde, Coelacanth'›n sadece fosilleri varken, evrimci paleontologlar canl› hakk›ndapek çok Darwinist varsay›m öne sürmüfllerdi. Ancak bal›¤›n canl›s› bulundu¤un-da, tüm bu varsay›mlar çöktü.Altta Coelacanth'›n canl› örnekleri yer al›yor. Sa¤daki resim, 1998 y›l› içinde En-donezya'da bulunan en son Coelacanth örne¤ine ait.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
74
Böylece bal›klar ve amfibiyenler aras›ndaki tek ciddi ara form iddias›
da geçersiz hale geldi.
Sudan Karaya Geçifl ‹ddias›n›n Fizyolojik Engelleri
Bal›klar›n kara canl›lar›n›n atas› oldu¤u iddias›, fosil bulgular› kadar
anatomik ve fizyolojik incelemeler taraf›ndan da geçersiz k›l›nmaktad›r.
Deniz canl›lar› ile kara canl›lar› aras›ndaki büyük anatomik ve fizyolojik
farklar› inceledi¤imizde, bu farklar›n rastlant›lara dayal› kademeli bir ev-
rim süreci taraf›ndan giderilmesinin mümkün olmad›¤›n› görürüz. Söz
konusu farklar›n en belirginlerini flöyle s›ralayabiliriz:
Evrimcilerin, Coelacanth ve benzeri bal›klar› "kara canl›lar›n›n atas›" olarak hayal etmeleri-nin as›l nedeni, bu bal›klar›n yüzgeçlerinin kemikli olufludur. Bu kemiklerin zamanla ayak-lara dönüfltü¤ünü varsayarlar. Ancak bu bal›klar›n kemikleri ile Ichthyostega gibi kara can-l›lar›n›n ayaklar› aras›nda çok temel bir fark vard›r: Coelacanth'da kemikler, 1 no.lu flekildegörüldü¤ü gibi canl›n›n omurgas›na ba¤l› de¤ildir. Ancak Ichthyostega'da kemikler, 2 no.luflekilde gösterildi¤i gibi do¤rudan omurgaya ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, bu yüzgeçlerin yavafl ya-vafl ayaklara dönüfltükleri iddias› tamamen temelsizdir. Dahas›, Coelacanth'›n yüzgeçlerin-deki kemiklerin yap›s› ile Ichthyostega'n›n ayaklar›ndaki kemiklerin yap›s› da, 3 ve 4 no.luflekillerde görüldü¤ü gibi çok farkl›d›r.
kemikleromurgadanba¤›ms›z
kemikleromurgayaba¤l›
Coelacanth
Ichthyostega
1
2
YÜZGEÇ ‹LE AYAK ARASINDAK‹ FARK
Ichthyostega'n›naya¤›
Coelacanth'›nyüzgeci
3
4
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
75
1. A¤›rl›¤›n tafl›nmas›: Denizlerde yaflayan canl›lar kendi a¤›rl›klar›-
n› tafl›mak gibi bir sorunla karfl›laflmazlar. Vücut yap›lar› da böyle bir iflle-
ve yönelik de¤ildir. Oysa karada yaflayanlar›n büyük bir k›sm› enerjileri-
nin %40'›n› vücutlar›n› tafl›mak için kullan›rlar. Kara yaflam›na geçti¤i id-
dia edilen bir su canl›s›n›n bu enerji ihtiyac›n› karfl›layabilecek yeni kas ve
iskelet yap›s›na gereksinim duymas› kaç›n›lmazd›r, fakat bu kompleks ya-
p›lar›n rastgele mutasyonlarla oluflmas› da mümkün de¤ildir.
Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeri bal›klar› "kara canl›lar›n›n atas›"
olarak hayal etmelerinin as›l nedeni ise, bu bal›klar›n yüzgeçlerinin ke-
mikli olufludur. Bu kemiklerin zamanla a¤›rl›k tafl›y›c› ayaklara dönüfltü-
¤ünü varsayarlar. Ancak bu bal›klar›n kemikleri ile kara canl›lar›n›n ayak-
lar› aras›nda çok temel bir fark vard›r: Bal›klardaki kemikler, canl›n›n
omurgas›na ba¤l› de¤ildir. Omurgaya ba¤l› olmad›klar› için de a¤›rl›k ta-
fl›ma gibi bir ifllev üstlenemezler. Kara canl›lar›nda ise kemikler do¤rudan
omurgaya ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, bu yüzgeçlerin yavafl yavafl ayaklara dö-
nüfltükleri iddias› da temelsizdir.
2. S›cakl›¤›n korunmas›: Karada ›s› çok çabuk ve çok büyük farklar-
la de¤iflir. Bir kara canl›s›n›n, bu yüksek ›s› farkl›l›klar›na uyum sa¤laya-
cak bir metabolizmas› vard›r. Oysa denizlerde ›s› çok a¤›r de¤iflir ve bu de-
¤iflim karadaki kadar büyük farklar aras›nda olmaz. Denizlerdeki sabit s›-
cakl›¤a göre bir vücut sistemine sahip olan bir canl›, karada yaflayabilmek
için, karadaki s›cakl›k de¤iflimine uyum sa¤layacak korunma sistemini ka-
zanmak zorundad›r. Kuflkusuz bal›klar›n karaya ç›kar ç›kmaz rastlant›sal
mutasyonlar sonucunda böyle bir sisteme kavufltuklar›n› öne sürmek, son
derece saçmad›r.
3. Suyun kullan›m›: Canl›lar için kaç›n›lmaz bir ihtiyaç olan su, kara
ortam›nda az bulunur. Bu nedenle suyun, hatta nemin ölçülü kullan›lma-
s› zorunludur. Örne¤in deri, su kaybetmeyi ve buharlaflmay› önleyecek fle-
kilde olmal›d›r. Canl› susama duygusuna sahip olmal›d›r. Oysa suda yafla-
yan canl›lar›n susama duygusu bulunmaz ve derileri de susuz ortama uy-
gun de¤ildir.
4. Böbrekler: Su canl›lar›, baflta amonyak olmak üzere vücutlar›nda
biriken art›k maddeleri, bulunduklar› ortamda su bol oldu¤undan hemen
süzerek atabilirler. Tatl› su bal›¤›nda, nitrojen içeren at›klar›n ço¤u (yüksek
miktarlarda amonyak (NH3) dahil) solungaçlardan yay›lma yoluyla ç›kar.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
76
Böbrekler, boflalt›m sisteminin bir organ› olmaktan çok, hayvan›n su den-
gesini korumaya yarar. Deniz bal›klar›n›n iki türü vard›r. Köpek bal›klar›,
t›rpana ve kedi bal›klar› kanlar›nda çok yüksek seviyede üre tafl›yabilirler.
Köpek bal›klar›n›n kan› di¤er omurgal›larda %0.01-0.03 olan orana karfl›n
%2.5 üre tafl›yabilir. Di¤er tür, örne¤in kemikli bal›klar çok daha farkl›d›r.
Sürekli olarak su kaybederler, ancak deniz suyunu içtikten sonra tuzdan
ar›nd›rarak kaybettikleri suyu karfl›larlar. Vücutlar›ndaki at›k maddeleri
atmak için, kara omurgal›lar›nkinden farkl› sistemlere sahiptirler. Bu ne-
denle sudan karaya geçiflin gerçekleflmesi için böbre¤i olmayan canl›lar›n
bir anda geliflmifl bir böbrek sistemi edinmeleri gerekir.
5. Solunum sistemi: Bal›klar suda erimifl halde bulunan oksijeni so-
lungaçlar›yla al›rlar. Suyun d›fl›nda ise birkaç dakikadan fazla yaflayamaz-
lar. Karada yaflamalar› için, bir anda kusursuz bir akci¤er sistemi edinme-
leri gerekir.
Tüm bu fizyolojik de¤iflikliklerin ayn› canl›da tesadüfler sonucu ve
ayn› anda meydana gelmesi ise, elbette imkans›zd›r.
BÖBREK ENGEL‹
Bal›klar bedenlerindeki zararl› madde-
leri do¤rudan suya b›rak›rlar. Kara
canl›lar›n›n ise böbreklere ihtiyaçlar›
vard›r. Dolay›s›yla "sudan karaya ge-
çifl" senaryosu, böbreklerin de tesadü-
fen oluflmas›n› gerektirir.
Oysa böbrekler son derece kompleks
bir yap›ya sahiptir. Dahas› bir böbre-
¤in görevini yapabilmesi için eksiksiz
ve kusursuz olmas› gerekir. Yaln›zca
%50'si veya %70'i, hatta %90'› olufl-
mufl bir böbre¤in hiçbir ifllevi yoktur.
Evrim teorisi "kullan›lmayan organ
at›l›r" varsay›m›na dayand›¤›na göre,
%50'si sa¤lam olan bir böbrek daha
evriminin ilk aflamas›nda vücuttan at›-
lacakt›r.
korteks
nefron
Bowmankapsülü
Böbreksinüsü
Böbrek papillas›
Medüllapiramidi
Fibrözkapsül
Küçükkadeh
medülla
Böbrek atardamar›Böbrek toplardamar›
Üreter
Böbrek pelvisi
METAMORFOZ Kurba¤alar önce su içinde do¤ar, bir süre bu-
rada yaflar, daha sonra ise "metamorfoz" ad›
verilen de¤iflimle birlikte karaya ç›karlar. Baz›
insanlar ise, metamorfozu "evrim"in bir delili
ya da örne¤i san›r. Oysa, gerçekte metamor-
fozun evrimle hiçbir ilgisi yoktur.
Evrim teorisinin öne sürdü¤ü tek geliflme me-
kanizmas›, mutasyonlard›r. Metamorfoz ise,
mutasyon gibi tesadüfi etkilerle gerçeklefl-
mez. Aksine bu de¤iflim, kurba¤an›n genetik
bilgilerinde en bafltan kay›tl›d›r. Yani bir kur-
ba¤a ilk do¤du¤unda, onun bir süre sonra de-
¤iflim geçirip karada yaflamaya uygun bir vü-
cuda sahip olaca¤› bellidir. Son y›llarda yap›-
lan araflt›rmalar, metamorfoz sürecinin farkl›
genler taraf›ndan kontrol edilen çok komp-
leks bir ifllem oldu¤unu göstermektedir. Örne-
¤in bu dönüflüm s›ras›nda s›rf kuyru¤un kay-
bolmas› ifllemi, Science News dergisindeki ifa-
deyle "bir düzineden fazla gen" taraf›ndan
yönetilmektedir. (Science News, 17 Haziran
1999, s. 43)
Evrimcilerin "sudan karaya geçifl" iddias› ise,
tamamen suda yaflamak için yarat›lm›fl bir ge-
netik bilgiye sahip olan bal›klar›n, rastgele
mutasyonlar sonucunda, tesadüfen kara canl›-
lar›na dönüfltü¤ü fleklindedir. Bu nedenle me-
tamorfoz gerçekte evrimi destekleyen de¤il,
çürüten bir delildir. Çünkü metamorfoz süreci-
ne en ufak bir hata kar›flsa, canl› ölür ya da
sakat kal›r. Metamorfozun mutlaka kusursuz
olarak tamamlanmas› flartt›r. Bu denli komp-
leks ve hataya izin vermeyen bir sürecin, evri-
min iddia etti¤i gibi rastgele mutasyonlarla
ortaya ç›kmas› ise imkans›zd›r.
Sürüngenlerin Kökeni
Dinozor, kertenkele, kaplumba¤a ya da timsah... Tüm bu canl›lar,
"sürüngenler" olarak bilinen aileye aittir. Dinozorlar gibi baz› sürüngenle-
rin soyu tükenmifltir, ama baz›lar› hala yaflamaktad›r. Sürüngenlerin ken-
dilerine has özellikleri vard›r. Hepsinin vücudu, "pul" olarak adland›r›lan
sert kabuklarla kapl›d›r. So¤ukkanl›d›rlar, yani kendi vücut ›s›lar›n› ürete-
mezler. Bu yüzden de her gün günefle ç›k›p vücutlar›n› ›s›tma ihtiyac› du-
yarlar. Yavrular›n› ise yumurtlayarak dünyaya getirirler.
Bu canl›lar›n kökeni ele al›nd›¤›nda, evrim teorisinin yine açmazda
oldu¤u görülür. Bu konudaki Darwinist iddia, sürüngenlerin amfibiyen-
lerden evrimleflti¤i fleklindedir. Ama bu iddiay› destekleyecek hiçbir so-
mut bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenler ile sürüngenler aras›nda yap›labi-
lecek bir inceleme, iki canl› grubu aras›nda çok büyük fizyolojik farklar
bulundu¤unu ve "yar› sürüngen-yar› amfibiyen" bir canl›n›n yaflamas›n›n
mümkün olmad›¤›n› göstermektedir.
Bunun bir örne¤i, iki farkl› canl› grubunun yumurta yap›lar›d›r. Am-
fibiyenler yumurtalar›n› suya b›rak›rlar. Yumurtalar su içindeki geliflimle-
ri için uygun bir yap›dad›rlar; son derece geçirgen ve fleffaf bir zar ve jö-
lemsi bir k›vama sahiptirler. Oysa sürüngenler karada yumurtlarlar ve do-
lay›s›yla yumurtalar› da karadaki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›flt›r.
"Amniotik yumurta" olarak da bilinen sürüngen yumurtas›n›n sert kabu-
¤u hava geçirir, ama su geçirmez. Bu sayede yavrunun ihtiyaç duydu¤u
s›v›, o yumurtadan ç›k›ncaya kadar saklan›r.
Amfibiyen yumurtalar› e¤er karaya b›rak›lacak olsa, k›sa zamanda
kuruyacak ve içindeki embriyolar da ölecektir. Bu durum, sürüngenlerin
kademeli olarak amfibiyenlerden evrimlefltiklerini öne süren evrim teorisi
aç›s›ndan aç›klanamayan bir sorundur. Çünkü karada yaflam bafllayacak-
sa, amfibiyen yumurtas›n›n tek bir nesil içinde amniotik yumurtaya dö-
nüflmesi zorunludur. Bunun evrim mekanizmalar› olarak öne sürülen do-
¤al seleksiyon-mutasyon taraf›ndan nas›l yap›lm›fl olabilece¤i aç›klanama-
maktad›r. Biyolog Michael Denton bu konudaki evrimci açmaz›n detayla-
r›n› flu flekilde aç›klar:
Tüm evrim ders kitaplar› sürüngenlerin amfibiyenlerden evrimleflti¤ini ileri
sürer, ancak hiçbiri sürüngenlerin temel ay›rt edici adaptasyonu olan amni-
otik yumurtan›n birbiri ard›nca oluflarak biriken küçük de¤iflikliklerin sonu-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
78
cu nas›l dereceli flekilde ortaya ç›kt›¤›n› aç›klamaz. Sürüngenlerin amniotik
yumurtas›, amfibiyenlerinkinden büyük ölçüde daha kompleks ve tamamen
farkl›d›r. Bütün hayvanlar aleminde birbirinden bu kadar farkl› baflka iki yu-
murta yoktur... Amniotik yumurtan›n ve amfibiyen-sürüngen geçiflinin kö-
keni, evrim flemalar›nda hiçbir zaman gösterilemeyen temel omurgal› bö-
lümlerinden biridir. Örne¤in bir amfibiyenin kalp ve aort damar kemerleri-
nin nas›l dereceli olarak sürüngen ve memeli koflullar›na dönüfltü¤ünü ta-
sarlamak, kesinlikle korkunç problemler ortaya ç›kartacakt›r...92
Öte yandan, fosil kay›tlar› da sürüngenlerin kökenini evrimci bir
aç›klamadan yoksun b›rakmaktad›r.
Robert L. Carroll, "en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden çok
farkl› olduklar›n› ve atalar›n›n hala belirlenemedi¤ini" kabul etmek zorun-
da kal›r. Klasik çal›flmas› Vertebrate Paleontology and Evolution adl› kitab›n-
79
YUMURTALARIN FARKI
Amfibiyen-sürüngen evrimi senaryosunun
tutars›zl›klar›ndan biri de, yumurtalar›n ya-
p›s›d›r. Su içinde geliflen amfibiyen yumurta-
lar›, jölemsi bir yap›ya ve geçirgen bir zara
sahiptir. Oysa sürüngen yumurtalar›, sa¤daki dinozor yumurtas› rekonstrük-
siyonunda görüldü¤ü gibi, kara flartlar›na uygun sert ve su geçirmez bir yap›-
dad›r. Bir amfibiyenin "sürüngenleflmesi" için yumurtalar›n›n tesadüfen ku-
sursuz bir sürüngen yumurtas›na dönüflmesi gerekir. Oysa böyle bir dönüflüm
s›ras›ndaki en ufak bir hata, canl›n›n neslinin tükenmesine yol açacakt›r.
da, "Erken dönem amniotlar› tüm Paleozoik Dönem amfibiyenlerinden
yeterince farkl›d›r ve atalar› belirlenmemifltir."93 diye yazmaktad›r. 1997 y›-
l›nda yay›nlanan Patterns and Processes of Vertebrate Evolution adl› sonraki
kitab›nda ise, "Modern amfibiyen türlerinin kökeni ve erken dönem tetra-
podlar› aras›ndaki geçifl, di¤er birçok temel grubun kökeniyle birlikte ha-
len çok az bilinmektedir." diye itiraf etmektedir.94
Ayn› gerçek Stephen Jay Gould taraf›ndan da kabul edilmekte ve Go-
uld, "Hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle karada yaflayan omurgal›lar›n (sü-
rüngen, kufl ve memelilerin) atas› olarak görünmüyor." demektedir.95
fiimdiye dek "sürüngenlerin atas›" olarak gösterilmeye çal›fl›lan en
önemli canl› ise, Seymouria adl› amfibiyen türü olmufltur. Oysa Seymo-uria'n›n bir ara form olamayaca¤›, Seymouria'n›n yeryüzünde ilk kez orta-
ya ç›k›fl›ndan 30 milyon y›l öncesinde de sürüngenlerin yaflam›fl olmas›n›n
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
80
SEYMOURIA
YANILGISI
Evrimciler bir za-manlar solda fosili
yer alan Seymouria adl›canl›n›n, amfibiyen
ile sürüngen ara-s› bir geçifl for-
mu oldu¤unu id-dia etmifllerdi. Bu
senaryoya göre, Seymouria "sürün-genlerin ilkel atas›" idi. Ancak sonra-ki fosil bulgular›, Seymouria'n›n yer-yüzünde ilk kez ortaya ç›k›fl›ndan 30milyon y›l öncesinde de sürüngenle-
rin yaflad›¤›n› gösterdi. Bu durumkarfl›s›nda, evrimciler, Seymouria
hakk›ndaki yorumlar›n› sona erdir-mek zorunda kald›lar.
bulunmas›yla ortaya ç›km›flt›r. En eski Seymouria fosilleri, Alt Permiyen ta-
bakas›na, yani bundan 280 milyon y›l öncesine aittir. Oysa bilinen en eski
sürüngen türleri olan Hylonomus ve Paleothyris, Alt Pensilvanyen tabakala-
r›nda bulunmufllard›r ki, bu tabakalar 330-315 milyon y›l öncesine aittir.96
"Sürüngenlerin atas›"n›n sürüngenlerden çok sonra yaflam›fl olmas›, elbet-
te imkans›zd›r.
K›sacas› bilimsel bulgular, sürüngenlerin yeryüzünde evrim teorisi-
nin öne sürdü¤ü gibi kademeli bir geliflimle de¤il, hiçbir atalar› olmadan
bir anda ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir.
Y›lanlar ve Kaplumba¤alar
Öte yandan y›lan, timsah, dinozor ya da kertenkele gibi çok farkl› sü-
rüngen s›n›flamalar› aras›nda da afl›lmaz s›n›rlar vard›r. Bu farkl› s›n›fla-
malar›n her biri, fosil kay›tlar›nda birbirlerinden çok farkl› yap›lar›yla ve
birdenbire belirir. Evrimciler, bu farkl› gruplar aras›nda, yap›lar›na baka-
rak evrimsel süreçler hayal ederler. Ama bu varsay›mlar›n fosil kay›tlar›n-
da bir karfl›l›¤› yoktur. Örne¤in yayg›n bir evrimci varsay›m, y›lanlar›n,
ayaklar›n› kademeli olarak yitiren kertenkelelerden evrimleflti¤i yönünde-
dir. Ancak ayaklar›n› mutasyon sonucunda kaybetmeye bafllayan bir ker-
tenkelenin nas›l olup da daha
"avantajl›" hale gelebilece¤i ve do-
¤al seleksiyon taraf›ndan "seçilece-
¤i" sorusu cevaps›zd›r.
Kald› ki, fosil kay›tlar›nda bu-
lunan en eski y›lanlar da, hiçbir
"ara form" özelli¤i tafl›mayan ve
günümüzdeki örneklerinden fark-
s›z canl›lard›r. Bilinen en eski y›lan
fosili, Güney Amerika'da Üst Cre-
taceous Devri'ne ait kayal›klarda
bulunmufl olan Dinilysia'd›r. Ro-
bert Carrol, bu canl›n›n "son dere-
ce ilerlemifl bir evrim düzeyinde
oldu¤unu", yani y›lanlar›n karak-
teristik özelliklerine zaten sahip
oldu¤unu kabul etmektedir.97
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
81
Yaklafl›k 50 milyon y›ll›k piton y›lan› fosili.Tür ismi; Palaeopython
Bir di¤er sürüngen s›n›f› olan kaplumba¤alar da, fosil kay›tlar›nda
kendilerine özgü kabuklar›yla birlikte bir anda belirir. Evrimci bir kaynak-
ta kaplumba¤alar›n kökeni hakk›nda flu ifadelere yer verilmektedir:
Maalesef, kaplumba¤alar di¤er omurgal›lardan çok daha fazla ve iyi korun-
mufl fosiller b›rakmas›na ra¤men, bu oldukça baflar›l› cinsin kökeni erken
dönem fosillerinin eksikli¤inden dolay› bulan›klaflm›flt›r. Triassic Döne-
mi'nin (yaklafl›k 200 milyon y›l önce) ortalar›na do¤ru kaplumba¤alar say›-
s›zd› ve temel kaplumba¤a özelliklerine sahipti... Kaplumba¤alar ile muhte-
melen kurba¤alar›n evrimleflmifl oldu¤u ilkel sürüngenler olan cotylosaurlar
aras›ndaki geçifl tamamen eksiktir.98
Robert Carroll da, kaplumba¤alar›n kökenini "halen çok az bilinen
önemli geçifller" aras›nda saymak zorunda kalm›flt›r.99
Tüm bu söz konusu canl› s›n›flamalar›, yeryüzünde bir anda ve ayr› ay-
r› ortaya ç›km›fllard›r. Bu durum, yarat›lm›fl olduklar›n›n bilimsel bir kan›t›d›r.
Uçan Sürüngenler
Sürüngenler s›n›f› içinde yer alan ilginç bir canl› grubu, uçan sürün-
genlerdir. Bunlar, yaklafl›k 200 milyon y›l önce Üst Triasik Devri'nde ilk
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
82
Üstte, Almanya'da bulunan 45 milyon y›ll›kbir tatl› su kaplumba¤as› fosili. Sa¤da ise,
bilinen en eski deniz kaplumba¤as› kal›nt›-s›: Brezilya'da bulunan bu 110 milyon y›ll›kfosil, bugün yaflayan örneklerinden farks›z.
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
83
kez ortaya ç›km›fl ve daha sonra ise soylar› tükenmifl bir canl› grubudur.
Bu canl›lar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen s›n›f›n›n temel özellikle-
rine sahiptirler: Metabolizmalar› so¤ukkanl›d›r (›s› üretemezler) ve vücut-
lar› pullarla kapl›d›r. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sa-
yesinde uçabildikleri düflünülmektedir.
Uçan sürüngenler baz› popüler evrimci yay›nlarda Darwinizm'i des-
tekleyen paleontolojik bir bulgu olarak gösterilir, ya da en az›ndan böyle
bir imaj oluflturulur. Oysa aksine, uçan sürüngenlerin kökeni evrim teorisi
ad›na ciddi bir sorundur. Bunun en aç›k göstergesi de, uçan sürüngenlerin,
kara sürüngenleriyle aralar›nda hiçbir geçifl türü olmadan, bir anda ve ek-
siksiz olarak ortaya ç›kmalar›d›r. Uçan sürüngenler, kusursuzca yarat›lm›fl
kanatlara sahiptir ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Yar›m
kanatl›" herhangi bir canl›ya ise, fosil kay›tlar›nda rastlanmamaktad›r.
Nitekim "yar›m kanatl›" canl›lar›n yaflam›fl olmas› da mümkün de¤il-
dir. Çünkü bu tür hayali canl›lar, e¤er yaflam›fl olsalard›, ön ayaklar›n› kay-
bettikleri, ama henüz uçacak durumda da olmad›klar› için di¤er sürün-
genlere göre dezavantajl› hale geleceklerdi. Bu durumda ise, evrimin ken-
di kabulüne göre elenip soylar›n›n tükenmesi gerekirdi.
Nitekim uçan sürüngenlerin kanatlar›n›n yap›s› incelendi¤inde, bu-
nun asla evrimle aç›klanamayacak kadar kusursuz bir yarat›l›fla sahip ol-
du¤u görülür. Uçan sürüngenlerin kanatlar› üzerinde di¤er sürüngenlerin
ön ayaklar› gibi befl tane parmaklar› vard›r. Ancak dördüncü parmak, di¤er
Pterodactyluskochi türüne aitbir uçan sürün-
gen fosili. Bavye-ra bölgesinde bu-
lunan bu örnek,yaklafl›k 240 mil-yon y›l yafl›nda.
En eski uçan sürüngen türlerinden biri olan Eu-dimorphodon'un fosili. Kuzey ‹talya'da bulunan
bu örnek, yaklafl›k 220 milyon y›l yafl›nda.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
84
parmaklardan ortalama 20 kat daha uzundur ve kanat da bu parma¤›n al-
t›nda uzan›r. E¤er kara sürüngenleri uçan sürüngenlere evrimleflmifllerse,
o halde söz konusu dördüncü parmak da yavafl yavafl, kademe kademe
uzam›fl olmal›d›r. Sadece dördüncü parmak de¤il, tüm kanat yap›s›, rast-
lant›sal mutasyonlarla geliflmeli ve tüm bu süreç de canl›ya avantaj kazan-
d›rmal›d›r. Evrim teorisinin paleontolojik düzeydeki önde gelen elefltir-
menlerinden biri olan Duane T. Gish, bu noktada flu yorumu yapar:
Bir kara sürüngeninin kademeli bir biçimde bir uçan sürüngene dönüflebile-
ce¤i varsay›m› tümüyle tutars›zd›r. Böyle bir dönüflüm s›ras›nda ortaya ç›ka-
cak olan yar›m, tamamlanmam›fl yap›lar, canl›ya bir avantaj kazand›rmak bir
yana, onu tümüyle dezavantajl› hale getirecektir. Örne¤in evrimciler, baz›
mutasyonlar›n sadece dördüncü parma¤› etkiledi¤ini ve onu zaman içinde
yavafl yavafl uzatt›¤›n› varsayarlar. Elbette, di¤er baz› rastlant›sal mutasyon-
lar›n da, her ne kadar inan›lmaz gözükse de, bu yönde tam bir ifl birli¤i ya-
parak, kanat zar›n›n, uçufl kaslar›n›n, tendonlar›n, sinirlerin, kan damarlar›-
n›n ve kanat için gereken di¤er yap›lar›n kademeli olarak evrimleflmesini
sa¤lamalar› gerekmektedir. Belirli bir aflamada, geliflmekte olan bu uçan sü-
rüngen %25'lik bir kanat dokusuna sahip olacakt›r. Ancak bu garip yarat›k
hiçbir flekilde yaflayamayacakt›r. %25'lik bir kanat dokusu ona ne avantaj
sa¤layabilir? Aç›kt›r ki, bu canl› uçamayacakt›r ve art›k eskisi gibi koflama-
yacakt›r da.100
K›sacas› uçan sürüngenlerin kökeninin Darwinist evrim mekanizma-
lar›yla aç›klanmas› imkans›zd›r. Nitekim fosil kay›tlar› da böyle bir ev-
Uçan sürüngenlerin kanatlar›, di¤er par-maklardan ortalama 20 kat daha uzunolan "dördüncü parmak" boyunca uzan›r.Önemli olan nokta, bu ilginç kanat yap›s›-n›n fosil kay›tlar›nda bir anda ve kusur-suz flekliyle ortaya ç›kmas›d›r. "Dördüncüparmak"›n kademeli bir biçimde, yani ev-rimle uzad›¤›n› gösterebilecek ara formörne¤i yoktur.
Gerçek Do¤a Tarihi -I-
Stenopterygiustürüne ait birIchthyosaur fo-sili; yaklafl›k 250milyon y›ll›k.
rimin yaflanmam›fl oldu¤unu ortaya koyar. Fosil katmanlar›nda, sadece
bugün tan›d›¤›m›z gibi kara sürüngenleri ve kusursuz uçan sürüngenler
vard›r. Hiçbir ara form yoktur. R. Carroll, bir evrimci olmas›na karfl›n bu
konuda flu itirafta bulunur:
Triasik Devir'de ortaya ç›kan tüm uçan sürüngenler (pterosaurlar) uçufl için
çok özelleflmifl yap›ya sahiptir... Atalar›n›n ne oldu¤u konusunda ve uçuflla-
r›n›n kökeninin ilk aflamalar› hakk›nda ise hiçbir bulgu yoktur.101
Carroll, daha sonra, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution adl›
çal›flmas›nda pterosaurlar› hakk›nda fazla bir fley bilinmeyen önemli geçifl
türleri aras›nda saymaktad›r.102
Görüldü¤ü gibi, uçan sürüngenlerin evrime delil oluflturan hiçbir yö-
nü yoktur. Ancak sürüngen terimi ço¤u insan için sadece karada yaflayan
canl›lar› ifade etti¤i için, popüler evrimci yay›nlar, "uçan sürüngen" kavra-
m›yla "sürüngenlerin kanatlan›p uçmas›" imaj› vermeye u¤rafl›rlar. Oysa
kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralar›nda hiçbir evrimsel iliflki ol-
madan ortaya ç›km›fllard›r.
Deniz Sürüngenleri
Sürüngenler s›n›flamas›n›n bir di¤er ilginç kategorisi ise, deniz sü-
rüngenleridir. Bu canl›lar›n büyük bölümünün soylar› tükenmifltir; deniz
kaplumba¤alar› ise bu grubun halen yaflayan bir cinsidir. Deniz sürüngen-
lerinin kökeni, ayn› uçan sürüngenler gibi, evrimci bir yaklafl›mla aç›kla-
namaz durumdad›r. Bilinen en önemli deniz sürüngeni, Ichthyosaur olarak
bilinen canl›d›r. Edwin H. Colbert ve Michael Morales, Evolution of the Ver-tebrates adl› kitaplar›nda bu canl›lar›n kökeni hakk›nda evrimci bir yorum
yap›lamay›fl›n› flöyle kabul ederler:
Deniz memelilerinin pek çok yönden en özelleflmifl türü olan Ichthyosaur, er-
ken Triasik Devri'nde ortaya ç›km›flt›r. Sürüngenlerin jeoloji tarihine giriflle-
85
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
86
ri son derece ani ve dramatik bir flekilde olmufltur; Triasik öncesi devirlere ait
fosil yataklar›nda, Ichthyosaurlar'›n muhtemel atalar›na ait hiçbir iz yoktur...
Ichthyosaur iliflkileri hakk›ndaki en temel sorun, bu sürüngenleri bilinen bafl-
ka herhangi bir sürüngen tak›m›na ba¤layabilecek hiçbir sonuca götürücü
delilin bulunamay›fl›d›r.103
Bir baflka omurgal› tarihi uzman› Alfred S. Romer ise flöyle yazmak-
tad›r:
(Ichthyosaur hakk›nda) hiçbir ilkel form bilinmemektedir. Ichthyosaur yap›s›-
n›n kendine özgü özellikleri, geliflmek için çok uzun bir zaman dilimi gerek-
tirmektedir ve dolay›s›yla bu canl›lar›n çok eski bir kökene sahip olmalar›n›
gerektirir. Ama bu canl›lar›n atas› olarak kabul edilebilecek hiçbir Permiyen
Devri sürüngeni bilinmemektedir.104
Carroll, Ichthyosaurlar ve Nothosaurlar'›n (bir baflka deniz sürüngeni
ailesi) kökeninin evrimciler için "çok fazla bilinmeyen" birçok durumdan
biri oldu¤unu itiraf etmek zorunda kalm›flt›r.105
Sonuç olarak, sürüngenler s›n›flamas› içinde yer alan farkl› canl›lar,
aralar›nda evrimsel bir iliflki olmadan yeryüzünde ortaya ç›km›flt›r. Ayn›
durum, ilerleyen sayfalarda inceleyece¤imiz gibi, memeliler için de geçer-
lidir. Uçan memeliler vard›r (yarasa) ve deniz memelileri
vard›r. (yunuslar ve balinalar) Bu farkl› s›n›flamalar
ise evrime bir kan›t de¤il, aksine evrim için aç›k-
lanamayan büyük birer sorundur. Çünkü tüm
farkl› s›n›flamalar, aralar›nda hiçbir geçifl
formu bulunmadan ve tümüyle farkl› ya-
p›lar›yla yeryüzünde aniden belirmifltir.
Bu ise, tüm bu canl›lar›n yarat›l-
m›fl olduklar›n›n çok aç›k bir bilim-
sel kan›t›n› oluflturmaktad›r.
Yaklafl›k 200 milyon y›ll›k bir Ichthyosaur fosili
eryüzünde binlerce çeflit kufl yaflar. Bu kufllar›n her biri de¤iflik özel-
liklere sahiptir. fiahinin keskin gözleri, genifl kanatlar› ve sivri pen-
çeleri vard›r. Kolibri kuflu uzun gagas›yla bitkilerin özlerini emer.
Baz›lar›, her y›l binlerce kilometre yol katederek dünyan›n bir ucun-
dan öteki ucuna göç eder. Ve tüm bu kufllar› di¤er hayvanlardan ay›ran
çok önemli bir özellik vard›r: Uçmak. Biyolojik olarak kufl s›n›f›na dahil
edilen hayvanlar›n tamam›na yak›n›, uçabilme özelli¤ine sahiptir.
Peki, kufllar nas›l var olmufltur?
Evrim teorisi kufllar›n kökenine uzun bir senaryo ile aç›klama getir-
meye çal›fl›r: Buna göre, kufllar›n atalar› sürüngenlerdir. Kufllar günümüz-
den yaklafl›k 150-200 milyon y›l önce, bu sürüngen atalar›ndan ayr›lm›fl-
lard›r. ‹lk kufllar uçma yetene¤i çok zay›f olan yarat›klard›r. Ancak evrim
süreci içerisinde bu ilkel kufllar›n pullarla kapl› kal›n derileri, yerlerini, uç-
mak için kulland›klar› tüylere b›rak›rlar. Ön ayaklar da tamamen tüylerle
kaplan›p art›k ayak olarak kullan›lamaz hale gelir ve kanatlar› oluflturur-
lar. Böylece baz› sürüngenler, kademeli bir evrim süreci sonunda kendile-
rini uçmaya adapte ederler ve günümüz kufllar› oluflur.
Bu senaryo evrimci kaynaklarda bilimsel bir edayla savunulur. An-
cak biraz detaylara inildi¤inde ve bilimsel veriler incelendi¤inde, senaryo-
nun bilimsel verilere de¤il, hayal gücüne dayand›¤› görülmektedir.
Evrimcilere Göre Uçuflun Kökeni
Kara canl›s› olan sürüngenlerin nas›l olup da uçmaya bafllad›klar› ev-
rimciler aras›nda çeflitli spekülasyonlara neden olmufl bir konudur. Bu ko-
nuda bafll›ca iki teori vard›r: ‹lk teori, kufllar›n atalar›n›n a¤açlardan yere
GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹ -II-(KUfiLAR VE MEMEL‹LER)
Y
87
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
88
indiklerini savunur. Bu teoriye göre, kufllar›n atalar›, a¤açlarda yaflayan
sürüngenlerdir ve bunlar zamanla "daldan dala atlayarak kanatlanm›fllar-
d›r". Buna "arboreal teori" denilir. Bir di¤er görüfl de, kufllar›n yerden yu-
kar› do¤ru havaland›klar› fleklindedir ve "cursorial teori" olarak bilinir.
Her iki teori de tamamen spekülatif temellere dayanmaktad›r. Ne ar-
boreal teoriyi ne de cursorial teoriyi destekleyecek hiçbir kan›t yoktur. Ev-
rimcilerin bu soruna karfl› bulduklar› çözüm de oldukça basittir; böyle bir
delili "varsayarlar". Cursorial teoriyi ortaya atan Yale Üniversitesi Jeoloji
Kürsüsü profesörü John Ostrom, bu yaklafl›m›n› flöyle aç›klar:
Herhangi bir pro-avis'e (uçufl öncesi canl›ya) ait hiçbir fosil kan›t› yoktur. O
tamamen kuramsal bir kufl öncülüdür... Böyle bir canl›n›n yaflam›fl olmas›
gerekmektedir.106
Ancak arboreal teoriye göre "yaflam›fl olmas›" gereken bu ara geçifl
formu, hiçbir zaman bulunamam›flt›r. Cursorial teori daha da problemli-
dir. Bu teorinin temel argüman›, baz› sürüngenlerin böcek avlamak için ön
kollar›n› uzun süre ve s›k s›k ç›rpt›klar› ve zaman içinde de bu ön kollar›n
kanatlara dönüfltü¤ü fleklindedir. Kanat gibi son derece kompleks bir or-
gan›n, sinek yakalamak için birbirine ç›rp›lan ön kollardan nas›l meydana
geldi¤i hakk›nda ise hiçbir aç›klama yap›lmamaktad›r.
Evrim teorisini kufllar›n kökeni konusunda çaresiz b›rakan noktalar-
dan biri, kanatlar›n sahip oldu¤u indirgenemez kompleks yap›d›r. Bir bafl-
ka deyiflle, kanatlar ancak mükemmel yap›lar›yla ifle yaramakta, "eksik"
bir kanat ise hiçbir ifllev görmemektedir. Bu durumda evrimin öne sürdü-
¤ü yegane mekanizma olan "kademeli geliflim" modeli hiçbir fley ifade et-
memektedir. Türk biyolog Engin Korur, kanatlar›n evrimleflmesinin im-
kans›zl›¤›n› flöyle kabul eder:
Gözlerin ve kanatlar›n ortak özelli¤i ancak bütünüyle geliflmifl bulunduklar›
takdirde görevlerini yerine getirebilmeleridir. Baflka bir deyiflle, eksik gözle
görülmez, yar›m kanatla uçulmaz. Bu organlar›n nas›l olufltu¤u do¤an›n he-
nüz iyi ayd›nlanmam›fl s›rlar›ndan birisi olarak kalm›flt›r.107
Robert Carroll ise, "Tüylerin uçufl organlar›n›n bir unsuru olarak ev-
riminin nas›l bafllad›¤›n› göstermek güçtür, çünkü Archaeopteryx'te görü-
nen büyük boyuta ulaflana kadar nas›l ifllevsel olabildiklerini anlayabil-
mek çok zordur." diyerek itirafta bulunmak zorunda kalm›flt›r.108 Daha
sonra ise, tüylerin yal›t›m için evrimleflmifl olabilece¤ini iddia eder, ancak
bu aç›klama tüylerin uçmak için özellikle biçimlenmifl olan kompleks ta-
sar›m›n› aç›klamamaktad›r.
Kanatlar›n; kuflun gö¤üs ç›k›nt›s›na sa¤lam bir biçimde tutturulmufl
olmas›, kuflu havaya kald›rmaya, havadaki dengesini ve her yöne hareke-
tini sa¤lamaya elveriflli bir yap›da olmas› zorunludur. Kuflun kanat ve
kuyruk tüylerinin hafif, esnek ve birbiriyle orant›l› bir yap›da olmas›, k›-
saca uçufla imkan veren mükemmel bir aerodinamik düzende ifllemesi de
flartt›r. ‹flte evrim, bu noktada büyük bir açmaz içindedir: Kanatlar›n bu
kusursuz yap›s›n›n nas›l olup da birbirini izleyen rastlant›sal mutasyonlar
sonucu meydana geldi¤i sorusu tümüyle cevaps›zd›r. Bir sürüngenin ön
ayaklar›n›n, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucun-
da nas›l kusursuz bir kanada dönüflece¤i asla aç›klanamamaktad›r.
Önceki sayfalarda belirtildi¤i gibi, "yar›m kanatla uçulmaz". Dolay›-
s›yla e¤er herhangi bir mutasyonun bir sürüngenin ön ayaklar›nda belir-
siz bir de¤iflim yapt›¤›n› varsaysak bile, bunun üzerine yeni mutasyonlar
eklenerek "tesadüfen" bir kanat oluflmufl olabilece¤ini öngörmek tamamen
ak›l d›fl›d›r. Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek bir mutasyon, canl›ya
çal›fl›r bir kanat kazand›rmad›¤› gibi, onu ön ayaklar›ndan da mahrum b›-
rakacakt›r. Bu ise, bu canl›n›n, di¤er türdefllerine göre daha dezavantajl›
(yani sakat) bir bedene sahip olmas› anlam›na gelir. Evrim teorisinin ku-
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
89
HAYAL‹ TEOR‹LER, HAYAL‹ CANLILAREvrimcilerin uçuflun kökenini aç›klamak için ortaya at-t›klar› ilk teori, sürüngenlerin "sinek avlamaya çal›fl›r-ken kanatland›klar›" (üstte), ikinci teori ise "daldan da-la atlarken kufl haline geldikleri"dir. (yanda) Oysa ne"yavafl yavafl kanatlanan canl›lara" dair fosiller vard›r,ne de böyle bir dönüflümün mümkün oldu¤una dair birbulgu...
rallar›na göre de, do¤al seleksiyon bu sakat canl›y› ay›klayacakt›r.
Kald› ki, biyofizik araflt›rmalara göre, mutasyonlar çok nadir gerçek-
leflen de¤iflimlerdir. Dolay›s›yla, bu sakat canl›lar›n milyonlarca y›l eksik
ve güdük kanatlar›n›n küçük küçük mutasyonlarla tamamlanmas›n› bek-
lemeleri, her yönden imkans›zd›r. Hem de bu mutasyonlar gerçekte her
zaman için zararl› etki olufltururken...
Kufllar ve Dinozorlar
Evrim teorisi, kufllar›n küçük yap›l› ve etobur theropod (iki ayakl›)
dinozorlardan, yani bir sürüngen türünden türedi¤i iddias›ndad›r. Oysa
kufllar ile sürüngen aras›nda yap›lacak bir karfl›laflt›rma, bu canl› s›n›flar›-
n›n birbirlerinden çok farkl› olduklar›n› ve aralar›nda bir evrim gerçeklefl-
mifl olamayaca¤›n› gösterir.
Kufllar ve sürüngenler aras›nda birçok yap›sal farkl›l›k bulunur. Bun-
lar›n en önemlilerinden biri, kemiklerin yap›s›d›r. Evrimciler taraf›ndan
kufllar›n atas› olarak kabul edilen dinozorlar›n kemikleri, büyük ve cüsse-
li yap›lar› nedeniyle kal›nd›r ve içleri dolguludur. Buna karfl›n, yaflayan ve
soyu tükenmifl tüm kufllar›n kemiklerinin içleri bofltur ve bu sayede çok
hafiftir. Bu hafif kemik yap›s›, kufllar›n uçabilmesinde büyük önem tafl›r.
Sürüngenler ve kufllar aras›ndaki bir di¤er farkl›l›k da metabolik ya-
p›d›r. Sürüngenler canl›lar dünyas›nda en yavafl metabolik yap›ya sahip-
ken, kufllar bu alandaki en yüksek rekorlar› ellerinde tutarlar. (Dinozorla-
r›n s›cak kanl› olduklar› ve h›zl› metabolizmalar› oldu¤u iddias› bir spekü-
lasyondur.) Örne¤in bir serçenin vücut ›s›s› h›zl› metabolizmas› nedeniyle
zaman zaman 48°C'ye kadar ç›kabilir. Di¤er tarafta ise, sürüngenler kendi
vücut ›s›lar›n› bile kendileri üretmez, bunun yerine vücutlar›n› güneflten
gelen ›s›yla ›s›t›rlar. Sürüngenler do¤adaki en az enerji tüketen canl›lar
iken, kufllar en fazla enerji tüketen canl›lard›r.
Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci ol-
mas›na karfl›l›k, bilimsel bulgulara dayanarak kufllar›n dinozorlarla akra-
ba oldu¤u teorisine kesinlikle karfl› ç›kmaktad›r. Feduccia, sürüngen-kufl
senaryosu hakk›nda ise genel anlamda flöyle demektedir:
25 sene boyunca kufllar›n kafataslar›n› inceledim ve dinozorlarla aralar›nda
hiçbir benzerlik görmüyorum. Kufllar›n dört ayakl›lardan evrimleflti¤i teori-
si, paleontoloji alan›nda 20. yüzy›l›n en büyük utanc› olacakt›r.109
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
90
Dinozorlar›n kemikleri, bü-yük ve cüsseli yap›lar› ne-deniyle kal›nd›r ve içleridolguludur. Buna karfl›n,yaflayan ve soyu tükenmifltüm kufllar›n kemiklerininiçleri bofltur ve bu sayedeçok hafiftir.
Kufllar›n iskeletlerini oluflturan kemiklerin içi dinozorlar›n ve sürüngenlerin ak-sine bofltur. Bu boflluk, iskelete sa¤laml›k ve hafiflik katar. Kufllar›n iskelet ya-p›lar›n›n ayn›s›, günümüzde uçaklar›n, köprülerin ve baz› yap›lar›n tasar›m›ndakullan›lmaktad›r.
KUfiLARA ÖZEL‹SKELET S‹STEM‹
91
Kansas Üniversitesi'nde eski kufllar üzerinde uzman olan Larry Mar-
tin de kufllar›n dinozorlarla ayn› soydan geldi¤i teorisine karfl› ç›kmakta-
d›r. Martin, evrimin bu konuda içine düfltü¤ü çeliflkiden söz ederken,
"Do¤rusunu söylemek gerekirse, e¤er dinozorlarla kufllar›n ayn› köken-
den geldiklerini savunuyor olsayd›m, bunun hakk›nda her kalk›p konufl-
mak zorunda oluflumda utan›yor olacakt›m." demektedir.110
Ancak tüm bilimsel bulgulara ra¤men, hiçbir somut delile dayanma-
yan "dinozor-kufl evrimi" senaryosu ›srarla savunulmaktad›r. Özellikle de
akademik derinli¤i olmayan, popüler yay›n organlar› bu senaryoyu ›srar-
la sahiplenmektedir. Bu arada, bu senaryoya delil oluflturmayan baz› kav-
ramlar da, yüzeysel bir üslup içinde hayali "dinozor-kufl ba¤lant›s›n›n ka-
n›t›" gibi sunulmaktad›r.
Örne¤in baz› evrimci yay›nlarda, dinozorlar›n kalça kemiklerindeki
farkl›l›klardan yola ç›k›larak, kufllar›n dinozorlardan evrimleflti¤i tezine
bir dayanak sa¤land›¤› san›lmaktad›r. Söz konusu kalça kemi¤i farkl›l›¤›,
Saurischian (sürüngen benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kufl ben-
zeri kalça kemerliler) gruplar›na ba¤l› dinozorlar aras›ndad›r. ‹flte bu "kufl-
benzeri kalça kemerli dinozorlar" kavram›, zaman zaman "dinozor-kufl ev-
rimi" iddias›na bir delil olarak alg›lanmaktad›r.
Oysa söz konusu kalça kemeri farkl›l›¤›, kufllar›n atalar›n›n dinozor-
lar oldu¤u iddias›na hiçbir destek sa¤lamamaktad›r. Çünkü Ornithischian(kufl benzeri kalça kemerliler) gruplar›na ba¤l› dinozorlar, di¤er anatomik
özellikleri aç›s›ndan hiçbir flekilde kufllara benzemez. Örne¤in k›sa bacak-
lara, dev bir gövdeye, z›rha benzer dev pullu bir deriye sahip olan (hatta
savafl tanklar›na benzetilen) Ankylosaurus, Ornithischian grubuna ba¤l› bir
kufl benzeri kalça kemerli dinozordur. Buna karfl›l›k, baz› anatomik özel-
likleri ile kufllara benzetilebilecek olan uzun bacakl›, k›sa ön ayaklara sa-
hip ince yap›l› Struthiomimus ise, Saurischian (sürüngen benzeri kalça ke-
merliler) grubuna dahildir.111
K›sacas›, kalça kemeri yap›s› hiçbir flekilde dinozorlar ile kufllar ara-
s›nda evrimsel bir iliflki oldu¤u iddias›na delil oluflturmamaktad›r. "Kufl
benzeri kalça kemerli dinozorlar" tan›m›, sadece bir benzerlikten kaynak-
lanan bir tan›md›r ve iki canl› grubu aras›ndaki di¤er büyük anatomik
farkl›l›klar, bu benzerli¤i evrimci bir bak›fl aç›s›yla dahi yorumlamay› im-
kans›z k›lmaktad›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
92
Kufl akci¤erleri, kara canl›lar›n›n akci¤erlerine göre tamamen ters biçimde ifller. Ka-ra canl›lar› havay› ayn› kanaldan al›r ve verirler. Kufllarda ise, hava akci¤erde sürek-li tek bir yönde hareket eder. Bu, akci¤erlerin etraf›nda bulunan özel "hava kese-cikleri" taraf›ndan sa¤lanmaktad›r. Detaylar› arka sayfada görülen bu sistem saye-sinde kufllar bizim gibi kesintili biçimde de¤il, sürekli olarak nefes al›rlar. Uçufl s›ra-s›nda yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kufllar için böyle özel bir "tasar›m"yap›lm›flt›r. Bu yap›n›n sürüngen akci¤erinden evrimleflerek ortaya ç›kmas› ise im-kans›zd›r, çünkü iki farkl› akci¤er yap›s› aras›ndaki "ara" bir yap›yla nefes al›namaz.
SÜRÜNGEN AKC‹⁄ER‹ KUfi AKC‹⁄ER‹
alveol
bronfllar
parabronfllar
hava girifl ç›k›fl›
hava girifl
hava ç›k›fl
Kufl Akci¤erinin Özgün Yap›s›
Sürüngen-kufl evrimi senaryosunu imkans›z k›lan bir baflka neden,
kufl akci¤erinin evrimle aç›klanamayan özgün yap›s›d›r.
Kara canl›lar›n›n akci¤erleri "çift yönlü" bir yap›ya sahiptir: Nefes al-
ma s›ras›nda, hava akci¤erdeki dallanm›fl kanallar boyunca ilerler ve kü-
çük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit al›fl verifli bura-
da gerçeklefltirilir. Ancak daha sonra, kullan›lm›fl olan bu hava, tam ters
yönde hareket eder ve geldi¤i yolu izleyerek akci¤erden ç›kar, ana bronfl
yoluyla da d›flar› at›l›r.
Kufllarda ise, hava akci¤er kanal› boyunca "tek yönlü" hareket eder.
Akci¤erlerin girifl ve ç›k›fl kanallar› birbirlerinden farkl›d›r ve bu kanallar
boyunca uzanan özel hava kesecikleri sayesinde hava daimi olarak akci¤er
içinde tek yönlü olarak akar. Bu sayede kufl, havadaki oksijeni kesintisiz
olarak alabilir. Böylece kuflun yüksek enerji ihtiyac› karfl›lanm›fl olur. "Avi-
en akci¤er" olarak bilinen bu özel solunum sistemi, Michael Denton tara-
f›ndan A Theory in Crisis adl› kitab›nda flöyle anlat›lmaktad›r:
Kufllarda ana bronfl, akci¤er dokusunu oluflturan tüplere ayr›l›r. "Parabronfl"
olarak adland›r›lan bu tüpler sonunda tekrar birleflerek, havan›n akci¤erler
boyunca tek bir yönde devaml› ak›m› sa¤layacak sistemi meydana getirir-
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
93
KUfiLARA ÖZELSOLUNUM S‹STEM‹
NEFES VER‹RKEN: Kufl nefes verir-ken, arka hava keseciklerinde birik-tirilmifl olan temiz hava, akci¤eriniçine dolar. Bu sistem sayesindekuflun ci¤erlerinde temiz hava ak›-m› hiç kesilmeden devam eder.
Bu flemalarda çok basitlefltirilmiflhalde gösterilen bu akci¤er siste-minin daha pek çok detay› vard›r.Örne¤in ci¤erlerle keseciklerin ba¤-lant› noktalar›nda, havan›n do¤ruyönde akmas›n› sa¤layan özel t›-kaçlar ve kapakç›klar bulunmakta-d›r. Tüm bunlar, ortada çok kusur-suz bir yarat›l›fl oldu¤unu göster-mektedir. Bu özel sistemler, hemevrim iddias›na yönelik öldürücübir darbedir hem de yarat›l›fl gerçe-¤inin say›s›z delilinden biridir.
NEFES ALIRKEN: Kuflun nefes bo-rusundan içeri giren temiz hava,hem akci¤ere hem de akci¤erinarkas›nda bulunan arka hava ke-seciklerine girer. Akci¤erde bulu-nan kirlenmifl hava ise ön havakeseciklerine aktar›l›r.
ön havakesecikleri
akci¤er
arka havakesecikleri
nefesborusu
ler... Kufllardaki akci¤erlerin yap›s› ve genel solunum sisteminin çal›flmas›
tümüyle kendine özgüdür. Kufllardaki bu "avien" sistemi baflka hiçbir omur-
gal› akci¤erinde bulunmaz. Bu sistem bütün kufl türlerinde ayn›d›r.112
Önemli olan, çift yönlü hava ak›fl›na sahip olan sürüngen akci¤erinin,
tek yönlü hava ak›fl›na sahip olan kufl akci¤erine evrimleflmesinin imkan-
s›z olufludur. Çünkü bu iki akci¤er yap›s›n›n aras›nda kalacak bir "geçifl"
modeli mümkün de¤ildir. Bir canl› yaflamak için daimi nefes almak zorun-
dad›r ve akci¤er yap›s›n› bafltan afla¤› de¤ifltirecek bir tasar›m de¤iflikli¤i
mutlak ölümle sonuçlanacakt›r. Kald› ki bu de¤ifliklik evrime göre milyon-
larca y›l boyunca kademe kademe gerçekleflmelidir, oysa akci¤eri çal›flma-
yan bir canl› birkaç dakikadan fazla yaflayamaz.
Michael Denton, kufl akci¤erinin kökenine evrimci bir aç›klama getir-
menin imkans›zl›¤›n› flöyle belirtir:
Böyle tamamen de¤iflik bir solunum sisteminin, azar azar küçük de¤iflik-
lerle standart omurgal› dizayn›ndan evrimleflmifl oldu¤u iddias›, düflünül-
meden ortaya at›lm›fl bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç
aksamadan korunmas›, organizman›n hayat›n› sürdürmesi için gereklidir.
En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacakt›r. Kufl akci¤eri de, için-
de dallanm›fl olan parabronfllar ve bu parabronfllar hava sa¤lanmas›n› garan-
ti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde geliflmifl olana kadar
ve beraberce, iç içe geçmifl mükemmel bir flekilde ifllevini yapana kadar, bir
solunum organ› olarak görev yapamaz.113
K›sacas›, kara tipi akci¤erden hava tipi akci¤ere geçifl, ara geçifl safha-
s›nda bulunan bir akci¤erin hiçbir ifllevselli¤inin olmamas› nedeniyle
mümkün de¤ildir.
Bu konuda belirtilmesi gereken bir ikinci nokta, sürüngenlerin diyaf-
raml›, kufllar›n ise diyaframs›z bir solunum sistemine sahip olmalar›d›r.
Bu farkl› yap› da, yine iki akci¤er tipi aras›nda gerçekleflecek bir evrimi
imkans›z k›lar. Solunumsal fizyoloji alan›nda otorite say›lan John Ruben,
bu konuda flu yorumu yapar:
Theropod bir dinozorun kufllara evrimleflmesi, diyafram›nda ciddi bir deza-
vantaj oluflmas›n› gerektirecektir, ama bu durum canl›n›n nefes alma yetene-
¤ini çok kritik bir biçimde s›n›rlayacakt›r... Buna neden olabilecek bir mutas-
yonun selektif bir avantaj sa¤lamas› imkans›z gözükmektedir.114
Kufl akci¤erinin evrime meydan okuyan bir di¤er özelli¤i, hiçbir za-
man havas›z kalmayan ve kald›¤›nda "çökme" tehlikesiyle karfl›laflan
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
95
ilginç yap›s›d›r. Michael Denton, bu konuyu da flöyle aç›klar:
Bu denli farkl› bir solunum sisteminin, standart omurgal› dizayn›ndan nas›l
evrimleflmifl olabilece¤ini düflünmek neredeyse imkans›zd›r. Özellikle de so-
lunum sisteminin çal›fl›r halde korunmas›n›n bir organizman›n yaflam› için
ne kadar zorunlu oldu¤u düflünüldü¤ünde. Dahas›, avien akci¤erinin kendi-
ne özgü form ve fonksiyonu, daha birçok özelleflmifl adaptasyonu gerektire-
cektir... Çünkü öncelikle, avien akci¤eri vücut duvarlar›na s›k›ca tutturul-
mufltur ve hacim olarak genifllemesi mümkün de¤ildir. Öte yandan, akci¤er-
deki hava tüplerinin çok dar yar›çaplar› ve bunlar›n içindeki herhangi bir s›-
v›n›n yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akci¤eri, di¤er omurgal›lar›n
aksine, kendi içinde çökmüfl bir durumdan al›n›p yeniden havayla dolduru-
lamaz... (Bu yüzden) Kufllarda, akci¤erin içindeki hava kesecikleri, di¤er
omurgal›lar›n aksine, hiçbir zaman boflalt›lmaz. Aksine ci¤erler ilk geliflme-
ye bafllad›klar› andan itibaren daima ya s›v›yla (embriyo aflamas›nda) ya da
havayla doludurlar.115
Yani, kufllar›n akci¤er kanallar› o kadar dard›r ki, bu akci¤erin içinde-
Kufl akci¤eri içinde yer alan ve havan›n tek yönlü olarak hareket etmesini sa¤layan kü-çük "parabronfl" tüpleri. Bu tüplerin her biri 0.5 mm çap›ndad›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
96
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
97
ki hava kesecikleri di¤er kara canl›lar›n›n ci¤erleri gibi havayla dolup bo-
flalamaz. E¤er kufl akci¤eri bir kez tam olarak boflalsa, kufl bir daha ci¤er-
lerine hava çekemeyecek ya da en az›ndan bunu yapmakta çok büyük bir
zorluk çekecektir. Bu yüzden akci¤erin etraf›na yerlefltirilmifl olan hava
kesecikleri sürekli bir hava ak›fl› sa¤lar ve ci¤erleri havas›z kal›p sönmek-
ten korur.
Elbette ki, sürüngenlerin ve di¤er omurgal›lar›n akci¤erlerinden ta-
mamen farkl› olan ve ola¤anüstü derecede hassas dengelere dayanan bu
sistem, evrimin iddia etti¤i gibi bilinçsiz mutasyonlarla, kademe kademe
geliflmifl olamaz. Denton, kufl akci¤erinin bu yap›s›n›n Darwinizm'i geçer-
siz k›ld›¤›n› flöyle ifade etmektedir:
Kufl akci¤eri, bizleri, Darwin'in "e¤er birbirini takip eden çok say›da küçük
de¤ifliklikle kompleks bir organ›n oluflmas›n›n imkans›z oldu¤u gösterilse,
teorim kesinlikle y›k›lm›fl olacakt›r" fleklindeki meydan okuyufluna cevap
vermeye götürmektedir.116
Kufl Tüyleri ve Sürüngen Pullar›
Kufllarla sürüngenler aras›na afl›lmaz bir uçurum koyan bir baflka
özellik ise, tamamen kufllara has bir yap› olan tüylerdir. Sürüngenlerin vü-
cutlar› pullarla, kufllar›n vücutlar› ise tüylerle kapl›d›r. Kufl tüylerinin sü-
rüngen pullar›ndan evrimleflti¤i varsay›m› tamamen temelsizdir ve fosil
kay›tlar› taraf›ndan geçersiz k›l›nmaktad›r. Evrimci paleontolog Barbara
Stahl flu itirafta bulunur:
Tüylerin, sürüngen pullar›ndan evrimlefltikleri varsay›m›, analizlerce do¤ru-
lanmamaktad›r... Tüylerin kompleks yap›s› göstermektedir ki, böyle bir ya-
p›n›n sürüngen pullar›ndan evrimleflmesi ola¤anüstü derecede uzun bir za-
man ve çok say›da ara geçifl formu gerektirecektir. Bu zamana dek fosil ka-
y›tlar› böyle bir varsay›m› desteklememifltir.117
Connecticut Üniversitesi'nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan
A. H. Brush ise, "Tüyler ve pullar... genetik yap›lar›ndan geliflimlerine,
morfolojilerinden doku organizasyonlar›na kadar herfleyde birbirlerinden
farkl›d›rlar." diyerek ayn› gerçe¤i kabul eder.118 Dahas›, Prof. Brush'a göre
"kufl tüylerinin protein yap›s› da di¤er omurgal›lar›n hiçbirinde görülme-
yen, tümüyle özgün" bir yap›d›r.119
Bunun yan› s›ra, kufl tüylerinin sürüngen pullar›ndan evrimlefltikle-
rini gösterebilecek hiçbir fosil delili
de yoktur. Aksine, Prof. Brush'›n ifa-
desiyle, "tüyler fosil kay›tlar›nda sa-
dece kufllara has bir özellik olarak bir
anda belirirler".120 Sürüngenlerde kufl
tüylerine köken oluflturabilecek "hiç-
bir epidermal (üst deriye ait) yap› ise
belirlenememifltir".121
fiimdiye dek pek çok fosil üze-
rinde "tüylü dinozor" spekülasyonu
yap›lm›fl, ama detayl› araflt›rmalar bu
iddialar› yalanlam›flt›r. Ünlü kufl bi-
limci Alan Feduccia, "On Why Dino-
saurs Lacked Feathers" (Dinozorlar›n
Neden Tüylerinin Olmad›¤› Üzerine)
adl› makalesinde flöyle yazar:
Tüyler tamamen kufllara özgü yap›lard›r
ve sürüngen pullar› ile kufl tüyleri ara-
s›nda geçifl formu oluflturabilecek hiçbir bilinen yap› yoktur. Lon-
gisquama gibi baz› örneklerde rastlanan
uzunlamas›na pullar›n yap›s› hakk›nda
yap›lan spekülasyonlara kat›lm›yorum.
Bunlar›n tüy benzeri yap›lar oldu¤u yö-
nünde hiçbir somut kan›t yoktur.122
SÜRÜNGEN PULLARI
Sürüngenlerin vücutlar›n› kaplayan pullar,her yönüyle kufl tüylerinden farkl›d›r. Pullartüyler gibi derinin alt›na uzanmaz, sadececanl›n›n d›fl yüzeyinde sert bir tabaka olufl-tururlar. Genetik, biyokimyasal ve anatomikyönlerden kufl tüyleriyle hiçbir benzerlikleriyoktur. Pullar ile tüyler aras›ndaki büyükfarkl›l›k, sürüngen-kufl evrimi senaryosunubir kez daha temelsiz b›rakmaktad›r.
Evrimci paleontologlar taraf›ndan "tüylüdinozor" olarak ilan edilen, ancak böyle
bir özelli¤i bulunmad›¤› sonradan ortayaç›kan Sinosauropteryx fosili.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
99
Tüylerin Yarat›l›fl›
Öte yandan, kufl tüylerinde hiçbir evrimsel süreçle aç›klanamayacak
kadar kompleks bir yarat›l›fl vard›r. Tüylerin ortas›nda hepimizin bildi¤i
uzun ve sert bir boru vard›r. Bu borunun her iki taraf›ndan yüzlerce tüy
ç›kar. Boylar› ve yumuflakl›klar› farkl› olan bu tüyler kufla aerodinamik
özellik kazand›r›r. Ancak daha da ilginç olan›, bu tüylerin her birinin üze-
rinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok
daha küçük tüylerin bulunmas›d›r. Bu tüycüklerin üzerinde ise, "çengel"
ad› verilen minik kancalar vard›r. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbi-
rine sanki bir fermuar gibi tutunur.
Turna kuflunun tek bir tüyünün üzerinde, tüy borusunun her iki ya-
n›nda uzanan 650 tane incecik tüy vard›r. Bunlar›n her birinde ise 600 adet
karfl›l›kl› tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle bir-
birlerine ba¤lan›r. Çengeller bir fermuar›n iki taraf› gibi birbirine kenetlen-
mifltir. Çengeller herhangi bir flekilde birbirinden ayr›l›rsa, kuflun bir sil-
kinmesi veya daha a¤›r hallerde gagas›yla tüylerini düzeltmesi tüylerin
eski haline dönmesi için yeterlidir.
Tüylerin bu kompleks yap›s›n›n, rastlant›sal mutasyonlar sonucunda
sürüngen pulundan evrimleflti¤ini savunmak, hiçbir bilimsel temeli olma-
yan dogmatik bir inan›fltan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim neo-Darwi-
nizm'in duayenlerinden biri olan Ernst Mayr, bu konuda y›llar önce flu iti-
rafta bulunmufltur:
Duyu organlar›, örne¤in bir omurgal› gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi ku-
sursuzca dengelenmifl sistemlerin rastlant›sal mutasyonlar sonucunda geliflebi-
lece¤ini varsaymak, bir insan›n inand›r›c›l›¤› üzerinde ciddi bir s›n›rlamad›r.123
Tüylerdeki bu yarat›l›fl, Charles Darwin'i de çok düflündürmüfl, hatta
tavus kuflu tüylerindeki mükemmel estetik, kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta
etmifl"tir. Darwin, arkadafl› Asa Gray'e yazd›¤› 3 Nisan 1860 tarihli mektup-
ta "Gözü düflünmek ço¤u zaman beni teorimden so¤uttu. Ama kendimi za-
manla bu probleme al›flt›rd›m." dedikten sonra flöyle devam eder: "fiimdiler-
de ise do¤adaki baz› belirgin yap›lar beni çok fazla rahats›z ediyor. Örne¤in
bir tavus kuflunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor."124
K›sacas›, kufl tüyleri ile sürüngen pullar› aras›ndaki büyük yap›sal
farklar ve kufl tüylerinin son derece kompleks yap›s›, tüylerin pullardan
evrimleflti¤i iddias›n› tümüyle temelsiz b›rakmaktad›r.
KUfi TÜYLER‹N‹NKOMPLEKS
YAPISI
Kufl tüyleri detayl› olarak incelendi¤inde çokhassas bir tasar›m ortaya ç›kar. Her tüycü¤ünüzerinde çok daha küçük tüycükler ve butüycükleri birbirine tutturmaya yarayan özelçengeller vard›r. Resimlerde, kufl tüyleriningiderek daha fazla büyütülmüfl yak›n plançekimleri yer al›yor.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
101
Archæopteryx Yan›lg›s›
Sürüngen-kufl evrimi konusundaki iddialar› destekleyebilecek bir fo-
sil örne¤i soruldu¤unda, evrimci kaynaklarda hemen her zaman tek bir
canl›dan söz edilir. Bu, hala ›srarla savunulan az say›daki ara geçifl formu
iddialar›ndan en bilineni olan Archæopteryx isimli fosil kufltur.
"Günümüz kufllar›n›n atas›" oldu¤u öne sürülen Archæopteryx, bun-
dan yaklafl›k 150 milyon y›l önce yaflam›flt›r. Teoriye göre, Velociraptor ve-
ya Dromeosaur ismi verilen küçük yap›l› dinozorlar›n bir k›sm›, evrim ge-
çirerek kanatlanm›fllar ve uçmaya bafllam›fllard›r. Archæopteryx, dinozor
atalar›ndan ayr›lan ve yeni yeni uçmaya bafllayan ilk türdür.
Oysa Archæopteryx'in fosilleri üzerinde yap›lan son incelemeler bu
anlat›m›n bilimsel bir temeli olmad›¤›n› göstermektedir. Bu kufl bir ara ge-
çifl formu de¤il, sadece günümüz kufllar›ndan biraz daha farkl› özelliklere
sahip, soyu tükenmifl bir kufl türüdür.
Archæopteryx'in iyi uçamayan bir "yar›-kufl" oldu¤u tezi yak›n zama-
na kadar evrimci kaynaklarda çok daha fazla s›k-
l›kla dile getirilmekteydi. Bu canl›n›n "ster-
num"unun, yani gö¤üs kemi¤inin olmamas›, can-
l›n›n uçamayaca¤›n›n en önemli kan›t› olarak gös-
terilmekteydi. (Gö¤üs kemi¤i, uçmak için gerekli
olan kaslar›n tutundu¤u gö¤üs kafesinin alt›nda
bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya
uçamayan tüm kufllarda, hatta kufllardan çok ayr›
bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda
bile bu gö¤üs kemi¤i vard›r.)
Ancak 1992 y›l›nda bulunan yedinci Archæop-teryx fosili bu argüman›n yanl›fl oldu¤unu göster-
di. Zira bu son bulunan Archæopteryx fosilinde ev-
rimcilerin çok uzun zamand›r yok sayd›klar› gö-
¤üs kemi¤i vard›. Nature dergisinde bu yeni bulu-
nan fosil flöyle anlat›l›yordu:
Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun za-
mand›r varl›¤›ndan flüphe edilen, ama hiçbir za-
man ispatlanamayan dikdörtgensel bir gö¤üs ke-
mi¤inin varl›¤›na iflaret ediyor. Bu canl›n›n uzun
mesafelerde uçufl yetene¤i hala flüpheli, ama gö-
Archæopteryx'in uçu-cu bir kufl oldu¤ununönemli kan›tlar›ndanbiri, asimetrik tüy ya-p›s›d›r. Üstte, bu can-l›ya ait bir tüy fosiliyer al›yor.
Berlin'de sergilenmekte olan en ünlüArchæopteryx fosili
¤üs kemi¤inin varl›¤› güçlü uçufl kaslar›n›n oldu¤unu gösteriyor.125
Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yar›-kufl oldu¤u yönün-
deki iddialar›n en temel dayana¤›n› geçersiz k›ld›.
Öte yandan, Archæopteryx'in gerçek anlamda uçabilen bir kufl oldu-
¤unun en önemli kan›tlar›ndan bir tanesi de hayvan›n tüylerinin yap›s› ol-
du. Archæopteryx'in günümüz kufllar›n›nkinden farks›z olan asimetrik tüy
yap›s›, canl›n›n mükemmel olarak uçabildi¤ini gösteriyordu. Ünlü paleon-
tolog Carl O. Dunbar'›n belirtti¤i gibi, "tüylerinden dolay› bu yarat›k tam
bir kufl özelli¤i gösteriyordu".126
Paleontolog Robert Carroll ise konu hakk›nda flu aç›klamay› yapar:
Archaepoteryx'in uçufl tüylerinin geometrisi günümüz uçucu kufllar›n›nki ile
tamamen ayn›d›r, uçucu olmayan kufllar›n ise tüyleri simetriktir. Tüylerin
kanat üzerindeki düzeni de günümüz kufllar›n›nkiyle benzerdir... Van Tyne
ve Berger'e göre Archaeopteryx'in kanatlar›n›n boyutu ve flekli, tavuk cinsin-
den kufllar, kumrular, a¤açkakanlar, çulluklar ve tüneyen ötücü kufllar›n ço-
¤u gibi bitki örtüsünün s›n›rl› aç›kl›klar› boyunca hareket eden kufllar›nkine
benzerdir... Uçufl tüyleri en az 150 milyon y›ldan beri dura¤and›r (de¤iflme-
mifltir).127
Archæopteryx'in tüylerinin ortaya ç›karm›fl oldu¤u bir baflka gerçek,
bu canl›n›n s›cakkanl› olufluydu. Bilindi¤i gibi sürüngenler ve dinozorlar
so¤ukkanl›, yani vücut ›s›lar›n› kendileri üretmeyen, çevrenin vücut ›s›la-
r›n› etkiledi¤i canl›lard›r. Kufllarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyon-
lar›ndan bir tanesi ise, vücut ›s›s›n› korumalar›d›r. Archæopteryx'in tüylü
olmas›, bunun dinozorlar›n aksine s›cakkanl› oldu¤unu, yani vücut ›s›s›n›
korumaya ihtiyac› olan gerçek bir kufl oldu¤unu gösteriyordu.
Difller, Pençeler ve Di¤er Yap›lar
Evrimci biyologlar›n, Archæopteryx'i ara geçifl formu olarak gösterir-
ken dayand›klar› en önemli iki nokta ise, bu hayvan›n kanatlar›n›n üzerin-
deki pençeleri ve a¤z›ndaki diflleridir.
Archæopteryx'in kanatlar›nda pençeleri ve a¤z›nda diflleri oldu¤u
do¤rudur, ancak bu özellikleri canl›n›n sürüngenlerle herhangi bir flekilde
bir ilgisi oldu¤unu göstermez. Zira günümüzde yaflayan iki tür kuflta, To-uraco corythaix ve Opisthocomus hoazin'de de dallara tutunmaya yarayan
pençeler bulunmaktad›r. Ve bu canl›lar, hiçbir sürüngen özelli¤i tafl›ma-
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
103
yan, tam birer kufltur. Dolay›s›yla Archæopteryx'in kanatlar›nda pençeleri
oldu¤u ve bu sebeple de bir ara form oldu¤u yolundaki iddia geçersizdir.
Archæopteryx'in a¤z›ndaki diflleri de yine canl›y› bir ara form k›lmaz.
Evrimciler bu difllerin bir sürüngen özelli¤i oldu¤unu öne sürerek yan›l-
maktad›rlar. Çünkü difller sürüngenlerin tipik bir özelli¤i de¤ildir. Günü-
müzde baz› sürüngenlerin diflleri varken baz›lar›n›n yoktur. Daha da
önemli olan nokta, diflli kufllar›n Archæopteryx'le s›n›rl› olmamas›d›r. Gü-
nümüzde diflli kufllar›n art›k yaflamad›klar› bir gerçektir, ancak fosil kay›t-
lar›na bakt›¤›m›z zaman gerek Archæopteryx ile ayn› dönemde gerekse da-
ha sonra, hatta günümüze oldukça yak›n tarihlere kadar "diflli kufllar" ola-
rak isimlendirilebilecek ayr› bir kufl grubunun yaflam›n› sürdürdü¤ünü
görürüz.
‹flin en önemli yan› ise, Archæopteryx'in ve di¤er diflli kufllar›n difl ya-
p›lar›n›n, bu kufllar›n sözde evrimsel atalar› olan dinozorlar›n difl yap›la-
r›ndan çok farkl› olmas›d›r. L. D. Martin, J. D. Stewart ve K. N. Whetstone
gibi ünlü kufl bilimcilerin yapt›klar› ölçümlere göre, Archæopteryx'in ve di-
¤er diflli kufllar›n difllerinin üstü düzdür ve genifl kökleri vard›r. Oysa bu
kufllar›n atas› oldu¤u iddia edilen theropod dinozorlar›n›n difllerinin üstü
testere gibi ç›k›nt›l›d›r ve kökleri de dard›r.128 Ayn› araflt›rmac›lar, ayn› za-
manda Archæopteryx ile onun sözde atalar› olan theropod dinozorlar›n›n
bilek kemiklerini karfl›laflt›rm›fllar ve aralar›nda hiçbir benzerlik olmad›¤›-
n› ortaya koymufllard›r.129
Archæopteryx'in dinozorlardan evrimleflti¤ini iddia eden en önde ge-
len otoritelerinden biri olan John Ostrom'un, bu canl› ile dinozorlar aras›n-
da öne sürdü¤ü baz› "benzerlik"lerin ise gerçekte birer yanl›fl yorum oldu-
¤u S. Tarsitano, M. K. Hecht ve A. D. Walker gibi anatomistlerin çal›flma-
lar›yla ortaya ç›km›flt›r.130
A. D. Walker, Archaeopteryx'in kulak bölgesini de incelemifl ve kulak
yap›s›n›n da günümüz kufllar› ile ayn› oldu¤unu belirtmifltir.131
Wales Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri Enstitüsü'nden J. Richard
Hinchliffe ise embriyolar üzerinde modern izotopik teknik kullanarak,
kufllar›n ellerinin II, III ve IV. parmaklardan oluflurken, theropod dinozor-
lar›n›n I, II ve III. parmaklardan olufltu¤unu saptam›flt›r. Bu ise, Archaeop-teryx-dinozor ba¤lant›s›n› savunanlar için büyük bir problemdir.132 Hinch-
liffe'nin araflt›rma ve gözlemleri, ünlü bilim dergisi Science'›n 1997 y›l›nda-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
104
ki bir say›s›nda flöyle yay›nlanm›flt›r:
Theropodlarla kufl kemikleri aras›ndaki homoloji, "dinozor-kökeni" hipotezi
ile ilgili di¤er baz› problemleri akla getirmektedir. Bunlardan baz›lar› flunlar-
d›r: (i) Archaeopteryx kanad› ile k›yasland›¤›nda, (vücut büyüklü¤üne göre)
theropodun çok daha küçük olan ön kolu. Bu tip küçük kollar oldukça bü-
yük bir dinozorun yerden yukar›ya do¤ru havalanmas› için ikna edici bir ön
kanat de¤ildirler. (ii) Theropodlardaki bilek kemi¤i, sadece dört türde bulun-
maktad›r. Theropodlar›n ço¤u çok daha
fazla say›da bilek kemi¤ine ait parçalara
sahiptir. Bunun Archaeopteryx ile benzer-
lik oluflturmas› çok zordur. (iii) Zamanla-
ma ile ilgili bir paradoks ise, pek çok the-
ropod dinozorun ve özellikle de kufla
benzeyen dromaesaur'lar›n fosil kay›tla-
r›nda Archaeopteryx'den daha sonra bu-
lunmalar›d›r.132
Hinchliffe'nin belirtti¤i "zamanlama
uyumsuzlu¤u", Archaeopteryx hakk›ndaki
evrimci iddialara en öldürücü darbeyi in-
diren gerçeklerden biridir. Amerikal› biyo-
log Jonathan Wells de 2000 y›l›nda yay›n-
lanan Icons of Evolution (Evrimin ‹konalar›)
adl› kitab›nda, Archaeopteryx'in evrim ad›-
na adeta bir "ikona" (kutsal sembol) haline
getirildi¤ini, oysa delillerin bu canl›n›n
"kufllar›n ilkel atas›" olmad›¤›n› aç›kça
gösterdi¤ini vurgular. Wells'e göre bunun
göstergelerinden biri, Archaeopteryx'in atas› olarak gösterilen theropod di-
nozorlar›n, asl›nda Archaeopteryx'ten daha genç olmalar›d›r: "Yerde koflan
koflan iki ayakl› dinozorlar, Archaeopteryx'in teorik atalar›ndan bekle-
nebilecek baz› özelliklere sahiptirler, ama (fosil kay›tlar›nda) Archaeop-teryx'ten daha sonra ortaya ç›karlar."133
Tüm bunlar, Archæopteryx'in bir ara geçifl formu olmad›¤›n›; sadece
"diflli kufllar" olarak isimlendirilebilecek ayr› bir s›n›fland›rmaya ait oldu-
¤unu gösterir. Bu canl›y› theropod dinozorlarla iliflkilendirmek ise, son de-
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
105
Günümüzde yaflayan Opisthoco-mus hoazin kuflunun kanatlar›n-
da da ayn› Archæopteryx gibipençe benzeri t›rnaklar yer al›r.
rece tutars›zd›r. Amerikal› biyolog, Richard L. Deem de "Demise of the
'Birds are Dinosaurs' Theory" ("Kufllar Dinozordur" Teorisinin Sonu) bafl-
l›kl› makalesinde, kufl-dinozor evrimi iddias› ve Archæopteryx hakk›nda
flunlar› yazmaktad›r:
Son çal›flmalar›n sonuçlar› göstermektedir ki, theropod dinozorlar›n elleri
(ön kol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve üçüncü hanelerden türemifltir, ama
kufllar›n kanatlar›, ikinci, üçüncü ve dördüncü hanelerden türerler... 'Kufllar
dinozordur' teorisiyle ilgili baflka problemler de vard›r. Theropodlar›n ön a-
yaklar› Archæopteryx'le k›yasla, vücutlar›na göre çok küçüktür. Bu canl›lar›n
a¤›r vücutlar› da düflünüldü¤ünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) gelifltir-
meleri olas› gözükmemektedir. Theropod dinozorlar›n çok büyük bölümü
(kufllarda bulunan) semilunatik bilek kemi¤inden yoksundur ve Archæop-teryx'te hiçbir benzeri bulunmayan baz› bilek parçalar›na sahiptir. Bütün the-
ropodlarda V1 sinirleri di¤er baz› sinirlerle birlikte kafatas›n› yandan terk
eder, kufllarda ise ayn› sinirler kafatas›n› ön taraftan kendilerine ait bir delik-
ten geçerek terk eder. Bir baflka sorun ise, theropodlar›n çok büyük k›sm›n›n
Archæopteryx'ten daha sonra ortaya ç›km›fl olmalar›d›r."134
Archæopteryx ve Di¤er Eski Kufl Fosilleri
Son dönemlerde bulunan baz› fosiller, Archæopteryx'le ilgili evrimci
senaryonun geçersizli¤ini baflka yönlerden ortaya koymufltur.
1995 y›l›nda Çin'de Omurgal›lar Paleontolojisi Enstitüsü'nde araflt›r-
malar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adl› iki paleontolog, Confuci-usornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kufl keflfettiler. Archæopteryxile ayn› yafltaki (yaklafl›k 140 milyon y›ll›k) bu kuflun diflleri yoktu, gagas›
ve tüyleri ise günümüz kufllar›yla ayn› özellikleri göstermekteydi. ‹skelet
yap›s› da günümüz kufllar›yla ayn› olan bu kuflun kanatlar›nda, Archæop-teryx'te oldu¤u gibi pençeler vard›. Kuyruk tüylerine destek olan
"pygostyle" isimli yap› bu kuflta da görülüyordu.135 K›sacas›, evrimciler ta-
raf›ndan tüm kufllar›n en eski atas› say›lan ve yar›–sürüngen kabul edilen
Archæopteryx'le ayn› yaflta olan bu canl›, günümüz kufllar›na çok benziyor-
du. Bu gerçek, Archæopteryx'in bütün kufllar›n ilkel atas› oldu¤u yönünde-
ki evrimci tezlerle çelifliyordu.Çin'de Kas›m 1996'da bulunan bir baflka fo-
sil, ortal›¤› daha da kar›flt›rd›. 130 milyon yafl›ndaki Liaoningornis isimli bu
kuflun varl›¤› L. Hou, L. D. Martin ve Alan Feduccia taraf›ndan Sciencedergisinde yay›nlanan bir makaleyle duyuruldu. Liaoningornis, günümüz
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
106
kufllar›nda bulunan uçufl kaslar›n›n tutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti.
Di¤er yönleriyle de bu canl› günümüz kufllar›ndan farks›zd›. Tek fark›, a¤-
z›nda difllerinin olmas›yd›. Bu durum, diflli kufllar›n, hiç de evrimcilerin
iddia ettikleri gibi ilkel bir yap›ya sahip olmad›klar›n› gösteriyordu.136 Ni-
tekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yay›nlanan yorumunda, Liaonin-gornis'in, kufllar›n kökeninin dinozorlar oldu¤u iddias›n› geçersiz k›ld›¤›-
n› belirtmiflti.137
Archæopteryx'le ilgili evrimci iddialar› çürüten bir baflka fosil ise, Eo-alulavis oldu. Archæopteryx'ten 25-30 milyon y›l daha genç, yani 120 milyon
yafl›nda oldu¤u söylenen Eoalulavis'in kanat yap›s›n›n ayn›s›, günümüzde-
ki baz› uçan kufllarda görülüyordu. Bu da 120 milyon y›l önce, günümüz-
deki kufllardan birçok yönden farks›z canl›lar›n göklerde uçmakta olduk-
lar›n› ispatl›yordu.138
Böylece Archæopteryx ve di¤er arkaik kufllar›n birer ara geçifl formu
olmad›klar› kesin bir biçimde ispatlanm›fl oldu. Fosiller, farkl› kufl türleri-
nin birbirlerinden evrimlefltiklerini göstermiyorlard›. Aksine, günümüz
kufllar›n›n ve Archæopteryx benzeri baz› özgün kufl türlerinin beraberce ya-
flad›klar›n› ispatl›yorlard›. Bu kufllar›n baz›lar›n›n, örne¤in Confuciusornisveya Archæopteryx'in soylar› tükenmifl, günümüze ancak az say›daki kufl
gelebilmiflti.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
107
Archæopteryxile ayn› dönem-de yaflam›fl olanConfuciusornis,günümüzde ya-flayan kufllarlaçok büyük ben-zerlik gösterir.
Archaeoraptor: Dino-Kufl Sahtekarl›¤›
Evrim teorisinin savunucular›, Archæopteryx'te arad›klar›n› bulama-
d›klar›ndan olacak, 1990'l› y›llarda di¤er baz› fosillere ümit ba¤lad›lar ve
bir seri "dino-kufl fosili" iddias› bu y›llarda dünya medyas›nda boy göster-
di. Ancak bu iddialar›n birer yanl›fl yorum ve hatta sahtekarl›k örne¤i ol-
duklar› da k›sa sürede anlafl›ld›.
"Dino-kufl" iddialar›n›n ilk örne¤i, 1996 y›l›nda büyük bir medya pro-
pagandas› ile gündeme getirilen "Çin'de bulunan tüylü dinozor fosilleri"
hikayesiydi. Sinosauropteryx ad› verilen bir sürüngen fosili bulunmufltu,
ancak fosili inceleyen baz› evrimci paleontologlar bunun bilinen sürün-
genlerin aksine kufl tüylerine sahip oldu¤unu ileri sürdüler. Oysa bir y›l
sonra yap›lan incelemelerde, fosilin gerçekte kufl tüyüne benzer hiçbir ya-
p›ya sahip olmad›¤› anlafl›ld›. Science dergisinde yay›nlanan "Plucking the
Feathered Dinosaur" (Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak) bafll›kl› bir ma-
kalede, evrimci paleontologlar taraf›ndan "tüy" olarak alg›lanan yap›lar›n
gerçekte tüylerle ilgisiz oldu¤u belirtiliyordu:
Bir y›l önce, paleontologlar "tüylü dizonor"a ait foto¤raflar›n ortaya ç›kma-
s›yla heyecan yaflam›fllard›. Çin'in Yixian bölgesinde bulunan Sinosaurop-
teryx adl› fosil, New York Times'›n ön sayfas›nda yay›nlanm›fl ve kufllar›n
kökeninin dinozorlar oldu¤una dair etkili bir delil olarak sunulmufltu. Ama
geçti¤imiz ay Chicago'daki omurgal›lar paleontolojisi toplant›s›nda verilen
hüküm daha farkl› oldu: Fosil örneklerini inceleyen yar›m düzine Bat›l› pa-
leontolog, bu yap›lar›n modern tüyler olmad›¤›n› söylediler... Kansas Üni-
versitesi paleontolo¤u Larry Martin, bu yap›lar›n y›pranm›fl kolajen fiberleri
oldu¤unu ve kufllarla hiçbir iliflkisi olmad›¤›n› belirtti.139
Daha büyük bir dino-kufl furyas› ise 1998 y›l›nda patlak verdi. Nati-onal Geographic dergisi, Temmuz 1998 say›s›nda, kufllar›n dinozorlardan
evrimleflti¤i iddias›n›n art›k sa¤lam bir fosil kan›t›na dayand›¤›n› ileri sü-
rüyordu. Çin'de bulundu¤u belirtilen fosile makalede genifl yer ayr›l›yor,
fosilin kufl ve dinozor özelliklerini birarada tafl›d›¤› savunuluyordu. Ma-
kaleyi kaleme alan National Geographic yazar› Christopher P. Sloan, fosil
hakk›nda yapt›¤› yoruma o kadar inanm›flt› ki, "insanlar›n memeli oldu-
¤unu nas›l kendimizden emin flekilde söyleyebiliyorsak, art›k kufllar›n
theropod (dinozor) oldu¤unu da ayn› flekilde söyleyebiliriz" diyordu.
125 milyon y›l önce yaflad›¤› söylenen bu türe, hemen bilimsel bir isim de
verilmiflti: Archaeoraptor liaoningensis.140
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
108
Oysa fosil, befl farkl› fosilin birbirine ustaca eklenmesiyle üretilmifl sah-
te bir fosildi! Aralar›nda üç paleontolo¤un da bulundu¤u bir grup araflt›r-
mac›, bir y›l kadar sonra, bilgisayar tomografisinin yard›m›yla sahtekarl›¤›
kan›tlad›lar. Dino-kufl asl›nda Çinli bir evrimcinin eseriydi... Çinli amatör-
ler, yap›flkan ve harçlar kullanarak 88 kemik ve tafltan dino-kufl oluflturmufl-
tu. Archaeraptor'un ön k›sm› tek bir kufla ait fosildi, ancak dinozorun kuyru-
¤uyla birlikte beden k›sm›nda dört ayr› türden kemikler vard›.
‹flin ilginç yan›, National Geographic dergisinin böylesine basit bir sah-
tekarl›¤› hiç flüphelenmeden yay›nlam›fl ve hatta buna dayanarak "kuflla-
r›n evrimi" senaryolar›n›n kan›tland›¤›n› ileri sürmüfl olmas›yd›. ABD'de-
ki ünlü Smithsonian Institution Do¤a Tarihi Müzesi'nden Dr. Storrs Olson,
bu fosilin sahte oldu¤una dair daha önceden National Geographic'i uyard›-
¤›n›, ancak dergi yönetiminin bunu tamamen göz ard› etti¤ini söylüyordu.
Olson'a göre, "zaten National Geographic, uzun zamand›r sansasyonal, des-
teksiz ve tabloid habercilik yaparak seviyesini düflürmüfl durumdayd›."141
Olson, National Geographic bünyesindeki Peter Raven adl› bilim ada-
m›na yazd›¤› afla¤›daki mektupta, derginin "tüylü dinozorlar" furyas›n›n
perde arkas›n› çok detayl› olarak anlat›yordu:
National Geographic'in Temmuz 1998 say›s›nda yay›nlanan, "Dinozorlar Ka-
natlan›yor" (Dinosaurs Take Wing) bafl-
l›kl› makalenin yay›nlanmas›ndan k›sa
süre önce, (makaleyi haz›rlayan) Chris-
topher P. Sloan'›n foto¤rafç›s› olan Lou
Mazzatenta beni National Geographic
Society'e ça¤›rd›, Çin'de bulunan fosil-
lerin foto¤raflar›n› gösterdi ve bunlar
hakk›nda yay›nlanacak hikaye ile ilgili
yorumlar›m› sordu. O zaman, National
Geographic'in göstermek istedi¤i tablo-
dan çok daha farkl›, alternatif bak›fl aç›-
lar› oldu¤unu söyleyerek itiraz ettim,
ama sonunda aç›kça gördüm ki, Nati-
onal Geographic, kufllar›n dinozorlar-
dan evrimleflti¤i dogmas› d›fl›nda bafl-
ka hiçbir fleye ilgi duymuyordu.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
109
National Geographic dergisinin kufllar›nevrimi senaryosunun delili olarak
tan›tt›¤› Archaeoraptor adl› "dino-kufl"un, bir y›l sonra sahte bir fosil
oldu¤u ortaya ç›kt›.
Sloan'›n makalesi (kufl-dinozor ba¤lant›s› yönündeki) ön yarg›y› tamamen
yeni bir boyuta yükseltmekte ve büyük ölçüde do¤rulanmam›fl veya belge-
lendirilmemifl bilgilere dayanarak, haberleri aktarmak yerine onlar› "üret-
mekte"dir. "‹nsanlar›n memeli olduklar›n› ne kadar güvenle söyleyebiliyor-
sak, kufllar›n birer theropod (iki ayakl› dinozor) oldu¤unu da o kadar güven-
le söyleyebiliriz" fleklindeki basit cümlesi, bir veya bir grup bilim adam›n›n
fikri olarak dahi gösterilmemekte, sadece "editöryel propaganda" olarak
kalmaktad›r. Bu melodramik iddia, asl›nda embriyoloji ve karfl›laflt›rmal›
anatomi alan›nda yap›lan yeni çal›flmalarla çürütülmüfltür, ama, elbette,
bunlar (National Geographic makalesinde) hiç belirtilmemektedir.
Daha da önemlisi, Sloan'›n makalesinde çizimi yap›lan ve kufl tüyleri oldu-
¤u iddia edilen yap›lar›n hiçbirinin kufl tüyü oldu¤u kan›tlanm›fl de¤ildir.
Bunlar›n bu flekilde oldu¤unu iddia etmek, bir gerçe¤i dile getirmek de¤il,
sadece bir temenni ifadesidir. Sayfa 103'te yer alan "içi bofl, saç benzeri yap›-
lar ilkel kufl tüylerini (protofeathers) karakterize ediyor" fleklindeki ifade saç-
mal›kt›r, çünkü "ilkel kufl tüyleri" sadece teorik bir varsay›md›r ve dolay›s›y-
la bunlar›n iç yap›s› daha da hipotetiktir.
National Geographic Society'de (National Geographic Derne¤i) halen göste-
rimde olan tüylü dinozorlar sergisi furyas› daha da kötüdür ve birçok et yi-
yici dinozorun kufl tüylerine sahip oldu¤u yönündeki aldat›c› iddiay› ileri
sürmektedir. Tart›flmas›z bir dinozor olan Deinonychus hakk›nda yap›lan bir
maket ve bebek tyrannosaurlar hakk›nda yap›lan çizimlerde bu canl›lar tüy-
lerle kapl› gibi gösterilmektedir. Bunlar›n hepsi hayalidir ve bilim kurgu d›-
fl›nda herhangi bir yerleri yoktur...
Sayg›lar›mla,
Storrs L. Olson
Kufllar Bölümü Baflkan›
Smithsonian Enstitüsü, Do¤a Tarihi Ulusal Müzesi 142
Bu fosil sahtekarl›¤›n›n gösterdi¤i iki önemli gerçek vard›r: Birincisi,
evrim teorisine kan›t bulma aray›fl› içinde kolayl›kla sahtekarl›¤a baflvura-
bilecek insanlar vard›r. ‹kincisi, evrim teorisini topluma empoze etme gibi
bir misyon yüklenmifl olan baz› "bilim dergileri", evrim teorisi lehinde kul-
lanabileceklerini düflündükleri bulgular›, yanl›fl olma veya baflka türlü yo-
rumlanabilme olas›l›klar›n› tamamen göz ard› ederek, propaganda malze-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
110
mesi haline getirmektedirler. Yani bilimsel de¤il dogmatik davranmakta,
inançla ba¤l› olduklar› evrim teorisini savunabilmek için bilimden kolay-
ca taviz vermektedirler.
Konunun bir di¤er önemli yönü ise, kufllar›n dinozorlardan evrimlefl-
ti¤i tezine hiçbir kan›t bulunamay›fl›d›r. Kan›t bulunamad›¤› için sahtesi
yap›lmakta veya mevcut kan›tlar çarp›t›larak yorumlanmaktad›r. Gerçek-
te ise, kufllar›n bir baflka canl› s›n›f›ndan evrimleflmifl olabilece¤ine dair
hiçbir kan›t yoktur. Aksine kan›tlar, kufllar›n yeryüzünde kendi özgün vü-
cut yap›lar›yla ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir.
Böceklerin Kökeni
Kufllar›n kökeninden söz ederken, evrimci biyologlar›n bu konuda
ortaya att›klar› "cursorial teori"den söz etmifltik. O zaman da belirtti¤imiz
gibi cursorial teori, sürüngenlerin nas›l olup da "kanatland›klar›" sorusu
karfl›s›nda, "ön ayaklar› ile sinek avlamaya çal›flan sürüngenler"den söz et-
mektedir. Bu spekülatif teoriye göre, söz konusu sürüngenler sinek avla-
maya çal›fl›rken ön ayaklar›n› zamanla kanatlara dönüfltürmüfllerdir.
Bu teorinin hiçbir bilimsel bulguya dayanmad›¤›n› da belirtmifltik.
Ancak bu teoriyle ilgili olan ve de¤inmedi¤imiz önemli bir nokta daha
vard›r: Zaten uçmakta olan sinekler. Acaba sinekler nas›l olmufl da kanat-
lanm›fllard›r? Ve genel olarak, sinekler s›n›flamas›n› da içine alan böcekle-
rin kökeni nedir?
Böcekler, canl› s›n›flamas›nda, artropodlar (eklem bacakl›lar) filumu-
nun içinde yer alan Insecta alt-filumunu olufltururlar. En eski böcek fosille-
ri, Devonian Devri'ne (410-360 milyon y›l önce) aittir. Daha sonraki
Pennsylavanian Devri'nde (325-286 milyon y›l önce) ise çok say›da farkl›
böcek türü bir anda ortaya ç›kar. Örne¤in hamam böcekleri aniden ve bu-
günkü yap›lar›yla belirir. Amerikan Do¤a Tarihi Müzesi'nden Betty Faber,
"350 milyon y›l öncesine ait hamam böce¤i fosillerinin bugünkülerle ayn›
oldu¤unu" bildirmektedir.143
Örümcek, kene ve k›rkayak gibi canl›lar gerçekte böcek de¤ildir, ama
ço¤unlukla böcek olarak an›l›r. American Association for the Advancement ofScience'›n 1983'teki y›ll›k toplant›s›nda, bu canl›larla ilgili çok önemli fosil
bulgular› sunulmufltur. Örümcek, kene ve k›rkayaklara ait olan 380 mil-
yon y›ll›k bu fosillerin ilginç özelli¤i ise, yaflayan örneklerinden farks›z
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
111
olufludur. Bulgular› inceleyen bilim adamlar›ndan biri, fosiller hakk›nda
"sanki dün ölmüfl gibiler" yorumunu yapm›flt›r.144
Uçan böcekler, yani sinekler de fosil kay›tlar›nda bir anda ve kendile-
rine özgü yap›lar›yla ortaya ç›kar. Örne¤in Pennsylvanian Devri'ne ait çok
say›da yusufçuk fosili bulunmufltur. Ve bu yusufçuklar günümüzdekiler-
le tamamen ayn› yap›ya sahiptir.
Burada ilginç olan bir nokta, yusufçuklar gibi sineklerin, kanats›z bö-
Kanatl› böcekler, fosil kay›tlar›nda bir anda ortaya ç›karlar ve ilk belirdikleri andabugünkü kusursuz yap›lar›na zaten sahiptirler. Üstteki 320 milyon y›ll›k yusufçuk fo-sili, bilinen en eski yusufçuktur ve günümüzdekilerden farks›zd›r. Hiçbir "evrim" ya-flanmam›flt›r.
ABD'nin Kansas eyaletinde bulunan bu Acantherpestesmajor türü k›rkayak, yaklafl›k 300 milyon y›l yafl›ndad›rve günümüzdeki k›rkayaklardan farks›zd›r.
145 milyon y›ll›k sinek fosi-li. Çin'in Liaoning bölgesin-de bulunan bu fosil ile ayn›türe ait yaflayan sinekleraras›nda fark yoktur.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
112
cek türleriyle bir anda ortaya ç›kmalar›d›r. Bu da, kanats›z böceklerin za-
manla kanatlanarak sineklere evrimlefltikleri yönündeki varsay›m› geçer-
siz k›lar. Robin Wootton ve Charles P. Ellington, Biomechanics in Evolutionadl› kitapta yer alan bir makalelerinde bu konuda flöyle yazarlar:
Böcekler, Orta ve Üst Carboniferous Devirleri'nde ilk kez ortaya ç›kt›klar›nda
birbirlerinden çok farkl›d›r ve büyük bir bölümü de kanatl›d›r. Birkaç tane ka-
nats›z ve daha ilkel böcek vard›r, ama hiçbir ara form bilinmemektedir.145
Fosil kay›tlar›nda bir anda ortaya ç›kan sineklerin önemli bir özellik-
leri de ola¤anüstü uçufl teknikleridir. ‹nsan sani-
yede 10 kere bile kolunu aç›p kapayamazken, bir
sinek saniyede ortalama 500 kez kanat ç›rpma
yetene¤ine sahiptir. Üstelik her iki kanad›n› efl
zamanl› olarak ç›rpar. E¤er kanatlar›n titreflimi
aras›nda en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek den-
gesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir
uyumsuzluk olmaz.
R. Wootton, "Sinek Kanatlar›n›n Mekanik
Tasar›m›" bafll›kl› bir makalede flöyle yazar:
Sinek kanatlar›n›n iflleyiflini ö¤rendikçe, sahip
olduklar› tasar›m›n ne denli hassas ve kusursuz
oldu¤unu daha iyi anl›yoruz... Son derece elas-
tik özelliklere sahip parçalar, havan›n en iyi bi-
çimde kullan›labilmesi için, gerekli kuvvetler
karfl›s›nda gerekli esnekli¤i gösterecek biçimde
hassasiyetle biraraya getirilmifllerdir. Sinek ka-
natlar›yla boy ölçüflebilecek teknolojik bir yap› yok gibidir.146
Bu denli kusursuz bir yarat›l›fla sahip canl›lar›n, yeryüzünde bir an-
da ortaya ç›kmalar›n›n elbette evrimle aç›klanmas› imkans›zd›r. Bu neden-
le Paul Pierre Grassé, "Böceklerin kökeni konusunda tam bir karanl›k için-
deyiz." demektedir.147 Böceklerin kökeni, aç›kça tüm canl›lar› Allah'›n ya-
ratt›¤› gerçe¤ini do¤rulamaktad›r.
Memelilerin Kökeni
Evrim teorisi, daha önce de belirtti¤imiz gibi, denizden evrimleflerek
ç›kan hayali birtak›m canl›lar›n sürüngenlere dönüfltü¤ünü, kufllar›n da
sürüngenlerin evrimleflmesiyle olufltu¤unu iddia eder. Ayn› senaryoya
320 milyon y›ll›k bu hamam böce-¤i fosili ile günümüzde yaflayanörnekleri aras›nda fark yoktur.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
113
Amber (reçine) içinde yakalanarak
fosilleflmifl 35 milyon y›ll›k sinek.
Balt›k Denizi yak›nlar›nda bulunan
bu fosil de yine günümüzde yaflayan
örneklerinden farks›z.
göre sürüngenler yaln›zca kufllar›n de¤il, ayn› zamanda memelilerin de
atas›d›r. Ancak bu iki canl› s›n›flamas› aras›nda çok büyük farklar vard›r.
Memeliler s›cakkanl› hayvanlard›r (vücut ›s›lar›n› kendileri üretir ve sabit
tutarlar), yavrular›n› do¤ururlar, emzirirler ve vücutlar› tüylerle kapl›d›r.
Sürüngenler ise so¤ukkanl›d›r (›s› üretemezler ve vücut ›s›lar› d›flardaki
havaya göre de¤iflir), yumurtlayarak ço¤al›rlar, yavrular› emzirme gibi bir
özellikleri yoktur ve vücutlar› pullarla kapl›d›r.
Acaba nas›l olmufltur da, bir sürüngen, vücut ›s›s› üretmeye bafllam›fl,
bu ›s›y› kontrol edecek bir terleme mekanizmas› oluflturmufl, pullar›n› tüy-
lerle de¤ifltirmifl ve süt salg›lamaya bafllam›fl olabilir? Evrim teorisinin me-
melilerin kökenine aç›klama getirebilmesi için öncelikle bu sorulara tat-
min edici bilimsel cevaplar bulmas› gerekmektedir.
Oysa evrimci kaynaklara bakt›¤›m›zda, ya bu konuda ›srarl› bir ses-
sizlik oldu¤unu ya da tümüyle hayali ve bilim d›fl› senaryolar anlat›ld›¤›-
n› görürüz. Bu senaryolardan biri flöyledir:
So¤uk bölgelerde yaflayan baz› sürüngenler, vücutlar›n› ›s›tacak bir yöntem
gelifltirdiler... Pullar› giderek daha sivri hale geldi ve sonunda tüylere evrim-
leflti. Bu arada gerçekleflen bir di¤er adaptasyon ise terlemenin geliflmesi ol-
du; bu, canl›ya gerekti¤inde suyun buharlaflmas› sayesinde vücudunu so-
¤utma imkan› veriyordu. Bu arada beklenmedik bir biçimde, baz› yavrular
beslenmek için annelerinin vücudunda oluflan teri yalamaya bafllad›lar. Baz›
ter bezleri bu nedenle giderek daha zengin bir salg› salg›lamaya bafllad›lar ve
bu salg› sonunda süt haline dönüfltü. Bu sayede bu ilk memelilerin yavrula-
r› hayata daha iyi bir bafllang›ç yapt›lar.148
Yukar›da anlat›lan bu senaryo, bir hayal gücü zorlamas›ndan baflka
bir fley de¤ildir. Çünkü bu anlat›lanlar›n ne gerçekleflti¤ine dair bir delil
vard›r, ne de böyle bir fleyin gerçekleflmesi mümkündür. Bir canl›n›n, an-
nesinin vücudundaki teri "yalayarak" ortaya süt gibi son derece iyi hesap-
lanm›fl, besleyici de¤eri çok iyi ayarlanm›fl bir besini ortaya ç›kard›¤›n› öne
sürmesi, son derece ak›l d›fl› bir iddiad›r.
Bu gibi senaryolar›n üretilmesinin nedeni, memeliler ve sürüngenler
aras›nda gerçekte afl›lmaz uçurumlar bulunmas›d›r. Bu uçurumlar›n bir
baflka örne¤i, sürüngenlerin ve memelilerin çene yap›lar›d›r. Memeliler-
de alt çenede tek bir kemik vard›r ve difller bu kemi¤in üzerine oturur. Sü-
rüngenlerde ise alt çenenin her iki yan›nda üçer tane küçük kemik bulu-
nur. Bir baflka temel farkl›l›k, tüm memelilerin orta kulaklar›nda üç tane
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
115
kemik (örs, üzengi ve çekiç kemikleri) bulunmas›d›r; buna karfl›l›k tüm sü-
rüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer al›r. Evrimciler, sürüngen çene-
sinin ve sürüngen kula¤›n›n aflamal› olarak memeli çenesine ve kula¤›na
dönüfltü¤ünü iddia ederler. Bu dönüflümün hangi aflamalarla gerçekleflti-
¤i sorusu ise cevaps›zd›r. Özellikle tek kemikten oluflan bir kula¤›n üç ke-
mikli hale nas›l dönüfltü¤ü ve iflitme duyusunun bu s›rada nas›l devam et-
ti¤i, asla cevaplanamayan bir sorudur.
Tüm bunlar, sürüngenlerin memelilere evrimleflti¤i yönündeki varsa-
y›m›n hiçbir bilimsel temeli olmad›¤›n› göstermektedir. Nitekim sürün-
genlerle memelileri birbirine ba¤layabilecek tek bir ara form fosili dahi bu-
lunamam›flt›r. Bu yüzden Roger Lewin, "ilk memeliye nas›l geçildi¤i ha-
la bir s›rd›r" demek zorunda kal›r.149
20. yüzy›l›n en büyük evrim otoritelerinden ve neo-Darwinist teori-
nin kurucular›ndan biri olan George Gaylord Simpson ise, evrim teorisi
aç›s›ndan çok flafl›rt›c› olan bu gerçe¤i flöyle ifade eder:
Dünya üzerindeki yaflam›n en ak›l kar›flt›r›c› olay›, Mezozoik Ça¤›'n›n, yani
sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden de¤iflmesidir. Sanki bütün
baflrol oyunculu¤unun çok say›da ve türdeki sürüngenler taraf›ndan üstle-
nildi¤i bir oyunun perdesi bir anda indirilmifltir. Perde yeniden aç›ld›¤›nda
ise, bu kez baflrolünde memelilerin yer ald›¤› ve sürüngenlerin bir kenara
itildi¤i yepyeni bir devir bafllam›flt›r. Ortaya ç›kan memelilerin bir önceki
devre ait izleri ise yok gibidir.150
Do¤a tarihi mü-zelerinde sergi-lenen on milyon-larca y›ll›k me-meli fosilleri ilebugün yaflayanörnekleri aras›n-da hiçbir farkyoktur. Dahas›bu fosiller, yer-yüzü tabakala-r›nda, daha ön-ceki türlerle ara-lar›nda hiçbirba¤lant› olma-dan bir anda or-taya ç›karlar.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
116
Dahas›, aniden ortaya ç›kan memeliler birbirlerinden çok farkl›d›r.
Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farkl› canl›lar›n hepsi memelidir
ve ayn› jeolojik dönemde ortaya ç›km›fllard›r. Bu canl›lar›n aralar›nda ev-
rimsel bir ba¤ kurmak, en genifl hayal gücü için bile imkans›zd›r. Evrimci
zoolog Eric Lombard, Evolution (Evrim) adl› dergide flöyle yazar:
Memeliler s›n›f› içinde evrimsel akrabal›k iliflkileri (filogenetik ba¤lar) kur-
mak için bilgi arayanlar, hayal k›r›kl›¤›na u¤rayacakt›r.151
K›sacas› memelilerin kökeni, di¤er canl› gruplar›nda oldu¤u gibi, ev-
rim teorisiyle hiçbir flekilde aç›klanamamaktad›r. George Gaylord Simp-
son, bu gerçe¤i uzun y›llar önce flöyle itiraf etmifltir:
Bu, memelilerin 32 ayr› tak›m›n›n hepsi için geçerlidir... Her tak›m›n bilinen
en eski ve en ilkel üyesi, bu tak›ma ait temel karakterlerin hepsine zaten sa-
hiptir ve hiçbir durumda bir tak›mdan bir di¤erine do¤ru ilerleyen devaml›
bir geliflim bilinmemektedir. Ço¤u örnekte farkl›l›k o kadar keskin ve boflluk
o kadar büyüktür ki, tüm bir tak›m›n kökeni spekülatif ve son derece tart›fl-
mal›d›r...
Ara formlar›n bu sistemli yoklu¤u, sadece memelilere has de¤ildir ve pale-
ontologlar›n uzun zamand›r fark etti¤i gibi neredeyse evrensel bir olgudur.
Bu olgu, omurgal› ya da omurgas›z neredeyse tüm hayvan s›n›flar› ve tüm
tak›mlar için geçerlidir. Aç›kças› ayn› olgu, bitkilerin farkl› kategorileri için
de söz konusudur.152
At›n Evrimi Efsanesi
Memelilerin kökeni konusu içinde önemli bir yer tutan bafll›k, uzunca
bir zamand›r evrimci kaynaklar›n bafl tac› ettikleri "at›n evrimi" efsanesidir.
Bu bir efsanedir, çünkü bilimsel bulgulara de¤il, hayal gücüne dayan›r.
"At›n evrimi"ni sembolize etti¤i iddia edilen flemalar, yak›n bir zama-
na kadar, evrim teorisine kan›t olarak gösterilen fosil s›ralamalar›n›n en
bafl›nda gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci, at›n evrimi senaryosu-
nun geçersizli¤ini aç›kça kabul etmektedir. Kas›m 1980'de Chicago Do¤a
Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin kat›ld›¤›, dört gün süren ve kademeli
evrim teorisinin sorunlar›n›n ele al›nd›¤› bir toplant›da söz alan evrimci
Boyce Rensberger, at›n evrimi senaryosunun fosil kay›tlar›nda hiçbir da-
yana¤› olmad›¤›n› ve at›n kademeli evrimleflmesi gibi bir sürecin hiç ya-
flanmad›¤›n› flöyle anlatm›flt›r:
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
117
‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi'nde yer alan "at›n evrimi" sergisi. Bu ve benzeri "at›n ev-rimi" flemalar›, farkl› devirlerde, farkl› co¤rafyalarda yaflam›fl ba¤›ms›z canl› türlerinin,son derece tarafl› bir bak›fl aç›s›yla birbirleri ard›na dizilmesiyle oluflturulur. Gerçekte"at›n evrimi"ne dair hiçbir somut bilimsel bulgu yoktur.
Yaklafl›k 50 milyon y›l önce yaflam›fl dört t›rnakl›, tilki büyüklü¤ündeki can-
l›lardan bugünün daha büyük tek t›rnakl› at›na bir dizi kademeli de¤iflim ol-
du¤unu öne süren ünlü at›n evrimi örne¤inin geçersiz oldu¤u uzun zaman-
d›r bilinmektedir. Kademeli de¤iflim yerine, her türün fosilleri bütünüyle
farkl› olarak ortaya ç›kmakta, de¤iflmeden kalmakta, sonra da soyu tüken-
mektedir. Ara formlar bilinmemektedir.153
Rensberger, dürüst bir tutumla at›n evrimi senaryosundaki bu önem-
li açmaz› dile getirirken asl›nda tüm teorinin fosil kay›tlar›ndaki en büyük
ç›kmaz›n›, "ara-geçifl formlar› ç›kmaz›"n› gündeme getirmifltir.
Dr. Niles Eldredge at›n evrimi flemas› hakk›nda flunlar› söyler:
Hayat›n do¤as› hakk›nda her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye
vard›r. Bunun en ünlü örne¤iyse, belki 50 y›l önce haz›rlanm›fl olan ve hala
alt katta duran at›n evrimi sergisidir. At›n evrimi, birbirini izleyen yüzlerce
bilimsel kaynak taraf›ndan büyük bir gerçek gibi sunulmufltur. Ancak flimdi,
bu tip iddialar› ortaya atan kiflilerin yapt›klar› tahminlerin, yaln›zca spekü-
lasyon olduklar›n› düflünüyorum.154
Peki "at›n evrimi" senaryosunun nedir? Bu senaryo, Hindistan, Gü-
ney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da de¤iflik zamanlarda yaflam›fl,
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
118
farkl› tür canl›lara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri do¤rultusunda
küçükten büyü¤e do¤ru dizilmesiyle oluflturulan flemalarla ortaya at›lm›fl-
t›r. De¤iflik araflt›rmac›lar›n öne sürdükleri 20'den fazla de¤iflik at›n evrimi
flemas› vard›r. Hepsi de birbirinden farkl› olan bu soy a¤açlar› hakk›nda
evrimciler aras›nda da görüfl birli¤i yoktur. Bu s›ralamalardaki tek ortak
nokta, 55 milyon y›l önceki Eosen Devri'nde yaflam›fl Eohippus (Hyracothe-
rium) adl› köpek benzeri bir canl›n›n at›n ilk atas› oldu¤una inan›lmas›d›r.
Oysa at›n milyonlarca y›l önce yok olmufl atas› olarak sunulan Eohippus,
halen Afrika'da yaflayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayan Hyrax
isimli hayvan›n hemen hemen ayn›s›d›r.155
At›n evrimi iddias›n›n tutars›zl›¤›, her geçen gün ortaya ç›kan yeni
fosil bulgular›yla daha aç›k olarak anlafl›lmaktad›r. Eohippus ile ayn› kat-
manda, günümüzde yaflayan at cinslerinin de (Equus nevadensis ve Equusoccidentalis) fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.156 Bu, günümüzdeki
at ile onun sözde atas›n›n ayn› zamanda yaflad›¤›n› göstermektedir ki, at›n
evrimi denen sürecin hiçbir zaman yaflanmad›¤›n›n kan›t›d›r.
Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm'in aç›klayamad›¤› konu-
lar› ele alan The Great Evolution Mystery adl› kitab›nda at serileri efsane-
sinin asl›n› flöyle anlat›r:
Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologlar›n, büyük evrimsel
de¤ifliklikleri gösterecek olan akrabal›k iliflkilerini ve canl› s›ralamalar›n› or-
taya koyamamalar›d›r... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuflturul-
mufl olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek fludur ki, Eohippus'tan
Equus'a kadar uzanan s›ralama çok tutars›zd›r. Bu s›ralaman›n, giderek artan
bir vücut büyüklü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama asl›nda s›ralaman›n ileri-
ki aflamalar›na konan canl›lar›n baz›lar› (s›ralaman›n en bafl›nda yer alan) Eo-hippus'tan daha büyük de¤il, daha küçüktürler. Farkl› kaynaklardan gelen
türlerin biraraya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir s›ralamada
arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu s›ralama için-
de birbirlerini izlediklerini gösteren hiçbir kan›t yoktur.157
Tüm bu gerçekler, evrim teorisinin en sa¤lam delillerinden birisi gibi
sunulan at›n evrimi flemalar›n›n, hiçbir geçerlili¤e sahip olmayan hayali
s›ralamalar olduklar›n› ortaya koymaktad›r. Di¤er türler gibi atlar da, ev-
rimsel bir ataya sahip olmadan var olmufllard›r.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
119
Yarasalar›n Kökeni
Memeliler s›n›flamas› içinde yer alan en ilginç canl›lardan biri, kuflku-
suz yegane uçan memeli cinsi olan yarasalard›r.
Yarasalar› ilginç k›lan özelliklerinin bafl›nda, bu canl›lar›n sahip oldu-
¤u kompleks "sonar" sistemi gelir. Bu sonar sistemi sayesinde yarasalar zi-
firi karanl›kta, hiçbir fley görmeden son derece k›vrak ve kusursuz manev-
ralarla uçar. Karanl›k bir odan›n zeminindeki küçücük bir
t›rt›l› bile alg›lar ve avlar.
Bu sonar, hayvan›n sürekli olarak yüksek frekans-
l› sesler yaymas›, bu seslerin yank›lar›n› analiz etme-
si ve sonucunda etraf›n›n detayl› bir analizini yap-
mas›yla çal›flmaktad›r. Hem de canl› bu ifli ola¤a-
nüstü bir süratle, havada uçtu¤u saniyeler boyunca
kesintisiz ve kusursuz biçimde baflarmaktad›r.
Yarasalar›n sonar sistemi üzerinde yap›lan
araflt›rmalar, daha da flafl›rt›c› sonuçlar
ortaya koymufltur. Hayvan›n alg›layabildi-
¤i frekans aral›¤› çok dard›r, yani ancak bel-
li frekanstaki sesleri alg›layabilir. Ancak iflte bu nokta-
da çok önemli bir sorun ortaya ç›kmaktad›r. Doppler
etkisi denen fizik kural›na göre, hareket halindeki bir
cisme çarpan sesin frekans› de¤iflir. Bu yüzden, yara-
sa kendisinden uzaklaflmakta olan bir sine¤e do¤ru
ses dalgalar›n› yayd›¤›nda, dönen ses dalgalar› yara-
san›n duyamayaca¤› bir aral›¤a düflecektir. Bu neden-
le yarasan›n hareketli cisimleri alg›lamada büyük zorluklar yaflamas› ge-
rekir. Ama böyle olmaz. Yarasa her türlü cismi kusursuzca alg›lamaya de-
vam eder. Çünkü yarasa, Doppler etkisini bilirmiflcesine, hareketli cisim-
lere do¤ru yollad›¤› ses dalgalar›n› de¤ifltirir. Örne¤in kendisinden uzak-
laflan sine¤e en yüksek frekansl› ses dalgas›n› yollar ki, ses geri döndü¤ün-
de duyamayaca¤› kadar düflük bir frekansa inmesin.
Peki bu ayarlama nas›l gerçekleflir?
Yarasan›n beyninde, sonar sistemini denetleyen iki farkl› tipte nöron
(sinir hücresi) bulunmaktad›r; bunlardan biri yans›yan ultrasonu alg›lar,
di¤eri baz› kaslara komut vererek yarasan›n 盤l›¤›n› oluflturur. Bu iki nö-
ron beyinde efl güdümlü çal›fl›r; öyle ki yank›n›n frekans› de¤iflince, birinci
Yarasalar›n sahipoldu¤u sonar siste-mi, bugüne kadaryap›lm›fl bütün tek-nolojik sonarlardançok daha hassas veverimlidir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
120
nöron bunu alg›lar ve ikinci nöronu bask›layarak veya uyararak, 盤l›¤›n
frekans›n›n yank›n›n frekans›na uymas›n› sa¤lar. Sonuçta yarasan›n 盤l›¤›
ortam›n durumuna göre frekans de¤ifltirir ve en verimli flekilde kullan›l›r.
Tüm bu sistemin evrim teorisinin "rastgele mutasyonlarla kademeli
evrim" aç›klamas›na indirdi¤i darbeyi görmemek ise mümkün de¤ildir.
Yarasadaki sonar sistemi son derece kompleks bir yap›d›r ve asla rastgele
mutasyonlarla aç›klanamaz. Sistemin çal›flabilmesi için, tüm ayr›nt›lar›yla
kusursuz olarak var olmas› zorunludur. Yarasa hem yüksek frekanslarda
ses yayacak yap›ya, hem bu sesleri alg›lay›p analiz edecek organlara, hem
de hareket de¤iflikliklerine göre frekans ayarlamas› yapan sisteme sahip
olmal›d›r ki, sahip oldu¤u sonar ifle yaras›n. Elbette ki tüm bunlar rastlan-
t›larla aç›klanamaz ve yarasan›n kusursuz bir biçimde yarat›ld›¤›n› gösterir.
Nitekim fosil kay›tlar› da, yarasan›n yeryüzünde aniden ve bugünkü
kompleks yap›s›yla ortaya ç›kt›¤›n› göstermektedir. Evrimci paleontolog-
lar John E. Hill ve James D. Smith, Bats: A Natural History adl› kitaplar›n-
da bu gerçe¤i "itiraf" niteli¤inde aç›klarlar:
Yarasalar›n fosil kay›tlar›, erken Eosen Devri'ne kadar uzan›r... ve befl ayr› k›-
tada birden tespit edilmifltir. Tüm fosil yarasalar, hatta en eskileri bile, son
derece geliflmifl yarasalard›r ve dolay›s›yla karada yaflayan atalar›ndan nas›l
bir ara geçiflle geldikleri konusuna hiçbir ›fl›k tutmazlar.158
Evrimci paleontolog L. R. Godfrey ise ayn› konuda flöyle yazmaktad›r:
Erken Tertiryen Devri'ne ait çok say›da iyi korunmufl yarasa fosili vard›r, ör-
ne¤in Icaronycteris gibi. Ama Icaronycteris bizlere yarasalarda uçuflun evrim-
leflmesi hakk›nda hiçbir fley söylememektedir, çünkü bu zaten kusursuz bir
biçimde uçan bir yarasad›r.159
ABD Wyoming'debulunmufl olan bi-linen en eski yara-sa fosili. 50 milyon
y›ll›k bu fosil ilebugün yaflayan ya-
rasalar aras›ndahiçbir fark yok.
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
121
Evrimci bilim adam› Jeff Hecht de ayn› sorunu 1998 tarihli bir New
Scientist makalesinde flöyle itiraf etmektedir:
Yarasalar›n kökenleri bir bilmece olmufltur. En eski yarasa fosilleri dahi, 50
milyon y›l önce, bugünkü yarasalar›n kanatlar›na benzeyen kanatlara sahip-
tirler.160
K›sacas›, ne yarasalar›n kompleks vücut sistemlerinin evrimle ortaya
ç›kmas› mümkündür, ne de fosil kay›tlar› böyle bir evrim yafland›¤›n› gös-
termektedir. Aksine, yeryüzünde ilk kez ortaya ç›kan yarasalar ile bugün
yaflayan örnekleri ayn›d›r. Yasalar, hep yarasa olarak var olmufltur.
Deniz Memelilerinin Kökeni
Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canl› grubu-
nu olufltururlar. Bu canl›lar memeli s›n›flamas›na dahildir, çünkü aynen
karadaki memeliler gibi do¤urur, emzirir, akci¤erle nefes al›r ve vücutlar›-
n› ›s›t›rlar. Deniz memelilerinin kökeni ise, evrimciler taraf›ndan aç›klan-
mas› en zor olan konulardan birisidir. Ço¤u evrimci kaynakta, atalar› ka-
rada yaflayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonunda deniz
ortam›na geçifl yapacak biçimde evrimlefltikleri öne sürülür. Buna göre,
sudan karaya geçiflin tersine bir yol izleyen deniz memelileri, ikinci bir ev-
rim sürecinin sonucu olarak tekrar su ortam›na dönmüfllerdir. Oysa bu te-
ori hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve mant›ksal yönden de çeliflkili-
dir. Nitekim, evrimciler de uzun y›llar boyunca bu konuda sessiz kalm›fl-
lard›r.
Bu nedenle, evrimciler bu konuyla ilgili uzun bir süreden beri sessiz-
leflmifltir.
Ancak, 1990'l› y›llarda deniz memelilerinin kökeni hakk›nda yeni ev-
rimci senaryolar ortaya ç›kt›. Bu senaryolar, 1980'lerde bulunan Pakicetusve Ambulocetus gibi baz› yeni fosil bulgular› üzerine kuruldu. Dört ayakl›
ve kara canl›s› olduklar› aç›kça belli olan bu soyu tükenmifl memelilerin
balinalar›n atas› oldu¤u iddia edildi ve böylece birçok evrimci kaynak on-
lar› "yürüyen balinalar" olarak adland›rmakta tereddüt etmedi. (Gerçekte
bu canl›n›n tam ad›, "yürüyen ve yüzen balina" anlam›na gelen Ambuloce-tus natans'd›r) National Geographic dergisi ise Kas›m 2001 say›s›nda "Balina-
lar›n Evrimi" senaryosunu gündeme getirdi. Senaryo, bilimsel delillerin
de¤il evrimci ön yarg›lar›n üzerine kurulmufltu.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
122
Yürüyen Balina Masal›
Uzun ismi Pakicetus inachus olan bu soyu tükenmifl memeliye ait fo-
siller, ilk kez 1983 y›l›nda gündeme geldi. Fosili bulan P. D. Gingerich ve
yard›mc›lar›, canl›n›n sadece kafatas›n› bulmufl olmalar›na ra¤men, hiç çe-
kinmeden onun bir "ilkel balina" oldu¤unu iddia ettiler.
Oysa fosilin "balina" olmakla yak›ndan-uzaktan bir ilgisi yoktu. ‹ske-
leti, bildi¤imiz kurtlara benzeyen dört ayakl› bir yap›yd›. Fosilin bulundu-
¤u yer, paslanm›fl demir cevherlerinin de bulundu¤u ve salyangoz, kap-
lumba¤a veya timsah gibi kara canl›lar›n›n da fosillerini bar›nd›ran bir
bölgeydi; yani bir deniz yata¤› de¤il, kara parças›yd›.
Peki dört ayakl› bir kara canl›s› olan bu fosil, neden "ilkel balina" ola-
rak ilan edilmifltir? Sadece difllerindeki ve kulak kemiklerindeki baz› ay-
r›nt›lar nedeniyle! Oysa bu özellikler Pakicetus ile balinalar aras›nda bir
iliflki kurmak için kan›t olamaz. Canl›lar aras›nda anatomik benzerlikle-
rinden yola ç›k›larak kurulmak istenen bu gibi teorik iliflkilerin ço¤unun
son derece çürük oldu¤unu evrimciler de kabul etmektedirler. E¤er Avust-
ralya'da yaflayan gagal› bir memeli olan Platypuslar ve ördekler soylar› tü-
kenmifl canl›lar olsalard›, evrimciler ayn› mant›kla (gaga benzerli¤inden
yola ç›karak) bunlar› da birbirlerinin akrabas› ilan edeceklerdi. Oysa
platypus bir memeli, ördek ise bir kufltur ve aralar›nda evrim teorisine gö-
re de bir akrabal›k kurulamaz.
Evrimcilerin "yürüyen balina" ilan etti¤i Pakicetus da farkl› anatomik
özellikleri bünyesinde bar›nd›ran özgün bir cinstir. Nitekim omurgal› pa-
leontolojisinin otoritelerinden Carroll, Pakicetus'un da dahil edilmesi gere-
ken mesonychid ailesinin "garip karakterlerden oluflan bir kombinasyon
gösterdi¤ini" belirtmektedir.161 Bu tip "mozaik canl›"lar›n evrimsel bir ara
form say›lamayaca¤›n›, Gould gibi önde gelen evrimciler de kabul etmek-
tedirler.
Yarat›l›fl gerçe¤ini savunan yazar Ashby L. Camp, "The Overselling of
Whale Evolution" (Balina Evriminin Abart›l› Propagandas›) bafll›kl› maka-
lesinde, Pakicetus gibi kara memelilerinin de dahil oldu¤u mesonychidler
s›n›f›n›n, Archaeocetealar'›n, yani soyu tükenmifl balinalar›n atas› oldu¤u
yönündeki iddian›n çürüklü¤ünü flöyle aç›klar:
Evrimcilerin mesonychidlerin, Archaeocetealar'a dönüfltü¤ü konusunda ken-
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
123
dilerinden emin davranmalar›n›n nedeni, gerçek soy ba¤lant›s›nda yer alan
bir tür tan›mlayamamalar›na ra¤men, bilinen mesonychidler ve Archaeocete-
alar aras›nda baz› benzerlikler olmas›d›r. Ancak bu benzerlikler, özellikle de
(iki grup aras›ndaki) büyük farkl›l›klar ›fl›¤›nda, bir ata iliflkisi iddia etmek
için yeterli de¤ildir. Bu gibi karfl›laflt›rmalar›n oldukça subjektif olan do¤as›,
flimdiye kadar pek çok farkl› memeli ve hatta sürüngen grubunun balinala-
r›n atas› olarak öne sürülmüfl olmas›ndan bellidir.162
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
124
NATIONAL GEOGRAPHIC'‹N Ç‹Z‹M ÇARPITMALARI
National Geographic'inPakicetus çizimi
Paleontologlar Pakicetus'un dörtayakl› bir kara memelisi oldu¤ukan›s›ndad›rlar. Nature dergisin-de (say›. 412, 20 Eylül 2001) yay›n-lanan soldaki iskelet yap›s›, bunuaç›kça göstermektedir. Bu iskeletyap›s›na dayanarak Carl Buell ta-raf›ndan yap›lan Pakicetus re-konstrüksiyon çizimi de (solda alt-ta) gerçekçidir.Ama National Geographic, canl›y›"yürüyen balina olarak göster-mek, bu imaji okuyucular›na em-poze etmek için, Pakicetus'u yü-zer halde gösteren bir çizim tercihetmifltir (altta). Çizimde Pakice-tus'u "balinalaflt›rmak" için yap›l-m›fl küçük çarp›tmalar hemen dik-kat çekiyor: Canl› "yüzer" konum-da tasvir edilmifl, arka ayaklar› ge-riye do¤ru çizilerek "yüzgeç" izle-nimi verilmek istenmifl, ön ve arkaperçeleri de yayvanlaflt›r›larak"palet"e benzetilmifl.
Gerçek Pakicetus
Ambulocetus natans: Pençelerine Perde Geçirilen
Sahte Balina
Hayali balina evrimi flemas›nda Pakicetus'tan sonra gelen ikinci fosil
canl›, Ambulocetus natans't›r. ‹lk kez 1994 y›l›nda Science dergisinde yay›n-
lanan bir makaleyle duyurulan bu fosil de, evrimciler taraf›ndan zorlama
yöntemiyle "balinalaflt›r›lmak" istenen bir kara canl›s›d›r.
Ambulocetus natans terimi, Latince ambulate (yürümek), cetus (balina)
ve natans (yüzmek) kelimelerinin birleflmesiyle oluflturulmufltur ve "yürü-
yen ve yüzen balina" anlam›na gelir. Canl›n›n yürüdü¤ü aflikard›r, çünkü
tüm di¤er kara memelileri gibi onun da dört aya¤›, hatta bu ayaklara ba¤-
l› genifl pençeleri ve arka pençelerinin ucunda toynaklar› vard›r. Ancak
canl›n›n bir taraftan da suda yüzdü¤ü, daha do¤rusu yaflam›n› hem kara-
da hem de suda (amfibi flekilde) sürdürdü¤ü iddias›n›n, evrimcilerin ön
yarg›lar› d›fl›nda, hiçbir dayana¤› yoktur.
Bu konuda bilimle hayal gücü aras›ndaki s›n›r› görmek için, evrim te-
orisinin en önde gelen savunucular›ndan biri olan ve Kas›m 2001 say›s›n›
"Balinalar›n Evrimi" propagandas›na ay›ran National Geographic'in Ambulo-cetus rekonstrüksiyonuna bir göz atal›m. Dergide yay›nlanan Ambulocetusçizimi flöyle:
Çizime dikkat ederseniz, bir kara canl›s› olan Ambulocetus'u "balina-
laflt›rmak" için yap›lm›fl iki küçük hileyi kolayl›kla fark edebilirsiniz:
• Hayvan›n arka bacaklar›, yürümeye yarayan ayaklar olarak de¤il
de, yüzmeye yarayan yüzgeçler gibi tasvir edilmifl. Oysa gerçekte canl›n›n
bacak kemiklerini inceleyen Carroll, bu canl›n›n "kara üzerinde güçlü bir
hareket yetene¤ine sahip oldu¤unu" belirtir.163
• Hayvan›n ön ayaklar›na "palet" görüntüsü verebilmek için perdeler
çizilmifltir. Oysa eldeki Ambulocetus fosillerinden böyle bir sonuca varmak
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
125
mümkün de¤ildir. Gerçekte fosil kay›tlar›nda, bu gibi yumuflak dokular
hemen hiçbir zaman görünmezler. Dolay›s›yla canl›n›n iskeleti d›fl›nda ka-
lan özellikleri üzerinde yap›lan rekonstrüksiyonlar hep spekülatiftir. Bu
da evrimcilere genifl bir propaganda malzemesi sunar.
Ambulocetus'un üstteki çizimi üzerinde yap›lana benzer evrimci rö-
tüfllarla, her canl›y›, istenen bir baflka canl›ya benzer gibi göstermek müm-
kündür. ‹sterseniz bir maymun iskeletini de, bacaklar›n› arkaya do¤ru çi-
zip "yüzgeç" gibi göstermek ve parmaklar› aras›nda perdeler çizmek sure-
tiyle, "balinalar›n atas› olan primat" diye sunabilirsiniz.
Ambulocetus fosili üzerinde yap›lan bu çizim hilelerinin geçersizli¤i,
yine National Geographic'in ayn› say›s›nda yay›nlanan afla¤›daki çizimden
anlafl›labilir:
National Geographic, canl›n›n iskeletinin resmini yay›nlarken, ister is-
temez rekonstrüksiyon resimde yapt›¤› "balinalaflt›r›c›" rötüfllardan geri
ad›m atmak zorunda kalm›fl. Canl›n›n ayak kemikleri, iskeletin aç›kça gös-
terdi¤i gibi, onu kara üzerinde tafl›yacak yap›da. Ayaklar›nda ise hayali
"perde"lerden iz yok.
Yürüyen Balina Masal›n›n Geçersizli¤i
Gerçekte ne Pakicetus'un ne de Ambulocetus'un balinalarla bir akraba-
l›klar› bulundu¤una dair hiçbir kan›t yoktur. Bunlar sadece, teorilerine gö-
re deniz memelileri için karada yaflayan bir ata bulmak zorunda olan ev-
rimcilerin, baz› s›n›rl› benzerliklerden yola ç›karak belirledikleri "ata aday-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
126
Ambulocetus fosilinin daha gerçekçi bir görünümü: Ayaklar"yüzgeç" de¤il, gerçekten ayak ve parmaklar aras›nda NationalGeographic'in daha önceden ekledi¤i hayali "perde"ler yok.
lar›"d›r. Bu canl›lar›n, kendileriyle çok yak›n bir jeolojik devirde fosil ka-
y›tlar›nda ortaya ç›kan deniz memelileri ile iliflkileri bulundu¤unu göste-
ren hiçbir kan›t yoktur.
Evrim flemas›nda Pakicetus ve Ambulocetus'un ard›ndan söz konusu
deniz memelilerine geçilmekte ve Procetus, Rodhocetus gibi Archaeocetea(soyu tükenmifl balina) türleri s›ralanmaktad›r. Söz konusu canl›lar ger-
çekten de suda yaflayan soyu tükenmifl memelilerdir. (Az ileride bunlara
da de¤inece¤iz.) Ancak Pakicetus ve Ambulocetus ile bu deniz memelileri
aras›nda çok büyük anatomik farkl›l›klar vard›r. Canl›lar›n fosilleri ince-
lendi¤inde, birbirlerine ba¤lanan "ara form"lar olmad›klar› aç›kça görülür:
• Dört ayakl› bir kara memelisi olan Ambulocetus'ta omurga, le¤en
(pelvis) kemi¤inde bitmekte ve bu kemi¤e ba¤l› güçlü bacak kemikleri
uzanmaktad›r. Bu tipik bir kara memelisi anatomisidir. Balinalarda ise,
omurga kuyru¤a do¤ru kesintisiz devam eder ve le¤en kemi¤i bulunmaz.
Nitekim Ambulocetus'tan 10 milyon y›l kadar sonra yaflad›¤› düflünülen
Basilosaurus aynen bu anatomiye sahiptir. Yani tipik bir balinad›r. Tipik bir
kara canl›s› olan Ambulocetus ile tipik bir balina olan Basilosaurus aras›nda
ise hiçbir "ara form" yoktur.
• Basilosaurus'un ve kaflalotun omurgalar›n›n alt k›sm›nda, omurga-
dan ba¤›ms›z küçük kemikler yer al›r. Evrimciler bunlar›n "körelmifl ba-
caklar" oldu¤u iddias›ndad›r. Oysa söz konusu kemikler Basilosaurus'ta
"çiftleflme konumunu almaya yard›mc› olmakta", kaflalotta ise "üreme or-
ganlar›na destek olmakta"d›r.164 Zaten oldukça önemli bir fonksiyon üst-
lenmifl olan iskelet parçalar›n›, bir baflka fonksiyonun "körelmifl organ›"
olarak tan›mlamak, evrimci ön yarg›dan baflka bir fley de¤ildir.
Sonuçta, deniz memelilerinin, kara memelileri ile aralar›nda bir "ara
form" olmadan, özgün yap›lar›yla ortaya ç›kt›klar› gerçe¤i de¤iflmemifltir.
Ortada bir evrim zinciri yoktur. Robert Carroll, bu gerçe¤i istemeden ve
evrimci bir dille de olsa, flöyle kabul eder: "Do¤rudan balinalara uzanan
bir mesonychid çizgisi tan›mlamak mümkün de¤ildir."165 Balinalar konu-
sunda ünlü bir uzman olan Rus bilim adam› G. A. Mchedlidze de, bir ev-
rimci olmas›na karfl›n, Pakicetus, Ambulocetus natans ve benzeri dört ayak-
l› "balina atas› adaylar›"n›n bu flekilde tan›mlanmas›na kat›lmamakta ve
onlar› tamamen izole bir grup olarak tarif etmektedir.166
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
127
Kulak ve Burun Evrimi Hikayeleri
Kara memelileri ile deniz memelileri aras›nda öne sürülecek bir ev-
rim senaryosunun, bu canl› gruplar› aras›ndaki farkl› kulak ve burun ya-
p›lar›na aç›klama getirmesi gerekir. Önce kulak yap›s›n› ele alal›m. Kara
memelileri, biz insanlar gibi, d›fl dünyadaki sesleri kulak kepçeleri ile top-
lar, orta kulaktaki kemiklerle güçlendirir ve iç kulakta sinyallere çevirirler.
Deniz memelilerinin ise kulaklar› yoktur. Sesleri alt çenelerindeki özel tit-
reflim alg›lay›c› duyargalarla duyarlar. Bu iki yap› aras›nda kademeli bir
evrim mümkün de¤ildir. Kendi içinde mükemmel bir duyma sisteminden,
tamamen farkl› bir yap›ya sahip bir baflka sisteme kademeli evrimle geçil-
mesi mümkün de¤ildir. Çünkü ara aflamalar verimli olmayacakt›r. Yavafl
yavafl kulaklar›yla duyma yetene¤ini yitiren, çenesiyle duyma yetene¤i ise
henüz geliflmemifl bir canl› avantajl› de¤ildir.
Kald› ki, söz konusu "geliflme"nin nas›l sa¤lanabilece¤i sorusu da evrim
teorisini ç›kmaza sürüklemektedir. Evrimcilerin öne sürdükleri mekanizma
mutasyonlard›r ve canl›lara genetik bilgi ekledikleri hiçbir zaman görülme-
mifl olan mutasyonlar sonucunda, deniz memelilerinin son derece kompleks
alg› sistemlerine sahip olduklar›n› ileri sürmek, akla ayk›r›d›r.
Nitekim fosiller ortada hiçbir evrim olmad›¤›n› göstermektedir. Paki-cetus ve Ambulocetus'un kulak sistemi, karasal memelilerinki ile ayn›d›r.
Sözde "evrim flemas›"nda bu iki kara memelisinin ard›ndan gelen Basilosa-urus ise tipik bir balina kula¤›na sahiptir. Yani d›fl kulak kepçesiyle de¤il,
çenesine gelen titreflimlerle etraf›ndaki sesleri alg›layan bir canl›d›r. Ve Pa-kicetus ve Ambulocetus'un kulak yap›s› ile, Basilosaurus'un kulak yap›s› ara-
s›nda hiçbir "geçifl formu" yoktur.
Benzer bir durum "kayan burun" hikayesi için de geçerlidir. Evrimci
kaynaklar, Pakicetus, Rodhocetus ve günümüz gri balinas›na ait üç kafatas›
iskeletini alt alta dizmekte ve bunlar›n bir "evrim süreci" oluflturduklar›n›
ileri sürmektedir. Oysa üç fosilin, özellikle de Rodhocetus ve günümüz ba-
linas›n›n burun yap›lar›, ayn› serinin ara formlar› olarak kabul edilemeye-
cek kadar farkl›d›r.
Dahas› nefes deliklerinin burundan enseye do¤ru "yürümesi", söz ko-
nusu canl›lar›n anatomisinde çok ciddi bir "yeniden dizayn" gerektirir ki,
bunun rastgele mutasyonlar yoluyla sa¤land›¤›na inanmak, hayal kur-
maktan baflka bir fley de¤ildir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
128
National Geographic'in Lamarckç› Masallar›
Asl›nda, evrimci camian›n büyük bir bölümünün canl›lar›n kökeni
hakk›nda temel bir bat›l inan›fllar› vard›r ve sorun da bundan kaynaklan-
maktad›r. Bu bat›l inanç, canl›lara ihtiyaç duyduklar› organlar›, biyokim-
yasal yap›lar› veya anatomik özellikleri kazand›ran adeta sihirli bir "do¤a
gücü" oldu¤u düflüncesidir.
Bunu görmek için, Kas›m 2001 tarihli National Geographic'in "Balinala-
r›n Evrimi" bafll›kl› yaz›s›ndaki baz› ilginç pasajlara göz atal›m:
… Bu civarda bulunan balinalar›n baz› atalar›n› gözümün önüne getirmeye
çal›flt›m… Her kuflakta giderek k›salan ve çelimsizleflen arka ayaklar›n› kul-
lanarak flap›d›k flap›d›k hareket etmeye çal›fl›yorlard›… Bir yandan arka ba-
caklar›, di¤er yandan da gövdelerini destekleyen kalça kemikleri giderek kü-
çülüyordu… Boyun k›sald›, böylece gövdenin ön k›sm›, suyu en az dirençle
yar›p geçmeyi sa¤layan boru biçiminde bir denizalt› gövdesini and›r›r bir
flekle girerken, kollar da dümen biçimini almaya bafllad›. D›fl kulaklara du-
yulan ihtiyac›n azalmas›yla, baz› balinalar sudaki sesleri do¤rudan alt çene
kemikleriyle alg›lay›p özel ya¤ yast›klar› üzerinden iç kula¤a iletiyorlard›.
Dikkat edilirse, tüm bu anlat›mlarda, evrimci mant›k örgüsü, sadece
canl›lar›n de¤iflen ortama göre de¤iflen ihtiyaçlar› oldu¤unu belirtmekte
ve bu ihtiyac› bafll› bafl›na bir "evrim mekanizmas›" olarak alg›lamaktad›r:
Bu mant›¤a göre kendisine az ihtiyaç duyulan organlar yok olmakta, ihti-
yaç duyulan yeni organlar kendi kendine ortaya ç›kmaktad›r!
Oysa biyoloji konusunda en temel bilgilere sahip olan bir kimse bile
bilir ki, ihtiyaçlar›m›z organlar›m›z› kal›tsal olarak flekillendirmez. Bu, La-
marck'›n "kazan›lm›fl özelliklerin sonraki nesillere aktar›lmas›" tezinin çü-
rümesinden bu yana, yani yaklafl›k 100 y›ld›r, bilinen kesin bir gerçektir.
Ama evrimci yay›nlara bak›ld›¤›nda, hala Lamarck'›n teorisiyle düflünü-
yor gibidirler.
E¤er kendilerine itiraz ederseniz, "hay›r biz Lamarckç› de¤iliz, kast›-
m›z, çevre flartlar›n›n canl›lar üzerinde evrimsel bir bask› oluflturdu¤u, bu
bask› sonucunda uygun canl›lar›n seçildi¤i ve böylece türün evrimleflti¤i-
dir" diyeceklerdir. Ama zaten konunun püf noktas› da buradad›r: Evrim-
cilerin "evrimsel bask›" dedikleri fley, canl›lara ihtiyaca göre yeni özellikler
kazand›ramaz. Çünkü bu bask›ya cevap verece¤ini umduklar› iki sözde
evrim mekanizmas›, yani do¤al seleksiyon ve mutasyonun canl›lara yeni
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
129
organlar kazand›rma özelli¤i yoktur:
• Do¤al seleksiyon, sadece zaten var olan özellikleri seçebilir, yeni bir
özellik üretemez.
• Mutasyonlar, canl›lara genetik bilgi eklemezler, sadece mevcut genetik
bilgiyi tahrip ederler. Genetik bilgi ekleyen, (dolay›s›yla yeni bir organ veya
biyokimyasal yap› oluflturan) bir mutasyon asla gözlemlenmemifltir.
Bu gerçekler ›fl›¤›nda National Geographic'in üstteki "flap›d›k flap›d›k
hareket eden balinalar" masal›na bir kez daha bakarsak, asl›nda gerçekten
de oldukça ilkel bir Lamarckç›l›k yapt›klar›n› görürüz. Dikkat edilirse Na-tional Geographic yazar› Douglas H. Chadwick, "her kuflakta giderek k›sa-
lan ve çelimsizleflen arka ayaklar"dan söz etmektedir. Acaba nas›l olur da
"her kuflakta" bir canl› türünde morfolojik de¤iflim, hem de belli bir yöne
do¤ru de¤iflim olabilir? Bunun için; o türün her kuflaktaki kimi temsilcile-
rinin bacaklar›n›n k›salmas›na neden olacak mutasyonlara u¤ramas›; bu
mutasyonlar›n canl›ya baflka hiçbir zarar vermemesi; mutasyona u¤rayan
bireylerin di¤erlerine göre avantajl› olup seçilmesi; bir sonraki kuflakta, ne
tesadüfse yine ayn› genin ayn› noktas›n›n ayn› mutasyona u¤ramas›; bu-
nun nesiller boyu hiç de¤iflmeden devam etmesi; tüm bunlar›n tesadüfen
kusursuz gerçekleflmesi gerekir.
E¤er National Geographic yazarlar› buna inan›yorlarsa, "biz sülale ola-
rak uçmay› çok seviyoruz, o¤lum da ne tesadüf bir mutasyon geçirdi ve
koltuk altlar›nda kufl tüyünü and›ran birkaç küçük yap› belirdi. Torunum
da ayn› mutasyondan geçecek ve tüyleri biraz artacak, bu nesiller boyu
devam edecek ve sonunda sülalemiz kanatlan›p uçacak" diyen bir insana
da inanabilirler. ‹ki hikayenin saçmal›k düzeyi ayn›d›r çünkü.
Bu durum, baflta belirtti¤imiz gerçe¤i, yani evrimcilerin, canl›lar›n ih-
tiyaçlar›n›n adeta do¤adaki sihirli bir güç taraf›ndan karfl›land›¤›na dair
bat›l inanc›n› ortaya ç›karmaktad›r. Gerçekte animist kültürde yer alan
"do¤aya bilinç atfetme" inanc›, ne ilginçtir ki 21. yüzy›lda "bilim" kisvesi
alt›nda karfl›m›za ç›kmaktad›r. Oysa Darwinizm'in ünlü elefltirmenlerin-
den biri olan Fransa'n›n ünlü biyolo¤u Paul Pierre Grassé'nin belirtti¤i gi-
bi, "hayal kurmay› yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu iflin içi-
ne dahil edilmemelidir.167
Fazla sözü edilmeden empoze edilmek istenen bir baflka senaryo da,
söz konusu canl›lar›n vücut yüzeyleriyle ilgilidir. Karasal canl›lar oldukla-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
130
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
131
r› kabul edilen Pakicetus ve Ambulocetus'un di¤er memeliler gibi tüylü bir
vücuda sahip olduklar› herkesin ortak görüflüdür. Nitekim rekonstrüksi-
yonlarda her iki canl› s›k tüylerle çizilmektedir. Ancak daha sonraki canl›-
lara (yani gerçek deniz memelilerine) geçildi¤inde, birden tüyler yok ol-
maktad›r. Bunun evrimsel aç›klamas›, üstte anlatt›¤›m›za benzer Lamarck-
ç› hikayelerden farkl› bir fley de¤ildir.
Gerçek ise, söz konusu canl›lar›n her birinin, yaflad›klar› ortama göre
en uygun biçimlerde yarat›lm›fl olduklar›d›r. Bu kusursuz canl›lar› mutas-
yonlarla veya daha da basit Lamarckç› hikayelerle aç›klamaya çal›flmak,
ak›l d›fl›d›r. Canl›l›ktaki her özellik gibi, söz konusu canl›lar›n mükemmel
sistemleri de bu canl›lar› Allah'›n yaratm›fl oldu¤u gerçe¤ini gözler önüne
sermektedir.
Deniz Memelilerinin Kendi ‹çindeki Evrimi Senaryosunun Açmazlar›
Bu noktaya kadar, deniz memelilerinin kara canl›lar›ndan evrimleflti-
¤i yönündeki evrimci senaryonun geçersizli¤ini inceledik. Bilimsel bulgu-
lar, evrimcilerin bu senaryonun bafllang›c›na yerlefltirdi¤i iki kara memeli-
si (Pakicetus ve Ambulocetus) ile deniz memelileri aras›nda hiçbir ba¤ bulun-
mad›¤›n› göstermektedir. Peki senaryonun geri kalan k›sm›?
Bu konuda da evrim teorisi yine açmazdad›r. Teori, bilimsel s›n›fla-
mada Archaeocetea (arkaik, yani eski balinalar) olarak bilinen soyu tüken-
mifl özgün deniz memelileri ile yaflayan balina ve yunuslar aras›nda bir
akrabal›k iliflkisi kurma çabas›ndad›r. Oysa gerçekte konunun uzmanlar›
farkl› düflünmektedirler. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl flöyle yazar:
Bu Archaeocetealar'›n k›vrak formdaki vücutlar› ve kendilerine özgü testere
diflleri, bunlar›n muhtemelen herhangi bir günümüz balinas›n›n atas› ola-
mayaca¤›n› aç›kça ortaya koymaktad›r. 168
Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci senaryo, moleküler
biyolojinin bulgular› aç›s›ndan da ç›kmaz içindedir. Klasik evrimci senar-
yo, balinalar›n iki büyük grubunun, yani diflli balinalar›n (Odontoceti) ve
balenli balinalar›n (Mysticeti) ortak bir atadan evrimleflti¤ini varsayar. Ama
Brüksel Üniversitesi'nden Michel Milinkovitch yeni bir teoriyle bu görüfle
karfl› ç›km›fl, anatomik benzerli¤e göre kurulan söz konusu varsay›m›n
moleküler bulgular taraf›ndan çürütüldü¤ünü flöyle vurgulam›flt›r:
Cetaceanlar'›n (balinalar›n) büyük gruplar› aras›ndaki evrimsel iliflkiler, mor-
folojik ve moleküler analizlerin çok farkl› sonuçlara varmas› nedeniyle, daha
da problemlidir. Morfolojik ve davran›flsal bulgu bütünlerine bak›larak yap›-
lan geleneksel yorumlama, ekolokasyona sahip diflli balinalar›n (yaklafl›k 67
tür) ve filtre sistemiyle beslenen balen balinalar›n (10 tür) iki ayr› monofilo-
tik (kendi içinde tek kökenden gelen) grup oldu¤unu varsayar… Öte yan-
dan, DNA üzerinde yap›lan filogenetik (evrimsel akrabal›k) anazlileri… ve
amino asit karfl›laflt›rmalar›… uzun zamand›r kabul edilen bu s›n›fland›r-
mayla çeliflmektedir. Diflli balinalar›n bir grubu, yani sperm balinalar›, mor-
folojik yönden kendilerinden oldukça uzak olan balen balinalar›na di¤er
odontocetlerden (diflli balinalardan) daha yak›n gözükmektedirler.169
K›sacas›, deniz memelileri, yerlefltirilmek istendi¤i hayali evrim fle-
malar›n›n her birine isyan etmektedirler.
Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci propagandada bir
kez daha ortaya ç›kt›¤› gibi, ortada gerçek kan›tlara dayanan bir evrim sü-
reci de¤il, evrim teorisine göre bir flemaya yerlefltirilmeye çal›fl›lan, ama
bir türlü bu flemaya uygun gelmeyen kan›tlar vard›r.
Kan›tlar›n ön yarg›s›z incelenmesiyle ortaya ç›kan sonuç ise, tarihteki
farkl› canl› gruplar›n›n, birbirlerinden ba¤›ms›z olarak, aniden ortaya ç›kt›kla-
r›d›r. Bu da, tüm canl›lar›n yarat›lm›fl olduklar› gerçe¤inin bilimsel bir kan›t›d›r.
Memeliler evrim basamaklar›n›n en üst k›sm›nda yer alan canl›lar
olarak kabul edilirler. Durum bu iken, öncelikle bu canl›lar›n neden deniz
ortam›na geçtiklerinin aç›klanmas› çok güçtür. Bir sonraki soru ise, bu can-
l›lar›n deniz ortam›na nas›l olup da bal›klardan bile daha iyi adapte olduk-
lar›d›r. Çünkü katil balinalar, yunuslar gibi memeli ve dolay›s›yla akci¤er-
li canl›lar, suda solunum yapan bal›klardan bile daha mükemmel bir flekil-
de yaflad›klar› ortama uyum göstermektedirler.
Deniz memelilerinin hayali evriminin mutasyon ve do¤al seleksiyon
arac›l›¤›yla aç›klanamayaca¤› son derece aç›kt›r. GEO dergisinde yay›nla-
nan bir makale, deniz memelilerinden mavi balinan›n kökeninden söz
ederken, Darwinizm'in bu konudaki çaresizli¤ini flöyle ifade eder:
Mavi balinalar gibi, denizde yaflayan di¤er memeli hayvanlar›n da vücut ya-
p›lar› ve organlar› bal›klar›nkine benzer. Bunlar›n iskeletleri de bal›klar›nkiy-
le benzerlik gösterir. Balinalarda bacaklar diyebilece¤imiz arka uzuvlar ter-
sine geliflme göstererek güdük kalm›flt›r. Ancak bu hayvanlar›n flekil de¤iflik-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
132
likleri hakk›nda elde en ufak bir bilgi bile mevcut de¤ildir. Denize geri dönü-
flün Darwinizm'in iddia etti¤i gibi uzun süreli yavafl bir geçiflle de¤il, anl›k
s›çramalar halinde oldu¤unu kabul etmek zorunday›z. Paleontologlar günü-
müzde balinan›n hangi memeli hayvan türünden geldi¤i konusunda yeterli
bilgiye sahip de¤ildir.170
Karada yaflayan küçük bir memeli hayvan›n, evrim süreci sonucunda
nas›l olup da 30 metre boyunda 60 ton a¤›rl›¤›nda bir balinaya dönüfltü¤ü-
nü düflünmek gerçekten de çok zordur. Darwinistlerin bu konuda yapabil-
dikleri tek fley, National Geographic dergisinde yay›nlanan afla¤›daki anlat›m-
da oldu¤u gibi, hayal güçlerini zorlayarak senaryo üretmektir:
Balinan›n do¤uflu, bundan 60 milyon y›l önce, dört ayakl›, k›ll› memelilerin
yiyecek aramak için denize girmeleriyle bafllad›. Ça¤lar geçtikçe, yavafl yavafl
de¤ifliklikler olufltu. Arka ayaklar kayboldu, ön ayaklar yüzgeçlere dönüfltü,
k›llar yok olarak kal›n, yumuflak, silgimsi balina derisine yol açt›, burun de-
likleri bafl›n tepesine hareket etti, kuyruk geniflleyerek balinan›n f›rçams›
kuyru¤una dönüfltü ve beden, suyun içinde giderek büyüyüp devleflti.171
Üstte anlat›lan kademeli evrim senaryolar›, bu senaryoyu yazanlar da-
hil, hiç kimseyi tatmin etmemektedir. Biz yine de bu kurgunun detaylar›-
na inelim ve ne denli gerçek d›fl› oldu¤unu aflama aflama inceleyelim.
Deniz Memelilerinin Özgün Yap›lar›Evrimcilerin deniz memelileri ile ilgili evrim senaryolar›n›n ne kadar
imkans›z oldu¤unu gösteren di¤er baz› kan›tlar da, bu canl›lar›n son dere-
ce özgün yap›lar›d›r. Solunum için akci¤erlerini kullanan memeli bir
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
133
Deniz memelileri, yer-lefltirilmek istendi¤ihayali evrim flemalar›-n›n her birine isyan et-mektedirler. Ortayaç›kan sonuç, tarihtekifarkl› canl› gruplar›n›n,birbirlerinden ba¤›ms›zolarak, aniden ortayaç›kt›klar›d›r. Bu da, tümcanl›lar›n yarat›lm›fl ol-duklar› gerçe¤inin bi-limsel bir kan›t›d›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
134
canl›n›n deniz ortam›nda geçirmesi gereken adaptasyonlar dikkate al›nd›-
¤›nda, böyle bir geçifl için "imkans›z" kelimesinin bile yetersiz kald›¤› gö-
rülür. Böyle bir geçiflte evrim süreci içinde ara basamaklardan herhangi bir
tanesinin bile eksikli¤i, canl›n›n yaflamas›na izin vermeyecek ve evrim sü-
recini durduracakt›r.
Deniz memelilerinin su ortam›na geçerken sahip olmalar› gereken
adaptasyonlar flöyle s›ralanabilir:
1- Suyun Korunumu: Deniz memelileri su ortam›nda yaflamalar›na
ra¤men, su ihtiyaçlar›n›, bal›klar gibi, yani tuzlu sudan faydalanarak gide-
remezler. Yaflamak için tatl› suya ihtiyaçlar› vard›r. Deniz memelilerinin su
kaynaklar› pek iyi bilinmemesine ra¤men, su ihtiyaçlar›n›n büyük k›sm›-
n›, okyanustaki tuz oran›n›n üçte biri kadar tuz içeren canl›lar› yiyerek
sa¤lad›klar› düflünülmektedir. Bu kadar k›t su kaynaklar›na sahip deniz
memelileri için, suyun azami derecede korunmas› ve tasarruf edilmesi son
derece önemlidir. ‹flte bu nedenle deniz memelileri, develerde görülen su
korumas› mekanizmalar›na sahiptir. Ayn› develer gibi deniz memelileri de
terlemez. Böbrekler, üreyi insanlardan çok daha iyi bir flekilde konsantre
ederek onlara su kazand›r›r. Böylece su kayb› en aza indirilmifl olur. Sudan
tasarruf en küçük detaylarda bile kendini gösterir. Örne¤in anne balina
yavrusunu peynir k›vam›ndaki çok yo¤un bir sütle besler. Bu süt insan sü-
tünden on kez daha ya¤l›d›r. Sütün bu derece ya¤l› olmas›n›n birtak›m
kimyasal sebepleri vard›r. Ya¤, yavru taraf›ndan vücuda al›nd›ktan sonra
ifllenirken yan ürün olarak su a盤a ç›kar. Böylece anne, en az su kayb›yla
yavrusunun su ihtiyac›n› gidermifl olur.
2- Görme ve Haberleflme: Yunuslar›n ve balinalar›n gözleri farkl›
görmelere imkan verecek flekildedir. Suyun alt›nda ve üzerinde ayn› mü-
kemmellikte görebilirler. (Oysa baflta insan olmak üzere ço¤u canl›, ›fl›¤›n
k›r›lmas›ndaki farkl›l›klar nedeniyle, kendi do¤al ortam›n›n d›fl›nda iyi
göremez.) Bir yunus, suyun 6 metre kadar üstüne z›playabilir ve kendisi
için havada tutulmakta olan bir yiyece¤i çok büyük bir hassasl›kla alabilir.
Deniz memelilerinin gözü ile kara canl›lar›n›n gözü aras›ndaki fark-
lar flafl›rt›c› derecede detayl›d›r. Karada gözü bekleyen tehlikeler, fiziksel
darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlar›n›n göz kapaklar› vard›r.
Su ortam›nda ise en büyük tehlikeler tuz oran›, derinlere dalarken meyda-
na gelen bas›nç ve deniz ak›nt›lar›n›n oluflturdu¤u hasarlard›r. Ak›nt›larla
Gerçek Do¤a Tarihi -II-
135
do¤rudan temas olmamas› için gözler kafan›n yan taraf›ndad›r. Ayr›ca de-
rin dal›fllarda gözü bas›nca karfl› koruyan sert bir tabaka vard›r. 9 metre
derinlikten sonra denizin dibi karanl›k oldu¤u için, su memelilerinin gö-
zü, karanl›k ortamlara uyum sa¤layabilen birçok özellikle donat›lm›flt›r.
Lens mükemmel bir daire biçimindedir. Ifl›¤a hassas olan çubuk hücreleri,
renklere ve detaylara duyarl› olan koni hücrelerinden daha fazlad›r. Daha-
s›, gözlerde özel bir fosforlu tabaka vard›r. Bu sebeple deniz memelilerinin
karanl›k ortamlardaki görüflleri kuvvetlidir.
Yine de deniz memelilerinin birincil alg›lar› görme de¤ildir. Kara me-
melilerinin aksine, onlar için duyma çok daha önemlidir. Görme ›fl›k ge-
rektirir, ama duyma için böyle bir ihtiyaç
yoktur. Birçok balina ve yunus, deniz dibin-
deki karanl›k bölgelerde bir tür do¤al "so-
nar" sayesinde avlan›r. Özellikle diflli bali-
nalar ses dalgalar› arac›l›¤›yla "görebilir".
Ses dalgalar›, ayn› görmede oldu¤u gibi,
odaklan›r ve bir noktaya gönderilir. Geriye
dönen dalgalar, hayvan›n beyninde analiz
edilir ve yorumlan›r. Bu yorum, hayvana
karfl›s›ndaki cismin biçimini, büyüklü¤ünü,
h›z›n› ve konumunu aç›kça belli eder. Bu
canl›lardaki sonik sistem inan›lmaz derece-
de hassast›r. Örne¤in bir yunus suya atla-
yan bir kiflinin "içini" de alg›layabilir. Ses
dalgalar› yön bulman›n yan› s›ra haberlefl-
me için de kullan›l›r. Birbirinden yüzlerce
kilometre uzaktaki iki balina ses kullanarak anlaflabilir.
Bu hayvanlar›n haberleflmek ve yön bulmak için ç›kartt›klar› sesi na-
s›l ürettikleri sorusu hala büyük oranda cevaps›zd›r. Ancak bilinenler ara-
s›nda, yunusun vücudundaki çok flafl›rt›c› bir ayr›nt› dikkat çeker: Hayva-
n›n kafatas› yap›s›, beyni bile tahrip edecek kadar sürekli ve fliddetli bir bi-
çimde yayd›¤› ses bombard›man›ndan korunmak için ses yal›t›ml›d›r.
fiimdi tüm bunlar›n üzerinde düflünelim. Deniz memelilerinin sahip
olduklar› tüm bu flafl›rt›c› özellikler, evrim teorisinin yegane iki mekaniz-
mas›, yani mutasyon ve do¤al seleksiyon kanal›yla oluflmufl olabilirler mi?
Hangi mutasyon bir yunusun bedenine sonar sistemi yerlefltirebilir ve
Deniz memelileri sadece kendi-lerine özgün özelliklere sahiptir-
ler. Bunlar, yaflad›klar› çevreyeen uygun flekilde
yarat›lm›fllard›r.
B‹RB‹R‹NDEN TÜRED‹⁄‹ ‹DD‹A ED‹LEN CANLILARARASINDAK‹ BÜYÜK MORFOLOJ‹K FARKLAR
Bu noktaya kadar, farkl› canl› türlerinin aralar›nda hiçbir evrimsel "arageçifl formu" bulunmadan yeryüzünde ortaya ç›kt›klar›n› inceledik. Canl›larfosil kay›tlar›nda birbirlerinden o denli farkl› yap›lar›yla belirmektedirler ki,aralar›nda herhangi bir evrimsel ba¤lant› kurmak mümkün de¤ildir.
Evrimcilerin birbirlerinin atas› olarak kabul ettikleri canl›lar›n iskeletle-rini karfl›laflt›rd›¤›m›zda, bu gerçek çok aç›k bir flekilde bir kez daha ortayaç›kmaktad›r. Birbirinin atas› olarak öne sürülen canl›lar aras›nda ola¤anüs-tü derecede büyük farkl›l›klar vard›r.
Burada baz› örnekleri inceleyece¤iz. Çizimlerin hepsi, omurgal› canl›larkonusunda otorite olan evrimci kaynaklardan al›nm›flt›r.
Hylonomus'tan evrim-leflti¤i öne sürülen denizsürüngeni Mesosaurus
Hylonomus'tan evrimleflti¤i iddiaedilen deniz sürüngeni Ichthyosaur
Bilinen en eski sürüngen olan Hylonomus
‹ki ayr› türde deniz sürüngeni ve evrimcilere göre bu canl›lar›n en yak›n atas› olan karacanl›s›. Canl›lar aras›ndaki büyük farkl›l›¤a dikkat edin.
Yarasalar›n atas›oldu¤u öne
sürülen ve eskiböcek yiyenlere
çok benzeyengünümüze ait bir
SHREW
Eocen Devri'ne ait eneski yarasan›n(Icaronycteris) iskeleti
Bilinen en eski kufl (Archaeopteryx), bir uçan sürüngen ve evrimcilere göre bu canl›la-r›n en yak›n akrabas› say›lan kara sürüngeni. Canl›lar aras›ndaki fark yine çok büyük.
Bilinen en eski yarasa ve evrimcilere göre yarasalar›n en yak›n atas›. Yarasa ilesözde atas› aras›ndaki büyük farkl›l›¤a dikkat edin.
Bilinen en eski kufl,Archaeopteryx
Birçok evrimci otorite taraf›ndankufllar›n ve uçan sürüngenlerin atas›say›lan kara sürüngeni Euparkeria
Bilinen en eski uçansürüngenlerden birolan ve bu grubuntipik bir temsilcisisay›lan Dimorphodon
Bilinen en eski balina ve onun evrimcilere göre en yak›n atas›. Canl›lar aras›ndahiçbir benzerlik olmay›fl›na dikkat edin. Evrimcilerin balinan›n atas› olarak bula-bildikleri en iyi aday bile, bu denli ilgisiz bir canl›d›r.
Bilinen en eski deniz sürüngeni (Plesiosaur) ve onun evrimcilere göre en yak›natas› say›lan kara sürüngeni. Canl›lar aras›nda hiçbir benzerlik yok.
Eocen Devri'ne ait bilinenen eski balinalar›n tipik birörne¤i, Zygorhiza kochi
Eocen Devri'ne ait bilinenen eski balinalardan biri,Zygorhiza kochi
Balinalar›n atas›konusu evrimci oto-riteler aras›nda tar-
t›flma konusudur.Ancak baz›lar›, eskibir et obur memeli
grubu olan Cre-odontlar'da karar
k›lm›flt›r. Yanda, Creodontlar'›n tipikbir türü olan Sinopa
Bilinen en eskiPlesiosaur'un iskeleti
Miocene Devri'ne ait en eskifok bal›klar›n›n iskeleti
Evrimciler taraf›ndan fokbal›klar›n›n karada yaflayan
en yak›n atalar› olarak ka-bul edilen et obur memeli
Cynodictis gregarius
Oligocene Devri'neait en eski deniz
ine¤i Halitherium
Deniz ineklerini deiçine alan sirenian s›-n›f›na dahil deniz me-melilerinin en yak›nkarasal atas› say›lanHyrax
Bir deniz ine¤i ve evrimcilere göre onun karada yaflayan en yak›n atas›.
Tipik bir fok bal›¤› iskeleti ve evrimcilere göre fok bal›klar›n›n karada yaflayan en yak›natas›. Yine canl›lar aras›nda büyük bir fark var.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
140
sonra da hayvan›n beynini sonardan korumak için kafatas›n› ses yal›t›ml›
hale getirebilir? Hangi mutasyon, bu canl›lara karanl›k sularda görmeleri-
ni sa¤layacak göz yap›lar› kazand›rabilir? Hangi mutasyon, eskiden kara-
da yaflad›klar› öne sürülen bu hayvanlar›n "suya geçifl"lerini sa¤layabilir?
Hangi mutasyon, bu hayvanlar›n bedenlerine suyu en ekonomik flekilde
kullanmalar›n› sa¤layacak hassas mekanizmalar› yerlefltirebilir?
Bunlar gibi yüzlerce soru ço¤altmak mümkündür. Ve evrimin bunlar›n
hiçbirine verebilecek bir cevab› yoktur. Bal›klar›n sularda "tesadüfen" olufl-
tuklar›n›, sonra yine tesadüfler yard›m›yla karaya ç›k›p sürüngen ve meme-
lilere evrimlefltiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda
yaflam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazand›klar›n› öne süren,
tüm bu fantastik hikayeyi yazan evrim teorisi, bu aflamalar›n hangisini ka-
n›tlayabilir? Cevap her seferinde olumsuzdur. Evrim teorisi bu aflamalar›n
gerçekleflti¤ini ispatlamak bir yana, bunlar›n gerçekleflmeleri için en küçük
bir ihtimalin var oldu¤unu bile ispatlayamamaktad›r.
Sonuç
Buraya dek inceledi¤imiz tüm bulgular göstermektedir ki, canl› tür-
leri yeryüzünde her zaman için arkalar›nda hiçbir evrimsel süreç olma-
dan, aniden ve kusursuz bir biçimde ortaya ç›km›fllard›r. Bu durum, ev-
rimci biyolog Douglas Futuyma'n›n "canl›lar e¤er dünya üzerinde eksik-
siz ve mükemmel bir biçimde ortaya ç›km›fllarsa, o halde üstün bir ak›l
taraf›ndan yarat›lm›fl olmalar› gerekir" derken kabul etti¤i gibi,172 canl›la-
r›n yarat›lm›fl olduklar›n›n çok somut bir ispat›d›r.
Evrimciler ise, canl› türlerinin yeryüzünde belirli bir s›ra ile ortaya
ç›km›fl olmalar›n›, evrimleflmifl olduklar›n›n göstergesi gibi yorumlamaya
çal›fl›rlar. Oysa canl›lar›n yeryüzündeki ortaya ç›k›fl s›ralamalar›, ortada
hiçbir evrim olmad›¤›na göre, "yarat›l›fl›n s›ralamas›"d›r. Fosiller, yeryüzü-
nün, üstün ve kusursuz bir yarat›l›flla, önce denizlerde sonra da karada ya-
flayan canl›larla dolduruldu¤unu ve bütün bunlar›n ard›ndan da insano¤-
lunun var edildi¤ini göstermektedir.
141
ir önceki bölümde, fosil kay›tlar›n›n Darwinist teorinin varsay›mla-
r›n› aç›kça geçersiz k›ld›¤›n› birlikte inceledik. Gördü¤ümüz gibi,
farkl› canl› gruplar› fosil kay›tlar›nda aniden ortaya ç›kmakta ve
milyonlarca y›l boyunca hiçbir de¤iflim geçirmeden "dura¤an" bir
biçimde kalmaktad›r. Paleontolojinin ortaya koydu¤u bu büyük bulgu,
canl› türlerinin arkalar›nda bir evrim süreci olmadan var olduklar›n› gös-
termektedir.
Bu gerçek uzun y›llar boyunca paleontologlar taraf›ndan göz ard›
edilmifl ve hayali ara formlar›n bir gün bulunaca¤› umudu korunmufltu.
Ne var ki, 70'li y›llarda, baz› paleontologlar, bunun yersiz bir beklenti ol-
du¤unu ve fosil kay›tlar›ndaki boflluklar›n "gerçek" say›lmas› gerekti¤ini
kabul etti. Ancak söz konusu paleontologlar, evrim teorisinden vazgeçme-
yi kabul edilemez bir düflünce sayd›klar› için, bu gerçe¤e evrim teorisi
içinde bir aç›klama aramaya çal›flt›lar.
Neo-Darwinizm'den biraz daha farkl› bir evrim modeli olan "s›çra-
mal› evrim" kavram› böyle do¤du. (Orijinal ismi "punctuated equilibri-
um", yani "kesintiye u¤rat›lm›fl denge" olan bu teoriyi, pratik anlafl›labilir-
lik aç›s›ndan "s›çramal› evrim" olarak ifade ediyoruz.)
Bu model 1970'lerin bafl›nda, Harvard Üniversitesi paleontologlar›
Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge taraf›ndan yüksek sesle savunulma-
ya baflland›. Her ikisi de, fosil kay›tlar›n›n ortaya koydu¤u sonucu iki te-
mel kavramla özetliyordu:
1. Stasis (Dura¤anl›k)
2. Aniden ortaya ç›k›fl.173
SIÇRAMALI EVR‹M TEOR‹S‹N‹N GEÇERS‹ZL‹⁄‹
B
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
142
Gould ve Eldredge, bu iki olguyu evrim teorisi içinde aç›klayabilmek
için, canl› türlerinin Darwin'in öngördü¤ü gibi kademeli küçük de¤ifliklik-
lerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle olufltu¤unu öne sürdüler.
Asl›nda bu teori, 1930'larda Avrupal› paleontolog Otto Schindewolf
taraf›ndan ortaya at›lm›fl olan "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) te-
orisinin modifiye edilmifl bir haliydi. Schindewolf, canl›lar›n neo-Darwi-
nizm'in öne sürdü¤ü gibi küçük mutasyonlar›n zamanla birikmesi sonu-
cuyla de¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrimlefltiklerini öne sürmüfltü.
Schindewolf teorisine örnek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir "gross mu-
tasyon"la, yani genetik yap›da tesadüfen meydana gelen dev bir de¤iflik-
likle, bir sürüngen yumurtas›ndan ç›kt›¤›n› iddia etmiflti.174 Ayn› teoriye
göre, baz› kara hayvanlar›, geçirdikleri ani ve kapsaml› bir de¤ifliklikle bir-
denbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bu fantas-
tik teorisi, 1940'l› y›llarda da Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard
Goldschmidt taraf›ndan benimsendi ve savunuldu. Ama teori o kadar tu-
tars›zd› ki, k›sa zamanda terk edildi.
Gould ve Eldredge'i bu teoriye yeniden sar›lmaya zorlayan etken ise,
baflta belirtti¤imiz gibi fosil kay›tlar›n›n hiçbir "ara form" olmad›¤›n› gös-
termesiydi. Bu kay›tlardaki "stasis" ve "aniden ortaya ç›k›fl" olgusu o kadar
Schindewolf taraf›ndan ortaya at›lan "Umulan Canavar" teorisine göre, tarihteki ilk kufl,büyük bir mutasyonla bir sürüngen yumurtas›ndan ç›km›flt›. Gould ve Eldredge ise,evrimin fosil kay›tlar› sorununu, bu saçma teoriye sahip ç›karak çözmeye çal›flt›lar.
somuttu ki, bu iki isim, bu durumu aç›klamak için "umulan canavarlar"a
yeniden el atmak zorunda kald›lar. Gould'un, "Return of the Hopeful
Monsters" (Umulan Canavarlar›n Geri Dönüflü) adl› ünlü makalesi, bu zo-
runlu geri dönüflün bir ifadesiydi.175
Elbette Gould ve Eldredge Schindewolf'un fantastik teorisini aynen
tekrarlamad›lar. Teoriye "bilimsel" bir kimlik kazand›rabilmek için, söz ko-
nusu "ani evrimsel s›çray›fl"lara bir tür mekanizma gelifltirmeye çal›flt›lar.
(Teori için seçtikleri "punctuated equilibrium" fleklindeki ilginç terim, bu
bilimsellik çabas›n›n bir ifadesiydi.) Gould ve Eldredge'in teorisi ilerleyen
y›llarda di¤er baz› paleontologlar taraf›ndan da benimsendi ve detaylan-
d›r›ld›. Oysa s›çramal› evrim teorisi, en az neo-Darwinist teori kadar bü-
yük çeliflki ve tutars›zl›klarla doluydu.
S›çraman›n "Mekanizmas›"
S›çramal› evrim teorisi, bugünkü haliyle, canl› popülasyonlar›n›n çok
uzun süreler boyunca de¤iflim göstermediklerini, bir tür "denge" (equilib-
rium) durumunda kald›klar›n› kabul eder. Bu iddiaya göre evrimsel de¤i-
fliklikler, çok k›sa zaman aral›klar›nda ve çok dar popülasyonlar içinde
gerçekleflir. (Denge, kesintiye, yani "punctuation"a u¤rat›l›r.) Popülasyon
çok dar oldu¤u için büyük mutasyonlar çok k›sa sürede do¤al seleksiyon
yoluyla seçilir ve böylece yeni tür oluflumu sa¤lan›r.
Bu teoriye göre, örne¤in bir sürüngen türü milyonlarca y›l boyunca
hiçbir de¤iflikli¤e u¤ramadan yaflam›n› sürdürür. Ancak bu sürüngen tü-
rünün içinden bir flekilde ayr›lan az say›daki bir grup sürüngen, nedeni
aç›klanamayan bir seri yo¤un mutasyona maruz kal›r. Bu mutasyonlar›n
avantaj sa¤layanlar› bu dar grup içinde h›zl› bir biçimde seçilir. Grup h›z-
la evrimleflir ve k›sa sürede bir baflka sürüngen türüne, hatta belki de me-
melilere dönüflür. Tüm bu süreç çok h›zl› oldu¤u ve dar bir popülasyonda
gerçekleflti¤i için de, geriye çok az fosil izi kal›r, belki hiç kalmaz.
Dikkat edilirse, asl›nda bu teori, "geride fosil izi b›rakmayacak ka-
dar h›zl› bir evrim süreci nas›l hayal edilebilir" sorusuna cevap gelifltir-
mek için ortaya at›lm›flt›r. Bu cevab› gelifltirirken de, iki temel varsay›m
kabul edilmektedir:
1. "Makromutasyonlar›n", yani canl›lar›n genetik bilgisinde büyük
de¤iflimler oluflturan genifl çapl› mutasyonlar›n, canl›lara avantaj sa¤la-
S›çramal› Evrim Teorisinin Geçersizli¤i
143
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
144
d›klar› ve yeni genetik bilgi ürettikleri varsay›m›.
2. Say›ca dar olan hayvan popülasyonlar›n›n, genetik yönden daha
avantajl› olduklar› varsay›m›.
Oysa her iki varsay›m da bilimsel bulgularla aç›kça çeliflmektedir.
Makromutasyonlar Yan›lg›s›
S›çramal› evrim teorisi, az önce belirtti¤imiz gibi tür oluflumuna yol
açan mutasyonlar›n çok büyük ölçeklerde gerçekleflti¤ini ya da baz› birey-
lerin üst üste yo¤un mutasyonlara maruz kald›klar›n› varsaymaktad›r.
Oysa bu varsay›m, genetik biliminin tüm gözlemsel verilerine ayk›r›d›r.
Yüzy›l›n ünlü genetikçilerinden R. A. Fisher'›n deney ve gözlemlere
dayanarak ortaya koydu¤u bir kural, bu varsay›m› aç›kça geçersiz k›lmak-
tad›r. Fisher, The Genetical Theory of Natural Selection adl› kitab›nda, bir
"mutasyonun bir canl› popülasyonunda kal›c› olabilmesinin, mutasyonun
fenotip üzerindeki etkisiyle ters orant›l›" oldu¤unu bildirir.176 Bir baflka de-
yiflle, bir mutasyon ne kadar büyük olursa, toplulukta kal›c› olma ihtimali
de o kadar azal›r.
Bunun nedenini görmek de zor de¤ildir. Mutasyonlar, önceki bölüm-
lerde inceledi¤imiz gibi, canl›lar›n genetik bilgisinde rastlant›sal de¤iflik-
likler olufltururlar ve hiçbir zaman canl›n›n genetik bilgisini gelifltiren bir
etkileri yoktur. Aksine, mutasyondan etkilenen bireyler ciddi hastal›k ve
sakatl›klara maruz kal›r. Dolay›s›yla bir birey mutasyondan ne kadar faz-
la etkilenirse, yaflama ihtimali de o kadar azalacakt›r.
S›çramal› evrim modelinin iki ünlü savunucusu; Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge.
S›çramal› Evrim Teorisinin Geçersizli¤i
145
Darwinizm'in ›srarl› savunucular›ndan Ernst Mayr, bu konuda flu yo-
rumu yapar:
Mutasyonlar sonucunda genetik canavarlar›n oluflmas› gerçekten de gözlem-
lenen bir olgudur, fakat bunlar o kadar garibe canl›lard›r ki, ancak "umulma-
yan canavarlar" olarak tan›mlanabilirler. O denli dengesizleflmifllerdir ki, den-
geleyici seleksiyon mekanizmas› yoluyla elenmekten kurtulmak için hiçbir im-
kanlar› yoktur... Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadar çok etkilerse, onun
(do¤al ortama olan) uygunlu¤unu o kadar azalt›r. Bu tip radikal bir mutasyo-
nun, farkl› bir adaptasyon sa¤layacak yeni bir fenotip oluflturaca¤›na inan-
mak, bir mucizeye inanmak demektir... Bu "umulmayan canavara" çiftleflece¤i
uygun bir efl bulmak ve bunlar›n, popülasyonun normal bireylerinden türeyi-
ci bir biçimde izole edilmeleri de, bence asla afl›lamayacak zorluklard›r.177
Mutasyonlar›n evrimsel bir geliflme sa¤lamad›¤› aç›kt›r ve bu gerçek
hem neo-Darwinizm'i hem de s›çramal› evrim teorisini ç›kmaza sürükle-
mektedir. Mutasyon bir tahrip mekanizmas› oldu¤una göre, s›çramal› ev-
rim savunucular›n›n sözünü ettikleri makromutasyonlar, canl›lar üzerinde
"makro" düzeyde tahribatlar oluflturacakt›r. Kimi evrimciler, DNA'daki
"düzenleyici genler" (regulatory genes) üzerinde oluflan mutasyonlara
umut ba¤lamaktad›rlar. Ama di¤er mutasyonlar için geçerli olan tahrip
edici özellik, bu mutasyonlar için de geçerlidir. Sorun, mutasyonun rastge-
le bir de¤iflim olmas› sorunudur; genetik bilgi gibi kompleks bir yap› üze-
rindeki her türlü rastgele de¤iflim, zararl› sonuçlar verir.
Genetikçi Lane Lester ve popülasyon genetikçisi Raymond Bohlin,
The Natural Limits to Biological Change adl› kitaplar›nda söz konusu mutas-
yon ç›kmaz›n› flöyle anlat›rlar:
Sonuçta dönüp-dolafl›p gelinen temel nokta, herhangi bir evrim modelinde,
her türlü genetik varyasyonun mutlak kökeninin mutasyon olufludur. Baz›la-
r›, küçük mutasyonlar›n birikmesi düflüncesinin sonuçlar›ndan rahats›z ol-
makta ve evrimsel yeniliklerin kökenini aç›klamak için makromutasyonlara
yönelmektedir. Goldschmidt'in umulan canavarlar› gerçekten de geri dön-
müfltür. Ancak makromutasyonlar taraf›ndan etkilenen popülasyonlar, ger-
çekte yaflam mücadelesinde yenik düflen popülasyonlar haline gelmekte-
dir. Makromutasyonlar›n, komplekslik art›fl› sa¤lanmas›n›n (genetik bilgi-
yi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur. E¤er yap›sal gen mutasyonlar› (küçük
mutasyonlar) gerekli de¤iflimleri oluflturmakta yetersiz kal›yorlar ise, düzen-
leyici genler üzerindeki mutasyonlar daha da ifle yaramaz olacakt›r, çünkü
adaptasyon sa¤lamayan ve hatta y›k›c› etkiler oluflturacakt›r... Bir nokta son
derece aç›kt›r: Mutasyonlar›n, ister büyük isterse küçük olsunlar, s›n›rs›z
bir biyolojik de¤iflim oluflturabilecekleri tezi, bir olgudan çok bir inanç
olarak kalmaya devam etmektedir.178
Gözlem ve deneyler, mutasyonlar›n genetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini
ve canl›lar› tahrip etti¤ini gösterirken, s›çramal› evrim savunucular›n›n
mutasyonlardan neo-Darwinistler'den bile daha büyük "baflar›lar" bekle-
meleri, aç›k bir tutars›zl›kt›r.
Dar Popülasyonlar Yan›lg›s›
S›çramal› evrim savunucular›n›n vurgu yapt›klar› ikinci kavram, "dar
popülasyonlar" kavram›d›r. Bununla, yeni tür oluflumunun, say›ca son de-
rece az hayvan› ya da bitkiyi bar›nd›ran topluluklarda gerçekleflti¤ini ifa-
de ederler. Bu iddiaya göre, çok say›da havyan› bar›nd›ran popülasyonlar
evrimsel bir geliflme göstermezler ve "stasis" (dura¤anl›k) halini korurlar.
Ancak bu popülasyonlardan bazen küçük gruplar ayr›l›r ve bu "izole"
gruplar sadece kendi içlerinde çiftleflir. (Bunun ço¤u zaman co¤rafi flartlar-
dan kaynakland›¤› varsay›l›r.) Kendi içlerinde çiftleflen bu küçük gruplar-
da makromutasyonlar etkili olur ve çok h›zl› bir "türleflme" yaflan›r.
Acaba s›çramal› evrim savunucular› neden dar popülasyonlar kavra-
m› üzerinde durmaktad›rlar? Sorunun cevab› aç›kt›r: Amaçlar›, fosil kay›t-
lar›ndaki ara form yoklu¤una bir "aç›klama" getirmeye çal›flmakt›r. "Ev-
rimsel de¤ifliklikler çok dar popülasyonlarda ve çok h›zl› geliflti ve dolay›-
s›yla geriye yeterince fosil izi kalmad›" fleklindeki anlat›mlar›n› bu neden-
le ›srarla vurgularlar.
Oysa son y›llarda yap›yan bilimsel deney ve gözlemler, dar popülas-
yonlar›n genetik yönden evrim teorisi için avantajl› de¤il, dezavantajl›
oldu¤unu ortaya koymaktad›r. Dar popülasyonlar, yeni bir tür oluflumu-
na yol açacak flekilde geliflmek bir yana, aksine ciddi genetik bozukluklar
ortaya ç›karmaktad›r. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sü-
rekli dar bir genetik havuz içinde çiftleflmeleridir. Bu yüzden normalde
"heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun
sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler, bask›n (domi-
nant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla genetik
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
146
S›çramal› Evrim Teorisinin Geçersizli¤i
147
bozukluk ve hastal›k ortaya ç›kmaktad›r.179
Bu konuyu incelemek için, tavuklar üzerinde 35 y›l süren bir gözlem
yap›lm›flt›r. Gözlemlerde, dar bir popülasyon içinde tutulan tavuklar›n gi-
derek genetik yönden zay›f hale geldi¤i belirlenmifltir. Tavuklar›n yumur-
ta üretimi %100'den %80'e düflmüfl, üreme oran› da %93'ten %74'e inmifl-
tir. Ancak insanlar›n bilinçli müdahalesiyle, yani baflka bölgelerden getiri-
len tavuklar›n popülasyona kar›flt›r›lmas›yla, bu genetik gerileme durmufl
ve tavuklar normalleflme e¤ilimine girmifltir.180
Bu ve benzeri bulgular, s›çramal› evrim savunucular›n›n s›¤›nd›klar›
"dar popülasyonlar evrimsel
geliflmelerin kayna¤›d›r" flek-
lindeki iddian›n bilimsel bir
geçerlili¤i olmad›¤›n› aç›kça
göstermektedir.
Sonuç
Bilimsel bulgular, sݍra-
mal› evrim teorisyenlerinin
iddialar›n› desteklememekte-
dir. Canl›lar›n dar popülas-
yonlarda ve makromutasyon-
larla h›zl› bir biçimde evrim-
lefltikleri yönündeki bu iddia,
gerçekte en az neo-Darwi-
nizm'in ortaya koydu¤u ev-
rim modeli kadar tutars›zd›r.
Peki bu teorinin son y›llarda popüler hale gelmesinin nedeni nedir?
Bu soru, evrimci dünyadaki tart›flmalara bak›ld›¤›nda cevaplanabilir. S›ç-
ramal› evrim modelini savunanlar›n neredeyse hepsi fosil bilimcidir. Step-
hen. J. Gould, Niles Eldredge, Steven M. Stanley gibi paleontologlar›n ba-
fl›n› çekti¤i bu grup, fosil kay›tlar›n›n Darwinist teoriyi yalanlad›¤›n› aç›k-
ça görmektedir. Ancak, her ne olursa olsun bir flekilde evrime inanmak
için kendilerini flartland›rm›fllard›r. ‹flte bu yüzden, fosil kay›tlar›n› k›smi
de olsa aç›klayabilmek için tek çözüm olarak s›çramal› evrim modeline
baflvurmaktad›rlar.
Richard Dawkins; genç nesillere Darwi-nizm propagandas› yapmakla meflgul.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
148
Öte yandan genetikçiler, zoologlar ya da anatomistler, do¤ada bu tür
"s›çramalar" oluflturacak bir mekanizma olmad›¤›n› görmekte ve bu ne-
denle de ›srarla Darwinist kademeli evrim modelini savunmaktad›rlar.
Oxford Üniversitesi zoolo¤u Richard Dawkins, s›çramal› evrim modelini
savunanlar› fliddetle elefltirmekte ve onlar› "evrim teorisinin inand›r›c›l›¤›-
n› ortadan kald›rmakla" suçlamaktad›r.
‹ki taraf aras›ndaki bu sa¤›rlar diyalo¤unun ortaya koydu¤u as›l so-
nuç ise, evrim teorisinin içine düfltü¤ü bilimsel krizdir. Ortada hiçbir de-
ney, gözlem ya da paleontolojik bulgu ile uyuflturulamayan hayali bir "ev-
rim" efsanesi vard›r. Her evrimci teorisyen, bu efsaneye kendi uzmanl›k
alan›na göre bir dayanak bulmaya çal›flmakta, ancak di¤er bir bilim dal›-
n›n bulgular› ile çat›flmaya girmektedir. Bu karmafla, kimi zaman "bilim bu
tür akademik tart›flmalarla ilerler" gibi yüzeysel yorumlarla geçifltirilmeye
çal›fl›lmaktad›r. Oysa sorun, bu tart›flmalar›n, do¤ru bir bilimsel teoriyi ge-
lifltirmek ad›na yap›lan fikir jimnastikleri de¤il, yanl›fl bir teoriyi inatla sa-
vunmak ad›na yap›lan dogmatik spekülasyonlardan ibaret olmas›d›r.
S›çramal› evrim teorisyenlerinin bilime istemeden de olsa yapt›klar›
bir katk› ise, fosil kay›tlar›n›n gerçekte hiçbir flekilde evrim kavram›yla
uyuflturulamayaca¤›n› aç›kça ortaya koymufl olmalar›d›r.
Evrim teorisinin dünyadaki en ön-
de gelen elefltirmenlerinden biri olan
Philip Johnson, s›çramal› evrimin en
önemli teorisyeni olan Stephen Jay Go-
uld'u "Darwinizm'in Gorbaçov'u" ola-
rak tan›mlar.181
Gorbaçov, Sovyetler Birli¤i'nin ko-
münist devlet sisteminde aksakl›klar ol-
du¤unu düflünerek sistemi "revize" et-
meye çal›flm›flt›r. Oysa aksakl›k sand›¤›
sorunlar gerçekte sistemin kendi tabi-
at›ndan kaynakland›¤› için, komünizm
ellerinin aras›nda y›k›l›p gitmifltir. Dar-
winizm'i ve di¤er muhtemel evrim mo-
dellerini de ayn› son beklemektedir.
arwin, insanlarla maymunlar›n ortak bir atadan geldikleri iddias›-
n›, 1871 y›l›nda yay›nlanan ‹nsan›n Türeyifli (Descent of Man) adl› ki-
tab›nda öne sürmüfltü. O zamandan bu yana da Darwin"in yolunu
izleyenler bu iddiay› desteklemeye çal›flt›lar. Ancak yap›lan tüm
araflt›rmalara ra¤men, baflta fosiller alan›nda olmak üzere, "insan›n evri-
mi" iddias› hiçbir somut bilimsel bulgu ile desteklenemedi.
Sokaktaki insan ço¤unlukla bu gerçekten habersizdir ve insan›n evri-
mi iddias›n›n pek çok delille desteklenen somut bir gerçek oldu¤unu sa-
n›r. Bu yanl›fl kan›n›n nedeni, bu konunun medyada s›kça gündeme geti-
rilmesi ve ispatlanm›fl bir gerçek gibi sunulmas›d›r. Ancak gerçekte konu-
nun uzmanlar› "insan›n evrimi" iddias›n›n bilimsel bir temeli bulunmad›-
¤›n›n fark›ndad›rlar. Harvard Üniversitesi paleoantropologlar›ndan David
Pilbeam flöyle demektedir:
Farkl› bir bilim dal›ndan zeki bir bilim adam›n› getirseniz ve ona elimizdeki
yetersiz delilleri gösterseniz, kesinlikle "bu konuyu unutun; devam etmek
için yeterli delil yok' diyecektir.182
Paleoantropoloji hakk›nda önemli bir kitab›n yazar› olan William Fix
ise flu yorumu yapar:
‹nsan›n kökeni hakk›nda hiçbir flüphe duymamam›z gerekti¤ini söyleyen
hala say›s›z bilim adam› vard›r, ancak tek eksiklikleri bir delillerinin olma-
mas›d›r...183
"Delili olmayan" bu evrim iddias›, insan›n soy a¤ac›n› Australopithe-cus adl› bir maymun türüyle bafllat›r. ‹ddiaya göre Australopithecus zaman-
la aya¤a kalkm›fl, beyni büyümüfl ve çeflitli aflamalardan geçerek günü-
müz insan› (Homo sapiens) haline gelmifltir. Ancak fosil bulgular› bu senar-
‹NSANIN KÖKEN‹
D
149
yoyu desteklememektedir. Her türlü ara form iddias›na ra¤men, insan ve
maymunlara ait fosil kal›nt›lar› aras›nda afl›lamaz bir s›n›r vard›r. Dahas›
birbirinin atas› olarak gösterilen türlerin gerçekte ayn› dönemde yaflam›fl
ça¤dafl türler olduklar› ortaya ç›km›flt›r. Evrim teorisinin 20. yüzy›ldaki en
önemli savunucular›ndan biri olan Ernst Mayr, One Long Argument adl› ki-
tab›nda "Özellikle yaflam›n ya da Homo sapienler'in kökeni gibi tarihi (bil-
meceler) fazlas›yla zordur ve hatta nihai, tatmin edici bir aç›klamaya dire-
nebilir niteliktedir." diyerek bu gerçe¤i kabul eder.184
Peki, ama "insan›n evrimi" tezinin sözde dayana¤› nedir?
Bu sözde dayanak, evrimcile-
rin üzerinde spekülasyon yapabile-
cekleri fosillerin çoklu¤udur. Tarih
boyunca 6000'den fazla maymun
türü yaflam›flt›r. Bunlar›n çok büyük
bir bölümü, nesli tükenerek ortadan
kaybolmufltur. Bugün yaln›zca 120
kadar maymun türü yeryüzünde
yaflamaktad›r. ‹flte, bu 6000 civar›n-
daki nesli tükenmifl maymun türü-
nün fosilleri evrimciler için çok zen-
gin bir malzeme kayna¤› oluflturur.
Öte yandan insan ›rklar›n›n
anatomileri aras›nda da büyük fark-
l›l›klar vard›r. Özellikle tarih önce-
sindeki insan ›rklar› aras›ndaki
farkl›l›klar çok daha büyüktür.
Çünkü zaman›n ilerlemesiyle bir-
likte insan ›rklar› belirli ölçüde bir-
birleri ile kar›flm›fl ve asimile olmufltur. Buna ra¤men, bugün dünya üze-
rinde yaflayan ‹skandinavlar, zenciler, pigmeler, eskimolar ya da Avustral-
ya yerlileri aras›nda dahi önemli farkl›l›klar görülmektedir.
Evrimci paleoantropologlar taraf›ndan "insan›ms›" (hominid) olarak
adland›r›lan fosillerin ise, gerçekte farkl› maymun türlerine ya da kaybol-
mufl insan ›rklar›na ait olmad›¤›n› gösterecek hiçbir kan›t yoktur. Bir bafl-
ka deyiflle, insan ile maymunlar aras›nda kalan hiçbir "ara form" örne¤i
bulunmamaktad›r.
150
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
‹nsan›n evrimi iddias›n›n gerçekte bi-limsel bir kan›t› yoktur. "Kan›t" olarak
ileri sürülenler, baz› fosillerin tarafl›olarak yorumlanmas›ndan ibarettir.
‹nsan›n Kökeni
151
Bu genel aç›klamalardan sonra, flimdi "insan›n evrimi" senaryosunun
bilimsel bulgularla nas›l çeliflti¤ini birlikte inceleyelim.
‹nsan›n Hayali Soy A¤ac›
Darwinist teori, bugün yaflayan günümüz insan›n›n maymunsu bir-
tak›m yarat›klardan geldi¤ini varsayar. 5-6 milyon y›l önce bafllad›¤› var-
say›lan bu süreçte, günümüz insan› ile atalar› aras›nda birtak›m "ara
form"lar›n yaflad›¤› iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryo-
da dört temel "kategori" say›l›r:
1—Australopithecines (Australopithecus cinsine ait türler)
2— Homo habilis3— Homo erectus4— Homo sapiensEvrimciler, insanlar›n sözde ilk maymunsu atalar›na "güney maymu-
nu" anlam›na gelen Australopithecus ismini verirler. Bu canl›lar gerçekte so-
yu tükenmifl eski bir maymun türünden baflka bir fley de¤ildir. Australopit-hecus cinsinin çeflitli türleri bulunur; bunlar›n baz›lar› iri yap›l›, baz›lar› ise
daha küçük ve narin yap›l› maymunlard›r.
‹nsan evriminin bir sonraki safhas›n› da evrimciler, Homo yani insan
olarak s›n›fland›r›rlar. ‹ddiaya göre Homo serisindeki canl›lar, Australopit-hecus'dan daha geliflmifl canl›lard›r. Bu türün evriminin en son aflamas›n-
da ise, Homo sapiens, yani günümüz insan›n›n olufltu¤u öne sürülür.
Evrimci yay›nlarda ve ders kitaplar›nda yer alan ya da medyada za-
man zaman ad› geçen "Java Adam›", "Pekin Adam›", "Lucy" gibi fosiller
de üstte sayd›¤›m›z dört türden birine dahil edilirler. Bu türlerin de kendi
içlerinde alt türleri oldu¤u kabul edilir.
Ramapithecus gibi bir zamanlar›n çok iddial› ara form adaylar› ise, s›-
radan bir maymun olmalar›n›n anlafl›lmas› üzerine, insan›n hayali soy
a¤ac›ndan sessiz sedas›z ç›kar›lm›fllard›r.185
Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sa-piens" s›ralamas›n› yazarlarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin ata-
s› oldu¤u izlenimini verirler. Oysa paleoantropologlar›n son bulgular›,
Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünyan›n farkl› bölgele-
rinde ayn› dönemlerde yaflad›klar›n› göstermektedir. Dahas› Homo erectuss›n›flamas›na ait insanlar›n bir bölümü çok yak›n zamanlara kadar yafla-
m›fllard›r.
"Java'n›n en son Homo Erectus'u: Güneydo¤u Asya'daki Homo Sapiens-ler ile Potansiyel Ça¤dafll›¤›" (Latest Homo Erectus of Java; Potential Con-
temporaneity with Homo sapiens in Southeast Asia) bafll›kl› makalede, Ja-
va'da bulunan Homo erectus fosillerinin "ortalama yafllar›n›n 27±2'den
53.3±4 bin y›l öncesi" oldu¤u ve bunun "H. erectus'un, Güneydo¤u As-
ya'daki anatomik aç›dan günümüz insanlar›yla (H. sapiens) ayn› dönemde
yaflad›¤› ihtimalini art›rd›¤›" belirtilmektedir.186
Ayr›ca, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (günümüz
insan›) ile ayn› ortamda yan yana bulunmufllard›r. Bu ise, elbette bu canl›-
lar›n birbirlerinin atalar› olduklar› iddias›n›n geçersizli¤ini aç›kça ortaya
koymaktad›r.
Özetle, tüm bilimsel bulgular ve araflt›rmalar, evrimcilerin öne sür-
dükleri fosillerin bir evrim sürecini göstermedi¤ini ortaya ç›karm›flt›r. ‹n-
san›n atalar› olarak öne sürülen fosillerin bir k›sm› maymun türlerine, bir
k›sm› da farkl› insan ›rklar›na aittir.
Peki eldeki fosillerin hangileri insan, hangileri maymundur? Bunlar›n
herhangi birisinin gerçekten bir "ara form" say›labilmesi neden mümkün
de¤ildir? Bu sorular›n cevab›n› görmek için, söz konusu kategorileri s›rayla
ele alal›m.
Australopithecus
‹lk kategori olan Australopithecus "güney maymunu" anlam›na gelir.
Bu canl›lar›n ilk olarak Afrika'da 4 milyon y›l kadar önce ortaya ç›kt›klar›
ve 1 milyon y›l öncesine kadar da yaflad›klar› san›lmaktad›r. Australopithe-cus türleri aras›nda baz› ayr›mlar vard›r. Evrimciler en eski Australopithe-cus türünün A. afarensis oldu¤unu varsayarlar. Bundan sonra ise, daha in-
ce kemikli olan A. africanus ile ondan daha büyük kemiklere sahip olan A.robustus gelir. A. boisei baz› araflt›rmac›lara göre ayr› bir tür, baz›lar›na gö-
re ise A. robustus'un alt türü olarak kabul edilmektedir.
Australopithecus türlerinin tümü, günümüz maymunlar›na benzeyen
soyu tükenmifl maymunlard›r. Tümünün beyin hacimleri, günümüz flem-
panzelerininkiyle ayn› veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklar›nda gü-
nümüz maymunlar›ndaki gibi a¤açlara t›rmanmaya yarayan ç›k›nt›lar
mevcuttur ve ayaklar› dallara tutunmak için kavray›c› özelliklere sahiptir.
Boylar› k›sad›r (en fazla 130 cm) ve ayn› günümüz maymunlar›ndaki gibi
152
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
erkek Australopithecus diflisinden çok daha iridir. Kafataslar›ndaki yüzler-
ce ayr›nt›, birbirine yak›n gözler, sivri az› diflleri, çene yap›s›, uzun kollar,
k›sa bacaklar gibi birçok özellik, bu canl›lar›n günümüz maymunlar›ndan
farkl› olmad›klar›n› gösteren delillerdir.
Bu konudaki evrimci iddia ise, Australopithecus'lar›n, tam bir may-
mun anatomisine sahip olmalar›na ra¤men, di¤er tüm maymunlar›n aksi-
ne, insanlar gibi dik olarak yürüdükleri tezidir.
Söz konusu "dik yürüme" iddias›, Richard Leakey, Donald Johanson
gibi evrimci paleoantropologlar›n on y›llard›r savunduklar› bir görüfltür.
Ama pek çok bilim adam›, Australopithecus'un iskelet yap›s› üzerinde say›-
s›z araflt›rma yapm›fl ve bu iddian›n geçersizli¤ini ortaya koymufltur. ‹n-
giltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve
Prof. Charles Oxnard'›n, Australopithecus örnekleri üzerinde yapt›klar› çok
genifl kapsaml› çal›flmalar bu canl›lar›n iki ayakl› olmad›klar›n›, günümüz
maymunlar›n›nkiyle ayn› hareket flekline sahip olduklar›n› göstermifltir.
‹ngiliz hükümetinin deste¤iyle, befl uzmandan oluflan bir ekiple bu canl›-
lar›n kemiklerini on befl y›l boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi
de evrim teorisini benimsemesine ra¤men, Australopithecuslar'›n sadece s›-
Australopithecustürleri, kafataslar›-
n›n yan› s›ra iskeletyap›lar› yönündende günümüz may-munlar›na büyük
benzerlik gösterir-ler. Yandaki çizim-
deki bedenin soltaraf› flempanze,sa¤ taraf› ise A.
afarensis iskeletinigöstermektedir. Çi-
zimi yapan antro-poloji profesörüAdrienne L. Zhil-
man, bu iki canl›-n›n iskelet yap›lar›-n›n çok benzer ol-
duklar›n› vurgular.
Australopithecus robustus türüne aitbir kafatas›. Günümüz maymunlar›naçok büyük bir benzerlik gösteriyor.
‹nsan›n Kökeni
153
A. AFARENSIS ve fiEMPANZE
Yukar›da Australopithecus afarensis AL 444-2 fosili-nin kafatas›, altta ise günümüz flempanzesinin kafa-tas› yer al›yor. Aradaki çok aç›k benzerlik, A. afaren-sis'in, hiçbir "insans›" özelli¤i olmayan s›radan birmaymun türü oldu¤unun aç›k bir göstergesi.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
radan bir maymun türü olduklar› ve kesin-
likle dik yürümedikleri sonucuna varm›fl-
t›r.187 Bu konudaki araflt›rmalar›yla ünlü di-
¤er evrimci anatomist Charles E. Oxnard da
Australopithecus'un iskelet yap›lar›n› günü-
müz orangutanlar›n›nkine benzetmektedir.188
Australopithecus'un insan›n atas› say›la-
mayaca¤›, son dönemde evrimci kaynaklar
taraf›ndan da kabul edilmektedir. Ünlü Fran-
s›z bilim dergisi Science et Vie, May›s 1999 sa-
y›s›nda bu konuyu kapak yapm›flt›r. Australo-pithecus afarensis türünün en önemli fosil ör-
ne¤i say›lan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu
Lucy" (Elveda Lucy) bafll›¤›n› kullanarak
Australopithecus türü maymunlar›n insan›n
soy a¤ac›ndan ç›kar›lmas› gerekti¤ini yaz-
m›flt›r. St W573 kodlu yeni bir Australopithe-cus fosili bulgusuna dayanarak yaz›lan maka-
lede, flu cümleler yer almaktad›r:
Yeni bir teori Australopithecus cinsinin insan
soyunun kökeni olmad›¤›n› söylüyor... St
W573'ü incelemeye yetkili tek kad›n araflt›r-
mac›n›n vard›¤› sonuçlar, insan›n atalar›yla
ilgili güncel teorilerden farkl›; hominid soy
a¤ac›n› y›k›yor. Böylece bu soy a¤ac›nda yer alan insan ve do¤rudan atalar›
say›lan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan ç›kar›l›yor... Australopithe-cuslar ve Homo türleri (insanlar) ayn› dalda yer alm›yorlar, Homo türlerinin
(insanlar›n) do¤rudan atalar›, hala keflfedilmeyi bekliyor.189
Homo habilis
Australopithecus'un iskelet ve kafatas› yap›lar›n›n flempanzelerden ne-
redeyse farks›z oluflu ve canl›lar›n dik yürüdükleri iddias›n›n da sa¤lam
kan›tlarla çürütülmesi, evrimci paleoantropologlar› oldukça zor durumda
b›rakm›flt›r. Çünkü hayali evrim flemas›nda Australopithecus'dan sonra Ho-mo erectus gelir. Homo erectus, isminin bafl›ndaki "homo" yani "insan" teri-
minden de anlafl›ld›¤› gibi bir insan grubudur ve iskeleti de tamamen dik-
"ELVEDA LUCY!"
Bilimsel bulgular, Australo-pithecus s›n›f›n›n en ünlü ör-
ne¤i say›lan "Lucy" hakk›n-daki evrimci varsay›mlar› te-
melsiz b›rakt›. Ünlü Frans›zbilim dergisi Science et Vie,fiubat 1999 say›s›nda "Elve-da Lucy" (Adieu Lucy) bafll›-¤› ile bu gerçe¤i kabul edi-yor ve Australopithecus'uninsan›n atas› say›lamayaca-
¤›n› onayl›yordu.
‹nsan›n Kökeni
155
tir. Kafatas› hacmi Australopithecus'un iki kat› kadard›r. fiempanze benzeri
bir maymun türü Australopithecus'dan, günümüz insan›ndan farks›z bir is-
kelete sahip olan Homo erectus'a geçmek ise, evrimci teoriye göre bile
mümkün de¤ildir. Dolay›s›yla "ba¤lant›"lar, yani "ara form"lar gerekir. ‹fl-
te Homo habilis kavram›, bu zorunluluktan do¤mufltur.
Homo habilis s›n›fland›rmas› 1960'l› y›llarda ailece "fosil avc›s›" olan
Leakey'ler taraf›ndan ortaya at›ld›. Leakey'lere göre, Homo habilis olarak s›-
n›fland›rd›klar› bu yeni tür canl›, dik yürüme yetene¤ine, göreceli olarak
büyük bir beyin hacmine, tafltan ve tahtadan alet kullanma yetene¤ine sa-
hipti. Bu sebeple insan›n atas› olabilirdi.
Oysa 80'li y›llar›n ortalar›ndan sonra bulunan ayn› türe ait yeni fosil-
ler, bu görüflü tamamen de¤ifltirecekti. Yeni bulunan fosillere dayanan Ber-
nard Wood ve Loring Brace gibi araflt›rmac›lar, bunlar›n, "alet kullanabilen
insan" anlam›na gelen Homo habilis yerine, "alet kullanabilen Güney Afri-
ka maymunu" anlam›na gelen Australopithecus habilis olarak s›n›fland›r›l-
mas› gerekti¤ini söylediler. Çünkü Homo habilis, Australopithecus ismi veri-
len maymunlarla birçok ortak özellikler tafl›yordu. Ayn› Australopithecusgibi uzun kollu, k›sa bacakl› ve maymunsu bir iskelet yap›s›na sahipti. El
ve ayak parmaklar› t›rmanmaya uyumluydu. Çene yap›lar› tamamen gü-
nümüz maymunlar›n›nkine benziyordu. 630 cc.'lik beyin hacimleri de
bunlar›n birer maymun olduklar›n›n bir göstergesiydi. K›sacas› baz› ev-
rimciler taraf›ndan bir ara form olarak gösterilen Homo habilis, gerçekte
tüm di¤er Australopithecuslar gibi soyu tükenmifl bir maymundu.
‹lerleyen y›llarda yap›lan araflt›rmalar, Homo habilis'in gerçekten de
Australopithecus'tan farkl› bir canl› olmad›¤›n› ortaya koydu. 1984 y›l›nda
Tim White taraf›ndan bulunan ve OH62 ismi verilen iskelet ve kafatas› fo-
sili, bu türün günümüz maymunlar›n›nki gibi küçük beyin hacmine, dal-
lara t›rmanmaya yarayan uzun kollara ve k›sa bacaklara sahip oldu¤unu
gösterdi.
Amerikal› antropolog Holly Smith'in 1994 y›l›nda yapt›¤› detayl› ana-
lizler de yine Homo habilis'in asl›nda "homo" yani insan de¤il, maymun ol-
du¤unu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Ho-mo neandertalensis türlerinin diflleri üzerinde yapt›¤› analizler hakk›nda
flöyle diyordu:
Difllerin geliflimi ve yap›s› kriterine dayanarak yapt›¤›m›z analizler, Austra-lopithecus ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlar›yla ayn› kategoride
156
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
olduklar›n›, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin günümüz insanla-
r›yla ayn› yap›ya sahip oldu¤unu göstermektedir.190
Ayn› y›l Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld adl› üç ana-
tomi uzman›, çok farkl› bir yöntemle yine ayn› sonuca ulaflt›lar. Bu yön-
tem, insan ve maymunlar›n iç kulaklar›nda yer alan ve denge sa¤lamaya
yarayan yar›-çembersel kanallar›n karfl›laflt›rmal› analizine dayan›yordu.
Spoor, Wood ve Zonneveld vard›klar› sonucu flöyle özetlediler:
Fosil hominidler aras›nda, günümüz insan› morfolojisini gösteren ilk tür Ho-
mo erectus'tur. Tersine, güney Afrika'dan gelen ve Australopithecus ve Pa-
ranthropus olarak yorumlanan kafatas›ndaki yar› dairesel kanal boyutlar›,
günümüze kadar yaflayan büyük maymunlara benzemektedir.191
Stw 53 ad›ndaki Homo habilis örne¤i üzerinde incelemeler yapan Spo-
or, Wood ve Zonneveld, "Stw 53'ün, Australopithecine-ler'den daha az iki ayakl› davran›fllar› gösterdi¤ini"
buldular. Bu H. habilis örne¤inin Australopithecus tü-
ründen çok daha fazla maymuna benzedi¤i anlam›na
gelmektedir. Dolay›s›yla söz konusu bilim adamlar›,
Stw 53'ün "Australopithecineler ve H. erectus'da görülen
morfolojiler aras›nda ara geçifl olmas› mümkün de¤il-
dir." sonucuna vard›lar.192
Bu bulgu çok önemli iki sonucu göstermektedir:
(1) Homo habilis ad›yla an›lan fosiller, gerçekte
"homo" yani insan s›n›flamalar›na de¤il, Australopit-hecus (maymun) s›n›flamalar›na dahildir.
(2) Hem Homo habilis hem de Australopithecustürleri, e¤ik yürüyen, yani maymun iskeletine sahip
canl›lard›r. ‹nsanlarla ilgileri yoktur.
KNM-ER 1472 Uyluk kemi¤i. Bu uyluk kemi¤i, günümüz insa-n›nkinden farks›zd›r. Bu kemi¤in Homo habilis fosilleriyle ay-n› tabakada, ancak birkaç kilometre ötede bulunmufl olmas›,Homo habilis'in iki ayakl› bir canl› oldu¤u gibi yanl›fl bir yoru-ma yol açm›flt›. 1987 y›l›nda bulunan OH 62 fosili ise Homohabilis'in hiç de san›ld›¤› gibi iki ayakl› bir canl› olmad›¤›n›gösterdi. Bugün çok say›da bilim adam› Homo habilis s›n›fla-mas›n›n, Australopithecus'a çok benzer bir maymun türü ol-du¤unu kabul etmektedir.
‹nsan›n Kökeni
157
Homo rudolfensis Hakk›ndaki Yan›lg›
Homo rudolfensis terimi, 1972 y›l›nda bulunan birkaç fosil parças›na
verilen isimdir. Söz konusu fosil parçalar› Kenya'daki Rudolf nehri civa-
r›nda bulundu¤u için, bu fosilin temsil etti¤i varsay›lan türe de Homo ru-dolfensis ad› verilmifltir. Ço¤u paleoantropolog ise bu fosillerin asl›nda ay-
r› bir türe ait olmad›¤›n›, Homo rudolfensis denen canl›n›n da asl›nda bir
Homo habilis, yani bir maymun türü oldu¤unu kabul etmektedir.
Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8 milyon y›l yafl biçti¤i ve "KNM-ER
1470" olarak adland›rd›¤› kafatas›n› antropoloji tarihinin en büyük buluflu
gibi tan›tm›fl ve büyük yank› uyand›rm›flt›. Australopithecus gibi küçük bir
kafatas› hacmi olan, ancak insans› bir yüze sahip bulunan canl›, Leakey'e
göre, Australopithecus ile insan aras›ndaki kay›p halkayd›. Ancak bir süre
sonra anlafl›lacakt› ki, KNM-ER 1470 kafatas›n›n bilimsel dergilere kapak
olan "insans›" yüzü, gerçekte kafatas› parçalar›n› birlefltirirken yap›lan
-belki de kas›tl›- hatalar›n sonucuydu. ‹nsan yüzü anatomisi üzerinde ça-
l›flmalar yapan Prof. Tim Bromage, 1992 y›l›nda bilgisayar simülasyonlar›
yard›m›yla ortaya ç›kard›¤› bu gerçe¤i flöyle özetler:
KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu yap›l›rken, yüz, ayn› günümüz insanla-
r›nda oldu¤u gibi, kafatas›na neredeyse tam paralel bir biçimde infla edilmifl-
ti. Oysa yapt›¤›m›z incelemeler, yüzün kafatas›na daha e¤imli bir biçimde in-
fla edilmifl olmas›n› gerektirmektedir. Bu ise, ayn› Australopithecus'da gördü-
¤ümüz maymunsu yüz özelli¤ini meydana getirir.193
Australopithecus ve Homo habilis s›n›flamalar›na dahil edilen maymunlar›n dikyürüdükleri yönündeki iddia, Fred Spoor'un yönetiminde yap›lan iç kulak analiz-leri taraf›ndan yalanlanm›flt›r. Spoor ve ekibi, iç kulaktaki denge merkezlerinikarfl›laflt›rarak yapt›klar› incelemelerde, her iki s›n›flaman›n da günümüz may-munlar›na benzer bir hareket biçimine sahip oldu¤unu göstermifltir.
Fred Spoor
158
Bu konuda evrimci paleoantropolog J. E. Cronin de flöyle der:
Kaba olarak biçimlendirilmifl yüz, düflük kafatas› geniflli¤i ve büyük az› difl-
ler gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in Australopithecus ile paylaflt›¤› ilkel
özelliklerdir... KNM-ER 1470, di¤er erken Homo örnekleri gibi, öteki ince ya-
p›l› Australopithecus'la birçok yap›sal ortak özellik tafl›r. Bu özellikler, di¤er
geç Homo örneklerinde (yani Homo erectus'ta) bulunmaz.194
Michigan Üniversitesi'nden C. Loring Brace ise, çene ve difl yap›s›
üzerinde yapt›¤› analizlerde 1470 kafatas› hakk›nda yine ayn› sonuca var-
m›flt›r: "Çenenin büyüklü¤ü ve az› difllerinin kaplad›¤› yerin geniflli¤i, ER
1470'in tam anlam›yla bir Australopithecus yüz ve difllerine sahip oldu¤u-
nu göstermektedir."195
KNM-ER 1470 üzerinde en az Leakey kadar incele-
mede bulunmufl olan John Hopkins Üniversitesi pale-
oantropolo¤u Prof. Alan Walker da, bu canl›n›n Homoerectus ya da Homo rudolfensis gibi bir "homo" yani insan
türüne dahil edilmemesi, aksine Australopithecus s›n›f›-
na sokulmas› gerekti¤ini savunmaktad›r.196
K›sacas›, Australopithecus ile Homo erectus aras›nda
bir geçifl formu gibi gösterilmeye çal›fl›lan Homo habilisya da Homo rudolfensis gibi s›n›flamalar tamamen haya-
lidir. Bu canl›lar bugün ço¤u araflt›rmac›n›n kabul etti-
¤i gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bü-
tün anatomik özellikleri, bu canl›lar›n birer maymun
türü olduklar›n› göstermektedir.
Bu gerçek, Bernard Wood ve Mark Collard adl› iki evrimci antropo-
lo¤un 1999 y›l›nda Science dergisinde yay›nlanan incelemeleriyle daha da
belirgin hale gelmifltir. Wood ve Collard, Homo habilis ve Homo rudolfensis(Skull 1470 türü) kategorilerinin hayali oldu¤unu, asl›nda bu kategorilere
dahil edilen fosillerin Australopithecus s›n›flamas› içinde incelenmesi ge-
rekti¤ini flöyle aç›klam›fllard›r:
Daha yak›n zamanda, fosil türleri, mutlak beyin hacmi, dil yetene¤i konu-
sundaki ç›kar›mlar ve el fonksiyonu ve tafltan aletler yapma becerileri konu-
sundaki kurgular gibi temellere dayan›larak, Homo kategorisine dahil edil-
mifltir. Birkaç istisna haricinde, bu (Homo) cinsinin insan evrimi içindeki ta-
n›m› ve kullan›m› ve Homo'nun s›n›r›n›n belirlenifli, sanki sorunsuz bir olgu
gibi kabul edilmifltir. Ama... yeni bulgular, mevcut bulgulara getirilen yeni
Richard Leakey,Homo rudolfensis
konusunda hemkendisini, hem depaleoantropoloji
dünyas›n› yan›ltt›.
‹nsan›n Kökeni
159
yorumlar ve paleoantropolojik kay›tlar üzerindeki k›s›tlamalar, s›n›flamalar›
Homo cinsine dahil etmek için kullan›lan kriterleri geçersiz hale getirmekte-
dir... Pratikte, fosilleflmifl hominid türleri, Homo kategorisine, dört temel kri-
terden biri veya daha fazlas›na göre dahil edilmektedir... Oysa flimdi aç›k ha-
le gelmifltir ki, bu kriterlerin hiçbiri tatminkar de¤ildir. Kafatas› hacmi prob-
lemlidir, çünkü mutlak beyin kapasitesinin biyolojik bir önemi oldu¤u var-
say›m› tart›flmal›d›r. Ayn› flekilde, konuflma fonksiyonunun beynin genel gö-
rünümünden güvenilir flekilde ç›karsanamayaca¤›na dair oldukça tatmin
edici kan›tlar vard›r ve beynin konuflma ile ilgili bölgelerinin, daha önceki
çal›flmalar›n ima etti¤inin aksine lokalize olmad›¤›na dair kan›tlar vard›r...
Bir baflka deyiflle, H. habilis ve H. rudolfensis'e ait fosil bulgular› eklendi¤in-
de, Homo cinsi iyi bir cins de¤ildir. Dolay›s›yla, H. habilis ve H. rudolfensis, Ho-mo cinsinden ç›kar›lmal›d›r... fiu an için, hem H. habilis'in hem de H. rudolfen-sis'in Australopithecus cinsine geçirilmesini öneriyoruz.197
Wood ve Collard'›n vard›¤› sonuç, anlatt›¤›m›z gerçe¤i do¤rulamakta-
d›r: Tarihte "ilkel insan atalar›" yoktur. Bu flekilde gösterilen canl›lar, ger-
çekte Australopithecus kategorisine dahil edilmeleri gereken maymunlar-
d›r. Fosil kay›tlar›, bu soyu tükenmifl maymunlar ile fosil kay›tlar›nda ani-
den ortaya ç›kan Homo yani insan türü aras›nda hiçbir evrimsel iliflki ol-
mad›¤›n› göstermektedir.
Homo erectus
Evrimcilerin hayali flemas›na göre Homo türünün kendi içindeki evri-
mi flöyledir: Önce Homo erectus, sonra Homo sapiens archaic ve Neandertal(Homo sapiens neanderthalensis) insan›, sonra da Cro-magnon Adam› (Homosapiens sapiens). Oysa bu s›n›flamalar›n hepsi, gerçekte sadece özgün insan
›rklar›d›r. Aralar›ndaki fark, bir eskimo ile bir zenci ya da bir pigme ile Av-
rupal› aras›ndaki farktan daha büyük de¤ildir.
Öncelikle evrimcilerin en ilkel insan türü sayd›klar› Homo erectus'u
inceleyelim. "Erect" terimi "dik" demektir. Homo erectus ise "dik yürüyen
insan" anlam›na gelir. Evrimciler bu insanlar›, "erect" s›fat› ile öncekilerden
ay›rmak zorunda kalm›fllard›r. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri,
Australopithecus ya da Homo habilis örne¤inde görülmedi¤i kadar diktir.
Günümüz insan›n›n iskeleti ile Homo erectus iskeleti aras›nda hiçbir
fark yoktur.
160
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel" saymaktaki en önemli dayanaklar›
ise, kafatas› hacminin (900-1100 cc) günümüz insan›n›n ortalamas›ndan
küçüklü¤ü ve kal›n kafl ç›k›nt›lar›d›r. Oysa bugün de dünyada Homo erec-tus'la ayn› kafatas› ortalamas›nda pek çok insan yaflamaktad›r (örne¤in
pigmeler) ve bugün de çeflitli ›rklarda kafl ç›k›nt›lar› vard›r. (örne¤in Avus-
turalya yerlileri Aborijinler'de)
Kafatas› hacmi farkl›l›¤›n›n zeka ve beceri yönünden hiçbir fark olufl-
turmad›¤› ise, bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin hacmine göre de¤il, bey-
nin kendi içindeki organizasyonuna göre de¤iflir.198
Homo erectus'u dünyaya tan›tan fosiller, her ikisi de Asya'da bulunan Pe-
Homo erectus kafataslar›nda bulunan bü-yük kafl ç›k›nt›lar›, geriye do¤ru e¤imli al›nyap›s› gibi özellikler, günümüzde yaflayanbaz› ›rklarda da görülür. Yandaki Malezyayerlisinde oldu¤u gibi.
‹nsan›n Kökeni
161
Fosilleri bulan Alan Thorne ve Philip
Macumber, bunlar› birer Homo sapi-ens kafatas› olarak yorumlad›lar.
Oysa bu kafataslar› çok büyük oran-
da Homo erectus özellikleri gösteri-
yorlard›. Homo sapiens olarak ta-
n›mlanmalar›n›n tek nedeni ise, 10
bin y›l oldu¤u hesaplanan yafllar›yd›.
Evrimciler, günümüz insan›ndan 500
bin y›l önce yaflam›fl ilkel bir "tür"
olarak tan›mlad›klar› Homo erectus-lar'›n, bundan 10 bin sene önce ya-
flayan bir insan ›rk› oldu¤u gerçe¤ini
kabul etmek istememifllerdi.
10 B‹N YILLIKHOMO ERECTUSLAR
10 Ekim 1967'de Avustral-ya Victoria'daki Kow
Swamp gölü yak›n›ndabulunan bu iki kafatas›na
Kow Swamp I ve KowSwamp V adlar› verildi.
162
HOMO ERECTUS ve ABOR‹J‹NYandaki Turkana Çocu¤u iskeleti, bugü-ne kadar bulunmufl en eksiksiz Homoerectus örne¤idir. ‹lginç olan 1.6 milyony›ll›k bu fosilin iskeleti ile günümüz in-san› aras›nda hiçbir belirgin farkl›l›¤›nolmay›fl›d›r. Özellikle de üstteki Aborijinyerlisi fosili, Turkana Çocu¤u'na çokbenzemektedir. Bu durum, Homo erec-tus'un herhangi bir "ilkel" özelli¤i bu-lunmayan özgün bir insan ›rk› oldu¤unubir kez daha göstermektedir.
kin Adam› ve Java Adam› fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kal›nt›n›n da
güvenilir olmad›klar› anlafl›ld›. Pekin Adam›, sadece alç›dan yap›lm›fl ve
asl› kaybolmufl modellerden ibaretti, Java Adam› ise bir kafatas› parças› ile
ondan metrelerce uzakta bulunmufl bir le¤en kemi¤inden olufluyordu ve
bunlar›n ayn› canl›ya ait oldu¤una dair hiçbir gösterge yoktu. Bu nedenle
Afrika'da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazand›.
(Bu arada, Homo erectus olarak tan›mlanan fosillerin bir k›sm›n›n, baz›
‹nsan›n Kökeni
163
evrimciler taraf›ndan Homo ergaster adl› ikinci bir s›n›flamaya dahil edildi¤i-
ni de belirtmek gerekir. Bu konuda aralar›nda anlaflmazl›k vard›r. Biz söz ko-
nusu fosillerin hepsini Homo erectus s›n›flamas› içinde ele alaca¤›z.)
Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, Kenya'daki
Turkana Gölü yak›nlar›nda bulunan "Turkana Çocu¤u" fosilidir. Bu fosilin
sahibinin 12 yafl›nda bir çocuk oldu¤u ve büyüdü¤ü zaman yaklafl›k 1.83
m boyunda olaca¤› saptanm›flt›r. Fosilin dik iskelet yap›s› günümüz insa-
n›ndan farks›zd›r. Amerikal› paleoantropolog Alan Walker, "ortalama bir
patolo¤un bu fosilin iskeletiyle, günümüz insan› iskeletini birbirinden
ay›rmas›n›n çok güç oldu¤unu" söyler. Walker kafatas›n› gördü¤ünde gül-
dü¤ünü, çünkü kafatas›n›n "bir Neandertal kafatas›na afl›r› derecede ben-
zedi¤ini" yazar.199 Neandertaller biraz sonra inceleyece¤imiz gibi günü-
müz insan›n bir ›rk›d›rlar. Dolay›s›yla Homo erectus da yine günümüz in-
san›n bir ›rk›d›r.
Nitekim evrimci paleoantropolog Richard Leakey bile Homo erec-tus'un günümüz insan› ile olan farkl›l›¤›n›n ›rksal farkl›l›ktan öte bir an-
lam tafl›mad›¤›n› flöyle ifade eder:
Herhangi bir kifli farkl›l›klar› fark edebilir: Kafatas›n›n biçimi, yüzün aç›s›,
kafl ç›k›nt›s›n›n kabal›¤› vs. Ancak bu farkl›l›klar bugün de¤iflik co¤rafyalar-
da yaflamakta olan insan ›rklar›n›n birbirleri aras›ndaki farkl›l›klardan daha
fazla de¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman
aral›klar›nda ayr› tutulduklar› zaman ortaya ç›kar.200
Connecticut Üniversitesi'nden Prof. William Laughlin, Eskimolar ve
Aleut Adalar› insanlar› üzerinde uzun y›llar anatomik incelemeler yapm›fl
ve bu insanlar ile Homo erectus'un flafl›rt›c› derecede birbirlerine benzedik-
lerini görmüfltür. Laughlin'in vard›¤› sonuç, tüm bu ›rklar›n gerçekte Ho-mo sapiens türüne (günümüz insan›na) ait farkl› ›rklar oldu¤udur:
Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Eskimolar ve Avustralya yerlileri gibi
uzak gruplar aras›ndaki büyük farkl›l›klar› dikkate ald›¤›m›zda, Homo erec-tus'un da kendi içinde farkl›l›klar tafl›yan bu türe (Homo sapiens'e) ait oldu¤u
sonucuna varmak çok mant›kl› gözükmektedir.201
Homo erectus'un yapay bir s›n›flama oldu¤u, Homo erectus kategorisine
dahil edilen fosillerin gerçekte Homo sapiens'ten ayr› bir tür say›lacak kadar
farkl›l›k tafl›mad›¤›, son y›llarda bilim dünyas›nda giderek daha fazla dile ge-
tirilmektedir. American Scientist dergisinde, bu konudaki tart›flmalar ve 2000
164
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
HOMO ERECTUS'UN DEN‹ZC‹L‹K KÜLTÜRÜ
"Antik denizciler: ‹lk insanlar sand›¤›m›zdan daha ak›ll›yd›lar". New Scientist dergisindeyay›nlanan 14 Mart 1998 tarihli bu makaleye göre evrimcilerin Homo erectus ismini ver-dikleri insanlar, günümüzden 700 bin y›l önce gemicilik yap›yorlard›. Gemi yapabilecekbilgi, teknoloji ve kültüre sahip insanlar›n ilkel say›lmalar› elbette ki mümkün de¤ildir.
y›l›nda bu konuda yap›lan bir konferans›n sonucu flöyle özetlenmektedir:
Senckenberg konferans›na kat›lanlar›n ço¤u, Michigan Üniversitesi'nden
Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi'nden Alan Thorne ve meslektafllar›
taraf›ndan bafllat›lan ve Homo erectus'un taksonomik statüsünü ele alan atefl-
li tart›flmaya dahil oldular. Bunlar (Wolpoff ve Thorn) güçlü bir flekilde, Ho-mo erectus'un bir tür olarak geçerlili¤i bulunmad›¤›n›, tamamen ortadan kal-
d›r›lmas› gerekti¤ini savundular. Homo cinsinin tüm üyeleri, 2 milyon y›l ön-
cesinden günümüze kadar, varyasyona oldukça aç›k ve genifl alanlara yay›l-
m›fl tek bir tür, yani Homo sapiens türüydü onlara göre, ve bu tür içinde do-
¤al k›r›lmalar ve alt bölünmeler bulunmuyordu. Konferans›n konusu, Homoerectus'un var olmad›¤›yd›.202
Üstteki tezi savunan bilim adamlar›n›n vard›¤› sonuç, "Homo erectus,
Homo sapiens'ten farkl› bir tür de¤il, Homo sapiens içindeki bir ›rkt›r" fleklin-
de de özetlenebilir. Bir insan ›rk› olan Homo erectus ile "insan›n evrimi" se-
naryosunda kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homohabilis ve Homo rudolfensis) aras›nda ise büyük bir uçurum vard›r. Yani fo-
sil kay›tlar›nda beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, ayn› anda ve
aniden ortaya ç›km›fllard›r.
‹nsan›n Kökeni
165
Neandertaller: Anatomileri ve Kültürleri
Neandertaller (Homo neanderthalensis) bundan 100 bin y›l önce Avru-
pa'da aniden ortaya ç›km›fl ve yaklafl›k 35 bin y›l önce de yine h›zl› ve ses-
siz bir biçimde yok olmufl -ya da di¤er ›rklarla kar›flarak asimile olmufl- in-
sanlard›r. Günümüz insan›ndan tek farklar›, iskeletlerinin biraz daha güç-
lü ve kafatas› ortalamalar›n›n biraz daha yüksek olmas›d›r.
Neandertaller bir insan ›rk›d›r ve bugün art›k bu gerçek hemen her-
kes taraf›ndan kabul edilmektedir. Baz› evrimci paleoantropologlar bu in-
sanlar› çok uzun zaman "ilkel bir tür" olarak kabul etmifl, ama bulgular
Neandertal insan›n›n bugün sokakta yürüyen herhangi bir "yap›l›" insan-
dan daha farkl› olmad›¤›n› göstermifltir. Bu konuda önde gelen bir otorite
say›lan New Mexico Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik Trinkaus flöy-
le yazar:
Neandertal kal›nt›lar› ve günümüz insan› kemikleri aras›nda yap›lan ayr›n-
t›l› karfl›laflt›rmalar göstermektedir ki, Neandertallerin anatomisinde ya da
hareket, alet kullan›m›, zeka seviyesi veya konuflma kabiliyeti gibi özellikle-
rinde günümüz insanlar›ndan afla¤› say›labilecek hiçbir fley yoktur.203
Bu nedenle günümüzde birçok araflt›rmac›, Neandertal insan›n› gü-
nümüz insan›n›n bir alt türü olarak tan›mlayarak Homo sapiens neanderta-lensis demektedir.
Öte yandan fosil bulgular›, Neandertallerin ileri bir kültüre de sahip
olduklar›n› göstermektedir. Bunun en ilginç örneklerinden biri, Neandertal
insanlar› taraf›ndan yap›lm›fl olan fosilleflmifl bir flüttür. Bir ay›n›n uyluk
kemi¤inden yap›lm›fl olan söz konusu flüt, arkeolog Ivan Turk taraf›ndan
1995 Temmuz'unda Kuzey Yugoslavya'daki bir ma¤arada bulunmufltur.
Daha sonra da bir müzikolog olan Bob Fink, flütü analiz etmifltir. Fink, kar-
bon testine göre yafl›n›n 43.000 ile 67.000 y›l aras›nda oldu¤u düflünülen bu
aletin, 4 nota ç›kard›¤›n› ve flütte yar›m tonlar ve tam tonlar›n da oldu¤u-
nu tespit etmifltir. Bu keflif, Neandertallerin Bat› müzi¤inin temel formu
olan yedi nota ölçüsünü kulland›klar›n› göstermektedir. Flütü inceleyen
Fink, "eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler aras›ndaki mesafe-
nin, üçüncü ve dördüncü delikler aras›ndaki mesafenin iki kat›" oldu¤unu
belirtmektedir. Bunun anlam› birinci mesafenin tam notay›, ona komflu
olan mesafenin de yar›m notay› temsil etti¤idir. "Bu üç nota inkar edilemez
bir flekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses ç›kar›r" diyen Fink, Neandertalle-
rin müzik kula¤› ve bilgisi olan insanlar oldu¤unu belirtmektedir.204
166
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Di¤er baz› fosil bulgular›, Neandertallerin ölülerini gömdüklerini,
hastalar›na bakt›klar›n›, kolye ve benzeri tak› eflyalar› kulland›klar›n› gös-
termektedir.205
Öte yandan fosil kaz›lar› s›ras›nda Neandertal insanlar› taraf›ndan
kullan›ld›¤› tespit edilen 25 bin y›ll›k bir dikifl i¤nesi de bulunmufltur. Ke-
mikten yap›lm›fl olan bu i¤ne son derece düzgündür ve iplik geçirilmesi
için aç›lm›fl bir deli¤e sahiptir.206 Elbette dikifl i¤nesine ihtiyaç duyacak bir
giyim-kuflam kültürüne sahip olan insanlar "'ilkel" say›lamazlar.
Neandertallerin alet yapma yetenekleri hakk›nda yap›lan en iyi arafl-
t›rma New Mexico Üniversitesi'nde antropoloji ve arkeoloji profesörü olan
Steven L. Kuhn ve Mary C. Stiner'a aittir. ‹ki bilim adam› da evrim teorisi-
ni savunmalar›na ra¤men, yapt›klar› arkeolojik araflt›rmalar ve analizler
sonucu, ‹talya'n›n güneybat› sahilindeki ma¤aralarda binlerce y›l yaflam›fl
olan Neandertallerin, günümüz insan› gibi kompleks bir düflünce yap›-
s› gerektiren faaliyetlerde bulunduklar›n› ortaya koymufllard›r.207
GERÇE⁄EKARfiI PROPAGANDA
Fosil bulgular› Neandertal in-san›n›n bize göre hiçbir "il-kel" yönü bulunmayan birinsan ›rk› oldu¤unu göster-mesine ra¤men, Neandertal-ler hakk›nda kurulmufl olanevrimci ön yarg›lar de¤iflmi-yor. Neandertal insanlar›, ha-la baz› evrimci müzelerde,yanda oldu¤u gibi "maymunadam" olarak resmediliyor-lar. Bu, Darwinizm'in bilim-sel bulgulara de¤il, ön yarg›ve propagandaya dayand›¤›-n›n bir göstergesidir.
‹nsan›n Kökeni
167
NEANDERTAL: B‹R ‹NSAN IRKI
Yanda, ‹srail'de bulunan
Homo sapiens neanderthalen-
sis, Amud 1 kafatas› yer al›yor.
Fosilin sahibinin 1.80 m boyun-
da oldu¤u tahmin edilmektedir.
Beyin hacmi ise bugüne kadar
rastlan›lanlar›n en büyü¤üdür:
1.740 cc. Altta ise, Neandertal
›rk›na ait bir fosil iskelet ve bu
iskeletin sahibi taraf›ndan kul-
lan›ld›¤› san›lan bir tafl alet yer
almaktad›r. Elde edilen bu ve
benzeri bulgular, Neandertalle-
rin zaman içinde kaybolmufl öz-
gün bir insan ›rk› olduklar›n›
göstermektedir.
NEANDERTALLER‹ND‹K‹fi ‹⁄NES‹
Neandertal insan›n›n günü-
müzden on binlerce y›l önce
giyim-kuflam bilgisine sahip
oldu¤unu gösteren ilginç bir
fosil: 26 bin senelik i¤ne.
(D. Johanson, B. Edgar, From
Lucy to Language, s. 99)
NEANDERTALLER‹NFLÜTÜ
Neandertal insan›na ait kemikten yap›lm›fl
flüt. Bu flüt üzerinde yap›lan hesaplama-
lar, deliklerin do¤ru notalarda ses verecek
biçimde aç›ld›¤›n›, yani bunun son derece
ustaca tasarlanm›fl bir enstrüman oldu¤u-
nu göstermifltir.
Üstte Bob Fink adl› araflt›rmac›n›n
flütle ilgili hesaplar› görülüyor.
Bu gibi bulgular, evrimci propagandan›n
aksine, Neandertal insanlar›n›n ilkel ma-
¤ara adamlar› de¤il, medeni bir insan ›rk›
oldu¤unu göstermektedir.
(The AAAS Science News Service, Neander-
thals Lived Harmoniously, 3 Nisan 1997)
‹nsan›n Kökeni
Kuhn ve Stiner bu ma¤aralarda çeflitli aletler bulmufllard›r. Buluntu-
lar, m›zrak uçlar› da dahil olmak üzere kesici türden sivri uçludur ve dik-
katli bir flekilde çakmak tafl›n›n kenarlar›ndaki katmanlar›n yontulmas›y-
la yap›lm›flt›r. Böyle sivri uçlar meydana getirecek flekilde katmanlar›
yontmak, kuflkusuz zeka ve beceri gerektiren bir ifllemdir. Bu ifllemdeki en
önemli problemlerden biri, kayalar›n ucundaki bask›lar sonucu meydana
gelen k›r›lmalard›r. Bu yüzden ifllemi yapan kifli, bir dahaki sefere uçlar›
do¤ru muhafaza edebilmek için "ne kadar vurmal›y›m" ya da e¤ri bir alet
yap›yorsa "ne kadar e¤riltmem gerekir" diye karar vermek ve kendi ken-
dine ince bir hesap yapmak durumundad›r.
California Üniversitesi'nden Margaret Conkey, Neandertallerden ön-
ceki dönemlere ait olan aletlerin dahi ne yapt›¤›n›n bilincinde olan zeki
topluluklar taraf›ndan yap›ld›¤›n› flöyle anlatmaktad›r:
Arkaik insanlar›n elleriyle yapt›klar› nesnelere bakacak olursan›z, hiç de ace-
mi ifli fleyler olmad›klar›n› görürsünüz. Arkaik insanlar kulland›klar› malze-
menin nas›l bir fley oldu¤unu ve nas›l bir dünyada yaflad›klar›n›n bilincinde-
dirler.208
K›sacas›, bilimsel bulgular, Neandertallerin zeka ve kültür düzeyi yö-
nünden bizlerden fark› olmayan bir insan ›rk› oldu¤unu göstermektedir.
Bu ›rk, di¤er ›rklarla kar›fl›p asimile olarak ya da bilinmeyen bir flekilde tü-
kenerek tarih sahnesinden çekilmifltir. Ama hiçbir flekilde "ilkel", "yar›
maymun" vs. de¤ildir.
Homo sapiens archaic, Homo heilderbergensis ve Cro-Magnon
Homo sapiens archaic, hayali evrim flemas›n›n günümüz insan›ndan bir
önceki basama¤›n› oluflturur. Asl›nda bu insanlar hakk›nda evrimciler aç›-
s›ndan söylenecek bir fley yoktur, zira bunlar günümüz insan›ndan ancak
çok küçük farkl›l›klarla ayr›l›rlar. Hatta baz› araflt›rmac›lar, bu ›rk›n tem-
silcilerinin günümüzde hala yaflamakta olduklar›n› söyleyerek Avustral-
yal› Aborijin yerlilerini örnek gösterirler. Aborijin yerlileri de ayn› bu ›rk
gibi kal›n kafl ç›k›nt›lar›na, içeri do¤ru e¤ik bir çene yap›s›na ve biraz da-
ha küçük bir beyin hacmine sahiptirler. Ayr›ca çok yak›n bir geçmiflte Ma-
caristan'da ve ‹talya'n›n baz› köylerinde bu insanlar›n yaflam›fl olduklar›-
na dair çok ciddi bulgular ele geçirilmifltir.
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak tan›mlanan s›n›flan-
170
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
d›rma ise, asl›nda Homo sapiens archaic'le ayn› fleydir. Ayn› insan ›rk›n› ta-
n›mlamak için bu iki ayr› kavram›n da kullan›lmas›n›n nedeni, evrimciler
aras›ndaki görüfl farkl›l›klar›d›r. Homo heilderbergensis s›n›flamas›na dahil
edilen tüm fosiller ise, anatomik olarak günümüz Avrupal›lar›na çok ben-
zeyen insanlar›n günümüzden 500 bin, hatta 740 bin y›l önce ‹ngiltere'de
ve ‹spanya'da yaflad›klar›n› göstermektedir.
Cro-magnon s›n›flamas› ise, 30.000 y›l önceye kadar yaflad›¤› tahmin
edilen bir ›rkt›r. Kubbe fleklinde bir kafatas›na, genifl bir al›na sahiptir. 1600
cc'lik kafatas› hacmi, günümüz insan›n›n ortalamas›ndan fazlad›r. Kafata-
s›nda kal›n kafl ç›k›nt›lar› vard›r ve arka k›s›mda, Neandertal Adam›'n›n ve
Homo erectus'un karakteristik özelli¤i olan kemiksi ç›k›nt› bulunmaktad›r.
Tipik bir Cro-magnon kafatas›
‹nsan›n Kökeni
171
Avrupal› bir ›rk olarak kabul edilmesine karfl›n, Cro-magnon kafatas›-
n›n yap›s› ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaflayan baz›
›rklara fazlas›yla benzemektedir. Bu benzerli¤e dayanarak, Cro-magnon'un
Afrika kökenli eski bir ›rk oldu¤u tahmin edilir. Di¤er baz› paleoantropolo-
jik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal ›rklar›n›n birbirleri ile kaynaflarak,
günümüzdeki baz› ›rklara temel oluflturduklar›n› göstermektedir.
Sonuç itibariyle, bu insanlar›n hiçbiri "ilkel tür"ler de¤ildir. Tarih için-
de yaflam›fl veya di¤er ›rklara kar›fl›p asimile olarak ya da soylar› tükenip
yok olarak tarih sahnesinden çekilmifl farkl› insan ›rklar›d›r.
Evrim A¤ac›n›n Çöküflü
fiimdiye kadar incelediklerimiz bize aç›k bir tablo oluflturdu: "‹nsan›n
evrimi" senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy a¤a-
c›n›n var olmas› için, maymunlarla ortak bir atadan insanlara aflamal› bir
evrim yaflanm›fl ve bunun fosillerinin bulunmufl olmas› gerekir. Oysa
maymunlarla insanlar aras›nda aç›k bir uçurum vard›r. ‹skelet yap›lar›, ka-
fatas› hacimleri, dik ya da e¤ik yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile
maymunun aras›n› aç›kça ay›rmaktad›r. (En son olarak 1994 y›l›nda iç ku-
laktaki denge kanallar› üzerinde yap›lan incelemelerin de Australopithecusve Homo habilis'i maymun s›n›f›na, Homo erectus'u ise insan s›n›f›na ay›rd›-
¤›na de¤inmifltik.)
Bu farkl› türler aras›nda bir soy a¤ac› olamayaca¤›n› gösteren çok
önemli bir baflka bulgu ise, birbirlerinin atas› olarak gösterilen türlerin ay-
n› anda ve birarada yaflam›fl olmalar›d›r! E¤er evrimcilerin iddia ettikleri
gibi Australopithecus zamanla Homo habilis'e, onlar da zamanla Homo erec-tus'a dönüflmüfl olsalard›, bu türlerin yaflad›klar› dönemlerin de birbirini
izlemesi gerekirdi. Oysa aksine, böyle bir kronolojik s›ralama yoktur.
Evrimcilerin kendi hesaplamalar›na göre, Australopithecus 4 milyon y›l
öncesinden 1 milyon y›l öncesine kadar yaflam›flt›r. Homo habilis olarak s›-
n›fland›r›lan canl›lar›n ise 1,7-1,9 milyon y›l öncesinde yaflad›klar› hesap-
lanmaktad›r. Homo habilis'ten daha "ileri" oldu¤u söylenen Homo rudolfen-sis için biçilen yafl ise, 2.5-2.8 milyon y›l kadar eskidir! Yani Homo rudolfen-sis, "atas›" olmas› gereken Homo habilis'ten neredeyse 1 milyon y›l daha
yafll›d›r. Öte yandan Homo erectus'un yafl› 1.6-1.8 milyon y›l kadar geri git-
mektedir. Yani Homo erectus örnekleri de, sözde atalar› olan Homo habilis s›-
172
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
n›flamas›yla yaklafl›k ayn› zaman diliminde ortaya ç›km›fllard›r.
Alan Walker, "Do¤u Afrika'da Australopithecus bireyleri ile Homo habilisve Homo erectus türlerinin ayn› anda yaflad›klar›na dair kesin deliller var-
d›r" diyerek bu gerçe¤i do¤rular.209 Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesin-
deki Bed II katman›nda Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus fosil-
lerini neredeyse yan yana bulmufltur.210
Elbette böyle bir soy a¤ac› olamaz. Harvard Üniversitesi paleontolog-
lar›ndan Stephen Jay Gould, kendisi de evrim teorisini benimsemesine
karfl›n, Darwinist teorinin içine girdi¤i bu ç›kmaz› flöyle aç›klar:
E¤er birbiri ile paralel bir biçimde yaflayan üç farkl› hominid (insan›ms›) çiz-
gisi varsa, o halde bizim soy a¤ac›m›za ne oldu? Aç›kt›r ki, bunlar›n biri di-
¤erinden gelmifl olamaz. Dahas›, biri di¤eriyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda evrimsel
bir geliflme trendi göstermemektedirler.211
Homo erectus'tan Homo sapiens'e do¤ru ilerledi¤imizde de yine ortada
bir soy a¤ac› olmad›¤›n› görürüz. Homo erectus'un ve Homo sapiens archa-ic'in günümüzden 27.000 y›l öncesine, hatta 10.000 y›l öncesine kadar ya-
flamlar›n› sürdürmüfl olduklar›n› gösteren bulgular vard›r. Avustralya'da
Kow Batakl›¤›'nda 13 bin y›ll›k Homo erectus kafataslar› bulunmufltur.212
Bu konuda ortaya ç›kan en flafl›rt›c› bulgulardan biri de, 1996 y›l›nda
Java'da bulunan 30 bin y›ll›k Homo erectus, Neandertal ve Homo sapiens fo-
silleridir. The New York Times gazetesi bu fosiller hakk›nda ön sayfadan ve-
rdi¤i haberinde, "Birkaç on y›l öncesine kadar, bilim adamlar› insan›n ge-
liflimini, bir türden bir di¤erine do¤ru giden do¤rusal bir çizgi olarak gö-
rüyorlard›. Ve iki türün ayn› dönemde ya da bölgede birlikte bulunmas›-
n›n imkans›z oldu¤u düflünülüyordu." diye yazm›flt›r.213 Söz konusu bul-
gu, insan›n kökeni hakk›nda ortaya at›lan "evrim a¤ac›"n›n tutars›zl›¤›n›
bir kez daha sergilemektedir.
Homo sapiens'in Gizli Tarihi
Tüm bu incelediklerimizin yan›nda, hayali evrim soy a¤ac›n› teme-
linden y›kan en önemli ve flafl›rt›c› gerçek ise, Homo sapiens'in, yani günü-
müz insan›n›n tarihinin hiç umulmad›k kadar geriye gitmesidir. Paleon-
tolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon y›l öncesinde, bize t›pat›p
benzeyen Homo sapiens insanlar›n›n yaflad›klar›n› göstermektedir.
Bu konudaki ilk bulgular, ünlü evrimci paleoantropolog Louis Le-
‹nsan›n Kökeni
173
akey'e aitti. Leakey, 1932 y›l›nda Kenya'da Victoria gölü yak›nlar›ndaki
Kanjera bölgesinde anatomik olarak günümüz insan›ndan fark› olmayan,
Orta Pleistosen Devri'ne ait birkaç tane fosil buldu. Ancak Orta Pleistosen
Devri, bundan bir milyon y›l öncesi demekti.214 Bu bulgular evrim soy
a¤ac›n› tepetaklak etti¤i için di¤er baz› evrimci paleoantropologlar taraf›n-
dan reddedildi. Ama Leakey, hesaplar›n›n do¤ru oldu¤unu her zaman için
savundu.
Bu tart›flma unutulmaya bafllam›flt› ki, 1995 y›l›nda ‹spanya'da bulu-
nan bir fosil, Homo sapiens'in tarihinin san›ld›¤›ndan çok daha eski oldu¤u-
nu çok çarp›c› bir biçimde ortaya ç›kard›. Söz konusu fosil, Madrid Üni-
versitesi'nden üç ‹spanyol paleoantropolog taraf›ndan ‹spanya'daki Ata-
puerca ad› verilen bölgedeki Gran Dolina ma¤aras›nda bulundu. Fosil, gü-
nümüz insan›yla tamamen ayn› görünüme sahip 11 yafl›ndaki bir çocu¤a
ait bir insan yüzü parças›yd›. Ancak çocuk öleli tam 800 bin y›l olmufltu.
Discover dergisi, Aral›k 1997 say›s›nda, konuya genifl yer verdi.
Bu fosil, Gran Dolina araflt›rma ekibinin bafl› Arsuaga Ferreras'›n bile
insan›n evrimi hakk›ndaki inançlar›n› sarsm›flt›. Ferreras, flöyle diyordu:
Büyük, genifl, fliflkin, yani anlayaca¤›n›z ilkel bir fleyle karfl›laflmay› umuyor-
duk. 800.000 y›l yafl›ndaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocu¤u gibi bir
fley olmas›yd›. Ama bizim buldu¤umuz bütünüyle modern bir yüzdü... Bun-
‹spanya Atapuerca'da bulunan yüz kemi-¤i, günümüz insanlar›yla ayn› yüz yap›s›-na sahip insanlar›n 800 bin y›l öncesindede yaflad›klar›n› gösteriyordu.
174
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
lar sizi sarsan türden fleyler: Fosil bulmak de¤il, tamam fosil bulmak da bek-
lenmedik ve güzel bir olay. Fakat, en etkileyici olan› bugüne ait oldu¤unu
düflündü¤ünüz bir fleyi geçmiflte bulman›z. Bu bir anlamda, Gran Dolina'da
kasetçalar bulmak gibi bir fley. Böyle bir fley çok flafl›rt›c› olurdu elbette. Alt
Pleistosen tabakalar›nda teypler, kasetler bulmay› beklemiyoruz, ancak 800
bin y›ll›k "modern" bir yüz bulmak da bunun gibi bir fley. Onu gördü¤ümüz-
de çok flafl›rm›flt›k.215
Bu fosil, Homo sapiens'in tarihinin 800 bin y›l kadar geriye götürülme-
si gerekti¤ine iflaret ediyordu. Ama fosili bulan evrimciler, ilk floku atlat-
t›ktan sonra, bu fosilin baflka bir türe ait oldu¤una karar verdiler. Çünkü
evrim soy a¤ac›na göre 800 bin y›l önce Homo sapiens'in yaflamam›fl olma-
s› gerekiyordu. Bu yüzden Homo antecessor adl› hayali bir tür oluflturdular
ve Atapuerca kafatas›n› bu s›ralamaya dahil ettiler.
Kulübeler ve Ayak ‹zleri
fiimdiye kadar ele geçen pek çok bulgu, Homo sapiens'in tarihinin 800
bin y›ldan bile çok daha eski oldu¤unu gösteriyordu. Bunlardan birisi, yi-
Atapuerca'da bulunan fosilden yola ç›k›larak yeniden infla edilen kafatas› (solda) ilegünümüz insan›na ait kafatas› (sa¤da) ola¤anüstü derecede benzerdir.
‹nsan›n Kökeni
175
ne Louis Leakey'in 1970'lerin bafl›nda Olduvai Gorge'daki bulgular›yd›.
Leakey buradaki Bed II katman›nda Australopithecus, Homo habilis ve Homoerectus türlerinin ayn› anda birarada yaflad›klar›n› tespit etmiflti. Ancak
bundan da ilginç olan, Leakey'in ayn› katmanda (Bed II) buldu¤u bir ya-
p›yd›. Leakey, burada, tafltan yap›lm›fl bir kulübenin kal›nt›lar›n› bulmufl-
tu. Olay›n en garip yönü ise, Afrika'n›n baz› bölgelerinde hala kullan›lan
bu yap›lar›n sadece Homo sapiensler taraf›ndan yap›lm›fl olabilece¤iydi! Ya-
ni, Leakey'in bulgular›na göre, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectusve günümüz insan›, bundan yaklafl›k 1.7 milyon y›l önce birarada yaflam›fl
olmal›yd›lar.216 Bu gerçek, elbette, günümüz insanlar›n›n Australopithecusolarak tan›mlanan maymunlardan evrimleflti¤ini öne süren evrim teorisi-
ni kesin biçimde geçersiz k›l›yordu.
Asl›nda flimdiye dek günümüz insanlar›n›n izlerini 1.7 milyon y›ldan
bile daha geriye götüren bulgular ele geçti. Bu bulgular›n en önemlisi,
Mary Leakey taraf›ndan 1977 y›l›nda Tanzanya'n›n Laetoli bölgesinde bu-
lunan ayak izleriydi. Bu izler, 3.6 milyon y›l yafl›nda oldu¤u hesaplanan
bir tabakan›n üzerindeydi ve en önemlisi, günümüz insan›n›n b›rakaca¤›
ayak izlerinden tamamen farks›zd›.
Mary Leakey'in buldu¤u bu ayak izleri daha sonra Don Johanson ve
Tim White gibi ünlü paleoantropologlar taraf›ndan da incelendi. Var›lan
sonuçlar ayn›yd›. White flöyle yaz›yordu:
Hiç kuflkunuz olmas›n... Bunlar günümüz insan›n›n ayak izlerinden tama-
men farks›z. E¤er bu izler bugün bir California plaj›nda olsalard› ve bir ço-
cu¤a bunlar›n ne oldu¤u sorulsayd›, hiç tereddüt etmeden burada bir insa-
n›n yürüdü¤ünü söylerdi. Bunlar›, kumsalda yer alan di¤er yüzlerce insan
ayak izinden ay›rt edemezdi. Dahas›, siz de ay›rt edemezdiniz.217
Kuzey California Üniversitesi'nden Louis Robins ise, ayak izlerini in-
celedikten sonra flöyle diyordu:
Aya¤›n kemeri yüksektir, ufak olan kiflinin ayak kemeri benimkisinden bile
daha yüksektir, yani parmaklar insan parmaklar›yla ayn› flekilde yeri kavra-
maktad›rlar. Bunu baflka hayvan formlar›nda göremezsiniz.218
Ayak izlerinin morfolojik yap›s› üzerinde yap›lan incelemeler, bunun
bir insan, hem de günümüz insan› (Homo sapiens) izi olarak kabul edilme-
si gerekti¤ini tekrar tekrar gösteriyordu. ‹zleri inceleyen Russell Tuttle,
flöyle yaz›yordu:
176
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bu izler, ç›plak ayakl› bir Homo sapiens taraf›ndan b›rak›lm›fl olmal›d›r... Ya-
p›lan tüm morfolojik incelemeler, bu izleri b›rakan canl›n›n aya¤›n›n, günü-
müz insanlar›nkinden farkl› olmad›¤›n› göstermektedir.219
Tarafs›z incelemeler, ayak izlerinin gerçek sahiplerini de tan›mlad›: Or-
tada, 10 yafl›ndaki bir insan›n 20 tane ve daha küçük yaflta birinin de 27 tane
fosilleflmifl ayak izi vard›. Ve bunlar, kesinlikle, bizim gibi normal insanlard›.
Bu durum, Laetoli izlerini on y›llar boyu tart›flma konusu haline ge-
tirdi. Evrimci paleoantropologlar, insan›n 3.6 milyon y›l önce yeryüzünde
yürüyebildi¤ini kabul edememenin s›k›nt›s› içinde, bir aç›klama yapmaya
çal›flt›lar. 90'l› y›llarda bu "aç›klama" flekillendi. Evrimciler bu izlerin bir
Australopithecus taraf›ndan b›rak›lm›fl olmas› gerekti¤ine karar verdiler;
çünkü bundan 3.6 milyon y›l önce bir Homo türünün yaflam›fl olmas› -te-
orilerine göre- mümkün de¤ildi! Russell Tuttle, 1990 tarihli bir makalesin-
de flöyle yaz›yordu:
Sonuçta, Laetoli G bölgesindeki 3.5 milyon y›ll›k ayak izleri bugünkü günü-
müz insanlar›n›n izlerine çok benzemektedir. Bulgu, bu izleri b›rakan canl›-
lar›n bizden daha kötü ya da farkl› yürüyen bir canl› oldu¤unu gösterme-
mektedir. E¤er bu izler bu kadar eski olmasalard›, bunlar›n da bizim gibi bir
Homo türü taraf›ndan b›rak›ld›klar›n› hiç tart›flmas›z kabul edebilirdik...
Ama yafl sorunu nedeniyle, bu izlerin Lucy fosili ile ayn› türe, yani Australo-pithecus afarensis türüne ait bir canl› taraf›ndan b›rak›ld›¤› varsay›m›n› kabul
etmek durumunday›z.220
K›sacas›, 3.6 milyon y›l yafl›nda oldu¤u söylenen bu ayak izlerinin
Australopithecus'a ait olmas› imkans›zd›. Ayak izlerinin Australopithecus ta-
raf›ndan yap›ld›¤›n›n düflünülmesinin nedeni ise sadece, fosillerin bulun-
du¤u ve 3.6 milyon y›l yafl biçilen volkanik tabakayd›. Bu kadar eski bir ta-
rihte insanlar›n yaflam›fl olamayaca¤› düflünülerek, izler Australopithecus'a
atfedilmiflti.
Laetoli izleri hakk›nda yap›lan bu yorumlar, bizlere çok önemli bir
gerçe¤i göstermektedir. Evrimciler, teorilerini bilimsel bulgulara dayana-
rak de¤il, bilimsel bulgulara ra¤men savunmaktad›rlar! Ortada ne olursa
olsun, körü körüne savunulan bir teori vard›r ve ele geçirilen her aleyhte
bulgu, bu teoriye uydurulmak için çarp›t›lmakta ya da görmezden gelin-
mektedir.
K›sacas›, evrim teorisi bilimsel bir teori de¤ildir. Bilime ra¤men yafla-
t›lan bir dogmad›r.
‹nsan›n Kökeni
177
Tanzanya Laetoli'deki 3.6 mil-yon y›ll›k insan ayak izleri
Son Kan›t: Sahelanthropus tchadensis ve
Evrim A¤ac›n›n Çöküflü
Evrim teorisinin insan›n kökeni hakk›ndaki iddialar›n› y›kan en son
bulgu ise, 2002 yaz›nda Orta Afrika ülkesi Çad'da bulunan ve Sahelanthro-pus tchadensis ad› verilen fosil oldu.
Bu fosil, Darwinizm dünyas›n› birbirine katt›. Dünyaca ünlü Naturedergisi, fosili duyuran haberinde, "Bulunan yeni kafatas›, insan›n evrimi
hakk›ndaki düflüncelerimizi tamamen bat›rabilir." itiraf›nda bulundu.221
Harvard Üniversitesi'nden Daniel Lieberman, bu yeni bulgunun "kü-
çük bir nükleer bomba kadar etkili olaca¤›"n› söyledi.222
Bunun nedeni, bulunan fosilin 7 milyon y›l yafl›nda olmas›na ra¤men,
"insan›n en eski atas›" oldu¤u iddia edilen ve 5 milyon y›l yafl›ndaki Aust-ralopithecus türü maymunlardan (evrimcilerin bugüne kadar temel ald›k-
lar› k›staslara göre) daha "insans›" bir yap›ya sahip olmas›yd›. Bu durum,
gerçekte hepsi soyu tükenmifl maymun türleri aras›nda, son derece sub-
jektif ve ön yarg›l› olan "insana benzerlik" kriterlerine göre kurulan evrim-
sel iliflkilerin tamamen hayali oldu¤unu gösteriyordu.
John Whitfield, 11 Temmuz 2002 tarihli Nature dergisinde yay›nlanan
"Oldest Member of Human Family Found" bafll›kl› makalesinde, George
Washington Ünivesitesi'nden evrimci antropolog Bernard Wood'dan al›n-
t› yaparak bu görüflü do¤ruluyordu:
Üniversiteye bafllad›¤›m 1963 y›l›nda, insan›n evrimi bir merdiven gibi görü-
lüyordu. Bu merdivenin basamaklar›, maymundan insana do¤ru ilerleyen ve
her aflamas› bir öncekinden daha az maymunsu olan bir seri ara formdan
meydana geliyordu... Ama flimdi insan›n evrimi (karmakar›fl›k) bir çal›ya
benziyor... Fosillerin birbirleriyle nas›l bir iliflkisi oldu¤u ve herhangi birisi-
nin gerçekten insan›n atas› olup olmad›¤› hala tart›flmal›.223
Yeni bulunan maymun fosili konusunda Nature dergisinin editörü ve
önde gelen bir paleoantropolog olan Henry Gee'nin yapt›¤› yorumlar da
son derece önemliydi. Gee, The Guardian gazetesinde yay›nlanan yaz›s›nda,
fosil üzerinde yap›lan tart›flmalara de¤iniyor ve flöyle yaz›yordu:
Sonuç ne olursa olsun, bu kafatas›, bir kez daha ve kesin olarak göstermifltir
ki, eskiden beri kabul edilen (insanla maymun aras›ndaki) 'kay›p halka' dü-
flüncesi saçmad›r... fiu an çok aç›k olarak görülmelidir ki, zaten her zaman
için son derece sallant›l› olan kay›p halka düflüncesi, art›k tamamen geçerli-
li¤ini yitirmifltir.224
‹nsan›n Kökeni
179
AL 666-1: 2.3 milyon y›ll›kHomo sapiens (insan) çenesi
AL 222-1: Üstteki AL 666-1 fosiliyleayn› döneme ait A. afarensis çenesi
AL 222-1'in yandan görünüflü.‹ki çenenin yandan görünüfllerifosiller aras›ndaki fark› daha iyiyans›t›r. AL 222-1 çenesi ç›k›kt›r ve önedo¤ru uzam›flt›r. Bu tümüylemaymunsu bir özelliktir. ÜsttekiAL 666-1 çenesi ise, tam bir in-san çenesidir.
AL 666-1'in yandan görünüflü
AL 666-1: 2.3 M‹LYON YILLIK ‹NSAN ÇENES‹
AL 666-1 fosili 1994 y›l›nda EtiyopyaHadar'da A. afarensis fosilleriyle bera-ber bulundu. 2.3 milyon y›ll›k bir tarihkonulan bu çene tamamen Homo sapi-ens özellikleri gösteriyordu.AL 666-1, ne beraber bulundu¤u A. afarensis çenelerine, ne de 1.75 mil-yon y›l yafl›ndaki Homo habilis çenesinebenziyordu. Bu iki türün çeneleri dar vedörtgen biçimindeki yap›lar›yla günü-
müz maymunlar›n›nkinin benzerleriydi.Oysa AL 666-1 fosilinin "Homo" (insan)türüne ait oldu¤u kesindi. Evrimci paleoantropologlar bu gerçe¤ikabul etmekte, ancak yine de bu konu-da kesin bir tan›mlama yapmaktan ka-ç›nmaktad›rlar. Çünkü bu çene için he-saplad›klar› 2.3 milyon y›ll›k yafl, "Ho-mo", yani insan türü için belirledikleriyafl›n çok üzerindedir.
180
Evrimci paleoantropologlar, Homo erectus,
Homo sapiens neanderthalensis, Homo sa-piens archaic gibi farkl› insan fosillerini,
evrimin farkl› halkalar›n› oluflturan türler
olarak gösterirler. Buna dayanak olarak
da, söz konusu fosillerin kafatas› yap›la-
r›ndaki farkl›l›klar› öne sürerler. Oysa söz
konusu farkl›l›klar, flimdiye dek yaflam›fl ve
baz›lar› kay›p veya asimile olmufl insan
›rklar› aras›ndaki ayr›mlardan ibarettir. Za-
manla insan ›rklar› birbirleri ile daha çok
kaynaflt›kça, bu farkl›l›klar da azalm›flt›r.
Buna ra¤men, günümüzde yaflayan insan
›rklar› aras›nda hala oldukça dikkat çekici
farkl›l›klar gözlemlenmektedir. Bu sayfa-
larda görülen ve hepsi ça¤dafl insanlara
(Homo sapiens sapiens'e) ait kafataslar›
bu farkl›l›klara birer örnektir. Geçmiflte ya-
flam›fl ›rklar aras›ndaki buna benzer yap›-
sal farkl›l›klar› evrime delil olarak göster-
mek ise, tarafl› bir yorumdan baflka bir fley
de¤ildir.
25-30 yafllar›nda bir Alman erkek
Bengalli orta yafll› bir erkek
35-40 yafllar›ndaki bir erkek Eskimo35-45 yafllar›nda Zaireli bir erkek
Güney Do¤u Asya'daki SolomonAdalar›'nda 1893 y›l›nda ölen bir erkek 15. yüzy›lda yaflam›fl bir Peru yerlisi
ÇA⁄DAfi ‹NSAN IRKLARINDAK‹ KAFATASI FARKLILIKLARI
181
‹ki Ayakl›l›k Sorunu
fiimdiye kadar ele ald›¤›m›z tüm fosil kay›tlar›n›n yan› s›ra, insanlar-
la maymunlar aras›ndaki afl›lamaz anatomik uçurumlar da insan›n evrimi
masal›n› geçersiz k›lar. Bu uçurumlar›n biri, yürüyüfl fleklidir.
‹nsan iki aya¤› üzerinde dik yürür. Bu, baflka hiçbir canl›da rastlan-
mayan, çok özel bir hareket fleklidir. Di¤er baz› hayvanlar ise iki ayakl›
olarak s›n›rl› bir hareket kabiliyetine sahiptirler. Ay› ve maymun gibi hay-
vanlar ender olarak (örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istediklerinde) iki
ayaklar› üzerinde k›sa süreli hareket edebilirler. Normalde öne e¤ik bir is-
kelete sahiptirler ve dört ayakla yürürler.
Peki acaba iki ayakl›l›k evrimcilerin iddia ettikleri gibi maymunlar›n
dört ayakl› yürüyüflünden mi evrimleflmifltir?
Hay›r... Araflt›rmalar göstermifltir ki, iki ayakl›l›¤›n evrimi hiçbir
zaman gerçekleflmemifltir, gerçekleflmesi de mümkün de¤ildir. Öncelik-
le iki ayakl›l›k evrimsel bir avantaj de¤ildir. Zira, maymunlar›n hareket
‹nsan iskeleti dik yürümeye uygun olarak yarat›lm›flt›r. Maymun iskeleti ise,öne e¤ik yap›s›, k›sa bacaklar› ve uzun kollar› ile dört ayakl› bir hareketbiçimine uygundur. Bu iki yap› aras›nda bir "geçifl formu" oluflmas› ise, bugeçifl formunun verimsizli¤i nedeniyle mümkün de¤ildir.
182
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Kürek kemi¤i
Le¤enkemi¤i
Uylukkemi¤i
Uylukkemi¤i
‹lyekemi¤i
Sakrumeklemi
Sakrumeklemi
‹lyekemi¤i
Le¤enkemi¤i
Kürek kemi¤i
flekli insan›n iki ayakl› yürüyüflünden daha
kolay, h›zl› ve verimlidir. ‹nsan ne bir flem-
panze gibi a¤açlar aras›nda daldan dala atla-
yarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte
125 km h›zla koflabilir. Aksine insan, iki aya-
¤› üzerinde yürüdü¤ü için, yerde çok daha
yavafl bir biçimde hareket edebilir ve bu ne-
denle do¤adaki canl›lar›n en savunmas›zla-
r›ndan biridir. Dolay›s›yla, evrimin kendi
mant›¤›na göre, maymunlar›n iki ayakl› yü-
rümeye yönelmelerinin hiçbir anlam› yoktur.
Aksine, evrime göre insanlar dört ayakl› ha-
le gelmelidirler.
Evrimci iddian›n bir di¤er ç›kmaz› ise,
iki ayakl›l›¤›n Darwinizm'in "aflama aflama
geliflme" modeline kesinlikle uymamas›d›r.
Evrimin temelini oluflturan bu model, evri-
min bir aflamas›nda iki ayakl›l›kla dört ayakl›l›k aras›nda "karma" bir yü-
rüyüfl olmas›n› zorunlu k›lar. Oysa ‹ngiliz paleoantropolog Robin Cromp-
ton, 1996 y›l›nda bilgisayar yard›m›yla yapt›¤› araflt›rmalarda bu çeflit bir
"karma" yürüyüflün imkans›z oldu¤unu göstermifltir. Crompton'un vard›-
¤› sonuç fludur: Bir canl› ya tam dik ya da tam dört aya¤› üzerinde yürü-
yebilir.225 Bu ikisinin aras› bir yürüyüfl biçimi, enerji kullan›m›n›n afl›r› de-
recede artmas› nedeniyle mümkün olmamaktad›r. Bu yüzden yar›-iki
ayakl› bir canl› var olmas› mümkün de¤ildir.
‹nsanla maymun aras›ndaki uçurum, sadece iki ayakl›l›kla s›n›rl› de-
¤ildir. Beyin kapasitesi, konuflma yetene¤i gibi di¤er pek çok özellik de ev-
rimciler taraf›ndan asla aç›klanamamaktad›r. Evrimci paleoantropolog
Elaine Morgan flu itirafta bulunur:
‹nsanlarla (insan›n evrimiyle) ilgili en önemli dört s›r flunlard›r:
1) Neden iki ayak üzerinde yürüdüler? 2) Neden vücutlar›ndaki yo¤un k›l-
lar› kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler gelifltirdiler? 4) Neden ko-
nuflmay› ö¤rendiler?
Bu sorulara verilecek standart cevaplar flöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) He-
nüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok da-
ha art›r›labilir, ama cevaplar›n tekdüzeli¤i hiç de¤iflmeyecektir.226
Maymunlar›n el ve ayaklar›, a¤açlardayaflamaya uygun bir biçimde k›vr›kt›r.
‹nsan›n Kökeni
183
Evrim: Bilim D›fl› Bir ‹nanç
Lord Solly Zuckerman, ‹ngiltere'nin en ünlü bilim adamlar›ndan biri-
dir. On y›llar boyunca fosiller üzerinde çal›flm›fl, pek çok araflt›rma yürüt-
müfl, hatta bu araflt›rmalar› nedeniyle kendisine "Lord" ünvan› verilmifltir.
Zuckerman bir evrimcidir, yani evrim konusunda yapt›¤› yorumlar›n ka-
s›tl› olarak aleyhte olabilece¤i düflünülemez. Fakat, insan›n evrimi senar-
yosuna yerlefltirilen fosilleri on y›llar boyunca inceledikten sonra, ortada
gerçek bir soy a¤ac› olmad›¤› sonucuna varm›flt›r.
Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalas›" yapm›flt›r. Bilimsel olarak
kabul etti¤i bilgi dallar›ndan, bilim d›fl› olarak kabul etti¤i bilgi dallar›na
kadar bir yelpaze oluflturmufltur. Zuckerman'›n bu tablosuna göre en "bi-
limsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi dallar› kimya ve fiziktir. Yelpa-
zede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yel-
pazenin en ucunda, yani en "bilim d›fl›" say›lan k›s›mda ise, Zuckerman'a
göre, telepati, alt›nc› his gibi "duyum ötesi alg›lama" kavramlar› ve bir de
"insan›n evrimi" vard›r! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu flöyle aç›klar:
Objektif gerçekli¤in alan›ndan ç›k›p da, biyolojik bilim olarak varsay›lan bu
alanlara -yani duyum ötesi alg›lamaya ve insan›n fosil tarihinin yorumlan-
mas›na- girdi¤imizde, teorisine inanan bir kimse için herfleyin mümkün ol-
du¤unu görürüz. Öyle ki, teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çeliflki-
li baz› yarg›lar› ayn› anda kabul etmeleri bile mümkündür.227
‹nsan›n kökeni konusundaki ünlü yay›nlardan biri olan DiscoveringArcheology dergisinde ise, derginin editörü Robert Locke taraf›ndan yaz›lan
makalede "insan›n atalar›n› aramak, ›fl›ktan çok ›s› veriyor" denmekte ve
ünlü evrimci paleoantropolog Tim White'›n flu itiraf› aktar›lmaktad›r:
Bugüne dek cevaplayamad›¤›m›z sorulardan dolay› hepimiz hüsrana u¤ra-
m›fl durumday›z.228
Yaz›da, evrim teorisinin insan›n kökeni konusunda içinde bulundu-
¤u açmaz ve bu konuda yürütülen propagandan›n temelsizli¤i flöyle anla-
t›lmaktad›r:
Belki de bilimin hiçbir alan› insan›n kökenini bulma çabalar›ndan daha faz-
la tart›flmal› de¤ildir. Seçkin paleontologlar insan soy a¤ac›n›n en temel
hatlar› üzerinde bile anlaflmazl›k içindeler. Yeni dallar büyük pat›rt› ile
oluflturulur, ancak yeni fosil bulgular› karfl›s›nda geçerlili¤ini kaybedip
yok olurlar.229
184
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Ayn› gerçek, ünlü Nature dergisinin editörü Henry Gee taraf›ndan da
yak›n zaman önce kabul edilmifltir. Gee, 1999 y›l›nda yay›nlanan In Searchof Deep Time adl› kitab›nda "insan›n evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon y›l ön-
cesine ait tüm fosil kan›tlar›n›n küçük bir kutuya s›¤abilecek kadar az ol-
du¤unu" söyler. Gee'nin bundan vard›¤› sonuç ilginçtir:
Ata-torun iliflkilerine dayal› insan evrimi flemas›, tamamen gerçeklerin son-
ras›nda yarat›lm›fl bir insan icad›d›r ve insanlar›n ön yarg›lar›na göre flekil-
lenmifltir... Bir grup fosili almak ve bunlar›n bir akrabal›k zincirini yans›tt›k-
lar›n› söylemek, test edilebilir bilimsel bir hipotez de¤il, ama gece yar›s› ma-
sallar›yla ayn› de¤eri tafl›yan bir iddiad›r -e¤lendirici ve hatta belki yönlen-
diricidir-, ama bilimsel de¤ildir.230
Görüldü¤ü gibi evrim teorisinin dayana¤›, bu teoriyi destekleyen
herhangi bir bilimsel bulgu de¤il, bu teoriye körü körüne inanm›fl baz› bi-
lim adamlar›d›r. Bu bilim adamlar›, hiçbir bilimsel temeli olmamas›na ra¤-
men, evrim efsanesine hem kendileri inanmakta, hem de kendileriyle ifl-
birli¤i içindeki medyay› kullanarak kitleleri inand›rmaktad›rlar. ‹lerleyen
sayfalarda evrim ad›na yap›lan bu söz konusu yan›lt›c› propagandan›n
birkaç örne¤ini inceleyece¤iz.
Rekonstrüksiyon Yan›lg›s›
Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusun-
da baflar›s›z olsalar da, bir konuda oldukça baflar›l›d›rlar: Propaganda. Bu
propagandan›n en önemli unsuru ise "rekonstrüksiyon" ad› verilen sahte
çizimlerdir.
Rekonstrüksiyon "yeniden infla" demektir ve sadece bir kemik parça-
s› bulunmufl olan canl›n›n resminin ya da maketinin yap›lmas›d›r. Gazete-
lerde, dergilerde, filmlerde gördü¤ünüz "maymun adam"lar›n her biri bi-
rer rekonstrüksiyondur.
Ancak insan›n kökeni ile ilgili fosil kay›tlar› ço¤u zaman da¤›n›k ve
eksik olduklar› için, bunlara dayanarak herhangi bir tahminde bulunmak,
bütünüyle hayal gücüne dayal› bir ifltir. Bu yüzden evrimciler taraf›ndan fo-
sil kal›nt›lar›na dayan›larak yap›lan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim
ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlan›rlar. Harvard Üniversitesi
antropologlar›ndan David Pilbeam, "Benim u¤raflt›¤›m paleoantropoloji
alan›nda daha önce edinilmifl izlenimlerden oluflmufl teori, daima gerçek
‹nsan›n Kökeni
185
verilere bask›n ç›kar." derken bu gerçe¤i vurgular.231 ‹nsanlar görsel yoldan
daha kolay etkilendikleri için amaç onlar›, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu
yap›lm›fl yarat›klar›n geçmiflte gerçekten yaflad›¤›na inand›rabilmektir.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kal›nt›lar›na dayan›-
larak yap›lan çal›flmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri orta-
ya ç›kar›labilir. Oysa as›l belirleyici ayr›nt›lar, zaman içinde kolayca yok
olan yumuflak dokulard›r. Evrime inanm›fl bir kimsenin bu yumuflak do-
kular› istedi¤i gibi flekillendirip ortaya hayali bir yarat›k ç›karmas› çok ko-
layd›r. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten bu durumu flöyle
aç›klar:
Yumuflak k›s›mlar›n tekrar inflas› çok riskli bir giriflimdir. Dudaklar, gözler,
Rekonstrüksiyon çizimler, sadece evrimcilerin hayal gücünü yans›t›r, bilimsel bulgular› de¤il...
186
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
‹nsan›n Kökeni
187
kulaklar ve burun gibi organlar›n altlar›ndaki kemikle hiçbir ba¤lant›lar›
yoktur. Örne¤in bir Neandertal kafatas›n› ayn› yorumla bir maymuna veya
bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanlar›n kal›nt›lar›na dayanarak yap›lan
canland›rmalar hemen hiçbir bilimsel de¤ere sahip de¤illerdir ve toplumu
yönlendirmek amac›yla kullan›l›rlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla
güvenilmemelidir.232
Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, ayn› kafatas›na
birbirinden çok farkl› yüzler yak›flt›rabilmektedirler. Australopithecus ro-bustus (Zinjanthropus) adl› fosil için çizilen birbirinden tamamen farkl› üç
ayr› rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örne¤idir.
Fosillerin tarafl› yorumlanmas› ya da hayali rekonstrüksiyonlar ya-
p›lmas›, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yo¤un biçimde baflvurduklar›-
n› gösteren deliller aras›nda say›labilir. Ancak bunlar, evrim teorisinin ta-
rihinde rastlanan baz› somut sahtekarl›klarla karfl›laflt›r›ld›klar›nda, yine
de çok s›radan kalmaktad›rlar.
Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen
"maymun insan" imaj›n› destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Ev-
rimciler, ellerine f›rça al›p hayali yarat›klar çizerler, ama bu canl›lar›n fo-
sillerinin olmay›fl›, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için
kulland›klar› ilginç yöntemlerden biri ise, bulamad›klar› fosilleri "üret-
mek" olmufltur. Bilim tarihinin en büyük skandal› olan Piltdown Adam›,
iflte bu yöntemin bir örne¤idir.
Piltdown Adam› Skandal›
Ünlü bir doktor ve ayn› zamanda da amatör bir paleontolog olan
Charles Dawson, 1912 y›l›nda, ‹ngiltere'de Piltdown yak›nlar›ndaki bir çu-
kurda, bir çene kemi¤i ve bir kafatas› parças› buldu¤u iddias›yla ortaya
ç›kt›. Çene kemi¤i maymun çenesine benzemesine ra¤men, difller ve kafa-
tas› insan›nkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adam›" ad› verildi,
500 bin y›ll›k bir tarih biçildi ve çeflitli müzelerde insan evrimine kesin bir
delil olarak sergilendi. 40 y›l› aflk›n bir süre, üzerine birçok bilimsel maka-
le yaz›ld›, yorumlar ve çizimler yap›ld›. Dünyan›n farkl› üniversitelerin-
den 500'ü aflk›n akademisyen, Piltdown Adam› üzerine doktora tezi haz›r-
lad›.233 Ünlü Amerikal› paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British
Museum'u ziyaretinde, "do¤a sürprizlerle dolu; bu, insanl›¤›n tarih önce-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
188
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
si devirleri hakk›nda önemli bir bulufl" diyordu.234
1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth
Oakley yeni bir yafl belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, eski ba-
z› fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adam› fosili
üzerinde de bir deneme yap›ld›. Sonuç çok flafl›rt›c›yd›. Yap›lan testte Pilt-
down Adam›'n›n çene kemi¤inin hiç flor içermedi¤i anlafl›ld›. Bu, çene ke-
mi¤inin topra¤›n alt›nda birkaç y›ldan fazla kalmad›¤›n› gösteriyordu. Az
miktarda flor içeren kafatas› ise, sadece birkaç bin y›ll›k olmal›yd›.
Flor metoduna dayan›larak yap›lan sonraki kronolojik araflt›rmalar,
kafatas›n›n ancak birkaç bin y›ll›k oldu¤unu ortaya ç›kard›. Çene kemi¤in-
deki difllerin ise suni olarak afl›nd›r›ld›¤›, fosillerin yan›nda bulunan ilkel
araçlar›n ise çelik aletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu¤u anlafl›ld›. We-
iner'in yapt›¤› detayl› analizlerle bu sahtekarl›k 1953 y›l›nda kesin olarak
ortaya ç›kar›ld›. Kafatas› 500 y›l yafl›nda bir insana, çene kemi¤i de yeni
ölmüfl bir orangutana aitti! Difller, insana ait oldu¤u izlenimini vermek
için sonradan özel olarak eklenmifl ve s›ralanm›fl, eklem yerleri de törpü-
lenmiflti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-
Piltdown Adam› fosili, 40y›l boyunca insan›n ev-
rimi iddias›n›n en bü-yük delili olarak ka-
bul edildi. Evrimcifosil bilimciler,kafatas›nda pek
çok "evrimsel ka-n›t" bulduklar›iddias›ndayd›-lar. Fosilin birsahtekarl›körne¤i oldu-¤u ise son-radan orta-ya ç›kt›.
‹nsan›n Kökeni
189
dikromat ile lekelendirilmiflti. Bu lekeler, kemikler aside bat›r›ld›¤›nda
kayboluyordu. Sahtekarl›¤› ortaya ç›karan ekipten Le Gros Clark, "Difller
üzerinde y›pranma izlenimini vermek için, yapay olarak oynanm›fl ol-
du¤u o kadar aç›k ki, nas›l olur da bu izler dikkatten kaçm›fl olabilir?" di-
yerek flaflk›nl›¤›n› gizleyemiyordu.235 Tüm bunlar›n üzerine Piltdown
Adam›, 40 y›l› aflk›n bir süredir sergilenmekte oldu¤u British Museum'dan
alelacele ç›kar›ld›.
Nebraska Adam› Skandal›
1922'de, Amerikan Do¤a Tarih Müzesi müdürü Henry Fairfield Os-
born, Bat› Nebraska'daki Y›lan Deresi yak›nlar›nda, Plieocen Dönemi'ne
ait bir az› difli fosili buldu¤unu aç›klad›. Bu difl, iddiaya göre, insan ve
maymunlar›n ortak özelliklerini tafl›maktayd›. Çok geçmeden konuyla il-
gili çok derin bilimsel tart›flmalar bafllad›. Baz›lar› bu difli Pithecanthropuserectus olarak yorumluyorlar, baz›lar› ise bunun insana daha yak›n oldu¤u-
nu söylüyorlard›. Büyük tart›flmalar yaratan bu fosile "Nebraska Adam›"
ad› verildi. "Bilimsel" ismi de hemen üretildi: Hesperopithecus haroldcooki.Birçok otorite Osborn'u destekledi. Bu tek difle dayan›larak Nebraska
Adam›'n›n kafatas› ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta
daha da ileri gidilerek Nebraska Adam›'n›n, eflinin ve çocuklar›n›n do¤al
Nebraska Adam› ve "isim babas›" Henry Fairfeld Osborn.
190
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
ortamda ailece resimleri yay›nland›.
Bütün bu senaryolar tek bir diflten üretilmiflti. Evrimci çevreler bu
"hayali adam›" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir araflt›r-
mac›, tek bir az› difline dayan›larak bu kadar peflin hükümle karar veril-
mesine karfl› ç›k›nca, bütün flimflekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçalar› da bulundu. Bulunan yeni
parçalara göre bu difl ne maymuna ne de insana aitti. Diflin, Prosthennopscinsinden yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmifl bir türüne ait ol-
du¤u anlafl›ld›. William Gregory, bu yan›lg›y› duyurdu¤u Science dergisin-
de yay›nlad›¤› makalesine flöyle bir bafll›k atm›flt›: "Görüldü¤ü kadar›yla
Hesperopithecus ne maymun ne de insan."236 Sonuçta Hesperopithecus harold-cooki'nin ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden ç›kar›ld›.
Sonuç
Evrim teorisini desteklemek u¤runa yap›lan tüm bu bilimsel sahte-
karl›klar ya da ön yarg›l› de¤erlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir aç›kla-
madan ziyade, bir tür ideoloji oldu¤unu göstermektedir. Her ideolojinin
oldu¤u gibi, bu ideolojinin de fanatik taraftarlar› vard›r ve bunlar evrimi
her ne pahas›na olursa olsun ispatlama çabas› içindedirler. Ya da teoriye o
denli dogmatik bir biçimde ba¤lanm›fllard›r ki, ellerine geçen her bulgu-
yu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kan›t› olarak alg›la-
maktad›rlar. Bu kuflkusuz bilim ad›na üzücü bir tablodur; çünkü bilim
dünyas›n›n temelsiz bir dogma u¤runa yanl›fl yönlendirildi¤ini gösterir.
‹skandinav bilim adam› Søren Løvtrup ise, Darwinism: The Refutationof a Myth adl› kitab›nda bu konuda flöyle demektedir:
San›r›m herkes, bir bilim dal›n›n tamam›n›n yanl›fl bir teoriye ba¤›ml› hale
gelmesinin çok büyük bir flanss›zl›k olaca¤›n› kabul edecektir. Ancak biyolo-
jide yaflanan fley tam da budur: Uzun bir zamand›r insanlar evrimsel konu-
lar› Darwinist kavramlarla tart›fl›yor, "adaptasyon", "seleksiyon bas›nc›" ya
da "do¤al seleksiyon" gibi kavramlarla. Sonra da bu tart›flmalarla do¤al olay-
lar›n aç›klanmas›na katk›da bulunduklar›n› san›yorlar. Ama gerçekte hiçbir
katk› sa¤lam›yorlar... ‹nan›yorum ki, Darwinizm efsanesi bir gün bilim tari-
hindeki en büyük aldan›fl olarak tan›mlanacakt›r.237
Darwinizm'in "bilim tarihindeki en büyük aldan›fl" oldu¤unun çok
önemli baz› kan›tlar› da, moleküler biyolojiden gelmektedir.
191
itab›n önceki bölümlerinde, fosil kay›tlar›n›n ve karfl›laflt›rmal› ana-
tominin evrim teorisinin iddialar›n› geçersiz k›ld›¤›n› incelemifltik.
Ancak evrim teorisinin iddialar›, gerçekte türler aras›ndaki bu ilifl-
kiyi incelemeye gerek kalmadan, daha ilk aflamada ç›kmaza gir-
mektedir. Bu ilk aflama, yeryüzünde ilk canl› yaflam›n nas›l ortaya ç›kt›¤›
sorusudur.
Evrim teorisi, bu soruya yan›t olarak, canl›l›¤›n rastlant›lar sonucu
meydana gelen bir ilk hücreyle bafllad›¤› iddias›n› öne sürer. Senaryoya
göre, bundan dört milyar y›l kadar önce, ilkel dünya atmosferinde birta-
k›m cans›z kimyasal maddeler tepkimeye girmifl, y›ld›r›mlar›n, sars›nt›la-
r›n etkisiyle kar›flm›fl ve ilk canl› hücre ortaya ç›km›flt›r.
Oysa, cans›z maddelerin biraraya gelerek canl›l›¤› oluflturabilecekle-
ri iddias›, bugüne kadar hiçbir deney ya da gözlem taraf›ndan do¤rulan-
mam›fl, bilim d›fl› bir iddiad›r. Aksine, bütün bulgular, bir canl›n›n ancak
yine bir baflka canl›dan türedi¤ini ispatlamaktad›r. Her canl› hücre, bir
baflka hücrenin ço¤almas›yla oluflur. Dünya üzerinde hiç kimse, en gelifl-
mifl laboratuvarlarda dahi, cans›z kimyasal maddeleri biraraya getirerek
canl› bir hücre yapmay› baflaramam›flt›r.
Evrim teorisi ise, insan akl›, bilgisi ve teknolojisi sonucunda bile elde
edilemeyen canl› hücresinin, ilkel dünya koflullar›nda rastlant›larla do¤-
du¤u iddias›ndad›r. ‹lerleyen sayfalarda bu iddian›n neden bilimin ve ak-
l›n en temel prensiplerine ayk›r› oldu¤unu inceleyece¤iz.
K
MOLEKÜLER B‹YOLOJ‹ve HAYATIN KÖKEN‹
192
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
"Rastlant›" Mant›¤›na Bir Örnek
Bir canl› hücresinin rastlant›larla oluflabilece¤ini düflünen bir insan›n,
afla¤›da anlataca¤›m›z benzer bir hikayeye de kolayl›kla akl›n›n yatmas›
gerekir. Bu, bir flehrin hikayesidir.
Varsayal›m ki bir gün çorak bir arazide kayalar›n aras›na s›k›flm›fl bir
miktar killi toprak, ya¤an ya¤murlar sonucunda balç›k haline gelir. Balç›k,
günefl aç›nca kayalar›n aras›nda kuruyup kat›lafl›r ve flekillenir. Daha son-
ra, kendisine kal›p görevi gören kayalar bir flekilde ufalan›p da¤›l›rlar ve
ortaya düzgün, biçimli, sa¤lam bir tu¤la ç›kar. Bu tu¤la senelerce, ayn› do-
¤al flartlarla yan›nda kendisi gibi baflka tu¤lalar›n oluflmas›n› bekler. Bu
bekleyifl, ayn› tu¤ladan ayn› yerde yüzlercesinin, binlercesinin oluflmas›na
dek as›rlarca sürer. Bu arada büyük bir tesadüf eseri, önceden oluflan tu¤-
lalarda hiçbir kay›p olmaz. Binlerce sene f›rt›nalara, ya¤murlara, rüzgarla-
ra, kavurucu günefle, dondurucu so¤u¤a maruz kalan tu¤lalar, parçalan-
maz, çatlamaz, baflka yerlere savrulup da¤›lmaz, ayn› yerde ve ayn› sa¤-
laml›kta di¤er tu¤lalar› beklerler.
Tu¤lalar yeterli say›ya ulafl›nca, rüzgar, f›rt›na, hortum gibi do¤al
flartlar›n etkisiyle savrulur ve rastlant› eseri yan yana ve üst üste planl› bir
biçimde dizilip bir bina kurarlar. Bu arada tu¤lalar› birbirine yap›flt›racak
çimento, harç gibi malzemeler de "do¤al flartlar"la oluflup kusursuz bir
plan içerisinde tu¤lalar›n aras›na girer ve bunlar› birbirlerine kenetlerler.
Bütün bu ifllemler bafllarken topra¤›n alt›ndaki demir filizleri de "do¤al
flartlar"la flekillenip topra¤›n d›fl›na uzanarak tu¤lalar›n oluflturaca¤› bina-
n›n temelini atarlar. Sonuçta her türlü malzemesi, do¤ramas›, tesisat›yla
eksiksiz bir bina ortaya ç›kar.
Elbette ki bina yaln›zca temelden, tu¤ladan ve harçtan ibaret de¤ildir.
Öyleyse di¤er eksikler nas›l tamamlanm›flt›r? Cevap basittir: Binan›n ihti-
yac› olan her türlü malzeme, üzerinde yükseldi¤i toprakta vard›r. Camlar
için gereken silisyum, elektrik kablolar› için gereken bak›r, kirifller, kolon-
lar, çiviler, su borular› vs. için gereken demir, topra¤›n alt›nda bol miktar-
da bulunmaktad›r.
Bütün bu malzemelerin flekillenip binan›n içine yerleflmeleri de "do-
¤al flartlar"›n hünerine kalm›flt›r. Esen rüzgar, ya¤an ya¤mur, biraz f›rt›na
ve yer sars›nt›s›n›n da yard›m›yla bütün tesisat, do¤rama, aksesuarlar tu¤-
lalar›n aras›nda yerli yerine oturur. ‹fller o kadar rast gitmifltir ki, tu¤lalar,
ileride do¤al flartlarla cam diye bir fleyin oluflaca¤›n› biliyormuflcas›na, ge-
rekli pencere boflluklar›n› b›rakarak dizilmifllerdir. Hatta ileride yine rast-
lant›larla meydana gelecek su, elektrik, kalorifer tesisatlar›n›n içlerinden
geçebilece¤i boflluklar› b›rakmay› da unutmam›fllard›r. ‹fller o kadar rast
gitmifltir ki, "rastlant›lar" ve "do¤al flartlar", kusursuz bir tasar›m ortaya
koymufltur.
Bu hikayeye inanabilen bir kifli, bu kadar aç›klamadan sonra, flehirde-
ki di¤er binalar›n, tesislerin, yap›lar›n, yollar›n, kald›r›mlar›n, alt yap›n›n,
haberleflme ve ulafl›m sistemlerinin nas›l olufltu¤unu da düflünüp bulabi-
lir. Hatta konuyla da biraz ilgiliyse, flehrin "kanalizasyon sisteminin ev-
rimsel süreci ve mevcut yap›larla uyumu" hakk›ndaki teorilerini aç›klad›-
¤› birkaç ciltlik "bilimsel" bir eser bile haz›rlayabilir. Bu üstün çal›flmalar›n-
dan dolay› akademik bir ödüle dahi lay›k görülebilir, kendisinin insanl›k
tarihine ›fl›k tutacak bir deha oldu¤unu zannedebilir.
Canl›l›¤›n rastlant›larla olufltu¤unu öne süren evrim teorisi, iflte tam
bu derece, belki de bundan daha gerçek d›fl› bir teoridir. Çünkü tek bafl›na
bir hücre, bütün çal›flma sistemleri, haberleflmesi, ulafl›m› ve yönetimiyle
bu büyük flehirle benzer bir kompleksli¤e sahiptir. Ünlü moleküler biyo-
log Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis adl› kitab›nda hücrenin
bu kompleks yap›s›ndan flöyle söz eder:
Hayat›n moleküler biyoloji taraf›ndan ortaya ç›kar›lan gerçekli¤ini kavraya-
bilmek için, bir hücreyi yaklafl›k bir milyon kez büyütmemiz gerekir, ta ki ça-
p› 20 km'ye vars›n. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük
bir flehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Bu durum-
da karfl›m›zda benzersiz derecede kompleks bir sistem ve kusursuz bir tasa-
r›m oldu¤unu görürüz. Hücrenin yak›n›na gelir de onu incelersek, üzerinde-
ki milyonlarca küçük kap›yla karfl›lafl›r›z. Aynen bir uzay gemisinde olabile-
cek otomatik kap›lar gibi, bu kap›lar sürekli olarak aç›l›p-kapanarak hücrenin
içine ya da d›fl›na yap›lan madde ak›fl›n› kontrol ederler. E¤er bu kap›lar›n
herhangi birinden içeri girersek, ola¤anüstü bir teknoloji ve flaflk›nl›¤a düflü-
recek bir komplekslikle karfl›lafl›r›z. Her türlü insan yap›m› ürünün çok üs-
tünde olan bu teknoloji, bizim yarat›c› zekam›z› fazlas›yla aflar. Bu sistem,
"tesadüf" kavram›n›n her anlamda tam bir antitezini oluflturmaktad›r.238
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
193
Hücredeki Kompleks Yap› ve Sistemler
Darwin zaman›nda canl› hücresinin kompleks yap›s› bilinmiyordu.
Bu nedenle dönemin evrimcileri, canl›l›¤›n nas›l ortaya ç›kt›¤› sorusuna
"rastlant›lar ve do¤al olaylar" cevab›n› vermenin çok ikna edici oldu¤unu
sanm›fllard›. Darwin ilk hücrenin "küçük, ›l›k bir su birikintisinde" kolay-
l›kla oluflabilece¤ini öne sürmüfltü.239 Darwin'in destekçilerinden Alman
biyolog Ernst Haeckel ise, bir araflt›rma gemisi taraf›ndan okyanus dibin-
den ç›kart›lan bir çamur kar›fl›m›n› mikroskop alt›nda incelemifl ve bunun
canl›ya dönüflen cans›z bir madde oldu¤unu iddia etmiflti. Bathybus Haec-kelii (Haeckel Çamuru) olarak an›lan bu sözde "canlanan çamur", evrim te-
orisini kuran kiflilerin canl›l›¤› ne denli basit bir olgu olarak gördüklerinin
bir ifadesiydi.
Oysa canl›l›¤›n en küçük detay›na kadar inen 20. yüzy›l teknolojisi,
hücrenin insano¤lunun karfl›laflt›¤› en kompleks sistemlerden biri oldu¤u-
nu ortaya ç›kard›. Bugün hücrenin içinde; enerjiyi üreten santraller; yaflam
için zorunlu olan enzim ve hormonlar› üreten fabrikalar; üretilecek bütün
ürünlerle ilgili bilgilerin kay›tl› bulundu¤u bir bilgi bankas›; bir bölgeden
di¤erine ham maddeleri ve ürünleri nakleden kompleks tafl›ma sistemleri,
boru hatlar›; d›flar›dan gelen ham maddeleri ifle yarayacak parçalara ayr›fl-
t›ran geliflmifl laboratuvar ve rafineriler; hücrenin içine al›nacak veya d›fl›-
Darwin döneminde hücrenin çok basitbir yap›ya sahip oldu¤u san›l›yordu. Dar-win'in destekçisi Ernst Haeckel, deniz di-binden ç›kard›¤› üstteki çamurun kendikendine "canlanaca¤›n›" ileri sürmüfltü.
194
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
na gönderilecek malzemelerin girifl-ç›k›fl kontrollerini yapan uzmanlaflm›fl
hücre zar› proteinleri oldu¤unu biliyoruz. Bu sayd›klar›m›z hücredeki
kompleks yap›n›n yaln›zca bir bölümünü oluflturur.
Evrimci bir bilim adam› olan W. H. Thorpe, "Canl› hücrelerinin en ba-
sitinin sahip oldu¤u mekanizma bile, insano¤lunun flimdiye kadar yapt›¤›,
hatta hayal etti¤i bütün makinelerden çok daha komplekstir." diye yazar.240
Hücre o kadar komplekstir ki, bugün insano¤lu ulaflt›¤› yüksek tek-
nolojiyle bile bir hücre üretememektedir. Yapay hücre oluflturmak için ya-
p›lan tüm çal›flmalar baflar›s›zl›kla sonuçlanm›flt›r. Öyle ki bugün, hücre-
nin üretilmesi hedefi bir yana b›rak›lm›flt›r ve art›k bu yönde çal›flma ya-
p›lmamaktad›r.
Evrim teorisi ise, insano¤lunun tüm
bilgi ve teknoloji birikimi ile yapmay› ba-
flaramad›¤› bu sistemin, ilkel dünyada
"tesadüfen" olufltu¤unu öne sürer. Bu, bir
örnek vermek gerekirse, bas›m evindeki
bir patlamayla, rastlant› eseri bir ansiklo-
pedinin bas›l›vermifl olmas›ndan çok da-
ha düflük bir ihtimale sahiptir.
Buna benzer bir baflka benzetmeyi
‹ngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred
Hoyle, 12 Kas›m 1981'de Nature dergisine
verdi¤i bir demecinde yapm›flt›r. Kendisi
de bir materyalist olmas›na ra¤men Hoyle, tesadüfler sonucu canl› bir
hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda y›¤›n›na isabet eden kas›rgan›n
savurdu¤u parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uça¤›n›n oluflmas› aras›n-
da bir fark olmad›¤›n› belirtir.241 Yani, hücrenin kendi kendine, rastlant›lar
sonucu oluflmas› mümkün de¤ildir.
Evrim teorisinin hücrenin nas›l var oldu¤u sorusunu aç›klayamama-
s›n›n en temel nedenlerinden biri, hücredeki "indirgenemez kompleks-
lik" özelli¤idir. Bir canl› hücresi, çok say›da küçük organelin uyum içinde
çal›flmas›yla yaflar. Bu parçalar›n biri bile olmasa, hücre yaflam›n› sürdüre-
mez. Hücrenin, do¤al seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmala-
r›n kendisini gelifltirmesini bekleme gibi bir ihtimali yoktur. Dolay›s›yla,
yeryüzünde oluflan ilk hücrenin, yaflam için gerekli tüm organel ve fonk-
siyonlara sahip, eksiksiz bir hücre olmas› gerekmektedir.
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
195
Fred Hoyle
Proteinlerin Kökeni Sorunu
Hücreyi flimdilik bir kenara b›rakal›m. Evrim teorisi hücrenin alt par-
çac›klar› karfl›s›nda bile çaresizdir. Hücreyi oluflturan yüzlerce çeflit komp-
leks protein molekülünden bir tanesinin bile do¤al flartlarda oluflmas› ih-
timal d›fl›d›r.
Proteinler, "amino asit" ad› verilen daha küçük moleküllerin belli sa-
y›larda ve çeflitlerde özel bir s›rayla dizilmelerinden oluflan dev molekül-
lerdir. Bu moleküller canl› hücrelerinin yap› tafllar›n› olufltururlar. En ba-
sitleri yaklafl›k 50 amino asitten oluflan proteinlerin, binlerce amino asitten
oluflan çeflitleri de vard›r.
Önemli olan nokta fludur: Proteinlerin yap›lar›ndaki tek bir amino
asidin bile eksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir ami-
no asit eklenmesi o proteini ifle yaramaz bir molekül y›¤›n› haline getirir.
Bu nedenle her amino asit, tam gereken yerde, tam gereken s›rada yer al-
mal›d›r. Hayat›n rastlant›larla olufltu¤unu öne süren evrim teorisi ise, bu
düzenlilik karfl›s›nda çaresizdir. Çünkü söz konusu düzenlilik, asla rast-
lant›yla aç›klanamayacak kadar ola¤anüstüdür. (Kald› ki teori henüz ami-
no asitlerin 'tesadüfen olufltuklar›' iddias›na bile geçerli bir kan›t ya da
aç›klama getirememektedir, bunu da biraz sonra inceleyece¤iz.)
Proteinlerin fonksiyonel yap›s›n›n hiçbir flekilde tesadüfen meydana
gelemeyece¤i, herkesin rahatl›kla anlayabilece¤i basit olas›l›k hesaplar›yla
dahi görülebilir.
Örne¤in bilefliminde 288 amino asit bulunan ve 12 farkl› amino asit
türünden oluflan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün içerdi¤i
amino asitler 10300 farkl› biçimde dizilebilir. (Bu, 1 rakam›n›n sa¤›na 300 ta-
ne s›f›r gelmesiyle oluflan astronomik bir say›d›r.) Ancak bu dizilimlerden
yaln›zca bir tanesi söz konusu proteini oluflturur. Geriye kalan tüm dizi-
limler hiçbir ifle yaramayan, hatta kimi zaman canl›lar için zararl› bile ola-
bilecek anlams›z amino asit zincirleridir. Dolay›s›yla yukar›da örnek ver-
di¤imiz protein moleküllerinden yaln›zca bir tanesinin tesadüfen meyda-
na gelme ihtimali "10300'de 1" ihtimaldir. Bu ihtimalin pratikte gerçeklefl-
mesi ise imkans›zd›r. (Matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller "s›f›r ih-
timal" kabul edilirler.)
Dahas›, 288 amino asitlik bir protein, canl›lar›n yap›s›nda bulunan
binlerce amino asitlik dev proteinlerle k›yasland›¤›nda oldukça mütevazi
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
197
bir yap› say›labilir. Ayn› ihtimal hesaplar›n› bu dev moleküllere uygulad›-
¤›m›zda ise, "imkans›z" kelimesinin bile yetersiz kald›¤›n› görürüz.
Canl›l›¤›n gelifliminde bir basamak daha ilerledi¤imizde, tek bafl›na
bir proteinin de hiçbir fley ifade etmedi¤ini görürüz. fiimdiye kadar bilinen
en küçük bakterilerden biri olan "Mycoplasma Hominis H 39"un bile 600
çeflit proteine sahip oldu¤u görülmüfltür. Bu durumda, tek bir protein için
yapt›¤›m›z ihtimal hesaplar›n› 600 çeflit protein üzerinden yapmam›z ge-
rekecektir. Sonuçta karfl›laflaca¤›m›z rakamlar ise, imkans›z kavram›n›n
çok ötesindedir.
fiu anda bu sat›rlar› okuyan ve flimdiye kadar evrim teorisini bilimsel
bir aç›klama sanm›fl olan baz› okuyucular, belki buradaki rakamlar›n abar-
t›ld›¤›ndan, gerçekleri yans›tmad›¤›ndan endifle edebilirler. Hay›r; bunlar
kesin ve somut gerçeklerdir. Hiçbir evrimci de bu rakamlar karfl›s›nda bir
itirazda bulunamaz.
Pek çok evrimci bu gerçe¤i itiraf eder. Örne¤in Harold Blum adl› ev-
rimci bilim adam›, "Bilinen en küçük proteinlerin bile rastlant›sal olarak
Sitokrom-C proteininin
üç boyutlu kompleks
yap›s›. Bu yap› içinde
küçük toplarla temsil
edilen amino asitlerin
s›ralamas›ndaki en kü-
çük bir farkl›l›k, prote-
ini ifle yaramaz hale
getirecektir.
198
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
meydana gelmesi, tümüyle imkans›z gözükmektedir." demektedir.242
Evrimciler, moleküler evrimin çok uzun bir zaman sürdü¤ünü ve bu
zaman›n imkans›z olan› mümkün hale getirdi¤ini iddia ederler. Oysa ne
kadar uzun bir zaman verilirse verilsin, amino asitlerin rastlant›sal olarak
protein oluflturmalar› imkans›zd›r. Amerikal› jeolog William Stokes Essen-tials of Earth History adl› kitab›nda bu gerçe¤i kabul ederken, "E¤er milyar-
larca y›l boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içe-
ren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsayd› bile yine (protein) oluflamaz-
d›" diye yazar.243
Peki tüm bunlar ne anlama gelmektedir? Kimya profesörü Perry Re-
eves ise bu soruya flöyle bir cevap verir:
Bir insan, amino asitlerin rastlant›sal olarak birlefliminden ne kadar fazla
muhtemel yap› oluflabilece¤ini düflündü¤ünde, hayat›n gerçekten de bu fle-
kilde ortaya ç›kt›¤›n› düflünmenin akla ayk›r› geldi¤ini görür. Böyle bir iflin
gerçekleflmesinde bir Büyük ‹nfla Edici'nin var oldu¤unu kabul etmek, akla
çok daha uygundur.244
Bir tanesinin bile tesadüfen oluflmas› imkans›z olan bu proteinlerden
ortalama bir milyon tanesinin tesadüfen uygun bir flekilde biraraya gelip
eksiksiz bir insan hücresini meydana getirmesi ise, milyarlarca kez daha
imkans›zd›r. Kald› ki bir hücre hiçbir zaman için bir protein y›¤›n›ndan
ibaret de¤ildir. Hücrenin içinde, proteinlerin yan› s›ra nükleik asitler, kar-
bonhidratlar, lipitler, vitaminler, elektrolitler gibi baflka birçok kimyasal
madde, gerek yap› gerekse ifllev bak›m›ndan belli bir oran, uyum ve tasa-
r›m çerçevesinde yer al›rlar. Her biri de birçok farkl› organelin içinde yap›
tafl› veya yard›mc› molekül olarak görev yaparlar.
New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzman› Robert Sha-
piro, sadece basit bir bakteride bulunan 2000 çeflit proteinin rastlant›sal
olarak meydana gelme ihtimalini hesaplam›flt›r. (‹nsan hücresinde ise yak-
lafl›k 200.000 çeflit protein vard›r.) Elde edilen rakam, 1040.000'de 1 ihtimal-
dir.245(Bu say›, 1 rakam›n›n yan›na 40 bin tane s›f›r gelmesiyle oluflan ak›l
almaz bir say›d›r.)
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamal› Matematik ve Astronomi Pro-
fesörü Chandra Wickramasinghe bu say› karfl›s›nda flu yorumu yapar:
Bu say› (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu ge-
zegenin ya da bir baflkas›n›n üzerinde hiçbir zaman (hayat›n do¤abilece¤i)
bir ilkel çorba olmam›flt›r ve yaflam›n bafllang›c› rastlant›sal olarak gerçekle-
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
199
flemeyece¤ine göre, amaçl› bir akl›n ürünü olmal›d›r.246
Prof. Fred Hoyle ise, tüm bu say›lar karfl›s›nda flöyle demektedir:
Asl›nda, yaflam›n ak›l sahibi bir varl›k taraf›ndan meydana getirildi¤i o ka-
dar aç›kt›r ki, insan bu aç›k gerçe¤in neden yayg›n olarak kabul edilmedi¤i-
ni merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel de¤il,
psikolojiktir.247
Science News'›n Ocak 1999 say›s›nda yay›nlanan bir makalede de,
amino asitlerin nas›l olup da proteinleri oluflturdu¤una hala hiçbir aç›kla-
ma getirilemedi¤i flöyle belirtilmektedir:
Hiç kimse flimdiye kadar nas›l olup da genifl çapta da¤›lm›fl yap› tafllar›n›n
proteinlere dönüfltü¤ünü tatmin edici bir flekilde aç›klayamam›flt›r. ‹lkel
dünyan›n varsay›lan koflullar› amino asitleri yal›t›lm›fl bir yaln›zl›¤a do¤ru
sürükleyecek flekildedir.248
Sol-Elli Proteinler
Protein oluflumuyla ilgili evrimci tezlerin gerçekleflmesinin imkans›z-
l›¤›n› biraz daha detayl› olarak inceleyelim.
Canl›larda bulunan bir protein molekülünün meydana gelmesi için
yaln›zca uygun amino asitlerin uygun s›rada dizilmeleri yeterli de¤ildir.
Bunun yan› s›ra, proteinlerin yap›s›nda bulunan 20 çeflit amino asitten her
birinin de yaln›zca "sol-elli" olmas› gereklidir. Kimyasal olarak ayn› amino
asidin hem sa¤-elli hem de sol-elli olmak üzere iki farkl› türü vard›r. Bun-
lar›n aralar›ndaki fark, üç boyutlu yap›lar›n›n birbiriyle z›t yönlü olmas›n-
dan kaynaklan›r. Aynen insan›n, sa¤ ve sol elleri aras›ndaki farkl›l›k gibi...
Her iki gruptan amino asitler de birbirleriyle rahatl›kla ba¤lanabilir.
Ancak yap›lan incelemelerde flafl›rt›c› bir gerçek ortaya ç›km›flt›r: En basit
organizmadan en mükemmeline kadar bütün canl›lardaki proteinler, sa-
dece sol-elli amino asitlerden oluflmaktad›r. Proteinin yap›s›na kat›lacak
tek bir sa¤-elli amino asit bile, o proteini ifle yaramaz hale getirmektedir.
Hatta baz› deneylerde bakterilere sa¤-elli amino asitlerden verilmifl, ancak
bakteriler bu amino asitleri derhal parçalam›fllar, baz› durumlarda ise bu
parçalardan yeniden kendi kullanabilecekleri sol-elli amino asitleri infla et-
mifllerdir.
Bir an için evrim teorisinin iddia etti¤i gibi canl›l›¤›n tesadüflerle
olufltu¤unu varsayal›m. Bu durumda, yine tesadüflerle oluflmufl olmas›
200
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
gereken amino asitlerden do¤ada sa¤ ve sol-elli olmak üzere eflit miktar-
larda bulunacakt›. Dolay›s›yla, tüm canl›lar›n bünyelerinde sa¤ ve sol-elli
amino asitlerden kar›fl›k miktarlarda bulunmas› gerekirdi. Çünkü, kimya-
sal olarak her iki gruptan amino asitlerin de, birbirleriyle rahatl›kla birlefl-
mesi mümkündür. Oysa bütün canl› organizmalardaki proteinler yaln›zca
sol-elli amino asitlerden oluflmaktad›r.
Proteinlerin nas›l olup da bunlar›n içinden yaln›zca sol-ellilerini ay›k-
lad›klar› ve nas›l aralar›na hiçbir sa¤-elli amino asidin kar›flmad›¤› bilim
adamlar›n›n hiçbir aç›klama getiremedikleri konulardan birisi olarak kal-
m›flt›r. Böyle özel ve bilinçli bir seçicilik evrim teorisinin önemli açmazla-
r›ndan birini oluflturur.
Dahas›, aç›kça görüldü¤ü gibi proteinlerin bu özelli¤i, evrimcilerin
"tesadüf" açmaz›n› daha da içinden ç›k›lmaz hale getirir: "Anlaml›" bir
proteinin meydana gelmesi için, az önce de anlatt›¤›m›z gibi yaln›zca bu-
nu oluflturan amino asitlerin belli bir say›da, kusursuz bir dizilimde ve
özel bir üç boyutlu tasar›ma uygun olarak birleflmeleri art›k yeterli olma-
yacakt›r. Bütün bunlar›n yan›nda, bu amino asitlerin hepsinin sol-elli olan-
lar aras›ndan seçilmifl olmas› ve içlerinde bir tane bile sa¤-elli amino asit
bulunmamas› da zorunludur. Çünkü amino asit dizisine eklenen hatal› bir
sa¤-elli amino asidin yanl›fl oldu¤unu tespit ederek onu zincirden ç›kara-
cak herhangi bir do¤al ay›klama mekanizmas› da mevcut de¤ildir. Bu yüz-
den tek bir sa¤-elli amino asidin bile sol-elli amino asitlerin aras›na kar›fl-
mamas› gerekir. Bu da, rastlant› kavram›n› bir kez daha devre d›fl› b›rakan
bir durumdur.
Ayn› aminoasidin sol-elli(L) ve sa¤-elli(D) izomerleri. Canl›lardaki proteinler sa-dece sol-elliamino asitler-den oluflur.L - sol-elli amino asit D - sa¤-elli amino asit
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
201
Bu durum Britannica Bilim Ansiklopedisi'nde flöyle ifade edilir:
... Yeryüzündeki tüm canl› organizmalardaki amino asitlerin tümü, protein-
ler gibi karmafl›k polimerlerin yap› bloklar›, ayn› asimetri tipindedir. Adeta
tamamen sol-ellidirler. Bu, bir bak›ma, milyonlarca kez havaya at›lan bir pa-
ran›n hep tura gelmesine, hiç yaz› gelmemesine benzer. Moleküllerin nas›l
sol el ya da sa¤ el oldu¤u tamamen kavran›lamaz. Bu seçim anlafl›lmaz bir
biçimde, yeryüzü üzerindeki yaflam›n kayna¤›na ba¤l›d›r.249
Bir para milyonlarca kez havaya at›ld›¤›nda hep tura geliyorsa, bunu
tesadüfle aç›klamak m›, yoksa, birinin bilinçli bir flekilde havaya at›lan pa-
raya müdahale etti¤ini kabul etmek mi daha mant›kl›d›r? Cevap ortadad›r.
Amino asitlerdeki sol-ellilik olay›na benzer bir durum, nükleotidler
yani DNA ve RNA'n›n yap› tafllar› için de geçerlidir. Bunlar da, canl› orga-
nizmalarda bulunan bütün amino asitlerin tersine, yaln›zca sa¤-elli olan-
lar›ndan seçilmifllerdir. Bu da tesadüfle aç›klanamayacak bir durumdur.
Sonuç olarak yaflam›n kayna¤›n›n tesadüflerle aç›klanmas›n›n müm-
kün olmad›¤›, bafltan beri inceledi¤imiz olas›l›klarla kesin olarak ispatlan-
maktad›r: 400 amino asitten oluflan ortalama büyüklükteki bir proteinin,
sadece sol-elli amino asitlerden seçilme ihtimalini hesaplamaya kalksak
2400'de, yani 10120'de 1'lik bir ihtimal elde ederiz. Bu astronomik rakam hak-
k›nda bir fikir vermek için, evrendeki elektronlar›n toplam say›s›n›n bu sa-
y›dan çok daha küçük oldu¤unu, yaklafl›k 1079 olarak hesapland›¤›n› da
belirtelim. Bu amino asitlerin gereken dizilimi ve ifllevsel biçimi oluflturma
ihtimalleri ise, çok daha büyük rakamlar› do¤urur. Bu ihtimalleri de ekler
ve olay› birden fazla say›da ve çeflitte proteinin oluflmas›na uzatmaya kal-
karsak, hesaplar tamamen içinden ç›k›lamaz hale gelir.
Peptid Ba¤› Zorunlulu¤u
Evrim teorisinin tek bir proteinin oluflumu aflamas›ndaki ç›kmazlar›
buraya kadar sayd›klar›m›zla s›n›rl› de¤ildir. Bir proteinin meydana gele-
bilmesi için gerekli olan amino asit çeflitlerinin, uygun say› ve s›ralamada
ve gereken üç boyutlu yap›da dizilmeleri de yetmez. Tüm bu flartlar›n ya-
n› s›ra, birden fazla kola sahip amino asit moleküllerinin yaln›zca belirli
kollar›yla birbirlerine ba¤lanmalar› gerekmektedir. Bu flekilde yap›lan bir
ba¤a, "peptid ba¤›" ad› verilir. Amino asitler farkl› ba¤larla birbirlerine
ba¤lanabilirler; ancak proteinler, yaln›zca ve yaln›zca "peptid" ba¤lar›yla
202
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
ba¤lanm›fl amino asitlerden meydana gelirler.
Bunu bir benzetmeyle gözünüzde canland›rabilirsiniz: Örne¤in bir
araban›n bütün parçalar›n›n eksiksiz ve yerli yerinde oldu¤unu düflünün.
Fakat tekerleklerden birisi, oturmas› gereken yere, vidalarla de¤il de, bir
tel parças›yla ve dairesel yüzü yere bakacak bir biçimde tutturulsun. Böy-
le bir araban›n motoru ne kadar güçlü olursa olsun, teknolojisi ne kadar
ileri olursa olsun bir metre bile gitmesi imkans›zd›r. Görünüflte herfley yer-
li yerindedir, ancak tekerleklerden birisinin, yerine olmas› gerekenden
farkl› bir biçimde ba¤lanmas›, bütün arabay› kullan›lmaz hale getirir. ‹flte
ayn› flekilde, bir protein molekülündeki tek bir amino asidin bile di¤erine
peptid ba¤›ndan baflka bir ba¤la ba¤lanm›fl olmas›, bu molekülü ifle yara-
maz hale getirecektir.
Yap›lan araflt›rmalar, kendi aralar›nda rastgele birleflen amino asitle-
rin en fazla %50'sinin peptid ba¤› ile birbirine ba¤land›¤›n›, geri kalan›n›n
ise proteinlerde bulunmayan farkl› ba¤larla ba¤land›klar›n› ortaya koy-
mufltur. Dolay›s›yla bir proteinin tesadüfen oluflabilmesi ihtimalini hesap-
larken, (sol-ellilik zorunlulu¤unun yan› s›ra) her amino asidin kendinden
önceki ve sonraki ile yaln›zca ve yaln›zca peptid ba¤› ile ba¤lanm›fl olma-
s› zorunlulu¤unu da hesaba katmak gerekmektedir. Bu da yaklafl›k %50
ihtimaldir.
Bu ihtimal de, proteindeki her amino asidin sol-elli olmas› ihtimali ile
hemen hemen ayn›d›r. Yani, yine 400 amino asitlik bir proteini ele alacak
olursak, bütün amino asitlerin kendi aralar›nda yaln›zca peptid ba¤›yla
birleflmeleri ihtimali 2399'da 1 ihtimaldir.
S›f›r Olas›l›kBuraya kadar inceledi¤imiz üç farkl› ihtimali (amino asitlerin do¤ru
dizilme ihtimali, hepsinin sol-elli olma ihtimali ve hepsinin peptid ba¤›y-
la ba¤lanma ihtimalini) birbirine eklersek, 10950'de 1 ihtimal gibi astrono-
mik bir rakamla karfl›lafl›r›z. Bu yaln›zca ka¤›t üstündeki bir ihtimaldir.
Pratikte ise, böyle bir olay›n gerçekleflme ihtimali "0"d›r. Matematikte,
"1050'de 1" veya daha küçük bir ihtimal, istatistiksel olarak gerçekleflme ih-
timali "0" olan, yani gerçekleflmesi imkans›z olan bir ihtimal olarak tan›m-
lan›r.
Tek bir protein molekülü oluflturabilmek için amino asitlerin, dünya
kuruldu¤undan beri art arda, hiç vakit kaybetmeden deneme-yan›lma yo-
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
203
luyla birleflip ayr›ld›klar›n› farz etsek bile, yine de 10950'de bir ihtimali ya-
kalamalar› için gereken süre dünyan›n bugüne kadarki ömründen çok çok
fazlad›r.
Bütün bunlardan ortaya ç›kan sonuç, evrim teorisinin daha tek bir
proteinin oluflumunu aç›klama aflamas›nda derin bir imkans›zl›¤a gömül-
dü¤üdür.
Evrim teorisinin en önde gelen savunucular›ndan Prof. Richard Daw-
kins de teorinin içinde düfltü¤ü imkans›zl›¤› flöyle ifade etmektedir:
‹nceledi¤imiz türden "flansl›" bir olay o kadar korkunç derecede ihtimal d›fl›
olacakt›r ki, evrenin herhangi bir yerinde gerçekleflebilme flans›, her y›l mil-
yar kere milyar kere milyarda bir kadar az olacakt›r. E¤er bu yaln›zca, evre-
nin herhangi bir yerindeki tek bir gezegende gerçeklefltiyse, bu gezegenin bi-
zim gezegenimiz olmas› gerekmektedir, çünkü biz burada bu konuda konufl-
maktay›z.250
Evrim teorisinin önde gelen otoritelerinden birinin bu yaklafl›m› te-
orinin üzerine kurulu oldu¤u mant›k çöküntüsünü çok aç›k bir biçimde
yans›tmaktad›r. Dawkins'in ‹mkans›zl›k Da¤›n› T›rmanmak adl› kitab›nda
yer verdi¤i yukar›daki ifadeleri, evrimcilerin klasik, "biz buradaysak de-
mek ki evrim de gerçekleflmifltir" fleklindeki, hiçbir aç›klama içermeyen k›-
s›r döngü mant›¤›n›n çarp›c› bir örne¤idir.
Görüldü¤ü gibi, en üst tutucu evrim savunucular› dahi evrim teorisi-
nin, canl›l›¤›n daha bafllang›ç aflamas›n› aç›klamada imkans›zl›¤a gömül-
dü¤ünü itiraf etmektedirler. Ancak ne ilginçtir ki, bu durum karfl›s›nda sa-
vunduklar› teorinin gerçek d›fl›l›¤›n› kabul etmek yerine, dogmatik bir
yaklafl›mla evrime ba¤lanmay› tercih etmektedirler. Bu, tümüyle ideolojik
bir ba¤nazl›kt›r.
Do¤ada Deneme-Yan›lma Mekanizmas› Yoktur
Son olarak, buraya kadar baz› örneklerini s›ralad›¤›m›z ihtimal he-
saplar›n›n temel mant›¤›yla ilgili çok önemli bir noktay› belirtmek gerekir:
Yukar›da hesaplad›¤›m›z ihtimaller, proteinlerin rastlant›sal olarak oluflu-
munun imkans›z oldu¤unu göstermektedir. Ancak olay›n çok daha önem-
li ve evrim teorisi aç›s›ndan içinden ç›k›lmaz bir yönü vard›r: Gerçekte do-
¤ada bu ihtimallerin deneme süreci bile bafllayamaz. Çünkü do¤ada dene-
me-yan›lma yoluyla protein üretmeye çal›flan bir mekanizma yoktur.
500 amino asitlik bir proteinin oluflma ihtimalini göstermek için ver-
204
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
PROTE‹N SENTEZ‹:
Ribozom, mesajc› RNA'y› okur ve bu-radaki bilgiye göre amino asitleri
art arda dizer. fiekillerde, val,cyc ve ala amino asitlerinin, ri-bozom ve tafl›y›c› RNA tara-f›ndan art arda dizilifli yeral›yor. Do¤adaki tüm prote-inler, bu hassas ifllemle üre-tilir. "Tesadüfen" oluflan birprotein yoktur.
val
cys
ala
valine
alanine
cysteine
di¤imiz hesaplar, sadece ideal (gerçek hayatta rastlanamayacak) bir dene-
me-yan›lma ortam› için geçerlidir. Yani bilinçli bir gücün, rastgele 500 ami-
no asidi birlefltirip, sonra bunun yanl›fl oldu¤unu görüp, hepsini tek tek
ay›r›p, sonra ikinci kere de¤iflik bir s›rada dizdi¤ini farz etti¤imiz hayali
bir mekanizma oldu¤u takdirde, yararl› proteinin elde edilmesi ihtimali
10950'de "1"dir. Her denemede amino asitlerin tek tek ayr›l›p yeni bir s›rada
dizilmesi gerekmektedir. Ayr›ca her denemede, 500. amino asit de eklen-
dikten sonra sentezin durdurulmas› ve tek bir amino asidin bile fazladan
araya kar›flmas›n›n engellenmesi, proteinin oluflup oluflmad›¤›na bak›lma-
s›, oluflmad›¤›nda hepsinin çözülüp yeni bir dizilimin denenmesi gerek-
mektedir. Ayr›ca her denemede, araya baflka hiçbir yabanc› kimyasal mad-
denin de kesinlikle kar›flmamas› gerekmektedir. Deneme esnas›nda oluflan
zincirin 500 halkaya ulaflmadan parçalanmamas› da flartt›r. Yani bafltan be-
ri bahsetti¤imiz ihtimaller, bafl›n›, sonunu ve her aflamas›n› bilinçli bir gü-
cün yönetti¤i, yaln›zca "amino asitlerin seçilimi"nin tesadüflere b›rak›ld›¤›
kontrollü bir mekanizmayla gerçekleflmektedir. Do¤al flartlar›n bu tür
özelliklere sahip olmas› mümkün de¤ildir. Dolay›s›yla do¤al ortamda bir
proteinin oluflmas› kesinlikle imkans›zd›r.
Bu konular› genifl boyutlu de¤erlendiremeyen ve yüzeysel bir bak›fl
aç›s›yla yaklaflan kimseler protein oluflumunu basit bir kimyasal reaksi-
yon olarak düflündükleri için "amino asitler reaksiyon sonucu birleflip pro-
tein yapar" gibi gerçek d›fl› mant›klar kurabilirler. Oysa cans›z do¤ada
rastgele gerçekleflen kimyasal reaksiyonlar, ancak basit bileflikler meydana
getirebilirler. Bunlar›n say›s› ve çeflidi de belli ve s›n›rl›d›r. Biraz daha
kompleks bir kimyasal madde için dev fabrikalar, kimyasal tesisler, labo-
ratuvarlar devreye girer. ‹laçlar, günlük hayatta kulland›¤›m›z pek çok
kimyasal madde hep bu cinstendir. Proteinler ise, endüstride üretilen bu
kimyasal maddelerden çok daha kompleks yap›lara sahiptirler. Dolay›s›y-
la, her parças›n›n yerli yerine ve planl› bir biçimde yerleflmesi gereken me-
kanik bir tasar›m ve mühendislik harikas› olan proteinlerin rastgele kim-
yasal reaksiyonlar sonucunda oluflabilmeleri kesinlikle mümkün de¤ildir.
Yukar›da anlatt›¤›m›z tüm imkans›zl›klar› bir an için bir kenara b›ra-
k›p, yine de yararl› bir protein molekülünün "tesadüfen" kendi kendine
olufltu¤unu varsayal›m. Ancak bu noktada da evrim teorisi bir kez daha
ç›kmaza girer. Çünkü bu proteinin varl›¤›n› sürdürebilmesi için, o an için-
de bulundu¤u do¤al ortamdan yal›t›l›p, çok özel flartlarda korunmas› ge-
206
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
reklidir. Aksi takdirde, bu protein dünya yüzeyindeki flartlar›n etkisiyle
an›nda parçalanacak veya baflka asitler, amino asitler ya da di¤er kimya-
sal maddelerle birleflerek özelli¤ini kaybedecek, yarars›z, bambaflka bir
madde haline dönüflecektir.
Dikkat edilecek olursa, buraya kadar ele ald›¤›m›z konu yaln›zca tek
bir proteinin tesadüfen oluflabilmesinin imkans›zl›¤›d›r. Oysa, yaln›zca in-
san vücudunda yaklafl›k 100.000 farkl› türde protein görev yapar. Dahas›,
bilinen 1.5 milyon canl› türü vard›r, ve daha on milyon kadar›n›n var oldu-
¤u san›lmaktad›r. Pek çok protein birçok yaflam biçiminde kullan›lsa da,
bütün bitki ve hayvan aleminde 100 milyon ya da daha fazla protein türü
bulunmaktad›r. Bugüne kadar nesli tükenmifl olan milyonlarca tür ise bu
hesaba dahil de¤ildir. Yani yeryüzünde yüz milyonlarca farkl› protein flifre-
si var olmufltur. Tek bir proteinin rastlant›larla aç›klanamad›¤› düflünülür-
se, yüz milyonlarca farkl› protein flifresinin ne anlama geldi¤i de anlafl›l›r.
Bu gerçek göz önüne al›nd›¤›nda, yeryüzündeki canl›lar›n nas›l var
oldu¤u sorusunun cevab›n›n "tesadüfler" olmad›¤› aç›kça görülmektedir.
Hayat›n Kökeni Konusundaki Evrimci Çabalar
Herfleyden önce temel bir noktay› ak›lda tutmakta yarar vard›r: Ev-
rim sürecinin herhangi bir aflamas›n›n imkans›z oldu¤unun ortaya ç›kma-
s›, teorinin tümden yanl›fll›¤›n› ve geçersizli¤ini göstermesi için yeterlidir.
Örne¤in sadece proteinlerin tesadüfen oluflumunun imkans›zl›¤›n›n ispat-
lanmas›, evrimin daha sonraki aflamalara ait tüm di¤er önermelerini de ip-
tal etmifl olur. Bu noktadan sonra insan ve maymun kafataslar›n› al›p üzer-
lerinde spekülasyonlar yapman›n da hiçbir anlam› kalmaz.
Canl›l›¤›n nas›l olup da cans›z maddelerden oluflabildi¤i, uzunca bir
süre evrim teorisi savunucular›n›n pek fazla yanaflmak istemedikleri bir
sorundu. Ancak devaml› olarak göz ard› edilen bu problem, giderek gizle-
nemeyecek bir sorun haline geldi ve 20. yüzy›l›n ikinci çeyre¤inde baflla-
yan bir dizi araflt›rmayla afl›lmaya çal›fl›ld›.
‹lk cevaplanmas› gereken soru fluydu: ‹lkel dünyada ilk canl› hücre
nas›l ortaya ç›km›fl olabilirdi? Daha do¤rusu, evrimciler bu soru karfl›s›n-
da ne gibi bir aç›klama getirmeliydiler?
Bu konuya ilk kez el atan kifli, "kimyasal evrim" kavram›n›n kurucu-
su olan Rus biyolog Alexander I. Oparin oldu. Oparin, tüm teorik çal›flma-
lar›na ra¤men yaflam›n kökenini ayd›nlatma yönünde hiçbir sonuç elde
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
207
edemedi. 1936'da yay›nlad›¤› Origin of Life adl› kitab›nda flöyle diyordu:
Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanl›k
noktay› oluflturmaktad›r.251
Oparin'den bu yana evrimciler hücrenin rastlant›larla oluflabilece¤ini
ispat etmek için say›s›z deney, araflt›rma ve gözlem yapt›lar. Ancak yap›-
lan her çal›flma, hücredeki kompleks yarat›l›fl› daha detayl› bir biçimde or-
taya koyarak, evrimcilerin varsay›mlar›n› daha da fazla çürüttü. Alman-
ya'daki Johannes Gutenberg Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Baflkan›
Prof. Dr. Klaus Dose bu konuda flöyle der:
Kimyasal ve moleküler evrim alanlar›nda, yaflam›n kökeni konusunda otuz
y›l› aflk›n bir süredir yürütülen tüm deneyler, yaflam›n kökeni sorununa ce-
vap bulmaktansa, sorunun ne kadar büyük oldu¤unun kavranmas›na neden
oldu. fiu anda bu konudaki bütün teoriler ve deneyler ya bir ç›kmaz sokak
içinde bitiyor ya da bilgisizlik itiraflar›yla sonuçlan›yor.252
Evrimci bilim yazar› John Horgan da, The End of Science isimli kitab›n-
da, hayat›n kökeni konusu için "Bu, modern biyolojinin temelindeki en
zay›f parçad›r." demektedir.253
San Diego Scripps Enstitüsü'nden jeokimyac› Jeffrey Bada'n›n afla¤›-
daki sözleri ise, 20. yüzy›l›n sonunda evrimcilerin bu büyük açmaz karfl›-
s›ndaki çaresizliklerinin ifadesidir:
Bugün, 20. yüzy›l› geride b›rak›rken, hala, 20. yüzy›la girdi¤imizde sahip ol-
du¤umuz en büyük çözülmemifl problemle karfl› karfl›yay›z: Hayat yeryü-
zünde nas›l bafllad›?254
fiimdi evrim teorisinin bu "en büyük çözülmemifl problem"inin de-
taylar›na bakal›m. Göz atmam›z gereken ilk konu, ünlü Miller Deneyi'dir.
Miller Deneyi
Hayat›n kökeni konusunda evrimci kaynaklar›n en çok itibar ettikle-
ri çal›flma ise, 1953 y›l›nda Amerikal› araflt›rmac› Stanley Miller taraf›ndan
yap›lan Miller Deneyi'dir. (Deney, Miller'in Chicago Üniversitesi'ndeki ho-
cas› Harold Urey'in katk›s›ndan dolay› "Urey-Miller Deneyi" olarak da bi-
linir.) Evrim sürecinin ilk aflamas› olarak öne sürülen "kimyasal evrim" te-
zine "delil" olarak öne sürülen yegane giriflim, iflte bu deneydir. Aradan
neredeyse yar›m as›r geçmesine ve büyük teknolojik ilerlemeler kaydedil-
mesine ra¤men bu konuda hiçbir yeni giriflimde bulunulmam›flt›r. Bugün
208
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
halen ders kitaplar›nda canl›lar›n ilk oluflumunun evrimsel aç›klamas› ola-
rak Miller Deneyi okutulmaktad›r. Çünkü bu tür çabalar›n teorilerini des-
teklemedi¤inin, aksine sürekli yalanlad›¤›n›n fark›nda olan evrim araflt›r-
mac›lar›, benzer deneylere giriflmekten özellikle kaç›nmaktad›rlar.
Stanley Miller'›n amac›, milyarlarca y›l önceki cans›z dünyada prote-
inlerin yap› tafllar› olan amino asitlerin "tesadüfen" oluflabileceklerini gös-
teren deneysel bir kan›t ortaya koymakt›. Miller, deneyinde, ilkel dünya
atmosferinde bulundu¤unu varsayd›¤› -daha sonralar› ise bulunmad›¤›
anlafl›lacak olan- amonyak, metan, hidrojen ve su buhar›ndan oluflan bir
gaz kar›fl›m›n› kulland›. Bu gazlar, do¤al flartlar alt›nda birbirleriyle reak-
siyona giremeyeceklerinden deney ortam›na d›flar›dan enerji takviyesi
yapt›. ‹lkel atmosfer ortam›nda y›ld›r›mlardan
kaynaklanm›fl olabilece¤ini düflündü¤ü enerjiyi,
yapay bir elektrik deflarj kayna¤›ndan sa¤lad›.
Miller bu gaz kar›fl›m›n› bir hafta boyunca
100°C ›s›da kaynatt›, bir yandan da kar›fl›ma
elektrik ak›m› verdi. Haftan›n sonunda Miller,
kavanozun dibinde bulunan kar›fl›mdaki kimya-
sallar› ölçtü ve proteinlerin yap› tafllar›n› olufltu-
ran 20 çeflit amino asitten üçünün sentezlendi¤i-
ni gözledi.
Deney, evrimci çevrelerde büyük bir sevinç
yaratt› ve çok büyük bir baflar› gibi lanse edildi.
Hatta, çeflitli yay›nlar olay›n sarhofllu¤u içinde,
"Miller hayat› yaratt›" fleklinde manfletler atacak
kadar spekülasyon yapt›lar. Oysa Miller'›n sen-
tezledi¤i birtak›m "cans›z" moleküllerdi.
Bu deneyden ald›klar› cesaretle evrimciler, hemen yeni senaryolar
ürettiler. Amino asitlerden sonraki aflamalar da hemen kurguland›. Çizilen
senaryoya göre, amino asitler, daha sonra rastlant›lar sonucu uygun dizi-
limlerde birleflmifl ve proteinleri oluflturmufllard›. Tesadüf eseri meydana
gelen bu proteinlerin baz›lar› da, kendilerini, "bir flekilde" (!) oluflmufl hüc-
re zar› benzeri yap›lar›n içine yerlefltirerek hücreyi meydana getirmifllerdi.
Hücreler de zamanla yan yana gelip birleflerek canl› organizmalar› olufl-
turmufllard›.
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
209
Stanley Miller deneyaparat›yla birlikte.
Oysa, bu senaryonun en büyük dayana¤› olan Miller Deneyi, her
yönden geçersizli¤i kan›tlanm›fl bir giriflimden baflka bir fley de¤ildi.
Miller Deneyi'ni Geçersiz K›lan Dört Neden
Miller'›n, ilkel dünya koflullar›nda amino asitlerin kendi kendilerine
oluflabileceklerini kan›tlamak amac›yla yapt›¤› deney birçok yönden tutar-
s›zl›k göstermektedir. Bunlar› flöyle s›ralayabiliriz:
1- Miller, deneyinde, "so¤uk tuzak" (cold trap) isimli bir mekanizma
kullanarak amino asitleri olufltuklar› anda ortamdan izole etmiflti. Çünkü
aksi takdirde, amino asitleri oluflturan ortam›n koflullar›, bu molekülleri
oluflmalar›ndan hemen sonra imha edecekti.
Halbuki ilkel dünya koflullar›nda elbette bu çeflit bilinçli düzenekler
yoktu. Ve bunlar olmadan herhangi bir çeflit amino asit elde edilse bile, bu
moleküller ayn› ortamda hemen parçalanacaklard›. Kimyager Richard
Bliss'in belirtti¤i gibi, "bu so¤uk tuzak olmasa, kimyasal ürünler elektrik
kayna¤› taraf›ndan tahrip edilmifl olacakt›".255
Nitekim Miller, so¤uk tuzak yerlefltirmeden yapt›¤› daha önceki de-
neylerde tek bir amino asit bile elde edememiflti.
2- Miller'›n deneyinde canland›rmaya çal›flt›¤› ilkel atmosfer ortam›
gerçekçi de¤ildi. 1980'li y›llarda bilim adamlar› ilkel atmosferde, metan
ve amonyak yerine azot ve karbondioksit bulunmas› gerekti¤i görüflün-
de birlefltiler.
Peki Miller neden bu gazlar konusunda ›srar etmiflti? Cevap basitti:
Amonyak olmadan, bir amino asidin sentezlenmesi imkans›zd›. Kevin Mc
Kean, Discover dergisinde yay›nlad›¤› makalede bu durumu flöyle anlat›yor:
Miller ve Urey dünyan›n eski atmosferini metan ve amonyak kar›flt›rarak
kopya ettiler… Oysa son çal›flmalarda o zamanlar dünyan›n çok s›cak oldu-
¤u ve ergimifl nikel ile demirin kar›fl›m›ndan meydana geldi¤i anlafl›lm›flt›r.
Böylece o dönemdeki kimyasal atmosferin daha çok azot, karbondioksit ve
su buhar›ndan oluflmas› gerekir. Oysa bunlar organik moleküllerin oluflma-
s› için amonyak ve metan kadar uygun de¤ildirler.256
Nitekim Amerikal› bilim adamlar› J. P. Ferris ve C. T. Chen, karbon-
dioksit, hidrojen, azot ve su buhar›ndan oluflan bir kar›fl›mla Miller'›n de-
neyini tekrarlad›lar ve bir tek molekül amino asit bile elde edemediler.257
3- Miller'›n deneyini geçersiz k›lan bir di¤er önemli nokta da, amino
210
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
asitlerin olufltu¤u öne sürülen dönemde, atmosferde amino asitlerin tü-
münü parçalayacak yo¤unlukta oksijen bulunmas›yd›. Miller'›n göz ar-
d› etti¤i bu gerçek, yafllar› 3.5 milyar y›l olarak hesaplanan tafllardaki ok-
side olmufl demir ve uranyum birikintileriyle anlafl›ld›.258
Oksijen miktar›n›n, bu dönemde evrimci teorisyenlerin iddia ettikle-
rinin çok üstünde oldu¤unu gösteren baflka bulgular da ortaya ç›kt›. Arafl-
t›rmalar, o dönemde dünya yüzeyine evrimcilerin tahmin ettiklerinden 10
bin kat daha fazla ultraviyole ›fl›n› ulaflt›¤›n› gösterdi. Bu yo¤un ultraviyo-
lenin atmosferdeki su buhar› ve karbondioksidi ayr›flt›rarak oksijen a盤a
ç›karmas› ise kaç›n›lmazd›.
Bu durum, oksijen dikkate al›nmadan yap›lm›fl olan Miller Deneyi'ni
tamamen geçersiz k›l›yordu. E¤er deneyde oksijen kullan›lsayd›, metan,
karbondioksit ve suya, amonyak ise azot ve suya dönüflecekti. Di¤er taraf-
tan, oksijenin bulunmad›¤› bir ortamda -henüz ozon tabakas› var olmad›-
¤›ndan- ultraviyole ›fl›n›na do¤rudan maruz kalacak olan amino asitlerin
hemen parçalanacaklar› da aç›kt›. Sonuçta ilkel dünyada oksijenin var ol-
mas› da, olmamas› da amino asitler için yok edici bir ortam demekti.
4- Miller Deneyi'nin sonucunda, can-
l›lar›n yap› ve fonksiyonlar›n› bozucu
özelliklere sahip organik asitlerden de çok
miktarda oluflmufltu. Amino asitlerin, izo-
le edilmeyip de bu kimyasal maddelerle
ayn› ortamda b›rak›lmalar› halinde ise,
bunlarla kimyasal reaksiyona girip parça-
lanmalar› ve farkl› bilefliklere dönüflmeleri
kaç›n›lmazd›.
Ayr›ca deney sonucunda ortaya bol
miktarda sa¤-elli amino asit ç›km›flt›.259
Yaln›zca bu amino asitlerin varl›¤› bile ev-
rim teorisini kendi mant›¤› içinde çürüt-
meye yeterliydi. Çünkü sa¤-elli amino
asitler, canl› yap›s›nda kullan›lamayan
amino asitlerdi. Sonuç olarak Miller'›n de-
neyindeki amino asitlerin olufltu¤u ortam,
canl›l›k için elveriflli de¤il, aksine ortaya
ç›kacak ifle yarar molekülleri parçalay›c›,
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
211
Miller'›n deneyinde olufltur-du¤u yapay ortam, gerçekteilkel dünya flartlar› ile hiçbir
benzerlik göstermiyordu.
yak›c› bir asit kar›fl›m› niteli¤indeydi.
Tüm bunlar›n gösterdi¤i tek bir
somut gerçek vard›r: Miller Deneyi
canl›l›¤›n ilkel dünya flartlar›nda tesa-
düfen meydana gelebilece¤i iddias›n›
desteklememektedir. Deney, amino
asit sentezlemeye yönelik bilinçli ve
kontrollü bir laboratuvar çal›flmas›-
d›r. Kullan›lan gazlar›n cinsleri ve ka-
r›fl›m oranlar› amino asitlerin olufla-
bilmesi için en ideal ölçülerde belir-
lenmifltir. Ortama verilen enerji mik-
tar›, ne eksik ne fazla, tamamen iste-
nen reaksiyonlar›n gerçekleflmesini
sa¤layacak biçimde titizlikle ayarlan-
m›flt›r. Deney aparat›, ilkel dünya ko-
flullar›nda mevcut olabilecek hiçbir
zararl›, tahrip edici ya da amino asit
oluflumunu engelleyici unsuru bar›n-
d›rmayacak biçimde izole edilmifltir. ‹lkel dünyada var olan ve reaksiyon-
lar›n seyrini de¤ifltirecek hiçbir element, mineral ya da bileflik deney tüpü-
ne konulmam›flt›r. Oksidasyon nedeniyle amino asitlerin varl›¤›na imkan
vermeyecek oksijen bunlardan yaln›zca birisidir. Kald› ki, haz›rlanan ide-
al laboratuvar koflullar›nda bile, "so¤uk tuzak" (cold trap) denen mekaniz-
ma olmadan amino asitlerin ayn› ortamda parçalanmadan varl›klar›n› sür-
dürebilmeleri mümkün de¤ildir.
Gerçekte Miller Deneyi'yle evrimin, "canl›l›¤›n bilinçsiz tesadüfler so-
nucu ortaya ç›kt›¤›" fleklindeki iddias› da çürümüfltür. Çünkü deney, ami-
no asitlerin ancak tüm koflullar› özel olarak ayarlanm›fl bir laboratuvar or-
tam›nda, bilinçli müdahalelerle elde edilebilece¤ini göstermektedir.
Miller Deneyi, Türkiye'deki baz› kaynaklarda hala önemli bir bilim-
sel bulgu gibi gösterilse de, asl›nda evrimci otoriteler taraf›ndan terk edil-
mifl durumdad›r. Son y›llarda Bat›l› bilim dergilerinde deneyin hayat›n kö-
kenini aç›klamak yönünden bir anlam ifade etmedi¤i belirtilmektedir. Ör-
ne¤in 1998'in fiubat ay›nda yay›nlanan ünlü evrimci bilim dergisi Earth'de-
212
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bugün Miller'›n kendisi de, 1953y›l›nda düzenledi¤i deneyin haya-t›n kökenini aç›klamaktan çokuzak oldu¤unu kabul etmektedir.
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
213
ki "Yaflam›n Potas›" bafll›kl› makalede flu ifadeler yer al›r:
Bugün Miller'›n senaryosu flüphelerle karfl›lanmaktad›r. Bir nedeni, jeologla-
r›n ilkel atmosferin bafll›ca karbondioksit ve azottan olufltu¤unu kabul etme-
leri. Bu gazlar ise 1953'teki deneyde (Miller Deneyi'nde) kullan›lanlardan çok
daha az aktifler. Kald› ki, Miller'›n farz etti¤i atmosfer var olmufl olabilseydi
bile, amino asitler gibi basit molekülleri çok daha karmafl›k bilefliklere, pro-
teinler gibi polimerlere dönüfltürecek gerekli kimyasal de¤iflimler nas›l olu-
flabilirdi ki? Miller'›n kendisi bile, problemin bu noktas›nda ellerini ileri uza-
t›p, "bu bir sorun" diyerek fliddetle iç çekmekte, "polimerleri nas›l yapacaks›-
n›z? Bu o kadar kolay de¤il...260
Görüldü¤ü gibi, Miller'›n kendisi dahi bugün deneyinin, yaflam›n kö-
kenini aç›klama ad›na bir anlam ifade etmedi¤inin fark›ndad›r. NationalGeographic'in Mart 1998 say›s›ndaki, "Yeryüzündeki Yaflam›n Kökeni" bafl-
l›kl› makalede ise, konuyla ilgili flu sat›rlara yer verilir:
Pek çok bilim adam› bugün, ilkel atmosferin Miller'›n öne sürdü¤ünden
farkl› oldu¤unu tahmin ediyor. ‹lkel atmosferin, hidrojen, metan ve amon-
yaktan çok, karbondioksit ve azottan olufltu¤unu düflünüyorlar. Bu ise kim-
yac›lar için kötü haber! Karbondioksit ve azotu tepkimeye soktuklar›nda el-
de edilen organik bileflikler oldukça de¤ersiz miktarlarda. Koca bir yüzme
havuzuna at›lan bir damla g›da renklendiricisiyle ayn› oranda bir yo¤unluk-
ta... Bilim adamlar›, bu derece seyrek çözeltideki bir çorbada hayat›n ortaya
ç›kmas›n› hayal etmeyi bile güç buluyor.261
K›sacas›, ne Miller Deneyi ne de baflka hiçbir evrimci çaba, yeryüzün-
de hayat›n nas›l olufltu¤u sorusunu cevaplayamamaktad›r. Tüm araflt›r-
malar, hayat›n rastlant›larla ortaya ç›kmas›n›n imkans›zl›¤›n› ortaya koy-
makta ve böylece hayat›n yarat›lm›fl oldu¤unu göstermektedir. Evrimcile-
rin bu aç›k gerçe¤i kabul etmemeleri ise, bilime tamamen ayk›r› birtak›m
ön yarg›lara sahip olmalar›ndan kaynaklan›r. Nitekim Miller Deneyi'ni ö¤-
rencisi Stanley Miller ile birlikte organize eden Harold Urey, bu konuda flu
itiraf› yapm›flt›r:
Yaflam›n kökeni konusunu araflt›ran bizler, bu konuyu ne kadar çok inceler-
sek inceleyelim, hayat›n herhangi bir yerde evrimleflmifl olamayacak kadar
kompleks oldu¤u sonucuna var›yoruz. (Ancak) Hepimiz bir inanç ifadesi
olarak, yaflam›n bu gezegenin üzerinde ölü maddeden evrimleflti¤ine inan›-
yoruz. Fakat kompleksli¤i o kadar büyük ki, nas›l evrimleflti¤ini hayal etmek
bile bizim için zor.262
214
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
‹lkel Atmosfer ve Proteinler
Evrimci kaynaklarda, amino asitlerin kökeni sorunu, buraya dek say-
d›¤›m›z bütün tutars›zl›klar›na ra¤men, Miller Deneyi ile geçifltirilmeye
çal›fl›l›r. Bu geçersiz deneyle söz konusu sorunun çoktan çözülmüfl oldu¤u
gibi bir izlenim verilerek, evrim teorisinin açmazlar› örtülmeye çal›fl›l›r.
Ancak canl›l›¤›n kökenini rastlant›larla aç›klama çabas›n›n ikinci afla-
mas›nda, evrim teorisini, amino asitlerden çok daha büyük bir problem
beklemektedir: Proteinler. Yani yüzlerce farkl› amino asidin belirli bir s›ra
içinde birbirlerine eklenerek oluflturduklar› canl›l›¤›n yap› tafllar›.
Proteinlerin do¤al flartlarda tesadüfen olufltuklar›n› öne sürmek, ami-
no asitlerin tesadüfen olufltuklar›n› öne sürmekten çok daha gerçek d›fl›
bir iddiad›r. Amino asitlerin, proteinleri oluflturmak üzere uygun dizilim-
lerde tesadüfen birleflebilmelerinin matematiksel imkans›zl›¤›n› önceki
sayfalarda olas›l›k hesaplar› ile incelemifltik. Ancak protein oluflumu, kim-
yasal olarak da ilkel dünya koflullar›nda mümkün de¤ildir.
Proteinlerin Suda Sentezlenmesi Sorunu
Önceki sayfalarda da belirtti¤imiz gibi, amino asitler protein olufltur-
mak üzere kimyasal olarak birleflirken, aralar›nda "peptid ba¤›" denilen
özel bir ba¤ kurarlar. Bu ba¤ kurulurken bir su molekülü a盤a ç›kar.
Bu durum, ilkel hayat›n denizlerde ortaya ç›kt›¤›n› öne süren evrimci
aç›klamay› devre d›fl› b›rakmaktad›r. Çünkü, kimyada Le Chatêlier Pren-
sibi olarak bilinen kurala göre, a盤a su ç›karan bir reaksiyonun (kondan-
sasyon reaksiyonu) su içeren bir ortamda sonuçlanmas› mümkün de¤ildir.
Sulu bir ortamda bu çeflit bir reaksiyonun gerçekleflebilmesi, kimyasal re-
aksiyonlar içinde "oluflma ihtimali en düflük olan›" olarak nitelendirilir.
Dolay›s›yla, evrimcilerin hayat›n bafllad›¤› ve amino asitlerin olufltu-
¤u yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin, birleflerek prote-
inleri oluflturmas› için kesinlikle uygun olmayan ortamlard›r.263
Öte yandan, evrim savunucular›n›n bu gerçek karfl›s›nda iddialar›n›
de¤ifltirip, ilkel hayat›n karalarda olufltu¤unu öne sürmeleri de imkans›z-
d›r. Çünkü ilkel atmosferde olufltuklar› var say›lan amino asitleri ultravi-
yole ›fl›nlar›ndan koruyacak yegane ortam denizler ve okyanuslard›r. Ami-
no asitler karada ultraviyole yüzünden parçalan›rlar. Le Chatêlier Prensi-
bi ise denizlerdeki oluflum iddias›n› çürütmektedir. Bu da evrim teorisi
aç›s›ndan tam bir ikilem oluflturmaktad›r.
Fox Deneyi
Önceki sayfada aç›klad›¤›m›z ç›kmazla yüz yüze kalan evrimci arafl-
t›rmac›lar, tüm teorilerini alt üst eden bu "su sorunu"nu aflmaya yönelik
çeflitli senaryolar üretme yoluna gittiler. Bu araflt›rmac›lar›n en tan›nm›fl›
Sydney Fox, sorunu çözmek için ilginç bir teori ortaya att›: Ona göre, ilk
amino asitler, ilkel okyanusta olufltuktan hemen sonra bir volkan›n yan›n-
daki kayal›klara sürüklenmifl olmal›yd›lar. Sonra da amino asitleri içeren
kar›fl›mdaki su, kayal›klardaki yüksek ›s› nedeniyle buharlaflm›fl olmal›y-
d›. Böylece "kuruyan" amino asitler, proteinleri oluflturmak üzere birlefle-
bilirlerdi.
Fakat bu "çetrefilli" ç›k›fl yolu da pek kimse taraf›ndan benimsenme-
di. Çünkü amino asitler, Fox'un öne sürdü¤ü derecede bir ›s›ya karfl› da-
yan›kl›l›k gösteremezlerdi: Yap›lan araflt›rmalar amino asitlerin yüksek ›s›-
da hemen tahrip olduklar›n› ortaya koyuyordu.
Ancak Fox y›lmad›. Laboratuvarda, "çok özel koflullarda", saflaflt›r›l-
m›fl amino asitleri kuru ortamda ›s›tarak birlefltirdi. Amino asitler birleflti-
rilmifl, ancak proteinler yine elde edilememiflti. Elde etti¤i, birbirine rast-
gele ba¤lanm›fl, basit ve düzensiz amino asit halkalar›yd› ve herhangi bir
canl› proteinine benzemekten çok uzakt›. Dahas›, e¤er Fox amino asitleri
ayn› ›s›da tutmaya devam etseydi, ortaya ç›kan ifle yaramaz halkalar tek-
rar parçalanacakt›.
Deneyi anlams›zlaflt›ran bir baflka nokta ise, Fox'un, daha önce Miller
Deneyi'nde elde edilmifl olan amino asitleri de¤il, canl› organizmalarda
kullan›lan saf amino asitleri kullanm›fl olmas›yd›. Oysa Miller'›n deneyi-
nin devam› olma iddias›ndaki deney, Miller'›n vard›¤› sonuçtan yola ç›k-
mal›yd›. Ama ne Fox ne de baflka hiçbir araflt›rmac›, Miller'›n üretti¤i ifle
yaramaz amino asitleri kullanmad›.
Fox'un söz konusu deneyi evrimci çevrelerde bile pek olumlu karfl›-
lanmad›. Zira Fox'un elde etti¤i anlams›z amino asit zincirlerinin (prote-
inoidlerin) do¤al koflullarda oluflamayaca¤› çok aç›kt›. Dahas›, canl›lar›n
yap› tafllar› olan proteinler hala elde edilememiflti. Proteinlerin kökeni
problemi bafllang›çta oldu¤u gibi hala çözümlenememiflti. Ünlü bilim der-
gisi Chemical Engineering News'da o dönemde yay›nlanan bir makalede
Fox'un gerçeklefltirdi¤i deney hakk›nda flöyle deniyordu:
Sydney Fox ve di¤er araflt›rmac›lar, çok özel ›s›tma teknikleri kullanarak,
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
215
dünyan›n ilk devirlerinde hiç var olmam›fl flartlarda amino asitleri "proteino-
idler" ad› verilen bir flekilde, birbirine ba¤lamay› baflarm›fllard›r. Bununla be-
raber bunlar, canl›larda bulunan çok düzenli proteinlere hiç benzememekte-
dir. Bunlar, hiçbir ifle yaramayan, düzensiz lekelerden baflka bir fley de¤ildir-
ler. ‹lk devirlerde bu moleküller e¤er gerçekten meydana gelmifllerse bile,
bunlar›n parçalanmamalar› mümkün de¤ildir.264
Gerçekten de Fox'un elde etti¤i "proteinoidler", gerçek proteinlerden
yap› ve ifllev olarak tamamen uzakt›. Proteinlerle aralar›nda, karmafl›k bir
teknolojik cihazla, ifllenmemifl bir metal y›¤›n› aras›ndaki kadar fark vard›.
Dahas›, bu düzensiz amino asit y›¤›nlar›n›n bile ilkel atmosferde ya-
flama imkanlar› yoktu. Dünyan›n o günkü flartlar›nda yeryüzüne ulaflan
yo¤un ultraviyole ›fl›nlar› ve kontrolsüz do¤a koflullar›n›n do¤urdu¤u za-
rarl›, tahrip edici fiziksel ve kimyasal etkenler, bu proteinoidlerin dahi var-
l›klar›n› sürdürmelerine imkan vermeden parçalanmalar›na neden olacak-
t›. Amino asitlerin ultraviyole ›fl›nlar›n›n ulaflamayaca¤› flekilde suyun al-
t›nda bulunmalar› ise, Le Châtelier Prensibi nedeniyle, söz konusu de¤il-
di. Bu veriler ›fl›¤›nda bilim adamlar› aras›nda, proteinoidlerin yaflam›n
bafllang›c›n› oluflturan moleküller olduklar› fikri giderek etkisini kaybetti.
FOX'UN "PROTE‹NO‹D"LER‹Miller'›n senaryosundan etkilenen Sydney Fox, baz› amino asitleri birlefltirerek "proteinoid"ad›n› verdi¤i üstteki molekülleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramaz amino asit zincirlerinin,canl› bedenlerini oluflturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Asl›nda tüm bu çabalar, canl›l›-¤›n tesadüfen oluflmak bir yana, laboratuvar ortam›nda dahi üretilemedi¤ini belgeliyordu.
216
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
DNA Molekülünün Kökeni
Buraya kadar incelediklerimizin gösterdi¤i gibi, evrim teorisi mole-
küler düzeyde de önemli bir açmazdad›r. Amino asitlerin kökeni evrim te-
orisi taraf›ndan hiçbir flekilde aç›klanamam›flt›r. Proteinlerin kökeni ise,
evrim aç›s›ndan çok daha büyük bir sorundur.
Ancak, sorun yaln›zca amino asit ve proteinlerle de s›n›rl› de¤ildir;
bunlar sadece bir bafllang›çt›r. Bunlar›n da ötesinde as›l olarak, canl› hücre-
sinin ola¤anüstü kompleks yap›s› evrim aç›s›ndan büyük bir problem olufl-
turur. Çünkü hücre, amino asit yap›l› proteinlerden oluflmufl bir y›¤›n de¤il,
insano¤lunun flimdiye kadar karfl›laflt›¤› en kompleks sistemlerden biridir.
Canl›l›¤›n kökenini rastlant›larla aç›klama çabas›ndaki evrim teorisi,
hücredeki en temel moleküllerin varl›¤›na bile tutarl› bir aç›klama getire-
memiflken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA
ve RNA'n›n keflfi, teori için yepyeni problemler do¤urdu. 1953 y›l›nda Ja-
mes Watson ve Francis Crick adl› iki bilim adam›n›n çal›flmalar›, DNA'n›n
hayranl›k verecek derecedeki kompleks yap›s›n› ve yarat›l›fl›n› gün ›fl›¤›na
ç›kard›.
Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirde¤inde bulunan
DNA adl› molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yap› plan›n› içerir. Bir in-
sana ait bütün özelliklerin bilgisi, d›fl görünümünden iç organlar›n›n yap›-
lar›na kadar DNA'n›n içinde özel bir flifre sistemiyle kay›tl›d›r. DNA'daki
bilgi, bu molekülü oluflturan dört özel molekülün dizilifl s›ras› ile kodlan-
m›flt›r. Nükleotid (veya baz) ad› verilen bu moleküller, isimlerinin bafl
harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. ‹nsanlar aras›ndaki tüm yap›sal
farklar, bu harflerin dizilifl s›ralamalar› aras›ndaki farktan do¤ar. Bu, dört
harfli bir alfabeden oluflan bir tür bilgi bankas›d›r. DNA'daki harflerin di-
zilifl s›ras›, insan›n yap›s›n› en ince ayr›nt›lar›na dek belirler. Boy, göz, saç
ve cilt rengi gibi özelliklerin yan› s›ra, vücuttaki 206 kemi¤in, 600 kas›n,
100 milyar sinir hücresinin, beyin hücreleri aras›ndaki 1000 trilyon ba¤lan-
t›n›n, 97.000 kilometre uzunlu¤undaki damarlar›n ve 100 trilyon hücrenin
plan› tek bir hücrenin DNA's›nda mevcuttur. E¤er DNA'daki bu genetik
bilgiyi ka¤›da dökmeye kalksak, yaklafl›k 500'er sayfal›k 900 ciltten oluflan
dev bir kütüphane oluflturmam›z gerekir. Fakat, bu inan›lmaz hacimdeki
bilgi, milimetrenin yüzde biri büyüklü¤ündeki hücrenin, ondan çok daha
küçük olan çekirde¤inde sakl› bulunan DNA'n›n genlerinde flifrelenmifltir.
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
217
DNA Rastlant›larla Aç›klanamaz
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vard›r. Bir geni oluflturan
nükleotidlerde meydana gelecek bir s›ralama hatas›, o geni tamamen ifle
yaramaz hale getirecektir. ‹nsan vücudunda yaklafl›k 30 bin gen bulundu-
¤u düflünülürse, bu genleri oluflturan milyonlarca nükleotidin do¤ru s›ra-
lamada tesadüfen oluflabilmelerinin kesinlikle imkans›z oldu¤u görülür.
Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu imkans›zl›kla ilgili olarak flun-
lar› söyler:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklafl›k 300 amino asit içerir. Bunu
kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklafl›k 1000 nükleotid bulunacakt›r. Bir
DNA zincirinde dört çeflit nükleotid bulundu¤u hat›rlan›rsa, 1000 nükleotid-
lik bir dizi, 41000 farkl› flekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesab›yla bu-
lunan bu rakam ise, akl›n kavrama s›n›r›n›n çok ötesindedir.265
41000'de 1, "küçük bir logaritma hesab›" sonucunda, 10600'de 1 anlam›-
na gelir. Bu say› 10'un yan›na 600 s›f›r eklenmesiyle elde edilir. 10'un ya-
n›nda 12 tane s›f›r 1 trilyonu ifade ederken, 600 tane s›f›rl› bir rakam›n ger-
çekten de kavranmas› mümkün de¤ildir.
Watson ve Crick DNA'n›n yap›s›n› keflfettiklerinde, canl›l›¤›n önceden san›lan-dan çok daha kompleks oldu¤unu da ortaya ç›karm›fl oldular.
218
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Nükleotidlerin tesadüfen biraraya gelerek RNA ve DNA'y› olufltur-
malar›n›n imkans›zl›¤›n›, evrimci Frans›z bilim adam› Paul Auger de flöy-
le ifade etmektedir:
Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmafl›k moleküllerin
ortaya ç›k›fl› konusunda bence iki aflamay› net bir biçimde birbirinden ay›r-
mam›z gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabi-
lir- ve bunlar›n çok özel seriler halinde birbirine ba¤lanmalar›. ‹flte bu ikinci-
si, olanaks›zd›r.266
Beta-globin geninin DNA flifreleri. Bu flifreler, kanda oksijen tafl›yan hemoglo-bin geninin parçalar›ndan birisini oluflturur. Önemli olan, bu flifrelerden tek bi-rinin bile hatal› olmas› durumunda, üretilecek proteinin tamamen ifle yaramazhale gelecek olmas›d›r.
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
219
Uzun y›llar moleküler evrim teorisini savunan Francis Crick bile
DNA'y› keflfettikten sonra, böylesine kompleks bir molekülün tesadüfen,
kendi kendine, bir evrim süreci sonucunda oluflamayaca¤›n› itiraf etmifl ve
flöyle demifltir:
Bugünkü mevcut bilgilerin ›fl›¤›nda dürüst bir adam ancak flunu söyleyebi-
lir: Bir anlamda hayat mucizevi bir flekilde ortaya ç›km›flt›r.267
Evrimci biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy da, DNA'n›n meydana gelme-
si hakk›nda flu itiraf› yapmak zorunda kal›r:
Bir proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluflma flans› tahminlerin çok
ötesinde bir olas›l›kt›r. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya ç›kma flans›
astronomik denecek kadar azd›r"268
Bu noktada çok ilginç bir paradoks daha vard›r: DNA, yaln›z protein ya-
p›s›ndaki birtak›m enzimlerin yard›m› ile efllenebilir. Ama bu enzimlerin
sentezi de ancak DNA'daki bilgiler do¤rultusunda gerçekleflir. Birbirine ba-
¤›ml› olduklar›ndan, efllemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de ayn›
anda var olmalar› gerekir. Bilim yazar› John Horgan bu ikilemi flöyle aç›klar:
DNA, katalitik proteinlerin ve enzimlerin yard›m› olamadan yapt›¤› ifli, yeni
DNA üretmek de dahil olmak üzere, yapamaz. K›sacas› DNA olmadan pro-
teinler var olmaz, ama DNA da prote-
inler olmad›¤› durumda oluflmaz.269
Bu durum, canl›l›¤›n rastlant›larla
oluflmas› senaryosunu bir kez daha çö-
kertmektedir. Amerikal› kimyac› Prof.
Homer Jacobson, bu konuda flöyle der:
‹lk canl›n›n ortaya ç›kt›¤› zaman, üre-
me planlar›n›n, çevreden madde ve
enerji sa¤laman›n, büyüme s›ras›n›n,
bilgileri büyümeye çevirecek meka-
nizmalar›n tamam›na ait emirlerin o
anda ve birarada bulunmalar› gerek-
mektedir. Bunlar›n hepsinin kombi-
nasyonu tesadüfen gerçekleflemez.270
Prof. Jacobson bu ifadeleri, James
Watson ve Francis Crick taraf›ndan
DNA'n›n yap›s›n›n ayd›nlat›lmas›ndan
iki y›l sonra yazm›flt›. Ancak bilimdeki
220
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
DNA'da saklanm›fl olan ola¤anüs-tü bilgi, canl›l›¤›n rastlant›larla
oluflmad›¤›n›n ve bilinçli bir flekil-de var edildi¤inin aç›k bir kan›t›-d›r. Hiçbir do¤al süreç, DNA'n›n
kökenini aç›klayamamaktad›r.
tüm geliflmelere ra¤men, bu sorun evrimciler için hala çözümsüz olmaya
devam etmektedir. Bu nedenle Alman biyokimyac› Douglas R. Hofstadter
flöyle demektedir:
Nas›l oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (ribozomlar ve
RNA molekülleri ile) birlikte ortaya ç›kt›? Bu soru karfl›s›nda kendimizi bir ce-
vapla de¤il, hayranl›k ve flaflk›nl›k duygular› ile tatmin etmemiz gerekiyor.271
San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'›n ve Francis
Crick'in çal›flma arkadafl› olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel ise, 1994 tarih-
li bir makalesinde ayn› gerçek karfl›s›nda flöyle demektedir:
Son derece kompleks yap›lara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin
(RNA ve DNA) ayn› yerde ve ayn› zamanda rastlant›sal olarak oluflmalar› afl›-
r› derecede ihtimal d›fl›d›r. Ama bunlar›n birisi olmadan di¤erini elde etmek
de mümkün de¤ildir. Dolay›s›yla insan, yaflam›n kimyasal yollarla ortaya ç›k-
mas›n›n asla mümkün olmad›¤› sonucuna varmak zorunda kalmaktad›r.272
Tüm bunlar›n yan› s›ra, de¤il belli bir enformasyon serisine sahip
DNA, RNA gibi nükleik asitlerin rastlant›lar sonucu ortaya ç›kmas›, bun-
lar› oluflturan nükleotidlerden tek birinin dahi tesadüfler sonucu oluflma-
s› ve ilkel dünya koflullar›nda varl›¤›n› ve safl›¤›n› korumas› kimyasal ola-
rak mümkün de¤ildir. Evrimci çizgide yay›n yapan ünlü bilim dergisi Sci-entific American'da yer alan flu sat›rlar evrimcilerin bu konudaki itiraflar›-
n› dile getirir:
Muhtemel ilkel dünya koflullar›n›n taklit edildi¤i gerçekçi deneylerde, en ba-
sit moleküller dahi yaln›zca az miktarlarda üretilmifltir. Daha da kötü olan,
bu moleküller genelde organik moleküllerin ikinci dereceden yap› tafllar›d›r.
Normal etkileri gitgide daha karmakar›fl›k organik kar›fl›mlar› oluflturmak
olan jeokimyasal reaksiyonlar sonucunda nas›l olup da ayr›flabildikleri ve
saflaflabildikleri hala bir problem olarak durmaktad›r. Biraz daha kompleks
moleküller için bu zorluk h›zla artar. Özellikle nükleotidlerin bütünüyle je-
okimyasal olan kökeni büyük güçlükler arz eder.273
Buraya kadar anlat›lanlardan da görüldü¤ü gibi, yaflam›n kimyasal
yollarla ortaya ç›kmas› asla mümkün olmad›¤›na göre yaflam› sonsuz kud-
ret sahibi Allah'›n yaratm›fl aç›kça ortaya ç›kmaktad›r. Evrimcilerin yüzy›-
l›n bafllar›ndan bu yana sözünü ettikleri "kimyasal evrim" asla yaflanma-
m›fl bir masaldan baflka bir fley de¤ildir.
Ama ço¤u evrimci, bu ve benzeri bilim d›fl› masallara mutlak birer
gerçek gibi inanmaktad›r. Çünkü canl›lar›n yarat›lm›fl oldu¤unu kabul et-
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
221
mek, tüm canl›lara hakim olan Yüce Allah'›n varl›¤›n› kabul etmek anlam›-
na gelir. Onlar ise kendilerini bu gerçe¤i kabul etmemek için flartland›r-
m›fllard›r. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis adl› kitab›nda bu
ilginç durumu flöyle anlat›r:
Yüksek organizmalar›n genetik programlar›n›n yap›s›, milyarlarca bit (bilgi-
sayar birimi) bilgiye ya da 1000 ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm
harflerin dizilimine efl de¤erdir. Bu denli kompleks organizmalar› oluflturan
trilyonlarca hücrenin geliflimini belirleyen, emreden ve kontrol eden say›s›z
karmafl›k ifllevin tamamen rastlant›ya dayal› bir süreç sonucunda olufltu¤u-
nu iddia etmek ise, insan akl›na yönelik bir sald›r›d›r. Ama bir Darwinist, bu
düflünceyi en ufak bir flüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!274
"RNA Dünyas›" Tezinin Geçersizli¤i
70'li y›llarda, ilkel dünya atmosferinin içerdi¤i gazlar›n amino asit
sentezini imkans›z k›ld›¤›n›n anlafl›lmas›, kimyasal evrim teorisi için bü-
yük bir darbe oldu. Stanley Miller, Sydney Fox, Cyril Ponnamperuma gi-
bi evrimcilerin y›llar boyu yürüttü¤ü "ilkel atmosfer deneyleri"nin tümü-
nün geçersiz oldu¤u anlafl›ld›. Bu nedenle 80'li y›llarda baflka evrimci ara-
y›fllar geliflti. Bunun sonucunda, ilk önce proteinlerin de¤il, proteinlerin
bilgisini tafl›yan RNA molekülünün olufltu¤unu öne süren "RNA Dünya-
s›" senaryosu ortaya at›ld›.
1986 y›l›nda Harvard'l› kimyac› Walter Gilbert taraf›ndan ortaya at›-
lan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca y›l önce, her nas›lsa kendi ken-
disini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendili¤inden olufl-
mufltu. Sonra bu RNA molekülü çevre flartlar›n›n etkisiyle birdenbire pro-
teinler üretmeye bafllam›flt›. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde sak-
lamak ihtiyac› do¤mufl ve her nas›lsa DNA molekülü ortaya ç›km›flt›.
Her aflamas› ayr› bir imkans›zl›klar zinciri olan bu hayal etmesi bile
güç senaryo, hayat›n bafllang›c›na aç›klama getirmek yerine, sorunu daha
da büyütmüfl, pek çok içinden ç›k›lmaz soruyu gündeme getirmifltir:
1— Daha, RNA'y› oluflturan nükleotidlerin tek bir tanesinin bile olufl-
mas› kesinlikle rastlant›larla aç›klanamazken, acaba hayali nükleotidler
nas›l uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'y› oluflturmufllard›? Ev-
rimci biyolog John Horgan RNA'n›n tesadüfen oluflmas›n›n imkans›zl›¤›-
n› flöyle kabullenir:
222
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Araflt›rmac›lar RNA dünyas› kavram›n› detayl› biçimde inceledikçe giderek da-
ha fazla sorun ortaya ç›k›yor. RNA ilk olarak nas›l olufltu? RNA ve onun parça-
lar›n›n laboratuvarda en iyi flartlarda sentezlenmesi bile son derece zor iken,
bunun prebiyotik (yaflam öncesi) ortamda gerçekleflmesi nas›l olmufltur?275
2— Tesadüfen olufltu¤unu farz etsek bile, yaln›zca bir nükleotid zin-
cirinden ibaret olan bu RNA hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar
vermifl ve ne tür bir mekanizmayla bu kopyalamay› baflarm›flt›? Kendisini
kopyalarken kullanaca¤› nükleotidleri nereden bulmufltu? Evrimci mikro-
biyologlar Gerald Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsizli¤ini flöyle dile
getirmekteler:
Tart›flma, içinden ç›k›lmaz bir noktada odaklafl›yor: Karmakar›fl›k bir poli-
nükleotid çorbas›ndan ç›k›p, birdenbire kendini kopyalayabilen o hayali
RNA'n›n efsanesi... Bu kavram, yaln›zca bugünkü prebiotik kimya anlay›fl›-
m›za göre gerçek d›fl› olmakla kalmamakta, ayn› zamanda RNA'n›n kendini
kopyalayabilen bir molekül oldu¤u fleklindeki afl›r› iyimser düflünceyi de
y›kmaktad›r.276
3— Kald› ki, e¤er ilkel dünyada kendini kopyalayan bir RNA olufltu-
¤unu ve ortamda RNA'n›n kullanaca¤› her çeflit amino asitten say›s›z mik-
tarlarda bulundu¤unu farz etsek ve bütün bu imkans›zl›klar›n bir flekilde
gerçekleflmifl oldu¤unu düflünsek bile, bu durum yine de tek bir protein
molekülünün oluflabilmesi için yeterli de¤ildir. Çünkü RNA, sadece prote-
inin yap›s›yla ilgili bilgidir. Amino asitler ise ham maddedir. Ancak ortada
proteini üretecek "mekanizma" yoktur. RNA'n›n varl›¤›n› protein üretimi
için yeterli saymak, bir araban›n ka¤›t üzerine çizilmifl tasar›m›n› o arabay›
oluflturacak binlerce parçan›n üzerine at›p sonra araban›n kendi kendine
montajlan›p ortaya ç›kmas›n› beklemekle ayn› derecede anlams›zd›r.
Bir protein, hücre içindeki son derece kompleks ifllemler sonucunda
pek çok enzimin yard›m›yla ribozom ad› verilen organelde üretilir. Ribo-
zom ise yine proteinlerden oluflmufl kompleks bir hücre organelidir. Dola-
y›s›yla bu durum, ribozomun da ayn› anda tesadüfen meydana gelmifl ol-
mas› gibi olanak d›fl› bir varsay›m› daha beraberinde getirecektir. Evrim
teorisinin ve ateizmin ünlü savunucular›ndan Nobel ödüllü Jacques Mo-
nod bile protein sentezinin yaln›zca nükleik asitlerdeki bilgiye indirgen-
mesinin mümkün olmad›¤›n› flu flekilde aç›klamaktad›r:
fiifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktar›lmad›kça anlams›zd›r. Günümüz
hücresindeki flifre aktarma mekanizmas› en az 50 makromoleküler parçadan
oluflmaktad›r ki, bunlar›n kendileri de DNA'da kodludurlar. fiifre bu birim-
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
223
ler olmadan aktar›lamaz. Bu döngünün kapanmas› ne zaman ve nas›l ger-
çekleflti? Bunun hayali bile afl›r› derecede zordur.277
‹lkel dünyadaki bir RNA zinciri hangi iradeyle böyle bir karar alm›fl
ve hangi yöntemleri kullanarak, 50 özel görevli parçac›¤›n iflini tek bafl›na
yaparak protein üretimini gerçeklefltirmifltir? Evrimcilerin bu sorulara ge-
tirebildikleri hiçbir aç›klama yoktur. Ünlü bilim dergisi Nature'de yer alan
bir makalede de "kendini kopyalayan RNA" kavram›n›n tamamen hayal
ürünü oldu¤u, gerçekte ise hiçbir deneyde bu tür bir RNA'n›n elde edile-
medi¤i belirtilmektedir:
Maynard Smith ve Szathmary, "DNA kopyalanmas› o kadar hataya aç›kt›r ki,
tek bir gen boyundaki bir DNA parças›n›n do¤ru kopyalanmas›n› sa¤layacak
enzim proteinlerinin önceden varl›¤›na ihtiyaç vard›r" demektedirler. Bu du-
rumda, halen bilinen bilgisel ve enzimatik ifllev tafl›y›c› özelli¤iyle RNA, ya-
zarlar› flunu söylemeye yöneltiyor: "Özde, ilk RNA molekülleri kendilerini
kopyalamak için polimerlefltirici bir protein enzime ihtiyaç duymad›lar; ken-
di kendilerini kopyalad›lar." Bu bir gerçek midir, yoksa bir beklenti mi? Ge-
nelde tüm biyologlar için flunu belirtmenin aç›klay›c› oldu¤unu düflünüyo-
rum ki suni olarak sentezlenmifl katrilyonlarca (1024) rastgele RNA dizilimle-
ri aras›ndan tek bir tane bile kendini kopyalayan (self-replicating) bir RNA
ç›kmam›flt›r.278
Dr. Leslie Orgel, "hayat›n RNA dünyas› ile bafllayabilmesi" ihtimali
için "senaryo" deyimini kullanmaktad›r. Orgel, bu RNA'n›n hangi özellik-
lere sahip olmas› gerekti¤ini ve bunun imkans›zl›¤›n›, Scientific Americandergisinin Ekim 1994 say›s›ndaki "The Origin of Life on the Earth" bafll›k-
l› makalede flöyle ifade eder:
Bu senaryonun oluflabilmesi için, ilkel dünyadaki RNA'n›n bugün mevcut
olmayan iki özelli¤inin olmufl olmas› gerekmektedir: Proteinlerin yard›m› ol-
maks›z›n kendini kopyalayabilme özelli¤i ve protein sentezinin her aflamas›-
n› gerçeklefltirebilme özelli¤i.279
Aç›kça anlafl›laca¤› gibi Orgel'in, "olmazsa olmaz" flart›n› koydu¤u bu
iki kompleks ifllemi RNA gibi bir molekülden beklemek bilimsel düflünce-
ye ayk›r›d›r. Somut bilimsel gerçekler, hayat›n rastlant›larla ortaya ç›kt›¤›
iddias›n›n yeni bir versiyonu olan "RNA Dünyas›" tezinin, gerçekleflmesi
imkans›z bir senaryo oldu¤unu ortaya koymaktad›r.
John Horgan da The End of Science adl› kitab›nda, sonradan geçersiz-
li¤i ortaya ç›km›fl ünlü Miller Deneyi'nin sahibi Stanley Miller'›n, son dö-
224
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
nemlerde ortaya sürülen hayat›n kökeni hakk›ndaki teorileri son derece
anlams›z ve küçük gören tavr›n› flöyle aktarmaktad›r:
‹lk deneyinden yaklafl›k 40 y›l sonra Miller bana, hayat›n kökeni bilmecesini
çözmenin kendisinin ya da baflka herhangi birinin düflündü¤ünden çok da-
ha zorlaflt›¤›n› söyledi... Miller, "anlams›z" veya "ka¤›t üstü kimyas›" ad›n›
verdi¤i, hayat›n kökeni ile ilgili yeni tezlerden hiç etkilenmemifle benziyor.
Baz› hipotezleri o kadar küçük gören bir tav›r tak›nd› ki, onlarla ilgili görüfl-
lerini sordu¤umda, kafas›n› sallad›, iç geçirdi ve k›s k›s güldü, adeta insanl›-
¤›n ahmakl›¤›n›n fark›na varm›flcas›na... Stuart Kauffman'›n otokataliz teori-
si de bu kategoriye girmekte. Miller, "Bir bilgisayarda denklemler hesapla-
mak bir deney teflkil etmez" diye burun k›v›rd›. Miller, bilim adamlar›n›n ne-
rede ve ne zaman hayat›n bafllad›¤›n› hiçbir zaman kesin bir biçimde bileme-
yeceklerini de onaylad›.280
Miller gibi, hayat›n kökenine evrimci aç›klama bulabilme çabas›n›n
öncülü¤ünü yapm›fl en ateflli evrim taraftarlar›n›n bile, evrim aç›s›ndan bu
derece ümitsiz ifadeleri, teorinin içinde bulundu¤u çaresizli¤i aç›k bir bi-
çimde yans›tmaktad›r.
Tasar›m Tesadüfle Aç›klanamaz
Bu noktaya kadar hayat›n tesadüfler sonucu ortaya ç›kmas›n›n ola-
naks›zl›¤›n› inceledik. Yine de bir an için bu imkans›zl›klar› kabul edelim;
milyonlarca y›l önce, yaflamak için her türlü malzemeyi elde etmifl bir hüc-
renin meydana geldi¤ini ve bir flekilde "hayat sahibi" oldu¤unu varsaya-
l›m. Ancak bu noktadan sonraki aflamalar da evrim teorisinin karfl›s›na
baflka imkans›zl›klar› getirecektir: Bu hücre bir süre yaflam›n› sürdürse bi-
le, sonunda ölecek ve öldükten sonra ortada hiçbir canl›l›k kalmayacak,
herfley en bafla dönecektir. Çünkü genetik sistemi olmayan bu ilk canl›
hücre kendini ço¤altamayaca¤› için ölümünden sonra geriye yeni bir nesil
b›rakamayacak, canl›l›k da onun ölümüyle birlikte sona erecektir.
Genetik sistem ise yaln›zca DNA'dan ibaret de¤ildir. DNA'dan bu flif-
reyi okuyacak enzimler, bu flifrelerin okunmas›yla üretilecek mesajc› RNA,
mesajc› RNA'n›n bu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤lanaca¤› ribo-
zom, ribozoma üretimde kullan›lacak amino asitleri tafl›yacak bir tafl›y›c›
RNA ve bunlar gibi say›s›z ara ifllemleri sa¤layan son derece kompleks en-
zimlerin de ayn› ortamda bulunmas› gerekir. Ayr›ca böyle bir ortam, an-
cak hücre gibi, gerekli tüm ham madde ve enerji imkanlar›n›n bulundu¤u,
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
225
her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortamdan baflkas› olamaz.
Sonuçta bir organik madde, ancak bütün organelleriyle birlikte ku-
sursuz bir hücre olarak var oldu¤u takdirde kendini ço¤altabilir. Bu da
dünya üzerindeki ilk hücrenin, ola¤anüstü derecedeki kompleks yap›s›y-
la, bir anda olufltu¤u anlam›na gelmektedir.
Peki kompleks bir yap›, bir anda var olmuflsa bunun anlam› nedir?
Bu soruyu bir de flu örnekle soral›m. Hücreyi kompleksli¤i aç›s›ndan
ileri teknolojiye sahip bir arabaya benzetelim. (Gerçekte hücre, motoru ve
tüm teknik donan›m›na ra¤men arabadan çok daha kompleks ve geliflmifl
bir sistem içermektedir.) fiimdi soral›m: Bir gün balta girmemifl bir orma-
n›n derinliklerinde bir geziye ç›ksan›z ve a¤açlar›n aras›nda son model bir
araba bulsan›z ne düflünürdünüz? Acaba akl›n›za ilk olarak, ormandaki
çeflitli elementlerin milyonlarca y›l içinde tesadüfen biraraya gelerek böy-
le bir ürün ortaya ç›kard›¤› m› gelirdi? Arabay› oluflturan tüm ham mad-
de; demir, plastik, kauçuk vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde
edilmektedir. Ama bu durum size, bu malzemelerin "tesadüfen" sentezle-
nip, sonra da biraraya gelerek sonuçta ortaya böyle bir araba ç›kard›klar›-
n› düflündürür mü?
Elbette ki, ak›l sa¤l›¤› yerinde olan her normal insan, araban›n bilinç-
li bir tasar›m›n ürünü oldu¤unu düflünecek, bunun ormanda ne arad›¤›n›
merak edecektir. Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, bir anda, bir bütün
olarak ortaya ç›kmas›, onun bilinçli bir tasar›m›n eseri oldu¤unu gösterir.
Kompleks tasar›mlar›n tümüyle rastlant›lar›n bir ürünü olabilece¤ini
düflünmek ise, akl›n s›n›rlar›n›n d›fl›nda kalan bir inanca sahip olmay› ge-
rektirir. Evrim teorisinin canl›l›¤›n kökeni hakk›nda getirmeye çal›flt›¤› her
türlü "aç›klama" ise bu flekildedir. Bu gerçe¤i kabul eden aç›k sözlü otori-
telerden biri, ünlü Frans›z zoolog Pierre-Paul Grassé'dir. Grassé de bir ev-
rimcidir, ancak Darwinist teorinin canl›l›¤› aç›klayamad›¤›n› savunmakta
ve Darwinizm'in temelini oluflturan "tesadüf" mant›¤› hakk›nda flunlar›
söylemektedir:
fiansl› mutasyonlar›n havyanlar›n ve bitkilerin ihtiyaçlar›n›n karfl›lanmas›n›
sa¤lad›¤›na inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazla-
s›n› da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olmas› ge-
rekti¤i flekilde faydal› tesadüfe maruz kalmal›d›r. Yani mucizeler s›radan bir
kural haline gelmeli, inan›lmaz derecede düflük olas›l›klara sahip olaylar ko-
layl›kla gerçekleflmelidir. Hayal kurmay› yasaklayan bir kanun yoktur, ama
bilim bu iflin içine dahil edilmemelidir.281
226
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Az önce bahsetti¤imiz bilinçli tasar›ma aç›k birer örnek oluflturan yer-
yüzündeki tüm canl›lar, ayn› zamanda tesadüflerin kendi varl›klar› üze-
rinde hiçbir katk›s› olamayaca¤›n›n da canl› kan›tlar›d›r. Hatta de¤il canl›
bir varl›k, onun tek bir sistemi ya da organ› dahi tesadüflerin eseri olama-
yacak derecede kompleks yap› ve sistemler içerir. Bu konuda fazla uza¤a
gitmeye gerek kalmadan kendi vücudumuzdan örnekler bulabiliriz.
Bunun bir örne¤i, gözlerimizdir. ‹nsan gözü, yaklafl›k 40 ayr› parça-
n›n uyum içinde çal›flmas›yla görür. Bunlar›n biri olmasa, göz hiçbir ifle
yaramaz. Bu 40 ayr› parçan›n her biri de kendi içinde kompleks bir yara-
t›l›fla sahiptir. Örne¤in gözün arka k›sm›ndaki retina tabakas›, 11 ayr› kat-
mandan oluflur. Her tabakan›n ayr› görevi vard›r. Retina içinde gerçekle-
flen kimyasal ifllemler ise, ancak sayfalar dolusu formül ve flema ile aç›kla-
nabilecek kadar komplekstir.
Evrim teorisi, de¤il tüm canl›l›¤›n ya da insanl›¤›n, tek bir canl› gözü-
nün dahi nas›l olup da "tesadüfler" sonucu böyle kusursuz ve kompleks
yap›s›yla ortaya ç›kt›¤›n› aç›klayamaz.
Peki canl›l›ktaki bu ola¤anüstü özellikler bizlere canl›¤›n kökeni hak-
k›nda neyi kan›tlamaktad›r? Kitab›n bafllar›nda da belirtti¤imiz gibi, can-
l›l›¤›n kökeni hakk›nda sadece iki farkl› aç›klama yap›labilir. Bunlar›n bi-
risi yanl›fl olan evrim aç›klamas›d›r, di¤eri ise apaç›k olan "yarat›l›fl gerçe-
¤i"dir. Kitap boyunca gördü¤ümüz gibi evrim iddias› imkans›zd›r ve bi-
limsel bulgular yarat›l›fl›n do¤rulu¤unu ispatlamaktad›r. Bu gerçek, 19.
yüzy›ldan bu yana "yarat›l›fl" kavram›n› bilimin d›fl›nda gören baz› bilim
adamlar›n› flafl›rt›yor olabilir, ama bilim ancak bu tür flaflk›nl›klar›n üzeri-
ne gidilmesi ve gerçeklerin kabullenilmesi ile ilerleyebilir. Cardiff Üniver-
sitesi'nden, Uygulamal› Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra
Wickramasinghe, hayat›n tesadüflerle do¤du¤una on y›llar boyunca inan-
d›r›lm›fl bir bilim adam› olarak karfl›laflt›¤› bu gerçe¤i flöyle anlat›r:
Bir bilim adam› olarak ald›¤›m e¤itim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli
yarat›l›fl kavram› ile uyuflamayaca¤›na dair çok güçlü bir beyin y›kamaya ta-
bi tutuldum. Bu kavrama karfl› fliddetle tav›r al›nmas› gerekiyordu... Ama flu
anda, Yarat›c›'ya inanmay› gerektiren aç›klama karfl›s›nda, öne sürülebilecek
hiçbir ak›lc› argüman bulam›yorum... Biz hep aç›k bir zihinle düflünmeye
al›flt›k ve flimdi yaflama getirilebilecek tek mant›kl› cevab›n yarat›l›fl oldu¤u
sonucuna var›yoruz, tesadüfi karmaflalar de¤il.282
Moleküler Biyoloji ve Hayat›n Kökeni
227
228
eryüzündeki farkl› canl› türlerini inceleyen her insan, bu türler ara-
s›nda baz› benzer organlar ve özellikler bulundu¤unu gözlemleye-
bilir. 18. yüzy›ldan itibaren biyologlar›n dikkatini çeken bu olguyu
evrim teorisiyle iliflkilendiren ilk kifli ise, Darwin olmufltur. Darwin,
benzer (yani "homolog") organlara sahip canl›lar›n birbirleriyle evrimsel
bir ba¤lant›s› oldu¤unu ve bu organlar›n ortak bir atan›n miras› olmas› ge-
rekti¤ini öne sürmüfltür. Ona göre, örne¤in güvercinlerin de kanatlar› var-
d›r, kartallar›n da kanatlar› vard›r; demek ki güvercinler, kartallar ve bun-
lar gibi kanatl› tüm kufllar ortak bir atadan evrimleflmifllerdir.
Oysa homoloji, hiçbir delile dayanmayan, yaln›zca d›fl görünüfllerden
yola ç›k›larak ortaya at›lm›fl yüzeysel bir varsay›md›r. Bu varsay›m, Dar-
win'den günümüze kadar hiçbir somut bulgu taraf›ndan da do¤rulanama-
m›flt›r. Öncelikle, homolog yap›lara sahip canl›lar›n, evrimciler taraf›ndan
öne sürülen hayali ortak atalar›n›n fosillerine yeryüzünün hiçbir tabaka-
s›nda rastlanamam›flt›r. Ayr›ca;
1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤ kuramad›klar›, bütünüyle farkl›
s›n›flara ait canl›larda bile ortak homolog organlar›n var olmas›,
2- Homolog organlara sahip canl›larda, bu organlar›n genetik flifrele-
rinin çok farkl› olmas›,
3- Homolog organlara sahip canl›larda, bu organlar›n embriyolojik
geliflim safhalar›n›n birbirinden çok farkl› olmas›, homolojinin evrime hiç-
bir dayanak oluflturmad›¤›n› göstermifltir.
fiimdi bunlar› s›ras›yla inceleyelim.
HOMOLOJ‹ YANILGISI
Y
Homoloji Yan›lg›s›
229
Morfolojik Homoloji ‹ddias›n›n Geçersizli¤i
Evrimcilerin homoloji tezi, benzer morfolojilere (yap›lara) sahip tüm
canl›lar aras›nda evrimsel bir iliflki kurma mant›¤›na dayan›r. Oysa, arala-
r›nda hiçbir evrimsel ba¤lant› kuramad›klar› türlerin de, birbirlerine çok
benzeyen (homolog) organlar› vard›r. Kanat, bunun bir örne¤idir. Bir me-
meli olan yarasada kanat vard›r, kufllarda kanat vard›r, sineklerde de ka-
nat vard›r, ayr›ca geçmiflte yaflam›fl uçan sürüngenler de vard›r. Fakat, bu
dört farkl› s›n›f aras›nda evrimciler bile herhangi bir evrimsel ba¤, bir ak-
rabal›k kuramamaktad›rlar.
Bu konudaki bir di¤er çarp›c› örnek de, farkl› canl›lar›n gözlerindeki
flafl›rt›c› benzerlik ve yap›sal yak›nl›kt›r. Örne¤in ahtapot ve insan, arala-
r›nda hiçbir evrimsel ba¤lant› kurulamayan, son derece farkl› canl›lard›r.
Fakat her ikisinin de gözleri, yap› ve fonksiyon bak›m›ndan birbirine çok
yak›nd›r. ‹nsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir atalar› oldu¤u-
nu ise, evrimciler bile iddia edememektedirler.
Bu durum karfl›s›nda, evrimciler bu organlar›n "homolog" (yani ortak
bir atadan gelen) organlar de¤il, "analog" (aralar›nda evrimsel iliflki olma-
d›¤› halde birbirine çok benzeyen) organlar oldu¤unu söylerler. Örne¤in
insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organd›r. Ancak bir or-
gan› homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecek-
leri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplan›r. Bu
ise, benzerliklere dayal› evrimci iddian›n bilimsel bir yönü olmad›¤›n› gös-
termektedir. Evrimcilerin tek yapt›¤›, önceden do¤ru sayd›klar› evrim
dogmas›na göre, karfl›lar›na ç›kan bulgular› yorumlamaya çal›flmaktan
ibarettir.
Ahtapotlar, evrimcilerin orta-ya att›klar› "hayat a¤ac›"nagöre insana en uzak canl›lar-dan biridir. Ancak ahtapot gö-zü ile insan gözü tamamen ay-n› yap›ya sahiptir. Bu durum,benzer yap›lar›n evrime delilolmad›¤›n›n bir göstergesidir.
Oysa ortaya koyduklar› yorum da son derece tutars›z-
d›r. Çünkü "analog" saymak zorunda kald›klar›
organlar kimi zaman, ola¤anüstü derecede
kompleks yap›lar›na ra¤men birbirleri-
ne o denli benzerdir ki, bu benzerli¤in
rastlant›sal mutasyonlar sayesinde sa¤land›¤›n› öne sürmek büyük bir
mant›ks›zl›kt›r. E¤er ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia ettikleri gibi ta-
mamen tesadüfen ortaya ç›km›flsa, nas›l olur da omurgal› gözü de t›pat›p
ayn› tesadüfleri tekrarlayarak ortaya ç›kabilir? Bu soru-
yu düflünmekten "bafl› a¤r›yan" ünlü evrimci
Frank Salisbury flöyle yazmaktad›r:
Göz kadar kompleks bir organ bile farkl›
gruplarda ayr› ayr› ortaya ç›km›flt›r. Örne¤in
ahtapotta, omurgal›larda ve artropodlarda. Bunla-
r›n bir defa ortaya ç›k›fllar›n› aç›klamak yeteri kadar problem olufltururken,
modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farkl› defalar ayr› ayr› meyda-
na geldikleri düflüncesi bafl›m› a¤r›tmaktad›r.283
Evrimci teoriye göre, kanatlar da birbirin-
den ba¤›ms›z olarak dört kez "tesadüfen" or-
taya ç›km›flt›r: Böceklerde, uçan sürün-
genlerde, kufllarda ve uçan memelilerde
(yarasada). Do¤al seleksiyon-mutasyon
mekanizmalar›yla aç›klanamayan kanatlar›n
dört kez ayr› ayr› oluflmalar›, hem de bu oluflan
kanatlar›n birbirine benzer yap›lar sergilemele-
ri, evrimci biyologlar için bir baflka bafl a¤r›s›
nedeni oluflturur.
Bu konuda evrimci tezi ç›kmaza sürükle-
yen en somut örneklerden biri de, memeli can-
l›larda ortaya ç›kar. Ça¤dafl biyolojinin ortak kabulüne göre, tüm memeli-
ler üç temel kategoriye ayr›l›r; plasental›lar, keseliler (marsupials) ve mo-
notreme'ler (yumurta ile üreyen memeliler). Evrimciler, bu ayr›m›n me-
melilerin henüz ilk bafllang›c›nda do¤du¤unu ve her üç kategorinin birbir-
lerinden tamamen ba¤›ms›z olarak ayr› birer evrim tarihi yaflad›¤›n› var-
sayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, plasental›lar ve keseliler aras›nda birbirleri-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
230
Bir uçan sürüngenin,bir kuflun ve bir yarasan›n
kanatlar›. Aralar›nda hiç-bir evrimsel iliflki kurula-mayan bu kanatlar, ben-
zer yap›lara sahiptirler.
nin neredeyse ayn› olan "çiftler" vard›r. Keseli kurtlar, kediler, sincaplar,
kar›nca yiyenler, köstebekler ve fareler, hem plasental›lar kategorisinde
hem de keseliler kategorisinde birbirlerine çok benzer yap›lar›yla bulun-
maktad›r.284 Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen ba¤›ms›z
mutasyonlar›n, bu canl›lar› ikifler kez "tesadüfen" üretmifl olmalar› gerek-
mektedir! Bu gerçek, evrimciler aç›s›ndan bafl a¤r›s›n›n çok ötesinde s›k›n-
t›lara neden olacak bir sorundur.
Plasental› ve keseli memeliler aras›nda-
ki ilginç benzerliklerden biri, Kuzey Ameri-
ka kurdu ile Tazmanya kurdu aras›ndad›r.
Bu canl›lardan ilki plasental›lar, ikincisi ise
keseliler s›n›flamas›na dahildir. Evrimci bi-
yologlar, bu iki farkl› canl› türünün tama-
men ayr› birer evrim tarihine sahip oldukla-
r›na inan›rlar.285 (Avustralya k›tas›n›n ve
çevresindeki adalar›n Antartika'dan ayr›l-
mas›ndan itibaren, keseli ve plasental› me-
melilerin iliflkilerinin kesildi¤i varsay›l›r ve
bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak
ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Ame-
rika kurdunun iskelet yap›lar›n›n neredeyse
tamamen ayn› olmas›d›r. Özellikle kafatasla-
r›, arka sayfadaki flekilde görüldü¤ü gibi,
birbirlerine ola¤anüstü derecede benzerdir.
Evrimci biyologlar›n "homoloji" örne¤i
olarak kabul edemedikleri bu gibi ola¤anüs-
tü benzerlikler, benzer organlar›n, ortak ata-
dan evrimleflme tezine delil oluflturmad›¤›n›
göstermektedir. Daha da ilginç olan, baz› canl›larda da bunun tam tersi bir
durumun gözlemlenmesidir. Yani evrimciler taraf›ndan çok yak›n akraba
say›ld›klar› halde, baz› organlar› tamamen farkl› yap›lara sahip canl›lar
vard›r. Örne¤in kabuklular s›n›f›ndaki türlerin çok büyük bölümünde, "k›-
r›lma tipi" mercekli göz yap›s› vard›r. Kabuklular›n sadece iki türü, ›stakoz
ve karideste ise, bu göz yap›s›ndan tamamen farkl› olan "yans›tma tipi"
aynal› göz bulunur. (Bkz. ‹ndirgenemez Komplekslik bölümü)
Homoloji Yan›lg›s›
231
Baflta kangurular olmak üzereAvustralya k›tas›nda yaflayanmemeli canl›lar›n hepsi "kese-liler" s›n›flamas›na dahildir.Evrimcilere göre, dünyan›n di-¤er bölgelerindeki plasental›memelilerle hiçbir evrimseliliflkileri yoktur.
TAZMANYA KURDU VEKUZEY AMER‹KALI BENZER‹
Keseli memeliler ile plasental› memeliler aras›nda "ikiz"
türlerin bulunmas›, homoloji iddias›na çok büyük bir dar-
bedir. Örne¤in üstteki keseli Tazmanya kurdu ile, Kuzey
Amerika'da yetiflen plasental› kurt, birbirlerine ola¤anüstü
derecede benzerdir. Yanda, bu iki canl›n›n birbirlerine çok
benzeyen kafataslar› yer al›yor. Hiçbir "evrimsel akraba-
l›k" öne sürülemeyen iki canl› aras›nda bu denli benzerlik
olmas›, homoloji iddias›n› temelsiz b›rakmaktad›r. Tazmanya kurdunun kafatas›
HOMOLOJ‹YE MEYDANOKUYAN MEMEL‹LER
Kuzey Amerikakurdunun kafatas›
DEV D‹fiLERE SAH‹P‹K‹ ‹LG‹S‹Z MEMEL‹
Plasental› ve keseli memeliler aras›ndaki ola¤anüstü derecede benzer "ikiz"le-
rin bir di¤er örne¤i, her ikisi de dev ön difllere sahip olan y›rt›c› birer memeli
olan Smilodon (sa¤da) ve Thylacosmilus'dur. (solda) Aralar›nda hiçbir evrimsel
ba¤lant› kurulamayan bu canl›lar›n kafatas› ve difl yap›lar›n›n ola¤anüstü dere-
cede benzer oluflu, benzer yap›lar›n evrime delil oluflturdu¤u yönündeki homo-
loji anlay›fl›n› yine açmaza sokmaktad›r.
Homolojinin Genetik ve Embriyolojik Ç›kmaz›
Homoloji iddias›n› as›l çürüten bulgu, "homolog" olarak kabul edilen
organlar›n hemen hepsinin çok farkl› genetik flifreler taraf›ndan kontrol
edilmesidir. Bilindi¤i gibi, evrim teorisi canl›lar›n genlerde oluflan rastlan-
t›sal ve küçük de¤iflimlerle, yani mutasyonlarla geliflti¤ini öne sürer. Dola-
y›s›yla birbirlerinin yak›n evrimsel akrabas› say›lan canl›lar›n da genetik
yap›lar› benzemelidir. Özellikle de benzer organlar›, birbirine yak›n bir
gen yap›s› taraf›ndan kontrol edilmelidir. Oysa genetik araflt›rmalar, bu
evrimci tezle tamamen çeliflen bulgular ortaya koymufltur.
Benzer organlar, ço¤unlukla çok farkl› genetik kodlar (DNA flifreleri)
taraf›ndan belirlenmektedirler. Bunun yan› s›ra, farkl› canl›lar›n DNA'la-
r›ndaki benzer genetik kodlar da, çok farkl› organlara karfl›l›k gelmekte-
dirler. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis isimli kitab›n›n "The
Failure of Homology" (Homolojinin Çöküflü) bafll›kl› bölümünde bu konu-
da pek çok örnek verir ve konuyu flöyle özetler:
Homolog yap›lar genellikle homolog olmayan genetik sistemler taraf›ndan
belirlenir ve homoloji konsepti çok ender olarak embriyolojiye kadar uza-
n›r.286
Bu genetik sorunu, ünlü evrimci biyolog Gavin De Beer taraf›ndan da
dile getirilmifltir. De Beer, 1971 y›l›nda yay›nlanan Homology: An UnsolvedProblem (Homoloji: Çözülmemifl Bir Sorun) adl› kitab›nda bu konuda çok
kapsaml› bir analiz ortaya koymufl ve homolojinin evrim teorisi aç›s›ndan
neden sorun oldu¤unu flöyle özetlemifltir:
Ayn› genler taraf›ndan kontrol edilmedikleri halde, homolog organlar›n, ya-
ni ayn› biçimlerin ortaya ç›kmalar› hangi mekanizman›n sonucu olabilir? Bu
soruyu 1938'de sordum ve hala cevaplanmad›.287
De Beer'in bu sözleri söylemesinden yaklafl›k 30 sene geçmifl olmas›-
na ra¤men soru hala cevaps›zd›r.
Homoloji iddias›n› çürüten üçüncü delil ise, baflta belirtti¤imiz emb-
riyolojik geliflim konusudur. Homoloji konusundaki evrimci tezin ciddi
say›labilmesi için, benzer yap›lar›n embriyolojik geliflim süreçlerinin, yani
yumurtadaki ya da anne karn›ndaki geliflim aflamalar›n›n da paralel olma-
lar› gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canl›da
birbirinden farkl›d›r. Biyolog Pere Alberch de bu konuda flu tesbiti yap-
maktad›r:
Homoloji Yan›lg›s›
233
Homolog organlar›n tamamen farkl› bafllang›ç durumlar›ndan meydana gel-
dikleri, istisnadan daha çok bir kurald›r.288
Benzer yap›lar›n birbirine hiç benzemeyen süreçler sonucu ortaya ç›-
k›fl›na, geliflme evresinin son dönemlerinde de s›k rastlan›r. Bilindi¤i gibi
birçok hayvan türü, eriflkinli¤e giden yolda, "dolayl› geliflim" olarak bili-
nen bir süreçten, yani larva döneminden geçmektedir. Örne¤in, birçok
kurba¤a hayata yüzen tetarlar olarak bafllar ve metamorfozun en son dö-
neminde dört ayakl› bir hayvana dönüflür. Bununla birlikte, larva dönemi-
ni pas geçen ve do¤rudan geliflen birçok kurba¤a türü de vard›r. Ancak
do¤rudan geliflen söz konusu kurba¤a türlerinin ço¤unun eriflkinleri, tet-
ra evresinden geçerek geliflen di¤er kurba¤a türlerinden neredeyse hiç
ay›rt edilemezler. Ayn› olaya, deniz kestanelerinde ve di¤er baz› benzer
türlerde de rastlan›r.289
K›sacas› genetik ve embriyolojik araflt›rmalar, Darwin'in "canl›lar›n
ortak bir atadan evrimlefltiklerinin delili" fleklinde tarif etti¤i homoloji
kavram›n›n, gerçekte hiçbir flekilde bu tarife delil oluflturmad›¤›n› göster-
mektedir. Homoloji, yüzeysel bir bak›flla "ikna edici" gibi görünen, ama
kapsaml› olarak incelendi¤inde tutars›zl›¤› aç›kça ortaya ç›kan evrimci bir
yan›lg›d›r.
Tetrapodlar›n Parmak Yap›s› Hakk›ndaki
Homoloji Yan›lg›s›
Morfolojik homoloji iddias›n›n, yani canl›lardaki flekilsel benzerlikle-
re dayanan evrimci tezin geçersizli¤ini inceledik. Ancak bu konudaki ün-
lü bir örne¤i biraz daha yak›ndan incelemek yararl› olacakt›r. Bu örnek,
evrimle ilgili hemen her kitapta homolojinin en aç›k delili olarak gösteri-
len "tetrapodlar›n befl parmakl› el ve ayak yap›s›" örne¤idir.
Tetrapodlar›n, yani karada yaflayan omurgal›lar›n ön ve arka ayakla-
r›nda befler parmak bulunur. Bunlar her zaman tam bir parmak görünü-
münde olmasa da, kemik yap›s› itibar›yla "befl parmakl›" (pentadactyl) sa-
y›l›r. Bir kurba¤an›n, kertenkelenin, sincab›n ya da maymunun el ve ayak-
lar› bu yap›dad›r. Hatta kufllar›n ve yarasalar›n kemik yap›lar› da bu temel
tasar›ma uygundur.
Evrimciler ise, tüm bu canl›lar›n tek bir ortak atadan geldi¤ini iddia et-
mektedirler ve befl parmakl›l›k olgusunu da uzun zaman buna delil saym›fl-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
234
lard›r. Bu iddian›n bilimsel bir geçerlili¤i olmad›¤› ise anlafl›lm›fl durumdad›r.
Öncelikle bugün evrimciler bile, aralar›nda hiçbir evrimsel iliflki ku-
ramad›klar› farkl› canl› gruplar›nda befl parmakl›l›k özelli¤i oldu¤unu ka-
bul etmektedirler. Örne¤in evrimci biyolog M. Coates, 1991 ve 96 y›llar›n-
da yay›nlad›¤› iki ayr› bilimsel makaleyle, befl parmakl›l›k (pentadactyl)
olgusunun, birbirinden ba¤›ms›z olarak iki ayr› kez ortaya ç›kt›¤›n› belirt-
mektedir. Coates'e göre, befl parmakl› yap›, hem anthracosaurlarda hem
de amfibiyenlerde birbirinden ba¤›ms›z olarak ortaya ç›km›flt›r.290 Bu bul-
gu, befl parmakl›l›k olgusunun "ortak ata" varsay›m›na delil oluflturama-
yaca¤›n›n bir göstergesidir.
Evrimci tezi bu konuda zora sokan bir di¤er nokta da, söz konusu
canl›lar›n hem ön hem de arka ayaklar›n›n befler parmakl› olmas›d›r. Oy-
sa evrimci literatürde ön ve arka ayaklar›n tek bir "ortak ayak"tan geldik-
leri öne sürülmemektedir ve ayr› ayr› gelifltikleri varsay›lmaktad›r. Dola-
y›s›yla ön ve arka ayaklar›n yap›s›n›n da, farkl› rastlant›sal mutasyonlar
sonucu farkl› olmas› beklenmelidir. Michael Denton bu konudan flöyle söz
eder:
Karada yaflayan omurgal› canl›lar›n hemen hepsinin el ve ayaklar›nda pefl parmakl› birkemik yap›s›n›n bulunuflu, evrimci yay›nlarda on y›llard›r "Darwinizm'in büyük kan›t›"olarak gösterilmektedir. Oysa son araflt›rmalar bu kemik yap›lar›n›n çok farkl› genler ta-raf›ndan kontrol edildi¤ini ortaya ç›karm›flt›r. Bu nedenle bugün "befl parmakl›l›k homo-lojisi" varsay›m› çökmüfl durumdad›r.
Homoloji Yan›lg›s›
235
Gördü¤ümüz gibi tüm karada yaflayan omurgal›lar›n ön ayaklar› ayn› pen-
tadactyl (befl parmakl›) dizayna sahiptir ve bu da evrimci biyologlar taraf›n-
dan, bu canl›lar›n ortak bir atasal kaynaktan geldikleri fleklinde yorumlan-
maktad›r. Ancak arka ayaklarda da yine ayn› pentadactyl tasar›m vard›r ve
gerek kemik yap›lar› gerekse embriyolojik geliflimleri yönünden ön ayaklara
çok benzerler. Ancak hiçbir evrimci, arka ayaklar›n ön ayaklardan geldi¤ini
ya da arka ve ön ayaklar›n ortak bir kaynaktan evrimleflti¤ini savunmamak-
tad›r... Asl›nda, biyolojik bilgi artt›kça, canl›lardaki benzerlikleri ortak ata-
dan geldikleri varsay›m› ile aç›klamak daha zay›f hale gelmektedir... Evrim
ad›na öne sürülen di¤er pek çok "dolayl› delil" gibi, homolojiden gelen
deliller de ikna edici de¤ildir, çünkü çok fazla anormallikle, çok say›da kar-
fl›-örnekle ve kabul edilmifl (evrimsel) tablo içine s›¤d›r›lamayan pek çok ol-
guyla karfl›lafl›lmaktad›r.291
Befl parmakl›l›k homolojisi konusundaki evrimci iddiaya as›l darbe ise,
moleküler biyolojiden gelmifltir. Evrimci yay›nlarda uzunca bir zaman sa-
vunulan "befl parmakl›l›k homolojisi" varsay›m›, bu parmak yap›s›na sahip
(pentadactyl) olan farkl› canl›larda, parmak yap›lar›n›n çok farkl› genler ta-
raf›ndan kontrol edildi¤i anlafl›ld›¤›nda çökmüfltür. Evrimci biyolog Willi-
am Fix, befl parmakl›l›k hakk›ndaki evrimci tezin çöküflünü flöyle anlat›r:
Evrim konusunda homoloji fikrine s›kça baflvuran eski ders kitaplar›nda,
farkl› hayvanlar›n iskeletlerindeki ayaklar›n yap›s› üzerinde özellikle duru-
luyordu. Dolay›s›yla bir insan›n kolunda, bir kuflun kanatlar›nda ve bir ya-
rasan›n yüzgeçlerinde bulunan pentadactyl (befl parmakl›) yap›, bu canl›la-
r›n ortak bir atadan geldiklerine delil say›l›yordu. E¤er bu de¤iflik yap›lar,
mutasyonlar ve do¤al seleksiyon taraf›ndan zaman zaman modifiye edil-
mifl ayn› gen-kompleksi taraf›ndan yönetiliyor olsalard›, bu teorinin de
bir anlam› olacakt›. Ama ne yaz›k ki durum böyle de¤ildir. Homolog or-
ganlar›n, farkl› türlerde tamamen farkl› genler taraf›ndan yönetildi¤i art›k
bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmufl olan
homoloji kavram› çökmüfl durumdad›r.292
Dikkat edilirse William Fix, "befl parmakl›l›k homolojisi" hakk›ndaki
evrimci iddialar›n eski ders kitaplar›nda yer ald›¤›n›, ancak moleküler ka-
n›tlar›n ortaya ç›kmas›ndan sonra bu iddialar›n terk edildi¤ini söylemek-
tedir. Ancak baz› evrimciler hala bu konuyu evrime büyük bir delil göste-
rerek kendilerini avutmaya devam etmektedirler.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
236
Moleküler Homoloji ‹ddias›n›n Geçersizli¤i
Evrimcilerin sadece morfolojik düzeyde de¤il, moleküler düzeyde
öne sürdükleri homoloji iddias› da geçersizdir. Evrimciler, farkl› canl› tür-
lerinin DNA flifrelerinin ya da protein yap›lar›n›n benzer oldu¤undan söz
ederler ve bunu, bu canl› türlerinin birbirlerinden evrimlefltiklerinin delili
olarak yorumlarlar. Örne¤in evrimci yay›nlarda s›k s›k "insan DNA's› ile
maymun DNA's› aras›nda büyük bir benzerlik" oldu¤u söylenir ve bu, in-
san ile maymun aras›nda evrimsel bir iliflki oldu¤u iddias›n›n kan›t› gibi
sunulur.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, yeryüzünde yaflayan canl›lar›n birbir-
lerine yak›n DNA yap›s›na sahip olmalar› son derece do¤ald›r. Çünkü can-
l›lar›n temel yaflamsal ifllevleri birbiriyle ayn›d›r ve insan da canl› bir be-
dene sahip oldu¤una göre, di¤er canl›lardan farkl› bir DNA yap›s›na sahip
olmas› beklenemez. ‹nsan da di¤er canl›lar gibi karbonhidratlar, ya¤lar ve
proteinlerle beslenerek geliflir, onun da vücudunda kan dolafl›r, hücrele-
rinde her saniye oksijen kullan›larak enerji üretilir.
Dolay›s›yla canl›lar›n genetik benzerliklere sahip olmalar›, ortak bir
atadan evrimlefltikleri iddias›na delil olarak gösterilemez. Evrimciler, e¤er
ortak atadan evrimleflme teorisini delillendirmek istiyorlarsa, birbirinin
atas› oldu¤u iddia edilen canl›lar›n moleküler yap›lar›nda da bir ata-torun
iliflkisi oldu¤unu göstermek zorundad›rlar. Oysa, birazdan inceleyece¤i-
miz gibi, bu yönde hiçbir somut bulgu yoktur.
‹lk olarak "insan DNA's› ile maymun DNA's› aras›ndaki benzerlik"
konusunu ele alal›m. E¤er bu konuda biraz daha genifl bir araflt›rma yap›-
l›rsa, çok daha ilginç baflka canl›lar›n DNA's›n›n da insan›nkine benzerlik
gösterdi¤i görülebilir. Bu benzerliklerden biri, insan ile nematod filumuna
ait solucanlar aras›ndad›r. New Scientist dergisinde aktar›lan genetik ana-
lizler, nematod solucanlar› ve insan DNA'lar›nda %75'lik bir benzerlik
ortaya koymufltur.293 Bu elbette insan ile nematodlar aras›nda sadece
%25'lik bir farkl›l›k bulundu¤u anlam›na gelmemektedir! E¤er evrimcile-
rin kurgulad›¤› soy a¤ac›na bak›l›rsa, insan›n dahil edildi¤i Chordata fili-
mu ile Nematoda filumlar›n›n 530 milyon y›l önce bile birbirlerinden ayr›
olduklar› görülür. Bu durum aç›kça göstermektedir ki, iki farkl› canl› kate-
gorisinin DNA zincirlerindeki benzerlik, bu canl›lar›n ortak bir atadan ev-
rimlefltikleri iddias›na delil oluflturmamaktad›r.
Homoloji Yan›lg›s›
237
Evrimcilerin "insan ile may-
mun aras›ndaki genetik benzer-
lik" konusunda kulland›klar› ör-
neklerden bir di¤eri, insanda 46,
flempanze ve gorillerde ise 48 kro-
mozom bulunmas›d›r. Evrimciler,
kromozom say›lar›n›n yak›nl›¤›n›
evrimsel bir iliflkinin göstergesi
sayarlar. Oysa e¤er evrimcilerin
kulland›¤› bu mant›k do¤ru ol-
sayd›, insan›n maymundan daha
yak›n bir akrabas› olmas› gerekir-
di: "Patates"! Çünkü patatesin
kromozom say›s› insana goril ve flempanzeden çok daha yak›nd›r: 46. Ya-
ni insan ve patates kromozomlar› eflit say›dad›r. Bu durum, DNA benzer-
li¤inin evrime kan›t oluflturmayaca¤›n›n çarp›c› bir göstergesidir.
Nitekim farkl› türlere ve s›n›flara ait canl›lar›n DNA ve kromozom
analizleri sonucunda elde edilen bulgular karfl›laflt›r›ld›¤›nda, canl›lar›n
DNA ve kromozomlar›ndaki benzerliklerin ya da farkl›l›klar›n, öne sürü-
len hiçbir evrimci mant›k ya da ba¤lant›yla uyuflmad›¤› çok aç›k bir biçim-
de ortaya ç›kmaktad›r. Evrimci teze göre canl›lar›n kompleksliklerinde ka-
demeli bir art›fl yaflanm›fl olmal›, buna paralel olarak da genetik bilgilerini
oluflturan kromozomlar›n›n say›s›n›n kademeli olarak artmas› beklenme-
lidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü oldu¤unu
göstermektedir.
Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilim adam› Dobzhansky, canl›-
lar ve DNA'lar› aras›ndaki bu kurals›z iliflkinin evrimin aç›klayamad›¤›
büyük bir sorun oldu¤unu flöyle ifade etmektedir:
Daha kompleks organizmalar›n genelde basit olanlara göre hücrelerinde da-
ha fazla DNA'lar› vard›r. Fakat bu kural›n dikkat çeken istisnalar› vard›r. Amp-hiuma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤erli bal›k) ve hatta s›radan kurba¤alar
ve kara kurba¤alar› taraf›ndan geçilen insan ise, liste bafl› olmaktan çok uzak-
t›r. Neden bu durum bu kadar uzun zamand›r bir bilmece olarak kald›?294
Moleküler düzeydeki di¤er karfl›laflt›rmalar da, evrimci yorumlar›
anlams›z k›lan pek çok tutars›zl›k örne¤i oluflturmaktad›r. Çeflitli canl›lar-
daki protein dizilimleri laboratuvarlarda analiz edildikçe, ortaya evrimci-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
238
Kromozom say›lar›na ve DNA yap›lar›na gö-re yap›lan karfl›laflt›rmalar, farkl› canl› türleriaras›nda hiçbir evrimsel akrabal›k iliflkisibulunmad›¤›n› göstermektedir.
ler aç›s›ndan hiç beklenmedik, hatta kimi zaman hayret verici sonuçlar
ç›kmaktad›r. Örne¤in insandaki Sitokrom-C proteini bir at›nkinden 14
amino asit farkl›yken, bir kangurununkinden yaln›zca 8 amino asit farkl›-
d›r. Yine Sitokrom-C dizilimi incelendi¤inde, kaplumba¤alar›n insanlara
kendileri gibi bir sürüngen olan ç›ng›rakl› y›lanlardan daha yak›n oldu¤u
görülür. Bu durum evrimci bak›fl aç›s›na göre yorumland›¤›nda kaplum-
ba¤alar›n insanlarla y›lanlardan daha yak›n akraba olduklar› gibi anlam-
s›z bir sonuç ç›kacakt›r.
Örne¤in, tavuk ve su y›lan› aras›ndaki 100 kodondo 17, veya at ve kö-
pek bal›¤› aras›ndaki 16, hatta iki ayr› filuma ait köpek ve solucan sine¤i
aras›ndaki 15 amino asitlik farktan bile daha büyüktür.
Benzer gerçekler hemoglobin için de bulunmufltur. Bu proteinin in-
sandaki dizilimi lemurunkinden 20 amino asit farkl› iken, domuzdakin-
den yaln›zca 14 amino asit farkl›d›r. Durum di¤er proteinler için de yakla-
fl›k olarak ayn›d›r.295
Evrimcilerin bu durumda, insan›n evrimsel olarak kanguruya, attan
daha yak›n olmas› ya da domuzla lemurdan daha yak›n akraba oldu¤u gi-
bi sonuçlara varmalar› gerekir. Oysa bu sonuçlar, flimdiye kadar kabul
edilmifl tüm "evrimsel soy a¤ac›" flemalar›na ayk›r›d›r. Protein benzerlikle-
ri flafl›rt›c› sürprizler do¤urmaya devam etmektedir. Örne¤in:
Cambridge'ten Adrian Friday ve Martin Bishop ellerindeki "tetrapodlar›n
protein dizilimi" verilerini analiz etmifllerdir. Hayret verici bir flekilde, yak-
lafl›k bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yak›n akraba olarak efl-
leflmifllerdir. Bir sonraki en yak›n akraba ise timsaht›r.296
Yine, bu benzerliklere evrimci bir mant›kla yaklafl›ld›¤› takdirde, insa-
n›n en yak›n evrimsel akrabas›n›n tavuk oldu¤u gibi saçma bir sonuca var-
mam›z gerekmektedir. Paul Erbrich, moleküler analizlerin çok farkl› canl›
s›n›flar›n› birbirine yak›n gibi gösteren sonuçlar verdi¤ini flöyle vurgular:
Yaklafl›k ayn› yap› ve fonksiyonlara sahip proteinlere (homolog proteinler),
filogenetik olarak de¤iflik, hatta birbirinden çok farkl› canl› s›n›flar›nda git-
tikçe artan say›larda rastlanmaktad›r. (Örne¤in omurgal›lardaki, baz› omur-
gas›zlardaki ve hatta baz› bitkilerdeki hemoglobin gibi.)297
South Carolina Üniversitesi T›p Fakültesi'nden biyokimya araflt›rma-
c›s› Dr. Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için
uzun y›llar›n› vermifl bir bilim adam›d›r. Özellikle insülin ve relaxin türü
proteinler üzerinde incelemeler yaparak canl›lar aras›nda evrimsel akra-
Homoloji Yan›lg›s›
239
bal›klar kurmaya çal›flm›flt›r. Fakat çal›flmalar›n›n hiçbir noktas›nda evri-
me herhangi bir delil elde edemedi¤ini pek çok kereler itiraf etmek zorun-
da kalm›flt›r. Science dergisindeki bir makalesinde flöyle demektedir:
Moleküler evrim, evrimsel akrabal›klar›n ortaya ç›kar›lmas› için neredeyse
paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye baflland›. Bir
moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, tür-
lerin düzenli bir geliflme kaydetti¤ini göstermesi gereken moleküler benzer-
liklerin pek çok istisnas› olmas› oldukça can s›k›c› görünüyor. Bu istisnalar o
kadar çok ki, gerçekte, istisnalar›n ve tuhafl›klar›n daha önemli bir mesaj ta-
fl›d›klar›n› düflünüyorum.298
Schwabe'nin relaxinler üzerinde yapt›¤› çal›flmalar oldukça ilginç so-
nuçlar ortaya koymufltur:
Yak›n akraba oldu¤u bildirilen türlerin relaxinleri aras›ndaki yüksek de¤ifl-
kenli¤in yan› s›ra, domuzun ve balinan›n relaxinleri bütünüyle ayn›d›r. Fare-
lerden, Yeni Gine domuzundan, insandan ve domuzdan al›nan moleküller,
birbirlerinden yaklafl›k %55 uzakt›r. Buna ra¤men insülin, insan› flempanze-
den daha çok domuza yak›n k›lmaktad›r.299
Schwabe, insülin ve relaxin d›fl›nda di¤er pek çok protein dizilimleri-
ni karfl›laflt›rd›¤›nda da ayn› gerçekle yüz yüze gelmifltir. Relaxin ve insü-
lin türlerinin ortaya koydu¤u istisnalar d›fl›nda, evrimin öne sürdü¤ü tür-
den düzenli bir moleküler geliflmeyi yalanlayan pek çok protein türü ol-
du¤unu belirten Schwabe flunlar› söylemektedir:
Relaxin ve insülin aileleri, moleküler evrimin klasik "tek a¤açtan evrimlefl-
me" yorumu karfl›s›ndaki yegane istisnalar de¤ildir. Anormal protein ben-
zerli¤i örneklerindeki anormallikler, görünürde aç›klamas› ancak hayal gü-
cüyle s›n›rland›r›labilecek bir say›y› kaplamaktad›r.300
Schwabe, canl›lardaki lizozimlerin, sitokromlar›n ve pek çok hormo-
Moleküler düzeyde hiçbir orga-nizma bir di¤erinin "atas›" de¤il-dir, di¤erinden daha "ilkel" ya da"geliflmifl" de de¤ildir..
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
240
nun da amino asit dizilimlerinin karfl›laflt›r›lmas›n›n evrimciler aç›s›ndan
"beklenmedik sonuçlar ve anormallikler" ortaya koydu¤unu belirtmekte-
dir. Schwabe, tüm bu kan›tlara dayanarak, proteinlerin hepsinin hiçbir ev-
rim geçirmeden bafllang›çtaki yap›lar›na sahip olduklar›n› ve moleküller
aras›nda, ayn› fosiller aras›nda oldu¤u gibi, hiçbir ara geçifl formu bulun-
mad›¤›n› savunmaktad›r.
Michael Denton da moleküler biyoloji alan›nda elde edilen bulgulara
dayanarak flu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canl› s›n›f›, özgün, farkl› ve di¤erleriyle ba¤lant›s›z-
d›r. Dolay›s›yla moleküller, ayn› fosiller gibi, evrimci biyoloji taraf›ndan
uzun zamand›r aranan teorik ara geçifllerin olmad›¤›n› göstermifltir... Mole-
küler düzeyde hiçbir organizma bir di¤erinin "atas›" de¤ildir, di¤erinden da-
ha "ilkel" ya da "geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kan›tlar bundan
bir as›r önce var olsayd›... organik evrim düflüncesi hiçbir zaman kabul gör-
meyebilirdi.301
"Hayat A¤ac›" Çöküyor
1990'l› y›llarda, canl›lar›n genetik flifreleri hakk›nda yap›lan araflt›rma-
lar, evrim teorisinin bu konudaki ç›kmaz›n› daha da büyütmüfltür. Bu
araflt›rmalarda, daha önceden sadece protein dizilimleri üzerinde yap›lan
karfl›laflt›rmalar yerine, "ribozomal RNA" (rRNA) dizilimleri karfl›laflt›r›l-
m›fl ve buna dayal› bir "evrim a¤ac›" kurulmak istenmifltir. Ama evrimci-
ler sonuçlar karfl›s›nda hayal k›r›kl›¤›na u¤ram›fllard›r.
Frans›z biyologlar Hervé Philippe ve Patrick Forterre'nin 1999 tarihli
bir makalelerinde yazd›klar›na göre, "sekanslar (DNA dizilimleri) elde
edildikçe, pek çok protein filogenisinin birbiri ile ve ayn› zamanda rRNA
a¤ac› ile çeliflti¤i ortaya ç›km›flt›r."302
rRNA karfl›laflt›rmalar›n›n yan›nda, canl›lar›n genlerindeki DNA flifre-
leri de karfl›laflt›r›lm›fl, ama yine evrim teorisinin öngördü¤ü "hayat a¤ac›"
ile çok z›t sonuçlar ortaya ç›km›flt›r. Moleküler biyologlar James Lake, Ra-
vi Jain ve Maria Rivera, 1999 y›l›ndaki bir makalelerinde bunu flöyle aç›k-
lamaktad›rlar:
Bilim adamlar› farkl› organizmalar›n çeflitli genlerini analiz etmeye bafllad›-
lar ve bunlar›n birbirleri ile olan iliflkilerinin, rRNA analizine göre ç›kar›lm›fl
olan evrimsel hayat a¤ac›yla çeliflti¤ini fark ettiler.303
Homoloji Yan›lg›s›
241
Sonuçta, ne proteinler, ne rRNA, ne de genler üzerinde yap›lan karfl›-
laflt›rmalar, evrim teorisinin varsay›mlar›n› do¤rulamamaktad›r. Univer-
sity of Illinois' Üniversitesi'nden ünlü biyolog Carl Woese "filogeni" (ev-
rimsel akrabal›k) kavram›n›n moleküler bulgular karfl›s›nda anlam›n› yi-
tirdi¤ini flöyle kabul eder:
fiimdiye kadar üretilen pek çok bireysel protein filogenilerinden hiçbir kap-
saml› organizmal filogeni ç›kmam›flt›r. Filogenetik uygunsuzluklar, evrensel
a¤ac›n (evrimsel soy a¤ac›n›n) her yerinde görülebilir; köklerinden ana dal-
lar›na ve ana gruplamalar› oluflturan gruplar›n kendi aralar›nda.304
Moleküler karfl›laflt›rmalar›n evrim teorisi lehinde de¤il, aleyhinde so-
nuçlar verdi¤i, 1999 y›l›nda Science dergisinde yay›nlanan "Is It Time to
Uproot the Tree of Life?" bafll›kl› bir makalede de kabul edilmifltir. Eliza-
beth Pennisi imzal› makalede, Darwinist biyologlar›n "evrim a¤ac›n›" ay-
d›nlatmak için yürüttükleri genetik analiz ve karfl›laflt›rmalar›n tam aksi
yönde sonuç verdi¤i belirtilmifl, "yeni verilerin evrimsel tabloyu karartt›-
¤›" ifade edilmifltir:
Bir y›l önce, bir düzineden fazla mikroorganizman›n yeni dizinlenmifl ge-
nomlar›n› inceleyen biyologlar, bu bilgilerin yaflam›n erken zamanlar›n›n ta-
rihi hakk›ndaki kabul edilmifl çizgileri destekleyece¤ini ummufllard›. Ama
gördükleri fley, onlar› flaflk›na düflürdü. O an mevcut olan genomlar›n karfl›-
laflt›r›lmas›, yaflam›n büyük gruplar›n›n nas›l ortaya ç›kt›¤›na dair tabloyu ay-
242
Proteinler, rRNA ve genler üzerinde yap›lankarfl›laflt›rmalar, evrim teorisine göre yak›nakraba olduklar› varsay›lan canl›lar›n asl›ndabirbirlerinden çok uzak olduklar›n› ortaya koy-mufltur. Örne¤in farkl› araflt›rmalar tavflanlar›kemirgenler yerine primatlarla ve inekleri atlaryerine balinalarla ayn› grupta ç›karm›flt›r.
d›nlatmad›¤› gibi, onu daha da kar›fl›k hale getirdi. Ve flimdi, elde bulunan 8
yeni mikrobial dizilimle birlikte, durum daha da kafa kar›flt›r›c› bir hal ald›...
Ço¤u evrimci biyolog, yaflam›n bafllang›c›n› üç temel alemde bulabilecekle-
rini düflünüyorlard›... Tam DNA dizilimleri, baflka türlü genlerin karfl›laflt›-
r›lmas›n›n yolunu açt›¤›nda, araflt›rmac›lar basitçe bu a¤aca daha fazla detay
ekleyeceklerini umuyorlard›. Ama "hiçbir fley gerçekten bu kadar daha uzak
olamazd›" diyor Claire Fraser, Rockville Maryland'deki The Institute for Ge-
nomic Research'ün baflkan›. Aksine, (genetik) karfl›laflt›rmalar, hem rRNA
a¤ac›yla hem de birbirleriyle çeliflki içinde bulunan pek çok farkl› hayat a¤a-
c› versiyonu ortaya ç›kard›.305
K›sacas›, moleküler biyoloji gelifltikçe, homoloji kavram› da daha fazla
çürümektedir. Proteinler, rRNA veya genler üzerindeki karfl›laflt›rmalar, ev-
rim teorisine göre birbirinin yak›n akrabas› say›lan canl›lar› birbirinden çok
uzak ç›karmaktad›r. 1996 y›l›nda 88 proteinin dizilimi üzerinde yap›lan kar-
fl›laflt›rmalar; tavflanlar› kemirgenler yerine primatlara yak›n ç›karm›flt›r.
1998 y›l›nda 19 farkl› hayvan türünün 13 geni üzerinde yap›lan analizler, de-
niz kestanelerini (hiçbir evrimsel yak›nl›klar› iddia edilemeyen) kordal›lar
filumuna yak›n göstermifltir. 1998 y›l›nda 12 farkl› protein temel al›narak ya-
p›lan karfl›laflt›rmalar inekleri balinalara atlardan daha yak›n ç›karm›flt›r.
Canl›l›k moleküler düzeyde incelendikçe, evrim teorisinin homoloji
varsay›mlar› birer birer çökmektedir. Amerikal› moleküler biyolog Jonat-
han Wells, 2000 y›l›ndaki durumu flöyle özetler:
Farkl› moleküller üzerine kurulu olan a¤açlardaki uyumsuzluklar ve mole-
küler analizler sonucunda ortaya ç›kan garip sonuçlar, flimdi moleküler filo-
geniyi bir krize sürüklemifl durumdad›r.306
Peki bu durumda canl›lardaki benzer yap›lar›n bilimsel aç›klamas›
nas›l yap›labilir? Bu sorunun cevab›, Darwin'in evrim teorisi bilim dün-
yas›na hakim olmadan önce verilmifltir. Canl›lardaki benzer organlar› ilk
kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim
adamlar›, bu organlar› "ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak görmüfllerdir. Yani
benzer organlar veya benzer genler, ortak bir atadan tesadüfen evrimlefl-
tikleri için de¤il, belirli bir ifllevi görmek için yarat›lm›fl olduklar› için
benzerdir.
Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya at›lan "or-
tak ata" iddias›n›n tutarl› olmad›¤›n› ve yap›labilecek yegane aç›klama-
n›n söz konusu "ortak yarat›l›fl" aç›klamas› oldu¤unu göstermektedir.
Homoloji Yan›lg›s›
243
nceki bölümlerde, evrim teorisinin paleontoloji ve moleküler biyolo-
ji alanlar›nda içine düfltü¤ü çeliflkileri ve açmazlar› bilimsel deliller
ve bulgular ›fl›¤›nda inceledik. Bu bölümde ise, evrimci kaynaklarda
teoriye delil olarak gösterilen baz› biyolojik olgular› ele alaca¤›z. Bu
olgular, yayg›n olan kan›n›n aksine, gerçekte evrim teorisini destekleyen
hiçbir bilimsel bulgu olmad›¤›n› göstermektedir.
Bakterilerin Antibiyotik Direnci
Evrimcilerin teorilerine delil olarak göstermeye çal›flt›klar› biyolojik
olgulardan biri, bakterilerin antibiyotik direncidir. Evrim teorisini destek-
leyen pek çok kaynak, antibiyotik direncini "faydal› mutasyonlar›n canl›-
lar› gelifltirmesine dair bir örnek" olarak gösterir. Benzer bir iddia, DDT gi-
bi böcek öldürücü ilaçlara karfl› ba¤›fl›kl›k gelifltiren böcekler için de ileri
sürülür.
Oysa bu konuda da evrimciler yan›lmaktad›rlar.
Antibiyotikler, baz› mikroorganizmalar taraf›ndan di¤er mikroorga-
nizmalara karfl› savaflmak üzere üretilen "öldürücü moleküllerdir". ‹lk an-
tibiyotik, 1928 y›l›nda Alexander Fleming taraf›ndan keflfedilen penisilin-
dir. Fleming, küf mantar›n›n (mold), Staphylococcus bakterisini öldüren bir
molekül üretti¤ini fark etmifl ve bu bulufl t›p dünyas›nda yeni bir 盤›r aç-
m›flt›r. Mikroorganizmalardan al›nan antibiyotikler çeflitli bakterilere kar-
fl› kullan›lm›fl ve baflar›l› sonuçlar al›nm›flt›r. Ancak bir zaman sonra bir
gerçek fark edilmifltir: Bakteriler antibiyotiklere karfl› zamanla ba¤›fl›kl›k
kazanmaktad›rlar. Bunun mekanizmas› ise flöyle ifllemektedir: Antibiyoti-
BA⁄IfiIKLIK, "KÖRELM‹fiORGANLAR" VE EMBR‹YOLOJ‹
Ö
244
¤e maruz kalan bakterilerin büyük k›sm› ölmekte, ama baz›lar› bu antibi-
yotikten etkilenmemekte ve bunlar h›zla ço¤alarak tüm popülasyonu
oluflturur hale gelmektedirler. Böylece tüm popülasyon, antibiyoti¤e di-
rençli hale gelmektedir.
Evrimciler ise bu olguyu, "bakterilerin flartlara uyum sa¤lay›p evrim-
leflmesi" olarak gösterme çabas›ndad›rlar.
Oysa olay bu yüzeysel evrimci de¤erlendirmeden çok daha farkl›
gerçekleflmektedir. Bu konuda en detayl› çal›flmalar› yapan isimlerden bi-
ri, 1997 y›l›nda yay›nlanan Not By Chance adl› kitab›yla tan›nan ‹srailli bi-
yofizikçi Prof. Lee Spetner'd›r. Spetner, bakteri ba¤›fl›kl›¤›n›n iki farkl› me-
kanizma ile sa¤land›¤›n›, ama bunlar›n ikisinin de evrim teorisine hiçbir
kan›t oluflturmad›¤›n› anlat›r. Bu iki mekanizma:
1) Bakterilerde zaten var olan direnç genlerinin aktar›lmas› ve,
2) Mutasyon sonucunda genetik bilgi kayb›na u¤rayan bakterilerin
antibiyoti¤e dirençli hale gelmesidir.
Spetner, 2001 tarihli bir makalesinde ilk mekanizmay› flöyle aç›kla-
maktad›r:
Baz› mikroorganizmalar, antibiyotiklere direnç sa¤layan genlere sahiptirler.
Bu ba¤›fl›kl›k, antibiyotik molekülünün formunu bozma veya onu hücreden
d›flar› atma sayesinde gerçekleflir. Bu genlere sahip olan organizmalar bunu
di¤er bakterilere transfer ederek onlara da ba¤›fl›kl›k kazand›rabilirler. Ba¤›-
fl›kl›k mekanizmas› belirli bir antibiyoti¤e yönelik olsa da, pek çok patojenik
bakteri... farkl› gen setleri edinmeyi ve çeflitli bakterilere karfl› ba¤›fl›kl›k ka-
zanmay› baflarm›flt›r. 307
Prof. Spetner bunun bir "evrim delili" olmad›¤›n› ise flöyle aç›klar:
Antibiyotik ba¤›fl›kl›¤›n›n bu flekilde elde edilmesi... evrim için delil olufltur-
mas› beklenen mutasyonlar için bir prototip (örnek) oluflturmaz. Teoriyi (ev-
rimi) sergileyen mutasyonlar, bakterinin genomuna bilgi ekleyen genetik de-
¤ifliklikler de¤ildir; bu de¤ifliklikler ayn› zamanda tüm biokozma (biyolojik
dünyaya) bilgi eklemelidir. Genlerin yatay transferi, sadece, zaten baz› tür-
lerde var olan genetik bir bilgiyi da¤›tmaktad›r.308
Yani ortada bir evrim yoktur, çünkü yeni bir genetik bilgi ortaya ç›k-
mamakta, sadece zaten daha önceden var olan bir genetik bilgi bakteriler
aras›nda transfer edilmektedir.
Ba¤›fl›kl›k, "Körelmifl Organlar" ve Embriyoloji
245
Ba¤›fl›kl›¤›n ikinci türü, yani mutasyon sonucunda ortaya ç›kan ba¤›-
fl›kl›k da bir evrim örne¤i de¤ildir. Spetner konuyu flöyle aç›klar:
Bazen de bir mikroorganizma, tek bir nükleotidin (DNA basama¤›n›n) rast-
lant›sal olarak yer de¤ifltirmesi sonucunda bir antibiyoti¤e karfl› ba¤›fl›kl›k
edinir... Selman ilk kez Waksman ve Albert Schatz taraf›ndan keflfedilen
1944'de rapor edilen Streptomisin (Streptomycin), bakterilerin bu yolla ba¤›-
fl›kl›k kazanabildi¤i bir bakteridir. Ama her ne kadar geçirdikleri mutasyon,
Streptomisinin varl›¤› durumunda mikroorganizmaya yararl› olsa da, yine
de bu, neo-Darwinist teori taraf›ndan ihtiyac› duyulan mutasyon türü için
bir prototip oluflturmaz. Streptomisine ba¤›fl›kl›k sa¤layan mutasyonun etki-
si ribozomda ortaya ç›kar ve bu mutasyon, antibiyotik molekülü ile ribozom
aras›ndaki moleküler eflleflmeyi bozar.309
Spetner, bu olay› Not By Chance isimli kitab›nda kilit-anahtar iliflkisi-
nin bozulmas›na benzetmektedir. Streptomisin, bir kilide birebir uyan bir
anahtar gibi, bakterilerin ribozomuna yap›fl›r ve bu rizobomu etkisiz hale
getirir. Mutasyon ise, ribozomun fleklini bozmakta ve bu durumda Strep-
Bakteriler, direnç genlerini birbirlerine aktararak antibiyotiklere karfl› k›sa sürede ba¤›-fl›kl›k kazan›rlar. Üstte, E. coli bakterilerinin oluflturdu¤u bir popülasyon yer al›yor.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
246
tomisin ribozoma yap›flamamaktad›r. Bu, "bakteri Streptomisin'e karfl› ba-
¤›fl›kl›k kazand›" gibi yorumlansa da, asl›nda bakteri için bir kazanç de¤il
kay›pt›r. Spetner flöyle devam eder:
Ortaya ç›kmaktad›r ki, (ribozomun yap›s›ndaki) bu bozulma, bir spesifiklik
azalmas›, yani bir bilgi kayb›d›r. As›l nokta fludur ki, (evrim) bu gibi mutas-
yonlar ile sa¤lanamaz, bu mutasyonlar ne kadar çok olursa olsun. Evrimin,
spesifikli¤i azaltan mutasyonlarla infla edilmesi mümkün de¤ildir...310
Konunun özeti fludur: Bakterinin ribozomuna isabet eden bir mutas-
yon, bu bakteriyi Streptomisin'e karfl› dirençli hale getirebilmektedir. Ama
bunun nedeni, mutasyonun ribozomu "bozmas›"d›r. Yani bakteriye bir ge-
netik bilgi eklenmemektedir. Aksine ribozomunun yap›s› bozulmaktad›r,
gerçekte bir anlamda bakteri "sakat" hale gelmektedir. (Nitekim bu mutas-
yonu geçiren bakterilerin ribozomunun normal bakterilere göre daha ve-
rimsiz oldu¤u belirlenmifltir.) Bu "sakatl›k", ribozoma yap›flacak flekilde
bir tasar›ma sahip olan antibiyoti¤i engelledi¤i için, ortaya "antibiyotik ba-
¤›fl›kl›¤›" ç›kmaktad›r.
Sonuçta, ortada "genetik bilgiyi gelifltiren" bir mutasyon örne¤i yok-
tur. Antibiyotik direncini evrime kan›t gibi göstermek isteyen evrimciler,
konuyu çok yüzeysel bir biçimde de¤erlendirmekte ve yan›lmaktad›rlar.
DDT ve benzeri ilaçlara karfl› böceklerde geliflen ba¤›fl›kl›k için de
ayn› durum söz konusudur. Bu ba¤›fl›kl›k örneklerinin ço¤unda, zaten
daha önceden var olan ba¤›fl›kl›k genleri kullan›lmaktad›r. Evrimci biyo-
log Francisco Ayala; "Böcek zehirlerinin en kapsaml› türlerine karfl› göste-
rilen ba¤›fl›kl›k, bu insan-yap›m› maddelerin böceklere uyguland›¤›nda, o
böcek türünün çeflitli genetik varyasyonlar›nda aç›kça vard›." diyerek bu
gerçe¤i kabul eder.311 Mutasyonla aç›klanan di¤er baz› örnekler ise, aynen
yukar›da anlat›lan ribozom mutasyonunda oldu¤u gibi, böceklerde "gene-
tik bilgi kayb›"na yol açan olgulard›r.
Bu durumda bakteri ve böceklerdeki ba¤›fl›kl›k mekanizmalar›n›n ev-
rim teorisine delil oluflturdu¤u ileri sürülemez. Çünkü evrim teorisi, can-
l›lar›n mutasyonlar yoluyla gelifltikleri iddias›na dayal›d›r. Spetner, ne an-
tibiyotik ba¤›fl›kl›¤›n›n ne de bir baflka biyolojik olgunun böyle bir mutas-
yon örne¤i göstermedi¤ini flöyle aç›klar:
Makroevrimin ihtiyaç duydu¤u mutasyonlar hiçbir zaman gözlemlenme-
mifltir. Neo-Darwinist teori taraf›ndan ihtiyaç duyulan rastlansal mutasyon-
Ba¤›fl›kl›k, "Körelmifl Organlar" ve Embriyoloji
247
lar› temsil edebilecek, moleküler düzeyde incelenmifl hiçbir mutasyonun ge-
netik bilgi ekledi¤i görülmemifltir. Araflt›rd›¤›m soru "gözlemlenmifl mutas-
yonlar, teorinin destek bulmak için ihtiyaç duydu¤u mutasyonlar m›d›r" so-
rusudur. Cevap "HAYIR" ç›kmaktad›r.312
Körelmifl Organlar Yan›lg›s›
Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizli¤i anla-
fl›ld›ktan sonra sessiz sedas›z bir kenara b›rak›lan iddialardan biri, "körel-
mifl organlar" kavram›d›r. Ancak bir k›s›m yerli evrimciler, "körelmifl or-
ganlar"› hala evrimin büyük bir delili sanmakta ve öyle göstermeye çal›fl-
maktad›rlar.
Körelmifl organlar iddias› bundan bir as›r kadar önce ortaya at›lm›fl-
t›. ‹ddiaya göre, canl›lar›n bedenlerinde atalar›ndan kendilerine miras kal-
m›fl, ancak kullan›lmad›klar› için zamanla körelmifl ifllevsiz organlar yer
al›yordu.
Bu kesinlikle bilimsel bir iddia de¤ildi, çünkü bilgi eksikli¤ine daya-
n›yordu. "‹fllevsiz organlar", asl›nda "ifllevi tespit edilememifl" organlard›.
Bunun en iyi göstergesi de, evrimciler
taraf›ndan say›lan uzun "körelmifl or-
ganlar" listesinin giderek küçülmesi ol-
du. Kendisi de bir evrimci olan S. R.
Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel
Teori) dergisinde yazd›¤› "Körelmifl Or-
ganlar Evrime Delil Oluflturur mu?"
bafll›kl› makalesinde bu gerçe¤i flöyle
kabul eder:
(Biyoloji hakk›ndaki) bilgimiz artt›kça,
körelmifl organlar listesi de giderek kü-
çüldü... Bir organ›n ifllevsiz oldu¤unu
tespit etmek mümkün olmad›¤›na ve
zaten körelmifl organlar iddias› bilim-
sel bir özellik tafl›mad›¤›na göre, "kö-
relmifl organlar"›n evrim teorisi lehin-
de herhangi bir kan›t oluflturamayaca-
¤› sonucuna var›yorum.313
Alman anatomist R. Wiedersheim
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
248
Körelmifl organlar efsanesinin ge-çersizli¤i hakk›nda bilimsel bir ça-
l›flma: "Körelmifl Organlar" Tü-müyle ‹fllevsel
taraf›ndan 1895 y›l›nda ortaya at›lan "körelmifl insan organlar›" listesi, ap-
pendiks, kuyruk sokumu kemi¤i gibi yaklafl›k 100 organ› içeriyordu. (Ap-
pendiks toplumda 'apandisit' olarak bilinen organd›r. Yanl›fl kullan›m so-
nucu dilimizde bu organ› tan›mlamak için kullan›lan 'apandisit' gerçekte
bu organ›n enfeksiyona u¤ramas›na verilen add›r.) Ancak bilim ilerledik-
çe, Wiedersheim'›n listesindeki organlar›n hepsinin vücutta çok önemli ifl-
levlere sahip olduklar› ortaya ç›kt›. Örne¤in "körelmifl organ" say›lan ap-
pendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karfl› mücadele eden lenf sis-
teminin bir parças› oldu¤u belirlendi. Bu gerçek, 1997 tarihli bir t›p kayna-
¤›nda flöyle belirtilir:
Vücuttaki timus, karaci¤er, dalak, appendiks, kemik ili¤i gibi baflka organlar
lenfatik sistemin parçalar›d›r. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesi-
ne yard›m ederler.314
Ayn› "körelmifl organlar" listesinde yer alan bademciklerin de bo¤az›,
özellikle eriflkin yafllara kadar, enfeksiyonlara karfl› korumada önemli rol
Evrimci biyologlar›n "körelmifl organ" sand›klar›apandiksin (üstte) vücudun savunma sistemindeönemli bir rol oynad›¤› anlafl›lm›fl bulunmaktad›r.Kuyruk sokumu olarak bilinen omurili¤in en altkemi¤i ise yine "körelmifl organ" de¤il, önemlikaslar›n tutunma noktas›d›r.
Ba¤›fl›kl›k, "Körelmifl Organlar" ve Embriyoloji
249
oynad›¤› keflfedildi. Omurili¤in sonunu oluflturan kuyruk sokumunun
ise, le¤en kemi¤inin çevresindeki kemiklere destek sa¤lad›¤›, bu nedenle,
kuyruk sokumu kemi¤i olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmad›-
¤› anlafl›ld›. Ayr›ca bu kemi¤in pelvis bölgesindeki organlar›n ve burada-
ki çeflitli kaslar›n da tutunma noktas› oldu¤u belirlendi.
‹lerleyen y›llarda yine "körelmifl organlar"dan say›lan timüs bezinin
T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale ge-
tirdi¤i; pineal bezin, lüteinik hormonu bask›layan melatonin gibi önemli
hormonlar›n üretilmesinden sorumlu oldu¤u keflfedildi. Tiroid bezinin be-
beklerde ve çocuklarda dengeli bir vücut geliflimini sa¤lad›¤› ve metabo-
lizma ve vücut aktivitesinin düzenlenmesinde rol oynad›¤› saptand›. Pitü-
iter bezin de tiroid, böbrek üstü, üreme bezleri gibi birçok hormon bezinin
do¤ru çal›flmas›n› ve iskelet geliflimini kontrol etti¤i ortaya ç›kt›.
Darwin taraf›ndan "körelmifl organ" olarak nitelendirilen gözdeki ya-
r›m ay fleklindeki ç›k›nt›n›n ise gözün temizlenmesi ve nemlendirilmesi
ifline yarad›¤› anlafl›ld›.
Körelmifl organlar iddias›nda evrimcilerin yapt›klar› çok önemli bir
de mant›k hatas› vard›. Bildi¤imiz gibi evrimciler taraf›ndan ortaya at›lan
iddia, canl›lardaki körelmifl organlar›n geçmiflteki atalar›ndan miras kald›-
¤›yd›. Oysa "körelmifl organ" oldu¤u söylenen baz› organlar, insan›n atas›
oldu¤u iddia edilen canl›larda yoktur! Örne¤in evrimciler taraf›ndan insa-
n›n atas› oldu¤u söylenen baz› maymunlarda appendiks bulunmaz. Körel-
mifl organlar tezine karfl› ç›kan biyolog H. Enoch bu mant›k hatas›n› flöyle
dile getirmektedir:
‹nsanlar›n appendiksi vard›r. Ancak daha eski atalar› olan alt maymunlarda
appendiks bulunmaz. Sürpriz bir biçimde appendiks, daha alt yap›l› meme-
lilerde, örne¤in opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu na-
s›l aç›klayabilir?315
Tüm bunlar›n yan› s›ra kullan›lmayan bir organ›n zamanla körelerek yok
oldu¤u gibi bir iddia kendi içinde mant›ksal bir çeliflki tafl›maktad›r. Bu çelifl-
kiyi fark eden Darwin, "Türlerin Kökeni"nde flöyle bir itirafta bulunmufltur:
Bununla birlikte, arta kalan bir güçlük var. Bir organ art›k kullan›lmad›¤› için
çok küçüldükten sonra, kendisinden ancak belli belirsiz bir iz kal›ncaya dek
nas›l küçülebiliyor; ve sonunda nas›l tümüyle ortadan kalkabiliyor. Bir organ
bir kez görevsiz kald›ktan sonra, kullan›lmaman›n onu daha da etkileyebil-
mesi pek de olanakl› de¤ildir. Burada benim veremeyece¤im ek bir aç›klama
gereklidir.316
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
250
K›sacas› evrimciler taraf›ndan ortaya at›lan körelmifl organlar senar-
yosu hem kendi içinde mant›k hatalar› içermektedir, hem de bilimsel ola-
rak yanl›flt›r. ‹nsanlarda, sözde atalar›ndan miras kalm›fl olan hiçbir körel-
mifl organ yoktur.
"Körelmifl Organlar"a Yeni Bir Darbe Daha: At›n Baca¤›Körelmifl organlar masal›na en son darbe, at›n baca¤› üzerinde yap›l-
m›fl yeni bir çal›flmadan gelmektedir. Nature dergisinin 20-27 Aral›k 2001
tarihli say›s›nda yay›nlanan "Biomechanics: Damper for Bad Vibrations"
bafll›kl› makalede flöyle denmektedir:
Atlar›n bacaklar›ndaki baz› kas lifleri hiçbir ifllevi olmayan evrimsel kal›nt›-
lar görünümündedir. Ancak asl›nda, at koflarken baca¤›n içinde oluflan zarar
verici titreflimleri engelleyecek flekilde davran›yor olabilirler.
Makale flöyle devam etmektedir:
Atlar›n ve develerin bacaklar›nda 6 milimetreden daha k›sa kas liflerine ba¤-
l› olan 600 milimetreden daha uzun tendonlar› olan kaslar› vard›r. Bu tip k›-
sa kaslar hayvan hareket ettikçe ancak birkaç milimetre kadar uzunlu¤unu
de¤ifltirebilir ve bunlar büyük memelilerin pek fazla ifline yaramaz gibi gö-
rünmektedir. Tendonlar pasif yaylar olarak ifllev gösterir ve k›sa kas lifleri-
nin gereksiz oldu¤u, evrim sürecinde fonksiyonlar›n› kaybetmifl daha uzun
liflerin kal›nt›lar› oldu¤u varsay›lm›flt›r. Ancak Wilson ve meslektafllar›... bu
liflerin kemik ve tendonlar› potansiyel olarak zarar verebilecek titreflimler-
den koruyor olabilece¤ini ileri sürmektedirler…
Deneyleri, k›sa kas liflerinin bir aya¤›n yere çarpmas›n› izleyen zarar verici
titreflimleri yavafllatabilece¤ini göstermifltir. Koflan bir hayvan›n aya¤› yere
vurdu¤unda, bu darbe baca¤›n titreflmesine neden olur; titreflimlerin frekan-
s› göreceli olarak yüksektir - örne¤in atlarda 30-40 Hz- ayak yerdeyken bu
darbeler yavafllat›lmazsa çok fazla titreflim devri oluflur.
Titreflimler zarar verebilir, çünkü kemik ve tendonlar yorgunluk durumun-
dan kolayca etkilenir. Kemik ve tendonlardaki yorgunluk, tekrarlanarak uy-
gulanan bask›dan kaynaklanan hasar›n birikmesidir. Kemik yorgunlu¤u,
hem atletlerde hem de yar›fl atlar›nda, olumsuz etkiler meydana getiren dar-
be k›r›lmalar›n›n nedenidir ve tendon yorgunlu¤u en az›ndan baz› tendon
enfeksiyonlar›n›n nedenini aç›klayabilir. Wilson ve arkadafllar› çok k›sa kas
liflerinin, oluflan titreflimleri yavafllatarak, hem kemikleri hem de tendonlar›
korudu¤unu ileri sürmektedirler.317
Ba¤›fl›kl›k, "Körelmifl Organlar" ve Embriyoloji
251
K›sacas›, atlar›n anatomisinin daha dikkatli incelenmesi, evrimcilerin
ifllevsiz olarak de¤erlendirdikleri yap›lar›n çok önemli fonksiyonlar› oldu-
¤unu ortaya koymufltur.
Baflka bir deyiflle, bilimsel ilerleme, evrimin delili olarak de¤erlendiri-
len özelliklerin asl›nda yarat›l›fl gerçe¤inin delili oldu¤unu göstermifltir.
Evrimciler, objektif davranmal› ve bilimsel bulgular› ak›lc› de¤erlendirme-
lidirler. Nature dergisinde konu hakk›nda flu yoruma yer verilmektedir:
Wilson ve arkadafllar›, evrimin ak›fl› içinde ifllevini kaybetmifl bir yap›n›n ka-
l›nt›s› gibi görünen bir kas›n önemli bir rolü oldu¤unu buldu. Onlar›n bu ça-
l›flmas› di¤er körelmifl organlar›n da (insan appendiksi gibi) göründükleri gi-
bi ifllevsiz olup olmad›klar›n› merak etmemize neden oluyor.318
Elde edilen bu sonuçlar flafl›rt›c› de¤ildir. Do¤ayla ilgili ne kadar çok
fley ö¤renirsek, o kadar çok yarat›l›fl›n delilini görürüz. Michael Behe'nin
belirtti¤i gibi, "tasar›m›n var oldu¤u sonucuna bilmediklerimizden de¤il,
son 50 y›l boyunca ö¤renmifl olduklar›m›zdan var›yoruz".319 Ayn› süreç
içinde ise, Darwinizm'in cehaletten kaynaklanan bir iddia oldu¤u ortaya
ç›k›yor.
Rekapitülasyon Yan›lg›s›
Bugün Türkiye'deki birtak›m evrimci yay›nlarda, çok önceden bilim
literatüründen ç›kar›lm›fl olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek
gibi gösterilmektedir. Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haec-
kel'in 19. yüzy›l›n sonlar›nda ortaya att›¤› "Bireyolufl Soyoluflun Tekrar›-
d›r" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin özet ifade biçimidir.
Haeckel taraf›ndan öne sürülen bu teori, canl› embriyolar›n›n geliflim
süreçleri s›ras›nda, sözde atalar›n›n geçirmifl olduklar› evrimsel süreci tek-
rarlad›klar›n› iddia ediyordu. Örne¤in insan embriyosunun, anne karn›n-
daki geliflimi s›ras›nda önce bal›k, sonra sürüngen özellikleri gösterdi¤ini,
en son olarak da insana dönüfltü¤ünü öne sürüyordu.
Oysa ilerleyen y›llarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo
oldu¤u ortaya ç›km›flt›r. ‹nsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya ç›k-
t›¤› iddia edilen sözde "solungaçlar›n", gerçekte insan›n orta kulak kanal›-
n›n, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin bafllang›c› oldu¤u anlafl›lm›flt›r.
Embriyonun "yumurta sar›s› kesesi"ne benzetilen k›sm›n›n da gerçekte be-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
252
bek için kan üreten bir kese oldu¤u ortaya ç›km›flt›r. Haeckel'in ve onu iz-
leyenlerin "kuyruk" olarak tan›mlad›klar› k›s›m ise, insan›n omurga kemi-
¤idir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya ç›kt›¤› için "kuyruk" gibi gö-
zükmektedir.
Bunlar bilim dünyas›nda herkesin bildi¤i gerçeklerdir. Evrimciler de
bunu kabul ederler. Önde gelen Darwinistlerden George Gaylord Simpson
ve W. Beck, "Haeckel evrimsel geliflimi yanl›fl bir flekilde ortaya koydu. Bu-
gün canl›lar›n embriyolojik geliflimlerinin geçmifllerini yans›tmad›¤› art›k
kesin olarak biliniyor." diye yazarlar.320
16 Ekim 1999 tarihli New Scientist dergisinde yay›nlanan bir makale-
de Haeckel'in Biyogenetik Kanunu için flöyle denmektedir:
(Haeckel) bunu Biyogenetik Kanunu olarak adland›rd› ve bu görüfl rekapi-
tülasyon olarak ünlendi. Asl›nda Haeckel'in de¤iflmez gibi görünen kural›-
n›n k›sa süre sonra yanl›fl oldu¤u ortaya ç›kt›. Örne¤in insan embriyosunun
Ernst Haeckel, yap-t›¤› sahte embriyoçizimleriyle, bilimdünyas›n› bir as›rboyunca aldatt›.
Ba¤›fl›kl›k, "Körelmifl Organlar" ve Embriyoloji
253
hiçbir zaman bal›klar gibi solungaçlar› yoktur ve hiçbir zaman yetiflkin
bir sürüngene veya maymuna benzeyen bir evreden geçmez.321
American Scientist'te yay›nlanan bir makalede ise flöyle denmektedir:
Biyogenetik yasas› (Rekapitülasyon teorisi) art›k tamamen ölmüfltür. 1950'li
y›llarda ders kitaplar›ndan ç›kar›ld›. Asl›nda bilimsel bir tart›flma olarak 20'li
y›llarda sonu gelmiflti.322
Konunun daha da ilginç bir baflka yönü ise, Ernst Haeckel'in asl›nda
ortaya att›¤› Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarl›k-
lar› yapm›fl olmas›d›r. Haeckel, bal›k ve insan embriyolar›n› birbirine ben-
zetebilmek için sahte çizimler yapm›flt›r. Bunun ortaya ç›kmas›ndan sonra
yapt›¤› savunma ise, di¤er evrimcilerin de benzeri sahtekarl›klar yapt›¤›-
n› belirtmekten baflka bir fley de¤ildir:
Bu yapt›¤›m sahtekarl›k itiraf›ndan sonra kendimi ay›planm›fl ve k›nanm›fl
olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum fludur ki; suçlu durumda yan
yana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü bi-
yolog vard›r ki, onlar›n ç›kard›klar› en iyi biyoloji kitaplar›nda, tezlerinde ve
dergilerinde benim derecemde yap›lm›fl sahtekarl›klar, kesin olmayan bilgi-
ler, az çok tahrif edilmifl fle-
matize edilip yeniden düzen-
lenmifl flekiller bulunuyor.323
Ünlü bilim dergisi Scienceda, 5 Eylül 1997 tarihli say›s›n-
da, Haeckel'in embriyo çizimle-
rinin bir sahtekarl›k ürünü ol-
du¤unu aç›klayan bir makale
yay›nland›. "Haeckel'in Embri-
yolar›: Sahtekarl›k Yeniden
Keflfedildi" bafll›kl› yaz›da flöy-
le denmektedir:
Londra'daki St. George's Hos-
pital Medical School'dan
embriyolog Michael Richard-
son, "(Haeckel'in çizimleri-
nin) verdi¤i izlenim, yani
embriyolar›n birbirine çok
254
Haeckel'in sahte çizimleri
Son y›llarda yap›lan gözlemler, farkl› canl›lar›n embriyolar›n›n hiç de Haeckel'in gösterdi¤igibi benzer olmad›klar›n› ortaya koymufl durumda. Üstteki memeli, sürüngen ve yarasa embriyolar› aras›ndaki farkl›l›k, bunun aç›k bir örne¤i.
Ünlü bilim dergisiScience, 5 Eylül1997 tarihli say›s›n-da, Haeckel'in emb-riyo çizimlerinin birsahtekarl›k ürünüoldu¤unu aç›klayanbir makale yay›nlad›.Makalede embriyola-r›n gerçekte birbirle-rinden çok farkl› oldu-¤u anlat›l›yordu.
benzedikleri izlenimi yanl›fl" diyor... O ve arkadafllar› Haeckel'in çizdi¤i tür-
deki ve yafltaki canl›lar›n embriyolar›n› yeniden inceleyerek ve foto¤raflaya-
rak kendi karfl›laflt›rmalar›n› yapm›fllar. Richardson, Anatomy and Embryologydergisine yazd›¤› makalede, "embriyolar ço¤u zaman flafl›rt›c› derecede fark-
l› görünüyorlar" diye not ediyor.
Haeckel'in, embriyolar› benzer gösterebilmek için, baz› organlar› ka-
s›tl› olarak çizimlerinden ç›kard›¤›n› ya da hayali organlar ekledi¤ini bil-
diren Science dergisi, yaz›n›n devam›nda flu bilgileri vermektedir:
Richardson ve ekibinin bildirdi¤ine göre, Haeckel sadece organlar eklemek
ya da ç›karmakla kalmam›fl, ayn› zamanda farkl› türleri birbirlerine benzer
gösterebilmek için büyüklükleri ile oynam›fl, bazen embriyolar› gerçek bo-
yutlar›ndan on kat farkl› göstermifl. Dahas› Haeckel farkl›l›klar› gizleyebil-
mek için, türleri isimlendirmekten kaç›nm›fl ve tek bir türü sanki bütün bir
hayvan grubunun temsilcisi gibi göstermifl. Richardson ve ekibinin belirtti-
¤ine göre, gerçekte birbirlerine çok yak›n olan bal›k türlerinin embriyola-
r›nda bile, görünümleri ve geliflim süreçleri aç›s›ndan çok büyük farkl›l›k-
lar bulunuyor. Richardson, "Haeckel'in çizimleri) biyolojideki en büyük
sahtekarl›klardan biri haline geliyor" diyor.
Science'taki makalede, Haeckel'in bu konudaki itiraflar›n›n bu yüzy›-
l›n bafl›ndan itibaren her nas›lsa, örtbas edildi¤inden ve sahte çizimlerinin
ders kitaplar›nda bilimsel gerçek gibi okutulmaya bafllamas›ndan da flöy-
le söz edilmektedir:
Haeckel'in itiraflar›, çizimlerinin 1901'de Darwin and After Darwin isimli bir
kitapta kullan›lmas›ndan sonra ortadan kayboldu. Ve çizimler, ‹ngilizce bi-
yoloji ders kitaplar›nda genifl çapl› olarak ço¤alt›ld›.324
K›sacas›, Haeckel'in çizimlerinin bir sahtekarl›k oldu¤u henüz 1901
y›l›nda ortaya ç›km›fl, ama tüm bilim dünyas› bu çizimlerle bir as›r boyun-
ca aldat›lmaya devam etmifltir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
256
eryüzündeki canl›lar, bilim adamlar› taraf›ndan befl (veya bazen al-
t›) aleme ayr›l›r. Buraya kadar, ço¤unlukla canl›l›¤›n en büyük ale-
mi olan hayvanlar alemi (Animalia) üzerinde durduk. Canl›l›¤›n kö-
kenini ele ald›¤›m›z bir önceki bölümde ise, di¤er iki alem olan Pro-
karyotlar› ve Protistalar› ilgilendiren proteinleri, genetik bilgiyi, hücrenin
yap›s›n› ve bakterileri inceledik. Bu noktada üzerinde durulmas› gereken
bir di¤er önemli konu, bitkiler aleminin (Plantae) kökenidir.
Hayvanlar›n kökenini incelerken karfl›laflt›¤›m›z tablonun ayn›s›n›,
bitkilerin kökeninde de buluruz. Bitkiler, son derece kompleks yap›lara sa-
hiptir ve bu yap›lar›n rastlant›sal etkilerle ortaya ç›kmas› da, birbirlerine
dönüflmesi de mümkün de¤ildir. Fosil kay›tlar› da farkl› bitki s›n›flamala-
r›n›n yeryüzünde bir anda ve kendilerine özgü yap›lar›yla ortaya ç›kt›kla-
r›n› ve arkalar›nda evrimsel bir süreç bulunmad›¤›n› göstermektedir.
Bitki Hücresinin Kökeni
Bitkilerin ve hayvanlar›n hücreleri, "ökaryot" olarak bilinen hücre ti-
pini oluflturur. Ökaryot hücrelerin en belirgin özellikleri, bir hücre çekir-
de¤ine sahip olmalar› ve genetik bilgilerini kodlayan DNA molekülünün
de bu çekirde¤in içinde yer almas›d›r. Öte yandan bakteriler gibi baz› tek
hücreli canl›lar›n ise hücre çekirde¤i yoktur ve DNA molekülü hücre için-
de serbest haldedir. Bu ikinci tip hücrelere "prokaryot" hücre ad› verilir. Bu
hücre yap›s›, bakteriler için ideal bir tasar›md›r, çünkü bakteri popülas-
yonlar›n›n yaflamlar› aç›s›ndan son derece önemli bir ifllem olan "plasmid
transferi" (hücreden hücreye yap›lan DNA aktar›m›), prokaryot hücrenin
serbest DNA yap›s› sayesinde mümkün olur.
Y
B‹TK‹LER‹N KÖKEN‹
257
Evrim teorisi ise, canl›l›¤› "ilkelden geliflmifle" do¤ru bir s›ralamaya
yerlefltirmek zorunda oldu¤u için, prokaryotlar›n "ilkel" hücreler oldu¤u-
nu, ökaryotlar›n ise bu hücrelerden evrimleflti¤ini varsaymaktad›r.
Bu iddian›n tutars›zl›¤›na geçmeden önce, prokaryot hücrelerin hiç
de "ilkel" olmad›¤›n› belirtmekte yarar vard›r. Bir bakterinin 2000 civar›n-
da geni vard›r. Her bir gen ise 100 kadar harf (flifre) içerir. Bu da bakteri-
nin DNA's›ndaki bilginin en az 2 yüzbin harf uzunlu¤unda olmas› demek-
tir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA's›n›n içerdi¤i bilgi, her biri 10
bin kelimelik 20 romana denktir.325 ‹flte her bir bakterinin DNA's›nda kod-
lu bu bilgilerdeki herhangi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çal›flma sistemi-
ni bozacak kadar önemlidir. Bakterilerin gen flifrelerinde bir aksakl›k ol-
mas› ise, çal›flma sistemlerinin bozulmas› ve dolay›s›yla ölümü anlam›na
gelir.
Rastlant›sal de¤iflikliklere karfl› koyan bu hassas yap› yan›nda, bakte-
riler ile ökaryot hücreler aras›nda hiçbir "ara form" bulunmay›fl› da, evrim-
ci iddiay› temelsiz k›lmaktad›r. Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücrelerinin
ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluflan kompleks canl›lara dönüflme-
si senaryosunun temelsizli¤ini flu sözleriyle itiraf eder:
Evrimde aç›klanmas› en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canl›lardan,
nas›l olup da organelli ve kompleks hücrelerin meydana geldi¤ini bilimsel
olarak aç›klamakt›r. Esas›nda bu iki form aras›nda gerçek bir geçifl formu da
Yeryüzündeki yafla-m›n temelini bitkiler
oluflturur. Bitkilerhem besin üretmele-ri, hem de atmosfer-
deki oksijeni sa¤la-malar› nedeniyle can-
l›l›¤›n vazgeçilmezflart›d›r.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
258
Prokaryot hücrelerin (solda), zaman içinde ökaryot hücrelere (sa¤da) dönüfltü¤üyönündeki evrimci varsay›m, hiçbir bilimsel temele dayanmamaktad›r.
bulunamam›flt›r. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu kompleks yap›y› tümüy-
le tafl›rlar, herhangi bir flekilde daha basit yap›l› organelleri olan ya da bun-
lardan birinin daha ilkel oldu¤u bir gruba veya canl›ya rastlanmam›flt›r. Ya-
ni tafl›nan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit ve ilkel formlar› yoktur.326
"Evrim teorisinin ›srarl› bir savunucusu olan Prof. Ali Demirsoy'u bu
derece aç›k itiraflar› yapmaya iten nedir?" sorusu akla gelebilir. Bu soru-
nun cevab›, bakteri hücresi ile bitki hücresi aras›ndaki büyük yap›sal fark-
l›l›klara bak›ld›¤›nda aç›kça görülmektedir:
1) Bakteri hücresinin hücre duvar›, polisakarid ve proteinden oluflur-
ken, bitki hücresinin hücre duvar› bunlardan tamamen farkl› bir yap› olan
selülozdan oluflur.
2) Bitki hücresinde zarla çevrili, son derece kompleks yap›lara sahip
pek çok organel varken, bakteri hücresinde hiç organel yoktur. Bakteri
hücresinde sadece serbest halde dolaflan çok küçük ribozomlar vard›r. Bit-
ki hücresindeki ribozomlar ise daha büyüktür ve zarlara ba¤l›d›r. Ayr›ca
her iki ribozom tipi de farkl› yollarla protein sentezi gerçeklefltirir.
3) Bakteri hücresindeki ve bitki hücresindeki DNA'lar›n yap›lar› bir-
birlerinden farkl›d›r.
4) Bitki hücresindeki DNA molekülü çift katl› bir zarla korunurken,
bakteri hücresindeki DNA molekülü hücre içerisinde serbest durmaktad›r.
5) Bakteri hücresindeki DNA molekülü biçim olarak kapal› bir ilmik
görünümündedir, yani daireseldir. Bitki hücresindeki DNA molekülü ise
do¤rusal biçimdedir.
6) Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgi tafl›r-
Bitkilerin Kökeni
259
ken, bitki hücresindeki DNA molekülü, bitkinin tümüne ait bilgileri tafl›r.
Örne¤in meyveli bir a¤ac›n kökleri, gövdesi, yapraklar›, çiçekleri ve mey-
vesine ait tüm bilgiler, a¤ac›n tüm hücrelerinin her birinin çekirde¤indeki
DNA'da ayr› ayr› bulunmaktad›r.
7) Baz› bakteri türleri fotosentetiktir, yani fotosentez yaparlar. Ancak
bitkilerden farkl› olarak bakteriler hidrojen sülfit ile sudan ziyade, baflka
bileflikleri k›rar ve oksijen b›rakmazlar. Ayr›ca fotosentetik bakterilerde
(örne¤in cyano bakterisinde) klorofil ve fotosentetik pigmentler, klorop-
last içinde bulunmazlar. Bunlar hücrenin içinde çeflitli zarlar›n içine gömü-
lü olarak da¤›lm›fllard›r.
9) Bakteri hücresi ile bitki/hayvan hücresindeki mesajc› RNA'lar›n
biyokimyasal yap›lar› birbirlerinden oldukça farkl›d›r.327
Hücrenin yaflayabilmesinde mesajc› RNA son derece hayati bir görev
üstlenmifltir. Ancak mesajc› RNA hem ökaryot hem de prokaryot hücreler-
de ayn› hayati görevi üstlenmifl olmas›na ra¤men, biyokimyasal yap›lar›
birbirlerinden farkl›d›r. Science dergisinde yay›nlanan bir makalesinde
Darnell konuyla ilgili olarak flöyle yazar:
Mesajc› RNA oluflumunun biyokimyas›nda ökaryotlar ve prokaryotlar k›-
yasland›¤›nda fark o kadar büyüktür ki, prokaryot hücreden ökaryot hücre-
ye evrim olas› de¤ildir.328
Yukar›da birkaç örne¤ini verdi¤imiz bakteri ve bitki hücreleri aras›n-
daki büyük yap›sal farkl›l›klar, evrimci biyologlar› büyük ç›kmaza sok-
maktad›r. Baz› bakterilerin ve bitki hücrelerinin sahip olduklar› ortak yön-
ler olmas›na ra¤men, bu yap›lar genel olarak birbirlerinden oldukça fark-
l›d›r. Bu farkl›l›klar ve hiçbir fonksiyonel "ara form"un mümkün olmama-
s›, bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleflti¤i iddias›n› bilimsel yön-
den geçersiz k›lmaktad›r.
Nitekim Prof. Ali Demirsoy, "Karmafl›k hücreler hiçbir zaman ilkel
hücrelerden evrimsel süreç içerisinde geliflerek meydana gelmemifltir." di-
yerek bu gerçe¤i kabul eder.329
Endosimbiosis Tezi ve Geçersizli¤i
Bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleflmesinin mümkün olma-
y›fl›, evrimci biyologlar› bu konuda spekülatif teoriler üretmekten al›koy-
mam›flt›r. Ancak yap›lan deneyler ortaya at›lan bu hipotezleri destekleme-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
260
mektedir.330 Bu teorilerden en popüler olan› ise "endosimbiosis" tezidir.
Bu tez, 1970 y›l›nda Lynn Margulis taraf›ndan ortaya at›lm›flt›r. Mar-
gulis, bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaflamlar› sonucunda bitki ve
hayvan hücrelerine dönüfltüklerini iddia etmektedir. Bu teze göre, bitki
hücreleri, bir bakteri hücresinin bir baflka fotosentetik bakteriyi yutmas›y-
la ortaya ç›km›flt›r. Fotosentetik bakteri, ana hücrenin içerisinde evrimlefle-
rek kloroplast haline gelmifltir. Son olarak ana hücrede, her nas›l olduysa,
çekirdek, golgi, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son derece
kompleks yap›lara sahip organeller evrimleflmifltir. Böylece bitki hücreleri
oluflmufltur.
Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryodan baflka bir fley de¤ildir. Nite-
kim, konu hakk›nda otorite say›lan pek çok bilim adam› taraf›ndan da çok
yönlü olarak elefltirilmifltir: Bu bilim adamlar›na örnek olarak D. Lloyd331,
M. Gray, W. Doolittle332, R. Raff ve H. Mahler verilebilir.
Endosimbiosis tezinin dayand›r›ld›¤› özellik, hücre içerisindeki klo-
roplastlar›n ana hücredeki DNA'dan ayr› olarak kendi DNA'lar›n› içerme-
sidir. Bu özellikten yola ç›karak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastla-
r›n ba¤›ms›z hücreler olduklar› ileri sürülür. Ne var ki kloroplastlar detay-
l› olarak incelendi¤inde, bu iddian›n tutars›zl›¤› ortaya ç›kmaktad›r.
Endosimbiosis tezini geçersiz k›lan noktalar flunlard›r:
1) E¤er kloroplastlar iddia edildi¤i gibi geçmiflte ba¤›ms›z hücreler
iken büyük bir hücre taraf›ndan yutulmufl olsalard›, bunun tek bir sonucu
olurdu; o da, bunlar›n ana hücre taraf›ndan sindirilmesi ve besin olarak
kullan›lmas›d›r. Çünkü söz konusu ana hücrenin d›flar›dan besin yerine
yanl›fll›kla bu hücreleri ald›¤›n› varsaysak bile, ana hücre sindirim enzim-
leriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabii bu durumu baz› evrimciler "sindirim
enzimleri yok olmufltu" diyerek geçifltirebilirler. Ama bu, aç›k bir çeliflkidir.
Çünkü e¤er sindirim enzimleri yok olmufl olsayd›, bu kez ana hücrenin
beslenemedi¤i için ölmesi gerekirdi.
2) Yine, tüm imkans›zlar›n gerçekleflti¤ini ve kloroplast›n atas› oldu¤u
iddia edilen hücrelerin, ana hücre taraf›ndan yutuldu¤unu varsayal›m. Bu
kez karfl›m›za baflka bir problem ç›kar: Hücre içerisindeki bütün organelle-
rin plan› DNA'da flifre olarak bulunmaktad›r. E¤er ana hücre yuttu¤u di-
¤er hücreleri organel olarak kullanacaksa, onlara ait bilgiyi de DNA's›nda
flifre olarak önceden bulunduruyor olmas› gerekirdi. Hatta yutulan hücre-
Bitkilerin Kökeni
261
lerin DNA'lar› da ana hücreye ait bilgilere sahip olmal›yd›. Böyle bir fley ise
elbette imkans›zd›r; hiçbir canl› kendisinde bulunmayan bir organ›n gene-
tik bilgisini tafl›maz. Ana hücrenin DNA's›yla, yutulan hücrelerin DNA'la-
r›n›n birbirlerine sonradan "uyum sa¤lamalar›" da mümkün de¤ildir.
3) Hücre içinde çok büyük bir uyum vard›r. Kloroplastlar ait oldukla-
r› hücreden ba¤›ms›z hareket etmez. Kloroplastlar protein sentezlemede
ana DNA'ya ba¤›ml› olmalar›n›n yan›nda ço¤alma karar›n› da kendileri
almaz. Bir hücrede tek bir tane kloroplast ve tek bir tane mitokondri yok-
tur. Say›lar› birden fazlad›r. T›pk› di¤er organellerin yapt›¤› gibi bunlar›n
say›lar› hücrenin aktivitesine göre artar ya da azal›r. Bu organellerin ken-
di bünyelerinde ayr›ca bir DNA bulunmas›n›n özellikle ço¤almalar›nda
çok büyük faydas› vard›r. Hücre bölünürken, çok say›daki kloroplast da
ayr›ca ikiye bölünerek say›lar›n› 2'ye katlad›klar›ndan, hücre bölünmesi
daha k›sa sürede ve seri olarak gerçekleflir.
4) Kloroplastlar bitki hücresi için son derece hayati önemi olan güç je-
neratörleridir. E¤er bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok
fonksiyonu iflleyemez. Bu da canl›n›n yaflayamamas› demektir. Hücre için
bu derece önemli olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sentezlenen prote-
inlerle gerçeklefltirilir. Ancak kloroplastlar›n bu proteinleri sentezlemek
için kendi DNA'lar› yeterli de¤ildir. Proteinlerin büyük ço¤unlu¤u hücre-
deki ana DNA kullan›larak sentezlenir.333
Böyle bir uyumu deneme-yan›lma metoduyla elde etmeye çal›fl›rken,
DNA üzerinde meydana gelebilecek de¤iflikliklerin ne gibi etkileri olabi-
lir? Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir de-
¤ifliklik kesinlikle canl›ya yeni bir özellik kazand›rmaz, aksine sonuç ke-
sinlikle zararl› olur. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri adl› kitab›nda bu
durumu flu sözleriyle aç›klamaktad›r:
Hat›rlayacaks›n›z, hemen hemen her zaman bir organizman›n DNA's›nda
bir de¤iflikli¤in olmas› onun için zararl›d›r; baflka bir deyiflle yaflam›n› sür-
dürebilme kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapal›m: Shakes-
peare'in oyunlar›na rastgele eklenen cümlelerin onlar› daha iyi yapmas› pek
olas› de¤ildir... Temelinde DNA de¤ifliklikleri ister mutasyonla, ister bizim
d›flar›dan bilerek ekledi¤imiz yabanc› genlerle olsun, yaflam› sürdürebilme
ihtimalini azaltma özelliklerinden dolay› zararl›d›r.334
Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar bilimsel deneylere ve bu deney-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
262
lerin sonuçlar›na dayan›larak ortaya at›lmam›flt›r. Çünkü bir bakterinin
baflka bir bakteriyi yutmas› gibi bir olgu hiçbir flekilde gözlenmemifltir.
Moleküler biyolog P. Whitfield, bu durumu flöyle ifade etmektedir:
Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belki de tüm endosimbiotik teorinin da-
yand›¤› hücresel mekanizmad›r. E¤er bir prokaryot bir di¤erini içine alamaz
ise, endosimbiozun nas›l kuruldu¤unu tahmin etmek güçtür. Maalesef, Mar-
gulis ve endosimbioz teori için hiçbir modern örnek yoktur.335
Fotosentezin Kökeni
Evrim teorisini bitkilerin kökeni konusunda tümüyle ç›kmaza sokan
bir di¤er konu, bitki hücrelerinin nas›l olup da fotosentez yapmaya baflla-
d›klar› sorusudur.
Fotosentez, yeryüzündeki yaflam›n en temel ifllemlerinden biridir.
Bitki hücreleri, içlerindeki kloroplastlar sayesinde su, karbondioksit ve gü-
nefl ›fl›¤›n› kullanarak niflasta üretirler. Hayvanlar ise, kendi besinlerini
üretemez ve bitkilerden gelen niflastay› kullan›rlar. ‹flte bu nedenle foto-
sentez kompleks yaflam›n temel flart›d›r. ‹flin daha da ilginç yan› ise, son
derece kompleks bir ifllem olan fotosentezin henüz tam olarak çözüleme-
mifl olufludur. Modern teknoloji, fotosentezi taklit etmek bir yana, detayla-
r›n› çözmeyi bile henüz baflaramam›flt›r.
Peki, nas›l olur da evrimciler bu denli kompleks bir ifllem olan foto-
sentezin do¤al ve rastlant›sal süreçlerin bir ürünü oldu¤una inanabilirler?
Evrimci varsay›mlara göre, bitki hücreleri fotosentez yapabilmek
için, fotosentez yapabilen bakterileri yutup kloroplasta çevirmifllerdir. Pe-
ki bakteriler fotosentez gibi kompleks bir ifllemi yapmay› nereden ö¤ren-
mifllerdir? Hatta daha da önce, neden böyle bir ifllem yapmaya bafllam›fl-
lard›r? Evrimci senaryonun di¤er sorulara oldu¤u gibi bu soruya da vere-
bilece¤i hiçbir bilimsel cevab› yoktur. Bir evrimci kaynakta yer alan yo-
rumlar, bu konunun ne denli yüzeysel ve "masals›" bir bak›fl aç›s›yla de-
¤erlendirildi¤ini göstermektedir:
‹lkel okyanuslarda oldukça fazla say›da bakteri ve besin de¤eri tafl›yan mo-
leküller vard›. Zamanla okyanuslardaki bakterilerin besinleri azald› ve bak-
teriler besin bulamamaya bafllad›lar. Ve birden bakteriler kendi besinlerini
kendileri üretmeye bafllad›lar. Bu arada yeryüzüne gelen ultraviyole ve gö-
rünür ›fl›k aras›ndan bakteriler ultraviyolenin zararl›, görünür ›fl›¤›nsa yarar-
Bitkilerin Kökeni
263
Bitki hücresi, günümüzde hiçbir laboratuvarda gerçeklefltirilemeyen bir ifllemi,yani "fotosentez" ifllemini gerçeklefltirir. Bitki hücresinde bulunan "kloroplast"isimli bir organel sayesinde bitkiler su, karbondioksit ve günefl ›fl›¤›n› kullanarakniflasta üretirler. Bu besin maddesi, yeryüzündeki besin zincirinin ilk halkas›d›r veyeryüzündeki tüm canl›lar›n besin kayna¤›d›r. Bu çok kompleks ifllemin ayr›nt›la-r› günümüzde hala tam olarak çözülememifltir.
Kloroplast
Klorofil
l› oldu¤unu bildiler. Besin elde etmek için zararl› olan ultraviyole ›fl›¤› de¤il
de, görünür ›fl›¤› kullanmalar› gerekti¤ini keflfettiler.336
Yine baflka bir evrimci kaynak olan Life on Earth adl› kitapta, fotosen-
tezin kökeni flöyle anlat›l›r:
Bakteriler önce okyanuslarda çeflitli karbon bileflikleri ile beslenirlerdi. Say›-
lar› artt›kça besin k›tl›¤› çekmeye bafllad›lar. Farkl› bir besin kayna¤› bulabi-
lenler baflar›l› olacakt› ve sonuçta baz›lar› baflar›l› oldu. Çevrelerinden haz›r
besin bulmaktansa Günefl'ten ihtiyaçlar› olan enerjiyi alarak, hücre duvarla-
r› içinde kendi besinlerini üretmeye bafllad›lar.337
K›sacas› evrimci kaynaklar, insan›n bile sahip oldu¤u tüm teknoloji
ve bilgiye ra¤men henüz baflaramad›¤› fotosentez gibi bir ifllemin bakteri-
ler taraf›ndan bir flekilde tesadüfen "keflfedildi¤ini" söylemektedir. Bir ma-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
264
saldan hiç fark› olmayan bu anlat›mlar›n hiçbir bilimsel de¤eri yoktur. Ko-
nuyu biraz daha detayl› olarak inceleyenler ise, fotosentezin evrim ad›na
büyük bir ç›kmaz oldu¤unu kabul etmek durumunda kal›rlar. Örne¤in
Prof. Ali Demirsoy bu konuda flu itirafta bulunur:
Fotosentez oldukça kompleks bir olayd›r ve bir hücrenin içerisindeki orga-
nelde ortaya ç›kmas› olanaks›z görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin bir-
den oluflmas› olanaks›z, tek tek ortaya ç›kmas› da anlams›zd›r.338
Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth ise, fotosentezin, bu yetene¤e
sahip olmayan bir hücre taraf›ndan sonradan "ö¤renilemeyecek" bir ifllem
oldu¤unu belirtir:
Hiçbir hücre, biyolojik bir ifllevi sözcü¤ün gerçek anlam›nda "ö¤renme" ola-
na¤›na sahip de¤ildir. Bir hücrenin solunum ya da fotosentez yapma gibi bir
ifllevi do¤uflu s›ras›nda yerine getirebilecek konumda olmay›p, daha sonraki
yaflam süreci içinde bunun üstesinden gelebilecek duruma gelmesi, bu iflle-
vi sa¤layacak beceriyi edinmesi olanaks›zd›r.339
Fotosentez, rastlant›lar sonucu geliflemeyece¤ine ve bir hücre taraf›n-
dan sonradan ö¤renilemeyece¤ine göre, yeryüzünde yaflayan ilk bitki hüc-
relerinin fotosentez yapmak için özel olarak yarat›lm›fl olduklar› ortaya ç›k-
maktad›r. Yani Allah bitkileri, fotosentez yetene¤iyle birlikte yaratm›flt›r.
Alglerin Kökeni
Evrim teorisi, kökenini aç›klayamad›¤› bitki hücrelerinin zaman için-
de algleri, yani su yosunlar›n› oluflturdu¤unu varsayar. Alglerin kökeni
çok eski devirlere kadar uzanmaktad›r. Öyle ki, 3.4-3.1 milyar yafl›nda fo-
silleflmifl alg kal›nt›lar› bulunmufltur. ‹lginç olan, bu ola¤anüstü derecede
eski canl›lar›n dahi son derece kompleks ve günümüzde yaflayan örnekle-
rinden farks›z yap›lara sahip olmas›d›r. Science News'da yay›nlanan bir
makalede flöyle denir:
3.4 milyar y›l öncesine ait mavi-yeflil alg ve bakteri fosillerinin her ikisi de G.
Afrika'daki kayalarda bulunmufltur. Daha da ilgi çekici olan, pleurocapsale-
an alg ile modern pleurocapsalean algin hemen hemen birbirlerine denk ol-
duklar›n›n ortaya ç›kmas›d›r.340
Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth ise, sözde "ilkel" alglerin komp-
leks yap›s› hakk›nda flu yorumu yapar:
Bugüne kadar bulunabilmifl en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mi-
Bitkilerin Kökeni
265
neraller içindeki fosilleflmifl cisimlerdir ve bunlar›n 3 milyar y›ldan daha
uzun bir geçmiflleri vard›r. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile ol-
dukça kompleks ve ustaca organize edilmifl yaflam biçimlerini temsil etmek-
tedirler.341
Evrimci biyologlar, söz konusu alglerin zaman içinde di¤er deniz bit-
kilerini oluflturdu¤unu ve 450 milyon y›l kadar önce de bir flekilde "kara-
ya tafl›nd›klar›n›" kabul etmektedirler. Bir baflka deyiflle, hayvanlar›n "su-
dan karaya geçifl" senaryosu oldu¤u gibi, bitkilerin de bir "sudan karaya
geçifl" senaryosu vard›r. Ancak bu geçifl senaryosu da hayvanlar›nki gibi
son derece tutars›z ve çeliflkilidir. Evrimci kaynaklar ço¤u kez konuyu
"algler bir flekilde kendilerini karaya at›p buraya uyum sa¤lad›lar" gibi
masals› ve bilim d›fl› yorumlarla geçifltirmeye çal›fl›rlar. Ancak bu dönüflü-
mü imkans›z k›lacak çok say›da etken vard›r. Bunlardan en önemlilerine
k›saca bir göz atal›m:
1- Kuruma Tehlikesi: Suda yaflayan bir bitkinin karada yaflayabilme-
si için öncelikle yüzeyinin fazla su kayb›ndan korunmas› gerekmektedir.
Aksi takdirde bitki kuruyacakt›r. Kara bitkileri, kurumadan korunmak
için özel sistemlerle donat›lm›flt›r. Bu sistemlerde çok önemli detaylar var-
d›r. Örne¤in bu koruma öyle bir yolla yap›lmal›d›r ki, oksijen ve karbon-
dioksit gibi önemli gazlar hiçbir engelle karfl›laflmadan bitkinin içine girip,
d›flar› ç›kabilmelidir, ayn› zamanda buharlaflman›n sa¤lanmas› da önlen-
melidir. E¤er böyle bir sistem bitkide yoksa, bitkinin bu sistemin geliflme-
sini bekleyecek milyonlarca y›l zaman› da yoktur. Böyle bir durumda bit-
ki bir süre sonra kurur ve ölür.
2- Beslenme: Su bitkileri, ihtiyaçlar› olan suyu ve mineralleri do¤ru-
dan içinde bulunduklar› sudan al›rlar. Dolay›s›yla karaya ç›k›p, yaflamaya
çal›flan bir su yosununun beslenme problemi ortaya ç›kacakt›r. Bunu hal-
letmeden yaflam›n› sürdürmesi ise imkans›zd›r.
3- Üreme: Su yosununun karadaki k›sa ömrü s›ras›nda üremek için
herhangi bir f›rsat› da olamaz. Çünkü üreme hücrelerini da¤›tmak için su-
yu kullan›rlar. Karada üreyebilmeleri için kara bitkilerinde oldu¤u gibi
çok hücreli üreme organlar›na sahip olmalar› gereklidir. Karadaki bitkile-
rin üreme hücreleri ise, kendilerini kurumaktan koruyan özel hücrelerle
kaplanm›fllard›r. Kendini karada bulan bir su yosununun da bu üreme
hücreleri kuruma tehlikesine karfl› hiçbir flekilde korunamayacaklard›r.
4- Oksijenin y›k›c› etkisinden korunma: Karaya geçti¤i iddia edilen
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
266
su yosunu, oksijeni o
ana kadar suda çö-
zünmüfl olarak alm›fl-
t›r. Evrimcilerin iddi-
as›na göre karaya geç-
ti¤i anda oksijeni da-
ha önce hiç karfl›lafl-
mad›¤› bir biçimde,
yani havadan direkt
olarak almak zorunda
kal›r. Bilindi¤i gibi
normal flartlar alt›nda
havadaki oksijenin
organik maddeler
üzerinde y›k›c› etkisi
vard›r. Karada yafla-
yan canl›lar bu etki-
den zarar görmeme-
lerini sa¤layacak sistemlere sahiptirler. Su yosunu ise, bir su bitkisidir, do-
lay›s›yla oksijenin olumsuz etkilerinden korunmak için gerekli olan en-
zimlere sahip de¤ildir. Bu yüzden karaya geçti¤i anda oksijenin zararl› et-
kisinden kurtulmas› mümkün de¤ildir. Böyle bir sistemin oluflmas›n›
"beklemesi" de söz konusu de¤ildir, çünkü bu flekilde yaflayamaz.
Alglerin sudan karaya geçifli iddias›n› çeliflkili hale getiren bir baflka
nokta da, böyle bir geçifli gerektirecek do¤al bir etken olmay›fl›d›r. 450 mil-
yon y›l önceki alglerin do¤al ortamlar›n› düflünelim. Denizlerin sular›, on-
lara ideal bir ortam sunmaktad›r. Örne¤in sular onlar› afl›r› s›caklardan ko-
ruyup izole etmekte ve ihtiyaçlar› olan her türlü inorganik minerali sa¤la-
maktad›r. Ayn› zamanda da fotosentez yoluyla günefl ›fl›nlar›n› emebil-
mekte, suda çözünen karbondioksitten kendi karbonhidratlar›n› (fleker ve
niflasta) yapabilmektedirler. Dolay›s›yla su yosunlar›n›n karada yaflamala-
r›n› gerektirecek, evrimci deyimle bu yönde bir "selektif avantaj" sa¤laya-
cak hiçbir durum yoktur.
Tüm bunlar, alglerin karaya ç›karak kara bitkilerini oluflturduklar›
fleklindeki evrimci varsay›m›n, tümüyle bilim d›fl› bir senaryo oldu¤unu
göstermektedir.
Bitkilerin Kökeni
267
Okyanusta serbest halde yüzen algler
Yine Karbonifer Devri'ne ait olan
bu 300 milyon y›ll›k at t›rna¤› bit-
kisi, günümüzde yaflayan benzer-
lerinden farks›z bir yap›dad›r.
Jurasik Devri'ne ait olan yaklafl›k 180 milyon y›ll›k
bu bitki, önceki devirlerde hiçbir atas› olmadan,
özgün ve kusursuz yap›s›yla ortaya ç›km›flt›r.
140 milyon y›l yafl›ndaki
Archaefructus türüne ait
bu fosil, bilinen en eski
angiosperm (çiçekli bitki)
kal›nt›s›d›r. Bugünkü
benzerlerinden fark› ol-
mayan bitki, çiçekleri ve
mevyesi ile kusursuz bir
yap›ya sahiptir.
Angiospermlerin Kökeni
Karada yaflayan bitkilerin fosil tarihi ve yap›sal özelliklerini inceledi-
¤imizde ise, yine karfl›m›za evrim teorisinin öngörülerine hiç uymayan bir
tablo ç›kar. Neredeyse her biyoloji kitab›nda karfl›laflaca¤›n›z "bitkilerin
evrim a¤ac›"n›n tek bir dal›n› bile do¤rulayan bir bitki fosili serisi yoktur.
Ço¤u bitki, fosil kay›tlar›nda oldukça tatmin edici kal›nt›lara sahiptir, ama
bu kal›nt›lar›n hiçbiri bir türden di¤erine ara geçifl formu özelli¤i göster-
mez. Hepsi kendi içlerinde özel ve orijinal olarak yarat›lm›fl, apayr› türler-
dir ve birbirleri aras›nda herhangi bir evrimsel ba¤lant› yoktur. Evrimci
paleontolog E. C. Olson'un kabul etti¤i gibi, "ço¤u yeni bitki grubu aniden
ortaya ç›kar ve kendilerine yak›n hiçbir atalar› yoktur."342
Michigan Üniversitesi'nde fosil bitkiler üzerine çal›flmalar yapan bo-
tanikçi Chester A. Arnold, flu yorumu yapar:
Uzun bir zaman boyunca, soyu tükenmifl olan bitkilerin, flu anda yaflamakta
olanlar›n geçirmifl olduklar› geliflim aflamalar›n› ortaya ç›karaca¤› umut edil-
di. Ancak aç›kl›kla kabul edilmelidir ki, bu beklenti sadece çok s›n›rl› bir de-
receye kadar gerçekleflebilmifltir. Oysa paleobotanik araflt›rmalar bir yüzy›l›
aflk›n bir süredir devam etmektedir.343
Arnold, paleobotaninin (bitkisel fosil biliminin) evrimi destekleyici
bir sonuç ortaya koymad›¤›n›, "fiimdiye kadar günümüze ait hiçbir bitki-
nin bafllang›c›ndan bugüne kadar olan evrimsel akrabal›k tarihini izleme
imkan›m›z olmad›." diyerek de kabul eder.344
Bitkilerin evrimi iddias›n› en aç›k biçimde reddeden fosil bulgular›,
çiçekli bitkilere aittir. Çiçekli bitkiler ya da biyolojik tan›m›yla angios-
permler, 43 ayr› familyaya bölünmüfllerdir ve bu 43 farkl› familyan›n her
biri de, arkalar›nda hiçbir ilkel "ara form" izi bulunmadan fosil kay›tlar›n-
da aniden ortaya ç›karlar. Bu gerçek 19. yüzy›lda da fark edilmifl ve hatta
bu nedenle Darwin angiospermlerin kökenini "rahats›z edici bir s›r" ola-
rak tan›mlam›flt›r. Darwin'den bu yana yap›lan tüm araflt›rmalar ise sade-
ce bu s›rr›n "rahats›z edici"lik dozaj›n› art›rm›fl bulunmaktad›r. Evrimci
paleobotanikçi N. F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm Origins adl› kita-
b›nda flu itiraf› yapar:
Karadaki bitkilerin en dominant grubu olan angiospermlerin evrimsel köke-
ni, bilim adamlar›n› 19. yüzy›l›n ortalar›ndan beri flafl›rtmaktad›r... Detaylar-
daki birkaç istisna d›fl›nda, bu soruna tatminkar bir cevap bulunamay›fl› de-
Bitkilerin Kökeni
269
Karbonifer Devri'ne ait olan bue¤relti otu fosili, Fas'ta Jera-
da bölgesinde bulunmufl-tur. ‹lginç olan, 320 mil-
yon y›l yafl›nda olanbu fosilin, günümüz-
deki e¤relti otla-r›ndan farks›z
olufludur.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
270
vam etmektedir ve sonunda ço¤u biyolog bu sorunun fosil kay›tlar›yla çö-
zülmesinin imkans›z oldu¤u sonucuna varm›flt›r.345
Bir baflka paleobotanikçi C. B. Beck ise flöyle yazmaktad›r:
Gerçekte, angiospermlerin kökeni ve evrimi hakk›ndaki s›r, bugün de, Dar-
win'in 1879'da bu problemi vurgulad›¤› zaman oldu¤u kadar büyük ve etki-
leyicidir... Verebildi¤imiz hiçbir kesin cevap yoktur, çünkü vard›¤›m›z so-
nuçlar sürekli olarak dolayl› delillere dayanmak zorundad›r ve do¤al olarak
son derece spekülatif ve yorumsald›r.
Daniel Axelrod ise, The Evolution of Flowering Plants, in The EvolutionLife adl› kitab›nda, çiçekli bitkilerin kökeni konusunda flu yorumu yapar:
Angiospermlere, yani çiçekli bitkilere yol açan ilkel grup, fosil kay›tlar›nda
henüz tespit edilmemifltir ve yaflayan hiçbir angiosperm böyle bir ba¤lant›-
ya iflaret etmemektedir.346
Bütün bunlar›n bize gösterdi¤i tek bir sonuç vard›r: Tüm canl›lar gi-
bi bitkiler de yarat›lm›fllard›r. ‹lk ortaya ç›kt›klar› andan itibaren bütün
mekanizmalar› eksiksiz olarak vard›r. Evrimci literatürde kullan›lan "za-
manla geliflim, tesadüflere ba¤l› de¤iflimler, ihtiyaçlar sonucunda ortaya
ç›kan adaptasyonlar" gibi terimler, hiçbir gerçekli¤e karfl›l›k gelmemekte-
dir ve bilimsel bir anlamlar› yoktur.
271
arwinist teoriyi bilimsel bulgular karfl›s›nda sorgularken baflvurul-
mas› gereken en temel kaynaklardan biri, kuflkusuz Darwin'in ken-
di koydu¤u k›staslard›r. Darwin, teorisini ortaya atarken, bu teori-
nin nas›l yanl›fllanabilece¤ine dair birtak›m somut ölçüler de ortaya
koymufltur. Türlerin Kökeni kitab›nda, pek çok yerde, "e¤er teorim do¤ruy-
sa" diye bafllayan pasajlar yer al›r ve Darwin, bu pasajlarda teorisinin ge-
rektirdi¤i bulgular› tarif eder.
Darwin'in "e¤er teorim do¤ruysa" diye bafllayan söz konusu k›staslar›-
n›n önemli bir k›sm› fosillerle ve "ara form"larla ilgilidir. Darwin'in bu yön-
deki "kehanetlerinin" gerçekleflmedi¤ini, aksine fosil kay›tlar›n›n Darwi-
nizm'in tam aksi bir sonuç ortaya ç›kard›¤›n› önceki bölümlerde inceledik.
Bunlar›n yan›nda, Darwin bizlere teorisini test etmek için çok önem-
li bir k›stas daha vermifltir. Öyle ki, bu k›stas, Darwin'in teorisini "kesinlik-
le y›kabilecek" kadar somuttur. Darwin flöyle yazm›flt›r:
E¤er birbirini takip eden çok say›da küçük de¤ifliklikle kompleks bir or-
gan›n oluflmas›n›n imkans›z oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle y›k›lm›fl
olacakt›r. Ama ben böyle bir organ göremiyorum.347
Darwin'in buradaki kast›n› iyi incelemek gerekir. Bilindi¤i gibi, Dar-
winizm canl›lar›n kökenini iki bilinçsiz do¤a mekanizmas› ile aç›klamak-
tad›r: Do¤al seleksiyon ve rastlant›sal de¤ifliklikler (yani mutasyonlar).
Darwinist teoriye göre, bu iki mekanizma, canl› hücresinin kompleks ya-
p›s›n›, kompleks canl›lar›n vücut sistemlerini, gözleri, kulaklar›, kanatlar›,
akci¤erleri, yarasalar›n sonar›n› ve daha milyonlarca kompleks tasar›ml›
sistemi meydana getirmifltir.
Ancak son derece kompleks yap›lara sahip olan bu sistemler, nas›l
‹ND‹RGENEMEZKOMPLEKSL‹K
D
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
272
olur da iki bilinçsiz do¤al etkenin ürünü say›labilir? ‹flte bu noktada Dar-
winizm'in baflvurdu¤u kavram, "indirgenebilirlik" kavram›d›r. Söz konu-
su sistemlerin çok daha basit hale indirgenebileceklerini ve sonra da kade-
me kademe geliflmifl olabilecekleri iddia edilir. Her kademe, canl›ya biraz
daha avantaj sa¤layacak, böylece do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilecektir.
Daha sonra tesadüfen küçük bir geliflme daha olacak, bu da avantaj sa¤la-
y›p seçilecek ve bu süreç devam edecektir. Bu sayede, Darwinizm'in iddi-
as›na göre, önceden gözü olmayan bir canl› türü kusursuz bir göze sahip
olacak, önceden uçamayan bir baflka tür de kanatlan›p uçar hale gelecek-
tir.
Bu hikaye evrimci kaynaklarda çok ikna edici ve makul bir hikaye gi-
bi anlat›l›r. Oysa biraz bile düflünüldü¤ünde, ortada çok büyük bir yan›l-
g› oldu¤u görülmektedir. Bu yan›lg›n›n birinci yönü, kitab›n önceki sayfa-
lar›nda inceledi¤imiz bir konudur: Mutasyonlar›n gelifltirici de¤il, tahrip
edici bir mekanizma oluflu. Yani canl›lara isabet edecek rastlant›sal mutas-
yonlar›n bu canl›lara "avantaj" sa¤lamalar›, hem de bunu binlerce kez üst
üste yapmalar›, tüm bilimsel gözlemlere ayk›r› bir hayaldir.
Ancak yan›lg›n›n bir de çok önemli bir yönü daha vard›r. Dikkat edi-
lirse, Darwinist teori, bir noktadan bir baflka noktaya (örne¤in kanats›z
canl›dan kanatl› canl›ya) do¤ru giden aflamalar›n hepsinin tek tek "avan-
tajl›" olmas›n› gerektirmektedir. A'dan Z'ye do¤ru gidecek bir evrim süre-
cinde, B, C, D... U, Ü, V ve Y gibi tüm "ara" kademelerin canl›ya mutlaka
avantaj sa¤lamas› gerekmektedir. Do¤al seleksiyon ve mutasyonun bilinç-
li bir flekilde önceden hedef belirlemeleri mümkün olmad›¤›na göre, tüm
teori canl› sistemlerinin avantajl› küçük kademelere "indirgenebilece¤i"
varsay›m›na dayanmaktad›r.
‹flte Darwin bu nedenle "e¤er birbirini takip eden çok say›da küçük
de¤ifliklikle kompleks bir organ›n oluflmas›n›n imkans›z oldu¤u gösteril-
se, teorim kesinlikle y›k›lm›fl olacakt›r" demifltir.
Darwin, 19. yüzy›l›n ilkel bilim düzeyi içinde canl›lar›n indirgenebi-
lir bir yap›da olduklar›n› düflünmüfl olabilir. Ancak 20. yüzy›l›n bilimsel
bulgular›, gerçekte canl›lardaki pek çok sistem ve organ›n, basite indirge-
nemez olduklar›n› ortaya koymufl durumdad›r. "‹ndirgenemez kompleks-
lik" ad› verilen bu olgu, Darwinizm'i, tam da Darwin'in endifle etti¤i gibi
"kesinlikle" y›kmaktad›r.
‹ndirgenemez Komplekslik
273
Bakteri Kamç›s›‹ndirgenemez komplekslik kavram›n› bilim dünyas›n›n gündemine
tafl›yan en önemli isim, ABD'deki Lehigh Üniversitesi'nden biyokimyac›
Michael J. Behe'dir. Behe, 1996 y›l›nda yay›nlanan Darwin's Black Box: TheBiochemical Challange to Evolution adl› kitab›nda, canl› hücresinin ve di¤er
baz› biyokimyasal yap›lar›n indirgenemez kompleks yap›s›n› incelemekte
ve bunlar›n evrimle aç›klanmas›n›n imkans›z oldu¤unu aç›klamaktad›r.
Behe'ye göre, canl›l›¤›n kökeninin gerçek aç›klamas›, "yarat›l›fl"t›r.
Behe'nin kitab› Darwinizm'e karfl› çok büyük bir darbedir. Nitekim
Notre Dame Üniversitesi'nden felsefe profesörü Peter van Inwagen, bu ki-
tab›n önemini flöyle vurgulam›flt›r:
E¤er Darwinistler bilimsel gerçeklerle dolu bu kitab›, önemsemeyerek, yan-
l›fl anlayarak veya ona gülüp geçerek karfl›larlarsa, bu durum bugün Darwi-
nizm'in bilimsel bir teori olmaktan çok bir ideoloji oldu¤u yönündeki gitgi-
de yay›lan flüpheler için önemli bir kan›t olacakt›r.348
Behe'nin kitab›nda indirgenemez kompleks sistemlere verdi¤i ilginç
örneklerden biri, bakteri kamç›s›d›r.
Bu organ, baz› bakteriler taraf›ndan s›v› bir ortamda hareket edebil-
mek için kullan›l›r. Organ, bakterinin hücre zar›na tutturulmufltur ve can-
l› ritmik bir biçimde dalgaland›rd›¤› bu kamç›y› bir palet gibi kullanarak
diledi¤i yön ve h›zda yüzebilir.
Bu bir elektrik motorudur. Ama buelektrik motoru bir ev aletinde yada tafl›tta de¤il, bir bakterinin üze-rinde yer al›r. Bakteriler milyonlar-ca y›ld›r sahip olduklar› bu motorsayesinde "kamç›" ad› verilen or-ganlar›n› hareket ettirir ve su için-de yüzerler.Bakteri kamç›s›n›n motoru1970'lerde keflfedilmifl ve bilimdünyas›n› flaflk›na çevirmifltir. Çün-kü yaklafl›k 250 ayr› molekülerparçadan oluflan bu "indirgene-mez kompleks" organ›n Darwin'inöne sürdü¤ü rastlant› mekanizma-lar› ile aç›klanmas› imkans›zd›r.
Bakterilerin kamç›s›, uzun zamand›r bilinmektedir. Ancak son 10 y›l
içindeki gözlemler, bu kamç›n›n detayl› yap›s›n› ortaya ç›kar›nca bilim
dünyas› flaflk›na dönmüfltür. Çünkü kamç›n›n, önceden san›ld›¤› gibi basit
bir titreflim mekanizmas›yla de¤il, çok karmafl›k bir "organik motor" ile ça-
l›flt›¤› ortaya ç›km›flt›r.
Bakterinin hareketli motoru, elektrik motorlar›yla ayn› mekanik özel-
li¤e sahiptir. ‹ki ana bölüm söz konusudur: Bir hareketli k›s›m (rotor) ve
bir dura¤an k›s›m (stator).
Bu organik motor, mekanik hareketler oluflturan di¤er sistemlerden
farkl›d›r. Hücre, içinde ATP molekülleri halinde sakl› tutulan haz›r enerji-
yi kullanmaz. Bunun yerine kendine özel bir enerji kayna¤› vard›r: Bakte-
ri, zar›ndan gelen bir asit ak›fl›ndan ald›¤› enerjiyi kullan›r. Motorun ken-
di iç yap›s› ise ola¤anüstü derecede komplekstir. Kamç›y› oluflturan yakla-
fl›k 240 ayr› protein vard›r. Bunlar kusursuz bir mekanik tasar›mla yerleri-
ne yerlefltirilmifltir. Bilim adamlar› kamç›y› oluflturan bu proteinlerin, mo-
toru kapat›p açacak sinyalleri gönderdiklerini, atom boyutunda harekete
imkan sa¤layan mafsallar oluflturduklar›n› ya da k›rbac› hücre zar›na ba¤-
layan proteinleri hareketlendirdiklerini belirlemifllerdir. Motorun iflleyifli-
ni basitlefltirerek anlatmak amac›yla yap›lan modellemeler bile, sistemin
karmafl›kl›¤›n›n anlafl›lmas› için yeterlidir.
Sadece bakteri kamç›s›n›n bu kompleks yap›s› dahi tüm bir evrim te-
orisini çökertmek için yeterlidir. Çünkü kamç› hiçbir flekilde basite indir-
genemeyecek bir yap›dad›r. Kamç›y› oluflturan moleküler parçalar›n tek
bir tanesi bile olmasa, ya da kusurlu olsa, kamç› çal›flmaz ve dolay›s›yla
bakteriye hiçbir faydas› olmaz. Bakteri kamç›s›n›n ilk var oldu¤u andan
itibaren eksiksiz olarak ifllemesi gerekmektedir. Bu gerçek karfl›s›nda ev-
rim teorisinin "kademe kademe geliflim" iddias›n›n anlams›zl›¤›, bir kez
daha aç›kça ortaya ç›kmaktad›r. Nitekim bugüne kadar hiçbir evrimci bi-
yolog, bakterinin kamç›s›n›n kökenini aç›klamay› denememifltir bile.
Bakteri kamç›s›, evrimcilerin "en ilkel canl›lar" sayd›klar› bakterilerde
dahi, ola¤anüstü tasar›mlar bulundu¤unu gösteren önemli bir gerçektir.
Canl›l›¤›n detaylar›na inildikçe, Darwin'in 19. yüzy›l›n ilkel bilim düzeyi
içinde basit yap›lar sand›¤› organlar›n ne denli kompleks yap›lar oldu¤u
görülmektedir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
274
‹nsan Gözünün Yarat›l›fl›
‹nsan gözü yaklafl›k 40 ayr› hassas parçan›n birleflmesinden oluflan
çok kompleks bir sistemdir. Bu parçalardan sadece bir tek tanesi üzerinde
düflünelim. Örne¤in göz merce¤i... Biz ço¤u zaman fark›nda olmay›z, ama
cisimleri net görmemizi sa¤layan fley, göz merce¤inin her saniye hiç dur-
madan "otomatik odaklama" yapmas›d›r. ‹sterseniz bu konuda küçük bir
deney yapabilirsiniz: ‹flaret parma¤›n›z› havada tutun. Sonra bir parma¤›-
n›z›n ucuna, bir de arkas›ndaki duvara bak›n. Bak›fl›n›z› parma¤›n›zdan
duvara do¤ru her çevirdi¤inizde bir "ayarlama" oldu¤unu hissedeceksiniz.
Bu ayar, göz merce¤inin etraf›ndaki küçük kaslar taraf›ndan yap›l-
maktad›r. Her bak›fl de¤ifliminde bu kaslar devreye girer ve merce¤in flifl-
kinli¤ini de¤ifltirerek ›fl›¤›n do¤ru aç›da k›r›lmas›n› ve istedi¤iniz cismi net
olarak görmenizi sa¤lar. Mercek bu ayar› hayat›n›z boyunca hiç hata yap-
madan her saniye gerçeklefltirmektedir. Foto¤rafç›lar ayn› ayarlamay› fo-
to¤raf makinelerinde elle yaparlar ve do¤ru odaklamay› elde etmek için
bazen uzun uzun u¤rafl›rlar. Modern teknoloji son 10-15 y›lda otomatik
odaklama yapan kameralar üretmifltir, ama hiçbir kamera göz kadar h›zl›
ve kusursuz odaklama yapamamaktad›r.
Bir gözün görebilmesi için ise, bu organ› oluflturan yaklafl›k 40 temel
parçan›n hepsinin de ayn› anda birden var olmas› ve uyum içinde çal›flma-
s› gerekir. Mercek bunlardan sadece biridir. Kornea, konjonktiva, iris, göz
bebe¤i, retina, koroid, göz kaslar›, göz yafl› bezleri gibi di¤er tüm parçalar
olsa ve çal›flsa, ama bir tek göz kapa¤› olmasa göz k›sa sürede büyük bir
tahribata u¤rar ve görme ifllevini yitirir. Yine ayn› flekilde tüm organeller
var olsa ama göz yafl› üretimi dursa göz, birkaç saat içinde kurur, yap›fl›r
ve kör olur.
Gözün bu kompleks yap›s› karfl›s›nda evrim teorisinin "indirgenebilir-
lik" iddias› tüm anlam›n› yitirmektedir. Çünkü gözün ifle yarayabilmesi
için ayn› anda tüm bölümleriyle birlikte var olmas› gerekir. Do¤al seleksi-
yon ve mutasyon mekanizmalar›n›n, gözün onlarca farkl› organelini, bu or-
ganeller son aflamaya kadar hiçbir "avantaj" sa¤lamazken oluflturmalar› el-
bette imkans›zd›r. Prof. Ali Demirsoy, bu gerçe¤i flu sat›rlar›yla kabul eder:
Üçüncü bir itiraza yan›t vermek oldukça zordur. Kompleks bir organ›n, ya-
rar sa¤lasa da birden oluflmas› nas›l mümkün olmufltur? Örne¤in omurgal›-
lardaki gözün merce¤i, retinas›, optik siniri ve görmek için etkili olan di¤er
k›s›mlar› birden nas›l oluflmaktad›r? Çünkü do¤al seçme, görme sinirinden
‹ndirgenemez Komplekslik
275
ayr› olarak retina üzerinde seçici olamaz. Mercek oluflsa dahi retina olmadan
anlam tafl›maz. Görme için tüm yap›lar›n beraberce gelifltirilmesi kaç›n›l-
mazd›r. Ayr› ayr› gelifltirilen k›s›mlar kullan›lmayaca¤› için hem anlams›z
olacak, hem de belki zamanla ortadan kalkacakt›r. Ayn› zamanda hepsini bir-
den gelifltirmek de tahmin edilemeyecek kadar küçük olas›l›klar›n biraraya
gelmesini gerektirmektedir.349
Prof. Demirsoy'un "tahmin edilemeyecek kadar küçük olas›l›klar" sö-
züyle ifade etti¤i gerçek, asl›nda "imkans›zl›k"t›r. Gözün rastlant›lar›n bir
ürünü olmas›, aç›kça imkans›zd›r. Darwin de bu gerçek karfl›s›nda büyük
bir s›k›nt› çekmifl ve hatta bu nedenle bir mektubunda, "Gözleri düflün-
mek ço¤u zaman beni teorimden so¤uttu." itiraf›nda bulunmufltur.350
Darwin Türlerin Kökeni'nde gözün kompleks yarat›l›fl› karfl›s›nda cid-
di bir zorluk çekmifl, tek çözüm olarak da baz› canl›lar›n daha basit, baz›-
lar›n›n ise daha kompleks göz yap›lar› oldu¤una at›fta bulunmufltur. Da-
ha kompleks gözlerin, daha basit gözlerden evrimleflti¤ini iddia etmifltir.
Ancak bu iddia da gerçeklere uygun de¤ildir. Paleontoloji, canl›lar›n yer-
yüzünde son derece kompleks yap›lar›yla ortaya ç›kt›klar›n› göstermekte-
dir. Bilinen en eski görme sistemi, trilobit gözüdür. 530 milyon y›ll›k bu
petek göz yap›s›, önceki bölümlerde de¤indi¤imiz gibi çift mercek siste-
miyle çal›flan bir "optik harika"d›r. Bu durum, Darwin'in "kompleks gözler
ilkel gözlerden evrimleflti" varsay›m›n› da tümüyle geçersiz k›lmaktad›r.
‹nsan gözü, yaklafl›k 40 ayr› parçan›n uyum içinde çal›flmas›yla görür. Bunlar›n biri olma-sa, göz hiçbir ifle yaramaz. Bu 40 ayr› parçan›n her biri de kendi içinde kompleks tasar›m-lara sahiptir. Örne¤in gözün arka k›sm›ndaki retina tabakas›, 11 ayr› katmandan oluflur.(sa¤ üstte) Bu katmanlardan her birinin ayr› görevi vard›r. Evrim teorisi, bu denli komp-leks bir organ›n nas›l olufltu¤u sorusuna cevap verememektedir.
276
"‹lkel Göz"ün ‹ndirgenemez Yap›s›
Kald› ki, Darwin'in "ilkel göz" olarak sözünü etti¤i organlar da, asla
rastlant›larla aç›klanamayan kompleks ve indirgenemez bir yap›ya sahip-
tirler. En basit flekliyle dahi olsa, "görme"nin oluflabilmesi için, bir canl›n›n
baz› hücrelerinin ›fl›¤a duyarl› hale gelmesi, bu duyarl›l›¤› elektriksel sin-
yallere aktaracak bir yetene¤e sahip olmas›, bu hücrelerden beyne gidecek
olan özel sinir a¤›n›n oluflmas› ve beyinde de bu bilgiyi de¤erlendirecek bir
"görme merkezi"nin meydana gelmesi gerekir. Tüm bunlar›n rastlant›sal
olarak ve ayn› anda, ayn› canl›da olufltu¤unu öne sürmek ise ak›l d›fl›d›r.
Evrimci yazar Cemal Y›ld›r›m, evrim teorisini savunmak niyetiyle kaleme
ald›¤› Evrim Kuram› ve Ba¤nazl›k adl› kitab›nda bu gerçe¤i flöyle kabul eder:
Görmek için çok say›da düzene¤in ifl birli¤ine ihtiyaç vard›r: Göz ve gözün
iç düzeneklerinin yan› s›ra beyindeki özel merkezlerle göz aras›ndaki ba¤›n-
t›lardan söz edilebilir. Bu kompleks yap›laflma nas›l oluflmufltur? Biyologla-
ra göre evrim sürecinde, gözün oluflumunda ilk ad›m, kimi ilkel canl›larda
deri üzerinde ›fl›¤a duyarl› küçük bir bölümün belirmesiyle at›lm›flt›r. Ancak
do¤al seleksiyonda bu kadarc›k bir oluflumun kendi bafl›na canl›ya sa¤lad›-
¤› avantaj ne olabilir? Öyle bir oluflumla birlikte beyinde görsel merkez ile
ona ba¤l› sinir a¤›n›n da kurulmas› gerekir. Oldukça kompleks olan bu bir-
birine ba¤l› düzenekler kurulmad›kça "görme" dedi¤imiz olay›n ortaya ç›k-
mas› beklenemez. Darwin varyasyonlar›n rastgele ortaya ç›kt›¤› inanc›nday-
d›. Öyle olsayd›, görmenin gerektirdi¤i o kadar çok say›da varyasyonun or-
ganizman›n de¤iflik yerlerinde ayn› zamanda oluflup uyum kurmas› gizem-
li bir bilmeceye dönüflmez miydi?.. Oysa görme için birbirini tamamlay›c› bir
dizi de¤iflikliklere ve bunlar›n tam bir uyum ve efl güdüm için çal›flmas›na
ihtiyaç vard›r… S›radan bir yumuflakça olan ibi¤in gözünde bizimkinde ol-
du¤u gibi retina, kornea ve selüloz dokulu lens vard›r. fiimdi evrim düzeyle-
ri bu denli farkl› iki türde bir dizi rastlant›y› gerektiren bu yap›laflmay› salt
do¤al seleksiyonla nas›l aç›klayabiliriz?.. Darwincilerin bu soruya doyurucu
yan›t verip veremedikleri tart›fl›labilir...351
Sorun evrim teorisi aç›s›ndan o kadar büyüktür ki, ne kadar detaya
girilirse, o kadar içinden ç›k›lmaz hale gelmektedir. Bu noktada incelen-
mesi gereken önemli bir "detay" da, "›fl›¤a duyarl› hale gelen hücre" hika-
yesidir. Acaba Darwin'in ve di¤er evrimcilerin "görme, tek bir hücrenin ›fl›-
¤a duyarl› hale gelmesiyle bafllam›fl olabilir" derken geçifltirdikleri bu ya-
p›, nas›l bir tasar›ma sahiptir?
‹ndirgenemez Komplekslik
277
Görmenin Kimyas›
Michael Behe, Darwin's Black Box adl› kitab›nda, canl› hücresi yap›s›-
n›n ve tüm di¤er biyokimyasal sistemlerin Darwin ve ça¤dafllar› için bilin-
meyen bir "kara kutu" oldu¤unu vurgular. Darwin, bu kara kutular›n çok
basit yap›lara sahip olduklar›n› ve rastlant›larla oluflabileceklerini varsay-
m›flt›r. Oysa modern biyokimya, bu kara kutular› açm›flt›r ve canl›l›¤›n in-
dirgenemez kompleks yap›s›n› gözler önüne sermifltir. Behe, Darwin'in gö-
zün oluflumu hakk›ndaki yorumlar›n›n da, 19. yüzy›l›n söz konusu ilkel bi-
lim düzeyi nedeniyle baz›lar›na "ikna edici" göründü¤ünü belirtmektedir:
Darwin dünyan›n büyük bir k›sm›n› modern gözün basit bir yap›dan yavafl
yavafl meydana geldi¤ine ikna etmifl görünüyordu, ama görme olay›n›n bafl-
lama noktas›n›n nereden geldi¤ini aç›klamay› denememiflti bile. Aksine Dar-
win, bu basit ›fl›¤a hassas noktan›n yani gözün kökeni sorusunu bilerek göz
ard› etmiflti... Bu soruyu göz ard› etmek için de mükemmel bir bahanesi var-
d›: Bu tamamen on dokuzuncu yüzy›l bilimini aflmaktayd›. Gözün nas›l ça-
l›flt›¤› -yani, ›fl›k fotonlar› retinaya ilk düfltü¤ünde neler oldu¤u- o dönemde
aç›klanamazd›.352
Peki Darwin'in basit bir yap› olarak görüp geçifltirdi¤i bu sistem ger-
çekte nas›l çal›fl›r? Gözün retina takabas›ndaki hücreler, üzerlerine gelen
›fl›k parçac›klar›n› nas›l alg›larlar?
Sorunun cevab› oldukça karmafl›kt›r. Fotonlar retinadaki hücrelere
çarpt›klar›nda, adeta birbiri ard›na ustaca dizilmifl domino tafllar›n› hare-
kete geçirirler. Bu domino tafllar›n›n ilki, "11-cis-retinal" ismi verilen ve fo-
tonlardan etkilenen bir moleküldür. Kendisine foton isabet etti¤i anda 11-
cis-retinal molekülü flekil de¤ifltirir. Bu flekil de¤iflikli¤i, 11-cis-retinal'e
ba¤l› olan "rodopsin" adl› proteinin de fleklini de¤ifltirir. Rodopsin, bu sa-
yede, daha önce hücre içinde yer alan ama fleklinin uyumsuzlu¤u nede-
niyle etkileflim içine giremedi¤i "transdusin" adl› bir baflka proteinle birle-
flebilecek hale gelir.
Transdusin, rodopsinle tepkimeye girmeden önce GDP isimli bir bafl-
ka moleküle ba¤l›d›r. Rodopsin'e ba¤land›¤› anda, GDP'den ayr›l›r ve GTP
isimli yeni bir moleküle ba¤lan›r. Art›k 2 protein (rodopsin ve transdusin)
ve 1 kimyasal molekül (GTP) birbirine ba¤lanm›fl durumdad›r. Bu yeni ya-
p›n›n tümüne "GTP-transdusinrodopsin" ismi verilir.
Ancak daha ifllem yeni bafllam›flt›r. GTP-transdusinrodopsin adl› ye-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
278
ni birleflim, hücrenin içinde önceden beri var olan "fosfodiesteraz" adl› bir
baflka proteinle ba¤lanmaya uygun bir yap›dad›r. Bu ba¤lanma zaman ge-
çirilmeden hemen yap›l›r. Bu ba¤lanman›n sonucunda ise fosfodiesteraz
proteini, yine daha önceden hücre içinde var olan cGMP isimli bir mole-
külü parçalama özelli¤i kazan›r. Bu ifllem birkaç tane de¤il, milyonlarca
protein taraf›ndan gerçeklefltirildi¤i için, hücrenin içindeki cGMP oran›
h›zla düfler.
Peki tüm bunlar›n görmeyle ilgisi nedir? Bu sorunun cevab›n› bul-
mak için, bu ilginç kimyasal reaksiyon zincirinin son aflamas›na bakal›m.
Hücrenin içindeki cGMP yo¤unlu¤unun düflmesi, hücrenin içindeki "iyon
kanallar›"n› etkileyecektir. ‹yon kanallar› dedi¤imiz fley, hücre içindeki
sodyum iyonlar›n›n say›s›n› düzenleyen proteinlerdir. Normalde cGMP
molekülleri, hücreye d›flar›dan sodyum iyonlar› tafl›makta, bir baflka mo-
lekül de fazla iyonlar› d›flar› atmakta ve böylece denge sa¤lanmaktad›r.
Ancak cGMP moleküllerinin say›s› azal›nca, hücredeki sodyum iyonlar›-
n›n da say›s› azal›r. Bu say› azalmas›, hücre içinde elektriksel bir dengesiz-
lik meydana getirir. Bu elektriksel dengesizlik, hücreye ba¤l› olan sinir
hücrelerini etkiler ve bizim "elektrik uyar›s›" dedi¤imiz fley oluflur. Sinir-
ler bunlar› beyne aktar›r ve orada da "görme" dedi¤imiz ifllem yaflan›r.353
K›sacas› tek bir foton, retinadaki hücrelerin tek birisine çarpm›fl ve
birbirini izleyen zincirleme reaksiyonlar sayesinde hücrenin bir elektrik
uyar›s› üretmesini sa¤lam›flt›r. Bu uyar›, fotonun enerjisine göre de¤iflir,
böylece bizim "güçlü ›fl›k", "zay›f ›fl›k" dedi¤imiz kavramlar oluflur. ‹flin en
ilginç yanlar›ndan birisi, üstte anlatt›¤›m›z tüm bu karmafl›k reaksiyonla-
r›n, saniyenin en fazla binde biri kadarl›k k›sa bir sürede olup bitmesidir.
Daha da ilginç olan bir nokta, bu zincirleme reaksiyon tamamland›¤› an-
da, hücre içindeki özel baz› proteinlerin, 11-cis-retinal, rodopsin, transdu-
sin gibi unsurlar› tekrar eski hallerine döndürmüfl olmas›d›r. Çünkü göze
her an yeni fotonlar çarpmaktad›r ve hücredeki zincirleme sistem, bu fo-
tonlar›n her birini yeniden alg›lamal›d›r.
Burada k›saca özetledi¤imiz bu görme iflleminin asl›nda çok daha
kompleks detaylar› vard›r. Ancak bu özet bile, ne kadar muhteflem bir sis-
temle karfl› karfl›ya oldu¤umuzu göstermeye yeter. Gözün içinde öylesine
kompleks, öylesine iyi hesaplanm›fl bir sistem vard›r ki, bu sistemin rast-
lant›larla ortaya ç›kabilece¤ini iddia etmek, aç›kça ak›l d›fl›d›r. Sistem, tü-
müyle indirgenemez kompleks bir yap›ya sahiptir. E¤er birbirleri ile zincir-
‹ndirgenemez Komplekslik
279
leme reaksiyona giren çok say›da moleküler parçan›n tek biri eksik olsa, ya
da uygun yap›ya sahip olmasa, sistem hiçbir flekilde ifllev görmeyecektir.
Bu sistemin Darwinizm'in canl›l›¤a getirdi¤i "tesadüf" aç›klamas›na
büyük bir darbe indirdi¤i aç›kt›r. Michael Behe, gözün kimyas› ve evrim
teorisi hakk›nda flu yorumu yapmaktad›r:
Darwin'in 19. yüzy›lda aç›klayamad›¤› görme olay› ve gözün anatomik ya-
p›s›, gerçekten de hiçbir evrimci mant›kla aç›klanamaz. Evrim teorisinin öne
sürdü¤ü aç›klamalar o kadar basittir ki, gözde yaflanan ve ka¤›da dökülme-
si bile zor olan inan›lmaz derecedeki kompleks ifllemleri asla aç›klayamaz.354
Gözün indirgenemez kompleks yap›s›, bir yandan Darwinist teoriyi
Darwin'in deyimiyle "kesinlikle y›karken", bir yandan da canl›l›¤› üstün
ak›l ve kudret sahibi Allah'›n yaratt›¤›n› göstermektedir.
Istakoz Gözü
Canl›lar dünyas›nda birbirinden çok farkl› göz tipleri vard›r. Biz ge-
nellikle omurgal›lara has olan ve az önce detaylar›n› inceledi¤imiz "kame-
ra tipi göz" yap›s›n› biliriz. Bu yap› ›fl›¤›n k›r›lmas› prensibiyle çal›fl›r. D›-
flar›dan gelen ›fl›k, gözün ön k›sm›ndaki mercekten k›r›larak geçer ve bu
sayede gözün arka k›sm›nda odaklan›r.
Ancak baz› canl›lar›n gözlerinin yarat›l›fl›, çok daha farkl› sistemlerle
ifller. Bunlardan biri, ›stakozun gözünde vard›r. Istakoz gözü, "k›r›lma"
de¤il, "yans›ma" prensibiyle çal›fl›r.
Istakoz gözünün ilk dikkat çeken özelli¤i, yüzeyinin çok say›da kare-
den oluflmas›d›r. Bu kareler, yan sayfadaki resimde görüldü¤ü gibi, son
derece düzgündür. Amerikal› biyolog Hartline, Science dergisindeki bir
makalesinde flöyle der:
Istakoz bugüne kadar gördü¤üm en dikdörtgene benzemez canl›d›r. Ama mik-
roskop alt›nda, ›stakozun gözü kusursuz bir grafik ka¤›d›na benzemektedir.355
Istakoz gözü üzerindeki bu düzgün kareler, asl›nda birer kare priz-
man›n ön yüzeyidir. Bu yap›, ar›lar›n peteklerine benzetilebilir. Bir pete¤i
gördü¤ünüzde önce sadece alt›gen bir yüzeyle karfl›lafl›rs›n›z. Ancak bu
alt›gen yüzeyler, asl›nda içeri do¤ru derinli¤i olan alt›gen prizmalar›n yü-
zeyleridir. Istakoz gözünün fark›, fleklin alt›gen de¤il, kare olufludur.
‹flin daha da ilginç yan› ise, ›stakoz gözündeki bu kare prizmalar›n
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
280
her birinin iç yüzeyinin "ayna" yap›s›nda olmas›d›r. Bu ayna benzeri yü-
zeyler ›fl›¤› kuvvetli biçimde yans›t›r. Bu tasar›m›n en önemli noktas› ise,
bu ayna yüzeylerden yans›yan ›fl›¤›n, daha arka taraftaki retina üzerine
kusursuz bir biçimde odaklanmas›d›r. Gözün içindeki bu prizmalar öyle
bir aç›yla yerlefltirilmifltir ki, hepsi ›fl›¤› hatas›z bir biçimde tek bir nokta-
ya yans›t›r.
Buradaki yarat›l›fl›n ne denli ola¤anüstü oldu¤u aç›kça ortadad›r.
Hepsi kusursuz birer kare prizma olan hücrelerin içi, ayna özelli¤i göste-
ren bir doku ile kapl›d›r. Dahas› bu hücrelerin her biri, ›fl›¤› ayn› noktaya
Istakozun düzgün kare yüzeylerden oluflan bir gözü vard›r. Bu düzgün kareler, asl›ndabirer kare prizman›n ön yüzeyidir. Istakoz gözündeki bu kare prizmalar›n her birinin içyüzeyi "ayna" yap›s›ndad›r. Bu ayna benzeri yüzeyler ›fl›¤› kuvvetli biçimde yans›t›r. Buayna yüzeylerden yans›yan ›fl›k, daha arka taraftaki retina üzerinde kusursuz bir biçim-de odaklan›r. Gözün içindeki bu prizmalar öyle bir aç›yla yerlefltirilmifltir ki, hepsi ›fl›¤›hatas›z bir biçimde tek bir noktaya yans›t›r.
281
yans›tmak üzere çok ince bir geometrik hesapla yerlerine yerlefltirilmifltir.
Istakoz gözünün bu yap›s›n› ilk kez detayl› olarak inceleyen bilim
adam›, ‹ngiltere Sussex Üniversitesi'nden araflt›rmac› Michael Land'dir.
Land, bu göz yap›s›n›n son derece flafl›rt›c› ve hayranl›k uyand›r›c› bir ya-
rat›l›fla sahip oldu¤unu belirtmifltir.356
Istakoz gözündeki bu yarat›l›fl›n evrim teorisi ad›na çok büyük bir so-
run oluflturdu¤u ise aç›kt›r. Öncelikle, göz, "indirgenemez komplekslik"
özelli¤ine sahiptir. E¤er bu gözün ön k›sm›ndaki kare hücreler olmasa, ya
da bu hücrelerin yans›tma özelli¤i olmasa veya arkadaki retina tabakas›
bulunmasa, göz hiçbir flekilde ifllev görmeyecektir. Dolay›s›yla ›stakoz gö-
zünün "kademe kademe" olufltu¤u ileri sürülemez. Bu denli mükemmel
bir yap›n›n bir anda tesadüfen olufltu¤unu öne sürmek ise, tümüyle ak›l
d›fl›d›r. Aç›kt›r ki, Allah, ›stakozun gözünü bu mükemmel sistemiyle bir-
likte yaratm›flt›r.
Istakoz gözünün evrim iddias›n› geçersiz k›lan baflka özellikleri de
vard›r. Bu gözün hangi canl›larda bulundu¤unu inceledi¤imizde, çok il-
ginç bir tablo ile karfl›lafl›r›z. Istakoz örne¤i üzerinde inceledi¤imiz "yan-
s›tma tipi göz yap›s›", sadece "kabuklular s›n›f›" olarak bilinen deniz can-
l›lar›n›n "uzun ön ayakl›lar" olarak bilinen ailesinde bulunur. Bu ailede ›s-
takozlar ve karidesler vard›r.
Kabuklular s›n›f›n›n di¤er üyelerinde ise, "yans›tma tipi göz yap›-
s›"ndan tümüyle farkl› bir prensiple çal›flan "k›r›lma tipi göz yap›s›"na rast-
lan›r. Bu göz yap›s›nda gözün içinde yüzlerce küçük petek vard›r. Ama pe-
tekler ›stakoz gözündeki gibi kare de¤il, alt›gen ya da yuvarlakt›r. Daha da
önemlisi, bu peteklerin içinde ›fl›¤› yans›tan de¤il, k›ran merceklerin bulun-
mas›d›r. Mercekler ›fl›¤› k›rarak arkadaki retina tabakas› üzerinde odaklar.
Kabuklular s›n›f›ndaki türlerin çok büyük bölümünde, söz konusu "k›-
r›lma tipi" mercekli göz yap›s› vard›r. Kabuklular›n sadece iki türü, ›stakoz
ve karideste ise, az önce inceledi¤imiz "yans›tma tipi" aynal› göz vard›r.
Oysa evrimcilerin kabulüne göre, kabuklular s›n›f›na dahil edilen tüm can-
l›lar›n ortak bir atadan evrimleflmifl olmalar› gerekir. E¤er bu iddiay› kabul
edecek olursak, "yans›tma tipi" aynal› göz yap›s›n›n da "k›r›lma tipi" mer-
cekli göz yap›s›ndan evrimleflti¤ini kabul etmek durumunda kal›r›z.
Ancak böyle bir dönüflüm imkans›zd›r. Çünkü her iki göz yap›s› da
kendi sistemleri içinde mükemmel çal›flmaktad›r ve hiçbir "ara" aflama ifle
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
282
yaramayacakt›r. Kabuklu bir canl›n›n gözlerindeki merce¤in yavafl yavafl
yok olmas› ve eskiden merce¤in bulundu¤u yerde aynal› yüzeylerin olufl-
mas›, canl›y› henüz ilk aflamada görme yetene¤inden yoksun b›rakacak ve
dolas›yla do¤al seleksiyon mekanizmas›nda elenmesine neden olacakt›r.
Aç›kt›r ki, her iki göz yap›s› iki ayr› plan üzerine tasarlanm›fl ve ayr› ay-
r› yarat›lm›flt›r. Bu gözlerde öylesine kusursuz bir geometrik düzen vard›r
ki, bunlar›n tesadüfen var oldu¤unu düflünmek büyük bir saçmal›kt›r.
Kulaktaki Tasar›m
Canl›lardaki indirgenemez kompleks organlar›n bir di¤er ilginç örne-
¤i ise, duyma organlar›m›z olan kulaklar›m›zd›r.
Duyma ifllemi, bilindi¤i gibi havada yay›lan titreflimlerle bafllar. Bu
titreflimler kulak kepçesinde güçlendirilir. Araflt›rmalar, kulak kepçesinin
konka ad› verilen k›sm›n›n bir tür megafon görevi yapt›¤›n› ve ses dalga-
lar›n› d›fl kulak yolunda yo¤unlaflt›rd›¤›n› göstermektedir. Bu flekilde ses
dalgalar›n›n fliddeti artar.
Böylece güçlendirilen ses, d›fl kulak yoluna girer. D›fl kulak yolu, ku-
la¤›n kepçeden, zara kadar olan k›sm›d›r. Yaklafl›k üç buçuk santimetre
uzunlu¤undaki d›fl kulak yolunun ilginç bir özelli¤i, düzenli olarak salg›-
‹ndirgenemez Komplekslik
283
lanan kulak s›v›s›d›r. Bu s›v›, bakterileri ve böcekleri kulaktan uzak tutan
antiseptik bir içeri¤e sahiptir. D›fl kulak yolunun yüzeyindeki hücreler ise,
d›fl yöne do¤ru bir spiral oluflturacak flekilde dizilmifltir. Bu sayede kulak
s›v›s› hep kulaktan d›flar› do¤ru akar.
D›fl kulak yolundan bu flekilde geçen ses titreflimleri, kulak zar›na va-
r›r. Kulak zar› öylesine hassast›r ki, molekül boyutundaki titreflimleri bile
alg›lar. Kulak zar›n›n bu hassasiyeti sayesinde, gürültüsüz bir ortamda,
sizden metrelerce uzakta f›s›ldayan bir insan› kolayl›kla duyabilirsiniz. Ya
da iki parma¤›n›z› birbirine yavaflça sürterek elde etti¤iniz titreflimi iflite-
bilirsiniz. Zar›n bir di¤er ola¤anüstü özelli¤i ise, bir titreflim ald›ktan son-
ra, hemen tekrar normal durumuna dönmesidir. Yap›lan hesaplamalar,
kulak zar›n›n, en hassas oldu¤u ses titreflimlerini bile ald›ktan sonra, sani-
yenin binde dördü kadar bir zaman sonra tekrar hareketsiz hale geçti¤ini
göstermifltir. E¤er zar bu denli h›zl› bir biçimde hareketsiz hale dönmesey-
di, duydu¤umuz her ses kula¤›m›z›n içinde yank› yapard›.
Kulak zar›, kendisine ulaflan titreflimleri güçlendirerek orta kulak böl-
gesine aktar›r. Burada birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden üç kü-
çük kemik vard›r. Örs, çekiç ve üzengi olarak bilinen bu üç kemik, zardan
kendilerine ulaflan titreflimleri yükseltirler.
Ancak orta kula¤›n bir de afl›r› derecede yüksek sesleri afla¤› indir-
mek gibi bir tür "tampon" özelli¤i de vard›r. Bu özellik, örs, çekiç ve üzen-
gi kemiklerini kontrol eden, vücudun en küçük boyuttaki iki kas› taraf›n-
dan sa¤lan›r. Bu kaslar, afl›r› derecede yüksek seslerin iç kula¤a geçirilme-
den önce hafifletilmesini sa¤lar. Bu sayede bizim için flok yaratacak dere-
cede yüksek sesleri daha alçak düzeylerde duyar›z. Bu kaslar bizim kont-
rolümüz d›fl›nda, otomatik olarak devreye girerler. Öyle ki, biz uyurken
yan› bafl›m›zda yüksek sesli bir gürültü meydana geldi¤inde bile, bu kas-
lar hemen kas›l›r ve iç kula¤a giden titreflimin fliddetini düflürür.
Bu denli kusursuz bir tasar›ma sahip olan orta kula¤›n önemli bir
dengeyi korumaya ihtiyac› vard›r. Bu denge, orta kulaktaki hava bas›nc›
ile, kulak zar›n›n öteki taraf›ndaki, yani atmosferdeki hava bas›nc›n›n eflit
olmas› zorunlulu¤udur. Ancak bu denge de düflünülmüfl ve orta kulak ile
d›fl dünya aras›nda hava al›fl verifli sa¤layan bir "havaland›rma kanal›" var
edilmifltir. Bu kanal, orta kulaktan a¤z›m›za kadar uzanan içi bofl bir boru
olan östaki borusudur.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
284
‹ç kula¤›n kompleks yap›s›. Bu kompleks kemik yap›s› içinde, hem vücudumuzun denge-sini sa¤layan denge sistemi hem de titreflimleri sese dönüfltüren son derece hassas biriflitme sistemi bulunmaktad›r.
‹ç Kulak
Dikkat edilirse buraya kadar incelediklerimizin tümü, d›fl ve orta ku-
lakta meydana gelen titreflimlerden ibarettir. Titreflimler sürekli iletilmek-
tedir, ama ortada hala mekanik bir hareketten baflka bir fley yoktur. Yani
ses yoktur.
Bu mekanik hareketlerin sese dönüfltürülmeye bafllamas›, iç kulak ad›
verilen bölgede olur. ‹ç kulakta, içi s›v›yla kapl› olan spiral bir organ yer al›r.
Bu organ› sahip oldu¤u flekil nedeniyle "salyangoz" olarak adland›r›l›r.
Orta kula¤›n en son parças› olan üzengi kemi¤i, salyangozun bafllan-
g›c›ndaki bir zara ba¤l›d›r. Orta kulaktaki mekanik titreflimler, bu ba¤lan-
t›yla iç kula¤›n s›v›s›na aktar›lm›fl olur.
‹ç kulaktaki s›v›ya ulaflan titretiflimler, bu s›v›n›n içinde dalgalanma-
lar oluflturur. Salyangozun iç duvarlar›nda ise, bu s›v›n›n dalgalanmala-
r›ndan etkilenen küçük tüycükler vard›r. Bu tüycükler, s›v›daki dalgalan-
malara göre belli belirsiz flekilde hareketlenir. E¤er güçlü bir ses gelirse,
‹ndirgenemez Komplekslik
285
Utrikulus
Ortak ayak
Ön yar›m daire kanal›
Yan yar›mdaire kanal›
Ampulla
Arka yar›mdaire kanal›
Oval PencereKoklea siniri
Koklea
Vestibüler kanal
Orta kanal
Timpanik kanal
Denge siniri
Sakkulus
‹ç kulaktaki salyangoz adl› organ›n iç yüzeyini kaplayan tüycükler. Bu tüycükler, d›flar›-dan gelen titreflimlerin iç kulak s›v›s› içinde oluflturdu¤u dalgalanmaya göre sal›n›rlar.Böylece tüycüklerin ba¤l› olduklar› hücrelerin elektrik dengesi de¤iflir ve bizim "ses" olarak alg›lad›¤›m›z sinyaller oluflur.
daha fazla say›daki tüycük, daha güçlü bir biçimde e¤ilir. D›fl dünyadaki her
ayr› ses frekans›, bu tüycükler üzerinde ayr› etkileflimler oluflturmaktad›r.
Peki ama bu tüycüklerin hareketinin anlam› nedir? Bir klasik müzik
konseri dinlememizle, arkadafl›m›z›n sesini tan›mam›zla, araba gürültüsü-
nü duymam›zla ve milyonlarca farkl› sesi ay›rt etmemizle, iç kulak salyan-
gozundaki tüycüklerin hareketinin ne gibi bir iliflkisi vard›r?
Cevap çok ilginçtir ve kulaktaki tasar›m›n kompleksli¤ini bizlere bir
kez daha gösterir. Bu tüycükler, asl›nda salyangozun iç duvar›n› çevrele-
yen yaklafl›k 16 bin ayr› hücrenin tepesinde yer alan birer mekanizmad›r.
Tüycükler bir titreflim alg›lad›klar›nda, ayn› domino tafllar› gibi birbirleri-
ni iterek hareket ederler. ‹flte bu hareket, tüycüklerin alt›ndaki hücrelerin
kap›lar›n› açar. Bu sayede hücrelere iyon girifli olur. Tüycükler ters yöne
yatt›klar›nda ise hücre kap›lar› bu kez kapan›r. Bu sürekli hareket, hücre-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
286
lerin kimyasal dengelerini de sürekli de¤ifltirir ve elektrik uyar›lar› üret-
melerini sa¤lar. Bu elektrik uyar›lar›, sinirler arac›l›¤›yla beyne iletilir ve
beyin de bunlar› yorumlayarak ses haline getirir.
Bilim bu sistemin teknik detaylar›n› tam olarak çözememifltir. ‹ç ku-
laktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, d›fl dünyadan
gelen dalgalar›n frekanslar›n›, kuvvetlerini ve ritimlerini de yans›tmay›
baflar›rlar. Bu öylesine kompleks bir ifllemdir ki, bilim bugüne dek, frekans
ayr›flt›rma iflleminin iç kulakta m›, yoksa beyinde mi yap›ld›¤›n› dahi sap-
tayamam›flt›r.
Bu arada iç kulak hücrelerindeki tüycüklerin hareketi de üzerinde
durulmas› gereken ilginç bir noktad›r. Az önce tüycüklerin domino tafllar›
gibi birbirlerini iterek sal›nd›klar›n› söylemifltik. Ancak gerçekte bir tüycü-
¤ün yapt›¤› hareket, ço¤u zaman çok küçük bir harekettir. Yap›lan araflt›r-
malar, tüycü¤ün bir atomun yar›çap› kadar bile hareket etmesinin hücre-
deki reaksiyonun bafllamas› için yeterli olabildi¤ini göstermifltir. Bu konu-
yu inceleyen uzmanlar tüycü¤ün bu hassasl›¤›n› tarif etmek için ilginç bir
örnek verirler. Buna göre, tüycü¤ün ünlü Eyfel Kulesi boyutlar›nda oldu-
¤unu düflünürsek, ona ba¤l› hücredeki etki, bu kulenin tepesinin sadece
üç santimetre oynamas› durumunda bile bafllayabilmektedir.357
Tüycüklerin bir saniyede ne kadar sal›nd›klar› sorusunun cevab› da
çok ilginçtir. Bu, sesin frekans›na göre de¤iflir. Frekans yükseldikçe, tüycük-
lerin sal›n›m say›s› inan›lmaz rakamlara ulafl›r. Örne¤in 20 bin frekansta bir
ses duydu¤umuzda, tüycükler de saniyede 20 bin kez sal›nm›fl olurlar.
Buraya dek inceledi¤imiz tüm bilgiler, bizlere iflitme organ›m›z olan
kulaklar›n ola¤anüstü bir yarat›l›fla sahip oldu¤unu göstermektedir. Ve
dikkat edilirse, bu tamamen "indirgenemez kompleks" bir yap›d›r. Çün-
kü duyman›n gerçekleflebilmesi için, birbirinden ba¤›ms›z çok say›da par-
çan›n eksiksiz ve kusursuz olarak var olmas› gerekmektedir.
Bunlardan biri, örne¤in orta kulaktaki "çekiç" kemi¤i ç›kar›ls›n, ya da
yap›s› bozulsun, art›k o insan hiçbir fley duyamaz. Kula¤›n›z›n duymas›
için; d›fl kulak zar›, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, iç kulak zar›, salganyoz,
salyangoz s›v›s›, alg›lay›c› hücreler, bu hücrelerin titreflimi alg›lamalar›n›
sa¤layan tüycükler, hücrelerden beyne giden sinir a¤› ve beyindeki duy-
ma merkezi gibi farkl› elemanlar›n her birinin eksiksiz olarak var olmas›
gerekir. Sistem "aflama aflama" geliflemez, çünkü ara aflamalar›n hiçbiri
herhangi bir ifle yaramayacakt›r.
‹ndirgenemez Komplekslik
287
Evrimcilerin Kula¤›n Kökeni Hakk›ndaki Yan›lg›lar›
Kulaktaki indirgenemez kompleks sistemin kökeni, evrimciler tara-
f›ndan asla aç›klanamayan bir konudur. Evrimcilerin bu konuda çok nadi-
ren öne sürdükleri "teori"lere bakt›¤›m›zda, flafl›rt›c› derecede basit ve yü-
zeysel mant›klarla karfl›lafl›r›z. Örne¤in Alman biyolog Hoimar Von Dit-
furth'un Im Anfang War Der Wasserstoff adl› kitab›n› Türkçe'ye çeviren ve
medyadaki yaz›lar›yla "evrim uzman›" statüsü edinen Veysel Atayman ad-
l› yazar, kula¤›n kökeni hakk›ndaki "bilimsel" teorisini ve sözde delilini
flöyle özetlemektedir:
‹flitme organ›m›z kula¤›m›z da, derimiz dedi¤imiz, endoderm ve egzoderm
tabakalar›n›n evrimi sonucunda olufltu. Hala bas sesleri karn›m›z›n derisin-
de hissetmemiz bir kan›t!358
Yani evrimci yazar Atayman, kula¤›n, vücudumuzun di¤er bölgele-
rindeki standart deri tabakalar›ndan evrimleflti¤ini düflünmekte, bas ses-
leri derimizde hissetmemizi de bu düflüncesine kan›t olarak görmektedir.
Önce Atayman'›n "teorisini', sonra da sözde "kan›t›n›" ele alal›m. Ku-
la¤›n onlarca farkl› parçadan oluflan kompleks yap›s›n› az önce inceledik.
Bu yap›n›n "deri tabakalar›n›n evrimi" ile ortaya ç›kt›¤›n› öne sürmek, tek
kelimeyle hayal kurmakt›r. Hangi mutasyon-do¤al seleksiyon süreci böy-
le bir evrimi sa¤layacakt›r? Önce kula¤›n hangi parças› oluflacakt›r? Bu te-
sadüf ürünü parça, hiçbir ifllevi olmad›¤› halde nas›l do¤al seleksiyon va-
s›tas›yla seçilecektir? Rastlant›lar, kula¤›n içindeki hassas mekanik denge-
leri, kulak zar›n›, örs, çekiç ve üzengi kemiklerini, bunlar› kontrol eden
kaslar›, iç kula¤›, salyongozu, içindeki s›v›y›, tüycükleri, harekete duyarl›
hücreleri, bunlar›n sinir ba¤lant›lar›n› vs. nas›l oluflturacakt›r?
Bu sorular›n hiçbir cevab› yoktur. Gerçekte tüm bu kompleks yap›n›n
"rastlant›" oldu¤unu öne sürmek, "insan akl›na yönelik bir sald›r›"d›r. Ancak
Michael Denton'›n ifadesiyle, "bir Darwinist, bu düflünceyi en ufak bir flüp-
he belirtisi bile göstermeden kabul eder!"359 Evrimciler gerçekte do¤al se-
leksiyon-mutasyon mekanizmalar›n›n da ötesinde, en kompleks yarat›l›fla
sahip sistemleri tesadüflerle oluflturan "sihirli de¤nek"lere inanmaktad›rlar.
Atayman'›n bu hayali teorisine verdi¤i "kan›t" ise daha da ilginçtir.
"Bas sesleri derimizde hissetmemiz kan›t" demektedir. Ses dedi¤imiz kav-
ram, gerçekte havada yay›lan birtak›m titreflimlerdir. Titreflim fiziksel bir
etki oldu¤una göre, elbette dokunma duyumuz taraf›ndan da alg›lanabi-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
288
lir. Dolay›s›yla yüksek ve bas bir sesi fiziksel olarak hissetmemiz, son de-
rece normaldir. Dahas›, bu sesler cisimleri de fiziksel olarak etkiler. Çok
güçlü kolonlar›n kullan›ld›¤› bir odada pencere camlar›n›n k›r›lmas› bu-
nun bir örne¤idir. ‹lginç olan, evrimci yazar Atayman'›n bunlar› "kula¤›n
evrimi"ne bir delil sanmas›d›r. Atayman, "kulak ses titreflimini alg›lar, de-
rimiz de bu titreflimden etkilenir, demek ki kulak deriden evrimleflmifltir"
diye mant›k yürütmektedir. E¤er Atayman'›n mant›¤› ile düflünülürse "ku-
lak ses titreflimini alg›lar, pencere cam› da bu titreflimden etkilenir, demek
ki kulak pencere cam›ndan evrimleflmifltir" de denebilir. Akl›n s›n›rlar›n›n
bir kez d›fl›na ç›kt›ktan sonra, öne sürülemeyecek "teori" yoktur.
Evrimcilerin kula¤›n kökeni ile ilgili olarak ortaya att›klar› di¤er se-
naryolar da, flafl›lacak derecede tutars›zd›r. Evrimciler, insan dahil, bütün
memeli canl›lar›n sürüngenlerden evrimleflti¤i iddias›ndad›r. Ancak sü-
rüngenlerin kulak yap›lar› ile memelilerin kulak yap›lar› daha önce de
belirtti¤imiz gibi çok farkl›d›r. Bütün memeli canl›lar, az önce anlatt›¤›m›z
ve üç kemikten oluflan orta kulak yap›s›na sahiptirler. Oysa bütün sürün-
genlerin orta kulaklar›nda sadece tek bir kemik vard›r. Evrimciler bu du-
rum karfl›s›nda, sürüngenlerin çenesinde yer alan dört ayr› kemi¤in, tesa-
düfen yer de¤ifltirip orta kula¤a "göç etti¤ini" ve yine tesadüfen tam gere-
ken flekli al›p örs ve üzengi kemiklerine dönüfltü¤ünü iddia ederler. Ayn›
senaryoya göre sürüngenlerin orta kula¤›nda var olan tek kemik de flekil
de¤ifltirerek çekiç kemi¤ine dönüflmüfl ve orta kulaktaki üç kemik aras›n-
daki son derece hassas denge tesadüfen kuruluvermifltir.360
Hiçbir bilimsel bulguya, örne¤in fosil kayd›na dayanmayan bu haya-
li iddia, kendi içinde de son derece çeliflkilidir. Buradaki en önemli nokta,
böyle hayali bir dönüflümün bir canl›y› sa¤›r b›rakacak olmas›d›r. Elbette
çene kemikleri, yavafl yavafl orta kula¤›n›n içine girmeye bafllayan bir can-
l› duymaya devam edemez. Bu tür bir canl› da, evrimcilerin kendi kabul-
lerine göre, di¤er canl›lar aras›nda dezavantajl› hale gelip elenecektir.
Öte yandan, çene kemikleri kulaklar›na do¤ru hareket eden bir canl›-
n›n, çenesi de sakat hale gelecektir. Böyle bir canl›n›n çi¤neme yetene¤i de
çok zay›flayacak, hatta tümüyle yok olacakt›r. Bu da yine canl›n›n deza-
vantajl› hale gelip elenmesi ile sonuçlanacakt›r.
K›sacas› kulaklar›n yap›s›n›n ve kökeninin incelenmesi ile ortaya ç›-
kan sonuçlar, evrimci varsay›mlar› aç›kça geçersiz k›lmaktad›r. Evrimci bir
kaynak olan The Grolier Encyclopedia, bu durum karfl›s›nda "kulaklar›n
‹ndirgenemez Komplekslik
289
kökeni konusu tam bir belirsizlik içindedir" itiraf›n› yapar.361 Belirsizlik,
evrim ad›nad›r. Gerçekte kulaktaki sistemi sa¤duyu ile inceleyen herkes,
bunun Allah'›n üstün yarat›fl›n›n bir ürünü oldu¤unu kolayl›kla görebilir.
Rheobatrachus silus'un Üreme Yöntemi
‹ndirgenemez komplekslik, sadece canl›l›¤›n biyokimyasal düzeyin-
de ya da kompleks organlarda gördü¤ümüz bir özellik de¤ildir. Canl›lar›n
sahip olduklar› daha pek çok biyolojik sistem, indirgenemezlik özelli¤ine
sahiptir ve dolay›s›yla evrim teorisini geçersiz k›lar. Avustralya'da yafla-
yan Rheobatrachus silus türü kurba¤alar›n kulland›¤› ola¤anüstü üreme
yöntemi, bunun bir örne¤idir.
Bu türün diflileri, döllendikten sonra yumurtalar›n› korumak için çok
ilginç bir yöntem kullan›rlar: Kendi yumurtalar›n› yutarlar. Yumurtalar-
dan ç›kan tetarlar (kurba¤a yavrular›) midede kald›klar› 6 hafta boyunca
sürekli geliflir. Peki nas›l olup da tetarlar uzun zaman sindirilmeden mide-
de kalabilmektedir?
Bunun için kusursuz bir sistem yarat›lm›flt›r. Öncelikle anne kurba¤a-
lar, bu 6 haftal›k üreme mevsiminde yemeyi, içmeyi keser. Bu sayede mi-
deleri sadece yavrulara tahsis edilmifl olur. Ancak bir di¤er tehlike, mide-
nin düzenli olarak salg›lad›¤› hidroklorik asit ve pepsindir. Bu salg›lar›n
normal flartlarda yavrular› çok k›sa sürede parçalay›p öldürmesi gerekir.
Ancak buna karfl› çok özel bir önlem al›nm›flt›r. Anne karn›ndaki bu s›v›-
lar, önce yumurta kapsüllerinden, daha sonra da tetarlardan salg›lanan
"prostaglandin E2" adl› salg›yla etkisiz hale getirilir. Böylece yavrular, bir
asit havuzu içinde yüzmelerine ra¤men güvenli bir biçimde büyürler.
Peki ama bu tetarlar annelerinin midesinde neyle beslenir? Bu soru-
na karfl› da özel bir çözüm yarat›lm›flt›r. Bu türe ait yumurtalar, di¤er kur-
ba¤a türlerinin yumurtalar›na göre oldukça büyüktür. Bunun nedeni ise,
yumurtalar›n içine, yavruyu beslemek için protein yönünden çok zengin
bir yumurta sar›s› tabakas› yerlefltirilmifl olmas›d›r. Bu yumurta sar›s›,
yavrular› 6 hafta boyunca beslemek için yeterlidir.
Do¤um an› da kusursuzca yarat›lm›flt›r. Yavrular mideden ç›k›p d›fl
dünyaya ad›m atarken, annenin yemek borusu, do¤um s›ras›ndaki genifl-
leme gibi genifller. Yavrular d›flar› ç›kt›ktan sonra ise anne yemek yemeye
bafllar ve mide eski haline döner.362
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
290
Rheobatrachus silus türü kurba¤alar›n bu ola¤anüstü üreme yöntemi,
evrim teorisini çok aç›k bir biçimde geçersiz k›lmaktad›r. Çünkü bu üreme
sistemi, tamamen "indirgenemez komplekslik" özelli¤ine sahiptir. Siste-
min baflar›l› olabilmesi ve dolay›s›yla kurba¤an›n üreyebilmesi için, bütün
aflamalar›n eksiksiz olmas› flartt›r. Annenin yumurtalar› yutacak ve 6 haf-
ta boyunca da baflka hiçbir fley yemeyecek bir içgüdüye sahip olmas› zo-
runludur. Yumurtalar da, mide asitlerini
etkisiz hale getiren s›v›y› salg›lamal›d›r.
Öte yandan, yumurtalara yavrular›n 6
hafta boyunca beslenmesini sa¤layacak
büyük bir yumurta sar›s› tabakas› eklen-
mesi ya da do¤um an›nda annenin yemek
borusunun genifllemesi de flartt›r. Bunla-
r›n hepsi ayn› anda gerçekleflmezse, üre-
me gerçekleflmeyecek ve kurba¤an›n so-
yu tükenecektir.
Dolay›s›yla bu sistem evrim teorisi-
nin iddia etti¤i gibi aflama aflama ortaya
ç›km›fl olamaz. Dünya üzerindeki ilk Rhe-obatrachus silus türü kurba¤a, bu kusursuz
sisteme sahip olarak var olmufltur. Bir
baflka deyiflle, yarat›lm›flt›r.
Sonuç
Bu bölümde indirgenemez komplekslik kavram›n› sadece birkaç ör-
nek üzerinde inceledik. Gerçekte canl›lar›n ço¤u organ ve sistemi bu özel-
li¤e sahiptir. Özellikle biyokimyasal düzeydeki sistemler, çok say›da ba-
¤›ms›z parçan›n uyum içinde çal›flmas›yla ifllev görür ve hiçbir biçimde
daha basite indirgenemez. Bu gerçek, canl›l›ktaki üstün özellikleri tesadü-
fi süreçlerle aç›klamaya çal›flan Darwinizm'i geçersiz k›lmaktad›r. Darwin,
"e¤er birbirini takip eden çok say›da küçük de¤ifliklikle kompleks bir or-
gan›n oluflmas›n›n imkans›z oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle y›k›lm›fl
olacakt›r" demifltir. Modern biyoloji ise, bu imkans›zl›¤› say›s›z örnekte or-
taya ç›karmakta ve Darwinizm'i "kesinlikle" y›kmaktad›r.
‹ndirgenemez Komplekslik
291
Bu kurbaa¤a türünün diflileri,kuluçka dönemi boyunca yavru-lar›n› midelerinde saklar ve so-nunda onlar› a¤›zlar›nda dünya-ya getirirler. Ancak bu ifllemiçin, yumurtalar›n yap›s›n›nayarlanmas›, mide asitlerinin et-kisiz hale getirilmesi, anneninhaftalarca beslenmeden yaflaya-bilmesi gibi pek çok farkl› ayar-laman›n ayn› anda ve hatas›zolarak devreye girmesi gerekir.
izi¤in en temel kanunlar›ndan biri olan "Termodinami¤in ‹kinci
Kanunu", evrende kendi haline, do¤al flartlara b›rak›lan tüm sis-
temlerin, zamanla do¤ru orant›l› olarak düzensizli¤e, da¤›n›kl›¤a
ve bozulmaya do¤ru gidece¤ini söyler. Canl›, cans›z bütün herfley
zaman içinde afl›n›r, bozulur, çürür, parçalan›r ve da¤›l›r. Bu, er ya da geç
her varl›¤›n karfl›laflaca¤› mutlak sondur ve söz konusu kanuna göre bu
kaç›n›lmaz sürecin geri dönüflü yoktur.
Bu gerçek hepimizin yaflamlar› s›ras›nda da yak›ndan gözlemledi¤i bir
durumdur. Örne¤in bir arabay› çöle götürüp b›rak›r ve aylar sonra durumu-
nu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha geliflmifl, daha bak›m-
l› bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlam›fl, camla-
r›n›n k›r›lm›fl, kaportas›n›n paslanm›fl, motorunun çürümüfl oldu¤unu gö-
rürsünüz. Ayn› kaç›n›lmaz süreç canl› varl›klar için çok daha h›zl› ifller.
‹flte Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, bu do¤al sürecin fiziksel denk-
lem ve hesaplamalarla ifade edilifl biçimidir.
Bu ünlü fizik kanunu, "Entropi Kanunu" olarak da adland›r›l›r. Entro-
pi, fizikte bir sistemin içerdi¤i düzensizli¤in ölçüsüdür. Bir sistemin dü-
zenli, organize ve planl› bir yap›dan düzensiz, da¤›n›k ve plans›z bir hale
geçmesi o sistemin entropisini art›r›r. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar
fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir. Entropi Kanu-
nu, tüm evrenin geri dönüflü olmayan bir flekilde sürekli daha düzensiz,
plans›z ve da¤›n›k bir yap›ya do¤ru ilerledi¤ini ortaya koymufltur.
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu ya da di¤er ad›yla Entropi Kanunu,
do¤rulu¤u teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kan›tlanm›fl bir kanun-
dur. Öyle ki, yüzy›l›m›z›n en büyük bilim adam› kabul edilen Albert Eins-
EVR‹M TEOR‹S‹VE ENTROP‹ YASASI
F
292
tein, bu kanunu "bütün bilimlerin birinci kanunu" olarak tan›mlam›flt›r:
Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen
fleklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin
birinci kanunu oldu¤unu söylemifltir; Sir Arthur Eddington ondan, bütün
evrenin en üstün metafizik kanunu olarak bahseder.363
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan bu temel fizik kanununu bü-
tünüyle göz ard› ederek ortaya at›lm›fl bir iddiad›r. Evrim teorisi bu ka-
nunla temelinden çeliflen tam tersi bir mekanizma öne sürer. Evrim teori-
sine göre, da¤›n›k, düzensiz, cans›z atomlar ve moleküller, zamanla kendi
Bir arabay› do¤al flartlara b›rak›rsan›z, mutlaka y›pran›r, paslan›r ve çürür. Ayn› flekil-de, bilinçli bir düzenleme olmad›¤› sürece, evrendeki tüm sistemler bozulmaya do¤rugider. Bu kaç›n›lmaz bir do¤a yasas›d›r.
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
293
kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve planl› proteinleri,
DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler yap›lar›, ard›ndan da çok
daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve tasar›mlara sahip milyonlarca
canl› türünü ortaya ç›karm›fllard›. Evrime göre, her aflamada daha planl›,
daha düzenli, daha kompleks ve daha organize bir yap›ya do¤ru ilerleyen
bu hayali süreç, Entropi Kanunu'nun ortaya koydu¤u gerçeklere bütünüy-
le ayk›r›d›r. Bu nedenle evrim gibi bir sürecin, en bafl›ndan en sonuna ka-
dar varsay›lan hiçbir aflamas›n›n gerçekleflmesi mümkün de¤ildir. Evrim-
ci bilim adamlar› da bu aç›k çeliflkinin fark›ndad›rlar. J. H. Rush flöyle der:
Evrimin kompleks süreci içinde yaflam, Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nda
belirtilen e¤ilimle belirgin bir çeliflki oluflturur.364
Evrimci bilim adam› Roger Lewin de Science'daki bir makalesinde ev-
rimin termodinamik açmaz›n› flöyle dile getirmektedir:
Biyologlar›n karfl›laflt›klar› problem, evrimin Termodinami¤in ‹kinci Kanu-
nu'yla olan aç›k çeliflkisidir. Sistemler zamanla daha düzensiz yap›lara do¤-
ru bozulmal›d›rlar.365
Kendisi de evrim teorisinin savunucular›ndan olan George Stavropo-
ulos, canl›l›¤›n kendili¤inden oluflmas›n›n termodinamik aç›dan imkan-
s›zl›¤›n› ve fotosentez gibi kompleks canl› mekanizmalar›n kökenini do¤a
kanunlar›yla aç›klaman›n mümkün olmad›¤›n›, ünlü bilimsel yay›n Ame-rican Scientist'te flu ifadelerle kabul etmektedir:
Normal flartlarda, Termodinami¤in ‹kinci Kanunu do¤rultusunda, hiçbir
kompleks organik molekül hiçbir zaman kendi kendine oluflamaz, tersine
parçalan›r. Gerçekte, bir fley ne kadar kompleks olursa o kadar karars›zd›r ve
kesin olarak eninde sonunda parçalan›r, da¤›l›r. Fotosentez, bütün yaflamsal
süreçler ve yaflam›n kendisi, karmafl›k veya kas›tl› olarak karmafl›klaflt›r›lm›fl
aç›klamalara ra¤men, halen termodinamik ya da bir baflka kesin bilim dal›
vas›tas›yla anlafl›lamam›flt›r.366
Görüldü¤ü gibi, evrim iddias› bütünüyle fizik yasalar›na ayk›r› ola-
rak ortaya at›lm›fl bir iddiad›r. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, evrim te-
orisi karfl›s›na bilimsel ve mant›ksal aç›dan afl›lmas› imkans›z bir fiziksel
engel oluflturmaktad›r. Bu engeli aflacak hiçbir bilimsel ve tutarl› aç›klama
getiremeyen evrimciler ise, bu sorunu ancak hayal güçlerinde aflabilmek-
tedirler. Örne¤in Jeremy Rifkin, evrimin, bu fizik kanununu sihirli bir güç-
le aflt›¤›na inand›¤›n› belirtmektedir:
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
294
Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaflam için mevcut olan tüm ener-
jiyi da¤›taca¤›n› söyler. Bizim evrim anlay›fl›m›z ise bunun tam tersidir. Biz
evrimin sihirli bir flekilde yeryüzünde daha büyük bir de¤er ve düzen art›fl›
sa¤lad›¤›na inan›yoruz.367
Bu sözler evrimin bilimsel bir tezden daha çok dogmatik bir inanç bi-
çimi oldu¤unu ifade etmektedir.
Aç›k Sistem Yan›lg›s›
Baz› evrim savunucular›, Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nun yaln›z-
ca "kapal› sistemler" için geçerli oldu¤u, "aç›k sistemler"in ise bu kanunun
d›fl›nda oldu¤u gibi bir savunmaya baflvururlar. Oysa bu iddia baz› evrim-
cilerin, her zamanki gibi, teorilerini ç›kmaza sokan bilimsel gerçekleri çar-
p›tma çabas›ndan öteye gitmez. Nitekim pek çok bilim adam› bu iddian›n
geçersiz oldu¤unu, termodinamikle ba¤daflmad›¤›n› aç›kça belirtmekte-
dir. Bunlardan biri olan Harvard'l› bilim adam› John Ross, Chemical and En-gineering News dergisinde yer alan ifadelerinde, kendisi de evrimci görüfle
sahip olmas›na ra¤men bu gerçek d›fl› iddialar›n önemli bir bilimsel hata
oldu¤unu flöyle belirtir:
... Termodinami¤in ‹kinci Kural›'n›n bilinen hiçbir ihlali yoktur. Normalde
ikinci kural izole sistemler için kullan›l›r, ancak ikinci kural aç›k sistemlere
de ayn› derecede iyi bir flekilde uygulanabilir... Buna ra¤men Termodinami-
¤in ‹kinci Kural›'n›n dengeden uzak sistemler için geçerli olmad›¤› görüflü
hakimdir. Bu hatan›n kendisini sonsuza kadar sürdürmeyece¤inden emin ol-
mak çok önemlidir.368
Aç›k sistem, d›flar›dan enerji ve madde girifl-ç›k›fl› olan bir termodi-
namik sistemdir. Evrimciler de dünyan›n bir aç›k sistem oldu¤unu, Gü-
nefl'ten sürekli bir enerji ak›fl›na maruz kald›¤›n›, dolay›s›yla Entropi Ka-
nunu'nun dünya için geçersiz oldu¤unu ve düzensiz, basit, cans›z yap›lar-
dan düzenli, kompleks canl›lar›n oluflabilece¤ini öne sürmektedirler.
Oysa burada aç›k bir çarp›tma vard›r. Çünkü bir sisteme d›flar›dan
enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için yeterli de¤ildir. Bunun
için ham enerjiyi kullan›labilir hale getirecek özel mekanizmalar gerekir.
Örne¤in bir araban›n, benzindeki enerjiyi ifle dönüfltürmesi için motora,
transmisyon sistemlerine ve bunlar› idare eden kontrol mekanizmalar›na
ihtiyaç vard›r. Böyle bir enerji dönüfltürücü sistem olmasa, araban›n ben-
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
295
zindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacakt›r.
Ayn› durum canl›l›k için de geçerlidir. Canl›l›¤›n enerjisini Günefl'ten
ald›¤› do¤rudur. Fakat Günefl enerjisi, ancak canl›lardaki inan›lmaz komp-
lekslikteki enerji dönüflüm sistemleri (örne¤in bitkilerdeki fotosentez, in-
san ve hayvanlardaki sindirim sistemleri) sayesinde kimyasal enerjiye
çevrilebilmektedir. Örne¤in midesi ve ba¤›rsaklar› olmayan bir insan en
kalorili g›dalar› da yese bu g›dalardaki enerjiyi kullanamaz ve ölür. Bu tür
enerji dönüflüm sistemleri olmasa hiçbir canl› varl›¤›n› devam ettiremez.
Günefl'in de enerji dönüflüm sistemi olmayan bir canl› ya da cans›z bir var-
l›k için, yak›c›, bozucu ve parçalay›c› bir enerji kayna¤› olmaktan baflka bir
anlam› yoktur.
Görüldü¤ü gibi herhangi bir enerji dönüfltürücü mekanizmas› olma-
yan bir sistem, aç›k veya kapal› da olsa, evrim için hiçbir avantaj teflkil et-
memektedir. ‹lkel dünya flartlar›nda do¤ada böyle kompleks ve bilinçli
mekanizmalar›n bulundu¤unu ise, hiç kimse iddia etmemektedir. Zaten
evrimciler aç›s›ndan bu noktadaki problem, bitkilerdeki fotosentez meka-
nizmas› gibi modern teknoloji taraf›ndan bile taklit edilemeyen kompleks
enerji dönüflüm mekanizmalar›n›n nas›l ortaya ç›kt›¤› sorusudur.
‹lkel dünyaya d›flar›dan giren Günefl enerjisinin de bu yüzden hiçbir
flekilde canl›l›ktaki kompleks molekül ve yap›lar›, organize biyolojik sis-
temleri meydana getirecek etkisi yoktur. Dahas›, s›cakl›k ne kadar artarsa
arts›n amino asitler düzenli dizilimlerde ba¤ yapmaya karfl› direnç göste-
rirler. Amino asitlerin çok daha karmafl›k moleküller olan proteinleri, pro-
teinlerin de kendilerinden daha kompleks ve planl› yap›lar olan hücre or-
ganellerini oluflturmalar› için tek bafl›na enerji hiçbir anlam tafl›maz.
Ilya Prigogine ve Öz-Örgütlenme Yan›lg›s›
Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nun evrimsel bir süreci imkans›z k›ld›-
¤›n›n fark›nda olan baz› evrimci bilim adamlar› yak›n geçmiflte Termodina-
mi¤in ‹kinci Kanunu ve evrim teorisi aras›ndaki uçurumu kapatabilmek, ev-
rime bir yol açabilmek umuduyla çeflitli spekülasyonlar üretme gayretine
girmifllerdir.
Termodinami¤i ve evrimi uzlaflt›rma umuduyla ortaya at›lan iddialarla
en fazla ad› duyulmufl olan kifli Belçikal› fizikçi Ilya Prigogine'dir.
Prigogine, Kaos Kuram›'ndan hareket ederek kaostan (karmafladan) dü-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
296
zen oluflabilece¤ine dair birtak›m varsay›mlar ortaya atm›flt›r. Ancak, bütün
çabalar›na ra¤men, termodinami¤i ve evrimi uzlaflt›rmay› baflaramam›flt›r.
Çal›flmalar›nda, fizi¤in yaln›zca istatiksel olarak ele ald›¤› geri-dönü-
flümsüz süreçleri temel yasalara ba¤lamaya çal›fl-
m›fl fakat baflar›s›z olmufltur. Tamamen teorik, ger-
çek hayatta uygulama ve gözlemleme imkan› olma-
yan pek çok matematiksel önermeyi içeren kitapla-
r›, fizik, kimya ve termodinamik alan›nda otorite
say›lan bilim adamlar› taraf›ndan hiçbir somut ve
pratik de¤ere sahip olmamakla elefltirilmifltir.
Örne¤in termodinamik, istatiksel mekanik ve
biçim oluflumu (pattern formation) konular›nda
otorite say›lan fizikçilerden ve Review of ModernPhysics kitab›n›n yazarlar›ndan biri olan P. Hohenberg'in, Prigogine'nin ça-
l›flmas› hakk›ndaki yorumu May›s 1995 tarihli Scientific American dergisin-
de flöyle aktar›l›r:
Teorisinin aç›klad›¤› tek bir olay bile bilmiyorum.369
Wisconsin Üniversitesi'nden teorik fizikçi Cosma Shalizi de Prigogi-
ne'in çal›flmalar›n›n hiçbir somut sonuç ya da aç›klamaya varmamas› hak-
k›nda flunlar› söylemektedir.
(Prigogine'in yazd›¤›) Self Organization in Nonequilibrium Systems (Dengeden
Uzak Sistemlerde Öz Örgütlenme) isimli kitab›n›n tam befl yüz sayfas› için-
de, gerçek verilerle ilgili sadece dört tane grafik var ve modellerinin deney-
sel sonuçlarla karfl›laflt›rmas› hiç yok. Her ikisinin de istatiksel fizi¤in bafll›k-
lar› olmas› d›fl›nda, geri-dönüflümsüzlük hakk›ndaki fikirlerinin hiçbirisi öz-
örgütlenme (self organization) ile ba¤lant›l› de¤il.370
Koyu bir materyalist olan Prigogine'in, fizik alan›nda sürdürdü¤ü ça-
l›flmalar› ayn› zamanda evrim teorisine de destek sa¤lama amac› tafl›m›fl-
t›r. Çünkü önceki sayfalarda gördü¤ümüz gibi, evrim teorisi, Termodina-
mi¤in ‹kinci Kanunu olan Entropi Kanunu ile aç›kça çeliflmektedir. Entro-
pi Kanunu, bilindi¤i gibi her türlü düzenli, organize ve kompleks yap›n›n
do¤al flartlara terk edildi¤inde, düzensizli¤e, bozulmaya ve parçalanmaya
gidece¤ini kesin bir biçimde ortaya koymaktad›r.
Buna karfl›n evrim teorisi düzensiz, da¤›n›k ve bilinçsiz atomlar›n ve
moleküllerin biraraya gelerek kompleks ve organize sistemlere sahip can-
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
297
Ilya Prigogine
l›lar› meydana getirdi¤ini iddia etmektedir.
Prigogine ise, bu tür süreçleri makul hale getirebilecek formüller icat
etme aray›fl›na girmifltir. Ancak tüm çabalar›, teorik denemeler olmaktan
öteye gitmemifl, baflar›s›zl›kla sonuçlanm›flt›r.
Bu amaç do¤rultusunda ortaya att›¤› tezlerin en bilinen ikisi, "Self-
Organization" (öz örgütlenme) teorisi ile "Dissipative Structures" (enerji
da¤›tan yap›lar) teorisidir. Bu teorilerden birincisi basit moleküllerin ken-
diliklerinden örgütlenerek kompleks canl› sistemlerini oluflturabilecekleri-
ni savunur. ‹kincisi ise, düzensiz, yüksek entropili sistemlerde düzenli,
kompleks yap›lar›n oluflabilece¤ini iddia eder. Ancak, bunlar›n hiçbiri ev-
rimcilere yeni hayal dünyalar› oluflturmaktan baflka bilimsel ve pratik bir
de¤ere sahip de¤ildir.
Prigogine'in bu teorilerinin hiçbir konuyu aç›klamad›¤› ve hiçbir so-
nuca ulaflamad›¤› pek çok bilim adam› taraf›ndan ifade edilmektedir. Ün-
lü fizikçi Joel Keizer flöyle yazmaktad›r:
Dengeden uzak "enerji da¤›tan yap›lar"›n (dissipative structures) sabitli¤i
için öne sürdü¤ü kriterler, dengeye çok yak›n durumlar d›fl›nda baflar›s›zl›-
¤a u¤rad›.371
Teorik fizikçi Cosma Shalizi de bu konuda flunlar› söylemektedir:
(Prigogine) öz-örgütlenme (self organization) konusunda, hemen herkesten
önce titiz ve esasl› bir çal›flma öne sürmeyi denedi. Baflaramad›...372
Self-Organizing Systems: The Emergence of Order adl› yay›n›n editörü
olan F. Eugene Yates, ayn› yay›nda bir makale yazan Daniel L. Stein ve No-
bel ödüllü bilim adam› Philip W. Anderson'›n Prigogine'e yönelik elefltiri-
lerini flöyle özetlemektedir:
Yazarlar (Philip W. Anderson ve Daniel L. Stein) "enerji da¤›tan yap›lar" (dis-
sipative structures) hakk›nda gelifltirilmifl bir teori olmad›¤›n› (aksine iddi-
alar olmas›na ra¤men) ve belki de kararl› hiçbir "enerji da¤›tan yap›" olma-
d›¤›n› savunmaktalar... Bu nedenle yazarlar dissipative structures ve bunla-
r›n k›r›lm›fl simetrileri hakk›ndaki spekülasyonlar›n flu an için hayat›n köke-
ni ve devam› hakk›ndaki sorular› aç›klayamayaca¤›na inan›yorlar.373
K›sacas›, Prigogine'in teorik çal›flmalar› hayat›n kökenini aç›klama
yönünden hiçbir de¤er tafl›mamaktad›r. Ayn› Nobel ödüllü yazarlar, Pri-
gogine'nin teorileri hakk›nda flu yorumu da yapmaktad›rlar:
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
298
Bu alandaki birçok kitap ve makaledeki iddialar›n aksine, biz böyle bir teori-
nin ("dissipative structures" teorisi) olmad›¤›na ve hatta Prigogine, Haken ve
meslektafllar›n›n varl›¤›ndan bahsettikleri bu tür yap›lar›n (enerji da¤›tan ya-
p›lar) belki de hiç var olmad›klar›na inan›yoruz.374
K›sacas›, konular›nda uzman bilim adamlar› Prigogine'in kurgulad›-
¤› tezlerin hiçbir gerçekli¤inin ve geçerlili¤inin olmad›¤›n›, hatta tezlerin-
de bahsetti¤i türden yap›lar›n (dissipative structures) belki de gerçekte var
bile olmad›¤›n› belirtmektedirler.
Prigogine'in iddialar›, Jean Bricmont'un "Kaosun Bilimi mi Yoksa Bi-
limde Kaos mu?" adl› makalesinde de çok detayl› olarak ele al›nm›fl ve ge-
çersizli¤i ortaya konmufltur.
Tüm bunlara ra¤men, her ne kadar Prigogine evrimi destekleyen bir
yöntem bulamad›ysa da, yaln›zca bu tür giriflimlerde bulunmas› dahi ev-
rimcilerin kendisini bafl tac› etmesine neden olmufltur. Pek çok evrimci
Prigogine'in ortaya att›¤› "öz örgütlenme" kavram›na büyük bir umutla ve
yüzeysel bir tarafgirlikle sar›lm›flt›r. Prigogine'in hayali teorileri ve sanal
kavramlar›, konunun ayr›nt›lar›n› bilmeyen pek çok kimseyi, evrimin ter-
modinamik açmaz›n›n çözüldü¤ü gibi bir düflünceye kapt›rm›flt›r.
Oysa Prigogine dahi, moleküler düzeyde üretti¤i teorilerin, canl› sis-
temler, örne¤in bir canl› hücresi için geçerli olmad›¤›n› kabul ederek flöy-
le demifltir:
Biyolojik düzen problemi, moleküler aktiviteden hücrenin süpermoleküler
düzenine geçifli içerir. Bu sorun çözümlenmekten çok uzakt›r.375
‹flte Prigogine'in evrim ile Entropi Kanunu ve di¤er fizik yasalar› ara-
s›ndaki çeliflkiyi ortadan kald›rmay› hedefleyen teorilerinin ve evrimcile-
rin bunlardan cesaret alarak yürüttükleri spekülasyonlar›n içeri¤i budur.
Düzenli Sistem ve Organize Sistem Fark›
Buraya kadar, gerek Prigogine'in gerekse di¤er evrimcilerin iddialar›-
na dikkat edilecek olunursa, çok önemli bir temel hataya düfltükleri göz-
lemlenecektir. Evrimciler, termodinamikle evrimi uzlaflt›rma amac›yla, sü-
rekli olarak madde ve enerji girifl-ç›k›fl› olan sistemlerde (aç›k sistemler)
belli bir düzen oluflabilece¤ini ispatlamaya çal›flmaktad›rlar.
Bu noktada iki kilit kavrama aç›kl›k getirilmesi, evrimcilerin yan›lt›c›
yöntemlerinin ortaya konmas› aç›s›ndan önemlidir.
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
299
Yan›ltma, iki farkl› kavram›n, "düzenli" ve "organize" kavramlar›n›n
kas›tl› olarak kar›flt›r›lmas›d›r.
Bunu flöyle bir örnekle aç›klayabiliriz: Deniz kenar›nda dümdüz uza-
nan bir kumsal düflünün. Güçlü bir dalga k›y›ya vurdu¤unda, bu kumsal-
da baz› büyüklü küçüklü kum tepecikleri, kumda dalgalanmalar oluflturur.
Bu bir "düzenleme" ifllemidir: Deniz k›y›s› aç›k bir sistemdir ve içeri
do¤ru enerji ak›fl› (dalga) kumsal›n bafllang›çtaki tekdüze görünümünü
basit flekillere sokabilir. Termodinamik anlamda burada eskiye göre bir
düzen oluflturabilir. Fakat flunu belirtmek gerekir ki, ayn› dalgalar deniz
k›y›s›nda kumdan bir kale yapamazlar. E¤er kumdan yap›lm›fl bir kale gö-
rürsek, bunu birinin yapt›¤›ndan eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sis-
temdir. Yani belli bir tasar›ma ve bilgi içeri¤ine (enformasyona) sahiptir.
Bilinçli bir kimse taraf›ndan planl› bir biçimde, her parças› düflünülerek
yap›lm›flt›r.
Kale ile kum tepeleri aras›ndaki fark, birincisinin organize bir komp-
leksli¤e, ikincisinin ise sadece basit tekrarlardan oluflan bir düzene sahip
olmas›d›r. Tekrarlardan oluflan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a"
harfinin üzerine bir cisim düfltü¤ü için (yani içeri giren enerji ak›m› ile)
yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazmas› gibidir. Tabii ki "a"lar›n bu flekilde tek-
rarl› bir düzen içerisinde olmas› ne bir bilgi içerir, ne de herhangi bir
komplekslik. Bilgi içeren kompleks bir harf s›ralamas› (yani anlaml› bir
cümle, paragraf ya da kitap) yazmak için, mutlaka bir akla ihtiyaç vard›r.
Ayn› fley rüzgar, tozlu bir odaya girdi¤inde de geçerlidir. Rüzgar oda-
ya girdi¤inde, daha önce yere tekdüze olarak yay›lm›fl toz tabakas› odan›n
belli bir kenar›na toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine gö-
re daha düzenli bir ortamd›r, fakat toz parçac›klar› hiçbir zaman rüzgar›n
enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odan›n taban›nda bir insan
resmi oluflturamazlar.
Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sis-
temler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukar›daki örneklerdeki-
ne benzer basit düzenlemeler oluflabilir. Bu düzenlemeler de belli s›n›rla-
r›n ötesine geçemezler.
Ne var ki evrimciler, bu flekildeki do¤al süreçlerle kendili¤inden or-
taya ç›kan düzenlenme (self-ordering) olaylar›n› evrimin çok önemli bir
kan›t› gibi sunmakta ve bunlar› sözde "kendini organize etme" (self-orga-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
300
nization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaflas› sonucun-
da da, canl› sistemlerin do¤al olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda
kendili¤inden meydana gelebilece¤ini öne sürmektedirler. Az önceki bö-
lümde ele ald›¤›m›z Prigogine ve takipçilerinin yöntem ve çal›flmalar› da
bu yan›lt›c› mant›¤a dayal›d›r.
Halbuki baflta da belirtti¤imiz gibi, organize sistemlerle düzenli sis-
temler birbirlerinden tamamen farkl› yap›lard›r. Düzenli sistemler basit s›-
ralamalar, tekrarlar fleklinde yap›lar içerirken, organize sistemler iç içe
geçmifl son derece kompleks yap› ve ifllevler içerirler. Ortaya ç›kmalar› için
mutlaka bilinç, bilgi ve tasar›ma ihtiyaç vard›r. Aradaki bu önemli fark›
evrimci bilim adamlar›ndan Jeffrey Wicken flöyle tarif eder:
"Organize" sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ay›rt etmek gerekir.
‹ki sistemden hiçbiri "rastgele" de¤ildir, ama düzenli sistemler basit kal›plar-
dan olufltuklar› için hiç komplekslik tafl›mazken, organize sistemler her par-
ças› yüksek bilgi içeren d›fl kaynakl› bir plana göre biraraya gelirler… Orga-
nizasyon, bu yüzden ifllevsel kompleksliktir ve bilgi tafl›r.376
Ilya Prigogine de bu kas›tl› kavram kargaflas›na baflvurmufl ve içeri
do¤ru enerji ak›fl› s›ras›nda kendi kendine düzenlenen moleküllerin ör-
neklerini, "kendili¤inden organize olma" fleklinde lanse etmifltir. Amerika-
l› bilim adamlar› Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley ve Roger L. Olsen
The Mystery of Life's Origin (Canl›l›¤›n Kökeninin S›rr›) adl› kitaplar›nda,
bu durumu afla¤›daki gibi aç›klarlar:
... Her durumda s›v›n›n içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin ye-
rini, an›nda son derece düzenli bir davran›fl almaktad›r. Prigogine, Eigen ve
di¤erleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'n›n organik kimya-
n›n esas› olabilece¤ini ileri sürerler ve bunun da canl› sistemler için gerekli
olan son derece kompleks molekülleri aç›klayabilme potansiyeline sahip ol-
du¤unu iddia ederler. Fakat bu paralellikler hayat›n kökeni sorusuyla alaka-
s›zd›r. Bunun ana nedeni, bunlar›n düzen ve kompleksli¤i ay›rt etmeyi bafla-
ramamalar›d›r.377
Yine ayn› bilim adamlar›, baz› evrimcilerin öne sürdükleri "suyun
buz haline gelmesi, biyolojik düzenlili¤in kendili¤inden ortaya ç›kabilece-
¤ine örnektir" fleklindeki mant›¤›n s›¤l›¤›n› ve çarp›kl›¤›n› flöyle aç›klarlar:
Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca
y›l içinde polimer halinde birleflerek DNA ve protein gibi kompleks molekül-
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
301
lere dönüflmesi aras›ndaki benzetme s›k s›k tart›fl›lmaktad›r. Her durumda
benzetme aç›kça yanl›flt›r… Is› alçalt›larak termal etki yeterince küçültüldü-
¤ünde, atomlar› birbirine ba¤layan güçler, su moleküllerini düzenli kristali-
ze bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir
›s›da, de¤il düzenli bir organizasyona, birleflmeye dahi tamamen karfl› ko-
yarlar.378
Tüm kariyerini termodinami¤i evrim teorisiyle ba¤daflt›rmaya ada-
m›fl olan Prigogine dahi, suyun kristalize olmas›yla kompleks biyolojik ya-
p›lar›n ortaya ç›k›fl› aras›nda bir benzerlik bulunmad›¤›n› kabul etmifltir:
Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (aç›k) bir sistemde, yeterli düflük
s›cakl›klarda düzenli ve düflük-entropi içeren yap›lar›n oluflma ihtimalidir.
Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli yap›lar›n oluflumundan ve
maddenin hal de¤iflimlerinden sorumludur. Maalesef bu prensip, biyolojik
yap›lar›n oluflumunu aç›klayamaz.379
K›sacas›, hiçbir fiziksel ya da kimyasal etki, canl›l›¤›n kökenini aç›k-
layamamakta, "maddenin öz örgütlenmesi" kavram› bir hayal olarak kal-
maya devam etmektedir.
Öz Örgütlenme: Materyalist Bir Dogma
Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavram›yla savunduklar› iddia, cans›z
maddenin kendi kendini düzenleyip, organize edip, kompleks bir canl›
varl›k meydana getirebilece¤i yönündeki inançt›r. Bu kesinlikle bilime ay-
k›r› bir inançt›r, çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin böyle bir ye-
tene¤i olmad›¤›n› göstermektedir. Ünlü ‹ngiliz astronom ve matematikçi
Prof. Fred Hoyle maddenin kendi kendine hayat oluflturamayaca¤›n› flöy-
le bir örnekle anlat›r:
E¤er gerçekten maddenin içinde, onu yaflama do¤ru iten bir iç-prensip ol-
sayd›, bunun bir laboratuvarda kolayl›kla gösterilebilmesi gerekirdi. Örne-
¤in bir araflt›rmac›, ilkel çorbay› temsil eden bir yüzme havuzunu deney için
kullanabilirdi. Böyle bir havuzu istedi¤iniz her türlü cans›z kimyasalla dol-
durun. Ona istedi¤iniz her türlü gaz› pompalay›n ya da üzerine istedi¤iniz
her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir y›l boyunca sürdürün ve (hayat
için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendi¤ini kontrol edin.
Ben size cevab› flimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zaman›n›z› harca-
may›n: Kesinlikle hiçbir fley bulamazs›n›z, belki oluflacak birkaç amino asit
ve di¤er basit kimyasal maddeler d›fl›nda.380
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
302
Evrimci biyolog Andrew Scott ise ayn› gerçe¤i flöyle kabul etmektedir:
Biraz madde al›n, kar›flt›r›n, ›s›t›n ve bekleyin. Bu, hayat›n kökeninin mo-
dern versiyonudur. Yer çekimi, elekromanyetizma, zay›f ve güçlü nükleer
kuvvetler gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki ama bu kolay hika-
yenin ne kadar› sa¤lam temellere oturmaktad›r ve ne kadar› umuda dayal›
spekülasyonlara ba¤l›d›r? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canl› hücrele-
re kadar giden aflamalar›n bütün mekanizmalar› ya tart›flma konusudur ya
da tamamen karanl›k içindedir.381
Peki evrimciler neden hala "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel
olmayan senaryolara inanmaktad›rlar? Neden canl› sistemlerde aç›kça gö-
rülen bilinci ve yarat›l›fl› reddetme konusunda bu kadar ›srarc›d›rlar?
Bu sorular›n cevab›, evrim teorisinin as›l temeli olan materyalist fel-
sefede gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varl›¤›n› kabul eder,
bu durumda canl›lara da sadece maddeye dayal› bir aç›klama getirilmesi
gerekmektedir. Evrim teorisi bu zorunluluktan do¤mufltur ve her ne kadar
bilime ayk›r› da olsa, s›rf bu zorunluluk u¤runa savunulmaktad›r. New
York Üniversitesi'nde kimya profesörü ve DNA uzman› olan Robert Sha-
piro, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusunda-
ki inançlar›n› ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmay› flu flekilde
aç›klar:
Bizi basit kimyasallar›n var oldu¤u bir kar›fl›mdan, ilk etkin replikatöre
(DNA veya RNA'ya) tafl›yacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vard›r. Bu ilke
"kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) ola-
rak adland›r›l›r, ama hiçbir zaman detayl› bir biçimde tarif edilmemifl ya da
varl›¤› gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varl›¤›na, diyalektik materya-
lizme ba¤l›l›k u¤runa inan›l›r.382
Bafltan beri inceledi¤imiz gerçekler ise, termodinamik söz konusu ol-
du¤unda da evrimin imkans›zl›¤›n› ve deneysel bilime karfl› ayakta tutul-
maya çal›fl›lan bir dogma oldu¤unu aç›k bir biçimde ortaya koymaktad›r.
Evrim Teorisi ve Entropi Yasas›
303
z önce de belirtti¤imiz gibi, evrim teorisinin temelinde materyalist
felsefe yatmaktad›r. Materyalizm, var olan herfleyin sadece madde
oldu¤u varsay›m›na dayan›r. Bu felsefeye göre, madde sonsuzdan
beri vard›r, hep var olacakt›r ve maddeden baflka bir fley de yoktur.
Materyalistler, bu iddialar›na destek sa¤lamak için, "indirgemeci-
lik" olarak adland›r›lan bir mant›k kullan›rlar. ‹ndirgemecilik, madde gibi
görünmeyen fleylerin de asl›nda maddesel etkenlerle aç›klanabilece¤i dü-
flüncesidir.
Bunu aç›klamak için zihin örne¤ini verelim. Bilindi¤i gibi insan›n zih-
ni "elle tutulur, gözle görülür" bir fley de¤ildir. Dahas› insan beyninde bir
"zihin merkezi" de yoktur. Bu durum bizi ister istemez, zihnin madde-öte-
si bir kavram oldu¤u sonucuna götürür. Yani "ben" dedi¤imiz, düflünen,
seven, sinirlenen, üzülen, zevk alan ya da ac› çeken varl›k, bir koltuk, bir
masa ya da bir tafl gibi maddesel bir varl›k de¤ildir.
Materyalistler ise, zihnin "maddeye indirgenebilir" oldu¤u iddias›n-
dad›rlar. Materyalist iddiaya göre, bizim düflünmemiz, sevmemiz, üzül-
memiz ve tüm di¤er zihinsel faaliyetlerimiz, asl›nda beynimizdeki atom-
lar aras›nda meydana gelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir. Bir insan›
sevmemiz, beynimizdeki baz› hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir
olay karfl›s›nda korku duymam›z bir baflka kimyasal reaksiyondur. Ünlü
materyalist filozof Karl Vogt, bu mant›¤› "Karaci¤er nas›l öd s›v›s› salg›-
l›yorsa, beyin de düflünce salg›lar." fleklindeki ünlü sözüyle ifade etmifl-
tir.383 Oysa elbette öd s›v›s› bir maddedir, ama düflüncenin madde oldu¤u-
nu gösterecek hiçbir kan›t yoktur.
‹ndirgemecilik bir mant›k yürütmedir. Ancak bir mant›k yürütme
B‹LG‹ TEOR‹S‹VE MATERYAL‹ZM‹N SONU
A
304
do¤ru temellere de dayanabilir, yanl›fl temellere de. Bu nedenle bizim için flu
anda önemli olan soru fludur: Materyalizmin temel mant›¤› olan "indirge-
mecilik", bilimsel verilerle karfl›laflt›r›ld›¤›nda ortaya hangi sonuç ç›kar?
19. yüzy›l›n materyalist bilim adamlar› ya da düflünürleri, bu soruya
kolayl›kla "bilim indirgemecili¤i do¤rular" cevab›n›n verilebilece¤ini san›-
yorlard›. Ama 20. yüzy›l bilimi, ortaya çok farkl› bir gerçek ç›karm›flt›r.
Bu gerçek, do¤ada var olan ve asla maddeye indirgenemeyecek olan
"bilgi"dir.
Madde ile Bilginin Fark›Canl›lar›n DNA'lar›nda inan›lmaz derecede kapsaml› bir bilgi oldu-
¤una önceki bölümlerde de¤inmifltik. Milimetrenin yüz binde biri kadar
küçük bir yerde, bir canl› bedeninin bütün fiziksel detaylar›n› tarif eden
adeta bir "bilgi bankas›" vard›r. Dahas› canl› vücudunda bir de bu bilgiyi
okuyan, yorumlayan ve buna göre "üretim" yapan bir sistem bulunur. Bü-
tün canl› hücrelerinde, DNA'da bulunan bilgi, çeflitli enzimler taraf›ndan
"okunur" ve bu bilgiye göre protein üretilir. Vücudumuzda her saniye ge-
reken yer için gerekli türde milyonlarca protein üretilmesi, bu sistemle
gerçekleflir. Bu sistem sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri,
kan hücrelerimiz yine kan hücreleri ile yenilenirler.
Bu noktada materyalizmin iddias›n› düflünelim: Acaba DNA'daki bil-
gi, materyalistlerin iddia ettikleri gibi, maddeye indirgenebilir mi? Ya da bir
baflka deyiflle, DNA'n›n sadece bir madde y›¤›n› oldu¤u ve içerdi¤i bilginin
de maddenin rastgele etkileflimleri ile ortaya ç›kt›¤› kabul edilebilir mi?
20. yüzy›lda yap›lan bütün bilimsel araflt›rmalar, bütün deney sonuç-
lar› ve bütün gözlemler, bu soruya kesinlikle "hay›r" cevab› verilmesi ge-
rekti¤ini göstermektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün
yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda flunlar› söyler:
Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir nok-
taya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler,
bilginin ortaya ç›kmas› için, özgür iradesini, yarg›s›n› ve yarat›c›l›¤›n› kulla-
nan bir akl›n var oldu¤unu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya ç›kara-
bilmesini sa¤layacak hiçbir bilinen do¤a kanunu, fiziksel süreç ya da madde-
sel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya ç›kmas›n› sa¤-
layacak hiçbir do¤a kanunu ve fiziksel süreç yoktur.384
Werner Gitt'in sözleri, ayn› zamanda, son 20-30 y›l içinde geliflen ve
Bilgi Teorisi ve Materyalizmin Sonu
305
termodinami¤in bir parças› olarak
kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin var-
d›¤› sonuçlard›r. Bilgi Teorisi, evren-
deki bilginin yap›s›n› ve kökenini
araflt›r›r. Bilgi teorisyenlerinin uzun
araflt›rmalar› sayesinde var›lan so-
nuç ise fludur: "Bilgi, maddeden ay-
r› bir fleydir. Maddeye asla indirge-
nemez. Bilginin ve maddenin kay-
na¤› ayr› ayr› araflt›r›lmal›d›r."
Örne¤in bir kitab›n kayna¤›n›
düflünelim. Bir kitap, ka¤›ttan, mü-
rekkepten ve içindeki bilgiden olu-
flur. Dikkat edilirse, ka¤›t ve mürek-
kep maddesel birer unsurdurlar.
Kaynaklar› da yine maddedir: Ka¤›t
selülozdan, mürekkep ise çeflitli
kimyasallardan yap›l›r. Ama kitap-
taki bilgi, maddesel bir fley de¤ildir
ve maddesel bir kayna¤› olamaz.
Her kitaptaki bilginin kayna¤›, o ki-
tab› yazm›fl olan yazar›n zihnidir.
Dahas› bu zihin, ka¤›t ve mü-
rekkebin nas›l kullan›laca¤›n› da be-
lirler. Bir kitap, önce o kitab› yazan
yazar›n zihninde oluflur. Yazar zih-
ninde mant›klar› kurar, cümleleri di-
zer. Bunlar› ikinci aflamada maddesel
bir flekle sokar. Yani bir daktilo ya da
bilgisayar kullanarak zihnindeki bil-
giyi harflere dönüfltürür. Sonra da bu
harfler matbaaya girerek ka¤›t ve mürekkepten oluflan kitaba dönüflürler.
Buradan da flu genel sonuca varabiliriz: "E¤er bir madde bilgi içeri-
yorsa, o zaman o maddeyi düzenleyen üstün bilgi sahibi bir Ak›l vard›r.
Tüm evrendeki kusursuz tasar›m› var eden Yüce Rabbimiz olan Allah't›r."
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
306
DNA'daki bilginin rastlant›-larla ve do¤al süreçlerle or-taya ç›kmas› imkans›zd›r.
Do¤adaki Bilginin Kökeni
Bilimin ortaya ç›kard›¤› bu sonucu do¤aya uyarlad›¤›m›zda ise çok
önemli bir sonuçla karfl›lafl›r›z. Çünkü do¤a, DNA örne¤inde oldu¤u gibi,
muazzam bir bilgiyle doludur ve bu bilgi maddeye indirgenemeyece¤ine
göre, madde-ötesi bir kaynaktan gelmektedir.
Evrim teorisinin yaflayan en önde gelen savunucular›ndan biri olan
George C. Williams, ço¤u materyalistin ve evrimcinin görmek istemedi¤i
bu gerçe¤i kabul eder. Williams, materyalizmi uzun y›llar boyu kat› bir bi-
çimde savunmufltur, ama 1995 tarihli bir yaz›s›nda, herfleyin madde oldu-
¤unu varsayan materyalist (indirgemeci) yaklafl›m›n yanl›fll›¤›n› flöyle ifa-
de etmektedir:
Evrimci biyologlar, iki farkl› alan üzerinde çal›flmakta olduklar›n› flimdiye
kadar fark edemediler; bu iki alan madde ve bilgidir... Bu iki alan, "indirge-
mecilik" olarak bildi¤imiz formülle asla biraraya getirilemezler... Genler, bi-
rer maddesel obje olmaktan çok, birer bilgi paketçi¤idir... Biyolojide genler,
genotipler ve gen havuzlar› gibi kavramlardan söz etti¤inizde, bilgi hakk›n-
da konuflmufl olursunuz, fiziksel objeler hakk›nda de¤il... Bu durum, bilginin
ve maddenin varoluflun iki farkl› alan› oldu¤unu göstermektedir ve bu iki
farkl› alan›n kökeni de ayr› ayr› araflt›r›lmal›d›r.385
Dolay›s›yla, do¤adaki bilginin kayna¤› da, materyalistlerin sand›¤›-
n›n aksine maddenin kendisi olamaz. Bilginin kayna¤› madde de¤il, mad-
de-ötesi üstün bir Ak›l'd›r. Bu Ak›l, maddeden önce vard›r. Madde O'nun-
la var olmufl, O'nunla flekil bulmufl ve düzenlenmifltir.
Dünyan›n en sayg›n üniversitelerinin bafl›nda gelen MIT'de (Massac-
husetts Institute of Technology) fizik ve biyoloji dallar›nda çal›flm›fl ve ay-
n› zamanda The Science of God (Allah'›n Bilimi) isimli ünlü kitab›n yazar›
olan ‹srailli bilim adam› Gerald Schroeder'in bu konu hakk›nda oldukça
önemli yorumlar› vard›r. Schroeder, Science Reveals the Ultimate Truth (Bilim
mutlak Gerçe¤i Ortaya Koyuyor) isimli yeni kitab›nda, moleküler biyoloji
ve kuantum fizi¤i gibi bilim dallar›n›n ortaya koydu¤u sonucu flöyle ifade
etmektedir:
Bir bilinç, evrensel bir ak›l, bütün evreni kuflatm›fl durumdad›r. Atom alt›
maddelerin do¤as›n› araflt›ran bilimsel bulufllar, bizi flafl›rt›c› bir kavray›fla
götürmüfltür: Var olan her fley, bu akl›n bir tecellisidir. Laboratuvarlarda bu-
nun önce fiziksel olarak enerji gibi eklenen ve ard›ndan maddeyi flekillendi-
ren bir bilgi oldu¤unu tecrübe ediyoruz. Her parça, atomdan insana kadar
Bilgi Teorisi ve Materyalizmin Sonu
307
her varl›k, bu bilginin, bu akl›n bir aflamas›n› temsil ediyor.386
Schroeder'e göre, ça¤›m›z›n vard›¤› bilimsel sonuçlar, bilim ve teolo-
jinin ortak bir noktada buluflmas›n› sa¤lam›flt›r. Bu, yarat›l›fl gerçe¤idir. Bi-
lim, insanl›¤a ‹lahi dinler taraf›ndan binlerce y›ld›r ö¤retilen bu gerçe¤i
keflfetme noktas›na gelmifltir.
Materyalist ‹tiraflar
Canl›l›¤› oluflturan temel unsurlardan birinin "bilgi" oldu¤unu belirt-
tik. Bu bilginin ak›l sahibi bir Yarat›c›'n›n varl›¤›n› ispatlad›¤› da aç›kt›r. ‹fl-
te hayat› sadece maddesel dünya içindeki tesadüflerle aç›klamaya çal›flan
evrim teorisi ve onun felsefi temeli olan materyalizm, bu gerçek karfl›s›n-
da aç›kça çaresizdir.
Evrimcilerin yaz›lar›na bakt›¤›m›zda, bazen bu çaresizli¤in itiraf edil-
di¤ini görürüz. Bu konudaki aç›k sözlü otoritelerden biri, ünlü Frans›z zo-
olog Pierre-P. Grassé'dir. Grassé materyalist ve evrimcidir, ancak Darwi-
nist teorinin ç›kmazlar›n› bazen aç›kça itiraf eder. Grassé'ye göre Darwin-
ci aç›klamay› geçersiz k›lan en önemli gerçek, hayat› oluflturan bilgidir:
Herhangi bir canl› organizma, inan›lmaz derecede büyük bir "ak›l" içerir. Bu,
insanlar›n en büyük mimari eserleri olan katedralleri infla etmek için kullan-
d›klar›ndan çok daha büyük bir ak›ld›r. Bugün bu akla "bilgi" (enformasyon)
diyoruz, ama anlam hala ayn›d›r. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanma-
m›flt›r, ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere, DNA'daki kromozom-
lara ya da her hücredeki farkl› organellere s›k›flt›r›lm›flt›r. Bu "ak›l", hayat›n
"olmazsa olmaz" flart›d›r. Peki ama bunun kayna¤› nedir?.. Bu hem biyolog-
lar› hem de filozoflar› ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla çözemeye-
cek gibi durmaktad›r.387
Pierre-P. Grassé'nin, "bilimin bu soruyu asla çözemeyecek gibi durdu-
¤unu" söylemesinin nedeni, materyalist olmayan hiçbir aç›klamay› "bilim-
sel" saymak istemeyiflidir. Oysa bizzat bilimin kendisi, materyalist felsefe-
nin varsay›mlar›n› geçersiz k›lmakta ve bir Yarat›c›'n›n varl›¤›n› ispatla-
maktad›r. Grassé ya da di¤er materyalist "bilim adamlar›", bu gerçek kar-
fl›s›nda ya gözlerini kaparlar ya da "bilim bunu aç›klayam›yor" derler.
Çünkü "önce materyalist, sonra bilim adam›"d›rlar ve bilim aksini ispat
etse de, materyalizme inanmaya devam etmektedirler.
Bu nedenle, do¤ru bir bilim anlay›fl›na sahip olabilmek için, öncelik-
le bilimi ve materyalist felsefeyi birbirinden ay›rmak gerekmektedir.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
308
üm bu kitap boyunca ele ald›¤›m›z bilgiler, bizlere evrim teorisinin
hiçbir bilimsel dayana¤› olmad›¤›n›, aksine evrimin iddialar›n›n
bilimsel bulgularla aç›kça çat›flt›¤›n› göstermektedir. Yani evrimi
ayakta tutan güç, bilim de¤ildir. Evrim baz› "bilim adamlar›" tara-
f›ndan savunuluyor olabilir, ama temelinde "baflka bir etken" vard›r.
O "baflka etken", materyalist felsefedir. Evrim teorisi, materyalist fel-
sefenin do¤aya uyarlanm›fl halidir ve bu felsefenin ba¤l›lar› taraf›ndan bi-
lime ra¤men savunulmaktad›r.
Evrim teorisi ile materyalizm aras›ndaki bu iliflki, bu kavramlar›n
"otorite"leri taraf›ndan da kabul edilir. Örne¤in Leon Trotsky, "Darwin'in
buluflu, tüm organik madde alan›nda diyalekti¤in (diyalektik materyaliz-
min) en büyük zaferi oldu" yorumunu yapm›flt›r.388 Evrimci biyolog Doug-
las Futuyma, "Marx'›n insanl›k tarihini aç›k-
layan materyalist teorisi ile birlikte, Dar-
win'in evrim teorisi materyalizm zeminin-
de büyük bir aflamayd›." diye yazar.389 Ev-
rimci paleontolog Stephen J. Gould ise, "Dar-
win do¤ay› yorumlarken çok tutarl› bir fle-
kilde materyalist felsefeyi uygulad›." de-
mektedir.390
Materyalist felsefe, tarihin en eski dü-
flüncelerinden biridir ve temel özelli¤i mad-
deyi mutlak varl›k saymas›d›r. Bu tan›ma gö-
re madde sonsuzdan beri vard›r ve var olan
herfley de maddeden ibarettir. Materyalizm,
B‹L‹M VE MATERYAL‹ZM‹B‹RB‹R‹NDEN AYIRMAK
T
309
Karl Marx
bir Yarat›c›'n›n var oldu¤u gerçe¤ini inkar eder.
Peki ama materyalizm neden yanl›flt›r? Bir felsefenin do¤rulu¤unu ya
da yanl›fll›¤›n› test etmenin bir yöntemi, o felsefenin bilimi ilgilendiren id-
dialar›n› bilimsel yöntemle araflt›rmakt›r. Örne¤in 10. yüzy›lda bir felsefe-
ci ortaya ç›k›p, Ay'›n yüzeyinde büyülü bir a¤aç oldu¤unu, tüm canl›lar›n
asl›nda o dev a¤ac›n dallar›nda meyve gibi yetifltiklerini ve oradan dünya-
ya düfltüklerini öne sürebilirdi. Baz› insanlar da bu felsefeyi cazip bulabi-
lir ve bunu benimseyebilirlerdi. Ancak 20. yüzy›lda Ay'a gidildi¤inde ar-
t›k bu tür bir felsefe öne sürmenin bir imkan› kalmad›, çünkü orada öyle
bir a¤aç olup olmad›¤› bilimsel yöntemle, yani gözlem ve deneyle anlafl›-
labilir hale geldi.
Materyalizmin iddias›n› da bilimsel yöntemle sorgulayabiliriz. Mad-
denin sonsuzdan beri var olup olmad›¤›n›, maddenin madde-üstü bir Ya-
rat›c› olmadan kendisini düzenleyip düzenleyemeyece¤ini ve canl›l›¤› or-
taya ç›kar›p ç›karamayaca¤›n› araflt›rabiliriz. Bunu yapt›¤›m›zda görürüz
ki, materyalizm asl›nda çökmüfltür. Çünkü maddenin sonsuzdan beri var
oldu¤u düflüncesi, evrenin yoktan var edildi¤ini ispatlayan Big Bang teori-
si ile y›k›lm›flt›r. Maddenin kendisini düzenledi¤i ve canl›l›¤› ortaya ç›kar-
d›¤› iddias› ise, ad›na "evrim teorisi" dedi¤imiz iddiad›r ve bafltan beri in-
celedi¤imiz gibi o da çökmüfltür.
Ancak e¤er bir insan materyalizme inanmakta kararl›ysa, materyalist
felsefeye olan ba¤l›l›¤›n› herfleyin üstünde tutuyorsa, o zaman böyle dav-
ranmaz. E¤er "önce materyalist, sonra bilim adam›" ise, evrimin bilim ta-
raf›ndan yalanland›¤›n› gördü¤ünde materyalizmi terk etmez. Aksine, ev-
rimi ne olursa olsun bir flekilde desteklemeye çal›flarak materyalizmi kur-
tarmaya, ayakta tutmaya çal›fl›r. ‹flte bugün evrim teorisini savunan bilim
adamlar›n›n durumu tam olarak budur.
‹lginçtir, bunu bazen kendileri de itiraf etmektedirler. Harvard Üni-
versitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aç›k sözlü bir evrimci olan Richard Le-
wontin, "önce materyalist, sonra bilim adam›" oldu¤unu flöyle itiraf et-
mektedir:
Bizim materyalizme bir inanc›m›z var, 'a priori' (önceden kabul edilmifl, do¤-
ru varsay›lm›fl) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir aç›klama getirme-
ye zorlayan fley, bilimin yöntemleri ve kurallar› de¤il. Aksine, materyalizme
olan a priori ba¤l›l›¤›m›z nedeniyle, dünyaya materyalist bir aç›klama geti-
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
310
ren araflt›rma yöntemlerini ve kavramlar› kurguluyoruz. Materyalizm mut-
lak do¤ru oldu¤una göre de, ‹lahi bir aç›klaman›n sahneye girmesine izin ve-
remeyiz.391
Lewontin'in kulland›¤› "a priori" terimi oldukça önemlidir. Bu felsefi
terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön varsay›m› ifade eder. Bir
düflüncenin do¤rulu¤una dair bir bilgi yokken, onu do¤ru varsayar ve öy-
le kabul ederseniz, bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Lewontin'in aç›k
sözle ifade etti¤i gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabul-
dür ve bilimi bu kabule uydurmaya çal›flmaktad›rlar. Materyalizm bir Ya-
rat›c›'n›n varl›¤›n› kesin olarak reddetmeyi zorunlu k›ld›¤› için de, ellerin-
deki tek alternatif olan evrim teorisine sar›lmaktad›rlar. Evrim bilimsel ve-
riler taraf›ndan ne kadar yalanlan›rsa yalanlans›n fark etmez; söz konusu
bilim adamlar› onu bir kere "a priori do¤ru" olarak kabul etmifllerdir.
Bu ön yarg›l› tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin kendi kendini
düzenledi¤ine inanmak" gibi bilime ve akla ayk›r› bir inan›fla götürür. Ön-
ceki bölümlerde inceledi¤imiz "maddenin öz-örgütlemesi" kavram›, bu-
nun bir ifadesidir.
‹flte dünya çap›ndaki evrimci propagandan›n temelinde bu materya-
list dogma yatar. Bat›'n›n önde gelen medya organlar›nda, ünlü ve "say-
g›n" bilim dergilerinde sürekli karfl›laflt›¤›n›z evrim propagandas›, bu tür
ideolojik ve felsefi zorunluluklar›n bir sonucudur. Evrim, ideolojik aç›dan
vazgeçilemez bulundu¤u için, bilimin standartlar›n› belirleyen materyalist
çevreler taraf›ndan tart›fl›lmaz bir tabu haline getirilmifltir.
Di¤er bilim adamlar› ise, kendi kariyerlerinin devam› için, bu zoraki
teoriyi savunmak, ya da en az›ndan ayk›r› bir ses ç›karmamak durumun-
dad›rlar. Bat›l› ülkelerdeki akademisyenler, "doçent", "profesör" gibi ün-
vanlara ulaflmak ve bunlar› korumak için her y›l belirli bilim dergilerinde
makale yay›nlatmak zorundad›rlar. Biyoloji ile ilgilenen söz konusu dergi-
lerin tümü de materyalist evrimcilerin kontrolündedir. Bu kifliler evrim
aleyhtar› bir yaz›n›n yay›nlanmas›na izin vermezler. Dolay›s›yla her biyo-
log, bu egemen inanca ba¤l› kalarak çal›flma yapmak zorundad›r. Çünkü
onlar da evrimi ideolojik bir gereklilik olarak gören materyalist düzenin
bir parças›d›rlar. Bu yüzden, kitap boyunca inceledi¤imiz tüm "imkans›z
tesadüf"leri gözü kapal› bir biçimde savunurlar.
Bilim ve Materyalizmi Birbirinden Ay›rmak
311
"Bilimsel Amac›n" Tan›m›
Ünlü bir evrimci olan Alman biyolog Hoïmar Von Dithfurt'un yazd›¤›
baz› sat›rlar, bu gözü kapal› materyalist anlay›fl›n iyi bir ifadesidir. Dithfurt
canl›l›¤›n son derece kompleks yap›s›na bir örnek verdikten sonra, bunun
rastlant›larla ortaya ç›k›p ç›kamayaca¤› sorusu karfl›s›nda flunlar› söyler:
Salt rastlant› sonucu ortaya ç›km›fl böyle bir uyum, gerçekten de mümkün
müdür? Bu, bütün biyolojik evrimin en temel sorusudur... Modern do¤a bi-
liminden yana olan bir kimse, bu soruya "evet" yan›t›n› verme ötesinde bir
seçene¤e sahip de¤ildir. Çünkü do¤a olaylar›n› anlafl›l›r yollardan aç›klama-
y› kendisine hedef k›lm›fl, bunlar›, do¤aüstü müdahalenin yard›m›na bafl-
vurmadan do¤ruca do¤a yasalar›na dayanarak türetmeyi amaçlam›flt›r.392
Dithfurt'un da belirtti¤i gibi, materyalist bilim anlay›fl›, hayat› "do¤a-
üstü müdahalenin" yani yarat›l›fl›n varl›¤›n› kabul etmeden aç›klamay›
kendisine en temel prensip olarak kabul etmifltir. Bu prensip bir kez kabul
edildikten sonra, en imkans›z olas›l›klar bile kolayl›kla kabul edilebilir.
Bu dogmatik zihniyetin örneklerini hemen hemen her evrimci çal›fl-
mada bulmak mümkündür. Evrim'in Türkiye'deki önde gelen savunucu-
lar›ndan Prof. Ali Demirsoy birçok örnekten biridir. Prof. Demirsoy'a gö-
re, yaflam için mutlaka var olmas› gereken temel proteinlerden Sitokrom-
C'nin tesadüfen oluflmas› ihtimali "bir maymunun daktiloda hiç yanl›fl
yapmadan insanl›k tarihini yazma olas›l›¤› kadar azd›r."393
Kuflkusuz böyle bir ihtimali kabul etmek, ak›l ve sa¤duyunun en te-
mel prensiplerini çi¤nemek anlam›na gelir. ‹nsan, bir ka¤›t parças› üzerine
yaz›l› tek bir harf gördü¤ünde bile, o harfin bilinçli birisi taraf›ndan yaz›l-
d›¤›na emindir. ‹nsanl›k tarihini anlatan bir kitap gördü¤ünde, bunun bir
yazar taraf›ndan kaleme al›nd›¤›ndan daha da emindir. Akli dengesi ye-
rinde olan hiç kimse, bu dev kitab›n içindeki harflerin "tesadüfen" yan ya-
na geldi¤ini iddia etmeyecektir.
Ancak son derece ilginçtir, Prof. Dr. Ali Demirsoy, tam da bunu kabul
etmektedir:
Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluflturmak için olas›l›k s›f›r denecek kadar az-
d›r. Yani canl›l›k e¤er belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir
defa oluflacak kadar az olas›l›¤a sahiptir, denebilir. Ya da oluflumunda bizim
tan›mlayamayaca¤›m›z do¤aüstü güçler görev yapm›flt›r. Bu sonuncusunu
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
312
kabul etmek bilimsel amaca uygun de¤ildir. O halde birinci varsay›m› irde-
lemek gerekir.394
Prof. Demirsoy, "do¤aüstü güçleri kabul etmemek", yani Yarat›c›'n›n
varl›¤›n› reddetmek için imkans›z› tercih etti¤ini yazmaktad›r. Oysa bili-
min amac› "do¤aüstü güçlerin varl›¤›n› kabul etmemek" de¤ildir. Bilim
böyle bir amaçla yola ç›kmaz. Bilim hiçbir ön yarg›ya ba¤lanmadan sade-
ce do¤ay› inceler ve bu incelemelerinden sonuçlar ç›kar›r. E¤er bu sonuç-
lar, evrenin her noktas›nda do¤ada do¤aüstü bir akl›n tasar›m›n›n hakim
oldu¤unu gösteriyorsa -ki böyledir-, bilim elbette bunu kabul etmelidir.
Dikkat edilirse, asl›nda "bilimsel amaç" diye ifade edilen fley, sadece
maddenin var oldu¤u ve tüm do¤an›n da sadece maddi etkenlerle aç›kla-
nabilece¤i yönündeki bir dogmad›r. Bu ise "bilimsel amaç" vs. de¤il, do¤-
rudan materyalist felsefedir. Materyalist felsefe, "bilimsel amaç" gibi yü-
zeysel sözlerin ard›na gizlenmifl ve bilim adamlar›n› gerçekte bilim d›fl› ka-
bullere zorlamaktad›r. Nitekim Demirsoy, bir baflka konudan, hücredeki
mitokondrilerin kökeninden söz ederken, tesadüf aç›klamas›n› "bilimsel
düflünceye oldukça ters gelmesine ra¤men" kabul etti¤ini aç›kça belirtir:
... Sorunun en can al›c› noktas›, mitokondrilerin bu özelli¤i nas›l kazand›¤›-
d›r. Çünkü tek bir bireyin dahi rastlant› sonucu bu özelli¤i kazanmas› akl›n
alamayaca¤› kadar afl›r› olas›l›klar›n biraraya toplanmas›n› gerektirir... Solu-
numu sa¤layan ve her kademede de¤iflik flekilde katalizör olarak ödev gören
enzimler, mekanizman›n özünü oluflturmaktad›r. Bu enzim dizisini bir hüc-
re ya tam içerir ya da baz›lar›n› içermesi anlams›zd›r. Çünkü enzimlerin ba-
z›lar›n›n eksik olmas› herhangi bir sonuca götürmez. Burada bilimsel düflün-
ceye oldukça ters gelmekle beraber daha dogmatik bir aç›klama ve spekülas-
yon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin bir defada hücre içerisinde
ve oksijenle temas etmeden önce, eksiksiz bulundu¤unu ister istemez kabul
etmek zorunday›z.395
Tüm bu sat›rlardan anl›yoruz ki evrim, gerçekte bilimsel araflt›rmala-
r›n sonucunda ortaya ç›kan bir teori de¤ildir. Aksine, bu teori materyalist
felsefenin gereklerine göre önce masa bafl›nda üretilmifl ve sonra da bilim-
sel gerçeklere ra¤men kabul ettirilmeye çal›fl›lan bir tabuya dönüflmüfltür.
Yine evrimcilerin yazd›klar›ndan anlad›¤›m›z üzere, tüm bu çaban›n bir
de "amac›" vard›r ve bu amaç, her ne pahas›na olursa olsun canl›lar›n ya-
rat›lmam›fl olduklar›n› savunmay› gerektirmektedir.
Bilim ve Materyalizmi Birbirinden Ay›rmak
313
fioklardan Kaçmamak
Az önce de vurgulad›¤›m›z gibi, madde ötesinin (ya da "do¤aüs-
tü"nün) var oldu¤unu kesinlikle reddeden düflünce, materyalizmdir. Bilim
ise, böyle bir dogmay› kabul etmek zorunda de¤ildir. Bilim, do¤ay› incele-
mek ve sonuçlar ç›karmakla yükümlüdür.
Ve bilim, söz konusu gerçe¤e, yani canl›lar›n yarat›lm›fl oldu¤u gerçe-
¤ine ulaflmaktad›r. Bu, bilimsel bulgular taraf›ndan ortaya konan bir aç›k-
lamad›r. Canl›lardaki ola¤anüstü kompleks yap›lar› inceledi¤imizde, bun-
lar›n asla do¤a kanunlar›yla ve rastlant›larla aç›klanamayacak kadar ola¤a-
nüstü özelliklere sahip olduklar›n› görürüz. Her ola¤anüstü özellik, kendi-
sini meydana getiren üstün bir akl›n göstergesidir. Canl›l›k da, üstün bir
güç ile yarat›lm›flt›r. Bu güç madde ötesi bir akla aittir. Bu ak›l, tüm do¤aya
egemen ve sonsuz bir güce sahip, Rabbimiz olan Allah'›n akl›d›r. K›sacas›
hayat ve canl›lar, yarat›lm›fllard›r. Bu materyalizm gibi dogmatik bir inanç
de¤il, bilimsel gözlem ve deneylerin ortaya ç›kard›¤› aç›k bir gerçektir.
Bu gerçe¤in, materyalizme inanmaya ve materyalizmi bilim sanmaya
al›flm›fl olan bilim adamlar›nda bir flok meydana getirdi¤ini görüyoruz.
Bak›n bu flok, bugün dünyada evrim teorisine karfl› ç›kan en önemli isim-
lerden biri olan Michael Behe taraf›ndan nas›l ifade ediliyor:
Hayat›n üstün bir ak›l taraf›ndan tasarlanm›fl oldu¤u anlay›fl›, hayat› basit
do¤a kanunlar›n›n bir sonucu olarak alg›lamaya al›flk›n bizlerde bir flok etki-
si yaratm›fl durumda. Ama di¤er yüzy›llar da benzer floklar› yaflam›fllard› ve
floklardan kaçmak için bir neden de yok.396
‹nsanl›k dünyan›n düz oldu¤u ya da evrenin merkezinde yer ald›¤›
gibi dogmalardan kurtulmufltur. Hayat›n tasarlanmadan, kendi kendine
olufltu¤u fleklindeki materyalist ve evrimci dogmadan da kurtulmaktad›r.
Bu durum karfl›s›nda gerçek bir bilim adam›na düflen görev ise, ma-
teryalist dogmadan vazgeçerek, hayat›n ve canl›lar›n kökeni konusunu
gerçek bir bilim adam›na yarafl›r bir objektiflik ve samimiyetle de¤erlen-
dirmektir. Gerçek bir bilim adam›n›n yapmas› gereken "floklardan kaçma-
mak"t›r; 19. yüzy›l›n köhne materyalist dogmalar›na ba¤lanarak imkans›z
senaryolar› savunmak de¤il.
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
314
u kitap boyunca sadece bilimsel delillere dayanarak hayat›n gerçek
kökenini inceledik. Ortaya ç›kan sonuç aç›kça göstermektedir ki,
canl›l›k Darwinizm'in ve genel olarak materyalist felsefenin iddia
etti¤i gibi rastlant›larla ortaya ç›kmam›flt›r. Canl› türleri tesadüfler-
le birbirlerinden evrimleflmemifltir. Aksine, tüm canl›lar ayr› ayr› ve ku-
sursuz bir biçimde yarat›lm›fllard›r. 21. yüzy›l da kapan›rken, bilimin ha-
yat›n kökenine getirdi¤i tek gerçek cevap vard›r: Yarat›l›fl.
Önemli olan, bilimin vard›¤› bu sonucun, insanl›¤a tarihin bafl›ndan
bu yana din yoluyla bildirilen bir gerçe¤in tasdiklenmesi olufludur.
Allah, tüm evreni ve içindeki tüm canl›lar› yoktan yaratm›flt›r. ‹nsan›
da, o hiçbir fley de¤ilken yaratan ve say›s›z özellikle nimetlendiren
Allah't›r. Bu gerçek, tarihin bafl›ndan bu yana Allah'›n insanlara yollad›¤›
elçilerle ve ‹lahi kitaplarla bildirilmifltir. Her peygamber gönderildi¤i top-
luma Allah'›n tüm canl›lar› ve insan› yaratt›¤›n› anlatm›flt›r. Tevrat'ta, Ze-
bur'da, ‹ncil'de ve Kuran'da hep ayn› yarat›l›fl gerçe¤i insanlara haber ve-
rilmifltir. ‹lk üçü tahrife u¤ram›fl olan bu ‹lahi kitaplar›n içinde bugün ha-
la geçerli olan ve k›yamete kadar da hükmü sürecek olan tek kitap, hiçbir
tahrifata u¤ramam›fl olan Kuran-› Kerim'dir.
Kuran'da Allah, tüm evreni ve canl›lar› yoktan yaratt›¤›n› ve onlar›
kusursuzca düzenledi¤ini pek çok ayetinde haber verir. Bir ayette yarat-
man›n Rabbimiz'e ait oldu¤u flöyle bildirilmektedir:
Gerçekten sizin Rabbiniz, alt› günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arfla is-
tiva eden Allah't›r. Gündüzü, durmaks›z›n kendisini kovalayan geceyle
örten, Günefl'e, Ay'a ve y›ld›zlara Kendi buyru¤uyla bafl e¤direndir. Habe-
riniz olsun, yaratmak da, emir de (yaln›zca) O'nundur. Alemlerin Rabbi
olan Allah ne yücedir. (Araf Suresi, 54)
SONSÖZ
B
315
Allah tüm kainat› yoktan yaratt›¤› gibi, flu an üzerinde yaflad›¤›m›z
dünyay› da yaratm›fl ve onu yaflama özel olarak elveriflli k›lm›flt›r. Baz›
ayetlerde bu gerçek flöyle aç›klan›r:
Yere (gelince,) onu döfleyip-yayd›k, onda sars›lmaz-da¤lar b›rakt›k ve on-
da herfleyden ölçüsü belirlenmifl ürünler bitirdik. Ve orada sizler için ve
kendisine r›z›k vericiler olmad›¤›n›z kimseler (varl›klar ve canl›lar) için
geçimlikler k›ld›k. (Hicr Suresi, 19-20)
Yeri de (nas›l) döfleyip-yayd›k? Onda sars›lmaz da¤lar b›rakt›k ve onda
'göz al›c› ve iç aç›c›' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) '‹çten
Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir.
(Kaf Suresi, 7-8)
Üstteki ayetlerde tüm bitkileri yaratan›n Allah oldu¤u haber verilmek-
tedir. Yani bildi¤imiz ya da bilmedi¤imiz tüm bitkileri, tüm a¤açlar›, otlar›,
meyveleri, çiçekleri, yosunlar› veya sebzeleri yaratan sonsuz güç ve kudret
sahibi olan Allah't›r.
Ayn› gerçek hayvanlar için de geçerlidir. Yeryüzünde yaflayan ve ya-
flam›fl milyonlarca farkl› hayvan türünün hepsini yaratan Allah't›r. Bal›k-
lar›, sürüngenleri, kufllar›, memelileri yaratan, atlar›, zürafalar›, sincaplar›,
geyikleri, serçeleri, kartallar›, dinozorlar›, balinalar› veya tavus kufllar›n›
yoktan var eden, sonsuz bir ilim ve sanat sahibi olan Allah't›r. Ayetlerde
Allah'›n farkl› canl› türlerini yaratmas›ndan flöyle söz edilir:
Allah, her canl›y› sudan yaratt›. ‹flte bunlardan kimi karn› üzerinde yürü-
mekte, kimi iki aya¤› üzerinde yürümekte, kimi de dört (aya¤›) üzerinde
yürümektedir. Allah, diledi¤ini yarat›r. Hiç flüphesiz Allah, herfleye güç
yetirendir. (Nur Suresi, 45)
Ve hayvanlar› da yaratt›; sizin için onlarda ›s›nma ve yararlar vard›r ve on-
lardan yemektesiniz. (Nahl Suresi, 5)
Allah tüm canl›lar› yaratt›¤› gibi insan› da yaratm›flt›r. ‹lk insan olan
Hz. Adem'i Kuran'da bildirdi¤i üzere çamurdan yaratm›fl, sonra da tüm in-
sanlar› birbirlerinden türeyen basit bir s›v›dan (meniden) var etmifltir. Daha-
s›, yeryüzündeki di¤er canl›lardan farkl› olarak, insana Kendinden bir ruh
üflemifltir. Allah insan›n yarat›l›fl›yla ilgili bu gerçe¤i Kuran'da flöyle bildirir:
O, yaratt›¤› herfleyi en güzel yapan ve insan› yaratmaya bir çamurdan bafl-
layand›r. Sonra onun soyunu bir özden, basbaya¤› bir sudan yapm›flt›r. Son-
ra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de ku-
lak, gözler ve gönüller var etti. Ne az flükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
316
‹nsan›n Görevi
Bilim, baflta da belirtti¤imiz gibi Allah'›n Kuran'da bildirdi¤i yarat›l›fl
gerçe¤ini bir kez daha ortaya koymaktad›r. Bilimsel bulgular, canl›larda
ola¤anüstü bir tasar›m bulundu¤unu göstererek, bunlar›n üstün bir ak›l
ve bilgiyle var edildiklerini do¤rulamaktad›r. Biyolojik gözlemler, canl›
türlerinin birbirlerine dönüflmediklerini, dolay›s›yla zaman içinde geriye
do¤ru gidildi¤inde her türün yoktan yarat›lm›fl olan ilk bireylerine var›la-
ca¤›n› göstermektedir. Örne¤in kartallar her zaman kartal olarak kald›kla-
r›na göre, tarih içinde geriye gidildi¤inde, orijinal olarak yoktan yarat›lm›fl
ilk kartal çiftine ya da grubuna var›lacakt›r. Nitekim fosil bulgular› da bu-
nu do¤rulamakta ve farkl› canl› türlerinin, kendilerine has yap›lar›yla yer-
yüzünde aniden ortaya ç›kt›klar›n› göstermektedir. Bu canl› türleri farkl›
zaman dilimleri içinde aflama aflama yarat›lm›fl ve yeryüzüne yerlefltiril-
mifl olabilirler, ama sonuçta tüm bunlar Allah'›n dilemesiyle olmufltur.
K›sacas› bilim, bu sayd›¤›m›z delillerle canl›lar› var edenin Allah
oldu¤unu gözler önüne sermektedir.
Ancak bilim bu noktadan daha ileri gidemez. Bize, niçin yarat›ld›¤›-
m›z› ve yaflam›m›z›n amac›n›n ne oldu¤unu ö¤reten, bizi yaratm›fl olan
Allah'›n Zat›'n› tan›tan ve her konuda yol gösterecek olan yegane kaynak,
Allah'tan bize ulaflan kutsal kitab›m›z Kuran'd›r.
Kuran'da ise, bize yarat›l›fl amac›m›z›n Rabbimiz olan Allah'a iman
etmek ve O'na kulluk etmek oldu¤u bildirilir. Allah bir ayette, "Ben, cin-
leri ve insanlar› yaln›zca Bana ibadet etsinler diye yaratt›m." (Zariyat
Suresi, 56) diye buyurmaktad›r. Yarat›l›fl gerçe¤ini kavrayan her insana
düflen görev, bu ayetin hükmüne uygun olarak yaflamak ve Allah'›n
Kuran'da aç›klad›¤› mümin kifli gibi, "Bana ne oluyor ki, beni Yaratana
kulluk etmeyecekmiflim?" (Yasin Suresi, 22) demektir.
Gördü¤ü tüm delillere karfl› hala yarat›l›fl gerçe¤ini reddeden ve
Allah'› inkarda direten kimseler ise, kibirleri ak›llar›na galip gelmifl kim-
selerdir. Bu gibi insanlar›n gerçekte ne kadar büyük bir acz içinde olduk-
lar›n›, Rabbimiz bir ayette flöyle bildirir:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; flimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'›n
d›fl›nda tapmakta olduklar›n›z -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi-
gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. E¤er sinek onlardan bir fley kapacak
olsa, bunu da ondan geri alamazlar. ‹steyen de güçsüz, istenen de. (Hac
Suresi, 73)
Sonsöz
317
Okuyaca¤›n›z bu bölüm, hayat›n
ÇOK ÖNEML‹ bir s›rr›n› içermektedir.
Maddesel dünyaya bak›fl aç›n›z›
kökten de¤ifltirecek olan bu konuyu,
çok dikkatli bir biçimde
ve sindirerek okumal›s›n›z.
Burada anlat›lacak olanlar yaln›zca
bir bak›fl aç›s›, farkl› bir yaklafl›m veya
herhangi bir felsefi düflünce de¤il;
dine inanan-inanmayan
herkesin kabul edece¤i,
bugün bilimin de kan›tlad›¤›
kesin bir gerçektir.
kıl ve vicdan yoluyla çevresini izleyen kifli fark eder ki, evrendeki
canlı-cansız herfley yaratılmıfltır. Peki tüm bunlar kim tarafından
yaratılmıfltır?
Açıktır ki, evrenin her noktasında kendini belli eden "yaratılmıfllık",
evrenin kendisinin bir ürünü olamaz. Örne¤in bir böcek kendi kendisini
var etmemifltir. Günefl Sistemi, bitkiler, insanlar, bakteriler, alyuvarlar, ke-
lebekler kendi kendilerini yaratmamıfllardır. Tüm bunların "tesadüfen"
oluflmaları gibi bir ihtimal de, kitabın önceki sayfalarında inceledi¤imiz
gibi, söz konusu de¤ildir.
Dolayısıyla flu sonuca varabiliriz: Gözümüzle gördü¤ümüz herfley
yaratılmıfltır... Ancak gözümüzle gördü¤ümüz fleylerin hiçbiri "Yaratıcı"
de¤ildir. O halde, Yaratıcı, gözümüzle gördü¤ümüz herfleyden baflka ve
üstün bir varlıktır. Kendisi görünmeyen, fakat yarattı¤ı herfleyin Kendi-
si'nin varlı¤ını ve vasıflarını gösterdi¤i üstün bir güçtür.
‹flte Allah'ın varlı¤ını tanımayanların sapt›klar› nokta da buradadır.
Bu kifliler, Allah'ı gözleriyle görmedikleri sürece, O'nun varlı¤ına iman et-
memeye flartlandırmıfllardır kendilerini. Ancak bu durumda, evrenin her
yerinde apaçık görünen "yaratılmıfllık" gerçe¤ini gizlemek, evrenin ve
canlıların yaratılmamıfl oldu¤unu iddia etmek zorunda kalırlar. Bunu yap-
mak için yalanlara baflvururlar. Evrim teorisi, önceki sayfalarda de¤inildi-
¤i gibi, bu konuda baflvurulan yalanların, sonuçsuz çırpınıflların en belir-
gin örne¤idir.
‹nkar edenlerin temel yanılgısı, aslında Allah'ın varlı¤ını inkar etme-
yen, ancak çarpık bir Allah inancına sahip olan pek çok kifli tarafından da
paylaflılır. Toplumun ço¤unlu¤unu oluflturan bu kifliler, yaratılıflı reddet-
MADDEN‹NARDINDAK‹ SIR
A
319
mezler, ancak Allah'ın "nerede" oldu¤una dair batıl inançları vardır: Ço¤u,
Allah'ın yaln›zca "gökte" oldu¤unu sanır. Bilinçaltlarındaki bat›l düflünce-
ye göre, Allah çok uzaklardaki bir gezegenin arkasındadır ve çok nadiren
"dünya ifllerine" müdahale eder. Ya da hiç etmez; evreni yaratmıfl ve bırak-
mıfltır, insanlar kendi kaderlerini çizerler...
Kimileri de Kuran'ın Allah'ın "her yerde" oldu¤una dair haberini
duymufltur, fakat bunun anlamını tam olarak çözemezler. Bilinçaltlarında-
ki batıl düflünce, Allah'ın radyo dalgaları ya da görünmez, hissedilmez bir
gaz gibi (Allah'› tenzih ederiz) maddeleri çevreledi¤i fleklindedir.
Oysa bu düflünce ve bafltan beri saydı¤ımız, Allah'ın "nerede" oldu-
¤unu bir türlü çözemeyen (belki de bu yüzden O'nu inkar eden) düflünce-
ler, ortak bir yanlıfla dayanmaktadırlar: Hiçbir temeli olmayan bir ön yar-
gıyı benimsemekte, ondan sonra da Allah ile ilgili olarak zanlara kapıl-
maktadırlar.
Nedir bu ön yargı?..
Bu ön yargı maddenin varlı¤ı ve niteli¤i ile ilgilidir. ‹nsanlar›n büyük
bir k›sm› gördü¤ümüz maddesel evrenin, var olan gerçekli¤in ta kendisi
oldu¤u konusunda flartlanmıfllard›r. Oysa modern bilim, bu ön yargıyı da
yıkarak, çok önemli ve etkileyici bir gerçe¤i ortaya koymaktadır. ‹lerleyen
sayfalarda Kuran'da da iflaret edilen bu büyük gerçe¤i açıklayaca¤›z.
Elektrik Sinyallerinden Oluflan Evren
Yafladı¤ımız dünya ile ilgili tüm bilgilerimiz bize befl duyumuz aracı-
lı¤ı ile gelir. Yani biz gözümüzün gördü¤ü, elimizin dokundu¤u, burnu-
muzun kokladı¤ı, dilimizin tattı¤ı, kula¤ımızın duydu¤u bir dünyayı ta-
nırız. Do¤umumuzdan itibaren bu duyulara ba¤lı oldu¤umuz için "dıfl
dünya"nın, duyularımızın bize tanıttı¤ından farklı olabilece¤ini hiç dü-
flünmemiflizdir.
Oysa, bugün birçok bilim dalında yapılan arafltırmalar son derece
farklı bir anlayıflı beraberinde getirmifl, algılarımız ve algıladı¤ımız dünya
ile ilgili ciddi flüphelerin oluflmasına neden olmufltur.
Bu yeni anlayıflın çıkıfl noktası ise fludur: Bizim "dıfl dünya" olarak al-
gıladıklarımız, yalnızca elektrik sinyallerinin beyinde oluflturdu¤u etkiler-
dir. Elmanın kırmızılı¤ı, tahtanın sertli¤i, dahası anneniz, babanız, aileniz,
sahibi oldu¤unuz bütün mallar, eviniz, ifliniz ve bu kitabın satırları yalnız-
320
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
ca ve yalnızca beyninizdeki elektrik sinyallerinden ibarettir.
Frederick Vester bilimin bu konuda ulafltı¤ı noktayı flöyle ifade eder:
Bazı düflünürlerin, 'insan bir hayaldir, aslında bütün yaflananlar ge-
çici ve aldatıcıdır, bu evren bir gölgedir' fleklindeki sözleri günümüz-
de bilimsel olarak kanıtlanıyor gibidir.397
Konuyu tam olarak açıklamak için öncelikle, dıfl dünya hakkında bi-
ze bilgi veren duyularımızdan söz edelim.
Nasıl Görüyoruz, Duyuyoruz, Tadıyoruz?
Görme olayı oldukça aflamalı bir biçimde gerçekleflir. Görme sırasın-
da, herhangi bir cisimden gelen ıflık demetleri (fotonlar), gözün önündeki
lensin içinden kırılarak geçer ve gözün arka tarafındaki retinaya ters ola-
rak düflerler. Buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüfltürülen
görme uyarıları, sinirler aracılı¤ı ile, beynin arka kısmındaki görme mer-
kezi adı verilen küçük bir bölgeye ulaflırlar. Bu elektrik sinyali bir dizi ifl-
lemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Yani gör-
me olayı, gerçekte beynin arkasındaki küçük, ıflı¤ın hiçbir flekilde gire-
medi¤i, kapkaranlık bir noktada yaflanır.
fiimdi genelde herkesçe bilinen bu bilgiye bir kez daha dikkatlice ba-
kalım: Biz, "görüyorum" derken, aslında gözümüze gelen uyarıların elekt-
rik sinyaline dönüflerek beynimizde oluflturdu¤u "etkiyi" görürüz. Yani
"görüyorum" derken, aslında beynimizdeki elektrik sinyallerini seyre-
deriz.
Hayatımız boyunca gördü¤ümüz her görüntü bir kaç cm3'lük görme
merkezinde oluflur. Okudu¤unuz bu satırlar da, ufka baktı¤ınızda gördü-
¤ünüz uçsuz bucaksız manzara da, bu küçücük yerde meydana gelmekte-
dir. Bu arada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta daha vardır. Az ön-
ce belirtti¤imiz gibi, kafatası ıflı¤ı içeri geçirmez, yani beynin içi kapkaran-
lıktır. Dolayısıyla beynin ıflı¤ın kendisiyle muhatap olması asla mümkün
de¤ildir.
Buradaki ilginç durumu bir örnekle açıklayalım: Karflımızda bir
mum oldu¤unu düflünelim. Bu mumun karflısına geçip onu uzun süre iz-
leyebiliriz. Ama bu süre boyunca beynimiz, muma ait ıflı¤ın aslı ile hiçbir
zaman muhatap olmaz. Mumun ıflı¤ını gördü¤ümüz anda bile kafamızın
ve beynimizin içi kapkaranlıktır. Kapkaranlık beynimizin içinde, aydınlık,
321
Maddenin Ard›ndaki S›r
322
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
ıflıl ıflıl ve renkli bir dünyayı seyrederiz.
R.L. Gregory, bizim çok do¤al karflıladı¤ımız görme olayındaki muci-
zevi durumu flöyle ifade etmektedir:
Görme olayına o kadar alıflmıflız ki, çözülmesi gereken sorular oldu-
¤unun farkına varmak büyük bir hayal gücü gerektiriyor. Fakat bunu
dikkate alın. Gözlerimize minik tepetaklak olmufl görüntüler verili-
yor, ve biz çevremizde bunları sa¤lam nesneler olarak görüyoruz. Re-
tinaların üzerindeki uyarıların sonucunda nesneler dünyasını algılı-
yoruz ve bu bir mucizeden farksız aslında.398
Aynı durum di¤er algılar için de geçerlidir. Ses, dokunma, tat ve ko-
ku, birer elektrik sinyali olarak beyne ulaflır ve buradaki ilgili merkezler-
de algılanırlar.
Duyma olayı da böyledir: Dıfl kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak
kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kula¤a iletir; orta kulak aldı¤ı ses titre-
Bizim gördü¤ü-müz, dokundu-¤umuz, duydu-¤umuz ve adı-na "madde","dünya" ya da"evren" dedi¤i-miz kavramlar,asl›nda beyni-mizde yorumla-nan elektriksinyalleridir.Biz hiçbir za-man maddenin,beynimiz d›fl›n-daki asl›na ula-flamay›z. An-cak, d›fl dünya-n›n beynimizdeoluflan görün-tüsünü görür,duyar vetadar›z.
flimlerini güçlendirerek iç kula¤a aktarır; iç kulak da bu titreflimleri elekt-
rik sinyallerine dönüfltürerek beyne gönderir. Aynı görmede oldu¤u gibi
duyma ifllemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleflir. Kafatası ıflı¤ı
geçirmedi¤i gibi sesi de geçirmez. Dolayısıyla dıflarısı ne kadar gürültülü
de olsa beynin içi tamamen sessizdir.
Buna ra¤men en net sesler beyinde algılanır. Öylesine bir netliktir ki
bu; sa¤lıklı bir insan kula¤ı hiçbir parazit, hiçbir cızırtı olmaksızın herfleyi
duyar. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersi-
niz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız, bir yapra¤ın hıflır-
tısından jet uçaklarının gürültüsüne dek genifl bir frekans aralı¤ındaki
tüm sesleri algılayabilirsiniz. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin
içindeki ses düzeyi ölçülse, burada derin bir sessizli¤in hakim oldu¤u gö-
rülecektir.
Koku algımızın oluflması da buna benzerdir: Vanilya kokusu, gül ko-
kusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek
tüylerde bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileflime girerler. Bu
etkileflim beynimize elektrik sinyali olarak iletilir ve koku olarak algılanır.
Sonuçta bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdı¤ımız kokuların hepsi
uçucu moleküllerin etkileflimlerinin elektrik sinyaline dönüfltürüldükten
sonra, beyindeki algılanıfl biçiminden baflka bir fley de¤ildir. Bir parfümü,
bir çiçe¤i, sevdi¤iniz bir yeme¤i, deniz kokusunu, hoflunuza giden ya da
gitmeyen her türlü kokuyu beyninizde algılarsınız. Fakat koku molekülle-
ri beyne hiçbir zaman ulaflamazlar. Ses ve görüntüde oldu¤u gibi, kokuda
da beyninize ulaflan yalnızca elektrik sinyalleridir. Sonuç olarak, do¤du-
¤unuz andan itibaren dıflarıdaki nesnelere ait olarak bildi¤iniz kokular
duyu organlarınız aracılı¤ı ile hissetti¤iniz elektrik uyarılarıdır.
Benzer flekilde, insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal
alıcı vardır. Bunlar tuzlu, tatlı, ekfli ve acı tatlarına karflılık gelir. Tat alıcıla-
rımız bir dizi kimyasal ifllemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine dö-
nüfltürür ve beyne iletirler. Bu sinyaller de beyin tarafından tat olarak al-
gılanırlar. Bir çikolatayı ya da sevdi¤iniz bir meyveyi yedi¤inizde aldı¤ı-
nız tat, elektrik sinyallerinin beyin tarafından yorumlanmasıdır. Dıflarıda-
ki nesneye ise asla ulaflamazsınız; çikolatanın kendisini göremez, koklaya-
maz ve tadamazsınız. Örne¤in, beyninize giden tat alma sinirleri kesilse, o
an yedi¤iniz herhangi bir fleyin tadının beyninize ulaflması mümkün ol-
maz; tat duyunuzu tamamen yitirirsiniz.
323
Maddenin Ard›ndaki S›r
324
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bu noktada karflımıza bir gerçek daha çıkar: Bir yiyece¤i tattı¤ımızda
bir baflkasının o yiyecekten aldı¤ı tadın veya bir sesi duydu¤umuzda bafl-
ka birisinin duydu¤u sesin bizim algıladıklarımız ile aynı oldu¤undan
emin olmamız mümkün de¤ildir. Bu gerçekle ilgili Lincoln Barnett flöyle
demektedir:
Hiç kimse kendisinin kırmızıyı görüflünün ya da Do notasını duyu-
flunun baflka bir insanınki ile aynı olup olmadı¤ını bilemez.399
Dokunma duyumuza gelince de, de¤iflen bir fley olmadı¤ını görürüz.
Bir cisme dokundu¤umuzda dıfl dünyayı ve nesneleri tanımamıza yar-
dımcı olacak bilgiler, derideki duyu sinirleri aracılı¤ıyla beyne ulafltırılır-
lar. Dokunma hissi beynimizde oluflur. Zannedildi¤i gibi dokunma hissini
algıladı¤ımız yer parmak uçlarımız ya da derimiz de¤il, yine beynimizde-
ki dokunma merkezidir. Bizler nesnelerden gelen elektriksel uyarıların
beynimizde de¤erlendirilmesi sonucu sertlik ya da yumuflaklık, sıcaklık
ya da so¤ukluk gibi, nesneleri tanımlayan farklı farklı hisler duyarız. Hat-
ta bir cismi tanımaya yarayan her türlü detayı bu uyarılar sonucunda elde
Bir cisimden gelen ›fl›k demetleri retina üzerine ters olarak düflerler. Burada elekt-rik sinyaline dönüflen görüntü beynin arka taraf›ndaki görme merkezine ulaflt›r›l›r.Görme merkezi dedi¤imiz yer küçücük bir aland›r. Beyin ›fl›¤› geçirmedi¤i için, gör-me merkezine de ›fl›¤›n ulaflmas› mümkün de¤ildir. Yani biz, ›fl›l ›fl›l ve derinlikli birdünyay› küçücük ve ›fl›¤›n asla ulaflamad›¤› bir noktada alg›lar›z. Bir ateflin ›fl›¤›n› ve s›cakl›¤›n› hissetti¤imiz anda bile beynimizin içi kapkaranl›kt›rve ›s›s› hiç de¤iflmez.
ederiz. Bu önemli gerçekle ilgili olarak B. Russel ve L. Wittgeinstein gibi
ünlü filozofların düflünceleri flöyledir:
…Bir limonun gerçekten var olup olmadı¤ı ve nasıl bir süreçle varlafl-
tı¤ı sorulamaz ve incelenemez. Limon, sadece dille anlaflılan tat, bu-
runla duyulan koku, gözle görülen renk ve biçimden ibarettir ve yal-
nız bu nitelikleri bilimsel bir arafltırmanın ve yargının konusu olabi-
lir. Bilim, nesnel dünyayı asla bilemez.400
Yani beynimizin d›fl›ndaki maddesel dünyaya ulaflmamız imkansız-
dır. Muhatap oldu¤umuz tüm nesneler, gerçekte görme, iflitme, dokunma
gibi algıların toplamından ibarettir. Algı merkezlerindeki bilgileri de¤er-
lendiren beynimiz, yaflamımız boyunca maddenin bizim dıflımızdaki "as-
lı" ile de¤il, beynimizdeki kopyaları ile muhatap olur. Biz ise bu kopya-
ları dıflımızdaki gerçek madde zannederek yanılırız.
Beynimizin ‹çinde Oluflan "Dıfl Dünya"
Buraya kadar anlattı¤ımız fiziksel gerçekler bizi tartıflılmaz bir sonu-
ca ulafltırır: Bizim gördü¤ümüz, dokundu¤umuz, duydu¤umuz ve adına
"madde", "dünya" ya da "evren" dedi¤imiz kavramlar, asl›nda beynimizde
yorumlanan elektrik sinyalleridir. Biz hiçbir zaman maddenin, beynimiz
d›fl›ndaki asl›na ulaflamay›z. Ancak d›fl dünyan›n beynimizde oluflan gö-
rüntüsünü görür, duyar ve tadar›z.
Örne¤in meyve yiyen biri, aslında meyvenin beynindeki algısıyla
muhataptır, aslıyla de¤il. Kiflinin "meyve" diye nitelendirdi¤i fley, meyve-
nin biçimi, tadı, kokusu ve sertli¤ine ait elektriksel bilginin beyinde algı-
lanmasından ibarettir. E¤er beyne giden görme sinirini keserseniz, meyve
görüntüsü de bir anda yok olur. Veya burundaki algılayıcılardan beyne
uzanan sinirdeki bir kopukluk, koku algınızı tamamen ortadan kaldırır.
Çünkü meyve, birtakım elektrik sinyallerini beynin yorumlamasından
baflka bir fley de¤ildir.
Üzerinde düflünülmesi gereken ayrı bir nokta da uzaklık hissidir.
Uzaklık, örne¤in bu kitapla aranızdaki mesafe, sadece beyninizde meyda-
na gelen bir boflluk hissidir. Bir insanın kendisinden çok uzakta sandı¤ı
maddeler de aslında beyninin içindedir. Örne¤in insan gö¤e bakıp yıldız-
ları seyreder ve bunların milyonlarca ıflık yılı uzakta olduklarını sanır. Oy-
sa yıldızlar onun içinde, beynindeki görüntü merkezindedirler. Bu yazıla-
325
Maddenin Ard›ndaki S›r
rı okurken içinde oturdu¤unuzu sandı¤ınız odanın da aslında içinde de-
¤ilsiniz; aksine oda sizin içinizdedir. Bedeninizi görmeniz, sizi odanın
içinde oldu¤unuza inandırır. Ancak flunu unutmayın; bedeniniz de bey-
ninizde oluflan bir görüntüdür.
Tüm di¤er algılarınız için de aynı durum geçerlidir. Örne¤in siz yan
odadaki televizyonun sesini duydu¤unuzu sanırken aslında beyninizin
içindeki sesle muhatapsınızdır. Metrelerce uzaktan geldi¤ini sandı¤ınız
ses de, hemen yanınızdaki kiflinin konuflması da aslında beyninizdeki bir-
kaç santimetrekarelik duyma merkezinde algılanmaktadır. Bu algı merke-
zinin dıflında sa¤, sol, ön, arka gibi bir kavram yoktur. Yani ses sa¤dan, sol-
dan veya havadan size ulaflmaz; sesin geldi¤i bir yön yoktur.
Algıladı¤ınız kokular da böyledir; hiçbiri uzak bir mesafeden size
ulaflmaz. Koku alma merkezinizde oluflan etkileri, dıflarıdaki maddelerin
kokusu zannedersiniz. Oysa bir gülün görüntüsü nasıl ki görme merkezi-
nizin içindeyse, o gülün kokusu da aynı flekilde koku alma merkezinizin
içindedir; dıflarıdaki gülün ve kokusunun aslı ile muhatap olamazs›n›z.
Çünkü bizim için "dıfl dünya", aynı anda beynimize ulaflan "elektrik
sinyalleri bütünü"nden baflka bir fley de¤ildir. Beynimiz hayatımız boyun-
ca bu sinyalleri de¤erlendirir. Biz de bunları maddenin "dıflarıdaki" aslı sa-
narak yanıldı¤ımızın farkında olmadan bir ömür süreriz. Yanılırız, çünkü
algılarımızla maddenin kendisine asla ulaflamayız.
"Dıfl dünya" sandı¤ımız sinyalleri yorumlayıp anlamlı hale getiren
de, yine bizim beynimizdir. Örne¤in duyma algısını ele alalım. Kula¤ımı-
zın içine gelen ses dalgalarının yorumunu yaparak onu bir senfoniye çevi-
ren aslında beynimizdir. Yani müzik, beynimizin oluflturdu¤u bir algıdır.
Renkleri görürken de aslında gözümüze ulaflan sadece ıflı¤ın farklı dalga
boylarıdır. Bu farklı dalga boylarını renklere çeviren yine beynimizdir.
"Dıfl dünyada" renk yoktur. Ne elma kırmızı, ne gökyüzü mavi, ne de
a¤açlar yeflildir. Onlar, sadece öyle algıladı¤ımız için öyledirler.
Nitekim gözdeki retinada oluflan küçük bir bozukluk renk körlü¤üne
sebep olur. Kimi insan maviyi yeflil, kimisi kırmızıyı mavi, kimisi de renk-
leri grinin çeflitli tonları fleklinde algılar. Bu noktadan sonra dıflarıdaki nes-
nenin renkli olup olmaması önemli de¤ildir.
Ünlü düflünür Berkeley de bu gerçe¤e flu sözleriyle dikkat çekmektedir:
‹lkin renklerin, kokuların, v.b. "gerçekten var oldu¤u" sanıldı; ama
326
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
daha sonra, bu çeflit görüfller reddedildi ve görüldü ki, bunlar du-
yumlarımız sayesinde vardır.401
Sonuç olarak; biz nesneleri onlar renkli oldu¤undan ya da dıflarıda
maddi bir varlı¤a sahip olduklarından renkli görmeyiz. Çünkü, varlıkla-
ra yükledi¤imiz tüm nitelikler, "dıfl dünyada" de¤il, içimizdedir.
Peki o zaman "dıfl dünya"y› tam olarak bildi¤imizi nas›l iddia edebi-
liriz?
‹nsan›n S›n›rl› Bilgisi
Buraya kadar anlatt›¤›m›z gerçe¤in ortaya koydu¤u en önemli sonuç-
lardan biri, insan›n d›fl dünya hakk›ndaki bilgisinin asl›nda son derece s›-
n›rl› olufludur.
D›fl dünya hakk›ndaki bilgilerimiz hem befl duyu ile s›n›rl›d›r, hem de
bu duyular›n bize alg›latt›¤› dünyan›n "as›l dünya" ile birebir uyumlu ol-
du¤unu gösterecek hiç bir kan›t yoktur.
Dolay›s›yla as›l dünya, bizim alg›lad›¤›m›zdan çok daha farkl› olabi-
lir. Orada bizim alg›layamad›¤›m›z pek çok varl›k ve varl›k boyutu olabi-
lir. Bizim bilgimiz, evrenin en uzak noktalar›na varsak bile, eksik olarak
kalmaya devam edecektir.
Tüm varl›klar› eksiksiz ve kusursuz bir biçimde bilen ise, tümünü ya-
ratm›fl olan Yüce Allah't›r. Allah'›n yaratt›¤› varl›klar, ancak O'nun izin
verdi¤i kadar bilgi sahibi olabilirler. Bu gerçek, Kuran'da flöyle haber ve-
rilmektedir:
Allah... O'ndan baflka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve
uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. ‹zni olmak-
sızın O'nun Katında flefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve
arkalar›ndakini bilir. (Onlar ise) diledi¤i kadar›n›n d›fl›nda, O'nun il-
minden hiçbir fleyi kavray›p-kuflatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gök-
leri ve yeri kaplayıp-kuflatmıfltır. Onların korunması O'na güç gelmez.
O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
327
Maddenin Ard›ndaki S›r
Yapay Olarak Oluflturulan "Dıfl Dünya"
Tanıdı¤ımız tek dünya, zihnimizin içinde olan, orada çizilen, seslen-
dirilen ve renklendirilen, kısacası zihnimizde meydana gelen bir dünya-
dır.
Beynimizde seyretti¤imiz bu algılar kimi zaman "yapay" bir kaynak-
tan da geliyor olabilirler.
Bunu flöyle bir örnekle zihnimizde canlandırabiliriz:
Önce, beyninizi vücudunuzun dıflına çıkarıp, cam bir küpün içinde
suni olarak yaflattı¤ımızı düflünelim. Bir de bunun yanına, her türlü elekt-
rik sinyalinin üretilebildi¤i bir bilgisayar yerlefltirelim. Sonra, herhangi bir
ortama ait görüntü, ses, koku gibi verilerin elektrik sinyallerini yapay ola-
rak bu bilgisayarda üretelim ve kaydedelim. Bu bilgisayarı elektrik kablo-
larıyla beyninizdeki algı merkezlerine ba¤layalım ve burada kayıtlı olan
sinyalleri beyninize gönderelim. Bu sinyalleri algıladıkça beyniniz (bir
baflka deyimle "siz"), bunların karflılı¤ı olan ortamı görecek ve yaflayacak-
tır.
Bu bilgisayardan beyninize, kendi görüntü-
nüze ait elektrik sinyalleri de gönderebiliriz. Örne-
¤in bir masada otururken algıladı¤ınız bütün gör-
me, iflitme, dokunma gibi duyuların elektriksel
karflılıklarını beyninize gönderdi¤imizde, beyni-
niz kendisini bürosunda oturmakta olan bir iflada-
mı sanacaktır. Bilgisayardan gelen uyarılar devam
ettikçe de bu hayali dünya devam edecektir. Yal-
nızca bir beyinden ibaret oldu¤unu ise hiçbir flekil-
de anlayamayacaktır. Çünkü beynin içinde bir
dünya oluflması için beyindeki ilgili merkezlere
gerekli uyarıların ulaflması yeterlidir. Bu uyarılar
yapay bir kaynaktan, örne¤in bir kayıt cihazından
ya da daha farklı bir algı kayna¤ından geliyor ola-
bilir.
Ünlü bilim felsefecisi Bertrand Russell bu ko-
nuda flunları söyler:
…Parmaklarımızla masaya bastı¤ımız zamanki
328
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Modern fizi¤in bulgular› damaddesel evrenin bir alg›larbütünü oldu¤unu gösteri-yor. 30 Ocak 1999 tarihli sa-y›s›nda bu gerçe¤i ele alanünlü Amerikan bilim dergisiNew Scientist'in kapa¤›ndaflu soru yer al›yor: "Gerçe¤inÖtesinde: Evren, Bilginin BirDans› m› ve Madde SadeceBir Seraptan m› ‹baret?"
Hayat›m›z boyunca gördü¤ümüz her görüntü beynin arka taraf›ndaki görmemerkezinde oluflur ve bu görme merkezi sadece ve sadece birkaç cm3 büyük-lü¤ündedir. Dar bir oda görüntüsü de, genifl bir manzara görüntüsü de buçok küçük alana s›¤maktad›r. O halde bizim gördü¤ümüz, d›flar›da var olangerçek büyüklük de¤il, sadece beynimizin alg›lad›¤› büyüklüktür.
dokunma duyusuna gelince bu, parmak uçlarındaki elektron ve pro-
tonlar üzerinde bir elektrik etkisidir. Modern fizi¤e göre, masadaki
elektron ve protonların yakınlı¤ından oluflmufltur. E¤er parmak uçla-
rımızdaki aynı etki, bir baflka yolla ortaya çıkmıfl olsaydı, hiç masa
olmamasına ra¤men aynı fleyi hissedecektik.402
Maddesel karflılıkları olmayan algıları gerçek sanarak aldanmamız
çok kolaydır. Nitekim bu gerçe¤i rüyalarımızda sık sık yaflarız. Rüyada ta-
mamen gerçek gibi duran olaylar yaflar, insanlar, nesneler, ortamlar görü-
rüz. Ama hepsi birer algıdan baflka bir fley de¤ildir. Rüya ile "gerçek dün-
ya" arasında ise temel bir fark yoktur; her ikisi de zihinde yaflanır.
Algılayan Kim?
Buraya kadar anlafl›laca¤› gibi, içinde yaflad›¤›m›z› sand›¤›m›z ve
"d›fl dünya" ad›n› verdi¤imiz maddesel dünyan›n asl›nda beynimizde
olufltu¤una kuflku yoktur. Ama as›l önemli soru burada ortaya ç›kar: Bil-
di¤imiz bütün maddesel varl›klar gerçekte birer alg› ise, o halde beynimiz
nedir? Beynimiz de kolumuz, baca¤›m›z ya da baflka herhangi bir nesne
gibi maddesel dünyan›n bir parças› oldu¤una göre, o da di¤er maddeler
gibi bir alg› olmal›d›r.
Rüya ile ilgili bir örnek konuyu daha iyi aç›klayacakt›r. fiimdiye ka-
dar olan anlat›m›m›za uygun olarak beynimizin içinde bir rüya seyretti¤i-
mizi düflünelim. Rüyada hayali bir bedenimiz olacakt›r. Hayali bir kolu-
muz, hayali bir gövdemiz, hayali bir gözümüz ve de hayali bir beynimiz.
Rüya s›ras›nda bize "nerede görüyorsun?" gibi bir soru gelse verece¤imiz
cevap "beynimde görüyorum" olacakt›r. Ama ortada gerçek bir beyin yok-
tur. Sadece hayali bir vücut, hayali bir kafatas› ve hayali bir beyin vard›r.
Rüyan›zdaki görüntüyü gören irade ise, rüyadaki hayali beyin de¤il, on-
dan daha "ötede" olan bir varl›kt›r.
Rüyadaki ortamla gerçek hayat dedi¤imiz ortam aras›nda herhangi
bir fiziksel fark olmad›¤›n› biliyoruz. Öyleyse, bize gerçek hayat dedi¤i-
miz ortamda, "nerede görüyorsun?" sorusu soruldu¤unda da üstteki ör-
nekteki gibi "beynimde" cevab›n› vermenin bir anlam› yoktur. Her iki du-
rumda da gören ve alg›layan irade, bir et parças› niteli¤indeki beyin de¤il-
dir. Buraya kadar hep d›fl dünyan›n bir kopyas›n› beynimizde izledi¤imiz-
330
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
den söz ettik. Bunun önemli bir sonucu, d›fl dünyan›n asl›n› hiç bir zaman
tam olarak bilemeyece¤imizdir.
En az bu kadar önemli olan ikinci bir gerçek ise, beynimizde izledi¤i-
miz bu dünyay› izleyen "irade"nin, beynin kendisi olamayaca¤›d›r. Beyin,
kendisine gelen verileri iflleyen ve görüntüye çeviren bir bilgisayar-moni-
tör sistemi gibidir; ama dikkat edilirse bilgisayarlar kendi kendilerini izle-
mezler. Varl›klar›n›n fluurunda da de¤ildirler.
Bu fluuru aramak için beyni analiz etti¤imizde karfl›m›za, di¤er canl›
organlarda da bulunan protein ve ya¤ molekülleri gibi moleküllerden da-
ha farkl› bir malzeme ç›kmaz. Yani beyin dedi¤imiz et parças›nda, görün-
tüleri seyrederek yorumlayacak, bilinci oluflturacak, k›sacas› "ben" dedi¤i-
miz fleyi yaratabilecek bir fley yoktur.
R.L. Gregory beynin içinde görüntünün alg›lanmas› ile ilgili insan-
lar›n düfltükleri bir yan›lg›y› flöyle dile getirmektedir:
331
Maddenin Ard›ndaki S›r
Beyin, protein ve ya¤ moleküllerinden oluflan birhücre y›¤›n›d›r. Nöron (yukar›da) ad› verilen sinirhücrelerinden oluflmufltur. Bilinci oluflturan elbet-te nöronlar de¤ildir. Nöronlar›n yap›s›n› inceledi-¤imizde karfl›m›za ç›kan ise atomlard›r. (Solda)Kuflkusuz fluursuz atomlar›n da fluur meydana ge-tirmesi mümkün de¤ildir. Beyin dedi¤imiz et par-ças›nda, görüntüleri izleyecek, bilinci oluflturacak,k›sacas› "ben" dedi¤imiz fleyi yaratabilecek bir güçyoktur.
Gözlerin beyinde resimler oluflturdu¤unu söylemeye yönelik bir e¤i-
lim söz konusudur, fakat bundan kaç›nmak gerekir. Beyinde bir resim
olufltu¤u söylenirse bunu görmesi için içte bir göz daha olmas› gere-
kir -fakat bu gözün resmini görebilmek için bir göze daha ihtiyaç ola-
cakt›r,... ve bu da sonsuz bir göz ve resim olmas› anlam›na gelir. Bu
mümkün olamaz..403
Maddeden baflka bir varl›¤› kabul etmeyen materyalistlerin içinden
ç›kamad›klar› sorunlardan biri budur: Gören, gördü¤ünü alg›layan ve tep-
ki veren "içteki göz" kime aittir?
Karl Pribram da bilim ve felsefe dünyas›nda, alg›y› hissedenin kim
oldu¤u ile ilgili bu önemli aray›fla dikkat çekmifltir:
Yunanl›lardan beri, filozoflar "makinenin içindeki hayalet", "küçük
insan›n içindeki küçük insan", vb. üzerine düflünüp durmufllard›. Ben
-beyni kullanan varl›k- nerededir? As›l bilmeyi gerçeklefltiren
kim? Assisi'li Aziz Francis'in de söylemifl oldu¤u gibi: "Arad›¤›m›z
fley bakan›n ne oldu¤udur."404
332
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bir manzaray› seyredeninsan, bu manzaray›,beyninin arkas›ndakikapkaranl›k görme mer-kezinde görür. Peki,beyninin içinde bumanzaray› seyreden,gördüklerinden zevkalan, gördü¤ü binalar›tan›yan, p›r›l p›r›l gök-yüzünü izlemekten hofl-lanan kimdir? Beyinhücreleri veya atomlargörmek, duymak vezevk almak gibi özellik-lerden yoksun olduk-lar›na göre, tüm bunlar›beynin içinde izleyenve hisseden kimdir?
fiimdi flunu düflünün: Elinizdeki kitap, içinde oturdu¤unuz oda, k›sa-
ca önünüzdeki bütün görüntüler beyninizin içinde görülmektedir. Peki bu
görüntüleri atomlar m› görüyor? Hem de kör, sa¤›r, bilinçsiz atomlar... Ne-
den atomlar›n bir k›sm› bu özellikleri kazanm›fl da, di¤erleri kazanama-
m›fl?... Düflünmemiz, kavramam›z, hat›rlamam›z, sevinmemiz, üzülme-
miz, bütün bunlar bu atomlar›n aras›ndaki kimyasal reaksiyonlardan m›
ibaret?
Bu sorular› dikkatle düflündü¤ümüzde, atomlarda irade araman›n
bir anlam› olmad›¤›n› görürüz. Aç›kt›r ki, gören, ifliten ve hisseden varl›k,
madde ötesinde bir varl›kt›r. Bu varl›k "canl›"d›r ve ne madde, ne de gö-
rüntü de¤ildir. Bu varl›k vücut görüntümüzü kullanarak önündeki alg›lar-
la muhatap olur.
‹flte bu varl›k "Ruh"tur.
Bu sat›rlar› yazan ve okuyan ak›ll› varl›klar, birer atom ve molekül y›-
¤›n› -ve bunlar›n aras›ndaki kimyasal reaksiyonlar- de¤il, birer "ruh"tur.
Gerçek Mutlak Varlık
Tüm bu gerçekler, bizi çok önemli bir soruyla daha karflı karflıya ge-
tirir: Madem bizim muhatap oldu¤umuz dünya, gerçekte ruhumuzun
gördü¤ü algılard›r, o halde bu algıların kayna¤ı nedir?...
Bu soruya cevap verirken dikkat edilmesi gereken gerçek fludur; biz
maddeyi sadece hayalimizde görürüz, d›flar›daki asl› ile hiçbir zaman mu-
hatap olamay›z. Madde bizim için bir algı oldu¤una göre, "yapay" bir fley-
dir. Yani bu algının bir baflka güç tarafından yapılması, daha açık bir ifadey-
le yaratılması gerekir. Hem de sürekli olarak. E¤er sürekli bir yaratma ol-
mazsa, bu algılar da yok olur giderler. Bu, bir televizyon ekranında görün-
tünün devam edebilmesi için, yayının da sürekli devam etmesi gibidir.
Peki kim bizim ruhumuza yıldızları, dünyayı, bitkileri, insanları, be-
denimizi ve gördü¤ümüz di¤er herfleyi sürekli olarak seyrettirmektedir?
Çok açıktır ki, içinde yafladı¤ımız tüm maddesel evreni yaratan ve
sürekli yaratmaya devam eden üstün bir Yaratıcı vardır. Bu Yaratıcı, bu
denli görkemli bir yaratılıfl sergiledi¤ine göre de, sonsuz bir güç ve bilgi
sahibidir.
333
Maddenin Ard›ndaki S›r
Nitekim o Yaratıcı, bize indirdi¤i kitap yoluyla Kendisi'ni, evreni ve
bizim neden var oldu¤umuzu anlatır.
O Yaratıcı Allah, kitabının ismi ise Kuran-› Kerim'dir.
Göklerin ve yerin, yani evrenin sabit ve kararlı olmadı¤ı, sadece
Allah'ın yaratmasıyla varlık buldukları ve Allah yaratmayı durdurdu¤un-
da yok olacakları bir ayette flöyle ifade edilir:
fiüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti al-
tında) tutuyor. Andolsun, e¤er zeval bulacak olurlarsa, Kendisi'nden
sonra artık kimse onları tutamaz. Do¤rusu O, Halim'dir, ba¤ıfllayandır.
(Fatır Suresi, 41)
Elbette bu ayette maddesel evrenin Allah'›n kudreti alt›nda tutulmas›
anlat›lmaktad›r. Allah evreni, dünyay›, da¤lar›, canl› cans›z tüm varl›klar›
yaratm›flt›r ve onlar› her an kudreti alt›nda tutmaktad›r. Allah'›n Halik s›-
fat› bu maddesel evrende tecelli etmektedir. Allah Halik'tir, yani herfleyi
yaratan, yoktan var edendir. Bu da bize göstermektedir ki, beynimizin d›-
fl›nda, Allah'›n yaratt›¤› varl›klardan oluflan maddesel bir evren vard›r. An-
cak, Allah bir mucize ve yarat›fl›ndaki üstünlü¤ün ve sonsuz ilminin bir te-
cellisi olarak, bu maddesel evreni bize bir "hayal", "gölge" veya "görüntü"
gibi izlettirir. Allah'›n yarat›fl›ndaki mükemmeli¤in bir sonucu olarak, in-
san, beyninin d›fl›ndaki dünyaya asla ulaflamaz. Bu gerçek maddesel evre-
ni bilen sadece Allah't›r.
Fat›r Suresi'ndeki ayetin bir baflka tevili de, insanlar›n görmekte ol-
duklar› maddesel evren görüntülerini de Allah'›n her an tutmakta oldu¤u-
dur. (En do¤rusunu Allah bilir.) Allah zihnimize dünya görüntüsünü gös-
termemeyi dilese, tüm evren bizim için yok olur ve bir daha asla ona ula-
flamay›z.
Bizim maddesel evrenin kendisine asla ulaflamad›¤›m›z gerçe¤i, in-
sanlar›n pek ço¤unun akl›n› meflgul eden "Allah nerede" sorusunun da ce-
vab›n› ortaya ç›kar›r.
Giriflte de belirtti¤imiz gibi, insanların ço¤u, Allah'ın gücünü kavraya-
madıklarından, O'nu göklerde bir yerlerde bulunan ve dünya ifllerine mü-
dahale etmeyen bir varlık olarak düflünürler. (Allah'› tenzih ederiz) Bu
mantı¤ın temeli, evrenin bir maddeler bütünü oldu¤u, Allah'ın ise bu mad-
delerin "dıflında" bir yerlerde bulundu¤u fleklindedir.
334
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Oysa, flimdiye dek inceledi¤imiz gibi, maddesel evrene hiç bir zaman
ulaflamad›¤›m›z gibi, onun mahiyetini de tam olarak bilemeyiz. Tek bildi-
¤imiz, tüm bunlar› yaratan Yarat›c›'n›n, yani Allah'›n varl›¤›d›r. ‹mam
Rabbani gibi büyük ‹slam alimleri, bu gerçe¤i ifade etmek için, "var olan
tek mutlak varl›k sadece Allah'tır, O'ndan baflka herfley gölge varlıklar-
dır" demifllerdir.
Çünkü gördü¤ümüz dünya zihnimizdedir ve bunun d›fl dünyadaki
karfl›l›¤›na ulaflmam›z kesinlikle imkans›zd›r.
Böyle olunca da, Allah'ın, hiç bir zaman ulaflamad›¤›m›z bir maddi
evrenin "dıflında" oldu¤unu düflünmek yanl›fl olur.
Allah gerçekte "her yerde"dir ve her yeri kaplamaktadır. Bu gerçek
Kuran'da flöyle açıklanır:
…O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuflatmıfltır. Onların
korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara
Suresi, 255)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuflmaktan yana derin bir
kuflku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herfleyi sar›p-kuflatan-
d›r. (Fussilet Suresi, 54)
Allah'ın mekandan münezzeh oldu¤u ve her yeri çepeçevre kuflattı¤ı
gerçe¤i bir baflka ayette de flöyle belirtilmektedir:
Do¤u da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü
(kıblesi) orasıdır. fiüphesiz ki Allah kuflatandır, bilendir. (Bakara Su-
resi, 115)
Maddesel varlıklar Allah'ı göremezler, ama Allah, Kendi yarattı¤ı
maddeyi her flekliyle görür. Kuran'da "gözler O'nu idrak edemez; O ise
bütün gözleri idrak eder" (Enam Suresi, 103) denilerek bu gerçek haber
verilmektedir.
Yani biz Allah'ın varlı¤ını gözlerimizle algılayamayız ama Allah bi-
zim içimizi, dıflımızı, bakıfllarımızı, düflüncelerimizi tam olarak kuflatmıfl-
tır. O'nun bilgisi dıflında biz tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes
dahi alamayız.
"Dıfl dünya" sandı¤ımız algıları seyrederken, yani hayatımızı sürer-
ken de, bize en yakın olan varlık, Allah'ın Kendisi'dir. Kuran'da yer alan
335
Maddenin Ard›ndaki S›r
336
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
"Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte
oldu¤unu biliriz. Biz ona flahdamarından daha yakınız" (Kaf Suresi, 16)
ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. Bir insan kendi bedeninin "mad-
de"den olufltu¤unu zannetti¤inde bu önemli gerçe¤i kavrayamaz. Çünkü
örne¤in "kendi" zannetti¤i yer beyniyse, dıflarısı olarak kabul etti¤i yer
kendisine 20-30 cm gibi belirli bir uzaklıkta olur. Ama madde diye bildi¤i
herfleyin zihnindeki alg›lar oldu¤unu kavradı¤ında, artık dıflarısı, içerisi,
uzak, yakın gibi kavramlar anlamsızlaflır. Allah kendisini çepeçevre kuflat-
mıfltır ve ona "sonsuz yakın"dır.
Allah insanlara "sonsuz yakın" oldu¤unu, "kullarım Beni sana sora-
cak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım..." (Bakara Suresi,
186) ayeti ile de bildirir. Bir baflka ayette geçen, "muhakkak Rabbin insan-
ları çepeçevre kuflatmıfltır" (‹sra Suresi, 60) ifadesi de yine aynı gerçe¤i
haber verir.
‹nsan kendisine en yakın olan varlı¤ın yine kendisi oldu¤unu sana-
rak yanılır. Oysa Allah bize, kendimizden bile daha yakındır. "Hele can
bo¤aza gelip dayandı¤ında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz,
Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz." (Vakıa Suresi, 83-85)
ayetleriyle de bu gerçe¤e dikkat çekmifltir. Ancak ayette de bildirildi¤i gi-
bi insanlar gözleriyle görmedikleri için bu ola¤anüstü gerçekten habersiz
yaflarlar.
Öte yandan, ‹mam Rabbani'nin ifadesiyle bir gölge varlıktan baflka
bir fley olmayan insanın, Allah'tan ba¤ımsız bir güce sahip olması da
mümkün de¤ildir. Nitekim "Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah ya-
ratmıfltır" (Saffat Suresi, 96) ayeti yafladı¤ımız tüm olayların Allah'ın kont-
rolü altında gerçekleflti¤ini gösterir. Kuran'da bu gerçek bildirilmekte ve
"... attı¤ın zaman sen atmadın, ama Allah attı..." (Enfal Suresi, 17) ayetiy-
le, hiçbir fiilin Allah'tan ba¤ımsız olmadı¤ı vurgulanmaktadır. ‹nsan gölge
varlık oldu¤u için atma eylemini yapan kendisi olamaz. Ancak Allah bu
gölge varlı¤a kendisinin attı¤ı hissini vermektedir. Gerçekte ise tüm fiille-
ri gerçeklefltiren Allah'tır.
Gerçek budur. Bir insan bunu kabullenmek istemeyebilir, kendisini
Allah'tan ba¤ımsız bir varlık sanmaya devam edebilir, ama bu hiçbir fleyi
de¤ifltirmez.
337
Maddenin Ard›ndaki S›r
Sahip Oldu¤umuz Herfley Aslında Hayaldir...
Açıkça görüldü¤ü gibi, bizim "dıfl dünya" ile do¤rudan muhatap ol-
mad›¤›m›z, Allah'ın sürekli ruhumuza gösterdi¤i bir kopyas› ile muhatap
oldu¤umuz bilimsel ve mantıksal bir gerçektir. Ne var ki baz› insanlar bu
gerçe¤i pek düflünmek istemezler.
Bu konuda biraz samimi ve cesur düflünecek olursanız, evinizin, için-
deki eflyalarınızın veya antikalarınızın, yazlı¤ınızın, yeni aldı¤ınız araba-
nızın, ofisinizin, mücevherlerinizin, bankadaki hesabınızın, gardrobunu-
zun, eflinizin, çocuklarınızın, ifl arkadafllarınızın ve sahip oldu¤unuz di¤er
fleylerin de, asl›nda zihninizde oldu¤u gerçe¤ini fark edersiniz. Etrafınız-
da gördü¤ünüz, duydu¤unuz, kokladı¤ınız kısacası befl duyunuzla algıla-
dı¤ınız herfley bu "kopya dünya"ya aittir; en sevdi¤iniz sanatçının sesi,
oturdu¤unuz iskemlenin sertli¤i, kokusu hoflunuza giden bir parfüm, sizi
ısıtan günefl, renkleriyle göz alıcı bir çiçek, pencerenizin dıflında uçan bir
kufl, denizin üzerinde hızla ilerleyen sürat motoru, bol ürün veren bahçe-
niz, iflinizde kullandı¤ınız bilgisayar ya da dünyadaki en kaliteli teknolo-
jiye sahip müzik setiniz...
Gerçek budur, çünkü dünya yalnızca insanı denemek için yaratılan
bir alemdir. ‹nsanlar kısa yaflamları boyunca asla gerçe¤ine ulaflamayacak-
lar› algılarla denenirler. Bu algılar ise, özellikle süslü ve çekici gösterilir.
Bu gerçek, Kuran'da flöyle haber verilmektedir:
"Kadınlara, o¤ullara, kantar kantar yı¤ılmıfl altın ve gümüfle, salma gü-
zel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu flehvet insanlara
'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varıla-
cak güzel yer Allah Katında olandır." (Al-i ‹mran Suresi, 14)
‹nsanların ço¤u sahip oldukları ya da olmaya çalıfltıkları malların, pa-
raların, yı¤dıkları altınların, gümüfllerin, dolarların, mücevherlerin, taflı-
dıkları hesap cüzdanlarının, kredi kartlarının, kullandıkları dolaplar dolu-
su kıyafetlerin, son model arabaların, kısacası her türlü zenginli¤in büyü-
süyle dinlerini bir kenara bırakır, ahireti unutur ve yalnızca dünyaya yö-
nelirler. "‹flim var", "ideallerim var", "sorumluluklarım var", "vaktim kısıt-
lı", "yetifltirmem gereken ifller var", "ileride yapaca¤ım" diyerek, dünyanın
"süslü ve çekici" yüzüne aldanarak namaz kılmaz, mallarını fakirlere ver-
mez, ahirette kazanç sa¤layacakları ibadetlere yönelmezler. Aksine yalnız-
ca dünyada kazanç sa¤lamaya çalıflarak ömürlerini tüketirler. "Onlar,
dünya hayatından dıflta olanı bilirler, ahiretten ise gafildirler" (Rum Su-
resi, 7) ayetinde iflte tam bu yanılgı tarif edilir.
Kitabın bu bölümünde anlattı¤ımız gerçek ise, bütün bu hırsları ve
ba¤lılıkları anlamsızlafltırması açısından çok önemlidir. Çünkü bu gerçe-
¤in anlaflılması, insanların sahip oldukları ve olmaya çalıfltıkları herfleyin,
hırsla sahip oldukları mülklerinin, varlıklarıyla övündükleri çocuklarının,
kendilerine en yakın sandıkları efllerinin, en sevdikleri arkadafllarının, be-
denlerinin, bir üstünlük olarak gördükleri mevkilerinin, okudukları okul-
ların, geçirdikleri tatillerin birer gölge varl›ktan ibaret oldu¤unu göster-
mektedir. Bu durumda bunlar adına yapılan hırslar, geçirilen zamanlar,
harcanan çabalar da boflunadır.
O halde bazı insanlar sahip oldukları mal ve mülkleriyle, yatlarıyla,
helikopterleriyle, fabrikalarıyla, holdingleriyle, köflkleriyle, arazileriyle
sanki bunlar›n asl› ile muhatap olabilirmifl gibi övündükleri zaman küçük
düflmektedirler. Yatlarıyla "kasılarak" dolaflanlar, arkadafllarına arabala-
rıyla gösterifl yapanlar, zenginliklerini her fırsatta dile getirenler, mevkile-
rinin kendilerini herkesten üstün kıldı¤ını zannedenler, bunlarla gösterifl
yaptıklarını sananlar, aslında zihinlerindeki görüntüler ile gösterifl yaptık-
larını anladıklarında ne duruma düfleceklerini bilmelidirler.
Bunların benzerlerini rüyalarında da sık sık görürler. Rüyalarında da
evleri, çok süratli arabaları, son derece de¤erli mücevherleri, tomar tomar
dolarları, yı¤ın y›¤›n altın ve gümüflleri vardır. Rüyalarında da yüksek bir
mevkide bulunurlar, binlerce kiflinin çalıfltı¤ı bir fabrikaları olur, pek çok
insana hükmedebilecek bir güçleri olur, herkesin hayran kaldı¤ı kıyafetler
giyerler... Ancak nasıl rüyada sahip oldukları ile övünmek onları komik
duruma düflürürse, aynı flekilde bu dünyada muhatap oldukları görüntüy-
le övünmek de buna eflde¤erdir. Rüyalarında gördükleri de, bu dünyada
muhatap oldukları da sonuçta zihinlerindeki birer görüntüden ibarettir.
Bunun gibi, dünyada yafladıkları olaylara gösterdikleri tepkiler de
gerçe¤i anladıklarında bu insanları utandıracaktır. Kendini kaybetmifl fle-
kilde kavga edenler, ba¤ırıp ça¤ıranlar, dolandırıcılık yapanlar, rüflvet
alanlar, sahtekarlık düzenleyenler, yalan söyleyenler, cimrilik yapanlar, in-
sanların canını yakanlar, onları dövüp sövenler, gözü dönmüfl saldırgan-
lar, içleri makam mevki hırsı ile dolu olanlar, haset edenler, gösterifl yap-
338
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
maya çalıflanlar, kendilerini yüceltmek için u¤raflanlar ve di¤erleri, bir ha-
yal içinde bunları yaptıklarını fark ettiklerinde rezil olacaklardır.
Bilinmelidir ki, tüm evreni yaratan ve her insana ayr› ayr› gösteren
Allah oldu¤una göre, bu dünyadaki tüm malın gerçek sahibi de yalnızca
Allah'tır. Nitekim bu gerçek Kuran'da özellikle haber verilir:
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herfleyi kuflatan-
dır. (Nisa Suresi, 126)
Aslı ile muhatap olunamayan hırslar u¤runa din ahlak›n› bir kenara
bırakmak ve bunun neticesinde sonsuz yaflamı kaybetmek ise, çok büyük
bir akılsızlıktır. Dahası insana sonsuz kayıp getirir.
Bu konuda flu nokta çok iyi anlaflılmalıdır: Karflı karflıya oldu¤umuz
gerçek, "tüm bu sahip oldu¤unuz ve hırsını yaptı¤ınız mallar, zenginlikler,
çocuklar, efller, arkadafllar, makam-mevki ileride yok olacaktır, o yüzden
bir anlamı yoktur" dememektedir. "Bu sahip olduklarınızın hiçbirinin asl›
ile flu anda zaten muhatap de¤ilsiniz, hepsi yalnızca beyninizde izledi¤i-
niz bir alg›dan ibaret, Allah'ın sizi denemek için gösterdi¤i birer görüntü"
demektedir. Dikkat ederseniz ikisi arasında çok büyük bir fark vardır.
‹nsan bu gerçe¤i flu an kabul etmek istemese ve tüm sahip oldukları-
nı var kabul ederek kendini aldatsa bile, sonuçta ölümünün ardından ye-
niden dirildi¤inde, yani ahirette herfley çok net ortaya çıkacaktır. O gün in-
sanın "görüfl gücü keskinleflecek" (Kaf Suresi, 22) ve herfleyi çok daha
açık fark edecektir. Ama e¤er dünyadaki yaflamını hayali amaçlar peflinde
koflarak harcamıflsa, orada hiç yaflamamıfl olmayı dileyecek, "keflke o
ölüm kesip bitirseydi, malım bana hiçbir yarar sa¤layamadı, güç ve
kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) diyerek helak olacaktır.
Akıllı bir insana düflen ise, tüm kainatın bu en büyük gerçe¤ini za-
man varken burada kavramaya çalıflmaktır. Aksi halde bütün ömrünü ha-
yaller peflinde koflmaya harcayıp sonunda büyük bir yıkıma u¤rar. Allah,
dünyada hayaller (ya da "seraplar") peflinde koflup Yarat›c›m›z olan
Allah'› unutan bu insanların son durumlarını flöyle bildirmektedir:
‹nkar edenler; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer;
susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulafltı¤ında bir fley bulamaz ve
yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir.
Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
339
Maddenin Ard›ndaki S›r
Materyalistlerin Mantık Bozuklukları
Bu bölümün baflından itibaren maddenin, materyalistlerin iddia et-
tikleri gibi mutlak bir varlık olmadı¤ı, aksine Allah'ın yoktan yarattı¤ı ve
bizim de asl›na ulaflamad›¤›m›z bir gölge varl›k oldu¤u bilimsel olarak or-
taya kondu. Materyalistler ise, bütün felsefelerini yok eden bu açık gerçe-
¤e karflı son derece dogmatik bir tutumla direnmektedirler ve geçersiz
karflı mantıklar getirmektedirler.
Örne¤in materyalist felsefenin 20. yüzyıldaki savunucularından biri
olan koyu Marksist George Politzer, maddenin asl›na ulaflabildi¤inin "bü-
yük delili" olarak "otobüs örne¤i"ni vermifltir. Politzer'e göre, idealist dü-
flünürler de otoyolda otobüs gördükleri zaman ezilmemek için kaçmakta-
dırlar ve bu maddenin asl› ile muhatap olduklar›n›n ispatıdır.405
Bir baflka tan›nm›fl materyalist Johnson ise kendisine maddenin asl›-
na ulaflamad›¤› anlatıldı¤ında, tafllara tekme atarak onların asl› ile muha-
tap oldu¤unu "kanıtlamaya" çalıflmıfltır.406
Benzer bir örnek, Politzer'in akıl hocası ve diyalektik materyalizmin
Marx'la birlikte kurucusu olan Friedrich Engels tarafından verilmifl, En-
gels, "e¤er yedi¤imiz pastalar birer algı olsaydı, açlı¤ımızı geçirmezler-
di" diye yazmıfltır.407
Marx, Engels, Lenin gibi materyalistlerin kitaplarında hep bu tür ör-
nekler ve "maddenin varlı¤ını tokat yiyince anlarsınız" gibi öfke dolu
cümleler yer almaktadır.
Materyalistlerin tüm bu örnekleri vermelerine neden olan kavrayıfl
bozuklu¤u ise, "maddenin asl›na ulaflamay›z" açıklamasını, sadece görme
duyusu ile ilgili bir aç›klama gibi anlamalarıdır. Algı kavramının yalnızca
görmeyle sınırlı oldu¤unu, dokunma gibi algıların ise bizi do¤rudan mad-
denin asl›na ulaflt›rd›¤›n› sanmaktadırlar. Otobüsün insana çarpması üze-
rine de, "bakın çarpıyor, demek ki asl› ile muhatab›z" demektedirler. Anla-
makta zorluk çektikleri nokta, otobüs çarpması sırasında yaflanan sertlik,
darbe ve acı gibi bütün algıların da asl›nda zihinde olufltuklarıdır.
Rüya Örne¤i
Oysaki befl duyunun hangisinden yola ç›karsak ç›kal›m, d›fl dünya-
n›n d›flar›da var olan asl›na hiç bir zaman ulaflamay›z. Bunu bize gösteren
önemli bir gerçek, o anda yok olan fleyleri rüyada iken var sanabilmemiz-
340
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
341
Maddenin Ard›ndaki S›r
dir. ‹nsan, rüyasında çok gerçekçi olaylar yaflayabilmektedir. Merdiven-
den yuvarlanıp baca¤ını kırabilmekte, ciddi bir trafik kazası geçirebilmek-
te, bir otobüsün altında kalabilmekte, acıktı¤ında bir pasta yiyip doyabil-
mektedir. Günlük yaflamda rastlanan olayların benzerleri rüyada da aynı
inandırıcılıkla, aynı hislerle yaflanmaktadır.
Rüyasında kendisine otobüs çarptı¤ını gören kifli yine rüyasında, ka-
za yaptıktan sonra gözünü hastanede açabilir; sakat kaldı¤ını anlar ama
aslında bu bir rüyadır. Yine rüyasında; bir trafik kazasının ardından öldü-
¤ünü, ölüm meleklerinin canını aldı¤ını, ahiret hayatının baflladı¤ını göre-
bilir.
Rüyasında yafladı¤ı tüm bu olayların görüntülerini, seslerini, sertlik
RÜYADAK‹ DÜNYA
‹nsan rüyas›nda yafladı¤ı tüm olayların görüntülerini, seslerini, sertlik hissini, acıyı, ıflı-¤ı, renkleri, her türlü hissi gayet berrak bir flekilde duyumsamaktadır. Rüyada muhatapoldu¤u algıların tümü gerçek yaflamdaki kadar do¤aldır. Rüyasında yedi¤i bir pasta al-gılardan ibaret olmasına ra¤men karnını doyurur. Çünkü doymak da bir algıdır. Oysaki, gerçekte o anda kifli yatakta uzanmıfl durumdadır. Ortada ne merdiven, ne trafik, neotobüs, ne pasta vard›r. Rüyadaki kifli, dıfl dünyada karflılıkları bulunmayan algı ve his-leri yaflamakta ve görmektedir. Rüyada, "dıfl dünya"da hiçbir maddi karflılı¤ı bulunma-yan olayların yaflanıyor, görülüyor, hissediliyor olması, "dıfl dünya"nın bizim hiç bir za-man mahiyetini tam olarak bilemeyece¤imiz bir alem oldu¤unu kan›tlamaktad›r. Bualemin as›l mahiyetini ancak, onu yaratm›fl olan Yüce Allah'›n vahyinden ö¤renebiliriz.
342
hissini, acıyı, ıflı¤ı, renkleri, her türlü hissi gayet berrak bir flekilde duyum-
samaktadır. Rüyada muhatap oldu¤u algıların tümü gerçek yaflamdaki ka-
dar do¤aldır. Rüyasında yedi¤i bir pasta algılardan ibaret olmasına ra¤-
men karnını doyurur. Çünkü doymak da bir algıdır. Oysa ki, gerçekte o an-
da kifli yatakta uzanmıfl durumdadır. Ortada ne merdiven, ne trafik, ne oto-
büs, ne pasta bulunmaktad›r. Rüyadaki kifli, dıfl dünyada karflılıkları bulun-
mayan algı ve hisleri yaflamakta ve görmektedir. Rüyada, "dıfl dünya"da
hiçbir maddi karflılı¤ı bulunmayan olayların yaflanıyor, görülüyor, hissedi-
liyor olması, "dıfl dünya"nın bizim hiç bir zaman mahiyetini tam olarak bi-
lemeyece¤imiz bir alem oldu¤unu kan›tlamaktad›r. Bu alemin as›l mahiye-
tini ancak, onu yaratm›fl olan Yüce Allah'›n vahyinden ö¤renebiliriz.
Materyalist felsefeyi benimseyenler, özellikle de Marksistler, kendile-
rine bu gerçek anlatıldı¤ında öfkelenmektedirler. Marx'ın, Engels'in, Le-
nin'in bu konudaki yüzeysel ve cahilce mantıklarından örnekler vermekte,
ateflli açıklamalar yapmaktadırlar.
Oysa bu kifliler aynı açıklamaları rüyalarında da yapabildiklerini dü-
flünmelidirler: Rüyalarında da Das Kapital'i okumakta, mitinglere katıl-
makta, bafllarına tafl isabet etmekte ve hatta bu yaranın sızısını hissetmek-
tedirler. Rüyalarında kendilerine soruldu¤unda, o an gördükleri fleyleri de
"mutlak madde" sanmaktadırlar. Tıpkı uyanıkken gördükleri fleyleri de
"mutlak madde" sandıkları gibi. Ama, ister rüyada olsun, ister günlük ya-
flamda olsun, gördüklerinin, yafladıklarının, hissettiklerinin birer algı oldu-
¤unu ve bunlar›n kayna¤›na hiç bir zaman ulaflamayacaklar›n› bilmelidir-
ler.
Sinirleri Paralel Ba¤lama Örne¤i
Politzer'in trafik kazası örne¤ini ele alalım: Bu kazada, otobüsün altın-
da ezilen kiflinin befl duyu organından beynine giden sinirler, bir baflka in-
sanın, örne¤in George Politzer'in beynine paralel bir ba¤lantıyla ba¤lansa;
kazadaki kifliye otobüs çarptı¤ı anda, o sırada evinde oturmakta olan Po-
litzer'e de otobüs çarpacaktır. Daha do¤rusu, kaza geçiren adamın yafladı-
¤ı hislerin tamamını, bir müzik teybine ba¤lanan iki ayrı kolondan aynı
flarkının dinlenmesine benzer biçimde, Politzer de yaflamaya bafllayacaktır.
Politzer de evinde oturdu¤u halde otobüsün fren sesini, otobüsün vücudu-
na de¤mesini, kırık kol ve akan kan görüntülerini, kırık a¤rılarını, ameli-
yathaneye sokuluflunun görüntülerini, alçının sertli¤ini, kolunun güçsüz-
lü¤ünü hissedecek, görecek ve yaflayacaktır.
Kazadaki adamın sinirleri kaç kifliye ba¤lansa bunların hepsi, aynı
Politzer gibi, kazayı baflından sonuna kadar yaflayacaktır. Kazadaki adam
komaya girse, hepsi komaya girecektir. Hatta, söz konusu trafik kazasına
ait algıların tümü bir alete kaydedilse ve bu algılar sürekli bafla alınarak
bir baflka kifliye verilse, bu kifliye de defalarca otobüs çarpacaktır.
Peki o halde, hangisine çarpan otobüs gerçektir? Materyalist felsefe-
nin bu soruya verebilece¤i çeliflkisiz bir cevap yoktur. Do¤ru cevap, trafik
kazasını hepsinin kendi zihinlerinde tüm ayrıntılarıyla yafladı¤ıdır.
Pasta ve tafla tekme atma örnekleri için de durum aynıdır. Pasta yiyin-
ce midesinde pastanın toklu¤unu hisseden Engels'in duyu organlarına ait
sinirler paralel olarak ikinci bir kiflinin beynine ba¤lansa, Engels pasta ye-
di¤i ve doydu¤u anda o kifli de pasta yiyecek ve doyacaktır. Tafla tekme
atınca aya¤ı acıyan materyalist Johnson'ın sinirleri paralel olarak bir baflka
kifliye ba¤lansa, bu kifli de tafla vuracak ve canı acıyacaktır.
343
Maddenin Ard›ndaki S›r
Yapay olarak oluflturulan uyar›-lar sonucunda beynimizde asl›kadar gerçek ve canl› bir mad-desel dünya oluflabilir. Verilenyapay uyar›lar sonucunda birinsan, gerçekte evinde oturur-ken uçak kulland›¤›n› zannede-bilir.
Peki hangi pasta ve hangi tafl gerçektir? Materyalist felsefe, buna da
çeliflkisiz bir cevap veremez. Do¤ru ve çeliflkisiz cevap fludur: Hem Engels
hem di¤er kifli pastayı kendi zihinlerinde yiyip doymufllardır. Hem John-
son hem ikinci kifli, tafla tekme atıfl anını kendi zihinlerinde tüm detayla-
rıyla yaflamıfllardır.
Yukarıda Politzer'le ilgili olarak verdi¤imiz örnekte flöyle bir de¤iflik-
lik yapalım; evinde oturan Politzer'in sinirlerini otobüsün çarptı¤ı adamın
beynine, otobüsün çarptı¤ı adamın sinirlerini de Politzer'in beynine ba¤-
layalım. Bu durumda ise, Politzer aslında evinde oturdu¤u halde kendisi-
ne otobüs çarptı¤ını zannedecek, otobüsün çarptı¤ı adam ise kazanın tüm
fliddetine ra¤men, bunu asla fark edemeyecek, çünkü kendisinin evde
oturdu¤unu düflünecektir. Bu mantık pasta ve tafla tekme atma örnekleri
için de düflünülebilir.
Tüm bunlar, materyalizmin ne kadar büyük bir ba¤nazl›k oldu¤unu
ortaya ç›karmaktad›r. Bu felsefe, maddenin tek varl›k oldu¤u varsay›m›
üzerine kuruludur. Oysa insan maddenin kendisi ile hiç bir zaman muha-
tap de¤ildir ki, her fleyin maddeden ibaret oldu¤unu iddia edebilsin. Mu-
hatap oldu¤umuz evren, gerçekte zihnimizde gördü¤ümüz alg›lar evreni-
dir. ‹ngiliz felsefeci David Hume bu gerçek üzerindeki düflüncelerini flöy-
le ifade etmifltir:
Çok samimi olarak, kendim dedi¤im fleye dahil oldu¤um zaman ben
sıcak ya da so¤u¤a, ıflık ya da gölgeye, aflk ya da nefrete, acı ya da lez-
zete dair özel bir algıya ya da baflka bir fleye daima rastlarım. Ben bir
algı olmaksızın herhangi bir zamanda kendimi asla yakalayamam ve
asla algıdan baflka bir fleyi gözleyemem.408
Bu alg›lar› afl›p maddenin asl›n› hiç bir zaman kavrayamayaca¤›m›za
göre, ulaflamayaca¤›m›z "madde" hakk›nda felsefe üretmek, daha do¤rusu
"madde"yi muhatap oldu¤umuz mutlak bir varl›k olarak kabul etmek tama-
men saçmad›r... Bu nedenle materyalizm en bafltan çökmüfl bir teoridir.
Algıların Beyinde Olufltu¤u Felsefe De¤il, Bilimsel Gerçektir
Materyalistler, burada anlattıklarımızın felsefi bir görüfl oldu¤unu id-
dia etmektedirler. Oysaki "d›flar›daki" maddesel dünyay› de¤il zihnimiz-
344
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
deki dünyay› gördü¤ümüz gerçe¤i, bir felsefe de¤il, bilimsel bir gerçektir.
Görüntünün ve hislerin beyinde nasıl olufltu¤u, bütün tıp fakültelerinde
detaylı biçimde okutulmaktadır. Baflta modern fizik olmak üzere 20. yüz-
yıl biliminin ortaya koydu¤u gerçekler, maddenin asl›na hiç bir zaman
ulaflamad›¤›m›z›, herkesin bir anlamda "beynindeki ekran"ı izledi¤ini
açıkça göstermektedir.
Bunu, ister ateist olsun, ister budist olsun, ister baflka bir görüfle ya da
düflünceye sahip olsun, bilime inanan herkes kabul etmek zorundadır. Bir
materyalist kendince Allah'ın varlı¤ını inkar edebilir ama bu bilimsel ger-
çe¤i inkar edemez.
Yafladıkları devirlerin bilim anlayıflı ve bilimsel imkanları yetersiz da-
hi olsa, Karl Marx, Friedrich Engels, George Politzer ve di¤erlerinin bu ka-
dar kolay ve açık bir gerçe¤i kavrayamamaları, yine de flaflırtıcıdır. Ama
günümüzde bilimin ve teknolojinin imkanları son derece geliflmifltir ve bu
imkanlar zaten çok açık olan bu gerçe¤in kavranmasını daha da kolaylafl-
tırmaktadır. Materyalistler ise, hem kısmen de olsa bu konuyu kavrama-
nın, hem de bu konunun kendi felsefelerini ne kadar kesin bir biçimde çö-
kertti¤ini fark etmenin verdi¤i büyük bir korku içindedirler.
Materyalistlerin Büyük Korkusu
Türkiye'deki materyalist çevrelerden, elinizdeki kitapta anlatılan bu
konuya, yani maddenin zihinde algıland›¤› gerçe¤ine, bir süre için belir-
gin bir tepki gelmedi. Bu ise, bizde, bu konunun yeterince açıklanmadı¤ı
ve daha detaylı bir anlatıma geçilmesi gerekti¤i yönünde bir izlenim do-
¤urmufltu. Ancak kısa bir süre sonra materyalistlerin gerçekte bu konunun
gündeme getirilmesinden çok büyük bir rahatsızlık duydukları, hatta
bundan büyük bir korkuya kapıldıkları açık bir biçimde ortaya çıktı.
Materyalistler yafladıkları bu korku ve pani¤i, bir süre sonra kendi
yayın organlarında, konferanslarında, panellerinde yüksek sesle ifade et-
meye bafllad›lar. Kullandıkları endifleli ve ümitsiz üsluba bakıldı¤ında,
ciddi bir fikri kriz içinde girdikleri anlaflılıyordu. Felsefelerinin sözde te-
meli olan evrim teorisinin bilimsel yönden çökertilmesiyle zaten ciddi bir
flok yaflamaya bafllamıfllardı. Ancak, flimdi Darwinizm'den çok daha
önemli bir dayanaklarını, bizzat maddenin mutlakl›¤› inanc›n› kaybetme-
345
Maddenin Ard›ndaki S›r
ye baflladıklarını anladılar ve çok daha büyük bir flok içine girdiler. Bu ko-
nunun, kendileri açısından "en büyük tehlike" oldu¤undan, kendi "kültü-
rel dokularını tamamen yıktı¤ından" söz etmeye bafllad›lar.
Türkiye'deki materyalist çevrelerin yafladıkları bu endifle ve pani¤i
en açık biçimde ifade edenlerden birisi, materyalizmi savunmayı görev
edinmifl bulunan Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı ve aynı zamanda bir
ö¤retim üyesi olan Rennan Pekünlü oldu. Pekünlü, gerek söz konusu der-
gide yazdı¤ı yazılarda, gerekse söz aldı¤ı birtakım panellerde, Evrim Al-datmacası kitabını bir numaralı "tehlike" olarak gösterdi. Pekünlü'yü en
çok endiflelendiren konu ise, kitabın Darwinizm'i geçersiz kılan bölümle-
rinin de ötesinde, asıl olarak flu anda okumakta oldu¤unuz kısımdı. Okur-
larına ve (oldukça az sayıdaki) dinleyenlerine "sakın kendinizi idealizmin
bu telkinlerine kaptırmayın, materyalizme olan sadakatinizi koruyun"
mesajları veren Pekünlü, kendisine dayanak olarak Rusya'daki kanlı ko-
münist devriminin lideri Vladimir I. Lenin'i bulmufltu. Lenin'in bir asır
önce yazdı¤ı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabı okumayı herke-
se ö¤ütleyen Pekünlü'nün yaptı¤ı tek fley ise, yine Lenin'e ait olan "sakın
bu konuyu düflünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi
dine kaptırırsınız" fleklindeki uyarıları tekrarlamak oldu. Pekünlü, söz ko-
nusu materyalist yayın organında yazdı¤ı bir makalede, Lenin'den flu sa-
tırları aktarıyordu:
Duyularımızla algıladı¤ımız nesnel gerçekli¤i bir kere yadsıdın mı,
kuflkuculu¤a (agnostisizm) ve öznelcili¤e (subjektivizme) kayaca¤ın-
dan, fideizme (dini inanca) karflı kullanaca¤ın tüm silahları yitirirsin;
bu da fideizmin istedi¤i fleydir. Parma¤ını kaptırdın mı, önce kolun
sonra tüm benli¤in gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü
olarak de¤il de, özel bir ö¤e olarak aldı¤ında, di¤er bir deyiflle mater-
yalizmden ödün verdi¤inde, benli¤ini fideizme kaptırırsın. Sonra du-
yular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimse-
nin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.409
Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark etti¤i ve hem kendi ka-
fasından hem de "yoldafl"larının kafalarından silmek istedi¤i gerçe¤in, gü-
nümüzün materyalistlerini de aynı biçimde tedirgin etti¤ini göstermekte-
dir. Ama Pekünlü ve di¤er materyalistler Lenin'den daha da büyük bir te-
dirginlik içindedirler; çünkü bu gerçe¤in bundan 100 yıl öncesine göre çok
daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya kondu¤unun farkındadırlar.
346
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karflı konulamaz bir bi-
çimde anlatılmaktadır.
Ama yine de birçok materyalist bilim adamının "maddenin asl›na
ulaflamad›¤›m›z" gerçe¤ini son derece yüzeysel bir bakıfl açısıyla de¤er-
lendirdi¤i fark edilmektedir. Çünkü burada anlatılan konu bir insanın ha-
yatında karflılaflabilece¤i en önemli, en heyecan verici konulardan biri-
dir. Bu derece çarpıcı bir konu ile daha önce yüzyüze gelmifl olmaları
mümkün de¤ildir. Buna ra¤men söz konusu bilim adamlarının gösterdik-
leri tepkiler, ya da konuflma ve yazılarındaki üslup, son derece sı¤ ve yü-
zeysel bir kavrayıfla sahip olduklarını ele vermektedir.
Öyle ki bazı materyalistlerin burada anlatılanlara gösterdikleri tepki-
ler, materyalizme olan körü körüne ba¤lılıklarının onlarda bir tür mantık-
sal tahribat oluflturdu¤unu ve bu nedenle konuyu anlamaktan çok uzak
olduklarını göstermifltir. Örne¤in yine bir Bilim ve Ütopya yazarı ve ö¤re-
tim üyesi olan Alaeddin fienel, aynı Rennan Pekünlü gibi "Darwinizm'in
çökertilmesi bir yana, asıl tehlike bu konu" mesajları vermifl, kendi felse-
fesinin bir dayana¤ı olmadı¤ını hissetti¤i için de, "öyleyse siz anlattıkları-
nızı ispatlayın" anlamına gelen isteklerde bulunmufltur. Ancak asıl ilginç
nokta, söz konusu yazarın, tehlike olarak gördü¤ü gerçe¤i bir türlü kav-
rayamadı¤ını gösteren satırlar yazmıfl olmasıdır.
Örne¤in fienel, tamamen bu konuyu ele aldı¤ı bir makalesinde, dıfl
dünyanın beynin içinde görüntü olarak algılandı¤ını kabul etmifltir. Ama
görüntülerin maddi karflılı¤ı bulunan ve bulunmayan görüntüler olarak
ikiye ayrıldı¤ını söyleyerek, dıfl dünya ile ilgili görüntülerin maddi karflı-
lı¤ına ulafl›labilece¤ini öne sürmüfltür. Bu iddiasını desteklemek için de
bir "telefon örne¤i" vermifltir. Kısaca, "beynimdeki görüntülerin dıfl dün-
yada karflılı¤ı olup olmadı¤ını bilmiyorum, ama aynı fley telefonla konufl-
ma yaptı¤ımda da geçerlidir; telefonla konuflurken karflımdaki kifliyi gö-
remem, fakat sonradan yüzyüze konuflurken bu konuflmayı do¤rulatabi-
lirim" diye yazmıfltır.410
Söz konusu yazar, bu benzetmeyle flunu kastetmektedir: "E¤er algı-
larımızdan kuflkulanırsak, maddenin aslına bakıp gerçe¤i kontrol edebili-
riz." Oysa bu çok açık bir yanılgıdır, çünkü bizim maddenin aslına ulafl-
mamız kesinlikle mümkün de¤ildir. Hiçbir zaman zihnimizin dıflına çı-
kıp "dıflarıda" olan bir fleye ulaflamay›z. Telefondaki sesin karflılı¤ı olup
olmadı¤ı telefondaki kifliye do¤rulatılabilir. Ama bu do¤rulatma da tama-
men zihinde yaflanmaktad›r.
347
Maddenin Ard›ndaki S›r
Nitekim bu kifliler aynı olayları rüyalarında da yaflarlar. Örne¤in, fie-
nel rüyasında da telefonla konufltu¤unu, ardından bunu konufltu¤u kifli-
ye onaylattı¤ını görebilir. Veya Pekünlü rüyasında da "büyük bir tehli-
ke"yle karflı karflıya oldu¤unu hissedip, karflısındaki insanlara Lenin'in
asırlık eserlerini tavsiye edebilir. Ama, söz konusu materyalistler ne ya-
parlarsa yapsınlar yafladıkları olayların, konufltukları kiflilerin kendileri
için birer algıdan ibaret oldu¤u gerçe¤ini inkar edemezler.
O halde beyindeki görüntülerin karflılı¤ı kime do¤rulatılacaktır?
Yine beyinde izlenen gölge varlıklara mı? Kuflkusuz materyalistlerin bey-
nin dıflına ait bilgi sa¤layabilecek, do¤rulama yapabilecek bir bilgi kayna-
¤ı bulması mümkün de¤ildir.
Her türlü algının beyinde olufltu¤unu kabul etmek, ama istendi¤in-
de bunun "dıflına" çıkılıp algıların gerçek dıfl dünyaya do¤rulatılabilece-
¤ini sanmak ise, aslında bir insanın anlayıfl düzeyinin sınırlı oldu¤unu,
bozuk bir mantık örgüsü içinde düflündü¤ünü gösterir.
Oysa burada anlatılan gerçek, normal anlayıfl düzeyine ve mantık
örgüsüne sahip bir insan tarafından hemen rahatlıkla anlaflılabilecek bir
konudur. Ön yargısız her insan, bu anlatılanlar do¤rultusunda, dıfl dün-
yanın asl›na duyu organları aracılı¤ıyla varamayaca¤›n› anlar. Ancak gö-
rüldü¤ü kadarıyla materyalizme olan körü körüne ba¤lılık, insanların
akıl yürütme yeteneklerini bozmaktadır. Bu yüzden günümüzdeki ma-
teryalistler de, maddenin asl›na ulaflt›klar›n› tafllara tekme atarak ya da
pasta yiyerek "ispatlamaya" çalıflan akıl hocaları gibi, ciddi mantık bozuk-
lukları göstermektedirler.
Bunun aslında flaflırtıcı bir durum da olmadı¤ını belirtmek gerekir.
Çünkü akledememek, yani dünyayı ve olayları düzgün bir mantık örgü-
sü içinde yorumlayamamak, inkarcıların ortak vasfıdır. Allah, Kuran'da
inkarcıların "akıl erdiremeyen bir topluluk" (Maide Suresi, 58) oldukla-
rını belirtmektedir.
Materyalistler Tarihin En Büyük Tuza¤ına Düflmüfllerdir
Türkiye'deki materyalist çevrelerde bafl gösteren ve burada sadece
bir kaç belirtisine de¤indi¤imiz panik atmosferi, aslında materyalistlerin
tarih boyunca karflılaflmadıkları kadar büyük bir hezimetle yüzyüze ol-
duklarını göstermektedir. Maddenin asl›na ulaflamad›¤›m›z gerçe¤i, mo-
348
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
349
Maddenin Ard›ndaki S›r
dern bilim tarafından ispat edilmifltir ve dahası çok açık, kesin ve güçlü bir
biçimde ortaya konmaktadır. Materyalistler tüm felsefelerini üzerine da-
yand›rd›klar› maddesel dünyanın, asl›nda hiç bir zaman aflamayacaklar›
bir alg› s›n›r›n›n ötesinde oldu¤unu görmekte ve buna karflı hiçbir fley ya-
pamamaktadırlar.
‹nsanlık tarihi boyunca materyalist düflünce hep var oldu ve bu kifli-
ler kendilerinden ve savundukları felsefeden çok emin bir flekilde, kendi-
lerini yaratmıfl olan Allah'a bafl kaldırdılar. Ortaya attıkları senaryoya gö-
re madde ezeli ve ebediydi ve tüm bunların bir Yaratıcısı olamazdı. Yalnız-
ca kibirlerinden dolayı, Allah'ı reddederlerken muhatap olduklar›n› zan-
nettikleri maddenin ardına sı¤ındılar. Bu felsefeden öylesine eminlerdi ki,
hiçbir zaman bunun aksini ispatlayacak bir açıklama getirilemeyece¤ini
düflünüyorlardı.
‹flte bu yüzden, maddenin aslı ile ilgili olarak bu kitapta anlatılan ger-
çekler bu kiflileri büyük bir flaflkınlı¤a düflürmüfltür. Çünkü burada anlatı-
lanlar felsefelerini temelden yıkıp atmıfl, üzerinde tartıflmaya dahi imkan
bırakmamıfltır. Tüm düflüncelerini, hayatlarını, kibirlerini ve inkarlarını
üzerine bina ettikleri madde, ellerinden bir çırpıda uçup gitmifltir. Hiç bir
insan maddenin asl›n› görmemifltir ki, buna dayal› bir felsefe olabilsin.
Allah'ın bir sıfatı, inkarcılara tuzak kurmasıdır. "...onlar bu tuza¤ı ta-
sarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karflılık) kuruyordu. Allah, dü-
zen kurucuların (tuzaklarına karflılık verenlerin) hayırlısıdır" (Enfal Su-
resi, 30) ayetiyle bu gerçek bildirilir.
‹flte Allah, maddeyi mutlak bir varl›k zannettirerek materyalistleri tu-
za¤a düflürmüfl ve tarihte benzeri görülmemifl flekilde küçültmüfltür. Mal-
larını, mülklerini, mevkilerini, ünvanlarını, içinde bulundukları toplumu,
tüm dünyayı mutlak varl›k sanmıfllar, üstelik bunlara güvenerek Allah'a
karflı büyüklenmifllerdir. Böbürlenerek Allah'a isyan etmifl ve inkarda ileri
gitmifllerdir. Bunları yaparken de güç aldıkları tek fley maddenin mutlak-
l›¤› inanc› olmufltur. Ama öyle bir anlayıfl eksikli¤i içine düflmüfllerdir ki,
Allah'ın kendilerini çepeçevre sarıp kuflattı¤ını hiç düflünmemifllerdir.
Allah inkarcıların anlayıflsızlıkları sonucunda düflecekleri durumu Ku-
ran'da flöyle haber vermifltir:
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar eden-
ler hileli-düzene düflecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Bu, belki de tarihin gördü¤ü en büyük yenilgidir. Materyalistler ken-
dilerince büyüklenirken, aslında büyük bir oyuna gelmifller, Allah'a karflı
çirkin bir cesaret göstererek açtıkları savaflta kesin olarak yenilmifllerdir.
"Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kur-
sunlar diye- oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni
ancak kendilerine kurarlar da bunun fluuruna varmazlar" (Enam Suresi,
123) ayeti Yarat›c›m›z olan Allah'a bafl kaldıran bu gibi inkarcıların nasıl
bir fluursuzluk içinde olduklarını ve nasıl bir sonla karflılaflacaklarını en
açık flekilde haber verir.
Bir baflka ayette ise bu gerçek flöyle vurgulanır:
(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendi-
lerini aldatıyorlar ve fluurunda de¤iller. (Bakara Suresi, 9)
‹nkarcılar kendilerince tuzak kurmaya kalkıflırlarken ayetteki "fluuru-
na varmazlar" ifadesiyle açıklandı¤ı gibi, çok önemli bir gerçe¤i fark ede-
memifllerdir: Yafladıkları tüm olayların asl›nda zihinlerinde gerçekleflti¤ini
ve iflledikleri her fiil gibi, kurdukları tuzakların da zihinlerinde oldu¤u ger-
çe¤ini... Bu kavrayıflsızlıkları sebebiyle de, Allah ile yalnız olduklarını unu-
tarak kendi kendilerini hileli bir düzene düflürmüfllerdir.
Her dönemde oldu¤u gibi bu dönemde de Allah inkarcıların tüm hi-
leli düzenlerini temelinden yıkacak bir gerçekle onları yüzyüze getirmifl-
tir. Allah "...hiç flüphesiz, fleytanın hileli-düzeni pek zayıftır" (Nisa Sure-
si, 76) ayetiyle, bu düzenlerin daha ilk kuruldukları anda sonuçlarının yı-
kım olaca¤ını da haber vermifltir. Ve müminleri de "...onların hileli düzen-
leri size hiçbir zarar veremez" (Al-i ‹mran Suresi, 120) ayetiyle müjdele-
mifltir. Allah bir baflka ayetinde, "inkar edenlerin iflleri bir seraba benzer,
susayan onu bir su sanır, elini uzatır fakat yanında bir fley bulmayıve-
rir" (Nur Suresi, 39) diye haber verir. Materyalizm de bu ayette iflaret edil-
di¤i gibi, isyan edenler için bir "serap" oluflturur; ona güvenerek ellerini
uzattıklarında, bu felsefenin aldat›c›l›¤›n› anlarlar. Allah onları böyle bir
serapla kandırmıfl, maddeyi mutlak varl›k gibi göstermifltir. "Koskoca" in-
sanlar, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri
her ne olursa olsun maddeyi kendilerine ilah edinmeleri sebebiyle bu oyu-
na gelmifller, birer çocuk gibi aldanmıfl ve küçük düflmüfllerdir. Hiç bir za-
man asl›na ulaflamad›klar› maddeyi mutlak sanarak onun üzerine felsefe-
lerini, ideolojilerini kurmufllar, hakkında ciddi tartıflmalara girmifller, söz-
de "entelektüel" anlatımlar kullanmıfllardır. Tüm bunlardan dolayı da ken-
dilerini çok akıllı saymıfllar, evrenin gerçe¤i hakkında fikir yürütebilecek-
lerini düflünmüfller ve en önemlisi kendi sınırlı akıllarıyla Allah'ı yorum-
350
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
layabileceklerini sanmıfllardır. Allah, onların içine düfltükleri bu durumu
bir ayetinde flöyle bildirir:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karflılık) bir
düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i ‹mran Su-
resi 54)
Dünyada bazı tuzaklardan kurtulmak mümkün olabilir; ancak
Allah'ın inkar edenlere kurdu¤u bu tuzak öyle sa¤lamdır ki, asla bir kur-
tulufl imkanları kalmamıfltır. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime baflvururlarsa
vursunlar, kendilerini kurtaracak, Allah'tan baflka bir yardımcı bulmaları
da mümkün de¤ildir. Allah'ın Kuran'da haber verdi¤i gibi, "...kendileri
için Allah'tan baflka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamaya-
caklardır." (Nisa Suresi, 173)
Materyalistler böyle bir tuza¤a düfleceklerini hiç beklemiyorlardı. 21.
yüzyılın bütün imkanları ellerindeyken rahatça inkarda diretebilecekleri-
ni ve insanları da inkara sürükleyebileceklerini sanıyorlardı. Allah inkar-
cıların tarih boyunca taflıdıkları bu zihniyeti ve u¤radıkları sonu Kuran'da
flöyle haber vermifltir:
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadı¤ı bir dü-
zen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli düzenin u¤radı¤ı so-
na bir bak; Biz, onları ve kavimlerini topluca yok ettik. (Neml Suresi,
50-51)
Ayetlerde anlatılan gerçe¤in bir anlamı da fludur: Materyalistlere sa-
hip oldukları herfleyin asl›nda zihinlerinde oldu¤u açıklanmıfl, yani elle-
rindeki herfley topluca yok edilmifltir. Ve onlar, mutlak varl›k zannettikle-
ri mallarının, fabrikalarının, altınlarının, dolarlarının, çocuklarının, eflleri-
nin, dostlarının, makam ve mevkilerinin, hatta kendi bedenlerinin elleri-
nin arasından kayıp gitti¤ine flahitlik ederken, bir anlamda "yok olmufllar-
dır". Maddenin de¤il, Allah'›n mutlak varl›k oldu¤u gerçe¤iyle yüz yüze
gelmifllerdir.
Kuflkusuz bu gerçe¤in farkına varmak materyalistler için olabilecek
en dehflet verici olaydır. Çünkü çok güvendikleri maddenin kendilerinden
afl›lmaz bir s›n›r ile ayr›lm›fl olmas›, kendi tabirleri ile onlar için henüz
dünyadayken, "ölmeden bir ölüm" hükmündedir.
Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıfltır. Nitekim
Allah, "kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattı¤ım (flu adam)ı Bana
bırak" (Müddessir Suresi, 11) ayetiyle, her insanın Kendi Katında aslında
351
Maddenin Ard›ndaki S›r
yapayalnız oldu¤u gerçe¤ine dikkat çekmifltir. Bu ola¤anüstü gerçek daha
pek çok ayetle haber verilmifltir:
Andolsun, sizi ilk defa yarattı¤ımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapa-
yalnız ve yalın (bir tarzda)' Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arka-
nızda bıraktınız... (Enam Suresi, 94)
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek bafllarına' gele-
ceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Bu ayetlerde anlatılan gerçe¤in bir manası da fludur: Maddeyi ilah
edinenler, Allah'tan gelmifl ve yine O'na dönmüfllerdir. ‹steseler de, iste-
meseler de Allah'a teslim olmufllardır. fiimdi hesap gününü beklemekte-
dirler ve o gün hepsi tek tek sorguya çekileceklerdir. Her ne kadar anla-
mak istemeseler de...
Konunun Önemi
Bu bölümde anlatt›¤›m›z maddenin ard›ndaki s›r konusunu do¤ru
kavramak son derece önemlidir. Gördü¤ümüz tüm varl›klar, da¤lar, ova-
lar, çiçekler, insanlar, denizler, k›sacas› gördü¤ümüz herfley, Allah'›n Ku-
ran'da var oldu¤unu, yoktan var etti¤ini belirtti¤i her varl›k, yarat›lm›flt›r
ve vard›r. Ancak, insanlar bu varl›klar›n as›llar›n› duyu organlar› yoluyla
göremez veya hissedemez veya duyamazlar. Gördükleri ve hissettikleri,
bu varl›klar›n beyinlerindeki kopyalar›d›r. Bu ilmi bir gerçektir ve bugün
baflta t›p fakülteleri olmak üzere tüm okullarda ö¤retilen bilimsel bir ko-
nudur. Örne¤in flu anda bu yaz›y› okuyan bir insan, bu yaz›n›n asl›n› gö-
remez, bu yaz›n›n asl›na dokunamaz. Bu yaz›n›n asl›ndan gelen ›fl›k, insa-
n›n gözündeki baz› hücreler taraf›ndan elektrik sinyaline dönüfltürülür.
Bu elektrik sinyali, beynin arkas›ndaki görme merkezine giderek, bu mer-
kezi uyar›r. Ve insan›n beyninin arkas›nda bu yaz›n›n görüntüsü oluflur.
Yani siz flu anda gözünüzle, gözünüzün önündeki bir yaz›y› okumuyorsu-
nuz. Bu yaz› sizin beyninizin arkas›ndaki görme merkezinde olufluyor. Si-
zin okudu¤unuz yaz›, beyninizin arkas›ndaki "kopya yaz›"d›r. Bu yaz›n›n
asl›n› ise Allah görür.
Ancak unutulmamal›d›r ki, maddenin beynimizde oluflan bir hayal
olmas› onu "yok" hale getirmez. Bize, insan›n muhatap oldu¤u maddenin
mahiyeti hakk›nda bilgi verir, ki bu da maddenin asl› ile hiçbir insan›n
muhatap olamad›¤› gerçe¤idir. Kald› ki d›flar›da maddenin varl›¤›n›, biz-
352
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
den baflka gören varl›klar da vard›r. Allah'›n melekleri, yaz›c› olarak tayin
etti¤i elçileri de bu dünyaya flahitlik etmektedirler:
Onun sa¤›nda ve solunda oturan iki yaz›c› kaydederlerken
O, söz olarak (herhangi bir fley) söylemeyiversin, mutlaka yan›nda
haz›r bir gözetleyici vard›r. (Kaf Suresi, 17-18)
Herfleyden önemlisi, en baflta Allah herfleyi görmektedir. Bu dünyay›
her türlü detay›yla Allah yaratm›flt›r ve Allah her haliyle görmektedir. Ku-
ran ayetlerinde flöyle haber verilmektedir:
... Allah'tan korkup-sak›n›n ve bilin ki, Allah yapt›klar›n›z› gören-
dir. (Bakara Suresi, 233)
De ki: "Benimle aran›zda flahid olarak Allah yeter; kuflkusuz O,
kullar›ndan gerçe¤iyle haberdard›r, görendir." (‹sra Suresi, 96)
Ayr›ca unutmamak gerekir ki, Allah tüm olaylar› "Levh-i Mahfuz"
isimli kitapta kay›tl› tutmaktad›r. Biz görmesek de bunlar›n tamam› Levh-
i Mahfuz'da vard›r. Herfleyin, Allah'›n Kat›nda, Levh-i Mahfuz olarak
isimlendirilen "Ana Kitap"ta sakland›¤› flöyle bildirilmektedir:
fiüphesiz o, Bizim Kat›m›z'da olan Ana Kitap'tad›r; çok Yücedir,
hüküm ve hikmet doludur. (Zuhruf Suresi, 4)
... Kat›m›z'da (bütün bunlar›) saklay›p-koruyan bir kitap vard›r.
(Kaf Suresi, 4)
Gökte ve yerde gizli olan hiçbir fley yoktur ki, apaç›k olan bir ki-
tapta (Levh-i Mahfuz'da) olmas›n. (Neml Suresi, 75 )
Sonuç
Buraya kadar anlattı¤ımız konu, yaflamınız boyunca size anlatılmıfl
en büyük gerçeklerden biridir. Çünkü gördü¤ümüz ve maddesel dünya
dedi¤imiz her fleyin asl›nda zihnimizde oldu¤unu, maddesel dünyan›n
d›flar›da var olan asl›na ise hiç bir zaman do¤rudan ulaflamad›¤›m›z› is-
patlayan bu konu, Allah'ın varlı¤ının ve yaratıflının kavranmasının, O'nun
yegane mutlak varlık oldu¤unun anlaflılmasının önemli bir anahtarıdır.
Bu konuyu anlayan insan, dünyanın, insanların ço¤unun sandı¤ı gi-
bi bir yer olmadı¤ını fark eder. Dünya, caddelerde amaçsızca dolaflanların,
meyhanelerde kavga edenlerin, lüks kafelerde birbirlerine gösterifl yapan-
ların, mallarıyla övünenlerin, hayatlarını bofl amaçlara adayanların sandı-
¤ı gibi gerçekte var olan, mutlak bir yer de¤ildir. Zihnimizde seyretti¤imiz
ve asl›na ulaflamad›¤›m›z bir görüntüdür. Saydı¤ımız insanların hepsi de,
353
Maddenin Ard›ndaki S›r
bu algıları zihinlerinin içinde seyretmektediler, ama bunun bilincinde de-
¤ildirler. Bu konu çok önemlidir ve Allah'ı inkar eden materyalist felsefeyi en
temelinden çökertir. Marx, Engels, Lenin gibi materyalistlerin bu konuyuduyduklarında pani¤e kapılmaları, öfkelenmeleri, yandafllarını "sakın dü-flünmeyin" diye uyarmaları bu yüzdendir. Aslında bu kifliler, algıların be-yinde olufltu¤u gerçe¤ini bile kavrayamayacak kadar büyük bir akli zaafi-yet içindedirler. Beyinlerinin içinde seyrettikleri dünyayı "dıfl dünya" san-makta, bunun aksini gösteren apaçık delilleri ise bir türlü anlayamamak-tadırlar.
Bu gaflet, Allah'ın inkarcılara vermifl oldu¤u akıl eksikli¤inin bir so-nucudur. Çünkü Kuran'da bildirildi¤ine göre, inkarcıların "kalpleri vardır
bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulak-
ları vardır bununla iflitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha afla-
¤ılıktırlar. ‹flte bunlar gafil olanlardır." (Araf Suresi, 179) Bu noktanın daha ötesini, kendi samimi düflüncenizi kullanarak da
bulabilirsiniz. Bunun için, dikkatinizi toplayarak konsantre olmanız, etra-fınızdaki cisimleri nasıl gördü¤ünüz ve onlara nasıl dokundu¤unuz hak-kında düflünmeniz gerekir. E¤er dikkatlice düflünürseniz, gören, ifliten,dokunan, düflünen ve flu anda bu kitabı okuyan akıllı varlı¤ın, sadece birruh oldu¤unu ve sanki bir tür perde üzerinde "madde" denen algıları sey-retti¤ini hissedebilirsiniz. Bunu kavrayan insan, insanlı¤ın büyük bölü-münü aldatan maddi dünya boyutundan uzaklaflıp, gerçek varlık boyutu-na girmifl olur.
Sözünü etti¤imiz gerçek, tarih boyunca baz› dindarlar ya da felsefe-ciler taraf›ndan anlafl›lm›flt›r. Bu gerçe¤i yanl›fl anlayan ve tüm mahlukat›nvarl›¤›n› reddeden "Vahdet-i Vücut" görüflü hatal› bir yola sapm›fl olsa da,büyük müceddid ‹mam Rabbani, bu konudaki do¤ru ölçüyü koymufltur.‹mam Rabbani'ye göre tüm varl›klar, Allah'a k›yasla "gölge varl›k"t›r.‹mam Rabbani, Muhyiddin Arabi, Mevlana Cami gibi ‹slam alimleri bugerçe¤i Kuran'›n iflaretleriyle ve ak›l yoluyla bulmufllard›r. GeorgeBerkeley gibi baz› Bat›l› felsefeciler de ayn› gerçe¤i ak›l yoluylakavram›fllard›r. ‹mam Rabbani, tüm maddesel evrenin bir "hayal ve vehim(alg›)" oldu¤unu ve tek mutlak varl›¤›n da Allah oldu¤unu Mektubat'›ndaflöyle anlatm›flt›r:
Allah... yaratt›¤› varl›klar›n vücutlar›n› yokluktan baflka bir fley yap-mad›... Tüm bunlar›, his ve vehim (alg›) derecesinde yaratt›... Aleminvarl›¤› his ve vehim derecesinde olup, maddi derecede de¤ildir...Gerçek manada d›flar›da (d›fl dünyada) Yüce Zat'tan (Allah'tan)
354
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
baflkas› yoktur. (‹fadeler Türkçelefltirilerek al›nm›flt›r.) (‹mam RabbaniHz. Mektuplar›, Cilt II, 357. Mektup)
‹slam tasavvufu konusunda bir uzman olan Abdülhakim Bilge,"Mutlak Varl›k, Gölge Varl›k ve Yokluk" bafll›kl› makalesinde, ‹mamRabbani'nin bu konuda ortaya koydu¤u do¤ru ölçüyü flöyle özetlemekte-dir:
‹mam-› Rabbani nazar›nda, alem, "yokluk" mertebelerinden ibarettirki, ‹lahi isimler ve s›fatlar, ilim dairesinden o yokluk mertebelerineaksetmifl ve d›fl planda Allah'›n var k›lmas›yla, o ak›fl ve yokluk mer-tebelerinden "gölge varl›k"lar (vucud-i zilliler) halinde mevcut ol-mufllard›r. Bu flekilde anlafl›l›yor ki, alem, hariçte asl› ve hatta zati bir vücutlamevcuttur ve fakat bu "hariç" de vücut ve s›fatlar gibi o haricin göl-gesidir. Alem için, "Allah'›n ayn›d›r" demek mümkün de¤ildir. Zira,aralar›nda harici bir ayr›l›k ve ayk›r›l›k vard›r. T›pk›, bir kimseningölgesi, mecazi olarak, o kimsenin ayn› ve kendisidir, demek do¤ruolmad›¤› gibi... ‹mam-› Rabbani... O, gölgenin, harici varl›¤› oldu¤unu, yani gölgevarl›¤›n, d›fl varl›k aleminde mevcut oldu¤unu kabul eder ve kesin-likle gölgeyi, asl›na birlefltirmez. (Abdülhakim Bilge, "Mutlak Varl›k,Gölge Varl›k ve Yokluk", Arafiyan Dergisi, Kas›m 1994 ) Ancak bu gerçe¤i kavrayanlar›n say›s› tarih boyunca hep s›n›rl›
kalm›flt›r. ‹mam Rabbani gibi büyük alimler, bu gerçe¤in kitlelereanlat›lmas›n›n sak›ncal› olabilece¤ini, ço¤u insan›n bunu anlayamaya-ca¤›n› yazm›fllard›r.
‹çinde yaflad›¤›m›z ça¤da ise, söz konusu gerçek, bilimin ortaya koy-du¤u kan›tlarla aç›klan›r hale gelmifl bulunmaktad›r. Maddenin mutlakvarl›k olmad›¤› ve bizim onun hakk›ndaki bilgimizin çok s›n›rl› oldu¤ugerçe¤i, dünya tarihinde ilk kez bu denli somut, aç›k ve anlafl›l›r birbiçimde izah edilmektedir.
Bu nedenle 21. yüzy›l, insanlar›n yayg›n olarak ‹lahi gerçeklerikavrayacaklar› ve tek mutlak varl›k olan Allah'a dalga dalga yönelecekleribir tarihsel dönüm noktas› olacakt›r. 21. yüzy›lda, 19. yüzy›l›n materyalistinançlar› tarihin çöplü¤üne at›lacak, Allah'›n varl›¤› ve yarat›fl›kavranacak, mekans›zl›k, zamans›zl›k gibi gerçekler anlafl›lacak, insanl›kas›rlard›r gözünün önüne çekilen perdelerden, aldatmacalardan ve bat›linan›fllardan kurtulacakt›r.
Bu kaç›n›lmaz gidiflin hiçbir gölge varl›k taraf›ndan durdurulmas› da
mümkün de¤ildir...
355
Maddenin Ard›ndaki S›r
u noktaya kadar anlatt›klar›m›zla birlikte, gerçekte "üç boyutlu bir
mekan"›n asl› ile muhatap olmad›¤›m›z, tüm yaflam›m›z› zihni-
mizdeki bir mekan içinde sürdü¤ümüz kesinlik kazanmaktad›r.
Bunun aksini iddia etmek, ak›l ve bilimsellikten uzak bir bat›l
inanç olacakt›r. Çünkü d›fl›m›zdaki dünyan›n asl› ile muhatap olmam›z
mümkün de¤ildir.
Bu durum, evrim teorisinin de temelini oluflturan materyalist felsefe-
nin birinci varsay›m›n› çürütür. Bu varsay›m, maddenin mutlak ve sonsuz
oldu¤u varsay›m›d›r. Materyalist felsefenin ikinci varsay›m› ise, zaman›n
mutlak ve sonsuz oldu¤u varsay›m›d›r ki, bu da di¤eri kadar bat›l bir ina-
n›flt›r.
Zaman Alg›s›
Zaman dedi¤imiz alg›, asl›nda bir an› bir baflka anla k›yaslama yön-
temidir. Bunu bir örnekle aç›klayabiliriz. Bir cisme vurdu¤umuzda bundan
belirli bir ses ç›kar. Ayn› cisme befl dakika sonra vurdu¤umuzda yine bir ses
ç›kar. Kifli, birinci ses ile ikinci ses aras›nda bir süre oldu¤unu düflünür ve
bu süreye "zaman" der. Oysa ikinci sesi duydu¤u anda, birinci ses sadece
zihnindeki bir hayalden ibarettir. Sadece haf›zas›nda var olan bir bilgidir.
Kifli, haf›zas›nda olan›, yaflamakta oldu¤u anla k›yaslayarak zaman alg›s›-
n› elde eder. E¤er bu k›yas olmasa, zaman alg›s› da olmayacakt›r.
Ayn› flekilde kifli, bir odaya kap›s›ndan girip sonra da odan›n ortas›n-
daki bir koltu¤a oturan bir insan› gördü¤ünde, k›yas yapar. Gördü¤ü in-
san koltu¤a oturdu¤u anda, onun kap›y› açmas›, odan›n ortas›na do¤ru
356
ZAMANSIZLIK VEKADER GERÇE⁄‹
B
yürümesi ile ilgili görüntüler, sadece beyinde yer alan bir bilgidir. Zaman
alg›s›, koltu¤a oturmakta olan insan ile bu bilgiler aras›nda k›yas yap›la-
rak ortaya ç›kar.
K›sacas› zaman, beyinde saklanan birtak›m bilgiler aras›nda k›yas
yap›lmas›yla var olmaktad›r. E¤er bir insan›n haf›zas› olmasa, beyni bu
tür yorumlar yapmaz ve dolay›s›yla zaman alg›s› da oluflmaz. Bir insan›n
"ben otuz yafl›nday›m" demesinin nedeni, beyninde söz konusu otuz y›la
ait baz› bilgilerin biriktirilmifl olmas›d›r. E¤er haf›zas› olmasa, ard›nda
böyle bir zaman dilimi oldu¤unu düflünmeyecek, sadece yaflad›¤› tek bir
"an" ile muhatap olacakt›r.
Zamans›zl›¤›n Bilimsel Anlat›m›
Bu konuda görüfl belirten düflünür ve bilim adamlar›ndan örnekler
vererek konuyu daha iyi aç›klamaya çal›flal›m. Nobel ödüllü ünlü genetik
357
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
Zaman alg›s› bir an›n bir baflka anla k›yaslanmas›yla oluflur. Örne¤in,karfl›laflan iki insan›n birbirlerine ellerini uzatmalar› ile tokalaflmalar›aras›nda bir süre geçti¤ini düflünürüz.
profesörü ve düflünür François Jacob, Mümkünlerin Oyunu adl› kitab›nda
zaman›n geriye ak›fl› ile ilgili flunlar› anlat›r:
Tersinden gösterilen filmler, zaman›n tersine do¤ru akaca¤› bir dün-
yan›n neye benzeyece¤ini tasarlamam›za imkan vermektedir. Sütün
fincandaki kahveden ayr›laca¤› ve süt kab›na ulaflmak için havaya
f›rlayaca¤› bir dünya; ›fl›k demetlerinin bir kaynaktan f›flk›racak yer-
de bir tuza¤›n (çekim merkezinin) içinde toplanmak üzere duvarlar-
dan ç›kaca¤› bir dünya; say›s›z damlac›klar›n hayret verici iflbirli¤iy-
le suyun d›fl›na do¤ru f›rlat›lan bir tafl›n bir insan›n avucuna konmak
için bir e¤ri boyunca z›playaca¤› bir dünya. Ama zaman›n tersine
çevrildi¤i böyle bir dünyada, beynimizin süreçleri ve belle¤imizin
oluflmas› da ayn› flekilde tersine çevrilmifl olacakt›r. Geçmifl ve ge-
lecek için de ayn› fley olacakt›r ve dünya tastamam bize göründü¤ü
gibi görünecektir.411
Beynimiz belirli bir s›ralama yöntemine al›flt›¤› için flu anda dünya
üstte anlat›ld›¤› gibi ifllememekte ve zaman›n hep ileri akt›¤›n› düflünmek-
teyiz. Oysa bu, beynimizin içinde verilen bir karard›r ve dolay›s›yla tama-
men izafidir. Gerçekte zaman›n nas›l akt›¤›n›, ya da ak›p akmad›¤›n› asla
358
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Zaman tamam›yla
alg›layana ba¤l› bir
kavramd›r. Ayn› süre
bir kifliye uzun gelirken,
baflkas› için oldukça
k›sa olabilir. Hangisi-
nin do¤ru tahminde
bulundu¤unu anlamak
için saat, takvim gibi
kaynaklara ihtiyaç vard›r.
Bunlar olmadan zaman
hakk›nda kesin bir tahmin
yürütmek olanaks›zd›r.
bilemeyiz. Bu da zaman›n mutlak bir gerçek olmad›¤›n›, sadece bir alg›
biçimi oldu¤unu gösterir.
Zaman›n bir alg› oldu¤u, 20. yüzy›l›n en büyük fizikçisi say›lan Eins-
tein'›n ortaya koydu¤u Genel Görecelik Kuram› ile de do¤rulanm›flt›r. Lin-
coln Barnett, Evren ve Einstein adl› kitab›nda bu konuda flunlar› yazar:
Salt uzayla birlikte Einstein, sonsuz geçmiflten sonsuz gelece¤e akan
flaflmaz ve de¤iflmez bir evrensel zaman kavram›n› da bir yana b›rak-
t›. Görecelik Kuram›'n› çevreleyen anlafl›lmazl›¤›n büyük bölümü, in-
sanlar›n zaman duygusunun da renk duygusu gibi bir alg› biçimi
oldu¤unu kabul etmek istemeyiflinden do¤uyor... Nas›l uzay maddi
varl›klar›n olas›l› bir s›ras› ise, zaman da olaylar›n olas›l› bir s›ras›-
d›r. Zaman›n öznelli¤ini en iyi Einstein'in sözleri aç›klar: "Bireyin ya-
flant›lar› bize bir olaylar dizisi içinde düzenlenmifl görünür. Bu dizi-
den hat›rlad›¤›m›z olaylar 'daha önce' ve 'daha sonra' ölçüsüne gö-
re s›ralanm›fl gibidir. Bu nedenle birey için bir ben-zaman›, ya da öz-
nel zaman vard›r. Bu zaman kendi içinde ölçülemez. Olaylarla say›-
lar aras›nda öyle bir ilgi kurabilirim ki, büyük bir say› önceki bir olay-
la de¤il de, sonraki bir olayla ilgili olur.412
Einstein, Barnett'in ifadeleriyle, "uzay ve zaman›n da sezgi biçimleri
oldu¤unu, renk, biçim ve büyüklük kavramlar› gibi bunlar›n da bilinçten
ayr›lamayaca¤›n› göstermifl"tir. Genel Görecelik Kuram›'na göre "zama-
n›n da, onu ölçtü¤ümüz olaylar dizisinden ayr›, ba¤›ms›z bir varl›¤›
yoktur."413
Zaman bir alg›dan ibaret oldu¤una göre de, tümüyle alg›layana ba¤-
l›, yani göreceli bir kavramd›r.
Zaman›n ak›fl h›z›, onu ölçerken kulland›¤›m›z referanslara göre de-
¤iflir. Çünkü insan›n bedeninde zaman›n ak›fl h›z›n› mutlak bir do¤ruluk-
la gösterecek do¤al bir saat yoktur. Lincoln Barnett'in belirtti¤i gibi "rengi
ay›rdedecek bir göz yoksa, renk diye bir fley olmayaca¤› gibi, zaman› gös-
terecek bir olay olmad›kça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir fley de¤il-
dir."414
Zaman›n göreceli¤i, rüyada çok aç›k bir biçimde yaflan›r. Rüyada gör-
düklerimizi saatler sürmüfl gibi hissetsek de, gerçekte herfley birkaç daki-
ka hatta birkaç saniye sürmüfltür.
359
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
Konuyu biraz daha aç›klamak için bir örnek üzerinde düflünelim.
Özel olarak dizayn edilmifl tek pencereli bir odaya konup, burada belirli
bir süre geçirdi¤imizi düflünelim. Odada geçen zaman› görebilece¤imiz
bir de saat bulunsun. Ayn› zamanda odan›n penceresinden güneflin belir-
li aral›klarla do¤up-batt›¤›n› görelim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra,
o odada ne kadar kald›¤›m›z soruldu¤unda verece¤imiz cevap; hem za-
man zaman saate bakarak edindi¤imiz bilgi, hem de güneflin kaç kere do-
¤up batt›¤›na ba¤l› olarak yapt›¤›m›z hesapt›r. Örne¤in, odada üç gün kal-
d›¤›m›z› hesaplar›z. Ama e¤er bizi bu odaya koyan kifli bize gelir de, "as-
l›nda sen bu odada iki gün kald›n" derse ve pencerede gördü¤ümüz güne-
flin asl›nda suni olarak oluflturuldu¤unu, odadaki saatin de özellikle h›zl›
iflletildi¤ini söylerse, bu durumda yapt›¤›m›z hesab›n hiçbir anlam› kal-
maz.
Bu örnek de göstermektedir ki, zaman›n ak›fl h›z›yla ilgili bilgimiz,
sadece alg›layana göre de¤iflen referanslara dayanmaktad›r.
Zaman›n göreceli¤i, bilimsel yöntemle de ortaya konmufl somut bir
gerçektir. Einstein'›n Genel Görecelik Kuram› ortaya koymaktad›r ki zama-
n›n h›z›, bir cismin h›z›na ve çekim merkezine uzakl›¤›na göre de¤iflmek-
tedir. H›z artt›kça zaman k›salmakta, s›k›flmakta; daha a¤›r daha yavafl ifl-
leyerek sanki "durma" noktas›na yaklaflmaktad›r.
Bunu Einstein'›n bir örne¤i ile aç›klayal›m. Bu örne¤e göre ayn› yafl-
taki ikizlerden biri Dünya'da kal›rken, di¤eri ›fl›k h›z›na yak›n bir h›zda
uzay yolcu¤una ç›kar. Uzaya ç›kan kifli, geri döndü¤ünde ikiz kardeflini
kendisinden çok daha yafll› bulacakt›r. Bunun nedeni uzayda seyahat eden
kardefl için zaman›n daha yavafl akmas›d›r. Ayn› örnek bir baba ve o¤ul
için de düflünülebilir; "e¤er baban›n yafl› 27, o¤lunun yafl› 3 olsa, 30 dünya
senesi sonra baba dünyaya döndü¤ünde o¤ul 33 yafl›nda, baba ise 30 ya-
fl›nda olacakt›r."415
Zaman›n izafi oluflu, saatlerin yavafllamas› veya h›zlanmas›ndan de-
¤il; tüm maddesel sistemin atom alt› seviyesindeki parçac›klara kadar
farkl› h›zlarda çal›flmas›ndan ileri gelir. Zaman›n k›sald›¤› böyle bir ortam-
da insan vücudundaki kalp at›fllar›, hücre bölünmesi, beyin faaliyetleri
gibi ifllemler daha a¤›r ifllemektedir. Kifli zaman›n yavafllamas›n› hiç fark
etmeden günlük yaflam›n› sürdürür.
360
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Kuran'da ‹zafiyet
Modern bilimin bu bulgular›n›n bize gösterdi¤i sonuç, zaman›n
materyalistlerin sand›¤› gibi mutlak bir gerçek de¤il, göreceli bir alg›
olufludur. ‹flin ilginç yan› ise, 20. yüzy›la dek bilimin fark›nda olmad›¤› bu
gerçe¤in, bundan 14 as›r önce indirilmifl olan Kuran'da bildirilmesidir.
Kuran ayetlerinde, zaman›n izafi bir kavram oldu¤unu gösteren aç›k-
lamalar bulunur.
Modern bilim taraf›ndan do¤rulanan, zaman›n psikolojik bir alg› ol-
du¤u, yaflanan olaya, mekana ve flartlara göre farkl› alg›lanabildi¤i ger-
çe¤ini pek çok Kuran ayetinde görmek mümkündür. Örne¤in bir insan›n
bütün hayat›, Kuran'da bildirildi¤ine göre çok k›sa bir süredir:
Sizi ça¤›raca¤› gün, O'na övgüyle icabet edecek ve (dünyada) pek az
bir süre kald›¤›n›z› sanacaks›n›z. (‹sra Suresi, 52)
Gündüzün bir saatinden baflka sanki hiç ömür sürmemifller gibi onlar›
bir arada toplayaca¤› gün, onlar birbirlerini tan›m›fl olacaklar…
(Yunus Suresi, 45)
Baz› ayetlerde, insanlar›n zaman alg›lar›n›n farkl› oldu¤una, insan›n
gerçekte çok k›sa olan bir süreyi çok uzunmufl gibi alg›layabildi¤ine iflaret
edilir. ‹nsanlar›n ahiretteki sorgular› s›ras›nda geçen afla¤›daki konufl-
malar bunun bir örne¤idir:
Dedi ki: "Y›l say›s› olarak yeryüzünde ne kadar kald›n›z?" Dediler ki:
"Bir gün ya da bir günün biraz› kadar kald›k, sayanlara sor." Dedi ki:
"Yaln›zca az (zaman) kald›n›z, gerçekten bir bilseydiniz. (Müminun
Suresi, 112-114)
Baflka baz› ayetlerde de, zaman›n farkl› ortamlarda farkl› bir ak›fl
h›z›yla geçti¤i bildirilir:
... Gerçekten, senin Rabbinin Kat›nda bir gün, sizin saymakta olduk-
lar›n›zdan bin y›l gibidir. (Hac Suresi, 47)
Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin y›l olan bir günde
ç›kabilmektedir. (Mearic Suresi, 4)
Gökten yere her ifli O evirip düzene koyar. Sonra (ifller,) sizin saymak-
ta oldu¤unuz bin y›l süreli bir günde yine O'na yükselir. (Secde
Suresi, 5)
361
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
Bu ayetler, zaman›n izafiyetinin çok aç›k birer ifadesidir. Bilim tara-
f›ndan 20. yüzy›lda ulafl›lan bu sonucun bundan 1400 y›l önce Kuran'da
bildirilmifl olmas› ise, elbette, Kuran'›, zaman› ve mekan› tümüyle sar›p
kuflatan Allah'›n indirdi¤inin bir delilidir.
Kuran'›n daha pek çok ayetinde kullan›lan üslup aç›kça zaman›n bir
alg› oldu¤unu ortaya koymaktad›r. Özellikle de k›ssalarda bu anlat›m›
görmek mümkündür. Örne¤in Allah Kuran'da bahsedilen mümin bir top-
luluk olan Kehf ehlini üç yüzy›l› aflk›n bir süre derin bir uyku halinde tut-
mufltur. Daha sonra uyand›rd›¤›nda ise bu kifliler zaman olarak çok az bir
süre kald›klar›n› düflünmüfller, ne kadar uyuduklar›n› tahmin edememifl-
lerdir:
"Böylelikle ma¤arada y›llar y›l› onlar›n kulaklar›na vurduk (derin bir
uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kald›klar› süreyi daha iyi
hesap etti¤ini belirtmek için onlar› uyand›rd›k." (Kehf Suresi, 11-12)
"Böylece, aralar›nda bir sorgulama yaps›nlar diye onlar› dirilttik
(uyand›rd›k). ‹çlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kald›n›z?"
Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) k›sm› kadar kald›k."
Dediler ki: "Ne kadar kald›¤›n›z› Rabbiniz daha iyi bilir..." (Kehf
Suresi, 19)
Afla¤›daki ayette anlat›lan durum da zaman›n asl›nda psikolojik bir
alg› oldu¤unun önemli bir delilidir.
"Ya da alt› üstüne gelmifl, ›ss›z duran bir flehre u¤rayan gibisini (gör-
medin mi?) Demiflti ki: "Allah, buras›n› ölümünden sonra nas›l diril-
tecekmifl?" Bunun üzerine Allah, onu yüz y›l ölü b›rakt›, sonra onu
diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kald›n?" O: "Bir gün veya bir gün-
den az kald›m" dedi. (Allah ona:) "Hay›r, yüz y›l kald›n, böyleyken
yiyece¤ine ve içece¤ine bak, henüz bozulmam›fl; efle¤ine de bir bak;
(bunu yapmam›z) seni insanlara ibret-belgesi k›lmam›z içindir.
Kemiklere de bir bak nas›l bir araya getiriyoruz, sonra da onlara et
giydiriyoruz?" dedi. O, kendisine (bunlar) apaç›k belli olduktan sonra
dedi ki: "(Art›k flimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah, herfleye güç
yetirendir." (Bakara Suresi, 259)
Görüldü¤ü gibi bu ayet zaman› yaratan Allah'›n zamandan münez-
zeh oldu¤unu aç›kça vurgulamaktad›r. ‹nsan ise Allah'›n kendisi için tak-
362
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
dir etti¤i zamana ba¤›ml›d›r. Ayette görüldü¤ü gibi insan ne kadar uy-
kuda kald›¤›n› dahi bilmekten acizdir. Böyle bir durumda (materyalist-
lerin çarp›k mant›¤›nda oldu¤u gibi) zaman›n mutlak oldu¤unu iddia et-
mek, son derece ak›l d›fl› olacakt›r.
Kader
Zaman›n izafi oluflu, bize çok önemli bir gerçe¤i göstermektedir: Bu
izafiyet o kadar de¤iflkendir ki, bizim için milyarlarca y›l süren bir zaman
dilimi, bir baflka boyutta sadece tek bir saniye bile sürebilir. Hatta, evrenin
bafl›ndan sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir baflka
boyutta, bir saniye bile de¤il, ancak bir "an" sürüyor olabilir.
‹flte ço¤u insan›n tam olarak anlayamad›¤›, materyalistlerin ise an-
layamayarak tümden reddettikleri kader gerçe¤inin özü buradad›r. Kader,
Allah'›n geçmifl ve gelecek tüm olaylar› bilmesidir. ‹nsanlar›n önemli bir
bölümü ise, Allah'›n henüz yaflanmam›fl olaylar› önceden nas›l bildi¤ini
sorarlar ve kaderin gerçekli¤ini anlayamazlar. Oysa "yaflanmam›fl olaylar",
bizim için yaflanmam›fl olaylard›r. Allah ise zamana ve mekana ba¤l›
de¤ildir, zaten bunlar› yaratan Kendisi'dir. Bu nedenle Allah için geçmifl,
gelecek ve flu an hepsi birdir ve hepsi olup, bitmifltir.
Lincoln Barnett, Genel Görecelik Kuram›'n›n bu gerçe¤e nas›l iflaret et-
ti¤inden, Evren ve Einstein isimli kitab›nda bahsetmektedir. Barnett'e göre,
bütün anlam›nda varl›klar› ancak "bütün yüceli¤iyle kozmik bir zihin"
kavrayabilir.416 Barnett'in "kozmik zihin" dedi¤i ‹rade, tüm evrene hakim
olan Allah'›n ilmi ve akl›d›r. Bizim bir cetvelin bafl›n›, ortas›n›, sonunu ve
aralar›ndaki tüm birimleri bir bütün olarak tek bir anda kolayca görebil-
memiz gibi, Allah da bizim ba¤l› oldu¤umuz zaman› bafl›ndan sonuna
kadar tek bir an olarak bilir. ‹nsanlar ise sadece zaman› gelince bu olaylar›
yaflay›p, Allah'›n onlar için yaratt›¤› kadere tan›k olurlar.
Bu arada toplumda yayg›n olan kader anlay›fl›n›n çarp›kl›¤›na da
dikkat etmek gerekir. Bu çarp›k anlay›flta, Allah'›n insanlara bir "al›n
yaz›s›" belirledi¤i, ama onlar›n kimi zaman bunu de¤ifltirdikleri gibi bat›l
bir inan›fl vard›r. Örne¤in ölümden dönen bir hasta için "kaderini yendi"
gibi cahilce ifadeler kullan›l›r. Oysa kimse kaderini de¤ifltiremez. Ölüm-
den dönen kifli, kaderinde ölümden dönmesi yaz›l› oldu¤u için ölmemifl-
363
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
tir. "Kaderimi yendim" diyerek kendilerini aldatanlar›n bu cümleyi söy-
lemeleri ve o psikolojiye girmeleri de, yine kaderlerindedir.
Çünkü kader Allah'›n ilmidir ve tüm zaman› ayn› anda bilen ve tüm
zamana ve mekana hakim olan Allah için, herfley kaderde yaz›lm›fl ve bit-
mifltir.
Allah için zaman›n tek oldu¤unu Kuran'da kullan›lan üsluptan da
anlar›z; bizim için gelecek zamanda olacak baz› olaylar, Kuran'da çoktan
olup bitmifl olaylar olarak anlat›l›r. Örne¤in, ahirette insanlar›n Allah'a
verecekleri hesab›n belirtildi¤i ayetler, bunu çoktan olup bitmifl bir olay
olarak anlatmaktad›r:
Sur'a üfürüldü; böylece Allah'›n diledikleri d›fl›nda, göklerde ve yer-
de olanlar çarp›l›p-y›k›l›verdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, art›k on-
lar aya¤a kalkm›fl durumda gözetliyorlar. Yer, Rabbinin nuruyla par›l-
dad›; kitap kondu; peygamberler ve flahidler getirildi ve aralar›nda
hak ile hüküm verildi... (Zümer Suresi, 68-69)
‹nkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler... (Zümer Suresi,
71)
Bu konudaki di¤er örnekler ise flöyledir:
(Art›k) Her bir nefis yan›nda bir sürücü ve bir flahid ile gelmifltir. (Kaf
Suresi, 21)
Gök yar›l›p-çatlam›flt›r; art›k o gün, 'sarkm›fl-za'fa u¤ram›flt›r.' (Hakka
Suresi, 16)
Ve sabretmeleri dolay›s›yla cennetle ve ipekle ödüllendirmifltir.
Orada tahtlar üzerinde yaslan›p-dayanm›fllard›r. Orada ne (yak›c›) bir
günefl ve ne de dondurucu bir so¤uk görürler. (‹nsan Suresi, 12-13)
Görebilenler için cehennem de sergilenmifltir. (Naziat Suresi, 36)
Art›k bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. (Mutaffifin
Suresi, 34)
Suçlu-günahkarlar atefli görmüfllerdir, art›k içine kendilerinin
gireceklerini de anlam›fllard›r; ancak ondan bir kaç›fl yolu bula-
mam›fllard›r. (Kehf Suresi, 53)
Görüldü¤ü gibi, bizim için ölümümüzden sonra yaflanacak olan bu
364
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
olaylar, Kuran'da yaflanm›fl ve bitmifl olaylar olarak anlat›lmaktad›r. Çün-
kü Allah, bizim ba¤l› oldu¤umuz izafi zaman boyutuna ba¤l› de¤ildir.
Allah tüm olaylar› zamans›zl›kta dilemifl, insanlar bunlar› yapm›fl ve tüm
bu olaylar yaflanm›fl ve sonuçlanm›flt›r. Küçük büyük her türlü olay›n,
Allah'›n bilgisi dahilinde gerçekleflti¤i ve bir kitapta kay›tl› oldu¤u ger-
çe¤i ise afla¤›daki ayette haber verilir:
Senin içinde oldu¤un herhangi bir durum, onun hakk›nda Kur'an'dan
okudu¤un herhangi bir fley ve sizin iflledi¤iniz herhangi bir ifl yoktur
ki, ona (iyice) dald›¤›n›zda, Biz sizin üzerinizde flahidler durmufl ol-
mayal›m. Yerde ve gökte zerre a¤›rl›¤›nca hiçbir fley Rabbinden uzak-
ta (sakl›) kalmaz. Bunun daha küçü¤ü de, daha büyü¤ü de yoktur ki,
apaç›k bir kitapta (kay›tl›) olmas›n. (Yunus Suresi, 61)
Materyalistlerin Endiflesi
Maddenin gerçe¤i ile zamans›zl›k ve mekans›zl›k konular›n› ele al-
d›¤›m›z bu bölümde anlat›lanlar, asl›nda son derece aç›k gerçeklerdir.
Daha önce de ifade edildi¤i gibi bunlar kesinlikle bir felsefe ya da bir
düflünce biçimi de¤il, reddedilmesi mümkün olmayan bilimsel sonuç-
lard›r. Teknik bir gerçek olmas›n›n d›fl›nda, akla dayal› ve mant›ksal delil-
ler de bu konuda baflka alternatife imkan tan›mamaktad›r. Bir insan için
evren, onu meydana getiren maddelerle ve içindeki insanlarla ve zaman-
la birlikte bir görüntü varl›kt›r. Yani asl› ile muhatap olamad›¤›, zihnin-
de yaflad›¤› bir alg›lar bütünüdür.
Materyalistler bu gerçe¤i anlamakta zorluk çekerler. Örne¤in tekrar
materyalist Politzer'in otobüs örne¤ine dönecek olursak; Politzer al-
g›lar›n›n d›fl›na ç›kamayaca¤› gerçe¤ini teknik olarak bildi¤i halde, bunu
sadece belirli olaylar için kabul edebilmifltir. Yani Politzer için otobüs çar-
pana kadar olaylar beyninin içinde oluflmaktad›r, ama otobüs çarpt›¤› an-
da olaylar birden beyninin d›fl›na ç›karak maddesel bir gerçeklik kazan-
maktad›r. Buradaki mant›k bozuklu¤u aç›kça ortadad›r; Politzer de "tafla
vuruyorum, aya¤›m ac›yor, demek ki var" diyen materyalist Johnson'›n
hatas›na düflmüfl, otobüs çarpmas›nda hissedilen fliddetin de asl›nda bir
alg›dan ibaret oldu¤unu kavrayamam›flt›r.
Materyalistlerin bu konuyu anlayamamalar›n›n bilinçalt›ndaki as›l
365
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
nedeni ise, anlad›klar›nda karfl› karfl›ya kalacaklar› gerçekten büyük bir
korku duymalar›d›r. Lincoln Barnett, bu konunun sadece "sezilmesinin"
bile materyalist bilim adamlar›n› korku ve endifleye sürükledi¤ini flöyle
belirtiyor:
Filozoflar tüm nesnel gerçekleri alg›lar›n bir gölge dünyas› haline
getirirken, bilim adamlar› insan duyular›n›n s›n›rlar›n› korku ve en-
difle ile sezdiler.417
Maddenin asl› ile muhatap olamad›¤› ve zaman›n bir alg› oldu¤u
gerçe¤i anlat›ld›¤›nda bir materyalist büyük bir korkuya kap›l›r. Çünkü
madde ve zaman mutlak varl›k olarak ba¤land›¤› yegane iki kavramd›r.
Bunlar adeta tap›nd›¤› birer puttur; çünkü kendisinin madde ve zaman
taraf›ndan (evrim yoluyla) yarat›ld›¤›na inanmaktad›r.
‹çinde yaflad›¤› evrenin, dünyan›n, kendi bedeninin, di¤er insan-
lar›n, fikirlerinden etkilendi¤i materyalist filozoflar›n, k›sacas› hiçbir
fleyin as›llar› ile karfl›laflamad›¤›n› hissetti¤inde ise tüm benli¤ini bir deh-
flet duygusu sarar. Güvendi¤i, inand›¤›, medet umdu¤u herfley bir anda
kendisinden uzaklafl›p kaybolur. Asl›n› mahfler günü yaflayaca¤› ve "o
gün (art›k) Allah'a teslim olmufllard›r ve uydurduklar› (yalanc› ilahlar)
da onlardan çekilip uzaklaflm›flt›r" (Nahl Suresi, 87) ayetinde tarif edilen
çaresizli¤i hisseder.
Bu andan itibaren materyalist kendisini maddenin d›flar›daki asl› ile
muhatap oldu¤una inand›rmaya çabalar, bunun için kendince "delil"ler
oluflturur; yumru¤unu duvara vurur, tafllar› tekmeler, ba¤›r›r, ça¤›r›r ama
asla gerçekten kurtulamaz.
Materyalistler, bu gerçe¤i kendi kafalar›ndan atmak istedikleri gibi,
di¤er insanlar›n da zihninden uzaklaflt›rmak isterler. Çünkü maddenin
gerçek mahiyeti insanlar taraf›ndan bilindi¤i takdirde, felsefelerinin ilkel-
li¤inin ve cahil bak›fl aç›lar›n›n ortaya ç›kaca¤›n›n, görüfllerini anlatacak
bir zemin kalmayaca¤›n›n fark›ndad›rlar. ‹flte burada anlat›lan gerçekten
bu denli rahats›z olmalar›n›n nedeni, yaflad›klar› bu korkulard›r.
Allah inkarc›lar›n bu korkular›n›n ahirette daha da fliddetlenece¤ini
bildirmifltir. Hesap günü Allah onlara flöyle seslenecektir:
"Onlar›n tümünü toplayaca¤›m›z gün; sonra flirk koflanlara diyece¤iz
ki: "Nerede (o bir fley) san›p da ortak kofltuklar›n›z?" (Enam Suresi,
22)
366
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
Bunun ard›ndan inkarc›lar, dünyada asl›na ulaflt›klar›n› zannederek
Allah'a flirk kofltuklar› mallar›n›n, evlatlar›n›n, çevrelerinin kendilerinden
uzaklaflt›¤›na ve tamamen yok olduklar›na flahit olacaklard›r. Allah bu
gerçe¤i de, "bak, kendilerine karfl› nas›l yalan söylediler ve düzmekte
olduklar› da kendilerinden kaybolup-uzaklaflt›" (Enam Suresi, 24)
ayetiyle haber vermifltir.
‹nananlar›n Kazanc›
Maddenin mutlak olmad›¤› ve zaman›n bir alg› oldu¤u gerçe¤i,
materyalistleri korkuturken, inananlar için tam aksi gerçekleflir. Allah'a
iman eden insanlar maddenin ard›ndaki s›rr› kavrad›klar›nda büyük bir
sevinç duymaktad›rlar. Çünkü bu gerçek her türlü konunun anahtar›d›r.
Bu kilit aç›ld›¤› anda tüm s›rlar a盤a ç›kar. Kifli belki anlamakta zorluk
çekti¤i pek çok konuyu bu sayede rahatl›kla anlar hale gelir.
Daha önce de ifade edildi¤i gibi ölüm, cennet, cehennem, ahiret,
boyut de¤ifltirme gibi konular anlafl›lm›fl ve "Allah nerede", "Allah'tan ön-
ce ne vard›", "Allah'› kim yaratt›", "kabir hayat› ne kadar sürecek", "cennet
ve cehennem nerede", "cennet ve cehennem flu an var m›" ve bunlar gibi
önemli sorular böylece kolayca yan›tlanm›fl olur. Ve Allah'›n tüm bir ev-
reni nas›l bir sistemle yoktan var etti¤i kavran›r. Hatta öyle ki bu s›r
sayesinde "ne zaman" ve "nerede" gibi sorular da anlams›z hale gelir.
Çünkü ortada ne zaman, ne de mekan kalmaz. Mekans›zl›k kavrand›¤›
takdirde cennet, cehennem, dünya hepsinin asl›nda ayn› yerde oldu¤u da
anlafl›l›r. Zamans›zl›k kavrand›¤› takdirde ise herfleyin tek bir anda ol-
du¤u fark edilir; hiçbir fley için beklenmez, zaman geçmez, herfley zaten
olup bitmifltir.
Bu s›rr›n kavranmas›yla birlikte, dünya inanan insan için cennete
benzemeye bafllar. ‹nsan› s›kan her tür maddesel endifle, kuruntu ve kor-
ku kaybolur. ‹nsan, tüm evrenin tek bir Hakimi oldu¤unu, O'nun tüm mad-
desel dünyay› diledi¤i gibi yaratt›¤›n› ve yapmas› gereken tek fleyin O'na
yönelmek oldu¤unu kavrar. Art›k o, "her türlü ba¤›ml›l›ktan özgürlü¤e
kavuflturulmufl olarak" (Al-i ‹mran Suresi, 35) Allah'a teslim olmufltur.
Bu s›rr› kavramak, dünyan›n en büyük kazanc›d›r.
Bu s›rla birlikte yine Kuran'da bahsedilen çok önemli bir gerçek daha
367
Zamans›zl›k ve Kader Gerçe¤i
368
HAYATIN GERÇEK KÖKEN‹
anlafl›l›r: Daha önce de bahsetti¤imiz, Allah'›n insana "flah damar›ndan
daha yak›n" (Kaf Suresi, 16) oldu¤u gerçe¤i… Bilindi¤i gibi flah damar›
insan›n içindedir. ‹nsana kendi içinden daha yak›n bir mesafe olamaz. Bu
durum insan›n zihninin d›fl›na ç›kamad›¤› gerçe¤i ile kolayca aç›k-
lanabilir. Görüldü¤ü gibi bu ayet de, bu s›rla birlikte çok daha iyi anlafl›l-
maktad›r.
‹flte gerçek budur. Bilinmelidir ki, hiçbir insan için Allah'tan baflka
dost ve yard›mc› yoktur. Allah'tan baflka hiçbir fley mutlak de¤ildir;
Kendisi'ne s›¤›n›lacak, yard›m istenecek, karfl›l›k beklenecek tek mutlak
varl›k O'dur...
Ve her nereye dönersek, Allah'›n yüzü oradad›r…
Dediler ki: "Sen Yücesin, bize ö¤retti¤inden
baflka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herfleyi bilen, hüküm
ve hikmet sahibi olans›n."
(Bakara Suresi, 32)