gelecek halk gazetesi sayı 32

24
b u ga zete n i n a l t ı n d a b i r f i k i r va r Sayı 32 | 29 Aralık 2012 | 1.50 TL halk gazetesi bu gazete ODTÜ'lü öğrencilerin gazetesi ‘Miadını doldurmuş bu yapıların yerine, tabandan, genç işçi kuşa- ğınca yükseltilecek bir mücadele ve örgütlenme ancak gidişatı tersine çevirebilir.’ TÜM-TİS İzmir Şube Başkanı Şükrü GÜNSELİ ile yeni sendika yasa- sını, taşeron sistemini, Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun iktidar ile imzaladığı ortaya çıkan gizli protokol sonucu Türk-İş’te gelişen olağa- nüstü kongre sürecini ve bu gelişmeler karşısında işçilerin mücadele hattı ve hedefleri üzerine konuştuk. Gelecek Gazetesi, yeni yıla yepyeni hedeflerle merha- ba demeye hazırlanıyor. Gelecek, 10 Ocak tarihin- den itibaren haftalık ola- rak okurlarıyla buluşacak. Bu hedef 32 sayının ardın- dan gazetemizin bir eşiği atladığının en somut kanı- tıdır. Gelecek 32 sayı bo- yunca, iş kazalarında ölen işçilere, evini kaybedenle- re, işten atılan işçilere, Ro- boskili köylülere, tutuklu öğrencilere, kadınlara it- haf etti kendini. Gelecek Gazetesi bu sürede halkın sesi olabilmiştir ve şimdi haftalık olarak yayın haya- tına devam edecek gazete- miz, tüm okurlarının ve emekçilerinin dayanışma- sıyla sesini daha gür duyu- racaktır. TÜM-TİS İzmir Şube Başkanı Şükrü GÜNSELİ: ÜNIVERSITELER AYAKTA REKTÖRLER HAZIROL DA! >> 12 GELECEK HAFTALIK OLUYOR! >> 4

Upload: gazetegelecek

Post on 16-Apr-2015

150 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

29 Aralık 2012

TRANSCRIPT

Page 1: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

b u g a z e t e n i n a l t ı n d a b i r f i k i r v a r

Sayı 32 | 29 Aralık 2012 | 1.50 TL halk gazetesi

bu gazete ODTÜ'lü

öğrencilerin gazetesi

‘Miadını doldurmuş bu yapıların yerine, tabandan, genç işçi kuşa-ğınca yükseltilecek bir mücadele ve örgütlenme ancak gidişatı tersine çevirebilir.’TÜM-TİS İzmir Şube Başkanı Şükrü GÜNSELİ ile yeni sendika yasa-

sını, taşeron sistemini, Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun iktidar ile imzaladığı ortaya çıkan gizli protokol sonucu Türk-İş’te gelişen olağa-nüstü kongre sürecini ve bu gelişmeler karşısında işçilerin mücadele hattı ve hedefleri üzerine konuştuk.

Gelecek Gazetesi, yeni yıla yepyeni hedeflerle merha-ba demeye hazırlanıyor. Gelecek, 10 Ocak tarihin-den itibaren haftalık ola-rak okurlarıyla buluşacak. Bu hedef 32 sayının ardın-dan gazetemizin bir eşiği

atladığının en somut kanı-tıdır. Gelecek 32 sayı bo-yunca, iş kazalarında ölen işçilere, evini kaybedenle-re, işten atılan işçilere, Ro-boskili köylülere, tutuklu öğrencilere, kadınlara it-haf etti kendini. Gelecek

Gazetesi bu sürede halkın sesi olabilmiştir ve şimdi haftalık olarak yayın haya-tına devam edecek gazete-miz, tüm okurlarının ve emekçilerinin dayanışma-sıyla sesini daha gür duyu-racaktır.

TÜM-TİS İzmir Şube Başkanı Şükrü GÜNSELİ:

ÜNIVERSITELER AYAKTAREKTÖRLER HAZIROL DA!

>> 12

GELECEK HAFTALIK OLUYOR!

"bu gazetenin altında bir ikir var” diyerek yola çıktık. 14 ay boyunca 2 haftada bir sizlerle buluştuk. Bu süre içinde iş cinayetlerine kurban giden işçilerin, tutuklu öğrencilerin, erkek-devlet şiddetine uğrayan kadınların, yok sayılan Alevilerin, inkar edilen Kürtlerin ve cezaevinde bulunan binlerce özgürlük mahkumunun, halkın sesi olduk. 10 Ocak’tan itibaren sesimiz artık daha sık ve çok çıkacak. Bu zamana kadar esirgemediğiniz desteğinize daha çok ihtihtiyacımız var. Daha iyi bir GELECEK’te buluşmak dileğiyle...

daha iyi bir GELECEK

isteyenleringazetesi

>> 4

Page 2: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 2 | 29 aralık 2012 | gelecek

Toplumsal cinsiyet kendini en çok kullandığımız dilde belli ediyor. Erkek egemenliğinin en nadide ör-nekleri toplumsal dil ile ortaya çı-kıyor. Hemen hemen tüm küfürler, argo sözcükler kadın bedeni üze-rinden dile geliyor ve her seferinde kadınlar aşağılanıyor. Kadınlarsa, bulundukları her alanda bu erkek egemen kültürle, dil üzerinden de mücadele ediyor. Bu mücadele yöntemlerinden belki de en önem-lisi teşhir etmek. Bu düşünceden hareketle kadın sayfamızda artık yepyeni bir köşemiz var; Mor İğne!

Bundan böyle erkek egemen dilin duyduğumuz, bildiğimiz, rahatsız-lık duyduğumuz ve teşhir etmek istediğimiz tüm örneklerini Mor İğne köşemizde iğneleyeceğiz. Kö-şemizin ilk konuğu “Levent Kırca.”

Geçtiğimiz günlerde “Sanatçılar Girişimi” adı altında ne olduğu pek de anlaşılmayan bir organizasyon-da yer aldı Levent Kırca. Gecenin katılımcılarını, içeriğini, neye hiz-met ettiğini bir kenara bırakarak ünlü tiyatrocunun şoke eden ko-nuşmasından bahsedelim. Olay şöyle gelişiyor: Kırca konuşma

yapmayı beklerken, söz sırasının değiştirilerek kendisinden önce Kemal Kılıçdaroğlu’na verilmesine “çok” sinirleniyor ve sahneye çıkıp kelimesi kelimesine şöyle söylüyor:

“Benim de işim var, belki bir karı buldum gidip onu düzeceğim.”

Tam bir erkek tavrı. Kadınları aşa-ğılamakta hiçbir beis görmeyen, sinirlendiği bahanesinin arkasına saklanıp büyük bir rahatlıkla ka-dınlara hakaret eden… Konu ne olursa olsun, erkeklerin ilk saldır-dıkları alanın kadınlara ait olması sizce tesadüf mü? Levent Kırca, güya kendince bir takım siyasi ne-denlerle tavrını dile getirirken, söy-leyeceği en ufak bir gafın dahi ha-ber olacağını bile bile kadınları bu kadar rahatça aşağılayabilme cüre-tini nereden alıyor?

Levent Kırca, aslında bizlere söyle-necek çok fazla söz bırakmıyor. Her şey öylesine ortadaki. Kırca bizden mor iğneyi değil, büyük mor bir çu-valdızı hak ediyor.

kadın

Nurşen Yıldırı[email protected]

günebakan

Umudumuzu büyütüyoruz, öfkemizle birlikte...

Yeni bir yıl, yeni umutlar demek. 365 gün boyunca dayak yiyen, azar işiten bir kadının şiddet görmemeyi istemesi demek. Yıllardır süren savaşta/savaşlarda çocuklarını, yakın-larını kaybeden kadınların, barışı isteme-si demek. Roboskili anaların çocuklarının üzerine bombaları kimlerin attığını bilmek istemesi demek. Şükran Kaypakkaya’nın, oğlunun mezarına gitti diye hakim karşı-sına niye çıktığını anlaması demek. Cezae-vindeki kadınların demir parmaklıklardan kurtulmayı istemesi demek. Evlerde çalışan kadınların sigortalı olmayı istemesi demek. Görünmeyen emeğin görünür olmasını iste-mesi demek. Eşlerini, sevgililerini öldüren erkeklerin tahrik indiriminden yararlan-mamasını istemesi demek. Evden kaçmak isteyen kadınların her an ulaşabilecekleri bir sığınma evinin olmasını istemesi demek. Tecavüze uğrayan kadınların bunu ispatla-maya çalışmamasını istemesi demek. Sokak-ta, işyerinde, evde taciz ve tecavüzle karşı karşıya kalan kadınların sokaklarda rahatça yürümeyi arzu etmesi demek. Okuyamayan, okutulmayan, çocuk yaşta evlendirilen kü-çücük kadınların sokakta ip atlamayı iste-mesi demek.

Yukarıdakiler kadınların isteklerinden sa-dece birkaçı.

2012 kadınlar açısından pek de iç açıcı bir yıl değildi. Her ne kadar kadına yönelik şid-detle ilgili bir yasa çıkmış olsa da bugüne kadar işe yaradığını pek göremedik. O yüz-den bu yıl yaşadıklarımızın bir daha yaşan-masını istemiyoruz. Çünkü AKP iktidarı bu yıl tam da kadına ait olan bedenine saldırdı. Kendi iktidarını kadının üzerindeki baskıyla ve iktidarla meşrulaştırmaya çalıştı. Kürtaj ve sezaryan tartışmaları başta olmak üzere vajina sözcüğünden bile korkarak, utanarak –ki küfrederken hiç utanmıyorlar– kadının bedeninin aslında iktidarın elinde olduğunu her fırsatta vurguladı. N.Y.’nin tüm doğur-mayacağım çığlıklarına rağmen, kadına te-cavüzcüsünün bebeğini hem de hapiste baş-ka hiçbir şansı yokken doğurtturdular; adını da kendilerini koydular, sanki çok güzel bir şeymiş gibi.

Tüm bunlara rağmen kadınlar 2012’de so-kaklardaydılar, alanlardaydılar. Kendilerini zincirlediler saat kulesine, adliye demirleri-ne; yol kestiler, polis barikatlarını boyadılar. Kah Fethiye, N.Ç, Sakarya, Gülay, KESK’li kadınlar davalarında olduğu olduğu gibi mahkeme önlerinde kah Candan’ın savun-masında olduğu gibi Baro önlerindeydiler. Herkesin öfkesi büyürken kadınların da öf-kesi daha fazla, katlanarak büyüdü. Sokakta daha fazla görünür olmaya başladılar.

2013 “kadınların yılı” olacak ama öyle med-yada söylendiği gibi değil.

Mücadele eden, direnen, görünen; neşesini ve umudunu hiç yitirmeyen kadınların…

Fem Dershanesi’nden kürtaj sorusu

Fem dershanesinin KPSS öğrencile-rine yönelik hazırladığı deneme tes-tinde “kürtaj sorusu” yer alıyor. Türk-çe bölümünde paragraf içinde bahsi geçen kürtaj hakkı, “özgürlüğün istis-mar edilmesi” olarak nitelendiriliyor.

Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen FEM dershanesinin KPSS Eğitim Birimleri deneme sınavında sorulan sorunun tam metni şöyle:

“Bazen insanlar özgürlüğü yanlış an-lıyorlar veya işlerine geldiği gibi kul-lanarak ‘bu benim tercihim’ diyorlar. Bu yaklaşımı benimseyenler yapmak istediklerine bir kılıf bulmanın hazzı ile toplumun onaylamadığı eylem-leri de rahatça yapıyorlar. Örneğin, doğurmak istemedikleri bir çocuğu sanki yüksek çözünürlüklü bir te-levizyon alıp almamak arasındaki

tercihmiş gibi rahatça ‘bu benim ter-cihim, doğurmak istemiyorum’ diye-rek kürtaj oluyorlar. Oysa herkes her istediğini bu gerekçelere dayandıra-rak yapacak olsa toplumda karma-şa yaşanır.” Burada özellikle hangisi eleştirilmektedir?

A) Özgürlüğün istismar edilmesi

B) Evrensel ahlak yasasının redde-dilmesi

C) Özgürlüğün getirdiği sorumlu-lukların çok olması

D) Eylemlerin faydaya dayandırıl-ması

E) Mutluluğun amaç edinilmesi”

Görüldüğü gibi soru metnindeki bakış açısı açıkça kürtajı hak değil,

mutlaka uzak durulması gereken, yapılması yasak olan bir durum gibi tarifliyor. Bununla da yetinmiyor, sorunun doğru kabul edilen cevabı neye hizmet edildiğinin altını çiziyor:

Cevap A) Özgürlüğün istismar edil-mesi

Anlaşılan o ki, soruyu hazırlayan zih-niyet, kürtajı sınırlama çabasındaki hükümete açıkça destek veriyor. Ka-dınların kendi bedenleri üzerindeki söz ve karar hakkını erkeklerin dene-timine sokma girişimine bulunduğu yerden, bir dershane olarak sınav so-rularıyla destek veriyor. Hatırlatalım; hükümetin aylardır süren çabalarına rağmen kadınların ısrarı sayesinde kürtaj bir hak olarak kanunlardaki yerini koruyor. Soruları oluşturan –bizim hiç de yabancısı olmadığımız– bu zihniyet, ulaştığı binlerce genç in-sana yanıltıcı bilgileri yayma hakkına sahip olamaz.

Soru metninde bahsi geçen toplum, özgürlük, eşitlik kavramları içinde kadınları barındırmıyor olsa gerek. Hükümetin kürtaj hakkına sınırla-ma getirerek yasaklama girişimine, binlerce genç insanı barındıran ders-haneler tarafından böylesine açıktan destek verilmesi, biz kadınların bü-yük eril bir sarmalın içinde mücadele ettiğimizin de net bir göstergesi.

“FEM’İN TERCİHİ, FEM’İN KARARI”

MOR İĞNE

Page 3: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 3 | 29 aralık 2012 | gelecek güncel

Tarihte olayların aynı biçimde tekrarlanmasına rastlanmaz belki. Bu anlamıyla tarih “tekerrür-den ibaret” değildir. Fakat birbirine benzer pek çok olaya rastlamak kabildir. Şu son günlerdeki patriot hadisesini düşündükçe aklıma Goeben ve Breslau geliyor.

Bu zırhlılar Almanya’dan gelmiş Osmanlı karasu-larına girmiş, ardından Osmanlı bayrağı altında gidip Sivastopol’u bombalamıştı. Yavuz ve Midilli adı altında gerçekleştirdikleri bu saldırı ile Os-manlı devleti fiilen 1. Paylaşım Savaşı’na girmiş oldu.

Çok sonra bu manevranın Almanlarla İttihatçılar arasındaki gizli bir anlaşmayla gerçekleştirildiği, dönemin hükümetinin bu işten haberinin dahi ol-madığı anlaşılmıştı. Ancak her şey için geç olacak, 5 milyon civarında asker ile girilen savaşın sonu hem İttihatçılar hem de imparatorluk için felakete dönüşecekti.

Osmanlı sınırlarına gelen ve bu nedenle Rusya,

Fransa ve İngiltere’nin sert protestolarına neden olan Goeben ve Breslau gemileri için Enver Paşa, “Beş yüz bin altın lira ödendiğini ve isimlerinin Yavuz ve Midilli olarak değiştirilerek Osman-lı Donanması’na dâhil edildiklerini” bildirmişti. Ancak aslında olan, Alman personelin fes giyme-sinden ibaretti. Amiral Souchon halen gemilerin kumandanıydı ve Alman mürettebat da yerli ye-rindeydi.

Zırhlılar Osmanlı bandıralı olsa da tetik Alman-lardaydı. Dahası fikir Almanlarındı. Tarihin bir cilvesi olsa gerek, şimdi de patriotlar Türkiye Cumhuriyeti topraklarına konuşlanmış durumda ve tetik ise yabancı askerlerde. Hatta bu askerle-rin acemi oldukları da söyleniyor. Daha kötüsü de emperyalistlerin bölge politikalarına tam angaje bir hükümet var iktidarda. Daha daha kötüsü ise bu durumun bir üçüncü paylaşım savaşına neden olacağını söyleyen bir İran mevcut!

Bu silahların kullanımı hiç kuşkusuz ki Türkiye’yi bir anda bölgesel bir savaşın içine sokabilir. Böyle bir savaşın AKP iktidarıyla birlikte, Türkiye’de sis-temin çökmesi anlamına geleceğini görmek için de kâhin olmak gerekli değil.

AKP böyle bir durum arzu eder mi, bilmem ama durum gayri ihtiyari böyle bir sonuç doğurabilir.

Yalnızca olaylar arasında paralellik kuruyor deği-lim. İttihat ve Terakki ile AKP arasında paralel-likler kuruyorum. Bence İttihat’ın genleri bütün partilere az ya da çok geçmiş. Hemen AKP’nin

seçimle, İttihat’ın darbe ile geldiğini söylemeyin. İttihat’ın kudretli paşalarının ve daha çok da En-ver Paşa’nın Erdoğan’dan daha az popüler olduğu-nu ve halk nezdinde daha az kabul gördüğünü id-dia etmemize neden olacak hiçbir veri yok. Fakat komplocu çalışma tarzı, demokrasiden hoşlanma-yan tutum, alt sınıflardan ve bu arada da Kürt-lerden nefret eden yaklaşım, iki siyaseti birbirine çok yaklaştırıyor.

Örneğin Roboski’yi ele alalım. Bir yıl geçmiş ol-masına karşın failler ortaya çıkarılabilmiş değil. Katleden devlet, kan parası öneren devlet, terö-rist diye suçlayan devlet ama gerçekleri kamuo-yundan gizleyen de yine devlet. Ve devletin derin dehlizlerinde alınan karar sonucu gerçekleştiril-miş korkunç bir katliam…

AKP bu konuda her gün kendini İttihat’a bir adım daha yaklaştırıyor. İnkârla, yalanlamayla, konu saptırmayla bu katliamın sanıklığından kurtula-cağını sanıyor. Oysa böylece Roboski dâhil ken-dinden önceki tüm katliamların sanık sandalye-sine kurulmuş oluyor. Hatta İttihatçıların katliam ve soykırımlarını dahi üsleniyor.

İttihat, Yavuz ve Midilli’yle savaşa girdi ve Erme-ni soykırımı başta olmak üzere pek çok katliamla kendi sonunu hazırladı. Tarih tekerrür etmiyor ama patriotlarla savaşa bir adım daha yaklaşan AKP, Roboski ile kendi sonunu hazırlıyor.

pertavsız

AKP Roboski ile kendi sonunu hazırlıyorRıdvan [email protected]

YOL, SU, ELEKTRİK DEĞİL, PARA PARA PARA

Halkın ödediği vergilerin yol, su, elektrik olarak dönmediğini öğ-reneli çok oluyor. Yollar, köprüler yapılıyor ancak onlar için ayrıca para da ödüyoruz. Sonuçta amaç maliyetlerini karşılamak değil, bu “hizmetler” üzerinden de para ka-zanmak belli ki. Toplam uzunluğu 1975 kilometre olan Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile sekiz otoyolu kapsayan özel-leştirme ihalesinin sonucundan anladığımız kadarıyla yollar epey de kârlı yatırım araçları. Devletin sürekli para kazanmaktan vazge-çerek kısa vadede kasasına atmayı

tercih ettiği miktar 5 milyar 640 milyon dolar. Bu miktar da tartış-ma yaratan bir ortaklık tarafından ödeniyor.

Bu köprülerin ve otoyolların sahi-bi, üstüne para ödediği için zaten halk değildi, şimdi kağıt üstünde de halkın olmaktan çıktı. İşletme-si devletteyken, devlet bütçesinin dağılımı tartışmalı olsa dahi en azından kazanılan paraların belli bir oranda hizmete yönlendirildi-ği düşünülebilir. Şimdi o ihtimal de ortadan kalktı ve artık bu gelir tamamen parababalarının cebine akacak.

İhaleyi kazanan ortaklığın tartış-malı yanı ise “yeşil sermaye” ola-rak anılan Ülker ile Koç grubunun beraberliği. Bu ikisi dışında AKP iktidarı döneminde ticari ilişkile-rin hızla geliştiği Malezya şirketi UEM de üçüncü ortak. Bu tablo halka ait olması gereken alanla-rın, halk yararının gözetilmesi gereken hizmetlerin, sermaye ta-rafından birbiriyle veya iktidarla çatışmadan metaya, kazanç kay-naklarına dönüştürülebildiğini net olarak gösteriyor. Yalnızca “yeşil sermaye”nin güçlendiği iddia edi-len AKP iktidarı döneminde Koç grubunun işletme kârının yüzde 470 büyüdüğünü biliyoruz. Ulu-salcıların “temiz” kabul ettiği diğer köklü holdinglerin de Koç gru-bundan aşağı kalır yanı yok. AKP yeşil sermayeyi, İslami burjuvaziyi belli oranda besleyip büyütmüş olabilir ama bu diğerleriyle işbirli-ği yapmadığını göstermiyor.

Köprü ve otoyol ihalesinde de gö-rülüyor ki devasa şirketler daha çok para kazanmak için el ele veri-yor ve AKP bu patronların semir-mesi için zemin sağlayan ekonomi politikasını sürdürerek, halka ait olanları onların elinden almaya devam ediyor.

Bedrettin’e Tahliye Yok!Mersin’de Newroz mitingine katıldıkları gerekçesiyle 8 aydır tutuklu olan öğren-ciler, Dersim Dinçer, Ali Okutan ve Bed-rettin Akdeniz’in duruşmaları 20 Aralık günü Adana Adliyesi’nde görüldü.

Mahkeme Dersim Dinçer ve Ali Okutan’ın tutuksuz yargılanmasına ka-rar verirken, Bedrettin Akdeniz’e karşı uygulanan hukuksuzluğu devam ettirme kararı verdi.

Page 4: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 4 | 29 aralık 2012 | gelecek

Rektörlerden “utanç bildirisi”

Erdoğan’ın ODTÜ “ziyareti,” polisin kullandığı oran-tısız güçle yansıdı kamuoyuna. ODTÜ yönetimi, kre-şin bile hedef alındığı saldırıyı kınayarak öğrencileri-ne sahip çıktı. Ancak Erdoğan’ın fetva gibi açıklaması sonrasında, bazı “atanmış” rektörler, ODTÜ’ye karşı iktidar yanlısı açıklama yapma yarışına girdiler. Bir kez daha gördük ki, faşizm susmak değil, söylemek mecburiyetiymiş.

Onur Erem’in yaptığı araştırma sonucunda verdiği bilgilere göre ODTÜ’ye karşı açıklama yapan rektör-lerin birçoğunun Başbakan ve AKP iktidarı ile çok sıkı menfaat ilişkileri içinde olduğu anlaşılıyor. İşte Erdoğan’a hazır kıta destek veren üniversite rektör-lerden bazılarının öne çıkan özellikleri ve AKP ile girdikleri simbiyoz ilişkiler:

İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi

Üniversite rektörü Adem Esen, geçmişte AKP Konya Selçuklu Belediye Başkanı olmuştu. Belediye başkan-lığı döneminde Selçuklu Belediyesi, durduğu yerde çöken Zümrüt Sitesi’nde 92 kişinin hayatını kaybet-mesinin ardından açılan davada mahkûm olmuş, belediye cezayı ödemeyince belediyenin banka he-sabı ve gayrimenkullerine haciz konulmuştu. Adem Esen, faciada ölenlerin arkasından menfaatperestlik yapıldığını ifade etmişti. İçişleri Bakanlığı ise Adem Esen’in hakkında soruşturma izni vermemişti.

Marmara Üniversitesi

Rektörlük seçimlerinde birinci olan Necla Pur’un ye-rine, üçüncü sırada yer alan ve AKP’ye yakınlığıyla bilinen Zafer Gül atandı. Necla Pur’un 482 oyuna karşılık Zafer Gül’ün 302 oyu bulunuyordu.

İstanbul Teknik Üniversitesi

Rektörlük seçimlerinde 458 oyla birinci olan Mu-hammed Şahin’in arkasından 317 oyla ikinci olan Mehmet Karaca 6 Temmuz 2012’de rektör olarak atandı. Karaca, rektörlüğe gelir gelmez YÖK’ün yasal bağlayıcılığı olmayan bir tavsiye mektubunu uygula-maya sokarak 50d kadrosunda çalışan asistanları iş-ten çıkarmaya başladı, İTÜ’de büyük protestolara yol açtı.

Yıldız Teknik Üniversitesi

Rektörlük seçimlerinde oyların yüzde 81’ini aldık-tan sonra rektör olarak atanan İsmail Yüksek 6 Ekim 2012’de Recep Tayyip Erdoğan’a fahri doktora unva-nı verdi ve ”Eğitim ücretini kaldıran değerli Başba-kanımıza teşekkürler” yazan ”T Cetveli” hediye etti. Yüksek, ODTÜ olaylarına dair açıklamalarına “iç-tenlikle mi imza attınız?” diye soran bir kişiye twitter üzerinden “emir mi cevap istiyorum vermiyorum ne yaparsın molotof mu atarsın lastik mi yakarsın” diye cevap vermişti.

Galatasaray Üniversitesi

Galatasaray Üniversitesi Rektörü Ethem Tolga, Seba-hat Tuncel’in katılacağı gerekçesiyle Cinsiyet Eşitliği-nin İnşası konferansını iptal etmişti. Tolga’nın döne-minde kampus içinde reklam panoları yerleştirilmesi ve kampus girişlerine turnikeler koyulması öğrenci-lerin tepkisi çekmişti.

İstanbul Üniversitesi

İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet 2008 yı-lındaki rektörlük seçimlerinde ikinci olmasına rağ-men rektör olarak atandı. Recep Tayyip Erdoğan’ın

aile doktoru olduğu ifade edilen Söylet, 2009 yılında Erdoğan’a fahri doktora unvanı vermişti. 2011 yılında İÜ rektörlüğü, Fatih ilçesi sınırlarında yer alan tüm binalarında polisin herkesin üstünü arayabilmesi için mahkemeden karar çıkarttığı karara dava açan ve üstlerini aratmayan öğrenciler hakkında soruşturma başlatmıştı. Söylet döneminde Öğrenci Kültür Mer-kezi kapatıldı, İÜ’de basın açıklaması yaptığı, slogan attığı gerekçesiyle onlarca öğrenciye soruşturma açıl-dı, sadece 2009 yılında 54 öğrenci 14 yıl 9 ay uzaklaş-tırma cezası aldı. Söylet twitter üzerinden “Öğrenci hareketlerini örgütlemek ve bunlara çanak tutmak aşağılık bir durum” mesajı yayınlamıştı.

Başbakan’ın provokasyonu ters tepti

Türkiye’nin dört bir yanından üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri, rektörlerin “utanç bildirisini” kı-nadılar. ODTÜ’de, belki de tarihinde bile görülmemiş büyüklükte yeni protestolar düzenlendi. Ankara üni-versiteleri ODTÜ’de, İstanbul üniversiteleri ise Gala-tasaray Üniversitesi’nde bir araya gelerek, rektörlere “Ya imzanı çek ya da istifa et” çağrısında bulundular.

Öğrenciler AKP’ye meydan okudu!

18 Aralık günü Göktürk 2 uydusunun fırlatılması sırasında yaşanan olayların ardından polis şiddetini protesto eden ODTÜ’lü öğrenciler 25 Aralık günü 48 saat okulu terk etmeme eylemine başlamışlardı. 27 Aralık günü yaptıkları yürüyüş ile eylemlerini son-landıran öğrencilere yürüyüş sırasında çok sayıda ay-dın ve sanatçı da destek verdi. Eyleme yoğun katılım nedeniyle dersler iptal edildi, ‘Meydan okuma yürü-yüşü’ adını verdikleri yürüyüş için gruplar okulun hazırlık bölümü önünde toplandı. Okula dışarından gelenler ve gazeteciler özel güvenlik görevlileri tara-fından içeri alınmadı. Ancak dışarıdan gelen kalaba-lık bir grup özel güvenlik görevlilerini aşarak içeri girmeyi başardı. KESK Ankara Şubeler Platformu, Eğitim Sen MYK üyeleri ve Ankara Tabip Odası tem-silcileri okula alınmadı. Tribünlerinde ‘Devrim’ yazı-sının bulunduğu okul içerisindeki stadyuma doğru yürüyüşe geçen öğrenciler, stadyuma geldiklerinde sahaya girerek yan yana dizilerek ‘ODTÜ ayakta’ ya-zısını meydana getirdiler.İstanbul’da Eylemlerin Merkezi Galatasa-

ray Üniversitesi Oldu

27 Aralık günü Rektörlük binası önünde bir ara-ya gelen öğrenci ve akademisyenler Rektör Ethem Tolga’nın istifa etmesini ya da bildiriden imzasını çekmesini istediler. Öğrencilerin rektörlük binası önündeki işgalleri sonucu binada mahsur kalan ve dışarıya çıkamayan Rektör Ethem Tolga yazılı açık-lama yapmak zorunda kaldı. Açıklamasında yanlış anlaşıldığını belirterek, ODTÜ’yü eleştiren ortak açıklamanın Başbakan Erdoğan’ın eleştirileri ile aynı güne denk gelmesinin ‘tamamen tesadüf ’ olduğunu söyledi. Rektör Tolga, açıklamanın yapılmasında hü-kümet ya da başka hiçbir kurumun etkisinin olma-dığını söyleyerek “ Yanlış anlaşıldım özür dilerim” dedi. Eyleme İstanbul’un diğer üniversitelerinden öğ-renciler de katıldı. Ayrıca aynı gün içinde ODTÜ’yü kınayan bildiride imzası bulunan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi rektörleri de öğrencileri tarafından protesto edildi.

Rektörler Hazır Olda, Öğrenciler Ayakta

güncel

Başbakan’ın tehditleri rektörleri hizaya soktu ama öğrencilere sökmedi

Basında Polisin Yeni Tetikçisi Kendini Gösterdi 25 Aralık tarihli internet sayfasında Mustafa Türk imzasıyla yayınladığı haber ile Star Gazetesi isim ve soy isimlerinin baş harfleri ile birlikte üniversitelerini yazarak 16 öğrenciyi fişledi. 16 öğrencinin isim ve soy isimlerinin yanına okudukları okul ile birlikte öğrenci derneklerinin isimlerini de vererek yasal dernek-leri terör örgütü, öğrencileri de terörist olarak lanse etti. 28 Şubat andıçlarından ve fişleme belgelerinden buldukları her fırsatta ne kadar mağdur olduklarını anlatmaktan geri durmayan AKP’nin, yandaş medyası aracılığıyla yaptıkları bu fişleme ile demokrasiyle ve derin devletle hesaplaşmakla hiçbir dertlerinin olma-dıkları bir kez daha gözler önüne serildi. Tamamıyla polisin servisi ile yapıldığı her halinden belli olan bu haber ile yandaş medya Star gazetesinin ipliği de pazara çıkmış oldu.

Page 5: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 5 | 29 aralık 2012 | gelecek güncel

hasbihal

Türkiye’den İsrail’e NATO onayıSerap Güneş

[email protected]

2012’nin son günlerinde, “komşularla sıfır sorun” şakasının manasını çözüyoruz sonunda: Türkiye’nin, ABD/NATO emperyalist cephesinin bölgedeki hamleleri için Truva atı olarak hazırlanmasına yöne-lik, emperyalizmin rızasıyla gerçekleştirilen şovlar dizisi. Eski dostların düşman, eski düşmanların dost olması…Bir dönem Suriye’yle neredeyse sınırların kaldırıl-masına kadar varan sürecin aslı, Esad yönetimini İran’dan uzaklaştırmaya dönük tatlı-sert pazarlıklar-dan ibaretti.Belli ki Esad ikna edilemedi ve AKP’nin dış politika-daki maskesi, Şam’dan dönen yanlış hesapla düştü. İkna edilemeyen Esad yönetiminin, emperyalizmin körüklediği bir iç savaşla birkaç ayda düşürülmesi planlandı. Beklenen olmadı, Esad yönetimi devril-medi. Bu da yetmezmiş gibi yönetim yanlısı ve mu-halifiyle Suriye halkları, emperyalizmin hesapları ile arasına mesafe koydu. Ve Suriye direndikçe, AKP hükümeti dibe çöktü.Hükümetin, her alanda dibe çöken iktidarını sür-dürmek için kullandığı temel yöntem, iç politikada suni gündem yaratmak, dış politikada ise şovlarla kafa karıştırarak içine düşülen batağı gözlerden giz-lemek.Dersim katliamını diline dolayarak uzunca bir süre ülke gündemini meşgul etmeyi beceren AKP, bu başarılı taktiği Uludere katliamında kürtajı, açlık grevlerinde ise idamı gündemleştirerek uygulamaya devam etti.Türk dış politikasının en önemli güncel gelişmesi patriotlar. Patriotların tamamen İsrail’in güvenliği-ni sağlamaya yönelik olduğu, yandaş medya dâhil herkesçe biliyor. Ancak kamuoyu, partiotları değil, “İsrailli askere kafa tutan Filistinli çocuğun” Türkiye ziyaretindeki “Erdoğan’ın vatanında olduğum için çok mutluyum” sözlerini konuşuyor. Oysa Erdoğan Filistin’i tatlı sözlerle aldatırken arkadan İsrail’le bü-yük işler çeviriyor.AKP hükümeti, patriotları getirterek aslında İsrail’e de davetiye yollamış oluyordu. Ancak bu süreç, MİT-MOSSAD arası gizli görüşmelerle alttan alta yürütülmüştü. Şimdi ise mızrak çuvala sığmıyor. 2012 yılı, AKP dış politikasında tüm yalanların tel tel dökülüp esasın ortaya çıktığı günlerle kapanıyor.Eski dostlar (Suriye ve İran) düşman oldu, eski düş-manlar ise en iyi dost. Türkiye yapayalnız kaldığı bölgede Barzani ile muhabbetini artırarak teselli bulmaya çalışırken, yeni “en iyi dostunu”, Türk med-yasından değil yine yabancı medyadan öğreniyoruz:Türkiye, 2010 Mavi Marmara baskınından bu yana veto ettiği NATO-İsrail işbirliğine onay verdi ve “özür olmadan asla” lafını yutarak tükürdüğünü ya-ladı. Elbette patriotların bedeli olarak.Türk dış politikasında ilginç tesadüfler devam edi-yor. Bu haberin kamuoyuna yansımasıyla eşzaman-lı olarak ajanslara bir başka haber daha düşüyor ve İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert, Mavi Marmara baskını için şaşırtıcı bir açıklama yaparak “Ben ol-saydım özür dilerdim,” diyor.İsrail devleti, Türk devletini iyi tanıyor; biraz sırtı sı-vazlanınca, iç politikada aslan gibi kükreyenlerin dış politikada nasıl kediye dönüşeceğini iyi biliyor.

Suriye’de iki ateş arasında kalan halk, şimdi de açlık, susuzluk ve kışla birlikte ilaç kıtlığının yol açtığı salgın hastalık riskiy-le karşı karşıya. Bu durumun baş sorumlularından olan AKP hükümeti, “Esad’ın zulmünden kurtarma” iddiasında olduğu halkın ÖSO çetelerince mezhep katliamına uğratılmasından veya açlık, susuzluk ve salgın hasta-lıktan kırılmasından rahatsız gö-rünmüyor.

Bu arada Suriye ile sınır bölge-sinde insaniyetten uzak yepyeni bir “fırsat kapısı” açılmış durum-da. Kış tekerleğinden küçükbaş havyana kadar Suriye halkından çalınan mallar Türkiye içinde yok pahasına satılıyor.

Mülteci kamplarında da durum giderek kötüleşiyor. Tüm kay-naklar ÖSO çetelerine aktarılır-ken, sert hava koşullarından ve ilgisizlikten muzdarip mülteciler arasında geri dönüşler başlamış durumda. Türk devleti, BM’ce belirlenmiş mülteci düzenleme-lerini hiçbir şekilde dikkate al-mıyor.

Öte yandan Suriye’de 21 aya va-ran süreçte belki de bugüne ka-darki en önemli gelişme yaşandı. BM ve Arap Birliği Özel Tem-

silcisi El Ahdar İbrahimi, ABD ve Rusya’nın üzerinde anlaştığı iddia edilen bir planı müzakere etmek üzere Esad ve muhalif-ler ile görüştü. Suriye’de sürecin tüm taraflar için geri dönüşsüz bir çözümsüzlüğe doğru ilerle-diği bir dönemde gerçekleşen bu ziyaret, epeyce beklenti yarattı.

Özel temsilci İbrahimi’nin Şam’a önerdiği iddia edilen yol hari-tasında “Devlet Başkanı Esad’ın görev süresinin dolacağı 2014’e kadar başkanlığı sürdürmesi, ancak 2014 seçimlerinde aday olmaması, 2014’e kadar da yetki-lerinin büyük kısmını, hem mu-haliflerden hem de mevcut yö-netimden isimlerin katılımıyla kurulacak bir geçiş hükümetine devretmesi” öngörülüyor.

Muhalefet+ Türkiye+Fransa:

“Esad’la olmaz”

Plana ilk tepki, bir süre önce bizzat ABD eliyle şekillendiri-len Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’ndan (SMDK) geldi. Majesteleri ABD’nin muhalefeti, “Esad’lı bir seçeneği asla kabul etmeyecek-lerini, bu planı kabul etmeleri halinde tüm meşruiyetlerini yi-

tireceklerini” açıkladı.

Başbakan delirmişçesine ODTÜ’ye laf yetiştirmeye ve rektörleri “hazır ola” almaya çalışırken, İbrahimi’nin ziyare-ti konusunda henüz resmi bir açıklama yapılmış değil. Belki de Türkiye’nin haberi bile yok! An-cak bu hamlenin, Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) tasfiyesi ile oyun dışına itilen Türkiye için yeni bir kötü haber olduğu açık. Resmi bir açıklama duyamasak da kraldan çok kralcı bir TV su-nucusu, bir öfke nöbeti içinde ABD’yi neredeyse “döneklikle” suçladı. Aynı ruh halini Davu-toğlu ve Erdoğan’ın da paylaştığı düşünülebilir.

SMDK’nın ne ABD’nin bile terör örgütü ilan ettiği mezhep katli-amcısı Nusra cephesine karşı net bir tutum alabilen ne de Suriye içinde kaydadeğer bir halk taba-nına sahip olan veya tüm muha-lefeti kapsayabilen mevcut hali, ABD’nin herkesi şaşırtan bu hamlesinin mantığını da açıklı-yor aslında. ABD/NATO emper-yalist cephesi, ne yaparsa yap-sın Suriye’de dikiş tutturamıyor. Suriye muhalefeti diye sunduğu kuklalar bir türlü iş görmüyor.

Suriye’de Esad yönetimini des-tekleyenler ve desteklemese bile muhalefete mesafeli du-ranlar çoğunluğu teşkil ediyor. İbrahimi’nin henüz tüm ayrın-tıları açıklanmamış olan yol ha-ritası, belki de Suriye’de çözüm-süzlük öncesi son çıkış olarak bu kesimde büyük bir umut yarattı. Bu girişimin başarısız olması ha-linde Suriye’yi geçtiğimiz 21 ay-dan çok daha kanlı günler bekle-diğinden korkuluyor.

Suriye’de son gelişmeler

Page 6: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 6 | 29 aralık 2012 | gelecekgüncel

Başbuğ tutuklandı, 6 Ocak

Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, silahlı terör örgütü yöne-ticiliğinden tutuklandı.

Dink davasında karar, 17 Ocak

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada, tutuklu sanık Yasin Hayal’e ‘Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmeye azmettirmek’ suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Bütün sa-nıkların örgütlü suçtan beraatına karar veren mahkeme heyeti, Erhan Tuncel’i Mc Donalds’ın bombalanması eyle-mine ilişkin 10 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum etti. Tutuklulukta geçirdiği süreyi göz önüne alan heyet Tuncel’in tahliyesini kararlaştırdı.

Tünel kapağı patladı, 4 işçi yaşamını kaybetti, 24 Şubat

Adana’nın Kozan ilçesindeki Gökdere Köprü Barajı Derivasyon Tüneli kapa-ğı patlaması sonucu 2 işçi yaralandı, 10 işçi akıntıya kapılarak kayboldu. Ara-ma kurtarma çalışmalarında 4 işçinin cesetlerine ulaşıldı.

Şantiyede yangın, 11 Mart

Esenyurt’ta bir inşaat şantiyesinde işçi-lerin kaldığı çadırlarda çıkan yangında 11 işçi hayatını kaybetti.

Sivas davasında 7 sanık için zaman aşımı, 13 Mart

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nin yakılması ve 37 kişinin ölü-müne ilişkin ana davadan dosyaları ayrılan 7 sanık hakkındaki davanın, 2 sanık yönünden ölmeleri, 5 sanık yö-nünden ise zaman aşımı nedeniyle dü-şürülmesine karar verdi. Kararın ardın-dan, adliye önündeki protestolara polis biber gazı ve tazyikli su kullanarak saldırdı. Kararın ardından Başbakan’ın yaptığı “‘Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Zaten onlar da söylüyor-lar. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı. Bilemi-yorum tabii onlar da var...’’ yorumları tepki çekti.

Newroz kana bulandı, 18 Mart

21 Mart hafta içine geldiği için

Newroz’u önceki yıllardaki gibi hafta-sonunda kutlamak isteyenlere AKP hü-kümeti daha önceki yıllarda 1 Mayıs’ta yaptığına benzer bir “provokasyon ihbarı” yalanıyla cevap vererek izin vermedi. Birçok şehirde yapılmak iste-nilen kutlamalara polis saldırısıyla ce-vap verildi. Yüzlerce kişi yaralanarak hastanelere kaldırılırken İstanbul’daki kutlamalara katılmak isteyenlere yapı-lan saldırılarda BDP Arnavutköy İlçe Yöneticisi Hacı Zengin hayatını kay-

betti.

12 Eylül davası başladı, 4 Nisan

12 Eylül askeri darbesine ilişkin, Kenan Evren ile emekli Hava Kuv-vetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın yargılanmasına Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlan-dı. Evren ve Şahinkaya, sağlık durum-larını gerekçe göstererek duruşmaya katılmadı.

Zonguldak’ta köprü çöktü, 6 Nisan

Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde Fil-yos Çayı üzerindeki köprünün bir bölü-münün çökmesi sonucu içinde 10 kişi bulunan bir minibüs ile bir otomobil ve köprüden geçen 5 kişi suya düştü. Oto-mobildeki 2 kişi kurtarılırken 15 kişi hayatını kaybetti.

Kot boyama fabrikasında patlama, 13 Nisan

Kahramanmaraş’ta bir kot boyama fabrikasında meydana gelen patlama sonucu 4 kişi öldü, 9 kişi yaralandı. Aynı fabrika 9 Aralık tarihinde tekrar işçi cinayetlerine sahne oldu. Kimyasal maddeden zehirlendikleri şüphesiy-le hastaneye kaldırılan 11 işçiden 2’si hayatını kaybetti. AKP eski İl Başkanı Atıf Şirikçi’ye ait fabrikada 2007 yı-lında da yangın çıkmış ve yedi işçi ze-hirlenerek hastaneye kaldırılmıştı. İşçi ölümleri ile gündemden düşmeyen fab-rikanın hikayesi ise bu ülke insanına tanıdık. 1996 yılında 1000 metrekare alanda 6 adet ikinci el dokuma tezgahı ile ham dokuma kumaş üretimine baş-layan fabrika AKP iktidarıyla birlikte hızlı bir yükselişe geçerek 2005 yılında 3500 metrekare alanda 94 makineye ulaştı. 2010 yılına geldiğimizde 72 bin metrekaresi kapalı toplam 94 bin met-rekare alana ulaşan firma 2012 yılında

2012:

Üniversiteler cezaevine döndüAKP iktidarının en büyük korku-larından birisinin öğrenci muhale-feti olduğu açık. Öyle ki şu anda 3000 civarında öğrenci cezaevinde. Bu durum son olarak 18 Aralık’ta ODTÜ’de yapılan öğrenci eylemine yapılan polis saldırısı ve sonrasında-ki gözaltı ve medya terörü ile iyice ortaya çıktı. İktidar tarafından TRT ve diğer yandaş medya kuruluşlarına servis edilerek yayınlanan haberlerle öğrenciler terörist ilan edildi.

Son yıllarda “terör örgütü üyesi” ol-duğu gerekçesiyle hakim karşısına çıkan gençlerden bazıları şunlar:

Şubat 2010 tarihinde Kağıthane’de boynunda poşuyla yürürken gözal-

tına alınan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül 25 ay tu-tuklu kaldı. Mahkûmiyet hükmünde, “Puşi tabir edilen bez parçasının suç-ta kullanıldığı anlaşıldığından TCK 54 maddesi gereği müsaderesine ka-rar verilmiştir” ifadesi kullanıldı.

Mersin Üniversitesi öğrencisi Duygu Kerimoğlu’nun ailesiyle yaşadığı ev, Mart ayında “Redhack” operasyonu kapsamında basıldı ve Facebook’ta Redhack ile haber paylaşıp yorum yapan Kerimoğlu “örgüt üyesi” oldu-ğu gerekçesiyle tutuklandı.

Dicle Üniversitesi öğrencisi Rıdvan Çelik, 2007-2011 arasında 9 ayrı gösteriye katılarak suç işlediği iddi-

asıyla Nisan 2011’de tutuklandı. İd-dianamede DTP, BDP eylemlerine ve 1 Mayıs kutlamalarına katıldığı ve bu eylemlerde slogan attığı, bazılarında marş ve şarkılarla tempo tutarak suç işlediği, hatta birkaç fotoğrafta ağzı açık şekilde görüldüğü belirtildi. Çelik’e 14 yıl 7 ay hapis cezası ve-rildi.

Uluslararası Öğrenci Değişim Prog-ramı Erasmus kapsamında Fran-sa’daki Lumiere Lyon Üniversi- tesi’nden Anadolu Üniversitesi’ne gelen son sınıf öğrencisi Sevil Se-vimli, 1 Mayıs gösterisine ve Grup Yorum konserine katıldığı için “te-rör örgütü üyesi” olmak suçundan 9 Mayıs’ta tutuklandı.

Yandaşa rant, lüks, sefa Vatandaşa hapis, zulüm, ölüm

2012 AKP’nin sonunun geldiğini hissederek korkuyla kendisi dışındaki herkese olan saldırılarını arttırdığı, gerçek yüzünü kör göze sokarcasına herkese gösterdiği bir yıl oldu. Bir taraftan kentsel dönüşümle, ihalelerle, türlü oyunlarla yandaşlar zengin edilirken, halkın payına işsizlik, zam ve ölümler düştü. 2012 yıl ına ait akıl larda kalan olayları bir araya getirdik.

Page 7: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 7 | 29 aralık 2012 | gelecek güncel

Türkiye’nin en büyük 500 şirketi arasına girdi.

Mehmet Ağar cezaevinde, 25 Nisan

Mehmet Ağar, Susurluk davası kapsamın-da cezasını çekeceği Aydın Yenipazar K1 Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na konuldu. Ağar’ın cezaevinde krallar gibi karşılanması, Ağar gelmeden 10 gün önce cezaevinde tadi-lat çalışmalarına başlanması ve 50 civarında mahkumun başka cezaevlerine nakledilmesi tepki çekti.

Okul sütleri dağıtıldı, 2 Mayıs

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın işbirliğinde hayata geçirilen ‘Okul Sütü Programı’ kapsamında ilk sütler dağıtıldı. Programın ilk gününde birçok öğrenci zehirlenerek hastanelere kaldırıldı. Hükümet ise “Öğrenciler süte alışık olmadığı için rahatsızlandı” şeklinde açıklamalarla şaşırtmadı.

THY’de işçi kıyımı, 29 Mayıs

Mecliste hava işkolunda grev yasağı getiren kanun değişikliğinin kabul edilmesine tepki gösteren THY çalışanları 29 Mayıs tarihinde greve gitme kararı aldı. THY ise greve giden çalışanlarına hiçbir soruşturma ve bildirim yapmaksızın SMS göndererek işlerine son verildiğini bildirdi. 19 Ekim tarihinde yapı-lan başka bir değişiklikle hava işkolunda grev yasağı yeniden kalkarken işlerinden çıkartılan çalışanların mücadelesi hâlâ sürüyor.

Cezaevinde yangın, 18 Haziran

Şanlıurfa E Tipi Kapalı Cezaevi’nin C Blok 15 numaralı koğuşunda gece çıkan yangında, ko-ğuşta kalan 18 kişiden 13’ü hayatını kaybetti, 5 kişi yaralandı.

Samsun’da TOKİ katliamı, 4 Temmuz

Samsun’da yaşanan sel felaketinde 13 kişi ha-yatını kaybetti. Hayatını kaybeden 5 kişinin yaşamını, Gaziosmanpaşa Mahallesi’ndeki TOKİ Kuzey Yıldızı konutlarının bodrum kat-larında yitirdiği açıklandı. TOKİ Konutları’nın sel yatağına yapıldığının ortaya çıkmasından sonra konuşan TOKİ eski başkanı ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “TOKİ yanlış yere ev yapmamıştır” dedi. Bayraktar Van depreminden bir süre sonra da “Büyük depremin olduğu yerde bir daha deprem ol-maz. Diyebilirim ki Van-Erciş en güvenli böl-gedir,” demiş, bu açıklamasından yaklaşık 15 gün sonra Van’da meydana gelen 5,6 şiddetin-deki depremde 40 kişi ölmüş, 30 kişi de enkaz altından yaralı olarak çıkarılmıştı.

Metrobüs köprüsü çöktü, 15 Temmuz

İstanbul Avcılar-Beylikdüzü metrobüs hattı çalışmaları sırasında sökülen köprünün beton bloklarının düşmesi sonucu 1 işçi öldü, 2 işçi yaralandı.

Askeri mühimmat deposunda patlama, 5 Eylül

Afyonkarahisar’da askeri mühimmat depo-sunda patlama meydana geldi. Patlamanın mühimmat deposunda tasnif sırasında mey-dana geldiği ve ‘iş kazasından kaynaklandığı’ bildirildi. 25 askerin öldüğü, 15 askerin yara-landığı olaydan sonra askerlere gece gündüz demeden, güvenlikleri düşünülmeden mühim-mat sayımı yaptırıldığı ortaya çıktı. Düzenle-nen mühimmatın Suriyeli muhaliflere veril-mek üzere hazırlandığı iddia edildi. Patlama sonrası olay yerini incelemek üzere şehre ge-len Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in va-lilik ziyaretinde Afyon Valisi tarafından kilim ve satranç takımı hediye edilmesi, bu sırada sanki hiçbir şey olmamışçasına gülümseyerek pozlar verilmesi tepki çekti.

4+4+4 apar topar devrede, 17 Eylül

Hükümetin birkaç ay içerisinde hazırlayıp, tüm eleştirilere kulak tıkayarak apar topar meclisten geçirdiği 4+4+4 eğitim sistemi okulların açılmasıyla uygulamaya girdi.

Suriye tezkeresi kabul edildi, 4 Ekim

Suriye Tezkeresi olarak bilinen, yabancı ülke-lere asker göndermesi için hükümete yetki ve-ren tezkere AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edildi.

Tank kapağı çöktü, 22 Kasım

Samsun’da Eti Bakır İşletmesi’nde amonyak tankı kapağının çökmesi sonucu 6 işçi hayatını kaybetti.

Sabahattin Zaim diye bir üniversite olduğu ortaya çıktı, 25 Aralık

18 Aralık’ta ODTÜ’de Erdoğan’ı protesto eden öğrencilere polis saldırısı ve sonrasın-da yaşananlarla ilgili bazı üniversiteler ortak bildiri yayınlayarak öğrencileri ve üniversite yönetimini kınadı. Bildiride imzası bulunan Sabahattin Zaim Üniversitesi rektörünün AKP üyesi olarak Selçuklu Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde yıkılarak 92 kişiye mezar olan Zümrüt Apartmanı ile ilgili ODTÜ tara-fından hazırlanan raporda belediyenin suçlu bulunduğu ortaya çıktı. Üniversitenin rektör yardımcısı ise 22. ve 23. dönem AKP millet-vekili.

bitmeyen kavga

Gel de bu paraya yaşaUfuk Göllü

Asgari ücret belli oldu. 2013 yılı için ilk 6 ay 774 TL, ikinci 6 ay 804 TL. Şaka gibi ama hükümet cephesinden açıklama ya-pan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik açıklanan zam oranını öve öve bitiremedi. Birinci 6 ayda yüzde 4.1, ikinci 6 ayda yüzde 4.4 zam. Açıklanan asgari ücret AKP hükümetinin kimin hükümeti olduğunun kanıtıdır.

Ortada göstermelik bir uzlaşma kurulu vardır. Ama her şeyi hükümet belirlemektedir. Yapılan zam oranı hükümetin işçi ve emekçiler için sefaleti sürekli kıldığının kanıtıdır. Bakan Çelik utanmadan sıkılmadan “10 yıllık iktidarımız boyunca işçileri enf-lasyona ezdirmedik” demektedir.

Doğalgaza, suya, elektriğe ve temel tüketim maddelerine ya-pılan zamlar ortadadır. AKP hükümeti patronların lehine, işçi ve emekçilerin aleyhine bir hükümettir. Ülkenin şartları böyleyken asgari ücret alan bir insanın geçinmesi imkansız hale gelmiştir. Açlık ve yoksulluk sınırı ortadadır. Milletvekilinin maaşı 10.000 TL iken asgari ücretin 774 TL olması işçi ve emekçilerin ne tür bir ezilmeyle karşı karşıya olduğunun kanıtıdır.

Hükümet içeride ve dışarıda savaş politikalarında ısrar ettikçe bu asgari ücretlere zam gelmeyecektir. Polisin öğrencilere sıktı-ğı her gaz, Roboski’de halkın üzerine atılan bombalar, Suriye’ye dönmüş olan füzeler ve yüksek güvenlikli cezaevlerine ayrılan paralar işçi ve emekçilerin asgari ücretini kuşa çeviren düşman-lardır.

Ortadoğu’da her an savaşmaya hazır bir hükümet, kendi halkı-nın üzerine bomba atan bir hükümet, üniversite öğrencilerini önce gaza boğup sonra gözaltına alan bir hükümet, hakkını arayan her-kesi hapishaneye atma potansiyeli taşıyan bir hükümet bütün bu harcalamaları yaparken asgari ücrete sıra gelmemektedir.

Belli ki dağ fare doğurdu. AKP hükümeti açısından asgari ücre-te yapılan zam işçi ve emekçiler açısından hükümetten beklenen umutların boşa çıktığının kanıtıdır. Şimdi umudu sırça köşklerde değil hayatın içerisinde, özgürlüğün kol gezdiği sokaklarda ara-ma zamanıdır. AKP hükümetinin karşısında önümüzdeki soğuk kış günlerinde sokakları ısıtacak olan işçi ve emekçilerin haklı öfkesi olacaktır.

Başbakan hep o bildik dayılanmalarıyla hakkını arayan her-kese posta koymaktadır. Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama-lar beğenmediği “Muhteşem Yüzyıl” dizisinden çıkmış gibidir. Kendisini padişah zanneden başbakan ülkede yaşayan işçileri de köleleri olarak görmektedir. Başka şekilde, hazırlanan bu asgari ücret mazur görülemez.

Hükümet açıkladığı asgari ücretle emeğiyle geçinen insanlara dünyayı zindan etmektedir. AKP’nin iktidara geldiği 10 yıl bo-yunca bütün retoriği “şükür edebiyatına” dayanmaktadır. Hükü-met tarafından işçi ve emekçi kitlelere sürekli olarak tavsiye edi-len, elinde olanla yetinmek ve yaşadığına şükretmektir.

Bu gün bir şeylere şükretmesi gereken birileri varsa o da AKP hükümeti ve onun temsilcisi olduğu sermaye sınıflarıdır. Zira hü-kümet yaptığı bütün zulümlere rağmen halen hükümet olarak var-lığını sürdürüyorsa bu gerçekten AKP’nin bir başarısıdır. Ancak bu sonsuza kadar sürecek bir başarı olmayacaktır. Emek düşmanı politikalar karşısında dünyayı omuzlarında taşıyan emekçilerin sabrı sonsuz değildir.

10 yıllık iktidarı boyunca emekçilerin kendisine verdiği krediyi cömertçe harcayan AKP hükümeti açısından deniz kurumuş, sona gelinmiştir. Hükümetin verdikleriyle öyle ya da böyle yetinen işçi ve emekçiler açısından bıçak kemiğe dayanmıştır. İnsanca bir üc-ret almanın ve insanca koşullarda yaşamanın 3 yolu vardır. Mü-cadele etmek, mücadele etmek ve mücadele etmek.

Page 8: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 8 | 29 aralık 2012 | gelecek

Darbe girişimcilerini, darbelere karşı ol-duğu için tutukladığını iddia eden AKP iktidarı, 12 Eylül askeri diktatörlüğünün “darbeci paşa”sı Kenan Evren’i ise halen tutuklayamamıştır. Gerçekçi bir yargılan-madan uzak, göstermelik olarak devam eden mahkemede ise Kenan Evren, “Ben kurucu iktidar olan MGK’nın başkanıy-dım. 12 Eylül komuta zinciri içinde ya-pıldı. Yapılış nedeni Türk milletine bildiri ile açıklandı. Ben cumhurbaşkanıyım. 12 Eylül’ün hesabını millete verdim. Mahke-meniz bizi yargılayamaz. Biz kurucu ikti-darınız. İhtilale teşebbüs etmedik, yaptık. İhtilal yapmayı suç sayan bir kanun yok,” diyebilmiştir.

Darbe girişimcilerini derhal tutuklayan AKP hükümeti, onlarca insanın asıldığı, yüzlerce insanın “faili meçhul” cinayet-lerle katledildiği, yüz binlerce insanın işkenceden geçirildiği, tutuklandığı, mil-yonlarca insanın fişlendiği 12 Eylül askeri diktatörlüğünün faillerini ise halen mah-kemeye dahi getirememiştir.

Tarih 30 Aralık 1984! 12 Eylül diktatör-lüğü tarafından katledilen yüzlerce “faili meçhul” cinayetlerden birisi daha ger-çekleşecek ve Behzat Baykal “kimsesizler mezarlığı”na defnedilerek yoldaşlarından ayrı kalacaktır.

Behzat Baykal, Kurtuluş hareketinin

gençlik örgütü olan Genç Kurtuluşçular Birliği’ne karşı düzenlenen bir operas-yonda, 27 Aralık 1984 tarihinde gözaltına alınıp 30 Aralık 1984 tarihinde polis ta-rafından katledildi. Sıkıyönetim Mahke-mesi kayıtlarına göre polis tarafından yer gösterme sırasında kaçarken vurulduğu belirtilen Behzat Baykal, 12 Eylül son-rası buna benzer yöntemlerle öldürülen onlarca devrimciden biriydi. O dönem birlikte faaliyet yürüttüğü mücadele ar-kadaşları tarafından, “mütevazi, çalışkan, yaşamıyla örnek, sıra neferi ve tam bir proletarya sosyalisti” olarak tanımlanan Behzat Baykal’ın katledilmesinin üzerin-den tam 28 yıl geçti.

Behzat Baykal, 1958 Tokat - Zile Göçenli köyü doğumlu bir devrimciydi. Baykal, ilk ve orta öğrenimini Zile de tamamla-mış, Ankara’da abisinin yanında üniver-siteye hazırlanırken arkadaşlarının öner-mesiyle İstanbul Hukuk tercihini yapmış ve kazanarak İstanbul’a gelmişti. Yoldaş-larıyla ayakkabı boyacılığından, duvar kağıdı ustalığına, sebze satıcılığından vb. işlere kadar çeşitli işler yaparak hem ge-çinmeyi sağlayıp okula devam etmiş hem de siyasi faaliyet için olanaklar yaratmayı bilmiş bir proletarya sosyalistiydi. Bolu Yurdu’na geçinceye kadar ise bir oto-garajdaki, koltukları sökülmüş taksinin içinde yaşayacak kadar hayata bağlı ka-rarlı bir devrimci.

Genç Kurtuluşçular Birliği’nin kurucu-larından Behzat Baykal, 27 Aralık 1984

tarihinde yapılan bir operasyonda gözal-tına alınarak Selimiye Kışlası’na götürül-dü. Baykal, gözaltına alınmasından 3 gün sonra 30 Aralık’ta yaşamını yitirdi. Polis-ler tarafından, Çobançeşme Mezarlığı’na gömüldü. Küçükköy’de bir randevu ye-rinden kaçarken vurulduğu söylendi ama tüm anlatılanlar, dışarıdaki ve içerideki tanıklıklar ise aksini söylüyor. Baykal’ın ölüm tutanağı aileye verilmedi. Tutanak ise tam 25 yıl sonra ortaya çıktı.

Behzat Baykal’ın öldürüldüğü dönem-de sadece gençlik örgütüne karşı değil, Kurtuluş hareketinin tüm kadrolarına karşı girişilen operasyonlar nedeniyle, yoldaşları cenazesinin alınarak defne-dilmesi ile ilgilenme olanağına sahip olamamış, polisler tarafından Çoban-çeşme Mezarlığı’na defnedilmişti. Behzat Baykal’ın mücadele arkadaşlarından bir arkadaşı dışında bilen olmadığından, ai-lesi ve birkaç yakını dışında 25 yıl boyun-ca mezarını ziyaret eden olamamıştı.

Katledildiği dönemde Baykal’la birlikte gözaltında bulunan İbrahim Çalışkan, “Vurulmasından yaklaşık 2 saat önce Se-limiye Kışlası’nda benim işkence gördü-ğüm odaya getirdiler ve göz bağlarımızı çözdüler. Daha sonra Behzat’ı sürükle-yerek çıkardılar. Bir süre sonra telsizden ‘kaçıyor, vurduk’nidaları (bana özellikle dinlettiler ve telsizin sesini açtılar) yük-seldi. O anda bizden birinin vurulduğu-nu anlamıştım ama kim olduğunu anla-yamamıştım. 30 gün sonra ölen kişinin Behzat olduğunu öğrendim. 25 yıl sonra bile anlatmak çok acı veriyor” sözleriyle o günleri anlatıyor.

Baykal’ın o dönem birlikte mücadele yü-rüttüğü arkadaşı, Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği (SODİD) yöneticisi Şev-ket Karakuş ise Baykal’ın, Küçükköy’de randevu yerinden kaçarken vurulduğu iddiasının gerçek olmadığını söylüyor. Karakuş, Behzat Baykal’ın, gözaltınday-ken gördüğü ağır işkenceler nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Yine o dönem Kurtuluş operasyonlarında gö-zaltına alınan birçok insana siyasi polisin, “seni de Behzat gibi öldürürüz” diye söy-lediği biliniyor.

Behzat Baykal’ın katledilmesinin üze-rinden tam 28 yıl geçti. Ancak hâlâ “faili meçhul” olduğu iddiasıyla katilleri bulu-namamıştır.

Selimiye Kışlası’nın işkencehanelerinde katledilenBehzat Baykal ölmedi…

tarih şeridi

Behzat Baykal Yoldaşımızın Mezarlık Ziyareti*Bu gece yarısı sat 02.40’da Şevket’ten telefon gelince ilk tep-kim ‘biri mi öldü, kötü bir şey mi var’ oldu. ‘Çalgıcı’ ol-duğum için uyumuyor olduğumu düşünmüş, haklı da çık-tı. Uzun yıllar sonra bizi Behzat’a ‘ulaştıracak’ randevuyu bildirdi. Sabah Atilla (Mermeroluk) ve Şevket’le (Karakuş) buluşup Şirinevler’e gittik. Zaten hep içimizde ve hemen yanı başımızda olan ama bir türlü ulaşmadığımız-ulaşa-madığımız, Behzat’ın İstanbul’daki yaşam ortağı Hayrettin Aydın karşıladı bizi. 25 yıllık öğretmenlik ve emeklilikten sonra Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş şimdinin avukatı, ışıl ışıl bir adam.

Çobançeşme’de Adli Tıp Merkezi’ni geçince az ileride, ‘Kimsesizler Mezarlığı’ diye bilinen bir yer. Bir dönem İstanbul’da faili meçhul-belli kim varsa getirilip üst üste atı-lan ve bir şey sorulamayan bir mezarlık. Ada- pafta-no der-ken önce bulmakta zorlandık. Behzat’ın ağabeyinin kendi elleriyle tam mezarlığın kenarına diktiği çam ağacı dev gibi olup hem mezar taşını çatlatıp hem de yazıyı okunmaz hale getirmiş. Hayrettin bilgilerini test etmek için bir telefon açtı ve öğrendi, biz de öğrendik: MEĞER BEHZATLA HİÇ BİR SİYASİ YOLDAŞLIK VE AKRABALIK BAĞI OLMA-YAN, ONU SADECE SEVEN MEMLEKETLİSİ BİR AB-LAMIZ YILLARDIR BAYRAMLARDA ZİYARETİNE Gİ-DERMİŞ, ONA BAKARMIŞ...

Behzat Baykal. 1958 Tokat -Zile Göçenli köyü doğumlu. İlk ve orta öğrenimini Zile de tamamlamış. Ankara’da abisinin yanında üniversiteye hazırlanırken arkadaşlarının öner-mesiyle (daha doğrusu Hayri’nin) İstanbul Hukuk tercihini yapmış ve kazanarak İstanbul’a gelmiş. Hayri ile ayakkabı boyacılığı, duvar kağıdı ustalığı, sebze satıcılığı vb. işlerle geçinip okumuşlar (Hayri o yıllar Edebiyat Fakültesi Felse-fe öğrencisiymiş).

Bolu Yurdu’na geçinceye kadar da bir oto-garajdaki koltuk-ları sökülmüş taksinin içinde yaşamışlar.

1984 Aralık sonu İstanbul’daki Genç Kurtuluşçular Birliği Operasyonunda gözaltına alındı ve işkencede öldürüldü. Küçükköy’de bir randevu yerinden kaçarken vurulduğu söylendi ama tüm anlatılanlar, dışarıdaki ve içerideki ta-nıklıklar aksini söylüyor.

Behzat Yoldaşımızla ilgili bugünkü ziyaretimizin-sohbeti-mizin ardından şu an aklımda kalanları sayıkladım.

Uzun yıllardır belleğimin ısrarla saklamaya çalıştığı bir acıyla yüzleştim...

*Şenol Morgül tarafından kaleme alınan, 2 Şubat 2009 yı-lında yayımlanan, Behzat Baykal’ın mezarının bulunuşu-nu aktaran yazısı.

Page 9: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 9 | 29 aralık 2012 | gelecek

köşetaşı

Tayyip’in Akademiyle İmtihanıEkin Bodur

[email protected]

Tayyip efendi, Kürtler, kadınlar, gazeteciler derken en sonunda toptan akademiye de el attı. ODTÜ’de yaşananların ardından öğretim ele-manlarının gösterdiği tepkilerin ve öğrencilere verilen desteğin ardın-dan daha fazla kendini dizginleyemedi ve açıklamayı patlattı:

“Bunu söyleyen profesörler veya doçentler bana göre o mesleği bırak-sınlar, aynen onlara katılmak suretiyle şiddetten gücünü alan kişiler olarak meydanlara düşsünler. Güvenlik güçlerimiz görevlerini yap-mışlardır. Ben de bu görevlerindeki başarıları sebebiyle onları kutlu-yor, tebrik ediyorum.”

Neydi peki akademisyenlerin Tayyip’i delirten tepkisi?

Hatırlayalım. Başbakan, ODTÜ’de yapılacak olan uydu fırlatma töre-nine adeta bir işgalci edasıyla 3600 polis, 104 koruma, 8 TOMA aracı ve 20 zırhlı araçla çıkarma yapmıştı. Kendisi ne yazık ki üniversiteler-de çok tezahürat alabilen bir zat değil. Keza öğrenciler de onu protesto etmek için oradaydı.

Tayyip’in ordusu öğrencilere saldırdı. Çok sayıda öğrenci yaralandı. Olayların ardından onlarca öğrenci ev baskınlarıyla terörist ilan edile-rek gözaltına alındı, Başbakan da hem öğrencileri hem de onları savu-nan akademisyenleri terörist ilan etti.

Bu arada öğrencilerin yoğun protestosuna maruz kalan ODTÜ yöne-timi de öğrencilerine sahip çıktı ve polisi orantısız güç kullandığı için eleştirdi. Çünkü ODTÜ Rektörlüğü tarafından yapılan açıklamaya göre, polis şiddeti hem öğrencilere büyük zarar vermiş, hem okulda eğitimi aksatmış, hem de Tayyip gittikten saatler sonra bile sürmüştü. Öğrencilerin demokratik protesto hakkı çiğnenmişti.

Bu açıklama üzerine akademide infial başladı. Başta Mimar Sinan, İTÜ, Galatasaray rektörleri, ucube bir açıklamayla Tayyip’e yalakalığa soyundular. Ardından hükümete yakın onlarca üniversite rektörünün açıklaması geldi.

Fakat rektörlerin bu “sahibinin sesi” yaklaşımına karşılık İTÜ, Gala-tasaray, Boğaziçi, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri başta olmak üze-re çok sayıda üniversiteden yüzlerce akademisyen rektörlüklerin bu açıklamasını tanımadıklarını belirten karşı açıklama metinlerini ka-muoyuna sundular.

Yine bu üniversitelerin öğrencileri de kendi rektörlerine karşı pro-testolarını yükseltti ve rektörler bir demokrasi skandalı içinde adeta köşeye sıkıştı.

İşte tam da böyle bir konjonktürde Tayyip delirdi. En iyisi bu hizaya geçmeyi reddeden hocalar mesleği bıraksınlar da Tayyip de onları ra-hat rahat terörist ilan edip evlerinden bir sabaha karşı ansızın derdest edebilsin.

Tayyip Yüzüklerin Efendisi filmindeki orklara benzeyen polis ordu-sundan memnun, onları görevlerini yaptıkları için tebrik ediyor. Çün-kü onların görevi gerçekten de toplumu korumak değil, Tayyip gibi ik-tidar sahiplerini toplumun tepkisinden korumak, toplumu sindirmek.

Oysa görünen o ki Tayyip’in polisi görevini yapamamış. Çünkü kimse sinmemiş. ODTÜ ayağa kalkmış, akademisyenler ölü toprağını üze-rinden atıyor ve uzun zaman sonra belki de ilk kez bu kadar örgütlü bir tepki ortaya koyuyor. Gazeteciler utangaç sessizliklerinin perdesini aralıyor ve köşelerinden Tayyip’e yalakalık yapan zihniyeti eleştiriyor.

Bu gidişattan rahatsız olduğunu artık gizleyemeyenlerin sayısı olduk-ça fazla. Tayyip savaş boyalarını süründükçe düşman kazanmaktan başka bir şey yapmıyor. Ofisinde böceklerden bir mağduriyet impa-ratorluğu kursa da artık bu martavallarını kimse yemiyor. Muhalefet büyüyor, büyüyor, ayağa kalkıyor.

güncel

Başbakan’ın ağzından “dil sürçmesi” olarak çıktığı ifade edilen, “tek millet, tek bayrak, tek din ve tek devlet” düsturu adım adım gerçekleşiyor. Daha sonra dil sürçmesi olarak açıklanan bu sözler AKP’nin kırmızı çizgileri olarak bizatihi Başbakan’ın ağzından dile ge-tirildi. Peki dil sürçmesi nerede vardı? Mil-let, devlet ve bayrakla ilgili zaten var olan ya-sakçı-tekçi uygulamaların yanına bir de din eklenince acaba bu sözün arkasından ne ge-lecek diye bekledik. 2012-2013 eğitim-öğre-tim yılında, AKP hükümeti toplumun büyük çoğunluğunun rızasını almadan 4+4+4 ka-demeli-zorunlu eğitim sistemini uygulamaya başlayarak aslında 4. kırmızı çizgiyi çizmeye başladı. İmam hatip okullarının sayısının arttırılması, seçmeli din dersleri ve cinsiyetçi kıyafet uygulaması ile kırmızı çizgi daha da belirginleşti.

Bu alanda yapılan son değişiklik ise üniversi-teye giriş sınavlarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden YGS’de 5, LYS-4’te 8 olmak üzere toplam 13 sorunun sorulacak olması. AKP bu uygulamayı ‘din dersleri madem zo-runlu, o halde din dersinden soru sorulması gerekiyor, sorulmaması problem yaratıyor,’

şeklinde savunuyor. Din derslerinin zorun-lu olması zaten başlı başına bir problemken, AKP hükümeti bu problemi düzeltmeyi de-ğil arttırmayı tercih ediyor. 12 Eylül’ün bir ürünü olan zorunlu din derslerini kaldırmak, askeri vesayetle hesaplaşmak isteyen bir hü-kümetin öncelikli görevi değil midir? 1982 yılından itibaren zorunlu okutulan din ders-lerinin AKP hükümeti döneminde sınavlarda sorulacak olması ‘bunlar mı darbe anayasası-nı değiştirecek’ yorumlarını akıllara getiriyor. Eşit yurttaş ilkesini hiçe sayan bu uygulama Alevi, Hıristiyan ve Yahudi öğrenciler için sınav sisteminin var olan eşitsizliğini bir kat daha arttıracak. Bakın ÖSYM Başkanı Ali Demir bu konuya nasıl açıklık getiriyor: “Ale-vi, Hıristiyan veya Yahudi öğrenciler bu soru-ları nasıl cevaplayacak? Onlar için de zorunlu mu?” sorusuna, “O konuda yorum yapmam doğru olmaz. Bu YÖK Genel Kurulu’nun ka-rarı ve biz de uygulayıcısıyız. Biz sadece kıla-vuzu yayınladık,” dedi.

Tek Dinli Üniversiteye Giriş Sınavı

Kürt sorununda çözümden yana olanlar hapiste!

AKP hükümetinin Kürt halkına çözümsüz-lüğü dayatmasıyla birlikte Kürt tutsakları 12 Eylül 2012 tarihinde açlık grevlerine başla-mışlardı. AKP hükümeti, medyası aracılığıy-la ilk başlarda bu greve karşı kayıtsız kalır-ken her geçen gün açlık grevine yatanların sayısı arttı ve açlık grevlerinin son bulduğu 18 Kasım 2012 tarihine kadar Kürt mesele-sinde devletin çözümsüzlüğü derinleştirme hamleleri teşhir edildi. Türkiye’nin birçok yerinde destek eylemleri yapıldı. Hüküme-tin çözüm noktasında ciddi adımlar atması

yönünde yapılan çalışmalar ve protestolar-la barışa açlığın sesi duyurulmaya çalışıldı. Polis bu eylemlere sert bir şekilde müdaha-le ederken aynı zamanda hükümetin yön-lendirmesiyle Kürtlere ve Kürtlere destek olanlara karşı tehlikeli bir nefret örgütlendi. Devlet herkesi devletten taraf olmaya çağırdı ve 30 Ekim günü birçok yerde yapılan des-tek eylemlerinde gözaltına alınan 12 kişi tu-tuklandı: Kubilay Çelik, Aytaç Dalda, Sinem Şahin, Enver Arğ, Duygu Ciniviz, Mehmet Dalpatla, Emrullah Sungur, Serhat Seken-dur, Servan Kadri Çetinkaya, Çiğdem Baran, Mizgin Oktan ve Osman Taşdemir.

22 Aralık 2012 tarihinde bu anlamlı greve destek verdikleri için tutuklanan 12 tut-sağa kart göndermek için tutsakların ya-kınları, arkadaşları ve yoldaşları Kadıköy Postanesi’nde toplandılar. Kürt sorununda çözümden yana oldukları için tecrit edilen-lerin yalnız olmadıklarını hatırlattılar.

Page 10: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 10 | 29 aralık 2012 | gelecekemek

Asgari Yaşama Bile Yetmeyen Ücret: Asgari Ücret!

emek

M. Kaan Uğur - Ulaş Kantarcı

Her yıl Aralık ayının sonunda heye-canlı bir bekleyiş alır bizi. Elektriğe, akaryakıta, suya, doğalgaza, ulaşıma, sigaraya vb. tüketim-ihtiyaç madde-lerine gelen zamların bombardımanı altında geçirdiğimiz bir yılın ardın-dan bir umut bekleriz. Asgari ücret ile geçimini sağlamak zorunda bıra-kılan işçiler ve aileleri, yani yaklaşık 20 milyon insan olarak Asgari Ücreti Tespit Komisyonu’nun belirleyeceği zam oranına kulak kesiliriz ailecek. Ama komisyonun işçilerin beklenti-sine ve taleplerine uygun bir karar al-dığını hiçbir zaman göremeyiz! Çün-kü patronlar kulübü TİSK’ten, bir işçi sendikası olduğunu çoktan unutan TÜRK-İŞ’ten ve AKP hükümetinden 5’er kişiyle oluşan bir heyetten işçilerin yararına bir sonuç beklemek hata ola-caktır. Rakamlara ve istatistikî verile-re dayanarak ahkâm kesmeye bayılan başbakan, 2013 Bütçe Görüşmeleri’nde TCMB’nin altın ve döviz rezervlerinin rekor derecede büyüdüğünü ve ülke ekonomisinin ne kadar iyiye gittiği-ni söylüyordu. İşçinin, köylünün ve emeklinin kendi cebinde yansımasını hiçbir zaman göremediği ekonomik büyümeden keyifle bahsediyordu. Bu öyle bir ekonomik büyümeydi ki ge-lir dağılımını bozuyor, doğal yaşamı tahrip ediyor, toplumsal kaynakları yağmalıyor, işsizliği kalıcı hale getiri-yordu. Başbakan dünyanın 20 büyük ekonomisi arasında olmaktan övünür-ken, BM İnsani Gelişmişlik İndeksi’ne göre 187 ülke içinde 92. sırada yer alan Türkiye; Suudi Arabistan, Sırbistan ve İran gibi ülkelerden insani gelişmişlik anmalında daha geri kalıyordu!

Sen Sus Başbakan Rakamlar Konuşsun!

Sayısal verilere ve istatistiklere âşık bir

başbakan bulmuşken asgari ücretli-nin halini bir de sayılarla irdeleyelim. Başbakana göre Türkiye ekonomisi-nin son 33 yılda 3,5 kat yani yaklaşık % 400 büyüme gösterdiğine dair ana-lizler mevcut; peki son 33 yılda asgari ücretin ne kadar büyüdüğüne dair bir fikriniz var mı? Pek de büyüme sayıl-maz, asgari ücret son 33 yılda sadece % 6 büyüme ile yerinde saymış! Ma-lum aldığımız asgari ücret net 739 lira. Eğer asgari ücret söz konusu büyüme ile birlikte yükselseydi bugün net 1973 lira almış olurduk! Neoliberal politika-ların yarattığı ekonomik kriz ile boğu-şan Yunanistan’ı örnek gösterip Türki-ye ekonomisi ile böbürlenen Başbakan Erdoğan; krizdeki Yunanistan’da asgari ücretin bizden 2,5 kat fazla olduğunu görmüyor ya da görmezden geliyor! Eğer bir asgari ücretliyseniz günde öğün başına sadece 2 lira 60 kuruş har-cayabilirsiniz! Harca harca bitmez… Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında

(hani o, başbakanın ekonomik krizde ayakta kalamıyorlar ama biz dimdik ayaktayız dediği Avrupa ülkeleri) as-gari ücretli işçiler olarak Avrupa’nın en uzun çalışma sürelerine ve en az ücretli izin hakkına sahip işçileriyiz. Yani en çok çalışıp, en az tatili biz yapıyoruz! En çok vergiyi de biz asgari ücretli iş-çiler ödüyoruz. 2011 yılında toplanan verginin % 62’si ÖTV ve KDV gibi do-laylı vergilerden alınmış. Brüt ücreti-mizden sigorta primi ve vergi kalemle-ri altında kesilen 354 lira yetmiyormuş gibi bir de aldığımız sütten, sigaradan, ekmekten, kitaptan, benzinden, oy-nadığımız şans oyunlarından alınan vergilerle en çok vergiyi en az kazandı-ğımız halde bu ülkede asgari ücretliler ödüyor. İşçilerin çoğunun alamadığı ve kullanamadığı ihtiyaç-madde ka-lemlerine ait malların fiyatlarının düş-mesine paralel olarak düşük gösterilen enflasyona rağmen asgari ücret birçok tüketim-ihtiyaç maddesinin alımında alım gücünü kaybetmiş durumda. As-gari ücret son bir yılda ekmek, elekt-rik, ayçiçeği yağı, odun, kömür ve suda yaşanan fiyat artışları karşısında alım gücünü büyük ölçüde kaybetti. Doğal-gazda % 12,7 düzeyinde alım gücünü kaybeden asgari ücretli; odunda % 7,9, kömürde % 3,13, elektrikte % 7, suda % 5,6 oranında alım gücünü kaybetti. Yani bu maddeleri almakta geçen yıla oranla daha da yoksullaştık! Yoksullaş-tık derken, yoksulluk ve açlık sınırını da hatırlamak gerek; açlık sınırının 958 lira, yoksulluk sınırının da 3 bin lira olduğu bir ülkede biz 739 liraya talim ettiriliyoruz! Dostlar alışverişte gör-sün kabilinden tartışmaların sürdüğü Asgari Ücret Tespit Komisyonu “orta-oyununda”; hükümet asgari ücrete % 3

zam artışı öngörüyor, işveren onu bile çok görüyor, peki işçinin hakkını sa-vunması gereken TÜRK-İŞ ne yapıyor? Bildiğiniz gibi; susuyor, yani onaylıyor! AKP hükümeti % 3 zammı işçiye reva görürken; 2013 Bütçesi’nde eğitime % 8, sağlığa % 2 payı çay kaşığı ile verir-ken, “güvenlik” politikası adı altında savaş harcamalarına % 50 payı kepçe ile dağıtıyor! Son bir yılda doğalgaza % 48, elektriğe % 32 zam yapan AKP asgari ücretliye % 3 zam öngörüyor! ODTÜ’ye işgal ordusu edası ile girip fırlattığı uyduya 20 milyon avro harca-yan başbakan, 5 buçuk milyon asgari ücretli işçiye ve yoksulluk sınırı altında yaşayan 13 milyon işçiye aç ve yoksul kalın diyor!

İnsanca Yaşanabilecek Bir Ücret

Artık bir sefalet ücreti olduğu ayan beyan ortada olan asgari ücretin belir-lenmesini bir oyun olmaktan çıkarmak gerekiyor. 20 milyonu aşkın kişinin ya-şam standartlarını 15 kişinin al gülüm-ver gülüm şeklinde belirlemesine artık dur demek gerekiyor! Asgari ücret, “Bir işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım gibi zorunlu ihtiyaçlarını gü-nün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret”tir. Asga-ri ücret hesaplanırken açlık sınırının üzerinde, bir işçi ailesinin asgari ihti-yaçlarını karşılamaya yeterli düzeyde hesaplanmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısı işçilerin ağırlığı artırılarak genişletilmeli, görüşmeler kamuoyuna açık hale getirilmelidir. Özetle asgari ücret işçilerin aileleri ile birlikte insanca yaşayabilecekleri bir ücret olmalıdır ve vergi dışı bırakılma-lıdır.

Page 11: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 11 | 29 aralık 2012 | gelecek

2013 bütçesinde hangi kurum ne kadar pay aldı:Maliye Bakanlığı: 99 milyar 166 milyon

Sağlık Bakanlığı: 2 milyar 490 mil-yon

Diyanet İşleri Başkanlığı: 4 milyar 604 milyon 649 bin

Milli Eğitim Bakanlığı: 47 milyar 496 milyon 378 bin 650

Adalet Bakanlığı: 6 milyar 835 mil-yon 383 bin

Milli Savunma Bakanlığı: 20 mil-yar 359 milyon 914 bin

Kültür ve Turizm Bakanlığı: 1 mil-yar 851 milyon 734 bin

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Ba-kanlığı: 32 milyar 113 milyon 411 bin 650

Jandarma Genel Komutanlığı: 5 milyar 843 milyon 453 bin

Emniyet Genel Müdürlüğü: 14 milyar 777 milyon 121 bin

Karayolları Genel Müdürlüğü: 6 milyar 962 milyon 374 bin

İstanbul Üniversitesi:518 milyon 557 bin

RTÜK: 162 milyon

emek

Bir Gün Herkes Taşeron İşçisi Olacak

amele pazarı

M. Özlem

İzmir büyükşehir ve ilçe belediyelerine bağlı şirketlerde gelecek açısından tehli-keli olabilecek bir süreç yaşanıyor. Bilindiği üzere bütün kadro tahsisi hükümete bağlanmış durumda. Yani; ülkenin herhangi bir yerinde herhangi bir beldenin bile kadrosu hükümet tarafından açılıyor. Hükümet kadro tahsisinde oldukça seçici ve cimri davranıyor. Örneğin, polis ve diyanet kadrosunda çok cömert olan hükümet, belediyelere kadro ihdas etmede çok sıkıntılı duruyor. Belediyeler yapmaları gereken işleri yapacak kadroları devletten almayınca yani devlet bele-diyeye eleman alma izni vermeyince belediyeler klasikleşmiş bir yöntemi tercih ettiler. Malum bu ülkede devletle yapılan bütün işler yandan dolaşılarak yapılıyor. Belediyeler kendilerine bağlı şirketler kurdular. Bu şirketlere eleman almakta öz-gürler. Fakat sıkıntı tam burada başlıyor. Şirket elemanları belediyenin kadrolu elemanı olamıyor.

Belediye şirketleri belediye işlerinin yerine getirilmesinde büyük rol oynasa da bu işleri belediyenin kendi kurumu gibi üstlenemiyor. Herhangi bir özel şirket gibi davranıyor. Belediye kendisinin yapması gereken işleri ihaleye çıkarıyor ve belediye şirketi bu ihaleye girerek işi üstleniyor. Normal bir süreçte ihaleyi kimin alacağı aşağı yukarı hep belli oluyor. Mantıken belediyenin kendi ihalesini kendi şirketinin alması beklenir. Pek çok durumda bu gerçekleşir.

Geçtiğimiz yıl içerisinde İzmir büyükşehir belediyesini hedef alan ve ihale yol-suzluğu başlığıyla yürütülen bir operasyon yürütüldü. Bu operasyonda belediye çalışanlarıyla beraber sendikacılar da gözaltına alınıp uzun süre tutuklu kaldı. Sendikacıların gözaltına alınma sebebi belediye ihalesinde ihaleye katılan taşeron şirketleri tehdit etmekle suçlanmaları.

Belediyenin açtığı ihalelere taşeron şirketler artan oranda ilgi göstermeye başladı-lar, devlet bu ihaleleri ciddi bir şekilde izlemeye ve ihale kanununun uygulanması için bastırmaya başladı. CHP’li belediyeleri abluka altına almak için bu yöntem yaygınlaştırılıyor. Hükümet kendi açtığı milyar dolarlık ihaleleri halktan gizleyip destekçilerine peşkeş çekerken belediyelerin ihalelerinde titiz durmaya çalışıyor: Böyle olunca taşeron şirketler belediye ihalelerini almaya başladılar, bu durum esas olarak belediye şirketlerinde çalışan işçileri tehdit etti. Zira taşeron şirket ner-deyse eksi maliyetle aldığı ihalenin altından kalkabilmek için kaçınılmaz olarak kazanılmış hakları ortadan kaldıracak, en başta da sendikayı bitirecek. Hükümet sendikalardan gelecek tepkiyi sendikacıları tutuklayarak engellemeyi hedefliyor.

Hükümetin bu tuzağına CHP’li pek çok belediye gönüllü atlıyor, çok uzunca bir süredir belediyeye bağlı taşeron şirketlerde çalışan işçiler kadro istiyor. Pek çok belediye kendi işini taşerona yaptırmayı tercih ediyor, uzun bir süredir belediye-lerde örgütlü sendikalar da bu taşeronlaşmaya seyirci kalıyor. Güvenlik ve temiz-lik gibi işler neredeyse tamamen taşeronlaştırıldı. Şimdi bu uygulama belediyeye rağmen yapılmaya başlandı. İzmir’de önce İzbeton’da sonra İzelman’da cemaate yakın taşeronların devreye girmesi hem işçileri hem sendikacıları ürküttü. Süreç ilçe belediyelerinde yayılarak devam ediyor.

Kendi varlığını belediye başkanına endekslemiş sendikaların ve çıkarlarını ken-dini destekleyen müteahhitlerle birleştirmiş başkanların işçi sınıfına karşı izledi-ği siyaset geldiği noktada onları vurur hale dönüştü. Bu sürece kadrolu işçilerin derin sessizliği ortaklık etti: Bugün belediye işçileri ciddi bir tehlikeyle yüz yüze. Şimdi değilse yakında, belediye şirketleri taşeronlara geçecek, sendika etkisiz hale gelecek, haklar eriyecek.

Aslında yapılacak iş çok basit; öncelikle bütün işçilerin ve sendikaların bulun-dukları her yerde taşeron şirketlerine karşı mücadele etmesi gerekiyor. Belediye başkalarını dost ve kendinden gören zihniyetten vazgeçmeleri gerekiyor. Sadece belediyeye karşı mücadele de yeterli değil, bilinmeli ki sistem uluslararası ser-mayenin bir uygulaması. Hükümetin özelleştirme ve esnek çalışma politikalarına karşı bir direniş hattı da örmek gerekiyor. Doğal olarak bu talepler ve mücadele belediyenin hatta ülkenin sınırlarını aşan bir sınıf mücadelesini, aynı zamanda politik bir mücadeleyi gerektiriyor. Görmemiz gereken temel olgu şu: ister beledi-yede ister kamuda veya büyük sanayide çalışalım sendikamız, toplu sözleşmemiz, iş güvencemiz olsun, hepsi ortadan kalkacak. Bu uygulama devam ederse bir gün herkes taşeron işçisi olacak. Sorun ortak mücadelede ortaklaşacak ya da hep be-raber kaybedeceğiz.

[email protected]

emek

1)Antalya’da 22 yaşındaki er Bekir Yıl-maz Aksu ilçesine bağlı Yeşilkaraman Jandarma Karakolu’nda piyade tüfeğiyle başına ateş ederek intihar etti.

2)IKEA’da yaklaşık iki yıldır sendi-ka kurulması için mücadele veriliyor. IKEA’nın 43 ülkede faaliyet gösteriyor ama sadece Türkiye’deki faaliyetinde iş-çilerin sendikalı olmalarının önü kapa-tılıyor. Türkiye’de IKEA’nın isim hakkı Maya Holding’e ait Mapa Mobilya’da. Her ne kadar sendikalaşmanın önüne geçmeye çalışsa da İsveç hükümeti ve IKEA Global sendikalaşmanın önünün açılması için destek veriyor. Koop-İş Başkanı Eyüp Alemdar’a gore “MAPA Mobilya, sendikaya üye olanlara engel çıkarmadıklarını iddia ediyor. Ancak çe-şitli yollarla üye listelerini ele geçirmişler. İkna odaları kurmuşlar. Öyle ki üye ol-mamaları için Kur’an’a el bastırarak ye-min ettirmişler. Fırsat buldukça da işten çıkarma yaparak mağaza yöneticilerinin akrabalarını işe alıyorlar. Tabii ki sendi-kaya üye olmamaları koşuluyla.”

3)Bir buçuk ay önce Ümraniye’de Sur Yapı’nın inşaatında ölü bulunan 4 işçi-nin ailelerine, ‘dava açmamaları karşılı-ğında’ 75’er bin TL ödendiği ortaya çıktı. Sur Yapı ve taşeron firma PMS Mekanik

Sistemler tarafından ödenen bu para karşılığında işçi ailelerine bir de sözleş-me imzalatıldı. Bu sözleşmeye göre, ‘tüm haklarından vazgeçmesi’ istenen aileler, önce şirketin belirlediği avukata vekâlet verecek ve ‘göstermelik bir tazminat da-vası’ açılacak. Sonra da dava ve hatta temyiz hakkından vazgeçilecek.

4)THY’de yasadışı grev yaptıkları iddia-sıyla işten atılan 305 işçinin 26’sı açtıkları işe iade davasını kazandı. Hava-İş sendi-kasından yapılan açıklamaya göre 12. İş Mahkemesinde dün görülen davalarda 26 THY Teknik AŞ üyesi işçinin işveren-ce yapılan fesihleri haksız bulunarak işe iadelerine karar verildi.

5)Güngören’de, görme engelliler için ya-pılan sarı çizgilerin ortasında konteyner var. İnanması güç ama engelliler düşme-den rahat rahat yürüyebilsin diye Posta Caddesi’ndeki kaldırımlara o sarı çizgi-leri yapan belediye, sonra da çizgilerin üstüne koca bir konteyner yerleştirmiş. Belediyeye güvenip çizgileri takip eden bir engellinin devasa konteynere çarpıp yaralanması an meselesi.

k ı s a k ı s a h a b e r l e r …

Page 12: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 12 | 29 aralık 2012 | geleceksöyleşi

2821-2822 sayılı Sendikalar ve Toplu Sözleşme-Grev-Lokavt Kanunu ile bugün çıkartılan Toplu İş İlişkileri Yasası’nı değerlendirdiğimizde, eski ve yeni arasında nasıl bir değişim ya-şandı? Sunulan gerçekten bir değişim midir?

Yasa tasarısı başlarda “Toplu İş İlişkile-ri” adı altında gündeme getirildi. Sen-dika adı bile metinde bulundurulmak istenmiyordu. Ortaya çıkan tepkilerin ardından, “Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Kanunu” olarak değiştirildi. İkisi arasında birebir karşılaştırmalı bir değerlendirme yapmak, böylesi bir ya-zının sınırları bakımından hayli uzun olacaktır. Dolayısıyla en çok önem ta-şıyan belli başlı birkaç düzenlemeye, daha da önemlisi işçi sınıfı ve sendika-ların taleplerini ne kadar karşıladığına bakılmalıdır.

6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Yasası’nın kazandırdıkları ve kaybettikleri açısından bakarsak; ön-ceki yasa, 12 Eylül faşist cuntasınca, sermayenin çıkar ve istemlerini birebir karşılamak amacıyla düzenlenmişti. Onlarca yıldır işçiler ve sendikalar her vesileyle bu yasaya itiraz etmekteydiler. Daha demokratik, asgari İLO normla-rında bir düzenlemenin yapılması tale-bi, yükseliş ve düşüşlerle seyreden bir mücadelenin en temel taleplerinden biri olageldi. Egemen sermaye sahipleri ve örgütleri, gelmiş geçmiş hükümetler ile sendika bürokrasisi bu haklı talebe karşı oyalayıcı ve yatıştırıcı bir tutumda birleştiler ve en nihayetinde bir adım atmış oldular. Sermaye ve onun gelmiş geçmiş hükümetlerinin genel ortak ref-leksi, geniş kesimlere mal olmuş talep-lere sonsuza değin seyirci kalınmayaca-ğı için bir değişiklik yoluna gidilmesi, ancak bu değişikliğin öncekini arattırır içerikte olması, yine en moda deyim olarak da “reform” adı verilmesidir.

Özellikle yeni yasada sendikalaşma

önündeki en büyük engeli oluşturan barajların ve noter zorunluluğunun kaldırıldığı propagandası ön plana çı-kartılıyor. Peki, durum gerçekten bu mu?

“Bu yasanın hiç mi iyi bir tarafı yok?” sorusuna yanıt olacaksa, noter şartının kaldırılması iyi denebilir, ki aslında “an-cak” kaydıyla, bir yıl sonra yürürlüğe girmek üzere düzenlendiği unutulma-malıdır. Barajların kaldırıldığı iddiası-na gelince, yanıltıcı bir propagandadan ibaret olduğunu belirtmeliyim. Şöyle ki; sözleşme yetkisi için, işyerinde çalışan-ların yüzde 50+1’i koşulu aynen koru-nuyor. İşletme yetkisi için aranan yüzde 50+1 koşulu ise yüzde 40+1’e indirile-rek korunuyor. İşçilerin ve sendikaların talepleri, diğer yandan Uluslararası Ça-lışma Örgütü (İLO) normlarıyla hiçbir uyumluluk göstermediği ortada. Yani, işçilerin örgütlenme iradesini açıkça engelleyen barajların kaldırıldığı büyük bir yalandan ibarettir.

İşkolu barajına gelince, tasarıda %0,5 olarak düzenlenmişti. Yasada %1’e çıka-rıldı. İlk bakışta, %10’dan %1’e düşürül-müş olması büyük bir iyileştirme olarak algılanabilir. Gerçekten öyle midir? Ha-yır! İlgili herkesin çok iyi bildiği üzere %10 baraj koşulu sadece yasada mevcut olup uygulanmayan bir düzenlemeydi. Yine bilindiği üzere hiçbir sendikanın bu orandaki barajı aşması mümkün değildi. Egemenler, dünya aleme re-zil olmama kaygısıyla bu duruma göz yumdular. Vefat eden, emekli olan, iş-ten çıkarılan, işkolu değiştiren işçilerin üyelikleri düşürülmediğinden sendika-lı işçi sayısı, olanın birkaç katı yüksek gösteriliyordu.

Yeni yasa ile üyeliklerin SGK kayıtla-rı esas alınarak güncellenmesi, emekli ve geçici işsiz kalanların üyeliklerinin düşürülmesi ve bazı işkollarının bir-leştirilmesi nedeniyle barajın aslında yükseltildiği bilinmelidir. Diğer yandan

bağımsız sendikalar ile yeni kurulacak sendikalar için uygulanacak oran, %3 olarak belirlenmiştir. Böylece işçiler, beğense de beğenmese de mevcut sen-dikalara mahkûm edilmek ve özgür ira-deleriyle örgütlenmeleri engellenmek amaçlanmıştır.

Tespitlerin SGK kayıtları üzerinden yapılması aynı zamanda sendikaları Çalışma Bakanlığı aracılığıyla siyasi iktidara bağımlı hale getirme çabası değil midir? Öte yandan işçilerin sen-dika üyeliklerinin e-devlet üzerinden yapılması fişlemenin başka bir hali olmuyor mu?

Doğrudur. Öteden beri aykırı duran sendikalar barajla tehdit ediliyor, ba-rajın altında bırakılarak terbiye edil-mek isteniyordu. Bu uygulama ile aynı zamanda bütün sendikalara gözdağı veriliyordu. TÜMTİS olarak barajın altında bırakılma saldırılarına hedef ol-duğumuz, örgütlenmemiz ve mücade-lemizle bu saldırıyı püskürttüğümüz de kamuoyunca bilinmektedir. Sendikala-rı, siyasi iktidara bağımlı kılma ruhu ve amacı, yeni yasaya has değil yalnızca. Eski yasada da en kaba haliyle mevcut-tu. Çalışma Bakanlığı kayıtlarında işçi sayıları her zaman SSK kayıtlarının çok altında görünürdü. Dolayısıyla sendi-kaların barajları aşması bakımından bir avantajdı. Yeni düzenleme, yukarıda ifade ettiğim gibi barajları yükselten bir sonuç doğurmaktadır.

E-devlet üzerinden üyelik, işçilerin ve sendikaların işlerini kolaylaştıran, tek-nolojiyi kullanmaya hizmet eden bir düzenleme gibi sunuluyor. Sendika-laşmaya böylesine korkunç bir taham-mülsüzlüğün olduğu bir ülkede ve iş yaşamında, bu düzenlemeyi iyi niyete yormak saflık olur. İşverenler, çalıştır-dıkları işçilerden “e-devlet” şifrelerini alarak sendikaya üye olanı anında be-lirleyecek ve kapının önüne koyacaklar-dır. Amaç, fişlemeden ziyade işçilerin

örgütlenmesini denetim altına alarak engellemektir.

Yasanın grev yasakları kaldırdığı id-dia ediliyor. Fakat yaşamsal önem taşıyan birçok işkolunda grev yasağı hala varlığını korumakta. Özellikle THY işçilerinin grev yasağı önümüz-de duruyor. Bu çelişkili durumu biraz açar mısınız?

THY işçilerinin Hava-İş Sendikası ön-cülüğünde sürdürdüğü mücadeleye, başta Sendikal Güç Birliği bileşenleri olmak üzere işçi ve emekçilerin gerek ulusal ve gerekse uluslararası desteği sonucunda işkolundaki grev yasağı kal-dırıldı. Ancak bu yasal haklarını kullan-dıkları için işten atılan işçilerin tamamı hala geri alınmadılar. Mevcut yasal dü-zenlemeyi açıkça çiğneyen kepazelikten başka bir şey değildir yapılan.

Diğer yandan grev yasağı; “can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elekt-rik, doğalgaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde; banka-cılık hizmetlerinde; Millî Savunma Ba-kanlığı ile Jandarma Genel Komutan-lığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şe-hir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde” aynen devam ediyor. Kal-dı ki Bakanlar Kurulu kararı ile; “Top-lumun Genel Sağlığı ve Güvenliği” gibi gülünç birtakım gerekçelerle grevleri yasaklama yoluna gittiklerinde kimse şaşırmamalı.

Bir de tabi işkollarının birleşmesi meselesi var. İşkollarının birleşmesi kavramı olumlu bir çağrışım yap-makla birlikte sendikal örgütlenmede pratikte nasıl bir yansıması olacak? TÜMTİS bu birleşmeden nasıl etki-lenmekte?

İşkolları yönetmeliği marifetiyle işçi-

Söyleşi/Fotoğraflar: Filiz Kurnaz

Gündeme ilk geldiği günden bu yana tartışılan yeni sendika yasası, 18 Ekim 2012 tarihinde meclisten geçirilerek yasalaştı. Yasanın sendikal barajların ve noter şartının kaldırılması, işkollarının birleşmesi, grev yasağının kısmen kaldırılması, sendikalara üyelik tespitinin SGK üzerinden yapılması gibi pek çok tartışmalı maddesi bulunmakta. Sendikal örgütlenmenin önündeki yasal ve gayri-yasal engeller gerçekten kaldırıldı mı? Yasanın adı yetki yasasıyken neden bazı sendikalar tarih oluyor? İşçi sayısı otuzun altında olan işyerlerinde çalışan işçiler sendikal tazminatın dışında tutularak cezalandırılıyorlar mı? Grev yasağı kaldırıldı propagandası ne kadar gerçek? Bu soruların cevabını TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şükrü Günseli’yle yaptığımız söyleşide aradık.

TÜM-TIS Izmir Şube Başkanı Şükrü GÜNSELI:

‘Miadını doldurmuş bu yapıların yerine, tabandan, genç işçi

kuşağınca yükseltilecek bir mücadele ve örgütlenme ancak

gidişatı tersine çevirebilir.’

Page 13: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 13 | 29 aralık 2012 | gelecek söyleşi

lerin bin parçaya bölünmüş olması el-bette ki doğru değildi ve birleştirilme-si, sorumluluk taşıyan her sendikanın savunacağı bir düzenlemedir. Ancak, beklentilerin karşılanması değil, aksi-ne, nicelik bakımından küçük ancak görece daha mücadeleci bir hatta duran sendikaların baraja gömülmesi gibi ha-inane bir niyetle düzenlendiği göz ardı edilmemelidir.

Sendikamız açısından sonuçlarına ge-lince; ilk tasarıda 28 işkolunun 18’e in-dirilmesi öngörülüyorken, yasa, işkolu sayısını 20’de tuttu. Süreci takip eden-lerin bildiği gibi ilk tasarıda limanlar işkolumuzda gösterilmekteydi. Ki ne-redeyse bütün ülkelerdeki düzenleme böyledir. Son anda devreye giren gizli eller sayesinde limanlar işkolumuzdan çıkarıldı. TÜMTİS gibi mücadeleci bir sendikanın, kirli ve karanlık birçok işin döndüğü limanlarda örgütlü olmasının birilerinin çıkarlarını sıkıntıya sokacağı öngörülmüş olmalı. Böylece liman iş-kolunda gösterilen yaklaşık 2000 aktif üyemizin üzerine çizgi çekilmiş oldu.

Mevcut kayıtlara göre işkolların birleş-mesi sonucu (kara, demir ve hava yolla-rı) işkolumuzdaki toplam işçi sayısı 260 bindir. Oysa, işkolumuzdaki toplam işçi 740 bin olarak açıklandı. Yani, 2600 üye ile barajı aşacakken, şimdi 7400 üye koşulu ile barajın altında bırakılmamız amaçlanıyor.

Sermaye ve AKP’nin sendika yasası saldırısının hemen ardından işçi sı-nıfına yeni bir saldırı daha planlıyor. Var olan iş yasasında kısmen sınır-landırılan taşeronlaşmanın önündeki sınırları tamamen kaldırma hazırlı-ğındalar. Üstelik bu saldırı, taşeron işçilerinin hak gasplarını engellemek iddiasıyla yapılıyor. Bu sürece taşe-ron işçilerinin üye olduğu dernekleri, sendikaları ve siyasi parti temsilcile-rini de ortak etme çabasındalar. AKP hükümeti taşeronlaşmanın önünü açarak neyi hedefliyor?

Taşeronluk sistemi işçi sınıfı ve sen-dikaların başına sarılmış lanetlik bir düzenlemedir. Ne yazık ki sadece ülke-mize has bir bela değil, bütün dünyada, işçi sınıfı ve emekçilere, kazanımlarına yöneltilmiş en büyük saldırılardan biri-dir. Çalışma yaşamının her alanına bir ur gibi yayılmasında ne üzücüdür ki, yönetenlerle iyi ilişkiler sayesinde sen-dikacılık yapabileceklerini savunanla-rın günahları çok büyük.

Taşeronluk, mevcut düzenlemeye göre temel işe yardımcı nitelikteki bazı işler ile, özel uzmanlık gerektirir işler için “hizmet satın alma” olarak belirlenmiş-tir. Kamu işletmeleri de dahil, bu sı-nırlamanın ihlal edildiğine sıkça tanık oluyoruz. Şimdi bu sınırlama tamamen ortadan kaldırılmak isteniyor. Kuralsız-lık, güvencesizlik ve kölelik demek olan taşeronluk sisteminin, tam bir yasal gü-venceye alınması amaçlanıyor.

Yanı sıra mevcut durumda, üst ve alt işveren ilişkisini düzenleyen yasa ge-reğince, alt işveren olan taşeronda ça-lışmakta olan işçilerin her türlü hak ve alacaklarından üst işveren sorumlu ola-rak belirlenmiştir. Yeni düzenleme ile üst işveren konumundaki kamu ve özel sektör patronları bu yükümlülükten kurtarılacak. İşçilerin hak ve alacak-larını, çoğunlukla paravan yapılanma olan taşeronlardan bir şekilde almaları olanaksızlaşmış olacak bu sayede.

Var olan sendikal konfederasyonla-rın birçoğu kamu alanlarında örgüt-lenme deneyimine sahip. Fakat AKP hükümetinin taşeronlaşmayla ilgili yapacağı düzenlemeyle bu alanlar da gittikçe daralacak. Var olan sendikal anlayış bu süreci nasıl karşılayacak? Sendikaların bugünkü hali taşeronda çalışan işçileri örgütlenmeye yetecek mi? Nasıl bir sendikal mücadele bu süreci tersine çevirebilir? TÜMTİS’in taşeron işçilerine yönelik örgütlenme hedefleri nelerdir?

Bu soru başlı başına ele alınması gere-ken kapsamlı bir konuyu içeriyor. Ka-muda örgütlü olan, Türk-İş ile Hak-İş’e bağlı sendikalar. Üstelik büyük çoğun-luğu, siyasi iktidarla kurdukları iyi iliş-kiler sayesinde bugüne değin geldiler. Şimdi deniz tükeniyor. Buna karşın, belirtilen sendikaların yöneticileri ye-niden örgütlenme gibi bir kaygı içinde değiller. Sendikalarının menkul ve gay-rimenkul mülkleriyle daha epeyce bir süre saltanatlarına devam etmeye çalı-şacaklardır.

Taşeron uygulamaları, en başta yerel yönetimlerde ve kamu işletmelerinde başladığında, o işletmelerde örgütlü sendikalar, itiraz etmek bir yana adeta çanak tutar bir yol izlediler. Özel sek-törde örgütlü bir sendika olmamıza karşın, taşerona itirazımız nedeniyle “çağın gerisinde kalmak” ile itham edil-dik. Halihazırda egemen sendikal anla-yışın, yeniden örgütlenerek süreci ter-sine çevirebilme niyeti de, yeteneği de bulunmamaktadır. Bu gidişatı ancak, miadını doldurmuş bu yapılar yerine, tabandan, genç işçi kuşağınca yükselti-lecek bir mücadele ve örgütlenme ter-sine çevirebilir. Bu zor, ancak imkansız

değildir. Böyle bir hareketin ortaya çık-ması için mevcut mücadeleci sendika-lara ve bütün emek dostlarına büyük bir sorumluluk düşüyor.

Bizler, taşeron uygulamalarına izin ver-memek için kararlı mücadeleyi, engel-lenemediği işyeri ve işletmelerde ise ta-şeron işçilerinin örgütlenmesi yönünde bir mücadele anlayışını temel almaya çalıştık. Nitekim örgütlendiğimiz işye-ri ve işletmelerin birçoğu zaten taşeron şirketler. En yakın örnek; UPS Kargo işletmesidir. UPS bünyesinde üç ayrı taşeron şirket bulunmaktaydı. Ayrım-sız örgütlenmeyi sürdürdük. Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde, grev sebebi olarak masaya koyduk. Sonuçta, sendi-kamız üyesi taşeron işçilerin tümünün şirket kadrosuna geçişini sağlayarak sistemi %95 oranında tasfiye ettik. Yine Mersin Limanı, ÜNİLEVER, Gaziulaş gibi şirketler, sendikamızca örgütlenip Toplu İş Sözleşmesine kavuşturulmuş taşeron şirketlerine gösterilebilecek ör-neklerdir.

Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun Başbakan’ın bizzat bu-lunduğu gizli protokolle imzaladığı 30 işçiden az işçi çalıştıran işyerlerin-de sendikal tazminatın kaldırılmasıy-la ilgili süreci TÜMTİS ve Sendikal Güç Birliği olarak nasıl değerlendi-riyorsunuz? Mustafa Kumlu’nun isti-fasının istendiği önümüzdeki kongre süreci nasıl geçecek?

Düzenlenen iş kanunu ile 30’un altın-da işçi çalıştıran işletme ve işyerlerinde, işçinin işe iade hakkı gasp edilmişti. Bu yasayla, “Sendikal Tazminat” hakkı da ellerinden alınmış oldu. Türk-İş, Hak-İş, TOBB ile AKP koalisyonunca imza-lanan ortak protokol, böylesi bir düzen-lemeye meşruiyet sağlamak amaçlıydı. Anayasanın eşitlik ilkesinin açıkça ihlal edildiği bu yasa neticesinde, toplam iş-letmelerin %87’si ve yaklaşık 5 milyon işçinin hak gaspı gerçekleştirilmiş oldu.

Türk-İş adına genel başkan M. Kumlu’nun milyonlarca işçiye ihanet anlamına gelen bu imzasının günahı-nın yalnızca kendi şahsına ait oldu-ğunu düşünmüyorum. Bu, Türk-İş’in sendikal anlayışının toptan bir iflas belgesi olarak görülmelidir. Sendikal

Güç Birliği Platformu, kapalı kapılar ardında gerçekleşen bu ihaneti açığa çıkardı, diğer sınıf kardeşleri ve emek güçleri ile birlikte boşa çıkarmak üzere mücadeleyi yükseltmeye çalıştı. Başa-rılı olunmaması, bu defterin kapandığı yönünde algılanmamalıdır. Sözü edilen ihanete karşı, aynı zamanda zihniyete karşı mücadele, sonuç alıncaya kadar devam etmelidir.

Türk-İş yöneticileri M. Kumlu’yu isti-faya davet ederek kendilerini aklama telaşındalar. Bu ekip, bu ekibin sendikal çizgisi, artık durumu idare edecek ko-numlarını tamamen yitirmiş durum-dalar. Bu zihniyet çökmüş ve ülkemiz sendikal alanından çekilme zamanını fazlasıyla doldurmuştur. Türk-İş’te yeni bir genel kurul kaçınılmaz duruma gel-miştir.

TÜMTİS içinde bulunduğu Sendikal Güç Birliği Platformu’yla birlikte yasa karşısında nasıl bir mücadele hattı-nı hedefliyor? Bu mücadele hattında farklı toplumsal sorunlarla (Kürt me-selesi vb.) belirlenen mücadele hattı-nın teması nasıl olacak?

Sendikal Güç Birliği Platformu’nun, ül-kemiz işçi sınıfı ve sendikal hareketi ba-kımından önemli bir araç olduğu kana-atindeyim. Ancak bu oluşumun, birebir örtüşen bir sendikal anlayışa, sosyal ve siyasal bakışa sahip, homojen bir yapı olmadığı bilinmelidir. Bu platformun eleştirilebilir zaafları olduğu ve eleşti-rileceği unutulmamalı, olabileceğinden fazla bir misyon yüklenmemelidir.

Kürt sorunu başta olmak üzere diğer ezilen toplumsal katmanlara yaklaşımı-nın, Türk-İş’in ırkçı ve inkârcı yaklaşı-mıyla uyum içinde olmamakla beraber, beklenilenin gerisinde olduğu aşikârdır.

Ki ülkemiz işçi hareketi, başta Kürtler olmak üzere, diğer emek ve demokrasi güçleri ile birleşmediği, ezilenlerin ya-nında olmadığı sürece, kendisini kur-tuluşa taşıyacak yola giremeyecek, kay-betmeye devam edecektir.

Ancak inancım odur ki, “bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünü bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum. Denebilir ki bu kaçıncı musibet? Sonuç olarak; yeni, mücadeleci sendikal bir hareketin yeniden inşası, her zaman-kinden çok daha yakıcı şekilde kendini dayatıyor. Bu dibe vuruş, yeni bir çıkı-şın nesnel olanaklarını arttırıyor aynı zamanda. Sendikal Güç Birliği Plat-formu başta olmak üzere, mücadeleci sendikal örgütlerin, işçi ve emekçilerin, emek ve demokrasi güçlerinin önünde böylesine tarihsel bir sorumluluk duru-yor. Sonucu, sorumluluklarımızın ge-reğini birlikte yerine getirme inanç ve çabamız ile yeteneğimiz belirleyecektir.

Teşekkür ederiz..

Page 14: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 14 | 29 aralık 2012 | gelecekdünya

Suriye trajedisinde, İspanya İç Savaşı’nda faşizme karşı Cumhuriyetçilerle birlikte savaşan Uluslararası Tugay yok. Suri-ye iç savaşındaki Uluslararası Tugaylar daha çok, kafa kesen, bombalı araçlarla saldırı düzenleyen tipte paralı askerler ve Selefi cihadistler.

Nusra Cephesi, Washington tarafından “terör örgütü” ilan edildi. Suriyeli Müs-lüman Kardeşler (MK) temsilcisi Mu-hammed Faruk Tayfur, bu kararın “çok acele” alındığını, yeni Suriye muhalefet lideri Ahmed Muaz el Katip ise, “yeni-den gözden geçirilmesi” gerektiğini söy-ledi. Neredeyse tüm “isyancı” birlikler, Nusra fanatikleri için ebedi aşklarını ilan ettiler. Bir de Washington-Doha or-tak prodüksiyonu yepyeni Ulusal Koa-lisyon var. Ulusal Koalisyon için önemli olan tek şey, daha fazla ölümcül silah. Ve onlar da Nusra’yı seviyor, Washing-ton sevmese bile.

Katar, “özgürleştirilen” Libya’ya tonlarca silah gönderdi. Ancak Bingazi’deki geri tepme sonrasında Pentagon ve Dışiş-leri, Suriyeli isyancıları silahlandırma-nın daha fazla geri tepmeye yol açabi-leceğinin farkına vardılar. Bu yüzden Suriye’ye tonlarca silah nakletme işini Katar sürdürecek. ABD ise “arkadan iş çevirmeye” devam edecek.

Mezhep çatışması egemen oluyor

Sünni Şeyh ve El Cezire yıldızı Yusuf el Karadavi her gün, ister asker ister sivil olsun, eğer Alevi veya Şii iseler, milyon-larca Suriyelinin öldürülmesini meşru-laştıran fetvalar veriyor. Katar’ın liderli-ğinde ve cüzdanı büyük Suudilerle her cinsten aşırılıkçı İslamcının takipçili-ğinde, mezhep çatışması egemen olu-

yor. Gündem: Şiilere, Alevilere, laiklere ve hatta ılımlılara karşı savaş. Sadece Suriye’de de değil, tüm Ortadoğu’da.

Suriye ordusunun yeni stratejisi, asker-lerin kırsal bölgelerden çekilerek şehir ve kasabalara yoğunlaştırılması. NATO-KİB kulübünün stratejisi aşağı yukarı aynı kalacak: Suriye ordusunun açmaza alınması, demoralize edilmesi ve olası bir NATO müdahalesine zemin hazırla-mak (kapsamlı psikolojik operasyonun parçası olarak kimyasal silah yalanı ve durmak bilmeksizin “insani felaket”ten dem vurmak).

Suriye ordusu, ağır silahlara sahip olabi-lir ancak iş NATOKİB kulübünce baştan ayağa eğitilmiş ve silahlandırılmış paralı askerler ve Selefi-cihadistler tsunamisi ile yüzleşmeye geldiğinde, bu, Lübnan iç savaşı tarzında yıllarca sürebilir. Bu da bizi aslında bir sonraki “en iyi” seçeneğe götürüyor: Suriye devletinin binlerce, hatta milyonlarca kesikten ölmesi.

Kesin olan şey şu, Suriye’ye karşı “istek-liler koalisyonu” oyunda son ele ulaşıl-dığında işi bitirme konusunda hiç sorun yaşamayacak. Washington, MK tarafın-dan yönetilen bir Esad sonrası rejime oynuyor. Kuşlu yok ki Ürdün’deki Kral Playstation’ın ödü kopuyordur; MK’nın Ürdün’de de iktidarı isteyeceğini ve onu sürgüne göndereceğini biliyor. Özerklik veya nihai bağımsızlık yolundaki Suriye

Kürdistanı da hâlihazırda Ankara’nın uykularını kaçırıyor.

Patriota karşı İskender

Bir de karmaşık Türkiye-İran ilişkileri meselesi var. Tahran NATO füze savun-ma sistemi konusunda Ankara’yı açık ve sert şekilde uyarmış durumda.

Türkiye’yi “Suriye’den kaynaklı olası tehditlerden korumak” üzere iki Pat-riot füze bataryasını çalıştıracak olan 400 ABD askeri Türkiye’ye konuşlan-dırılıyor. Ama bunun Türkiye ile hiçbir ilgisi yok; tamamen Suriye’deki Rus or-

dusu ile ilgili. Moskova Şam’a yalnızca İskender füzeleri değil, aynı zamanda Suriye’de bir uçuşa yasak bölge ilanı ha-linde Pentagon’un kâbusu olan, karadan havaya, çok hedefli savunma sistemi Pechora 2M de verdi.

Patriot–İskender karşılaşmasına hoş geldiniz. Ve ateş hattının ortasında, NATO’nun mastır planında dımdızlak açıkta kalan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı –Avrupalılarla ilişki-lerde derin bir aşağılık kompleksinden mustarip olan büyük bir egomanyağı– buluyoruz.

Türkiye’nin Aşil topuğu (Kürtlerden başka), Doğu ile Batı arasındaki enerji nakil hatlarının geçiş noktası olma rolü. Sorun Türkiye’nin enerji konusunda

hem İran hem de Rusya’ya bağımlı ol-ması; pek de akıllıca olmayan şekilde, karman çorman Suriye politikası ile iki-siyle de anlaşmazlığa düştü.

Tüm duyduğum keder ve kıyamet

Bu trajediyi nasıl çözmeli? Kimse Suriye Başkan Yardımcısı Faruk el Şara’yı din-liyor görünmüyor. Lübnan’ın El Ahbar gazetesine verdiği röportajda, “Suriye’yi, tarihini, medeniyetini ve halkını yıkı-ma uğratmak için süregiden mevcut kampanyayı…” vurguluyor. “Her ge-çen günle beraber, askeri ve siyasi ola-rak çözümden daha da uzaklaşıyoruz. Suriye’nin varlığını savunma konumun-da olmalıyız” diyor.

“Çözümün ne olabileceğine ilişkin net yanıtı” yok. Ama bir yol haritası var:

Somut bir Suriye temeli yoksa hiçbir çözüm olamaz. Çözüm Suriyeli olmak zorunda, bölgedeki ana ülkeleri ve BM Güvenlik Konseyi üyelerini de içerecek tarihsel bir çözüm. Bu çözüm her türlü şiddetin durdurulmasını ve geniş yetki-lere sahip bir ulusal birlik hükümetinin oluşturulmasını içermeli. Buna, halkın yaşamı ve meşru talepleri ile ilgili has-sas konuların çözüme kavuşturulması da eşlik etmeli.

ABD, İngiltere, Fransa, Türkiye, Ka-tar ve Suudi Arabistan’ın tümü birden kendi farklı emellerine sahip olsa da NATOKİB bileşenlerinin istedikleri bu değil. NATOKİB savaşının (hâlihazırda başarmış olduğu) tek bir amacı var. 2003’te Irak’ta olana çok benzer bir şey; kırılgan Suriye toplumsal dokusunu pa-ramparça etmek.

Felaket kapitalizmi iş başında. 1. Aşa-ma: Uysal, Batı yanlısı, turbo kapitalist bir hükümet başa geçirilir geçirilmez, Suriye’nin çok kar getirecek “yeniden inşası” için zemin çoktan hazırlanmış durumda.

Yine de buna paralel olarak, geri tepme de kendi gizemli yollarından ilerliyor; ilk başta demokrasi yanlısı bir hareket fikrini desteklemiş olan milyonlarca Suriyeli (Şam’daki iş dünyasından Ha-lep’teki tüccarlara dek) artık Nusra cin-si “isyancılar” tarafından yükseltilen korkunç etik-dinsel temizliğe karşı bir tepki olarak hükümetin destek tabanını büyütüyor.

Bir yanda NATOKİB, diğer yanda İran ve Rusya ile çapraz ateş altında kalan sıradan Suriyelilerin gidebileceği hiçbir yer yok. NATOKİB, ABD yanlısı emir-liklerden MK tarafından yönetilen ABD yanlısı bir “demokrasiye” kadar istedi-ğini elde etmek için engel tanımayacak. Suriye’de çanların kimin için çaldığını görmek zor değil; kıyamet, keder, ölüm ve yıkım için çalıyor.

Suriye’de çanlar kimin için çalıyor?Pepe Escobar 2012’nin en büyük jeopolitik trajedisi

2013’te de yerini korumaya mahkûm: Suriye’nin mahvı.

Patriot – İskender karşılaşmasına hoş geldiniz. Ve ateş hattının ortasında, NATO’nun mastır planında dımdızlak açıkta kalan Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan –Avrupalılarla ilişkilerde derin bir aşağılık kompleksinden mustarip büyük bir egomanyak– var.

Katar’ın liderliğinde ve cüzdanı büyük Suudilerle her cinsten aşırılıkçı İslamcının takipçiliğinde mezhep çatışması hâkim olacak. Gündem: Şiilere, Alevilere, laiklere ve hatta ılımlılara karşı savaş. Sadece Suriye’de de değil, tüm Ortadoğu’da.

Page 15: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 15 | 29 aralık 2012 | gelecek dünyaİsp

anya

’da p

arlam

ento

nun

39 m

ilyar

avr

oluk

tas

arru

f içe

ren

2013

tçes

ini o

nayl

amas

ının

ardı

ndan

İspa

nyol

lar so

kağa

indi

.

Ülk

ede

ekon

omik

kr

izin

etki

siyle

orta

ya

çıkan

ha

lk

hare

keti

“Öfk

eliler

”in, b

aşke

nt M

adrid

’de d

üzen

lediğ

i‘‘cen

aze

yürü

yüşü

” ad

lı pr

otes

to g

öste

risin

e ka

tılım

old

ukça

yük

sekt

i. Bi

nler

ce k

işi e

llerin

de

pank

artla

rla m

eclis

bin

asın

a yür

üdü.

Mad

rid öz

erk y

önet

im h

üküm

etin

in 20

13 yı

lında

n iti

bare

n alt

ı has

ta-

ne ve

27

polik

liniğ

i öze

lleşti

rme k

arar

ının

ardı

ndan

sağl

ık ça

lışan

ları

soka

ğa çı

ktı.

Düny

a Gü

ndem

i

Mısı

r’da

15 v

e 22

Ara

lık

tarih

lerin

de y

apıla

n A

na-

yasa

refe

rand

umun

un

sonu

çlar

ı Cum

hurb

aşka

Muh

amm

ed M

ursi

tara

-fın

dan

onay

land

ı. Re

fe-

rand

umda

evet

oyl

arın

ın

yüzd

e 63,

8 ol

mas

ı son

ra-

sında

da

Kahi

re so

kakl

arı

duru

lmad

ı. O

ylam

aya

katıl

ımın

yüz

de 3

0’la

rda

kalm

asıy

la so

nuçl

ar v

e Cu

mhu

rbaş

kanı

Mur

si,

Tahr

ir M

eyda

nı’n

da p

ro-

testo

edild

i.A

rjant

in’in

baş

kent

i Bue

nos A

ires’t

e as

gari

ücre

tte a

rtış

ve g

elir

verg

isind

e in

dirim

tale

biyl

e to

plan

an b

inle

rce

işçi h

üküm

etin

ekon

omi p

oliti

kasın

ı pr

otes

to e

tti.

Fran

sa C

umhu

rbaş

kanı

Fra

nçoi

s Hol

lande

, Cez

ayir’e

gerç

ekleş

tir-

diği

ziya

rette

söm

ürge

dön

emin

i kes

in b

ir di

lle el

eştir

di:

Petro

l ve d

oğalg

az ze

ngin

i bu

ülke

yle i

lişki

lerin

i geli

ştirm

ek is

-te

yen

Hol

lande

’ın ö

zür d

ilem

ese b

ile ge

çmişt

e yaş

anan

ları k

abul

et

mes

i tar

ihi b

ir ad

ım o

larak

görü

lüyo

r.Yu

nani

stan’d

a ka

mu

sekt

örü

çalış

anlar

ı 24

saat

lik gr

eve g

itti.

Çalış

anlar

kam

uda

işten

çıka

rmala

ra,

yede

k iş

gücü

ha-

vuzu

na al

ınm

alara

ve

Oca

k ay

ının

ba

şında

oyl

anm

ası

bekl

enen

yeni

ver-

gi k

anun

una k

arşı

çıkıy

or.

Rusy

a’da

soğu

ktan

dol

ayı h

ayat

ı-nı

kay

bede

nler

in sa

yısı

123’

ü ge

çti.

Ukr

ayna

’da 8

3 ki

şi öl

dü; y

üzle

rce

kişi

hast

anel

erde

teda

vi a

ltına

alın

dı.

Hin

dista

n’ın

Delh

i ken

tinde

23

yaşın

daki

bi

r kız

öğre

nci g

ece s

eyah

at et

tiği o

tobü

ste

topl

u te

cavü

ze u

ğram

ıştı. B

enze

ri va

ka-

ların

gide

rek

artış

göste

rdiğ

i Hin

dista

n’ın

birç

ok k

entin

de, k

adın

hak

ları s

avun

ucu-

ların

ın ö

ncül

üğün

de p

rote

sto gö

steril

eri

düze

nlen

di. B

aşke

ntte

Par

lamen

to b

inas

ı ön

ünde

ki ey

leme m

uhale

fet p

artil

erin

den

veki

ller d

e kat

ıldı: “

Yarg

ılam

a son

unda

ne

olac

ağı b

elli, s

uçlu

lar k

efale

tle se

rbes

t ka

lacak

, son

ra ye

nide

n kı

zları

taciz

etm

e-ye

dev

am ed

ecek

ve ço

ğunl

ukla

o kı

zları

intih

ara s

evke

dece

k. B

öyle

vaka

lar ar

tıyor

, çü

nkü

kanu

nlar

ın u

ygul

andı

ğı yo

k.”

Yeni

Delh

i’de r

esm

i rak

amlar

a gör

e 201

2 yı

lında

661

teca

vüz y

aşan

dı. B

u ra

kam

bir

önce

ki yı

la gö

re yü

zde 1

7’lik

bir

artış

old

u-ğu

anlam

ına g

eliyo

r.

Page 16: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 16 | 29 aralık 2012 | gelecek

Bu bir yıllık süreçte soruşturma açma-sı, sorumluları bulması ve adalet önüne çıkarması, hatta demokratik bir ülkede daha ilk günden istifa etmiş olması ge-reken makamlar, tam tersine, adaletin önüne adeta baskı ve yalandan bir du-var ördüler. Yakınlarını kaybedenler-den biri olan Ferhat Encü polis tarafın-dan kerelerce gözaltına alındı. İktidar partisi, başbakanından bakanına dek ağız birliği etmişçesine, adalet talep edenleri, gerçekleri açığa çıkarmaya çalışanları tam bir yavuz hırsız edasıyla karaladı ve hedef gösterdi.

Böylesi bir bombardımanın emrini ve-ren kişi veya kişiler belli değil midir? Bir yılda bulunamayan şey ne olabilir? Katliam emrini kimlerin, hangi prose-dürleri işleterek verdiği ve uyguladığı elbette aşikâr. O halde bir yıldır yapıl-maya çalışılan şey, gerçekleri ortaya çıkarıp adaletin tecellisini sağlamak ve acılı aileleri bir nebze olsun teselli et-mek değil.

Devlet, bir yıldır tüm kurumlarıyla Roboski katliamının üstünü örtme-ye ve kamuoyunu kandıracak bir se-naryo oluşturmaya çalışıyor. Çünkü Roboski’de açık bir savaş suçu işlendi ve savaş suçlarında zaman aşımı yok. AKP’nin hem suçlu hem güçlü tavrı-nın nedeni bu. Suçunu gayet iyi biliyor ve harıl harıl hafifletici nedenler, “ağır tahrik indirimleri” bulmaya çalışıyor.

Başbakan, Roboski konusunda en son, “öldürülenlerin arasında teröristler var” imasında bulunarak, kamuoyu-nun zihnine yeni bir zehir bıraktı. Bu tutum, ABD işgal güçlerinin Afganis-tan, Pakistan ve Yemen’deki katliamla-

rını yalan ve kuşku bulutlarıyla, sözde “terör” umacasıyla örtme taktiğinin aynısı.

Alt komisyon başkanının tam da kat-liamın yıldönümüne denk gelen gün-lerde yaptığı açıklama ise, devletin ilk günden beri, adalet isteyenlere kâh rüşvet teklif ederek kâh onları tehdit ederek yürüttüğü havuç sopa yöntemi-nin devamı.

Alt komisyon başkanı, “kasıt yok, zin-cirleme hata var” diyerek, koskocaman bir katliamı, büyük ihtimalle önemli bir kısmı ölenlerin sırtına yüklenecek önemsiz bir hatalar toplamına indir-giyor. “Genelkurmay tüm belgeleri bi-zimle paylaşmamıştır” diyerek ise, si-yasi iktidarın, sıkıştığı yerde suçu kime atacağının işaretini veriyor. Oysa Ro-boski’deki bombardıman bir sınır ötesi operasyondu ve sınır ötesi operasyon-lar, hükümetin icazeti olmaksızın ger-çekleştirilemez.

Ele geçirdiği yargı ve güvenlik aygıtla-rı sayesinde kendisine karşı her türlü muhalefeti komployla boğan iktidar, Roboski’de de aynı şablonu uygulama hevesinde. Yarın bir gün Roboski katli-amı ile ilgili göstermelik soruşturmalar tamamlandığında, işin “hükümeti zor durumda bırakma amaçlı, terör örgütü ile ordu içindeki Ergenekon kalıntıla-rının ortak komplosuna” bağlanması herhalde kimseyi şaşırtmayacak.

1 yılda ne oldu?

9 Ocak 2012’de katliamı araştır-mak üzere TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda bir alt komisyon oluş-turuldu. Genelkurmay 5 Nisan 2012’de

komisyona “Kurallar dâhilinde hare-ket ettik ve sizinle belge paylaşamayız, yoksa soruşturmanın gizliliğini ihlal etmiş oluruz,” dedi.

Komisyon, 4 Mayıs 2012’de, soruştur-mayı yürüten savcılıktan ilgili belge-leri istedi. Savcının 31 Mayıs 2012’de gönderdiği belgeler 9 Haziran 2012’de komisyon başkanı ve AKP milletveki-li Ayhan Sefer Üstün tarafından oda-ya kilitlendi. Komisyon tarafından 12 Haziran 2012’de nihayet incelebilen belgelerde, “Heron görüntülerini kim inceledi ve 34 kişinin PKK’li olduğu-na karar verdi? İstihbaratı kim sağladı? Vur emrini kim verdi?” sorularına hiç-bir cevap yoktu.

9 Temmuz 2012’da katliamla ilgili top-lanan belgeleri odasında biriktiren uzman kişi tatile gitti ve çalışmalar tı-kandı. Ardından meclisin tatile girmesi vb. bir sürü saçma nedenle, komisyon

çalışmaları iyice tavsadı.

Ne komisyon ne de savcı herhangi bir askeri görevlinin ifadesini aldı. “Ge-nelkurmay Harekât Dairesi’nden bir yetkiliyi davet edip dinleme” talebi ise Başkan Ayhan Sefer Üstün tarafından “Lüzum yok” denilerek reddedildi.

Başbakan adını, valilik anma-sını yasakladı!

Başbakan, AKP’nin Kürt vekilleri ile yaptığı ayar toplantısında, “Roboski değil Uludere” demişti. Adını değişti-rince sanki katliamın kendisi veya Ro-boskililerin onurlu duruşu ortadan kal-kabilirmiş gibi! Bir yıldaki bunca yalan ve baskı yetmezmiş gibi, Roboski’de ya-pılması planlanan anmalar da valilikçe yasaklandı.

AKP inatla, katliamı açıklığa kavuştur-maya harcaması gereken çabayı, adalet isteyenleri bastırmaya harcıyor.

Adalet Yok, Adalet Talebine Karşı Yalan ve Tehdit Var

güncel

Roboski’nin üzerinden 1 yıl geçti

İktidar böceklenmesi

MİT krizi ile başlayan, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ko-nusundaki anlaşmazlık ve ardından 29 Ekim kutlamalarına müdahale üzerine yetki tartışması ile devam eden ve son olarak ODTÜ olayları hakkında Gül’ün yaptığı açıklamayla birlikte artık olağan bir hal aldığı görülen Cemaat-AKP ara-sındaki yarılma, bu kez “böcek” tartış-masıyla gündemde.

Başbakan Erdoğan’ın, özel çalışma ofi-sinde bulunduğunu bizzat kendisinin açıkladığı “böcek” tabir edilen dinleme cihazları ile birlikte yeni iddialar ortaya atılıyor. Böcekler, MİT krizinin zaman-lamasının, Başbakan Erdoğan’ın sadece birkaç kişinin bilgisine sahip olduğu ameliyatına denk getirilmesi üzerine kuşkulanılarak yapılan aramada bu-lunmuş. Tek başına bu iddia bile, MİT krizinde karşı karşıya gelen Cemaat ile

AKP arasındaki gerilimin, kamuoyu-nun gündeminden uzak tutulsa da alt-tan alta sürmekte olduğunu gösteriyor.

Cemaat üzerine yazdığı İmamın Or-dusu kitabını bastıramadan Oda TV davası kapsamında gözaltına alınarak aylarca tutuklu kalan gazeteci Ahmet Şık’ın haberleştirdiği iddialara göre, Başbakan Erdoğan’ın “derin devlet hâlâ faaliyette” sözleri, sürmekte olan bu ge-rilimin bir ürünü. Hükümetin, Gülen cemaatinin kadrosal ve mali açıdan ana kaynaklarından biri olan dershaneleri kapatma hamlesi ise bu mücadelenin bir parçası. Gazeteci Şık, haberinde, MİT’in cemaat hakkında bir rapor ha-zırladığına ve eski bir cemaatçi olan Ke-malettin Özdemir’in MİT’in bu yönde-ki çalışmalarına danışmanlık yaptığına dair söylentilere de yer vermiş.

Bir başka gazeteci Serdar Akinan ise, Twitter’da konuyla ilgili olarak şu yo-rumlarda bulundu: “Başbakan’ın elinde

‘Yeşil Ergenekon’ soruşturmasını aça-cak kudrette bir dosya var... Buna mu-kabil karşı tarafta hükümeti birkaç gün-de istifaya zorlayacak en az üç manşet var... Önümüzdeki süreçte ya karşılıklı hamleler göreceğiz ya da pat durumu... Emniyet mensuplarına yönelik gözal-tı furyası başlarsa anlayın ki Başbakan düğmeye bastı... Bu süreçte önemli bir banka fona devredilebilir. Başbakan hamle yapacak olmasaydı böcek olayını dillendirmezdi diye düşünüyorum.”

Sosyal medyaya yansıyan yorumlardan bir diğeri ise, esip gürlemeyi pek seven, Başbakan’dan çok “ayar verme ensti-tüsü başkanına” dönüşen Başbakan’ın, böcekler konusunda pek bir itidalli davranması. “Gücü gücü yetene” deyi-mi ne kadar uygun, değil mi? İktidar böceklenirken, siyaset oyununun esas oyuncusu olan egemenler, kirli çama-şırlarını ezilenlerin önünde dökmeme konusunda pek dikkatliler.

Page 17: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 17 | 29 aralık 2012 | gelecek dünya

Ikinci Düzenlemenin Asıl ve Irkçı Kökenleri ABD anayasasının ikinci düzenlemesi olan “düzenli milis gücünden” kasıt, köle devriyeleri, toprak hırsızları ve yerli katille-ridir. Bunların tümü, düzenlemenin dilinin de belirttiği gibi, çalınmış toprak üzerinden çalınmış işgücü ile inşa edilen “özgür bir eyaletin güvenliği” için gereklidir. Bu tarih bilinmeksizin, silah denetimi ile ilgili samimi bir tartışma yürütülemez.

ABD Anayasası neden “silah bulundur-ma ve taşıma” hakkını güvenceye alır? Ve neden oy verme, eğitimde eşitlik, sağlık hizmeti, temiz bir çevre veya iş hakkını güvenceye almaz? ABD’nin kuruluş yıllarının başında, vatandaşla-rın silah sahibi olması neden bu kadar önemlidir? Ve İkinci Düzenleme’nin ırkçı kökenlerini bilmeksizin, silah de-netimi konusunda samimi bir tartışma yürütmek mümkün müdür?

Hukuk uzmanları arasında ve mevcut Anayasa Mahkemesi’ndeki hâkim eği-lim, Anayasa’nın yazarlarının özgün niyeti ile bağlı olduğumuz şeklindedir. Anayasa’nın ikinci düzenlemesi ise şunu söylüyor:

“Düzenli bir milis gücü, özgür bir eya-letin güvenliği için gereklidir, halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı çiğ-nenmemelidir.”

Yazarların, her beyaz özgür adam için

yeni ülkelerinde silah taşıma hakkını güvenceye almayı amaçladığı aşikâr. 230 yıldan sonra artık aşikâr olmayan şey, “Neden?” sorusu. Tarihçi Edmund Mongan’ın, klasik eseri American Sla-very, American Freedom, the Ordeal of Colonial Virginia’da (Amerikan Kö-leliği, Amerikan Özgürlüğü, Kolonyal Virginia’nın Çilesi) buna verdiği yanıt, ulusumuzun tarihsel ve bugünkü po-litikasına ve kendini nasıl gördüğüne dair çok aydınlatıcı.

Koloni dönemi Amerika’sı ve ilk yılla-rındaki ABD, eşitsizliklerle doluydu. Ulaşımı kolay tüm iyi, temizlenmiş ve düzeltilmiş tarımsal araziler bir avuç çok zengin beyaz adama aitti. Pek çok yoksul beyaz, sözleşmeli hizmetli ola-rak satın alınıyordu. Ancak zorunlu çalışma dönemlerini bitirince, kasaba ve şehirlerde topraksız ve işsiz şekilde serbestçe dolaşmalarına izin verilmesi, toplumsal düzen açısından tehlikeliydi.

Bu yüzden bunlar, silah ve kredi verile-rek, ateşli silahları çok az olan veya hiç olmayan yerli Amerikalıların meyve bahçelerini, çiftliklerini ve av sahalarını gasp ederek kendi servetlerini yapmak üzere ülkenin iç kısımlarına gönderil-diler. Yasalar yerlileri soyan, öldüren veya onlara tecavüz eden beyaz adam-ları elbette cezalandırmıyordu. Koloni valileri ve yerel ABD görevlileri düzenli aralıklarla özgür silahlı beyaz adamları milis gücü olarak toplar ve onları, sı-nır bölgelerini yerleşimciler ve toprak spekülatörleri için daha güvenli hale getirmek amacıyla kanlı baskınlara yol-larlardı.

Kölelik, New England, New York ve Orta Atlantik bölgesinde 1800’lere dek yasaldı. Özgür siyahlar ile yerlilerin se-yahat etmesi, bundan onlarca yıl sonra da katı şekilde sınırlandırılmaya devam etti. Koloni dönemi ve başlangıç yılla-rındaki Amerikan milis gücü, kölelerin kaçmasını veya kaçanlara yardım et-mesini engellemek ve özgür siyahların isyan örgütlemesinin veya izinsiz seya-hat etmesinin önüne geçmek için, tüm beyaz olmayanların geçişini denetle-mek amacıyla yollarda devriye gezerdi.

O zaman tarihsel olarak, Kurucu Ba-baların “düzenli milis gücünün” esas faaliyeti, yerli öldürmek, toprak gasp etmek, köle devriyeliği ve yerel ırk ay-rımının tatbiki idi. Bunların tümü, Anayasal dilin açıkça belirttiği üzere, “özgür bir eyaletin güvenliği için ge-rekliydi.” Temelleri yerli Amerikalıların

soykırıma uğratılması ve Afrikalıların köleleştirilmesi üzerine atılmış özgür bir eyaletin.

Amerikan “silah kültürü” olarak bili-nen şey, esasen beyaz adamların siyah-lara ve yerlilere karşı silahlanmasının Anayasal olarak onaylanmasıdır ve bu kültürün, köleliğin sona ermesi ve hu-dutların kaldırılmasından çok sonra bile neden kırsal bölgelerde ve küçük kasabalarda yaşayan beyazlar arasında en köklü şekilde yaygınlığını sürdür-düğünü de açıkça göstermektedir. Yerli Amerikalıların soykırımının başarı-ya ulaşması ve köleliğin sona ermesi ile, Amerika’nın silah kültürü kendine yeni bir elbise bulmuştur: tiranlık, iş-gal veya suç karşısında özgürlüğün son mevzisi gibi göstermek suretiyle, İkinci Düzenleme’yi vatandaşların silahlan-ması olarak yorumlayan, meşruiyeti kendinden menkul bir mitoloji. İkin-ci Düzenleme’ye dair bu sahte tarihi sahiplenmek, bizi, çalınmış topraklar üzerinden çalınmış işgücü ile inşa edil-miş bir ulus değil, adil ve eşitlikçi ilke-ler üzerine kurulmuş bir ulus olduğu-muza inanmaya teşvik ederek, hukuk uzmanlarını ve kamuoyu tartışmalarını bilinçli bir cehaletin bulutları içinde çarpıtıyor.

Belki, tüm o nahoş soykırım ve ırkçı-lık meselesini sonunda unuttuğumu-zu söyleme şeklimiz bu. Belki de tüm bunları tarihten basitçe silmeyi tercih etmişizdir.

Black Agenda Report

Bruce A. Dixon

Laik diktatörlükten teokratik diktatörlüğe

Mısır’ın yeni anayasasıMısır’ın yeni anayasası, iki turlu seçi-min ardından kabul edildi. Seçimlerde sandığa gitme oranı iki turda da düşük kaldı. Referandum, Başkan Mursi’nin tüm yetkileri tek elde toplayarak yar-gıyı yetkisiz kılan kararnamesine karşı yargıçların referandumu boykot etme ve denetlememe kararı nedeniyle iki turda gerçekleştirildi. Seçmenlerin yarısı ilk tur olan 15, diğer yarısı ise ikinci tur olan 22 Aralık’ta oy kullandı.

“İster Hıristiyan isterse Müslüman ol-sun tüm halka eşit hizmet edeceğim” vaadiyle Başkan olan Mursi’nin ko-ruyuculuğunda, içinde tek bir azınlık temsilcisi veya kadının olmadığı bir komite tarafından hazırlanan anayasa,

büyük tepkilere neden oldu. Sivilleri tutuklamak ve yargılamak da dâhil, ordunun yetkilerinin sınırlandırılması konusunda verilen vaatler de tutulma-dı.

Anayasada şeriat yasamanın temel kaynağı olacak. Şeriata ilişkin mese-lelerde Sünni İslam’ın önde gelen oto-ritesi El Ezher Üniversitesi’nin fikrine danışılacak. Hıristiyanlar ve Yahudiler içinse, Hıristiyanlık ve Yahudilik ya-samanın temel kaynağı olacak. Ancak bu maddeler, bu üç dinin dışındaki inançlar için tehlikeli bir kısıtlama an-lamına geliyor.

Oyların % 64’ü (10 milyon 700 bin)

evet yönünde, %36’sı ise (6 milyon) hayır yönündeydi. Seçimlere katılım oranı ise anayasanın meşruiyetini

epeyce tartışmalı hale getiriyor: Sade-ce %33 (300 bin geçersiz dâhil 17 mil-yon).

Page 18: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 18 | 29 aralık 2012 | gelecek

Nedenleri:

Nedeni bilinemeyenler (büyük çoğun-luğu)

Mikrobik romatizmalar

Akut eklem romatizması

Gut hastalığı

Kolaylaştırıcı faktörler

Yaş: Toplumda her yaşta romatizma gö-rülürse de çeşitli yaş dilimlerinde görü-len romatizma türleri farklıdır.

Cins: Tüm dünyada romatizmalar genel olarak kadınlarda daha sıktır.

Kalıtım: Romatizmaların bir kısmında kalıtım rolü olduğu bilinmektedir. An-cak kalıtımın rolü olmayan romatizmal hastalıklar çoğunluktadır.

Dİğer faktörler: Eklem romatizmaları dünyanın her tarafında yaygın olarak görülürse de soğuk ve rutubetli yerlerde daha sık ve şiddetli, kuru ve sıcak yer-lerde seyrek olup, hafif seyretmektedir. Meslek, travmalar, psikolojik faktörler de bazı romatizma türlerinin ortaya çık-masını kolaylaştırmaktadır.

Tedavide 4 temel yöntem kul-lanılır:

1- İlaç tedavisi

2- Fizik tedavi ve rehabilitasyon

3- Cerrahi tedavi

4- Psikoterapi

İlaç tedavisinde dikkat edilmesi gereken noktalar:

1- Romatizmalı hastalar kendi kendine veya çevresinin uyarılarına göre ilaç al-mamalıdır.

2- Doktorun ilaç tariflerine dikkatle uy-malıdır.

3- Doktora daha önce kullandığı ilaçları ve bunların olumlu ve olumsuz etkileri-

ni anlatmalıdır.

4- İlaçlara bağlı yan etkiler ortaya çıkar-sa hemen doktora başvurmalıdır.

5- Doktora her gidişte reçete ve ilaçları yanında bulundurmalıdır.

6- Zaman zaman kan muayeneleri (lö-kosit sayımı, idrar muayenesi gibi) ile diğer kontrol muayeneleri (göz dibi) yaptırılmalıdır.

7- İlaçlar birden kesilmemelidir. Nasıl azaltılacağı ve kesileceği çok iyi öğrenilmelidir.

8- İlaç içerken gebe kalıp kalamaya-cağını doktora danışmalıdır.

9- Bazı romatizmalar (romatoid art-rit gibi) çok defa tek bir ilaç ile tedavi edilemezler. Hastalar farklı amaçlara yönelik 2-3 tür ilacı birlikte almak zo-rundadırlar. Örneğin iltihabı giderici ilaçlarla, hastalığı baskılayanlar birlikte alınmalıdır. Çünkü hastalıkları baskıla-yan ilaçların etkisi 4-6 ayda başlar. Bu süre içinde hasta başka ilaç almadan di-ğerinin etkisi ortaya çıkana kadar bekle-yemez. Bunlarla birlikte mide koruyucu ve tansiyon düşürücü gibi diğer yardım-cı ilaçları da almaları gerekebilir.

10- Mide korumasına özen gösterilmeli-

dir. Aç karnına alınması önerilmemişse ilaçlar tok karnına alınmalıdır.

11- Bol su içilmeli, dengeli beslenmeye çalışılmalıdır.

Romatizmalı hastaların dikkat etmesi gereken genel özellikler:

1- Ağrı ve şişlik şiddetli iken yatak istira-hati yararlıdır. Ancak bu mümkün oldu-

ğu kadar kısa sürmelidir. Tedavi ile birlikte tarif edilen çeşitli hareketeler ve egzersizler yapılmalıdır. Uzun süre ha-reketsiz kalmak, kaslar ve eklemler için zararlıdır.

2- Romatizmada belli besin kısıtlamaları yoktur, ancak dengeli beslenmelidir. Şiş-manlık hasta eklemlerin yükünü arttırır.

3- Diyet, doktor tarafından önerilmişse, dikkatle uygulanmalıdır. Örneğin gut diyeti, kortizon alanların tuzsuz diyet uygulamaları gibi.

4- Romatizmalı hastaların aşırı soğuk ve aşırı sıcaktan korunmaları gerekir.

5- Evdeki yaşamın, iş ve okuldaki orta-mın hastalığın özelliklerine göre değişti-rilmesi gerekebilir.

Görüldüğü gibi romatizmalı bir hasta-nın tedavisi sadece birkaç ilaç almaktan ibaret değildir. Çok iyi bir işbirliği içinde olması gereken farklı ihtisas dallarının katkısı gerekmektedir. Böyle bir tedavi-den hastalar daha çok ve daha uzun sü-reli yararlanmaktadır.

Romatizma Nedir?yaşam

Toplumda romatizma diye bildiğimiz hastalık vücudumuzu hareket ettiren kemik, kas ve ek-lem sistemimizle ilgili bir hastalıktır. Romatizma tek bir hastalık değil, 200’den fazla hastalık için kullanılan genel bir isimdir. Genel olarak roma-tizma vücudumuzun hareket etmesini sağlayan kaslar, kemikler, eklemler ve bu yapıları birleşti-ren bağlarda ağrı ve hareket kısıtlılığına, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna neden olur. En sık görülen romatizmal hastalıklar ise eklem roma-tizmaları, yumuşak doku romatizmaları ve ke-mik erimesi.

Romatizmal hastalıklarda başlıca şikayetlerAğrı

Şişlik

Hareket kısıtlaması

Şekil bozuklukları

Romatizmal hastalıkların tedavi pren-sipleri

Romatizmal şikayetleri olan bir hastada yapılması gereken ilk iş, doğru ve ke-

sin teşhistir.

Daha sonra nasıl bir tedavi uy-gulanacağına karar verirken ro-matizmanın süresi, yaygın olup olmadığı, belirtilerin şiddeti, hastanın yaşı, genel durumu ve eğer varsa diğer hastalıkları dik-kate alınmalıdır.

Page 19: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 19 | 29 aralık 2012 | gelecek yaşamyaşam

Bir yıl daha geçti. İyilerin az olduğu, acıların, savaşların çok olduğu bir yıl. İnsanlar güzel günleri çoğaltıp acıları azaltmak için çeşitli gerekçeler yaratma konusunda iyi şeyler yapıyorlar. Doğum günü,

sevgililer günü, yılbaşı gibi... Dostlukların pekiştiği, yan yana gelişlerin vesilesi olması nedeniyle güzeldir böylesi günler. Ancak tüketimi artıran hediyenin değeriyle ölçülebilir hale gelmesi kötüdür.

Mutsuzluklara neden olmamalıdır.

Yeni yıl sofralarımıza bolluk içinde olduğu, günümüzün güzel, açlığın olmadığı bir yıl olsun diyelim ve sofralarımızı kurup sevdiklerimizle mutlu bir yıl başlangıcı yapalım.

KARINCAKARARINCASemra Uzunok

MALZEME

1 büyük tavuk

2 bardak prinç

1/2 kg haşlanmış kestane

Kuş üzümü

Fıstık

Defne yaprağı

1 adet soğan

Tuz

Tane karabiber

YAPILIŞI

Princi ıslatalım. Tavuğu yıka-yıp tencereye alalım. Defne yap-

rağını, tane karabiber ve soğanı ilave edip suyunu koyalım. Tavuk pişince ateşten alalım. Fırın tepsi-sine çıkaralım.

Pilav tenceresine 1 kaşık tere-yağını koyup kuş üzümü ve fıstığı ilave edelim. 3 bardak suyu da ek-leyip su kaynadıktan sonra iyice yıkadığımız princi koyalım. Haş-lanmış kestaneyi de ilave edelim.

Pilav demlendikten sonra fırın tepsisine aldığımız tavuğun içine pilavı doldurup bir kapta domates salçası ve yağı paçal edip tavuğun üzerine sürelim ve fırına atalım. Üzeri kızarıncaya kadar pişirelim.

FIRINDA KESTANELİ TAVUK m e z e t a r i f l e r i

YUMURTA SALATASI

MALZEME

4 -5 adet katı haşlanmış yumurta

Yeşillik

Yeşil soğan

Zeytinyağı

Limon

Kırmızı biber

YAPILIŞI

Salata yapar gibi tüm malzemeyi doğrayıp üzerine zeytinyağı ve li-monu ilave edelim. Salata tabağı-na aldıktan sonra siyah zeytin ve domatesle süsleyebiliriz.

HUMUS

MALZEME

Yarım kilo nohut (ya da konserve haşlanmış nohut)

Yarım su bardağı su

1 su bardağı tahin

1 baş dövülmüş sarımsak

Limon suyu

2 tatlı kaşığı tuz

YAPILIŞI

Eğer nohutu hazır almayacak-sak akşamdan 1 tatlı kaşığı tuzlu suda ıslatın, düdüklü tencerede 45 dakika pişirdikten sonra suyunu süzelim. Kabuklarnı ayıralım, ya-rım su bardağı su ilave edip blen-dırdan geçirelim. Ayrı bir kapta tahin, dövülmüş sarımsak, limon suyu ve 1 tatlı kaşığı tuzu karış-tıralım. Blendırdaki nohutların üzerine hazırladığınız bu karışı-mı ekleyin. Kıyılmış maydanoz ve krmızı toz biberle süsleyerek ser-vise hazır hale getirelim.

TAVUK PAÇA ÇORBA:

MALZEME

Haşlanmış tavuk eti

1 kaşık un

Sarmısak

Kırmızı biber

Yağ

YAPILIŞI

Haşlanmış tavuk etini elimizle tifteleyerek parçalayalım. Tence-rede yağ ve bir kaşık unu az çevi-rip tavuk suyunu tencereye ilave edelim. Kaynayınca tavuk etlerini ilave edelim. Sarmısağı döverek ilave edelim. Üzerine tereyağında kızdırdığımız kırmızı biberi ekle-yelim.

TAVUK PAÇA ÇORBA:MALZEME

Haşlanmış tavuk eti

1 kaşık un

Sarmısak

Kırmızı biber

Yağ

YAPILIŞI

Haşlanmış tavuk etini elimizle tifteleye-rek parçalayalım. Tencerede yağ ve bir kaşık unu az çevirip tavuk suyunu ten-cereye ilave edelim. Kaynayınca tavuk etlerini ilave edelim. Sarmısağı döverek ilave edelim. Üzerine tereyağında kızdır-dığımız kırmızı biberi ekleyelim.

Page 20: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 20 | 29 aralık 2012 | gelecek

Almanya Futbol Federasyonu DFB, stadyumlarda yeni düzenlemelere gideceklerini açıklamasından hemen sonra, Almanya’da tam anlamıyla bir tribün isyanı baş-ladı. Stadyum ve çevresindeki düzenlemelerden bazıla-rı şöyle: Yüksek riskli maçlarda rakip tribünlere ayrılan bilet sayılarının azaltılması, Almanya’da ultras bölümü olarak adlandırılan kale arkalarındaki koltuksuz tribün-lere koltukların eklenmesi, maç önceleri taraftarların daha ciddi bir aramadan geçirilmesi ve meşale yakılma-sının önüne geçilmesi.

Bu düzenlemeler karşısında Almanya tribünleri protes-

tolarını çok ciddi bir şekilde sürdürüyor. Yeni yasayı her maçın 12. dakikasının 12. saniyesine kadar susarak ve DFB aleyhine açtıkları pankartlarla protesto ediyorlar. Bu protestodan etkilendiklerini söyleyen Dortmund oyuncuları, “Aramıza girmelerine izin vermeyin, deste-ğiniz olmadan iyi futbol oynayamayız” diyerek protesto-nun en azından kendi seyircileri tarafından bitirilmesini istediler.

DFB, yeni çıkarılan yasayla birlikte Almanya’da tribün-lerde kontrolü kulüp yönetimleri ve zengin seyircilerin lehine değiştirmek istiyor.

*Almanya’nın aykırı futbol kulübü St. Pauli yönetiminin davetiyle, her yaz dünyanın çeşitli bölgelerinden bir araya gelerek birbirleri arasında fut-bol maçı yapan ırkçılık karşıtı taraftar gruplarının düzenlediği Antira adlı or-ganizasyonun, 2012 sloganı.

Türkiye’de artık stadyumlarda e-bilet uygulaması olacak. Önümüzdeki sezon ile birlikte başlayacak olan uygulama, akıllara George Orwell’ın ünlü yapıtı 1984’ü getiriyor. Devletin, halkı inanıl-maz bir şekilde kontrol altında tuttuğu 1984 dünyasında, insanlar en küçük protestoda, sistemin kabul etmeyeceği bir davranışta devletin cezalandırması ile karşı karşıya kalmaktalar. Bugün getirilen e-bilet sistemiyle bu yolda bir adım atıldığı aşikâr.

Bugün en basitinden Fenerbahçe Şük-rü Saraçoğlu Stadyumu, binlerce ka-mera ile izlenmekte. Bu izlemeye spor büro polislerinin el kameralarıyla çek-tikleri görüntüler de dahil. Bayramlar-da, kutlamalarda, TV jeneriklerinde hoyratça kullanılan meşalelerden biri-ni ateşlemek demek, o yöndeki tüm ka-meraların size dönmesi ve fişlenmeniz demek. Eğer takımınızın yönetimin-den memnun değilseniz ve onlardan

istifa etmelerini talep ettiyseniz (Ka-rabükspor-Fenerbahçe maçında ‘Aziz Yıldırım istifa’ diyen bir taraftar ve Ga-ziantepspor-Mersin İdman Yurdu ma-çında ‘Yönetim istifa’ pankartı açan bir grup taraftar gözaltına alındılar) vay halinize. İşte bu noktada eleştirmeyen, taraftar değil seyirci olan, sessizce ma-çını izleyen insanlar olmamız için yeni bir silah gündemde: e-bilet.

E-bilet sistemiyle sahip olacağımız elektronik kimlikler ile biletimizi bu kimliklere yükletecek ve bu kimliklerle turnikelerden geçerek adımıza ayrıl-mış koltuklarda müsabakayı takip ede-bileceğiz. Böylece taraftar gruplarının önü kesilecek, bireysel olarak kalacağı-mız tribünlerde yönetimi eleştireme-yecek, memnun olmadığımız noktada protesto hakkımızı kaybedeceğiz. Sis-tem kameralarla izlediği sizleri e-bilet sistemiyle tümden kontrol altına almış olacak.

Elbette statlar ve salonlarda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçecekmiş gibi sunuluyor bu kameralar ve e-bilet sistemi. Fakat eğitim sistemiyle daha ilk günden bu yana bize ayrımcılığı, ırkçılığı ve bizden olmayana şiddet uygulamayı öğreten sistemin, çıkıp da

sanki bütün bunların sorumlusu de-ğilmişçesine şiddeti durdurmaya çalış-ması pek bir ironik. Ekonomik baskıyı üstünde hisseden, sistemin tüm yoz-laşmışlığını omuzlarında taşımak zo-runda olan işçi sınıfının, ona kazanma şansını tanıyan takımı uğruna ‘kavga’ etmemesini beklemek de bir o kadar polyannacılık.

Bu elbette şiddetin savunulması demek değildir. Burada şiddetin çözümü ka-meralarla, e-biletlerle gerçekleşemez. Kaldı ki şiddetin bariz şekilde siste-min ekmeğine yağ sürdüğü bir gerçek. Birbirlerinden nefret eden insanların, sisteme karşı mücadele etmeleri ola-

naksızdır. Bu da sistemin tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi işçi sınıfını birbirine düşürme politikasının bir başka ayağıdır. Eğer bu şiddetin çözü-münü arıyorsanız ve bu işte samimiy-seniz, sistemin ayrıntılarına bakınız ve insanlar arası ekonomik uçurumları araştırınız. İşte tribünlerdeki şiddetin, ırkçılığın, ayrımcılığın çözümünü ora-da bulacaksınız.

Bursaspor’lu Texas taraftar grubunun ‘E-bilete hayır’ bildirisinde de söyle-dikleri gibi “Bizim, sokaklarda dizle-rimiz yara bere içinde oynarken gönül verdiğimiz futbolda e-bilete, kamera-lara yer yok.”

spor

Stadyumlarınızı Geri Alın!*

En İyisi Corinthians

Libertadores şampiyonu Brezilya ekibi Corinthians ile Şampiyonlar Ligi şampiyonu Chelsea’nin karşı karşıya geldiği FIFA Dünya Kulüpler Kupası Finali’nde Chelsea’yi 1-0’la geçen Corinthians şampiyon oldu.

Cüneyt Çakır’ın yönettiği, Bahattin Duran ve Tarık Ongun’un yardımcı-lığını yaptığı karşılaşmada, İngiliz-lere göre Chelsea teknik direktörü Rafael Benitez’in korkak oyunu so-nucu, ‘dünyanın en iyi kulüp takı-mı’ 1-0’lık skorla Corinthians oldu. Japonya’nın Yokohama Stadı’nda oynanan maçta Brezilya temsilci-sinin tek golü 69. dakikada Paolo Guerrero’dan gelirken kaleci Cassio Ramos başarılı oyunu ile dikkat çek-ti. Bu galibiyetle kupayı kaldıran Co-rinthians, 2012 yılının en iyi kulüp takımı olurken Mısır ekibi Al Ahly’yi 2-0 ile deviren Meksikalı Monter-rey de turnuva üçüncüsü oldu.

Almanya’da Tribün Isyanı

Page 21: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 21 | 29 aralık 2012 | gelecek spor

t r i b ü n l e r i n g ü n l ü ğ üAykut Kocaman’ı Savunmak

Bu 15 günlük süreçte, yüzümüzü güldüren pek bir hadise yaşanmadı. Bu yüzden size biraz Kenan Özvaran’dan bahsetmek istedik. 6 yıldır tuttuğu ve alt liglerden bir türlü kurtulamayan İstanbulspor’un her deplasmanına tek başına giden Kenan Özvaran, tri-bün jargonunda cefakâr kelimesinin karşılığı.

Bazen küfür yiyen, bazen de hoşgeldinlerle karşılanan Özvaran, takımının peşinden Edirne’den Kars’a birçok deplasmana gitti. Bazen açtığı tek bir bayrakla kendi koreografisini bile yapan Özvaran, çoktan seyirciliğe karşı taraftarlığın sembolü haline geldi.

Tribün günlüğünün bahsetmek istemediğimiz kısmı ise biraz kabarık; örneğin Zenit St. Petersburg ta-raftarları, kulüp yönetimine Slav ırkından olmayan, eşcinsel futbolcu istemedikleri yönünde bir beyanda bulundular. Her ne kadar bu kulüp tarafından redde-dilse de Zenit’in Petrovski Stadyumu’nun büyük bir kısmını bu taraftar grubu oluşturuyor.

Diğer olaylar ise Türkiye’den. Maddi bataktan bir türlü çıkamayan Ankaragücü’nün taraftarları önce kulübün tesislerini basarak ortalığı birbirine kattı, ardından 1 hafta sonra Erciyesspor ile oynadıkları maçta sahaya dalarak rakip takım taraftarına saldır-maya çalıştı. Aynı hafta bu sefer de Karşıyaka taraftar-ları sahaya girerek rakip takım taraftarına saldırmak istediler. Olaylarda 13 kişi gözaltına alınsa da hepsi serbest bırakıldı.

Tribünlerde yaşananların devamı ise baskıcı yöne-timler ve polisten geldi. Fenerbahçe-Karabükspor maçında önce kendisini eleştiren bir taraftarı gözaltı-na aldırtan Aziz Yıldırım, bir hafta sonra Ülker Sports Arena’da oynanan Fenerbahçe-Galatasaray kadın basketbol müsabakasında kendisini eleştirecekleri id-diasıyla biletleri olmasına rağmen bazı taraftar grup-larını salona aldırtmadı ancak taraftar grupları polis barikatını yararak maçın ilk periyodunun bitimine doğru salona girmeyi başardılar. Gaziantepspor-Mer-sin İdman Yurdu maçında ise bu sene kurulan ‘Free Falcons’ adlı taraftar grubunun açtıkları ‘yönetim istifa’ pankartı ve tezahüratlarından dolayı grubun 13 üyesi maçtan sonra gözaltına alındı. Polis gözaltındaki taraftarlara pankart açtıkları kamera kayıtlarını gös-tererek suç işlediklerini söyledi. Edirne Olin-Mersin Büyükşehir Belediye erkek basketbol müsabakasında ise polis akıllara durgunluk getirecek bir şekilde sara nöbeti geçiren bir taraftara copla saldırdı.

Artık bu olayların son bulması ve 2013 ile birlikte daha çok spora layık olayların yaşanması ümidi ile.

Önce Galatasaray, ardından da Karabükspor maçında oynanan kötü futbolun faturasının ta-raftarın bir kısmı tarafından Aykut Kocaman’a kesilmesiyle başlayan kriz, Fenerbahçe yönetici-si Abdullah Kiğılı’nın yaptığı açıklama ile tatlıya bağlandı. Görevine devam edecek olan Aykut Kocaman’a yönetim tarafından da ciddi bir des-tek verileceğini açıklayan Kiğılı, takımın devre arasında transferlerle güçlendirileceğini belirtti.

Maç sonrası istifasını veren ancak yönetimin ve futbolcuların baskısıyla görevine geri dönen Aykut Kocaman, görevde olduğu sürede 1 şam-piyonluk, çoğu taraftara göre en az şampiyonluk kadar değerli bir ikincilik ve bir Türkiye kupası kazandı. Ayrıca Fenerbahçe başında en çok ga-libiyet oranı yakalayan teknik direktör olma un-vanını kazanırken, 47 maçlık iç saha yenilmez-lik serisi de yakaladı.

Nedendir bilinmez, ulusal basının sportif başa-rısı bir yana, saha dışındaki duruşu ile gönül-leri fetheden, Fenerbahçe gibi iktidarla iç içe bir kulüpte şampiyonluğa giderken maç sonrası röportajına ‘işçi kardeşlerinin’ 1 Mayıs’ını kut-layarak başlayan Kocaman’ın istifası için birkaç yazar dışında yaptığı ağız birliği ortada. İstifa sonrası AKP yanlısı gazeteci Mehmet Baransu ve AKP Antep milletvekili Şamil Tayyar’ın Twit-ter’daki yazıları akıllara Akşam, Sabah, Zaman gibi hükümet yanlısı gazetelerde durmadan çı-kan Aykut Kocaman aleyhtarı yazıları getirmedi değil. Fatih Terim gibi ırkçı bir teknik direktö-re methiyeler dizen basının, Aykut Kocaman’a bu kadar fazla saldırması daha ne kadar devam eder bilinmez ama Kocaman’ın bu görevi kolay kolay bırakmayacağı ve er ya da geç sistemini oturtmayı başaracağı ortada

İlk Şampiyon Hakkâri’den

Türkiye Amatör Ligleri’nde sezo-nun ilk şampiyonu Hakkâri’den çıktı. Bazı illerde sezon hâlâ baş-lamamışken, Muş ve Hakkâri gibi illerde sezon tamamlanmak üzere...

29 Eylül’de 9 takımın katılımıy-la başlan Hakkâri 1.Amatör’de,

Yüksekova Belediyespor mu-azzam bir başarıya imza attı ve oynadığı 16 lig karşılaşmasında 46 puan toplayarak şampiyon-luk ipini göğüsledi. Attığı 78 gole karşılık, kalesinde sadece 5 gol gören Yüksekova ekibi, ligin ikinci yarısında sadece 3 karşı-

laşmaya çıkarken, diğer karşılaş-malarını hükmen kazanmış.

Diğer illerin yerel liglerinde ol-duğu gibi kısıtlı olanaklarla mü-cadele eden ve çeşitli nedenlerle (ilgisizlik, maddi olanaksızlıklar, ligde iddiasını yitirme...) lige de-vam edemeyen takımlar gerçeği Hakkâri’de de karşımıza çıkıyor.

Ununu eleyip eleğini duvara asan Yüksekova Belediyespor bundan sonra, Bölgesel Amatör Lig 2. Grup’ta mücadele eden Hakkâri Zapspor’un ligi ta-mamlamasını bekleyecek. Eğer Hakkâri Zapspor, ligi son 2 sıra-nın içinde bitirmezse Yüksekova Belediyespor ile Play-Out kar-şılaşması oynayacak; aksi hâlde Yüksekova Belediyespor önü-müzdeki sezon Bölgesel Amatör Lig’de mücadele edecek.

Page 22: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 22 | 29 aralık 2012 | gelecekkültür-sanat

GOD BLESS AMERICA

TANRI AMERİKA’YI KORUSUN

Kapitalizmin, insanları uyuşturmak için yeryüzüne gönderdiği bir araç ola-rak televizyonun etki alanı kabul etmesek de makro düzeydedir. Milyarlara hitap eden bir yapısı var. TV programları, şovlar biz istemesek bile evimize giriyor. Düzey, kalite açısından yerlerde sürünen bu programların insanı bir yozlaşmaya sürüklediği kesin. İşte bunun farkında olan Frank’in hikâyesini anlatıyor God Bless America.

Filmi kısaca özetleyelim: Frank orta yaşlı, eşinden ayrı, kız çocuğu olan bir adamdır. Toplumun televizyona ve internete endeksli hayatı yaşayış şek-li Frank için dayanılmazdır. Frank, popüler markaların ve medyanın esiri olmuş, artık hiç kitap okumayan insanların oluşturduğu bir ülkenin üyesi olmaktan dolayı son derece mutsuz ve huzursuzdur. İnsanların birbirleri-ne saygı göstermemeleri, basitlikleri, değer yargılarının her gün erozyona uğraması Frank’ı yalnızlığa ve büyük bir öfkeye iter. İşyerindeki sekreterin şikâyeti üzerine yıllardır çalıştığı yerden sudan bir sebepten atılan Frank, en sonunda beyninde tümör olduğunu da öğrenir. Yaşamak için hiçbir sebebi-nin kalmadığını düşünüp ağzına silah dayadığı anda televizyondaki reality şovlardan birinde şımarık bir kızı ve kendisine araba alan ailesine istediği marka araba almadıkları için neler söylediğini görür. Kendini öldürmeden önce ölümü hak eden başkaları olduğunu düşünen Frank, kızı ve ailesini vu-rur. Tam bu cinayetleri işlerken 13 yaşındaki Roxy onu görür. Topluma karşı Frank’in taşıdığı nefretin aynısını taşıyordur Roxy. Frank’in bütün itirazları-na rağmen ikili yollarına beraber devam ederler.

Frank, insanların içinden geçirebildiği ama yapmaya cesaret edemediği bir şeyi yapmaya kalkışıyor. Tabi bunu artık hayata olumlu bakacak hiçbir şeyi kalmadığı, yaşamanın bir anlamı olmadığı zaman yapıyor. “Ben ölmeden önce ölmesi gereken insanlar var” düşüncesinden hareketle kendi adaletini kendisi sağlıyor. Bunu yaparken de toplumu düzeltmek gibi bir amaç gütmü-yor. O sadece öfkesini kusuyor. Bu anlamda sadece medyanın ve toplumun

kokuşmuşluğuna karşı bir çığlıktır Frank’in yaptıkları.

Filmin senaryo açısından eksikleri çok. Örneğin güvenlik kameralarıyla yüzleri kaydedilen Frank ve Roxy ulusal televizyonlara çıkmalarına rağmen ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar ve kimse onları tanımıyor. Ame-rika’daki güvenlik sistemleri düşünüldüğünde bu kadar kolay her yere girip çıkmaları da zorlama olmuş. Frank’in tabancasını her kullandığında attığını vurması gibi inandırıcılığı olmayan sahneler de var. Yönetmenin bu konuya belki de bilinçli olarak dikkat etmediği düşünülebilir. Çünkü çok bariz hata-lar bunlar.

Bu hatalar bile engel olmuyor filmi izlemek için. Çünkü film içimizdekini, nefret ettiğimiz şeyleri kusmamızı sağlıyor. İnsanların sosyal ilişkilerde pa-pağanlaşması, medyanın toplumu uyutması gibi sağlam tespitleri var filmin. Frank’in şu sözlerine dikkat etmeli: “Sizin neslinizin sorunlarından biri de bu, eğer videosu kaydedilmediyse hiçbir şeyden zevk alamıyorsunuz. Sen oradaydın, o anı sen yaşadın, bu bir deneyim olarak yetmiyor mu? Bir da-haki sefere bir şeyi hatırlamak istediğinde cep telefonunu çıkarmak yerine neden beynindeki kamerayla kayıt yapmıyorsun?” veya “Adım Frank ama bunun bir önemi yok. Asıl soru sizin kim olduğunuz… Amerika acımasız ve vahşi bir yere dönüştü. En yüzeysel, en aptal, en acımasız ve en gürültücü olanı ödüllendiriyoruz. Azıcık dahi terbiye duygumuz kalmadı, utanma duy-gumuz kalmadı. Doğru ve yanlış ayrımı yok. İnsanlar arasında en kötü olan-ları örnek alıp onları övüyoruz. Para kazandığımız müddetçe yalan söylemek ve korku yaymak yanlış şeyler değil. Sloganlarla hareket eden, e-postalarla kin kusan nefret tacirleriyle dolu bir ülkeye dönüştük. Şefkatimizi kaybettik. Ruhumuzu kaybettik…”

God Bless America, yozlaştıran medya ve yozlaşan toplumun trajik öyküsü-nü anlatıyor. Filmin isminde Amerika geçiyor olması sizi aldatmasın. Film pay alması gereken herkesin hikâyesi aslında.

Page 23: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

sayfa 23 | 29 aralık 2012 | gelecek bulmaca

Hard Puzzle 4,147,953,820

1 6

5 3 1

7 5 8 9 4

1 8 5

6 9

5 2 3

4 6 8 5 2

5 8 7

3 4

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

27 12 2012

1/1www.websudoku.com/?select=1&lev el=3

Evil Puzzle 3,988,874,390

2 7 1

1 7 6

6 5 4

5 3

6 5 1

8 9

2 4 7

1 2 4

1 3 8

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

27 12 2012 Web Sudoku - Billions of Free Sudoku Puzzles to Play Online

1/1www.websudoku.com/?lev el=2

Medium Puzzle 4,191,247,642

6 9 5

9 3 2 6 5 4

4 9

4 7 2 6

2 5

5 9 7 3

9 4

3 2 6 5 4 1

9 1 6

Back to puzzle Print another...

© Web Sudoku 2012 - www.websudoku.com

SUDOKU

SOLDAN SAĞA

1.Düzenli, örgütlü. – Yunanistan’ın başkentinin baş harfi. 2. Gerçek. – İçinde yabancı bir öğe bulun-mayan. 3. Gemide çalışan veya gemi işleten kim-se. – Kızıl, kırmızı. 4. Sahiplik, mülkiyet. – Mev-lana Celaleddin Rumi’nin altı ciltlik Farsça eseri. 5. Kenya’nın başkentinin baş harfi. – İrlanda’nın başkentinin baş harfi. – Rusya’nın başkentinin baş harfi. – Çok anlayışlı, sezgili. 6. Pahalı bir besin. – Genellikle üzüm, dut vb. meyvelerin kaynatılarak koyulaştırılmış biçimi. 7. İdealist düşüncede vü-cuttan ayrı bir varlık olarak kabul edilen tin, öz. –

Bir bağlaç. – Danimarka’nın başkentinin baş harfi. – Güney Kore’nin başkentinin baş harfi. 8. MÖ 11. yüzyıl ile 8. yüzyıl arasında Suriye’de yaşamış Sami bir kavim. – Norveç’in başkentinin baş harfi. – Bir bağlaç. 9. İri taneli pirinç – Mana. 10. Demir sert-liğinde, kolay işlenebilen ve kolayca tel durumuna getirilebilen bir element. – Gorki’nin bir romanı.

YUKARIDAN AŞAĞI

1.Orduda rütbesi en yüksek general. 2. Gerçek. – Dünyadaki bütün Türkleri birleştirme fikri. 3. Atı yönlendirmek için ağzına takılan demir araç.

– Senegal’in başkentinin baş harfi. – Yeşile çalan toprak rengi. 4. Bilen. – Kosova’nın başkentinin baş harfi. – Taş dizme. 5. Nijer’in başkentinin baş harfi. – Alevilerin toplanma yeri. – İskoçya’nın baş-kentinin baş harfi. 6. Mısır tanrıçalarından biri. – Kenya’nın internet ülke kodu. – Kırmızı, kızıl. 7. Güney Afrika’nın internet ülke kodu. – Ad, ün. – Dokuzdan sonra gelen sayının adı. 8. Halk dilinde yabancı. – Amaç, gaye, maksat, hedef. - B ir nota. 9. Ödün. – Normal bir erişkin vücut ağırlığının 1/13’ünü oluşturan hayati kırmızı renkli sıvı. 10. Türkmenistan’ın başkentinin baş harfi. – Yıkanmak için kullanılan örgü. – Yüz.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

1 2

2

3

4

5 4

6

7 3

8

9 1

10

Page 24: Gelecek Halk Gazetesi Sayı 32

"bu gazetenin altında bir ikir var” diyerek yola çıktık. 14 ay boyunca 2 haftada bir sizlerle buluştuk. Bu süre içinde iş cinayetlerine kurban giden işçilerin, tutuklu öğrencilerin, erkek-devlet şiddetine uğrayan kadınların, yok sayılan Alevilerin, inkar edilen Kürtlerin ve cezaevinde bulunan binlerce özgürlük mahkumunun, halkın sesi olduk. 10 Ocak’tan itibaren sesimiz artık daha sık ve çok çıkacak. Bu zamana kadar esirgemediğiniz desteğinize daha çok ihtihtiyacımız var. Daha iyi bir GELECEK’te buluşmak dileğiyle...

daha iyi bir GELECEK

isteyenleringazetesi