fyzy dergisi 32. sayı

44
32. EL EMEĞİ GÖZ NURU... AŞK MESHEBİ HA BU AKAN DERELER... SATILIK SEVGİ! MELEKLER ŞEHRİ Ekim 2015 FYZY FMV’nin armağanıdır. Para ile satılmaz. İKİNCİ HAYAT

Upload: fmv-isik-okullari

Post on 24-Jul-2016

253 views

Category:

Documents


6 download

DESCRIPTION

FYZY Dergisi 32. Sayı

TRANSCRIPT

Page 1: FYZY Dergisi 32. Sayı

32.

EL EMEĞİ GÖZ NURU...

AŞK MESHEBİ

HA BU AKAN DERELER...

SATILIK SEVGİ!

MELEKLER ŞEHRİ

Anaokulundan üniversiteye güçlü ve çağdaş eğitimFMV Işık Okulları 130 yıllık köklü geçmişi, güçlü eğitimci kadrosu,

çağdaş eğitim sistemiyle eğitimde öncülüğünü sürdürüyor.

www.fmv.edu.tr

105-K

SY-S

Y-1

8-1

0/

2015

Nişantaşı Kampüsü Ayazağa Kampüsü Erenköy - Güneş Kampüsü Ispartakule / Bahçeşehir Kampüsü Işık Üniversitesi Şile Kampüsü

Ekim 2015

FYZY

FMV’n

in a

rmağ

anıd

ır. Par

a ile

sat

ılmaz

. İKİNCİ HAYAT

130 YıldırMer?klı Öğrencilerin Okulu

Page 2: FYZY Dergisi 32. Sayı

SAYI: 32 EKİM 2015

FYZYİMTİYAZ SAHİBİ

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adınaFMV Yönetim Kurulu BaşkanıMimar M.Kâmil ÖZKARTAL

•SORUMLU MÜDÜR

Elk. Müh. Alp GÜNAYFeyziye Mektepleri Vakfı

Genel Müdürü

•YAYIN KURULUSevil KARACIK

FMV ve Işık Okulları Kültür Sanat YöneticisiÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi MüdürüŞenay KURT

FMV Özel Ayazağa Işık LisesiMüdür Yardımcısı

•DÜZELTMEN

Leyla TARAKÇIFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni•

TASARIM - KAPAKÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

EDİTORYAL YAPIM - BASKIMas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş.

Hamidiye Mahallesi, Soğuksu Caddesi, No: 334408 Kağıthane - İstanbul

Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 [email protected] No: 12055

•İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU MÜDÜR

VE YÖNETİM YERİ ADRESİTeşvikiye Cad. No: 6 Nişantaşı - İstanbul

Tel: 0212 233 12 03 444 1 368

(FMV)www.fmv.edu.tr

4 ayda bir yayımlanır.Yayının türü: Dergi, yerel, süreli

FMV HaberlerÖğretmen Olmak EğitimSatılık Sevgi KültürFarklı Kültürlere Başka Bir Gözle Bakmak AFS Kültürler Arası ProgramlarıSosyolojiAşk MezhebiHobiEl Emeği Göz Nuruİçimizden BiriSanata Adanmış Bir YaşamGeziMelekler ŞehriKent KültürHa Bu Akan DerelerSosyal Sorumlulukİkinci HayatYaşamak da Güzel Yaşatmak daSağlıkOlmalı mı Olmamalı mı?SanatBaşka Bir Sinema Hâlâ MümkünSporAkrobasiTarihten SayfalarBurası Dingo’nun Ahırı mı?

İ Ç İ N D E K İ L E R

49

10

12

14

16

18

22

26

30

34

36

40

42

Page 3: FYZY Dergisi 32. Sayı

5

BAŞYAZI

Sevgili Işıklılar,F YZY dergimizin yeni sayısında siz-

lerle bir kez daha buluşmanın he-yecanı içindeyiz.

Her yıl daha büyük bir heves ve heye-canla başladığımız eğitim-öğretim yılına, aramıza yeni katılan Işıklılarla birlikte bu yıl bir kez daha merhaba dedik. Öğrenci-lerimizin en değerli yıllarında onlara yol göstermek, çağdaş bilgiye ulaşmalarında yardımcı olmak ama en önemlisi “önce iyi birer insan” olmaları için çalışmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumlarından biri olarak şim-diye kadar binlerce mezun ve binlerce Işıklı ile Türkiye’nin aydınlık geleceğine atılmış binlerce köprüye yenilerini ekle-yebilmek adına, “130. Eğitim-Öğretim Yılı”mıza başladık.

Yolundan bir an olsun ayrılmadığımız Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Geleceğin güvencesi sağ-lam temellere dayalı bir eğitime bağ-lıdır.” Biz Ulu Önder’imizin bu sözü doğrultusunda ve aynı bilinçle, 130 yıl-lık köklü tarihimizde olduğu gibi bu yıl da yeni nesillere ilham olmak ve gele-ceğe ışık tutmak için vazifemizi yerine getireceğiz.

İstanbul’un bir ucundan diğer ucuna ya-yılmış kampüslerimiz, Işık’ın vizyoner ve köklü eğitim geleneğini artırarak yeni nesil-lere aktarmaya ant içmiş öğretmenlerimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine bağlı, Atatürk ilke ve inkılaplarından taviz vermeyen, hoşgörülü, adil, dürüst, başarı-lı, yani kısaca “iyi insan” yetiştirme hede-fini paylaştığımız velilerimiz ve çok sevgili mezunlarımız ile birlikte daha nice yıllar bu “Işıklı” yolda yürümeye devam edeceğiz.

Yeni eğitim-öğretim yılına başlarken inanıyoruz ki en değerli varlığımız olan öğrencilerimiz de denemekten korkma-yan, farklı olana saygı gösteren ve dü-şünce özgürlüğüne inanan, yaşadığı top-luma karşı sorumlu ve bilinçli, soran, sorgulayan, doğru ve iyinin peşinde ko-şan bireyler olmayı hedefleyeceklerdir.

1885 yılından bugüne süregelen 130 yıllık eğitim yolculuğumuzda, tarihe tanıklık edi-yor ve ışığımızı gelecek nesillere taşıyoruz. Biliyoruz ki bu eğitim serüveni sürecek ve kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam edecek.

130. Eğitim-Öğretim Yılı’nın hepimiz için sağlıklı, mutlu, verimli, barış dolu ve başarılı olmasını temenni ediyorum.

Mimar M. Kâmil ÖZKARTALFeyziye Mektepleri VakfıYönetim Kurulu Başkanı

130 Yıldır Çağdaş Eğitim

SAYI: 32 EKİM 2015

FYZYİMTİYAZ SAHİBİ

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adınaFMV Yönetim Kurulu BaşkanıMimar M.Kâmil ÖZKARTAL

•SORUMLU MÜDÜR

Elk. Müh. Alp GÜNAYFeyziye Mektepleri Vakfı

Genel Müdürü

•YAYIN KURULUSevil KARACIK

FMV ve Işık Okulları Kültür Sanat YöneticisiÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi MüdürüŞenay KURT

FMV Özel Ayazağa Işık LisesiMüdür Yardımcısı

•DÜZELTMEN

Leyla TARAKÇIFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni•

TASARIM - KAPAKÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

EDİTORYAL YAPIM - BASKIMas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş.

Hamidiye Mahallesi, Soğuksu Caddesi, No: 334408 Kağıthane - İstanbul

Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 [email protected] No: 12055

•İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU MÜDÜR

VE YÖNETİM YERİ ADRESİTeşvikiye Cad. No: 6 Nişantaşı - İstanbul

Tel: 0212 233 12 03 444 1 368

(FMV)www.fmv.edu.tr

4 ayda bir yayımlanır.Yayının türü: Dergi, yerel, süreli

FMV HaberlerÖğretmen Olmak EğitimSatılık Sevgi KültürFarklı Kültürlere Başka Bir Gözle Bakmak AFS Kültürler Arası ProgramlarıSosyolojiAşk MezhebiHobiEl Emeği Göz Nuruİçimizden BiriSanata Adanmış Bir YaşamGeziMelekler ŞehriKent KültürHa Bu Akan DerelerSosyal Sorumlulukİkinci HayatYaşamak da Güzel Yaşatmak daSağlıkOlmalı mı Olmamalı mı?SanatBaşka Bir Sinema Hâlâ MümkünSporAkrobasiTarihten SayfalarBurası Dingo’nun Ahırı mı?

İ Ç İ N D E K İ L E R

49

10

12

14

16

18

22

26

30

34

36

40

42

Page 4: FYZY Dergisi 32. Sayı

6

HABERLERHABERLER

Yönetmenliğini Cengiz Çevik’in, koreograflığını Özlem Güde’nin, müzik direktörlüğünü Sadettin Ademoğlu’nun ve yönetmen yardımcılığını İrem Dilaver ile Ceyda Demircioğlu’nun yaptığı; Ekrem Reşit Rey ve Cemal Reşit Rey kardeşlerin ölümsüz eseri “LÜKÜS HAYAT” bu kez FMV Özel Erenköy Işık Lisesi ve Fen Lisesi Tiyatro ve Müzikal Topluluğu tarafından sahnelendi.

Topluluğumuz, geçtiğimiz üç sezonda sahneledikleri “Yedi Kocalı Hürmüz”, “Hisseli Harikalar Kumpanyası” ve “İstanbul Efendisi” oyunları ile toplamda 58 ödül kazanmıştı. Bu sene sahneledikleri “Lüküs Hayat” oyunu ile de 21 ödül daha kazanarak dört senenin sonunda toplam 79 ödüle ulaştılar.

Bu sene altıncısı düzenlenen “İstek Dramafest Liseler Arası Tiyatro Yarışması”nda verilen on kategorideki ödüllerin dokuzunda aday gösterilen “Lüküs Hayat”, “En İyi Oyun” dâhil olmak üzere beş ödülün sahibi oldu. 6 Haziran’da Yeditepe Üniversitesinde yapılan ödül töreninde, ekip adına ödülleri topluluğumuzun yönetmeni Cengiz Çevik, Devlet Tiyatroları Sanatçısı Levent Niş’in elinden aldı.

ROTARY UR 2420. BÖLGE 3. SEVGİ - SAYGI - HOŞGÖRÜLİSELER ARASI TİYATRO ŞENLİĞİ -

Müzikal Dalında; VASFİ RIZA ZOBU En İyi Müzikal Ödülü FMV Özel Erenköy Işık Lisesi ve Fen LisesiSUHANDAN SÜHEYLA ŞENGEL Sanata Destek Ödülü Özden SoyerSUHANDAN SÜHEYLA ŞENGEL Sanata Hizmet Ödülü Cengiz ÇevikNİSA SEREZLİ - TOLGA AŞKINER En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Zeynep SönmezNİSA SEREZLİ - TOLGA AŞKINER En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Kerim KayaNİSA SEREZLİ - TOLGA AŞKINER Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Gökalp CinerGÜLİSTAN GÜZEY Jüri Özendirme / Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Nihat Tarık AfacanPERİHAN TEDÜ Jüri Özendirme Ödülü Lüküs Hayat OrkestrasıEn İyi Kostüm Tasarımı Ödülü Buse KilimciEn İyi Dekor Tasarımı Ödülü Selin Bakış - Fuat Vardar

İSTEK DRAMA FEST 6. LİSELER ARASI TİYATRO FESTİVALİ

En İyi Oyun Ödülü Lüküs HayatEn İyi Erkek Oyuncu Ödülü Kerim KayaYardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Nihat Tarık AfacanYardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Burcu ŞahinEn İyi Dekor Tasarımı Ödülü Selin Bakış - Fuat Vardar

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ 3. LİSELER ARASI TİYATRO BULUŞMASI

En İyi Oyun Ödülü Lüküs HayatEn İyi Erkek Oyuncu Ödülü Kerim KayaEn İyi Kadın Oyuncu Ödülü Burcu ŞahinEn İyi Kostüm Tasarımı Ödülü Buse Kilimci

ÖdüllerLüküs Hayat...

Page 5: FYZY Dergisi 32. Sayı

7

Page 6: FYZY Dergisi 32. Sayı

8

HABERLERHABERLER

FMV Bilişim ve Eğitim Teknolojileri ekibi olarak bu yıl ikincisini düzenlediğimiz #teknolojideI-ŞIKvar yaz öğretmen eğitimlerimiz tamamlandı.

Teknolojiyi derslerimize etkin bir şekilde entegre etmek amacıyla geçen yaz başlattığımız #teknolo-jideIŞIKvar eğitimleri; Google eğitim uygulamala-rı, eğitim yönetim sistemimiz, sınıf yönetim siste-mi ve Web 2.0 araçlarıyla zenginleştirdiğimiz içe-riğiyle, 4 kampüsümüzde bulunan 630 öğretme-nimize yönelik ortalama 12’şer saatlik programla gerçekleşti. Eğitimler hakkında yapılan olumlu geri bildirimler ve ETL (Eğitim Teknolojileri Liderliği) programına gönüllü katılımlar sonu-cunda teknolojinin etkin kullanıldığı ders örnek-leri artmış, kurum içinde ve dışında çeşitli eğitim platformlarında okulumuzu temsilen sunumlar yapılmıştır.

Geçen yıl temellerini attığımız #teknolojideIŞIK-var eğitimleri, bu yıl daha küçük gruplara daha fazla eğitmenimizle uygulamalı olarak tasarlandı. Kontenjanı sınırlı olan eğitimlerimize bu yıl 302 öğretmenimiz gönüllü katılım sağladı. Google eğitim uygulamaları, eğitime teknoloji desteği ile ilgili akademik modeller, web 2.0 araçları ile etkin ders içeriği hazırlama, dijital geri bildirim araçları, bilgiyi görselleştirme ve artırılmış ger-çeklik uygulamalarının eğitim alanındaki kulla-nımları, bu yılın öne çıkan başlıklarını oluşturdu.

“Öğretmenler Öğretmenlere Öğretiyor” (Teachers Teach Teachers) felsefesi ile başlattığımız ETL programımızdaki öğretmenlerimiz, eğitimlerimiz-de aktif görev alarak bilgi ve deneyimlerini mes-lektaşları ile paylaştı.

Öğretmenlerimizin alan bilgisi ve tecrübesini, eği-tim teknolojilerinin interaktif araçları ile entegre etmeyi amaçladığımız eğitimlerimiz, yıl içerisinde daha küçük gruplar ve modüller hâlinde yapılma-ya devam edecektir.

#teknolojideIŞIKvar Yaz Öğretmen Eğitimlerimizin İkincisini Tamamladık.

Page 7: FYZY Dergisi 32. Sayı

9

Bu yıl 3’üncüsü düzenlenen “ESU Debate Academy Summer 2015”, English Speaking Union Türkiye ile birlikte 13-17 Haziran 2015 tarihleri arasında Ayazağa Işık Lisesinin ev sahipliğinde gerçekleştirildi.

Harvard Üniversitesi, Oxford Üniversitesi, Slovenya Ljubljana Üniversitesi, Birmingham Üniversitesi, Franklin and Marshall College Amerika’dan gelen dünyaca ünlü münazara koçları, 5 gün boyunca münazara eğitimi verdi.

“ESU Debate Academy Winter 2015” öğrencilere uluslararası platformlarda İngilizce hitabet kabiliyetlerini kullanma, analitik düşünme ve mantıklı sonuç çıkarma, ulusal ve uluslararası konular hakkında bilgi sahibi olma ve pratik çözüm bulma gibi yeteneklerini geliştirme fırsatı sundu.

“ESU Debate Academy Summer 2015”e konuşmacı olarak katılan ABD Ankara Büyükelçiliği Ekonomi Müsteşarı Jim Turner, PE International Türkiye Müdürü Matthias Reimers ve Vestel Ticaret CFO/ Pazarlama GMY Tunç Berkman “iş dünyasında münazaranın önemi”ni vurgulayarak öğrencilerimizle bilgi ve deneyimlerini paylaştılar.

Ayazağa Işık Lisesinin yanı sıra Açı Okulları, Erkan Avcı Anadolu, Darüşşafaka, Eyüboğlu, Galatasaray, İELEV, İTÜ Ekrem Elginkan, Kadıköy Anadolu, MEF, Özel Ege, 50. Yıl Tahran Anadolu, TVO Şişli Terakki, Üsküdar Amerikan, The Gunnery Washington ve Robert Liselerinden 90 öğrencinin katılımıyla gerçekleşen akademide öğrencilerimiz çok başarılı sonuçlar elde ettiler.

En çok ilerleme ve başarı gösteren ilk üç öğrenci arasına giren 10. sınıf öğrencilerimizden Süha Güney Göksu ve Atakan Orhan “The Most Improved Student” ödülünü alarak “ESU Debate Academy London 2016”ya burslu olarak katılmaya hak kazandı. Öte yandan 9. sınıf öğrencilerimizden Kaan Sevenler, Nejat Yiğit Can ve 10. sınıf öğrencimiz İlker Işık turnuvadaki en iyi 5 konuşmacı arasına girmeyi başararak “The Best Speaker” ödülünü aldılar.

Page 8: FYZY Dergisi 32. Sayı

10

Bize Işık Oldun Bu Işık Hiç Sönmeyecek!

Page 9: FYZY Dergisi 32. Sayı

11

Öğretmen olmak;

... ateşler içinde yanarken okula gidip en yakınınızı toprağa verdikten hemen sonra derse girmektir.

... evinin ihtiyaçlarını kenara iterek sabaha kadar yazılı kâğıdı okumaktır.

... belki de sadece bir çocuğun ilgisini çekebilme ihtimali ile ders hazırlamaktır.

... kendi derdini unutup öğrencilerinin dertlerine üzülmektir.

... yağmurda şemsiyeni paylaşmak, pardösünün altına bir öğrenciyi almaktır.

... kahvaltı yapmadığını bildiğin öğrenciyle poğaçanı bölüşmek, onun doymasını sağlayamadığın için geceleri düşüncelere dalmaktır.

... elindekinin değerini bilmeyenle elinde hiçbir şeyi olmayanı yan yana oturtabilmektir.

... yetişmemiş anne ve babaların çocuklarını yetiştirmeye çalışmaktır.

... şartlar ne olursa olsun her zaman ve her yerde model olduğunu unutmamaktır.

... sadece kazanmayı değil kaybetmeyi de öğretmektir.

... eğitim-öğretim için çabalamak, üretmek ve engellerle mücadele etmektir.

... öğrencilere adı ile hitap ederek onlara saygı duymaktır.

... öğrencilerin hatalarına ergen gibi karşılık vermemektir.

... “özel”e saygıyı duymayı bilmektir.

... okumaktır, yazmaktır.

... merak etmek, araştırmaktır.

... sınavların sadece birer araç olduğunu unutmamaktır.

... farklılığın ne demek olduğunu bilmek ve bunu anlatabilmektir.

... durum ne olursa olsun her öğrencinin gözünün içine bakmak, onları samimi olarak dinlemektir.

... soru sormayı öğretmektir.

... estetik kaygılara sahip olmak ve sanatın gerekliliğini yaşamında taşıyarak gösterebilmektir.

... emeği yücelterek dürüst olmak ve evrensel değerlere sahip çıkmaktır.

... insanların yaratamayacakları hiçbir şeyi yok etme haklarının da olmadığını anlatmaktır.

... yaşamsal tüm hakları önemseyerek engellilerin hayatlarını kolaylaştırmaya çaba göstermektir.

... asaletin ve saygınlığın, her türlü güç, mevki ve rütbe bırakıldığında, geriye kalan kısım olduğunu öğretmektir!

... olumsuz koşullara karşı direnmek, ölmemek, hayatta kalmaktır!

Öğretmen, yakamoz gibi karanlıkta ışıldamak ve özel olmaktır.

Koşullar ne olursa olsun yılmayan, ulusal ve evrensel değerleri benimseyerek iyi insan yetiştirme telaşında olan mücadeleci öğretmenlere minnet duygularımla…

Ömer Orhan

Page 10: FYZY Dergisi 32. Sayı

12

EĞİTİM

Ş u Lidyalılar bugün olsa yine parayı ortaya çıkartma ve kullanma konu-sunda istekli olurlar mıydı acaba?

Bence olurlardı çünkü insan günlük yaşamını kolaylaştıran ya da daha doğru bir deyişle kolaylaştırdığını düşündüğü şeyleri çok çabuk benimsiyor.

Ah kapitalizm, nelere “kadirsin”. En inançlı ve iyi huylusunu bile azdırırsın! Lidyalılar alışverişlerde araç olsun istediler ama biz tadını kaçırdık ve “amaç” hâline getirdik. Parayı eskiden olduğu gibi değerli metal olarak

da bırakmadık. Kâğıt, çek, senet, bono, tah-

vil ve kredi kart lar ına

dönüştürdük. Günlük yaşantımızı ne kadar kolaylaştırdığı tartışılır ama binlerce yıldan beri kendimizi kaybederek hep peşine düştük.

Neredeyse her türlü inanç sisteminde erdem, iyilik, doğruluk, adalet ve paylaşım gibi değerler savunulur hatta söylemlerde mangalda kül de bırakılmaz. Ancak bunu düstur edinenlerin yaşamlarına yakından bakmak gerekir. Yani bu söylemler nereden geliyor? Mütevazı bir hayatın içinden mi yoksa sırça köşklerden, yatlar, kat-lar ve saraylardan mı? Sıcak jakuzi içinde soğuk içeceğini yudumlarken ahkâm kesmek marifet değil.

Yok, çok para insanı bozuyor, bu kesin, fazlası akla zarar. Azdıkça azası geliyor insanın.

Eski Yunan döneminde zenginlerin ve aristokratların gün boyu yan gelip yattıkları ve yiyip içtikleri bilinir. Hatta yemeğe o kadar düşkünmüşler ki doyduklarında kendilerini zorla kusturarak tekrar yemek yerlermiş. Bunu bilmeyenlerin “yuh artık” dediklerini duyar gibi oluyorum ama durum buymuş. Şaşırmayın, ben artık insanların bu sapkınlıklarına şaşırmıyorum. İnsanlardan gelen sürprizlerin milyonda biri hayvanlardan gelmiyor!

Bir tarafta açlık, sefillik, bebek ve çocuk ölüm-leri, yok olan canlı türleri; diğer tarafta ise bun-dan bihaber, şımarık ve aymaz insanlar! Bu durum günümüzün sorunu değildir, insanoğlu var olduğundan beri süregelmektedir. Maddi olarak zengin olan, her şeye de sahip olacağı algısı ile yaşar. Bu tür insanlar için para ile açılamayacak kapı da yoktur.

Satılık sevgi!

Paşa

Ömer ORHANFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Müdürü

Page 11: FYZY Dergisi 32. Sayı

13

O, bedeni ile ruhunun tüm ihtiyaçlarını satın alabileceğini düşünür. Peki, gerçekten alabilir mi? Mesela sevgi… Sevgi satın alınabilir mi? Belki… Ancak aldığını sanmakla, gerçekten sahip olmak arasında kıyaslanamayacak fark olduğu kesindir.O zaman çocuklarımıza maddi kazançla duy-gusal kazancın ne olduğunu iyi anlatmak gerekir. Onlara, verdiğimiz sevginin karşılıksız olduğunu ve onların da sevgilerini karşılıksız vermeleri gerektiğini öğretmeliyiz. Sevgi için para değil, samimiyet ve sorumluluk gerektiğinin altını çizmeliyiz.

Nasıl yapmalı, nasıl anlatmalı? Elbette belirli bir reçete yok ama öneri var.

Eğitimde sıkça kullanılan ödül ve ceza uygulamaları ile sevginin arasında çok ince bir çizgi olduğu unutulmamalıdır. Çocuğunuzu seviyor olmanız, onun her davranışını onaylayacağınız anlamına gelmez, gelmemeli. Sevdiğiniz için çocuğunuza ceza vermemek ya da ödülün değerini yitirtecek şekilde ve her istediğinde ödüllendirmek uygun değildir.

Eğitimde bireyin kendisine değil, davranışlarına odaklanmak ve doğru ile yanlışı ayırt etmek gerekir. Özellikle sevgi göstergesi olarak paranın gücünün kullanılması, ekilecek en kötü tohumlardan biri olacaktır. Ebeveynler, çocuklarını ihmal ettikleri noktalarda veya kontrolü kaybettiklerinde sevginin arkasına sığınarak açıklarını para ile kapatma yoluna gidebilmektedir. Bu durumda, çocuklarda sevginin de herhangi bir meta gibi satın alınabileceği algısı oluşmaya başlar.

Konuyu hemen hemen herkesin bir şekilde dâhil olduğu evcil hayvan sevgisi bağlamında örnekleyebiliriz. Sanırım çoğu kişi yaşamlarının bir kısmında hayvan beslemiş veya buna yeltenmiştir. Sahip olmak için ilk akla gelen yol ise bir dükkândan, güncel adıyla “pet shop”tan satın almaktır. En kolay yol. Ver parayı, seç seç al!

Özellikle de en şirinini, en küçüğünü… O zavallı yavrucaklardan civciv olarak alınanların tavuk, çoğunlukla da horoz olacağı dikkate alınmaz, ördek yavrusunun da büyüyeceği hiç düşünülmez mi ki? Ne o, küçük beyimiz ya da hanımefendimiz öyle istemiş…

Singapur kaplumbağaları vardır, herkes bilir. Çok küçücükken satılır. Hemen hemen her ailenin evine girmiştir. Plastik ağaç süsleri ile

tropik bir ada görüntüsü verilmiş küçücük bir tas içerisinde başlayan kaplumbağanın sorunları o büyüdükçe büyür. O büyür, kap da büyür ama bir yere kadar, en sonunda kaplumbağa 10 cm’yi bulmadan bir gölete atılarak macera sona erdirilir. Kaplumbağa için artık “survivor” macerası başlamıştır.

Tüm evcil hayvanlar için makûs talih değişmez. Küçük kalacağı düşünülen ya da hiç düşünülmeden satın alınan hay-vanlar büyür, hastalanır ve ilgi ister. Çocukların bu büyük sorumluluğu sonuna kadar alıp alamayacağından emin olmak gerekir. Hayvanların doğal ortamlarında bulunmalarının daha doğru olacağı veya ona sunulacak şartların doğal ortamlarını arat-mayacak şekilde olması gerektiği söylenme-lidir.

Diyelim ki ciddi anlamda bu sorumluluğu is-tiyorsunuz, o zaman para ile bir hayvan satın almak yerine sokaklara terk edilmiş hayvan-lara sahip çıkmalısınız. Gerçekten sevginizi paylaşmak ve bunu çocuğunuza aşılamak istiyorsanız engelli hayvanları sahiplenerek yaşamlarını sürdürmelerini sağlamalısınız.

Evcil hayvan satan dükkânlardan para karşılığında satın alıp sonra terk etmenin yollarını arayacağınız bir hayvana vereceğiniz tek şey, sahte bir sevgi ile trajik bir son olacaktır.

Çocuklarımıza sevginin satılık olmadığını öğretelim.

Page 12: FYZY Dergisi 32. Sayı

14

KÜLTÜR

D aha önce yurt dışına gittiniz mi? Muhteme-len şu anda bu yazıyı okuyan birçoğunuz iş, eğitim veya tatil sebebiyle dünyanın bam-

başka köşelerine gitmişsinizdir. Peki, hayatınızın her-hangi bir döneminde farklı bir kültürde bir ailenin evinde bir yıl boyunca yaşadınız mı?

15 yaşımda, hayatımda ilk defa Amerika Birleşik Devletleri’ne giderken sebebim tam da buydu… 1 sene boyunca hiç tanımadığım bir ailenin yanında kalacaktım. Daha önce ailemden 2 haftadan daha uzun süre ayrı kalmamıştım. Karadeniz Ereğli gibi küçük bir yerde büyümüştüm ve hep aynı evde oturmuştuk. Ailem, arkadaşlarım, okulum ve kom-şularımdan ayrı, yapayalnız bambaşka bir dünyaya doğru yolculuk yaparken ne kadar tedirgin olduğu-mu hatırlıyorum. Amerika’nın Wisconsin eyaletinde küçük bir kasabada geçirdiğim bir sene boyunca hem fiziksel hem psikolojik hem de düşünsel anlamda çok fazla değiştiğimin farkındaydım. Bugün bu de-neyimin üzerinden 12 sene geçti. Liseyi ve üniversi-teyi bitirdim, yüksek lisansımı yaptım ve iş hayatına atıldım. Ancak 12 yıl önceki AFS deneyimim, bugün benim kim olduğumda ve hayatta neyi isteyip neyi istemediğimde en önemli etkenlerden biridir. Dün-yanın ne kadar çeşitli, büyük ve karmaşık ama bir o kadar da küçük olduğunu aynı anda hissetmek müthiş bir duygu. AFS Kültürler Arası Programları sizi izlediğiniz bir filmin, okuduğunuz bir kitabın veya gördüğünüz bir fotoğrafın içerisine gönderiyor âdeta. Yaşadığınız her bir deneyim ve biriktirdiğiniz hikâyeler size bambaşka değerler katıyor. En önem-lisi de bu değerler, daha adil, barışçıl, demokratik ve saygılı bir toplum için kendinizden başlayarak hayata ve dünyaya farklı bir açıdan bakmanızı teşvik ediyor.

AFS Kültürler Arası Programları 100 yıldır dünya-nın dört bir yanında faaliyet gösteriyor ve özellikle de lise öğrencilerine yönelik kültürler arası öğrenme fırsatları sunuyor. Temelleri 1. ve 2. Dünya Savaşla-rında ambulans şoförlüğü yapan gönüllülere dayanan AFS Kültürler Arası Programları, farklı kültürlerden insanlar arasında kurulacak diyalog sayesinde ön yar-gıların yıkılması, duygudaşlık ve kültürler arası anla-

Ömer OngunTürk Kültür Vakfı Eğitim

Koordinatörü ve Kültürler Arası Öğrenme Sorumlusu

Farklı Kültürlere Başka Bir Gözle Bakmak: AFS Kültürler Arası Programları

Page 13: FYZY Dergisi 32. Sayı

15

yışın artmasıyla dünya barışının sağlanacağı inancıyla yola çıktı ve dünyanın dört bir yanına yayılarak sürdü. Sadece geçtiğimiz yıl 102 ülkeden 10,700 genç AFS’li oldu ve bu gençlere 40,000’den fazla gönüllü destek oldu. Türkiye’den ise her yıl yaklaşık 250 genç lise öğrencisi, Türk Kültür Vakfının düzenlediği Kültürler Arası Değişim Programları’ndan faydalanıyor. AFS Kültürler Arası Programları, Türkiye’de Türk Kül-tür Vakfı tarafından yürütülüyor.AFS, sadece bir değişim programı değil, küresel bir aile ve ağdır. IMF Başkanı ve Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü 5. kadını seçilen 1973 AFS’li Chris-tine Lagarde’ın dediği gibi “Bugün beni ben yapan yer, farklılıklarımla beni kabul eden ve bana kucak açan bu AFS ailesidir.”

Neden Kültürler Arası Bir Değişim Deneyimi?Kültürler arası bir deneyim bireylerin küresel dünyada uluslararası bir toplumun parçası olduklarını görme-lerini, dünyaya ve hayata farklı bir pencereden bak-malarını sağlıyor. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 11 okulda yapılan bir araştırmaya göre kültürler arası de-ğişim programlarına katılan gençler hem kendi ülke-leri hem de diğer kültürlerle ilgili çok daha fazla bilgi, ilgi ve meraka sahip oluyorlar.

Bilinmeyene yolculuk, farklı olanı deneyimleme ve çeşitliliği yaşama; gençlerde duygudaşlık, uyum ve açık fikirlilik yetkinliklerinin gelişimini sağlıyor ve bu yetkinliklere sahip olan bireyler profesyonel hayatla-rında farklı kurum ve kuruluşlara, ofis ortamlarına ve takımlara çok daha kolay adapte olarak daha başarılı oluyorlar.

Öte yandan farklı bir kültürde yaşayan genç, kendisini daha iyi tanıma, kapasitesini zorlama ve yaratıcılığını geliştirme imkânı buluyor. Bulunduğu kültüre uyum sağlama noktasında yaşadığı sorunlara çözümler üre-tiyor, yeni bir dil öğrenip günlük hayatında bu dili konuşabiliyor ve uzun yıllar sürecek arkadaşlıklar edi-niyor.

12 ülkeden 2000 genci kapsayan bir bilimsel araştır-ma ise AFS programlarından faydalanmış gençlerin dil öğrenme becerilerinin, stresle başa çıkma yetkinlikleri-nin ve farklı kültürlerden arkadaş edinme isteklerinin yaşıtlarına kıyasla gözle görünür biçimde yüksek oldu-ğunu ortaya çıkardı.

Kültürler arası deneyim gençlerde küresel liderlik özelliklerinin gelişimini destekliyor. Katılımcılar, dün-yadaki problemlerin farkına varıyor ve küresel çözüm-ler üzerine düşünüyor. Alışkın olmadığı yeni ve farklı araç ve kaynakları keşfederek inisiyatif alan bireyler, parçası oldukları toplumlara girişimci fikirleriyle kat-kıda bulunuyorlar.

Başvuru ve Katılım SüreciAFS Kültürler Arası Programları’na başvuruları İnter-net üzerinden alınmaktadır. Her yıl 1 Eylül’den iti-baren www.afs.org.tr adresini ziyaret ederek sizler de

1- http://www.washingtonpost.com/blogs/monkey-cage/wp/2015/08/20/the-surprising-effects-of-study-abroad/2- http://www.afs.org/afs-and-intercultural-learning/research/

bu programlara başvurabilir ve kültürler arası bir değişim deneyimi için ilk adımı atabilirsiniz!

Kül

türler

Ara

sı D

eğiş

im D

eney

imi B

irey

lere

Far

klı

Sev

iyel

erde

Öğr

enm

e Fı

rsat

ları S

unuy

or

Page 14: FYZY Dergisi 32. Sayı

16

nsanı ruh ve bedenden mürekkep iki ayrı cevher olarak ele alan Doğu geleneğinde çok iyi bilinen bir efsaneye göre Tanrı, kilden

bir heykel yapar, ardından “ruh”a bu heykelin içine girmesini buyurur. Ancak ruh söz konusu kutsal emre uymak istemeyerek hapsolmaktan korktuğunu söyler. Çünkü ruh, özgürce uçmak arzusu ile doludur ve hiçbir tutsaklığa boyun eğmek istemez. Başka bir deyişle ruh bedenin içine hapsolmayı reddeder. Bunun üzerine Tanrı, meleklerine müzik çalmalarını emreder. Başlayan müzikle birlikte ruh kendinden geçer ve müzi-ğin tınısını daha iyi yakalayabilmek için, kilden yapılmış heykelin bedenine girer.

Bu efsanede ruh ve beden ilişkisi açısından müzik, aracı bir rol üstlenmiş olur ve ontolojik olarak insanın var oluşuna bir katkıda bulunmuş olması hasebiyle ona ayrıcalıklı bir statü verilir.

İslam kültüründe özellikle Mevlevi, Bektaşi ve Alevi geleneğinde müziğin ilahi aşkın bir ifade-si olarak kullanıldığını görürüz. Burada müzik âdeta ilahi olanla bir iletişim kurma vasıtasıdır. Müziğin ruh üzerinde etkisi olduğu gibi beden üzerinde de etkisi vardır ve tesiri çok yüksek olan bir müzik, bedeni bir şekilde harekete geçirir. Bu durumda da akla Mevlevi geleneğinde yüzyıllar-dır var olan bir motif gelir: Sema

Sema Nedir?700 yıl kadar önce Konya´da mutasavvıf, filozof ve mukaddes bir şahsiyet olan Mevlana Celaleddin-i Rumi ile başladığını bildiğimiz sema, aslında çok daha öncesine, Şamanlar dönemine kadar daya-nır. Mevlana ile rafine edilen ve İslami bir hüvi-yet kazandırılan sema esnasında kişi, kalbinin bulunduğu istikamete doğru döner çünkü kalp Tanrı´nın evidir. Yavaşça eller ve kollar bulun-maları gereken yerlere ulaşırlar. Sağ el Tanrı´dan gelecek ihsanları kabul etmek üzere yukarı doğru açılır, sol el ise vermek ve paylaşmak gayesiyle aşağıya çevrilir. İşte burada “Hakk’tan alıp halka vermek” anlayışı devreye girer. Kişi aslında hiçbir şeye sahip değildir, her şeyi Allah’tan alır ve diğer varlıklarla paylaşması gerekir.

Sema evrensel aşka giden yolda bir adım ve bir dua, ayin öğeleri taşıyan bir ibadet dansıdır. Kişi birlik hissini kaybetmeden diğer insanlarla birlik-te sema eder. Sema aynı zamanda Tanrı´ya karşı duyulan ilahi aşkı simgeler; bu aşk yoluyla insan diğer insanları da sevmeyi öğrenir.Şimdi bir mekân hayal edin! Burada hiçbir din, dil, ırk, mezhep ayrımı yapılmadan insanlar bir arada müzik ve sema yapıyorlar. Dünyanın her yerinden insanlar buraya gelmiş. Hepsinin de tek bir gayesi, tek bir arzusu var: barış ve huzur içinde yaşamak. Kapitalist dünyanın kendilerine sunduğu “şunlara sahip olursan ancak mutlu olursun” dayatmasına kulaklarını tıkamış, onları ilahi olana yönelten bir müziğin peşine düşmüş-ler. Kendileri gibi duyan ve hisseden insanlarla beraber ilahi olanın birliğini hissetmişler.

Hani Yunus der ya:“Gelin tanış olalım. İşi kolay kılalım. Sevelim sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” Sufi İnayet Khan, Müzik İnsan ve Evren Arasındaki Köprü,Çev: Kaan

H. Ökten- Tuğrul Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul 20001, s. 23-24

Evet, Yunus’un bu sözlerini evrensel boyutta hisseden ve sahip olduğu güzellikleri bütün bir insanlıkla paylaşmayı kendine görev edinmiş bir insan var: Oruç Güvenç. Müziği terapi ola-rak kullanan ve kadim geleneği ihya etmek için ömrünü vakfetmiş olan Oruç Güvenç, sufi müzi-ği ve bir zamanlar bu müziğin icra edildiği ney rebab, çeng gibi otantik enstrümanları yurt içinde ve yurt dışında öğretmeye çalışan bir usta.

Oruç Güvenç ve Tümata (Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu) birkaç yıl önce, 700 sene evvel Hz. Mevlana´nın yaptığı gibi esas şekliyle sema yapmak gayesiyle bir denemeye girişir. Amaçları maneviyatlarını derinleştirmek-tir. Bu çalışmalar sırasında müzik hiç durmaz ve her an en az iki semazen döner vaziyette çalışma-lar devam eder. Elbet bu girişimlerinde ilhamla-rını Mevlana’dan alırlar.

Ahmet Eflaki, Menakıb el-Arifin (Ariflerin

Hatice ALTINTAŞFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni İ

kim o

lurs

an o

l gel

...

Aşk mezhebi

SOSYOLOJİ

Page 15: FYZY Dergisi 32. Sayı

17

Menkıbeleri) adlı eserinde Hz. Mevlana’nın bazen üç gün üç gece, bazen yedi gün yedi gece, bazen on altı gün ve on altı gece ve üç defa da kırk gün kırk gece sema yaptığını zikreder.

Geçtiğimiz yıllarda İsviçre, Almanya, İspanya, Avusturya ve Türkiye’de (Yalova, Gökçedere, Mehmet Rasim Mutlu Kültür Merkezi) sema çalış-ması yapılmıştır. Sema süresi Mevlana’nın sema yap-tığı günlere göre belirlenir. Dünyanın her yerinden gelen müzisyenlerin saat başı değiştiği bu etkinlikte sema hiç durmadan devam eder. Ancak öncelikle Yalova, Termal Gökçedere köyün-deki Mehmet Rasim Mutlu Kültür Merkezinden bah-setmekte yarar var. Gökçedere köyünde sevilen ve sayılan bir hanım olan Havva Hanım’ın tahsis ettiği tepedeki arazide, projesi ve mimarı Mehmet Rasim Mutlu Bey’in kendisine ait bir kültür merkezi inşa edilir. Yöre halkı bu binaya bir minare konulmasını ister. Mutlu Bey köyde dört adet cami bulunduğu-nu ve burasının bütün dünya insanlarına açık bir ibadethane olacağını söyler. Sekiz köşeli binanın her bir köşesinde “Lailahe illallah” yazan bu merkez, din ve mezheplerle ayrılmış insanları tevhitle birleştirme gayretindedir.

Bu yıl, on altı gün ve on altı gece süren sema etkinliği yüzlerce kişinin katılımıyla gerçekleşti. Ve kimler yoktu ki burada… Brezilya’dan, Belçika’dan, Bulgaristan’dan, İtalya’dan, İran’dan, Hindistan’dan, Avusturya’dan, Estonya’dan, Avustralya’dan, İspanya’dan, Moritus’tan, İsrail’den, İsveç’ten pırıl pırıl insanlar…

Bu insanların bu etkinliği nasıl duyup buralara kadar geldiğini merak ederek gayri ihtiyari sormadan edemiyorsunuz. Herkes birilerinden duyduğunu söylüyor. Mesela bir Güney Afrikalı kadın, İtalyan bir arkadaşı vasıtasıyla etkinlikten haberdar oldu-ğunu belirtince, İnternet ile yaşadığımız dünyanın ne kadar küçük bir mekâna dönüştüğünü tuhaf bir biçimde hissediyorsunuz.

Bu kadar insanın bir arada bulunması ve hiçbir kavga ve gürültünün çıkmaması insana mucize gibi geliyor. Çünkü masraflar bağış üzerinden karşıla-nıyor ve her şey gönüllü olarak yapılıyor. Bir de gönüllülerin hası diyebileceğimiz, ibadet eder gibi çalışan bireyler var. Semahanede tertibi sağlayan İsmail, alışveriş işleriyle uğraşan Emre ve mutfakta yemek trafiğini düzenleyen, nevi şahsına münhasır arkadaşımız Hülya bunlardan bazıları. Mutfakta yardım etmek istediğinizde Hülya’ya belirtiyorsunuz ve o da sizi soğan doğramak, fasulye ayıklamak, salata yapmak gibi işlere yöneltiyor. Ancak bu işleri yaparken kötü enerjinin yemeğe geçmesini önlemek için dedikodu yapmamanızı tembihliyor. Zaten mut-fakta öyle güzel ve coşkulu bir ortam var ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Zira yanınızda size

yardım eden farklı ülkelerden insanlar oluyor ve onlarla sohbet ederken dünyanızın genişlediğini duyumsuyorsunuz.

Yunus’u AnlayabilmekÜst katta semahanede ise bambaşka ulvi bir âlem var. Burada sizi en çok duygulandıran şey, bin bir çeşit insanla bir arada aynı müziği yapmanın mutlu-luğu. Yunus’un eserlerini geçerken kimlikleriniz ve inançlarınız ne olursa olsun herkesin bir olduğunu ve bir bütünü temsil ettiğinizi düşünüyorsunuz.

Bazen müzisyenler kendi enstrümanlarıyla kendi dillerinde müzik yapıyorlar. Mesela İranlıların müzi-ğini dinlerken ilahi aşkın en güzel Farsça ifade edil-diğini düşünüyor ve Mevlana’nın Mesnevi’yi neden Farsça yazdığını idrak ediyorsunuz. Burada duygula-rınız birbirine karışıyor, daha önce karşılaşmadığınız şeylere şahit oluyorsunuz. Bulgar bir grup kendi dillerinde söyledikleri eserlerin arasında “La ilahe illallah” dediklerinde bu ifadenin manasını düşünüp (Allahtan başka ilah yoktur), tek tanrılı dinlerin ısrarla vurguladığı tevhit anlayışının gerçekleştiğini ve Yaratan’ın birliğinde eridiğinizi hissediyorsunuz.

Tabii ki herkesin bu mekânla ilgili ayrı bir hikâyesi, ayrı bir tecrübesi var. Mesela rebab çalan bir İspanyol, Türkçe öğrenmek istediğini, zira eserlerin anlamını İngilizce çevirisin-den değil de Türkçe’den daha iyi anlayıp hissedebi-leceğini düşündüğünü; geçen yıl Erasmus programı ile Türkiye’ye gelen ve Tümata’ya katılan Estonyalı konservatuvar öğrencisi bir genç kız ise burada nefes alabildiğini söylüyor.

Avustralyalı bir bayan, bu ortamın ona kendisini cennette hissettirdiğini, burada sevgiyi bulduğunu ve bu güzelliklerin etkisiyle Müslüman olmaya karar verdiğini belirtiyor. Ailesinin Müslüman kelimesini terörist olarak algıladığını ve durumunu onlara nasıl açıklayacağını bilememekten dolayı da serzenişte bulunuyor.

Dışarıdan bakıldığında İslam’ın bu kadar kötü bir kelime ile özdeşleştirilmesi sizi hüzünlendiriyor. Ancak böyle bir etkinliğin gerçekleşmiş olması ve “Ne olursan ol gel!”, “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” düşüncesinin bir zamanlar bu topraklarda ortaya çıkması, aynı yaklaşımın yine bu topraklarda yeşereceğini umut etmenizi sağlıyor.

Ayrıca bu coğrafyada yaşayan insanların, üzerin-de yüzyıllardır uyunan bir hazineyi keşfeder gibi Mevlana’yı, Yunus’u, Hacı Bektaş Veli’yi yeniden anlamlandırarak bu felsefeyi diriltme azmiyle dünya barışını sağlamada ilk adımı atacağına inanmak isti-yorsunuz.

Sevgide güneş gibi ol, Dostluk ve kardeşlikte

akarsu gibi ol, Hataları örtmede

gece gibi ol, Tevazuda toprak gibi

ol, Öfkede ölü gibi ol, Her ne olursan ol,

Ya olduğun gibi görün,

Ya da göründüğün gibi ol.

Fotoğraflar: Levent Bozkurt

Page 16: FYZY Dergisi 32. Sayı

18

HOBİ

Y ıllardır teknolojinin getirdiklerini ve götürdüklerini tartışıp duruyoruz. Teknoloji, birçok durumda yaşamı-

mızı kolaylaştırsa da aslında insanoğlunu tembelliğe alıştırdığınıda itiraf etmek gerekir. Zaman kazanacağız diye teknolojinin her hâlini evlerimize soktuk. Ne oldu da her işimiz aceleye döndü bilmem? Hepimizde bir telaş, bir acele... Nereye yetişiyorsak? Bu telaş ve acele yüzünden mi teknolojiye ihti-yaç duyduk yoksa teknoloji ilerleyince mi telaşa kapıldık? Ne, neyi tetikledi bilemem ama dört yanımız makinelerle çevrili olduğu hâlde hamladık, tembelleştik, üretimi dur-durduk, tüketime tam gaz devam ediyoruz. Oturduğumuz yerde üretmektense saatlerce hatta günlerce sokak sokak, cadde cadde dolaşıp tüketiyor, adına da “vakit, nakittir” diyoruz. Ne çelişki ama!

Şimdi teknolojiyi hafifçe kenara kaldırıp biraz nostalji yapsak... 70’lere, 80’lere git-sek... Elimizden neler geliyormuş bir göz atsak...

Malum, önümüz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı; Eskiden sınıflarımızı ne de güzel süslerdik bayramlarda; renkli grapon ve yüzü parlak el işi kağıtları eşliğinde! Bayrağımızı kendimiz yapardık, beyaz el işi kâğıdından hilal ve yıldız keser, kırmızı el işi kâğıdına

yapıştırırdık. Kes-yapıştır o zaman da vardı yani ama bildiğimiz makas ve yapıştırıcıyla... Küçük el kaslarımız böyle gelişti bizim, şim-dikilerinse baş parmakları gelişiyor sadece. Bir beyaz, bir kırmızı, iki grapon kâğıdını uçlarından tutar, birbirinin üstüne gelecek şekilde beyazı kırmızının, kırmızıyı beyazın üstüne bir bir katlar, katlama bitince iki ucundan tutar açardık, camlara ve kapılara asılacak süsümüz hazırdı. Kendi ellerimizle, emeğimizle süslerdik sınıflarımızı, okulumu-zu. Ya şimdi? Git kırtasiyeye; al hazır süsleri, hazır bayrakları asıver gitsin.

Evlerde de hemen her şey el emeğiydi: örgü, dikiş, kanaviçe, etamin, tığ, iğne oyası, dan-tel, nakış... Eskiden her evde olağan sayılan el işleri, günümüzde dekoratif boyama ve takı tasarımın da eklenmesiyle öğrenmek için kurslara gidilen birer hobiye dönüştü...

Hobi; genellikle boş zamanları değerlendir-mek için heves edilen, ilgi duyulan, beceri geliştiren bir uğraşı.

Benimki hobi miydi hatırlamıyorum ama bir zamanlar örgü öğrenmeyi çok istemiştim. Annem şiş ve yünü elime verip “Bunu şunun üstünden attırıp diğerinin içinden geçirecek-sin, hep aynı şekil devam edeceksin.” demişti. Ama solak olduğumdan mıdır nedir, bir türlü denileni yapamadım, herkes sağa giderken ben sola gitmeye çalıştım, beceremedim. Sonra tığ öğren dediler, onda da zincir çek-menin ötesine geçemedim. Ama o kadarcık kısa süre içinde bile el işinin ne büyük emek istediğini ve çok sabır gerektirdiğini öğrenmiştim. İnsan ortaya bir şey çıkarınca kendini değerli ve önemli hissediyor. Sizin için zaman ayrıldığını ve size özel emek harcandığını bilmek, insana tarifi mümkün olmayan bir duygu yaşatmaz mı?

Nerede o sevdiği erkek için kaşkol ören genç kızlar? Çocuklarına kazak ören anneler? Komşu kızının bebeğine örülen patikler? Örneklerini paylaşan komşular nerede?

Şenay KURTFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Müdür Yardımcısı

El emeği göz nuru...

Page 17: FYZY Dergisi 32. Sayı

19

Aslında o yıllarda da teknoloji az da olsa vardı ve değerliydi. O kadar ki telefonların, televizyonların pikapların üzerlerine özel dantel örtüler örtülürdü. Açılışları kapanışla-rı da seremoniyle olurdu. Dantel de kıymet-liydi elektronik cihazlar da…

Çoktan geçtik o günleri, artık her şeyimiz hazır... Trikotaj çıktı, örgü bitti. Konfeksiyon çıktı, dikiş bitti.

O yıllarda özellikle yazlık mekânlarda boh-çacılar vardı. Kapı kapı dolaşıp rahibe işi çeyizlik eşya satarlardı. Manastırlarda aylar-ca süren işlemeler sonrası nakşedilen yatak örtüleri, masa örtüsü takımları... Hepsi tarih oldu. O nadide nakışların, dantellerin yerini her şeyde olduğu gibi Çin işi aldı.

El işinin masrafı az, emeği çok, değeri büyüktür. Ömrü uzundur; yıllarca dayanır, ne yırtılır ne de bozulur.

Hâlbuki, teknolojiyle gelişen fabrikasyon dediğimiz üretim şekli ise kolay... Kısa süre-de çok iş çıkarılıyor ama o kadar kısa sürede de yıpranıyor, bozuluyor, kırılıyor çıkan işler.

Manevi değeri tek sıfırken maddi değeri bol sıfırlı...

Aradaki fark; hazır yemekle ev yemeği ara-sındaki fark gibi...

El işleri; artık teknolojinin alıp başını git-tiği, makineleşmenin önüne geçilemediği, her şeyin ateş pahası olduğu dünyamızda, hobi olarak yeniden canlanmaya başladı. Sadece yeni bir şeyler üretmekle kalmayıp geri dönüşüm fikirleriyle eskilerimizi nasıl değerlendiririzin derdine düştük. Hangi eskiyi, nasıl yeniden kullanabileceğimizle ilgili bir sürü televizyon programı ve İnternet sitesi yanında neredeyse mahallelere girmiş olan hobi merkezleri var. Bu programlar ve kurslar sayesinde hem hobi ediniyor hem de ailemizin ekonomisine katkı sağlıyoruz. Üstelik üretiyoruz... Ortaya çıkardığımız her yeni şeyle gurur ve mutluluk duyuyoruz... Hobimize yaratıcılığımızı ekliyor, kendimizi ifade şekli geliştiriyoruz. Hem biz hem de yanı başımızdakiler mutlu oluyor çünkü emek verdiğimiz işe sevgimizi de katıyoruz.

Elimizin emeği, gözümüzün nuru, alnımızın teriyle...

Page 18: FYZY Dergisi 32. Sayı

20

KENT KÜLTÜR

İÇİMİZDEN BİRİ

Sanata adanmış bir yaşam...

Sevil KARACIKFMV ve Işık Okulları

Kültür Sanat Yöneticisi İçimizden biri köşemizin bu sayıdaki konuğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Öğretim

Görevlisi Volkan Akkoç. Müzik yolculuğuna çok küçük yaşta başlayan Akkoç’la sohbeti-mize Işıklı yıllarını sorarak başladık.

Işık Lisesinden 2002 yılında mezun oldu-nuz. Biraz dinleyelim mi sizden o yılları?Bu sorunun benim için iki boyutu var: İlki yaşadığım zaman içinde hissettiklerim, ikin-cisi ise bugünden o zamana bakınca hatırla-dıklarım.

Öncelikle o dönemin içinde yaşamış, özne konumunda biri olarak hissettiklerimden bahsetmek istiyorum. İlkokul, ortaokul ve lise boyunca Işık’ta okudum. Her öğrenci gibi sınav dönemleri, ödevler çok ağır gelirdi. Sürekli bir koşturmacanın içindeymişim gibi hissederdim. Bu hissiyatım lise 2’ye kadar sürdü diyebilirim. Lise 2’de tarih ve edebiyata merakım derinleşti ve sonrasında bu döne-min mirası olarak Mimar Sinan Üniversitesi (Şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Tarih Bölümüne girdim ve bitir-dim.

İkincisinde ise şu andan geçmişe bakınca yaşadığım tatlı hatıraları, devam eden arka-daşlıkları görüyorum ve böyle bir ortam-da yetişmiş olmaktan son derece mutluluk duyuyorum.

2008 yılında Işık Lisesinden okulda piyano dersi vermem için bir teklif aldım. Tabii mezun olduğum okuldan gelen bu teklifi, okuluma karşı hissetiğim duygusal bağın da etkisiyle mutlulukla kabul ettim. Ne ilginçtir ki ilkokulda okurken müzik öğretmenim olan Şehnaz Dilek (şu an Yalman) ile şu

anda iş arkadaşı olduk. Bu benim açım-dan son derece değerli bir durum. Dahası Şehnaz Yalman’ın kızı şu an “Işık Ortaokul Korosu”nda benim öğrencim. Müzik aşkı ne zaman ve nasıl başladı? Bugüne nasıl geldiniz?Tabii tüm bunların yanında ilkokul 1’den itibaren İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında yarı zamanlı piyano bölü-müne başladım. Bu eğitim, o zamanlar 14 sene sürüyordu. Tüm eğitim hayatım boyun-ca hem okul hem de konservatuvar eğitimini paralel olarak devam ettirdim ve 2007 sene-sinde hem konservatuvarın piyano bölümün-den hem de üniversiteden mezun oldum. Gerçekten ilgi duyduğum için tarih bölü-münde okumayı seçmiştim, hâlâ da aynı ilgiyi ve merakı taşımaktayım. Tarih okumanın benim açımdan en büyük kazancı Osmanlıca ve Rusça öğrenmek ve olaylara çok boyut-lu bakabilmeyi başarmak oldu. Sonrasında eğitim hayatım açısından İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Müzik İleri Araştırmaları Merkezinde (MİAM) Müzik Teorisi Yüksek Lisans Programına başladım. İkinci haftaydı yanılmıyorsam, hocamız Michael Ellison asis-tanlık teklif etti ve böylece akademik anlamda eğitimcilik yolculuğum başlamış oldu.

Bu dönemde koro müziğine ilgi duymaya baş-ladım ve arkadaşım besteci Yiğit Özatalay’ın daveti ile Nazım Kumpanya Korosu’nun piya-nistliğini ve daha sonra da şefliğini üstlendim. İşin içine girdikçe Nazım Kumpanya için besteler, İspanyol halk şarkıları düzenleme-leri yaptım. Bu koro, bestecilik deneyimi açısından benim için iyi bir laboratuvardı. Bir yandan da koro şefliği konusunda uzman-laşmak istiyordum. MİAM’da Emin Güven Yaşlıçam ile orkestra şefliği dersi görüyor-duk. Fakat Türkiye’de resmî olarak koro

Page 19: FYZY Dergisi 32. Sayı

21

şefliği bölümü olmadığı için her yaz bir ay, yurt dışında koro şefliği üzerine ustalık sınıflarına ve atölyelere katılıyordum, hâlâ da katılmaya devam ediyorum. Bu süreç içerisinde Avrupa’nın farklı şehirlerinde Elisenda Carrasco, Volker Hempfling, Hans-Dieter Reinecke, Denes Szabó, Frieder Bernius gibi önemli koro şefleriyle çalış-ma imkânım oldu. Aynı zamanda Avrupa’nın en büyük Korolar Federasyonu olan Europa Cantat tarafından düzenlenen festivallere katılarak koro şefliği konusunda deneyimlerimi artırmaya çalış-tım.

2012 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarından ders vermek üzere davet aldım ve okulun lisans bölümünde okuyan şan öğrencileri ve müzik bölümü (enstrüman çalan lisans öğrencileri) öğrencilerinden oluşan orta-lama 65-70 kişilik bir koroyu çalıştırmaya başla-dım. 2013 senesinden beri her sene, yıl sonunda, okul dışındaki çeşitli mekânlarda herkese açık konserler veriyoruz. Bunun aynı zamanda öğren-ciler açısından da önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu gözlemliyorum. (Konserlerden bir link Harbiye-Saint Esprit Kilisesi)https://www.youtube.com/watch?v=NxLDtpIB8cI

2014 yılında TRT Çok Sesli Gençlik Korosu’nun teklifiyle bu koronun şefliğini yapmaya başla-dım. Aynı yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesine konuk koro şefi olarak çağrıldım. 2014-2015 sezonunda besteci Çetin Işıközlü’nün “Çanakkale’den Barış Çağrısı”nı ve Nevit Kodallı’nın “Atatürk Oratoryosu”nu sahneye koyduk.

Bir de sizin kurduğunuz Kadınlar Korosu “Sirene” var. Bundan da bahseder misiniz?

Ne zaman kuruldu?2012 yılının Ağustos ayında Macaristan’da dün-yanın önemli korolarından biri olan Cantemus ProMusica ve onun şefi Denes Szabo ile çalışma imkânım oldu. O tarihten beri Türkiye’de bir kadınlar korosu kurma fikrim vardı. Bu alanda da bildiğim kadarıyla profesyonel bir koro yoktu. Önemli koro şeflerimizden Gökçen Koray da bir konserimizden sonra bu konudaki benzer görüş-lerini bizimle paylaştı. 2014 yazında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu olan küçük bir grup operacıyla çalışmaya başladık.

O süreçte “Sirene” ismini sopranolarımızdan Melis Demiray önerdi ve isim hepimizin çok hoşuna gitti, benimseyerek kabul ettik. Daha sonra yurt içinde çeşitli festivallere katıldık, yurt içi ve yurt dışından gelen yabancı korolarla ortak konserler verdik. En son 29. Uluslararası İzmir Festivali’nde, Fransa’nın önde gelen oda müziği topluluğu Ensemble Sagittarius Vokal Solistleri ile ortak bir proje kapsamında önemli besteci-lerimizden Ahmed Adnan Saygun’un Kadınlar Korosu için yazdığı “Duyuşlar” eserinin dünya prömiyerini yaptık.

Önümüzdeki sezonun konser takvimi de şu anda oldukça yoğun gözüküyor. Aynı heye-can ve özveriyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Konserlerimize tüm Işıklıları ve müzikseverleri bekliyoruz. (sirenekoro.com / https://www.face-book.com/sirenekoro)

Peki, koronun adı neden Sirene, Sirene ne demek?Bu soruyu çok soran oluyor. Kısaca açıklayayım: Sirenler, mitolojide “Sirenum Scopuli” adlı bir adada yaşadıklarına inanılan deniz yaratıkları, deniz kızlarıdır. Çeşitli kaynaklarda farklı yer-lerde (adalarda) yaşadıklarından da bahsedilir. Tüm bu mekânların ortak karakteristik özelliği

Page 20: FYZY Dergisi 32. Sayı

22

İÇİMİZDEN BİRİ

kayalıklarla ve uçurumlarla çevrili olmasıdır. Sirenler burada dolaşan denizcileri güzel sesle-riyle ve söyledikleri şarkıyla büyüleyerek ken-dilerine çekerler, sonra denizcilerin gemilerini kayalıklara doğru sürerek denizcileri kendile-rine yem yaparlarmış. Burada aslında modern toplumu da çağrıştıran güçlü ve özgür kadın imajı mevcut. Hikâyedeki meydan okur tavrın negatif sonucunu (denizcileri kendine yem yapmanın) müziğimizle pozitif yöne doğru çevirmeye çalışıyoruz. Dinleyicilerimize güçlü bir kadın kimliği altında nasıl ortak bir şekilde davranılacağı imajını müzik yoluyla anlatmaya çalışıyoruz. Koro bireysel seslerden oluşuyor ama aynı zamanda kolektif bir iş. Söylerken herkesin birbirini dinlemesi, duyması ve kendini bir topluluk içinde konumlandırma-sı gerekiyor. Sadece söylemek değil prova, konser gibi tüm aşamalarında bir paylaşım, dayanışma ve iyi bir arkadaşlık gerektiriyor. SİRENE de bu ortak paylaşımı kadın kimliği çatısı altında müzikle buluşturmaya çalışıyor.

İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarında öğretim üyeliği, çeşitli korolarda şeflik, Işık İlköğretim Kurumunda usta öğreticilik, provalar, yurt içi ve yurt dışı festivaller... 24 saat size yetmiyor diye düşünüyorum. Nasıl yetişi-yorsunuz bu kadar işe?Evet, bu soruyu birçok insan soruyor ve anla-tınca da şaşırıyorlar tempoma. Elimden geldiği kadar güzel işler yapmak istiyorum. Mevcut işlerimin yanında çok güzel proje teklifleri de geliyor. Reddetmek içimden gelmiyor, onları

da heyecanla en iyi şekilde yapmak istiyorum. Tabii hayatta her tercihin bir bedeli var. Bunu da göz önünde bulunduruyorum. Fakat genel olarak yaptığım iş, mesleğim beni gerçek anlamda çok mutlu ediyor. Bu kadar çalışabil-memin sırrı zannederim ki burada.

Beste çalışmalarınız da var mı?Koro için 2008 senesinden beri yazıyorum. Bunlardan 2011 yılında çok sesli düzenle-diğim halk türküsü “Yağmur Yağar Taş Üstüne”, Boğaziçi Caz Korosu ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafın-dan seslendirildi. 2009 yılında bestelediğim Nazım Hikmet’in “Ceviz Ağacı” şiirini ise Nazım Kumpanya, İstanbul Avrupa Korosu ve Boğaziçi Üniversitesi Klasik Korosu seslen-dirdiler.

Son olarak Kadınlar Korosu için besteledi-ğim Orhan Veli’nin “Bedava” şiiri, Sirene ve Rezonans tarafından seslendirildi. Koro müzi-ği dışında da vokal ağırlıklı müzikler yaz-maya çalışıyorum. Afşar Timuçin’in “Akşam Sezgileri” şiirini klarnet, piyano ve sopra-no için besteledim ve bu beste nisan ayın-da Süreyya Operası’nda düzenlenen 8. Genç Besteciler Şenliği kapsamında Piyanist Barış Büyükyıldırım, Klarnetist Hür Can Davran ve Soprano Ceren Aydın tarafından seslen-dirildi. Son bir ayda Sirene için “Sarı Gelin”, “Divane Aşık” gibi türkülerin yanı sıra Fazıl Say’ın Nazım Hikmet Oratoryosu’ndan “Kız Çocuğu” bölümünü kadın korosuna uyarla-dım. Bir de koromuzun dinamiklerini yansıtan

Page 21: FYZY Dergisi 32. Sayı

23

“Sirene” adında bir parça besteledim. Şu anda da Özdemir Asaf’ın “Ego” şiirini koro için bestele-mekteyim.

Lise yıllarına ait anılar hafızalardan hiç silin-miyor. Nasıl geçti Işıklı yıllarınız, arkadaşve öğretmenlerinizle ilgili bize anlatacağınız anılarınız vardır mutlaka.Tabii birçok anımız var. Ben orta birinci sınıftay-ken müdür yardımıcımız Şevket Emir’in odası bizim katımızdaydı. Tabii Şevket Emir annemin de hocası olmuş. Malum Işıklı büyüklerimiz de iyi hatırlarlar: Eli pek ağırdı fakat annemi öğren-cilik yıllarından tanıdığı için bana torpil geçerdi diyebilirim. Onun dışında aklımda net kalan isimlerden biri edebiyat öğretmenimiz Ayşin Kuyan’dır. Çok iyi bir edebiyat hocasıydı, aynı zamanda çok da disiplinliydi. O zamanlarda her şeye kızdığını, sinirli olduğunu düşünürdüm ve anlam veremezdim. Şu anda Işık’ta ders veren bir eğitimci gözüyle sinirlendiği şeylerde çok haklı olduğunu düşünüyorum. Lisede sözel okuyor-dum ve sınıfımız ilk sene beş, ikinci sene ancak dokuz kişi olabilmişti. Üniversite sınavında faz-ladan geometri sorusu çözmek lehimize oldu-ğu için geometri dersimiz vardı. Öğretmenimiz Uğur Özcan’dı. Cuma günü ilk iki saat olan derslerde de Uğur Hoca’nın çıldırdığı anları unutamam.

Onun dışında ortaokuldan lise sona kadar bah-çede her pazartesi ve cuma yapılan törenlerde İstiklal Marşı’nı ben çalardım. Bir yandan kon-servatuvarda da okuduğum bilindiği için çok karışan olmazdı. Akademik olarak çok başarı-

lı bir öğrenci sayılmazdım, vasat bir seviyem vardı. Fakat okulun tüm müzik etkinliklerinde mutlaka piyano çalmam istenirdi, koroya eşlik-leri Cenan Akın Hoca yoksa ben yapardım. Çok güzel hatırladığım zamanlardır hepsi.

O yıllardaki Işık’la bugünkü Işık arasında büyük farklar var, okuduğunuz yılların Işık’ı ile bugünkü Işık’ı değerlendirir misiniz?Değerlendirmeyeyim bence. Son yıllarda tekno-lojinin çok hızlı bir biçimde ilerlemesiyle iletişim biçimleri ister istemez değişti ve eğitim de bun-dan nasibini alır hâle geldi. Sanal yollarla yapılan hatta sanal yolla bile değil, bilgisayar/tablet ekra-nı ve çocuk beyni arasında kurulan “sessiz” bir iletişim hâkim günümüze. Bunu biraz da şimdiki küçük neslin geleceğinden korkarak gözlemliyo-rum ve kendi okuduğumuz yıllarda yaptığımız haylazlıkların, yaramazlıkların, şakaların buna kıyasla çok masum, daha insana dair şeyler oldu-ğunu düşünüyorum. Bu tabii Işık özelinde değil, genel eğitim anlayışının bir getirisi.

Gülümseyerek yanıt verdiğiniz bir önceki soru üzerine genç Işıklılara neler söylemek istersiniz?“Biz Işıklı gençler yurdunu sevenler…” Şaka bir yana genç Işıklılara naçizane önerim erken yaşta kendilerini alanlarında geliştirebildikleri kadar çok geliştirmeleri ve bunu yaparken de toplumsal duyarlılıklarını kaybetmemeye özen göstermeleridir.

İstedikleri şeyin peşini asla bırakmadan, okulda-ki anılarını ve dostluklarını unutmadan yollarına devam etmeleridir.

Page 22: FYZY Dergisi 32. Sayı

24

GEZİ

A tatürk Havaalanı’ndan yaklaşık 13 saat süren uçuş sonrasında, Meksikalılar tarafından keşfedilen ve İspanyolca

“Melekler Şehri” anlamına gelen, Kaliforniya eyaletinin en büyük ve New York’tan sonra Amerika’nın en kalabalık şehri olan Los Angeles Havaalanı TAX’e iniş yaptık. Pasaport kontrolü bayağı meşakkatli bir işti. Önce 2 saate yakın bir süre kontrol sırasının sana gelmesini bekliyorsun, sonra da kontrol memurunun bitmeyen sorula-rını cevaplıyorsun. Hiçbir güvenlik zaafına yer bırakılmıyor. Havaalanından kaldığım yer olan Malibu’ya gitmek üzere yaklaşık 1,5 saat süren otobüs yolculuğuna çıkıyorum. Türkiye ile burası arasında 10 saatlik bir fark olduğu için üç haftalık tatilin ilk günü yerleşme ve ardından derin bir uykuyla geçiyor.

Sabah uyandığımda hayatımda gördüğüm en huzur verici manzaralardan biriyle karşılaşmanın mutluluğunu yaşadım. Uzun palmiye ağaçları, ördeklerin süzüle süzüle keyfini çıkardıkları bir göl ve uçsuz bucaksız okyanus… Gün gerçekten aydın... Dayanamayıp sonraki günlerde de sık sık tekrarlayacağım üzere gölün kenarına gittim. Tek hissettiğim huzur... Egzoz dumanı, korna sesi, insan gürültüsü olmayan Malibu Bluffs Park, ördekler dışında su kaplumbağaları, sincaplar ve tavşanlara da ev sahipliği yapıyor. Onları izlerken geçen zamanın farkına bile varmadım.

Malibu, Pasifik Okyanusu’nun kıyısında bulu-nan ufak, sessiz ve huzurlu bir sahil şehri. Yerlileri tarafından kısaca “The Bu” diye anılıyor. Özellikle bembeyaz kum sahilleri ve çılgın dalga-larıyla sörfçülerin göz bebeği Malibu. Hollywood film yıldızlarından çoğunun bu sahil şeridinde yazlık evleri bulunuyor. “Biraz da insan içine çıkayım” dedim ve Los Angeles şehir merkezinde bulunan “the Grove”a doğru yola çıktım. The Grove, ünlü marka

butiklerin ve restoranların bulunduğu bir açık hava alışveriş merkezi. Burada yürürken şansınız varsa her an bir ünlüye rastlayabiliyormuşsu-nuz. Maalesef ben ünlü birine denk gelemedim. Mağazalarda fiyatlar çok yüksek olduğu için alışveriş keyfini outletlerde çıkarmanızı tavsiye ederim. The Grove’da bizdeki Mısır Çarşısı’nı andıran “Farmers’ Market” e girip ister alışveri-şinizi yapabilir isterseniz de küçük ve sempatik kafelerinde hızlıca bir şeyler atıştırıp açlığınızı bastırabilirsiniz. Fakat “The Grove” da bulunan “Cheesecake Factory”de bir cheesecake yemeden buradan ayrılmamanızı tavsiye ederim. Ayrıca, “Farmers’ Market”in hemen yanında bulunan devasa büyüklükteki “Barnes&Noble” kitapçısını atlamayın derim. Şanslıysanız, kitabını okuduğu-nuz bir yazarın imza gününe denk gelebilirsiniz. Los Angeles’a gelip de basketbol, beyzbol, ragbi ya da futbol maçlarından birini izlemeden dön-mek olmaz. Ben StubHUB Center Stadyumu’nda LA Galaxy maçını izledim. Maç biletini online satın almanızı tavsiye ederim. Maç başlamadan önceki havai fişek gösterileri büyüleyiciydi. Bu inanılmaz büyüklükteki stadyumda en çok ilgi-mi çeken şeylerden biri, çok kalabalık olmasına rağmen stadyumun tahmin edilemeyecek kadar temiz olması. Aslında bu durum, birazdan bahse-deceğim Disneyland ve Universal Studios gibi her gün 35-40 bin civarında ziyaretçi alan yerlerde de geçerli. Kısacası, Los Angeles çok kalabalık ama bir o kadar da temiz bir şehir.

Ertesi gün, “epey gezdim, yoruldum” diyerek tüm gün sıcak kumların üzerinde yatmak ya da ken-dimi okyanusun serin sularına bırakmak düşün-cesiyle Zuma Beach’e doğru yola koyuldum. Alabildiğine uzun olan kumsalda kendime bir yer bulup martılarla birlikte güneşin tadını çıkardım. Burada en önemli görev, sahil güvenlik çalışan-larının olmalı. Hem okyanus dalgalarına hem de köpek balıklarına karşı tatilcilerin can sağlığını

Jana Cana KOLELLEFMV Özel Işık İlköğretim Kurumu

İngilizce Öğretmeni

MELEKLER ŞEHRİ

Page 23: FYZY Dergisi 32. Sayı

25

korumakla yükümlüler. Zuma Beach dışında, El Matador, Point Dume kumsalları ve Malibu’dan arabayla yaklaşık 30 dakika mesafede bulunan Santa Monica’daki Venice Beach kesinlikle görül-meye değecek diğer yerler. Özellikle Amerikan filmlerinde sıkça gördüğüm patenci kızların ve yakışıklı sörfçülerin olduğu Venice Beach, kendimi kızgın kumlardan serin sulara attığım bir Amerikan filminin içindeymişim gibi hissettirdi. Bu saydığım plajların hepsinin halk plajı olmasına rağmen gayet temiz ve gürültüsüz olduklarını da eklemeden geçemeyeceğim.

Eveeet, akşam yemeği için gittiğim yerler ara-sında en beğendiklerim Malibu Pier’deki “Pier Restaurant” ve Santa Monica’daki “Sushi Roku” oldu. Malibu iskelesinden güneşin batışını izler-ken içkinizi yudumlayıp okyanusun ferahlatıcı kokusunu ciğerlerinize çekip, kendinizi “hayat güzel” derken bulabilirsiniz. Yemeklerin lezzeti, menünün çeşitliliği ve porsiyonların doyuruculuğu bu restoranı sevmemin diğer nedenleriydi. Fiyatlar biraz pahalı ama değiyor. Eğer sushi seviyorsanız, mutlaka “Sushi Roku”ya uğramalısınız. Envaiçeşit sushi arasından seçme zorluğu yaşayacağınız için bence hepsinden azar azar denemelisiniz.

Buraya kadar gelmişken, gecenin devamının da tadını çıkarmak gerek. Tam bir tatil kasabası olan Santa Monica, gündüz büyüleyici plajları ve alışve-riş mağazalarıyla, gece de restoranları ve eğlenceli gece hayatıyla aklınızı başınızdan alacaktır.

“Çocuklar gibi eğlenmek benim de hakkım,” diyen-ler için eğlence parkları bulunmaz birer nimet. Knott’s Berry Farm, Disneyland, Six Flags Magic Mountain, Water Park ve tabii ki Universal Studios mutlaka gezilmeli. Siz de benim gibi hız trenle-rinden fazla hoşlanmıyorsanız Knott’s Berry Farm içinde bulunan “Ghost Town”, hem dükkânların mimarisi hem de dükkân çalışanlarının kostümleri ile size “vahşi batı” sokaklarında geziyormuşsunuz hissi yaşatacaktır. Burada farklı temalarda canlı performanslar izleyebilirsiniz. Eski bir kovboy barı olan “Calico Saloon”da kankan dansını ve yerli Amerikalıların kendilerine özgü danslarını izle-mek benim için müthiş keyifliydi. Ortalama 7-8 santim uzunluğundaki Madagascar böceklerinin ve zehri alınmış örümceklerin üzerimde yürümesi, hız treninden alamadığım adrenalinin yerine geçti. Diğer eğlence parklarında olduğu gibi, burada da dikkat edilmesi gereken birkaç önemli nokta var. Birincisi, biletlerinizi mutlaka önceden online satın alın. İkincisi, hepsi çok büyük parklar oldukları için, içeri girer girmez mutlaka parkın haritasını edinin. Aksi takdirde, kaybolmanız an meselesi. Üçüncüsü, her gün her saat çok kalabalık olduğu için, hem canlı performansların hem de hız trenle-rinin bitmek bilmez gibi görünen sıralarında ortala-

Page 24: FYZY Dergisi 32. Sayı

26

BİLİMGEZİ

ma kaç dakika bekleyeceğiniz yazılıdır, programı-nızı ona göre yapın. Ve son olarak ortalama 60-90 dakika sırada beklemeyi göze aldıysanız sabırlı olun ya da gidip ek bir ücret ödeyerek “fast pass” alın ve sıra beklemeden tüm parkın tadını çıkarın. Bir diğer konu da yemek konusu. Parkların içinde birçok fast food restoran mevcut. Fakat maalesef, yiyeceklerin hemen hemen hepsi çok ağır ve yağlı. Bildiğiniz gibi obezite, Amerika’da büyük bir sorun. Bu nedenle, son yıllarda çıkarılan bir yasaya göre, birçok menüde, yemeklerin yanın-da kaç kalori olduğu belirtiliyor. Bunu da göz ardı etmemekte fayda olduğunu düşünüyorum. Özellikle Çin mutfağı sevenler için, hem lezzetli hem de uygun fiyatlı fast food zinciri “Express Panda” doğru bir seçim olabilir. Disneyland’da çocuk, genç, yetişkin; her yaşa uygun eğlence mevcut. En sevdiğim çizgi filmin karakterlerinin evlerini gezerken çocukluğuma döndüm. Tüm gününüzü korkuyla karışık keyif çığlıkları arasında geçirebilir, içinizdeki çocuğu mutlu etmekten aldığınız doyumla yorgunluğu-nuzu unutabilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken bir diğer nokta da restoranların önlerindeki uzun sıralar. Size tavsiyem, gözünüze kestirdiğiniz bir yeri seçip önceden yemek rezervasyonunuzu yap-tımanız.

Eğlence parkları demişken, “Universal Studios”a uğramadan olmaz. Burada gezinirken, içimden, “adamlar bu işi iyi biliyor” demiştim. Kendimi bambaşka bir dünyada buldum. Mutlaka canlı performansları izlemelisiniz. “Water World” izle-diklerim arasında en beğendiğim gösteri oldu. Yalnız, üstünüz başınız ıslansın istemiyorsanız ön sıralara oturmayın. Onun dışında, “Animal Actors” adlı şovda filmlerde oyunculuk yapmış hayvanlarla tanışıyor, onların eğitmenlerinden işin püf noktalarını öğreniyorsunuz. “Special Effects” adlı şov ise size gizemli film dünyasının kapılarını açıyor. Bunların yanı sıra 3D gösterilerde, oturdu-ğunuz yerden maceradan maceraya koşabilirsiniz. Ve tabii ki “Studio Tour”… Yaklaşık bir saat süren tren yolculuğuyla izlediğiniz filmlerin çekildikleri sokaklarda geziniyor, hemen dibinizde köpek balığının parçaladığı bir adamı, depremi, yangı-nı, seli yaşıyor; günlük güneşlik havada yapay yağmurla ıslanıyor, gök gürültüsü efektiyle ürpe-riyorsunuz. Bir anda “Psycho” elinde bıçağıyla üzerinize doğru koşarken korkudan donakalı-yorsunuz. Kısacası, “Studio Tour” büyülü sinema dünyasında tarifsiz bir deneyim sunuyor sizlere. Gelelim alışveriş meselesine… Devasa büyüklük-teki outletlerde, birbirinden ünlü dünya mağaza-larının ürünlerini çok uygun fiyata bulabilirsiniz. Alışveriş yaparken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta şu: Los Angeles’ta ürünlerin üzerle-rindeki etiketlerde vergisiz fiyatlar yazıyor. Kasaya geldiğinizde, hesapladığınızdan farklı bir tutar

çıkıyor. Bu yüzden, etiket fiyatlarının üzerine ver-gisini katıp öyle hesaplama yapın.

“And the Oscar goes to…” Şimdi de, Oscar Ödül Töreni’nin yapıldığı binanın önündeyiz. Caddenin iki tarafında yol boyunca “Walk of Fame” üzerin-de, Hollywood’da iz bırakmış aktörlerin isimlerini yıldızların içinde göreceksiniz. Tüm yol boyunca, siz de benim gibi hayranı olduğunuz aktörün yıldızıyla fotoğraf çektirebilirsiniz. Bu caddede en çok dikkat etmeniz gereken husus güvenlik. Çok kalabalık olan caddede kapkaç olaylarına sıklıkla rastlanıyormuş.

Benim gibi hayvan delisi olanlar için “Aquarium of the Pacific” iyi bir tercih. Köpek balıklarından denizanalarına; yengeçlerden penguenlere; fok-lardan balinalara her türlü deniz canlısını burada bir arada görmeniz mümkün. Saatlerine denk gelirseniz, fok gösterisini mutlaka izleyin derim. Hayvanlardan söz açılmışken son olarak, sizlerle bir anımı paylaşmak istiyorum. Bir akşam, deniz ve mehtabı izlemek için odamdan biraz ilerideki ağaçlıkta otururken arkamdan gelen hışırtılarla irkildim. Arkamı dönüp baktığımda gözlerime inanamadım: İrili ufaklı çok sayıda geyik hemen arkamda durmuş beni izliyorlardı. Koşmalı mıy-dım? Durmalı mıydım? Sakince uzaklaşmalı mıy-dım? Sonunda, korktuğumu belli etmeden sakin-ce yürürsem bana bir zarar vermeyeceklerine kendimi ikna ederek yanlarından uzaklaştım. Güvenli bir mesafeye kadar uzaklaştığımda, beni izlemeye devam eden sevimli geyiklerin fotoğrafı-nı çekerken geyikler tarafından kovalanmadığım için kendimi şanslı hissediyordum.

Los Angeles’ta her yaştan ve zevkten birilerine hitap edecek bir şeyler bulmak mümkün. Pek mümkün olmayan şey ise toplu ulaşım. Burada insanlar özel araçlarıyla trafiğe çıktıkları için dört şeritli geniş yollarına rağmen özellikle iş çıkışı saatlerinde trafik çok yoğun oluyor. Turla gitme-diğiniz sürece, bir yerden bir yere rahatça gidebil-meniz için araba kiralamanızı tavsiye ederim.

Son olarak, insanların güler yüzlülüğüne değin-meden edemeyeceğim. Özellikle, Malibu ve Santa Monica gibi küçük sahil kasabalarında, tanıma-dığım insanların gülümseyip, selam verip “iyi günler” dilemeleri güne daha pozitif başlamamı sağlıyordu.

Page 25: FYZY Dergisi 32. Sayı

27

Page 26: FYZY Dergisi 32. Sayı

28

KENT KÜLTÜR

1 461 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethinden sonra, o dönem-de Trabzon Valisi olan Yavuz Sultan

Selim’in Lazistan Krallığı’na girerek Batum’a kadar olan bölgeyi Osmanlı topraklarına kat-masıyla “Temel ve Fadime” ile tanışmamız gerçekleşmişti.

Doğu Karadeniz, Tanrı’nın insanlara arma-ğan ettiği ve aynı zamanda onları sınadığı bir bölgedir. Denize paralel yaklaşık 4000 metre yüksekliğe ulaşan dağlar, geçit vermez insanlara.

Yeşilin bu kadar farklı tonu başka bir yerde görülemez.

Karadır, Karadeniz… Korkutur insanı… Şakası yoktur!

Bereketi de boldur, belası da…

Onun ürkütücü görüntüsü ve ç ı l g ın l ı ğ ına karşı dağ-lar da dik yamaç la r -la karşılık verir. Sanki bir restleş-me, üstün-lük kurma, direniş var-dır.

Doğa, sert oldu-ğu kadar anaçtır. Bugün bile çıkarken zorlanılan dağ yamacın-

daki Sümela Manastırı, insanları korumuş ve kollamıştır.

Yukarıdan bakıldığında göz alabildiğine yemyeşil bitki örtüsü her yanı kaplamış olsa da içine girildiğinde, iğne oyası gibi işlenmiş zarafet, doyulmaz tatlar bırakır zihinlerde. Göğü delen boylarıyla bedenlerini sarmak mümkün olmayan kayın, gürgen, kestane, kızılağaç, ladin, köknar, sarıçam, bölgede en çok yetişen ağaçlardır.

Coğrafi özelliği nedeniyle Türkiye’nin en çok yağış alan bölgesi, Doğu Karadeniz’dir. Özellikle yağmurun ne zaman yağacağı, ne zaman başlayacağını anlamak neredeyse mümkün değildir.

Yüksek yağış ve nem, yörede çay yetiş-tiriciliğini önemli bir geçim kaynağı

hâline getirmiştir. Çaykara’nın dik yamaçlarından daha az

eğimli yerlere veya deniz kenarındaki alanlara

kadar, Trabzon ve Rize çay yetiştirici-liğinde tektir.

Seylan çayı, İngiliz çayı ya da Uzak Doğu çaylarının bizim çayımızın yanına yanaşamamasının

nedeni ise yetişti-rilmesindeki emek-

tir. Koşulların zorluğuna

karşı ayakta kalmaya çalışan yöre insanı ile doğa

arasında binlerce yıldan beri

Ömer ORHANFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Müdürü

Ha bu akan dereler...

Palovit Şelalesi - ÇamlıhemşinFotoğraf: Saygın Saner

Askoros Deresi - RizeFotoğraf: Kemal SOĞUKDERE / AL JAZEERA

Fotoğraf: www.caykur.gov.tr

Page 27: FYZY Dergisi 32. Sayı

29

süregelen uyum, pamuk ipliğine bağlı gibidir. Her mevsimde aşırı yağış alan bölge toprağı verimli değildir. Var olan toprağın sürüklen-mesini engelleyen ağaçlardır. Bu nedenle bıra-kın ormanların yok edilmesini, tek bir ağaç bile kesildiğinde ne tür sonuçlar doğacağını kimse önceden kestiremez.

Karadeniz insanı, kabul gördüğü doğaya her zaman saygı duyarak mütevazi ve uyumlu bir yaşam benimsemiştir. Yüksek ve betonarme binalar yerine, ahşap geçmeli en fazla iki katlı yaşam alanları inşa etmiş ve dağınık bir yerle-şim benimsemiştir.

İşte bu muazzam ekosistem nedeniyle yeşil doğası, zirvelerdeki gölleri ve gürül gürül akan dereleri hayattır Karadeniz’in. Her taşın yeri binlerce yılda belirlenmiş ve doğa kendi düzenini kurmuştur. Yerinden oynatılan her kaya parçası, kesilen her ağaç Karadeniz Bölgesi’nde kurulan ekolojik düzenin bozul-masına neden olmaktadır. Bu anlamda doğayı hiçe saymanın ya da onunla inatlaşmanın bedeli çok ağır olmuş ve olmaya devam edecektir. İşte bu nedenle son yıllarda Doğu Karadeniz Bölgesi’nde hidroelektrik santral-leri (HES) yapmak için derelerin tahrip edil-mesinden bir an önce vazgeçilmelidir. Sonra, eyvah para etmeyecek...

Böyle giderse yaylalar da dereler de bir bir yok olacak. Ne Anzer kalacak ne de balı! Oysa Doğu Karadeniz yayları Avrupa’da olsa herhalde dünyanın merkezi hâline getirilirdi. Huzurun tanımını resimle yapın deseler, emi-nim herhangi bir yaylamız bunun için yeterli olurdu.

Günümüzde yaylacılık hâlen yapılmakta, yöre insanı topraklarına ve değerlerine sahip çık-

Uzun Göl - Trabzon

Çayeli, Senoz Vadisi - UzundereHES’den önce ve sonra...

Doğa,kendisindençalınanıbir güngeri alırvebedelimutlakadaha ağırolur.

2007

2011

Page 28: FYZY Dergisi 32. Sayı

30

KOLEKSİYONKENT

KÜLTÜR

maktadır. Yaz başında yapılan yolculukların ayrı bir heyecanı olduğu gibi hazırlıkları da kendine hastır. Bu hazırlıklardan biri de boğa güreşleri ile bilinen ve Artvin’in Yusufeli yöresinde her yıl haziranın üçüncü haftasında gerçekleştirilen festivaldir. İspanya’da düzen-lenen güreşlerin tersine burada hayvanlara özenle bakılır ve elbette güreş sonunda ölen ya da öldürülen olmaz. Gelenek hâline gelmiş “Kafkasör Boğa Güreşleri”, yaylaya çıkmadan önce hayvanların birbirini tanıması ve baskın boğanın belirlenmesi için yapılmaktadır. Bu şekilde hayvanların önceden karşılaştırılması, tehlikeli yayla yollarında birbirlerine saldır-ması ve uçurumlara yuvarlamasının da önüne geçilmiş olur. Bakın, hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değil…

Karadeniz insanı da doğasına benzer, bir anda köpürür, yıldırımlar çakar, yağmur olur yağar, sonra bıçakla kesilmiş gibi duru-lur, sakinleşir. Sert görünümünün altında şakacı ve aşırı duygusal bir kimlik var-dır. Hoşgörüsünün ne kadar yüksek oldu-ğu ve kendisi ile barışıklığı; fıkralara konu olan Temel, Dursun ve Fadime tiplemelerine gülüp geçmesinden, hatta bunları kendisinin anlatmasından anlaşılır.

Karadenizliler heyecanlı, çalışkan ve tut-kuludur. Silah, horon ve atmaca onlar için vazgeçilmezdir.

Silaha olan tutkuları sadece sahip olmaktan ibaret değildir. Kendi olanaklarıyla evlerin-de silah yapanlar bile vardır ve Trabzon’un Sürmene ilçesi özellikle bıçak yapımında öne çıkmıştır. Horon oynayan erkeklerin belle-rinde sallanan özel bıçaklar Sürmene işidir…Bir başka sevda ise atmacadır. Dağların tepe-lerindeki vadilerde kurdukları tuzaklarla Rusya’dan göç eden kuşları yakalamak için

saatlerce bekleyen insanlar, bunu bir ritüel olarak yaparlar. Atmacanın genç ve dişi, tür olarak da “sarı ve ispiri” olanları tercih edilir. Yakalanan kuştan bir “elektrik” alın-mazsa salınır! Şaka gibi… Yediden yetmişe erkeklerin yakaladıkları atmacaya bakışlarını, kuşları kollarında taşımalarını veya tüylerini okşamalarını izlemek gerekir. Beslenen bu hayvanlar, genelde bıldırcın avında kullanı-lır ve ailenin bireyi olur. Halk, atmaca gibi özgürlüğüne düşkündür. Belki de bu nedenle böylesine zor bir coğrafyada yaşamayı göze almışlardır.

Ancak şartlar ne olursa olsun keyiflidir Karadenizli… Kemençenin sesini duyup yerinde oturabilene rastlamak mümkün değildir. Üstelik mekân da önemli değildir. Yaylada, evde, işte, caddede, sokakta her yaş-tan insan horon oynar.

Karadeniz’in doğası sert, insanı merttir. Bir horoz için iki sülale birbirini kırar ama bir dal kırılmasın diye de birleşir, dünyaya kafa tutarlar. Yaşamın zorluklarıyla dalga geçer-ken, inadına neşelidirler.

Evet, Karadenizliler şen şakrak ama bir o kadar da gözü kara insanlardır.

Bakın Nazım, Kuvayı Millîye Destanı’nda ne güzel betimlemiş…“…Dümende ve başaltlarında insanları vardı kibunlaruzun eğri burunluve konuşmayı şehvetle seven insanlardı kisırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğininzaferi içinhiç kimseden hiçbir şey beklemeksizinbir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...”

http://www.itu.edu.tr/haberler/2015/05/01/dansin-renkleri-itu-deydi

Page 29: FYZY Dergisi 32. Sayı

31

Sümela Manastırı - TrabzonFotoğraf: Bjorn Christian Torrissen

Page 30: FYZY Dergisi 32. Sayı

32

SOSYALSORUMLULUK

G eçtiğimiz yıllarda izlediğimiz, Türk sine-masına damga vuran “Aşk Tesadüfleri Sever” filmini hatırlayın; birbirini çok

seven iki genç... Biri kalp hastası, her an ölüm-le burun buru-na... Kalp nakli olmazsa sonu k a ç ı n ı l m a z . Hastanede nakil için bir kalp beklendiği sıra-da sevdiği kız ona ulaşmaya çalışırken trafik kazası geçirir ve beyin ölümü gerçekleşir. Aile kızının organ-larını bağışlar. Aranan kalp de bulunmuş olur. Genç için ikin-ci yaşam başlar, hem de sevdiği-nin kalbiyle... Gönüllülük esa-sına dayanan projelerle toplu-mun ve insanlı-ğın geleceği için yapılan her türlü etkinlik olarak

nitelendirilir sosyal sorumluluk. Yalnızca kendi çıkarlarımızı değil, yardıma gereksinim duyan herkesi düşünerek ve gözeterek oluşur sosyal sorumluluk bilinci.

Sosyal sorumluluk kapsamında düzenlenen çok çeşitli kampanyaların en özeli ve anlamlısı belki de organ nakli kampanyalarıdır.

Bir insanın hayatını değiştirmek, bir insana yaşam bağışlamak, kısaca hayat kurtarmak... Ne yüce bir duygu... Tarifi olanaksız...

Yaşarken veya öldükten sonra işe yarayan organ-larınızın başkalarına can olması... Başka beden-lerde sizden sonra da var olabilmesi...

Birçok sosyal sorumluluk projesine imza atan Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Üniversitesi, düzenlediği Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampı ile farklı ülkelerden organ nakli olmuş 30 çocuğu Şile’de buluşturdu. Kampta, çocuklar keyifli zaman geçirirken organ bağışına dikkat çekmek ve farkındalık oluşturmak için dünyaca ünlü organ nakli cerrahlarının konuşmacı olarak katıldığı Türkiye’nin en kapsamlı organ bağışı konferansı düzenlendi.

Her yıl geleneksel olarak Antalya’da düzenlenen Uluslararası Organ Nakilli Çocuklar Kampı, bu yıl 1-5 Temmuz tarihleri arasında Işık Üniversitesi Şile Kampüsü’nde gerçekleştirildi. Bu yıl kampa; İngiltere, Norveç, Macaristan gibi ülkelerin yanı

“İkinci Hayat”

Yaşamak da güzel, yaşatmak da…

Page 31: FYZY Dergisi 32. Sayı

33

sıra Türkiye’den İstanbul, İzmir, Trabzon, Konya, Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş’tan çocuklar ve aileleri katıldı. Böbrek, kalp ve karaciğer nakli ile ikinci hayatlarına başlamış olan şanslı çocuk-lar, birkaç gün de olsa hastalıklarını unutarak üniversite öğrencilerinin rehberliğinde yaşıtları ile tatil yapmanın keyfini boyama aktiviteleri, ebru çalışması, grup oyunları, sessiz sinema, karaoke ve dart gibi oyunlarla çıkardılar.

Üniversitenin akademik ve idari kadrosu, öğren-cileri, nakilli çocuklar ve ailelerinin katılımı ile halka açık olarak gerçekleşen organ nakli konferansında dünyaca ünlü karaciğer nakli cer-rahı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, böbrek nakli rekortmeni Prof. Dr. Alper Demirbaş, Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini gerçekleştiren cerrah Doç. Dr. Asım Kutlu ve çocuk böbrek hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Nayır organ bağışının önemini vurguladılar.

Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman konferansın açılış konuşma-sında düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Bugün Işık Üniversitesi için gerçekten bir dönüm noktası. Organ nakilli çocuklar ve aileleriyle bir arada olmaktan ve onların duygularını paylaş-maktan mutluluk duyuyoruz. Bugün burada Türkiye’de organ nakli konusunda branşlarında dünyaya kendini kanıtlamış hocalarımızla birlik-te olmak bizlere şeref verdi. Yaşamak da güzel, yaşatmak da… Öldükten sonra yaşamak daha da güzel. Organlarınızı sizden sonrakilere bırakmak ve onların yaşamasına katkıda bulunmak… Ben bundan dolayı organ naklinin fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum.”

Karaciğer nakli konusunda uluslararası başarıla-ra imza atmış olan, Hocaların Hocası Prof. Dr. Münci Kalayoğlu konferansta yaptığı konuşmada, “Cerrahlar olarak bizler çok yoğun çalışıyoruz. Böyle olunca zaman zaman hayatın bazı noktala-rını kaçırıyoruz. Sanırım şu an dünyadaki en yaşlı organ nakli cerrahıyım. 2500’e yakın karaciğer nakli yaptım. Hâlâ cebimde ilk nakil yaptığım karaciğerin fotoğrafı mevcut. Hastalarımın isim-lerini hatırlayamıyorum ama onları ciğerlerin-den tanıyabiliyorum. İstanbul, Antalya, İzmir, Erzurum, Kahramanmaraş, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır ve Ankara’da organ nakli merkezle-rimiz var. Bu yıl yaklaşık 2500 karaciğer, 3000 kadar böbrek nakli yapıldı. Çok iyi yetişmiş ekiplerimiz ve ekipman desteğimiz var; olmayan tek şey maalesef organ!Geçen yıl yaklaşık 1300 beyin ölümü tespiti yapıldı fakat son beş senede gerçekleşen beyin ölümlerinden sonra ailelerin sadece %22-25’i organ bağışına onay verdi. Yani her dört hastadan üçü, organları bağışlanmadan defnedildi. Organ bağışı sevapların en büyüğüdür ama bu olgu kül-türel veya bazı dinî düşünceler nedeni ile destek görmüyor; bunu aşmalıyız. Bu kadar donanımlı organ nakli merkezimiz varken, bu konuda başa-rılı çalışmalar yaparken bu eksikliğimizi toplum olarak gidermeliyiz. Lütfen organlarınızı bağışla-yın.” sözleriyle düşüncelerini dile getirdi.

Daha sonra söz alan böbrek nakli cerrrahı Prof. Dr. Alper Demirbaş, “Türkiye’de her gün 100 bin üzerinde kişinin ve ailelerinin canı, bir böbrek, bir karaciğer ya da kalp bulunabilir mi, sorusuyla yanıyor. Organ bağışı, hayatın ta kendisidir. Bu, bin bir tane gündemin içinde asla gündemden

Org

anla

rını

z si

zden

son

ra b

aşka

be

denl

erde

can

bul

sun!

Page 32: FYZY Dergisi 32. Sayı

34

SOSYALSORUMLULUK

düşmemesi gereken bir noktadır. Çünkü aslolan hayattır. Şimdiye kadar 5 binin üzerinde organ nakli gerçekleştirdim. Bunun verdiği haz, tahmin ediyorum ki dünyadaki herhangi bir şeyin vere-bileceği hazdan çok çok daha fazladır. İnsanları ölmek üzereyken yaşatıyorsunuz. Geçen gün bir böbrek nakli yaparken, 7 yıl önce böbrek nakli yaptığımız bir hastamızın bitişik ameliyathanede sezaryen ile doğum yapıp anne olduğunu öğren-dim. Bu mutluluk başka hiçbir meslekte yoktur.” diyerek konunun önemine dikkat çekti.

Organ bulunamadığı için yeterince organ nakli yapamadıklarını ifade eden Demirbaş, organ bağışlamak konusunda Türkiye’de yeterli kültü-rün oluşmadığını belirterek, “Dünyada öldükten sonra en az organ bağışı yapan ülkelerden biri-yiz. Yaşarken de organlarımızı; bir böbreğimizi veya karaciğerimizin bir kısmını yakınlarımıza bağışlayabiliriz. Bunu yapmazsak ne oluyor bili-yor musunuz? Her dört saatte bir, bir hastamızı kaybediyoruz. Yani biz onlara kıyıyoruz. Neden? Çünkü onları kurtarabilecekken kurtaramıyoruz. Herkes bir gün organ nakline ihtiyaç duyabilir. Türkiye’de %10 oranında böbrek hastalığı var. Toplumun yaklaşık %10’u Hepatit B taşıyıcısı ve bu kişiler böbrek ve kara-ciğer nakli olmaya aday. O hâlde kıymayalım bu insanlara. Organlarınızı y a ş a rken b a ğ ı ş -layın,

öldükten sonra da bağışlanmasını sağlayın. Yaşatmak için bağışlayın.” şeklinde sözlerini sürdürdü.Türkiye’de ilk başarılı akciğer naklini 2012 yılın-da gerçekleştiren Doç. Dr. Asım Kutlu iseIşık Üniversitesi yöneticilerine böyle bir vesile ile ağırlandıkları için çok teşekkür ederek başladığı konuşmasında, katılımcılara Brezilya’da yapılmış buzdan heykellerin içine organ konulmuş bir fotoğraf göstererek: “Buzlar eriyor ve geriye organ-lar kalıyor. Bir gün biz de eriyeceğiz ve geriye hiçbir şey kalmayacak.” dedi. Kutlu, organ bekle-yen akciğer hastalarının sadece günaydın demek için bile üç kere nefes almaları gerektiğini belirtti ve sözlerini “Organlarınızı bağışlayın.” diyerek tamamladı.Konferansta söz alan çocuk nefroloğu Prof. Dr. Ahmet Nayır, böbrek naklinin öneminin yanın-da toplumumuzda böbrek hastalıklarını azalt-manın çarelerini bulmamız ve bunun bilincini oluşturmamız gerektiğini ifade etti. Bu konuda Türkiye’de yapılan hataların başında akraba evli-liklerinin geldiğini kaydeden Nayır, “Ülkemizde akraba evliliği oranı hâlâ %20-25. Akraba evliliği ile bazı hastalıklar özellikle de böbrek hastalıkları daha sık görülebiliyor. Anne baba sağlamken

çocuklarda %25 oranında böyle ölümcül hastalıklar ortaya

çıkabiliyor.Aramızda çok

genç arka-daşlar var.

Umarım o n l a -

r ı n

Page 33: FYZY Dergisi 32. Sayı

35

bilgisi, bilinci topluma yayılır ve hataları azal-tabiliriz.” şeklinde konuştu. “Bir başka önemli nokta ise anne karnında takiplerin iyi yapılması. Çocukta hayati bir hastalık tespit edildiğinde bu, aileye bildiriliyor ancak aile bebeğini aldırmayı kabul etmiyor ve çocuk bu şekilde doğuyor. Bu da ailede büyük bir yıkım ve toplumda önemli sorunların oluşmasına neden oluyor.

Çocuklarımız yeterince su içmiyor ve yanlış besleniyorlar. İyi bir şekilde dinlenmiyor, spor yapmıyorlar. Bunlar ileride böbrek hastalıklarını daha çok artıracak çünkü ileri yaşlardaki böbrek hastalıklarında biliyoruz ki hipertansiyon, damar sertliği ve özellikle diyabet çok önemli. Biz bun-lara toplumda dikkat etmezsek bu hastalıkların sayısı ile birlikte organ bekleyen hasta sayısı da artacak. Organ bağışı çok doğru bir adım ama bağışladığımız bedenin de sağlam olması lazım. Biz emanetimize iyi bakalım ki ileride başkalarına deva olsun. Bu arada biz organımızı bağışlıyoruz demekle bitmiyor iş, bunu vasiyetimiz olarak ailemize bildirmemiz lazım.” dedi.

Konferansın hemen ardından gerçekleştirilen organ bağışı kampanyasında ilk organ bağışını FMV Işık Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sıddık Yarman ile Mütevelli Heyeti Üyesi Cem Yurtbay yaptı. Kampanyada yaklaşık 600 organ bağışı yapıldı.

Bu projede görevli olan Işık Üniversitesi öğren-cileri, ünlülere ulaşarak projeye destek mesajı vermelerini istedi. Haluk Bilginer, İlhan Şeşen, Serra Yılmaz, Hüseyin Avni Danyal, Burhan Şeşen, Ata Demirer, Gürkan Uygun, Ayda Aksel, Ayşenil Şamlıoğlu, Serra Halis, Kemal Kuruçay, Ufuk Özkan, Serkan Çağrı, Resul Dindar, Yeliz Akkaya, Lemi Filozof, Abidin Yerebakan, Murat Okay, Gözde Okur, Ecem Üstündağ, Dr. Halit Yerebakan ve birçok duyarlı ünlü, çektikleri vide-olar aracılığıyla organ bağışı çağrısı yaparak kam-panyaya destek verdiler. Bu çağrılardan oluşan video Organ Nakli Konferansı’na katılan yaklaşık 500 izleyici tarafından büyük alkış aldı.

Değerli Okurlar, 3-9 Kasım tarihleri, Organ Bağışı ve Nakil Haftası’dır. Yukarıda yazılanların ışığın-da insanlık için bir hayat da siz bağışlayın, umu-dunu yitirenlerin umudu olun!

Organ bağışı;

•Sağlık Müdürlüklerinde,•Hastanelerde,•Emniyet Müdürlüklerinde (ehliyet alımı sırasında),•Organ nakli yapan merkezlerde,•Organ nakli ile ilgilenen vakıf, dernek vb.

kuruluşlarda yapılabilir.

Bu yazı, Işık Üniversitesinden gelen fotoğraf, bilgi ve bültenlerden yararlanılarak FYZY Yayın Kurulu üyeleri tarafından derlenmiştir.

Page 34: FYZY Dergisi 32. Sayı

36

KOLEKSİYONKOLEKSİYONSAĞLIK

1 00 kişilik bir sınıf düşünelim. Grip olan birini içeri sokup tek tek her-kesle tokalaştırsak... Yetmedi, gripli

kişiden tek tek herkesin suratına hapşırma-sını rica etsek... Amacımızı anladınız sanı-yorum; 100 kişinin hepsi grip virüsü ile karşılaştığında acaba kaçı grip olur?

Tamamı mı, yoksa yarısı mı?

Yaklaşık yüzde 10’u grip olur, yüzde 90’ı virüsle karşılaştığı hâlde grip olmaz çünkü bu 90 kişinin solunum yollarını döşeyen epitel hücrelerindeki alıcı moleküller, gene-tik yapıları sayesinde o virüsün hücreye girmesine izin vermeyecek şekilde kodlan-mışlardır. Grip salgınlarında bazılarımızın salya sümük, ellerinde mendiller gezerken bazılarımızın ince gömlekle gezdikleri hâlde grip olmamalarının nedeni budur. Şunu da ilave etmeliyiz ki bu korunma sadece o sene dolaşımda olan grip suşu (cinsi) içindir, bir sonraki sene ortaya çıkan değişik suş; bu sefer Ali’yi hasta ederken Veli rahat rahat ortalıkta gezebilir veya Ali tekrar hasta olup Veli ikinci kez Ali’yi sinir edebilir. Bu tama-mıyla genetik kodlamanıza, daha doğrusu atalarınızdan birisinin çok uzun yıllar önce o suşla karşılaşıp karşılaşmamasına bağlıdır.Demek ki herkes illa grip olacak, her salgın-dan etkilenecek diye bir kural yok. Nitekim etrafınıza bakın, yılda birkaç kez gribal enfeksiyon geçirenlerin yanında, yıllardır grip nedir bilmeyen pek çok insan görecek-siniz. Aşının koruyuculuğu ne kadardır?

Geçtiğimiz yıllarda tüm dünyada görülen ve İstanbul’u da etkileyen bir grip salgınında İnfluenza A (H3 N2) suşu etkili olmuştu. Aşı üreticisi firmalar, bu salgına karşı hazırlıksız yakalandıklarını itiraf etmişlerdi. Ürettikleri aşıda bu suşu tam olarak karşılayan anti-korlar olmadığı için aşının koruyucu etkisi yüzde 50 civarında kalmıştı. Bu şu demektir: O yıl virüsle karşılaşan ve aşı olmayan 100 kişinin 10’u hasta oldu, buna karşılık aşı olan 100 kişinin 5’i aşıya rağmen hasta oldu. FDA, basit bir gribin hayati risk oluşturacağı kadar düşkün ve yaşlı insanların, astımlı ve kronik bronşitli hastaların, kalp hastala-rı, kronik böbrek hastaları, şeker hastalığı, AIDS gibi kronik hastalığı olanların grip aşısı olmasında fayda olduğunu söylüyor. Ancak maalesef bu tavsiye halka “Tüm çocuklar ve herkes aşı olursa iyi olur.” şeklinde yansıtı-lıyor.

Grip aşısı, yan etkisi hiç olmayan bir aşı değildir. Gribin hayati tehlikeye neden ola-bileceği ağır bir kalp hastası için bu riski göze alabiliriz ama sağlam insanların birkaç gün yatmamak için bu riski kabullenmelerini anlayamıyorum. • Çocuklarınıza -doktoru özellik-le önermedikçe- grip aşısı yaptırmayın. İçeriğindeki “Thimerosal” katkı maddesinin cıva içerdiğini ve yan etkilere neden olabile-ceğini unutmayın.

• Aşının şişlik, kızarıklık ve ağrıya,

Dr. Murat KINIKOĞLUİç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı

OLMALI MI OLMAMALI MI?

Page 35: FYZY Dergisi 32. Sayı

37

nadiren de olsa bizzat kendisinin grip benzeri bir hastalığa yol açabileceğini bilin. Bu durum-da hırıltılı öksürük, gözde kızarma, ateş ve kas ağrıları ortaya çıkar. • Aşı, yumurtaya alerjisi olanlarda ürtiker ve *anaflaktik şoka neden olan alerjik reaksi-yonlar yapabilir. • Grip aşısının önemli komplikasyon-larından biri de Guillain-Barrè sendromudur. Sırt ağrısı, bacaklarda ileri derecede hâlsizlik ve yürüyememe şikâyetleri ile başlar. Birkaç saat veya gün içinde ilerler, sinir sistemini etkilediği için yutma güçlüğü ve nefes darlığına neden olabilir. • Grip aşısına bağlı olarak ortaya çıkan zatürre bildirilmiştir.

Geçirdiğiniz her gripten daha güçlü çıkarsınız. Bu yüzden yukarıda belirttiğim FDA’nın aşı olmasını önerdiği gruplardan birine girmiyor-sanız gripten korkmayın ve aşı olmayın. Grip virüsü elektrik düğmesi ve kapı kolunda birkaç gün yaşayabilir. Enfekte kapı kolu ve elektrik düğmelerinin üzerinde bir gün sonra bile yüzde 33 oranında virüs saptanmıştır. Eve gelince, elinizi sabunla yıkamaya dikkat edin. Grip olur-sanız tavuk suyuna çorba, nane limon, ıhlamur için, bol bol sebze ve meyve yiyin. En önemlisi, istirahat edin, biraz tembellik yapıp gribin tadı-nı çıkarın. Her şekilde iyi olmak için bir hafta 10 güne ihtiyacınız var, bu yüzden doktorunu-zu size antibiyotik vermesi için zorlamayın.

*Anafilaksi: Aniden başlayan ve ölüme neden olabilen ciddi bir alerjik reaksiyon

Page 36: FYZY Dergisi 32. Sayı

38

KOLEKSİYON

BAŞKA B

İR S

İNEM

A H

ÂLÂ

MKÜ

NSANAT

S inemaya dair sanatsal içerikli haberle-rin yanı sıra sektörle ilgili haberleri de takip etmeye çalışan biri olarak, son

dönemde çok sık karşılaştığım bir projeyle ilgili düşüncelerimi paylaşmak istedim. 2013 yılının Ekim ayından beri İnternet’te, sosyal medyada ve sonrasında kısa süreli de olsa bazı televizyon kanallarında tanıtımlarını izlediğimiz, alterna-tif sinema izleyicisini oldukça heyecanlandıran, umutlandıran yepyeni bir projeden bahsediliyor: “BAŞKA SİNEMA”.

Projeden ilk olarak, bir İnternet sitesin-de “Yönetmen Onur ÜNLÜ’nün son filminin ‘BAŞKA SİNEMA’ kapsamında gösterime gire-ceği” başlığını gördüğümde haberdar oldum. Bilindiği gibi Onur ÜNLÜ, “Sen Aydınlatırsın Geceyi” adlı son filmiyle 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “en iyi film” de dâhil olmak üzere birçok ödül almış ancak buna karşın fil-mini, bazı özel gösterimler dışında, seyirciyle buluşturmayacağını söyleyerek sinemaseverleri şaşırtmıştı. Filmi, festivalde izleme şansı bulama-yan seyirciler de merakla bu “özel gösterim”leri bekler olmuştu.

Peki, Onur ÜNLÜ neden böyle bir karar almıştı? Alternatif sinemayı ve sinemacıları takip eden izleyiciler, yani namıdiğer “festival izleyicisi”, aslında bu sorunun cevabını çok iyi biliyor.

Festival izleyicisi, ‘kapısı sokağa açılan’ sinema salonlarının 2000’lerin başından bugüne nasıl yok olduğuna tanık oldu. “Sanat filmi” nitele-meleriyle övüldüğü mü yoksa yerildiği mi belli olmayan seçkin filmlerin, ancak bir ya da iki hafta vizyonda kalabildiğini gördü. Bütçesi kısıtlı, az tanınmış yüzlerin başrolde olduğu “küçük” filmleri; gösterişli ve her türlü teknik donanı-ma sahip “büyük” salonlarına layık görmeyen AVM’lerin sinema dünyasında hâkimiyetini ilan ettiği zamanlarda yaşıyor bu festival izleyicisi. İşte tüm bu süreçte, Onur ÜNLÜ’nün bir film çekip, bu filmle ülkenin en prestijli festivallerinden ödüller alıp, sonrasında da filmini gösterime sok-mamasını en iyi “festival izleyicisi” anlayabiliyor.Tam da bu noktada, bahsettiğim festival izleyicisi için ilaç gibi nitelendirilebilecek bir proje çıktı karşımıza. Yaratıcı ve umut verici bir fikirle “yıl boyu festival” anlayışını projeleştiren “BAŞKA SİNEMA”nın ülkemiz sinema sektöründe hangi ihtiyacı kapatacağını anlatmadan önce, “bağım-sız” filmlere ve fikirlere nasıl ve niçin ihtiyaç duyulduğundan biraz bahsetmek istiyorum.

Bağımsız sinema filmlerinin müdavimleri, yıl boyunca dünya sinemasını ve özellikle bağımsız filmlerin ya da sanat filmlerinin görücüye çık-tığı festivalleri yakından takip ederler. Ancak bizler, takip ettiğimiz yönetmenlerin filmlerini görmek ya da ödüllü festival filmlerini izlemek

Leyla TARAKÇIFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Page 37: FYZY Dergisi 32. Sayı

39

için yurt dışındaki sinemaseverler kadar, örneğin Avrupalılar kadar, şanslı olamıyoruz. İstanbul izleyicisi üzerinden konuşacak olursak, senede sadece 1 ay ya da daha iyimser bir tahminle 6 hafta kadar; vizyondan bağımsız, sinema derdiy-le çekilmiş filmler görebiliyoruz. İstanbul Film Festivali ve Film Ekimi dışında (“İF İstanbul” da bu organizasyonların arasına alınabilir ancak bana göre bu festival, son birkaç yılda seçkisine aldığı filmlerle, bilet fiyatlarıyla ve filmleri göstermeyi tercih ettiği salonlarla “bağımsız” olma niteliğini kaybetmiştir.) çok az festival filmi şehrimiz salon-larında kendine yer bulabiliyor. Dolayısıyla gişe filmlerinden, abartılı görsel efektlerden, Amerikan rüyası klişelerinden sıkılan ve nitelikli hikâyeleri beyazperdede görmek isteyen izleyici için, yıl içinde pek fazla alternatif kalmıyor.

Dağıtıcı firmalar, sanat filmlerinin izlenmediğini öne sürerek savunuyorlar kendilerini ve ekliyor-lar: Ülkemizde insanlar, temiz, rahat bir ortamda yemeklerini yiyip alışverişlerini yapmak, sonra-sında da keyifli, kafalarını boşaltacak ya da onlara görsel bir şölen sunacak filmler izlemek istiyorlar. Hâl böyle olunca piyasaya, izleyicinin beklentisini ve taleplerini karşılayan bir sinema anlayışı hâkim oluyor. Bu bakış açısı ülkemizde sinemanın gele-ceğine ve nasıl algılandığına dair bizlere çok rahat bir fikir verebilir.

Ancak durum gerçekten böyle midir, bunu tar-tışmalıyız. Uzun süredir, İstanbul’da bağımsız sinema adına düzenlenen birçok etkinliği/festivali takip eden biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki festival zamanlarında defalarca merdivenler-de, hatta hınca hınç dolu salonlarda ayakta film izleyen insanlar gördüm. Tüm seansları dolu olduğu için gece 24.00’daki ek seansta oturacak yer bulamayan insanlar ve bunun için “Neden daha fazla ek seans koymuyorsunuz?” diyerek fes-tival direktörlerini azarlayan izleyiciler gördüm. Meselenin filmlerin az izlenmesiyle ilgili oldu-

Onur Ünlü

Türkiye’de benzeri olmayan bir sinema

deneyimi

Page 38: FYZY Dergisi 32. Sayı

40

SANAT

ğunu düşünmüyorum. Çağımızın hastalığı “tüketim” furyasının sinemayı da ele geçirdiğini ve “biz, neyi, ne kadar istersek o kadar tüketeceksiniz” anlayışıyla özgün ve özgür sinemanın -ve sanatın- yavaş yavaş unuttu-rulmak istendiğini düşünenlerdenim. Öyle olmasaydı bugün, kapatılan sinema salonları, 20 TL’ye varan bilet fiyatları, sinemayla ilgisi olmayan uzun reklam araları ve tabii ki ‘alternatif filmleri nasıl izleyeceğiz?’ soruları ve sorunlarıyla boğuşuyor olmazdık.

Bahsettiğim tüm bu sorunlar şehrimizin yeni, cesur ve uzun soluklu sinema projelerine ne kadar ihtiyacı olduğunun bir göstergesidir. Yazımın başında söyledi-ğim gibi, “BAŞKA SİNEMA” projesini tesadüfen duy-dum. Projenin içeriğini okuyunca, anladım ki yukarıda sıralanan sorunlar sadece sinema izleyicisinin kafasını meşgul etmiyormuş. Sanat adına güzel şeyler yapmak isteyen ve bu yüzden kâr amacını ikinci planda tutan -en azından şimdilik-sinemaseverleri sınırlı sayıdaki festivale muhtaç olmaktan kurtarmayı amaçlayan ve bu yüzden “Bize her gün festival!” diyerek yola çıkan Kariyo&Ababay Vakfı ve M3 Film, içi boşaltılmaya çalı-şılan sinema kültürümüzü her şeye rağmen yaşatmaya çalışıyor.

BAŞKA SİNEMA, 2013 yılında İstanbul’da 3 (Beyoğlu Sineması, Kadıköy Rexx Sineması ve Altunizade Capitol Sinema Salonları) ve Ankara’da 1 salonla (Büyülü Fener Kızılay) başladığı sinema yolculuğuna, Mayıs 2015 iti-barıyla 6 şehirdeki 16 sinema salonuyla devam etmek-tedir. Özellikle dünya festivallerinde yoğun ilgi gören bağımsız filmlerin yıl boyu art arda izlenebilmesine ola-nak sağlayan seçkileriyle ve esnek gösterim tarihleriyle izleyicileri rutin sinema deneyimlerinin dışına çıkarma-

yı amaçlayan BAŞKA SİNEMA, festival heyecanını tüm yıla yaymayı başarıyor. Böylece özellikle Hollywood yapımları ve popüler Türk filmleri arasında kaybolan bağımsız filmler, uzun süre gösterimde kalarak hak ettikleri tanıtıma ve izleyici kitlesine ulaşma fırsatı da bulabiliyor. Ayrıca yine ülkemizde pek az gösterim şansı bulan kısa filmleri de yine bu proje kapsamında izleme fırsatı bulabiliyoruz.

Yaratıcı ekip, İnternet sitelerinde bu proje ile başardık-larından bazılarını şöyle sıralıyorlar :“BAŞKA SİNEMA salonlarında doluluk ortalaması Türkiye genelindeki salon doluluk ortalamalarının iki katını geçti. Beyoğlu Sineması’nın kapanma tehlikesinin önüne geçildi. Pera Sineması yenilenerek izleyicinin zevkle film izlediği bir salona dönüştürüldü. 19’u yerli 74 bağımsız filmi izleyiciyle buluşturdu. “Sürpriz Film Gecesi”nde Charlie Chaplin’in kayıp filmini dünyada ilk kez seyirciyle buluşturdu. Proje, dünyanın en pres-tijli sinema yayınlarından Variety’e “A New Distribution Model Gives Turkey’s Film Fans Their Fill of Foreign Fare” başlığıyla haber oldu ve ayrıca Avrupa Konseyi Eurimages Fonu desteği almaya uygun görüldü.”

Filmlerin en az bir ay vizyonda kaldığı, aynı salonda her gün en az üç farklı filmin gösterildiği, 110 daki-kadan kısa olan filmler için ara verilmeyen bir sinema anlayışını yıl boyunca devam ettiren bu proje, sine-manın tekelleşmesini kaygıyla izleyen birçok sinema takipçisini heyecanlandırarak onları başka bir sinema-nın hâlâ mümkün olduğuna inandırmış ve umutlan-dırmıştır. Kalıcı olması ve bu alandaki yeni projelerin öncüsü olarak anılması, sanırım tüm sinemaseverlerin ortak dileği olacaktır.

Page 39: FYZY Dergisi 32. Sayı

41

Page 40: FYZY Dergisi 32. Sayı

42

SPOR

H ep karaya bağlı yaşadığımızdan mıdır nedir, kendimi bir gökyüzün-de, bir de denizde özgür hissederim.

Sonsuz ufka bakmak ruhuma iyi geliyor. Yaşamım boyunca gerçekleştirmek istedi-ğim hayaller arasında deniz ve hava ile ilgili olanlar da var. Yunuslarla yüzerek deniz-deki hayalimi yıllar önce gerçekleştirdim. Gökyüzündeki hayalimin gerçekleşmesinin ise mümkünü yok. Bir gösteri uçuşu sıra-sında Türk yıldızlarından birinin arkasında oturmama kim izin verir ki?

Denge, koordinasyon, kıvraklık... Heyecan, macera, tutku... Tehlike, çılgınlık ve belki biraz da delilik... İşte akrobasi...

Genellikle ip veya tel üzerinde yapılsa da bisiklet, motosiklet ve hatta at üstünde de gerçekleştirilen, vücut kontrolüne dayalı bir gösteri sanatı olarak tanımlanıyor akrobasi. Gösteri sanatı olmakla da kalmıyor, günü-müzde artık spor olarak da kabul ediliyor.

Yerdekini ağzımız açık, hayranlıkla ve bir o kadar da endişeyle izlerken bu işin bir de havada yapılanı var; aerobasi yani hava akrobasisi.

Müthiş bir hız, ani ve keskin manevralar, taklalar ve dalışlar gibi sıra dışı hareketlerle yapılan çılgın uçuşlar...Aerobasi, Uluslararası Havacılık Federasyonu (FAI) tarafından belirlenen 17 spor branşın-dan biri...Aerobasi yarışlarının en popüleri, bana göre

havacılığın Formula-1’i “Red Bull Air Race”. Tabii F-1’deki gibi tüm pilotlar aynı anda yarışmıyor. Yani havada birbirini geçmeye çalışan, sollayan, sağlayan, pist dışına atan uçaklar yok.

Bu organizasyon ilk kez 2003 yılında, yarış-lara adını veren “Red Bull”un sponsorluğun-da düzenlenmiş. Hâlâ da öyle devam ediyor. Mottosu nedeniyle mi sponsor oldu, yoksa sponsor olduğu için mi bu slogan bulundu bilemem ama 12 yıldır “kanatlandırdığı” bir gerçek.

Dünyanın en hızlı ve heyecan verici motor sporunun kahramanları da dünyanın en özel ve en sıra dışı pilotları. Pilotlar, yük-sek hız, alçak irtifa ve olağanüstü manevra kabiliyetinden oluşan üçlü kombinasyona dayalı sınır tanımaz performanslar sergiliyor-lar. Tehlikeyle dalga geçerek, yer çekimini hiçe sayarak, ani hızlanmalarda, dalışlarda, manevralarda kendi ağırlıklarının neredeyse 10 katına eşit maruz kaldıkları G-kuvvetine güç gösterisi yapıyorlar.

Ustalar sınıfı kategorisinde yer alan 14 pilot, yıl boyunca dünyanın farklı noktalarında gerçekleştirilen toplam 8 yarış sonunda “dünya şampiyonu” olabilmek için mücadele ediyor.Pilotlar, yarış takviminde belirlenen yerler-deki hava koşullarıyla da mücadele etmek zorunda kalabiliyorlar. Bu nedenle yarışların birbirine hiç benzememesi hava yarışlarını daha heyecanlı ve özel kılıyor.

Şenay KURTFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Müdür Yardımcısı

AKROBASİ

Page 41: FYZY Dergisi 32. Sayı

43

Yarışlar, özel olarak tasarlanan, yaklaşık 5 km uzunluğundaki pistlerde gerçekleşiyor. Pisti belirgin hâle getiren, koni şeklindeki şişme kuleler. Aralıklarla ve karşılıklı dizilen kuleler, parkurun kapılarını oluşturuyor. Hızları saatte 370 km’ye ulaşan uçakların uçuş yüksekliği, 15-25 m arası değişirken kulelerin yüksekliği de 2014’ten itibaren 20 metreden 25 metreye çıkartılmış. Şişme kuleler de özel tasarlanmış; temas edildiği anda patlayacak kadar narin ancak kuvvetli fırtınalara dayanacak kadar da sağlam.

Amaç; parkuru en hızlı ve en az hatayla tamamlamak. Yarışlar, beş bölümden oluşu-yor: antrenman, sıralama turu, birinci tur, ikinci tur ve final. Antrenman yarıştan iki gün, sıralama turu ise yarıştan bir gün önce yapılıyor. Yarış günü birinci tur sonunda 14 pilotun yarısı eleniyor, elenenlerin en hızlısı şanslı kaybeden olarak ilk yediye giren pilot-larla birlikte ikinci tura yükseliyor. Bu turu ilk dört sırada bitirenler ise finalde yarışma hakkını elde ediyor. Final turunu kazanan, o yarışın galibi oluyor.

Yıl boyunca yapılan 8 etapta en çok puan toplayan pilot “dünya şampiyonluğu” unva-nını alıyor. Profesyonel sporcular, belli bir yaşa geldik-lerinde emekli olurlar. Örneğin, sahalarda 40 yaşında bir futbolcu görmek neredeyse imkânsızdır. 50 yaşında, sporda aktif olan sporcu göremezsiniz çünkü spora çocuk yaşta başlanır, 20’li yaşlarda formun zirve-sine ulaşılır, 30’lu yaşların başı ise en dene-yimli olunan yıllardır. Ama söz konusu hava yarışlarıysa durum tam tersi, aerobasiye baş-lama yaşı zaten 20’den sonra... Dolayısıyla pilotların yaş ortalaması 47. E tabii dünyanın en iyileri arasında yer almak, ustalar sınıfına girmek için deneyim gerek, bu da yıllar demek!

Red Bull Air Race’in en başarılı ismi 51 yaşındaki İngiliz Pilot Paul Bonhomme. İki dünya şampiyonluğu, iki ikincilik ve bir üçüncülük elde eden Bonhomme, bu yıl da ipi göğüslemeye çok yakın. Genel klasmanda en yakın rakibinin 12 puan önünde bulunan Bonhomme, üçüncü şampiyonluğunu res-men ilan etmek için 17-18 Ekim tarihlerinde uçulacak olan Las Vegas etabını bekliyor. Ben de...

Bu nefes kesici yarışları bugüne dek izle-mediyseniz, sezonun son yarışında televiz-yonun karşısında yerinizi almanızı öneri-rim. Bunu da yakalayamazsanız yeni sezona

kadar bir alternatifiniz daha var: Dünya Hava Oyunları (World Air Games). İlki 1997 yılın-da Türkiye’de gerçekleştirilen, 1-12 Aralık 2015 tarihleri arasında Dubai’de 5. kez düzenlenecek oyunlarda, paraşütle atlama-dan akrobasiye kadar birçok branşı izleme olanağınız olacak.

Üstelik izlemenin riski de yok. Gerçi herke-sin şu meşhur g-kuvveti deneyimini bir kez bile olsa yaşaması gerekir diye düşünüyo-rum...

Belki bir “roller coaster”da, belki de bir yarış otomobilinin direksiyonunda...

Siz h

iç g

kuv

vetin

i his

sett

iniz m

i?

Page 42: FYZY Dergisi 32. Sayı

44

TARİHTENSAYFALAR

Ö ğrencilik yaşamı boyunca bu sözü duymayan ya da bu sözle azarlanmayan kişi yok gibidir. Hepimiz öğrencilik yıllarımızda birkaç defa

bu sözü duyduk. Ama anın heyecanı içinde, içinde gizlediği gerçeklerin farkına varmadan hatta üzerin-de çok fazla düşünmeden unuttuk gitti. Oysa bu gibi atasözü ve deyimler, yaşanmış şeyleri de anlatırlar bize.

“Dingo’nun Ahırı” ne anlatır bize? Nasıl bir gerçeklik saklar içinde? Devrinin en üstün toplu taşıma aracı olan tramvaylar, İngiltere’de madenlerde kömür taşı-ma işlerinde kullanılan bir nakil aracından örnek alı-narak keşfedildi. Yer üstünde ise ilk kez 1832 yılında New York şehrinde çalışmaya başladı. Daha sonra onu 1854 yılında Paris, 1860 yılında Londra ve 1868 yılın-da Viyana ve Sofya da kurulan atlı tramvay şirketleri izledi.

Atlı tramvayın bulunuşundan yaklaşık 40 yıl son-ra,1869 yılında, Osmanlı’da ilk kez İstanbul’da Konstantin Karapano Efendi ilk atlı tramvay hattı için izin almıştı. Hazırlık çalışmalarının tamamlan-masından sonra, 1872 yılının 3 Eylül günü, Topha-ne Meydanı’nda İstanbul’un ileri gelen kişilerinin de bulunduğu kalabalık bir topluluk, o güne kadar İstanbul’da hiç görmedikleri bir taşıtın etrafını sar-mışlardı. İstanbul tarihinde yeni bir çığır açan ilk atlı tramvay, Azapkapı-Ortaköy hattının açılış töreni ile İstanbul’da hizmete başladı. Bu atlı tramvaylar saye-sinde artık İstanbullunun ayağı yerden kesiliyor, o güne kadar sadece zenginlerin binebildiği tahtırevan-lara, küheylanların çektiği tenteli arabalara, kupalara ve faytona binemeyen orta hâlli ya da yoksul halk, nispeten ucuz bir taşıta ilk defa binme şansına kavu-şuyordu.

Kaynaklar:

1- İstanbul’da Tramvay Tramvayların Tarihi, Fehime Tunalı Çalışkan- Zikrullah Kırmızı, İst. 19982- İstanbul’un Atlı Ve elektrikli Tramvayları, Prof.Dr. Vahdettin Engin, İTO yayını, İst. 20113- http://www.iett.gov.tr/tr/main/pages/troleybus/304- http://anadoluraylisistemler.org/tr/announcementDetail/tramvayin-tarihcesi/1865- http://www.internethaber.com/dingonun-ahiri-ne-demek-171582h.htm6- http://www.sabah.com.tr/yazarlar/ay/2013/05/16/iste-dingonun-ahiri7- http://liberteryen.org/2011/09/dersaadetin-istanbul-atli-tramvaylari/8- http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/139629/Dingo_nun_Ahiri.html#9- http://ackuzu.com/dingonun-ahirindan-gunumuze-kalanlar/10- http://blog.milliyet.com.tr/burasi-dingo-nun-ahiri-mi--giren-cikan-belli-degil-sozu-nerden-geliyor/Blog/?BlogNo=22681511- http://www.bilgisayarbilisim.net/ansiklopedi-f57/dingonun-ahiri-deyimi-nereden-geliyor-t67249.html12- http://www.bilgidostum.com/2014/01/10/dingonun-ahiri-sozu-nereden-gelmektedir/13- TRAMVAY VE TARİHİ RAYLI SİSTEMLER, Prof. Dr. Ural Akbulut, ODTÜ Kimya Bölümü

Dr. Arif AKDENİZFMV Özel Işık Lisesi

Türkçe-Sosyal Bilimler Bölüm Başkanı

Sarı boyalı atlı tramvaylar, genellikle iki at tarafından çekilmiş, yokuş yerlerde ise arabalara, yedek olarak iki at daha bağlanmıştır. Bu nedenle, yokuş başlarında bu yedek atlar için küçük ahırlar yaptırılmıştı. Bu ahırlar-dan biri de bugün Taksim alanının batı kısmındaki su-lar idaresi maksemi ile Fransız Konsolosluğu arasında bulunan ve şimdi tramvay deposu olarak kullanılan bir ahırdı. Atların Taksim’de düzlüğe çıktıktan sonra ahı-ra alınarak dinlendirildiği ve bir önceki seferden kalan dinlenmiş atların Azapkapı’ya indirildiği bu mekânı, yani ahırı Dingo isimli bir Rum vatandaş işletiyordu.

Atlı tramvayların yoğun olarak çalışması sebebiyle gün boyunca buraya bir sürü at girip çıkıyordu ve belirli saatleri yoktu. Bundan dolayı bu ahırda her zaman bir kalabalık, düzensizlik ve keşmekeşlik egemendi. İşte günümüzde kaynağını bilmeden sıklıkla kullandığımız “Burası Dingo’nun ahırı mı? Giren çıkan belli değil!” sözü rivayetlere göre kaynağını buradan almıştır. De-yim, 1914 yılında atlı tramvayların kalkıp yerlerini elektrikli tramvaylara bırakmasından ve Dingo’nun ahırının işlevsizlikten kapanmasından sonra dilimize girip yerleşmiştir.

Burası Dingo’nun Ahırı mı?

Page 43: FYZY Dergisi 32. Sayı

SAYI: 32 EKİM 2015

FYZYİMTİYAZ SAHİBİ

Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları adınaFMV Yönetim Kurulu BaşkanıMimar M.Kâmil ÖZKARTAL

•SORUMLU MÜDÜR

Elk. Müh. Alp GÜNAYFeyziye Mektepleri Vakfı

Genel Müdürü

•YAYIN KURULUSevil KARACIK

FMV ve Işık Okulları Kültür Sanat YöneticisiÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi MüdürüŞenay KURT

FMV Özel Ayazağa Işık LisesiMüdür Yardımcısı

•DÜZELTMEN

Leyla TARAKÇIFMV Özel Ayazağa Işık Lisesi

Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni•

TASARIM - KAPAKÖmer ORHAN

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Müdürü

EDİTORYAL YAPIM - BASKIMas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş.

Hamidiye Mahallesi, Soğuksu Caddesi, No: 334408 Kağıthane - İstanbul

Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 [email protected] No: 12055

•İMTİYAZ SAHİBİ, SORUMLU MÜDÜR

VE YÖNETİM YERİ ADRESİTeşvikiye Cad. No: 6 Nişantaşı - İstanbul

Tel: 0212 233 12 03 444 1 368

(FMV)www.fmv.edu.tr

4 ayda bir yayımlanır.Yayının türü: Dergi, yerel, süreli

FMV HaberlerÖğretmen Olmak EğitimSatılık Sevgi KültürFarklı Kültürlere Başka Bir Gözle Bakmak AFS Kültürler Arası ProgramlarıSosyolojiAşk MezhebiHobiEl Emeği Göz Nuruİçimizden BiriSanata Adanmış Bir YaşamGeziMelekler ŞehriKent KültürHa Bu Akan DerelerSosyal Sorumlulukİkinci HayatYaşamak da Güzel Yaşatmak daSağlıkOlmalı mı Olmamalı mı?SanatBaşka Bir Sinema Hâlâ MümkünSporAkrobasiTarihten SayfalarBurası Dingo’nun Ahırı mı?

İ Ç İ N D E K İ L E R

49

10

12

14

16

18

22

26

30

34

36

40

42

Page 44: FYZY Dergisi 32. Sayı

32.

EL EMEĞİ GÖZ NURU...

AŞK MESHEBİ

HA BU AKAN DERELER...

SATILIK SEVGİ!

MELEKLER ŞEHRİ

Anaokulundan üniversiteye güçlü ve çağdaş eğitimFMV Işık Okulları 130 yıllık köklü geçmişi, güçlü eğitimci kadrosu,

çağdaş eğitim sistemiyle eğitimde öncülüğünü sürdürüyor.

www.fmv.edu.tr

105-K

SY-S

Y-1

8-1

0/

2015

Nişantaşı Kampüsü Ayazağa Kampüsü Erenköy - Güneş Kampüsü Ispartakule / Bahçeşehir Kampüsü Işık Üniversitesi Şile Kampüsü

Ekim 2015

FYZY

FMV’n

in a

rmağ

anıd

ır. Par

a ile

sat

ılmaz

. İKİNCİ HAYAT

130 YıldırMer?klı Öğrencilerin Okulu