fİkİr hareketlerİ dergİsİ

438
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ (SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ Doktora Tezi Nahit Yüksel Ankara - 2004

Upload: dinhkhanh

Post on 02-Feb-2017

309 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ

(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Doktora Tezi

Nahit Yüksel

Ankara - 2004

Page 2: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ

(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Doktora Tezi

Nahit Yüksel

Tez Danışmanı Prof. Dr. Sina Akşin

Ankara 2004

Page 3: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ

(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI

FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Doktora Tezi

Nahit Yüksel

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Sina Akşin

Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Sina Akşin …………………..

Prof. Dr. Bilsay Kuruç …………………..

Prof. Dr. Ömür Sezgin …………………..

Prof. Dr. Korkmaz Alemdar …………………..

Prof. Dr. Raşit Kaya …………………..

Tez Sınavı Tarihi : 10/02/2005

Page 4: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ ............................................................................................ Hata! Yer işareti tanımlanmamış. BÖLÜM I: İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEM (1918-1939) .. Hata! Yer işareti tanımlanmamış. BÖLÜM II: HÜSEYİN CAHİD YALÇIN VE FİKİR HAREKETLERİ ...Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

A. Hüseyin Cahid Yalçın...................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. B. Fikir Hareketleri ............................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

BÖLÜM III: FİKİR HAREKETLERİ’NİN ÇÖZÜMLEME VE POLEMİKLERİHata! Yer işareti tanımlanmamış.

A. XIX. Yüzyıl Çözümlemeleri.......................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. B. Devrim (İnkılap) Çözümleme ve Polemikleri............ Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

1. Devrim, Fransız Devrimi ve Devrimin Değişen AnlamıHata! Yer işareti tanımlanmamış. 2. Türk Devrimi .................................................................. Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

C. Demokrasi Çözümleme ve Polemikleri....................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 1. Demokrasinin Tanımı, Doğuşu ve Gelişimi............ Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 2. Demokrasinin Özü, Yaşayabilme Koşulları ve Orta Sınıfların ÖnemiHata! Yer işareti tanımlanmamış. 3. Demokrasinin Bunalımı (İki Savaş Arası Dönem) Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 4. Demokrasi ve Türkiye ................................................ Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 5. Demokrasi Polemikleri................................................ Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

D. Diktatörlük Çözümleme ve Polemikleri ..................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 1. Komünizm....................................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 2. İtalyan Faşizmi .............................................................. Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 3. Alman Nasyonal Sosyalizmi...................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

E. Devletçilik Çözümleme ve Polemikleri....................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. F. Ulusçuluk ve Irkçılık Çözümleme ve Polemikleri .... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

1. Ulusçuluk: Doğuşu, Gelişimi ve Niteliği ............... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. 2. Irkçılık: Doğuşu, Gelişimi ve Niteliği .................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

G. Kapitalizm/Emperyalizm Çözümleme ve PolemikleriHata! Yer işareti tanımlanmamış. SONUÇ......................................................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. ÖZET............................................................................................. Hata! Yer işareti tanımlanmamış. ZUSAMMENFASSUNG......................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. EKLER ......................................................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. KAYNAKÇA.............................................................................. Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

Page 5: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

GİRİŞ

Bu çalışmanın amacı, 1933 ile 1940 yılları arasında 364 sayı

yayımlanan Fikir Hareketleri adlı haftalık bilimsel, toplumsal ve

yazınsal (edebi) derginin içerdiği siyasal ve iktisadi düşünceleri

incelemek ve derginin ideolojisini saptamaktır. Dergi1 Cumhuriyetin

onuncu yıldönümünde çıkarılmış, henüz ilk makalede, cumhuriyetin ve

onun onuncu yılının coşkusu2 paylaşılmıştır. Devrim, Türk Devrimi,3

1 Fikir Hareketleri, çalışma içerisinde kısaltmaya gidilmeden belirtilecek, derginin

makalelerine atıf yapılan dipnotlarda ise, FH kısaltması kullanılacaktır. Başyazar,

dergiye ve makalelerine, Soyadı Yasası öncesi dönemde Hüseyin Cahit, bu Yasa

sonrası dönemde (58. sayıdan itibaren) ise Hüseyin Cahid Yalçın biçiminde imza

koymuştur. Çalışmada, Başyazardan, Soyadı Yasası öncesi döneme yapılan

göndermelerde Hüseyin Cahit biçiminde, Yasa sonrası döneme veya dönem

belirtilmeden yapılacak göndermelerde ise, Hüseyin Cahid Yalçın biçiminde söz

edilecektir. 2 Hüseyin Cahit, uzun yıllar nasıl olmuş da cumhuriyetsiz yaşamış olduğumuza

şaşırmaktadır. “Cumhuriyet rejimi, insanlığını duyan, şahsiyet sahibi bir ferdin ruhi,

hissi, maddi ihtiyaçlarına o kadar uygun, o kadar tabii bir idare şeklidir ki bir kere ona

kavuşan bir milletin artık başka bir siyasi şekle kolay kolay tahammül edebilmesinin

imkanı yoktur.” Hüseyin Cahit, “Türk Cümhuriyetinin Onuncu Yıldönümü”, FH,

Sayı 1, (29.10.1933). 3 Türk Devriminin niteliği ve onu başka devrimlerden ayıran özellikleri 1930’lu yılların

ilk yarısının çekici tartışma konularından biriydi. Akşin’in de belirttiği gibi, Serbest

Cumhuriyet Fırkası (SCF) denemesinin 1930 yılında başarısız olmasından sonra, çok-

Page 6: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

2

demokrasi, demokrasilerin bunalımı, diktatörlük, ulusçuluk ve ırkçılık

gibi siyasal konular ve devletçilik ve kapitalizm gibi iktisadi konular da

derginin çözümlemeleri arasında yer almıştır. Derginin içerdiği

makaleler, EK 2’den de görüleceği gibi, yalnızca siyasal ve iktisadi

konulu makaleler değildir.

Bir basın organı incelemesi olmasının yanı sıra, bu çalışma, bir

yönüyle de tarih çalışmasıdır. Tarih çalışmalarının ayrılmaz parçası ise

dönemlendirmedir. Dönemlendirme mantığının arkasında, Alpkaya’nın

da belirttiği gibi, her zaman bir kuramsal yaklaşım vardır ve bu kuramsal

yaklaşıma bağlı olarak tarihçi “sürekliliğe” ya da “kırılma noktalarına”

vurgu yapan bir dönemlendirmeyi seçer.4 Bu çalışmada, kırılma

noktalarına vurgu yapan ve arka planında “devrim” kavramı bulunan

yaklaşım seçilmiştir.

partililikle sağlanamayan çok sesliliğin yayın yaşamında sağlanması arayışına

girilmiştir. Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi (1789-1980), (4.

B.), Ankara, İmaj, 2001, s. 198. Gerçekten de, Kadro (Ocak 1932-Ocak 1935) ve

Kooperatif (Haziran 1932-Mayıs 1934) adlı aylık dergilerin yayın yaşamına girdiği

1932 yılının devletçilikle birlikte en çok tartışılan konularından biri de Türk

Devriminin niteliği idi. 4 Faruk Alpkaya, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu (1923-1924), İstanbul, İletişim,

1998, s. 12. Burjuva devrimi,”… belirli bir coğrafyada, kapitalizmin gelişmesine

bağlı olarak feodal egemenlik biçiminin tasfiye edilip yeni bir siyasal üstyapının yani

ulus-devletin kurulmasıdır.” Bu tür devrimlerin bir ulusal bir de demokratik boyutları

var ise de, bu iki boyutu kesin çizgilerle birbirinden ayırmak her zaman olanaklı

değildir. a.g.e., s. 13-14.

Page 7: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

3

XIX. yüzyılda hala çok kavimli bir imparatorluk görünümünde

olan Osmanlı Devleti’nde, Türkler, ancak yüzyıl sonlarında kendi

burjuva devrimlerini yapma çabasına girmişlerdir. Bu çabaların ürünü

olan II. Meşrutiyet (1908) yarım kalmış bir burjuva devrimiydi. Bu

devrimle ulusal istenci yansıtan bir yasama organı aracılığıyla padişahın

mutlak egemenliği sınırlandırılmış ise de, bir ulus-devlet kurulmaması

bakımından, devrim yarım kalmıştır. Yarım kalan devrim, 23 Nisan

1920’de başlayan ve 1923’te ulus-devletin kurulması ile sona eren

süreçle tamamlanmıştır.5

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan (BDS) yenik

çıkması sonrasında işgale uğrayan Anadolu’da başlıca üç ideoloji

etkiliydi: ulusçuluk, islam ve sosyalizm. Mustafa Kemal önderliğinde

1920’li yılların başında başlatılan ve iki yıldan fazla süren Ulusal

Kurtuluş Mücadelesi küçük burjuvazi ve yarı feodal ağalar öncülüğünde

yürütülmüştür.6 1922 yılının ikinci yarısında Mücadele askeri bakımdan

zaferle sonuçlandırılmış, Saltanat kaldırılmış ve Kasım ayında başlayan

Lozan Barış Konferansı’nın kesintiye uğradığı bir sırada (Şubat 1923)

gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi de, “... emperyalistlere

görüşümüzü ve barış şartlarımızı belirtmek için...” bir vesile olmuştur.7

Barış Anlaşmasının Temmuz 1923’te imzalanmasıyla Ulusal Kurtuluş

5 a.g.e., s. 14-5. Devrim yaklaşımının seçeneği, Osmanlı Devleti ve Türkiye

Cumhuriyeti tarihini bir süreklilik biçiminde ele alan ve tarihimizde evrimsel bir

değişim/ dönüşüm gören modernleşme yaklaşımıdır. 6 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, (3. B.), Ankara, İmge, 1994, s. 18-24. 7 a.g.e., s. 39.

Page 8: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

4

Mücadelesi siyasal bakımdan da sona ermiş, 29 Ekim’de Cumhuriyet

ilan edilmiş,8 Mart 1924’te ise Hilafet kaldırılmıştır. Aynı yıl içinde yeni

Anayasa (1924 Anayasası) kabul edilerek yürürlüğe konulmuş, yıl

sonuna doğru girişilen ilk çok partili yaşam denemesi başarısızlıkla

sonuçlanmış ve Şeyh Sait Ayaklanması dolayısıyla çıkarılan Takrir-i

Sükun Yasası çerçevesinde 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet

Fırkası (TpCF) kapatılmıştır. İzmir Suikasti davası sonrasında ülkede

açık bir muhalefet kalmamış ve “Tek Partili Cumhuriyet” kurulmuştur.9

İzleyen yıllarda, Cumhuriyet, birer birer devrimleri gerçekleştirecektir.

Büyük Bunalım, 1930 yılından itibaren Türkiye’yi de etkilemeye

başlamış, Bunalımın etkisiyle devletin iktisadi yaşama müdahalesi

artmış, 1923-1930 dönemindeki sanayileşme çabalarının yarattığı hayal

kırıklığının da etkisiyle, devlet kapitalizmi daha geniş bir uygulama alanı

bulmuştur. Devletçilik siyasetinin doruğa ulaştığı 1932’de devlet

işletmeciliği de adeta tekelci bir kimliğe bürünmüştür.10

8 İktisadi bakımdan geri, dinsel ideolojinin egemen ve halkın büyük çoğunluğunun

geleneksel hilafet ve saltanat düzenine bağlı olduğu bir toplumda hangi koşullar

altında yeni bir devlet biçiminin (cumhuriyetin) kurulabilmesinin olanaklı olduğu

sorusuna yanıt arayan Sezgin, Kurtuluş Savaşı’nı, hem yabancı işgaline karşı silahlı

bir direniş hareketi hem de aynı zamanda rejim sorununun da her an gündemde

olduğu bir siyasal süreç olarak nitelemektedir. Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı

ve Siyasal Rejim Sorunu, Ankara, Birey ve Toplum, 1984, s. 1-2. 9 Cemil Koçak, “Siyasal Tarih 1923-1950”, içinde, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye

1908-1980, (Yayın Yönetmeni: Sina Akşin), İstanbul, Cem, 1990, s. 104. 10 1930 yılından itibaren Türkiye iktisadi ve siyasal yaşamındaki sorunlar ve gelişmeler

bu bunalım dikkate alınmadan açıklanamaz. Timur, a.g.e., s. 123.

Page 9: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

5

1930’lu yılların başında Türkiye’yi de etkisi altına alan iktisadi

bunalım ve toplumda gitgide artan hoşnutsuzluklar karşısında siyasal

iktidarın önünde iki seçenek vardı. Takrir-i Sükun Yasası ile birkaç

yıldan beri kısıtlanmış olan demokratik hak ve özgürlükler iade edilerek

rejim yumuşatılacak ya da daha otoriter bir yapıya kavuşturulacaktı.

SCF’nın kurdurulması yoluyla önce birinci yol denenmiş, bunda başarılı

olunamayınca, rejim ve ideoloji sertleştirilmiştir.11 1931 yılında çıkarılan

Matbuat Yasası, ülkenin genel siyasetine dokunacak biçimde yayın

yapan basın organlarını kapatma yetkisini Bakanlar Kuruluna

vermekteydi. Bunalımın etkilerinin ülkede en güçlü biçimde hissedildiği

1932 yılında devletçi politikanın hukuki çerçevesini oluşturacak olan,

ileri derecede müdahaleciliği ve devlet işletmeciliğini getiren sekiz yasa

kabul edilmiştir. Bazı demokratik hak ve özgürlükler yasal

düzenlemelerle ortadan kaldırılmış, 1933 yılında üniversite özerkliğine

son verilmiştir. Bu onyılın ikinci yarısında ise, parti-devlet bütünleşmesi

sağlanacaktır.12

11 Akşin’e göre, Atatürk Türkiye’sinin basın ve yayın yaşamı sicili pek de olumlu

değildir. SCF denemesinin ardından muhalif basın baskı ve kısıtlamalara maruz

kalmıştır. Tek parti yönetimi genel olarak otoriter ise de, otoriterliğin göründüğü

kadar koyu olmadığına işaret eden bazı olaylar da vardı. 1932 yılında Cumhuriyet

Halk Fırkası (CHF) Genel Sekreteri Recep (Peker) Bey’in İtalyan faşizminden

esinlenerek partisi için hazırladığı program ve tüzük taslağını Gazi Mustafa Kemal’in

“saçma” bularak bir yana atması otoriterliğin göründüğü kadar koyu olmadığına kanıt

olarak gösterilebilir. Sina Akşin, “Atatürk Döneminde Demokrasi”, AÜSBF Dergisi,

Cilt 47, Sayı 1-2, (Ocak-Haziran 1992), s. 246-247. 12 Timur, a.g.e., 151-153. Koçak’a göre, 1930’lu yıllarda CHP’nin dışında hiçbir özerk/

bağımsız siyasal varlık bırakmama sürecinin son halkası, 1936 yılı kararıdır. Önce

devlet dışında bulunan her türlü özerk siyasal varlığa son verilerek onlar CHP içinde

eritildi, en sonunda da CHP devlet içinde eritildi. Böylelikle devletin/ hükümetin

Page 10: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

6

SCF denemesi sonrasındaki bir yurt gezisi sırasında (29 Kasım

1930) yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal,

CHF’nin, sanki karşısında birçok parti varmış gibi çalışması gerektiğini,

bu suretle muhalefetsiz olmanın sakıncalarının giderilebileceğini

belirtmekteydi. Bundan böyle tek partili yaşamın egemen olacağının

açık habercisi olan bu konuşmayı, Cumhurbaşkanının Mart 1931’deki

demeci izleyecekti.

“Milletin tarihinde bazı devirler vardır ki; muayyen maksatlara erebilmek için

maddi ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini biraraya toplamak ve aynı

istikamete sevketmek lazım gelir. (...) Memleketin ve inkılabın içerden ve

dışardan gelebilecek tehlikelere karşı masuniyeti için bütün milliyetçi ve

cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdır. (...) Aynı cinsten olan

kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir.”13

Tüm toplumsal güçlerin tek elde toplanması zorunluluğu

yalnızca Cumhurbaşkanınca dile getirilmemekteydi. Bazı gazeteci

mebuslar da aynı görüşte ve hatta o dönemin bazı otoriter ve totaliter

rejimlerinden esinli yeni bir siyasal düzen arayışı içindeydiler. CHF’nin

de yayın organı olan Hakimiyet-i Milliye’de çıkan Zeki Mesut imzalı ve

dışında başkaca bir siyasal varlık bırakılmaması sağlandı. Cemil Koçak, “CHP-Devlet

Kaynaşması (1936)”, Toplumsal Tarih, Sayı 118, (Ekim 2003), s. 79.

13 Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi 1930-1945, İstanbul, Altın Kitaplar,

1983, s. 29-30.

Page 11: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

7

4 Kanunuevvel 1930 tarihli yazıda, devlet yönetiminde eleştiri ve

denetimin sağlanması için bir muhalefet partisinin varlığına gerek

olmadığı, devrim ilkelerini savunan partilerin dışında başka bir partinin

zaten düşünülemeyeceği ileri sürülmekteydi. Yazar, başka bir partinin

varlığına izin vermeyen faşist rejimin eleştiri ve denetimi kendi içinde

sağladığını, hiçbir faşistin faşizm ilkelerini eleştirmeyi aklına bile

getirmeyeceğini belirtmekteydi. Bireylerin, particilik adı altında olmasa

bile, uzmanlık biçiminde düşüncelerini açıklamalarının önünde hiçbir

engel yoktu. Türkiye’de particilik her zaman karşılıklı çekişmelere ve

suçlamalara dönüşmekteydi. Oysa, uluslar güçlerini yapılarındaki

türdeşlikten, bireyleri arasındaki dayanışmadan ve ülkülerindeki

birlikten almaktaydı. Birbirleriyle didişen ve birbirini düşman gören

yurttaşlar, bilerek ya da bilmeyerek, ulus düşmanlarının emellerine

hizmet etmiş olurlardı.14

Değişik kesimlere mensup başka yazarlardan da benzer görüşler

duyulmaktaydı. Örneğin, İş Bankası çevresinden Mahmut (Soydan) Bey,

Yugoslavya’daki diktatörlüğün kendi devrimini halka sevdirmek için her

olanağı kullanmaktan geri kalmadığını belirtmekte, diktatörlüğü bu

bakımdan övmekteydi. Falih Rıfkı (Atay) komünist ve faşist partilerin

“yönetim biçimleri”nden esinlenilmesini salık vermekeydi. Ona göre,

Türkiye’nin iktisat ve inşa planı yapılmalı, CHF tıpkı komünist ve faşist

fırkalardan, yani “eski nizamdan yeni nizama geçen” ülkelerin

14 a.g.e., s. 31-33.

Page 12: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

8

fırkalarından esinlenilerek yeniden yapılandırılmalıydı. Roma’nın yeni

mahallelerinde belki liberalizm ve demokrasiye aykırı çok şey vardı

ama, faşizmin bu merkezinde 1921 yılının anarşisinden, fakirliğinden ve

başıboşluğundan eser kalmamıştı. Demokrasi ve liberalizmin arkada

bırakıldığı bu yeni dönemde İtalyan ulusçularının başı dikti. 1931

Haziran’ında Falih Rıfkı CHF’yi eleştiren tüm basını alçaklıkla

suçlamaktaydı. Yakup Kadri’ye (Karaosmanoğlu) göre SCF’nın tek

yararı, CHF’nin eksik ve güçsüz yanlarını ortaya çıkarmasıydı. CHF,

bazı parlamenter Avrupa ülkelerinde örneği görülen fırkalara

dönüşmemeli, devrim devresi örgütü olarak gelişmesini sürdürmeliydi.

1930 yılı sonuna doğru kaleme aldığı makalelerinde de, Yakup Kadri,

emperyalist aleme karşı Sovyetler Birliğini övmekteydi. Yunus Nadi

(Abalıoğlu), Cumhuriyet’te, ülkemizde disiplinli bir ortama gereksinim

duyulduğunu, bunu CHF’nin sağlayabileceğini, İtalyanları yüzyılın en

ileri toplumu durumuna yükselten faşizmin kurmaylarının Türk

Devrimi’nden övgüyle söz etmelerinin Türkiye’ye güç verdiğini

belirtmekteydi. 1932 ve 1933 yılında aynı gazetede ve Ülkü’de

Mussolini ve Hitler övgüsüne raslanmaktaydı.15

1930’lu yıllarda gerek parti yöneticileri gerekse partiye yakın

yazarlar, ülkede disiplin sağlayacak, devrim ilkelerinden sapmayacak ve

bunları topluma aşılayabilecek sağlam bir siyasal örgütleniş biçimine,

15 a.g.e., s. 31-40

Page 13: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

9

güçlü bir siyasal partiye gereksinim duymuşlardır. Gözler güçlü siyasal

iktidarların bulunduğu otoriter rejimlere çevrilmiştir.

“Bu aşamada kesin olarak ortaya çıkan ve bundan sonraki gelişmeleri

etkileyecek olan sonuç, C.H.F.’nın artık başkaca bir siyasal partinin

kurulmasına olanak tanımayacak olması ve kendisi dışındaki öteki kuruluş ve

örgütlerin varlığına teker teker son verecek bulunmasıdır.”16

Yukarıda belirtilen arayışlara sahne olan 1930’lu yıllların

Türkiye’sinde basın özgürlüğü de çok sınırlıydı. Zaman zaman bazı

gazetelerde bir takım eleştirilere yer verilmekte ise de, bu özgürlüğün

hiçbir garantisi yoktu. İçişleri Bakanlığınca sınırın aşıldığına karar

verilmesi halinde, ilgili basın organı kapatılmaktaydı.17

“1930’lu yıllarda bu koşullar altında oldukça güdümlü bir basın anlayışının

uygulanmasına geçilecektir. Gazeteler ve yazarlar, İçişleri Bakanlığı’nın

Matbuat Umum Müdürlüğünden gelen bir telefon emriyle ‘kapatılmış’

olduklarını görecek ve bazen nedenini bile anlayamadıkları kapatma

16 a.g.e., s. 41-42. 1930’lu yılların başlangıç yıllarının Türk siyasal ve iktisadi

yaşamının (SCF denemesi, 1931 seçimleri, yeni Matbuat Yasası, Türk Ocakları’nın

kapatılması, Büyük Bunalım ve Türkiye’ye etkileri, işsizlik sorunu ve Kadro)

“sol”dan bir çözümlemesi ve eleştirisi için bkz. B. Ferdi [Şefik Hüsnü], “Kemalist

Türkiye Nereye Gidiyor?”, Toplumsal Tarih, Sayı 41 (Mayıs 1997), s. 17-23. Bu

makale İnkılap Yolu’nun İkincikanun-Şubat 1932 tarihli 7-8 çiftsayısında da

yayımlanmıştır. 17 Hıfzı Topuz, 100 Soruda Başlangıçtan Bugüne Türk Basın Tarihi, (2. B.)

İstanbul, Gerçek, 1996, s. 85-95.

Page 14: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

10

kararlarını kaldırabilmek amacıyla günlerce Ankara’da özel görüşmeler

yapmak zorunda kalacaklardı...”18

1930’lu yıllar Türkiye’sinde basının ne ölçüde özgür olduğunu

değerlendirirken, o yıllardaki ulusal ve uluslararası koşullar gözden ırak

tutulmamalı ve hakkaniyetten uzaklaşılmamalıdır. İki Savaş arası

dönemde, çok sayıda ülkede diktatörlük rejimleri kurulmaktadır. 1930’lu

yılların Türkiye’sinde Cumhuriyet ilan edileli henüz birkaç yıl olmuştur

ve ulus-devlet kurma seferberliği19 yaşanmaktadır. Devrimi kalıcı

kılmada, onu yerleştirmede etkili biçimde kullanılabilecek yalnızca iki

araç vardı: eğitim ve basın.20 Siyasal iktidar, 1931 yılında Matbuat

Yasası ile oldukça sınırlı (güdümlü) bir basın özgürlüğü anlayışına

yönelinmesini, bizzat Başvekil İsmet Paşa’nın ağzından, basın

özgürlüğünün ülkeye zarar vermesi olasılığı ile açıklamaktaydı.21

18 Ali Gevgilili, “Türkiye Basını”, CDTA, Cilt I, s. 215. 19 Bilsay Kuruç, “Kemalist Ekonomiden Kesitler”, içinde, Modern Türkiye’de Siyasi

Düşünce Cilt 2 Kemalizm, İstanbul, İletişim, 2001, s. 298. 20 21. yüzyıl başı Türkiye’sinde köşe yazarlığı (gazetecilik) olgusunu ele aldığı

makalesinde, Alemdar, XXI. yüzyıl başı Türkiye’sinin, gazetecilik için bir kural

konulmaması yüzünden, “herkesin” gazetecilik yapabildiği bir ülke durumuna

gelmesinden yakınmakta, 1930’lu yıllardaki bir arayıştan bu bağlamda övgü ile söz

etmektedir. 1931 yılında basın yasası çıkarılırken, Başvekil İsmet Paşa, her gün her

konuda herkese akıl öğreten gazetecilerin eğitimli olmaları gerektiğini savunmuş ve

yasaya, gazeteciler için diploma koşulu konulmuştu. Korkmaz Alemdar, “Köşe

Yazarlığı (ya da Gazetecilik) Üzerine”, Panorama, Sayı 3, (Nisan 2004). 21 Topuz, a.g.e., s. 89-90. Dönemin önde gelen Başyazarlarından Falih Rıfkı Atay,

1938 yılında, “Gazetecilerin iyileri sırf aşk yüzünden (meslek aşkı yüzünden) bu

meslektedirler. Ancak pekiyi bilirler ki talihleri bir telefon darbesine bağlıdır.”

biçiminde yazmaktaydı.

Page 15: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

11

Basının güdümlü olmasına karşın, Fikir Hareketleri’nin

yayınlanmaya başladığı sırada, dönemin etkili dergilerinden Kadro

birbuçuk, Kooperatif ise bir yıldan beri yayın yaşamındaydı. Kadro,

Kemalizme özgü bir ideoloji geliştirmenin arayışı içindeydi. Dünyadaki

temel çelişkiyi Marxizmden farklı bir biçimde açıklamakta, çelişkinin

çözülmesinde ulusal kurtuluş hareketlerine rol biçmekte, Türk Ulusal

Kurtuluş Savaşını ve Kemalizmi diğer uluslara model olarak

göstermekteydi. Kapitalist sınıfların henüz ortaya çıkmadığı bizim gibi

ülkelerde bu sınıfların ortaya çıkmasını ve sınıf çelişkilerinin belirmesini

önleyecek bir araç olarak da devletçiliği savunmaktaydılar.22

Kooperatifçiliği ve köylü çıkarlarını savunan Kooperatif’e göre, yerli

sanayii yüksek gümrüklerle dış rekabete karşı koruyalım derken, başka

bir anlatımla, sanayileşme uğruna köylüler sömürülmemeliydi.23 Liberal

aydın Ağaoğlu Ahmet de tartışmanın önemli taraflarından biriydi. Bu

örneklerden de anlaşıldığı gibi, 1932 ve 1933 yılları Türkiye’sinin

düşünsel atmosferinde aralarında devrim, Türk Devrimi, demokrasi,

diktatörlük, devletçilik, dünya iktisadi bunalımı, kapitalizmin geleceği,

22 Kadro konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bunlardan önemli ikisi için bkz.

Ömür Sezgin, “Kadro Hareketi”, içinde, Kadro, (Ed. Cem Alpar), Ankara, Gazi

Üniversitesi, 1982, s. 11-20 ve Mustafa Türkeş, Ulusçu Sol Bir Akım: Kadro

Hareketi, Ankara, İmge, 1999. Ayrıca, 1930’lu yılların başındaki düşünsel atmosfer

içinde Kadrocuların ortaya çıkışları, yazıları ve tartışmaları ve Kadro’nun

yayımlanması esnasında başka kişi (özellikle Ağaoğlu Ahmet), gazete veya dergilerle

yapılan tartışmalar için bkz. İlhan Tekeli-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Öyküsü

Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak, İstanbul, Tarih Vakfı, 2003. 23 Kooperatif konusunda da geniş bir yazın vardır. Derginin önemli makalelerinin bir

arada yer aldığı bir çalışma için bkz. Bülent Varlık (Derl.), Kooperatif Seçme

Yazılar (1932-1934), Ankara, Gazi Üniversitesi, 1982.

Page 16: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

12

ulusçuluk ve ırkçılık konularının da yer aldığı çok sayıda konu

tartışılmaktaydı.

Böyle bir ortamda ve Cumhuriyet’in ilanının onuncu

yıldönümünde (29.10.1933), Hüseyin Cahit’in sahibi ve başyazarı

olduğu haftalık dergi Fikir Hareketleri yayımlanmaya başlandı.

Başyazar eski İttihatçı ve II. Meşrutiyet döneminin ünlü gazetecisi,

Cumhuriyet’in ilanını izleyen birkaç yıl içinde toplam üç kez İstiklal

Mahkemesinde yargılanan ve ömür boyu sürgün cezasına mahkum

edilen, Nutuk’ta kendisine ve gazetesine ağır eleştiriler yöneltilen eski

Tanin Başyazarıydı. Hüseyin Cahit, 1925 yılından beri gazetecilik

yapamamaktaydı. Bunun nedeni, rejimle barışık olmaması, gazetecilik

yapmasına izin verilmemesiydi. Gerek 1930’lu yılların Türkiye’sinde

basının durumu gerekse Fikir Hareketleri başyazarının yukarıda

değinilen siyasetçi ve gazeteci geçmişi dikkate alındığında, Puşkin’in

sözünü ettiği “dergiyi yaşatma sorunu”nda,24 Fikir Hareketleri için,

abone ve ilan işleri dışındaki konuların daha da öne çıktığı

anlaşılmaktadır.

Çalışmada, Fikir Hareketleri’nin liberal demokrasiyi algılayış

biçiminin, sosyalist, faşist ve ırkçı düşüncelere karşı takındığı tutumun

ortaya konulması, iktisadi devletçilik tartışmalarına ilişkin görüşlerinin

24 Uygur Kocabaşoğlu, “Cumhuriyet Dergiciliğine Genel Bir Bakış”, içinde,

Türkiye’de Dergiler ve Ansiklopediler (1849-1984), İstanbul, Gelişim, 1984, s. 3.

Page 17: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

13

saptanması ve derginin ideolojisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu

arada, derginin dönemin totaliter ideolojilerinden ne ölçüde etkilendiği,

Kemalizmin ideolojik çerçevesini temellendirmeye çalışan Kadro

çevresine ne tür eleştiriler yönelttiği ve siyasal rejim konusunda nasıl bir

tercihte bulunduğu da araştırılacak, derginin içerdiği edebi, kültürel,

dinsel, sanatsal vs. düşünceler ise çalışma kapsamı dışında bırakılacaktır.

Fikir Hareketleri’nde liberal demokrasi savunusu yapılmaktadır.

Bu, dergiye ilk bakışta ve kolaylıkla varılabilecek bir yargıdır. Bu kadarı

ile yetinmek yanıltıcı olabilecektir. Hem 1930’lu yıllar Türkiye’sinde

otoriter tek parti yönetiminin varlığından, basın özgürlüğünün çok

sınırlandırıldığından söz etmek hem de bu tür yönetime ve basın

rejimine karşın Fikir Hareketleri’nde liberal demokrasinin güçlü bir

savunusunun yapıldığını belirtmek, çelişkiyi içinde barındırmaktadır. Bu

çerçevede, 1930’lu yıllar Türkiye’sinde Fikir Hareketleri’nin liberalizmi

nasıl savunabildiği ve niçin kapatılmadığı, derginin nasıl bir demokrasi

söylemi geliştirdiği, bu söylemin tek parti otoriter yönetimine meşruiyet

kazandırıp kazandırmadığı sorularına yanıt aranacaktır. Kadro ile

yapılan polemiklerde sık sık CHF’nin altı esasına (ok’una) atıfta

bulunulması ve derginin bu ilkelere bağlı olduğunun açıklanması Fikir

Hareketleri ile CHF arasında söylem birliği olup olmadığının

araştırılmasını da gerekli kılmaktadır. Bu çalışma, dergi ve Fırka’nın

söylemlerinde bir örtüşme olduğu, derginin otoriter bir siyasal rejimi

meşrulaştıracak söylem içerdiği tezini savunmaktadır. Bu

Page 18: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

14

meşrulaştırmada en önemli düşünsel öge ise, derginin halkçılık ideolojisi

ve bu ideolojiye içkin olan “orta sınıf” söylemidir. Çalışmada, Fikir

Hareketleri konusunda yapılan başka bazı saptamalar25 sınanacaktır.

Derginin bütün sayıları26 incelenmiş, makaleler27 yazarları ve

konuları bakımından sınıflandırılmış ve çözümlemelere ilişkin bölümde

saptanan başlıklar çerçevesinde çalışma konusu ile ilişkili makaleler

değerlendirilmiştir.

Bugüne kadar, saptayabildiğim kadarıyla, doğrudan Fikir

Hareketleri’ni konu edinen her hangi bir çalışma yapılmamıştır. Bir

doktora tezinde, Fikir Hareketleri, 1930’lu yılların diğer birkaç dergisi

ile birlikte yazınsal (edebi) içeriği yönünden inceleme konusu

yapılmıştır.28 Bir başka çalışma da, Cemil Koçak’ın Hüseyin Cahid

25 Fikir Hareketleri’nin yayınlanmaya başlamasının nedenlerinin başında, Kemalizmin

ideolojik çerçevesini temellendirmeye çalışan Kadro ile mücadelenin geldiği; Fikir

Hareketleri’nin, başyazarınca, “yaşayabilmek” amacıyla çıkarıldığı; Hüseyin

Cahit’in, daha önce 1923-1925 devresinde siyasal iktidara karşı Tanin’de yürüttüğü

muhalefeti, Fikir Hareketleri’nde de sürdürdüğü; Fikir Hareketleri’nde güncel iç

siyasal konulara değinilmediği ve 1930’lu yılların siyasal yaşamını araştırmak

isteyenlerin Fikir Hareketleri’nde pek az şey bulacakları, hatta hiçbir şey

bulamayacakları. 26 Toplam 364 sayıdan oluşan Dergi 26’şar sayılık 14 cilt halindedir. Fikir

Hareketleri’nin 14 ciltlik koleksiyonları Ankara’daki Milli Kütüphane’de ve A.Ü.

Siyasal Bilgiler Fakültesi Kütüphanesi’nde vardır. 27 Dergi 3245 makale içermektedir. 28 Abide Doğan, 1923-1938 Arasında Yayınlanan Dergiler – Anadolu, Kadro, Ülkü,

Fikir Hareketleri, Ayda Bir – Üzerinde Bir Çalışma, (Yayımlanmamış Doktora

Tezi), Gazi Üniversitesi, Ankara, 1991, s. 574.

Page 19: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

15

Yalçın’ı ve Fikir Hareketleri’ni ele aldığı “makale”sidir. Bu makalede,

bir makale ölçüleri çerçevesinde, derginin temel tezleri ve başyazar

tanıtılmaktadır.29 Bu iki çalışma dışında Fikir Hareketleri’ne dair

birşeyler bulmak için ya başyazar üzerine yapılan çalışmalara ya da

ansiklopedilerin Fikir Hareketleri ve Hüseyin Cahid Yalçın maddelerine

bakmak gerekmektedir.

Çalışma, Giriş ve Sonuç bölümleri dışında üç bölümden

oluşmaktadır. Fikir Hareketleri’nin nasıl bir ulusal ve uluslararası

ortamda yayımlandığının anlaşılması için Birinci Bölüm’de iki Savaş

arası dönem (1918-1939), dönemle ve konumuzla sınırlı kalmak üzere,

değişik açılardan (siyasal gelişmeler, uluslararası ilişkiler, liberalizm,

Türkiye’de liberalizm, iktisat politikaları, Türk basını) incelenmektedir.

İkinci Bölüm’de derginin başyazarı tanıtılmakta,30 Fikir Hareketleri’nin

29 Cemil Koçak’a göre, Fikir Hareketleri 1930’lu yıllarda, “siyasi liberalizmi savunan

tek yayın organıdır.” 1930’lu yıllarda ortaya çıkan demokratik sisteme düşman

akımların Türkiye’yi de etkilediği kanısında olan Yalçın’ın amacı, bolşevizmin ve

diğer diktatörlüklerin zayıflıklarını ortaya koymak ve liberal demokratik sistemin,

tüm zayıflık ve eksikliklerine karşın, herhangi bir diktatörlükten üstün olduğunu

kanıtlamaktı. Cemil Koçak, “Hüseyin Cahit ve Fikir Hareketleri”, Tarih ve Toplum,

C. VII, Sayı 68, (Ağustos 1989), s. 22. Fikir Hareketleri, Akşin’in belirttiğine göre, o

yıllarda bütün dünyada ve özellikle Avrupa’da liberal demokrasi, sosyalizm,

komünizm ve faşizm arasında cereyan etmekte olan kıran kırana ideolojik mücadeleyi

yansıtmaya çalışıyor ve liberal demokrasinin yandaşlığını yapıyordu. Sina Akşin,

Ana Çizgileriyle…, s. 199. 30 Her dergi, kuşkusuz, başyazarının izlerini az ya da çok taşır. Fikir Hareketleri bu

bakımdan bir aşırı ucu temsil etmektedir. Hüseyin Cahid Yalçın, derginin yalnızca

başyazarı değil, herşeyidir. Bu nedenle, çalışma dergiye ilişkin olmakla birlikte,

Yalçın’ın yaşamından ve düşünce yapısından söz edilmesi gereklidir. Yalçın’ın,

birkaç yıllığına kesintiye uğramakla birlikte, yine de çok uzun (1908-1957) bir

Page 20: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

16

biçimsel özellikleri belirtilmekte ve içeriği (makaleler, yazarlar)

konusunda ayrıntılı sayısal bilgilere yer verilmektedir. Fikir

Hareketleri’nin yaptığı çözümlemelerin bazılarının (XIX. yüzyıl,

devrim, demokrasi, diktatörlük, devletçilik, ulusçuluk/ırkçılık,

kapitalizm/emperyalizm) ele alındığı Üçüncü Bölüm’de, başka kişi,

gazete veya dergilerle yapılan polemiklere de değinilecektir. Fikir

Hareketleri’nin siyasal ve iktisadi düşüncelerini anlayabilmek

bakımından, çalışmanın en önemli bölümü bu bölümdür.

“siyasal” gazetecilik yaşamı vardır. Bu yüzden, Yalçın’ın gazeteci, siyasetçi ve

edebiyatçı kişiliğinin ayrı çalışmalara konu edildiği ve hatta belirli dönemler itibariyle

(1908-1913) incelendiği de görülmektedir. Bu çalışma ise, 1933-1940 yılları arasında

yayımlanan Fikir Hareketleri’ni ele almaktadır. 1922-1925 dönemi yazıları

dolayısıyla Hüseyin Cahit’in adı muhalif gazeteciler listesine girmiş, İstiklal

Mahkemelerinde üç kez yargılanmış, Nutuk’ta cumhuriyet karşıtı ve hilafet yanlısı

olmakla suçlanmıştır. Bu dönem yazıları nedeniyle 1939 yılına kadar siyasal yaşamın

dışında bırakılmış, 1925-1933 devresinde de gazetecilik yapması engellenmiştir.

Siyasal iktidarın içinde yer aldığı İkinci Dünya Savaşı (İDS) yılları ile Savaş sonrası

dönem yazıları da, yazarın düşünce çizgisini izlemek bakımından ve çalışma için

gerektiği ölçüde incelenmiştir.

Page 21: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

BÖLÜM I: İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEM (1918-1939)

Evrensel etkileri bakımından Fransız Devrimi XIX. yüzyıl

tarihinin, Sovyet (Ekim) Devrimi de XX. yüzyıl tarihinin en önemli

olaylarıydı.1 Sovyet Devrimi diğerinden çok daha derin ve küresel

yankılar uyandırmıştır.2 1914 yılının yüzyıl sona erdiren önemde bir yıl

sayılması boşuna değildir. BDS ve sonrasında ortaya çıkan felaketler,

bunlara alışkın olmayan Avrupa insanında, zamanın çarpıcı biçimde

1 Devrimleri üç aşamalı bir süreç (düşünsel hazırlık, eylem ve yeni düzenin kurulması

aşamaları) olarak niteleyen ve “ihtilal” sözcüğünü “devrim”in (inkılabın) eylem

aşaması olarak tanımlayan Sarıca, kitabında, Fransız Devrimi’nin yalnızca ikinci

aşamasını (ihtilali) ele almaktadır. Murat Sarıca, 100 Soruda Fransız İhtilali, (3.

B.), İstanbul, Gerçek, 2000, s. 5-6. 2 Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, İstanbul, Sarmal,

1996, s. 72. Hobsbawm, XIX. yüzyılı 1789 ile başlatmakta ve 1914’te sona

erdirmektedir. Fransız Devrimi’nin II. Meşrutiyet öncesinde Osmanlı Devleti ve ilk

yıl TBMM’si üzerindeki etkileri için Sina Akşin’in şu iki makalesine bakınız.

“Fransız İhtilalinin II. Meşrutiyet Öncesi Osmanlı Devleti Üzerindeki Etkileri Üzerine

Bazı Görüşler,” AÜSBF Dergisi, Cilt 49, Sayı 3-4, (Haziran-Aralık 1994) ve

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İlk Yılında Fransız İhtilali’nin Etkileri”, Birinci

Meclis, (Ed. Cemil Koçak), İstanbul, Sabancı Ü., 1998. Sovyet Devrimi için, Edward

Hallett Carr, Bolşevik Devrimi I-II, (Çev. Orhan Suda), İstanbul, Metis, 1998.

Page 22: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

18

değiştiği, dünya tarihinin ilerleyişinin iniş ve çıkışlarla sürdüğü kanısını

uyandırdı.3

Felaket Çağı’nda (1914-1945) kitlesel felaket ve giderek artan

barbarca yöntemler, teknolojideki sürekli ve göz alıcı ilerlemeleri, hatta

dünyanın birçok yerinde insanın toplumsal örgütlenmesindeki inkar

edilemez gelişmeleri gölgelemekteydi. Sanayileşmiş ülkelerin bu

devrede toplumsal devrime yakalanmadan çıkabilmeleri, Hobsbawm’a

göre, onların iktisadi ve toplumsal yapılarının hayli sağlam olduğunun

kanıtıydı. Bu başarıyı göstermekle birlikte, kapitalizm, Bolşevizmin

meydan okumasını, kendisini 1914’te olduğundan bambaşka bir şeye

dönüştürerek savuşturabildi. 1920-1939 devresinde Avrupa devletlerinin

çoğunda parlamenter demokratik sistemler hemen hemen tamamen

ortadan kalktı, bunlardan bir kısmı sosyalizme yöneldi. Liberalizm için,

bütünüyle yok olmanın tek seçeneği değişim idi. Bu seçenek, Keynes

sayesinde yaşama geçirildi. Keynes, devletin yönettiği ve kontrol ettiği

bir ekonominin savunuculuğunu yapmaktaydı. Kapitalist toplumun

ancak devlet yönetim ve kontrolünde (planlamacılığında) varlığını

3 Savaş öncesinde milyonlarla ölçülen büyüklükler yalnızca astronomi, ülke nüfusları

ile üretim, ticaret ve finans verileri iken, 1914 sonrasında kurbanların (savaşta

öldürülen, göçe zorlanan insan) sayısının milyonlarla ölçülmesine tanık olunmuştu.

Bu boyutta kıyımlar, XIX. yüzyılın hafsalasına sığmazdı. BDS (1914-1918), insanlık

tarihinde o güne kadar gerçekleşen savaşlar içinde hem en geniş alana yayılanıydı

hem de öncekilerle kıyaslanamayacak boyutlarda bir yıkıma ve acılara neden

olmuştu. Bu Savaşı, yirmi yıl sonra patlak veren ve her bakımdan ilkini geride

bırakan bir savaş, İkinci Dünya Savaşı (İDS) (1939-1945) izleyecekti.

Page 23: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

19

koruyabileceğini düşünmekteydi. 1939 yılında yaşlı kıtadaki 27

devletten yönetimleri demokratik olanların sayısı 10’u geçmemekteydi.4

1914 öncesindeki liberal anlamıyla kapitalizmin ölmüş olduğu, iki savaş

arası dönemde5 hemen hemen evrensel bir biçimde kabul edilmişti.

“... 1914-1945, ideolojilerin en yoğun olduğu bir evreydi. Demokrasilerin

çöktüğü, liberalizmin terk edildiği, güdümlü ekonomilerin giderek

neomerkantilist çizgiye girdiği; iki dünya savaşı, bir dünya buhranı,

milliyetçilik ve militarizm; faşizm, nasyonal sosyalizm, bolşevizm ve benzeri

otoriter ve totaliter rejimlerin at oynattıkları bir dönem geride kaldı. 20

yüzyılın tüm çözümsüzlük örnekleri bu otuz yıla sığdı...”6

4 Lipson da benzeri gözlemlerde bulunmakta, 1939 yılında demokratik yönetime sahip

Avrupa ülkeleri olarak Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda,

İsveç, İsviçre ve Norveç’i saymaktadır. Ona göre, 1920’lerin başlarında

demokratikleşme konusunda umutlar artsa da, bu onyılda ve 1930’lardaki olaylar

demokrasinin son bir yüzyıl boyunca başına gelenlerin en kötüsü idi. Leslie Lipson,

Demokratik Uygarlık, (Çev. Haldun Gülalp, Türker Alkan), Ankara, Türkiye İş

Bankası, 1984, s. 71-2. 5 Farklı tarihlendirmeler olsa da, iki Savaş arası dönem hep olumsuz nitelemelerle

anılmıştır. Hobsbawm “Felaket Çağı”, Carr “kriz yılları” nitelemesini kullanmaktadır.

Dönemi “Karanlık Çağ” ve “İdeolojiler Çağı” diye adlandıranlar da vardır. 6 Zafer Toprak, “Türkiye’de Muhalefetin Doğuşu: II. Dünya Savaşı ve Tek Partinin

Sonu”, Toplumsal Tarih, Sayı 121, (Ocak 2004), s. 70. Devlet-birey ilişkilerinin

tarihin hiçbir döneminde BDS sonrasında olduğu kadar kamuoyunu meşgul

etmediğini belirten ve bunu Savaşın ortaya çıkardığı genel karışıklıklar (ihtilaller,

isyanlar ve bunalımlar) ve bu karışıklıklar arasında yapılan emrivakiler (Sovyet

Devrimi) biçiminde iki nedene bağlayan Ağaoğlu Ahmet’e göre, Avrupa’da

diktatörlüklerin yaygınlaşması, tarihin gidişinin “medeni beşeriyet”e (iktisadiyat

alanında mesai serbestisi ve kapitalizm, siyaset alanında parlamentarizm ve bireysel

özgürlük olan kuruluş tarzı) doğru olmadığı yönünde öteden beri sosyalistlerce

savunulan tezleri güçlendirmektedir. Ağaoğlu Ahmet, Devlet ve Fert, İstanbul,

Sanayiinefise Matbaası, 1933, s. 3-6.

Page 24: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

20

Ulusçuluk akımı BDS sonrası Avrupa’sında hem savaşı kazanan

hem de savaştan yenik ayrılan ülkelerde güçlenmiş7 ve Sovyet

Devrimi’nin de etkisiyle,8 toplumsal düzende değişiklik yapılması

yönünde istemler duyulmaya başlanmıştı. Bazı gelişmeler de (Savaş’tan

yenik çıkan ülkelerinde halk arasında öç duygularının uç vermeye

başlaması, revizyonist devletlerde parlamenter demokrasiyi küçümseyen

ulusçuluk akımlarının belirmesi ve savaşta demokrasilerin yanında yer

almalarına karşın Savaş sonunda umduklarını bulamayan devletlerin düş

kırıklığına uğramaları) Savaş sonrasının gözde rejimi olan çoğulcu

parlamenter demokrasinin saygınlığına gölge düşürmekteydi.9 Savaş

sonrası Avrupa’sında üç tür güç odağı belirmişti: parlamenter çoğulcu

demokrasiler, Marxist-Leninist rejimler ve faşist rejimler (Faşizm ve

Nasyonal Sosyalizm). Sarıca’ya göre, bu üç rejim arasındaki çelişkiler

7 Murat Sarıca, Birinci Dünya Savaşından Sonra Avrupa’da Barışı Kurma ve

Sürdürme Çabaları (1919-1929), İstanbul, İ.Ü. SBF, 1982, s. 16. Carr, modern

uluslararası ilişkiler tarihini, siyasal bir varlık olan “ulus”un gelişimine bakarak üç

döneme ayırmakta ve 1914-1939’u üçüncü dönem olarak adlandırmaktadır. E. H.

Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, (Çev. Osman Akın), İstanbul, İletişim,1990, s. 7. 8 Savaş sonrasında parlamenter demokrasiye yönelik ilk tehdit sol’dan gelmiştir.

Rusya’da yeni kurulan rejim, parlamenter demokrasiyi biçimsel demokrasi olarak

nitelemekte, devletin üretim araçlarına sahip olan sınıfın (burjuvazinin) baskı aracı

olduğunu, bu sınıfın yönetim mekanizmasını, ordu ve polisi elinde tuttuğunu, gerçek

demokrasiye ise, ancak proleterya diktatörlüğünden geçilerek sınıfsız bir topluma

varıldığında ulaşılabileceğini ileri sürmekteydi. Savaş sonrası ortamında kurulan yeni

devletlerin yine de parlamenter demokrasiyi yeğlemede duraksamaya

düşmemelerinin nedeni, ulusal burjuvazilerinin ağır basması ve işçi sınıflarının

Sovyet modelini gerçekleştirecek denli güçlü olmamasıydı. Bununla birlikte, yeni

devletlerde anayasaların yürürlüğe girişi birçok güçlükle karşılaşmakta ve siyasal

istikrar sağlanamamaktaydı. 9 Sarıca, Birinci Dünya..., s. 19-20.

Page 25: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

21

de zaten iki dünya savaşı arası dönemin özelliğini meydana getirecekti.

Demokrasilerle faşist rejimler arasındaki çelişki temel çelişkiyi

oluşturacak, Sovyetler Birliği’nin varlığı çözüm biçimini etkileyecekti.10

İki Savaş arası dönemin ilk yarısında Avrupa’da barışı kurma ve

sürdürme çabaları egemen olmuş,11 savaşların önlenmesi ve kalıcı

barışın kurulması konusunda arayışlara girilmiştir. Savaşların ortaya

çıkışında ülkelerin yetkeci ve baskıcı bir biçimde yönetilmelerinin,

liderlerin demokratik sorumluluklarının olmamasının ve

anlaşmazlıkların artmasını önleyecek uluslararası mekanizmaların

azlığının veya yetersizliğinin önemli rol oynadığı saptamasında

bulunulmuş, çözümün ulusal ve uluslararası düzeylerde reform

yapılmasından geçtiği belirtilmiştir. Somut öneriler arasında ise, yetkeci

ve mutlakiyetçi rejimler yerine demokrasilerin yerleştirilmesi,

uluslararası politikada ‘gizli diplomasi’nin yerini ‘açık diplomasi’nin

alması, uluslararası hukukun güçlendirilmesi ve uluslararası kurumlar

oluşturulması sayılmaktaydı.12

10 a.g.e., s. 21-25. 11 a.g.e., s. 1. Uluslararası ilişkilerin tarihsel gelişimi ve iki Savaş arası dönem için bkz.

A. Nuri Yurdusev, “‘Uluslararası İlişkiler’ Öncesi”, içinde, Devlet, Sistem ve

Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, (Der. Atilla Eralp), (2. B.),

İstanbul, İletişim, 1997, s. 19. Mustafa Aydın, “Uluslararası İlişkilerde Yaklaşım,

Teori ve Analiz”, AÜSBF Dergisi, (Prof. Dr. Oral Sander’e Armağan), Cilt 51,

Sayı 1-4, (Ocak-Aralık 1996), s. 71-114. 12Atilla Eralp, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu; İdealizm-Realizm

Tartışması”, içinde, Devlet, Sistem ve Kimlik Uluslararası İlişkilerde Temel

Yaklaşımlar (Der. Atilla Eralp), (2. B.), İstanbul, İletişim, 1997, s. 61-62. Ayrıca

bkz. Burak Ülman, “Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Realizm”, içinde, Uluslararası

Page 26: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

22

Uluslararası sistem 1930’lu yıllarda büyük sorunlarla (1929

iktisadi bunalımının uluslararası ekonomik sistemin çözülmesine neden

olması ve BDS’nı kaybeden bazı devletlerin statükoyu değiştirme

çabalarının gerilimi artırması) karşı karşıya gelmiştir. Bu ortamda,

BDS’nın ardından büyük umutlarla oluşturulmaya çalışılan düzen

konusunda kuşkular belirmiş, barış temasını temel alan ve barışçıl bir

dünya düzeninin oluşturulmasını hedefleyen ‘idealizm’, uluslararası

kurumsallaşmanın (Milletler Cemiyeti) da uluslararası sorunlara çözüm

getirememesi karşısında, sorgulanmaya başlamıştır.13

Carr’a göre, siyasal idealizmin temel kavramlarından birisi olan

“uluslararası çıkarların uyumu”, esas olarak, XIX. yüzyılın laissez-faire

anlayışının bir türevidir ve bu kavram statükodan memnun olanlar ile

olmayanlar ayrımının belirleyiciliğindeki iki savaş arası dönemin

uluslararası koşullarına ters düşmektedir. 1930’lu yıllarda güç, bağımsız

ve egemen devletlerin elindedir. Çatışmalar, yalnızca liderlerin sorunları

İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar, (Derl. Ayhan Kaya – Günay Göksu

Özdoğan), İstanbul, Bağlam, 2003., s. 31-46. Aydınlanmadan gelen ‘ilerleme’

anlayışı, BDS gibi bir felaketin ardından uluslararası alandaki sorunlara da ‘aklın’

çözüm getirmesi düşüncesini gündeme getiriyordu. Eralp, a.g.m. s. 62. 13a.g.m., s. 68-69. İdealizmin sorgulandığı ve realizmin ilk temellerinin atıldığı bu

dönemin en önemli düşünürlerinden biri Edward Hallett Carr’dır. Bu düşünürün iki

savaş arası dönemi krizini ele aldığı kitabı, yazarın “ütopyacılık” olarak nitelendirdiği

“idealizm”in en ciddi biçimde sorgulandığı ve bu tartışma içinde realizmin

oluşturulduğu bir eser olarak kabul edilmektedir. Edward Hallett Carr, The Twenty

Years’ Crisis 1919-1939; An İntruduction to the Study of International

Relations, Macmillan, London, 1949.

Page 27: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

23

giderememelerinden değil, aynı zamanda bu liderlerin ülkelerince

izlenen ve birbirleriyle uzlaştırılması güç amaç ve siyasetlerden

kaynaklanmaktadır.14

İki savaş arası dönemin bir başka özelliği de, Hobsbawm’ın

değişiyle, “… liberal uygarlık değerlerinin ve kurumlarının çöküşü…”15

idi. Kısa bir süre öncesine kadar gelişeceğine sonsuz iman beslenen

liberal değerler şunlardı: diktatörlüğe ve mutlak yönetime güvensizlik,

hukuk düzeninin güvencesi altında özgürce seçilmiş yönetim, anayasal

hükümete bağlılık, konuşma, basın ve toplanma özgürlüğünü de içeren

bir yurttaş hak ve özgürlükleri seti.16

İki yüzyılı aşan bir geçmişi bulunan liberalizm, bu süreçte

önemli değişimlere uğramıştır. Siyasal bir doktrin olarak liberalizm,

iyasal özgürlüğe ve onun özünü oluşturan düşünce özgürlüğüne büyük

önem verir, din ve vicdan özgürlüğünü de güçlü bir biçimde savunur.

14 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika Ekolleri, İstanbul, Der, 1997, s. 145-146.

“Carr da uluslararası sistemde barışın sağlanması ile ilgilenmektedir. Fakat bunun, bir

dünya hükümeti ya da Milletler Cemiyeti tarafından uluslararası hukuk kurallarının

çatışan taraflara empoze edilmesi yolu ile değil, çıkarları çatışan tarafların kıyasıya

bir pazarlığa girişmeleri yolu ile gerçekleştirilebileceğini düşünmektedir…” a.g.e., s.

146. Carr’ın realizmi için bkz. Ülman, a.g.m. 15 Hobsbawm, a.g.e., s. 132. 16a.g.e, s. 132-133. Aslında BDS’nın hemen ertesinde liberal demokrasinin kurumları

konusundaki iyimserlik yine de korunmaktaydı. Savaştan çıkan eski ve yeni hemen

hemen bütün rejimler (Sovyetler Birliği hariç), temelde seçimle iş başına gelmiş

temsili parlamenter rejimlerle yönetiliyordu. Liberal anayasal hükümetin temel

kurumu olan seçimler bu sırada bağımsız devletler dünyasında neredeyse evrenseldi.

Oysa, bu iyimserlik kısa sürecekti.

Page 28: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

24

İktisadi bir doktrin olarak liberalizm ise, devlete ekonomik alanda büyük

rol tanıyan merkeziyetçi, otoriter plancı sosyalist ve kolektivist

doktrinlerin karşısında yer almıştır. Özel mülkiyete, serbest girişime, kar

ve rekabet esasına dayanan liberal doktrin XVIII. yüzyıldaki ilkelerinden

birçoğunu bugün terketmek durumunda kalmıştır.17 Liberalizmi dar ve

geniş anlamlarıyla ele alan Şenel’e göre, dar anlamda liberalizm, kökleri

XVIII. yüzyılda olan, XIX. yüzyılda gelişip XX. yüzyıla dek uzanan,

tutuculukla (muhafazakarlık) sosyalizm arasında orta bir toplumsal

tutumu benimseyen, dolayısıyla burjuvazinin görüşlerini temsil eden bir

ideolojidir, burjuvazinin ideolojisidir.18

Liberalizm iki tarihsel döneme ayrılmaktadır: klasik liberal

dönem ve neo-liberal dönem. Klasik liberalizm, genellikle liberalizmin

kurucusu olarak kabul edilen Locke’un görüşlerinden kaynaklanır ve

17Bülent Daver, Çağdaş Siyasal Doktrinler, Ankara, AÜSBF, 1968, s. 2-4. Benzer

bir tanım için bkz. Yaşar Şahin, Liberalizm, Demokrasi ve Türkiye’de Liberalizm:

ANAP Örneği, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, Gazi Ü. Sosyal

Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 20-21. Bir başka yazar da, liberalizmi, “... bireyciliğe

dayalı, rasyonel bireylerin siyasal ve ekonomik alandaki hak ve özgürlüklerini

güvence altına alan, piyasa ekonomisinin doğal işleyişine bırakılarak, devletin

ekonomiye müdahalelerinin en az düzeye indirilmesini savunan bir doktrin...”

biçiminde tanımlamaktadır. Coşkun Can Aktan, “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm

ve Libertarianizm”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1, (Mart 1995), s. 4. 18 Alaeddin Şenel, Çağdaş Siyasal Akımlar, Ankara, İmaj, 2001, s. 1-2. Şenel,

liberalizmin eşitlikten çok özgürlük üzerinde durmasını, bu ideolojinin bir burjuva

ideoljisi olduğunun kanıtı olarak göstermekte, tarihsel bağlamı içinde liberalizmin

yaptığı olumlu etkiyi vurgulamaktadır. a.g.e., s. 37-38. Liberal iktisadi öğretiler için

bkz. Gülten Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, (9. B.),

İstanbul, Remzi Kitabevi, 2000. Liberalizmin türleri için, Aktan, a.g.m., s. 7-27.

Page 29: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

25

Locke’çu liberalizm diye de adlandırılır. Liberalizmin diğer türü ise,

esinini Rousseau’dan alan ve İngiliz siyasal düşünce tarihinde en güçlü

ifadesini T. H. Green’de bulan, devletçi liberalizm veya neo-liberalizm

veyahut sosyal liberalizm diye adlandırılan türdür.

“... [Klasik] liberalizm, toplumda özgürlüğün asıl amaç ve bireyin asıl varlık

olduğunu vurgulamış, ‘bırakınız yapsınlar’ ilkesini ülke içinde devletin

ekonomik rolünü azaltıcı dolayısıyla bireyin rolünü genişletici bir araç olarak

desteklemiştir; ülke dışındaysa serbest ticareti desteklemiştir. Siyasal

konularda, temsili hükümetin ve parlamenter kurumların gelişmesinden,

devletin keyfi gücünün azaltılmasından ve bireylerin medeni özgürlüklerinin

korunmasından yana olmuştur.”19

“Pozitif özgürlük anlayışına dayanan bu liberalizm [neo-liberalizm] 19. yy.

sonlarından itibaren ve ABD’de 1930’dan sonra istenen hedeflere ulaşmada

19 Şahin, a.g.e.,s. 19-20. Liberalizmin en temel kabulü birey-toplum ilişkisi üzerinedir:

birey topluma önceldir. Liberal teori, toplumsal ve tarihsel koşullardan soyutlanmış

bir bireyden yola çıkarak topluma varmaktadır. Evrenin rasyonel düzeninin

bulunduğu (doğal ve toplumsal dünyanın hesaplanabilir bir düzeninin olduğu) ve her

insanın zaman ve mekan boyutlarından bağımsız olarak bu hesaplamayı yapabileceği,

araçsal rasyonalite gereği de insanların nasıl bir yaşam sürdürmek istiyorlarsa ona

göre eylemlerini yönlendirebilme yeteneğine sahip bulunduğu, liberalizmin temel

kabullerinden bir diğeridir. Klasik liberalizme göre, dışarıdan yapılacak herhangi bir

müdahale, insanın kendi “iyi”sini belirleme ve bunu gerçekleştirme yeteneğinin

(özgürlüğünün) kısıtlanması anlamını taşıyacaktır. Dolayısıyla, toplumsal ve siyasal

örgütlenme öyle düzenlenmelidir ki, bir insana diğer insanlardan veya siyasal

otoriteden gelebilecek ve eylemlerini engelleyici veya sınırlandırıcı nitelikli

müdahaleler en az düzeye indirilebilsin. Doğal hukuk, doğal haklar, özgürlük, doğal

düzen, pazar ekonomisi, bireycilik, mülkiyet, devletin sınırlılığı, hoşgörü, özel hayat

alanı, gönüllü işbirliği, barış ve adalet gibi birtakım kavram ve kurumları içeren klasik

liberalizmin dört temel ilkeye dayandığı kabul edilmektedir: bireycilik, özgürlük,

kendiliğinden düzen ve piyasa ekonomisi ve sınırlı devlet. a.g.e., s. 13-19.

Page 30: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

26

özel gönüllü düzenlemelerden çok, öncelikle devlete dayanılması eğilimini

ifade eder olmuştur. Sloganlarının özgürlükten çok refah ve eşitlik olduğu bu

20. yy. liberalleri klasik liberalizmin tersine devlet müdahalesi ve

koruyuculuğunun yeniden canlanmasından yana olmuştur.”20

“Liberal demokrasi” iktisadi sistemin bütünüyle ya da başat

olarak kapitalist girişime dayalı olduğu ülkelerde var olmaktadır. Liberal

devlet sisteminin hak ve özgürlük anlayışının en açık ifadesini bulduğu

Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, devlete, kişilerin

zamanaşımıyla kaybedilmeyen doğal haklarının (özgürlük, güvenlik,

mülkiyet ve baskıya karşı direnme hakkı) korunması görevini

yüklemekteydi. Tarihsel gelişim seyrinde liberal devlet liberal

demokratik devletten önce gelmektedir. Batı dünyasına demokrasi

yerleşmeden önce, sermayeye, rekabete ve piyasaya dayanan bir toplum

20a.g.e.,s. 20. 1890’ların neo-liberallerince bireylerin içinde yaşadıkları toplumdan

soyutlanamayacağı, tek tek bireysel yararlardan ayrı, onlara üstün bir ortak yarar

kavramı ve bu kavramın geliştirilmesi gereken bir değer olarak benimsenmesi kabul

edilmiştir. Neo-liberal yaklaşım, toplumun ortak yararı adına toplumsal yaşama

müdahalenin yolunu açmıştır. Neo-liberaller, faydacı yaklaşım gibi, Locke’cu doğal

haklar yaklaşımını da yadsımışlardır. İnsanın toplumdan öncel sayılması yerine, insan

hak ve ödevlerinin toplum içinde bulunulmasından ve bizzat toplumdan

kaynaklandığı kabul edilmektedir. Özgürlük, bu yeni tür liberalizmde, pozitif bir

anlamda görülmekte, iktisadi alana müdahaleci politikalar, refah devleti ölçüleri

(özellikle XIX. yüzyıl İngiltere’sinin temel sorunu olan işsizlik ve mülkiyet

dağılımındaki eşitsizliği giderici önlemler) savunulmaktadır. Neo-liberal yaklaşımın

bu düşünceleri zamanla Batı Demokrasilerinde hakim düşünce ve pratik haline

gelmiştir. Şahin, a.g.e., s. 9-11. Şenel’e göre, neo-liberalizm, liberalizm ilkelerini XX.

yüzyılda kapitalist ekonominin ve kapitalist toplumun gerçeklerine ve ihtiyaçlarına

göre gözden geçirip bazı değişiklikler yaparak yeniden düzenlenmesine çalışan bir

harekettir. Şenel, a.g.e., s. 35. Liberalizmin türleri konusunda bkz. Atilla Yayla,

Liberalizm, Ankara, Turhan Kitabevi, 1992, s. 18-24.

Page 31: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

27

ve siyaset yerleşmişti. Önce liberal devlet demokratikleştirilmiş, daha

sonraları da demokrasi liberalleştirilmiştir.21

İki Savaş arası dönem Avrupa’sında liberal siyasal kurumlar hızlı

ve giderek felaketli bir biçimde geriledi, yasama meclislerinin etkisiz

duruma getirildiği ülke sayısı iki’den dokuz’a çıktı. Demokratik siyasal

kurumların kesintiye uğramadığı ve yeterince işlevsel olduğu Avrupa

ülkelerinin sayısı bir elin parmaklarını aşmıyordu.22 Bütün dünyada

siyasal liberalizmin gerileyişi Hitler’in 1933’te Alman Şansölyesi

olmasından sonra büyük bir hız kazandı, anayasal ve seçilmiş

hükümetlerin sayısı otuzbeş’ten onyedi’ye düştü.23 1920’lerin

demokrasileri devrim ve karşı devrimin (Macaristan, İtalya, Portekiz) ya

21Şahin, a.g.e., 25-28. Lipson’a göre de, XIX. yüzyılın ilk yarısında liberalizm ile

demokrasi aynı “… çizgi üzerinde ya da hiç değilse birbirine paralel çizgiler

üzerinde…” gitmekteydiler. Liberalizmin temel düşüncesi, demokrasinin de doğal

olarak temel kavramı olan özgürlük idi. Bu kısmi çakışmaya karşın, iki kavram özdeş

değildir. Bu yüzyıl sonuna doğru ayrım daha da belirginleşecekti. “… Liberaller

demokrat olmak zorundaydı, ama bütün demokratlar liberal olmak zorunda değildi.”

Liberalizm ile demokrasinin yollarının gitgide ayrılması süreci için, bkz. Lipson,

a.g.e., s. 59-61. Genel, eşit ve gizli oy ilkelerine dayanan seçimlerle gelen

temsilcilerden oluşan bir yasama organının ve yine seçimle işbaşına gelen devlet

başkanı veya cumhurbaşkanının bulunması, siyasal iktidarın sınırlı yetkiye sahip

olması ve hakların çeşitli mekanizmalarla güvence altına alınması, her tür düşüncenin

özgürce açıklanmasına, örgütlenmesine ve iktidara gelebilmesine olanak tanıyan

çoğulculuğun sağlanması, hoşgörünün varlığı ve çoğunluk kararının sınırlılığı, siyasal

iktidarın faaliyetlerini denetleyen ve dengeleyen sivil toplum örgütlerine yer verilmesi

ve son olarak da bireysel hak ve özgürlüklerin güvenceye kavuşturulması bakımından

siyasal iktidarı sınırlandırıcı denetim ve denge mekanizmalarının varlığı liberal

demokrasinin özellikleri arasında sayılmaktadır. Şahin, a.g.e., s. 25-31. 22 Hobsbawm, a.g.e., s. 133-134. 23 a.g.e, s. 135.

Page 32: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

28

da ulusal çatışmanın (Polonya, Yugoslavya) gerilimi altında,

1930’larınki ise çöküşün gerilimleri altında devrildi.24

Hobsbawm’a göre, bu dönemde komünist kaynaklı bir toplumsal

devrim olasılığının varlığına karşın, yirmi yıl süren liberal gerileme

sırasında hiçbir liberal demokratik rejim soldan gelen bir hareketle

devrilmemiş, tehlike hep sağdan gelmiştir.25 Bu sağ güçlerden biri olan

Nasyonal Sosyalizm faşizmin Alman versiyonu idi.26 XVIII. yüzyıl

aydınlanmasına ve Fransız Devrimine ilkesel olarak düşmanlık besleyen

faşizm, moderniteyi ve ilerlemeyi resmen benimseyemezdi, büyük bir

coşkuyla liberalizme karşı çıktı. 27

BDS’den sonra radikal sağın yükselişi genelde toplumsal devrim

ve işçi sınıfı iktidarı tehlikesine, özelde ise Ekim Devrimi ve Leninizme

24 a.g.e., s. 166. “…I. Dünya Savaşı sona ererken demokrasi zirvedeydi, ama yirmi yıl

sonra neredeyse can çekişiyordu…” 1921 yılında klasik eseri olan Modern

Democracies’de James Bryce, normal ve doğal bir yönetim biçimi olarak

“demokrasinin evrensel kabulü”nden söz etmekteydi. Çok kısa bir süre içinde siyasal

kutuplaşma Avrupa’nın büyük bir kısmını iç savaşın eşiğine getirecek, demokratik

değerler kaybolacak, birçok ülkenin yönetici seçkinleri, demokrat olmaktan çok

komünizm karşıtı olduklarını kanıtlayacaklardı. 1930’lu yılların başı, her yandan

demokrasi krizi hatta felaketi sözlerinin duyulduğu bir dönem olarak nitelenecekti.

Mark Mazower, Karanlık Kıta Avrupa’nın 20. Yüzyılı, (Çev. Mehmet Moralı),

İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2003, s. xii ve 1-2. Kitapta, iki Savaş arası

dönemin güzel bir çözümlemesi yapılmaktadır. 25 Hobsbawm, a.g.e, s. 135-137. 26 a.g.e, s. 137-141. 27 a.g.e, s. 142-143.

Page 33: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

29

gösterilen bir tepki idi ve Faşizm bunlar sayesinde vardı.28 Faşizmin

yeniliği, bir kez iktidara geldiğinde eski siyasal oyunları reddetmesi ve

fırsat bulduğunda iktidarı tam olarak ele geçirmesiydi, İtalya’da altı

yılda (1922-1928) ve Almanya’da iki yılda (1932-33) iktidara gelmişti.

İktidar bir kez ele geçirildiğinde “önder” (Duce, Führer) için ortada

hiçbir engel ve hiç bir iç siyasal sınırlama bırakılmamaktaydı.29

Büyük Bunalım sonrasında birçok ülke (Büyük Britanya,

Kanada, İskandinav ülkeleri, ABD, Belçika, Hollanda ve Fransa) altın

standardından vazgeçti. 1840’lardan beri İngiliz iktisadi kimliğinin

merkezini oluşturan serbest ticaret, bu ülkece 1931 yılında terk edildi.

Ulusal korunma eğilimi güçlenmekteydi. Bunalım, Batılı hükümetleri,

toplumsal kaygılara iktisadi kaygılar karşısında öncelik vermeye zorladı.

Bunun başarılamaması üzerine bazı ülkelerde sol, Almanya’da ve bazı

başka ülkelerde de radikal sağ gitgide tehdit edici duruma gelmekteydi.

Oysa, kapitalist sistemden bir Devrimle kopan Sovyetler Birliği’nin bu

bunalıma bağışık olduğu görülmekteydi. Liberal Batı kapitalizmi

28 a.g.e, s. 151. 29 a.g.e., s. 153. Faşizmin iş dünyası ile ilişkileri için bkz. a.g.e., s. 155. Hobsbawm,

XX. yüzyıl tarihinin Ekim Devrimi ve onun etkileri olmaksızın anlaşılamayacağı

kanısındadır. Bu Devrim, paradoksal biçimde, liberal kapitalizmin kurtarıcısı

olmuştur. “...Bunun nedeni, bu devrimin en azından, hem batının Hitler Almanyasına

karşı İDS’nı kazanmasını sağlayarak ve hem de kapitalizme kendisini reformdan

geçirme dürtüsü kazandırarak ve – paradoksal biçimde – Sovyetler Birliğinin Büyük

Depresyona karşı görülebilir bağışıklığı sayesinde serbest piyasa ortodoksluğuna

duyulan inancın terk edilmesi için bir dürtü sağlayarak, liberal kapitalizmin kurtarıcısı

olduğunu kanıtlamasıydı...”a.g.e., s. 104.

Page 34: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

30

durgunluk içindeyken, Sovyetler Birliği yeni beş yıllık planlarla son

derece hızlı bir sanayileşme atılımı içindeydi. Sovyet sisteminin

gizeminin plan ve planlama kavramında gizli olup olmadığı tartışılmaya

başlanmış, kapitalist ülkelerde de plan ve planlama sözcükleri yüksek

sesle telaffuz edilir olmuştu. Nazi Almanya’sında bile 1933 yılında dört

yıllık plan yürürlüğe konuldu.30

Liberalizm, bütün dünyada ve Avrupa’da olduğu gibi, 1930’lu

yıllar Türkiye’sinde, pek de yerleşmemiş olduğu bu ülkede de gözden

düşmüştü. XIX. yüzyılın ikinci yarısında bazı düşünce akımları saray ve

devletin iktidarını sınırlamak amacıyla toplumsal meşruiyet ve

muhalefet odakları oluşturmaya çalışmaktaydılar.31 Ortaya atılan iktisadi

çözüm önerileri sürekli bir biçimde iki odak arasında salınmıştır: serbest

ticaret ve korumacılık.32 Dönemin siyasal düşün akımları, Osmanlı

30 a.g.e., s. 116-118. Dünya Bunalımı sonrasında eski tip liberalizm ölmüş ya da ölüme

mahkum olmuştu. Şimdi birbiriyle yarışan üç seçenek vardı: Marxist komünizm,

serbest piyasaların optimalliğine inancını kaybeden ve komünist olmayan işçi

hareketlerinin ılımlı sosyal demokrasisi ile bir tür gayri resmi evlilik ya da sürekli bir

gizli ilişkiyle yeniden biçimlenen kapitalizm ve üçüncü olarak, faşizm. Nasyonal

Sosyalizm bunalımla başa çıkmada faşizme kıyasla daha başarılı oldu. a.g.e., s. 131. 31Kurulacak bir Meclis-i Meşveret’le siyasal iktidarın paylaşılmasını kurumlaştırmak

ve kuvvetler ayrımı ilkesini yerleştirmek istiyorlardı. 1876 Anayasası ile devlet ilk

defa şeklen anayasalı bir devlet, dini ve meşruti bir monarşi olmuştu. Ancak, gerçekte

egemen yine padişahtı. Bazı klasik hak ve özgürlükler bu Anayasa ile tanınmışsa da

bu hakları koruyan bir güvence mekanizması yoktu. Şahin, a.g.e., s. 34-36. 32 Tevfik Çavdar, Türkiye’de Liberalizmin Doğuşu, İstanbul, Uygarlık, 1982, s. 9.

Liberal yaklaşım “Serbesti-i Ticaret” diye adlandırılmakta ve iktisadi yaşam

üzerindeki bütün kısıtlamaları reddetmekteydi. İkinci yaklaşım da temelde kapitalist

ilişkilerin geliştirilmesi ile ülkenin kalkınacağını kabul etmekle birlikte, Osmanlı

toplumu gibi geri kalmış toplumlarda serbest ticaret kurallarını aynen uygulamadan

Page 35: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

31

Devleti’nin çöküş sürecini tersine çevirmenin yolları ve araçları

konusunda öneriler geliştirmekteydi. Önerilerin yaşama geçmesinin ve

başarılı olmasının önkoşulu, siyasal yönetimin anayasal temelinin

merkeziyetçi ve demokratik bir yapıya kavuşturulmasıydı.33

Aynı dönemde kimi Osmanlı aydınları klasik liberal düşünce

esinli makaleler yazmaya ve eserler vermeye başlamışlardır. Sakızlı

Ohannes’in Mecmua-i Fünun’daki yazıları Türkiye’de klasik ve çağdaş

anlamda ilk iktisat yazıları olarak kabul edilebilir. İktisat 1870’ten sonra

üst düzeydeki okullarda ders olarak okutulmaya başlanmış, ilk ders

kitabı da yine Sakızlı Ohannes tarafından yazılmıştır. Kitabın ana savı,

serbest piyasa koşullarının gerçekleştirilmesi ve ekonominin bu

koşulların gerektirdiği doğrultuda işlemesi gerektiğiydi. Ali ve

Keçecizade Fuat Paşaların, Namık Kemal’in önerileri de bu yöndeydi.

Aynı dönemde Ahmet Mithat Efendi gibi korumacı iktisat politikasını

savunanlar da vardı. Yüzyılın sonlarında serbest ticaret yanlıları liberal

iktisadın tüm kurallarının aynen uygulanmasını istemekte ve List’in

önce, yerli sanayiin gelişmesi için korumacı bir iktisat politikasının uygulanmasından

yana olan düşünceydi. Çavdar, iki yaklaşımın da kapitalizme teveccüh göstermesini,

Batı Avrupa ülkelerinin göz kamaştırıcı ekonomik gelişme ve üstünlüklerinin

Osmanlı aydınlarınca gözden kaçırılmadığının kanıtı saymaktadır. a.g.e., s. 72. 1850

sonrası oluşumlar bilinmeden 1923-1929 ve 1930’lu yıllar iktisat politikaları

anlaşılamaz. 33 a.g.e., s.84-85.

Page 36: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

32

korumacılık ilkesini savunanlarla çekişmekteydiler.34 Öncülüğünü

Akyiğitoğlu Musa Bey’in yaptığı korumacı iktisat politikasını

savunanlara göre, serbest piyasa koşullarının işlediği bir ortam her

toplum için ideal bir iktisadi çevre olmakla birlikte, Osmanlı Devleti gibi

sanayi ve ticarette ileri gitmemiş ülkelerin birden bire bu yolu seçmeleri

sanayileşmeleri açısından çeşitli sakıncalar doğurur ve onları ileri sanayi

ülkelerinin uydusu haline getirebilir. Osmanlı Devleti gibi ülkelerin

kapitalistleşmeleri öncelikle sanayi ve ticareti geliştirmelerine bağlıdır.

Bunun yolu da sanayi ve ticaret kuruluşlarının korunmasından geçer.

Ancak ekonomi geliştirildikten sonra sınırlar serbest ticarete açılabilir.35

34 Tevfik Çavdar, “Cumhuriyet Döneminde Türk İktisadi Düşüncesi”, CDTA, Cilt IV,

s. 1074-1075. Çavdar’a göre, Türk iktisadi düşüncesi açısından en önemli yapıtı

Mehmet Cavid Bey vermiştir. Onun dört ciltlik İlm-i Iktisat adlı yapıtı klasik iktisadın

XIX. yüzyıl içerisinde geçirdiği tüm gelişmeleri içermekteydi. 1908 Devriminden

sonra, Mehmet Cavid Bey, Ulum-ı Iktisadiye ve Içtimaiye Mecmuası adlı dergide

yayımladığı makaleleriyle, Avrupa’daki en son iktisadi gelişmeleri yansıtmayı

sürdürmüştür. a.g.m., s. 1075. Deniz Karaman, Cavid Bey ve Ulum-ı İktisadiye ve

İçtimaiye Mecmuası, Ankara, Liberal Düşünce Topluluğu, 2001; Mehmet Cavid

Bey, İktisat İlmi, (Sadeleştiren: Orhan Çakmak), Ankara, Liberte, 2001. Çavdar,

Sakızlı Ohannes ve Mehmed Cavid Bey çizgisinin klasik ekonomiyi ülkeye

yerleştirdiğini ve liberal iktisat politikalarını egemen kılacak ortamı hazırladıklarını

belirtmektedir. Çavdar, a.g.e., s. 161. 35 Çavdar, a.g.m., s. 1075. II. Meşrutiyetin ilanından ve özellikle Ocak 1913’te Babıali

baskını ile İT iktidarının pekişmesinden sonra ulusal iktisat akımı etkinleşmiş,

Türkçülük yaklaşımının bir tamamlayıcısı olarak ortaya atılan bu düşünce Ziya

Gökalp ve Tekin Alp tarafından savunulmuştur. Bu kişiler Yeni Mecmua çevresinde

toplanmışlar ve özellikle BDS’nın ikinci yılından itibaren bu iktisat akımını çeşitli

yönleriyle tanıtmış ve savunmuşlardır. Bu yaklaşıma göre, Manchester Okulu diye

adlandırılan liberal iktisat sadece İngiltere gibi ileri sanayi ülkelerinin iktisadi

amaçlarına hizmet etmektedir. Türkiye kendi koşullarına göre bir ulusal iktisat

düzenini yaratmalı ve ulusal burjuvazisini egemen kılmalıdır. Hedef ulusal sanayici

Page 37: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

33

Kapitalistleşme Jön Türkler’in 1902 Kongresinde ortaya çıkan

iki grup için de temel amaçtı. Teşebbüs-ü Şahsi ve Ademi Merkeziyet

Cemiyeti’ni kurmuş olan Prens Sabahaddin ve grubu serbest ticareti,

diğer grup ise korumacılığı savunmaktaydı. Muhalifler ulusal iktisadı,

ulusçuluğu ve merkeziyetçiliği savunurken, siyasal liberalizmi de

benimseyen Prens Sabahattin grubunun görüşleri iktisadi liberalizm-

osmanlıcılık-ademi merkeziyetçilik bileşimiyle her alanda liberal bir

program niteliği taşımaktaydı.36 Prens Sabahaddin grubunun görüşleri

daha sonra Ahrar ve Hürriyet ve İtilaf Fırkalarının programlarında yer

alacak ve bu görüşler İT tarafından bölücü ve yıkıcı olarak

nitelendirilecekti.

XIX. yüzyıl sonunda Osmanlı’ya anayasalı yönetimi getirmek

isteyen hareketin arkasında ne Avrupa’dakine benzer bir burjuva sınıfı

vardı, ne de padişahın iktidarının sınırlandırılmasını isteyen geniş halk

kitleleri. II. Meşrutiyet, Akşin’in de belirttiği gibi, “burjuvazi olmadan,

bir ikame burjuvazisi tarafından yapılmış” bir burjuva devrimi

başlangıcıydı.37 1908 hareketiyle başlayan burjuva devrimini Ulusal

ve ulusal tüccardır. Ulusal iktisat yaklaşımı ile korumacı iktisadi politika önerileri

birbirleri ile örtüşmektedir. a.g.m., s. 1075-6. 36 Şahin, a.g.e.,s. 37. 371908 hareketinin tam anlamıyla bir burjuva devrimi olduğu hakkında, bkz. Aykut

Kansu, 1908 Devrimi, İstanbul, İletişim, 1997. Bu kitap üzerine yapılmış bir

değerlendirme için bkz. Sina Akşin, “İkinci Meşrutiyet Üzerine Bir İnceleme”, içinde,

Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi, Ankara, İmaj, 2002, s. 195-202.

Page 38: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

34

Kurtuluş Mücadelesi süreciyle başlayan ikinci devrim hareketi

sürdürecek, bu hareket çerçevesinde siyasal rejimde başlayan yeniliği

toplumsal ve iktisadi alanlardaki köklü değişimler izleyecekti.38

1921 Anayasası, Osmanlı geleneğinden farklı olarak, egemenliği

kayıtsız ve koşulsuz olarak ulusa vermişti. Ulusal egemenlik ilkesi,

padişahın lutfuna dayalı temsilden vatandaşın hakkı olan temsile geçiş

demekti. 1923 yılı sonuna doğru Cumhuriyet ilan edilmiş, 1920’li ve

1930’lu yıllarda devletin yapısında ve toplumsal yaşamın çeşitli

alanlarında yapılan değişikliklerle kapitalizmin yerleşmesinin ve

gelişmesinin önündeki engeller ortadan kaldırılmaya çalışılmış, bir

toplumsal devrim yaşanmıştır. Yönetici kadro, bütün bu devrimlere

koşut olarak iktisaden kalkınmayı, çağdaş uygarlık düzeyine varmayı

amaçlamış, bunun yolunun “yurt sanayiini ve ticaretini geliştirmeyi

amaçlayan, özel girişime öncelik veren, onu koruyan, mülkiyet haklarına

saygılı bir ekonomik düzeni yasal çerçevesi ve kurumlarıyla oluşturmak,

kökleştirmek”ten geçmekte olduğu İzmir İktisat Kongresi’nde

belirtilmişti.39

38 Şahin, a.g.e., s. 37-39. 39Türk toplumunu kapitalizm öncesi sosyo-kültürel bağlardan koparmaya ve kapitalist

Batı kültür alanına sokmaya yönelik bu çabalar için bkz. Şahin, a.g.e.,s. 39-41.

Çavdar, Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresinde egemen olan havanın

ekonominin kendi kuralları içinde işlemesine devletin hiçbir biçimde karışmaması

doğrultusunda olduğunu belirtmektedir. Devletin sağlayacağı destek serbest

piyasadaki faaliyetlerin sınırlanmasına neden olmamalıydı. Çavdar, ünlü iktisatçı

Keynes’in Versay Barış Anlaşmasının içerdiği iktisadi hükümleri eleştiren bir kitabın

Lozan Barış Konferansı’na katılmadan önce Fethi (Okyar) Bey tarafından çevirisinin

Page 39: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

35

Devletin ekonomiye özel teşebbüs lehine sayısız müdahalelerde

bulunduğu 1923-1929 döneminin iktisadi politikalarına “liberal”

denilemez. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ortaya konulan “milli

iktisat” görüşleri iktisadi politikalara damgasını vurmuş, Lozan’dan

gelen sınırlamalar nedeniyle 1929 yılına kadar korumacı ve

sanayileşmeci politikalar uygulanmasa da, 1923’ten itibaren yine de

devlet desteği ile bir ulusal burjuvazi yaratılmasına çalışılmıştır.

Kongre’de benimsenen ilke, devletin ancak özel sermayenin yetersiz

kaldığı alanlara yönelmesi, bireyin yapamadığını devletin yapmasıdır.

Yasalara uyması ve kapitüler ayrıcalıklar aramaması koşuluyla, yabancı

sermayeye sıcak bakılmaktaydı. Bu devrede, tüm teşviklere karşın yerli

bir sanayi burjuvazisi yaratılamaması devletçilik uygulamalarını

gündeme getirmiştir.40

1924 yılında kurulan muhalif TpCF’nın programında liberalizme

(siyasal ve iktisadi liberalizm) yer verilmekte ve demokrasiyi yerleştirme

sözü verilmekteydi. Programda “hürriyetperverlik” (liberalizm) ve

“halkın hakimiyeti” (demokrasi) ilkeleri Fırkanın “meslek-i esasi”si

yapıldığına ve resmi olarak yayımlandığına, dolayısıyla Türk Heyetinin Lozan’a

Versay’ın hükümlerinin ne tür sakıncalar taşıdığını bilerek gittiğine değinmekte ve bu

gözlemlerden hareketle şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Demek ki, Cumhuriyet

kurulurken iktisadi politika yönünden bir yandan ileri Batı ülkelerine bir ölçüde

güvence vermeyi de amaçlayan liberal düşünceye dayanan yaklaşımlar kabul

edilirken, diğer yandan da Keynes’in deneyimlerinden ve eleştirilerinden (ölçüsünü

bilemediğimiz biçimde) yararlanılmıştır.” Çavdar, a.g.m., s. 1076. 40 Şahin, a.g.e., s. 42-43.

Page 40: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

36

sayılmaktaydı. Fırka dinsel düşünceye saygılı olacaktı, kamu düzeninin

korunmasının zorunlu kıldığı durumlarda bile özgürlüklere yönelik

sınırlamanın ancak anayasa ile yapılmasından yanaydı. Tek dereceli

seçim usulünün getirilmesini savunmakta, CHF’nin merkeziyetçiliğine

karşı “idari ademi merkeziyet” esasını benimsemekteydi. Devlet

görevlerinin asgari düzeye indirilmesi, iç ve dış ticaretin

liberalleştirilmesi ve yabancı sermayeye davetkar bir tavır izlenmesi,

programın diğer öngörüleriydi. Şeyh Sait İsyanı’nı bastırmak amacıyla

çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası’na dayanılarak başta İstanbul’dakiler

olmak üzere muhalif basın organlarının “susturulmasını”, kuruluşunun

üzerinden henüz altı ay geçmeden, TpCF’nın kapatılması (1925)

izleyecekti.41

Çok partili yaşam denemelerinden ikincisi 1930 yılında

gerçekleştirilmiştir. SCF Atatürk tarafından Ali Fethi Bey’e kurdurulan

güdümlü bir muhalefet partisiydi. Parti programında vergilerin

hafifletilmesi, mali ve iktisadi her türlü girişime engel olan Hükümet

müdahalelerinin kabul edilmemesi, devletin bireylerin güçlerinin

yetmeyeceği işlerde faaliyette bulunması, yabancı sermayeye kapıların

açık olması ve tek dereceli seçim usulünün benimsenmesi gibi bazı

liberal izler yer almaktaydı. Kısa zamanda rejim muhaliflerini ve hoşnut

41 a.g.e., s. 49-50.

Page 41: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

37

olmayan kitleleri arkasına alarak güçlenen SCF, misyonunu (iktidar

partisi olan CHF’yi kontrol görevini) aştığından, kendini feshetmiştir.42

1930’lu yıllar Türkiye’sinde çeşitli iktisadi düşünceler tartışılmış

ve değişik önerilerde bulunulmuştur. Tartışmaların bu denli

yoğunlaşmasını 1929 Bunalımına bağlamak hatalı olmaz. Çünkü,

bunalım liberal iktisadi düşüncenin sarsılmasına neden olmuştu. O

zamana kadar liberal iktisada sıkı sıkıya bağlı olan çevreler bile bu

konuda kuşkularını dile getirmeğe, çeşitli çıkış yolları aramaya

başlamışlardı. Türkiye’nin dışsatımında bunalıma bağlı olarak ortaya

çıkan daralma, kapalı ve büyümeye ağırlık veren iktisat politikasının

çekiciliğini artırmış, “devletçilik” diye adlandırılan yaklaşım bu

dönemde güçlenmiş ve tartışma gündeminin ilk sırasına oturmuştur.

Tartışmalar 1932 yılının sonuna kadar sürmüştür. Bu yıldan sonra ise,

resmi bir görüş olarak kabul edilen sınırlar içerisinde tanımlanıp

açıklanmaya başlanmıştır. Devletçilik, artık, “özel kesimin yapamadığı,

yapmaya gücü yetmediği işlerin devlet tarafından yapılması” biçiminde

tanımlanacak, zamanla devletçilik uygulaması özel kesimin gelişimi ve

sermaye birikimini sağlayan bir araç halini alacaktır.

1930’lu yıllarda devletin iktisadi yaşama müdahalesi konusunda

olumsuz bir tartışma neredeyse ortaya çıkmamıştır. Müdahale bu on

yılda hiç bir ülkede reddedilmemekteydi. Bunalımı faşist yönetimle

42 a.g.e., s. 49-50.

Page 42: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

38

atlatmaya çalışan Almanya da, Roosevelt’in New Deal programı da

devleti ekonomiyi yeniden canlandırmakla görevli saymakta, onyılın

ortasında beliren Keynesgil iktisat da devlete görevler yüklemekteydi.

1937 yılında devletçilik ilkesinin Anayasa maddesi haline getirildiği

birleşimde, “liberal ekonomi görüşünün bir anayasa suçu sayılıp

sayılmayacağı”na ilişkin bir soruyu yanıtlarken, CHP’nin önde gelen

liderlerinden Recep Peker, liberalizmi “tefessüh etmiş sistem” diye

nitelendirmekteydi.

Bu dönemdeki liberalizm-devletçilik tartışmasının doğru

anlaşılabilmesi için, Ayşe Trak’ın da belirttiği gibi, liberalizmden ne

anlaşıldığının net biçimde ortaya konulması gerekmektedir. İktisadi

liberalizm kavramı, her şeyden önce iktisadi faaliyetin siyasal

kurumlardan bağımsız olarak, kendi yasalarına göre yürütülmesiyle

ilgilidir. Liberal bir iktisat politikası, devletin piyasa mekanizmasına

müdahale etmemesini, yalnızca bu mekanizmanın serbestçe işlemesini

engelleyen unsurların ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmasını

gerektirir. Ayrıca, dış iktisadi ilişkiler de devlet kontrolünden bağımsız

yürütülmeli, dışsatımı ve dışalımı engelleyen siyasal önlemlere ve

yabancı sermayeye karşı olumsuz bir tavra raslanmamalıdır. Liberal

düşünce sistemi içinde hem tüketici hem de üretici olarak bireye çok

önem verildiğini, bu yüzden de liberal düşünürlerin bireysel girişimciliği

engelleyebilecek bütün kurumlara karşı çıktıklarını belirten Trak, bireyin

iktisadi özgürlüğünün savunulmasının siyaset alanına da yansıdığına,

Page 43: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

39

siyasal liberalizmin bireyin demokratik haklarını ve özgürlüklerini devlet

karşısında savunan görüşlerle karşımıza çıktığına işaret etmektedir.

1930’larda bütün gruplar geri bir ülkede liberal bir politika uygulamanın

güçlüklerinin bilincindeydiler ve buna göre davrandılar. Bu bilinç

dolayısıyladır ki, tutarlı bir biçimde liberalizmi savunan kimseye

1930’lu yıllar Türkiye’sinde rastlanmamıştır.43

1930’lu yıllar Türkiye’sinde liberalizme karşı ileri sürülen

görüşler birkaç başlık altında toplanabilir: az gelişmiş bir ülkenin liberal

bir politika uygulayarak kalkınması olanaksızdır, liberalizm zaten bütün

dünyada bir çıkmazdadır, Almanya ve İtalya’da faşizm, SSCB’de

bolşevizm liberalizmin yol açtığı çıkmazı göstermekte yararlı olabilir,

her ülke kendine uyan modeli bulmak ve geliştirmek zorundadır, bazı

ülkelerin geri kalması uluslararası sömürü mekanizmasının işleyişiyle

ilgilidir, kendine yeterli bir ekonomiye sahip olmak ve özellikle

sanayileşme hamlesinin gerçekleştirilmesi büyük önem kazanmıştır, aşırı

özgürlükler sosyal sakıncalar doğurmaktadır, Batı toplumları yalnızca

uyguladıkları liberal ekonomik politikalar yüzünden değil, çok partili

demokrasi ve aşırı özgürlük ortamı yüzünden de sıkıntı çekmektedirler,

43 “Oysa 1923-1929 dönemimin bir liberal ekonomi dönemi olarak tanımlanıp

tanımlanamayacağı konusu çok kuşkulu. Aynı şekilde 1930’larda liberalizm yanlısı

olarak tanınan politikacı ve düşünürlerin ne dereceye kadar liberal oldukları da hiç

açık değil. Aksine, hem 1923-1929 dönemindeki uygulamalar, hem de 1930’larda

alınan çeşitli tavırlar Türkiye’de gerek ekonomik politikalar düzeyinde gerek düşün

alanında tam anlamıyla bir liberalizmden söz etmenin güçlüğüne işaret ediyor.” Ayşe

Trak, “Liberalizm-Devletçilik Tartışması (1923-1939)”, CDTA, Cilt IV, s. 1085-

1089.

Page 44: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

40

toplumun çıkarlarının her zaman bireyin çıkarları üzerinde olduğu için,

gerektiğinde bireysel özgürlükler kısıtlanmalıdır, bireysel özgürlükler

her zaman toplumsal huzur ve refah için feda edilmelidir.44

Korkut Boratav, XX. yüzyıl Türkiye iktisat tarihini incelerken45

1908’den 1922’ye kadar olan dönemi “Devrim ve Savaş Yılları”, 1923-

1929 dönemini “Açık Ekonomi Koşullarında Yeniden İnşa”, 1930-1939

dönemini “Korumacı- Devletçi Sanayileşme” ve 1940-1945 dönemini

de, “Bir Kesinti: İkinci Dünya Savaşı” diye adlandırmaktadır.46

44 a.g.m., s. 1087. Dönemin önde gelen liberallerinden Ağaoğlu Ahmet de, CHF’nin

devletçiliğinin bütün diğer liberal ve demokratik devletlerin devletçiliklerini

andırdığını, CHF devletçiliğinin kendi devletçilik düşüncelerine İnkılap ve

Kadro’daki devletçilikten daha yakın olduğunu belirtmektedir. Ahmet Ağaoğlu, “Bir

İzah”, Kooperatif, C. 1, Sayı 8, (Kanunusani 1933), s. 11-12. 45 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002, (7. B.), Ankara, İmge, 2003.

Boratav’ın da belirttiği gibi, Kemalist Devrim, 1908 Devrimini tamamlayan ikinci bir

dalgadır. Ulusal bir ekonomi oluşturma sürecinin kalıcı ve ciddi bir biçimde 1930

sonrasında başladığı söylenebilir. a.g.e., 207-208. 46a.g.e., s. 24. Serbest ticareti ve piyasa mekanizmasını yücelten klasik ve neoklasik

iktisat okulları ile kapitalizmin gelişiminde geç kalan kıta Avrupası ülkelerinde ve

özellikle Almanya’da yeşeren korumacı-müdahaleci okullar arasındaki polemikleri

Osmanlı düşünürleri de oldukça erken bir tarihte izlediler, benimsediler ve aktardılar.

Sakızlı Ohannes Paşa, Portakal Mikail Bey, M. Cavid Bey, Ağaoğlu Ahmet ve 1945

sonrasında ise Ahmet Hamdi Başar, Demokrat Partinin fikir babası olan çeşitli yazar

ve düşünürler devlet müdahalesinin ve bürokrasinin kaynak tahsisini bozup israf

yarattığını, içte piyasa serbestisinin, dışta ise serbest ticaretin etkinlik sağlayıp refahı

artıracağını savundular. Buna karşılık, Akyiğitzade Musa Bey, Ahmet Mithat Efendi,

Ziya Gökalp, Recep Peker ve Kadrocular tarafından savunulan, kalkınmanın

sanayileşmek anlamına geldiği, bunun da geri kalmış bir ülkede dışa karşı koruma,

içte ise devlet eliyle sağlanan planlı bir birikimle gerçekleşebileceği görüşü de pek az

yeni unsurla zenginleşerek zamanımıza kadar gelmiştir. Bu iki çizgi arasındaki

dalgalanma iktisat politikalarında da gözlenmiştir. İT’nin Maliye Nazırı Cavid Bey’in

açık pazar, serbest piyasa politikalarıyla Harb-i Umumi yıllarının milli ve müdahaleci

Page 45: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

41

1908-1922 döneminde etkili olan “milli iktisat” görüşüne göre,

gerekirse savaşın yarattığı kıtlık koşullarından da yararlanarak ve devlet

desteğiyle bir yerli ve ulusal burjuvazi yetiştirilmeliydi. Bu, hem

olanaklı hem de kalkınma ve modernleşme için zorunluydu.47 Trak,

1923-1929 döneminde uygulanan ekonomi politikasının liberal bir

politika olmamasını,48 Türkiye’nin hem altyapı tesislerinin hem de özel

iktisat politikaları arasındaki çatışma, büyük buhranın öncesi ve sonrasında liberal-

açık kapı politikaları ile korumacı-devletçi politikalar arasındaki hesaplaşma İDS

öncesi dönem izlerini yansıtmaktadır. a.g.e., s. 209-210. 47 a.g.e., s. 26-27. 1908 Devrimi sonrasında Türk ulusçuluğunun yeşerdiğine, bunun

özellikle iktisadi liberalizme bir tepki olarak ortaya çıktığına, Türk ulusçuluğunun

gelişiminde Alman romantizminin önemli katkılarının olduğuna, liberal iktisadi

öğretiye ters düşen dışa kapalı bir ulusal iktisadi yapının gündeme geldiğine işaret

eden Toprak, BDS yıllarında Osmanlı iktisat yazınında artık ulusal iktisatçıların

görüşlerinin revaçta olduğunu, Savaş sonrasında “milli iktisat” politikası

uygulandığını belirtmektedir. “... Bu doğrultuda devlet iktisadi yaşama doğrudan

katılmış, devletçilik ya da İttihatçıların değimiyle ‘devlet iktisadiyyatı’ ‘milli

iktisad’ın temel yörüngesini oluşturmuştu.” Zafer Toprak, Türkiye’de “Milli

İktisat” (1908-1918), Ankara, Yurt, 1982, s. 20. 1923-1930 dönemi için, Korkut

Boratav, Türkiye’de Devletçilik, (2. B.), Ankara, Savaş, 1982, s. 6-92. 48 Trak, a.g.m., s. 1085- 1089. Devletin özellikle “milli tüccar” ve “girişimci”

yaratmak amacıyla ekonomiye müdahale ettiğine, bu çaba içinde siyasetle

ekonominin içiçe girdiğine, siyasal kadroların iktisadi faaliyetin yönlendirilmesinde

büyük rol oynadıklarına, yabancı sermayeye karşı bir tutum alınmadığına, bu

dönemde kurulan çok sayıda anonim şirkette yabancı sermaye paylarının yüksek

olduğuna, buna karşılık, yabancı şirketlerin bürokrasiden bağımsız faaliyette

bulunmalarının engellendiğine, yabancı sermayedarların meclis içindeki ilişkilerinin

birçok söylentiye ve yolsuzluk suçlamasına yol açtığına, dış ticaretin bütünüyle

serbest bırakılmadığına, dışalım kısıtlanmadığı halde Cumhurıyetin ilk yıllarından

itibaren yerli malı kullanmayı özendiren yasalar çıkarıldığına, 1927 Teşvik-i Sanayi

Yasasının da çok yüksek koruma sağlayıp teşvikler getirdiğine değinen Trak, bütün

bunları, liberal bir iktisat politikası uygulanmadığının göstergeleri saymaktadır.

Page 46: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

42

girişimciliğin gelişmemiş olduğu geri bir ülke olmasına bağlamaktadır.

1930-1939 dönemi iktisat politikalarının iki belirleyici özelliği

korumacılık ve devletçiliktir. İktisat politikalarının yöneldiği amaca ve

elde edilen sonuçlara bakılırsa, rahatlıkla denilebilir ki, bu yıllar ilk

sanayileşme yıllarıdır. 1930’lu yılların ilk yarısı Büyük Bunalımın etkisi

altında geçmiştir. Türkiye, ekonomisini dışa kapamış ve devlet eliyle

ulusal sanayileşme denemesine girişmiştir. Bu deneme başarılı da

olmuştur. 1930-1939 dönemi iktisat politikaları, belirgin bir biçimde bir

önceki dönemden kopuşu temsil etmektedir.

“1923 yılında zafere ulaşan ‘Kemalist devrim’, bu tarihte kapitalist

dönüşümlerin siyasi (ve birkaç yıl içinde diğer üst yapısal) ön-gereklerini

tamamladı. Eksik olan, yirminci yüzyılın ilk yarısında, bir yarı-sömürge

mirasının tüm unsurlarını taşıyan azgelişmiş bir ekonomide milli bir

kapitalizmin gelişebilmesinin mümkün olup olmadığını sınayacak (ve bu ana

kadar tam olarak denenmemiş olan) iktisat politikası aletleri idi. İşte, 1930

öncesiyle bir ‘kopuş’tan söz edeceksek, bu sadece, korumacılık-devletçilik

sentezi olarak ortaya çıkan bu aletlerin ilk kez birlikte ve etkili olarak

kullanılması anlamında, yani sınırlı bir anlamda, doğru olacaktır.”49

49 Boratav, Türkiye İktisat ..., s. 60-61. Stratejik bakış meziyetinin yönetici kadroyu

ülkeyi yeni baştan inşa etmek düşüncesine yönelttiğini belirten Kuruç’a göre,

Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda yönetici kadroda ülkenin istikrardan çok

istikrarsızlık içinde olduğu görüşü egemendir. Devlet içte ve dışta 1924 yılında

hukuken tescil edilmiş olsa da, kuruluşun temel sorunları henüz çözüm bulmamıştır.

Bu durum, yönetici kadro için rahatlık ve güvenlikten çok, keskin bir duyarlılığa ve

tedirginliğe yol açmaktadır. 1930 yılında, yönetici kadro, yeniden inşa düşüncesini

güçlü bir savaş stratejisi mantığı ile uygulamayı kaçınılmaz saymıştır. Çünkü,

cumhuriyet rejiminin bekleyecek zamanı yoktur. Beklemek ve gecikmek kaybetmekle

Page 47: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

43

1930’lu yıllarda önce korumacı önlemlere yönelen Türkiye,

1932’den sonra korumacılığı devletçilikle tamamlamıştır. Devletçilik

Türkiye’de kapitalist gelişme modelinin bir parçası olmuştur. Burjuvazi,

önündeki iki seçenekten birini tercih etmek durumundaydı: ya devletçi

bir dinamizmi, ya da bunalım koşullarında liberalizmin zorunlu

refakatçisi olacak olan durağanlığı. Birinci seçenek, burjuvazinin kısa ve

uzun vadeli çıkarları ve Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi bakımından

çok daha elverişli bir ortam yaratmaktaydı.

1931 yılında yapılan CHF Kurultayı’nda devletin elindeki bütün

fabrikaların özel teşebbüse devredileceği İktisat Vekilince belirtilmiştir.

Fırka Genel Sekreteri Recep Bey’in henüz 1931 yılı sonlarına doğru

yaptığı ve devletçiliğe yönelişin sinyallerini verdiği konuşmasında, belli

sermaye çevrelerine karşı güvensizliğini ifade etmiş, devletin “şahsi

teşebbüslerin başaramayacakları veya şahsi teşebbüse bırakmakta zarar

tasavvur edilen” alanlara girmesinin zorunlu olduğunu vurgulamıştır.

İktisadi politikada köklü bir değişikliğe yönelme niyetinin habercisi olan

bu konuşmayı, Recep Bey’in Haziran 1932’de yaptığı ve gerekirse özel

girişimin yapabileceği alanlarda dahi devlet işletmeciliğine

geçilebileceği açıklaması izleyecekti. 1932 yılında devletçi uygulamalara

sonuçlanabilecektir. Bilsay Kuruç, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. Bölüm 1.

Cilt (1929-1932), Ankara, AÜSBF, 1988, s. XXXII-XXXIII.

Page 48: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

44

ani ve hatta iş çevrelerine bakılırsa aşırı bir biçimde geçilmiş, bir dizi

devletçi ve devletleştirici yasa ile bu model değişikliği uygulamaya

konulmuş, bu ilk atılımı fazla sert ve aşırı bulan bazı çevreler, özellikle

İş Bankası çevresi, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’yı ikna ederek

Başvekil İsmet Paşa’nın muhalefetine karşın İktisat Vekili Mustafa

Şeref’in istifasını ve İş Bankası Genel Müdürü Celal (Bayar) Beyin

İktisat Vekilliğine getirilmesini sağlamışlardır.50 Yeni İktisat Vekilinin

ilk işi de, iş çevrelerini rahatlatacak uygulamalara hemen başlamak ve

1932 yasalarının sivri köşelerini törpülemek olmuştur. Bununla birlikte,

bu törpüleme, hiçbir zaman 1930 ve hatta 1932 öncesine dönüş anlamına

gelmeyecekti. Boratav’a göre de, devletçilik yönelimini durdurmak ve

50 Heyet-i Vekilede bazı “radikal” değişikliklerin olacağı, tedavi ve istirahat için

Avrupa’ya gidecek olan Mustafa Şeref Bey’in istifa edeceği ve yerine İş Bankası

Umum Müdürü Celal Bey’in getirilmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu belirten iş

çevrelerine yakın bir gazete, “… Celal Beyin İktisat Vekaletine gelmesi ihtimali çok

iyi karşılanmıştır. Buna sebep bugün şikayet ve tenkit mevzuu olan kararlarda İş

Bankası Umum Müdürünün fikir ve noktai nazarının herkesçe malum olmasıdır.”

yorumunu yapmaktaydı. Milliyet, (7.9.1932). Siirt Meb’usu Mahmut (Soydan) Bey

de, ithal edilecek hammaddeye önemli sınırlamalar getiren son kararnamenin sanayi

ile iştigal edenlerin önemli yakınmalarına neden olduğunu, bazı işler, hareketler ve

kararların “mutedil” devletçi sistemimizi başka türlü yoruma olanak tanıdığını,

iktisadi sistemimizin tamamen değiştirildiğini, devletleştirme adı altında Bolşevizme

mi gitmekte olduğumuz “vehim ve endişesi”ne kapılan yurttaşlarımızın sayısının

hızla arttığını belirtmektedir. “Teşviki Sanayi Kanunu hakkında müfrit devletçi miyiz,

mutedil devletçi miyiz?” sorusunun sorulduğu ve “Bolşevik olmaya niyetimiz yoktur”

altbaşlığının kullanıldığı makalede denildiğine göre, “... Memleketin siyasi ve iktisadi

gidişini gayri tabii bir cereyana götürmek hiç kimsenin aklından geçmiyor…

Bulutlanan havanın düzelmesi ve iddialarımızın tahakkuk etmesi için uzun müddet

beklemeyeceğiz.” Siirt Meb’usu Mahmut, “İsmet Pş. Lozandaki Gibi İşbaşında”,

Milliyet, (7.9.1932). Mustafa Şeref Bey’in istifa etmesine varan süreç için bkz. Bilsay

Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Ankara, Bilgi, 1987.

Page 49: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

45

gerekirse devletçilik terimini kullanarak 1932 yılı öncesinin

politikalarına dönmek yönünde çok güçlü bir akım vardı ve 1933 yılı

içinde çıkarılan yasalar 1932 yılındaki devletçilik yönelişinden tavizde

bulunulduğunun göstergesiydi. Hatta, Başvekil İsmet Paşa’nın 1933

yılında Kadro’da yayımlanan ünlü makalesinde, bu yılın ödüncü

tutumuna adeta bir muhalefet platformundan karşı koymaya çalıştığına

Boratav işaret etmektedir.51 İsmet Paşa’nın yazısına İş Bankası

çevrelerinden tepkiler gelmekte gecikmemiştir. Bu çevreler, yine aynı

kaynakta belirtildiğine göre, “1932 yılının havası”nı devam ettirmek

isteyen çevrelere, ön planda Kadro’ya ve belki de bizzat Başvekil’e,

temsil ettiği çevreler adına bir uyarıda bulunmak istemiştir. Bu çıkış,

devletçilik aleyhtarı tepkinin erişeceği en uç, en cüretli noktayı temsil

etmektedir. Devletçilik teriminin, bu yıllarda, liberalizmle komünizmin

(veya sosyalizmin) bir alternatifi olarak kullanımı yaygındır.

1933-1939 diliminde devletçilik rayına oturmuştur. Celal

Bayar’ın başbakanlık yaptığı son iki yılda ise, devletçilik politikası

uygulanmaya devam edilmekle birlikte, özel teşebbüsün özendirilmesine

dönük yeni bir yönelişin ilk izleri gözlemlenmiştir.52

51 Boratav, Türkiye İktisat…, s. 129. 52 1930’lu yıllar, Türkiye’nin sanayileşme doğrultusunda ilk ciddi adımları attığı

yıllardır. Bu dönemde sabit fiyatlarla yıllık büyüme hızı ortalaması, sanayide, %

10,3’tür. Sanayi kesimi, Cumhuriyet tarihinin bundan sonraki hiçbir döneminde 1930-

1939 yıllarının ortalama büyüme hızına ulaşamayacaktır. Bu dönemde sanayileşme

yönünde hızlı bir yapısal değişim gerçekleşmiştir. Tarım sektörü ise, sanayi

sektörünün gerisinde kalan bir gelişme temposu (yıllık ortalama % 5,1)

gerçekleştirmiştir. Tüm dünya ekonomisinin büyük bunalımın etkisi ile sarsıldığı bu

Page 50: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

46

Kemalist ekonomiden kesitleri hem 1920’den başlayan bir iktisat

politikası incelemesi biçiminde hem de orta sınıf değerleri ve özlemleri

ile kurulan ulus devletin gelişmesi içinde izlediği makalesinde, Kuruç,53

1930’larda Kemalizmin ekonomideki özgün modelini54 ve bunun hangi

koşullarda değişime uğradığını yorumlamaktadır. Kuruç’a göre, 1923-

1939 döneminde günün yükselen sınıfları payları küçülmediği veya bu

olasılık görünmediği sürece iktisat politikasındaki radikal değişikliklere

karşı tavır almamışlar, tersine, (1933’ten sonra devletçilik çizgisini

kabullerinde olduğu gibi) radikal değişikliklerin kendileri için yarattığı

fırsatları çabuk benimsemişlerdir. 55

dönemde, % 6’ya yaklaşan bu büyüme oranı, başarılıdır. Bir diğer önemli yan ise, bu

büyümenin esas olarak ekonominin öz güçleriyle başarılmış olmasıdır. Boratav,

Türkiye İktisat ..., s. 67-72. Bu dönemin daha ayrıntılı bir çözümlemesi için bkz.

Boratav, Türkiye’de..., s. 93-214. 53 Bilsay Kuruç, “Kemalist..., s. 298-312. 54 Kuruç, Ekonomide hem evrensel bazı esasları benimseyen hem de ülkenin ve

zamanın özel koşullarını dikkatle izleyerek yerleşen ve süreklilik kazanan Kemalist

özgün modelin ayırt edici özellikleri arasında mali disiplini, savaşsız bir dünyada

köylüyü çiftçi haline getirmeyi, sermaye birikimini yaratmayı, orta sınıf değerlerini ve

radikal özlemleri göstermektedir. a.g.m., s. 298-300. 55“... ekonomik konjonktür elverişli olduğu, ekonomik paylar genişlediği veya

iyimserlik bozulmadığı sürece, başta sanayi, ticaret ve finans kesimleri olmak üzere

yükselen sınıflar Kemalist modele zaman zaman tam, zaman zaman ölçülü destek

vermişlerdir. Rejimin radikal fakat daima mutabakatları gözeten orta sınıf tercihleri

usta politikalarla uygulanmış ve yükselen sınıfların bir modüs vivendi içinde

kalmaları sağlanmıştır. Siyaset alanındaki gelişmeler (önce, 1923’ten başlayarak

siyasette ve devlette geçmişten kopuşu getiren değişiklikler ve sonra, 1931’de

başlayan Tek Parti dönemi) 1920’lerin yükselen sınıflarını aktif biçimde

ilgilendirmemiş, tedirgin etmemiştir. Ekonomide de böyle olmuştur…” a.g.m., s. 300.

1929 iktisadi bunalımının etkilerinin hissedilmeye başlaması üzerine zamanın İktisat

Vekili Mustafa Şeref Bey’in yöneldiği politika Kemalist özgün modeli ilk kez ve

Page 51: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

47

1930’lu yılların işadamları devlet müdahalesi ile istikrarsızlık

arasında kesin bir seçim yapmanın kaçınılmaz olduğuna inanmakta ve

bu durumda tercihlerini müdahaleden yana yapmaktaydılar.

İşadamalarının 1930’lu yıllardaki şikayetleri, devletin rolünü artırıcı

politikalardan çok istikrarsızlık yaratıcı müdahalelere yöneliktir. Onlar,

kendilerine ayrılan alanın sınırları içinde sahip oldukları hak ve

ayrıcalıkların sürmesini, daha da önemlisi, bu sınırların açık ve net bir

biçimde tanımlanmasını istemekteydiler. 1930’lu yıllarda iktisat

günün bunalım ortamında ticaret, sanayi ve finans kesimlerinin ve büyük toprak

sahiplerinin ortak muhalefeti ile karşı karşıya getirmiş, sorun İktisat Vekilinin istifası

ile aşılmıştır. “... Kemalizmin yükselen sınıfların ekonomik paylarını sabitleme veya

küçültme yolundaki ilk girişimi ile model sıkışmış, fakat, özel kesimin de ekonomide

yeni devletçi birikimden pay alabileceği bir rötuşla 1930’lardaki uygulama şansını

kazanmıştır.” a.g.m., s. 301. Kuruç, makalesinde, Kemalist ekonomi modelinin,

öncülüğünü yeni İktisat Vekili Celal (Bayar) Bey’in yaptığı bir ikinci kolundan söz

etmektedir. Bu çizgi, siyasal otorite ile yükselen sınıflar arasında, yükselen sınıfların

talepleri doğrultusunda bir “ittifak” arayışıdır. Bayar bu arayışını “Güdümlü

Ekonomi” sloganı ile yapmaktadır. Rejimin siyasal kadrosu ile yükselen sınıflar

arasında 1933 yılında varılan uzlaşmayı, Kuruç, yükselen sınıfların ekonomide geriye

(1920’lere) dönüş arzularını aşmayı bilen bir bakışın ve çabanın ürünü olarak

değerlendirmektedir. “... En önemli temsilcisi Bayar olan bu ‘ikinci kol’un veya ikinci

çizginin 1930’ların siyasal modeli olan Tek Parti sistemi ile ilgili bir tereddütü veya

muhalefeti yoktur....” a.g.m., s. 307. İkinci kol dolayısıyla yükselen sınıfların orta

sınıfla yaptıkları ittifakta hem paylarını büyütme arzuları hem de mali disiplinin

gevşetilmesi çabaları gözlemlenmektedir. Kuruç’un bir diğer önemli saptaması da,

1930’lu yıllardan, yükselen sınıfların liberal denilebilecek bir düşünce veya isteğe

sahip olduklarının okunmadığı, bu sınıfların ekonomide ve siyasette liberalizm arayışı

içinde olmadıklarıdır.

Page 52: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

48

politikalarının belirlenmesinde, devlet, sanıldığının aksine, yüksek

derecede bir özerkliğe sahipti.56

Devletçiliğin, “... Cumhuriyet Türkiye’sinde kapitalist sermaye

birikiminin özel bir yolu...” olduğunu, bir sistem olarak değil, bir iktisat

politikası olarak anlaşılması gerektiğini belirten Boratav, devletçiliği,

genel olarak, devlet işletmeciliğini de zorunlu bir unsur olarak içeren

müdahaleci bir iktisat politikası olarak tanımlamaktadır.57 Trak’a göre

de, devletçilik kavramı devletin ekonomiye dışarıdan müdahalesi ve

devletin ekonomik faaliyet içinde bizzat yer alması olarak iki ayrı açıdan

ele alındığında 1930’lardaki tartışmalara katılanlar arasında devletçiliği

savunmayan yok gibidir.58

56 Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, (2. B.), İstanbul, İletişim, 1997, s. 149-150.

Buğra’ya göre, Celal Beyin uyguladığı iktisadi politikalar selefinin uyguladığı

politikalardan daha liberal değildi. a.g.e., s. 152. 57“... 1932-1939 arasında Türk ekonomisinde artan devlet müdahalesinin tezahür

biçimlerinin bütünü, en genel anlamda devletçilik terimiyle nitelendirilmiştir.” Ona

göre, devletçiliğin ve bazen adlandırıldığı biçimiyle karma ekonomi düzeninin,

ekonominin bazı kesimlerinde yaygın devlet işletmeciliğinin varlığından ve sadece bu

olgudan hareketle, kapitalizm ve sosyalizmden ayrı, sistem olarak bir üçüncü yolun

varlığı iddiası bilimsel bir dayanaktan yoksundur. Boratav, Türkiye'de..., s. 2. 58 Liberal politikacı ve düşünürler bireyin yapamadığını devletin yapacağını,

devletçiliği benimseyenler ise devletçiliğin amacının sınıfsız ve imtiyazsız bir toplum

yaratmak olduğunu savunmuşlardır. Başka bir ayrım da önerilen politikaların

uygulama süresi konusunda yapılabilir. Taraflardan bir kısmı devlet müdahalesi ve

devlet işletmeciliğini özel girişimciliğin gelişip iktisadi faaliyetin tümünü

üstlenebilecek duruma gelmesine kadar başvurulacak politikalar olarak görmüşler,

diğerleri ise bu politikaların sürekli yürürlükte kalması gerektiğine inanmışlardır. Bu

durum gösteriyor ki, devletçi görüşlerin karşısında “gerçek” anlamda liberal görüşleri

savunan bir grup düşünür ve politikacı bulunmamaktadır. Trak, a.g.m., s. 1089.

Page 53: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

49

1930’lu yılların hükümet programlarında59 siyasal ve iktisadi

liberalizm ögeleri aramak boşunadır. Çoğunlukla CHP programlarına

göndermede bulunulan bu programların içerik ve anlayış bakımından

birbirinden çok farklı olduğu söylenemez. V. İsmet Paşa Hükümetinin

programında, yıllardan beri izlenen genel siyasetin değişmeyeceği,

yurdun ve ulusun kültürel ve toplumsal birliğinin korunacağı ve

güçlendirileceği, iktisat alanındaki faaliyetlerle ulusal iktisadın önündeki

engellerin kaldırılacağı belirtilmektedir. VI. İsmet Paşa Hükümeti, ülke

içinde huzur ve emniyetin ihlal edilmesinin kuvvetli devlet otoritesi

sayesinde önleneceği, yasaların egemen kılınacağı sözünü vermiş, VII.

İnönü Hükümeti ise, “... inkılapların vücuda getirdiği yeni Türk

cemiyetinin içerden ve dışardan sulh ve emniyet içinde çalışıp

ilerlemesini ve açılmasını...” sağlamayı taahhüt etmiştir.

I. Bayar Hükümetinin programı, hem 1930’lu yıllardaki en uzun

Program olması hem de şef vb. nitelemelerle Atatürk’e çok sayıda atıfta

bulunulması60 bakımından ilginçtir. Bayar, kendilerininki gibi parti

59 Nuran Dağlı-Belma Aktürk, Hükümetler ve Programları, (I. Cilt), Ankara, TBMM

Basımevi, 1991, s. 40-96. 1930’lu yıllarda kurulan hükümetler ve kuruluş tarihleri

şöyledir. V. İsmet Paşa Hükümeti, 27.9.1930; VI. İsmet Paşa Hükümeti, 4.5.1931;

VII. İnönü Hükümeti, 1.3.1935; I. Bayar Hükümeti, 1.11.1937; II. Bayar Hükümeti,

11.11.1938; I. Saydam Hükümeti, 25.1.1939; II. Saydam Hükümeti, 3.4.1939. 60 Haldun Derin, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-1951), (Yayıma

Hazırlayan: Cemil Koçak), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt, 1995, s. 123. Derin’in de işaret

ettiği gibi, Program’da “Şefin direktifleri”, “yüksek ifadeleri”, “parolası”, “işaret

ettiği”, “emri”, “verdiği vazife”, “dediği”, “verdiği emir ve ideoloji”, “emrettiği”,

Page 54: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

50

hükümetlerinin kendilerine özgü bir programlarının bulunmadığını,

izleyecekleri programın, “... büyük Türk milletinin arzu ve iradelerini

toplayan Cumhuriyet Halk Partisinin realist ve dinamik programı...”

olduğunu belirtmekteydi. Ona göre, tarihte hiç bir devre, BDS sonrası

kadar ibret verici derslerle ve Türk Devrimi’nin her adımındaki büyük

isabeti onaylayacak çeşitli olaylarla ve mücadelelerle dolu geçmemiştir.

Zamanımızda birçok şeylerin ileri ulus olarak var kalmak için yapılması

bir zorunluluktur. Birçok ülkeyi kemiren ve hükümetlerin belli başlı

uğraşısı haline gelen iç siyasal davalar Cumhuriyet Türkiye’sinde

yoktur. Hükümet, mevcut emniyet ve istikrar havasını sürdürmeye

kararlıdır. Bütün devrim sonuçları hükümet otoritesi sayesinde

korunmaktadır ve bu otorite temel sayılmaya devam edilecektir. Zamana

ve ihtiyaca uygun bir güdümlü ekonomi politikası uygulayacaklardır. İç

ticarette kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılmayacak, bununla

birlikte hiçbir piyasa da başıboş bırakılmayacaktır. Kemalist rejim, “…

“emrettiği politika”, “emirleri”, “iradesi”, “vaki irşatları”, “işaretleri veçhile”,

“işaretleri dairesinde” sözleri paragraflar boyunca birbirini kovalamaktaydı. Bayar’a

göre bunların her biri büyük teminattı, hükümet işlerine rehber olacaktı, mesailerini

bu sonuca götürecek doğrultular idi. Bunların her biri izlenecekti, yerine getirilecekti,

gerçekleştirilecekti, önem verilmeye devam edilecekti. Bu Programda “şef”

sözcüğünün otuz dokuz kez tekrarlandığını belirten Haldun Derin’e göre, Bayar,

Hükümet Programını, “... benliğini Atatürk’ün kimliği içinde eriterek, onun varlığı

karşısında kendini hemen hemen bir hiç sayacak tarzda kaleme...” almıştır. Cemil

Koçak’a göre, “Bayar Hükümetinin yaklaşık bir yıllık faaliyeti göz önüne alındığında

ve siyasal ve ekonomik kararları İnönü Hükümetleri ile karşılaştırıldığında, bazı yeni

ekonomik politika eğilimleri sezilmekle beraber, arada önemli bir fark olmadığı

belirtilmelidir.” Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), (I. Cilt), İstanbul,

İletişim, 1996, s. 96.

Page 55: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

51

mülkiyet, ferdi mesai ve çalışma kıymetini…” iktisat politikasının esası

olarak almakta, ulusal çıkarlara uymayan, devamlı bir kişisel çıkarı

kabul etmemektedir, bundan böyle de etmeyecektir. Bir tüccarın yalnız

kişisel çıkarını düşünmesi demek, yararlandığı kaynağı kurutması

demektir. Bu yönde çalışmak isteyenleri engelleyecek önlemleri almakta

hükümet gecikmeyecektir. Hükümet, birey tarafından yapılabilecek

işlerin bireylerce yapılmasını himaye ve teşvik edecek, bu amaçla

sanayii teşvik siyasetini sürdürecek, “… ferdi mesai veya sermayenin

bugün için yetmediği veya gidemediği işlerde, korunmanın gerektirdiği

hususlarda, milli emniyeti ve umumi menfâati temin etmek ferdi mesai

ve sermayenin çeşitlenip büyümesini kolaylaştırmak için…” devlet iş

başına geçecektir.

II. Bayar Hükümetinin Programında da, bir önceki Programın

şimdiye kadar yapılamayan kısımlarını yürütmek azim ve kararlılığı

içinde oldukları, CHP programının rehberleri olacağı belirtilmektedir.

Bayar’a göre, ulusumuz, on beş seneden beri tecrübe edilen Kemalizm

rejiminin kendisine verdiği huzur ve sükun içerisinde çalışmak ve

kuvvetlenmek istemektedir. Kendisi ve kabine üyeleri “... rejimin azâd

kabul etmez kulları...”dır.

Devrim yasalarının uygulanmasına özenle devam edileceği I.

Saydam Hükümetinin programında belirtilmekte, hem bu programda

Page 56: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

52

hem de II. Saydam Hükümetinin programında, CHP programının

yaşama geçirilmesinin amaçlandığı vurgulanmaktadır.

CHF Üçüncü Kurultayı’nda (Mayıs 1931) saptanan altı ilke

(cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik)

Fırkanın “esas”ları61 olarak benimsenmiştir. Bunlardan devrimcilik ve

61 CHF’nin 1931 Programında bu esaslar Fırkanın “…istikbale de şamil olan

tasavvurlarımızın ana hatları”nı oluşturacak prensipleri (1935 Programında da

Kemalizmin ilkeleri) olarak ifade edilmekte ve 1931 Programında ilkeler birer veya

ikişer pasajla ifade edilmekteydi: “Fırka, Cumhuriyetin, millî hakimiyet mefkuresini en

eyi ve en emin surette temsil ve tatbik eder devlet şekli olduğuna kanidir. Fırka, bu

sarsılmaz kanaatle Cumhuriyeti tehlikeye karşı her vasıta ile müdafaa eder.”

(cumhuriyetçilik); “Fırka, terakki ve inkişaf yolunda ve beynelmilel temas ve

münasebetlerde bütün muasır milletlere muvazi ve onlarla bir ahenkte yürümekle

beraber Türk içtimaî hayatının hususî seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini

mahfuz tutmayı esas sayar.” (ulusçuluk); “İrade ve hakimiyetin kaynağı millettir. Bu

irade ve hakimiyetin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşılıklı vazifelerinin

hakkiyle ifasını tanzim yolunda anılması Fırkaca büyük esastır. Kanunlar önünde mutlak

bir müsavat kabul eden ve hiçbir ferde, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, hiçbir cemaate imtiyaz

tanımayan fertleri halktan ve halkçı kabul ederiz.” “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı

ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdî ve içtimaî hayat için iş bölümü

itibariyle muhtelif mesaî erbabına ayrılmış bir camia telâkki etmek esas pren-

siplerimizdendir.” (halkçılık); “Ferdî mesaî ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün

olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için

milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde -bilhassa iktisadî sahada-

Devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır.” (devletçilik); “Fırka, Devlet

idaresinde bütün kanunların, nizamların veusullerin ilim ve fenlerin muasır

medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve

tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Fırka, din

fikirlerini Devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı milletimizin muasır terakkide

başlıca muvaffakiyet amili görür.” (laiklik); “Fırka, milletimiz birçok fedakârlıklarla

yaptığı inkılâplardan doğan ve inkişaf eden prensiplere sadık kalmayı ve onları müdafaa

etmeyi esas tutar.” (devrimcilik). Yılmaz Gülcan, Cumhuriyet Halk Partisi (1923-

1946), İstanbul, Alfa, 2001, s. 394-395.

Page 57: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

53

devletçilik yeni ilkelerdi; buna karşılık, halkçılık, II. Meşrutiyet

Türkiye’sinden devralınan bir ilkeydi.62

Halkçılık ilkesi Fransız dayanışmacı (solidarist, tesanütçü)

düşüncesi esinlidir ve 1908 sonrası Türkiye’sinde egemen ideoloji

olmaya başlamıştır.63 Dayanışmacı düşüncenin temel tezi şudur: XIX.

yüzyıl ekonomist ve sosyalist düşünceleri toplumsal sorunu doğru

62 1930’lu yıllardaki CHF programlarına altı esas (ok, ilke) biçiminde yansıyan ifadeler

genellikle Mustafa Kemal’in çeşitli zamanlarda ve türlü vesilelerle söylediklerinden

ya aynen alınmış veya bu sözlerden esinlenilerek bu ilkeler tanımlanmıştır. 1935

Programının 1931 programından en önemli farkı, altı okta ifade edilen ilkelerin

tümünün “Kemalizm” olarak ifade edilmesi ve dilinin öztürkçeleştirilmesidir. Levent

Köker, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, (3. B.), İstanbul, İletişim, 1995, s.

133. Kemalizmin nasıl bir ideoloji olduğu sorusunun yanıtlanmasında ve Kemalist

ilkelerin kendi içlerinde nasıl ilişkilendirildiğinin kavranabilmesinde esas alınması

gereken ilke, Köker’e göre, halkçılıktır. a.g.e. s. 136-137. Aynı konuda bkz. İlhan

Tekeli-Gencay Şaylan, “Türkiye’de Halkçılık İdeolojisinin Evrimi”, Toplum ve

Bilim, Sayı 6-7, (Yaz-Güz 1978), s. 64-65. 63 Zafer Toprak, “II. Meşrutiyet’te Solidarist Düşünce: Halkçılık”, Toplum ve Bilim,

Sayı 1, (Bahar 1977), s. 92-94. İT’nin halkçılık ideolojisini Fransız

dayanışmacılığından değil, XIX. yüzyıl sonu Rus Narodnik akımından aldığını ileri

süren Tekeli-Şaylan, 1912 Balkan Savaşı yenilgisi sonrasında Fırka’nın Osmanlıcı,

İslamcı ve Ademi Merkeziyetçi özellikleri ağır basan ideolojisinin dönüşüme

uğrayarak Türkçü, Batıcı ve Merkeziyetçi özellikler kazandığını, halkçılık akımının

da bu dönüşümden payını alarak, toplumcu içeriğinden kısmen uzaklaştığını ve Ziya

Göklap’in sentezciliği içinde Türkçü bir içerik kazandığını, dayanışmacı bir yapıya

büründüğünü belirtmektedir. Tekeli-Şaylan, a.g.m., s. 59. Şerif Mardin ise,

halkçılığın kaynağını Batı dayanışmacılığı olarak görmekte, halkçılık ilkesinin XX.

yüzyılla birlikte Türkiye’de aydınlar arasında en çok tutulan akım oluşunu “eski bir

kültür kodunun yeni bir şekilde yansıması” olarak nitelemektedir. Mardin’e göre,

Batı’ya giden Türk aydınlarının sosyalizm-dayanışmacılık almaşığından ikincisini

seçmelerinin nedeni, dayanışmacılığın bu kadroların kolayca kabul edebilecekleri,

eskiden beri bildikleri, kendi toplumlarında egemen olan değerlere benzeyen

toplumsal değerler getirmesidir.

Page 58: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

54

biçimde saptamış olmalarına karşın, her ikisi de soruna tutarlı bir çözüm

getirememişlerdir. Ekonomistler çabanın bireyi yükselttiğini, mücadele

kaygısının onu güçlü kıldığını ve rekabetin bir ayıklama ve ilerleme

unsuru olduğunu vurgulamışlarsa da, bırakınız yapsınlar-bırakınız

geçsinler sloganıyla adaleti yadsımışlardır. Buna karşılık, kolektivistler

de, salt maddi göstergelerle adalete arka çıkmışlar, toplumu, mutluluğu

üleştirecek bir güç olarak görmüşler, adaleti otoriter yöntemlerle

kurmaya kalkışmışlardır. Dayanışmacılar adaleti ve özgürlüğü

bağdaştıracak, ekonomist ve sosyalist düşünceyi uzlaştıracak bir çözüm

ileri sürdükleri kanısındadırlar.64 Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sında

(1870 ve sonrasında) resmi ideoloji durumuna gelen dayanışmacılık,

“... teşebbüs serbestiyeti ve mülkiyetin dokunulmazlığına gölge dürşürmeden

liberalizmle sosyalizm arası bir “orta yol” aramayı amaçlayan, ekonomide

devlet müdahaleciliğini öneren, sosyal mevzuatı gündemine alan, toplumsal

yaşamda sınıf çatışmasının gereksizliğine inanan, çelişkiden arınmış, uzlaşma

esasına dayalı organik dayanışmayı (tesanüdü) benimseyen, laik eğitimi

savunan, pasifist, uzlaşmacı bir ideoloji olarak tanımlanabilir. Diğer bir

deyişle, süregelmiş toplumsal yapıyı veri olarak alan, kapitalist toplumun

sosyal adaletsizliklerine parlamenter yoldan çözüm arayan evrimci bir

düşünce, bir anlamda Bentham faydacılığının Fransa’daki ahlakçı

görünümüdür.”65

64 Toprak, “II. Meşrutiyet’te…, s. 94. 65 a.g.m., s. 94-95. Sosyalizmin en güçlü siyasal silahı olan sınıf çatışmasını gündemi

dışına iten dayanışmacılık, işbirliği ve dayanışma ilkelerini benimsemiştir.

Page 59: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

55

Dayanışmacılığı ve onun devlet felsefesi olan halkçılığı

Türkiye’ye Ziya Gökalp ve Tekin Alp’in de aralarında bulunduğu kimi

İttihatçı çevreler getirmişlerdir. Meşrutiyet halkçılığı toplumsal olduğu

kadar siyasal ve ekonomik içeriği de olan bir öğretidir. Dönemin

uluslaşma sürecini, ulusal iktisat politikasını ve toplumsal dayanışma

ilkesini kapsayan bir ideolojidir. Meşrutiyet halkçılığının siyasal boyutu,

yani siyasal halkçılık, Toprak’a göre, ulus-devlet kurulmasını

amaçlayan, siyasal bağımsızlığa yönelik, bireylerin siyasal hak ve

özgürlüklerini gözeten bir halkçılık türü, iktisadi halkçılık ise, uluslaşma

sürecinde liberal iktisat politikasına karşı devlet müdahaleciliğini öneren

bir öğretidir.

“... İktisadi solidarizm, ‘ferdi’ kapitalizmin yolaçtığı sınıflaşma sorununa

çözüm getirmeyi amaçlamakta, devletin izleyeceği sosyal politika ile sınıfsal

çelişkileri, toplumsal çarpıklıkları gidermeyi savlamaktadır. Bu nedenle ‘ferdi

kapitalizm’ yerine ‘devlet kapitalizmi’ önerilecek, devletin fiilen iktisadi

hayata girmesi, sermayedar olması benimsenecek, bu arada ‘teşebbüs-ü

şahsi’yi sınırlamamaya aşırı özen gösterileceği belirtilecektir. Devlet sosyal

mevzuata da eğilecek, emekçilerin hak ve menfaatlerini gözetecek,

işverenlerle emekçiler arasında arabuluculuk görevini üstlenecektir.”66

Halkçılığın, yukarıda değinilen iktisadi ve siyasal boyutları yanı

sıra bir de toplumsal boyutu vardır.

66 a.g.m., s. 96.

Page 60: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

56

“... ‘içtimai halkçılık’ çelişen toplumsal sınıflar yerine, uzlaşan meslek

zümrelerini benimsemekte, sınıf mücadelesini yatsıyarak, menfaat ahengi ve

tesanüdünü önermektedir. Sınıflı toplumları izleyecek ‘meslek devri’nde

toplumsal işbölümü esası üzerine kurulmuş meslek zümreleri toplumsal tabanı

oluşturacaktır. Toplumsal sınıflar, aralarında uzlaşma imkanı bulunmayan,

birbirleriyle sürekli mücadele eden unsurlardır. Ayırıcı, parçalayıcı, sürekli

çelişen toplumsal sınıflar kalkıp da yerlerine meslek zümreleri geçince

toplumda içtimai darvinizm son bulmuş olacak, ebedi barış hüküm sürmeye

başlayacaktır.”67

Tekeli ve Şaylan ise, halkçılığın oluşumunu belirleyen temel

sürecin kapitalizm olduğunu, halkçılık ideolojisinin, kapitalistleşme

sürecinde ortaya çıkan mülksüzleşme tehdidi ile karşı karşıya gelen

grupların tepkisinden kaynaklandığını, halkçılığı bir bakıma yok olma

tehdidi ile karşı karşıya kalan küçük ve orta mülkiyetin dünyaya bakış

açısı saymanın olanaklı olduğunu belirtmektedir.68

Ziya Gökalp’e göre Türkçülüğün önemli ilkelerinden biri “halka

doğru”luktur. Halka doğru gidecek olan güzideler (münevverler ya da

67a.g.m., s. 96. II. Meşrutiyet döneminde İttihatçı ideolog kadroların sorunu,

uluslaşmanın maddi dönüşümleri doğrultusunda ülkedeki gelişmeleri de içerecek bir

toplum felsefesi oluşturmaktı. Bu kadrolar halkçılık ideolojisinde karar kıldılar.

a.g.m., s.115-117. Toprak, halkçılık ideolojisinin içselleştirilmesi sürecinde Ziya

Gökalp’in ve Tekin Alp’in rollerine dikkat çekmektedir. 68 Makalede, halkçılık ideolojisinin içeriğinin Türk siyasal yaşamına paralel olarak

neden ve nasıl değiştiği gösterilmektedir. Yazarlara göre, “İdeoloji belirli bir

dönemde ya da çağda, varolan tarihi ve toplumsal bir grubun, örneğin bir ulusun, bir

sınıfın bütünüyle evreni yorumlayışı, tüm yaşamına bir düzen getirmedeki

tutumu”dur. Tekeli-Şaylan, a.g.m., s. 45-48.

Page 61: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

57

mütefekkirler) onlara uygarlık (medeniyet) götürecek ve halktan kültür

(hars) alacaklardır. Aydınlar halka doğru yalnızca onu aydınlatmak için

değil, aynı zamanda halktan alacaklarıyla ülkenin kendine özgü gelişme

sentezini başarmak için gideceklerdir. Halk, avam değildir, topluma

özgü nitelikler ile dehanın kaynağıdır. Aydının yapması gereken, bu

kaynağa Batı’nın uygarlığını ya da tekniğini götürmektir. Ülkenin

kendine özgü sentezi ancak bu suretle ortaya çıkacaktır.69 Halkçılık

ideolojisi, Tekeli ve Şaylan’ın saptamalarına göre, Ziya Gökalp’te de

evrim geçirmiş, örneğin BDS öncesi ile sonrasındaki halkçılığın içeriği

farklı olmuştur.

İT döneminde ve Ziya Gökalp’in sentezlerinde halkçılık

ideolojisinin üç boyutu (siyasal, kültürel ve toplumsal) ortaya çıkmıştır.

Siyasal boyut, halkın siyasal yaşama ve yönetime katılmasına ilişkindir.

Bunun nasıl sağlanacağı konusundaki değişik görüşler (yalnızca

69a.g.m., s. 59-60. Ziya Gökalp üzerinde Durkheim’ın dayanışmacı (solidarist)

sosyolojisinin etkisi çok olduğundan, Ziya Gökalp toplumsal sınıf olgusu üzerinde

durmamaktadır. Ona göre, önemli olan, toplumsal işbölümü dolayısıyla doğan

toplumsal dayanışmadır; sınıf çatışması değil. Toplumdaki bütün uzmanlık ve meslek

zümreleri işbölümü yüzünden doğmaktadır. İşbölümünün sürmesi için ise toplumsal

dayanışma gereklidir. Bu dayanışma “içtimai mefkure”nin (toplumsal ülkünün)

oluşması ile sağlanabilecektir. Osmanlı tolumunun müşterek vicdanında “Türk

milletinden, İslam ümmetinden, Garp medeniyetinden olma” idraki ya da bilinci

uyanmıştır. Ziya Göklap’in bu formülü, Türkleri artık Osmanlılık uğruna kendi

Türklük bilinçlerini bastırmaktan kurtarmaktaydı. Toplumda Türklük bilinci

uyanınca, bunun doğal sonucu olarak da, Ziya Gökalp’te halkçılık ile Türkçülük elele

vererek “mefkureler alemine” doğru beraberce yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset

alanında halkçı kalacak, her halkçı da “hars” alanında Türkçü olacaktır.

Page 62: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

58

parlamentoculukla yetinmek, adem-i merkeziyetin güçlendirilmesi,

bürokrasiye karşı olmak) bu tip halkçılık anlayışının alt boyutlarıdır.

Halkçılığın kültürel boyutu bakımından temel sorun, halkın değerleri ve

özlemleri ya da Türk halkına özgü niteliklerin değişen toplum içinde

toplumun gelişmesini engellemeden nasıl korunacağıdır. Halkçılığın

toplumsal boyutunda, toplumsal düzen ya da toplumsal sistemin yapısal

özellikleri tartışma konusu edilmektedir. Toplumda işbölümünün varlığı

toplumu organik bir bütün haline getirmiştir, toplumsal dayanışma

modeli egemendir. Toplum kendi işleyişine bırakılacak olursa sınıfsal

farklılıklar ve eşitsizlikler doğacak, eşitsizlikler toplumu giderek sınıfsal

çatışmaya götürecektir. Bu ise, hiç istenilmeyecek bir sonuçtur. Sınıf

farlılıklarının törpülendiği ya da sınıfların olmadığı bir toplum

yaratılmalıdır. Böyle bir toplumu kurmak için, ya toplumdaki kişilerin

yasalar karşısında eşit sayılması yeterli olacaktır; ya da üretim

araçlarının mülkiyet biçimine eğilmek gerekecektir.70

Mustafa Kemal, Kurtluş Savaşı’nın zaferle sonuçlandığının artık

anlaşıldığı bir sırada, 7 Eylül 1922’de yayımladığı beyannamede, zafer

sonrasına yönelik öngörülerini belirtirken, “halkçılık esası üzerine

müstenit Halk Fırkası”nı kurma niyetinde olduğunu belirtmiş, yılın

sonuna doğru basına verdiği bir demeçte de gerekçelerini açıklamıştır.

70 a.g.m., s. 64-65.

Page 63: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

59

“... başka memleketlerde fırkalar, mutlaka iktisadi maksatlar üzerine

kurulmaktadır. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın

menfaatini korumak için kurulan siyasi bir fırkaya karşılık, diğer bir sınıfın

menfaatini korumak maksadiyle bir fırka kurulur. Güya bizim

memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi kurulan fırkalar yüzünden

şahit olduğumuz neticeler malumdur. Halbuki, Halk Fırkası dediğimiz zaman,

bunun içine bir kısım değil, bütün millet dahildir.”71

71Demeçte, “...çeşitli meslek erbabı, birbirinin menfaatine yardımcı olduğundan onları

sınıflara ayırmak imkanı yoktur. Ve heyet-i umumiyesi halktan ibarettir...”

denilmekte idi. Yetkin, a.g.e., s. 97-98. İzmir İktisat Kongresi’ne dönemin

dayanışmacı toplum görüşünün etkisi altında mesleki temsil esasına göre çağrılmış

çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi temsilcileri katılmıştır. Aynı ay içinde Balıkesir’de

yaptığı konuşmada, Mustafa Kemal, halkçılık anlayışını Türk toplumunda sınıf

farklarının bulunmaması varsayımına dayandırmış, Mart 1923’te yaptığı konuşmada

aydın-halk ayrımı yapmıştır. Bu ayrım ekonomik olarak temellendirilmediğinden,

toplumdaki bütün grupların çıkarlarının çelişmediği yönündeki varsayıma ters

düşmemekteydi. Aydınlar, içeriği belirsiz bırakılan ve üzerinde mutabakat

bulunmayan “çağdaş uygarlık”ı topluma taşıyacaklardı. Tekeli ve Şaylan’a göre,

mevcut halkçılık anlayışının (toplumsal grupların çıkarlarının uyuştuğu ve sınıfların

bulunmadığı) Cumhuriyetin ilanı sonrasında izahının güç olduğu belliydi. Sovyetler

Birliği’ndeki sosyalist düzen henüz yeterince başarılı olamamışsa da, çağdaş Batı

uygarlığına bir almaşık durumundaydı, hem de Batı toplumlarında da sınıf

çelişkilerinin egemen olduğu bilinmekteydi. Zaman, Durkheim’ın dayanışmacılık

kuramından kaynaklanan sınıfsız toplum ve aydın öncülüğü düşünü geçersiz

kılmaktaydı. Saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmiş ve egemenlik

ulusa verilmişti. Bütün bunlar halkçılık ilkesinin üst yapı kurumlarına uygulanması

olarak nitelendirilebilirdi. Aşarın kaldırılması dışında, halkçılığın alt yapıya ilişkin bir

uygulaması yoktu. Halkın esaslı ve çağdaş tarzda örgütlenmesi ve örneğin bunu

sağlamak üzere sendikalar yasasının çıkarılması yönünde 1924 yılında yapılan

çağrılara iktidar kulaklarını tıkamıştı. Tam tersine, “Halkın örgütlenmesi siyasal

sürece ağırlığını koyması gerçekleşmeyecek, burjuva devrimi doğrultusunda

bürokrasinin merkeziyetçi kontrolunun kurulması yönünde gelişmeler birbirini

izleyecekti.” Tekeli ve Şaylan, a.g.m., s. 76-78.

Page 64: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

60

Halk Fırkası’nın 9 Eylül 1923 tarihli ilk Nizamnamesine (Tüzük)

göre, Fırkanın amacı, ulusal egemenliğin halk tarafından ve halk için

uygulanmasına rehberlik etmek, Türkiye’yi uygar bir devlet haline

yükseltmek ve Türkiye’de bütün kuvvetlerin üstünde yasanın

koruyuculuğunu hakim kılmaya çalışmaktı. Tüzüğün ikinci maddesi ise,

Fırkanın halkçılık anlayışını düzenlemekteydi.

“Halk Fırkası nazarında halk mefhumu, herhangi bir sınıfa münhasır değildir.

Hiçbir imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle kanun nazarında mutlak

bir müsavatı kabul eden bütün fertler halktandır. Halkçılar, hiçbir ailenin,

hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin, hiçbir ferdin imtiyazlarını kabul etmeyen ve

kanunları va’zetmekteki mutlak hürriyet ve istiklâli tanıyan fertlerdir.”72

15 Ekim 1927 günü yapılan İkinci Kurultay’da Fırka Tüzüğünde

değişiklik yapılarak, Fırka’nın ilkeleri olarak cumhuriyetçilik, halkçılık

ve ulusçuluk sayılmıştır.

“Fırka; millî hâkimiyet ve idarenin taallûk ettiği bütün şuabat-ı faaliyette halk

tarafından ve halk için kaidesini hâkim kılmayı gaye edinmiştir. Kanun

nazarında mutlak bir müsavatı kabul eden ve hiçbir ailenin ve hiçbir sınıfın,

hiçbir cemaatın, hiçbir ferdin imtiyazlarını tanımayan fertleri halktan ve halkçı

olarak kabul eyler.”73

72 Yetkin, a.g.e., s. 92. Tüzük için bkz. Gülcan, a.g.e., s. 340-353. 73 a.g.e., s. 361.

Page 65: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

61

İktisadi Bunalımın da etkisiyle toplumsal hoşnutsuzluğun artması

ve 1930 yılında kurulan SCF’nın çok kısa sürede geniş kitlelerin

desteğini kazanması karşısında, rejim, ideolojisini yeniden gözden

geçirme gereğini duymuştur. 1931 yılında kabul edilen CHF programı

yeni ideolojik çerçeveyi içerecektir. 1931 yılı ortalarında CHF Genel

Sekreterliğine getirilen Recep (Peker) Bey, aynı yılın Eylül ayında

verdiği bir konferansta, Fırka’nın halkçılık anlayışını açıklamaktaydı.

“... Millet ve milliyet mefhumlarını anlamış vatandaşların kütleleşmesi ancak

bu mefhumların halkçılık zihniyeti ile incelenmesi ve saflaşması sayesinde

mümkün olur. (...) C.H.F. tek vatandaşın olduğu kadar çalışma zümrelerinin

hususi menfaatlerinin de devletin ve memleketin umumi menfaatleri çerçevesi

içinde temin olunabileceğine kanidir. (...) biz sınıflaşmayı reddediyor bunun

yerine milletçe kütleleşmek fikrini müdafaa ediyoruz...”74

74Cumhuriyet, 19 Teşrinievvel 1931’den aktaran Yetkin, a.g.e., s. 101. Haziran 1932’de

de, Recep Bey, şunları söylemekteydi: “Halkçılık kanunlar önünde Türk

vatandaşlarının mutlak ve kati müsavatını emreder. Halkçılık Türkiye’de imtiyazlı

tabakaların mevcudiyetini reddeder, selbeder. Halkçılık sınıf mücadelesini kabul

(etmez) ... çalışma zümreleri arasında ahenk tesisini takip eder...” Cumhuriyet, 24

Haziran 1932’den aktaran Yetkin, a.g.e., s. 101. Recep Peker, İş Yasası Tasarısının

TBMM’de görüşülmesi sırasında (1936) da, bu Yasanın bir rejim yasası olacağını,

yasanın, işçi ve patronu karşı karşıya getiren liberalizme karşı olduğunu, yurttaşların

sınıflaşmasını ve dolayısıyla bölünmesini engelleyeceğini, sınıfçılık bilincinin

doğmasına ve yaşamasına olanak veren iklimi ortadan kaldıracağını savunmaktaydı.

Yine Peker, 1936 yılında yayımlanan “İnkılap Dersleri Notları” adlı kitabında da,

halkçılık ilkesi uygulanmakta olan Türkiye’de eğer yurttaşlar arasında birtakım

farklar varsa, bunların hayatın icabı sayılması gerektiğini belirtecekti. a.g.e., s. 102.

Page 66: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

62

CHF’nin 9 Mayıs 1931 günü açılan Üçüncü Kurultay’ında

benimsenen Program’da tek dereceli seçimlerin yapılması için henüz

yurttaşların yeterli olgunlukta olmadığı saptaması yapılmıştır.

“Bir dereceli intihabı tatbik etmek yüksek emellerimizdendir. Ancak

vatandaşı, intihap edeceğini tanıyabilecek vasıflar, şartlar ve vasıtalarla

mücehhez kılmak lâzımdır. Bunun temini hususundaki mesainin matlup

neticeyi vereceği güne kadar vatandaşı, yakından tanıdığı ve emniyet ettiği

insanları intihap etmekte serbest bırakmayı demokrasinin hakikî icaplarına

daha uygun buluruz.”75

1931 Programı, “Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sı-

nıflardan mürekkep değil ve fakat ferdî ve içtimaî hayat için iş bölümü

itibariyle muhtelif mesai erbabına ayrılmış bir camia telâkki...” etmeyi

esas ilkelerinden saymaktadır.76

Halkçılık ilkesi aynı zamanda yalnızca tek bir partinin

varoluşunu da meşrulaştırıyordu. Toplumda sınıf çatışmasını

75Gülcan, a.g.e., s. 394. 76“A) Küçük çiftçiler, B) Küçük sanayi erbabı ve esnaf, C) Amele ve işçi, Ç) Serbest

meslek erbabı, D) Sanayi erbabı, büyük arazi ve iş sahipleri ve tüccar, Türk camiasını

teşkil eden başlıca çalışma zümreleridir. Bunların her birinin çalışması, diğerinin ve

umumî camianın hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu prensiple istihdaf ettiği

gaye sınıf mücadelesi yerine içtimaî intizam ve tesanüt temin etmek ve birbirini

nakzetmiyecek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemektir. Menfaatler kabiliyet ve

çalışma derecesiyle mütenasip olur.” a.g.e., s. 395-396. Halkçılık ilkesi bakımından

iki Program (1931 ve 1935) karşılaştırıldığında, yalnızca bir tek değişikliğe gidildiği

anlaşılmaktadır. İkinci Program’da halkçılığın ulusal egemenlik, hukuki eşitlik, hiçbir

Page 67: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

63

gerektirecek farklı sınıflar yoktu, sınıf bilinci ve sınıfsal mücadele CHP

liderlerinin gözünde kaynakların israf edilmesi anlamına geliyordu ve bu

nedenle de ulusal gelişmenin önünde bir engel sayılıyordu. Türk

devletinin varlığı ve gelişmesi için ulusal birlik ve uyum şarttı. Türkiye,

sınıf çatışmasının bulunmadığı bir toplum olduğundan, çok partili

demokrasiye de gereksinim yoktu. Çok partili sistem sınıf farklılıklarını

kışkırtacak, toplum içinde gruplaşmalara yol açacak, ulusal birliği

tehlikeye düşürecekti. Gerçek demokrasi tek partili sistemde ve

insanların dayanışmasındaydı. Devlet, toplumdaki işbölümüne paralel

olarak mesleki grupların dayanışması üzerinde temellendirilmeliydi.77

1931 yılında kapatılan Türk Ocakları yerine kurulan halkevleri, tek-parti

halkçılığının en önemli aracı ve Batı esinli uygarlığın ülkeye yayılma

odakları olacaktı.78

bireye ve kolektiviteye ayrıcalık tanınmaması boyutları sayılmış, devletin yurttaşlara

ve yurttaşların devlete karşı “görevleri”nin bulunduğu ifade edilmiştir. 77Ayşe Güneş-Ayata, CHP (Örgüt ve İdeoloji), (Çev.Belkıs Tarhan- Nüvit Tarhan),

Ankara, Gündoğan, 1992, s. 69. 1930’lu yılların başında siyasal iktidarı elinde

bulunduranlar, devrim yapılan bir ülkede çok partili ya da iki partili bir rejim

uygulanmasının kolaylıkla devrimlerden vazgeçmeye yol açacağını ileri sürmüşler ve

tek parti yönetimini böylelikle devrimcilik açısından gerekçelendirmeye

çalışmışlardır. CHP, tek partili düzende, çok partili bir düzende tüm partilerin

gördükleri işlevleri üzerine almıştır. Dayanışmacılık esinli halkçılık anlayışı tek-parti

rejiminin dayanağı haline getirilmiş, halk ayrı ayrı sınıflardan meydana gelmiş değil,

kişisel ve toplumsal yaşam için iş bölümü bakımından türlü iş kollarına bölünmüş bir

topluluk sayılmıştır. Toplumda ayrı ayrı sınıflar olsa idi, onların çıkarlarını korumak

için ayrı partiler kurulması gerekirdi. Türkiye’de ayrı ayrı sınıflar olmadığı için ayrı

partilere de gerek yoktur. Bu egemen anlayış, tek-parti düzeninde parti ile devleti

özdeşleştirmiştir. Tekeli ve Şaylan, a.g.m., s. 79-80. 78a.g.m., s. 82-83. 1930’lu yıllar CHP’sinin önde gelenlerinden biri olan ve uzun yıllar

Parti Genel Sekreterliği görevinde bulunan Recep Peker’in değişik konulardaki

Page 68: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

64

Halkçılığı diğer ilkelerle ilişkilendirirken, Köker, halkçılığın

siyasal boyutunun, cumhuriyetçilik ilkesi içinde değerlendirilen “ulusal

egemenlik” düşüncesi ile ifade edildiğini, halkçılığın, halkın siyasal

yaşama ve yönetime katılması anlamında demokratik bir ilke olduğunu

belirtmektedir. Demokratik bir ilke olarak halkçılık, 1920’li yıllardaki

biçiminden önemli bir değişim geçirerek, 1930’lu yıllarda farklı bir

içeriğe bürünmüştür. İlk on yıllık dilimde halkçılık, “hakimiyet bila

kayd-ü şart milletindir” ve “halkın kendi mukadderatına bizzat ve bilfiil

sahip olması” gibi formüllerle ifade edilmiş, halkçılık tartışmaları

doğrudan demokrasi ile temsili demokrasi kavramlarınca belirlenen bir

platformda yerlerini almışlardır. Buna karşılık, ikinci on yılın halkçılık

formülü “halk için halka rağmen”dir; halkın siyasal yaşama katılımı

bakımından TBMM’nin varlığı yeterli görülmüş, halkın dilek ve

özlemlerinin Meclis’e özgürce yansımasına izin verilmemiştir.79

(özgürlük ve sınıf devrimleri sınıflandırması, liberalizmin ve parlamentarizmin

sakıncaları, Türk Devrimi’nin halktan gelerek otoritelere karşı yapılmış olduğu,

iktidar mevkiini alınca da, otoriteden halka doğru devam ettiği, Devrimimizin

yerleştirilmesinde değişik partilerin mücadelelerinin ortaya çıkaracağı olası sakıncalar

dolayısıyla tek parti sistemini benimseyişimiz, Faşizm değerlendirmeleri, Halkçılık

anlayışımızın sınıf mücadelesini yaratan doktrinlerin tamamı tamamına zıddı olduğu,

siyasal parti yaşamında özellikle üzerinde durulmaya layık unsurun “şef” olduğu, hak

ve özgürlükler kullanılırken görevlerin göz ardı edilmemesi gerektiği, İktisadi

liberalizmin, dünyanın düzenini bozacak ve az kazançlı insan yığınlarının

yaşayışlarını tazyik edecek nitelikten kurtulamadığı…) görüşleri için bkz. Recep

Peker, İnkılap Dersleri, (4. B.), İstanbul, İletişim, 1984. 79Köker, a.g.e., s. 137-138. Köker’in de belirttiği gibi, halkçılık ve cumhuriyetçilik,

1920 ve 1930’lu yıllar Türkiye’sinde demokrasinin yerini belirleyen en önemli

ideolojik ögelerdi. a.g.e., s. 138. 1920 ve 1930’lu yıllarda hakçılığın geçirdiği bu

Page 69: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

65

Halkçılık anlayışının halkın siyasal yaşama ve yönetime katılması

açısından olumsuz özellikler gösterdiği tek parti döneminde halkçılık ve

cumhuriyetçilik ilkeleri arasındaki ilişkinin aldığı biçime bakıldığında,

cumhuriyetin, ulusal egemenlik (demokrasi) düşüncesinin en mükemmel

olarak gerçekleştirildiği bir rejim olarak kabul edildiği, rejimi her türlü

tehlikeye karşı koruma düşüncesi gerekçe gösterilerek halkın siyasal

tercihlerinin serbestçe belirlenebileceği çok partili yaşama izin

verilmediği, başka bir anlatımla, ulusun egemen olduğu bir siyasal

rejime karşı yıkıcı tehlikelerin yine ulus içinden gelebileceğinin

düşünüldüğü gözlemlenmektedir. Tek parti döneminde halkçılık anlayışı

siyasal içerik açısından 1920’lere oranla zayıflamış, buna karşılık,

halkçılığın kültürel ve iktisadi boyutlarına daha çok ağırlık verilmiştir.80

evrim, iki kez başvurulan çok partili yaşam denemesinin başarılı olmaması ve iktidarı

tehdit eder boyutlar kazanması, BDS hemen ertesinde Avrupa’da beliren demokrasi

rüzgarının kısa bir süre sonra durulması ve diktatörlüklerin Avrupa’yı kaplaması ve

inşası sürdürülen cumhuriyetin korunması ve yerleştirilmesi için ototriter bir

yönetime gereksinim duyulması ile açıklanabilir. 80a.g.e., s. 148-149. Devrimcilik ilkesinin bizzat Atatürk tarafından değişik zamanlarda

farklı biçimlerde tanımlandığına işaret eden Köker, devrimciliğe yüklenen farklı

anlamları açıklamaktadır. Örneğin, ilerleme düşüncesi ile ilişkilendirildiğinde, Türk

Devrimi, topluma yön vermek için gerek duyulan siyasal mekanizmanın ele geçirilip

yeniden düzenlenmesi anlamında “ani değişim” yanlısı, bu değişim gerçekleştikten

sonra ise “düzen içinde ilerlemeci”dir. a.g.e., s. 170.-177. Recep (Peker) Bey, 1931

Programını açıklarken, o zamana kadar gerçekleştirilen yedi devrimden söz etmekte ve

cumhuriyeti, devrimlerin en büyüğü olarak tanıtmaktadır. Recep Bey, devrimciliği

yapılmış olan devrimlerin korunması ve bunlardan doğan ve gelişen ilkelere sadık

kalınması biçiminde yorumlamaktadır. Tekeli ve Şaylan’a göre de, 1931 Programında

devrimcilik değiştirici olarak değil savunucu olarak tanımlanmaktaydı. Devrimlerin

halka nasıl maledileceği ise ayrı ve çok önemli bir tartışma konusuydu. Parti ideologu

Recep (Peker) Bey, devrimlerin ancak baskı ve zor altında yapılabileceğini ve ne

derece zor kullanılacağının devrimlerin sayı ve çeşidine bağlı olacağını belirtmekte ve

Page 70: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

66

Fikir Hareketleri’nin yayımlandığı yılların Türk basını, kimi

yazarlarımızca “dirije (güdümlü) basın” biçiminde adlandırılmaktadır.81

Takrir-i Sükun Yasası yüzünden basında 1926 yılından beri gözlemlenen

suskunluk 1929 yılında kısmen bozulmuş ve bazı gazete ve dergiler

muhalif yayın politikası izlemeye başlamış, 1930 yılında SCF’nin

kurulmasından sonra basında muhalefet daha da artmıştır. 1930 ve 1931

yıllarında muhalif basının üzerinde en çok durduğu konu, iktisadi

bunalımın külfetlerinin halka yansıtılmasında adaletli davranılmadığı idi.

Memur ve işçilerin işten çıkarılmaları ve bunalımın yol açtığı intiharlar

ünlü “halka rağmen halk için” sloganını ortaya atmaktaydı. Devrimciliğin bu algılanma

biçimi, halkçılık gibi devrimciliğin de 1930’lu yıllarda farklı bir içeriğe kavuştuğunu

göstermekteydi: devrim halk yığınlarına dayanılarak yapılamazdı, devrim yukarıdan

gelmeli ve zor kullanılmalıydı. Halktan ise ancak karşı-devrim gelebilirdi. Yönetim ya

da siyasal iktidar halka karşı dikkatli ve önlemli davranmalı, karşı-devrim girişimlerine

karşı uyanık olmalıydı. Bu ideolojik çerçeveden kaynaklanan merkezci ve baskıcı bir

yönetim aygıtı, sonuç olarak giderek ağırlığını artırmaya başlamıştır. Tekeli ve Şaylan,

a.g.m., s. 81. 81Kocabaşoğlu şöyle bir dönemleme yapmaktadır: Ulusal Kurtuluş Mücadelesi yılları

(1919-1923), serbestlik yılları (1923-1925), tefrikacılık yılları (1925-1931) ve dirije

matbuat dönemi (1931-1938). Uygur Kocabaşoğlu, “1919-1938 Dönemi Basınına

Toplu Bir Bakış”, AÜSBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu Yıllık 1981 (VI), Ankara,

AÜSBF, 1982, s. 109. 1924 Anayasasına göre basın özgürdü, bu özgürlüğün sınırları

yasa ile çizilecekti, yayından önce teftiş ve inceleme yapılmayacaktı. Dönemin basın-

iktidar ilişkileri için bkz. Nurettin Güz, Türkiye’de Basın-İktidar İlişkileri (1920-

1927), Ankara, Gazi Ü., 1991; Nurettin Güz, Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası

Basında Muhalefet ve 1931 Matbuat Kanunu, Ankara, Gazi Ü., 1993 ve O. Murat

Güvenir, 2. Dünya Savaşında Türk Basını Siyasal İktidarın Basını Denetlemesi ve

Yönlendirmesi, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti, 1991. Dönemin basını

değerlendirilirken, 1920 ve 1930’lu yılların ulus devletin inşa süreci olduğu, basının

da eğitimle birlikte hükümetin elindeki en önemli araç olduğu unutulmamalıdır.

Page 71: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

67

diğer tartışma konularıydı.82 1931 yılının ilk aylarında ülkede bütün

kurumlarıyla tek partili yaşama geçilmiştir. Türk Ocakları kendini

feshetmiş, birçok dernek kapatılmış, 1932 yılında da, Türk Ocaklarının

yerini almak üzere doğrudan Fırka’ya bağlı Halkevleri kurulmuştur.

Bu dönemin muhalif gazeteleri Arif Oruç’un Yarın’ı, Zekeriya

Sertel’in Son Posta’sı ve Ahmet Kadri’nin Yılmaz’ıydı. İktidar yanlısı

basın muhalif basını yapıcı olmamakla, basın özgürlüklerini kötüye

kullanmakla ve bozgunculuk yapmakla suçlamaktaydı. Muhalif basın

ise, ülkede iktisadi durumun kötü olduğunu, yönetimde hataların ve

yolsuzlukların yapıldığını, kendilerinin bunları kamuoyuna duyurmayı

görev bildiklerini, muhalif basına kamuoyunu aydınlatma ve iktidara yol

gösterme olanağının verilmesi gerektiğini savunuyordu. Onlara göre,

muhalif basının bu kadar çok satması bile, halkın hoşnutsuzluğunun

göstergesiydi.83

Basındaki muhalif tutum 1931 yılının ilk yarısı boyunca sürdü.

Kimi milletvekilleri bazı basın organlarının basın özgürlüğünü kötüye

kullandıklarını gerekçe göstererek muhalif basını suçladılar, muhalefete

bir çekidüzen verilmesinin gerekliliğini vurguladılar. 5 Temmuz 1931’de

82 Güz, Serbest ... , s. 1-3. SCF denemesi (1930), Menemen olayı (1930), bu olay

üzerine İstiklal Mahkemelerinin kurulması ve yargılamalar (1931), TBMM

seçimlerinin yenilenmesi (1931) değinilen iki yılın önemli siyasal gelişmeleridir.

Muhalif yazılar 1931 yılı Mayıs ve Haziran aylarında iyice yoğunlaşmıştır. 83a.g.e., s. 142-143.

Page 72: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

68

TBMM’de yapılan görüşmelerde, basın özgürlüğünün ne denli önemli

olduğu ifade edilmiş, muhalif basının ise kişiliklere saldırıda bulunduğu,

ülkede bozgunculuk yaptığı belirtilmiş, hatta kimi milletvekilleri muhalif

basının kökünün kazınmasının gereğini savunmuşlardır. Bu görüşmeleri

izleyen günlerde yeni Basın Yasası Tasarısı hazırlandı. Bu sıralarda

Yılmaz’ın imtiyaz sahibi gazetesini kapattı. Temmuz ayında çıkarılan

Basın Yasası iktidar yanlısı basında da tedirginlikler yaratmıştı. Ağustos

ayında da Yarın gazetesi yayın yaşamına son verdi. Son Posta’nın

hisselerinin Zekeriya Sertel tarafından diğer ortaklara devredilmesi

sonrasında, basındaki üç muhalif ses susmuş oldu.84

1881 sayılı yeni Matbuat Yasası 1931 ortalarında yürürlüğe girdi.

Yasa, “padişahçılık-hilafetçilik” ve “komünistlik-anarşistlik” tahriki

yapan yayınları yasaklamakta, siyasal tartışma ortamına bir sınır

84a.g.e., s.143-145. 1930’lu yılların başında SCF’nın kurulmasından kısa bir süre önce

yayımlanmaya başlayan Arif Oruç’un Yarın’ı, hükümete yönelik eleştirileri ve SCF

yanlısı tutumuyla günlük elli bini geçen satış rakamlarına ulaşmış, yeni Fırka’yı

destekleyen diğer bazı gazetelerin satışında da önemli artışlar gözlemlenmiştir.

SCF’nın kendini feshetmesinden sonra Yarın kapatılmış, yazarları Bulgaristan’a

kaçmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk basın yasası da, muhalefetin susturulması

sonrasında, 1931 yılında çıkarılmıştır. Gevgilili, a.g.m., s. 215. “1930’lu yıllarda bu

koşullar altında oldukça güdümlü bir basın anlayışının uygulanmasına geçilecektir.

Gazeteler ve yazarlar, İçişleri Bakanlığı’nın Matbuat Umum Müdürlüğünden gelen

bir telefon emriyle ‘kapatılmış’ olduklarını görecek ve bazen nedenini bile

anlayamadıkları kapatma kararlarını kaldırabilmek amacıyla günlerce Ankara’da özel

görüşmeler yapmak zorunda kalacaklardı...” Matbuat Yasa Tasarısının Meclise

sunulmasından önce basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün kötüye kullanımı konularında

TBMM’de geçen tartışmalar ve 1818 sayılı Yasanın içeriği konusunda bkz. Topuz,

a.g.e., s. 85-91. Topuz’a göre de, 1931-1938’de Türkiye’de oldukça sınırlı bir basın

özgürlüğü vardır.

Page 73: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

69

getirmekte, basını sıkı denetim altında tutmayı amaçlayan düzenlemeler

içermekte, siyasal iktidara yayın organlarını toplatma ve kapatma yetkisi

vermekteydi. Yasa’nın 51. maddesi, hangi hallerde ve ne tür yayında

bulunulduğunda toplatma kararı verileceğine açıklık getirmeksizin,

toplatmayı, tamamen iktidarın keyfi tutumuna bırakmaktaydı. Yasanın

bir diğer önemli maddesi ise, Bakanlar Kuruluna her hangi bir gerekçe

göstermeden yayın organlarını (gazete ve dergileri) kapatma yetkisi

veren 50. maddeydi. Madde, Bakanlar Kurulu’nun “memleketin umumi

siyasetine dokunacak neşriyattan dolayı” gazete ve dergileri

kapatabileceğini hükme bağlamaktaydı. Ancak, hangi yayınların genel

siyasete aykırı sayılacağı belirtilmemişti. 1881 sayılı Yasaya 1938

yılında eklenen yeni maddeler85 basın özgürlüğünü daha da kısıtlamıştır.

Gazete veya dergi çıkarmak için ruhsatname alma zorunluluğu

getirilmişti. İktidar, yayın organı çıkarma istemini reddedebilecekti.

Yasa değişikliği ile getirilen ikinci önemli kısıtlama ise, siyasal nitelikte

yayın organı çıkaracaklar için getirilen teminat yatırma zorunluluğu idi.

85Matbuat Yasasında değişiklik yapılmasını öngören Tasarının gerekçesinde, 1937

yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle Devletimizin ana niteliği olan

cumhuriyetçiliğe ilave olarak devletçilik, ulusçuluk, halkçılık, devrimcilik ve laikliğin

de birer nitelik olarak kabul edildiği ve bütün mevzuatın buna uyumlu olması

bakımından Matbuat Yasasında da değişikliğe ihtiyaç duyulduğu belirtilmiş, Tasarı

ile yapılması amaçlanan düzenleme konusunda da şunlar belirtilmiştir: “Milletlerin

hayatında bugün en mühim propaganda ve telkin vasıtası olan ve halk kütleleri

üzerinde çok mühim tesirler husule getiren matbuatın da, bu suretle tespit edilmiş

bulunan devlet rejiminin ana prensiplerine muzır olmayacak ve bilakis bu prensipleri

bütün halk tabakası arasına yayacak ve benimsetecek bir şekilde çalışmasını ve

memleketin yüksek mefaatlerine aykırı neşriyatte bulunmamasını temin etmek için

matbuat kanununda da bazı tadiller yapılması ...” Güvenir, a.g.e., s 42 (Dipnot 13.)

Page 74: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

70

Yasa’da 24 Nisan 1940’da değişiklik yapılmış, eklenen iki madde ile de,

Türklerin ulusal duygularını inciten ve tarihini yanlış gösteren yazılar ile

ülkenin güvenliği ile ilgili sorunlar hakkında yapılmakta olan

soruşturmalardan ve güvenlik önlemlerinden söz eden yazıların

yayımlanması yasaklanmaktaydı.86

1930’lu yıllarda basının yönetim organı, 1933 yılı Mayıs ayında

İçişleri Bakanlığına bağlı olarak yeniden kurulan Matbuat Umum

Müdürlüğüdür.87 1934 yılında ise, Matbuat Umum Müdürlüğünün

örgütünü ve görevlerini düzenleyen 2444 sayılı Yasa çıkarılmıştır.88

86Bir araştırmaya göre, 1930’lu yıllarda Türkiye’de yayımlanan dergilerin sayısı 41

(1932) ile 139 (1939) arasında değişmiştir. Bu sayı 1933 yılında 55’tir. Bu onyılda yıl

başına düşen dergi sayısı, ortalama 63’tür. Bu ortalama, 1923-1970 ortalamasının (87)

altında kalmaktadır. Uygur Kocabaşoğlu, “Cumhuriyet..., s. 4. Aynı makalede yer

verilen Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğü verilerine göre, 1933 yılında

çıkarılmakta olan 55 dergiden % 38’i kültürel-sanatsal içerikli iken, hiçbir dergi

siyasal-haber içerikli değildi. 8722 Mayıs 1933 gün ve 2205 sayılı Yasa’ya göre, Umum Müdürlük, “bilumum gazete

ve mecmuaları ve risaleleri ve emsali neşriyatı tetkik etmek ve Devleti alakadar eden

yazıları tefrik ile Vekalet makamına bildirmek ve matbuat mensuplarının matbuat

kanununun tayin ettiği vasıf ve şartları haiz olup olmadıklarını araştırmak ve matbuat

kanununun hükümlerine nazaran matbuat harekatını takip eylemek ile mükellef”

olacaktı. 88Tasarının TBMM’de görüşülmesi sırasında, bu Genel Müdürlüğe verilmekte olan

görevlere, “Memleketimiz içinde milliyet ve demokrasi esaslarına mugayir fikir

cereyanlarının yayılmasına mani olmak için tedbirler almak, bu gibi cereyanlarla

neşriyat vasıtasile mücadele etmek” biçimindeki bir görevin eklenmesi bir

Milletvekilince önerilmiştir. Önergesi sahibi Milletvekiline göre, her ülkenin kendi

gereksinimlerine uygun bir yaşam felsefesi saptama hakkı vardır. Bizim devlet ve

hükümet başında bulunan Fırkamız ülkemizin dayandığı felsefi, toplumsal ve milli

esasları saptamıştır. Bir insan kendi sağlığını korumaya ne kadar önem vermeye

mecbur ise, ülkeler de kendi ulusal felsefelerini korumada o denli kıskanç olmak

Page 75: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

71

1933-1938 devresinde bu Umum Müdürlüğün başında bulunan Şükrü

Kaya’ya göre “En iyi özgürlük ülkenin çıkarlarına uygun, ulusun

karakterine uygun, devletin haklarını ve çıkarlarını koruyan

özgürlüktür.” Falih Rıfkı Atay da, her yazarın yasalara bakarak kalemini

kolayca ayar edebileceğini belirtmekteydi.89

Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde (1933), Türkiye’de basın,

düşünce ve sanat ortamını uzun süre etkileyecek bazı dergiler yayın

yaşamında yerini almıştır. Halkevleri Ülkü’yü, Hüseyin Cahit Fikir

Hareketleri’ni, Yaşar Nabi ve Nahit Sırrı Varlık’ı, İsmayıl Hakkı Yeni

Adam’ı ve Sedat Simavi de Yeni Gün’ü bu yıl içinde yayımlamaya

başlamıştır. Kadro ile Kooperatif 1932’den beri yayımlanmaktaydı.90

zorundadırlar. Bu konuda hoşgörüye izin yoktur. “Beyler; bu gün bizden başka birçok

memleketlerde yeni esaslara müstenit Devletler teessüs etmiştir. Bu gün bu

memleketlerdeki Hükümetlerin faaliyetlerini tetkik ediyoruz. Almanya’da Hitler;

İtalyada Mussolini fırkaları, Sovyetler memleketinde kommunist fırkası kendi milli

felsefelerini korumak için birçok tedbirler almaktadırlar...” T.B.M.M. Zabıt

Ceridesi, Devre IV, Cilt 22, (26.5.1934). Milletvekilinin önergesi, 2444 sayılı

Yasanın 1. maddesinin (C) bendi olarak yasalaşmıştır. 89Topuz, a.g.e., s. 152-154. Topuz, 1931-1938 döneminin en önemli gazetelerinin

Cumhuriyet, Akşam, Tan, Son Posta ve Ulus olduğunu, diğer önemli gazeteler

arasında ise Akın, Haber, Hergün, Açıksöz ve Kurun’un sayılabileceğini

belirtmektedir. 901935 yılında Basın Kongresi toplandığında ülke çapında 38 günlük gazete, 78 süreli

gazete ve 127 dergi çıkarılmaktaydı. Yeni rejimle en uyumlu yayın yapan gazeteler

Ulus, Cumhuriyet, Akşam, Kurun (Vakit) ve Son Posta idi. 1930’lu yılların önemli iki

gazetesi de 1936’da çıkarılan Tan ve 1938’de çıkarılan Yeni Sabah idi. Gevgilili,

a.g.m.,s.216-217.

Page 76: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

72

Dayanışmacılık esinli olduğunu ve II. Meşrutiyet döneminden

beri düşünce yaşamımızda yeraldığını belirttiğimiz halkçılık (popülizm),

düşünce dergiciliğimize de yansımıştır. II. Meşrutiyet sonrasında ve tek

parti döneminde yayımlanan bazı dergilerde, farklı temalarla, halkçı

söylem kullanılmıştır. Fikir Hareketleri de bu tür söylem içeren

dergilerden biridir.91 Fikir Hareketleri öncesinde halkçılığın

dergiciliğimize nasıl yansıdığına aşağıda kısaca değinilecektir.

II. Meşrutiyet döneminde Osmanlı halkçılarının sözcülüğünü

Yusuf Akçura üstlenmiş, 1910’ların başında yayınlanan Türk Yurdu’nda

ulusun halktan kaynaklandığı ve halktan ayrı bir ulus kavramının

düşünülemeyeceği belirtilmiştir. Uluslaşabilmek için halkı yükseltmek

gerekmekteydi. Osmanlı aydını halka doğru inmeli ve halkı anlamalıydı.

91Zafer Toprak, “Fikir Dergiciliğinin Yüz Yılı”, içinde, Türkiye’de Dergiler ve

Ansiklopediler (1849-1984), İstanbul, Gelişim, 1984, s. 13-54. Cumhuriyet öncesi ve

Cumhuriyet dönemi dergilerini “fikir dergiciliği” açısından inceleyen ve

dergiciliğimizin nasıl bir evrim geçirdiğini saptamaya çalışan Toprak, makalesinde,

BDS’nın neden olduğu toplumsal çöküntü dolayısıyla, uzlaştırıcı bir dünya görüşü

olan dayanışmacılığın Osmanlı düşünce yaşamında yerleştiğini, çıkarları çelişen

toplumsal sınıflar yerine çıkarları uzlaşan meslek zümrelerinin konduğunu,

korporatist yönü giderek belirginleşen meslekçilik vurgulanarak Osmanlı toplumsal

düzeninin ahlak normlarıyla denetlenmek istendiğini, halkçılığın iktisadi boyutunun

müdahaleci bir devlet modelini gerektiren iktisadi dayanışmacılık olduğunu, BDS

yıllarında XIX. yüzyıl liberalizminin artık geçerliliğini yitirdiğini, List’in “milli

iktisat”ının Smith’in “liberal iktisat”ına üstünlük sağladığını belirtmektedir. a.g.m., s.

24-26. Ziya Gökalp’in, dayanışmacılık anlayışını halkçılıkla özümsediği dergisi Yeni

Mecmua için bkz. a.g.m., s. 24. Toprak, İttihatçıların, II. Meşrutiyet sonrasında her

yönüyle liberal bir nitelik taşıyan Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası ile yola

çıktıklarını, buna karşılık, İktisadiyat Mecmuası gibi koyu müdahaleci bir dergiyle

Page 77: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

73

1913 yılında yayımlanan Halka Doğru ise, aydınlar önderliğinde halkın

eğitilmesini önermiş, II. Meşrutiyetin sonlarına doğru “halk” sözcüğü ile

“orta tabaka” kastedilmeye başlanmıştır.

“1910’lu yılların ilk yarısında Türk Yurdu ve Halka Doğru dergilerinde

gündeme gelen halkçılık, 1. Dünya Savaşıyla birlikte yeni bir evreye girer.

Savaş öncesi ‘halka doğru’ hareketi gizli bir sınıf anlayışını içerir: Alt gelir

gruplarına yönelir, kır ve kent çalışanlarının sorunlarına çözüm arar. Rusya

kökenli göçmen müslümanlar ve Balkanlar’daki popülist gelişmeler Türkçüler

arasında ‘narodnik’ geleneğinin doğuşuna neden olmuştur. Oysa, 1. Dünya

Savaşı ile birlikte Osmanlı yepyeni gerçeklerle karşılaşır. Halk sözcüğü içerik

değiştirir. Müslüman-Türk unsur etkinlik kazanır. Halk bundan böyle

Müslüman-Türk orta sınıf’tır. Türkiye’nin en zengin yöresi İzmir’de, Mahmut

Celal (Bayar), Dr. Nazım ve Vali Rahmi Bey’in girişimiyle Halka Doğru

Cemiyeti kurulur. Derneğin yayın organı olarak Halka Doğru Mecmuası

çıkarılır.

“Halka Doğru Mecmuası’nın, aynı adı taşıyan önceki dergiden farklı bir halk

anlayışı vardır. Halk sözcüğünden ulusal benliğin taşıyıcısı orta tabaka

amaçlanır; düşük gelir grupları, topraksız ya da az topraklı köylü, gündelikçi

işçi ve küçük esnaf dışlanır. O güne değin, ‘avam’ ve ‘havas’tan oluşan

Osmanlı toplum yapısına, Halka Doğru Mecmuası üçüncü bir katmanı, ‘halk’ı

ekler. Bundan böyle Halka Doğru Mecmuası, Türk ulusunun geleceğinin

güvencesini oluşturduğu kanısında olduğu ‘orta sınıf’a bilinç götürmeyi

amaçlar. Savaş yıllarında ‘halka doğru’ gidenler, Türk Ocaklarının ‘narodnik’

1918’e ulaştıklarını, 1908’in İngiliz hayranlığının Balkan Savaşları ertesinde Alman

hayranlığına dönüştüğünü işaret etmektedir.

Page 78: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

74

eğilimlerini terk eder, Müslüman-Türk eşrafın dış odaklara karşı iktisadi çıkar

birliğini gözetirler.”92

Güçlü orta sınıf tezi halkçı rejimlerin temel dayanak noktasıdır.

Sınıfsal karşıtlıklar bu rejimlerde orta sınıf aracılığıyla giderilmektedir.

Halkçılığa göre, gelişmiş ülkelerin sınıfsal yapılarındaki kristalleşme ya

da belirginleşme geri kalmış ülkelerde görülmez. Bu ülkelerde olsa olsa

sömürgecilik döneminden kalma “sınıfsal kalıntılar”dan söz edilebilir.

Halkçı düzende sınıf mücadelesi kavramı anlamını yitirmektedir. Bu

rejimlerde temel çelişki sınıflar arasında değil, toplumun tümü ile ya da

ulusla, tüm dış dünya, özellikle eski sömürgeci ülkeler arasındadır.

Halkçılığa göre geri kalmış ülkelerde proleter sınıf yoktur, proleter ulus

vardır. Bağımsızlığını kazanan ve uluslaşan toplumlarda ulusal kimlik ya

da benlik sorunu bütüncü-dayanışmacı bir toplum modelini gerekli kılar.

Ulusun kendini tanımlaması kimi kez ırkçı açılımları da gündeme getirir.

Halkçılığın (popülizmin) tüm bu ögeleri, Toprak’a göre, Tek Parti

dönemi dergilerinde görülebilir. Örneğin, proleter ulus teması Kadro’da,

orta sınıf teması Fikir Hareketleri’nde, ırkçı temalar93 ise dönemin

Türkçü-Turancı dergilerinde işlenmiştir.94 1930’lu yılların dergilerinden

92a.g.m., s. 28-30. 93 Bu söylemi kullanan dergiler hakkında iyi bir çözümleme için bkz. Toprak, a.g.m., s.

42-48. Bu konuda ayrıca bkz. Günay Göksu Özdoğan, “Türk Ulusçuluğunda Irkçı

Temalar: 1930 ve 1940’ların Türkçü Akımı,” Toplumsal Tarih, Sayı 29, (Mayıs

1996), s. 19-24. Güven Bakırezer, “Nihal Atsız’ın Düşüncesi”, Toplumsal Tarih,

Sayı 29, (Mayıs 1996), s. 25-31. 94 Toprak, “Fikir…, s. 42. Tek parti döneminde geliştirilen halkçı düşüncenin temel

odaklarından biri olan kooperatifçilik ve Ahmet Hamdi’nin (Başar) Kooperatif’i ve

Page 79: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

75

bu onyılın düşünce dergiciliğine damgasını vuranı, 1932-1935 arasında

36 sayı yayımlanan Kadro’dur.

Kadro, Kemalist Devrimin ideolojisini oluşturmayı

amaçlamakta, kapitalizm ile sosyalizm dışında üçüncü bir yol

aramaktaydı. Marksizmden esinlenmesine karşın, dönemin resmi

ideolojisine ters düşmemektedir. Kadro’ya göre, Marxist kuram ulusal

kurtuluş hareketlerini açıklamada yetersiz kalmıştır. Tarihsel maddecilik

ise, Marxist öğretiden bağımsız olarak sömürgelikten yeni kurtulan

azgelişmiş ülke koşullarına uygulanabilir. Kapitalizmin gelişmesi

dünyayı ileri tekniğe sahip ülkeler ve bu teknikten yoksun ülkeler diye

iki kampa ayırmıştır, ulusal kurtuluş hareketleri de işte bu çelişkiden

doğmaktadır. 20. yüzyılın temel çelişkisi azgelişmiş sömürge ya da yarı

sömürge ülkelerle bunları yöneten ileri kapitalist ülkeler arasındadır.

İleri kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelelerinin geleceği de sömürge ve

yarı sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin yazgısına bağlıdır.

Sömürge ve yarı sömürgeler ulusal kurtuluş mücadelelerini başarıya

ulaştırmadıkları sürece bu ülkelerde Batı’daki anlamıyla toplumsal

sınıflar ortaya çıkamaz. Osmanlı Devleti de toplumsal sınıflardan

halkçı düşüncenin bir diğer versiyonu olan, CHF’nin altı esasını kitlelere

benimsetmeyi amaçlayan ve köy ve köycülüğü yücelten Ülkü için bkz. a.g.m., s. 36-

38. “Ahmet Hamdi’ye göre, Türkiye’de sınıflar belirgin bir nitelik kazanmamıştır. Bu

nedenle, bir dizi zorlamalarla ülkede ‘kapitalist sınıf’ yaratmak gereksizdir. Zaten

dünya buhranı kapitalizmin çözümsüzlüğünü göstermiştir. İzlenecek yol, geri kalmış

tüm ülkelerde geçerliliği olan iktisadi devletçiliktir. Yapay özendirmelerle özel

girişimci yetiştirmek çözüm değildir. Özel girişimcilere olanaklarına koşut ortam

sağlanmalı, diğer alanlar devletçe değerlendirilmelidir.”

Page 80: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

76

yoksundu. Mustafa Kemal’in önderliğindeki milli mücadele, bir sınıfın

değil tüm ulusun emperyalizme karşı başkaldırmasıdır. Temel çelişki

bağımsızlığı kazanan ülkelerin kendi üretici güçlerini geliştirmeleri ile

çözülecektir. Türkiye gibi sınıfların olmadığı bir toplumda modern

teknik ve toplumsal kalkınma Devlet eliyle ve bir plan dahilinde

yürütülecektir. Ulusal kurtuluş savaşı ertesi ortaya çıkan devlet sınıfsal

nitelik taşımayacak, sınıflardan bağımsız bir devlet olacaktır. Türk

Devrimi, Kadroculara göre, “sınıfsız ve tezatsız” bir ulus olmayı

amaçlar. Bu açıdan kadrocu görüş dönemin resmi ideolojisi ile uyum

içindedir. 95

Halkçı düşüncenin ve halkçı rejimlerin temel dayanak noktası

“güçlü orta sınıf96 tezi”dir. Bu tez, Fikir Hareketleri’nde de

95a.g.m., s. 38-40. Dergi için ayrıca bkz. Sezgin, “Kadro…, ; Türkeş, a.g.e. 96 Sözlük anlamıyla “orta sınıf”, Batı toplumlarında sanayileşmenin gelişmesiyle

birlikte belirginleşen küçük üreticileri, yüksek ücretli profesyonel yöneticileri, doktor,

avukat, mühendis gibi bağımsız çalışanları, teknik elemanları ve hizmet sektöründe

çalışanları içeren toplumsal sınıftır. Marx bu terimi burjuvazi ile proleterya arasındaki

sınıfı ya da zümreyi tanımlamak için daha çok “küçük burjuvazi” anlamında kullanır.

Marx’ın gözünde orta sınıf, toplumun tutucu ve devrimi engelleyici güçlerinden

biridir. Günümüz sanayi toplumlarının sınıfsal yapılanmalarında orta sınıf en geniş

yer tutan sınıftır. Sezgin Kızılçelik-Yaşar Erjem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, (4.

B.), İzmir, Saray Kitabevleri. 1996, s. 408. Hançerlioğlu’na göre, kat ya da katmanla

sınıf kavramları arasındaki farkı titizlikle gözönünde tutmak gerekir. Sınıfları

ayırdeden ölçüt, üretim araçları üstündeki mülkiyet ilişkilerinin biçimidir.

Katmanlaşma belli çıkarlar çerçevesinde toplanmış, sınıf niteliği taşımayan insan

gruplarıdır. Her sosyo-ekonomik kuruluşta temel sınıfların yanında temel olmayan

sınıflar da vardır. “Orta sınıf” deyimi de bu temel olmayan sınıfları dile getirir. Temel

olmayan sınıflar, ya kapitalist toplumdaki köylü ve toprak sahibi sınıfları örneklerinde

olduğu gibi, aşılmış sosyo-ekonomik kuruluşun mülkiyet ilişkilerini sürdürmeye

Page 81: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

77

görülmektedir. Fikir Hareketleri tek parti döneminde demokrasi

retoriğini en yaygın biçimde kullanan dergidir.97 1930’lu yıllarda,

kuşkusuz, halkçı olmayan dergiler de vardı. Bu dergiler arasında Ahmet

Ağaoğlu’nun Akın’ı (1932-1933, 26 sayı), Sabiha Sertel’in Projektör’ü

(Mart 1936, tek sayı), İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu’nun YeniAdam’ı (1934,

haftalık - aylık), Hilmi Ziya Ülken’in İnsan’ı (1939-1941 ve aylık 25

sayı) Nurettin Topçu’nun Hareket’i (1939-1979) sayılabilir.98

çalışan gruplardır, ya da Feodal düzendeki burjuva sınıfı örneğinde olduğu gibi,

geleceğin sosyo-ekonpomik kuruluşunda gerçekleşecek mülkiyet ilişkilerinin

filizlerini taşıyan gruplardır. Kapitalist sosyo-ekonomik kuruluşunda orta sınıf

deyimi, sadece köylülerle toprak sahiplerini dile getirir. Orhan Hançerlioğlu, Felsefe

Sözlüğü, (5. B.), İstanbul, Remzi Kitabevi, s. 370. Bir başka sözlükte de, orta sınıf,

kimi batılı toplumbilimcilere göre, çekirdeğini küçük işleyimci ve tecimcilerin

oluşturduğu, doktor, avukat, mimar, mühendis gibi bağımsız uğraş adamları ile beyaz

yakalı emekçileri, dahası yüksek gelirli işçilerle kendi toprağı olan çiftçileri de içeren

toplumsal sınıftır. Özer Ozankaya, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, (2. B.), Ankara,

TDK, 1980, s. 85. 97 Toprak, makalesinde, Fikir Hareketleri’nin demokrasi anlayışının Kıta Avrupa’sın-

daki totaliter eğilimlerden etkilendiği kanısındadır. Her hangi bir ülkede

demokrasinin, özgürlüğün ve cumhuriyetin yaşayabilmesi için Fikir Hareketleri’nin

yerine getirilmesini gerekli gördüğü iki temel koşula (demokrasinin yalnızca yasalarla

değil, toplumun bağrında, ahlak, gelenek-göreneklerde yaşatılması ve bir “orta

sınıf”ın varlığı), bu iki koşulun da Türkiye’de yerine getirildiğine, gerçek

demokrasinin ancak güçlü bir orta sınıfın bulunduğu ortamda yaşayabileceğine

dergide işaret edildiğine Toprak değinmektedir. Toprak, “Fikir…, s. 40-41. 98Özgürlükler sorununu gündeme getiren ve demiryolu politikasını eleştiren muhalif

Akın kısa bir süre sonra kapatılmıştır. Yalnızca tek sayı çıkarılabilen aylık düşünce

dergisi Projektör’e göre, toplumsal gelişme iki büyük tehlike ile karşı karşıyadır. Bu

tehlikeler emperyalizm ve faşizmdir. Dergi, ülkemizdeki yoksulluk ve eşitsizliği,

sömürgeci İngiltere ile Alman ve İtalyan faşizminin dünya barışı için yarattıkları

tehlikeyi vurgulamaktadır. İnsan’a göre, Türk Devrimi bir rönesans dönemi

yaşamaktadır. Tanzimat’ta gerçekleşmesi gereken bu dönüşüm ancak yüzyıl sonra

gündeme gelebilmiştir, Türk Devrimi mistik, kapalı dünyasını aşmalı, dünyaya

açılmalıdır. Doğu ve Batı kültürleri değerlendirilmeli, bu kültürlerin toplumumuz

Page 82: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

78

üzerindeki etkileri incelenmeli, bir Doğu toplumu olduğumuzu hatırdan

çıkarmaksızın, kültürel değerlerimize Batı ölçüleriyle yeni boyutlar

kazandırmalıdır. 1939 yılında Nurettin Topçu'nun yönetiminde yayımlanmaya

başlayan Hareket 1925 yılından bu yana İslamcı muhalefetin ilk sözcülerinden

biridir. Dergi Batılılaşmayla beklenen rönesansın ve dirilişin gerçekleşemiyeceğini

savunur, tek şef rejiminin sakıncalarını vurgular. Bu eleştirileri nedeniyle Topçu

Denizli’ye sürülmüş, dergi 1942’ye değin yayınına ara vermek zorunda kalmıştır.

Page 83: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

BÖLÜM II: HÜSEYİN CAHİD YALÇIN VE FİKİR

HAREKETLERİ

A. Hüseyin Cahid Yalçın

Gazeteci, siyasetçi ve edebiyatçı kimlikleri ile tanınan Hüseyin

Cahid Yalçın, ününü, diğer iki özelliğinden çok, yaşamının neredeyse

kırkbeş yılında aktif biçimde sürdürdüğü gazeteciliğe ve güçlü yazı

uslubuna borçludur. Fikir Hareketleri, Yalçın’ın yaşamının yedi yıllık

diliminin uğraşısıdır. Yalçın’ın yaşamı, edebiyatçı, siyasetçi ve gazeteci

kimliği üzerine birçok kitap ve makale yayımlanmıştır.1 Yalçın, Fikir

1 Bunlardan en önemlileri aşağıda gösterilmektedir. Ö. Faruk Huyugüzel, Hüseyin

Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebi Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir, Ege Ü.

Edebiyat Fakültesi, 1984; Hilmi Bengi, Gazeteci, Siyasetçi ve Fikir Adamı Olarak

Hüseyin Cahit Yalçın, Ankara, AKDTYK Atatürk Araştırma Merkezi, 2000; Ali

Mücellitoğlu Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, İstanbul, Cilt III,

1968-9; Süleyman Bulut, Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul, Milliyet, 1984; M. Nuri

İnuğur, Türk Basınında İz Bırakanlar, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1988; Cevdet

Kudret [Suat Hizarcı], Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul, Varlık, 1957; Hilmi Yücebaş,

Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, İstanbul, Kültür Kitabevi, 1960; Cemil Koçak,

“Hüseyin Cahit ve … ; Y. Doğan Çetinkaya, “Hüseyin Cahit Yalçın”, içinde,

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık, (Ed. Uygur

Kocabaşoğlu), İstanbul, İletişim, 2002, s. 314-329; A. Ali Gazal, H. Cahit (Yalçın)

Page 84: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

80

Hareketleri’ni yalnız başına çıkarmış olduğundan, dergiyi konu edinen

bu çalışmada, Yalçın’ın yaşamından ve düşünce yapısından gerektiği

kadar söz edilmesinde yarar görülmektedir.

Hüseyin Cahit, orta halli bir maliye memuru (Aşar Müdürü) olan

Ali Rıza Efendi ile Fatma Neyyire Hanım’ın oğludur. Ailece

İstanbul’ludur. Babasının görevi nedeniyle bulunduğu Balıkesir’de, 7

Aralık 18752 tarihinde doğmuş, ilköğrenimine İstanbul’da başlamış,

Serez’de3 Askeri Rüştiye’yi bitirmiştir. 1889 yılında Dersaadet İdadi

Mülki’sine (İstanbul Lisesi) kaydolmuş, sonraki yıllarda iyi birer

arkadaşı ve dostu olacak olan kişilerle (Mehmet Cavid ve Ahmet Şuayp)

bu okulda tanışmıştır. 1893 yılında girdiği Mülkiye Mektebinden 1896

yılında pekiyi derecesi ve ikincilikle mezun olmuş,4 Maarif Nezareti

Bey’in Siyasi Hayatı (1908-1913), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum,

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998. 2 Hüseyin Cahit’in doğum tarihi, doğum yeri ve nüfusa kayıtlı olduğu yer konusunda

bazı kaynaklarda farklı bilgilere raslanmaktadır. Askerlikten muaf tutulmasını

sağlamak amacıyla, nüfus kaydında doğum yeri olarak Şişli/İstanbul gösterilmiştir.

Bengi, a.g.e., s. 9-11 3 Kimi yazarlara göre, Hüseyin Cahit’in aktif, mücadeleci, ateşli, polemikçi ve

özgürlüğü her şeyin önünde tutan bir kişiliğe sahip olmasında, kişilik yapısının

oluştuğu yılların, o yıllarda canlı ve hareketli bir yaşantının olduğu, Rum, Bulgar,

Türk ve Ulah’ların sürekli mücadelelerine sahne olan Serez’de beş yıl yaşamasının

rolü vardur. a.g.e., s. 11. 4 İdadi ve Mülkiye yıllarında edebiyatla yakından ilgilenen Hüseyin Cahit, eserlerini

okuduğu Namık Kemal’den büyük ölçüde etkilenmiş, “vatan ve özgürlük aşkı”nı

onun eserlerinden almıştır. Çeviriler yaptığı ve hatta bu yolla para kazandığı bu

öğrencilik yıllarında katıldığı bir eylem, kendi değerlendirmesine göre, yaşamının

rotasını değiştirmiştir. Onun Mülkiye’ye başladığı yıl giriş sınavı konulmuştur. Bütün

öğrenciler, giriş sınavı uygulamasını protesto ederek, sınava bir gün sonra katılırlar.

Page 85: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

81

Mektubi Kaleminde memuriyete başlamış, 1897’den sonra Vefa ve

Mercan İdadilerinde Türkçe ve Fransızca öğretmenliği, Müdür

Yardımcılığı ve Müdürlük yapmıştır. Maarif Nezaretinin çeşitli

kalemlerinde 1901 yılına kadar çalışmış, 1901 ile 1908 yılları arasında

Vefa ve Mercan İdadilerinde öğretmenlik ve Müdürlük yapmıştır.

Mülkiye’nin son sınıfında iken arkadaşları ile birlikte başladığı

gazeteciliği, sonraki yıllarda memuriyetle birlikte sürdürmüş, bu süreçte

değişik gazete ve dergilerde (Mektep, Servet-i Fünun5, Tarik, Sabah ve

Saadet) muhabirlik, yazarlık ve başyazarlık yapmıştır. 1901-1908’de

dilbilgisi ve sözlük çalışması yapmış, Türkçe Sarf ve Nahiv adında bir

gramer kitabı hazırlamıştır.

İlk siyasi nitelikli yazısını, II. Meşrutiyetin ilanından duyduğu

memnuniyeti dile getirmek için 25 Temmuz 1908 tarihli İkdam

gazetesinde yayımlamış,6 memuriyetten ayrılmış, günlük olarak çıkmaya

başlayan Servet-i Fünun’da yayımlanan dört makalesi dikkatlerden

Hüseyin Cahit bu eylem yüzünden Saray Mabeyn Katipliğine girme şansını

yitirmiştir. Mülkiye’den ilk üç dereceyle mezun olanların Saray Mabeyn Katipliğine

alınması uygulaması bu eylem yüzünden Hüseyin Cahit’in dönemi için kaldırılmıştır.

a.g.e., s. 17-8. 5 Bu dergideki çalışmalarıyla Edebiyat-ı Cedide akımının öncüleri arasında yer almıştır.

Bu akıma mensup diğer birçok yazar gibi, o da, modern eğitim sistemiyle yetişmiş,

yalnızca Batıya dönük bir hayat çizgisi benimsemiş, bu dünya görüşü onun yazılarına

ve eserlerine de yansımıştır. a.g.e., s. 30-31. Hüseyin Cahit’in çevirdiği eserlerdeki

ana temanın “özgürlük” olduğuna dikkat çekilmiştir. 6 “Oh” başlıklı bu makale, Hüseyin Cahit ve Abdullah Zühtü’nün yazılarının

birleştirilmesiyle oluşmuş, bu nedenle yazı imzasız çıkmıştır.

Page 86: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

82

kaçmamış ve bu makalelerden biri Zaptiye Nazırının değiştirilmesine

neden olmuştur. İT’nin isteği doğrultusunda Tevfik Fikret ve Hüseyin

Kazım’la birlikte Tanin’i kurmuş, gazetenin başyazarlığını üstlenmiştir.

Gazetenin 1 Ağustos 1908’de yayımlanan ilk sayısında, İT’nin

düşüncelerini yayacak gazete (Şura-yı Ümmet) çıkıncaya kadar İT’nin

bildirilerinin Tanin aracılığıyla duyurulacağı, Tanin’de yayımlanmayan

bildirilerin Cemiyeti bağlamayacağı belirtilmiştir. Tanin, zamanla

kamuoyunun gözünde Cemiyetle özdeşleşmiş, onun yayın organı olarak

görülmüştür. Gazete-İT ilişkisi hakkındaki bu yargıyı yabancı basın da

paylaşmaktaydı. Tanin’in Fırkanın sözcüsü durumuna geldiğini gerekçe

gösteren Tevfik Fikret gazeteden ayrılmıştır.

Hüseyin Cahit İT’den milletvekili adayı olmuş, seçimlerin7

öncesinde ve sonrasında Fırka’ya muhalif yazarlarla sert polemiğe

girmiş, milletvekili olduktan sonra da ateşli ve mantıklı yazılarıyla

Fırka’yı savunmuştur. 1909 yılındaki 31 Mart Olayı8 sonrasında Tanin’i

7 Bu seçimde İT birlik temasını işlemiştir. Birliği sağlayacak olan da Osmanlıcılıktır.

Oysa, azınlıklar bağımsızlık propagandası yapmaktadırlar. Hüseyin Cahit, Osmanlı

İmparatorluğunun yapısı içinde çeşitli etnik unsurlar bulunmasına karşın, bu

İmparatorluğu kuran, onun yaşaması için kanını verenin Anadolu kökenli Türkler

olduğunu, Türklerin İmparatorluk içinde hakim unsur olarak yer aldığını belirtmiştir.

Seçim günü Derviş Vahdeti Volkan’da Hüseyin Cahit’i hedef alan bir yazı

yayımlamış, 11 Aralık 1908 günü yapılan seçimlerde İttihatçı adaylar büyük başarı

elde etmiş, bu arada Hüseyin Cahit de İstanbul Mebusu seçilmiştir. Meclis-i

Mebuasının açılışı Tanin’de ulusal bayram olarak nitelendirilmiştir. 8 Muhalafetin yayın organı olan Volkan’da, İT yayın organları olan Tanin’e ve Şura’yı

Ümmet’e karşı adeta savaş açılmış, Volkan’ın görüşleri doğrultusunda İttihadı

Muhammedi Cemiyeti kurulmuş ve şeriat yanlıları aktif siyasete girmişlerdir.

Milletvekili Rıza Nur da İttihatçı karşıtı cephededir. Ona göre, Meclis-i Mebusan,

Page 87: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

83

yayımlamayı sürdürmüş, 1911’de Maliye Nazırı Mahmet Cavid’in teklifi

ve teşvikiyle Düyun-ı Umumiye Osmanlı Dayinler Vekilliğine seçilmiş,

milletvekilliği aylığına ek olarak yüksek bir ücret almakta olduğu bu

görevini, aralıksız Mayıs 1922’ye kadar sürdürmüştür.9 Kişilik haklarına

dokunan ve heyecan yaratan sert uslubu gerekçe gösterilerek üç kez

(Mayıs 1911, Eylül 1912 ve Ekim 1912) Tanin kapatılmış, bunun

üzerine, Hüseyin Cahit, sırasıyla ve her biri kapandıkça onun yerine

geçmek üzere, Cenin, Senin ve Renin gibi değişik adlar altında

gazetesini çıkarmayı sürdürmüş, üç kapanışta da, kısa bir süre sonra

gazetenin Tanin adıyla çıkarılmasına izin verilmiştir. Hüseyin Cahit,

gerçek bir meclis değil, adi, cansız bir makinedir; bu makinenin manivelası da Talat,

Cavit ve Cahit gibi birkaç adamın elindedir. Nisan 1909 başında oluşan gerilimli

atmosferde, bir de faili belirlenemeyen ancak, İT’nin düzenlediği sanılan bir cinayet

işlenmiştir. Cinayete kurban giden, İT muhalifi Serbesti’nin başyazarı Hasan Fehmi

Bey’dir. Cenaze töreni İttihatçılara yönelik gövde gösterisine dönüşmüş, İttihatçılar

da izleyen günlerde karşı gösteriler yapmışlardır. 12 Nisan 1909 tarihli Volkan’da,

kimi İttihatçılar adeta hedef gösterilmiştir. 13 Nisan günü Taşkışla’daki Avcı Taburu

kendi subaylarını etkisiz hale getirerek ayaklanmış, bazı isteklerde bulunmuş, iki gün

içinde 20’den fazla subay ve Hüseyin Cahit olduğu sanılarak Lazkiye Mebusu Arslan

Bey öldürülmüştür. Olaylar sonrasında isyancıların istekleri bir ölçüde karşılanmıştır.

Hüseyin Cahit, Rus elçiliğine sığınarak yurtdışına kaçmış, Hareket Ordusunun

İstanbul’a girmesinden sonra 27 Nisan 1909’da İstanbul’a dönebilmiştir. Aynı gün II.

Abdülhamid’in yerine Sultan Mehmet Reşat tahta çıkarılmıştır. Kurulan yeni

Hükümette Cavid ve Talat Beyler nazır olmuşlar, İT’nin iktidardaki gücü artmıştır.

Bir süre sonra işlerin kötü gitmesi ve İT içi muhalefetin de etkisiyle, bu iki Nazır

istifa etmişlerdir. Kasım ayı içinde muhalif bir parti, Hürriyet ve İtilaf Fırkası

kurulmuştur. Önceleri böylesi bir muhalif partiye olan ihtiyacı yazılarında belirten

Hüseyin Cahit, yeni partinin kuruluşundan iki gün sonraki yazısında, Fırkanın,

yapmak için değil yıkmak için bir araya gelen kişilerce kurulduğunu ileri sürmüştür.

Bengi, a.g.e., s. 107-159. 9 Huyugüzel, a.g.e., s. 27.

Page 88: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

84

Osmanlı Meclis-i Mebusanının 1912 yazında kapatılması üzerine, bu

olayı protesto etmek üzere gazetesini geçici olarak kapatma kararı almış,

bu kararını okuyucularına da duyurmuştur. Ancak Arnavutluk isyanının

çıkması üzerine, bu kararından vazgeçerek 21 Ağustos 1912’de Tanin’i

yeniden yayımlamaya başlamıştır. 29 Ağustos 1912’de Almanların

Türk-Alman dostluğunu pekiştirmek amacıyla yaptığı bir davet

çerçevesinde Almanya’ya giden Meclis Heyetine, parlamenter olmasının

yanı sıra, “Tanin Başyazarı” sıfatıyla katılmış ve heyete başkanlık

etmiştir. Hükümete yönelik sert eleştirileri yüzünden, Tanin, Kasım

1912’de, bir başka adla yayımlanması da yasaklanmak suretiyle,

kapatılmıştır. 11 Kasım 1912’de Viyana’ya kaçan Hüseyin Cahit,

Babıali Baskını sonrasında ülkeye dönmüş ve 31 Ocak 1913’te Tanin’i

tekrar çıkarmaya başlamış, eleştirilerini bu kez İT’ye yöneltmiştir. 12

Haziran 1913’teki Mahmut Şevket Paşa suikastinden sonra, Fırka ile

daha fazla ters düşmemek için başyazılar yazmamaya başlamış,

Tanin’de eleştirilerin sürmesi üzerine, Fırka’nın rahatsızlığı kendisine

iletilmiş, uyarıların sıklaşması üzerine, Hüseyin Cahit, Fırka’daki

arkadaşlarını çalışmalarında rahat bırakmak10 için Tanin’i 30 Ocak

1914’te Fırka’ya satmıştır. Tanin, Hüseyin Cahit’e büyük bir ün

kazandırmıştır.11

10Bengi, a.g.e., s. 107-159. Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, (Haz. Rauf

Mutluay), (2. B.), İstanbul, T. İş Bankası, 2000, s. 285. 11Cemiyet muhalifleri ile giriştiği polemikler onu dönemin gözde gazetecisi yapmıştır.

Tanin sonrası dönem (1914-1919), milletvekili olmasına karşın, onun suskunluk

dönemidir. İT içinde önemli bazı görevlere seçilmiş, Ocak 1917’de de Cavid Bey’in

gayretleriyle, yeni kurulmuş olan İtibar-ı Milli Bankasının geçici yönetim kuruluna

Page 89: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

85

Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul’a ayak basan İngilizler,

Ermeni tehcirinden, Ermenilere, Rumlara, Hristiyan Nestorilere

zorbalıktan ve savaş tutsaklarına kötü davranmaktan sorumlu gördükleri

Türklerin adlarını içeren “kara listeler” hazırlamışlar ve listelerde adı yer

alanları tutuklamaya başlamışlardır.12 Hüseyin Cahit, Şubat 1919’da

tutuklanmış ve “Bekirağa Bölüğü”ne konulmuştu. “Asayişi bozmak”tan

suçlu sayılmaktaydı. Onun da aralarında bulunduğu toplam 78 kişiyi

taşıyan gemi 28 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket etmiş ve onları

Malta’ya götürmüştür. Hüseyin Cahit, Malta’da sık sık yeniden

düzenlenen listelerde en az suçlular arasında sayılmaktaydı.13 16 Mart

1921 günü tutsakların salıverilmesi konusunda Türk ve İngiliz

Hükümetleri arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde serbest

bırakılanlar arasında Hüseyin Cahit de vardı. Hüseyin Cahit, kendisi gibi

tayin edilmiştir. Şubat 1918’de ise Matbuat Cemiyeti Başkanlığına getirilmiştir.

Ayrıca, Savaş sırasında ortaya çıkan ticari vurgunculuğu önlemek için kurulan Men-i

İhtikar Komisyonunda 1918 yılı sonuna kadar çalışmıştır. Bu devrede ya tedavi için

ya da Düyun-ı Umumiyedeki görevi dolayısıyla sık sık yurt dışına gitmiştir.

Huyugüzel, a.g.e., s.29-31. 12Bu tutuklamaların ve sürgünün ayrıntıları için bkz. Bilal N. Şimşir, Malta

Sürgünleri, (2. B.), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1982. 13Sürgünlerin Malta’dan ailelerine çok sayıda mektuplar yazdıklarını, İngiliz

makamlarına protesto amaçlı dilekçeler yolladıklarını belirten Şimşir, Türkiye’de

polemikleri ile tanınmış olan Hüseyin Cahit ve Ahmet Emin gibi kalem sahiplerinin

Londra’da tek bir mektubuna dahi raslamadığını belirtmektedir. Şimşir’e göre, diğer

sürgünler İngilizlerle kavga ederken, bu gazeteciler susmaktaydı. İngilizler, Hüseyin

Cahit’in, kendi hesabına şehirde bir otelde ya da pansiyonda oturmasına izin

vermişlerdi.

Page 90: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

86

“varlıklı” diğer üç kişi ile birlikte, diğer sürgünlerden ayrı olarak 29

Nisan 1921 günü Malta’dan ayrılmıştır.

Hüseyin Cahit, Malta’da ayrıcalıklı bir konumdaydı. Bir otelde

kalmasına ve ailesini getirmesine izin verilmişti. Malta’dan ayrılırken

eşi, iki çocuğu ve teyzesi de yanındaydı. Ayrıcalıklı konumda olmasının

nedeni, Huyugüzel’e göre, onun Düyun-ı Umumiye’deki görevi

dolayısıyla edindiği çevre ve öteden beri bilinen İngiliz ve Fransız

yandaşlığıydı. Hüseyin Cahit’in hemen yurda dönmeye pek niyeti yoktu.

Hüseyin Cahit ve Eski Maliye Nazırı Mehmet Cavid, aileleri ile birlikte,

değişik Avrupa şehirlerini gezmişlerdir.14

İşgal altında bulunan İstanbul’a 15 Temmuz 1922’de, yani

Malta’dan ayrıldıktan onbeş ay sonra dönen Hüseyin Cahit, Ermenice

yayımlanan bir gazeteyi (Ceride-i Şarkiye) satın almış, Tanin adıyla

14Mehmet Cavid ile Hüseyin Cahit 1911 yılından beri Düyun-ı Umumiye’den

kendilerine rahat ve konforlu bir hayat sağlayacak düzeyde aylık almaktaydı. Hüseyin

Cahit’in bu aylığı, Ankara Hükümetinin 1922 yılı Mayıs ayında Hüseyin Cahit’in

adaylığını reddetmesiyle kesilmiştir. Bunun üzerine geçim sıkıntısı çeken Hüseyin

Cahit’e, bir süre Mehmet Cavid maddi yardımda bulunmuştur. Huyugüzel, a.g.e.,s.

32-33. Fransızca bilmekte olan Hüseyin Cahit, Malta Sürgünlüğü sırasında İtalyanca

ve İngilizce de öğrenmiş, yoğun bir çeviri uğraşına girişmiştir. Bu uğraşını sürgünlük

dönemi sonrasında da sürdürecek, çok sayıda eseri dilimize kazandıracak ve Oğlumun

Kütüphanesi adını vereceği “tercüme külliyatı”nı meydana getirecektir. Ülken de,

Hüseyin Cahit’in bilim ve edebiyata ilişkin tanınmış ve önemli eserleri belirli bir

konu ayırmaksızın çevirdiğini ve bu yılla Türkiye’nin orta öğrenim ve düşünce

dünyasına katkıda bulunduğunu belirtmektedir. Hilmi Ziya Ülken, “Tercüme

Faaliyeti”, içinde, Atatürk Devri Fikir Hayatı II, (Haz. Mehmet Kaplan vd.),

Ankara, Kültür Bakanlığı, 1981, s. 222.

Page 91: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

87

gazete çıkarmasına izin verilmeyince, Renin adını verdiği akşam

gazetesini 14 Teşrinievvel 1338’de (27 Ekim 1922) çıkarmış, bir süre

sonra da bu gazeteyi sabah gazetesine dönüştürmüştür.15 İlk makalesinde

Ulusal Mücadele’yi Türk Ulusunun “dirilmesi” olarak nitelendirmiş ve

Mustafa Kemal’i övmüştür. Ona göre, değeri olan şey saltanat ve

diktatörlük değil, “milli hakimiyet”tir.16 Bir ülkede her zaman için

dayanılacak kuvvet, ancak bir “Meclis-i Milli” (Ulusal Meclis)

olabilirdi.17 Eylül 1922’de, askeri alanda zaferin kazanılmış olduğu bir

ortamda, Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) gözlemlerine göre, “…

İstanbul’un havasını türlü siyasi tedirginlikler, küme küme bulutlar

halinde kaplamağa başlamıştır…” Daha önceleri ulusal kurtuluş

mücadelesi yandaşı ve karşıtı ayrımı varken, şimdi birçok parçaya

bölünmüştü. “… yeniden çıkmaya başlamış Tanin herkese fazilet

dersi…” vermekteydi. Mustafa Kemal Paşa’ya, bir köşeye çekilmesini

15Bengi, a.g.e, s. 183. Barış koşullarını görüşmek üzerere Lozan’da 20 Ekim 1922’de

başlayacak olan konferansa Ankara ve İstanbul Hükümetleri birlikte davet edilmiştir.

Lozan Konferansına, Ankara Hükümetini temsilen katılmak üzere, yeni Hariciye

Vekili İsmet Paşa, Rıza Nur ve Hasan Hüsnü Beyler seçilmişlerdir. TBMM, 1 Kasım

1922’de aldığı kararla saltanatı kaldırmış, Hilafet ise, Hanedan-ı Ali Osman’da

kalmakla birlikte, Ankara Hükümeti’ne bağlanmıştı. TBMM’nin çıkardığı yasaların 6

Kasım 1922’den itibaren İstanbul’da da yürürlüğe gireceği duyurulmuş, son Padişah

Vahdeddin 17 Kasım’da bir İngiliz gemisi ile İstanbul’dan ayrılmış, ertesi gün

Abdülmecid Efendi TBMM tarafından Halife seçilmiş, Lozan Konferansı ise, bir

aylık gecikme ile 20 Kasım’da başlamıştır. 6 Aralık günü, Mustafa Kemal Paşa,

halkçılık esasına dayanan, Halk Fırkası adında bir siyasi parti kurma niyetinde

olduğunu açıklamıştır. Dönemin siyasal gelişmeleri için bkz. Alpkaya, a.g.e.,s. 22-24. 16 “Mucize”, Renin, 27.10.1922’den aktaran Bengi, a.g.e.,s. 183-84. 17“Anadolu’nun Siyaseti Dahiliyesi”, Renin, 29.10.1922’den aktaran Bengi, a.g.e.,s.

184.

Page 92: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

88

önerenler de vardı, Paşa’nın bir diktatörlük yönetimi kurmasından yana

olanlar da.18 BMM’nin saltanatı kaldırdığı19 1 Kasım 1922 günü Refet

Paşa komutasındaki Türk ordusunun Trakya’ya girmesi, başka bir

anlatımla, Rumeli’ye bu “ikinci geliş”, Renin için, “Tarihin muazzam

günü”ydü.20 Hüseyin Cahit, ulusal mücadeledeki tutumundan dolayı

İstanbul Hükümetlerini suçlamakla birlikte, Tevfik Paşa Hükümetinin

masumiyetini vurgulamaktan da geri durmamakta, Lozan Barış

görüşmeleri öncesinde Ankara-İstanbul ayrılığının hala ortadan

kaldırılamamış olmasından duyduğu kaygıyı dile getirmekteydi.21

Mustafa Kemal Paşa’nın parti (fırka) kurma fikri birçok basın organı

tarafından desteklenirken, Paşa’nın partiler üstü ve tarafsız lider olarak

kalmasını isteyen kimi yakın çalışma arkadaşları (Rauf Bey, Ali Fuat ve

18Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, Ankara, Bilgi, 1968, s. 9-10. Ortada

birbiri ile bazen uluorta, bazen sinsi sinsi çekişen üç siyasal oluşum vardı: Anadolu ve

Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti, M. M. Grubu ve “İttihat ve Terakki şebekesi”. İlk

iki ulusal oluşum arasındaki çekişmelerden yalnızca İT şebekesi yararlanmaktaydı.

“Mütareke devri boyunca her biri bir köşeye çekilmiş veya Malta’ya sürülmüş bu eski

ve tecrübeli politikacılar şimdi birer birer ortaya çıkmışlar; İstanbul mahallelerinin

köşe başlarını tutmağa başlamışlardı ve şefleri Kara Kemal’in, sözde ‘İş bürosu’

olarak kullandığı Sirkeci’deki bir apartman dairesini eski İttihat ve Terakki Merkezi

Umumisi haline sokmuşlardı. Yayın organları da Hüseyin Cahit Bey’in Tanin’iydi.”

a.g.e., s. 10-12. 19 “... saltanatın kaldırılması ile siyasi rejim sorunu tamamen çözülmüş olmuyordu. Bu

kez atışma yeni bir biçim kazanıyordu: Halife ile Meclis ilişkileri, ya da halifenin

yetki ve görevleri sorunu. Halifeliğin saltanattan ayrılması ve halifeliğin korunması

suretiyle, Mecliste Birinci ve İkinci Gruplar arasında uzlaşma sağlanabilmiş...”ti.

Yeni Halife seçimi sırasında, Halifenin devlet sistemi içindeki yeri de tartışma konusu

olmuştu. Ömür Sezgin, a.g.e., s.100-101. 20Renin, 2.11.1922’den aktaran, Hasan Türker, Türk Devrimi ve Basın 1922-1925,

İzmir, Dokuz Eylül Yayınları, 2000, s. 28. 21“Anadolu ve İstanbul”, Renin, 4.11.1922’den aktaran Türker, a.g.e., s. 28-9

Page 93: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

89

Kazım Karabekir Paşalar) ve gazeteciler (Hüseyin Cahit ve Ahmet

Emin) bu fikre karşı çıkmaktaydılar.22 Siyasal parti konusunu tartışmaya

açan Hüseyin Cahit, hiçbir zaman bir parti olamadığını belirttiği İT’nin

eski biçimiyle yaşatılmasının olanaksızlığını vurgulamıştır.23 Tevfik

Paşa’nın Lozan Barış konferansına İstanbul ve Ankara Hükümetlerinin

birlikte katılması yönünde Ankara Hükümetine yaptığı önerinin yanıtsız

bırakıldığından gazetede söz edilmektedir.24 Hüseyin Cahit, Ankara

Hükümeti’nin yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunu belirten ilk

gazeteci olmuş, “milli hakimiyet” rejimlerinin dünyada yaygınlaşmakta

olduğu saptamasında bulunmuştur.25 Vahdettin’in İngilizlere

sığınmasını, Renin, bir ihanet olarak yorumlamaktadır..26

Hüseyin Cahit, “Kemalilik” diye adlandırdığı Mustafa Kemal’in

ilkeleriyle İT’nin ilkeleri arasında bir karşıtlık görmemekte, Mustafa

22Türker, a.g.e., s. 62. 23“Hangi Fırkadansınız?”, Renin, 11.11.1922’den aktaran Bengi, a.g.e.,s. 186. 24“Bab-ı Ali’nin Müracaatına Ankara’dan Cevap Yok”, Renin, 1.11.1922’den aktaran

Türker, a.g.e., s. 31. 25Hüseyin Cahit, “İnkılap”, Renin, 4.11.1922’den aktaran Türker, a.g.e., s.43-4.

Hüseyin Cahit, “cumhuriyet” sözcüğünü kullanmaması konusunda Matbuat Müdürü

Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından uyarılmıştır. Hüseyin Cahit, 1955 yılında yayımlanan

anılarında, bu uyarıya bir anlam veremediğini belirtmekte, Ankara Hükümetinin

kendisini yanlış anladığını düşünmektedir. “Ankara, nazariye ve prensip ile hayalat

dünyasına dalmaktan ziyade realite ve imkan hudutları içinde kendisini bağlı

görüyordu. Attığı ilk adımı benim hakiki hüviyetiyle ilan ettiğimi göründe bunu

Cumhuriyet fikrini henüz anlamamış ve hazmedememiş büyük kütleyi yeni rejime

karşı bir nevi tahrik manasında anlıyordu. Bu tahrikin fena niyetle yapılmamış olsa

bile fiiliyatta zararlı olabileceği endişesini hissediyordu.” Yalçın, “Meşrutiyet Devri

ve Sonrası: Atatürk Devri”, Halkçı, (29.3.1954). 26Renin, 18.11.1922’den aktaran Türker, a.g.e., s. 50.

Page 94: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

90

Kemal’in bir siyasal hareket içine girmeyerek tarafsız kalması

gerektiğini belirtmektedir. “Kemalilik bir meslek-i siyasi (siyasi eğilim)

değildir. Bugün Kemali olmayan hiçbir Türk tasavvur edilemez.”27

Hilafet ile saltanatın birbirinden ayrılmasını, Ankara’nın “… devleti

asrileştirmek, medeniyet ve Avrupa fikirleri dairesinde bir temele istinat

ettirmek hususunda attığı kat’i adım…” olarak görmektedir.

“… Diyebilirim ki hükümet-i milliyenin en büyük zaferi Sakarya değil,

Dumlupınar değil, bu adımdır [Hilafet ile saltanatın ayrılması]. İşte şimdi

memlekette hakiki bir fırkanın bayrağı açılıyor. Medeniyet ve irfan fırkası,

esaslı ve ciddi ıslahat fırkası, dünyevi bir devlet fırkası.”28

Mustafa Kemal Paşa, 15 Ocak 1923 günü Eskişehir’de yaptığı

konuşmada, “cumhuriyet” sözcüğünü ilk kez telaffuz etmiş, Hilafete

yetki vermenin ulusal egemenlikle bağdaşmayacağını belirtmiştir. Ertesi

günkü İzmit konuşmasında da, ulusal egemenlik ve cumhuriyet vurgusu

yapmış, Ankara’nın başkent olmasının ve Fırka kurulmasının

gerekçelerini açıklamıştır. Paşa’ya göre, yapılan devrim, Meşrutiyet ve

daha önceki devrimlerden farklıdır.29 Muhalif basına göre

27 “Bir Mülakata Dair”, Renin, 25.11.1922’den aktaran Bengi, a.g.e.,s. 186. 28 Tanin, 9.12.1922, Bengi, a.g.e., s. 198. 29 17.2.1923 tarihinde İzmir İktisat Kongresi açılmış, Mart Ayı içinde Mustafa Kemal

Paşa bazı illeri kapsayan geziye çıkmış, 1.4.1923’te BMM seçimlerinin

yenilenmesine karar verilmiştir. Mustafa Kemal Paşa 8 Nisan’da Dokuz Umde’yi

yayımlayarak kurulacak olan Halk Fırkasının seçim propagandasını açıklamış, daha

sonraki tamim ve beyannameleri ile de, belirlediği adayların ve Dokuz Umdenin

desteklenmesini istemiştir. 23.4.1923’te tekrar başlayan Lozan Barış Konferansı

sonucunda Barış Anlaşması 24.7.1923’te imzalanmıştır. 21.5.1923’te Meclis’in

Page 95: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

91

Cumhurbaşkanı fırkalar karşısında bağımsız kalmalıydı.30 Ankara, 1923

yılı başında, Tanin’in muhalif bir yayın organı haline geldiği

kanısındadır ve bu gerekçeyle Tanin’e yöneltilen eleştiriler giderek

artmıştır. Hüseyin Cahit ise, Ankara’yı bazı konularda eleştirmiş

olmasına bakılarak kendisinin muhalif bir kişi sayılmasından

yakınmaktadır.

Birinci Devresi sona ermiş ve Meclis fiilen kapanmıştır. BMM’nin ikinci devresi,

seçimler sonrasında 11.8.1923’te açılmış, 13.8.1923 günü Meclis Başkanı seçilen

Mustafa Kemal Paşa, yeni dönemin en önemli konuları olarak “asayiş”, “bağımsızlık”

ve “adalet”i göstermiştir. Hükümeti Ali Fethi Bey kurmuş, işgal kuvvetlerinin

boşalttığı İstanbul’a Türk Ordusu 6.10.1923’te girmiştir. 13 Ekim günü Ankara’nın

başkent olması kararlaştırılmış, 26.10.1923 günü Hükümet istifa etmiş, 29.10.1923’te

Cumhuriyet ilan edilmiş ve Mustafa Kemal Paşa ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş, ilk

Cumhuriyet Hükümetini İsmet Paşa kurmuştur. Ekim 1923 sonlarına doğru ortaya

çıkan Hükümet bunalımı ve bu sırada cumhuriyetin ilan edilmesi, İstanbul

gazetelerinde ve çeşitli çevrelerde önce şaşkınlıkla karşılanmış, sonra da eleştirilere

neden olmuştur. Kasım ayı ortalarına doğru Halifenin istifa edeceği söylentileri

dolaşmaya başlamış, Halife bunu yalanlamıştır. 5.12.1923 günü ise, Ağa Han ve

Emir Ali’nin Başvekil İsmet Paşa’ya gönderdikleri mektup bazı gazetelerde

yayımlanmış, bu mektuplar gerekçe gösterilerek, İstanbul’a gönderilmek üzere bir

İstiklal Mahkemesi kurulmuştur. Alpkaya, a.g.e., s. 24 vd. 30“Anadolu’da aklı eren zatlar her fırsat düştükçe İstanbul ile Adadolu arasında

icadedilmek istenilen hayali zıddiyet ve münaferete meydan vermiyecek beyanatta

bulunuyorlar. Eminiz ki cahil de olsa akl-ı selimden mahrum olmadığını birçok misal

ile ispat etmiş olan kütleyi halk ancak delalete düşmüş mütefekkirlerin mahsulü olan

bu lüzumsuz sözlere ehemmiyet vermiyecektir. İstanbulu müdafaa ve tahlis için

kanını döken bir milletin kendi eliyle İstanbulu tahrip edeceğine, ayaklar altında

çiğneyeceğine ihtimal vermek için aklı selimden ümidi kesmek icab eder.” Tanin,

19.2.1923’den aktaran Bengi, a.g.e., s. 187. Hüseyin Cahit’in Tanin’deki yazılarında

yer verdiği eleştirileri ağırlaştırması ve muhalif bir tutum takınmaya başlaması,

Bengi’ye göre, İttihatçıların ve kendisinin dışlanmasını içine sindirememesindendir.

Hüseyin Cahit, kimi çevrelerin İstanbul ile Ankara arasında hayali bir karşıtlık

yaratma çabası içine girdiği kanısındadır.

Page 96: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

92

“(...) Tanin’e muhalif diyorlar… Bugün müdafaai milliye şeklinde vücud

bulmuş bir hükümetimiz var ki, hiçbir Türk buna muhalif olamaz. Çünkü o

zaman muhalefet değil, hıyanet yapmış olur. (...) Benim zihnimde taraftarlık

kelimesi dalkavukluk manasile müteradif (eş anlamlı) değildir. İnsanların

layuhti (hatadan arınmış) olduğuna, bir adama mevkii iktidara gelmek ve

esasen haiz olmadığı zeka, vukuf, ihata, liyakat ve kabiliyetin de mintarafillah

(Allah tarafından) geleceğine kanaatim yoktur. Zannederim Meclis-i Milli de

bu kanaattedir ki, arada sırada vekillerini değiştiriyor. (...) Şurasını da

söyleyeyim ki, icraatı hükümette elde hurdebin (büyüteç) ile kusur aramak

taraftarı da değilim. (...) Acı olan hakikati gazete sütunlarında görmekten

hoşlanmayanlar belki buna ‘muhalefet’ diyebilirler. Fakat ben bunun

memlekete ‘hizmet’ olduğuna kaniyim.”31

Basında iktidara yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmı

özgürlüklere ilişkindi. Mustafa Kemal Paşa’nın bir diktatörlük

kurmasından endişe ediliyordu. Çok partili bir yapıda olan İngiliz

Parlamentosunun özgürlüklerin de güvencesi olduğuna 1923 yılının ilk

aylarında bazı basın organlarında değinilmişti. Hüseyin Cahit de, kişisel

özgürlüklerin önemine değinmekteydi.32

31Tanin, 20.2.1923’den aktaran Bengi, a.g.e.,s. 187-88.(dipnot 497). Hüseyin Cahid

Yalçın, anılarında, kendisine karşı Ankara Hükümeti ve belirli çevrelerin olumsuz

bakışının vaktiyle Tanin’in İT Cemiyetinin yayın organı gibi görülmesinden ileri

geldiği kanısındadır. Yalçın, a.g.m. Oysa, ona göre, İT’ye mensup olduğu zaman da

Tanin bağımsız düşünceden ödün vermemiştir. Yeni Tanin ise, ulusal egemenlik

esaslarını ve Halk Fırkası ilkelerini göz önünde bulundurmakta ve ilkelere

uyulmasını, yasaların her şeye egemen olmasını ve eski mutlakiyet idaresinin artık

geçmişte kalmasını istemektedir. Tanin, 4.7.1923. 32Hüseyin Cahit, “Hürriyeti Şahsiyye”, Tanin, 4.3.1923’den aktaran, Güz,

Türkiye’de... , s. 73.

Page 97: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

93

Ankara’nın mı yoksa İstanbul’un mu başkent olması gerektiği

konusunda 1922 yılı sonlarına doğru başlayan tartışmada, Hüseyin

Cahit, İstanbul’un tercih edilmesi yönünde kamuoyu oluşturmaya

çalışmakta,33 İkdam ve diğer bazı basın organlarından bu düşüncesine

destek bulmaktaydı. Mustafa Kemal ise, 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te

yaptığı konuşmada, başkentin kıyıdan uzak ve merkezi bir yerde, yani

Anadolu’da bulunmasının yararları üzerinde durmuş, açık bir biçimde

Ankara’yı tarif etmişti. Hüseyin Cahit’e göre, Ankara başkent yapılırsa,

İstanbul’dan bir Türk ve Müslüman göçü başlayabilirdi: “... Tahripkar

tenkitlerden korkarak merkezini değiştiren bir hükümetin hiçbir zaman

kimseye telkin-i hürmet ve itimat edemeyeceğini de hesaba katmalıdır.”

Bu görüşleri savunmakta olan Hüseyin Cahit, birkaç ay sonra bu

ısrarından vaz geçecektir. Mustafa Kemal Paşa, Eskişehir nutkunda,

yapılan devrimin Meşrutiyet ve daha önceki devrimlerden ne denli farklı

olduğunu vurgulamıştır. Hüseyin Cahit ise, ulusal hükümeti 1908

hareketinin bir devamı ve kardeşi görmekte, Mustafa Kemal’in parti

kurma isteğine ise karşı çıkmaktaydı.34

33Tanin’in 17.3.1923, 22.3.1923 ve 13.4.1923 günkü sayılarında çıkan “İstanbul’un

Kusurları”, “İstanbul’un Kusurlarından” ve “Ali Fuat Paşa Hazretleriyle Mülakat”

başlıklı makaleler. Türker, a.g.e., s. 77-8 34“Siyasi mesleklere müstenid fırka hükümetleri bizim için henüz süs addolunabilecek

sun-i, ca’li işlerdir. Biz herşeyden evvel muntazam bir hükümet partisi kurmağa

mecburuz. Memlekette olmayan budur ve bunu yapmak için de siyasi fırkalara değil,

vatan fikri etrafında toplanabilecek mukadder, afif [namuslu], fedakar ve çalışkan

kimselere ihtiyaç vardır. Bulunduğumuz nazik ve müşkil vaziyeti idrak eden zatların

Page 98: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

94

Hüseyin Cahit, Hükümet çevrelerinde ve Hükümet yanlısı

basında kendisine karşı olumsuz tutum takınılmasından ve her türlü

değerlendirmesinde gizli bir amaç aranmasından yakınmaktaydı.35

Kendisine yöneltilen eleştirilere karşın, o, kendi bildiği yolda yürümekte

kararlıdır.36

Ağa Han ve EmirAli’nin Hilafet ve bu makamın İslam dünyası

bakımından önemi konusunda Türk Hükümetine yazdıkları mektubun 5

Aralık 1923 günü Tanin’te yayımlanması nedeniyle Hüseyin Cahit

İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştır.37

böyle bir gaye etrafında birleşmemeleri affolunamaz bir kabahat olur.” “Kuvvetli

Hükümet”, Tanin, 1.4.1923’den aktaran Türker, a.g.e., s. 63. 35“Yeni intihabat icrasından memnun olduk mu? İttihatçıların işine geldi denilecek.

İntihabata şu sırada ne lüzum vardı desek, İttihatçılar galiba boş bulundular, henüz

hazırlıklarını yapmadılar da onun için memnun olmuyorlar, hükmü verilecek...”

Bengi, a.g.e., s. 188-9. 36“Bu kararı verirken düşündüm ki ben Türk ve müslüman olarak doğdum. İttihatçı

veya fırkacı olarak doğmadım. Bu vatan benim gibi Türk ve müslüman doğmuş bütün

fertlerin müşterek bir anasıdır. Binaenaleyh, yeni bir milli hükümet kurulmakta

olduğu bir sırada bu vatanın evlatlarından her birinin vazifesi her şeyden evvel

vatanın umumi menfaatlerini, hayatını, istikbalini düşünmek ve yalnız bunları

düşünerek yalnız bu gayeye hizmet etmekten ibaret olabilir.” Tanin, 5.4.1923’den

aktaran Bengi, a.g.e., 189 37“Beni bırakınız. Çünkü masumum. Çünkü vatan haini değilim, diyorum.

Huzurunuzdan beraat kararı ile çıkmayı arzu etmekliğimizin en birinci nedeni de,

vatanımın şeref ve haysiyetinin muhafazası endişesidir. Dünyada bunu kim işitirse

benim için ‘işte siyasi iktidar kurbanı olmuş bir zavallı’ diyecektir. Sonra da,

‘medeniyet ailesi içinde eşit hukuk ile mevki sahibi olmak isteyen hürriyetperver asri

Türk Cumhuriyeti bu mudur’ diye soracaklardır. Yüce Mahkemenizden yalnız adalet

istiyorum. Çünkü bu, hem benim namusumu kurtarmaya kafidir, hem de

memleketin.” Bengi, a.g.e., s. 228

Page 99: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

95

Nisan ayında seçimlerin yenilenmesi kararının alınmasıyla

birlikte bir başka grup, eski İT’ciler, kendilerinden söz ettirmeye

başlamışlardır. Özellikle İstanbul ve çevresinde etkili görünüyorlardı ve

daha başından itibaren bazı konularda Ankara’dan farklı düşündüklerini

belirtmekteydiler. Bununla birlikte, İT’liler seçimlerde Mustafa Kemal’i

ve Birinci Grubun38 adaylarını destekleyeceklerini bildirmişlerdir.39

İkinci Grup adaylarının Meclis’e giremeyeceklerini anlayan Hüseyin

Cahit, bu Grup mensuplarının Meclis dışında bırakılmasını doğru

bulmamaktaydı.

“…Mademki birinci grup, dar bir fırka halinde kalmak istemeyerek,

memleketin bütün diri, münevver ve teceddüt perver kuvvetlerini toplamağa

çalışan bir heyet-i mecmua şeklinde tecelli ediyor; fırkacılığın dar zihniyetile

38Sezgin, 10.5.1921 günü oluşturulan Birinci Grubun siyasi edebiyatımızda genel

olarak “İnkılapçı” grup olarak anıldığını, bir yıl sonra kurulacak olan İkinci Grubun

ise “Muhafazakar” olarak nitelendirildiğini belirtmektedir. Başlangıçta Birinci Gruba

mensup iken sonraları İkinci Gruba geçen Ali Fuat Paşa (Cebesoy), İkinci Grubun,

zamanın Meclis Reisi Mustafa Kemal Paşanın diktatörlüğe yönelmesinden

kaygılananlar tarafından kurulduğunu açıklamıştır. Nutuk’a göre ise, İkinci Grup,

hükümet teşkilatının Teşkilatı Esasiye Kanununa göre yapılmasına karşı çıkmak için

kurulmuştu. Sezgin, a.g.e., s. 81-82. 39 İT’nin seçimlerde kendi adaylarını seçtirmeye çalışacağı yönünde bazı İstanbul

gazetelerinde çıkan haberler üzerine, Hüseyin Cahit, 14.4.1923 tarihli Tanin’de,

İT’nin seçimlerde Birinci Grubu destekleyeceğini, çünkü aynı görüşü paylaştıklarını,

yalnız yürütme ve yasama güçlerinin ayrılığını savunduğunu, bununla birlikte bu

farkın anlaşmaya engel olmadığını ve Mustafa Kemal’e anlaşma teklif edildiğini

yazmaktaydı. Sezgin, a.g.e., s. 132-133. İT’nin eski İaşe Nazırı Kemal Bey de, 20

Nisan 1923 tarihli Yeni Gün’de yayımlanan demecinde, kendilerinin Müdafaai Hukuk

Cemiyetini müşkülata duçar edecek hiçbir hareket ve faaliyette bulunmayacaklarını

belirtmekteydi.

Page 100: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

96

muhakeme yürütmeyerek, intihabatta taraftar değil, aynı yüksek mefkureye

müteveccih muktedir kimseler seçmeye ehemmiyet verilmelidir.”40

Hüseyin Cahit, Hükümetin eski mutlakiyet idaresini çağrıştıracak

uygulamalardan kaçınmasını istemekte,41 yeni fırka kurulması

arayışlarını ise özenti saymaktadır.42

Lozan Konferansının gidişatının ve Hükümet icraatlarının

muhalif İstanbul basını tarafından sürekli olarak eleştirilmesinin bir

nedeni de, İstanbul basını üzerinde Ankara Hükümetinin denetiminin

olmamasıydı.43 Mustafa Kemal, gazetecilerle İzmit’te gerçekleştirdiği

toplantıda, artık eski etkisi kalmayan Hilafetin Müslüman ülkelerin

gelişmesini engellediğini ileri sürmekte, Hükümeti sürekli eleştirdiği ve

devrim için yapılacak programlara yeteri kadar yer vermediği

40“Nasıl Bir Meclis Olmalı?”, Tanin, 18.4.1923’den aktaran Türker, a.g.e., s. 73-4.

Seçimlerde İkinci Grup üyelerinden hiçbiri milletvekili seçilememiştir. Sezgin’e göre,

bu durumu seçimlerin baskı altında yapılmasıyla veya halkın siyasi bilincinin

yetersizliğiyle açıklamak mümkün değildir. “...Uzun süren savaş yılları sonunda halk

barış istemekte ve sonu belirsiz maceralardan korkmaktadır...” Sezgin, a.g.e., s. 134. 41“Tanin’in bütün yazdığı şey hakimiyeti milliye esasını, halk fırkası umdelerini

gözönünde tutarak devlet adamlarından bunlara sadakat beklemeden ve inhiraf

(sapma) vuku bulunduğunu görürse nazarı dikkati celbeylemekten ibarettir..(...) Tanin

yalnız bir şey istiyor: Umdelere riayet edilsin, kanun her şeye hakim olsun ve eski

mutlakiyetçi idare zihniyeti orada kalsın.” Tanin, 4 Temmuz 1923’den aktaran Bengi,

a.g.e., s. 188. 42“Memleketimizde Avrupa’da olduğu gibi fırka cereyanları vücuda getirebilecek

muhtelif efkar-ı siyasiye göremiyoruz. Bu vadide yapacağımız şeylerin hepsi özenme

olacaktır.” “Neye Muhtacız?”, Tanin, 26.6.1923’den aktaran Bengi, a.g.e., s. 189. 43Güz, Türkiye’de..., s. 69.

Page 101: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

97

gerekçesiyle basından, özellikle de İstanbul basınından yakınmaktaydı.44

Rauf Bey Hükümetinin istifası sonrasında yeni hükümet 13

Ağustos 1923'de Ali Fethi (Okyar) Bey tarafından kurulmuş,45 13

Ekim’de Ankara’nın Başkent ilan edilmesini İstanbul basını iyi

karşılamamıştı.46 Gündemde olan konu, yeni devlete “cumhuriyet”

adının konulup konulmayacağı, bunun ne zaman açıkça ilan edileceği ve

cumhuriyetin Batıdaki gibi bütün kurumlarıyla yerleştirililip

yerleştirilemeyeceğiydi.47

Eylül ayında cumhuriyet rejiminden ve devletin adının Türkiye

Halk Cumhuriyeti olacağından söz edilmeye başlanmıştır. “Halk”

sözcüğünün bolşevizmi çağrıştırdığını söyleyen Hüseyin Cahit, Türkiye

44Yalman, Mustafa Kemal’in gazetecilerden, Hilafetin kaldırılması konusunu halka

işlemelerini istediğini, kendilerinin de bunu yaptıklarını ve zemin hazırladıklarını

belirtmekteydi. Hükümeti ve Lozan görüşmelerini eleştirmelerine karşın gazetelerin

tamamına yakınının Lozan Anlaşması’na yaklaşımı olumluydu. Ahmet Emin Yalman,

Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, (2. B.), İstanbul, Pera Turizm ve

Tic. A.Ş., C. II, 1970, s. 28-31. 45Başvekil Rauf Bey ile İsmet Paşa Lozan müzakereleri boyunca sık sık ihtilafa

düşmüşler, bu ikilinin anlaşmazlıklarında Mustafa Kemal İsmet Paşa’yı desteklemişti.

Güz, Lozan Anlaşmasının imzalanması sonrasında Rauf Bey’in istifa etmesinde bu

nedenleri aramak gerektiğini belirtir. Güz, Türkiye’de..., s. 76 46Ankara’nın hükümet merkezi seçilmesinde iki neden rol oynamıştır. Birincisi,

başkentin kolaylıkla savunulabilmesi; ikincisi, halkının ve basınının önemli bir kısmı

Halife yanlısı olan İstanbul’dan hükümet merkezinin uzak tutulması isteği. Kemal

Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, (2. B.), İstanbul, Afa, 1996, s. 57. 47Hüseyin Cahit, Hanedanın Türk Ulusuna yüz çevirmesi sebebiyle Cumhuriyetin

kurulması fikrini Malta’da iken benimsediğini belirtmektedir. Yalçın, Siyasal…, s.

361.

Page 102: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

98

Cumhuriyeti adını önermekte, Mustafa Kemal Paşa’nın hem Fırkanın

Genel Başkanı hem de Devlet Başkanı olmasına karşı çıkmaktaydı. Bu

durum, ona göre, demokratik açılıma engel olurdu.48

Hüseyin Cahit’in de aralarında yer aldığı muhalif İstanbul

basınına göre, hazırlanmakta olan yeni Anayasa Tasarısında

Cumhurbaşkanlığı ile Meclis ve Parti Başkanlıklarının aynı kişide

birleşmesine olanak tanıyan maddelerin yer alması, Mustafa Kemal’in

diktatörlüğe yönelmesine neden olabilirdi.49 Tanin Başyazarı’na göre,

48“Şüphe yok ki, reisicumhurumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri olacaktır. Bunu

gerek Paşa hazretleri gerek memleket hayrına kaydedilecek bir vak’a diye telakki

ederiz. Gazi Mustafa Kemal Paşa, mücadele-i milliyenin timsali olmak itibarile bütün

memleketin malıdır. Halbuki halk fırkasının reisi mevkiinde bulunuyor. Memlekete

bu kadar hizmet etmiş mümtaz bir şahsiyetin fırka mücadelesi fevkinde kalması

umuma ilka ettiği (bıraktığı) hürmet ve muhabbet hislerine istinad ederek memleketin

tayin-i mukadderatına yüksek bir hakem mevkiine çıkması ve bilaistisna bütün vatan

evladı tarafından sevilebilmesi lazımdır. Halbuki vatanı kurtaran Mustafa Kemal filan

veya filan fırka reisi mevkiine düştükçe buna imkan yoktur. (...) Gazi paşa artık bir

fırkanın reisi değil, bütün vatanın timsali nüfuz ve şevketidir.” Tanin, 23.9.1923’den

aktaran Bengi, a.g.e., 196. 26 Eylül’de, “Biz Halk Fırkasının tebaası değiliz, Türk

Devletinin vatandaşıyız. Hiçbir Türk vatandaşı Halk Fırkası’na itaatle mükellef

değildir.” demekte ve diktatörlüğe yol açacağı gerekçesiyle devlet-parti

bütünleşmesine karşı çıkmaktaydı. a.g.e., s., 196. 49“... Halbuki herşeyden evvel memleketin menafi-i aliye ve daimesi göz önünde

tutulmak ister, Teşkilatı Esasiyede yapılacak tadilatı mutlaka Gazi Mustafa Kemal

Paşa hazretlerinin şahsi olarak ihraz etmiş olduğu mevki-i müstesna ve muhterem ile

telif etmeğe uğraşmak biraz yanlış olur. Biz daha ziyade gayri şahsi olarak vatan

binasını kurmağa mecburuz. Gazi Paşa hazretleri gibi bariz ve kuvvetli bir şahsiyet

reis-i cumhurlukta da büyük bir nüfuz ve faaliyet sahası bulabilir. Hem hiç

yıpranmadan, eskimeden. Fakat behemehal faal bir mübareze-i siyasiyeden ayrılmak

istemedikleri takdirde, heyeti vekile riyasetini tercih edebilirler. Bunda şeref ve

haysiyetini mahal hiçbir nokta göremeyiz.” “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda Tadilat”,

Tanin, 30.9.1923’den aktaran Türker, a.g.e., 105. İstanbul Barosu Başkanı Lütfi

Page 103: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

99

egemenliğin İngiltere, Fransa ve Belçika’daki gibi bir ulusal hükümet

biçiminde kullanımı yararlı olurdu. Cumhuriyet hukuken ve fiilen var

olduğu için, Cumhuriyetin ilanından kaçınılmamalı ama, bütün yetkiler

Meclis’e bırakılmamalıdır.50

Cumhurbaşkanı olduğu zaman Mustafa Kemal Paşa’nın Parti ve

Meclis Başkanlıklarını bırakmasını isteyenler olduğu gibi, Paşa’nın daha

geniş yetkilerle donatılmasını ve Mussolini ve Lenin gibi bir diktatör

olmasını savunanlar da vardı. Suphi Nuri’ye göre, Meclis ve Hükümet

ülkeyi ileri götürememişti, Halk Fırkası bir fikir partisinden çok

menfaatperest topluluğunu andırmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa

meydana çıkmalı, yönetimi ele almalı ve herkesi kurtarmalıydı.51

Hüseyin Cahit ise, Mustafa Kemal’in halen sahip olduğu mevkiyi

bırakıp diktatörlük istemeyeceğini, çünkü onun vatanı için çalıştığını ve

Fikri de, 20.8.1923 tarihli Tanin’de, benzeri bir görüşü savunmaktaydı. Ona göre,

Paşa, mademki iş görmekte devam etmek istiyor, bizzat Heyet-i Vekilenin başına

geçmeli, idareyi bilfiil ele almalıdır. “Hükümet ve Düşündüklerim”, Tanin,

20.8.1923’den aktaran Türker, a.g.e., s. 105 (dipnot 85). 50Hüseyin Cahit, “Hükümeti Milliye ve Cumhuriyet”, Tanin, 29.9.1923’den aktaran

Güz, Türkiye’de..., s. 78. Güz, Cumhuriyetin ilanından önce Ankara ve İstanbul

basını arasında büyük bir çekişmenin varlığına ve çekişmenin taraflarına dikkat

çekmektedir. İstanbul basınındaki eleştirilere Hakimiyeti Milliye ve Yeni Gün’ün

Hükümet icraatlarını savunarak cevap verdiklerini, İstanbul’daki Akşam’ın da

Hükümet yanlısı olduğunu, basındaki bu çekişmenin zaman zaman çok sertleştiğini

ve hatta Ankara basınının tehditler savurmasına kadar vardığını belirtmektedir.

İstanbul basını da tek bir bütün değildir, birbirlerini de eleştirmekteydiler. İstanbul

basını içinde Ankara’nın şimşeklerini üzerine en çok çekeni, Tevhid-i Efkar idi. Güz,

Türkiye’de..., s. 77. 51a.g.e., s. 79-80.

Page 104: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

100

bu yüzden sevildiğini, diktatörlük istemesi halinde, birkaç kişinin

dışında yanında kimsenin kalmayacağını belirtmekteydi. Ona göre,

Mustafa Kemal şayet Vahdettin’in yerine geçmek için yola çıkmış

olsaydı, Türk Ulusunu yanında bulamazdı. Mustafa Kemal yalnız

değildi, onunla birlikte savaşan ve bu yolda canlarını veren birçok vatan

evladı vardı. Mustafa Kemal diktatörlük mevkiine çıktığı gün nüfuzunu

kaybedecekti. Halk, diktatörlüğü asla kabul etmeyecekti.52

Anayasa değişikliğine ilişkin Tasarının Meclise sunulmadan

önce kamuoyunda tartışılmasını53 gerekli gören Hüseyin Cahit, Halk

Fırkası’nı açık olmamakla suçlamıştır.54

Cumhuriyet, basının hiç beklemediği bir anda, 29 Ekim 1923’te

ilan edildi. Bazı basın organları, değişik gerekçelerle, Cumhuriyetin

ilanından sonra da Hükümeti eleştirmeye devam ettiler. Basın

cumhuriyetin bütün kurumlarıyla işletilmesini istemekteydi; yalnızca

yönetim şeklinin adının değişmesi yeterli değildi.55 Cumhuriyetin ilanı

sonrasındaki tepkilerin bir kısmı kişisel sürtüşme ve çekememezlikten

kaynaklanmaktaydı.56

52“Mühim Bir Münakaşa”, Tanin, 9.10.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 80. 53“Ne Var?”, Tanin, 24.10.1923’ten aktaran Türker, a.g.e., s. 96 54“Beğenilecek Bir İş”, Tanin, 23.10.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 81. “Teşkilatı

Esasiye Etrafında”, Tanin, 25.10.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 80 55Güz, Türkiye’de..., s. 86 56Falih Rıfkı, Cumhuriyetin ilanı sonrasında ortaya çıkan hoşnutsuzluğun ilan kararının

Meclis ve halk efkarı önünde açıkça ve serbestçe tartışılmaksızın acele ilan

edilmesine bağlanamayacağını, bazı çevreler için bunun bir bahane olduğu

Page 105: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

101

Cumhuriyet, Hüseyin Cahit’e göre, “alkış ile, dua ile, şenlik ve

şehriayin” ile yaşayamaz, ancak doğru idare ile yaşayabilirdi.

Cumhuriyet bir tılsım olmadığı gibi Millet Meclisi’ne de bir tılsım

yapılmamıştı. Her işin kendiliğinden düzeleceğini sanmak hataydı.

Çareler yine insanlar tarafından bulunacaktı. Asıl sorun, Cumhuriyetin

yönetim biçimi değişikliği ile birlikte zihniyet değişikliği getirip

getirmediği ve vekillere devlet adamı kafasını hediye edip etmediği idi.

Hüseyin Cahit, “cumhuriyet”in en iyi yönetim biçimi olduğuna

inandığını ancak, bu sözcüğün putlaştırılmaması gerektiğini

belirtmekteydi. Asıl önemli olan cumhuriyetin yönetime

görüşündedir. Ona göre, İT’den arta kalan nüfuzlular değişik gerekçelerle eski

kolağası Mustafa Kemal’in aleyhindedirler. Dr. Nazım, Kara Kemal ve Mehmet

Cavid’in aleyhtarlık gerekçelerini izah etmekte ve Hüseyin Cahit’ten de söz

etmektedir. “Hüseyin Cahit, Tanin gazetesinin başında Ankara’ya karşı savaşa

geçmişti. Cahit, hiç şüphesiz bir mürteci değildi. Daha meşrutiyet devrinde Latin

yazısının kabul edilmesi lehinde bulunmuştur. Fakat ta başlangıçtan beri, ne Mustafa

Kemal ona, ne de o Mustafa Kemal’e ısınabilmiştir. 1908 Meşrutiyetinde İttihat ve

Terakki Fırkasının gaztecisi iken, Selanik’te toplantı olmuş ve Cahid’e bir altın kalem

hediye edilmek teklifi ortaya atılmıştı. Merkez-i umumi politikasını sevmiyen ve

beğenmiyen Mustafa Kemal, bir nutuk söyliyerek, o politikanın İstanbul’daki

savaşçısına altın kalemin verilmesini reddettiğini veya reddettirmeye çalıştığını

kendisinden dinlemiştim…” Falih Rıfkı, Mustafa Kemal’in kurmak istediği yeni

Türkiye ve yeni Türk toplumu ile Hüseyin Cahit’in gençliğinden beri rüyasını

gördüğü yeni zamanlar Türkiyesi arasında hiç bir farkın bulunmadığını

belirtmektedir. Velit Ebüzziya’yı ise vatansever, ulusçu, koyu şeriatçı (padişahçı ve

Hilefet’çi) denecek kadar geri düşünceli bulmaktadır. Falih Rıfkı Atay, Çankaya,

İstanbul, Bateş A.Ş., 1998, s. 381-2. Yalçın da, Mustafa Kemal Paşa’yı kastederek,

“... Ülkü bakımından birbirimize bu kadar yakın olduğumuz halde yaşamda

birbirimizi anlayamayışımız gerçek bir gariplik oluşturmuştur.” demektedir. Yalçın,

Siyasal…, s. 372.

Page 106: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

102

uygulanmasıydı. Anayasa değişikliği tasarısının Fırka grubuna bile

getirilmeden birkaç saat içerisinde yasalaştırılmasını yadırgamaktaydı.57

İsmet Paşa başkanlığındaki ilk “Cumhuriyet” Hükümetinin, eski

kabinenin hemen hemen aynısı olduğuna işaret eden Hüseyin Cahit, yeni

hükümete güvenmemekteydi.58 Cumhuriyetin ilanını bir “emri vaki”

olarak niteleyen Rauf Bey’e Hüseyin Cahit’ten destek gelmekteydi.

Tanin Başyazarı, iyi bir şey yapmak için kötü bir yol tutulduğu

kanısındaydı.59 Parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı görevi aynı kişide

birleşmemeliydi.60

57“Yaşasın Cumhuriyet”, Tanin, 31.10.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 87. Türker,

a.g.e., s. 121-2. 58“... Demek oluyor ki, eski kabinenin tekmil-i muvaffakiyetsizliği giden bu üç vekilin

yüzünden idi... Şu kanaatteyiz ki İsmet Paşa Kabinesi, Fethi Bey kabinesinden daha

çürüktür. Esbab-ı zaafı kendi içindedir. Yine hariçden gelecek sızmalar değil, kendi

içinden çıkacak gailelerle yıkılacaktır.” “Yeni Kabine”, Tanin, 1.11.1923’ten aktaran

Türker, a.g.e, s. 123. Güz, a.g.e., s. 87. 59“... Hükümetimizin şekli Cumhuriyet oldu. Pek güzel oldu ve iyi oldu. Fakat bunu

yapanın tarzı o kadar aculane, o kadar gayr-i menus idi ki Cumhuriyet’in en samimi

taraftarlarında bile bir ürkeklik husule getirdi.” “Son Vaziyet”, Tanin, 2.11.1923’ten

aktaran Türker, a.g.e, s. 126. 60“Gazi Paşa Hazretlerinin sırf kendi nefislerinin menfaatini düşünerek hayat-ı

hususiyeye çekilmesi ne kadar şayanı takdir ve memnuniyet ise, riyaseti cumhuriyete

çıktıktan sonra fırkacılık etmekte devam göstermesi bu memnuniyeti tahfif edecek

(hafifletecek) kadar bir hata olur. Memleketin kaybetmemeye muhtaç olduğu Gazi

Mustafa Kemal Paşa, fırkacılıktan kendini çekmekle memleket hesabına

kaybolacaktır. Bu dakikada bunun kendilerinin aciz fakat halis bir takdirkarı sıfatıyla

yazmak ve söylemek borcumuzdur. Halk Partisi riyasetinde kalan bir Mustafa Kemal

Paşa cereyanı vekayi ve hadisat ile behemehal yıpranmaya ve küçülmeye

mahkumdur. Halbuki, bütün fırkaların fevkine çıkmakla ilelebed mevkii bülent ve

muhteremini (saygıdeğer ve yüce konumunu) muhafaza edeceği şüphesizdir. (...)

Fırkanın mütezelzil (sallanan) talihine Mustafa Kemal Paşa’nın talihini de niçin

Page 107: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

103

Nutuk’ta Cumhuriyet’in ilanının yarattığı sevince katılmayan kişi

ve gazetelerin varlığına işaret olunmakta61 ve bu konudaki suçlamaların

bazıları ise doğrudan doğruya Tanin’e ve onun Başyazarına

yöneltilmektedir.62

bağlamalı? Fırka düşerken niçin Mustafa Kemal Paşa’yı da beraberinde sürüklemeli?”

Tanin, 4.11.1339 (1923)’den aktaran Bengi, a.g.e., s. 202-3. Bengi, Hüseyin Cahit’in

eleştirilerinin bu denli yoğunlaşmasında, İttihatçılığın etkilerini görmektedir.

Kendilerinin başına geçmesi yönünde Mustafa Kemal Paşa’ya götürdükleri teklife

olumlu yanıt alamayan İttihatçılar, İT varken Halk Fırkasının kurulmasını doğru

bulmamaktaydı. Oysa, Mustafa Kemal Paşa kendi örgütünü kurmayı yeğlemişti.

Bengi, Hüseyin Cahit’in tutumunda kişisel bazı nedenlerin (kıskançlığın) de rol

oynadığı düşüncesindedir. Malta’dan yurda dönüşünde Cumhuriyet Partisi adlı bir

parti kurmak istemişse de bunu başaramamış, partiyi Mustafa Kemal kurmuştu.

Yalçın, anılarında bu adla bir parti kurmayı tasarlamış olduğunu belirtmektedir. Bkz.

Yalçın, Siyasal…, s. 362. 61“... Yalnız İstanbul’da çıkan iki üç gazete ile İstanbul’da toplanan bir takım kişiler

ulusun genel ve içten gelen sevincine katılmaktan çekindi, kaygıya düştü;

Cumhuriyetin kuruluşunda önayak olanları eleştirmeye başladı. Sözkonusu

gazetelerin ve kişilerin, Cumhuriyetin kuruluşunu nasıl karşıladıklarını anlamak için,

yalnız o günlerdeki yayınları gözden geçirmek yeter.” Mustafa Kemal Atatürk,

Söylev (Nutuk) II, (8. B.), Ankara, TDK, 1981, s. 595. 62“Örneğin, ‘Yaşasın Cumhuriyet’ başlığı altındaki yazılar bile cumhuriyetin

yadsınacak bir biçimde kurulup halka duyurulduğunu; bunda ‘sıkboğaza getirilmiş bir

durum’ sezildiğini yayıyordu. Bu yazıları yazan şu düşünceleri ileri sürüyordu: ‘...

Şöyle olacağı, böyle olacağı söylenip dururken, öte yandan birdenbire, birkaç saat

içinde, Anayasa değişikliği yapılıvermesi en yumuşak deyimiyle olağandışı bir

davranıştır.’

“Bizim yaptığımız iş, ‘uygarlık dünyasını anlamış, okumuş, incelemiş, devlet

yönetiminde yeterlik kazanmış kafalardan çıkacak düşünce sonucu’ değilmiş...

“Cumhuriyetin ilanını Meclisin alkışlarla kabul etmesi, ulusun toplarla kutlaması

eleştiriliyor; deniliyorki: ‘Cumhuriyet alkış ile, dua ile, şenlik ve bayram yapmakla

yaşamaz. Cumhuriyet bir büyülü değnek değildir. Millet Meclisinde bir büyü yapıldı.

Bundan sonra her iş kendiliğinden düzelecek, her derdin çaresi kendiliğinden

bulunacak değildir.’

Page 108: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

104

“Bu yazarın ve benzerlerinin, cumhuriyeti kurmak kararının alınışında ve

cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili yasada gördükleri yanlışlık ve eksiklikleri

eleştirmelerini içtenlikli saymak için çok bön olmak gerekir. Eğer bu yazarlar,

cumhuriyetin ilanı günü yaygaralı saldırılara başlamayıp, önce cumhuriyet

ilanını iyi gözle görseler, içtenlikli karşılasalardı; kamuoyunu kuşkuya ve

düzensizliğe sürükleyecek yerde, cumhuriyetin iyi ve onun ilanının pek

yerinde olduğunu kamuoyuna aşılayacak yazılar yazsalardı, ondan sonra

yapacakları her türlü eleştirinin içtenliğini ileri sürmekte haklı olabilirlerdi.

Ama gördüğümüz davranış biçimi böyle olmamıştır.”63

8 Kasım 1923 tarihli Akşam’da, cumhuriyetin ilanı ile birlikte

Hilafet sorununun gündeme geldiği, Halifenin istifayı tercih ettiği

bildirilerek bütün İslam ülkeleri temsilcilerinin İstanbul’da toplanıp yeni

halifeyi seçecekleri belirtilmekteydi. Ertesi gün bu haber Tanin’de tekzib

edildi. 10 Kasım'da ise, Lütfi Fikri’nin Halifeye yazılmış açık bir

mektubu Tanin’de yayınlandı. Mektubunda istifa söylentilerini

çıkaranları gelecek nesillerin lanetleyeceğini belirten Lütfi Fikri haberin

tekzib edilmesinin gönüllere su serptiğini belirtti. Fakat, istifa olayının

ebediyete kadar gömülmesini istedi. Bazı hallerde bazı görevler için

istifanın yerinde olacağını ileri süren Lütfi Fikri, Halifenin istifasının

vatan ve İslam aleminin aleyhine bir durum teşkil edeceğini söyledi.

“‘Ben cumhuriyetçiyim.’ diyenlerin, cumhuriyetin kurulduğu gün, kalemlerinden

çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En iyi hükümet biçiminin cumhuriyetten başka

bir şey olamayacağına inandığı savında bulunanların: ‘Cumhuriyet sözcüğüne bir put

gibi tapmam.’ demelerindeki anlam ve emel ne idi?” 63a.g.e., s.597-598.

Page 109: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

105

Lütfi Fikri, büyük sorumluluk nedeniyle Halifenin istifa edemiyeceğini

belirterek, Halifenin istifa etmesi halinde Osmanlı Hanedanının hem

Hilafeti hem de Osmanlı Hanedanı’nın Halifelik hakkını kaybedeceğini,

vatan dışına çıkmak zorunda bile kalacağını yazdı. Akşam’daki habere

de değinen Lütfi Fikri, Hilafetin Türk Ulusun elinde bir hazine

olduğunu, bu hazinenin elimizden çıkmasını kendimizin istediğini

belirterek, Halife istifa ederse yeni Halifenin belki şimdi Türklerden

seçilebileceğini, fakat ileride kimin nereden halife seçileceğinin

bilinmediğini söyledi. Halifeye de seslenerek, istifa etmesi halinde,

vatana, ulusa, tarihe ve atalarına karşı sorumlu olacağını belirtti.

Akşam’daki habere değinerek, Hüseyin Cahit, barışın sağlandığı

ve ileriye dönük planların yapıldığı, hala birçok sorunun halledilemediği

bir ortamda hilafet konusunun gündeme getirilmesini doğru bulmadığını

belirtmektedir. Akşam’da çıkan haberde, istifa durumunda Hilafetin şekli

ve seçiminin de değişeceğini belirten Hüseyin Cahit, halife seçiminin

yasada açıkça belirtildiğini, Akşam’ın bu haberi mebus olan bir

ortağından öğrenmiş olabileceğini ileri sürdü. Hüseyin Cahit, arkadan

verilmiş bu emrin yakında uygulamaya konacağını, yine emri vaki

karşısında bulunulduğunu ve arkadan verilen bu kararın onaylanacağını

söyledi. Cumhuriyeti de bir oldubitti olarak gören Hüseyin Cahit, Hilafet

konusunda Meclise hiç olmazsa görünüşte hürmet gösterilmesini istedi.

Ona göre, Millet Meclisinin bu kadar kayıd altında kaldığını, dışarıda

verilen kararları onay mevkiine indirildiğini görmek cidden üzücü bir

Page 110: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

106

olaydır. Hüseyin Cahit, Halifenin yeni sisteme göre seçilmesi halinde

Hilafetin Türklerin elinden çıkabileceğini, bu durumda beş on milyonluk

Türkiye Devletinin İslam aleminde hiç ehemmiyetinin kalmıyacağını,

Avrupa nazarında küçük ve kıymetsiz bir hükümet mevkiine

düşeceğimizi belirtti. Bu, ona göre, ulusçuluk değildir. Milliyet hissini

kalbinde duyan her Türkün Hilafete dört elle sarılmak mecburiyetinde

olduğunu söyleyen Hüseyin Cahit, “çünkü Hilafet Türklük için bir

kuvvettir. Hilafeti Türkiye hududlarından dışarıya çıkaracak surette

hareket etmek intihardan farksızdır.” demektedir.

Hilafetin Türklerde kalmasının İslam dünyasınca da kabul

edildiğini belirten Hüseyin Cahit, neden yokken bir halife seçiminin

uygun olmadığını, toplanacak olan temsilcilerin halifeyi Türklerden

seçseler bile kimi seçeceklerinin belli olmayacağını ileri sürdü. Hüseyin

Cahit, Reisicumhurun halife seçilmesi halinde laik, demokratik

cumhuriyetten uzaklaşılmış olacağını ve Saltanatla Hilafetin

ayrılmasının anlamsız kalacağını söyledi. Kaldı ki, diğer İslam ülkeleri

temsilcilerinin gelecek yıllarda halifeyi hangi ülkeden seçecekleri belli

değildir. Hilafetin her halukarda Türklerde kalması için önlem

alınmasını istedi ve Akşam’ın sözünü ettiği önlemin yarım kalmasını

diledi.64 Hilafetin kaldırılması konusu hükumet taraftarı basın tarafından

sık sık gündeme getirilirken, önde gelen yazarlar da Hilafet kurumunu

eleştiriyordu. Yakup Kadri, Aralık ayı içerisinde Akşam’da yayınlanan

64“Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11.11.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 115.

Page 111: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

107

bir makalesinde, Hanedan ve damat maaşlarının cumhuriyet bütçesinden

ödenemiyeceğini söyleyince büyük bir tepki gördü.

Mustafa Kemal’e göre, Cumhuriyet ilanına yönelik bu eleştirileri

yapanların amacı hiç olmazsa Hilafeti kurtarmaktı.65 Cumhuriyetin ilanı

üzerine İstanbul’da kimi kişiler ve bazı gazeteler Halifeye de bir rol

vermek isteğine kapılmışlardır. Halifenin görevden çekildiği ya da

çekileceğine ilişkin gazetelerde söylentiler ve yalanlamalar

yayımlanmıştır. Sorun bir söylenti niteliğinde olmadığı gibi, bir

yalanlama ile çözümlenecek ölçüde önemsiz de değildir. Cumhuriyet

ilanının yeniden bir halifelik sorununu ortaya çıkardığı yönünde görüşler

ileri sürülmektedir. Gazi Mustafa Kemal’e göre, bu kişi ve çevreler, hem

kendilerini halifelik görevlerini saptamaya çağırmaktalar, hem de

Müslümanlık dünyasının hoş görmeyeceğini belirterek gözdağı vermeye

çalışmaktadırlar. Tanin’de yayımlanan Lütfi Fikri Bey imzalı Halifeye

açık mektubu buna örnek olarak göstermekte ve bu mektubu

değerlendirmektedir. 66

65Atatürk, a.g.e., s. 827-833. 66“ ‘... Lütfi Fikri Bey’in yazdığı bu mektupta, Halifenin görevden çekildiği

söylentilerinin ulusun ne denli üzüntü ve acı duyduğunu tanıtlamak için bir vapur

öyküsü uydurulmuştu. Vapurda oturanların, Halifenin görevden çekildiğini duyunca

yüzlerine üzüntü ve kaygı çökmüş. Birbirlerini tanımayanlar içtenlikle görüşmeye ve

çok görüşmeye başlamışlar. Ortak kaygıları bunları bir dakikada dost etmiş.

“Lütfi Fikri Bey: ‘Gönül istiyor ki bu çekilme sözü sonsuza değin gömülsün kalsın.’

diyor; çünkü: Dünya için karayazı olur’muş.

“Lütfi Fikri Bey, ulusa şunu da aşılıyordu: ‘Şaşarak ve üzülerek görülüyor ki, bugün

şu kutsal hazineye (yani halifeliğe) saldırmak isteyenler, dışardan kimseler, Türkü

çekemeyen müslüman uluslar değildir; biz, Türkler kendimiz, kendi elimizde bu

Page 112: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

108

“Baylar, yabancılar halifeliğe saldırıda bulunmuyorlardı; ama, Türk ulusu

saldırıdan kurtulmuyordu. Halifeliğe saldıranlar, Türkü çekemeyen müslüman

uluslar değildi. Ama, Çanakkalede, Suriye’de, Irak’ta İngiliz ve Fransız

bayrakları altında Türklerle vuruşan Müslüman uluslardı. Bunları, Türk

ulusuna kolaylıkla saldırabilmek için ayakta kalması yeğ görülen halifeliğin

ortadan kaldırılmasını: ‘Türklük için kendi kendini öldürtmektir.’ diye

nitelemeleri ve cumhuriyetin amacını: ‘Halifeliği ortadan kaldırmak için biz

Türkler girişimlerde bulunuyoruz.’ Sözleriyle açıklayıp ilan etmeleri, kuşku

yok ki, etkisiz kalmadı.”67

Lütfi Fikri Bey’in bu yazısının ertesi gün aynı gazetede Başyazar

tarafından kaleme alınan “Şimdi de Halifelik Sorunu” başlıklı yazı ile

desteklendiğine işaret edilmiştir.

“... 11 Kasım 1923 günlü Tanin’in ‘Şimdi de Halifelik Sorunu’ başlıklı

başyazısı okununca, cumhuriyetin kuruluşuna engel olmayanların, ne pahasına

olursa olsun, halifeliğin kaldırılmasını önleyebilmek için çaba göstermeğe ve

çalışmaya başladıkları anlaşılır. Tanin’in bu yazısında, padişah oğullarının

mektupları yayımlanarak, padişah soyundan olan kişiler halka sevdirilmeye

çalışılıyor. Ayrıca, padişah soyundan olanların haklarına karşı çirkin saldırılar

yapıldığı ve bunu yapanın, partimizin en seçkin takımından olduğu

belirtildikten ve Cumhuriyet Hükümetini ulus gözünde kötü göstermek için ne

söylemek gerekli ise onlar da yazıldıktan sonra, Halifenin çekileceği

söylentisine değinilerek : ‘Arkadan arkaya verilmiş bir karar karşısındayız’

deniliyor. Sonra da: ‘Millet meclisinin bu denli özgürlükten yoksun kaldığını,

halifenin elimizden temelli çıkarılmasıyla sonuçlanabilecek girişimlerde

bulunuyoruz!’” a.g.e., s. 604-605.

Page 113: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

109

dışarıda verilen kararları yasalaştırmak durumuna düşürüldüğünü görmek

gerçekten acı oluyor.’ sözleriyle Meclis, bize karşı kışkırtılıyor; Cumhuriyetin

ilanını kabul eden meclisin hiç olazsa Halifeliğin kaldırılmasını, oldubitti

biçiminde kabul etmemesinin sağlanmasına çalışılıyordu.”68

Hüseyin Cahit’in halifeliğin bizden gitmesinin olası sonuçlarına,

Türkiyenin Müslümanlık dünyasında hiçbir öneminin kalmayacağına

ilişkin görüşleri69 de Nutuk’ta yorumlanmaktadır. Mustafa Kemal’e göre,

halifeliğe dört elle sarılmak zorunda bulunan bir yönetim biçiminin

cumhuriyet olamayacağını anlayabilmek için de büyük bir yetenek

gerekmez.70

67a.g.e., s. 605. 68a.g.e, s. 605-6 69“Halifelik bizden giderse, beş on milyonluk Türkiye devletinin Müslümanlık dünyası

içinde hiç önemi kalmayacağını, Avrupa siyasası karşısında da küçücük ve değersiz

bir hükümet durumuna düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir yetenek gerekmez.

Ulusseverlik bu mudur? Gönlünde gerçek ulusçuluk duygusu olan her Türk, halifeliğe

dört elle sarılmak zorundadır.” 70 “… Tanin başyazarı, kendisinin cumhuriyetçi olduğunu ilan etmişti. Ama öyle bir

cumhuriyetçi ki, onun istediği cumhuriyetin başında halife sanıyla

Osmanoğullarından bir kişi bulunacaktır. Yoksa yapılan iş, akıl ve yurtseverlik ile,

ulusçuluk duygusu ile hiç bağdaşmazmış. Halifeliği, elimizden hiç alınamayacak

biçimde korumakla görevli imişiz. Bu konuda gizlice alınan karar, sonuçuz kalmalı

imiş.”

“Baylar, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin amacı bugün kolaylıkla

anlaşılmaktadır. Yarın daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiyede

cumhuriyetin ilan edildiği gün ona hiç acımadan saldıranların başında,

‘cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını gördükleri zaman şaşacaklarını hiç

sanmayınız.! Tersine, Türkiyenin aydın ve cumhuryetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi

geçinmiş olanların gerçek inanışlarını irdeleyip saptamakta hiç de güçlük

çekmeyeceklerdir.

Page 114: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

110

Cumhuriyet ilanının öncesinde ve sonrasında Rauf Bey, Kazım

Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa ve Refet Paşanın önderliklerinde bir

grubun Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı bir düzen kurduklarına,

orduda bazı faaliyetlere giriştiklerine, Meclisin dinlenme dönemine

rastlayan aylarda milletvekilleri üzerinde ve yeni seçimde başarı

kazanamayan İkinci Grup üyeleri aracılığıyla bütün yurtta, ulusu

kendilerine karşı kışkırtmak için çalışma fırsatını elde ettiklerine, yurt

içinde birtakım gizli örgütler kurmaya ve girişimler yapmaya da

başladıklarına, aralarında Tanin’in de yer aldığı bazı gazetelerle işbirliği

yaptıklarına ve bu gazetelerde yönetimi karalama amaçlı imzasız yazılar

yayımladıklarına Nutuk’ta değinilmektedir.71 Yine Nutuk’a göre, Rauf

Bey, Tevhid-i Efkar ve Tanin’i, Cumhuriyetin ilanı konusunda yaptığı

konuşmayı silah olarak kullanmakla suçlamıştır.72

İstanbul muhalif basınının üzerinde durduğu bir diğer konu da

Halifenin konumuydu. Hüseyin Cahit’e göre, “Halife ya vardır, ya

yoktur. Varsa, O’na hürmet etmek ve gerek zatını gerek hilafete karşı

hiss-i ta’zim bekleyen milyonlarca Türk’ün ve müslümanın hissiyatını

rencide etmemek lazım.”73 Nasıl ki Cumhurbaşkanı aleyhinde yapılacak

“Onlar kolaylıkla anlayacaklardır ki, başında çürümüş bir padişah soyunun, halife

sanıyla, yerleşip kalmasını zorunlu kılan bir devlette, cumhuriyet ilan olunsa bile, onu

yaşatma olanağı yoktur.” a.g.e, s. 606-7. 71a.g.e, s. 623-4 72a.g.e, s. 615. 73“Matbuatta Nara Siyaseti”, Tanin, 6.11.1923’den aktaran Türker, a.g.e., s. 128.

Page 115: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

111

eleştiriler suç kapsamına alınmıştır, benzeri bir yasa da halife için

çıkarılmalıdır.

Ülkemizde başka fırkaların da bulunmasını istediğini belirten

Hüseyin Cahit, bundan sonra Türkiye’ye istibdat rejiminin

getirilemiyeceğini söyleyerek dolaylı yoldan Halk Fırkası’nı

suçlamaktaydı. Halk Fırkası’nın bazı hareketlerinde istibdat havası

sezdiklerini ve onu uyardıklarını, eleştirileriyle hükümete doğru yolu

göstermeye çalıştıklarını ileri süren Hüseyin Cahit, eleştiri yapmanın

basın olarak kendilerinin görevi olduğunu belirtmekteydi.74 Kendisi ve

gazetesi cumhuriyet taraftarıdır ancak, bu “Kızıl Cumhuriyet” taraftarlığı

değildir. Hiçbir irtica hareketini desteklememekte ve hiçbir makam ve

mevki peşinde koşmamaktadır. Diktatörlükten ve diktatörlüğe doğru

gidilmekte olunmasından korkmaktadır.75

İstanbul basınının Hilafet konusundaki duyarlılığını bilen

Ankara, Hilafet lehine yayın yapan basına gözdağı vermek istiyordu. Bu

sıralarda Ağa Han ve Emir Ali’nin gönderdikleri mektupların muhalif

74“Yıkmak İstemiyoruz”, Tanin, 8.11.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 89. 75Bu kaygısına gerekçe olarak, daha önceleri hükümeti alkışlayan İleri’nin şimdi sert

bir dille hükümeti eleştirmesini göstermektedir. Tanin Başyazarı, Kanuni Esasi

Encümeni Reisinin Mustafa Kemal’e halife olmasını önermesinin, Fırka, Meclis ve

Cumhuriyet riyaseti ile Hilafet’in aynı kişide toplanmasının ve milletvekillerinin

“bende” gibi hareket etmelerinin diktatörlüğe gidilmekte olduğu kaygısı yarattığını

belirtmektedir. Hüseyin Cahit, tıpkı cumhuriyetin ilanının bir oldubittiye getirilmesi

gibi bir yöntemin diktatörlük için de kullanılmasından korkmaktadır. “Korktuğumuz

Nedir?”, Tanin, 9.11.1923’den aktaran Güz, a.g.e., s. 90.

Page 116: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

112

gazetelerde yayımlanması Hükümete aradığı fırsatı vermişti. İstanbul’a

bir İstiklal Mahkemesi gönderildi.76 Mahkemenin gönderilmesi kararının

alındığı gün, Hüseyin Cahit Hilafeti savunmaktaydı.77

İstanbul’da çalışmalarına başlayan mahkeme, Tanin başyazarı

Hüseyin Cahit ile yazı işleri müdürü Baha, İkdam başyazarı Ahmed

Cevdet ile sorumlu müdürü Ömer İzzettin, Tevhid-i Efkar başyazarı

Velid Ebüzziya ile sorumlu müdürü Hayri Muhiddin Beyi ve Baro

Başkanı Lütfi Fikri Beyi gözaltına aldı, sonra da tutukladı. 12 Aralık

1923’te Halid Ziya’nın (Uşaklıgil) Başkanlığında ve bütün İstanbul

gazetecilerinin katılımıyla toplanan Matbuat Cemiyeti, görüşlerini üç

maddelik bir metinde toplayarak BMM’ne gönderdi: Söz ve yazı

özgürlüğünün saklı kalacağı konusunda hükümetin ve İstiklal

76Kurtuluş Savaşının başlangıcında asker kaçaklarını önlemek için 11.9.1920 tarihli

Yasa ile kurulan İstiklal Mahkemeleri, Meclis içerisinden seçilecek bir başkan, iki

üye ve bir savcıdan oluşacak, ayrıca mahkemenin bir de yedek üyesi bulunacaktı.

BMM’nin 26.9.1920 tarihli oturumunda, 8 bölge için istiklal mahkemeleri kurulmuş

ve mahkemelerin üyeleri seçiImişti. Bu merkezler Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta,

Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır’dı. 1923 yılı Mayıs ayına kadar görev yapan

mahkemeler bu tarihte faaliyetlerini tamamlamışlardı. Ulusal Mücadele’nin

başarılmasından sonra siyasal bir niteliğe bürünecek olan mahkemeler 31.7.1922 gün

ve 249 sayılı Yasa ile düzenlenmişti. Yasanın ilk maddesi, hangi hallerde İstiklal

Mahkemesi kurulacağını belirtmekteydi. Buna göre, Heyet-i Vekilece gösterilecek

lüzum üzerine, Meclis’in mutlak çoğunluğunun vereceği kararla, gereken yerlerde

istiklal mahkemesi kurulabilecekti. Büyük Millet Meclisinin 8 Aralık 1923 günkü

gizli oturumunda kurulan mahkeme Cumhuriyet döneminin ilk istiklal mahkemesidir.

Başkanlığını Cebelibereket Mebusu (Topçu) İhsan’ın yaptığı Mahkemenin görev

alanı “İstanbul ve havalisi”ydi. 77“Şimdi de Hilafet Meselesi”, Tanin, 11.11.1923’den aktaran Alpay Kabacalı, Türk

Basınında Demokrasi, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1994, s. 113-4.

Page 117: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

113

Mahkemesinin verdiği güvencenin memnuniyetle karşılandığı, İstiklal

Mahkemesinin adaletle iş göreceğine inanıldığı belirtildikten sonra,

tutuklanan gazetecilerden ‘vatanın çıkarlarına aykırı ve suiniyete

dayanan bir hareket’ beklenemeyeceğine olan inanç vurgulanıyordu.78

Emir Ali ve Ağa Han’ın mektubu, gazetecilerin yargılanması ve

onlara gözdağı verilmesi için bir bahane idi. Çünkü, daha önce

Londra’daki İslam Cemiyeti Komitesinin 27 Eylül 1923 tarihli Dahiliye

Vekaletine gönderdiği bir mektup Tanin’de yayınlandığı halde herhangi

bir takibat yapılmamıştı.79 İsmet Paşa'ya gönderilen bu yeni mektup ise,

içişlerimize karışmak olarak algılanmış ve henüz İsmet Paşa’ya

gelmeden gazetelerde yayımlanmasının80 suç teşkil ettiği ileri

sürülmüştü. 15 Aralık 1923'de başlayan duruşmalar 2 Ocak 1924’e kadar

sürmüştür. Savcı, Ağa Han ve Emir Ali tarafından gönderilen ve

Halifeye siyasi güç kazandırmayı amaçlayan mektubu yayımlamakla,

Hilafetin kaldırılması durumunda sünni müslümanlığın büyük felaketle

karşılaşacağı yolundaki propagandalara bilerek veya bilmeyerek aracı

olunduğu için, gazetecilerin Hıyanet-i Vataniye Yasasının ilgili

maddelerine ve Matbuat Yasasının 11. maddesine göre müştereken

78a.g.e., s. 118. 79Tanin, 8.10.1923. Mektupta, Lozan'dan dolayı Mustafa Kemal ve TBMM

kutlanmakta, içişlerimize karışılmak istenmediği belirtilmekte, İslam aleminin lideri

olan halifenin durumunun açıklığa kavuşturulması, Ankara başkent olacaksa, kutsal

şehir olan İstanbul’un da halifeden dolayı ikinci başkent ilan edilmesi isteniyordu. 805.12.1923 tarihli Tanin’de mektup, “Hilafet Meclisine Dair” başlığı ile verilirken;

yine aynı tarihli İkdam’da mektup için “Hilafet ve İngiltere Cemiyeti İslamiyesi”

başlığı kullanılmıştır.

Page 118: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

114

sorumlu tutulmalarını, Hüseyin Cahit’in cumhuriyetçi olması ve bu fikri

savunmuş olmasının dikkate alınmasını, yazı işleri müdürlerinin

beraatlerini istemiştir. Sanıkların avukatları ise, cumhuriyete karşı

işlenmiş, kasıtlı bir suç unsuru bulunmadığını ve mektubun güncel haber

olarak yayınlandığını, bu nedenle fiilin Hıyaneti Vataniye ve Matbuat

Yasaları kapsamına girmeyeceğini belirtmişlerdir.81

Hilafet sorunu konusunda basında yapılan tartışmalar Ankara

tarafından iyi karşılanmamaktaydı. Muhalif basın, cumhuriyetin tüm

81Hüseyin Cahit, mektubun kendisine yazı işleri müdürü Baha Bey tarafından

bildirildiğini, mektupların yayımlanmasında bir mahzur görmediğini, tenkit için ise,

Başbakan İsmet Paşa’nın yapacağı açıklamayı beklediğini söyledi. Halifeye siyasi güç

verilmesine karşı olduğunu bildiren Hüseyin Cahit, Hilafetin Türklerin elinde

kalmasını uygun bulduğunu, esasen mektupta da böyle bir düşüncenin bulunmadığını

belirtti. Mahkemeden merhamet ve müsamaha istemediğini, yalnızca adalet istediğini

belirterek, iktidarda bulunanları vatanın iyiliği için eleştirdiğini, vatan haini

olmadığını söyledi. Mahkeme, 2.1.1924 tarihli kararında, Ağa Han ve Emir Ali’nin

mektubunun Saltanatın kaldırılmasına ilişkin 1.11.1922 tarihli kararla çeliştiğini,

Halifeye siyasi nüfuz verilmesini savunarak ulusu hukuk egemenliğine karşı

kışkırttığına karar verdi. Ancak, kararda mektubun gazetelerde yayınlanmasında

gazetecilerin suça kasıtlı katılıp katılmadıklarının incelenmesi gerektiği, esasen

tutukluların da bu gerekçeyle yargılandıkları belirtildi. Gazete sahiplerinin ve yazı

işleri müdürlerinin mektubun yayımlanmasında kesin bir bilgilerinin bulunmadığını

açıklayan Mahkeme, mektubun yayımlanmasındaki amacın haber ve haberde atlamak

korkusu olduğu, kasıtlı ve yıkıcı vatan ihaneti gibi bir amacı olmadığına mahkemenin

kanaat getirdiğini belirtti. Yıkıcı amacı bulunan bu mektubu yayımlayarak,

gaztecilerin, istemeyerek de olsa Ağa Han ve Emir Ali’nin amaçlarına alet oldukları,

bundan sonra basının bu tür amaçlara alet olmayacağının ümit edildiği ifade edildi.

Suç unsuru olan mektubun yayımlanmasında gazete sahiplerinin ve müdürlerinin

kasıtlı bir amaçları görülmediğinden, Savcının cezalandırma isteği yerinde

görülmemiş ve tüm gazetecilerin beraatine karar verilmiştir. Tanin, ertesi günkü

sayısında, Mahkemenin oy birliği ile verdiği bu kararı “Şerefli Karar” olarak

nitelemekteydi.

Page 119: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

115

kurumlarıyla işletilmesini istiyor, tepeden inmeciliğe ve oldu bittilere

karşı çıkıyordu. Sorunların kamuoyunda ve Meclis’te serbestçe

tartışılmasından yanaydı. Hükümet, basına hür tartışma ve eleştiri

olanağı tanımamakta, basın özgürlüğüne sahip çıkan kamu görevlilerini

de (Matbuat Umum Müdürü Zekeriya Sertel) görevden almaktaydı.

Basına yönelik bu sindirme hareketinden sonra İzmir toplantısı

yapılmıştı. Bu toplantının üzerinden bir ay bile geçmeden Hilafetin

kaldırılması gündeme getirilmiş, Meclisteki ve basındaki muhalefetin

sindirilmesiyle Hilafet sakin bir şekilde kaldırılmıştır.

Necmeddin Sadık’ın Hüseyin Cahit’i “en eski cumhuriyetçi

olduğunu söylemekle övünenler şeriat ve hanedan savunuculuğuna

çıkıyor. Cumhuriyet fikrine en büyük ihanet budur.” biçiminde suçlaması

üzerine, Hüseyin Cahit, şeriat ile cumhuriyetin birbiriyle bağdaşmaz

şeyler olmadığını kanıtlamaya çalışmıştır.82

82“... En eski cumhuriyetçi olduğunu söylemekle övünenlerin şeriat ve hanedan

savunuculuğuna kalkışmaları bir kabehat oluyor. Hanedan savunuculuğunu anladık.

Cumhuriyetten yana olanlar, tabii bir hanedan hükümetinden yana olmazlar. Biz

meseleyi yalnız hilafet açısından düşünmüş ve savunmuştuk. Fakat şeriatı bu konuya

karıştırmanın ne manası var? Uluorta söylenen bu münasebetsiz sözler halkın fikrine

cumhuriyetle şeriatın bağdaşmayacağı korkusunu vermez mi? Cumhuriyetçi bir adam

neden şeriatın savunucusu kesilmekle siteme uğrasın? Oysa İslamiyetin ilk zamanları

bize bir cumhuriyet idaresi gösterir. Cumhuriyeti halkın fikrine ve tüm İslam

dünyasına hoş göstermek için ileri süreceğimiz en göze çarpar, en akla uygun delil

budur. Şimdi bizzat Cumhuriyet Partisinin (Halk Partisi’ni kastediyor) baltalamaya

kalktığı görülürse hayretlere düşülmez mi?

“Yapılan inkılapta güdülen amaçlardan biri laik, modern bir devletin kurulmasıydı.

Saltanatla hilafetin ayrılması, bu açıdan memleket hakkında büyük bir yarar

sağlayacaktı......Bu iyi adım atıldıktan sonra artık zihinleri karıştıracak ve cumhuriyet

Page 120: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

116

22 Ocak 1924’te Mustafa Kemal Paşa, “Halife ve bütün cihan,

kat’i olarak bilmek lazımdırki, mevcut ve mahfuz olan halife ve halife

makamının, hakikatte, ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve hikmet-i

mevcudiyeti yoktur.” biçiminde bir açıklama yapmış, Hilafetin tarihi bir

hatıra olmaktan öte bir anlamının olmadığını belirtmiştir. 4 Şubat 1924

günü Reis-i Cumhur bir grup İstanbul gazetecisini İzmir’de kabul etmiş,

6 Şubat günü yapılan toplantıda da, Mustafa Kemal Paşa, basından,

Cumhuriyetin çevresinde çelikten bir kale meydana getirmelerini

istemiştir. Hüseyin Cahit, kendilerinin çelikten bir kale meydana

getirdiklerini, Hükümetle aralarında bazı yanlış anlamalar olsa da, esasta

hiçbir ihtilafın bulunmadığını belirtmiş, özgürlüklerin korunması için

geniş bir hoşgörü ortamı istemiştir.83 Şubat başından beri süren bütçe

taraftarlığı şeriat taraftarlığına engelmiş gibi bir sanı vererek herkesi şimdiki idare

şeklinden soğutacak sözler söylemekten kesinlikle sakınmak gerekir. Ne gerilemek, ne

sınırı aşmak. Kazanılmış durumu korumak, sağlam, fakat ılımlılıkla devam....İşte dört-

beş kelime içinde koca bir program....

“Şu izahattan sonra bizim şeriat savunuculuğumuz pek kolay anlaşılabilir. Şeriatın

savunucusuyuz. Çünkü şeriate saldırılmasını memlekete zararlı görüyoruz. Zaten

mesele şeriat savunması şeklinde hiçbir zaman sözkonusu olmadı. Bilinen ağır

saldırılar hilafet hanedanına dokunduğu için bunu sırf dünyevi açıdan muhakeme

ederek ve düşünerek vereceği zararı düşündük ve protesto ettik.” Tanin,

15.11.1923’den aktaran Kabacalı, a.g.e., s. 114-5 83Mustafa Kemal, “Milletimiz, demokratik bir hükümet kurmak sayesinde düşman

ordularını yok etti, vatanı istiladan kurtardı, kahraman ordumuzun erlik meydanında

kazandığı zafer siyaset sahasında da verimli kılındı. Türkiyenin yeni idaresi fiilleriyle,

başarıyla kendi kendini tanıttıktan sonra cihanca bilinen ve tanınan unvanıyle de

varlığını duyurdu. Bazılarının sanmak ve inandırmak istedikleri gibi, geri dahi

gitmesine ihtimal olan bir bekleyiş ve tereddüt durumunun mevcut olmadığı ispat

edildi, Türk tarihinde cumhuriyet devri açıldı.

Page 121: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

117

görüşmelerinde Hanedan bütçesine yönelik eleştirilerde bulunulmuş, 27

Şubat günü yapılan görüşmelerde de, bir milletvekili, bundan sonra Türk

ulusunun bütçesinde Hilafet için verilecek hiçbir ödenek olmadığını

belirtmiştir. 29 Şubat tarihli gazetelerden, hilafetin kaldırılmasının artık

an meselesi olduğu anlaşılmaktadır. Mart ayı başında Hilafet kaldırılmış,

6 Mart’ta yeni hükümet tekrar İsmet Paşa tarafından kurulmuş, 20

Nisan’da da yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilmiştir. 22

Nisan’da ise Meclis tatile girmiştir.84 Mustafa Kemal Paşa, 16 Eylül’de

“Arkadaşlar, Türk basını, milletin gerçek seda ve iradesinin kendisini belirtmesi şekli

olarak cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale vücude getirmelidir, bir fikir kalesi, bir

zihniyet kalesi ... Basın mensuplarından bunu istemek cumhuriyetin hakkıdır. Bütün

milletin samimi bir birlik tesanüd içinde bulunması bir zarurettir. Umumun selamet

ve saadeti bundadır. Mücadele bitmemiştir. Gerçekleri, milletin kulağına ve vicdanına

lüzumu gibi ulaştırmakta basının vazifesi çok, çok mühimdir.

“Efendiler, kabul etmeliyiz ki cihan henüz yeni Türkiye Devleti hakkında, Türkiye

Cumhuriyeti hakkında daha fazla aydınlanmak ihtiyacındadır. Milletin ve aydın ve

olgun vatandaşların ortak davaları etrafında olduklarını red ve cerh (çürütme) kabul

etmeyen delillerle göstermeliyiz. Ulusal işlerde çeşit çeşit çalışma elemanlarının

birbirlerine yardım etmeleri, çalışmalarının ortak hedefin üzerine yığılacak şekilde

birbirlerine uygun düşmeleri lazımdır. Türlü türlü zorlukların ve meselelerin

karşısında bulunduğumuzun farkındayız. Bunların hepsini inceleyerek azim ve

imanla, bir milletin aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözeceğiz ve neticeye

bağlayacağız. O millet aşkı ki her şeye rağmen sinemizde bir kuvvet, metanet ve ateş

kaynağıdır.”

Hüseyin Cahit’e göre, “Elde edilen bu mucizenin yerleşmesi için basın samimi

hislerle gayret sarfetmeye arzulu ve taraftardır. Cumhuriyetin etrafında Gazi Paşanın

dediği gibi, çelikten değil, ondan da sağlam olan kalpten bir kale vücude getirdik.

Fakat bazen ne yazık ki maksatlarda ve esaslarda değil, ifadede anlaşmazlık oluyor.

Yoksa esasta hiç ihtilaf yoktur. Hürriyet, zor ve şiddetle kurulur, fakat korunması

ancak karşılıklı ve geniş bir müsamaha ile darılmamakla mümkün olur. Bunu Gazi

Paşada görmekle bahtiyarım.” Bkz. Bengi, a.g.e., s. 210-211. 84Alpkaya, a.g.e, s. 190. İzmir’de Şubat ayı başında gazetecilerle yaptığı söyleşide

Mustafa Kemal’e, gazeteciler, Halife hakkında ne düşündüklerini, saltanat

Page 122: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

118

Trabzon’da yaptığı konuşmada, Reis-i Cumhurluk ile Fırka reisliğinin

kendisinde birleşmesinde sakınca görmediğini, 20 Eylül’deki Samsun

konuşmasında da, muhalif fırka kurulmasına taraftar olmadığını

belirtmiştir. Ekim ayı başından itibaren muhalif bir parti kurma

hazırlıklarının olduğu basına yansımıştır. Kurulacak yeni partinin

liderinin Rauf Bey olacağı söylenmektedir. Kazım Karabekir ve Ali Faut

Paşaların ordudan ayrılmaları ve Refet Paşanın milletvekilliğinden

istifasını geri alması, ayrıca bu üç Paşanın kendisine karşı mesafeli

davranmaları Mustafa Kemal Paşa’nın kuşkularını artırmıştır. Nutuk’ta

belirttiğine göre, Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması bir yıldır

hazırlık yapan komplocuları birbirine daha da yaklaştırmıştı,

komplocular siyasi alandaki ve ordudaki hazırlıklarını tamamlamışlar,

yaz tatili boyunca da teşkilatlanmışlardı. Ayrıca, bu kişilerin İstanbul’da

yayımlanan Vatan, Tanin, Tevhid-i Efkar ve Son Telgraf ile Adana’da

yayımlanan Toksöz tarafından da desteklendiği kanısındaydı.

İsmet Paşa Hükümeti, Kasım ayı başında yapılan oylamada, 19’a

karşı 148 oyla güvenoyu almış, oylamanın ertesi günü 10 milletvekili

Halk Fırkasından istifa etmiştir. Kurulacak yeni partinin adının

Cumhuriyet Fırkası olacağının söylenmesi üzerine, 10 Kasım 1924 günü

kaldırıldıktan sonra halifeliğin korunmasında tehlike görüp görnmediklerini sormuş,

Hüseyin Cahit, Halifeliğin İslam dünyasına karşı bir kuvvet olarak korunabileceğini

belirtmiştir. Mustafa Kemal de, gazetecilere, saltanatın kaldırılmasından sonra

halifeliğin yeri olmadığını, halifenin kalmasının hem anlamsızlaştığını hem de

tehlikeleri bulunduğunu belirtmiştir. Türker, a.g.e., s. 165.

Page 123: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

119

yapılan Halk Fırkası grup toplantısında, tüzük değişikliği yapılarak, Halk

Fırkasının adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilmiştir. Halk

Fırkasından istifa edenlerin sayısı birkaç gün içinde 40’ı geçmiş, 17

Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) kurulmuş,

Kazım Kararbekir 26 Kasım’da bu Partinin başına getirilmiştir. Yeni

Parti, liberalizmi ve halkın egemenliğini esas almaktaydı. Özgürlüklere

taraftardı, dini düşünceye ve inançlara saygılıydı. Yerinden yönetimi

gerçekleştirmeye söz veriyordu. Cumhurbaşkanının milletvekilliği ile

ilişkisi kesilmeliydi. 23 Kasım’da İsmet Paşa Hükümeti istifa etmiş, yeni

Hükümeti 27 Kasım’da Ali Fethi Bey kurmuştur. Muhalif İstanbul

basınının TpCF’nı destekleyen yayınlarında önemli artış olmuştur.

Bunun üzerine CHF, Matbuat Yasasında değişiklik yapılmasını öngören

12 maddelik bir Yasa Tasarısı Layihasını Meclis’e sunmuştur. Muhalif

basın, Yasa Teklifini, basın özgürlüğünü zedeleyeceği gerekçesiyle

eleştirmiştir. Bursa’da yapılan milletvekilliği ara seçimlerini CHF

adayına karşı Sakallı Nurettin Paşa’nın kazanması, Tanin, Vatan ve

Tevhid-i Efkar arasında muhafazakarlık - liberallik tartışmasının

başlamasına neden olmuş, Matbuat Yasası değişikliği tartışmaları

gündemin ikinci sırasına düşmüştür.85 Güz, bu dönemde iktidarın

eleştirilmesine neden olan bir başka konunun “rüşvet”olduğunu

yazmaktadır.86

85a.g.e., s. 191-219. 86Güz, Türkiye’de..., s. 232.

Page 124: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

120

Hüseyin Cahit, muhalif görülme pahasına da olsa Hükümetin

kusurlarını söylemeyi kendine görev bilmektedir.87 Batı Trakya’dan

gelen muhacirlere iyi bakılmadığını, yoktan yere irtica söylentileri

çıkarılarak asıl sorunların unutturulmaya çalışıldığını ileri sürmekte,88

tek derecli seçim yapılmasını savunmaktaydı.89 CHF “herkes”in

toplandığı bir yer durumuna gelmişti. Birer kahraman oldukları kabul

edilen ve hatta çocuklara da böyle öğretilen Kazım Karabekir, Ali Fuat

ve Refet Paşalar ile Rauf Bey’e şimdi çeşitli hakaretler yapılmakta ve

suçlamalarda bulunulmaktaydı. İsmet Paşa, CHF içindeki bu zümreler

konusunda uyanık olmalıydı.90

TpCF, program ve beyannamesinde, siyasal ve iktisadi

liberalizmi savunmaktaydı. Parti, halkın desteği alınmadan yeni

devrimler yapılmasına karşıydı. Tanin, Tevhid-i Efkar, Vatan ve Son

Telgraf TpCF’ni desteklemekteydiler. Basın ise, ülkede özgürlüklerin

kısıtlandığını, Meclis’in etkin biçimde çalışmadığını, yalnızca önceden

verilen kararları onaylayan bir merci konumuna indirgendiğini ileri

sürmekte, diktatörlüğe gidilmesinden kaygı duymaktaydı. Nutuk’ta

Mustafa Kemal, TpCF öncesinin muhalif basınını (Tanin, Tevhid-i

Efkar, Sebilür Reşat) ve onların yazarlarını gerçekleri saptırmakla

suçlamakta, bu gazetelerin özellikle TpCF’nın kurulması arifesinde yanlı

87“Sekter zihniyet”, Tanin, 17.8.1924’den aktaran Bengi, a.g.e., 215. Ayrıca, “Bazı

İzahat”, Tanin, 23.7.1924’den aktaran Bengi, a.g.e., s. 213. 88Tanin, 10.9.1924, 12.9.1924 ve 1.10.1924. 89“Bir Dereceli İntihabı”, Tanin, 2.11.1924. Güz, Türkiye’de..., s.140 90“Korkunç Bir Manzara”, Tanin 13.11.1924’den aktaran Güz, Türkiye’de..., s. 142

Page 125: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

121

yayın yaptıklarını ileri sürmekteydi. CHF’den ayrılan milletvekillerine

sandalye için ayrıldıkları suçlamasında bulunulmuştur. Hüseyin Cahit’e

göre, sandalye hiç kimsenin malı değildir, ulusun malıdır, Halk

Fırkasından ayrılabilmek için temiz bir maziye sahip olunması gerekir,

geçmişi temiz olmayanlar eleştirilere açık olmayacakları için Fırkadan

ayrılmayacaklardır. Başyazar, bu yorumuyla, CHF’den ayrılanları

iktidara boyun eğmeyen ve geçmişi temiz kişiler, Halk Fırkasında

kalanları ise geçmişleri kirli kişiler saymaktaydı.91

Tanin Başyazarı İsmet Paşa Hükümetinin 22 Kasım 1924’teki

istifasını, TpCF’nın kurulmasından sonra Meclis’te işlemeye başlayan

muhalefet ve kontrolün olumlu bir semeresi olarak görmekte,92

muhalefetin henüz yeni organize olmaya çalıştığı sıralarda CHF’nin

Matbuat Yasasında değişiklik yapmayı öngören Yasa Tasarısını Meclise

sunmasını ise, yadırgamaktadır. Ona göre, CHF’yi gülünç ve zor duruma

düşürmek için bundan daha kötü bir çare muhaliflerin bile aklına

91“Sandalye Kavgası”, Tanin, 18.11.1924’ten aktaran Türker, a.g.e.,s.204. Hüseyin

Cahit, TpCF’nın doğuş nedenlerini şöyle açıklamaktaydı: “Halk Fırkası zimamdarları

zannettiler ki namzetlerinden alacakları senetlerle vicdanları susturmak, Fırkada tesis

edecekleri inzibat ile mebuslara bir tabur gibi emir vermek, satın alabilecekleri

kalemlerle hür matbuatı hükümden düşürmek kabildir. Bu kalb-i beşeri tanımamak

demektir. Bugünkü muhalefet işte bundan doğuyor.” “Arkaya Doğru Bir Nazar”,

Tanin, 19.11.1924’ten aktaran Türker, a.g.e., s.205. 92“Millet meclisinde ciddi bir muhalefet ve kontrol karşısında İsmet Paşa kabinesinin

muhafaza-i mevki edebilmesine imkan yoktu. Şimdiye kadar ancak, fırkacılık

gayretkeşliği ile, tarafgirlik kuvvetiyle ayakta tutunabilen ehliyetsiz bir kabine işte

böyle bir fırkai muhalife daha henüz teşekkül eder etmez yuvarlanıp gider...” “İsmet

Paşanın İstifası”, Tanin, 23.11.1924’ten aktaran Türker, a.g.e.,s.210.

Page 126: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

122

gelemezdi.93 Hüseyin Cahit, Tasarının yasalaşmayacağına

inanmaktadır.94 Hükümet kararıyla gazete kapatılmasını ise keyfi bir

tasarruf ve bütün ulusun hakkına tecavüz saymaktadır.

“... Bir gazeteyi Heyeti Vekile kararı ile kapamak gazete muharrirlerini İstiklal

Mahkemesine göndermekten daha ağır, daha gayrı kabil-i tecviz bir harekettir.

Adil bir mahkeme huzuruna çıkmaktan hiç kimse perva etmez. Fakat Heyeti

Vekile kararı ile bir gazeteyi kapamak, hiçbir hakk-ı müdafaa tanımadan,

93“Bugünkü milletlerde demokrasi idaresinin kabil olabilmesi ancak ve ancak matbuat

sayesindedir. Matbuat olmayan bir memlekette demokrasi yoktur ve olamaz. Kurun-u

kadimde demokrasi ancak millet efradı hep ve bir araya toplandığı zaman birinin

söylediği her şeye herkesin işitebileceği kadar küçük cemaatlerde görülmüştür. Büyük

memleketlerde böyle şeyin imkanı olmayınca hatibin sesinin yerine matbuatın sesi

kaim olmuştur. Matbuatın sesidir ki bütün efrad-ı millet arasında dolaşarak hepsini

birbiriyle temasa geçirir ve memlekette efkar-ı umumiyenin teşekkülüne ve kendisini

ifade etmesine imkan temin eyler. Hür matbuatın mahzurları görülebilir. Fakat

dünyada hangi şeyin, hangi usul ve kaidenin bir de mahzur tarafı yoktur? Bütün bu

mahzurlarıyla beraber matbuata dokunulmaz, çünkü demokrasinin kabe taşıdır. Buna

dokunulduğu gün, ne demokrasi vardır, ne hükümet vardır, ne hak ve kanun.

Hakimiyeti milliye demek halkın kendi kendisini idare etmesi demek ise, halkın

düşündüğünü, hissettiğini izhar etmesi de en tabii bir hak olmak icab eder. Hürriyet-i

matbuat işte bu hakkı esasi ve iptidainin tezahürüdür.” “Matbuat Kanunu Hakkında

Yeni Bir Layiha”, Tanin, 5.12.1924’ten aktaran Türker, a.g.e. ,s.217-218. 94“Matbuatın hürriyeti kalmadığı gün, bütün öteki hürriyetler, herkesin gözüne bir avuç

toz serpmek için, kullanılan birer zevahir derekesine düşerler. Memlekette artık halkın

hakimiyetine müstenid bir cumhuriyetten bahsetmek, safdilliğin fevkinde bir çılgınlık

olur. Bunu bildiğimiz için, gayesi hürriyet-i matbuatı mahvetmekten ibaret olan bu

teklifin Millet Meclisince kabul edilmesine zerre kadar imkan tasavvur etmiyoruz...

Fakat niçin Meclise geldi? Bu bile bir Cumhuriyet fırkası için lekedir. Çünki

Hakimiyet-i milliyeye müstenid cumhuriyet esasına bir darbedir. Bu noktai nazardan

en büyük bir hıyanet-i vataniyedir. Çünkü teklif kabul edilirse, değişecek şey matbuat

kanunu değildir. Şekli hükümettir. Hakimiyet-i milliye ve cumhuriyet elden

gidecektir. Mecliste Ali Saib bey efendinin yazmak istediği makale bir idam

fermanıdır.” “Hür Matbuatın İlgası”, Tanin, 8.12.1924’den aktaran Türker, a.g.e., s.

Page 127: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

123

kanun dinlemeden keyif ve arzu üzerine bir mahkumiyet kararı vermek

demektir. İşin en büyük fenalığı da böyle bir kararı keyfi neticesinde zayi olan

ve çiğnenen hakkın yalnız bir ferde değil, bütün memlekete ait olmasıdır. Bir

gazetenin istinad ettiği hürriyet-i kelamda yalnız gazete sahibinin değil, bütün

vatandaşların bir hakkı hissesi vardır. Zahiren bir gazete kapanmış oluyor,

fakat tecavüz edilen hak bütün miletindir.” 95

13 Şubat 1925’te Şeyh Sait İsyanının çıkması sonrasında,

Hüseyin Cahit, Fethi Bey Hükümetini, isyan hakkında yeterli bilgi

vermemekle suçlamakta, Hükümetin suskunluğunu olayın önemli

olduğunun kanıtı saymaktaydı. 21 Şubat günü birçok Doğu ilinde

sıkıyönetim ilan edilmiş, isyanda dini bir niteliğin de bulunduğu

açıklanmış, 25 Şubat’ta Hıyaneti Vataniye Yasasında değişiklik

yapılmıştır. Fethi Bey, sertlik yanlılarının İstanbul’da da sıkıyönetim ilan

edilmesi yönündeki isteklerini reddetmiş, 2 Mart günü Fethi Bey

Hükümeti düşürülmüş ve yeni Kabine İsmet Paşa Başkanlığında

kurulmuştur. Yeni Hükünet ilk iş olarak Takrir-i Sükun Yasasını

çıkarmıştır.96 TpCF mensupları, Yasa Tasarısı ile Şeyh Sait İsyanı

218-219.

95Tanin, 6 Kanunusani 1925’den aktaran Türker, a.g.e., s. 218-219. 96Toplam üç maddeden oluşan Takrir-i Sükun Yasasının ilk maddesinde; “İrtica ve

isyana memleketin nizamı içtimaisini ve huzur ve sükununu ve emniyet ve asayişini

ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı

Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle re’sen ve idareten men’e mezundur.

“İşbu efal erbabını Hükümet İstiklal Mahkemesine tevdi edebilir.” denilmekteydi.

Tasarının Mecliste görüşülmesi sırasında, Müdafaai Milliye Vekili Recep (Peker)

Bey, basının devlet nüfuz ve kuvvetine karşı mücadele ettiğini, “manzaraı za’fın

sebebi aslisi”nin İstanbul basını olduğunu söylüyordu. Kazım Karabekir’e göre ise,

bu Tasarı yasalaşırsa basın ülkemizde tamamıyla sınırlandırılmış olacaktı. Nutuk’ta da

Page 128: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

124

bahane edilerek basının ve siyasal muhalefetin üzerine gidilmesinden,

temel hakların çiğnenmesinden kaygılanıyorlardı. Milli Müdafaa Vekili

Recep Bey ise, Şeyh Sait İsyanının sorumlusu olarak İstanbul basınını

göstermiştir. Yasanın kabulünün ardından, biri Ankara’da ve biri de

isyan bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmuştur.

Hükümet, Takrir-i Sükun Yasasının 1. maddesi hükmüne dayanarak, 6

Mart günü, çoğunlukla muhalif olarak tanınan ve TpCF’nı destekleyen,

aralarında Tevhid-i Efkar’ın da bulunduğu birçok basın organını

kapatmıştır. Hakimiyet-i Milliye’de Yakup Kadri, Cumhuriyetin

ilanından beri İstanbul basınının Cumhuriyet kurumlarına karşı cephe

aldığını ve giderek devlet üzerinde bir “Matbuat Terörü” estirerek,

özgürlük maskesi altında devrimi yapan kişiliklere ve kurumlara

saldırdığını belirtmekte, İsyandan basını sorumlu tutmaktaydı. Çok

sayıda basın organının kapatıldığı 6 Mart 1925 günü, Hüseyin Cahit,

bundan böyle artık siyasal yazılar yerine hatıra, ilmi makale ve hikayeler

yazacağını belirtmekteydi.97 TpCF’nın İstanbul Merkez Şubesinin 12

Nisanda aranmasını Tanin “Dün Gece Terakkiperver Fırka basıldı”

biçiminde duyurunca, bu gazete de 16 Nisan’da süresiz kapatılmıştır.

cumhuriyete ve yenileşmeye karşı çabaların hükümet ve meclisi olağanüstü önlemler

almaya ve bu çerçevede Takriri Sükun Yasasını çıkarmaya götürdüğü anlatılmaktadır.

Karşılaştırmalı bir değerlendirme için bkz. Korkmaz Alemdar, İletişim ve Tarih,

Ankara, Ümit, 2001. İki yıl için çıkarılan Yasa’nın yürürlük süresi 1927 yılında iki yıl

daha uzatılmış ve Yasa 1929 yılı Mart ayında yürürlükten kalkmıştır. Bu Yasanın

yürürlükten kalkmasıyla Hükümetin basın üzerinde azalan kontrolü, 1931 yılında

çıkarılan Basın Yasasıyla doldurulmaya çalışılmıştır.

Page 129: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

125

Tanin Başyazarı ve sahibi Hüseyin Cahit tutuklanmış ve 20 Nisan’da

Ankara’ya getirilerek Cebeci Hapishanesine konulmuştur. Tanin davası 8

Mayıs’ta sonuçlanmış, yazdığı muhalif yazılar ve Mahkemedeki ifade ve

davranışları ile yasadışı yargılanıyormuş hissi yaratarak kamuoyunu

kışkırtmaya çalışması göz önünde bulundurarak, Hüseyin Cahit, Matbuat

Yasasının 17 nci maddesine göre sürgün cezasına mahkum edilmiştir.

Hüseyin Cahit cezasını Çorum’da çekecekti.98 1925 yılı ortalarında

TpCF kapatılmıştır.99

Hüseyin Cahit Çorum’da sürgün cezasını çekmekte iken İzmir’de

1926 yılı ortalarında Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik bir

97“Karilerimle Kısa Bir Hasbıhal”, Tanin, 6.3.1925’den aktaran Türker, a.g.e., s. 230-

231. Tanin, daha çok Hakimiyeti Milliye’de yayınlanan başyazıları haber niteliğinde

ve birinci sayfasında yayımlamaya başlamıştır. 98Türker, a.g.e., s. 219-237. 99“TpCF'nın dayandığı esas fikir, muhalefet olmaksızın bütün kuvvetlerin Meclis'te

toplanmasının otoriter bir sistem doğuracağı fikri idi. Bu sebeple yeni fırka, birkaç

kişinin tepeden inmeci gayelerine karşı koyarak ferdi hürriyetleri korumak amacında

idi. Cumhuriyet rejimi, liberalizm ve demokrasi yeni partinin kabul ettiği temel

prensiplerdi. Ş.S. Aydemir, TpCF’nin normal bir Meclis ve oturmuş bir rejimin

fırkası olduğunu, halbuki yeni Türkiye’nin şartlarının buna müsait olmadığını, karşı

fırkanın da bunu kabul edebilecek durumda bulunmadığını belirtir.

“İktidarın yeni fırkaya bakışı sıcak değildi. Mustafa Kemal kesin bir cephe almıştı.

‘London Times’ muhabirinin sorularını cevaplandırırken TpCF’nın mevcut fırkanın

[CHF] programından farklı bir görüş ortaya koymadığını ileri sürüyordu. Başka bir

soruya verdiği cevapta ise yeni fırkanın özellikle fırka programında diktatörlükle ilgili

imalarda bulunduğunun doğru olduğunu, ancak bunun sebebini açıklayamadığını

belirtti. İstanbul basınının hükümete karşı olması konusunda sorulan bir soruya ise,

halkın çoğunluğunun bu gazetelere inanmadığını umduğunu söyledi. Mustafa Kemal

‘Nutuk’ta, TpCF’ndan iyi bir şekilde söz etmez. Fırkanın programının gizli eller

tarafından çizildiğini iddia ederek Fırkayı, Cumhuriyeti boğmak isteyenlerin

toplandığı bir yer olarak niteler.” Güz, Türkiye’de..., s. 286.

Page 130: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

126

suikast girişimi ortaya çıkarılmıştır.100 İzmir’de 26 Haziran’da başlayan

yargılamalar 11 Temmuz’da sonuçlanmış ve toplam 15 kişinin idam

kararı 13 Temmuz gecesi infaz edilmiştir. Gıyabında idama mahkum

edilen Kara Kemal ise yakalanamamış ancak, intihar etmiştir. Suikastin

örgütlü bir girişim olma olasılığını değerlendiren Mahkeme, arkasında

eski İttihatçıların da olabileceğine kanaat getirdiğinden, 1923 yılında

İstanbul’da Cavit Beyin evinde İttihatçıların yaptığı toplantıyı101

incelemeye almıştır. Bu toplantıya katılan İttihatçıların Ankara’da

yargılanmasına karar verilmiştir. İstiklal Mahkemesi 17 Temmuz’da

Ankara’da çalışmalarına başlamış, Mahkemenin talebi üzerine Hüseyin

Cahit 25 Temmuz 1926 günü Çorum Valiliğince tutuklanarak

sorgulanmış ve 1 Ağustos’ta Ankara’ya gönderilmiştir. Karar duruşması

26 Aralık 1926’da yapılmış, Mahkeme Cavit Bey,102 Dr. Nazım, Hilmi

100Çok sayıda araştırmaya konu olan İzmir Suikasti girişimi, özetle, şöyledir.

Cumhurbaşkanı 14 Haziran 1926 günü Bursa’dadır ve ertesi gün İzmir’e gitmesi

planlanmıştır. Giritli Şevki adında bir motorcu, güvenlik güçlerine, İzmir’de Gazi

Mustafa Kemal Paşa’ya bir suikast yapılacağını ihbar eder. Bunun üzerine

Cumhurbaşkanının gezi programı değiştirilir. Suikat planını organize eden Birinci

Meclis Mebuslarından Ziya Hurşit ile üç tetikçi yakalanmıştır. Suikast Planına göre,

Gazi Mustafa Kemal Paşa İzmir’e geldiğinde suikast yapılacak ve suikastçiler Giritli

Şevki’nin motoru ile Sakız adasına kaçacaklardır. Ankara İstiklal Mahkemesi

İzmir’de çalışma yapma kararı almış ve kapatılan TpCF’nın bellibaşlı üyelerinin

İzmir’e celbine karar vermiştir. Bengi, a.g.e., s. 244 101Bu toplantıda İT Fırkasının programı ve seçim beyannamesi olarak kararlaştırıldığı

öne sürülen dokuz madde için bkz. na.g.e., s.247-248 (dipnot 626) 102Mehmet Cavid Bey’in, oğlu Osman Şiar’ın doğumundan yirmi aylık olana kadar her

gün için tuttuğu günlükler için bkz. Eski Maliye Nazırı Cavid Bey, Şiar’a

Mektuplar, (Yayına Hazırlayan: Şiar Yalçın), İstanbul, İletişim, 1995. Zaman zaman

güncel siyasal konulara ilişkin yorumların, Hükümete ve özellikle Başvekil İsmet

Paşa’ya yönelik suçlamaların yer aldığı günlüklerde, Mehmet Cavid, Cumhuriyet

Page 131: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

127

ve Nail Beylerin idamına hükmetmiş, Hüseyin Cahit ise bu davadan

beraat etmiştir. İdamlar o gece infaz edilmiş, Hüseyin Cahit sürgün

cezasının da kaldırıldığına ve serbest bırakıldığına dair telgrafı Çorum’da

almıştır.103

Hüseyin Cahit, Türk Devriminin din ile siyaseti birbirinden

ayırmakla sağladığı kazançları açıklıyordu.104 Mahkemedeki savunması

devri kahramanlarının genellikle maddi çıkarlar peşinde koşmalarından yakınmakta,

Lozan Konferansı sonrasında İsmet Paşa’nın kendisini ihanetle suçlamasını, ona karşı

duyduğu “nefret ve husumet”in nedeni olarak göstermekte, Hüseyin Cahit’i, Osman

Şiar’ın, babasından ve annesinden sonra en çok seveceği ve hürmet edeceği kişi

saymaktadır. İstanbul’da Duyunu Umumiye Meclisi idaresinde Türk dayinler vekilliği

yaptığını ve bu görev dolayısıyla aldığı 1600 lira tutarındaki maaşın ülkemizde maaş

alan kimseler içinde Reisicumhurdan sonra en yüksek maaş olduğunu belirtmektedir. 103Beraat edenler tahliye edilirken, kararda, Hüseyin Cahit’in, sürgün cezasının kalan

kısmını çekmek üzere Çorum’a gönderileceği belirtilmiştir. Hakkı Tarık (Us)

Mahkeme nezdinde girişimde bulunarak Hüseyin Cahit’in kefaletle serbest kalmasını

sağlamıştır. Hüseyin Cahit ise, Ceza Yasası değişikliğine göre cezasının geçici sürgün

olacağını, bunun da üç yılı geçemeyeceğini, yargılamalar sırasındaki tutukluluk

süresinin ve her tutukluluk gününün yedi günlük sürgüne eşdeğer olduğu dikkate

alındığında, ceza süresini doldurmuş sayılması gerektiğini Hakkı Tarık’a belirtmiş ve

serbest bırakılması beklentisi içinde olduğunu ifade etmiştir. Bu görüşlerini, yazdığı

dilekçeyle ve Hakkı Tarık aracılığıyla Mahkemeye iletmiştir. Hüseyin Cahit’in

Çorum’dan eşi ve kızıyla ayrıldıktan sonra kısa süreliğine uğradığı Ankara’da

Başvekil İsmet Paşa ve İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya ile yaptığı

görüşmeye dair tartışmalar için, bkz. Bengi, a.g.e., s. 255-256. 104“İnkılap Türkiyesi hiçbir zaman din ve şeriata tecavüz etmemiş, böyle bir teşebbüsü

aklına bile getirmemiştir. Hürriyet-i vicdanı insanın en büyük bir hakkı addeden Türk

inkılapçıları için din düşmanlığı isnadı kadar hamakat kabil-i tasavvur olamaz. İnkılap

Türkiyesi dine tecavüz etmiş değil. Şimdiye kadar din namına hürriyet-i beşere

hürriyet-i vicdana yapılan tecavüzlere bir set çekmek istemiş, din ile siyaseti

ayırmakla dinin işte böyle cahil, hain ve yağmagir ellerde vatana karşı bir kundak

olarak kullanılması ihtimalini ref’ eylemiştir...” “İsyanın Gayesi”, Tanin,

28.2.1925’den aktaran Türker, a.g.e., s. 225-226.

Page 132: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

128

sırasında, Hüseyin Cahit, basın özgürlüğünden ne anlaşılması gerektiğine

ilişkin düşüncelerini açıklamıştır.105 Yalçın, anılarında 1920’li yılları ve

Mustafa Kemal’e bakışını şöyle değerlendirmektedir.

“Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, zafer kazanmış, rakipsiz bir yıldız

halinde yükseliyordu. Düşüncelerimizin arkasında ve derinliklerinde zafer

kazanmış komutan general Napolyon’un gölgesi, belki de açık bir biçimde

farkında olmadığım halde yaşıyordu. Cumhuriyeti yapanların cumhuriyet

sözünü ağıza almakta beni engellemek istemelerini mantık ve düşünme ile

açıklıyamıyordum. Açıklayamayınca da içimde bir düğüm beni sürekli

rahatsız ediyordu.”106

Mustafa Kemal’in kendileri ile temas kurduğu eski İttihatçılar,

Anadolu Hareketi karşısında kendilerinin yaklaşımlarını Mustafa

Kemal’e bir mektupla bildirmişlerdir.107 Yıllar sonra kaleme aldığı

105“Engizisyon devrinden sonra medeni ve hür dünyada ve bilhassa egemenliği halka

dayanan bir demokrasi ve cumhuriyette kimse fikir ve mesleğinden dolayı suçlanıp

sorumlu olmamıştır. Fikir mesleğine ceza yoktur... Basın özgürlüğünü zararlı görmek,

bunun memlekette kötü sonuçlar verdiğini söyleyerek gazetecileri mahkum etmeğe

kalkmak adalete aykırıdır. Mademki bu memleket halk egemenliği prensibi ile

kendini yönetecektir, mutlaka basın özgürlüğü olacaktır. Hem de sınırsız bir basın

özgürlüğü. Çünkü bütün dünya kabul eder ki basın özgürlüğü olmadan demokrasi

olmaz. En saydığımız ağızlar bize ‘Basın özgürlüğünün ilacı gene basın

özgürlüğüdür’ demiyorlar mı? Bunlar demiyorlar ki basın özgürlüğünün ilacı sonra da

bir istiklal mahkemesi kurarak ve bu kanun kapsamına geçmişteki olayları da alarak

gazetecileri mahkum etmek olsun.” Türker, a.g.e., s. 236. 106Yalçın, Siyasal…, s. 271. 107“Eskiden İT’ye bağlı arkadaşlar Anadolu örgütüne hiç karşı değildirler. Mustafa

Kemal Paşa isterse İT’nin başına geçsin, örgüt yeniden kalkındırılsın; isterse başka

bir örgüt kursun. İsterse cumhurbaşkanı olsun, bizim bu konularda hiçbir karşı

koymamız yoktur. Ayrıca İT’yi diriltmek ve çalıştırmak düşüncesinde de değiliz.

Page 133: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

129

anılarında, 1920’li yılların ilk yarısında kendisinin Ankara’ya muhalif

gibi algılandığını, bunun bir yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını

belirtmektedir.108 İzmir mülakatı konusunda Hüseyin Cahit yıllar sonra

şu değerlendirmeyi yapacaktır.109

Yalçın, aynı devrede Ankara Hükümeti ile yıldızının

barışmamasının, muhalif sayılmasının nedenlerini açıklamaktadır.

Yapılacak seçimlerde kendimiz hiçbir mebusluk istemiyoruz. Mustafa Kemal Paşa

isterse içimizden istediklerini mebus alır. Seçimlerde muhaliflik yapmayacağımız gibi

İstanbul gibi örgütünü az çok koruyan yerlerde Anadolunun adaylarına yardım

etmeye de hazırız.” a.g.e., s. 274. 108“Ankaraya karşı düşman durumda değil hakikatte pek dost ve taraftar hissiyat içinde

bulunduğum için şüphelerin, yanlış anlaşmaların kalkmasını ben de çok istiyordum.

Mustafa Kemal Paşa’nın şahsiyeti de beni pek enterese ediyordu. Çünkü tam

istediğim gibi radikal, cesur ve açık fikirli bir lider gönünüyordu. İT hareketinin

başlangıcından beri tanımış bulunduğum ihtilalcilerin hiçbirinde bu fikir genişliği ve

cesaret yoktu. Tam aradığım bir inkılapçı idi. Ona muhalif imiş gibi bir durumda

bulunmak beni içimden müteessir ediyordu.” Yalçın, “Yalçın’ın 50 Yıllık Hatıraları:

Atatürk Devri”, Halkçı, (22.5.1955). 109“Mustafa Kemal Paşa, ne yapmak istediği noktasına hiç temas etmeden, o da nazari

ve akademik sahada kaldı ve kendi kanaatini söyledi. Bu kanaate göre, Hilafetin

Türklerde kalması memleket hesabına faydalı bir şey değildir. Ben anlayacağımı

anlamıştım. Mustafa Kemal Paşa, Hilafeti kaldırmaya karar vermiş bulunuyordu.

Anayasa değişirken, Hilafete dokunmayışı muhakkak ki ‘dokunmak istemediğinden’

değil, dokunmak o dakikada ‘elinden gelmediğinden’ ileri gelmişti. Büyük bir

tabiyeci ve manevracı kumandan sıfatıyla bu işin kat’i surette, hal ve zamanını ileriye

bırakmış olacaktı. (...) Bundan dolayıdır ki, İzmir mülakatından sonra Taninde tek bir

kelime yazmaktan içtinab ettim. Çünkü Mustafa Kemal Paşa mademki hilafeti

kaldırmayı bir kere aklına koymuş ve bunun lüzumuna iman etmişti, ne yapılsa onu

yolundan alıkoymak kabil olamazdı. Böyle olunca, memlekette nafile yere bir mesele

çıkarmak ve memleketin halaskarının (kurtarıcısının) tarihimizdeki en büyük

ıslahatçının bir muarız gibi yolu üzerine dikilmek çok manasız ve vatanseverliğe

uymaz bir hareket olurdu.”Yalçın, a.g.t.

Page 134: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

130

“Ankara beni kendisinden uzaklaştırmak için neler yapmamıştır, düşünelim.

Daha memlekete ayağımı basmamışken, Düyunu Umumiyeye seçilmeme

karşı veto etmiştir. Bu, o mevkiye daha münasip, kendilerince daha emin

birisini yerleştirmek lüzumundan ileri gelseydi pekala. Fakat, sırf bana şahsi

bir düşmanlık olmak için yapıldı. İstanbul’a geldim, milli hakimiyet hakkında

duyduğum hayranlığı ve şükran hislerini hararetle ifade ettim. Yeni rejim

kuruldu. Cumhuriyete kavuştuk, diye yazılarımda şenlik yaptım. Bu bir

kabahat oldu. İT’de başa geçecek kimse kalmamıştır. Paşa isterse başımıza

geçsin, beraber çalışırız dedik. Bizi istemediler. Kenarda durduk. Sonunda

Lozan Konferansında Rıza Nur’un entrikaları sebebiyle aforoz edildim.

Ecnebi Maliye mümessillerine memleketin menfaatine mugayir (ülke

çıkarlarına aykırı) olarak hizmet etmek lekesi üzerime sürülmek istendi. Daha

sonra dünyanın kaatillikten de ağır bir suçu ile, vatana ihanet isnadı ile istiklal

mahkemesine verildim. Bereket versin, orada Lozan ihtilafları ve vatana

hiyanet sözleri hakiki çehresi ile meydana çıktı. (...) İşte bu hal karşısında

benim Halk Partisine muhalif bir fırkaya girmemden daha tabii bir şey

olamazdı. Fakat, girmedim ve girmeyeceğim. Çünkü, serbest ve bitaraf

çalışmak istemiyorum. Paşanın yaptığı büyük işlerin hayranıyım. Onun ilan

ettiği prensiplere candan bağlıyım. Hükümetin aleyhinde görülebilecek yazılar

yazıyorsam da ihtilaf esasta ve prensipte değil, tatbikat ve icraattadır. Buna da

düşmanlık denmez. Canla başla hakimiyeti milliye ve demokrasi

taraftarıyım.”110

110Yalçın, a.g.t. Ardahan Meb’usu Halit Paşa’nın Ali Çetinkaya tarafından BMM

koridorlarında öldürülması olayı konusunda Hüseyin Cahit’in Tanin’de yaptığı

değerlendirme için bkz. Kandemir, Cumhuriyet Devrinde Siyasi Cinayetler,

İstanbul, Ekicigil, 1955, s. 68-73. Başyazara göre, “… Her halde, Halit Paşanın

yaralanmasına [ve ölümüne] sebebiyet vermiş olan vak’a, sulhtan sonraki milli ve

medeni hayatımızda bir durak noktası teşkil edecek kadar mühimdir. Zira ortada

umumi bir hoşnutsuzluk vardır. Bu umumi hoşnutsuzluktan çıkan en sarih, en açık

Page 135: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

131

Hüseyin Cahit neden Ankara Hükümeti ile uyum içinde

çalışamadı, onu dört yıl içinde İstiklal Mahkemelerine taşıyan süreç nasıl

açıklanabilir?

Hüseyin Cahit, Malta’daki mahkumiyetinin bitiminde hemen

ülkeye dönmemesini üç gerekçeye dayandırmaktadır: kızını tedavi

ettirme zorunluluğu, Anadolu’da Ulusal Mücadele’yi yürütenlerin bir

eski İttihatçı olarak kendisini benimsemeyecekleri düşüncesi ve kendisi

asker olmadığı için, Ulusal Mücadele sırasında Anadolu’da bulunsa

dahi, her hangi bir işe yaramayacağı.

Çok sayıda eski İttihatçı’nın Ulusal Mücadele sırasında

Anadolu’daki harekete değişik biçimlerde katkıda bulunduğu

düşünülünce, Hüseyin Cahit’in gösterdiği üç gerekçeden son ikisi iyice

zayıflamaktadır. Gerçekten de, Malta sürgünlerinden bu adadan kaçmayı

başaranların ve serbest bırakılanların çoğu hemen Anadolu’ya

koşmuşlar, Ulusal Mücadelede büyük yararlılıklar göstermişlerdir.

Hüseyin Cahit’in bu tutumunda, Ulusal Mücadelenin önder

kadrosuna yönelik kıskançlık duygusu, Mustafa Kemal ve ekibinin

kontrolü altına girmek istemeyişi, kendisinin eski İttihatçı olması

hakikat ise, sulh devresine girdiğimizdenberi işlerimizin iyi gitmemesinden ibarettir.

Evet, işte hakikat bundan ibarettir. Maalesef bir türlü itiraf edilmek istenmiyen şey de

budur.” a.g.e., s. 73.

Page 136: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

132

nedeniyle Anadolu hareketince dışlanacağı düşüncesi etkili olmuş

olabilir. Onun tutum belirlemesinde ne etkili olmuş olursa olsun, şu bir

gerçektir ki, Hüseyin Cahit’te Ulusal Mücadeleye katılma konusunda

yeteri derecede bir istek görülmemiştir. Hüseyin Cahit, ancak Ulusal

Mücadelenin zaferle sonuçlanacağı anlaşıldığında yurda dönmeyi

yeğlemiş, Renin ve Tanin’de Ulusal Mücadeleyi ve onun önderlerini

destekleyici yazılar yazmıştır. Hüseyin Cahit’in Ulusal Mücadelenin

lider ekibi ile çelişkisi, İsmet Paşa başkanlığındaki Lozan Konferansı

Murahhaslar Heyetindeki görevi sırasında ortaya çıkmaktadır.

Nurettin Güz, Ankara Hükümetinin Anadolu basını üzerinde

belirli bir denetim kurduğuna, onu maddi yönden desteklediğine ve hatta

yönlendirdiğine, buna karşılık, İstanbul basınının Türk ordusunun bu

şehre girdiği 6 Ekim1923’e kadar Ankara Hükümetinin denetiminden

uzak ve başına buyruk olduğuna dikkat çekmektedir. Gerçekten de,

aralarında Ankara Hükümeti ile iyi ilişkiler içinde olan basın organları

da var ise de, İstanbul basını büyük ölçüde muhalif basın olarak

tanımlanmaktaydı. Hüseyin Cahit, kendilerine muhalif sıfatının

yakıştırılmasında kimi Anadolu basınının rolüne işaret ediyordu.

Hüseyin Cahit’i “Tanin Başyazarı” sıfatıyla Nutuk’a taşıyan

konu, yani Hüseyin Cahit’in samimi bir cumhuriyetçi olup olmadığı da

konumuz bakımından önemlidir. Yazar, kendisinin cumhuriyet

rejiminden yana olduğunu, Ulusal Mücadelenin gidişatının cumhuriyete

Page 137: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

133

doğru olduğunu açıklayan belki de ilk yazar olmasına karşın, Mustafa

Kemal’in Nutuk’taki değerlendirmelerinden anlaşılmaktadır ki, Hüseyin

Cahit’in cumhuriyetçiliğinden Mustafa Kemal hep kuşkulanmıştır.

Cumhuriyetçi olduğunu açıklamakla birlikte, hilafetin korunmasındaki

ısrarı ve Ankara Hükümeti muhaliflerine zaman zaman destek vermesi,

Mustafa Kemal’in ona karşı kuşkularını iyice artırmıştır. Tanin’e ve

Tanin Başyazarı’na Nutuk’ta neredeyse on sayfaya yakın yer ayrılmış,

bu gazeteden ve gazeteciden hiç de sitayişle söz edilmemiştir. Hüseyin

Cahit’in Ankara Hükümetine ve Mustafa Kemal’e karşı açık ve pervasız

bir muhalefete geçmesi ve İT’nin yeniden canlandırılması emellerini

kimi eski İttihatçılarla birlikte besliyor olması, Mustafa Kemal’i haklı

olarak kuşkulandırıyordu. Gerçekten de, Ulusal Mücadele sonrasında

İstanbul ve civarında en örgütlü ve faal gruplardan biri İT teşkilatı idi.

Mustafa Kemal’in diktatörlük kuracağına dair bir kaygı vardı. Bu

kaygıyı yalnızca Hüseyin Cahit değil, Mustafa Kemal’in çok yakın

çalışma arkadaşları da paylaşıyordu. Devrimler konusunda büyük ölçüde

Mustafa Kemal’le aynı düşünceleri paylaşsa da, Cumhuriyet ilanının

Meclis’te yeterince tartışılmadan bir oldubittiye getirilmesinde olduğu

gibi, ulusal egemenlik ilkesine aykırı icraatlara karşı çıkması yüzünden,

Hüseyin Cahit kendisini muhalif safta buluyordu.

Nutuk’ta Tanin Başyazarının, Kurtuluş Savaşında yararlılık

göstermiş kimi kişileri kışkırtmaya uğraştığı, hükümete yönelttiği

Page 138: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

134

eleştirilerle muhalif güçleri güçbirliği etmeye çağırdığı, Halk Fırkasının

halkçılığının ancak dudaklarında olduğunu ileri sürdüğü belirtilmekte ve

Hüseyin Cahit’in kafasını ve gönlünü siyasal tutku ve öc alma

duygusunun kararttığı ileri sürülmektedir.

Çorum’dan İstanbul’a döndüğünde geçim sıkıntısı çekmeye

başlayan Hüseyin Cahit’in, iş bulmak üzere çaldığı kapılar birer birer

yüzüne kapanmıştır.111 Şükrü (Kaya) Bey aracılığıyla, 1930 yılında,

Sanayi ve Maadin Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine

atanmıştır. Kendisine düzenli bir gelir sağlayan bu iş geçim sıkıntısını

gidermiş ise de, Birinci Türk Dil Kurultayına sunduğu bildiri112

111Daha önceleri uzun uğraşılar sonucu çevirilerle oluşturduğu “Oğlumun Kütüphanesi”

dizisinden depoda kalan kitapları toptan satarak bir miktar paraya kavuşmuştur.

Stendhal’den yaptığı çeviriyi (Parma Manastırı) gazetesinde yayımlama sözü veren

Yunus Nadi Bey, ilk tefrikadan sonra, yayımı kesmesi konusunda emir aldığını

belirtmiş ve çeviriyi yayımlamaktan vazgeçmiştir. Maarif Vekaletinden üniversitede

serbest bir demokrasi kürsüsü istemiş, bu isteği geri çevrilmiştir. Bu kez arkadaşı

İsmail Müştak ile birlikte bir süre gümrük komisyonculuğu yapmış, 1929 yılında

iktisadi bunalım baş gösterince, bu işte başarılı olamamışlardır. Değişik gazetelerde

yazı yazmak için yaptığı girişimlerden sonuç alamamıştır. Gazetecilik yapma

olanağının kalmadığını anlayan Hüseyin Cahit, Falih Rıfkı’ya (Atay) bir mektup

yazarak, İstanbul’da bir lise müdürlüğüne talip olduğunu bildirmiş ve ondan aracılık

etmesini istemişse de, cevap alamamıştır. Malta sürgünlüğü sırasında çevirdiği

kitapları yayımlamaya başlamış ancak, bundan elde ettiği gelir geçim sıkıntısını

hafifletmemiştir. 112Kurultay 2.10.1932’de toplanmış, Hüseyin Cahit de bir bildiri sunmuştur. Ertesi

günkü gazetelerde Kurultay’da Hüseyin Cahit’in tezi üzerine yapılan tartışmalara

ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. “Dün Kurultayda Hüseyin Cahit Beyin tezi şiddetli

münakaşalar uyandırdı.” “...Hüseyin Cahit Bey tezini bitirir bitirmez, bütün ileri fikir

taraftarları söz isteme müsabakasına giriştiler.” “Hüseyin Cahit Bey, sözünü

bitirirken, müdafaa ettiği noktai nazarın şöyle bir hülasasını yaptı: ‘Türkçenin

menşeleri hakkında ilmi tetkikler lazımdır. Bunun için bir ilim heyeti teşkil etmelidir.

Page 139: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

135

yüzünden Atatürk’ün emriyle bu görevine de son verilmiş, tekrar işsiz

kalmıştır.

“Gazetem kapanmış, şiddetli bir rejim teessüs etmiş ve mücadele imkânı

bitmişti. Bütün yakın arkadaşlarım hayata gözlerini kapamışlardı.

Yapayalnız ve işsiz güçsüz kalıyordum. Ne bir gazeteye bir satır yazı, ne

ufak bir iş. Hatta eski mektep müdürlüğüme dönmeye bile imkân yoktu. En

kolay ve âdi bir iş sayılan gümrük komisyonculuğuna Müştak ile beraber

başladım. Biz nerede, gümrük komisyonculuğu ve güya ticaret nerede? Bu işi

tasfiye ettik.

“Çok zor ve ezici bir hayat devresi başladı. Eski dostum Şükrü Kaya’nın

halimi İsmet Paşa’ya anlatması Sanayi ve Maadin Bankasına yerleştirilmemi

intaç etti. Fakat Dil Kurultayında düşündüklerimi pervasızca ileri sürdüğüm

için bankadan atıldım.” 113

27 Haziran 1933’te Necmeddin Sadak’ın Akşam gazetesinde

“Akşamcı” imzasıyla fıkralar yazmaya başlamıştır. Akşam macerasının

kısa sürmesine gerekçesi olarak, Atatürk’ün Sadak’a bu yönde yaptığı

telkini göstermektedir.114

İstilahları kararlaştırmalı, eksik kelimeleri tamamlamalı, Türkçenin Nahvinde

kabiliyetsizlik yoktur. Kusur kelimelerdedir. Yazı ve konuşma dili arasında fark

yoktur. Lisan sadeliğine doğru kendiliğinden gidiyor. Lisana öz Türkçe kelimeler

koymak vazifesini hiçbir heyet deruhte edemez. Bu şahsi, daha doğrusu gayrişahsi

birşey olur.’” Milliyet, (3.10.1932) 113Hüseyin Cahid Yalçın, “Atatürk Devri”, Ulus, (27.2.1951). 114Hüseyin Cahit’in yaşamının belki de en az hareketli ve renksiz olan bu sekiz yıllık

dilimi (1926-1933) hakkında diğer ayrıntılar için bkz. Bengi, a.g.e., s. 266-268.

Page 140: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

136

Hüseyin Cahit, özellikle iç politikadan uzak bir yayımcılık

yaptığı Fikir Hareketleri’nin henüz ilk sayısında, Cumhuriyetin onuncu

yıldönümünde, Cumhuriyet konusundaki değerlendirmelerini ve

coşkusunu dile getirmiştir: “Nasıl olmuş da uzun zamandır

cümhuriyetsiz yaşanmış, cumhuriyetten başka rejim altında yaşamaya

nasıl tahammül etmişiz diye düşünüyoruz.”115

Hüseyin Cahit, Fikir Hareketleri’nin yayımlanmaya başladığı

1933 yılı sonlarından siyasete atılıp milletvekili seçileceği 1939 yılına

kadar iç siyasetle ilgili güncel yazılar yazmaktan kaçınmıştır. 1935

yılında haftalık Yedigün’de başladığı sohbet, deneme ve gezi yazılarını

1946 yılına kadar sürdürecektir.116 1936 yılında İstanbul Valisi ve

Belediye Başkanı Muhittin Üstindağ ile belediye yatırımları ile ilgili bir

konu dolayısıyla davalık olmuş ve davada yaptığı savunmayı Fikir

Hareketleri’nde yayımlamıştır.

115Bengi, Hüseyin Cahit’in bu makalesinde Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal

Paşa’nın adını hiç anmamasını ve ondan yalnızca “şef” olarak, Türk Milletinin

yeniden dirilişini sağlayan Ulusal Mücadele hareketinin sevk ve idarecisi olarak söz

etmesini ilginç bulmakta ve bu durumu, Nutuk’ta kullanılan “Tanin Başyazarı”

nitelemesiyle bağlantılı değerlendirmektedir. Cumhriyetin on beşinci yıl dönümü için

1938 yılında yazdığı yazıda ise, Hüseyin Cahit, Atatürk’ün büyüklüğünü ve ulusal

mücadelenin başarılmasındaki rolünü açıkça belirtmekte, “Atatürk” sözcüğünü

kullanmaktadır. 116Yalçın, haftalık Yedigün’de İT erkanının önemli kişiliklerinin (34 kişi) portrelerini

çizmektedir. Hüseyin Cahit Yalçın, Tanıdıklarım, İstanbul, YKY, 2001.

Page 141: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

137

Atatürk’ün ölümünden kısa bir süre sonra, Hüseyin Cahid

Yalçın, Başvekil Celâl Bayar’dan aldığı bir davet üzerine Ankara’ya

gelmiştir.117 Bayar, kendisini çok sıcak karşılamış ve ülkenin birlik ve

bütünlüğe ihtiyaç duyduğunu, kırgınlık ve ayrılıkların artık bir yana

bırakılması gerektiğini belirtmiş ve kendisine milletvekilliği önerisinde

bulunmuştur. Yalçın, Bayar ve Cumhurbaşkanı İnönü ile yaptığı

görüşmeler sonrasında öneriyi kabul etmiş,118 4 Ocak 1939 tarihinde

yapılan ara seçimde V. Dönem Çankırı milletvekili olarak TBMM’ye

girmiştir. VI. Dönemde yine Çankırı, VII ve VIII. dönemlerde

İstanbul’dan, IX uncu dönemde de Kars’tan milletvekili seçilmiştir.

Birleşmiş Milletler Filistin Uzlaştırma Komisyonu üyeliği yapmış,

partisinde Grup Başkan Vekilliğine seçilmiş, Türk Basın Birliği Başkanı

olmuştur.119

117İnönü, hatıralarında, Başvekil Celal Bayar aracılığıyla Hüseyin Cahid Yalçın ile

ilişki kurduğunu belirtmektedir. Koçak, a.g.e., s. 176. 118Asım Us, milletvekilliği önerisini kabul etmesinden sonra Yalçın’ın kendisine

şunları söylediğini belirtmektedir. “... Ben Atatürk’ün aleyhinde hiçbir şey

yapmadım. İsmet aleyhinde polemik yaptım. Fakat İsmet bana iyilik yaparak

intikamını aldı. Ben hayatta oldukça onun aleyhinde kalemimi oynatmam.” Asım Us,

1930-1950 Atatürk, İnönü, İkinci Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş

Devri Hatıraları, İstanbul, Doğruluk Matbaası, 1966, s. 328. 1191938 yılından beri yalnızca dış siyaset konulu başmakaleler yazdığı Yeni Sabah

gazetesinden 1943 yılında ayrılan Yalçın, 30.8.1943’te Tanin’i üçüncü kez

yayımlamaya başlamış, 1947 yılı ortalarına kadar yayın yaşamında kalan bu gazetede

daha çok dış siyasete ilişkin yazılar yazmış, komünizm, faşizm ve irticaya karşı

mücadele etmiştir. 1948 yılında CHP’nin yayın organı olan Ulus gazetesinde siyasi

nitelikli başyazılar yazmaya başlamış, partisine ve İnönü’ye destek vermiş, polemikçi

uslubunu sürdürmüş, Demokrat Parti’ye ağır eleştirilerde bulunmuştur. 9.9.1951

tarihli Ulus’ta yazdığı bir yazıda TBMM’nin manevi şahsiyetini tahkir ettiği

gerekçesiyle, dokunulmazlığı kaldırılmıştır. 1953 yılında Ulus gazetesinin kapatılması

Page 142: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

138

Yalçın’ın 1939 yılında siyasal yaşama adım atmasından kısa bir

süre sonra İDS başlamıştır.120 Savaş yıllarında, Yalçın, 1943 yılı

ortalarına kadar Yeni Sabah’ta, bu tarihten sonra da Tanin’de yazdığı dış

siyaset yazıları yoluyla, kendisi gibi Gazeteci-Mebus olan Falih Rıfkı

Atay (Ulus), Necmeddin Sadak (Akşam), M. Asım Us (Vakit) ve Yunus

Nadi Abalıoğlu (Cumhuriyet) gibi meslektaşlarıyla birlikte, kamuoyu

oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Henüz Savaş başlamadan önce,

Yalçın, Anglo-Sakson yandaşı ve Alman aleyhtarı çizgisini belli

etmiştir. O, İtalya ve Almanya’nın silahlanmasını dünya barışı açısından

önemli bir tehlike olarak görmekte, Türkiye’nin Almanya ile savaş

öncesinde geliştirdiği ticari ilişkiye, ticaretinin yarısını bu ülke ile

yapmasına pek sıcak bakmamaktaydı. Makalelerinde Türk-İngiliz

ilişkilerinin daha da geliştirilmesinin gereği üzerinde durmuştur.121 1939

üzerine onun yerine çıkarılan Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde de başyazarlık

yapmıştır. Demokrat Parti aleyhine yazdığı yazılardan dolayı yargılanmış ve 26 ay

hapse mahkum edilmiş, 1.12.1954 tarihinde 79 yaşında iken cezaevine konulmuştur.

Üç buçuk aylık mahkumiyetin ardından, iç ve dış basında yürütülen kampanyaların da

etkisiyle, Bakanlar Kurulu Kararı ile serbest bırakılmıştır. 1957 seçimlerinde hasta

olmasına rağmen yeniden aday olan Yalçın, seçim kampanyası sürerken, 18 Ekim

1957 günü zatürreden hayatını kaybetmiştir. 120İDS yılları Türkiye’sinde basın-iktidar ilişkileri için bkz. Güvenir, a.g.e. Güvenir’e

göre, Türkiye, iktisadi durumunun elvermemesi, kamuoyundaki isteksizlik vb

nedenler yüzünden, “topraklarına bir saldırı olmadıkça savaşa girmeme” kararı almış

ve bu politikasında ısrar etmiştir. Güvenir, a.g.e., s. 33 vd. 121“Türk-İngiliz Münasebetleri”, Yeni Sabah, 24.5.1938’den aktaran Ayşe Azman,

Türk Basınında Siyasi Bir Gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, (Yayımlanmamış

Doktora Tezi), İstanbul, İstanbul Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Bölümü,

1994, s. 128.

Page 143: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

139

yılında Yalçın’ın beklentisine uygun gelişmeler olmuş, Türk-İngiliz-

Fransız ittifak anlaşması imzalanmıştır.

Savaş yıllarında İnönü, siyasal yaşamın mutlak hakimidir. Parti,

Büyük Millet Meclisi ve Bakanlar Kurulu hemen her konuda Milli Şef’e

bağlı kalmış, çalışma arkadaşları olarak da İnönü, emirlerine tartışmasız

uyacak kişileri seçmiş, bürokrasinin işleyişine müdahale etmiş

(Başbakanı aşarak müsteşarlara ve genel müdürlere emirler vermiş),

mutlak kişisel egemenliğini devlet-basın ilişkisine de yansıtmıştır. Savaş

yıllarında basında Milli Şef ile ilgili olarak yayımlanacak haberlerin

tekeli Anadolu Ajansı’ndadır. Milli Şef dönemi yönetimi otoriter bir

yönetimdir, önemli ve etkili bir kurum olması nedeniyle, basının sıkı bir

biçimde denetim altına alınması gereği duyulmuştur. Dönemin İçişleri

Bakanının, matbuatın yaşadığı muhitin siyasal rejimine intibak etmesi

gerektiği, her rejimin kendisine uygun bir matbuat tipi arayacağı

yönündeki beyanı, iktidar-basın ilişkisinde hangi anlayışın egemen

olduğunu göstermekteydi.

Savaş yılları Türk basınını yönlendirme açısından önemli bir

kurum da Türk Basın Birliği idi. Birliğin Kasım 1941’deki Birinci

Umumi Kongresinde, Başkan, yürürlükte olan Basın Yasasını

kastederek, “... Bu kanun, öyle bir niyetle yapılmıştır ki, tetkik ettiğimiz

zaman hükümeti bizim içimizde ve biz kendimizi hükümetin hüviyetinde

bulabiliyoruz...” demiştir. Başkana göre, mevcut rejim dolayısıyla basın

Page 144: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

140

bir “hükümet kuvveti”dir, iktidarın ve rejimin varlığını sürdürmesinde

bir araçtır. Basın Birliği Başkanının işlevini bu biçimde betimlediği

basının güdümlü olması kaçınılmazdı.122

Matbuat Umum Müdürlüğü, siyasal iktidarın Savaş yıllarında

basını denetleme ve yönlendirme faaliyetinde aracı olarak kullandığı en

önemli kurumdur. Savaşın başlamasında kısa bir süre sonra çıkarılan bir

yasa ile bu Umum Müdürlük Başbakanlığa bağlanmıştır.123

Basını bu biçimde güdümlü duruma getiren Milli Şef rejimi,

basının güdümlü olmasını sağlamaya yönelik bir başka araç daha

kullanmaktaydı: gazeteci mebuslar.124 Savaş yıllarının ortalarından

122Güvenir, a.g.e., s.30-32. Güvenir, kitabında, İDS sırasında izlenen dış politikanın

iktidarın basın üzerindeki baskısını artırıcı işlevini ele almaktadır. 1237 Haziran 1920’de kurulan ve aynı yılın sonuna doğru Hariciye Vekaletine bağlanan,

1931 yılında lağvedilen Umum Müdürlük 22 Mayıs 1933’te Matbuat Umum

Müdürlüğü adıyla ve İçişleri Bakanlığına bağlı olarak yeniden kurulmuş, 1940 yılında

Başbakanlığa bağlanmıştır. Güvenir, a.g.e.,s. 59. Yayın faaliyetinin doğrudan

Başbakanlığa bağlı bir kurum ile sıkı bir denetim altında tutulması amaçlanmaktaydı.

Yeni Yasanın 4. maddesinde Umum Müdürlüğe basın ile ilgili olarak verilen görevler

arasında, “... münasip göreceği vasıtaları kullanarak neşriyat ... yaptırma,” “Milli

matbuatın inkılap prensiplerine, Devletin umumi siyasetine ve memleket ihtiyaçlarına

uygun olmasını temine çalışmak ve bunların mesleki inkişaf ve faaliyetleri için

rehberlik etmek...” de sayılmaktaydı. İktidar, basının kendi belirlediği doğrultuda

yayın yapmasını sağlamıştır. Matbuat Umum Müdürlüğü 16.7.1943’de kabul edilen

yasayla Basın ve Yayın Umum Müdürlüğüne dönüştürülmüş ve yurt dışında da

propaganda yapacak biçimde örgütlendirilmiştir.

124Gazeteci mebusların işlevleri konusunda bkz. Nilgün Gürkan, Türkiye’de

Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950), İstanbul, İletişim, 1998, s. 79 vd. Mebus

olmaları yanı sıra ülkenin önde gelen yayın organlarında siyasal makaleleri

Page 145: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

141

itibaren Yalçın, üçüncü kez aynı adla çıkarmaya başladığı gazetesinin

(Tanin) sahibi ve başyazarıdır. 1939 seçimlerinde mebus yapılan önde

gelen üç gazeteci (Cumhuriyet’ten Yunus Nadi, Son Telgraf’tan Ethem

İzzet Benice ve İkdam’dan Abidin Daver), gazetelerinin genel yayın

politikası ya da yazılara yansıyan kişisel görüşler hükümet politikasına

ters düşmesi nedeniyle, 1943 seçimlerinde mebus yapılmamışlardır.125

Cumhuriyet’in sahibi ve başyazarı olan Yunus Nadi, 1923-1943

döneminde kesintisiz olarak mebusluk yapmış, Savaş’ın ilk

dönemlerinde Almanya yanlısı bir tutumu benimsediği için, 1943’de

aday gösterilmemiştir. Aynı başyazar Ulusal Kurtuluş Mücadelesi

yıllarında Mustafa Kemal hareketini gazetesi Yeni Gün ile desteklemiş,

Cumhuriyetin ilanının ertesinde, İstanbul basınının muhalif tutumunun

aksine, Ankara Hükümeti’ne desteğini sürdürmüştü. Bu başyazarların

milletvekili yapılmaması, siyasal iktidarın Savaş yıllarında basının

işlevine verdiği önemi göstermektedir. Yalçın’ın eleştirel ve hükümet

politikasına bazen ters düşen yazılarına hükümetin zaman zaman ses

çıkarmaması ise, Güvenir’in de belirttiği gibi, iktidar tarafından ilerideki

gelişmelere karşı bir emniyet süpabı olarak görülmesine bağlanabilir.126

yayımlanan bu kişiler resmi kamuoyu oluşturucuları konumundaydılar. Kimileri

mensubu bulundukları gazetenin başyazarı, hatta kimileri de aynı zamanda başyazarı

oldukları gazetenin sahibi idiler. CHP Nizamnamesinde yapılan değişiklikle, gazeteci-

mebusların sahip oldukları yayın organları parti mensubu sayılmış, aykırı davranışta

bulunanlar uyarılmıştır. 125a.g.e., s. 81. 126Savaş yıllarında iktidarın basını yönlendirme yöntemlerinden ilki gazeteci-mebuslar,

ikincisi basına verilen talimatlar ve üçüncüsü de yayın organlarının kapatılmasıdır.

Yönlendirme yöntemleri için bkz. Güvenir, a.g.e., s. 65-146. Savaş yılları Türk basını

Page 146: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

142

1940 yılının ilk aylarında Fransa’ya giden Türk basın heyetinde

yer alan Yeni Sabah başyazarı Yalçın, Türkiye’nin müttefikleri tuttuğunu

açıklamıştır. Türk basınının ağırlıklı olarak müttefik yanlısı bir tutum

takınması karşısında, Almanya, değişik araçlarla (Alman Radyosu,

Turkische Post) Alman propagandasına girişmiştir. Güvenir’in de

belirttiği gibi, savaşın başlangıç yıllarında Türk basınının Almanya’ya

karşı takındığı bu mesafeli tutumun iktidarın onayı olmadan

sürdürülmesi olanaksızdı. Savaş öncesinde Türkiye’nin ekonomik

ilişkilerinde büyük ağırlığı bulunan ülke Almanya iken, 1939 yılı

başında İngiltere ve Fransa ile de ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi

yönünde adımlar atılmıştır. Almanya ile de yeni ticari anlaşmalar

yapılmasından geri durulmamasının nedeni, dış ticarette tek ülkeye

bağımlı olmamak ilkesinin gözetilmesidir.

Savaşın başlangıcında yazdığı makalelerde, Yalçın, diğer

yazarların çoğunluğu (Sadak, Atay, Sertel) gibi Alman aleyhtarı

görüşleri, Nadir Nadi ise, Almanya ile iyi ilişkiler kurulmasını

dış siyasete ilişkin yayınlarında iktidarın sesi olmuştur. Basın, Savaşın Mart 1941’e

kadarki kısmında müttefiklere yakın mihver’e uzak bir siyaset izlemiş, Mart 1941’den

Nisan 1944’e kadar süren üç yıllık dönemde iki kampa karşı ılımlı bir tutum takınmış,

Nisan 1944’den Savaşın sona erdiği Mayıs 1945’e kadar da kendisini müttefiklere

yakın mihvere uzak bir biçimde konumlandırmıştır. Bütün basın organlarının dış

siyasetteki bu gidişata aynı biçimde uyduğu söylenemez. Böylesi durumlarda da,

iktidarın muhtelif yaptırımları devreye girmiştir.

Page 147: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

143

savunmaktadır.127 Yalçın’ın gözünde Almanya’nın değişik biçimlerde

yaptığı propaganda, ülkemizin iç işlerine küstah bir kabalıkla dil

uzatılmasıdır.128 1940 yılı Haziran’ında Almanların Fransızları yenilgiye

uğratmaları üzerine, Türk basınında bu iki ülke rejimlerinin üstünlükleri

karşılaştırılmaya başlanmıştır. Nadir Nadi’ye göre, Nasyonal

Sosyalistlerin iktidara gelmesi ile birlikte yalnızca hammadde satabilen

tarıma dayalı ekonomilerin sömürülmesi devrinin bitmişti. Yalçın’a göre

ise, dünyanın özgürlüğünün İngiltere’nin bu Savaştan galip çıkmasına

bağlıydı. Bir süre sonra, polemiğe son vermeleri yönünde Hükümet iki

gazeteyi de uyarmış, yayınını sürdürmekte ısrar eden Cumhuriyet

kapatılmıştır. Ancak üç ay sonra bu gazetenin yeniden yayımlanmasına

izin verilecekti.129 Sovyet Basınında Türkiye ile ilgili olumsuz yayınların

yapıldığı bir sırada, Yalçın, Sovyet Devriminin 23. yıldönümünü

kutlayan ve bu Devrimi öven bir yazı yazmıştır.130

Almanya’nın savaşta üstün duruma geçmesi ve 2 Mart 1941’de

Balkanlara girmesi üzerine, Türkiye’nin dış siyasetinde değişiklik

127Bu arada, 1933 yılından beri Türkiye’de yayımlanan ve Deutsche Orient Bank’n

finanse ettiği, sorumlu müdürlüğünü Pan Türkist eğilimli Birinci Ordu Eski

Kumandanı Ali İhsan Sabis’in yaptığı Turkische Post adlı gazete, müttefiklerin

Türkiye’deki etkilerine karşı, Almanlar lehine karşı propaganda yapmaktadır. Azman,

a.g.e., s. 129. 128“Alman Radyosunun Türkiye Aleyhindeki Propagandası”, Yeni Sabah,

21.4.1940’dan aktaran Azman, a.g.e., s. 129. 129a.g.e., s. 130-131. 130“Sovyetler İnkılabının 23 üncü Senei Devriyesi”, Yeni Sabah, 7.11.1940’dan

aktaran Güvenir, a.g.e., s.157-158.

Page 148: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

144

olmuştur.131 Alman orduları, Türk-Alman saldırmazlık anlaşmasının

imzalanmasının ertesinde, 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliğine

saldırmış, Türkiye hemen tarafsızlığını ilan etmiştir. Buna karşın,

Türkiye’nin tarafsızlığı, bir bakıma, Sovyetler Birliği’ne düşman bir

tarafsızlık biçimindeydi. Alman saldırısını Yalman insanlığın

bolşevikliğe karşı mücadelesi biçiminde değerlendirirken, Yalçın “...

Nazilik yıkılmaya muhtaç rejim ise, komünizm de hiç olmazsa aynı

derecede otoriter bir rejimdir...” demekteydi. Basın, dış haberler ile ilgili

bilgileri yalnızca Anadolu Ajansının gönderdiği biçimde vermekteydi.

Gazeteci-mebuslar, bu sıralarda ağız birliği etmişçesine, iktidarın

tutumuna da uygun olarak, Sovyetler Birliğine tepki niteliğinde yazılar

yazmaktaydı. Almanların Sovyetler Birliğine saldırması öncesinde

131Almanya’ya karşı savaşın başından beri takınılan mesafeli ve eleştirel tutum

bırakılmış, Almanya’nın dost olarak nitelendirildiği bir döneme girilmiş, pan-türkist

akıma hoşgörülü davranılmaya, onların yayınlarına müdahale edilmemeye başlanılmış

ve bu yönde davranmayan basın organları kapatılmıştır. Alman dostluğu ile

müttefiklere yakınlık bir denge içinde tutulmaya çalışılmıştır. Bir süre sonra, İngiliz

propagandasının da etkisiyle Türk Kamuoyunda, Almanya’nın, Irak ve Suriye’yi

zaptettikten sonra Türkiye’ye saldıracağı söylentileri dolaşmaya başlamış,

Türkiye’nin bu saldırıyı önlemek için, Irak ve Suriye’ye müdahale etmesi gerektiği

ileri sürülmüştür. Bu görüşte olanlar arasında Yalçın da vardır. Nadir Nadi ise,

Türkiye’nin savaşa girmesi anlamına gelecek bu tür önerilere karşı çıkmaktadır. Türk-

Alman Saldırmazlık Paktı 18 Haziran 1941’de Ankara’da imzalanmıştır. Basın paktı

desteklemiş ve paktın varlığının Türkiyenin müttefiklerle olan ilişkilerinde bir

değişikliğe neden olmayacağını özenle vurgulamıştır. Paktın Millet Meclisinde

onaylanmasından sonra, Yalçın şunları yazmıştır: “... Türkiye, İngilterenin dostu ve

müttefikidir. İngiltere ile, Almanya ise harp halindedir. Türkiyenin birbiriyle

öldüresiye bir mücadeleye girmiş iki devletten birinin müttefiki ve diğerinin bir

misaka istinat eden dostu sıfatlarını birleştirebilmesi için pek yüksek bir diplomasi

kabiliyetine ihtiyaç vardır...” “Türk-Alman Muahedesinin Tasdiki”, Yeni Sabah,

27.6.1941’den aktaran Güvenir, a.g.e., s.162.

Page 149: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

145

küçük bir seçkinci hareket konumunda bulunan Pan-Türkizm (dünyadaki

tüm Türkleri tek devlet çatısı altında toplama düşüncesi), saldırının

yapıldığı 1941 Haziranından itibaren, özellikle dergilerde, güçlü bir

biçimde ortaya çıkmıştır. Bu harekete destek veren Almanların amacı,

Türkiye’yi Sovyetler Birliği’ne karşı kendi yanlarında savaşa

sokmaktı.132 Türkçülüğün bir kan sorunu olup olmadığı konusunda,

Yalçın, “... kimsenin kanını alıp da mikroskopta muayene edecek

değiliz. Bu çok meşkuk miyardan ziyade vicdana ruha ve kültüre itibar

edeceğiz...” demekte ve Türklüğü ve Türkçülüğü “saf Türk kanı” taşıma

esasına bağlayan Adsız ise Türkkan gibi Pan-Türkist yazarlara karşı

çıkmaktadır.

Türk basını 1942 yılının ikinci yarısında denge politikası

çerçevesinde yayınlar yapmış, bazı gazetelerde Almanya, bazılarında ise

İngiltere yanlısı makaleler yer almıştır. Yalçın’a göre, İngiltere hukuk

devleti ilkeleri ile yönetilmekte, bu ülkede demokrasi tüm kuralları ile

işlemekteydi. Savaşın favorisi de İngiltere idi.133

132Refik Saydam’ın 8.7.1942’de ölümü üzerine kurulan Saraçoğlu hükümetinin

programında, Türkiye’nin tarafsız bir dış politika izlemekte olduğu ve bu politikanın

sürdürüleceği belirtilmektedir. Başyazarların hepsi yeni hükümetin bu yaklaşımını

olumlu karşılamıştır. Yalçın dahi, Türkiyenin İngiltere ile müttefik olduğunu

belirtmeyi ihmal etmeden, Saraçoğlu’nun açıkladığı tarafsızlık siyasetinin bir ciddiyet

ve samimiyet eseri olduğunu ifade etmiştir. Ona göre, Almanya ile diplomatik

ilişkiler memnuniyet verici düzeyde sürmekte ve iktisadi ilişkiler olumlu biçimde

gelişmektedir. “Başvekilin Nutku”, Yeni Sabah, 6.8.1942’den aktaran Güvenir,

a.g.e., s. 181-182. 133“Kanun Önünde Tam Müsavat”, Yeni Sabah, 29.9.1942’den aktaran Güvenir, a.g.e.,

s. 185-186.

Page 150: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

146

1942 yılı sonlarına doğru, müttefikler çeşitli cephelerde Alman

saldırısını püskürttükten sonra bu ülkeye kesin darbe vurmanın planlarını

yapmaya başlamışlardı. Churchill, kendi saflarında savaşa katılmasını

sağlamak üzere, Türkiye’ye gelmiş, Adana’da yapılan görüşmede

İnönü’yü ikna edememişti. Türkiye, Almanyanın çeşitli cephelerde

gerilemesine karşın henüz kesin durumun belli olmaması nedeniyle

topraklarına bir saldırı olmadıkça savaşa girmeme esasına dayalı dış

siyasetini 1943 yılında da iki muhasım tarafı kollayarak sürdürmüştür.

İlkbahar aylarında bir yandan Almanya ile yeni iktisadi anlaşmalar

yapılırken, basında müttefikler hakkında olumlu yayınlar sürdürülmekte,

Türk-Amerikan dostluğunu öven makaleler yayımlanmaktaydı.134

Yalçın, 31 Ağustos 1943’te Tanin’i yeniden çıkarmıştır. Tanin’in

onuncu sayısında, CHP’nin kuruluşunun 20 nci yıldönümü üzerine bir

makale yazmıştır. Makalede, 1923 yılında CHF kurulduğu ve başka

fırkaların kurulmasına izin verilmeyeceğinin açıklandığı zaman, muhalif

fırka kurulmasının yasaklanmasına en çok karşı çıkanlar arasında

kendisinin de yer aldığını belirtmektedir. Ona göre, klasik

parlamentarizmde, yüzyıllardan beri İngiltere’de görüldüğü gibi, en az

134“Türk-İngiliz Dostluğu”, Yeni Sabah, 16.5.1943’den aktaran Güvenir, a.g.e., s. 189.

Yalçın, bu makalede, “... Biz her şeyden evvel, İngiltere’nin siyasi ideallerine, İngiliz

milletinin müdafaa ettiği hürriyetlere ve garp demokrasilerinin temsil eyledikleri

ideallere taraftarız...” demekteydi. ABD ile olan ilişkiler konusunda da, bkz.

“Amerika ve Türkiye”, Yeni Sabah, 13.3.1943’den aktaran Güvenir, a.g.e., s. 189.

Page 151: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

147

iki partiye gereksinim vardı. Padişahlık devrinin mutlak ve müstebit

idaresi altında özgürlük aşkı ile yaşama katlanmış ve vatan hakkındaki

bütün sevgisini ve ümidini ülkede özgür rejimin kurulmasına bağlamış

insanımız için az çok diktatörlük kokusu veren tek parti rejimine yandaş

olmak güç idi. Kaldıki, tek parti sisteminin sakıncaları İtalya’da çoktan

ortaya çıkmıştı. İlk kurulduğunda CHP “… kuvvetli, prestijli bir

halaskar kumandan elinde ne şekil alacağı pek kestirilmeyen ve bir

tahakküm ve istibdat mekanizması gibi kullanılmasından korkulabilen

bir yenilik…” idi. Atatürk’ün bile “… bir aralık bu partinin nüfuz ve

kudretine bir mukabil siklet hizmetini görecek ve bir nevi müvazene

vücuda getirebilecek bir ikinci parti teşkili…”ne gerek görmesi tek parti

rejimi konusundaki kendi kaygılarının haklılığının kanıtıydı. Tek parti

rejimi konusunda bu kaygıları taşıyan Yalçın, ileriki yıllarda, “En itimat

edilebilecek dürüst ellere tevdi olunan bir ikinci partinin… bizi mazinin

nifaklarına ve yıkıcı mücadelelerine…” hızla götürdüğünü görecekti.

İkinci partiye izin verilecek olsaydı, “… meşrutiyet devrinde misallerini

gördüğümüz tarzda, bulanık ve bulaşık bir muhalefet entrikaları ve

mücadeleleri bu memleketi ne kadar sarsardı!” Oysa ülkemizin

sarsıntıya tahammülü yoktu, birbirimizi ezmeğe, yıkmaya ve

mahvetmeye değil, tutmağa, sevmeye ve kuvvetlendirmeye muhtaç idik.

Kuramsal bir ilke uğruna ülkemiz tehlikeye düşürülemezdi. Kuramları,

felsefeleri ve başka ülke örneklerini bir yana bırakarak yalnız ve yalnız

Türk toplumunun ve Türk vatanının yaşamsal çıkarlarını düşünmek

Page 152: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

148

gerekirdi. Yalçın’a göre, Cumhuriyet Türkiye’sinin içinde bulunduğu

koşullarda tek partili yaşam bir zorunluluktu.

Cumhuriyet devrinde kuramlara ve felsefelere bağlı kalarak iki

partili yaşamda ısrar etmenin ülkemiz için olası kötü sonuçlarını bu

biçimde değerlendiren Yalçın, fırka sözcüğü ile de Meşrutiyet

devrindeki fırka yapısında olan fıkraları anlamamak gerektiğini

belirtmektedir.

“… Bugün mevcut tek fırkamız, Cumhuriyet Halk Fırkası, muayyen bir

sınıfın, muayyen bir zümrenin, muayyen menfaatlerinin mümessili değildir.

Cumhhuriyet Halk Fırkası bütün milleti, bütün vatanı temsil ediyor. Bu

temsilin tek bir parti altında vukua gelmesi, fikir, söz ve vicdan hürriyetine bir

engel teşkil etmiyor, bilakis bir garanti vücude getiriyor.”135

Ali İhsan Sabis’in Turkische Post’ta yayımlamaya başladığı

anılar yüzünden Sabis ile Yalçın arasında karşılıklı suçlamalar olmuş,

135“Memlekette gördüğümüz vahdet, kuvvet, tesanüd, ileri hamle hızı Milli Şef ile

Millet Meclisi ve millet arasında teşekkül etmiş tesanüdün, gaye ve iman birliğinin

semeresidir ki bunun da aleti, nazımı ve mekanizması Cumhuriyet Halk Fırkasıdır…”

Yalçın’a göre, “Türkiye Cumhuriyeti bu idareyi başka bir memleketten kopya etmiş

değildir. Bunu memleketin kendi şartları doğurdu. Onun içindir ki birinci cihan

harbinden sonra her tarafta mantar gibi türeyen temsili rejimler birer birer yıkıldıkları

halde Türk hükümet rejimi ayakta kaldı ve liberal prensiplere ve ideallere doğru

gelişmeler göstererek mahiyeti hakkında kalblerde kanaat tesis etti.” “Cumhuriyet

Halk Partisinin 20 nci Yıldönümü”, Tanin, (9.9.1943).

Page 153: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

149

sonunda konu yargıya götürülmüş, hakaretlerin karşılıklı olması

nedeniyle dava 20 Ocak 1944’te düşmüştür.136

Türkiye’ye 1943 yılının ikinci yarısında Savaş’a katılması137

yönünde müttefiklerce yoğun diplomatik baskı yapılmaktadır. Kasım ayı

başında Kahire’de görüşmeler sürerken, görüşmenin amacının

Türkiye’yi müttefikler safında savaşa katılmaya ikna etmek olduğu

basına yansımıştır. Yalçın, savaşa girmemiz yönünde yapılan baskıların

aceleci bir tavır olduğu, Türkiye’nin Savaşa girmesinin, kendisini feda

etmesi anlamına geleceği, ülkemizi harap ve feda edecek bu hareket

tarzının dost ve müttefiklerimize de bir fayda temin etmeyeceği, temin

etse dahi, bunun geçici olacağı kanısındadır.138

Kahire görüşmeleri sonrasında ise, Yalçın, Türkiyenin

siyasetinde bir yenilik vukua geleceğini sananların aldandığını, Türkiye

için, İngiltere ile dostluğu çerçevesinde taahhütlerini yerine getirmenin

esas olduğunu belirtmektedir.139 Yalçın, bu yazısının kaleme alınışından

136Yalçın’ın Tanin’de ileri sürdüğü düşünceler için bkz. “Fena Bir Kitap”, Tanin,

20.9.1943; “Fena Kitabın Lekeli Muharriri”, Tanin, 26.9.1943; “Hem Hırsız Hem

Yalancı”, Tanin, 27.9.1943; “Yakayı Ele Veren Şerir Bu, Ali İhsan Sabis’tir”, Tanin,

4.10.1943; “Adalet Huzurunda Bir Hesaplaşma”, Tanin, 5.10.1943. Azman, a.g.e., s.

133. 137Müttefikler Türkiyenin kendi saflarında Savaşa girmesini ve Ege Denizindeki üs ve

havaalanlarını müttefik ordularının kullanımına açmasını istiyorlardı. 138“Hissi Selimden İlham Almış Sözler”, Tanin, 7.11.1943’den aktaran Azman, a.g.e.,

s. 134. 139“Kahire Görüşmelerinden Sonra”, Tanin, 9.11.1943’den aktaran Azman, a.g.e., s.

134.

Page 154: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

150

on gün gibi kısa bir süre sonra ise, görüş değiştirmiştir. Ona göre, 1939

yılında İngiltere ve Fransa ile yapılan Ankara muahedenamesi

Türkiye’ye İngiltere’nin yanında savaşa girmek yükümlülüğü

yüklemektedir. Artık, tecavüze uğramadıkça hiç bir zaman silaha

sarılmayacağı biçimindeki Türk dış politikasının anlamı kalmamıştır.140

Ona göre, Kahire mülakatına kadar Türkiye’nin Savaşa girmemesi

olasılığı ne kadar güçlü ise, Kahire mülakatından sonra Savaşa girmesi

olasılığı da o kadar yüksektir.141 Yalçın, tutumundaki bu değişiklikten

ötürü savaş çığırtkanlığı yapmakla suçlanmış, Tasvir-i Efkar Yalçın’ın

siyasal geçmişini tartışma konusu yapmıştır.142

Birinci Kahire görüşmelerinin ardından Tahran’da bir araya

gelen Stalin, Roosevelt ve Churchill, Türkiyenin, savaşa girmesi

konusunda ikna edilmesini kararlaştırırlar. 4 Aralık 1943’de yapılan

İkinci Kahire görüşmelerine katılan İsmet İnönü savaşa katılmayı ilke

olarak kabul etmekle birlikte kendilerine yeterli savaş teçhizatı

140“Parti Müzakereleri Etrafında Harp - Sulh”, Tanin, 20.11.1943’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 134. 141“Türkiyenin Durumunda Değişen Bir Şey Var mı?”, Tanin, 20 İkinciteşrin 1943’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 134-135. 142Hüseyin Cahit, “… Lozan gibi en şerefli davamızı baltalamaya kalkan, kalemini

yabancı sermayenin çıkarları lehinde, milli menfaatlerimiz aleyhinde kullanan kişidir.

O, BDS sonunda tarihe karışmış bir imzadır. “Lozan’da hortladı, büyük davamızı

kundaklamaya kalktı. Muvaffak olamadı. O günden bu güne kadar, yıkılmış bir

imparatorluğun tarihe karışan hüviyetinin cesedini aramızda bir canlı cenaze gibi

sürüklemeye ve eski hıyanetlerini tekrarlamaya çalışıyor. Bütün bu gayretlerinde bir

mezar kargasının uğursuz kanat çırpışı var...” Tasvir-i Efkar, (1.12.1943).

Page 155: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

151

sağlanmasını şart koşmuştur.143 Diğer bir makalesinde de, Kahire

görüşmelerinin Türkiye’de büyük ilgi uyandırdığını, Türk-Sovyet

dostluğunun yeniden düzenlendiğini belirtmiştir.144

Türkiye’nin silah ve teçhizat gerekçesini bir bahane olarak ileri

sürdüğünün, ne yapılırsa yapılsın Türkiyenin savaşa girmeyeceğinin

143Tahran ve Kahire Konferanslarını değerlendirdiği ilk makalesinde, Yalçın, Anglo-

Sakson ve Sovyetler Birliği ilişkilerini ele almış, bu iki tarafın, bu iki dünya

görüşünün birbirleriyle anlaşıp anlaşamayacakları konusunda bir şey söylemek için

henüz erken olduğunu, Savaş sonrasında nasıl bir tarih sayfasının açılacağını bize

ancak bu iki tarafın anlaşma teşebbüslerinin sonuçlarının göstereceğini belirtmektedir.

Ona göre, Türkiye, ilk günlerinden itibaren hayat ve istiklalini Anglo-Saksonların

ideallerine bağlayarak İngiltere’nin yanında yer almıştır. Buna karşılık, Türkiye,

müttefiklerden savaş boyunca yeterli destek görmemiş, “... müttefiklerinden ve

dostlarından alamadıklarını kromdan fedakarlık ederek Almanya’dan tedarik etmek

gibi acı bir mecburiyet karşısında ...” kalmıştır. “Fakat şimdi müttefikler bu sadık ve

vefakar Türkiye’den fiili bir iştirak talep ettikleri zaman yerine getirilmeyen vaadların

yarattığı nahoş bir realite ile karşılaşmış bulunuyorlar. Türkiye’de eksik olan iyi niyet

ve mertlik değildir, silahtır. Harp, peki. Fakat ne ile? Nerede ve kiminle beraber?”

“Tahran ve Kahire Konferansları Hakkında Bir Mütalea”, Tanin, 4.1.1944’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 137. 144“Tahran ve Kahire Konferansları Hakkında Bir Mütalea”, Tanin, 5.1.1944’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 137. Kahire Konferansında Müttefiklerle ilke olarak

mutabakata varılmış olmasına karşın, 1944 yılı Ocak ayı içinde Türkiye’ye gelen

İngiliz Askeri Heyeti Türk hükümetini savaşa girme konusunda ikna edememiştir.

Bunun üzerine 4.2.1944’te İngiltere, 7.2.1944’te de ABD Türkiye ile olan ilişkilerini

dondurduklarını açıklamışlardır. Bu durum Türk ve İngiliz basını arasında çeşitli

tartışmalara yol açmıştır. Mart ayı başında İngiltere Türkiye’ye yapılan savaş

malzemesi sevkiyatını durdurmuştur. Bu tartışmalar ve gelişmeler karşısında

Yalçın’ın tavrında bir değişme gözlenmektedir. Birkaç ay öncesinde, 1939 tarihli

Ankara Anlaşmasının Türkiyenin İngilizlerin yanında savaşa katılmasını icab ettirdiği

yorumunu yapan Yalçın, son dönemlerde Hükümetin takındığı tutumu benimsemiş

gözükmektedir. “Türkiye Silahsız Bırakılıyor”, Tanin, 5.3.1944’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 138-138 ve Güvenir, a.g.e., s.191-192.

Page 156: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

152

İngiliz Manchester Guardian gazetesinde ileri sürülmesi üzerine, Yalçın,

1941 yılı Mart ayından beri Türk basınında Almanya lehinde yazılan

yazıların izahını yapmış ve bunun dış siyasette bu ülke ile girilen

zorunlu dostluk döneminin, denge politikasının kaçınılmaz bir sonucu

olduğunu belirtmiştir.145 Yalçın, Türkiye’nin İngiliz müttefiki ve

sempatisinin demokrasilere müteveccih olduğunu hiçbir zaman

gizlemediğini öne sürmüştür.146 1944 yılı içinde ırkçı ve Turancı

yayınlara karşı Hükümetin tutumu sertleşmiş, 1 Nisan 1944’te Nihal

Atsız’ın Orhun dergisi kapatılmıştır. Aynı ay içinde Nihal Atsız ile

Sabahattin Ali arasındaki hakaret davasından kaynaklanan mahkeme

sürerken, Ankara’da bir grup öğrenci Nihal Atsız lehine gösteri yapmış,

145“Manchester Guardian Gazetesinin Bir Makalesi Münasebetiyle”, Tanin,

9.3.1944’den aktaran Güvenir, a.g.e., s. 192-193. Almanya’nın savaşı kaybettiğinin

artık kesinlik kazanmak üzere olduğu 1944 yılı baharından itibaren (Nisan 1944-

Eylül 1944) İngiliz ve ABD telkinleri sonucunda Almanya’ya krom satışı

durdurulmuş, Boğazlar Mihver gemilerine kapatılmış, Almanya ile iyi ilişkiler

sürdürülmesinin mimarı olan Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu görevinden

istifa etmiş, Almanya ile siyasi ve iktisadi ilişkiler kesilmiştir. İç siyasette de Varlık

Vergisi uygulamasına son verilmiş, Pan-Türkist faaliyetler dolayısıyla Irkçı-Turancı

tevkifatı başlatılmıştır. Güvenir, Hüseyin Cahid Yalçın’ın, savaşın başından beri

Almanya’nın karşısında olduğunu, denge politikası gereği Türk hükümetinin bu ülke

ile iyi ilişkiler içinde olduğu dönemde dahi yazarın bu eğilimini, izlenen dış siyasete

ters düşme pahasına kamuoyuna yansıttığını belirtmektedir. “... Biz İngiliz-Türk

münasebetlerinin iyileşmesini fevkalade bir keyfiyet değil, bozulmasını anormal bir

hadise telakki ederiz.... harbe girmek bahsine gelince, bunu bizler gazetelerimizin

sütunlarında hal ve münakaşa edebileceğimizi zannetmeyiz. Bu işi de

diplomatlarımız ve askerlerimize bırakalım...” “Türk-İngiliz Münasebetlerinin

İyileşmesine Dair”, Tanin, 24.6.1944’den aktaran Güvenir, a.g.e., s. 199. 146“Almanya ile Köprüler Kesildi”, Tanin, 3.8.1944’den aktaran Güvenir, a.g.e., s.

199.

Page 157: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

153

bu gösteri sonrasında basında Irkçılık-Türkçülük-Turancılık tartışması

başlamıştır.

Türkiye 1944 yılının Mayıs ayından itibaren İngiltere ve diğer

müttefiklere daha yakın bir siyaset izlemeye başlamıştır. Türk-İngiliz

dostluğundan basında övgüyle söz edilmektedir. Müttefiklerin isteği

üzerine 2 Ağustos 1944’de Almanya ile siyasi ve iktisadi ilişkiler

kesilmiş, 23 Şubat 1945 tarihinde de, Almanya ve Japonya’ya karşı

sembolik de olsa savaş ilan edilmiştir.147 Türkiye’nin dış siyasetindeki

bu gelişmeler Yalçın’ın Anglo-Sakson yanlısı çizgisine uygundu:

müttefikimiz İngiltere ile aramızda bir süredir devam eden akıl almaz

yanlış anlama devresi Hükümet tarafından atılan bu adım ile artık

kapanmıştı.148

Yalçın, ABD’nin Savaş sonrası dünyasının en büyük güçleri

arasına girebileceğini görmüş ve henüz 1943 yılı sonlarına doğru Türk-

Amerikan dostluğunu konu edinen makaleler yazmıştır. 1945 yılı

başında da, ABD’nin yeni dünya düzeni içindeki rolünün yalnızca

Nazileri ezmekten ibaret olmadığını, dünyayı yaşanır hale getirmek

görevini üstlenmeye de bu devletin aday olduğunu belirtmekteydi.

Yalçın, San Francisko Konferansına hem iktidar partisinin bir

milletvekili hem de gazeteci sıfatıyla katılmıştır. Konferans sonrasında,

147Azman, a.g.e., s. 141. 148“Almanya ile Siyasi ve İktisadi Münasebetlerin Kesilmesi”, Tanin, 3.8.1944’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 141-142.

Page 158: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

154

Yalçın, bağımsız ve özgür bir Türkiye’nin varlığının dünya barışı için

kesin bir gereklilik olduğundan şüphe edilmediğini,149 Sovyetler

Birliği’nin Orta Doğu’ya inme tehlikesini önleyebilecek tek ülkenin

Türkiye olduğunu, bu nedenle de Türkiye’nin dünyanın en can alıcı

noktası durumunda bulunduğunu belirtmektedir.150 Türkiye, Yalçın’ın

öngörülerine uygun biçimde zaman içinde ABD’ye ve diğer Batılı

Müttefiklere daha çok yaklaşmış ve kendisini demokrasi cephesi içine

atıvermiştir. Batı’ya yaklaşan Türkiye, bu kez Sovyetler Birliği ile yeni

ve sorunlu bir ilişkinin arifesindedir.

İDS’nın sona ermesinin ardından, birtakım iç ve dış

etkenlerin zorlamasıyla, çok partili dizgeye (sistem) geçme kararı

verilmişti.151 CHP içindeki muhalif grup (Celal Bayar, Adnan

Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan) 7 Haziran 1945’te

“Dörtlü Takrir” diye adlandırılan bir önerge verdiler. Önerge 12

Haziran’da CHP Grubu’nda görüşüldü ve reddedildi.

149“San Fransisco Dönüşü”, Tanin, 16.6.1945’den aktaran Azman, a.g.e., 143. 7

Mayıs 1945’de Almanya Müttefik Kuvvetlerine kayıtsız şartsız teslim olmuş ve

Avrupa’da savaş sona ermiştir. 150“Türkiye Orta Şarkın Belkemiği, Dünya Sulhunun Son Duvarı”, Tanin,

22.6.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s.143 151Dış etkenlerin en önemlisi, Savaşı “Batı Demokrasileri”nin kazanmış olması ve

bunun otoriter yönetimleri sarsması idi. Hüseyin Cahid Yalçın’ın sık sık sözünü

ettiği “Dört Hürriyet Bildirgesi” de, ABD Başkanı Roosevelt tarafından bu

hava içinde ortaya konulmuştu. Kabacalı, a.g.e., s. 170.

Page 159: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

155

CHP’yi destekleyen gazeteciler, başta Yalçın olmak üzere,

yeni parti düşüncesini başlangıçta desteklediler. Yalçın’a göre, bir

demokraside en az iki parti olmazsa murakabe (denetim) görevinin

yerine getirilmesine olanak yoktu. Bunun için en iyi çare, mevcut fırka

içinden bazı zatların ayrılarak, esas programda müttefik kalmakla beraber,

bir kontrol partisi vücuda getirmeleri olacaktır. Yalçın, kurulması

önerilen yeni partiyi bir kontrol partisi niteliğinde tasarlamaktaydı.

Tan’ın siyasal affı gündeme getirmesi üzerine, Yalçın, “fikir

ayrılığından dolayı” kimsenin bu ülkede mahkum edilmediğini öne

sürmekte ve komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle mahkûm

edilenleri düşünce suçlusu saymamaktaydı. Sabiha Sertel’in CHP

Hükümetini ırkçı ve gerici diye nitelemesine bir anlam

verememekteydi. Kendisi, aynı partinin iktidarda olduğu 1930’lu

yıllarda, yedi yıl boyunca Fikir Hareketleri’nde faşizm ve gericilik

aleyhtarı ve vicdan, söz ve düşünce özgürlüğü yanlısı yazılar yazdığını

ve kitaplar yayımladığını, bu yazı ve kitaplardan dolayı hiç bir takibe

uğramadığını belirtmekteydi. Yalçın’a göre, bu ülkede öteden beri hiç

kimse düşüncelerinden dolayı mahkum edilmemiştir. Mahkum olmuş

olanlarda başka özellikler (komünist propagandacılığı gibi) aramak

gerekir. Sabiha Sertel bu kişilerin affını istemektedir.

Sovyetler Birliği’nin toprak talebinin açığa çıkması üzerine,

Yalçın, Türk’ün şerefi ve bağımsızlığı pahasına elde edilecek Rus

Page 160: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

156

dostluğunu lanetlediğini belirtmekte, Moskova Radyosunun Türkiye

aleyhindeki yayınlarını Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye yeltenen

küstah yayınlar olarak nitelemekteydi.152 Hitler ve Mussolini’nin

yenilgisi ile faşizm ortadan kalkmıştı. Şimdiki yeni tehlike, “kızıl

faşizm” dediği komünizmdi.153 İngiltere ve ABD’nin dostu olan

Türkiye’ye Sovyetler Birliği saldıramaz, saldırsa bile hiç bir şey

yapamazdı.154 Yalçın, Anglo-Sakson yanlısı siyasal çizgiyi savunmada o

kadar ileri gitmişti ki, ABD’nin dünya üzerinde denetim sağlamak üzere

kullandığı araçlara, hatta atom bombasına bile sempati ile bakmakta,

atom bombasının caydırıcı bir güç olarak kullanılmasına ABD’li bilim

adamlarının karşı çıkmasına anlam verememekteydi.155

152Yalçın, Türkiye’nin özlemini çektiği demokrasinin Batılı anlamda bir demokrasi

olduğunu, hiçbir gücün Türkiye’yi Garpten, müttefikleri ve dostları olan İngiltere ve

ABD’nin demokrasi ideallerinden ayıramayacağnı belirtmektedir. Emperyalist

emelleri olmakla suçladığı Sovyetler Birliğini, dünyada İDS sonrasında ortaya çıkan

belirsizlikten sorumlu tutmaktadır. “Üçüncü Cihan Harbi karşısında Türkiye”, Tanin,

27.6.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s. 144. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında

17.12.1925 tarihinde imazalanan ve 7.11.1945’e kadar sürecek olan saldırmazlık

anlaşması Sovyetler Birliği tarafından feshedilerek, durum 19.3.1945’te bir nota ile

Ankara’ya bildirilmişti. İlk başlarda basında pek yankı bulmayan bu gelişme,

Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak isteğinde bulunduğu (Boğazlardan üs ile

Kars ve Ardahan’ı) duyulunca, gündemin ilk sırasına oturmuştur. 153“Niçin Bolşeviklerin Aleyhinde Bulunuyorum?”, Tanin, 6.8.1945’den aktaran

Azman, a.g.e., s. 146. 154“Yalman’a Göre Ruslar Haklı, Biz Kabahatli”, Tanin, 8.8.1945,’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 146. İDS yıllarında muhalif yayınlar yapan Zekeriya Sertel’in sol eğilimli

Tan‘ı, Türkiyenin savaş sonrasında Sovyetler Birliği ile işbirliği yapmasından

yanaydı. Gazete, sıklıkla, ABD’yi yeren ve SSCB’yi öven yazılar yayımlamaktaydı. 155“Atom Bombası Münasebetiyle Bir Düşünce”, Tanin, 9.10.1945’den aktaran

Azman, a.g.e., s. 147.

Page 161: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

157

Tanin-Tan tartışması CHP’ye yöneltilen “faşist” ve “mürteci”

suçlamaları yüzünden iyice alevlenmişti. Tan, bütün dünyada faşizme

karşı birleşildiği halde Türkiye’de hala faşizme yandaş olanların

seslerinin çıkmasından yakınmakta, Halkevlerinin faşistlerin progapanda

ocağı olup olmadığını sormakta, kimi milletvekillerini yurttaşlar arasına

ırk nifakı sokmakla suçlamaktaydı. Yalçın’a göre, kendisi ile Sabiha

Sertel’in faşistlik anlayışları farklıdır. Sabiha Sertel Moskova’nın ağzı

ile konuşmaktadır. Sabiha Sertel’in ağzı Türkiye’de gerçek

demokrasinin oluşmasını engelleyecek esas faşist ağzıdır. Kendisi ise

eskiden beri liberaldir.156 Türkçülüğün tarihsel temellerinin

çözümlemesini yapan Yalçın, bizdeki Türkçülüğün Avrupa’daki ırk

üstünlüğü edebiyatı ile hiçbir ilgisinin olmadığını, Avrupa’daki faşizmin

ırkçılık temeli üzerinde yükseldiğini, Türkçülüğün kültür ve fikir

sahasına inhisar edebileceğini ve ancak böyle olursa bir anlamı

olabileceğini belirtmiştir.157 Yalçın, Türkiye’de faşizmi eleştirmenin

aslında Türk hükümetini faşistlikle suçlayan Bolşeviklere hizmet ettiği

kanısındadır. İDS yıllarında ülkemizde Alman yanlısı bir akımın

olduğunu o da kabul etmektedir. Oysa, Savaş sonrasında demokrasi

galip gelmiştir. Yalçın, Türkiye’de faşizm düşüncesinin ve faşist rejimin

varlığını kabul etmemekte, ülkemizdeki rejimin ruhunu liberalizm olarak

tanımlamakta ve bundan sonraki hedefimizi de, ulusun egemenliğini en

156“Türkiyede Faşistlik Davası Üzerine I”, Tanin, 21.10.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 148. 157“Bizde Türkçülük ve Irkçılık II”, Tanin, 22.10.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s.

148.

Page 162: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

158

üst seviyeye çıkarmak olarak göstermektedir. Bu hedefin önündeki en

önemli engel, şimdiye kadar, dünyadaki siyasal bunalımdı.158

Sabiha Sertel, 21 Kasım 1945 günlü makalesinde, rejimin ve

partinin bazı özelliklerinden (milletvekili olmak için CHP’ye üye olma

zorunluluğu, yeni parti kurulamaması ve söz ve düşünce özgürlüğü

önündeki engellerin Hitler’in uygulamalarını anımsatması) hareketle

“rejimin ve CHP’nin faşist olduğu”nda ısrar etmektedir. Sertel’in

devrimcilik anlayışı, Yalçın’a göre, Bolşeviklerin Doğu Avrupa’da

giriştikleri eylemleri anımsatmaktadır. Bizdeki rejimi Bolşevikler de

faşistlikle suçlamaktadır; Sertel, demokratlığı ve devrimciliği Bolşevikler

gibi algılamaktadır. Sertel’in tek parti yönetimini suçlaması karşısında,

Yalçın, komünist partilerinin durumunu örnek göstermektedir.159

Yalçın’a göre, kendisinin ve Sertel’in savunduğu demokrasi

anlayışı sonuçta Batılı anlamdaki demokrasidir. Aralarındaki fark,

Sertel’in solcu ve devrimci bir ileri rejimi savunmasına karşılık,

kendisinin Roosevelt’in dört özgürlüğünün tam ve kesin olarak

sağlanmasından yana olmasıdır.160

158“Faşizmi İmha Bahanesi Türkiyeyi Dört Hürriyet Prensibinden Uzaklaştıramaz.”

Tanin, 25.10.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s. 149. 159“İnkılapçı Parti Meselesi” Tanin, 22.11.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s.149. 160“Hükümetde İnkılapçılık” Tanin, 23.11.1945’den aktaran Azman, a.g.e., s. 149. Bu

yazıya verdiği yanıtta, Sertel, sosyalist ve komünistlerin de demokrasiden yana

olduklarını, ama onların istedikleri demokrasinin burjuva demokrasisinden farklılık

gösterdiğini belirtmektedir. Sosyalistler burjuva sınıfının aleyhine bir demokrasiden

yanadır. Kendisinin istediği tarzda bir devrimin Türkiye’de gerçekleşmeyeceğini

Page 163: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

159

Yalçın’ın 3 Aralık 1945 tarihli makalesi Namık Kemal’in “Kalkın

Ey Ehli Vatan” dizeleriyle başlayan büyük puntolu başlığıyla

yayımlanmıştır.161 Yalçın, bir vatan cephesine gereksinim duyulduğu

kendisinin de bildiğini, öncelikle kendilerine lazım olanın dört özgürlük olduğunu

belirtmektedir. Kendisinin asıl karşı olduğu şey ise, CHP’nin faşist yasa ve

uygulamalarıdır. “Hükümette İnkılapçılık”, Tan, 24.11.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 149. 161“Bu memleket, asırlardan beri şimalden gelen hücumlara karşı koydu. Milletin

varlığı, bu ızdıraplar ve felaketlerle yoğrulmuştu, bu defa yine anavatan

topraklarından parçalar ve Türk istiklalinin hatimesini teşkil edecek surette

boğazlarda üsler isteniyor.

“Büyük vatanperver Namık Kemal’in sesi buğunun parolasıdır: Kalkın Ey... Ehli

Vatan!.. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazımdır. Çünkü en azgın ve insafsız bir

propagandanın Türk vatandaşlarının ruhuna her gün en yıkıcı, yeis verici, ümit

kırıcı bir propaganda zehirini dökmesine müsaade edemeyiz. Bir vatan sahibi olmak,

bu vatanın içinde hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya

karşı koymaya mecburdur.

“Görüşler’i açıp da Bayan Sertel’in ‘Zincirli Hürriyet’ makalesini okuduğum zaman,

sahifeyi süsleyen bu kıpkızıl demirlerle bize nasıl bir hürriyet hazırlamak

istediklerini derhal anladım Sertel, şöyle diyor: Hür insanlar cemiyetinin en

büyük şiarı geniş halk kütlelerinin menfaati için icap ederse, şahsi hürriyetini,

menfaatini feda etmektir.

“Komünist edebiyatı ile meşgul olmamış olanlar bu satırların altında gizlenen

manâyı gözden kaçırabilirler. Geniş halk kütlelerinin menfaati namına

hürriyetlerin feda edildiği yer Rusya’dır. Geniş halk kütlelerinin menfaati

namına hürriyetini feda edebileceğini söylemesi, kurmak istedikleri işçi proletar-

yasında yalnız kendilerinin hürriyeti olacağını ve bizim hürriyetimizin zincire

vurulacağını gösteriyor. Çünkü komünist dilinde halk kütlesi, geniş kütle,

yalnız ameleye şâmildir. Tıpkı Rusya’da olduğu gibi. Orada hürriyet vardır.

Fakat yalnız komünist şefleri ve ameleler için. 160 milyon halkın hürriyeti,

işçilerin menfaati namına esarete vurulmuştur.

“Bunları susturmak için, cevap hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin

ve hür vatandaşlarındır.”

Page 164: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

160

kanısındadır. Kışkırtıcı bir üslubu olan makale Görüşler’i162, Yeni Dünya

ve Tan’ı açıkça hedef göstermekte ve suçlamaktadır. Yalçın’a göre, bu

tip yayınların varlığı düşman istilasının komünizm propagandası ile

içimize sızdığının kanıtıdır. “Bir vatan sahibi olmak, bu vatanın içinde

hür ve müstakil yaşamak isteyen her Türk bu propagandaya karşı

koymaya mecburdur.” Ertesi günkü makalesinde de, komünistlerin

“Atatürk istismarı” yaptıklarını ileri sürmekte, Sabiha Sertel’i Moskova

emrinde komedi oynayan biri olarak tanıtmaktadır.163

Aynı gün, yani 4 Aralık 1945’te, Türk basın ve siyasi tarihinde

“Tan Gazetesi Olayı” diye adlandırılan, Sabiha Sertel ve Zekeriya

Sertel’in başyazarlıklarını yaptıkları Tan gazetesinin tahrip edilmesiyle

162Tek sayı olarak ve 1.12.1945’te çıkan Görüşler’in kapağında, dergiye yazı

yardımında bulunmayı taahhüt edenler arasında Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Fuat

Köprülü, Adnan Menderes, Cami Baykurt, Pertev Naili Bpratav, Behice Boran,

Niyazi Berkes, Adnan Cemgil, Hulusi Dosdoğru, Sabahattin Ali, Kemal Bilbaşar,

Aziz Nesin gibi isimler sayılmaktaydı. Dergi anti-amerikancı bir çizgidedir. İşlediği

konular ise, Savaş sonrasının siyasal ilişkileri ile hükümet uygulamalarının

eleştirisidir. Azman, a.g.e., s. 150 (dipnot 156) 163“Atatürk’e karşı bu memlekette beslenen hürmet ve hayranlık, düşmanların

elinde Türkiye’ye karşı bir propaganda silahı olmuştur. Hitler bu silahı bol bol

kullandı. Alman radyoları Türk hükümeti Atatürk’ün izinden ayrılıyor, diye Türk

milletini hükümet aleyhinde kışkırttı, durdu.

“Bugün aynı silahı Ruslar ellerine aldılar. Türk hükümetini Atatürk’ün yolundan

şaşmakla ve Hitlercilere meyletmekle itham ediyorlar. Şimdi Yeni Dünya ve

Görüşler cephesi de aynı silahı kullanıyor. Görülüyor ki, Faşist olsun, Kızıl olsun,

bütün düşmanlar, Atatürk silahı ile Türk’ü vurmak istiyorlar. Memleketimizin

içindeki gönüllü komünist beşinci kolu da bundan medet umuyor. Komünist

propagandacılar avaz avaz bağırarak hürriyet istiyorlar. Fakat yazılarından taşan

hakikat, onların en büyük hürriyet düşmanı olduklarını göstermektedir...” Kabacalı,

a.g.e., s. 191-192.

Page 165: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

161

sonuçlanan bir dizi olay meydana gelmiştir.164 Bu günler Türk-Sovyet

ilişkilerinin en gergin olduğu günlerdi.

Tanin‘in ertesi günkü başlığı “Üniversite Gençliğinin

Tezahüratı”dır. Haberde, “Yüksek tahsil gençliği dün yaptığı muazzam

bir mitingte Kemalist rejime bağlılığını teyit etti. İçişleri Bakanı ve

Başbakan Parti Grubunda izahat verdi: Tahrikat yapan bazı gazetelerden

suçlu görülenlerin dosyaları kanunun tatbikatına verilecek.”

denilmektedir. Olayların başlamasında Yalçın’ın gençleri eyleme

kışkırtan makalesinin rolünün büyük olduğu kabul edilmektedir. Yalçın,

bu olay sonrasında, olay hakkında hiçbir yorum yapmamıştır.

1945 yılında çok partili yaşama gidilmekte olduğunun bazı

emareleri ortaya çıkmaktaydı. Cumhurbaşkanı İnönü aynı yılın Gençlik

ve Spor Bayramında, Savaş koşulları ortadan kalktıkça ülkemizin siyasal

ve kültürel yaşamında demokratik ilkelerin daha fazla yer tutacağını

açıklamıştı. Çok partili yaşama geçilmesi yönündeki istekler TBMM

içinde ve TBMM dışında sıklıkla dile getirilmekteydi. Yaz aylarında, iki

164Öğrenciler 4.12.1945 günü İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplanarak oradan Tan

gazetesine gelmiş, ellerindeki balyoz, balta ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya

saldırmışlardır. Matbaanın etrafı polislerle çevrili olmasına karşın, polis göstericileri

durdurmak için hiçbir müdahalede bulunmamıştır. Matbaayı tahrip eden öğrenciler bir

yandan da slogan atmaktadırlar (kahrolsun komünizm, kahrolsun Serteller). Sol

eğilimli iki gazeteyi ve bir kitabevini de tahrip eden öğrenciler, Sovyetler Birliği

konsolosluğuna gitmelerinin önlenmesi üzerine, İngiliz Konsolosluğu önünde bir

dostluk gösterisi yapmışlar, daha sonra da Hüseyin Cahid Yalçın ile görüşmek üzre

Tanin’e gelmişler, fakat kendisini bulamamışlardır.

Page 166: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

162

ayrı gazeteden oluşan muhalif bir Vatan – Tan cephesi kurulmuş,

Haziran ayı başlarında bazı gazetelerde basın özgürlüğünün sağlanması,

polis görev ve yetkilerine ilişkin yasanın 18 inci maddesi ile Ceza ve

Cemiyetler Yasalarının değiştirilmesi, tek dereceli seçim yapılması

savunulmaya başlanmıştı.165

Tek parti döneminin siyasal rejiminin diktatörlük olup olmadığı

tartışmasına Yalçın da katılmıştır. Bütün yaşamını istibdat ve mutlakiyet

sistemi ve zihniyeti aleyhine kalem kullanarak geçirdiğini, yıllar boyunca

örfi idare altında yaşadığını, hatta Cumhuriyetin ilk yıllarında rejime

muhalif duruma bile düştüğünü, kendisinin muhalefetinin esasa ilişkin

olmayıp uygulamaya yönelik olduğunu, iktidarda bulunanların ise ameli

şartları ve zaruretleri göz önünde bulundurduklarını belirten Yalçın’a

göre, tek parti dönemindeki sistem zaruretin yüklediği bir diktatörlüktü,

Avrupa’da görülen tarzda ve ruhta bir diktatörlük değildi.166

Yalçın’a göre, anayasayı ve uygulamalarımızı bugünkü dünya

165Azman, a.g.e., s. 154. Ağustos 1945’den itibaren Yalçın da yazılarında bu konuları

işlemiştir. Savaş sonrası döneminin bu gelişmelerini olumlu karşılayan Yalçın,

egemenliğin ulusa ait olduğu Türk siyasal rejimi için ulusa düşünce ve ifade

özgürlüğünü tanımanın ve serbest rejime dayalı bir hükümet sistemi kurmanın en

doğal hareket olacağı kanısındadır. Anayasada egemenliğin ulusa ait olduğunun

belirtilmesine karşın uygulamada durumun farklı olduğuna işaret etmekte, var olan

rejimi “eksik ve kusurlu” olarak nitelemektedir. Rejim, ona göre de, artık

değişmeliydi. “Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi” Tanin, 29.8.1945’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 154. 166“Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi” Tanin, 30.8.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 155.

Page 167: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

163

şartlarına uydurmak yönünde bize dışarıdan herhangi bir zorlama, telkin

veya tavsiye yoktur. Gelişmelerin bu yönde olmasında işaret

Cumhurbaşkanı İnönü’den gelmiştir.167 Partiler, demokrasinin

vazgeçilmez unsurlarıdır. Atılması gereken ilk adım da yeni partilerin

kurulmasına izin verilmesi olmalıdır. Gerçek bir parti, doğal bir

gereksinimin ürünü olarak kendiliğinden, bağımsız ve özgür bir surette

doğar. Oysa Savaş sonrası ortamında böyle bir partinin kurulması için

koşullar henüz elverişli değildir, CHP bile hala yetersiz ve cılızdır. II.

Meşrutiyet dönemindeki gelişmeler bu konuda öğretici olabilir.168

Yalçın, Partiler kurulurken “ilke olarak” her düşünce ve kanaate saygı

gösterilmesi gereğini belirtmekte, sonra da hangi tür düşünce ve kanaatin

partileşmesinin önüne geçilmesi gerektiğini açıklamaktadır. Bu konuda

ilk olarak 31 Mart Olayının ibret olmasını salık vermekte, dini siyasete

alet eden partilerin kurulmasına karşı çıkmaktadır. Komünist parti

kurulmasına da asla izin verilmemesi gerektiği düşüncesindedir. Aksi

halde, bütün Moskova ajanları Türkiye’ye doluşacaklardır. Sosyalist parti

kurulmasına itirazı yok ise de, ülkemizde henüz buna uygun şartların

oluşmadığı kanısındadır. Demokrasi deneyimi açısından tek dereceli

seçime sıcak bakmaktadır. 169

167“Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi” Tanin, 1.9.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 155. 168“Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi” Tanin, 2.9.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 155. 169“Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi” Tanin, 5.9.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 155.

Page 168: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

164

Yalçın’ın gözünde ideal parti sistemi, iki büyük partiden oluşan

parti sistemidir. İktidardaki partiyi yalnız bırakmamak açısından ikinci

büyük partiye gerek vardır. O sırada CHP karşısında ayrı bir parti henüz

yok ise de, CHP içinde bir kontrol partisi çekirdeği belirmektedir. Yeni

partinin oluşum yöntemini de gösterir: hükümetin oluşum biçiminden ve

uygulamalarından memnun olmayan milletvekillerinin170 CHP’den

ayrılarak bir kontrol partisi kurmaları. Yeni partinin CHP’nin

programından ayrı bir programının olabileceğini düşünmez bile; yeni

partinin eleştirileri, CHP programının uygulanmasındaki başarısızlara

yönelecektir. Parlamenter sistem Türkiye için idealdir. Buna karşın, ABD

Başkanlık sistemini de incelenmeye değer bulur.171

Demokrasi için basın özgürlüğünü kesinlikle gerekli gören

Yalçın, bu konuda da, tıpkı yeni parti kurulmasında olduğu gibi, temkinli

davranmakta, II. Meşrutiyet devrinde basın özgürlüğünün ilk

uygulamalarının zararlı sonuçlar doğurduğuna dikkat çekmektedir. Basın

özgürlüğünün, yönetim işlerinde çok etkili bir kontrol hizmeti göreceği

ve yönetim aygıtını ıslah konusunda hükümete yardımcı olacağı

170Hüseyin Cahit, 1924 yılında TpCF kurulurken de benzer düşünceleri savunmuştur. 171Yalçın bu konuda bir ikilem içindedir. Parlamenter sistem söz konusu olacak olsa,

İnönü’nün parti başkanlığından ayrılması gerekecektir. Azman’ın da belirttiği gibi,

Yalçın, İnönü’nün iki işi birlikte yürütmesinden yanadır. Oysa, Atatürk zamanında

Hüseyin Cahit Cumhurbaşkanının aynı zamanda parti başkanı da olmaması

gerektiğini savunmuştu. Bu yaklaşım değişikliği, Azman’ın da belirttiği gibi, iktidar

mevkiinin farklı düşüncelerin savunulmasını olanaklı kılması ile açıklanabilir.

Page 169: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

165

kanısındadır.172

Yalçın, 7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti’yi (DP) bir

kontrol partisi olarak görmektedir.173 Tanin Başyazarının Demokrat

Partiye karşı olan olumlu bakışı, Demokrat Partinin CHP’yi eleştirmeye

başlamasıyla, yerini eleştiriye bırakmıştır. Fuat Köprülü’nün, New York

Times’a verdiği demeçte hükümet uygulamalarını eleştirmesini

yadırgayan Yalçın, bu tutumu ülke çıkarlarını gözetmeyen sorumsuzca

bir davranış saymış, Köprülü’nün bir “Fena Vatandaş Örneği” çizdiğini

belirtmiştir. 21 Temmuz 1946 genel seçimleri öncesinde antidemokratik

uygulamaları kaldırma yolunda bazı adımlar (basındaki kısıtlamaların

kaldırılması ve dernek kurma hakkının sınırlarının genişletilmesi gibi)

atılmıştır. Seçim öncesi ortamındaki söz ve basın özgürlüğü, Yalçın’a

göre, muhalefetin elinde iftira, tecavüz ve tahkir özgürlüğüne

dönüşmüştür. DP kuvvetli, bariz ve sarih düşünceye dayanmayan bir

oluşumdur. Bu parti, beklentilerin aksine, kontrol partisi görevini yerine

getirememektedir.174 DP’nin de TBMM’ye girmeyi başardığı seçimin

172“Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi”, Tanin, 7.9.1945’den aktaran Azman,

a.g.e., s. 156. 1945 yılının ikinci yarısında Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik

Koraltan ve Celal Bayar, değişik biçimlerde de olsa, CHP’den kopmuşlardır. Yalçın,

Bayar başkanlığında yeni bir parti kurulacağı söylentilerine değinmekte ve

söylentilerden memnun gözükmektedir. Celal Bayar’ın siyasi yaşamını övmekte,

CHP içinde görev yüklenen bu kişinin şimdi koşullar oluştuğu için bu rejimde

mantıki hedefe doğru yöneldiğini belirtmektedir. “Yeni Parti”, Tanin, 5.12.1945’den

aktaran Azman, a.g.e., s. 157. 173“Yeni Partinin Teşekkülü”, Tanin, 10.1.1946’dan aktaran Azman, a.g.e., s. 157. 174“Çarçabuk Tereddi Eden Bir Muhalefet”, Tanin, 16.7.1946’dan aktaran Azman,

a.g.e., s. 159.

Page 170: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

166

(1946) ülkemize ulusal iradenin timsali olan bir meclis kazandırdığını,

meclisin çoğunluğunun güvenine dayanan güçlü bir hükümet

kurulabileceğini belirten Yalçın, DP’nin yaptığı muhalefeti II. Meşrutiyet

döneminde İT karşısında Hürriyet ve İtilaf Fırkasının yaptığı muhalefete

benzetmektedir.175 Ona göre, DP’nin seçimlerde elde ettiği başarı, uzun

yıllar devam etmiş olan tek parti sistemine karşı ulusta birikmiş

memnuniyetsizliğin birdenbire patlaması ve tek parti sistemine karşı bir

tepki şeklinde DP lehine bir akım meydana getirmesi ile açıklanabilir.

DP’nin başarısı bu partinin ülkede haiz olduğu nüfuz ve itibar ile

mütenasip değildir. CHP ise, “inkılap esaslarına taraftar, radikal

cumhuriyetçi ve ileri bir liberal parti”dir.176 Yalçın, yine de zihniyette bir

değişikliğin olması, halk ve hükümet arasındaki kopukluğun giderilmesi,

ulusal egemenlik ilkesinin yasa maddelerinde kalmayarak yaşama

geçirilmesinin beklentisi içindedir. Örnek alınması gerekli model olarak

Batı uygarlığının demokratik rejimlerini tasarlamakta, aşırı sağ ve aşırı

sol ile dini siyasete alet eden partilere sıcak bakmamakta, bu tür partileri

kurmaya kalkışanlara karşı savunma önlemleri almayı önermektedir. 177

1947 yılında Tanin’i kapattıktan sonra, Yalçın, 11 Eylül 1948’de

CHP’nin resmi yayın organı niteliği taşıyan Ulus’un başyazarlığına

getirilmiş ve bu gazetede Parti savunuculuğunu üstlenmiştir. En önemli

175“Seçimlerden Sonra”, Tanin, 2.9.1946’dan aktaran Azman, a.g.e., s. 159 176“Halk Partisinin Geçirdiği İmtihan”, Tanin, 15.8.1947’den aktaran Azman, a.g.e., s.

161 177“Rejimin Müdafaası”, Tanin, 15.9.1947’den aktaran Azman, a.g.e., s. 161.

Page 171: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

167

polemiklerini Cumhuriyet’ten Nadir Nadi ile yapmaktadır.178 Yalçın’a

göre, yıllar önce 31 Mart olayını çıkaran zihniyet ile Millet Partisinin

zihniyeti aynıdır.179

14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde DP büyük bir çoğunluk

sağlayarak iktidara gelmiş ve yeni bir dönem başlamıştır. Yalçın, İnönü

ve Bayar’ı kastederek, kapanmakta olanın ulusal bir kahramanın devri,

açılmakta olanın ise fani vatandaşlar arasından seçilmiş alelade

cumhurbaşkanları devri olduğunu ileri sürmektedir.180

178Yalçın’ın, 1924 yılında devrim ateşi ile yanan Halk Fırkasına karşı onca muhalefet

ettikten sonra şimdi bu Partinin saflarında yer alarak Parti dışındakilere pala

sallıyabilmesini Nadir Nadi’nin hafsalası almamaktadır. Yalçın ise, kendisinin 1920’li

yıllardaki muhalefetinin Halk Fırkasının ilkelerine değil uygulamalarına karşı

olduğunu, Partinin diktatörlüğe doğru gitmemesi için mücadele ettiğini ve onun ulusal

egemenlik ilkesine sadık kalmasını sağlamaya çalıştığını, Parti diktatörlükten ayrılıp

demokrat bir rejim kurmaya karar verince kendisinin de partinin en samimi dost ve

savunucusu olduğunu belirtmekte, kendi geçmişinin ve kimliğinin tartışma konusu

yapılmasını yadırgamaktadır. CHP’nin bugüne kadar özgürlük ilkelerine uymayan

yanlarının olduğunu o da kabul etmektedir. CHP’ye girişini ise 1939 yılındaki

yumuşama ortamı ile açıklamaktadır. Nitekim, Adnan Adıvar gibi küskünler de

kendisi ile aynı zamanda partiye katılmışlardır. Yumuşama ortamının sağladığı

ilerlemeyi İDS durdurmuş, ancak Savaş sonrasında değişim başlatılabilmiştir. “Bazı

Suallerin Cevapları”, Ulus, 24.9.1948’den aktaran Azman, a.g.e., s. 163. 179“Kırk Sene Sonrası”, Ulus, 3.11.1948’den aktaran Azman, a.g.e., s. 164. 180“Yeni Bir Devir Açılıyor” Ulus, 17.5.1950’den aktaran Azman, a.g.e., s. 167.

Yalçın, DP’nin bu kadar büyük başarı sağlamasını seçim sisteminin azizliğine

bağlamaktadır. Bir miras yedi cömertliğiyle seçim öncesinde halka çok şeyler

vaadeden iktidarın dediklerinin onda birini dahi yapamayacağını belirtmektedir.

İktidar partisinin “muvaffakiyetlerine duacı”dır. “Halinden Memnun Olmıyanların

Ekseriyeti”, Ulus, 19 Mayıs 1950. CHP yapıcı bir muhalefet yapacaktır, Hükümet’in

iyi işlerini alkışlamaya hazırdır. “Talihli Hükümet” Ulus, 27.5.1950’den aktaran

Azman, a.g.e, s. 167. Yalçın, kısa bir süre sonra, DP Hükümetine karşı yapıcı ve

kontrol edici değil, hırçın ve saldırgan tutum takınacaktır.

Page 172: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

168

Demokrat Parti hükümetinin tek partili döneme ilişkin

suçlamalarda bulunması üzerine, CHP tarafından yayımlanan ve

Cumhuriyet devrinin bütün hesaplarının meydana dökülmesini öngören,

kimin bir suçu varsa ortaya çıkarılması amacını taşıyan tebliğ Yalçın’ı

çok memnun etmiştir. Ona göre, gerçekleri öğrenmek ulusun hakkıdır.181

Seçimlerde büyük bir çoğunlukla iktidara gelen yeni hükümeti

eleştirmenin ulusu eleştirmek anlamına geleceğini Başbakan’ın

belirtmesi üzerine, Yalçın, hükümetin layuhtilik arayışı içinde olduğunu,

hükümeti eleştirmenin bir küfür ve cinayet teşkil ettiği ülkeleri bulmak

için diktatörlük diyarlarına gitmek gerektiğini, demokrasinin hoşgörü

demek olduğunu ileri sürmektedir.182 Bir başka makalede de, Atatürk’ün

ve Cumhuriyetin ülkeye en büyük hizmetlerinden birinin 27 yıldan beri

orduyu siyasetten uzak tutmak olduğunu belirtmiştir.183

Yalçın’ın gözünde İnönü, demokrasiyi yalnızca istemekle

kalmayan, onu kuran ve işleten bir liderdir. Demokrasi hareketi yarı

yolda kalmamışsa, bunu, ülke olarak, İnönü’nün demokrasiye karşı

181“Memlekette temizlik, namus, fazilet ve kanun isteriz. Halk Partisi iftiraya,

namussuzluğa, yalancılığa, garazkarlığa karşı mücadele bayrağını eline almıştır. Bana

yeni bir hayat daha bahşettin. Şimdi daha rahat nefes alıyorum, sana mensup olmakla

şeref ve iftihar duyuyorum, ve başım dimdik tekrar ediyorum: Yaşa Halk Partisi!”

“Yaşa Halk Partisi”, Ulus, 10.6.1950. Aynı konuda, “Hesap Soranlar Şimdi

Korkuyorlar”, Ulus, 2.7.1950. 182“Layuhti Bir Hükümet”, Ulus, 28.6.1950. 183“Uzaktan Seyredince”, Ulus, 14.7.1950.

Page 173: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

169

beslediği imana borçluyuz. Oysa, aynı İnönü, iktidarda bulunan

DP’lilerin düşmanca tutumlarına maruz kalmaktadır. “... İsmet İnönü’nün

ufak bir teveccühünü kazanmak için şeflik sistemi lehinde kasideler

yazmış, yerlerde yuvarlanmış kalemler ve dudaklar ateş püskürmeye

başladılar.”184

Yalçın, hükümet darbelerine ve askeri müdahalelere sıcak

bakmamaktadır. Ona göre, Meşrutiyet devriminin Türk Ulusunun hak ve

özgürlüklerine kavuşması yolunda gerekli ve hayırlı bir hareket

olduğunda kimsenin duraksamaya düşmeyeceği açık ise de böyle bir

girişimin bir ülkede hükümet değişikliği için adeta gündelik bir usul

haline gelmesi herhalde o memleketin geriliği, siyasal terbiyesinin ve

gelişmesinin ilkelliği hakkında en kötü bir kanıt sayılmalıdır.185

Demokrat Parti iktidarı döneminin ilk Cumhuriyet Bayramı’nda,

Yalçın, Cumhuriyetin tesisinde Türk Ulusunun, Atatürk ve İnönü’nün

rollerini değerlendirmektedir.

“Türk Milletine cumhuriyet kendisinden dışında veya üstünde bir kudret

tarafından zorla yükletilmedi yahut bağışlanmadı. Bir asırdan fazla bir müddet

184“İnönü’ye Yapılan İşkence”, Ulus, 23.7.1950. Ayrıca, “Husumet Politikası”, Ulus,

14.9.1950; “Hakikaten Korku Başlamış”, Ulus, 20.9.1950; “Demokratların Gidişine

Dair”, Ulus, 20.9.1950; “Bizim Demokrasi”, Ulus, 23.9.1950; “Kalpten Gelen Bir

İsyan”, Ulus, 25.9.1950; “Demokrat Parti Çıkmaz Sokakta”, Ulus, 29.9.1950; “14

Mayıs’ta Ne Başladı?”, Ulus, 2.10.1950; “Maske Düştü”, Ulus, 1.10.1950. 185“Hükümet Darbesi”, Ulus, 9.9.1950.

Page 174: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

170

evvel, Türk Milleti uzaktan sezer gibi olduğu hak ve hürriyet hayatına, siyasi

rüşt çağına erişmek için içinde bir tahassür beslemeğe başlamıştır. Padişahların

keyfi idaresine karşı bir nefret hissi ve bundan kurtulma arzusu ile başlıyan bu

hareket bir mücahitler silsilesinin gayret, hizmet ve fedakarlıklariyle yürüdü,

genişledi, meşrutiyet tecrübelerinden geçtikten ve inkıraz uçurumlarının

kenarlarından dolaştıktan sonra nihayet bundan yirmiyedi sene evvel bir

hakikat oldu. CUMHURİYET’i kim kurdu, Türk Milletine onu kim verdi? Bu,

sathi bir görüşü ifade eden bir gaflet sualidir. Cumhuriyeti Türk Milleti kurdu.

Cumhuriyet kimsenin malı değildi ki onu Türk Milletine ihsan edebilsin. Türk

Milletinin hissiyatı, Türk Milletinin ideali cumhuriyet mefhumunu

benimsememiş olsaydı bu rejim 27 senedenberi yaşamaz ve gittikçe

kuvvetlenmezdi.

“Fakat, nankörlüğe kaçmamak ve hakikatleri eksik olarak görmemek için,

itiraf ve teslim etmek icap eder ki Atatürk olmasaydı cumhuriyet olamazdı...

Milli Mücadeleyi Atatürkün nurlu görüşü ve dehasında sevk ve idaresi altında

bizzat Türk Milleti muvaffakiyete eriştiği içindir ki cumhuriyet rejimini

düşünmek ve zaten fiilen mevcut olan realiteyi resmi ve kanuni şekle koymak

kaabil ve kolay oldu...

“Yirmi yedi senedir istibdat ve kötülük altında yaşadıklarını haykırmak

hafifliğinde bulunanların bu cumhuriyet bayramlarında vicdanlariyle

yapacakları muhasebe neticesinde epeyce ıstırap ve mecburiyet duymaları

lazım gelecektir. Atatürk devrinde hükümet ve idare kusurları vuku

bulmadığını iddia etmek akıldan geçemez. Fakat o zaman ilan edilmiş olan

milli hakimiyetin bütün icapleriyle fiile konduğunu görerek kuvvetle mübareze

etmiş ve bunun neticelerine katlanmış bir kalem sahibi sıfatiyle Atatürk’ün

büyük icraatı huzurunda bugün bir Türk vatandaşı sıfatiyle ebedi bir

minnettarlıkla Cumhuriyeti ve Kurucusunu selamlamayı en büyük vazife

Page 175: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

171

bilirim.”

Atatürk’ün rolünü belirttikten sonra, Cumhuriyetin kurulmasında

ve çok partrili sisteme geçilmesinde İnönü’nün katkılarına işaret

etmektedir.

“Atatürk’ü müteakip, bu Cumhuriyet bayramında, bir Türk sıfatiyle ve aynı

hürmet ve sevgi hisleriyle İsmet İnönü’yü de yadetmek benim kanaatimce

vatani bir vazifedir. İsmet İnönü bir Milli Şef sıfatiyle yüksek bir nüfuz ve

kudreti haiz iken, hazırlama devresinin artık tamam olduğuna ve milletin

olgunluğuna itimat ederek sırf vicdanının emriyle yüzde yüz demokrasiye

doğru yürüdü. ... İşte bu tekamülü İsmet İnönü’ye borçluyuz. ... Fakat onun

metin iradesi, sebatı ve azmidir ki her zorluğu yenerek Türk Milletini 1950

seçimlerine götürdü ve demokrasiyi yüzde yüz bir halde muhaliflerinin eline

teslim etti.

“... Türk milletinin ruhunda vatan aşkı, hürriyetin ideali yaşadıkça, Atatürk’ün

ve onu takiben İsmet İnönü’nnün hatıraları da hürmet ve sevgi ile anılacaktır.

“Bu sene, Cumhuriyet Bayramımızı bütün demokratik haklarınıza sahip bir

halde, tamam olmuş bir cumhuriyete malik medeni bir millet sıfatiyle

karşılamak saadetine kavuşmuş bulunuyoruz. Bu nimetin kıymetini bilen Türk

Milleti için bundan sonra en büyük vazife haklarının bir zerresini bile feda

etmemek ve Atatürk rejimini korumak olacaktır.”186

Demokrat Parti’lilerin Atatürk ve İnönü devirlerini kötülemeleri

dolayısıyla, Yalçın, şunları yazmaktadır.

186“Cumhuriyet Bayramı”, Ulus, 29.10.1950.

Page 176: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

172

“Atatürk tek partiyi kurmak ve başına geçmek istediği zaman, tek partili

hürriyet idaresi olamıyacağını, Cunmhurbaşkanının bitaraf kalması lazım

geldiğini yazdım. Beni İstiklal Mahkemesine verdiler. Beni muaheze edenler

arasında bugünün Meclis Başkanı Sayın Koraltan da vardı. Şimdi ben onun

boğazına sarılarak: sen bir istiklal mahkemesine nasıl azalık kabul ettin diye

muaheze etmek hakkını haiz olduğum halde, o – daha doğrusu ayrılmaz

arkadaşları Menderesler, Sametler, Karaosmanlar ve ilh. – benim boğazıma

sarılarak 25 senenin hesabını benden soruyorlar!

“Dil Kurultayı’nda devlet müdahalesiyle bir lisan değişikliği yapılamayacağını

müdafaa ettiğim için beni Sanayi Bankasından attılar. Atan bugünün Sayın

Cumhurbaşkanı ve o tarihin İktisat Bakanı Celal Bayar’dı....

“... Mutlak bir idareye, söz ve neşir hürriyeti olmıyan bir devrede o rejimin

icaplarından olan fena hareketler elbette vardır. Bunlara son vermek içindir ki

İsmet İnönü fiilen elinde bulunan mutlak idareyi bıraktı ve uğraşa uğraşa

demokratik rejimi tatbika muvaffak oldu. Eski devirden millet memnun

olsaydı ve o idare şekli memleketin saadet ve terakkisini temin etseydi onu

değiştirmeğe ne lüzum vardı? Fakat Atatürk’ün büyük gayeye doğru yürürken

lüzum hissettiği yarı diktatörlük rejimini muttasıl kötülemekte ne mana

var?...”187

Ulus, yeni bir imtiyazla ve Yeni Ulus adı ile 8 Aralık 1953’de

yeniden yayınına başlamış, Yalçın bu gazetenin de başyazarlığını

yapmıştır. 22 Mayıs 1954’e kadar yayınını sürdüren gazete, 23 Mayıs

1954’te Halkçı adını almıştır.

187“Ah; O Yirmi Beş Sene”, Ulus, 24.2.1951.

Page 177: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

173

2 Mayıs 1954 seçimlerinden DP yine zaferle çıkmış, iktidarını

sağlamlaştırmış, Milletvekili seçilemeyen Yalçın, seçim öncesinde CHP

adına yürüttüğü sert muhalefet nedeniyle seçim sonrasında Hükümet

tarafından cezalandırılmıştır. Makalelerinde suç unsuru bulunduğu

gerekçesiyle hakkında birçok dava açılmıştır. Yalçın, 2 Eylül 1954’te

yaptığı savunmada, “tenkid ve muahezenin tahkir ve tecavüzle

karıştırılmaması” gerektiğini, ulusal egemenlik ilkesinin düşünce, söz ve

yazı özgürlüğünü kapsadığını, bu ilke etrafında Hükümeti eleştirmenin

bir vatandaşlık görevi olduğunu ileri sürmüştür. Basın Yasası, üniversite

özerkliği, yargının bağımsızlığı ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri

konularındaki antidemokratik uygulamalardan örnekler vermiş ve

yargıçları partizan hükümete alet olmamaya çağırmıştır. Davalar, 24

Eylül 1954’te sonuçlanmış ve Yalçın toplam 2 yıl 2 ay 20 gün hapse

mahkum edilmiş, yaşı 65’in üzerinde olduğundan, cezası altıda bir

oranında indirilmiş, Aralık ayı başında Paşakapısı Cezaevine

konulmuştur.188 Bakanlar Kurulu kararı ile cezasının kaldırıldığı 19 Mart

1955’e kadar cezaevinde kalmıştır. Cezaevinden çıktıktan sonra da yazı

yazmaya ve iktidarı eleştirmeye devam eden Hüseyin Cahid Yalçın, 17

Ekim 1957 günü hayata gözlerini yummuştur. Ertesi günkü Ulus’ta, Türk

Ulusuna altmış yıl ışık saçan bir kalemin söndüğü belirtilmiş ve kendisi

özgürlük savaşçısı olarak selamlanmıştır.

Page 178: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

174

Hüseyin Cahid Yalçın’ın ömrü, bir bakıma, yazı yazarak

geçmiştir. Yazı yazma sıklığı ve verimliliği bakımından onunla

karşılaştırılabilecek biri ya yoktur ya da ender bulunur. Ayrıca, Koçak’ın

belirttiği gibi, o, gazeteciliğin nerede bitip siyasetin nerede başladığının

pek belli olmadığı, aradaki sınırın belli belirsiz kaldığı bir geleneğin iyi

bir temsilcisidir.189

Ölümünden sonra yazar hakkında çok şey yazılmıştır. Yalçın’ın

ardından kamuoyunda oluşan “olumlu” yargıları belki de en derli toplu

biçimde anlatanı, Yücebaş’ın aşağıdaki paragrafıdır.

“Büyük Türk mütefekkiri Hüseyin Cahit Yalçın, 18 Ekim 1957 Cuma günü

saat 6 da, 82 yaşında fani aleme gözlerini kapadı. Onun ölümile, ‘Şimşek gibi

parlayıp güneş gibi sönen’ bir hürriyet mücahidi, kütüphaneler dolusu eser

okuyan, boyunca kitap yazan seçkin bir mütefekkir, yalnız Türk dünyasında

değil, demokrasi ve demirperde memleketlerinde de büyük isim yapan bir

başmuharrir kaybettik. 60 yıl ışık saçan Hüseyin Cahid’in ölümü, memleket

çapında bir teessür uyandırdı.”190

188Yalçın’ın cezaevine konulmasına gösterilen tepkiler ve diğer gelişmeler için bkz.

Azman, a.g.e., s. 173 vd. 189Koçak, “Hüseyin Cahit Yalçın ve ..., s. 8-9. 190 Hilmi Yücebaş, “3 üncü Ölüm Yıldönümünde Hüseyin Cahit Yalçın”, içinde,

Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, (Derleyen: Hilmi Yücebaş), İstanbul, Kültür

Kitabevi, 1960, s. 3. Bu kitapta, Yalçın üzerine yazılan çok sayıda makaleye ve İsmet

İnönü’nün başsağlığı mesajına yer verilmiştir. İnönü’ye göre, Hüseyin Cahid için

ciltler yazılacaktır. Hüseyin Cahid her anlamda bir düşünce adamının sebatı, idealizmi

için örnek kalacaktır. Siyasal yaşamımızda güçlünün elinden vatandaşın özgürlük

hakkını kurtarmak için mücadelenin timsaliydi. “... Bizim iktidarımız zamanında

Hüseyin Cahid bizimle amansız bir şekilde uğraşmıştır. Hesapsız tehlikeleri

Page 179: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

175

Samed Ağaoğlu, babasıyla (Ahmet Ağaoğlu) Yalçın’ın

arkadaşlığının hemen hep resmi düzeyde kaldığını, birbirlerini az

sevdiklerini, hatta Yalçın’ın Ahmet Ağaoğlu’nu hiç sevmediğini

belirtmekte, Yalçın’ın yaşam öyküsünü, kişiliğini ve karakterini

değerlendirmektedir. Samet Ağaoğlu’na göre, Yalçın’ın ruhunu üç maya

(çelişki, gurur ve benlik) oluşturmaktaydı. Bu mayalar ona, dostunun da

düşmanının da takdir ettiği bir nitelik kazandırmıştı: cesaret.

“Babamın bu Arkadaşı ruh ve fikir tezadlarının üstünde devirden devire,

fikirden fikire, yan yana ve ters istikamet’de koşan atların birinden diğerine

sıçrıyabilen cambaz mahareti ile atlayabiliyordu. Herkesin Saltanat ve

Hilafeti, milli tesanüdün, hatta kurtuluşun tek çaresi diye kabul ettiği yıllarda

tezini ortaya atıyor; Cumhuriyet kabul ve i’lan edildiği zaman da aceleye

geldiğini, henüz sırası olmadığını yazmaktan çekinmiyor; Gazetesi’nde

Hilafetin etrafında toplanmayı telkin eden yazılara geniş yer veriyordu.”

Yalçın’ın kişilik yapısını anlamak bakımından, mücadele

felsefesi hakkında yazdıklarına göz atmak yararlı olacaktır. O, yaşamda

en çok mübarezeyi sevdiğini söylemektedir. En mesut günleri en şiddetle

göğüslemiştir. Onun ideali olan medeni ve demokrat idare imkanı belirince, bütün

kuvvetiyle buna yardımcı olmuştur...” Yücebaş, a.g.e., s. 15. Yücebaş ise geniş

genel kültürüne rağmen Hüseyin Cahit’in yazılarında kızgınlıklarına yenildiğini,

üslubunun sert ve kırıcı olduğunu, ele aldığı konularda akıl ve mantıktan çok

duygularının etkisi altında kaldığını belirtmektedir. a.g.m. s. 5. Yalçın’ın ölümü

üzerine basında onun hakkında yapılan değerlendirmeler ve bildiriler için bkz.

Çankaya, a.g.e., 652 vd.

Page 180: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

176

hücuma uğradığı, en şiddetle hücum ettiği zamanlardır. O anlarda

damarlarında yaşam veren bir ateş tutuşmakta, yaşamın solukluğu

silinmekte ve gözünün önünde “mübarek ve muazzez” bir amaç

canlanmaktadır. “...Vatanın hayrı için, fenalığı ezmek ve iyiliği galebe

ettirmek için mücadele.”191

Tanin Başyazarının siyasal yaşamı hakkında farklı

değerlendirmeler vardır. Yücebaş’a göre, Yalçın’ın siyasal yaşamında iki

özellik dikkati çeker. Bunlardan ilki, onun değişken doğaya sahip biri

olmaması, herhangi bir düşünceye sadakatle bağlı kalmasıdır. Yalçın’ın

ikinci ve daha önemli özelliği ise, sürekli olarak iktidarın adamı ve

taraftarı olmayı yeğlemiş olmasıdır.192 Bütün sertliğini ya iktidarı

savunmak için kullanmıştır ya da savunduğu düşünceyi tekrar iktidara

getirmek için. Saltanat, meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde yaşayan

Yalçın’ın, Saltanat devrinde bağlı bulunduğu yönetsel makama karşı,

değil muhalefete kalkışmak, onu kuşkulandıracak duruma bile

girmediğini, gününü gün ettiğini Yücebaş ileri sürmektedir.

Yalçın’ın siyasal gazeteciliği Ayşe Azman tarafından

incelenmiştir. Bu inceleme de Tanin Başyazarının kişilik yapısı

hakkında önemli bilgiler vermektedir. II. Meşrutiyet Yalçın’ın O, II.

Meşrutiyet’te siyaset yaşamına ve siyasal gazeteciliğe adım atmıştır. İT

191Yücebaş, a.g.e., s. 8. 192a.g.e., s. 5-6.

Page 181: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

177

mensubu bir gazeteci ve mebustur. Başyazarlığını yaptığı Tanin’in adı,

Fırka’nın yarı-resmi yayın organı olarak dillerde dolaşmaktadır.

Muhaliflerin Hürriyet ve İtilaf Fırkası adıyla örgütlendikleri 1911-1912

yıllarında İT’yi Tanin’de tek başına savunmuş, eleştirilerini hem

muhalefete hem de hükümete yöneltmiş, bu yüzden gazetesi sık sık

kapatılmıştır. Azman’a göre, Hüseyin Cahit kendisi ve gazetesi

üzerindeki İT baskısından yakınsa da, Babıali Baskını ile İT’nin 1913

yılında iktidara gelmesi ve iktidarını sağlamlaştırması sonrasında

eleştirilecek kadroların ve çekişecek siyasal takımın kalmaması Tanin’i

işlevsizleştirmiştir. Malta sürgünlüğü sonrasında döndüğü İstanbul’da,

1922 yılında Tanin’i tekrar yayımlamaya başlamıştır. Lozan görüşmeleri

sonrasında ise, Cumhuriyetin kurucuları karşısında muhalif bir Tanin

vardır. Azman’a göre, Lozan öncesinde de Ulusal Kurtuluş Hareketini

destekleyen Hüseyin Cahit’in Tanin’de yürüttüğü muhalefet, hiçbir

zaman Cumhuriyetin ilkelerine karşı değildir. Bu muhalefeti, Azman,

eski İttihatçı kadrolarla yeni Kemalist kadrolar arasındaki siyasal

önderlik çekişmesine bağlamaktadır. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşının

başlangıcından itibaren özellikle İttihatçıların yönetici kadrolarına karşı

mesafeli, hatta karşı bir tutum almıştır. Hüseyin Cahit ve Tanin,

Kemalistlere katılmayan ve bazı siyasal faaliyetler içine giren grup

içinde değerlendirilmiştir. Takrir-i Sükun Yasası sonrasında Hüseyin

Cahit uzun yıllar siyaset ve gazetecilik yaşamı dışında kalacak, ancak

Atatürk’ün ölümü sonrasında, İnönü’nün eski küskünleri CHP’ye dahil

Page 182: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

178

etme planı çerçevesinde, bu iki etkinliğine (mebusluk ve siyasal

gazetecilik) dönme olanağı bulacaktır.193

Yalçın, İDS yıllarında Anglo-Sakson dünyanın yanında yerini

almış,194 İngiltere ile ittifak yapılmasını sık sık önermiştir. “... İngiltere

ile Türk hükümeti arasında bir sorun çıktığında son noktada hükümeti

desteklemekle beraber, İngiltere’yi kızdırmaya da pek yanaşmaz...”

Savaş sonrası gelişmeler Yalçın’ın öngörülerine uygundur. Yeni dünya

193Azman, a.g.e., s. 176-178. 194Gökçen Başaran’a göre, İDS’nı siyasal oyunlar dışında araştırılmaya değer kılan bir

diğer yan da bu Savaşın karşılıklı propagandalar savaşı olmasıydı. Bu savaşların en

önemli ve önde gelen aktörleri, doğal olarak, gazetecilerdi. Bu gazeteciler, yaptıkları

yayınlarla kendi ülkelerinin siyasetine hizmet etmeleri yanı sıra, destekledikleri kamp

ile de kamuoyunun gündemini belirleme gücüne sahiptiler. Bu nedenle, iki taraf da

sürekli olarak tarafsız ya da küçük ülkelerin basınının hangi tarafa satıldığınının ya da

bu mecraları satın almanın hesaplarını yapmaktaydı. Başaran, İngiliz Dışişleri

Arşivi’nden (1942 yılı) üç Türk gazetecisi (Yunus Nadi, Hüseyin Cahid Yalçın ve

Ahmet Emin Yalman) hakkındaki yorumları makalesine taşımıştır. Dosyada Yalçın,

“Türk gazeteciliğinin duayeni ve Türkiyenin en seçkin simalarından biri” olarak

tanıtılmaktadır. Yalçın’ın yaşamının özetlendiği dosyada, Malta dönüşü Tanin’i

çıkarırken “bir süreliğine” Kemalist rejimi desteklediği, bu arada İT’nin yaşayan

liderleriyle yakın temasını da sürdürdüğü, zamanla daha bağımsız bir çizgi izlemeye

başladığı, Atatürk’ün diktatörce yöntemlerini onaylamadığı, Çorum sürgünü

sonrasında Atatürk’ün ölümüne kadar Boğaz’da inzivaya çekildiği, Atatürk’ün ölümü

sonrasında yeniden ortaya çıktığı, 66 yaşındaki Yalçın’ın “... bugün Türkiye’nin en

zinde ve en etkili gazetecisi...” olduğu belirtilmektedir. Gökçen Başaran, “Gizli Bir

İngiliz Raporuna Göre II. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Gazeteciler”, Toplumsal

Tarih, Sayı 123, (Mart 2004), s. 50-51. Gürkan’a göre, Yalçın’ın Savaş yıllarında

sergilediği İngiliz yanlısı tutum tutarlı bir demokrasi fikri ya da liberal fikirlere denk

düşmemektedir. O, dönemin mebus-gazetecilerindendir; yani resmi ideolojinin

propagandacılarındandır. Bürokratik aydın niteliği taşımaktadır. Nilgün Gürkan,

“Türk Modernleşme Sürecinde Gazetecinin Bir Muhalif Olarak Portresi: Hüseyin

Cahit Yalçın Örneği”, İletişim, Sayı 4, 1997, s. 15-21.

Page 183: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

179

lideri İngiltere olamamışsa da, bu rolü ABD’nin üstlenmesinden de

memnun gözükmektedir. Batı ittifakına katılmayı yeğleyen Türkiye’de

tek parti yönetimine son verme hazırlıklarını desteklemekle beraber, bu

sürecin hızlı gitmesinden de yana değildir. Oysa, Cumhuriyetin ilk

yıllarında, aynı kalem, CHF ve Mustafa Kemal’i bir an önce

demokrasinin (ulusal egemenliğin) uygulanması konusunda

uyarmaktaydı. Ama, arada önemli bir fark vardı: bu uyarıyı, muhalefet

konumunda ve yeni rejim kadrolarının dışında iken yapmaktaydı. “...

Oysa CHP içinde bir iktidar partisinde yer almanın rahatlığı ile olsa

gerek CHP’ye bu konuda yapılan eleştirilere tahammülsüzdür.” DP’yi

iktidar adayı bir parti olarak göremeyecektir. Bu parti, ancak iktidar

partisi olan CHP’yi kontrol ve eleştiri partisi olabilirdi. Gerçek iktidar

partisi, CHP’dir. CHP’nin iktidardan düşmesi de onun bu yargısını

etkilememiştir. Halkın bu tercihini, yıllardır süren tek parti yönetimine

halkın tepkisi ile açıklamaktadır. Ulus’ta CHP’nin resmi sözcüsü rolünü

üstlenince, kalemi ve üslubu daha da sertleşmiştir. 79 yaşındaki

mahkumiyeti sonrasında da, aynı hiddetle muhalefetini sürdürmüştür.195

Azman da, Yücebaş gibi, Hüseyin Cahit’in ya iktidara oynayan gruplar

içerisinde yer almayı ya da iktidar mevkiinde bulunmayı yeğlediğini

belirtmektedir. Azman’a göre, bu dönemde Yalçın’ın İT ile olan ilişkisi

de tartışma konusudur. Her ne kadar İT fiilen yok ise de, İT’nin eski

kadrolarının bazı siyasal oluşumlar içinde olduklarına dair kanıtlar

195Azman, a.g.e., s. 178-179.

Page 184: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

180

vardır. Hüseyin Cahit’in de bu takım içinde siyaset yapmaması için

neden yoktur.

Hüseyin Cahit’in Ulusal Mücadele’yi yürüten ve Cumhuriyeti

kuran ekiple yıldızının barışmamasını, siyasal muhalefete düşmesini,

Koçak da Azman gibi, onun İttihatçı kadrolar arasında meydana gelen

çekişme ve çatışmada Ankara’daki yeni iktidar sahiplerinin yanında

ya da arkasında kalmayı tercih etmemesine bağlamaktadır.196

Yalçın, ülkü bakımından kendisi ile Mustafa Kemal’in çok

yakın olduğunu gözlemlemektedir.197 Falih Rıfkı Atay ise, Hüseyin

Cahit ve Mehmet Cavit’in Mustafa Kemal’in Enver Paşa gibi

diktatörlüğe yönelmesinden korktuklarını belirtmekteydi.

“... Gerçekte Mustafa Kemal’in yaratmak istediği yeni Türkiye ve yeni

Türk Cemiyeti ile, Hüseyin Cahit’in ilk gençliğinden beri rüyasını gördüğü

yeni zamanlar Türkiyesi arasında hiçbir fark yoktu. Cavit de, O da tabii ki

196Koçak, “Hüseyin Cahit Yalçın ve Portreleri ..., s. 9. Eski İttihatçılardan biri olarak,

Yalçın, Talat Paşa konusunda 1943 yılında kaleme aldığı bir kitapta, hem İT hem de

İT’nin ulusal kurtuluş mücadelesi dönemi ve sonrasında Ankara Hükümeti ile olan

ilişkisi hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Ona göre, İT, yerli ve yabancı,

özellikle de yabancı propagandalarının insafsız yayınları karşısında adeta bunalıp

kalmıştır. İT mensupları içinde ulusal kurtuluş mücadelesine muhalefet etmiş tek bir

kimsenin varlığından haberdar olmamıştır. “… Milli mücadele ile İttihat ve Terakki

birbirlerini hazırlıyan ve tamamlayan tek bir hamle gibi telakki edilmiyerek adeta ayrı

ve bir dereceye kadar birbirine muhalif iki cereyan gibi düşünülmek temayülleri göze

çarptı…” Yalçın’ın 1940’lı yıllardan geriye doğru İT değerlendirmeleri için bkz.

Hüseyin Cahit Yalçın, Talat Paşa, İstanbul, Yedigün Neşriyat, 1943, s. 6. 197Yalçın, Siyasal..., s. 372.

Page 185: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

181

Cumhuriyetçi idiler. Öyle olmalı idiler. İkisi de aşağı yukarı Mustafa

Kemal’le aynı şeye inanmakla beraber Mustafa Kemal’e inanmıyorlardı.

İttihat ve Terakki devrindeki Enver diktatoryası tecrübesinin bu türlü

kaygılanmalarında derin tesiri olmuştur.”198

Atatürk devrini ve kendi muhalefetini anlattığı hatıralarında,

Yalçın, Atatürk’ün yakın çevresinden yakınmaktadır. O çevrede

bulunanlardan, hatta yemek masasından eksik olmayanlardan

birçoğunun şimdi DP saflarında yer aldıklarını ve Atatürk devri

hakkında olumsuz yorumlarda bulunduklarını belirtmekte, kendi

muhalifliği ile onların tutumlarını dikkatlere sunmaktadır.

“İlk dakikalardan itibaren, sezdiğim diktatörlük temayüllerini karşılamak

için, elimde yalnız tahta kalemden ibaret bir silah ile, mücedeleye

atıldım. Millî hâkimiyet rejiminde tek parti ve Cumhur Başkanlığında bir parti

şefi bulunamayacağını müdafaaya başladım...” 199

198Atay, a.g.e., s. 382. Cumhuriyetin ilanı sonrasında eski İttihatçıların takındıkları

tutum için, bkz. A.g.e., s. 381. Yalçın, çok partili yaşama geçişin arifesinde (1945)

Tanin’de yayımladığı makalelerinde, tek parti dönemindeki sistemin zaruretin

yüklediği bir diktatörlük olduğunu ama, bu diktatörlüğün, yine de Avrupa’da görülen

ruhta ve tarzda bir diktatörlükle bir tutulamayacağını belirtmekteydi. 199Hüseyin Cahid Yalçın, “Atatürk Devri”, Ulus, 27.2.1951. “İşte Atatürk devrini ben

böyle geçirdim. Fakat Atatürk vefat eder etmez en samimi ve hararetli teessürler ve

yazılarla arkasından ağlayan ben oldum. Atatürk melek değildi. Hepimiz gibi fâni bir

insan idi. Kusurları vardı. Fakat Atatürk gözlerini kapamakla bütün beşerî

kusurlarının hesabını ödemiş oluyordu. Ortada yalnız Büyük Eseri kalıyordu. Büyük

dağların yanında büyük uçurumlar da olur. Fakat bunlar dağın azamet ve heybetine

halel vermez. Bugün her Türk her nefes aldıkça Atatürk’ü minnet ve hürmetle

yâdetse ona karşı şükran borcunu ödiyemez. Memleketi kurtaran, yaşatan ve

Büyük Inkılap’ı yapan odur. Memlekette yer yer mukavemet nüveleri vardı. O

bunları topladı, birleştirdi. Memlekette umumi bir uyanış hareketi vücuda getirdi.

Page 186: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

182

Yalçın üzerine yapılan bir diğer çalışmada da, velveleli

yaşamına, kavgalarına ve iktidar karşısındaki durumuna vurgu

yapılmaktadır.

“Böylelikle kavgalar, ihtiraslar, ikbal ve idbar günleriyle, iktidarın ve

nimetlerinin bazan uzağında, çok kere de yakınında ve öldürücü

darbelerden büyük bir talihle her zaman uzakta geçen bu velveleli ömür,

gene velveleli bir seçim propagandasının ve siyasi çatışmaların ortasında,

her zaman büyük bir iştiyakla dönmek istediği edebiyat dünyasından uzakta

sona erer.”200

B. Fikir Hareketleri

Hüseyin Cahid Yalçın, 1951 yılında kaleme aldığı bir makalede,

Fikir Hareketleri adlı dergiyi “yaşıyabilmek için” yayımladığını

belirtmiştir.201 Fikir Hareketleri’nin niçin çıkarıldığı sorusu da, dergiye

yapılan hemen her atıfta, çoğunlukla Başyazarın verdiği bu yanıtla

Yorgun, yaralı ve bitik Türk gayretini sözleriyle, hareketleriyle tekrar canlandırdı.

Millî Mücadelenin başına geçti ve inkılabı yaptı. Atatürkten başka hiç kimse bu

mücadeleyi başa çıkaramazdı. Onun dehâsı onun işbilirliği, siyasi manevra

kaabiliyeti olmasaydı müstakil Türk vatanı ve hür Türk Milleti yoktu. Bugün esaret

ve zillet içinde idik. Bu büyüklük ve bu netice karşısında yirmi beş senenin

kusurlarından bahsetmek bizler için bir nankörlük ve alçaklıktır.” 200Huyugüzel, a.g.e., s. 46. Yalçın’ın, uzun bir liste oluşturan eserleri için, bkz. A.g.e.,

s. 265-277. Bengi, a.g.e., s. 347-358. 201Hüseyin Cahid Yalçın, “Atatürk Devri”, Ulus, (27.11.1951). Yalçın, demokrasiye

sövmenin, diktatörlüğü alkışlamanın bir “... geçim ve ilerleme vasıtası...” olduğu bir

Page 187: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

183

geçiştirilmektedir. Yalçın’ın geçmişi ve kişilik yapısı göz önünde

bulundurulduğunda, bu yanıtın yavanlığı ortaya çıkmaktadır. Gerçekten

de, II. Meşrutiyet döneminin bu ünlü gazetecisinin, Cumhuriyet

döneminin başlangıç yıllarının bu ünlü muhalif gazetecisinin (Nutuk’un

sık sık değindiği “Tanin Başyazarı”nın), her ne kadar güncel iç siyasete

değinmemeye özen göstermiş olsa da, yalnızca yaşayabilmek (geçim

sıkıntısını gidermek) için böyle bir dergiyi çıkarmış olduğu söylenemez.

Hüseyin Cahit Fikir Hareketleri’ni çıkarmaya başladığında 58

yaşındaydı. Yaşamında en çok mübarezeyi sevdiğini, kalem kavgası

yaptığı günlerde huzur bulduğunu belirten bu gazeteci, köşesine

çekilemeyecek bir kişilik yapısına sahipti. Bu kalem üstadı, Fikir

Hareketleri tipinde bir yayın sayesinde kendisini yönetimin gözünde

meşrulaştırmayı ummuş olabilir. Kadro ve Kooperatif’in yayın

yaşamında olmaları da onu cesaretlendirmiştir.202 Birkaç yıl önce Sanayi

Maadin Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine getirilmesinde

kendisine yardımcı olan eski arkadaşı Şükrü (Kaya) Bey’in 1933-1938

devresinde Matbuat Umum Müdürlüğü görevinde olması ve 1933

yılında yükselen sınıflarla siyasal iktidar arasında bir ittifakın sağlanmış

olması da, derginin yayımlanma nedenleri arasında değerlendirilmelidir.

dönemde, “Yaşayabilmek için ‘Fikir Hareketleri’ risalesini neşre...” başladığını

belirtmektedir. 202Koçak, “Hüseyin Cahit ve..., s. 23-24. Gerçekten de, 1933 yılının ortasından itibaren,

onuncu yıl kutlamalarına yönelik çalışmalar başlatılmış ve bu çerçevede altı yasa

çıkarılmıştır. 26.10.1933 günlü ve 2330 sayılı Af Yasası, Hıyanet-i Vataniye Yasası

uyarınca mahkum edilmiş TpCF mensupları ile İzmir Suikasti sanıklarını da

kapsamına alıyordu. Mahmut Goloğlu, Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938),

İstanbul, Goloğlu, 1974, s. 113-114.

Page 188: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

184

Fikir Hareketleri’nin ortaya çıkmasında bu etkenlerin her birinin rolü

olabilir. En güçlü etken, yukarıda da vurguladığımız gibi, yazarın

meşruiyet arayışıdır, siyasal rejimle barışma umududur.

“Fikir Hareketleri” adını taşıyan “İlmi, İçtimai, Edebi Haftalık

Risale”, Cumhuriyet’in ilanının onuncu yıl dönümünde (29 Teşrinievvel

1933)203 ilk sayısıyla okur karşısına çıkmıştır.204 İlk sayı,205 reklamların

203Server İskit, Fikir Hareketleri’nin yayımlanmaya başladığı yılı, yanlış olarak, 1934

olarak almaktadır. Server İskit, Türkiye’de Matbuat Rejimleri, İstanbul, Matbuat

Umum Müdürlüğü, 1939, s. 236. Fikir Hareketleri, 1923-1940 devresi gazete ve

dergilerinin derlendiği bir başka çalışmada “kültür” mecmuası olarak tanıtılmaktadır.

Feridun Fazıl Tülbentçi, Cumhuriyetten Sonra Çıkan Gazeteler ve Mecmualar (29

İlkteşrin 1923-31 İlkkanun 1940), Ankara, Başvekalet Matbuat Umum Müdürlüğü,

1941, s. 61. 204Başmuharriri, muharriri, hatta Fikir Hareketleri’ne değinen bazı kitap ve

makalelerde de ifade edildiği gibi, derginin herşeyi, Hüseyin Cahit idi. Derginin

Umumi Neşriyat Müdürü de, son 25 sayıda (340-364) Hüseyin Suad Yalçın, diğer

sayılarda ise Hüseyin Cahid Yalçın’dır. Derginin ilk sayısında yönetim yeri

(idarehane) olarak gösterilen adres, derginin yayın yaşamı boyunca hiç

değişmeyecekti: “Şişli, Kâatane Caddesi, No: 226.” 205İlk sayıda, Hüseyin Cahit imzalı dört makale yer almaktaydı: “Türk Cümhuriyetinin

Onuncu Yıldönümü”, “Hilafet Meselesi”, “Hocalar Saltanatı” ve “Matbuat Hayatı”.

Francesco Nitti imzalı “Türk İnkılabı” ve “Hükümdarlık İdaresinin Ruhu”, F. Cambo

imzalı “Dünyanın Harp Sonu Vaziyeti” ve imzasız “Hükümdarlara ve Hükümdarlık

Rejimine Dair” başlıklı yazılar da yine bu sayıda yer almaktaydı. Ayrıca, her ikisi de

Sovyetler Birliği’ndeki olumsuz yaşam koşullarını ele alan iki tefrikaya (Henri

Béraud: “Moskovada Neler Gördüm? Komünistliğin İflası” ve Anatole France:

“Allahlar Susamışlardı”) başlanmıştır. “Kitablar Arasında (Küçük Notlar)” adıyla kısa

notlar ve anekdotlar yazılar arasına serpiştirilmiştir. Sonraki sayılarda da, “Kitablar

Arasında” başlıkı bu notlara (güzel sözler, tarihi fıkralar ve özlü düşünceler) ve

Leyhte Aleyhte başlıklı notlara yer verilmeye devam edildi. Hüseyin Cahit, “Matbuat

Hayatı” başlıklı makalesinde, Fikir Hareketleri’nin çıkmaya başladığı sıralarda birçok

derginin yayın yaşamında olmasının iftihar edilecek bir durum olduğunu

Page 189: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

185

yer aldığı sayfalar ve kapak sayfaları sayılmazsa, 24 sayfadan206

ibarettir. Diğer sayılar ise, yine reklam ve kapak sayfaları bir yana

bırakılırsa, 16 sayfa olarak yayınlanmıştır. Dergide makaleler iki sütun

halinde dizilmiştir. Derginin her sayısında bir başyazıya ve “Matbuat

Hayatı” adlı köşeye derginin yayın yaşamı boyunca sürekli biçimde yer

verilmiştir. Derginin yayın akışı, aşağıda belirtildiği gibi, belirli bir

düzen içinde sürdürülmüştür.

84. sayıdan (30.5.1935) itibaren altı sayı boyunca, bundan sonra

dergiye gönderilecek yazılarda hangi eski Türkçe sözcük yerine hangi öz

Türkçe sözcüğün kullanılmasının tercih edilmesi gerektiği listeler

halinde verilmiştir.207

belirtmektedir. Ona göre, “... Türkiye hiçbir zaman böyle bir inkişafa nail

olmamıştır.” Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). 206Abide Doğan, Fikir Hareketleri’nin on altı sayfa olarak yayımlandığını

belirtmektedir. Doğan, a.g.e., s. 574. Oysa, ilk sayı 24 sayfadır. 207Birinci Liste’de “Hakim (Souverraine)” yerine “Egemen”, “Hakimiyet” yerine

“Egemenlik”, “Müstakil” yerine “Erkin” veya “Bağımsız”, “İstiklal” yerine

“Erkinlik” veya “Bağımsızlık”, “Sanayi” yerine “Endüstri”, “Sınai” yerine

“Endüstriel”, “Hür” yerine “Özgen”, “Hürriyet” yerine “Özgenlik”, “Serbest” yerine

“Özgür” “Meb’us” yerine “Saylav” ve “Mahkeme” yerine “Hakyeri” sözcükler

önerilmektedir. Eski sözcüklere yeni karşılıklar olmak üzere 85, 86, 87, 89, 90 ve 91

inci sayılarda yapılan öneriler (eski ve yeni sözcükler) aşağıda gösterilmiştir. Mamur:

Bayındır, İmar etmek: Bayındırmak, Mamuriyet: Bayındırlık, İnkişaf: Gelişim veya

Gelişme, Mülki: Sivil, Askeri: Süel, Cemiyet/ Şirket: Sosyete, İçtimai: Sosyal, İtimat:

Güven, Asayiş ve Emniyet: Güvenlik, Huzur ve Sükun: Baysallık, Temin etmek: 1.

İnaçlamak, inan vermek, 2. Sağlamak, 3. Elde etmek, Netice: Sonuç, Teminat: İnanca.

Abide: Anıt, Müstacel: Evgin, Terbiye: Eğitim, Mürebbi: Eğitmen, Mektep: Okul,

Muallim: Öğretmen. Seciye: Ira, Aciz: Eksin, Acz: Eksinlik, İnkılap: Devrim,

Ehemmiyet: Önem, Merasim: Tören, Müsavi: Eşit. Tadil: Değişke, Takdir etmek:

Değerlemek, Merhale: Yüğrüm, Safha: Evre, Tekamül: Evrim. Ancak, gerek bu

Page 190: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

186

İnsanların “komünizm” denilen boş hülyalar arkasında neden

koştuğunu sorguladığı makalesinde, Hüseyin Cahit, derginin içeriği ve

yayın politikası konusunda bilgi vermektedir. Kendisinin de gençken bir

aralık bu “ boş hülya”lara (komünizm) sürüklendiğini itiraf etmekte ve

BDS sonrası “... devresinin en mühim hadisesi sıfatile bugün tazelenmiş

olan bu mevzuu esaslı surette tetkik etmekte büyük bir fayda ...”

gördüğünü belirtmektedir.

“Umumi harp beşeriyet tarihinde hiç görülmedik bir kan ve felaket kasırgası

halinde ortalığı sarstıktan sonra büyük bir inkılaba sebep oldu. İnsanların en

yüksek bir ideal gibi ele geçirmeye çalıştıkları demokrasi yıkılacak

zannolundu ve her tarafta demokrasi aleyhinde sesler işitildi. Bugün

demokrasi bir taraftan komünistlerin teşkil ettikleri tehlike ile uğraşmak

mevkiindedir. Diğer tarafta da diktatörlükle demokrasiyi ezmeğe

uğraşıyorlar.”

Bu durum, ona göre, büyük bir ruhsal bunalımın göstergesidir.

Her yanda karşıt düşünceler ve yorumlar ileri sürülmektedir. Böylesi bir

ortamda soğukkanlılıkla muhakeme yürütebilmek ve berrak bir fikir

edinebilmek için çok uğraşmak gerekmektedir. Berrak bir fikir

edinimine katkıda bulunmasını umduğu Fikir Hareketleri de, programlı

çalışmanın bir gereği olarak, belirli bir silsileyi izleyen yazıları

içerecektir. Önce demokrasinin bugünkü durumu, daha sonra ise

listelerin yayınlandığı sayılarda gerekse diğer sayılarda, Hüseyin Cahit, önerdiği

sözcükleri kullanmamıştır.

Page 191: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

187

demokrasinin düşmanları (diktatörlükler, sosyalistler ve komünistler)

incelenecek, diktatörlük rejimleri ve komünizm, kuramsal yönden ve

uygulanmalar açısından ele alınacaktır. Son olarak da, demokrasi

aleyhinde ve lehinde yazılanlar gözden geçirilecektir.208

Fikir Hareketleri’nin yayımını Hüseyin Cahid Yalçın’ın yalnız

başına yürütmesini, Dergi’de çoğunlukla çevirilerin kullanılmakta

olmasını, Türkiye ile ilgili konulara (iç siyasete) çok az yer verilmesini

ve çoğunlukla Batı fikir hareketlerinin dergide işlenmesini, Ağaç dergisi,

30 Mayıs 1936 tarihli nüshasında eleştirmektedir.209 Hüseyin Cahit,

Ağaç’ın bu eleştirileri dolayısıyla, Fikir Hareketleri’nin yayın ilkelerini

açıklamayı gerekli görmüştür.

“Fikir Hareketleri evvela, başmakalelerinde sosyal meseleleri tedrici bir

adımla ve muntazam bir sıra halinde takip ve izah ediyor. Bu meselelerde en

salahiyattar kalemlerin yazılarını Türkçeye çeviriyor. Meselelerin iyice

anlaşılması için, kendi kanaatlerine zıt muharrirlerin yazılarına da yer ayırıyor.

Georges Sorel’den tercemeler de buna şahittir. Maksat Türk gençliğine ve

208Hüseyin Cahit, “Bizde Komünistlik”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). İncelemenin böyle bir

sıra halinde yapılmasını, bugünkü yaşamın en esaslı toplumsal sorunları hakkında

biraz aydınlanmış olmak için zorunluluk olarak görmektedir. 209“Fikir Hareketleri’nde Hüseyin Cahid’den başka kimse yok. Bu da doğru bir söz

değil. Orada Hüseyin Cahid de yok. Hüseyin Cahid gibi düşünen kaç Avrupalı

muharrir varsa yalnızca onların yazıları var. Bu mecmuaya ‘Fikir Hareketleri’ değil,

‘Hüseyin Cahide Uygun Frenk Fikir Hareketlerinin Tercemeleri’ mecmuası demek

daha doğru olur. Bir benzetme yapmak gerekirse, denilebilir ki, Hüseyin Cahid

silindir şapkalı frenk muharrirlerinin azası olduğu bir idare meclisinde katib

vaziyetindedir.” Yalçın, Ağaç’ın kendisine yönelik bu eleştirilerine dergisinde aynen

yer vermiştir. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 139, (20.6.1936).

Page 192: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

188

münevverlerine mümkün olduğu kadar objektif malumat temin ve onları kendi

kendiliklerinden düşünmeye, hazır esvap alır gibi hazır fikir kabul etmiyerek

tetebbü, tetkik ve vesika üzerine müstenid kanaat edinmeye alıştırmak ve

sevketmektir.

“Aynı zamanda, Fikir Hareketleri bugünün sosyal ve felsefi hiçbir fikir

hareketini ihmal etmiyerek memlekette öğrenmek aşkını duymuş gençliği

bunları takib edecek mevkide bulundurmak istiyor. Yalnız Avrupa değil bütün

dünya mütefekkirlerinin, alimlerinin, edip ve sanaatkarlarının zaman zaman

toplanıp tetkik ettikleri büyük meseleleri Fikir Hareketleri uzun uzun

naklediyor. Kültürün istikbali, sanat ve realite, sanat ve devlet bahisleri,

Avrupa ruhunun mahiyeti meseleleri şu son senelerin en göze çarpan fikir

hareketlerini teşkil eder ki risalemiz bunları tamamen ihtiva ediyor.

“Aynı zamanda, Fikir Hareketleri her makalesinde bugünkü dünyayı

öğretmek, cihan vaziyeti, düşünüşü, görüşü hakkında fikir vermek emelini

takib ediyor. Petrol ve pamuk meseleleri hakkındaki neşriyat buna şahittir.

Nasyonalizm bahisleri Fikir Hareketlerinde çok geniş bir yer tutmuştur.(...)

“Cihanın en ileri gelen mütefekkirlerinin, profesörlerinin, edip ve

sanatkarlarının yazıları ile doldurduğum şu risalede benim rolüm yalnız

insicamı ve vahdeti teminden ibarettir. ‘Oğlumun Kütüphanesi’ teşebbüsü ile

yapmak istediğim hizmeti şimdi bu şekilde temadi ettiriyorum. Aczim daha

ileri geçmekten beni menediyor. Bazan risaleye kendiliğimden yazmaya

mecbur olduğum yazılar için, adeta okuyucularımı bir şey öğrenmek ve

istifade etmek hakkından mahrum ediyormuşum gibi, bir eza da duyarım. İşte,

‘Fikir Hareketleri’ risalesi budur.”210

210a.g.m.

Page 193: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

189

1930’lu yılların ilk yarısında demokrasinin içinde bulunduğu

durum ve bu duruma gelişin nedenleri Nitti’nin kaleminden211

okuyucuya sunulduktan sonra, 4. sayıda, bir yazı dizisi halinde, “Yeni

zamanlarda demokrasinin nasıl başlamış, ne gibi siyasi vak’alar içinde

temellerini kurmuş olduğunu göstermek, demokrasinin küçük bir tarihini

yapmak için...” ünlü bir İngiliz tarih profesörünün, F. J. C. Hearnshaw’ın

eserine başvurulmuş ve bu yazarın birkaç makalesi yayımlanmıştır.212 9.

ve 10. sayılardaki başyazıları Hüseyin Cahit yazmış,213 11. sayıdan

itibaren, F. Cambo, Joseph Barthélemy ve C. Sforza’nın kalemlerinden

211Hüseyin Cahit, sunuş yazısında, “Demokrasi meselelerini, demokrasiye hücumları ve

bu münasebetle ortaya atılan muhtelif nazariyeleri uzun uzadıya tetkik ve tahlile

başlanırken, her şeyden evvel, demokrasinin bugünkü fiili vaziyetini objektif surette

görme ve tetkike muhtaç meselelerin nelerden ibaret olduğunu anlamak icap eder.

Meselenin bu safhasını şerhetmek için Avrupanın en salahiyettar bir kalemine

müracaat ediyoruz.” demektedir. Müracaat edilen salahiyettar kalemlerden biri, Fikir

Hareketleri’nde çok sayıda makalesi yayımlanacak olan İtalya’nın Eski Başbakanı

Nitti’dir. Bkz. Francesco Nitti, “Demokrasi Meselesi Bugünkü Vaziyet,”, FH, Sayı 3,

(9.11.1933). 212“Demokrasi ve Fransız İnkılabı – Başlangıç-”, FH, Sayı 4, (16.11.1933);

“Demokrasinin Teessüsü –Fransız ve İngiliz İnkılapları Arasındaki Farklar-”, FH,

Sayı 5, (23.11.1933); “Milli Hakimiyetin İnkişafı”, FH, Sayı 6, (30.11.1933); “Milli

Haikimet Yolunda 1830 Fransız İhtilali”, FH, Sayı 7, (7.12.1933); “Mlli Hakimiyetin

Büyük Zaferi 1848 Fransız İhtilali”, FH, Sayı 8, (14.12.1933). 213“Bizde Demokrasi Dümanlığı”, FH, Sayı 9 (21.12.1933) ve “Demokrasiler ve

Diktatörlükler”, FH, Sayı 10, (28.12.1933). İzleyen sayıdan itibaren, demokrasiden

sapmaların ve diktatörlüklerin ele alınacağını, Hüseyin Cahit 10. sayıdaki

makelesinde belirtmektedir. “Rusya’da gördüğümüz amele diktatörlüğü ve komünist

rejimi ne mahiyet arzediyor? İtalya’daki faşist diktaörlüğü ne gaye takip eyliyor?

Avrupadaki sair diktatörlüklerin maksatları nedir? Bunlar arasında benzeyişler var

mıdır?” Hüseyin Cahit’e göre, “… meseleleri ortaya dökerken ve derinleştirirken

intizamı ve sırayı bırakacak olursak açık bir fikir edinmemize imkan kalmaz. Onun

için, sözü Avrupanın mütefekkirlerine bırakarak arada, katettiğimiz mesafeyi ve

müktesep noktaları tesbit için söze karışarak ilerlemeyi münasip görüyorum.”

Page 194: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

190

demokrasilerin neden gözden düştüğü çözümlenmiştir.214 29. sayıdan

itibaren, diktatörlüklerin türlerinden biri olan Faşizm ele alınmıştır. Bu

sayıdaki sunuş yazısında, Hüseyin Cahit, diktatörüklerin incelenmesinde

sıranın faşizme geldiğini, faşizmin bütün dünyada kazandığı önem

nedeniyle bu konuyu geniş çaplı biçimde ve derinleştirerek incelemek

istediğini belirtmektedir. İlk önce faşizmin ne olduğunu doğrudan

doğruya Mussolini’den dinlemek, sonra da faşizm aleyhinde İtalyan

liberallerinin, İspanyol ve Fransız düşünürlerinin yazdıklarını görmek

doğru olacaktır. Mussolini’nin üç makalesine215 yer verildikten sonra,

Hüseyin Cahit, kendisinin faşizmi nasıl algıladığını216 açıklamaktadır.

Derginin 33.-43. sayılarında ise, dört yazarın (Cambo, Sforza, Nitti ve

214Cambo’nun şu makaleleri yayımlanmıştır: “Demokrasiden Diktatörlüğe”, FH, Sayı

11, (4.1.1934); “Diktatörlükler Zaaf ve Hastalık Alametidir.”, FH, Sayı 12,

(11.1.1934); “Diktatörlüğü Doğuran Sebeplerden”, FH, Sayı 13, (18.1.1934);

“Diktatörlüğü Doğuran Sebeplerden Demokrasi Buhranı”, FH, Sayı 14, (25.1.1934);

“Diktatörlüğü Doğuran Sebeplerden Maddiyetçi Hotgamlık”, FH, Sayı 15,

(1.2.1934); “Diktatörlükleri Kolaylaştıran Sebepler”, FH, Sayı 16, (8.2.1934);

“Diktatörlüklerin Tevellüdünde Demagojinin Tesiri”, FH, Sayı 17, (15.2.1934);

“Kanuni ve Kısa Diktatörlükler”, FH, Sayı 18, (22.2.1934); “Diktatörlük Rejiminin

Faydaları”, FH, Sayı 19, (1.3.1934); “Diktatörlük Rejiminin Fenalıkları”, FH, Sayı

20, (8.3.1934); Comte Sforza’nın da şu makalelerine bakılabilir: “Harp Sonu

Avrupası ve Diktatörlükler”, FH, Sayı 21, (15.3.1934); “Macar Oligarşisi”, FH, Sayı

22, (22.3.1934); “Yugoslavyada Diktatörlük”, FH, Sayı 25, (12.4.1934); “Yugoslavya

Diktatörlüğünün Menşeleri”, FH, Sayı 26, (19.4.1934); “Yugoslavya Diktatörlüğü”,

FH, Sayı 27, (26.4.1934); “İspanyol Diktatörlüğü”, FH, Sayı 28, (3.5.1934);

“Lehistanda Diktatörlük”, FH, Sayı 23, 29.3.1934). Ayrıca, Joseph-Barthelemy,

“Lehistan Diktatörlüğünde Bazı Hususiyetler”, FH, Sayı 24, (5.4.1934). 215“Faşizm Diktatörlüğü –Esasi Fikirler-”, FH, Sayı 29, (10.5.1934); “Faşizm

Diktatörlüğü – Siyasi ve İçtimai Meslek-”, FH, Sayı 30, (17.5.1934); “Faşizm

Diktatörlüğü –Siyasi ve İçtimai Meslek-”, FH, Sayı 31, (24.5.1934). 216Hüseyin Cahit, “Benim Anladığım Faşizm”, FH, Sayı 32, (31.5.1934).

Page 195: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

191

Joseph-Barthélemy) faşizm çözümlemelerine217 yer verilmiştir. 44.

sayıdan itibaren Rus Diktatörlüğünü analiz eden başyazılar218

yayımlanmıştır. 52. sayıda, Hüseyin Cahit, geride bırakılan bir yıllık

dönemin bir bakıma muhasebesini yapmakta, bundan sonra nasıl bir

yayın politikası izleneceğini açıklamaktadır.219 Sosyalist düşünce

konusunda Fikir Hareketleri’nde çok sayıda makaleye yer verilmiştir.220

217Cambo, “İtalyan Faşizmine Dair”, FH, Sayı 33, (7.6.1934); Sforza, “Faşizmin

Kaynakları”, FH, Sayı 34, (14.6.1934); Sforza, “İtalyan Diktatörlüğünün Tabiatı”,

FH, Sayı 35, (21.6.1934); Sforza, “İtalyayı Kurtaracak Faşizm Masalı”, FH, Sayı 36,

(28.6.1934); Sforza, “İtalyan Diktatörlüğünün Neticeleri”, FH, Sayı 37, (5.7.1934);

Nitti, “Faşizm Rejiminin Mahiyeti ve Neticeleri”, FH, Sayı 38, (12.7.1934); Sforza,

“Faşizm İdaresinde Ahlak Düşkünlüğü”, FH, Sayı 39, (19.7.1934); Joseph-

Barthelemy, “Faşizm ve Mussolini”, FH, Sayı 40, (26.7.1934); Joseph-Barthelemy,

“Faşist Teşkilatı”, FH, Sayı 41, (2.8.1934); Joseph-Barthelemy, “Faşizm ve

Sendikalizm”, FH, Sayı 42, (9.8.1934); Joseph-Barthelemy, “Faşizm ve Hürriyet”,

FH, Sayı 43, (16.8.1934). 218Francesco Nitti, “Bolşeviklik ve Çarlık”, FH, Sayı 44, (23.8.1934); Comte Sforza,

“Rus Diktatörlüğü – Rus İnkılabında Dini Mahiyet, Amele ve Köylü Tezadı –“, FH,

Sayı 45, (30.8.1934); Sforza, “Rusyada Bolşevikliğin Muvaffakiyet Şartı“, FH, Sayı

46, (6.9.1934); Joseph Barthelemy, “Bolşevik Diktatörlüğü”, FH, Sayı 47,

(13.9.1934); Johan Hjort, “Bolşeviklikte İki Merhale”, FH, Sayı 48, (20.9.1934);

Hjort, “Beş Senelik Plan”, FH, Sayı 49, (27.9.1934); Hjort, “Bugünkü Nesle Düşen

Vazife”, FH, Sayı 50, (4.10.1934); Hjort, “Marx’çılık ve Vakalar”, FH, Sayı 51,

(11.10.1934). 219Hüseyin Cahit, “Bir Hulasa – Milli Hakimiyet Rejimi ve Düşmanları-“, FH, Sayı 52,

(18.10.1934). Diktatörlükleri “keyfi bir idare” diye niteleyen Hüseyin Cahit, “Tam bir

senedir devam eden şu makale silsilemizle tetkiklerimizin birinci kısmı nihayet

buluyor. (...) Demokrasinin nasıl doğup nasıl inkişaf ettiğini, ne gibi mücadeleler

neticesinde yerleşmeye muvaffak olduğunu gördük. Sonra, milli hakimiyet

aleyhindeki cereyanlara sıra geldi. Diktatörlük kelimesi altında toplanabilen bu

düşmanlığı evvela nazariye itibarile gözden geçirdik. Sonra, bu diktatörlük fikrinin

tatbikatta ne şekil aldığını muhtelif memleketlerin misalleri ile anladık. Bu arada

faşizme de mühim bir mevki ayırdık. Sağ taraf diktatörlüklerini bitirdikten sonra sol

taraf diktatörlüğü olan bolşeviklik tatbikatını da tamik ettik.” demekte ve gerek kuram

gerekse uygulama sahasında demokrasi düşmanlığının hiçbir zaman kuvvetli ve

Page 196: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

192

Fikir Hareketleri’nin 157. sayısında, o sayıya kadar izlenen

yayın programı ve derginin işlevi belirtilmektedir.221

“İlk sayılarımızda, memleketimizde arasıra matbuata akseden demokrasi

düşmanlığını mevzuu bahsetmiştik. Millî hâkimiyetine kavuşan ve bu ideali

elde etmek için büyük bîr inkılâb savaşına girişen bir memlekette millî

hâkimiyet düşmanlığının gençliğe ve efkârıumumiyeye sinsi sinsi sokulması

vatanın hürriyet ve saadetini istiyen münevverler için çok dikkatle takib

edilmeğe değer bir hâdisedir. Fikir Hareketleri bu meseleyi bütün ciddiyetile

ele aldı. Risalenin başındaki makaleler muntazam bir program dahilinde bu

mevzuu izah ve tahlile çalışıyor.

“İbtida, bir mukaddeme yaptık, demokrasinin son devirlerdeki başlangıcını

ve inkişafını gösterdik. Bizde demokrasiyi istihfaf edenlerden bazıları pek

amiyane ve sathî bazı sözlerle bu rejimi gözden düşürebilecekleri zannında

devamlı bir rejim mahiyetini haiz olmadığının görüldüğünü, demokrasi düşmanlığının

sırf menfi bir hareket ve muvakkat bir hücum olduğunu ileri sürmektedir. İzleyen

sayılarda sosyalizm ve komünizm bahislerinin kuramsal yönden inceleneceğini, esaslı

noktalar hakkında umumi ve objektif bilgi verileceğini, sosyalist hareketin tahlili için

de Berlin Üniversitesinden Profesör Werner Sombart’ın konferaslarına

başvuracaklarını, sosyalist hareketin tarihçesini böylece ortaya koyduktan sonra, diğer

profesörlerin ve alimlerin konuya dair yazılarını yayımlayacaklarını belirtmiştir. 220Sombart: 25.10.1934 tarihli 53. sayı ile 10.1.1935 tarihli 64. sayı arasında toplam 12

makale; Hearnshaw: 17.1.1935 tarihli 65. sayı ile 14.2.1935 tarihli 69. sayı arasında

toplam 5 makale; Trumer: 21.2.1935 tarihli 70. sayı ile 25.4.1935 tarihli 79. sayı

arasında toplam 10 makale; Gautherot: 2.5.1935 tarihli 80. sayı ile 30.5.1935 tarihli

84. sayı arasında toplam 5 makale; Turgeon: 6.6.1935 tarihli 85. sayı ile 25.4.1936

tarihli 131. sayı arasında toplan 45 makale; Sorel: 2.5.1936 tarihli 132. sayı ile

11.7.1936 tarihli 142. sayı arasında toplam 11 makale; Henri de Mann: 18.7.1936

tarihli 143. sayı ile 17.10.1936 tarihli 156. sayı arasında toplam 14 makale. 221Hüseyin Cahid Yalçın, “Bir Hulasa”, FH, Sayı 157, (24.10.1936).

Page 197: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

193

bulunuyorlardı. Demokrasi artık pek köhneleşmiş; Avrupanın hiçbir tarafında

kıymeti kalmamış; bunun yerine yeni hayatın icablarına uygun yeni

nazariyeler, prensipler çıkmış.

“Hükümet rejimi meseleleri her sene yeni modeller çıkaran otomobillere, buz

dolablarına, radyo makinalarına benzemez. Bunların moda gazeteleri sayfaları

gibi her zaman yeni bir şekil arzetmeleri de beklenemez. Her yeninin

mutlaka iyi olması da icab etmez.

“Bu mütaleayı realite ile teyid için bugün güya yeni zannedilen sosyalizm,

komünizm, sendikalizm ve faşizm gibi mezheblerin de kökleri en eski

zamanlara kadar çıktığını gösterdik.

“Dediğimiz gibi, yenilik ve eskilik hiçbir zaman iyilik ve uygunluk bahsinde

bir miyar olamıyacağı için, hakikate şu suretle ufak bir işarette bulunduktan

sonra, demokrasi aleyhinde vaziyet alan rejimleri tetkike başladık.

Öncelikle komünizm ve faşizm dışında kalan diktatörlükleri

gözden geçirdiklerini, faşizm diktatörlüğü üzerinde biraz fazla

durduklarını belirten Yalçın’a göre, Fikir Hareketleri, okurlarına tek

yanlı bilgi vermemeğe özen göstermekte, “…hazır esvab arzeder gibi

hazır kanaatlar telkin etmekten ziyade kendi şahsî kanaatlarına esas

olabilecek malzeme ve vesikaları temin etmeğe…” çalışmakta, faşizm

konusunda önce Mussolini’nin daha sonra da karşıtlarının yazdıklarını

sunmaktadır. Faşizm konusunu komünizm konusu izlemektedir.

Page 198: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

194

“Sonra, içtimaî hareket ve komünizm meselesine geçtik. Avrupanın en büyük

ekonomi üstadlarından ve Karl Marx’ı sevenlerden Werner Sambart’ın

içtimaî hareket hakkındaki konferanslarını gördük; Karl Marx taraftarı bir

muharririn, M. Turner’in, komünizm hakkındaki neşriyatını dinledik. Bunlar-

dan sonradır ki tarihte materyalizm hakkında profesör Charles Turgeon’un

ince tahlil ve tenkidlerine başladık ve en nihayet sözü zamanın en büyük

sosyalist müfekkiresi olan H. de Mann’a bıraktık. İşte artık kendimizi

demokrasi aleyhindeki faşizm ve komünizm mezhebleri hakkında oldukça

bir fikir edinmiş sayabiliriz.

“Bunları gördükten sonra demokrasi bahsini derinleştirmeğe sıra geliyor.

Dünyada tanıdığımız en eski demokrasiler Yunanistanda ve bilhassa Atinada

tatbik edilmiş olduğu için eski zaman demokrasileri hakkında bir fikir

vermek üzere en salahiyetli bir kalemin, Fransa İnstitut’sü azasından A.

Croiset’nin yazılarını gelecek sayıdan itibaren neşretmeğe başlayacağız.

Tedricen ilerliyerek demokrasinin her safhasını aydınlatmak fikrindeyim. İşte

ancak üç senelik bir mukaddemeden sonradır ki demokrasi rejiminin hakkile

anlaşılması için icab eden ihzari malûmatı toplamış bulunuyoruz. Risalemizin

yalnız münferid nüshalarına göz gezdirildiği zaman, heyetimecmuanın

ahengini, insicam ve teselsülünü farketmeğe imkân yoktur. Risalenin ilk

makalelerindekî vahdet ancak heyetimecmua ve takib edilen hedef böyle

gözönünde tutulduğu takdirde kendisini gösterir.”

Başyazara göre, Fikir Hareketleri’nin bu tarihçesi bile demokrasi

lehinde kalbimize derin bir muhabbet vermeğe kâfidir.

“… Düşünmelidir ki bu makale silsileleri ne faşizm rejiminde yazılabilirdi ne

komünizm diyarında. Çünkü o rejimlerde fikir hürriyetine yer yoktur. Matbuat

hürriyeti akla bile getirilemez. O rejimlerde yalnız bir ses işitilir. Bu, hakkın,

Page 199: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

195

ilmin, hakikatin ve realitenin objektif sesi değildir. Hüküm süren

diktatörlüğün keyfinin sesidir. Bunun aksine bir şey söylemek istiyenler o

diktatörlüğün yumruğile karşılaşırlar. Oraların üniversiteleri birer ilim ocağı

değil, birer propaganda merkezidir. Tarihten başlıyarak her şey ve bilhassa

siyasî rejim bahisleri tahrif edilen ve bir tiyatro sahnesi gibi sahte dekorla bir

gaye uğurunda evvelden hazırlanmıştır. Bu gaye ise hüküm süren tazyiki,

istibdadı, keyif ve hevesi haklı ve doğru göstermekten ibarettir. Liberal

demokrasi hür münakaşaya göğsünü açmıştır. Hattâ kendini yıkmak

istiyenlere bile müsavi bir düşünme ve söyleme hürriyeti tanır. Şahsiyet sahi-

bi bir insan için bundan başka teneffüs edilecek bir hava tasavvur edilemez.

Ferdler bir kürek hayatı geçirecek olduktan, şahsiyetlerini, insanlıklarını in-

kişaf ettiremiyecek olduktan sonra, baştaki rejimde ne kıymeti tasavvur

edilebilir?”

A. Croiset’nin demokrasi konulu makaleleri 158. sayıda başlamış

ve 25 sayı sürmüştür.222 Sekizinci cildin ilk sayılarında Georges Guy-

Grand’ın223 ve F. Nitti’nin224 demokrasiyi konu edinen makaleleri,

222A. Croiset, “Demokrasi ve Tarih”, FH, Sayı 158, (31.10.1936). “... umumi surette

demokrasinin ne methini göreceksiniz, ne de prensiplere karşı bir hücuma şahid

olacaksınız. Ben yalnız vak’aları tetkik edeceğim. Neticeleri fiiliyatta iyi yahud fena

çıkmış olmalarına göre haklarında bir hüküm vermekten geri kalmayacağım. Fakat

realiyete mümkün olduğu kadar yakın kalmağa, umumi ve mutlak hükümlerden

ictinab etmeğe çalışacağım. Ben de, Aristote ile beraber, demokrasinin, sair hükümet

şekilleri gibi, bazı muayyen ahval ve şeraitten çıkacağına kaniim. Medeni sosyetelerin

tekamülünde en son had demokrasidir gibi görünüyor.” 22324 Nisan 1937 tarihli 183. sayıdan 8 Mayıs 1937 tarihli 185. sayıya kadar. 22415 Mayıs 1937’den (Sayı 186) 16 Teşrinievvel 1937 tarihine kadar toplam 22 yazı.

FH’nin düzenli yayın akışında, 10 Temmuz 1937 günkü 194. sayıda bir kesinti

gözlenmektedir. Hüseyin Cahid Yalçın, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı

Muhiddin Üstündağ ile aralarındaki davada mahkemeye sunduğu savunmayı, “bir

Page 200: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

196

dokuzuncu ciltte (209-226) C. Bouglé’nin ırk ve ırkçılık konusunu ele

alan 18 makalesi yayımlanmıştır. William Henry Chamberlin ise, bir dizi

makalesinde, ulusal egemenlik (demokrasi) rejiminin başarılı olup

olamayacağını ele almaktadır.

242. sayıdan (11.6.1938) itibaren 19 sayı boyunca Harold

Laski’nin yeni yayımlanan Hürriyet adlı kitabından bazı makaleler

yayımlanmıştır.225 Derginin son dört cildinin başyazıları ise, ağırlıklı

olarak, diktatörlük ve ırkçılık çözümlemeleri yapmıştır.226

tarihi vesika olarak” neşretmektedir. Bir sayfalık tefrika dışında, 194. sayının

tamamını bu davaya ilişkin savunma ve değerlendirme kaplamaktadır. 225Yalçın, Laski’yi okuyucusuna şöyle tanıtmaktadır: “Harold Laski bugün bütün

dünyaca tanınmış bir şahsiyettir. Fikir ve temayül itibarile komünizme kaçar. Böyle

olmakla beraber, Paris Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Joseph-Barthelemy ve

beynelmilel hukuku amme enstitüsü umumi katibi Mirken-Guetzevitch gibi halis

liberaller tarafından yazılan takdirkarane bir mukaddime ile eser Fransızlara takdim

edilmiştir. Bu zatların dedikleri gibi, Harold Laski’nin eseri tenkid ve muhakeme

kabiliyetine malik okuyuculara hitab eder; onları tenvir ve alakadar eyler ve

kendilerine derin derin düşünülecek mevzular verir...” Yalçın’ın bu tanıtım yazısı

için, bkz. Harold Laski, “Hürriyeti Tarifi”, FH, Sayı 242, (11.6.1938). 22622.10.1938 tarihli 261. sayıdan 19.11.1938 tarihli 265. sayıya kadar, Nitti, Alman

Nasyonal Sosyalist diktatörlüğünün çözümlemesini yapmış, 26.11.1938 tarihli 266.

sayıdan 15.4.1939 tarihli 286. sayıya kadar Walter Lipmann’ın hem sağ hem de sol

taraf diktatörlüklerini çözümleyen yazılarına dergide yer verilmiştir. Arnold Lunn,

Reginald Northam ve Bertrand Russell gibi yazarların değişik konulara ilişkin

makaleleri, başyazılar olarak, derginin 22.4.1939 tarihli 287. sayısından 8.7.1939

tarihli 298. sayısına kadar olan sayılarında yayımlanmıştır. 15.7.1939 tarihli 299.

sayıdan itibaren ise, Georges Lakhosky’nin ırk ve ırkçılığı ele alan makalelerinin

yayımlanmasına başlanmış, bu makalelerin yayımı 26.8.1939 tarihli 305 inci sayıda

son bulmuştur. 2.9.1939 tarihli 306. sayı ile 3.8.1940 tarihli 354. sayı arasında Alfred

Cobban’ın diktatörlükler (tarihteki örnekler, komünizm, faşizm) üzerine, 10.8.1940

tarihli 355. sayı ile 12.10.1940 tarihli 364. sayı arasında ise, Henry Michel’in

ferdiyetçilik konulu makalelerine yer verilmiştir.

Page 201: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

197

Fikir Hareketleri’nin son sayısında, başyazar, derginin bundan

böyle çıkmayacağını haber vermektedir. Bu kararına gerekçe olarak da,

kağıt fiyatlarının çok yükselmesini ve yedi yıldan beri yalnız başına

üstlenmekte olduğu yazı işinin kendisini çok yormasını göstermektedir.

Makalede, derginin yayın yaşamı boyunca bütün sorunları “metodik bir

surette, tedrici bir yürüyüşle tetkik” ettiklerini vurgulamaktadır.227

Yalçın, dergisinin son sayısında, Fikir Hareketleri’nin “... milli

hakimiyet felsefesi ve rejimi aleyhinde sağdan ve soldan yapılan

hücumların mahiyetini tahlil ve teşrih…” ettiğini ve gereken bilgiyi

verdiğini belirtmektedir.”228

227Fikir Hareketleri’nin her bir sayısının başmakalesinin konusuna bakılarak, her biri

26 sayıyı içeren ciltlerde işlenen konular şöyle sıralanabilir. I. Cilt (29.10.1933-

19.4.1934): Demokrasi ve demokrasi düşmanlığı; II. Cilt (26.4.1934 – 18.10.1934):

Faşizm ile nasyonal sosyalizm dışında kalan diğer sağ taraf diktatörlükleri; III. Cilt

(25.10.1934 – 18.4.1935): Sol taraf diktatörlüğü (komünizm); IV. Cilt (25.4.1935 –

19.10.1935): Sol taraf diktatörlüğü (komünizm); V. Cilt (26.10.1935 – 18.4.1936):

Sol taraf diktatörlüğü (komünizm); VI. Cilt (25.4.1936 – 17.10.1936): Sol taraf

diktatörlüğü (komünizm); VII. Cilt (24.10.1936 – 17.4.1937): Demokrasi; VIII. Cilt

(24.4.1937 – 16.10.1937): Demokrasi; IX. Cilt (23.10.1937 – 16.4.1938): Irkçılık,

demokrasi; X. Cilt (23.4.1938 – 15.10.1938): Demokrasi; XI. Cilt (22.10.1938 –

15.4.1939): Sağ ve sol taraf diktatörlükleri; XII. Cilt (22.4.1939 – 14.10.1939):

Irkçılık, sağ ve sol taraf diktatörlükleri; XIII. Cilt (21.10.1939 – 13.4.1940): Sağ ve

sol taraf diktatörlükleri; XIV. Cilt (20.4.1940 – 12.10.1940): Sağ ve sol taraf

diktatörlükleri, demokrasi (ferdiyetçilik). 228Hüseyin Cahid Yalçın, “Okuyucularıma”, FH, Sayı 364, (12.10.1940).

Page 202: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

198

Fikir Hareketleri satış gelirleri, abone bedelleri ve reklam

gelirleri ile ayakta duran bir dergidir. Abonelik bedeli yayın süresi

boyunca hiç değiştirilmemiştir. Türkiye İş Bankası’ndan ve Ziraat

Bankası’ndan düzenli bir biçimde reklam alınmıştır. Bunlar dergi için

önemli bir kaynaktır.229 Ayrıca, özel reklamlara da derginin arka

sayfalarında yer verilmiştir. Fikir Hareketleri’nin tirajını saptama

olanağı bulunamamıştır.230 Bununla birlikte, derginin önemli sayıda

abonesi vardır. Haftalık bir dergi olmasına rağmen, bazı sayılarının

ikinci baskısının yapıldığı belirlenmiştir.231

229Örneğin, İş Bankası’nın 1930’lu yıllarındaki ilan ve reklam giderlerinin % 85-87’sini

tasarruf reklamları oluşturmaktaydı. “1930’lu yılların ikinci yarısında gazetelerde İş

Bankası’nın tam sayfa tasarruf reklamlarına sık sık rastlanmaktadır.” Gazete ve

dergilere ödenen abonelik bedeli yanı sıra, Banka gazete ve dergilerde 20.000 liralık

kumbara reklamı yayımlatmaktadır. Uygur Kocabaşoğlu vd., Türkiye İş Bankası

Tarihi, İstanbul, Türkiye İş Bankası, 2001, s.232. 2301950 yılına kadar Türkiye’de yayımlanan gazete ve dergilerin baskı ve satış

sayılarına ilişkin sağlıklı verilere ulaşmanın güçlüğüne değişik araştırmalarda işaret

edilmiştir. Bu güçlüğün nedeni, basının o yıllarda kendi güçsüzlüğünün kanıtını

oluşturabilecek bu bilgileri okuyucularından gizleme eğiliminde olmasıdır. Bülent

Özükan, “Basında Tirajlar”, CDTA, Cilt I, s. 229. Güvenir, a.g.e., s. 169 (dipnot

119). 231Fikir Hareketleri’nin yayımlanmaya başladığı dönemin basını incelendiğinde, bu

derginin ilk beş sayısının piyasaya çıktığına dair ilanların Akşam’da verildiği

görülmektedir. 23 Teşrinisani 1933 tarihli Akşam’da, Fikir Hareketleri’nin hem 5 inci

sayısının çıktığı ilan edilmekte, hem de “Mevcudu kalmayan 2. nüsha tekrar

basılmıştır.” denilmektedir. Fikir Hareketleri’nin 23 Teşrinisani 1933 tarihli 5.

sayısında yayımlanan “Bizde İktisadi Devletçilik Avrupada İktisadi Devletçilik”

başlıklı makale 29 Teşrinisani 1933 tarihli Akşam’da yayımlanmıştır. Ayrıca, derginin

2. sayısının çıktığı 2 Teşrinisani 1933 tarihli Cumhuriyet’te de ilan edilmiştir.

Page 203: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

199

Fikir Hareketleri’nde değişik türde ve uzunlukta yazılar

yayımlanmıştır. Yazılardan bazıları birkaç sayı, bazıları ise birkaç on

sayı sürmüştür. En önemli yazılar başmakale olarak yayımlanmıştır.

Dergide, basındaki gelişmeleri izleyen ve polemiklerin ve kitap

tanıtımının yer aldığı “Matbuat Hayatı” adlı bir köşe sürekli olarak

bulunmuştur. Değişik uzunlukta tefrika yazılara da yer verilmiştir.

Hüseyin Cahit tarafından derlenen ve özlü sözlerden, fıkralardan vs.

oluşan “Kitaplar arasında”, “Leyhte ve aleyhte”, “Düşünceler” başlıklı

kısa yazılar, Dergi’nin makale sayısı saptanırken dikkate alınmamıştır.

Fikir Hareketleri’nde, 80’i Türk olmak üzere toplam 332 ayrı

yazarın kaleminden çıkan toplam 3245 makale yayımlanmıştır. Türk

yazarların sayısı fazla gözükmekle birlikte, Hüseyin Cahid Yalçın bir

yana bırakılırsa, yazarlardan birden fazla makalesi yayımlananların

sayısı 10’u geçmemektedir. Zaten, Türk yazarlarının makalelerine,

Hüseyin Cahit’in yönettiği Matbuat Hayatı köşesinde yer verilmekteydi.

Onların kitaplarından bazı bölümler bu köşede tanıtılmaktaydı.

Derginin asıl yükü, EK 1’den de anlaşılacağı gibi, Yalçın’ın

sırtındaydı. Bir kısmı Matbuat Hayatı köşesindeki kitap tanıtımları ve

edebi yazılar olmak üzere, başyazarın toplam 401 makalesi

yayımlanmıştır. Bu, makale toplamının % 12,3’üdür. Dergide en çok

makalesi yayımlanan ve Yalçın’ı izleyen beş yazarın (Will Durant, L. F.

Benedetto, H. De Zogheb, Clavijo ve Alain) makaleleri, tefrika şeklinde

Page 204: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

200

yayımlanan yazılardır. 79 yazı ile Francesco Nitti,232 dergiye en çok

katkısı olan ikinci yazardır. Derginin diğer önemli yazarları Francis

Delaisi, Edouard Benes, Alfred Cobban, Louis Marlio, Edmond

Vermeil, Fortunat Strowski, W. Henry Chamberlin, Joseph-Barthelemy,

Frank H. Hankins, Henri Decugis, Julien Benda, Comte Sforza, Emile

Labarthe, F. Cambo, F.J.C. Hearnshaw, Georges Guy-Grand’dır.

Bilimsel, toplumsal ve yazınsal bir dergi olan Fikir

Hareketleri’nde siyasetten iktisada, kültürden diplomasiye, dinden

edebiyata kadar pek çok konuya yer verilmiştir. Makalelerin konuları

bakımından sayısal dökümlerinin yapılmasında karşılaşılan bir diğer

sorun, aynı makale içinde, örneğin hem siyasal hem iktisadi konuların ve

hatta üçüncü bir konunun da ele alınmış olmasıdır. Böyle durumlarda,

232Nitti, Francesco Saverio (1868-1953): Akademisyen ve İtalyan siyasetçidir. Bir

süre gazetecilik yaptıktan sonra ekonomi profesörü olmuş, 1904 yılında milletvekili

seçilmiştir. Liberallerin sol kanadında yer alan Nitti, 1911-1914 arasında tarım, sanayi

ve ticaret bakanlığı, 1917-1919 arasında da hazine bakanlığı yapmıştır. Haziran

1919’da, İtalya’nın toprak taleplerinin öteki İtilaf devletlerince reddedildiği, içte ise

savaşın ve asker terhisinin yarattığı ekonomik ve mali sorunların derinleştiği bir

ortamda savaş dönemi başbakanı Orlando’nun yerine başbakan olmuştur. Nispi temsil

sisteminin ilk kez uygulandığı 1919 seçimlerinde İtalyan Sosyalist ve İtalyan halkçı

Partiler oylarını önemli ölçüde artırarak mecliste sırasıyla 156 ve 100 sandalye

kazanmışlardır. Nitti, bu iki partiyi istikrarlı bir hükümetin kurulması konusunda

uzlaştırmayı başaramaz. Bütün ülkeyi saran grev dalgası ve Mussolini önderliğindeki

faşistlerin çıkardığı karışıklıklar Nitti hükümetini olduğu kadar demokrasiyi de

kökünden sarsar. 1920’de başbakanlıktan istifa eder, 1921’de tekrar milletvekili

seçilir ve bu görevini 1924 yılına kadar sürdürür. Mussolininin iktidara gelmesi

üzerine 1924 seçimlerine katılmaz. Ülkesinden ayrılır ve yıllarca Fransa’da sürgün

yaşar. İDS sırasında 1943’te Almanlar tarafından tutuklanır ve 1945 yılına kadar

Avusturya’da gözaltında tutulur. 1948 yılında tekrar Senato’ya seçilir.

Page 205: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

201

makalenin başlığı ve makale içinde en ağırlıklı ve merkezi biçimde

değinilen konu esas alındı. Sayısal döküm yapılırken, farklı ülkelere dair

bazı siyasal gelişmelerin her birinin ayrı ayrı konu başlığı altında mı

yoksa hepsini toparlayan bir üst konu başlığı altında mı verilmesinin

uygun olacağı sorunuyla da karşılaşıldı. Bu çerçevede, ülkemizle ilgili

siyasal konuları “Siyaset (Türkiye)”, diğer ülkelerle ilgili konuları

“Siyaset (Dünya)” ve siyasete ilişkin diğer genel konuları “Siyaset

(Diğer)” konu başlıkları biçiminde adlandırmak uygun görüldü.

“Konu başlıkları” bakımından yapılan sınıflandırmada onlarca

konu başlığı ortaya çıktığından, birbirine yakın konu başlıklarını içeren

“konu grupları” oluşturuldu. Bu değerlendirme çerçevesinde, örneğin,

“Demokrasi/Siyaset” konu grubunda şu konu başlıklarına yer verildi:

Demokrasi, Siyaset (Türkiye), Siyaset (Dünya), Siyaset (Diğer), Siyaset

Felsefecileri, Siyaset Felsefesi, Fransız Devrimi, Napolyon, On

Dokuzuncu Yüzyıl ve Atatürk. Derginin sol taraf diktatörlüğü ve

komünizm olarak adlandırdığı SSCB ile ilgili değişik türde yazıların,

gezi izlenimlerinin, Marksist düşünceyi açıklamaya ve/veya yermeğe

yönelik çok sayıda makale, birçok konu başlığı yerine, Fikir

Hareketleri’nin adlandırmasına uygun biçimde, “Komünizm” konu

başlığı altında toplandı. Bu çerçevede, “Diktatörlük” konu grubu,

“Komünizm”, “Faşizm”, “Nasyonal Sosyalizm” ve “Diktatörlük

(Diğer)” biçiminde dört konu başlığından oluştu.

Page 206: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

202

Fikir Hareketleri’nde yer verilen makaleler yukarıda belirtilen

yaklaşım çerçevesinde sınıflandırıldığında, 62 konu başlığı ortaya

çıkmıştır (Ek 3). Konu başlıkları içinde en fazla makale içereni, 421

makale ile komünizmdir. Onu edebiyat, gezi notları, siyaset (Türkiye),

demokrasi, filzoflar, kültür ve siyaset izlemektedir. Toplam on bir konu

başlığı ise, yalnızca birer makaleden ibarettir.

Çalışmanın amacı da gözetilerek gruplandırma yapıldığında, altı

“konu grubu” ortaya çıkmıştır: “Diktatörlük”, “Demokrasi/Siyaset”,

“İktisat/Para”, “Kapitalizm/ Emperyalizm”, “Milliyetçilik/ Irkçılık” ve

“Diğer Konular”. Dergideki makalelerden % 20’sini (650)

“Demokrasi/Siyaset” konu grubu, % 18,2’ini (591) “Diktatörlük” konu

grubu içermektedir. “İktisat/Para” konu grubunda 195 makale (% 6),

Kapitalizm/Emperyalizm konu grubunda 49 makale (% 1,5),

Milliyetçilik/Irkçılık konu grubunda ise 123 makale (% 3,8) yer almıştır.

Çalışmanın konusu dışında kalan makalelerin oluşturduğu “Diğer

Konular” konu grubu 1637 makaleyi (% 50,4) içermektedir (Ek 4).

Ayrıca, Ek 3 ve Ek 4’ten, Fikir Hareketleri’nin her bir cildinde

(14 cilt) hangi konu başlıklarının ve konu gruplarının ağırlıklı olarak

işlendiğini saptamak da olanaklıdır. İlk dört ve son dört ciltte

“Diktatörlük” konu grubunun “Demokrasi /Siyaset” konu grubuna göre

daha ağırlıklı işlendiği görülmektedir.

Page 207: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

BÖLÜM III: FİKİR HAREKETLERİ’NİN ÇÖZÜMLEME

VE POLEMİKLERİ

Fikir Hareketleri’nin içerdiği siyasal ve iktisadi düşünceleri

çözümlemeyi ve derginin ideolojisini saptamayı amaçlayan bu

çalışmada, Fikir Hareketleri’ndeki yedi tür çözümleme (XIX. yüzyıl,

devrim, demokrasi, diktatörlük, devletçilik, ulusçuluk/ırkçılık ve

kapitalizm/emperyalizm) ve bunlardan bazıları konusunda yapılan

polemikler ele alınacaktır.

A. XIX. Yüzyıl Çözümlemeleri

Fikir Hareketleri’nin XIX. yüzyıla ilişkin çözümlemeleri,

siyasal, iktisadi ve toplumsal bunalımın yoğun biçimde yaşandığı

1920’li ve 1930’lu yıllarda kaleme alınmıştır. Oysa, geçen yüzyıl,

gelişkin özgürlük ortamıyla, demokrasinin gelişip yaygınlaşmasıyla

belleklerde yer etmişti. Fikir Hareketleri’nin yazarlarının referansı XIX.

Yüzyıladır. Bu yüzyıl, onlar için, demokrasi ve özgürlüklerin beşiğidir.

BDS sonrasında özgürlüğün gözden düşmesi ve diktatörlüklerin ortaya

Page 208: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

204

çıkması dergi yazarlarının gözünde bir sapmadır.1 Bu yazarlara göre, XIX.

yüzyıl devrimleri Fransız Devrimi esinliydiler; yani, hepsi liberal ve ulusal

idiler, bireyin ve ulusun özgürlüğünü kurmaya yönelmişlerdi.2 BDS’na

gelinceye kadar yakın zamanlar tarihinin en önemli olayı olarak

algılanan Fransız Devrimi, demokrasinin öncüsü olan avam halkı

Avrupa siyasetine sokmuş3 ve ulusçuluk düşüncesinin doğup

yayılmasına4 neden olmuştur. Bu bakımlarından Fransız Devrimi

Avrupa ve Dünya tarihinin iki devresi arasında bir “ittisal” (bitişme,

bağlantı) noktasıydı.5 Ulusçuluk ve demokrasi, XIX. yüzyıl tarihinin en

büyük iki kuvvetiydi.6

Fransız Devrimi’nin yarattığı ve XIX. yüzyılda kötü sonuçları

ortaya çıkan bazı aşırılıklar Devrimin etkisini azaltmada karşı güçlerin

1F. Cambo, “Demokrasiden Diktatörlüğe”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). 2Joseph-Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117, (18.1.1936). 3F. J. C., Hearnshaw, “Demokrasi ve Fransız İnkılâbı: - Başlangıç -“, FH, Sayı 4,

(16.11.1933). 4Francis Delaisi, “Milliyet İdeali Nasıl Doğdu ve Nasıl Kökleşti?”, FH, Sayı 134,

(16.5.1936). 5“İnkılabın ideolojisi milliyet fikrinin galebesini de temin etmiştir. Milliyet fikri

modern Avrupadaki manasile ferdiyetçiliğin ve romantizmin en necib çiçeği idi.

İktisadi ve sosyal siyasette on dokuzuncu yüzyıl sanayi alemini yarattı. Siyasette,

meşruti rejimli ve liberal demokrasi vücud buldu... Avrupa’da, önce liberal burjuva

toplumu, daha sonra da sanayici ve kapitalist burjuva toplumu oluştu.” a.g.m. 6Hearnshaw, “Yeni Zamanlarda Milliyet Hissi Nasıl Doğdu?”, FH, Sayı 10

(30.11.1933) Ayrıca bkz. Delaisi, “Cihanşümul Bir Din: Milliyet”, FH, Sayı 137,

(6.6.1936) Bu yüzyılda, yukarıda değinilen siyasal ve toplumsal olaylar dışında

iktisadiyat alanında devrimler yaşandı, büyük bilimsel keşifler yapıldı, icatlar

gerçekleştirildi, felsefe ve eğitim alanında ilerlemeler oldu. Hearnshaw, “Demokrasi

ve Fransız İnkılâbı: - Başlangıç -”, FH, Sayı 4, (16.11.1933).

Page 209: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

205

(krallar, asilzadeler ve papazlar) güç birliğinden çok daha fazla etkili

oldu.7 Yüzyılın ikinci yarısından 1930’lara kadar geçen sürede

hükümetlerin iktisadiyat alanına karışırken nasıl hareket etmesi

gerektiği konusunda iki okulun (klasik ve müdahaleci okullar)

görüşleri birbirine çok yaklaşmıştır. Bir yandan liberal iktisatçılar

ifratı bırakmışlar, diğer yandan da iktisadî yasaların var olduğu ve arz

ile talebin birbirine uyması gerektiği konusunda Fransız iktisatçıları

uzlaşmışlardır.8

B. Devrim (İnkılap) Çözümleme ve Polemikleri

Fikir Hareketleri yayımlanmaya başladığında, Türk Devrimi

konusunda son birkaç yıldan beri değişik çevrelerce (Kadro, Kooperatif,

Ağaoğlu Ahmet …) yazılıp çizilmekteydi, canlı bir tartışma ortamı

vardı. Türk Devrimine ideolojik çerçeve oluşturma konusunda

Kadro’nun verdiği uğraş farklı tepkilere neden olmaktaydı.9 Böyle bir

ortamda, Fikir Hareketleri devrim olgusunu, XX. yüzyıl başında

devrimin anlam ve işlevini ve Türk Devrimini çözümleme konusu

yapmıştır.

7Yüzyılın siyasal ve toplumsal ve askeri gelişmeleri (savaşlar ve ulusçuluk-demokrasi

ilişkileri) için bkz. Hearnshaw, “Milli Hakimiyetin İnkişafı”, FH, Sayı 6,

(30.11.1933). 8Bernard Lavernge, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin Boş Tedbîrleri,

Akim Nazariyeleri 2”, FH, Sayı 24, (5.4.1934). 91932 yılı başından beri yayımlanmakta olan Kadro’nun basında ve siyasal yaşamdaki

yankıları ve dönemin liberal aydınlarının önde gelenlerinden bir olan Ağaoğlu Ahmet

ile olan polemikleri için bkz. Tekeli-İlkin, a.g.e.

Page 210: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

206

1. Devrim, Fransız Devrimi ve Devrimin Değişen Anlamı

“Révolution” sözcüğünün bazen “inkılap” (devrim) bazen de

“ihtilal” diye dilimize çevrildiğini belirten Hüseyin Cahit, “... anlam

belirsizliğine düşmemek bakımından...” révolution sözcüğüne karşılık

olarak “inkılap” (devrim) sözcüğünü kullanmayı yeğlemektedir.10 Ona

göre, sözlük anlamıyla devrim, nagihani (ani) ve önemli bir değişikliği

anlatır. Siyasal anlamıyla devrim ise, bir devletin siyasal ve toplumsal

yapısının aniden11 ve şiddetli bir biçimde değişmesidir. Devrimin isyan

veya ihtilalden farkını Hüseyin Cahit özenle vurgulamaktadır.12

Hüseyin Cahit, devrim sözcüğünün tanımı ve devrimin süresi

konusunda Şevket Süreyya ile olduğu gibi Ahmet Hamdi ile de

uzlaşamamakta, Ahmet Hamdi’nin Kooperatif’te13 yaptığı devrim

tanımını Hüseyin Cahit “daha ağır başlı, daha alimane ve dolambaçlı”

bulmaktadır. Ahmet Hamdi’nin tanımına göre devrim, “… bir cemiyetin

bir takım şartlar altında bulunduğu ve içine bir takım fikirlerin intibak

ettiği bir muvazeneden diğer bir takım şartlara ve gene başka bir takım

10Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). 11Hüseyin Cahit’e göre, birdenbire ve şiddetli, yıkıcı ve yapıcı nitelikleri taşıyan bir

hareketin, devrim sayılabilmesi için, uzun sürmemesi gerekir. Uzun sürecek

olursa, buna devrim değil tekâmül denilir. Hüseyin Cahit, “İnkılaba ve Hürriyete

Dair”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). 12Hüseyin Cahit, “Bizde İnkılap Avrupa’da İnkılap”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). 13Kooperatif, Sayı 19, (Kanunuevvel 1933).

Page 211: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

207

fikirlerin intibak ettiği diğer bir muvazeneye geçmesi demektir.”

Uzlaşmazlık devrimin süresi konusundadır. Ahmet Hamdi, Hüseyin

Cahit’in devrimi “bir taraftan yıkıcı, bir taraftan yapıcı hareket” olarak

nitelemesine dikkat çekerek, bu nitelikteki bir hareketin, ‘ani’

olamayacağını, çünkü devrimin “yapıcı” olabilmesinin onun sürmesine

bağlı bulunduğunu ileri sürmektedir.

Hüseyin Cahit ise14, devrim ‘ani’ olur demekle, ‘enstantane’ (bir

anda olan) fotoğraflar gibi çok kısa sürede olan biten bir hareketi

kastetmediğini, böyle anlaşılmasının bir “tecahül” (bilmezden gelme)

teşkil edeceğini belirtmektedir. “... Şüphesiz ki inkılap bir müddet sürer.

Fakat milletlerin insan cemiyetlerinin hayatına nazaran bizlerin

şahsımızca mühim olabilen zaman parçaları pek değersiz kalacağı için

bunlara ‘ani’ denilmesi tabiidir.” Anlaşmazlık, devrimin ne kadar

süreceği konusu üzerindedir. Devrimler, Hüseyin Cahit’e göre, ilkeler

koyar ve sonra o ilkeleri uygulamaya başlar. Devrimleri ‘ani’ bir hareket

olarak algılayanlar bununla işte bu ilke ilanlarını kastederler. Devrimin

“yapıcılık” niteliğinin uzun zaman gerektirmesi doğaldır.

İngiliz ve Amerikan Devrimlerinden esinli Fransız Devrimi

modern Avrupa demokrasisinin gelişimine yol açmıştır.15 Başlangıçta

İngiltere’dekine benzer bir meşrutî monarşi kurmayı hedefleyen

14Hüseyin Cahit, “İnkılaba ve Hürriyete Dair”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). 15Edouard Benes, “Modern Avrupanın İnkişafı: Fransa ve Amerika İnkılabları”, FH,

Sayı 335, (23.3.1940).

Page 212: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

208

Fransız Devrimi’nde, burjuvazinin, kazanacağı siyasal nüfuz ve

kudreti şehir veya köylerdeki halk kütlesiyle paylaşmağa hiç niyeti

yoktu. Devrimi başlatanlarla onu sonuçlandıranların çoğunlukla aynı

kişiler değildir. Burjuvazî’nin eski rejim surlarında açtığı gedikten

içeriye dolan dalga burjuvaziyi de kral, soylular ve papazlarla beraber

silip süpürdü.16 Birçok benzerliklerine karşın, Fransız ve İngiliz

Devrimleri arasında önemli farklar vardır.17

Fikir Hareketleri, modern Avrupa’nın oluşumunda Fransız

Devrimi’ne büyük bir önem atfetmektedir. Devrim’in, feodal düzen ve

mutlak monarşi aleyhinde bir tepki olduğu, herkes için aynı (bitaraf)

yasa ruhunu oluşturduğu, serfliği ve kast (tabaka) sistemini, kiliselerin

dini ayrıcalıklarını kaldırdığı, dini özgürlüğü ve hoşgörüyü, daha da

önemlisi, temsili sistemi benimsediği, bütün sınıfları eşit bir temsil

hakkına kavuşturduğu, vicdan, bilim, sanat ve girişim özgürlüğünü

getirdiği, malda tasarruf ve yeni mülkiyet hakları verdiği

belirtilmektedir.

16Hearnshaw, “Demokrasi ve Fransız İnkılabı: - Başlangıç-“, FH, Sayı 4,

(16.11.1933). 17İngiliz Devrimi siyasal (Stuart’ların yönetimine başkaldırı) olduğu halde Fransız

Devrimi toplumsal (yüksek tabakaların ayrıcalıklarına düşmanlık besleyen)

nitelikteydi. İlkinin parolası “özgürlük” olduğu halde ikincisi daha çok “eşitlik” diye

haykırıyordu. Birincisi iş adamları tarafından düzenlenip uygulandığı halde Fransız

Devrimcileri kuram ve düşünce adamı idiler. Hearnshaw, “Demokrasinin Teessüsü:

Fransız ve İngiliz İnkılâpları Arasındaki Farklar“, FH, Sayı 5, (23.11.1933).

Page 213: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

209

“... yalnız felsefe ve tefekkür aleminde değil, ameli siyasi, sosyal ve iktisadi

hayatta da Avrupa milletleri için modern hayatın temellerini attı. Heyeti

mecmuası itibarile bu felsefe akılcı, müsavatçı, cihanşümul ve humanistic idi;

beynelmilel kardeşliği ilan ediyordu. Bugün bu tabiri kabul ettiğimiz sentetik

manada liberal ve demokratik idi ...”18

Devrimlerin işlevini XIX. yüzyıl ve 1930’lu yıllar için aynı

sanmak, Fikir Hareketleri’ne göre, önemli bir yanılgıdır. Devrimin işlevi

mutlak ve müstebit hükümetleri yıkmak ve demokrasiyi kurmaktır. “…

Gerek mazide gerek zamanımızda inkılap mutlak ve müstebit

hükümetlerden kurtulmak için yegane müessir halas şeklini vücude

getirmiştir.”19 Demokrasilerin kurulmasından sonra devrimin çekiciliği

kalmamıştır. Bundan böyle yapılacak devrimlerin hedefi, mevcut yasal

düzeni ve uyumu bozmak ve yıkmak olacaktır. Bu tür bir harekete ise ya

komünistler ya da irtica fırkaları yeltenebilir.20

18Edouard Benes, “Modern Avrupanın İnkişafı: Fransa ve Amerika İnkılabları”, FH,

Sayı 335, (23.3.1940). Buna karşılık, Marx, liberal ve ulusal devrimlerin burjuvazi

dışında kalan sınıflar için kazançlı olmadığını ilan etmiş, “yalnızca eşitlik

sağlamak amacıyla yapılan toplumsal devrimlerin” mücadele etmeye ve uğrunda

fedakarlığa katlanmaya değer olduğunu ileri sürmüştü. Marx’ın yaptığı bir yenilik

varsa, o da, devrimi ulusal ve siyasal düzlemden toplumsal düzleme taşımasıydı.

Marx’çılığın etkisi belki eski tipteki (yani liberal ve ulusal) devrimlerin ortadan

kalkmasını sağlayamadı ama, devrim olgusunun etki alanını genişletti. Öyle ki,

doğrultusu ne olursa olsun, her tür değişiklik, kendisinin devrim niteliği taşıdığını

ileri sürer oldu. Joseph-Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117,

(18.1.1936). 19Hüseyin Cahit, “Bizde İnkılap Avrupa’da İnkılap”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). 20“Fakat inkılaplar mutlak ve müstebit hükumetleri yıktıktan ve hürriyet temeline

dayanan demokrasiler vücut bulduktan sonra, inkılap mistiğinin bütün cazibe kuvveti

kayboldu. Bu itibar ile, demokrasi asri tarihin en inkılap aleyhtarı bir hadisesini

Page 214: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

210

1930’lu yılların Avrupa’sında devrimcilik demokrasiden (ulusal

egemenlik rejimi) tamamen ayrılmış ve hatta ona düşman hale gelmiştir.

Fransız Devriminin de etkisiyle, “devrim”de sanki kutsal bir nitelik

aranmış, bir devrim gizemi oluşmuş, devrimde yaratıcı bir kuvvet

olduğu düşüncesi kabul görmüştür. Avrupa’daki devrim meczupları

terakki (ilerleme) ve devrim kavramlarını karıştırmakta ve her siyasal ve

toplumsal devrimi mutlaka bir ilerleme sanma yanılgısına

düşmektedirler.

“Bugün Avrupada inkılap mezcupları eksik değildir. Onların fikrince her

inkılap bir terakki teşkil eder. İnkılap kelimesinin muhtelif manaları olduğu

için, filhakika, bazen hepimiz bu kelimeyi terakkiye delalet edecek bir manada

kullanırız. Mesela nakil vasıtalarında bir inkılaptan bahsederiz... Bunları

söylerken bir terakki kastettiğimiz muhakkaktır. Fakat bunu inkılabın siyasi ve

içtimai sahadaki manasile karıştırmak ve her siyasi ve içtimai inkılabı mutlaka

bir terakki zannetmek büyük bir gaflet olur. Biz bugün ne muhafazakar ve

mürtecilerin inkılabında, ne komünistlerin inkılabında bir terakki eseri

görmekten uzağız.”

vücude getirdi. Sosyalizm bir inkılap hareketi gibi meydana çıktı. Fakat o da inkılapçı

vasfını kaybetti. O da bir demokrasi hareketi şeklini aldı. Binaenaleyh, bugün

Avrupada, kafi miktarda taraftarları bulunmayan münferit fertlerden ibaret anarşistler

bir tarafa bırakılırsa, yegane inkılapçı fırkalar yani mevcut kanuni nizam ve ahengi

değiştirmek için cebrü şiddete ve kuvvete müracaat etmeğe hazırlananlar iki türlü

ekalliyetten ibarettir. Bunların bir kısmı komünistler, diğer kısmı da İtalyada faşistlik,

Fransada ve Almanyada hükümdarcılar ve milliyetçiler (nasyonalistler) gibi irtica

fırkalarıdır.” a.g.m.

Page 215: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

211

Siyasal anlamda devrim hakkında yorumda bulunmak için

sonuçlarını görmek gereklidir. Devrim meczuplarının devrimleri bir

yazgı olarak nitelemelerini anlamak olanaklı değildir.

“Siyasi inkılap kendi kendisine, ne bir iyiliktir ne bir fenalıktır. İyilik de teşkil

edebilir fenalık da. Bir inkılabın hayırlı bir hareket olduğu ancak

vukubulduktan ve neticeleri görüldükten sonra kestirilebilir. Her inkılapçıyım

diyenin, her akıllarına gelen rejimleri tatbika kalkışanların mutlaka beşeriyet

için hayırlı bir teşebbüs arkasında koştuklarına körkörüne inanamayız.

“İnkılap meczupları inkılabın yalnız hayırlı değil elzem ve mukadder olduğu

fikrini de kuvvetle ileriye sürerler. Fakat neden dolayı mukadder olduğu,

kimin böyle takdir ettiği bir türlü anlaşılamamıştır...”21

Hüseyin Cahit’e göre, devrim sözcüğü hiçbir dönemde, iktisadi

bunalımın ve hoşnutsuzlukların giderek arttığı Savaş sonrası

Avrupa’sında olduğu kadar ağızlarda gezmemiştir. Oysa, ihtilal ve

devrim, bu bunalıma ve hoşnutsuzluklara bir çare olamaz.22 Siyasal ve

iktisadi liberalizmi reddetmeleri ve özgürlükleri yok etmeleri Sovyet,

Alman ve İtalyan devrimlerinin ortak yanlarıdır.23

21a.g.m. 22Joseph-Barthélemy, “Hürriyetin İstikbali” , FH, Sayı 120, (8.2.1936). 23Hükümet nüfuz ve kudreti artık seçimlerden kaynaklanmamaktadır. Birtakım şefler

var ki bunlar kendiliklerinden meydana çıkmışlar ve hüküm ve nüfuzlarını zorla

kabul ettirmişlerdir. Artık özgürlükler tehlikeli birer lüks olmuştur, fırkalar

yoktur, birbirinden ayrı düşünceler yoktur. Artık her ülke için bir fırka vardır:

Roma’da faşizm, Moskova’da bolşevizm, Berlin’de nasyonal-sosyalizm. Modern

diktatörlüklerin babaları devletçilik, peygamberleri Fichte, Hegel ve hattâ Karl

Marx’tır. Modern diktatörlüklerin hepsinde müşterek çimento Fransız Devrimi

Page 216: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

212

Fikir Hareketleri’nde devrim sözcüğü ile bağlantılı biçimde sık

sık kullanılan iki sözcük daha vardır: terakki (ilerleme) ve tekamül

(gelişme, olgunlaşma). Nitti’ye göre, ilerlemenin zorunlu olduğunu

sanmak yanlış, gelişmeyi kesin biçimde tayin etmek de olanaksızdır.24

2. Türk Devrimi

Hüseyin Cahit’e göre, kimi yabancı düşünür ve siyasilerin Türk

Devriminde bazı ıslahatlarda pek acele edildiği ve tarihin cereyanının

hızlandırılmaya çalışıldığı yönünde görüşler ileri sürmelerinin ve

Devrimimizin kalıcılığı konusunda duraksamaya düşmelerinin nedeni,

Devrimimizin uzun bir geçmişi olduğunu göz önünde

bulundurmamalarıdır. “...tarihin bir asırlık cereyanı kah belli, kah gizli,

kah uyuşuk, kah ateşli, bu neticeyi hazırlıyordu.”

tarafından ilân edilmiş olan herkes için müşterek hukukun red ve inkârıdır. Joseph-

Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117, (18.1.1936). 24Nitti, “Terakki ve Medeniyet Telakkileri”, FH, Sayı 47. Nitti’ye göre, özellikle

Ansiklopedicilerden sonra kimilerinde öyle bir kanı hasıl olmuştur ki, ilerleme

(terakki) zorunludur, esrarlı bir kuvvet insan toplumlarını ilerlemeye doğru sevk eder.

Bu inanışa göre, bizler önceki kuşaklardan daha uygarız, bizden sonraki kuşaklar da

bizden daha uygar olacaklardır. Tekamül (gelişme) kuramı bu yanlış düşünceyi

yaymaya hizmet etmiştir. Terakki kuramı uzun süre demokratların bir nevi akidesi

haline geldi. İnsanlığın hiçbir zaman gerilemeyeceği ve görünüşteki gerilemelerin

daha geniş atılımları hazırlayacağı düşünüldü. Oysa, uygarlık tarihinde sürekli bir

gelişme gözlenmemiştir. Bu konuda ayrıca bkz. Henri Sée, Tarihte Tesadüfün Rolü:

Tekamül ve İnkılab, FH, sayı 190, (12.6.1937); Henri Sée, “Umumi Tarih ve

Tekamül”, FH, Sayı 187, (22.5.1937); Henri Sée, “Tarihte Terakki Fikri”, FH, Sayı

195, (17.7.1937); Henri Sée, “Tarihte Tekamül Fikri”, FH, sayı 184, (1.5.1937).

Page 217: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

213

“... Türk inkılabı herhangi bir şark memleketinde herhangi muvazenesiz bir

inkılapçının hayat ve kabiliyet imkanlarını düşünmiyerek kurmağa çalıştığı

bir hayal binası, bir utopie değildir. Biz bugünkü neticeye varmak için bir

asırdan ziyade bir müddettir çalışıyoruz, kurbanlar veriyoruz. Türkiye

Cümhuriyeti kış bahçelerinin yapma havası içinde zorla açtırılmış mevsimsiz,

soluk bir çiçek değildir. Haşmetile ortalığı kaplıyan canlı bir şe’niyettir.

“... Türk inkılabı herhangi bir şark memleketinde herhangi muvazenesiz bir

inkılapçının hayat ve kabiliyet imkanlarını düşünmiyerek kurmağa çalıştığı

bir hayal binası, bir utopie değildir. Biz bugünkü neticeye varmak için bir

asırdan ziyade bir müddettir çalışıyoruz, kurbanlar veriyoruz. Türkiye

Cümhuriyeti kış bahçelerinin yapma havası içinde zorla açtırılmış mevsimsiz,

soluk bir çiçek değildir. Haşmetile ortalığı kaplıyan canlı bir şe’niyettir.

“Son padişah ve halifenin hıyaneti yüzünden müttefik düşmanlar karşısında

kendi başına kalan millet vatan müdafaasında yalnız kendi varlığına ve

kuvvetine güvenerek senelerce çarpıştı, evlatlarının dökülen kanı içinde

cümhuriyet terbiyesini aldı ve cümhuriyet idaresini resmen ilan etmeden filen

senelerce tatbik etti. Onun içindirki hükümdarlık rejiminden cümhuriyet

rejimine geçiş millet için pek zaruri, pek tabii, pek sade bir iş oldu. Ruhlarda

zaten hazırlanmış olan içtimai ve fikri ıslahat da bu siyasi inkılabı müteakıp

birbiri ardınca fiiliyat sahasına çıktı. Uzun bir hürriyet aşkı ile çırpınmamış,

uzun bir halas iştiyakı [kurtuluş özlemi] ile yeni şekillere ve yeni hayata

doğru içinde hamleler hissetmemiş bir millette böyle bir inkılaba imkan

olabilir miydi?”25

25a.g.m. Ayrıca, Hüseyin Cahit’e göre, Derim Türkiyesi “Milli Mücadele” veya

“İstiklal Savaşı” yılları diye adlandırdığımız 1920-1923 döneminde ana rahmine

düşmüş, doğmuş, biçimlenmiş, sonraki yıllarda da tabii bir inkişaf ile hep aynı ilkeler

Page 218: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

214

Türk Devriminin niteliği konusu Hüseyin Cahit ile Şevket

Süreyya arasında polemik konusu olmuştur. Şevket Süreyya, Kadro’da,

Devrimimizi açıklamaya yönelik iki ayrı yaklaşımın varlığından söz

etmekte, kendi yaklaşımını üçüncü bir yaklaşım olarak sunmaktadır.

Şevket Süreyya’nın tezine göre;

“İnkılâbımız hususî bir tarih seyrinin mahsulüdür. Zarurî surette tekevvün

etmiş nev’i şahsına mahsus bir hâdisedir; bütün prensipleri kendisine

hastır. Benzer göründüğü diğer inkılâp hadiselerinden cevher itibarıle

ayrıdır. Başlamıştır, bitmiştir. O, ne demokrasinin, ne sosyalizmin, ne

faşizmin ne diğer herhangi bir yabancı cemiyet nizamının eşi, devamı

yahut kopyası değildir.”

Kadro’nun, Türk Devriminin nev’i şahsına münhasırlığı tezine

Fikir Hareketleri katılmamakta, Devrimimizi demokrasi devrimleri

üzerinde, “nereye gideceği belli bir şose” gibi ilerlemiştir. Bu ilerleme sırasında

makul bir haritaya ihtiyaç duyulursa, onu bize 1920-1923 döneminin hatıraları,

olayları, ilkeleri, heyecan ve idealleri temin edecektir. “... İnkılap hamlesi ilk

saffetini, ilk feragatli, yüksek gayelerini asıl kaynaktan arasıra kuvvet alıp

tazelemekle muhafaza ve ilanihaye idame edebilir.” “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 192,

(26.6.1937). Gazi Mustafa Kemal, 1923 yılı başında, Türkiyenin tedrici mi yoksa ani

biçimde mi ilerletileceği konusunda şunları söylemiştir. “İki sistem var. Biri malum,

büyük fransız ihtilalindeki tarz: Rejimler değişecek, ihtilallere karşı mukabil ihtilaller

yapılacak. Sağ solu tepeler, sol sağı süpürürken bir de bakılacak ki bir buçuk asırlık

zaman geçmiş. Bu milletin damarlarında o kadar bol kan ve önünde o kadar geniş

zaman var mı?” İsmail Habib’e göre, devrimlerimizin hepsinde ortak olan iki yan var:

hepsinde fiiller kuramlardan önce gelmiştir ve daha da önemlisi, hepsi de ani

gerçekleştirilmiştir. Bu sayede bütün devrimlerde ne kan döktük, ne de zaman

kaybettik. Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 292, (27.5.1939).

Page 219: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

215

kategorisine sokmaktadır. Hüseyin Cahit’e göre, her devrim gibi Türk

Devrimi de “… kendini doğuran hususî bir tarih seyrinin mah-

sulüdür…” Taklit devrim olmaz.

“İnsanların gerek şahsî hayatlarında, gerek cemiyet hayatlarında bir takım

çerçeveler, esaslı umumi fikirler vardır ki her hadise onların içinden

yer alır, tasnif olunur. Onun için, nev’i şahsına mahsus bir inkılâp

hadisesi yoktur. Herhangi içtimaî ve siyasî bir inkılâp mutlaka tasnif olu-

nabilir. Fakat şekli itibarile diğerlerinden ayrılması zaruridir. Bugün,

meselâ, demokrasi diyoruz. Bu umumî tabir altında, bu umumî

çerçeve içinde topladığınız hadiseler her memlekette aynı şekiller mi

arzediyorlar? Amerikada, İngilterede, Fransadaki demokrasi ile

Balkanlardaki demokrasi bir midir? Hatta Amerika ve İngiltere

demokrasileri birbirlerine benzer mi? Sosyalizm diyoruz. Sosyalizm her

memlekette aynı manzara mı gösteriyor? Binaenaleyh, bizim inkılâbımız

hakkında da bu, bizim memleketimizin tarihi seyrinin millî bir

mahsulüdür ve tabi olduğumuz teşkilâtı esasiyeye nazaran hiç şüphesiz

bir demokrasi inkılâbıdır denebilir. Demokrasi inkılâbı demekle, mutlaka

filân veya filân memleketteki demokrasinin aynı olmak lâzım gelecek

değildir. Her memleket kendi hayatının şartlarına göre buna bir şekil

verir. Bizde de pek tabiî olarak, diğerlerinden kendini ayıracak

hususî vasıflar ve şekiller alacaktır. Fakat bugün mahiyeti

demokrasidir.”

Kadro’nun, bir yandan Devrimimizi “nev’i şahsına münhasır”

bir olay olarak algılaması öte yandan da bu Devrimin diğer

devrimlerin “öncüsü” olacağını ileri sürmesi, Hüseyin Cahit’e

göre, açık bir çelişkidir.

Page 220: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

216

“... Başkalarını taklit etmediğimizi iddia ederken, inkılâbımızın

tarihimizden doğduğunu pek haklı olarak hatırlamak, fakat sonra da

başkalarına bizim numune olacağımızı düşünmek i lk sözlerimizdeki

kuvveti kaybettiren bir dalgınlık teşkil eder.”26

Bir toplumsal ve siyasal devrim olarak Türk Devrimi,

Hüseyin Cahit’e göre, “çerçeve ve esaslı umumi fikir” olarak

demokrasi sınıfında yer alır. Olayların objektif gözlemi bizleri bu

sonuca götürmektedir. Türk Devrimi bir demokrasi devrimi olarak

başlamış, bir demokrasi devrimi olarak yürümüş, genişlemiş ve

kuvvetlenmiştir, bundan sonra da kuvvetlenecektir.27

Hüseyin Cahit, 1930’lu yıllar Avrupa’sının devrimcilik anlayışı

ile aynı yıllar Türkiye’sindeki anlayışın birbirinden farklı olduğunu

belirtmektedir. Bizde devrimin mutlak ve müstebit hükümetlerden

kurtulmanın tek etkili yolu olarak algılandığına, var olan mutlak ve

müstebit bir hükümeti, padişahlığı yıkarak onun yerine demokrasi

kurduğumuza, bu anlamda gerçek anlamda devrimci olduğumuza

değinen Hüseyin Cahit’e göre, 1930’lar Avrupa’sında ise, devrimcilik,

demokrasisi rejiminden tamamen ayrılmış ve ona düşman olmuştur.

“Avrupada bugün inkılapçı denilen kimseler bizim kabul ettiğimiz rejime

düşmandırlar. Demokrasi rejimi Avrupada iki ateş arasında bulunuyor. Bir

26a.g.m. 27a.g.m.

Page 221: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

217

taraftan mürteciler diğer taraftan da inkılapçılar ona hücum ediyorlar.

Mürteciler nazarında demokrasi daima bir inkılaba sebep olan yıkıcı bir

rejimdir. İnkılapçılar nazarında da yeni zamanlara mahsus bir irtica şeklidir.”

Hüseyin Cahit’e göre, biz Avrupa’nın anladığı anlamda devrimci

değiliz; ne komünistiz, ne de mürteci.

“... Avrupada bugün inkılap taraftarlığı edenlerle bizim aramızda hiçbir

münasebet yoktur. Onlar bizim rejimimizi yıkmaya çalışan kimselerdir.

İstibdadı ve mutlak hükümetleri devirmeyi kendilerine hedef bilen, hürriyet

rejimini kurmak isteyen inkılapçılarla beraberiz, fakat mürtecilerden de

komünistlerden de ayrıyız.”

Hüseyin Cahit’e göre, Avrupa diye tek bir kavram yoktur.

Bin bir yüzlü bir Avrupa karşısındayız: zevk, safa, eğlence ve

fezahat Avrupası, siyaset Avrupası28 bilim, uygarlık ve düşünce

Avrupası.29 Hüseyin Cahit, yalnızca bilim, uygarlık ve düşünce

28Bu Avrupayı, Hüseyin Cahit, “emperyalist hırsıcahların, nasyonalist emellerin aleti

olarak fütuhat politikası takip eden, yahut büyük mali menfaatlerin esiri olarak

başka milletleri istismar etmekten başka birşey düşünmeyen Avrupa” şeklinde

betimlemektedir. 29Hüseyin Cahit’i kendisine hayran bırakan Avrupa, bu Avrupadır. Bu hayranlıkta

ayıplanacak bir yön görmemektedir. Zira, “Bugün alim değiliz, alim

yetiştiremiyoruz. Fakat hiç olmazsa ilme hürmet etmesini de öğrenemez miyiz?”

Karl Marx menşeli “tarihte maddiyetçilik”i benimseyen, bunu “... bir mezhep ve

akide payesine yükselt(en) ve hayran olduğu parçaya müsaadekarlık ruhu tanımaz

bir iman ile bağlanan... “ Kadro’nun da Avrupa'ya hayran olması gerekir.

Durum böyle iken, Kadro’nun Fikir Hareketleri’ni Avrupaya hayranlıkla suçlaması

anlaşılır bir şey değildir. “Bana hürriyeti sevdiren ve insanlık haysiyetimi kendi hür

düşüncemde, vicdani istiklalimde bulduran Avrupa mütefekkir ve mürşitlerinin

izlerinde yürümeyi ve etrafıma bu hürriyet ve istiklal aşkını vermeyi gaye bildim.”

Page 222: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

218

Avrupasına hayran olduğunu belirtmektedir. Ona göre, bugünkü devrim

Türkiye’sinin beslediği “Avrupalılaşmak”30 da zaten budur.31 Bizler,

devrim sayesinde içine girdiğimiz bu Avrupa’yı çok yakından

tanımalıyız. ‘Avrupa’ basit bir kavram değil, aksine karmakarışık bir

varlıktır. Onun içindeki değişik düşünce ve duygu akımlarını iyi

öğrenmek için çok okumağa, çok dikkat etmeğe gerek vardır.32

Hüseyin Cahit, Kadro’nun Türk Devrimi adına söz

söyleyebilmeyi kendisinde hak görmesine bir anlam

verememektedir. Ona göre, bir kişinin Devrimimizin niteliği

hakkında görüş belirtebilmesi, Devrimimizin niteliği şudur

diyebilmesi için “... Türk İnkılâbının tekevvününde, seyrinde

oynadığı rol ile büyük salâhiyet kesbetmiş...” olması, böyle bir

açıklamayı devrimi bizzat gerçekleştirenlerin yapması daha doğru

olur. Hüseyin Cahit, kendisini devrimin “hakir ve gönüllü neferi”

30Hüseyin Cahit’e göre, Avrupalılaşmak kendi kişiliğimizden vazgeçmeyi, kendi

benliğimizi unutmayı gerektirmez. Nitekim, bugün Avrupa uygarlığı içindeki

Fransızlar, İngilizler ve Almanlar birbirlerinin taklitçisi değildir. Hepsi

milliyetlerini, geleneklerini ve kişiliklerini koruyorlar. 31Hüseyin Cahit, “Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35, (21.6.1934). 32Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi”,

FH, Sayı 83. Hüseyin Cahit’e göre, her okuduğumuz eser bizi aydınlatamaz. Hele

yolumuzu görebilecek, istikametimizi tayin edebilecek kadar esaslı bir

hazırlığımız yoksa bazı eserler bizi çok şaşırtabilirler; bize bir şey biliyormuşuz

zannı içinde büyük bir gaflet verirler. Onun için, Avrupa’nın niteliğini ve

gerçeğini ortaya koyar gibi görünen eserler arasında gayet ihtiyatlı davranmak

gerekir. Nitti’nin yazılarını güvenle elimize alabileceğimizi, yazarın hürriyet ve

millî hâkimiyet prensiplerine bağlılığının ve sadakatinin şüphe götürmediğini,

Page 223: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

219

saydığı için devrim adına “söz söylemek gibi muazzam bir yükün

ezici haşmetini” yüklenmeye kalkmamakta, hatta bunu aklına dahi

getirmemektedir. Şevket Süreyya’nın buna kalkışmasına da hak ve

anlam verememektedir.

“Şevket Süreyya Beyin... söz söyleyişinde, hükümlerinde öyle bir kat’iyet

var ki mütaleaları kabul edilmezse inkılâba hürmetsizlik edilmiş,

aleyhdarlık gösterilmiş olacakmış gibi bîr his hâsıl oluyor. Şevket Süreyya

beyde böyle bir salâhiyet varsa her şeyden evvel bunun bilinmesi pek

faydalı olur. Çünkü artık başka türlü bir mütalea yürütmeğe hacet kalmaz.

Eğer kendisinde bu salâhiyat yoksa ifade tarzı biraz değişmek, ‘nas’

edası yerine münakaşa kabul eden beşerî bir yumuşaklık gelmek

icap eder.”

Türk Devriminin ideolojisi aydınlarımızı çok cezbetmektedir.

Hatta, kimileri bu Devrime ideoloji biçmek arzusundadırlar.

“Halbuki Türk inkılabı büyük, objektif bir hakikattir. İnkılap şeflerinin

sözleri, inkılabın fikri ve siyasi abideleri meydandadır. Bunlar tevil

götürmez, inkar kabul etmez bir vuzuh ve katiyet ile ortada dururken

Türk inkılabını milli hakimiyet prensibinden ayırarak faşistliğe yahut

Devlet sosyalistliğine, hatta daha ileriye doğru götürmeğe çalışmak ve öyle

göstermek fazla bir cur’etkarlık olur.”33

Avrupa’nın durumuna dair muhakeme ve eleştirilerin gözümüzü açacağını ileri

sürmektedir. 33Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Tenvire Muhtaç İki Nokta”, FH, Sayı 37,

(5.7.1934).

Page 224: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

220

Devrimimizi milli hakimiyet prensip ve felsefesinden alıp başka

emellere hizmetkar yapmak yolunda birçok gayretlere, hatta

şarlatanlıklara da şahit oluyoruz.34 Türk toplumunu özgürlüğüne

kavuşturan büyük Devrimimizi, bu Devrimin özü olan demokrasiyi

(milli hakimiyet) sağdan soldan gelen, gizli ve açık, ahmakça ve

kurnazca hücumlara karşı korumak, yurttaşlık bilincine sahip her Türk

için en büyük ödevdir. 2444 sayılı Yasa bütün tereddütleri

giderecek ve tartışmalara son verecek ölçüde kesin ve açıktır.35

Kadrocuların Türk Devrimini Marxcıların devrimi ile karıştırmak

yolundaki gayretleri, Hüseyin Cahit’e göre, boşa çıkmıştır.36

Avrupanın mirasçılığı konusu Fikir Hareketleri ile Kadro

arasında polemik konusu olmuştur. Fikir Hareketleri’nin özgürlükçü

ve demokrasi taraftarı olduğunu, Avrupa’nın bilim alanındaki

34“Maamafih, bu şarlatanlık biraz hünerli surette yapılmak isteniyor. Evvela, her

propagandada olduğu gibi, öyle kelimeler kullanılıyor ki bunlar tahtı

gururumuz üzerinde tesir yaparak takip edilen maksat lehinde ruhumuzda iyi bir

manevi muhit yaratmak gayesine matufturlar. Mesela, pek hassas ve uyanık olan

milliyet hislerimizi gıdıklamak yolu... Herkesten üstün olmak için kimseye

benzememek arzuları... Yeni ve yüksek bir şey yapmak, bütün cihana örnek ve

önayak olmak iddiaları... Mukallitlikten ve bilhassa 1789 Fransız İnkılabını ve

onun mahsulü olan Fransız Demokrasisini taklit küçüklüğüne düşmekten nefret...”

a.g.m. 35Matbuat Umum Müdürlüğünün teşkilatını ve vazifelerini düzenleyen ve 1934’te

çıkarılan 2444 sayılı Yasa, ülkemizde milliyet ve demokrasi esaslarına aykırı

düşünce akımlarının yayılmasına engel olmak için önlemler almayı, bu gibi akımlar

ile “yayın” yoluyla mücadele etmeyi Umum Müdürlüğün görevleri arasında

saymıştır. 36Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Şahsiyata Dökülen Bir Münakaşa”, FH, Sayı 52,

(18.10.1934).

Page 225: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

221

akımlarını ve düşüncelerini yayımlamak suretiyle Marx’çılığın

modası geçmiş, çürük ve değersiz bir şey olduğunu ortaya koymaya

çalıştığını belirten Hüseyin Cahit, Fikir Hareketleri’nin rejim

ithalâtçılığı ile suçlanmasının tamamen uydurma bir suçlama

olacağını ileri sürmektedir. Ona göre, Fikir Hareketleri millî

hâkimiyet (demokrasi) taraftarıdır: ulusçu, cumhuriyetçi, devletçi,

devrimci, halkçı ve laiktir.37

“Benim bu memlekette, türk inkılâbında beğenmediğim ve sevmediğim

hiçbir mefhum yoktur. Bilâkis bütün idealim bugünkü inkılâp, cumhuriyet

mefhumudur. Fikir hareketleri her satırına varıncıya kadar millî hâkimiyet,

hürriyet ve cumhuriyet taraftarıdır. Haykırıyorsam demokrasiye hücum

edenlere, hürriyeti yıkmak istiyenlere, faşistlik ve komünistlik rejimlerini

dolambaçlı yollarla müdafaaya kalkanlara karşıdır. Benim vaziyetim açık,

insicamlı ve mantıkîdir.” 38

Hüseyin Cahit’e göre, Cumhuriyet rejimi vatanı kurtaracak

ilkeleri ilân etmiş ve Devrimin genel çerçevesini çizmiştir. Artık temenni

edilecek şey bu ilkelerin uygulanmasıdır. Türkiye’de kesinlikle

gerçekleşmeyeceği sanılan yüksek bir hülya vardı: vicdan özgürlğüğü.

Cumhuriyet rejimi bu “ilkelerin ilkesi”ni Türk yurdunda egemen kıldı.

Cumhuriyetimiz uygarlık tarihinde temiz bir yer kazanmıştır.

37Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 1”, FH,

Sayı 44, (23.8.1934). Hüseyin Cahit’e göre, bu tartışma, “Kadro risalesinin Fikir

Hareketlerine ilişmesi üzerine” açılmıştır. 38Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 2”, FH,

Sayı 45, (30.8.1934).

Page 226: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

222

Cumhuriyet çocukları, Devrimin kendilerine verdiği sancağı daima

yüksek tutarak Büyük Önder’in işaret ettiği hedefe doğru

yürümelidir.39

Halkevlerinin ülkemizin her tarafını “nurlu bir şebeke gibi”

sardığını belirten Hüseyin Cahit, bunların işlevleri konusunda

iyimserdir: “...Memleketin her köşesinden yükselmiş bütün o muhtelif

gayretlerden terekküp eden büyük hamle halkın manevi seviyesini

yükseltmek ve gençliği inkılap yolunda yetiştirmek için şüphesiz ki

feyizli semerelerini vermekte gecikmeyecektir.”40

Cumhuriyetin onbeşinci yılını değerlendirirken, Hüseyin Cahit,

Devrimlerin yaşama geçirilmesinde gösterilen beceriyi övmekte,

Atatürk’ün ölümü dolayısıyla da, devrimlerin yapılmasında ve

yerleşmesinde Atatürk’ün rolünü değerlendirmektedir.

39Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Parti Kurultayı Münasebetiyle”, FH, Sayı

81, (9.5.1935). CHP’nin, ülkenin geleceğine hâkim olarak devrim işini her vakit taze

ve canlı bir hamle ile takip etmekte olduğu belirtilmektedir. 40Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 182, (17.4.1937). Başvekil İsmet

İnönü’nün 1934 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde irat ettiği bir nutukta,

halkevlerinin, bütün milletin her seviyedeki halkın yükselmesine çalıştığını

belirttiğine işaret eden Hüseyin Cahit, şunları yazmaktadır. “Filhakika, halkevlerinin

içtimai ve fikri bakımdan yükselmemiz üzerinde oynayabilecekleri mühim roller

düşünülürse memleketin idaresini ellerinde tutan şefler için halkevlerinin inkişafını

teşvik etmek bir vazife teşkil eyler. Şimdiye kadar alınan semerelerin istikbal

hakkında kuvvetli ümitler verdiği muhakkaktır.”

Page 227: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

223

“Bu milletin ruhunu en iyi Atatürk anladı. O kadar büyük inkılapları o kadar

bir ‘sehli mümteni’ ile yaptı ki bunları hayret ve zevk ile temaşa etmemek

kabil değildi. Bütün yenilikler sanki sihirli bir güneşin hayat verici tesirile

kendi kendiliklerinden fışkırıyor gibi, tabii surette, kolay kolay birbirlerini

takib ettiler.” 41

Türk Devrimini yenileşmeyi ve dirilmeyi sağlayan bir devrim

olarak niteleyen Robert de Beauplan’a göre, Cumhuriyet Türkiye’si

onbir yıl içinde önemli bir sıçrama yapmış, adeta altı yüzyıllık bir

ilerleme sağlamıştır. Hüseyin Cahit, Vu risalesinin Türkiye’ye dair özel

bir nüsha çıkardığını, Fransa’nın önde gelen devlet ve siyaset

adamlarının devrim Türkiye’sini tanıtmak için bu nüshaya yazılar

yazdığını, bu makaleler arasında Türk ulusçuluğuna ilişkin olanların da

bulunduğunu belirtmekte, bizim ulusçuluğumuzun Avrupa

ulusçuluğundan farkı konusunda da makalelerdeki görüşlerin kendisini

onayladığını söylemektedir. Türk Devrimi ile Avrupa’daki devrimlerin

bir karşılaştırmasını yapan Bauplan’a göre, Türkiye’de Atatürk’ün

yaptığı iş faşizmi ve hatta hitlerizmi “şümul ve azamet itibarile” çok

geride bırakır. Yazara göre, Atatürk, Lenin gibi, yalnız toplumsal bir

kadroyu kırmak mecburiyeti karşısında kalmadı. Dini bir mistikliği

yoketmek gereği ile de karşılaştı. Türkiyeyi laikleştirmeden

çağdaşlaştırmaya olanak yoktu. Kemal Atatürk işte bunu yapmayı

başardı. Türklerin giydiği şapka bir serpuş olmaktan çok düşünsel

kurtuluşun, özgür ruhun batıl düşüncelerin üstesinden gelmesinin

41Hüseyin Cahid Yalçın, “Milli Matem”, FH, Sayı 266, (26.11.1938).

Page 228: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

224

simgesidir. Çağdaşlaşma, demokratlaşma ve laikleşmeyi tercihinden

ötürü Kemal Atatürk’e bazen ‘antiklerikal’ denilmiştir. Fakat bu doğru

değildir. O vicdan özgürlüğüne hürmet göstermiştir, dini olguları ruhani

alana bırakmıştır. Bunu, resmi ve özel bütün etkinliklerin en küçüğünde

bile daha önceleri dinin hakim bulunduğu bir ülkede yapmıştır.42

C. Demokrasi Çözümleme ve Polemikleri

Fikir Hareketleri’nin temel sorunsalı, gerek sağdan gerekse

soldan “milli hakimiyet felsefesi ve rejimi”ne (demokrasiye) yapılan

hücumların niteliğini anlamak ve bunlar konusunda gerekli bilgiyi

vermektir. Dergide demokrasi çözümlemeleri geniş bir biçimde yer

almıştır.

Çağdaş anlamda demokrasinin ne zaman ve nerede doğduğu,

nasıl geliştiği, BDS öncesi ile sonrasında demokrasinin durumu ve iki

Savaş arası dönemde demokraside gözlemlenen bunalım Fikir

Hareketleri’nin değindiği alt başlıklardır. Demokrasinin tehlikelere karşı

korunmasında başvurulabilecek bir araç olarak gösterilen ve

demokrasilerin diktatörlükler karşısında çekilebilecekleri en geri

mevziyi ifade eden “kanuni diktatörlükler” de çözümleme konusu

yapılmıştır. Yalçın’ın makalelerinde ise, yukarda belirtilenlere ek olarak,

42Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Yeni Türkiyeye Dair”, FH, Saayı 79,

(25.4.1935).

Page 229: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

225

demokrasinin Türkiye bakımından önemi ve geçerliliği değerlendirilmiş,

başta Kadro olmak üzere, bazı dergilerle polemiğe girilmiştir.

Demokrasi dergide zaman zaman farklı kavramlarla ifade edilmiştir:

“milli hakimiyet rejimi”, “hürriyetler rejimi”, “siyasi liberalizm” ve “hür

demokrasi.”

1. Demokrasinin Tanımı, Doğuşu ve Gelişimi

Demokrasi “... milli hakimiyetten başka bir şey değildir; ... halk

hükümetidir, halkın icrayı hükümet etmesidir,”43 “halk tarafından

hükümet”tir.44 Demokratik hükümet, doğrudan doğruya yahut dolaylı

olarak halktan kaynaklanan otoritenin kendisini yaratanların kontrolüne

tabi bulunmasıdır.45 “Umumun umum tarafından idare edilmesi demek

olan demokrasi, nazariye itibarile, umumda müşterek bir meleke olan

akıl rejimi demektir...”46 Bu rejimde mümkün olduğu kadar çok kimse

ortak çıkarların idaresine yine mümkün olduğu kadar doğrudan ve eşit

biçimde katılır. Demokrasi insana ve kişiliğe saygıyı esas alır,

bireycidir.47

43Hüseyin Cahit, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, sayı 9, (21.12.1933). 44Georges Guy-Grand, “Demokrasinin Tarifi”, FH, Sayı 183, (24.4.1937). 45a.g.m. 46Guy-Grand, “Demokrasinin Ana Fikirleri”, FH, Sayı 184, (1.5.1937). 47Joseph-Barthélemy, “Demokratik Devletin Tanımı”, FH, Sayı 116, (11.1.1936).

Demokrasi ile liberalizm eşanlamlı değildirler. Birçok Devlet İngiltere’den daha

demokratik olmasına karşın, pek az devlet İngiltere kadar liberaldir ve bireysel

özgürlüklere saygılıdır. Bir İngiliz hiçbir zaman totaliter bir devlet özlemi duymaz.

Page 230: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

226

Demokrasinin öncüsü olan avam halkı Avrupa siyasal

yaşamına Fransız Devrimi sokmuştur. 48 Demokrasi, bu Devrim

sonrasında tarihi bir gerçeklik biçimini almış, monarşilerin çoğu XIX.

yüzyılda ve XX. yüzyılın başında gerçek birer demokrasiye

dönüşmüşlerdir.49 Bütün dünyayı kaplayan bu hareket, Fikir

Hareketleri’ne göre ne keyfi ne de raslantı eseriydi; evrensel bir

eğilimdi.50 Dünya ulusların özgürlüğüne doğru yürümektedir. BDS

Richard Coudenhove-Kalergi, “Siyasette Gentlemen’ler ve Gangster’ler”, FH, Sayı

287 (22.4.1939). 48Hearnshaw, “Demokrasi ve Fransız İnkılâbı: -Başlangıç-”, FH, Sayı 4, (16.11.1933).

Fransız Devrimi ile başlayan Avrupa demokrasisi Napolyon egemenliği altında bir

durgunluk ve gerileme devresi geçirmiş, 1822-1830 tarihleri arasında görülen

ulusçuluk hareketi sırasında yeniden gelişmiştir. Hearnshaw, “Milli Hakimiyetin

İnkişafı”, FH, Sayı 6, (30.11.1933). 1830 Devrimi ve etkileri için, Hearnshaw, “Milli

Hakimiyet Yolunda 1830 Fransız İhtilali”, FH, Sayı 7, (7.12.1933). 1848 Devrimi ve

sonrası için de, Hearnshaw, “Milli Hakimiyetin Büyük Zaferi 1848 Fransız İhtilali”,

FH, Sayı 8, (14.12.1933). Edouard Benes, “Liberal Burjuva Demokrasisinin

İnkişafı”, FH, Sayı 336 (30.3.1940). 49Guy-Grand, “Demokrasinin Tarifi”, FH, Sayı 183, (24.4.1937). Nitti ise,

günümüzdeki anlamıyla demokrasinin ancak 1787 Amerika Anayasasından sonra

yaşama geçtiği, modern demokrasinin, içerik ve gelişim çizgisi itibariyle Amerikan

olduğu kanısındadır. Nitti, “Demokrasinin Temel Prensipleri”, FH, Sayı 186,

(15.5.1937). 50Nitti, “Hükümdarlık İdaresinin Ruhu”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). “Siyasî bir

temayülün bütün dünyaya şamil olması ancak bizim muhakememizin

üstüne çıkan şartların bir neticesi, bizim irademizden müstakil surette hükmünü

yürüten sebeplerin bir tesiri olabilir.” Nitti, “Demokrasi Meselesi: Bugünkü

Vaziyet”, FH, Sayı 3, (9.11.1933). Başlangıçta demokrasi karşıtı bir hareket olan

sosyalistliğin şimdi her yerde bir demokrasi hareketine dönüşmekte olduğunu,

birçok ülkede liberal burjuvazinin boş bıraktığı mevkii aldığını belirtmektedir. Nitti,

“Demokrasiye Avdet”, FH, Sayı 15, (1.2.1934). Ayrıca, bkz. Nitti, “Milli

Page 231: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

227

sırasında ve sonrasında yıkılan hükümetler, Savaş öncesinde en kudretli

oldukları sanılan mutlak hükümdarlıklar idi.51

2. Demokrasinin Özü, Yaşayabilme Koşulları ve Orta

Sınıfların Önemi

Demokrasi, Hüseyin Cahit için, “... bütün insanlıkta, tefekkürün,

kültürün, medeniyetin, ilmin terakkisi neticesinde inkişaf eden ve

yükselen insanlıkta en tabii bir emel ve gaye olarak muhtelif

memleketlerde parlamış yüksek bir alevdir...” Demokrasi uğrunda 150

yıldan beri değişik ülkelerde kan dökülmekte ve devrimler

yapılmaktadır. Demokrasinin bir unsuru olan özgürlük, insanlığın

solumaya muhtaç olduğu manevi bir havadır.52

Demokrasinin ana fikirleri, Fransız Devriminin üç şiarından

ikisidir: hürriyet (özgürlük) ve müsavat (eşitlik). Devrimin üçüncü şiarı

olan uhuvvet (kardeşlik), hissi bir durumdan ibarettir, bunu yasal

düzenleme konusu yapmak olanaksızdır. Özgürlük ve eşitlik ise birer

pozitif kavramdırlar, tarihi anlamları vardır. Özgürlük, “...ağır manialarla

[engel, zorluk] karşılaşan ferd veya cemaatlerin ilk emelidir.” Sırf kendi

istediği gibi kararlar vermek ve hareket etmek isteyen her aklı başında

Hakimiyete Karşı Sosyalizm”, FH, Sayı 206, (2.10.1937). Nitti, “Dünya

Demokrasiye Doğru mu Yürüyor?”, FH, Sayı 203, (11.9.1937). 51Hüseyin Cahit, “Türk Cümhuriyetinin Onuncu Yıldönümü”, FH, Sayı 1,

(29.10.1933). 52Hüseyin Cahit, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, Sayı 9, (21.12.1933).

Page 232: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

228

insanın ilk arzularından biri özgürlüktür. Guy-Grand, eşitlik sözcüğünün

demokrasi idealini özgürlükten daha iyi ifade ettiğinin kimi düşünürlerce

kabul edildiğine değinmektedir. Mutlak anlamları ile kabul edilecek

olursa özgürlük ile eşitliğin arasında karşıtlık bulunduğu53 yadsınamaz.

Guy-Grand, “fiiliyattaki demokrasi” ve “hukuki demokrasi”yi

demokratik ilerlemenin iki aşaması saymaktadır.54

Toplumların özgürlüğe doğru yürüyüşleri ile eşitliğe doğru

yürüyüşlerini birbirinden ayırmak gerektiğini, özgürlüğe doğru

yürüyüşün aynı zamanda eşitliğe doğru yürüyüş anlamına gelmediğini,

baskıcı hükümler içeren yasalarla elde edilebilecek bir eşitliğin

özgürlüğü öldürebileceğini de Guy-Grand ileri sürmektedir. Ne mutlak

liberalizmin (yani asıl anlamıyla anarşizm) özgürlükçülüğü ne de

53“... İnsanlar fıtraten gayrimüsavi oldukları için, mutlak müsavat her sahada bu tabii

müsavatsızlığı daha göze çarpar bir hale sokmaktan geri kalmaz...” a.g.m. 54“...Kanunun akli ve mantıki surette vaz’ı vatandaşların akıllarını hür surette

kullanmalarile kabil olabilir. Fakat hepimiz takdir ederiz ki teemmül ve mülahazaya

müstenid bu sakin müzakereler bugün için bir istisna teşkil ediyor. Fiiliyatta,

sevkitabiiler, ihtıraslar, menfaatler çok kere akıl ve mantığın sesini boğuyorlar. Bunun

içindir ki fiiliyattaki demokrasi ile hukuki demokrasiyi birbirinden ayırd etmek

lazımdır. Fiiliyatta göreceğimiz demokraside ‘aded’ anif bir tefevvuku haiz olur.

Maamafih, bu da müsellah bir cebir ve şiddete müreccahtır. Çünkü reyleri saymak

döğüşmekten iyidir. Hukuki demokrasi ise ideal cümhuriyettir. Bu, kuvvetin sui

istimalini takbih eder. Kuvvet ister bir meclis yahut bir kalabalık namına suiistimal

edilsin ister bir müstebid yahut bir oligarşi tarafından suiistimal edilsin, hep fenadır.

Fiili monarşiden yahud aristokrasiden fiili demokrasiye geçmek; sonra bunu gittikçe

daha hukuki bir şekil alacak surette, adalete hürmet yolile, disiplin atına sokmak; işte

demokratik terakkinin iki merhalesi.” a.g.m.

Page 233: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

229

komünizmin mutlak eşitlikçiliği demokrasi demektir. Demokrasi bu aşırı

uçların, bu “ifrat ile tefrit”in bileşimi ile oluşur.55

Eşitlik ve özgürlük kavramlarının demokrasi ile ilişkilerini

değerlendiren Nitti’ye göre, demokrasi insanların servetlerde, mevki ve

vaziyetlerde değil, yasalar ve resmi memuriyetler karşısında eşitliği

esasına dayanır; eşitsizlikler doğurması olağandır. Hatta, bu eşitsizlikler,

“... tekamül etmiş, ilerlemiş sosyetelerde inkişafın şartları ve hayatın

icab ve zaruretleridirler.” Bir ülkede, özgürlük yanı sıra şu üç koşul da

gerçekleşmişse, o ülkede demokrasinin varlığından söz edilebilir. Bu

koşullar isonomie (yasa önünde eşitlik), isotimie (irsi memuriyet ve

vazife kabul edilmesinin reddi, yurttaşların memuriyetlere girmede eşit

hakka sahip olmaları) ve isegorie’dir (dernek kurma, toplanma ve söz

söyleme özgürlüğü, yani basın özgürlüğü). Özgürlükçü rejimler özgür

bireyler gerektirir.56 “Bütün şekilleri altında hürriyet ile beraber

isonomie, isotimie ve isegorie’yi ihtiva eden rejimler birer demokrasi

55Tarihte düz bir hat doğrultusunda sürekli bir ilerleme aramak boşunadır. Avrupa’nın

tarihi, bize, hem özgürlüğe hem de eşitliğe doğru bir eğilim olduğunu gösteriyor. Bu

eğilimlerden biri pek mutlak bir hale geldi mi, diğeri onun dizginlerini çeker. Hiçbir

yerde mutlak eşitlik ya da mutlak özgürlük olamıyor. Hep sentez, denge veya

bileşimler vardır. Demokrasi hareketleri coğrafya şartlarına, kavimlerin

fizyolojilerine, tarihi geleneklere göre değişik biçimler aldı. Örneğin, Anglo-Sakson

ülkelerinde daha liberal ve ampirik olan demokrasi Latin ülkelerde daha mantıki ve

eşitlikçidir. Demek ki siyasal rejimler de doğanın, tarihin, toplumsal biçimlerin ve

karakterlerin verdiği özel niteliklerin rengini almaktadır. Guy-Grand, “Demokrasi

Tekamülünün Muhtelif Amilleri”, FH, Sayı 185, (8.5.1937) 56Nitti, “Demokrasinin Temel Prensipleri”, FH, Sayı 186, (15.5.1937).

Page 234: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

230

rejimidirler.”57 İsonomie, isegorie ve isotimie ile birlikte özgürlüğü

sağlamak, düzen ve asayiş içinde istikrarı güvence altına almak bütün

demokrasilerin emelidir. Fakat, demokratik rejimler bunu ancak

kısmen başarabilmişlerdir. Bir ülkede elverişli sonuçlar ortaya çıkaran

önlemler başka ülkelerde bütün bütün aykırı sonuçlar

doğurabilmektedir.58

Demokrasilerin gücü, Nitti’ye göre, bütün olan bitenin

kamuoyunun denetimine tabi olmasındadır; mücadeleye, yasa sınırları

içinde izin verilmesindedir; partiler arasında çekişmenin pek vahim

hatalara yol açmamasındadır.59 Anayasalar, yasalar, seçim sistemleri ve

parlamentolar ne kadar önemli olsalar da, yaşamın ahlak anlayışı kadar

önemli değildirler. Yasa karşısında eşitliği ilan etmek yeterli sayılamaz.

İnsanların kendilerini eşit hissetmeleri ve bu eşitliği ruhlarında

duymaları lazımdır. Değişiklik, yasalardaki değişikliklerle sınırlı

kalmamalı, bundan daha çok örf ve adetlerde ve toplumsal yaşamda

değişiklik sözkonusu olmalıdır. 60

Orta sınıfların inkişaf ettikleri yerlerde istikrar görülür,

demokrasiler daha sağlam ve daha devamlı olur, buralarda bireylerin

57Demokrasinin temel ilkelerinden büyük kısmını kurumlarında ve uygulamalarında

bulunduran toplumlar birer demokrasi sayılabilir. Nitti, “Eski ve Yeni Demokrasi

Telakkileri”, FH, Sayı 187, (22.5.1937). 58Nitti, “Modern Demokrasinin Muhtelif Şekilleri”, FH, Sayı 202, (4.9.1937). 59Nitti, “Hür Demokrasilerin Kuvveti ve Özü”, FH, Sayı 190, (12.6.1937). 60Nitti, “Demokrasi Bir Fikir Olmadan Evvel Bir Histir”, FH, Sayı 195, (17.7.1937).

Page 235: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

231

mukadderatında olduğu gibi, ulusların mukadderatında da çok kere orta

meziyetliler istisnai meziyetlilere üstünlük sağlarlar. Modern kavimlerde

en yüksek gelişme düzeyine genellikle demokrasilerde ulaşılmaktadır.61

Sosyalistlerin orta halli insanları “burjuva” diye nitelediklerini belirten

Nitti, orta sınıfların birbirine benzer iki büyük kuvvet (bir tarafta kudretli

bir zenginler sınıfı, diğer tarafta gittikçe daha kuvvet bulan bir proleterya

sınıfı) arasında ezilmekte olduklarının kabul edildiğini, sosyalist düşünce

esinli bu değerlendirmenin iktisadi, toplumsal ve siyasal bakımlardan

yanlış olduğunu ileri sürmektedir.62

“Zeka, enerji, hürriyet hissi namına ne varsa hep orta sınıflardan çıkmıştır.

Hangi memlekette orta sınıflar ortadan kalkmışlarsa hürriyet ve teşebbüs

kuvveti de zail olmuş ve büyük kabiliyetlerin yetişmesine imkan kalmamıştır.

Uzun asırlardanberidir ki Avrupada düşünen ve sevki idare eden sınıf hemen

munhasıran orta tabakalardan yetişiyor.”63

61Nitti, “Siyasi Şekiller Arasında Tesanüd”, FH, Sayı 189, (5.6.1937). 62Nitti, “Orta Sınıflar”, FH, Sayı 196, (24.7.1937). “... Gelir ve sermaye hakkındaki

bütün istatistikler bize gösteriyor ki orta gelirlerde gittikçe artan bir çoğalma vardır.

Komünistler sermayedarlarla, sermayeden mahrum işçiler arasında gittikçe daha derin

bir uçurum açılacağını tahmin etmişlerdi. Halbuki burjuvazi denilen sınıf içine

amelelerin girip yükselmeleri hadisesi karşısında bulunuyoruz. Bu sayede büyük

demokrasiler teşekkül ediyor.” 63a.g.m. Kendi başlarına çalışan üreticilerin, bir sermayeyi işlettikleri halde sermayedar

ruhuna sahip olmayan küçük girişimcilerin, serbest meslek erbabının ve sayıları

gitgide artmakta olan işçilerin varlığına dikkat çeken Nitti’ye göre, toplumumuzun

tamamen kapitalist olduğunu iddia etmek kadar yanlış bir şey olamaz. Marx’ın

tahminine göre büyük çoğunluk oluşturmaları gereken işçiler, ancak bir azınlıktan

ibarettir. Toplumda orta tabakaların çıkarları önemli bir oran teşkil eder ve orta

tabakaların oranı gitgide artmaktadır. “Eğer Marx’ın düşüncesi doğru olsa idi, az

miktarda zengin ile bir sürü işçiden mürekkeb bir sosyete içinde yaşasa idik yalnız

Page 236: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

232

“Nerede gayet az miktarda zenginler veya asılzadelerle bir sürü fıkara karşı

karşıya mevki alırlarsa orada sağlam ve devamlı bir demokrasi teessüs

edemez. Bütün hür sosyetelerin kuvveti orta sınıfların inkişaf ve imbisatile

ölçülür. Her yerde ve her zamanda servetin gayet gayri müsavi bir hale

girmesi ve orta sınıfların ortadan kalkması büyük felaketler doğurmuşlardır.

Gerek sulhde gerek harbde en dayanıklı modern kavimler orta sınıfları en çok

terakki etmiş olanlardır...”64

Kesin ve en son bir toplum şekli arayışlarını, Nitti, insanlığı

mutlu etmeği, insanları sükûn içinde adalete ve servete kavuşturmayı

amaçlayanların uğraşısı saymaktadır. Bu uğraşı, ona göre, başarısız

kalmaya mahkumdur.65 Hangi siyasal biçim altında olursa olsun,

hükûmet sürenler daima bir azınlıktan ibarettir. Demokrasiyi

ekaliyyetlerin kurduğu mutlak hükümet şekilleri görürdük. Bunların arkasından da

ihtilal kasırgaları kopardı.” 64a.g.m. “...Ancak orta sınıfların diğerlerinden daha kalabalık ve daha kudretli olduğu

memleketlerde iyi idare edilen bir Devlet mevcud olabilir. Orta sınıf bulunmazsa

ihtilallere, oligarşilere, tahammül edilmez istibdadlara düşülür. ‘Orta sınıflar ki

demokrasinin istikrarını ve devamını temin eder.’ Bunun içindir ki kanun vazii orta

sınıfların inkişafını temine azami derecede gayret etmelidir. Halk hiçbir zaman kendi

kendisine karşı isyan etmez. Her halde bu cins isyanlar pek ehemmiyetsizdirler.

Şimdiye kadar hakiki bir cümhuriyetin görülmemiş olması kanun vaziin orta sınıfları

inkişaf ettirmek lüzumunu takdir etmemiş bulunmasındandır.”

“Bu kalabalık orta sınıfın kafi bir tahsili de bulunmak lazımdır. Bu temin edilirse, o

zaman, amme işlerine ve milli bir ekseriyet teşkiline müessir surette iştirak ve hizmet

eden bir vatandaşlar kütlesi vücud bulur. Başka bir tabir ile, bir efkarıumumiye

olmadan, ferdi haklar vazıh surette idrak edilmeden bir demokrasi olamaz.

Efkarıumumiye ve ferdi haklara dair vazıh bir şuur ancak orta sınıfların inkişafile

temin edilir. Bu şartların tahakkuk etmediği memleketlerde, parlamentolar bir

gösterişten ibarettir ve asılzadelerle zenginlerin elinde bir oyuncak demektir.” 65Nitti, “Sosyeteler İçin Kat’i şekil”, FH, Sayı 204, (18.9.1937).

Page 237: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

233

ilgilendiren, hükümet sürenlerin azınlık olup olmadığı değil, bu azınlığın

güç ve şiddet kullanarak mı yoksa çoğunluğun özgür istenci ile mi

nüfuz ve iktidarı elde ettiğidir. Demokrasi, bazen söylendiğinin aksine,

halkın hükümeti değildir, halkın istenç ve arzusu ile bir hükümettir.

Liberal okula ve eski İngiliz radikalizmine mensub kişiler XIX. yüzyılda

kurulan iktisadî ve siyasal toplum tipini tek ve kesin bir demokrasi biçimi

gibi algılamakla hataya düşmektedirler. Özgürlüğü güvence altına

alarak isonomie’yi, isotimie’yı, isegorie’yi uygulayan ve çoğunluğun

iradesine hür bir ifade teşkil edecek hükümete malik olan bütün siyasal

ve iktisadi biçimler, Nitti için, demokratiktir.66 Modern demokratik

toplumlarda, devrimcilik, bütün cazibesini kaybetmiştir. Demokrasi

devrimcilik aleyhinde en ileri varmış bir olaydır. Büyük modern

demokrasilerin hepsi istikrara taraftardır.67

Komünizm, özü itibarile, demokrasinin red ve inkârı demek

değildir. Yeter ki, “umumun muvafakati”ne dayalı olarak kurulsun.

Oysa, günümüzde, hiçbir zaman özgürlüğün ne olduğunu görmemiş

bir ülkede, Rusya’da, bir azınlık özel bir tipte siyasal ve iktisadi bir

rejim kurdu. Bu, çoğunluğun istenci doğrultusunda kurulmuş bir

komünizm değildir, muazzam bir devlet kapitalizmidir. Yalnız büyük

bir mal sahibi vardır ve o da devlettir, üretim hükümet tarafından

66a.g.m. 67Nitti, “Demokrasiler ve İnkılab”, FH, Sayı 205, (25.9.1937).

Page 238: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

234

çizilmiş bir plana göre yapılır. Herkes bunu icraya mecburdur.68

Sosyalist yahut komünist bir demokrasi de olabilir: yurttaşların

çoğunluğu tarafından kabul edilmesi ve bu toplumsal biçimlerin özgürlük,

isonomie, isotimie ve isegorie gibi esasları yerine getirmesi koşuluyla.69

Nitti’ye göre, demokrasi anlayışının ruhu din ve dünya işlerinin

ayrılmasıdır.70

Bir ülkede demokrasinin, özgürlüğün ve cumhuriyetin

yaşayabilmesini, Hüseyin Cahit, iki koşulun gerçekleşmesine bağlar.71

Birinci koşul, demokrasinin yalnızca yasalarda değil, aynı zamanda

ahlak ve adetlerde bulunmasıdır.

“Bir memleket, kanunlarına rağmen, demokrasi ahlak ve adatına malik

değilse, o memleket demokratik olamaz. Ahlak ve adat ancak yavaş yavaş

teşekkül eder. Bir ihtilal, çökmeğe yüz tutmuş eski bir siyasi binayı sarsabilir.

Fakat, itiyatlar yaratamaz. İşte bunun içindir ki ihtilallerin arkasından daima

68Nitti, “Milli Hakimiyete Karşı Komünizm”, FH, Sayı 207, (9.10.1937). Ayrıca bkz.

Nitti, “Milli Hakimiyete Karşı Sendikalizm”, FH, Sayı 208, (16.10.1937). 69Nitti, “Dünya Demokrasiye Doğru mu Yürüyor?”, FH, Sayı 203, (11.9.1937).

“Hürriyet ve demokrasi prensiplerinin sosyalizm ve komünizme zıd olmaları ancak

sosyalizm ve komünizmin cebir ve şiddet yoliyle halka kabul ettirilmesinde, hürriyetin

ortadan kaldırılmasındadır. Bir sosyete kanunlarla değil ahlâk ve adat sayesinde

demokratik olur. Her demokrasi evsafını, an’anelerini, kusurlarını muhafaza eder.

Ferdiyetçi demokrasiler, militarist demokrasiler olduğu gibi müsaadekârlıktan mahrum

demokrasiler ve açık fikirli demokrasiler de vardır. Bir anayasa, nekadar âkılâne

olsa, ahlâk ve adatın terbiyesine yardım edebilmekle beraber, kavimlerin karakterlerini

değiştiremez. Onlar ancak pek bati surette tahavvül edebilen tarihî teşekküllerdir.” 70Nitti, “Demokrasi Hareketlerine Karşı Muhtelif Dinler”, FH, Sayı 6, (30.11.1933). 71Hüseyin Cahit, “Türk Cümhuriyetinin Onuncu Yıldönümü”, FH, Sayı 1,

(29.10.1933).

Page 239: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

235

aksülameller gelir. Çünkü eski mukavemet kuvvetleri ortadan

kaldırılmamıştır.”

Demokratik rejimin kurulmasının ve bu rejimin yaşayabilmesinin

ikinci koşulu, bir “orta sınıf”ın varlığıdır. Orta sınıfa mensup kimseler

tarafından yönetilen bir cumhuriyet istikrara doğru daha emin bir surette

yürür. Orta sınıfın bulunmadığı yerlerde yüksek sınıf tehlikelidir. Her

toplumsal formasyonda görevini algılamış bir “itidalci” unsur lazımdır.

Bu, sosyalistlerin yanlış anlatımı ile “burjuva” denilen orta sınıftır. Orta

sınıf bir toplumdaki dengenin esaslı ve zaruri bir unsurudur.72

“Bugün nerede küçük arazi sahiplerinden, küçük tacirlerden, esnaftan, küçük

dükkancılardan ve az irat sahiplerinden, heyeti umumiyelerile çok sıkıntı

çekmiyen ve kolayca patron değiştirebilen amelelerden mürekkep kalabalık

bir sınıf mevcut ise hakiki demokrasi ancak orada bulunabilir.”

Hüseyin Cahit’e göre, “fert mi cemiyet mi” (birey mi toplum mu)

sorusunu soranlar yanlış bir başlangıçtan hareket etmişlerdir. Birey ile

toplum birbirine zıt ve düşman iki varlık olarak algılanmamalıdır.

72“Fransada, İngilterede, Amerikada ve Belçikada, ilh. bir taraftan diktatörlükler, diğer

taraftan bolşevik tipinde inkilaplar doğuran büyük harbin felaketlerinden sonra

demokrasiler hiç olmazsa kısmen mukavemet gösterebildilerse ve militarizm, irtica ve

cebrü şiddet cereyanlarına rağmen mevkilerini sağlamlaştırabildilerse bu, orta

sınıfların büyük bir inkişaf seviyesine vasıl olmuş olmalarındandır. Rusyadaki gibi

orta sınıfın ehemmiyetsiz, İtalyada ve bilhassa Lehistanda, Macaristanda, İspnyadaki

gibi sanayici orta sınıfın yeni teşekkül etmiş olduğu yerlerde irtica kolayca galebe

çalmıştır.”

Page 240: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

236

Aksine, bunlar birbirini tamamlayan ve el ele yürümesi gereken dost ve

müttefiklerdir. Birey olmazsa toplumdan söz edilemez.73

Demokrasi bir devlet kavramına, demokrasiye dayalı devlet de

özgürlük havasına ihtiyaç gösterir. Demokratik devlet, devlet ile birey,

otorite ile özgürlük, devletçilik ile liberalizm arasında bir denge

sağlar74 Özgürlük aleyhindeki asıl tehlike, sosyalist yahut komünist

tehlikesidir.75

Bir ülkedeki demokratik rejimin mutlaka şu veya bu ülkedeki

demokratik rejimle aynı olması gerekmez. Her ülke, kendi koşullarına

göre demokrasisine biçim verir. Ayrıca, bir ülkede siyasal özgürlük

var olduğu halde iktisadî özgürlük bulunmayabilir veya iktisadî

özgürlük bulunduğu halde siyasal özgürlük bulunmayabilir.

Demokrasi mutlaka ‘iktisadî hürriyetçilik’ demek değildir.76

73Fakat, bireyler hep kendi bencillikleri ve çıkarları için yaşarlarsa, bu da toplum

yaşamına olanak tanımayan bir anarşi doğurur. İşte, bireyi topluma feda eden

sistemler, bu uyumu unuttuklarından dolayıdır ki, uygulamaya geçer geçmez zulüm

ve istibdat doğurmuşlar, bireyi topluma değil kendi keyiflerine ve ebedi çıkarlarına

hizmetkar yapmışlardır. Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Muslih Ferit Bey”, FH,

Sayı 31, (24.5.1934). 74Joseph-Barthélemy, “Hitlere Göre Devlet”, FH, Sayı 115, (4.1.1936). Joseph-

Barthélemy, “Sosyal Demokrasi Siyasal Demokrasi”, FH, Sayı 131, (25.4.1936). 75Joseph-Barthélemy, “Hürriyetin Lüzum ve Zarureti”, FH, Sayı 121, (15.2.1936).

Ayrıca, bkz. Joseph- Barthélemy, “Hürriyet Nedir?”, FH, Sayı 119, (1.2.1936). 76Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Page 241: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

237

Demokrasi, bireyler için daha büyük maddi huzur ve güven

sağladığı, fırsat ve olanaklarda eşitlik sağladığı ölçüde kalıcı olabilir.77

“Hür hükümetlerin hataları, zaafları, muvaffakiyetsizlikleri şimdi

gördüklerimizden on kere daha fazla olsalardı bile, faşist ve komünist

idarelerile mukayese edilince, hürriyet gene çok kıymetli ve muazzez

addedilmek lazımgelirdi.”78

Diktatörlük, ancak demokrasiyi kendilerine yabancı bulan ve

demokrasi ruhu içlerine işlemeyen ülkelerde tutunabilmiştir. Bugüne

kadar demokrasinin kaybettiği yerler hiçbir zaman emin surette elinde

bulunan yerler değildir.79

Benes’e göre, bireyler ve sınıflar arasındaki farkları fiiliyatta

sürdürmek zorunlu ise, sınıflar arasında uyumu sağlamak ve eşitsizlikleri

aşamalı biçimde kaldırmak için, demokratik yöntemden başka uygun bir

yöntem yoktur. Bu yöntem tekamülcü bir yöntemdir; bunda bir

mücadele ruhu bulunduğunu da kabul eder. İnsanlar arasındaki sorunlar

77William Henry Chamberlin, “Demokrasinin İki Kusuru”, FH, Sayı 228, (5.3.1938).

Bu kusurların hangi koşullarda giderilebileceği ve demokrasinin payidar olabileceği

bir diğer makalede ele alınmaktadır. Chamberlin, “Demokrasinin Payidar Olmasının

İki Şartı”, FH, Sayı 229, (12.3.1938). 78Chamberlin, “Milli Hakimiyet ile Diktatörlüklerin Mukayesesi”, FH, Sayı 233,

(9.4.1938). Ayrıca bkz. Chamberlin, “Sosyalizm Hürriyet ve Refah Yolu mudur?”,

FH, Sayı 234, (16.4.1938). 79Chamberlin, “Medeniyet Ancak Hürriyetle Yaşar”, FH, Sayı 241, (4.6.1938).

Page 242: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

238

cebir ve şiddetten uzak, kansız yöntem ve araçlarla çözümlenmelidir.

Demokrasi de onun gözünde budur.80

3. Demokrasinin Bunalımı (İki Savaş Arası Dönem)

XIX. yüzyılda büyük gelişim gösteren demokrasinin BDS

sonrasında ve özellikle Büyük Bunalımın ertesinde bunalıma girmiş

bulunduğu Fikir Hareketleri’nce de doğrulanmakta, bu bunalımın

nedenleri ve demokrasilerin geleceği sorgulanmaktadır.81 Demokrasi bu

dönemde sağ ve sol diktatörlüklerin saldırısına maruz kalmıştır.82

BDS sonrası Avrupa tarihinin demokrasi ve bireysel özgürlük

ideallerinin yenilgisi tarihine dönüştüğünü belirten Chamberlin, özgürlük

denilince akla gelmesi gereken söz, basın, toplantı ve sakınma (içtinap)

özgürlüklerinin Savaş sonrası döneminde ancak çok az ülkede (İngiltere

80Edouard Benes, “Faşizm ile Nasyonal Sosyalizm, Komünizm ve Demokrasi

Arasındaki Münasebetler”, FH, Sayı 364, (12.10.1940). 81Bunalımın vardığı aşama şöyle betimlenmektedir: “Artık demokrasi imanı canlı bir

şey değilmiş deniliyor. Dünyaya nur Paristen değil, Romadan, Moskovadan,

Berlinden gelecekmiş.” Joseph-Barthélemy, “Sosyal Demokrasi Siyasal Demokrasi”,

FH, Sayı 131, (25.4.1936). 82Benes’in tercihi, modern demokrasinin Fransız Devriminin eski bireyci siyasal

felsefesini uygulamaya devam edecek yerde kendisinin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik

ilkelerini toplumsal ve iktisadi alana uygulamasıdır. Benes’e göre, burjuva

demokrasisindeki her türlü toplumsal ve iktisadi haksızlıklara son verilmeli, modern

sanayiciliğin ve kapitalizmin eksikliklerine çare bulunmalı ve Avrupa’da halen

geçerli olan siyasal burjuva demokrasisini toplumsal ve iktisadi bir demokrasiye

dönüştürmeye çalışılmalıdır. Edouard Benes, “Liberal Burjuva Demokrasisinin

İnkişafı”, FH, Sayı 336, (30.3.1940).

Page 243: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

239

ve dominyonları, Belçika, Hollanda, İsviçre ve Çekoslovakya)

geçerliliğini koruduğunu gözlemlemektedir.83 Bir demokrasi

bunalımından söz etmenin neredeyse modaya dönüştüğünü belirten

Nitti’ye göre, demokrasinin ulusal ideale, kudret ve gelişmeye aykırı

olduğunu düşünenler geçmişe, soyluluk dönemlerine dönmek,

hükümdarlıklar, oligarşiler, diktatörlükler kurmak düşüncesindedirler.

Kimileri ise işçi sınıfının egemenliğini sağlayacak baskıcı toplumsal

biçimler arzulamaktadırlar.84

En eski ve en sağlam sanılan demokrasilerde dahi genel bir

memnuniyetsizlik duygusunun egemen olmasını, demokrasiye yönelik

eleştirilerin yalnızca “mürteci”lerden ve “inkılap”çılardan değil, aynı

zamanda demokrasiden yana yazarlardan da gelmesini, Nitti,

demokrasinin esası olan ve gelişkin demokratik rejimli ülkelerin

83Chamberlin, “Hürriyete Karşı İsyan”, FH, Sayı 213, (20.11.1937). 84Nitti, “Demokrasi Meselesi: Bugünkü Vaziyet”, FH, Sayı 3, (9.11.1933). “Mürteciler

ve inkılâpçılar hep aynı delilleri kullanarak demokrasiyi ittiham için müsabakaya

çıkmışlardır. Hep demokraside kusurlar arıyorlar. Hiçbir vukuf ve salâhiyetleri

olmıyan bir takım muharrirler demokrasiyi liyakatsiz ve meziyetsiz kimselere

tapmakla ittiham ediyorlar... Birçok kişi acaba demokrasi silinip süprülecek mi ve

dünyanın böyle umumî surette demokratlaşması umumî bir aksülâmel doğuracak mı

diye düşünüyor.” Nitti’nin “inkılapçı”lardan kasdı, komünistler ve bolşeviklerdir.

Avrupa, “… ancak harpten evvelki prensiplere yani siyasi hürriyete, iktisadi ve ticari

hürriyete hiç olmazsa bazı merhalelerden geçmek suretile, avdet…” edebilirse tekrar

canlanabilirdi. Nitti’yi asıl endişeye düşüren Marx’cılık ile istatistik deliliği idi.

Bunlar insan türünün gerçek düşmanlarıydı. Harabe halindeki Avrupanın kurtuluşu

özgürlüğe dönmekle olanaklı olabilirdi. Oysa, “… hiç kimse hürriyetten bahsetmiyor,

herkes dünyayı cebir ve şiddet ile düzeltmek fikrini besliyordu.” Nitti, “1933

Senesinde Robinson’un Avrupaya Seyahati”, FH, Sayı 56, (15.11.1934).

Page 244: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

240

çoğunun yasalarına girmiş bulunan isonomie, isotimie ve isegorie’nin

yeterince fiiliyata çıkmamasına, özgürlüğün saldırıya açık olmaktan

kurtulamamasına, örneğin yasa önünde eşitliğin hemen herkes için temin

edilmiş bulunmasına karşın, birtakım fiili ayrıcalıkların hala devam

etmekte olmasına bağlamaktadır.85

Hüseyin Cahit’e göre, kimileri demokrasinin modasının

geçtiğini, şimdi yeni kuramların var olduğunu ileri sürmektedir. Oysa,

siyasal rejimler ve toplumsal sistemler hakkında eskilikten veya

yenilikten söz etmenin hiçbir anlamı yoktur. Toplumsal sorunlarla

uğraşılırken biraz daha derinlemesine araştırma yapmak gerekir. Eğer

eksiklik ve yenilik aranacaksa, demokrasi, mevcut toplumsal sistemlerin

gene en yenisidir; çünkü, günümüzdeki anlamıyla demokrasi

düşüncesinin ancak bir iki yüzyıllık geçmişi bulunmaktadır. Demokrasi

karşısında yer alan toplum sistemlerinden komünistlik, işçilerin (fabrika

amelesinin) diktatörlüğü üzerine kurulu bir sınıf egemenliği, diktatörlük

ise tek bir adamın keyfi egemenliğidir. Bu diktatörlükler dünyanın

çoktan beri görüp niteliklerini anladığı iki hastalıktır. 86

Hüseyin Cahit, son yıllarda demokraside bir bunalımın

yaşandığını belirtmektedir. “...Bu buhran bazı memleketlerde

komünistlik rejimi ile, bazılarında faşistlik idaresile kendisini gösteriyor.

85Nitti, “Hiçbir Siyasi Şekil Daimi Değildir”, FH, Sayı 197, (31.7.1937). 86Hüseyin Cahit, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, Sayı 9, (21.12.1933).

Page 245: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

241

Demokrasiye imanı sarsılmayan memleketlerde bile parlamentarizm

tarzından şikayetler ve tenkitler yükseliyor.”

Hüseyin Cahit, iki durumda, belirli tür bir diktatörlüğe

başvurulmasını uygun ve hatta gerekli görmektedir.87

a. Olağanüstü durumlar. Hüseyin Cahit’e göre, bazen bir ulusun

yaşamında iç ya da dış olaylar öyle bir durum ortaya çıkarabilir ki,

demokrasi, olağan işleyişiyle bu duruma karşı koyamaz; ülkenin iç ve

dış güvenliğini sağlamak olanaksızlaşır.

“.... Bu vaziyet karşısında ne yapılacak? Prensiplere dokunmaktan ise varsın

memleket batsın, diye kol kavuşturulup beklenecek mi? Bu, safderunluk

hududunu da geçer, adeta bir cürüm teşkil eder... Mademki hakimiyet

milletindir, millet bu hakimiyetini istediği gibi kullanmakta hürdür. Bazı

fevkalade ahval ve şerait karşısında, millet, hakimiyetinin istimal tarzını,

şeklini bir müddet hususi bir rejim altına alabilir88... Bu, demokrasi rejiminden

uzaklaşmak değil, demokrasi rejiminin silahlarından birini kullanmaktır.”

Her diktatörlüğün bu gerekçeyle açıklanmaya çalışılacağı

düşünülebilirse de, gerçek durumun ne olduğu, göz önündeki

diktatörlüğün kökenleri, nitelikleri, ilkeleri ve daha da önemlisi amaçları

incelendikten sonra anlaşılabilir.

87a.g.m. 88Nitekim, çağdaş dünyanın en sağlam demokrasisi olan ABD, içinde bulunduğu

olağanüstü ciddi iktisadi bunalım karşısında Başkan’a olağanüstü yetkiler vermiştir.

Page 246: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

242

b. Demokrasiye alıştırma. Hüseyin Cahit’e göre, bir azınlık

başarılı olup da demokrasiyi kurar kurmaz hemen demokrasi ilkelerini

harfi harfine uygulamaya kalkacak olursa, bu azınlık, daha henüz onları

tamamen benimsememiş olan çoğunluk içinde eriyip gitmek tehlikesi ile

karşı karşıya kalabilir. Bu tehlikeyi görmek ve buna karşı önlem almak

bir hata, ilkelerden bir ayrılış değildir; aksine, bir görevdir. İşte bu

önlemler de bir tür diktatörlük biçiminde algılanabilir. Bir demokrasi bu

türlü diktatörlükten hiç korkmaz, çekinmez. Bu tür diktatörlük faydalı,

hatta zorunludur.89

Hüseyin Cahit’e göre, büyük ve yüksek bir demokrasi ideali

uğrunda, zaruri olduğu için, bir geçiş çaresi, bir alıştırma aracı olarak

kullanılan veya olağanüstü iç ve dış olaylar karşısında bir kurtuluş silahı

olarak başvurulan diktatörlük ile adi bir hükümet darbesi sonucunda, sırf

bir adamın veya bir grubun kişisel düşünce ve çıkarlarını esas alan

diktatörlüğü karıştırmamak gerekir. Her diktatörlük olgusu ayrı ayrı ve

89 “Şimdi, farzedelim ki bir memleket, hakimiyeti milliye esaslarını tesbit için büyük

bir ihtilal yaparak demokrasiye kavuştu ve bir inkılap vücude getirdi. Şimdiye kadar

dünyanın her tarafında böyle hareketlere faal, münevver, feragati nefis sahibi

ekalliyetler teşebbüs etmişlerdir. Bir akalliyet azminde muvaffak olup da milli

hakimiyeti tesis eder etmez, derhal, prensipleri harfi harfine tatbik etmeğe başlıyacak

olursa, daha henüz onları tamamile benimsememiş büyük ekseriyet içinde eriyip

gitmek tehlikesine maruz kalır. Bu tehlikeyi görmek ve buna karşı tedbir almak bir

hata, prensiplerden bir ayrılış değil, bir vazifedir. İşte bu tedbirler de bir nevi

diktatörlük telakki olunabilir. Bir demokrasi bu türlü diktatörlükten hiç korkmaz,

çekinmez; gayeyi, hedefi düşünerek onu zaruri ve faydalı bulur.” a.g.m.

Page 247: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

243

diktatörlüğün demokrasiye karşı durumu açısından incelenmeli ve ona

göre karar verilmelidir. “Diktatörlük” sözcüğünden ne ürkmek gerekir,

ne de bunu demokrasi aleyhinde bir rejim sanmak doğru olur.

Demokrasinin bir bunalım geçirmekte olduğu bir gerçek ise de,

ondan daha iyi başka bir rejim bugüne kadar ortaya konulamamıştır.

“Harp sonu rejimi olarak ortada bir bolşeviklik görüyoruz, bir de faşistlik,

bunlar mı yeni? Komünistlik dünya kadar eski. Faşistlik de aynı şey. Çünkü

bir adamın şahsi istibdadına bir felsefi külah geçirmek için icat edilmiş

hokkabazlıktan başka bir şey değil. Keyfi bir tahakküm ve istibdat ise, ne

şekilde olursa olsun, çok eskidir...” 90

Diktatörlüklerin kuramsal olarak bazı yararları olabilirse de,

zararları herhalde yararlarından daha çoktur. Savaş sonunda kurulan

diktatörlüklerden hiçbiri demokrasi ile karşılaştırılamaz.91

90Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35, (21.6.1934). 91Hüseyin Cahit, “Bir Hulasa: Milli Hakimiyet Rejimi ve Düşmanları”, FH, Sayı 52,

(18.10.1934). “Milli hakimiyet rejimi aleyhindeki idarelerin hepsi, görüyoruz ki,

çürük bir temele istinat ediyorlar, yani sırf kuvvet ve tahakküm mahsulüdürler. Küçük

bir akalliyet çıkıyor cebir ve şiddet mahsulü olarak hükumeti ele geçiriyor ve istediği

gibi memleketi idare ediyor. Memleketin büyük ekseriyeti bu akalliyet elinde esir

vaziyetinde kalıyor. Bütün bu rejimlerin felsefesi ‘yumruk hakkı’ düsturunda hulasa

edilebilir. Hürriyet yoktur. Herkes, kim daha açık göz ve kuvvetli davranıp da

hükumeti ele geçirmişse ona itaate mecburdur. Şu halde, böyle rejimler daimi

karışıklıklar, isyanlar ve komplolar memleketi demektirler. Çünkü tahakküme boyun

eğmemek istiyen vicdanlar, yahut kendi hesaplarına tahakküm etmek istiyen kimseler

iktidar mevkiine geçmek için bu cebir ve şiddet vasıtalarına müracaattan başka çıkar

bir yol olmadığını görürler. Bu rejimIerin ahlakı şudur: muvaffakiyet her şeyi mazur

Page 248: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

244

Demokrasiye yöneltilen eleştirilerin (onun bir seçim ve

parlamentoculuk oyunundan ibaret olduğu, adi ve liyakatsiz adamların

önemli mevkilere geçtiği, devlet gelirlerinin israf edildiği, demagojinin

insan karakterini bozduğu, üstünlük aracı olarak ortada yalnızca servetin

kaldığı...) çoğunun doğru olduğunu belirten Nitti, asıl bu kusurların

demokrasinin bulunduğu yerlerde mi yoksa irsi ve aristokratik nüfuz ve

kudretin hakim olduğu yerlerde mi daha çok olduğunun araştırılması

gerektiğini belirtmektedir.92 Örneğin, bazı sakıncalarının bulunduğu

bilinen İngiliz rejiminin birçok Avrupa devletinde gözde olan diktatörlük

rejimlerinden yine de iyi işlemekte olduğu bir gerçektir. Orta sınıf halk

tarafından idare edilen bir cumhuriyet bir avuç adamın otoritesi altında

yaşayan bir devletten çok daha fazla istikrara sahip olur. Nitti,

demokrasiye yöneltilen suçlamaları diğer makalelerinde de

değerlendirmektedir.93

Cambo’ya göre, büyük bir dış tehlikeye yahut iç başkaldırıya

karşı koymak için oluşturulan “geçici” diktatörlük rejimleri

demokrasiye aykırı şeyler değildir, aksine “hürriyet rejimlerinin”

gösterir. Gayeye vasıl olmak için her çare mubahtır. Elverir ki neticede muvaffakiyet

elde edilsin. Böyle bir felsefe beşeriyet için daimi bir rejim vücude getirebilir mi?” 92Nitti, “Demokrasiye Hücumlar”, FH, Sayı 191, (19.6.1937). 93Nitti, “Demokrasilerde Vukuf ve Salahiyet Meselesi”, FH, Sayı 192, (26.6.1937).

Ayrıca bkz. Nitti, “Rejimlerin Mukayesesi”, FH, Sayı 193, (3.7.1937).

Page 249: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

245

(demokrasilerin) en büyük tehlikelere karşı koyacak ve en vahim

sorunları çözebilecek çarelere sahip olduğunu gösteren kanıtlardır.94

“Diktatörlük bir ilaçtır ki bazı hastalıklara tutulmuş memleketlere, ister

istemez, tatbik olunur. Çünkü o memleketlerin bünyesinde uğradıkları o

hastalıklara karşı koyacak müdafaa vasıtaları yoktur.”

BDS sonrası Avrupa’sında diktatörlüklerin ortaya çıkmasını,

Cambo üç nedene bağlamaktadır:95 Diktatörlükleri doğuran birinci

neden, parlamentarizmin bunalımıdır. Otuz yıl öncesine kadar,

parlamentolarda yalnızca dış politika, anayasal ıslahat, oy verme

yöntemi, kilise-devlet ilişkileri, adliyenin ve yerel yönetimlerin

örgütlenmesi gibi “büyük bir siyasî kültüre ve hususî bir salâhiyete”

sahip olmayı gerektiren sorunlar tartışılırdı. Şimdi ise demiryolu

tarifeleri, ithalât ve ihracat resimleri, ziraatın, sanayiin ve ticaret

gemilerinin himayesi gibi harcıâlem bir kültür ile halledilebilecek

somut konular tartışılmaktadır. Bu konulardan birinde gerçek bir

uzmanlığı bulunan ve sorun ortaya atılınca söze karışmak için

dayanılmaz bir arzu duyan milletvekili sayısının eski dönemlerle

94Cambo’ya göre, Avrupa’daki diktatörlüklerin kökenleri hep hükümet

darbeleridir. Cambo, “Demokrasiden Diktatörlüğe”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). 95Cambo, “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Parlamentarizm Buhranı”, FH, Sayı 13,

( 18.1.1934).

Page 250: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

246

kıyaslanamayacak kadar çok olması, parlamentoları gözden düşüren ve

onların gizemini azaltan önemli etkenlerden biridir.96

Diktatörlükleri doğuran ikinci neden, demokrasinin

bunalımıdır. Cambo’ya göre, demokrasi propagandacıları sürekli

olarak demokrasi rejiminin yurttaşlara sağladığı hakları övmüşler, buna

karşılık, demokrasinin yurttaşlara yüklettiği görevlerden pek az söz

etmişlerdir.97

96Parlamentoların saygınlığının giderek azalmasının diğer nedenleri şunlardır:

Milletvekillerinin parti disiplinine uymamaları; parti disiplini ve liderlere itaatin

iktisadî veya içtimaî bir takım menfaatlere feda olunması; seçim sistemlerinin

değiştirilerek, dar bölge çoğunluk sistemine yönelinmesi; parlamentolarda

tartışmaya açılan konuların sayısındaki artışının, parlementoların ya hiç

çalışamamasına ya da çok yavaş çalışmasına neden olması; fırka sayısındaki

artışın parlamentoda çoğunluk sağlanmasına olanak tanımaması; Savaş sonrasına

yönelik olumlu beklentilerin boşa çıkması ve Savaş sonrasında yapılan

anayasaların değiştirilmek zorunda kalınması. a.g.m. 97Cambo, “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Demokrasi Buhranı”, FH, Sayı 14,

(25.1.1934). “Nerde bir vazife teşkil eden demokrasi mefhumu bir hak teşkil eden

demokrasi mefhumundan daha az kuvvetli ve münteşir ise orada demokrasinin

tehlikede bulunduğuna, diktatörlük rejiminin hazırlandığına emin olabiliriz.”

Demokrasilere yönelen en etkili hücum, demagoglardan gelmektedir. Demagoglar

ise, hak teşkil eden demokrasiyi göklere çıkarır, görev teşkil eden demokrasiden hiç

söz etmezler. Diktatörlük rejimine düşen ülkelerde kendilerini bütün haklara sahip

gören fakat karşılığında hiçbir görev yapmak istemeyen bu tür yarı yurttaşların

sayısı çoktur. “Hangi ülkelerde hak teşkil eden demokrasi vazife teşkil eden

demokrasi ile tam olur ve bir ahenk vücude getirirse oralarda bu çeşit insanlara

tesadüf edilmez.”

Page 251: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

247

Diktatörlükleri doğuran üçüncü neden, Savaş dolayısıyla ve

Savaş sırasında ortaya çıkan ve bütün Avrupayı kaplayan maddiyetçi

hodkamlıktır (bencilliktir).98

Cambo’ya göre, demokrasilere bulaşan hastalıklar iki türlüdür:

“had” bir vasıf arzeden hastalıklar ve “müzmin” bir vasfı haiz olan

hastalıklar. Diktatörlük, bir ülkenin uğrıyabileceği bazı had hastalık

hallerine karşı etkili bir ilaçtır. Fakat, müzmin hastalıkların tedavisine

tahsis edilirse etkisiz kalır, hatta zararlı olabilir. Bu yorumdan hareketle,

Cambo, demokrasilerin, kurumları arasına “kanuni” diktatörlüğü

sokmalarını gerekli görmektedir: parlamento tarafından kurulması ve

süresinin sınırlı olması koşuluyla.

“Hürriyet rejimleri, müesseseleri arasına kanuni diktatörlüğü sokabilirler.

Bundan hürriyete zarar gelmez. Diktatörlük bazı had marazi hallere karşı

98Cambo, “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Maddiyetçi Hotgâmlık”, FH,

Sayı 15, (1.2.1934). Cambo’ya göre, BDS sırasında Başkan Wilson’ın başını

çektiği idealist yaklaşım, savaşanlarda sonsuza dek savaşsız bir dünya

oluşturma azmi yaratmıştı. Savaşçılar, bu uğurda canlarını tehlikeye attılar,

öldüler. Savaş’ın ortalarına doğru Avrupa’da savaş zenginlerinin ortaya çıkması

ve bunların maddiyetçi bencillik ötesinde bir şeye önem vermemeleri, bu

tutumu benimseyen insan sayısının hızla artması ve bu insan türünün, diktatörce

tutumları reddetmek bir yana, kendi maddi çıkarları açısından tasvip dahi

etmeleri, diktatörlüğün doğmasına neden olmakta, onu kolaylaştırmaktaydı. “...

Maddiyetçi bir heyeti içtimaiyenin kendisine zenginliğinden rahat rahat istifade

imkânı temin edecek maddî bir nizam ve asayişi idameden başka bir

düşündüğü yoktur. Çok kere, asayişin idamesini bir adamın mutlak idaresi

daha iyi temin edeceğine kani olur…”

Page 252: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

248

koymak imkanını temin eder. Böyle yapılmazsa, o marazi haller hürriyeti ve

gelmişlerdir.99

Ekonomide “kötü para iyi parayı kovar” biçiminde izah edilen

Gresham Yasası Savaş sonrasında siyasette de geçerli duruma gelmiş ve

keyfi ve mutlak diktatörlükler demokrasileri ortadan kaldırmış, bir

bakıma onu siyaset arenasından kovmuştur.

“... Çünkü bu iki sistem arasındaki mübareze, bir bakıma gayet gayri müsavi

şartlar dairesinde vukua geliyor. Demokrasi komünizm ile faşizme intihabat

sandıkları başında yirmi kere galebe çalabilir. Komünizm ve faşizm

taraftarları yirmi birinci defada gene milli hakimiyet aleyhinde cidale

kalkabilirler. Fakat milli hakimiyet intihabatta bir kere kaybedecek olursa

ondan sonraki intihabatta artık hür surette davasını müdafaaya imkan

bulamaz. Çünkü bir memlekette bir kere komünist yahud faşist hükümet

iktidar mevkiine gelirse artık hür intihabata nihayet verilir.”100

Demokrasiye yöneltilen suçlamalarda az çok bir gerçek payı

vardır: rejimin bir servet avcılığına döküldüğü, yiyicilik ve rüşvetçiliğin

diktatörlüklere oranla demokrasilerde daha fazla olduğu, genel oy

99Chamberlin, “Hürriyete Karşı İsyanların Menşeleri”, FH, Sayı 217, (18.12.1937).

Bolşevik, faşist ve nasyonal sosyalist diktatörlüklerin demokrasi karşısındaki

konumları ve ortak özellikleri için; Chamberlin, “Modern Diktatörlüklerin Bariz

Vasıfları”, FH, Sayı 224, (5.2.1938); Chamberlin, “Diktatörlüklerin Farkları ve

Müşabehetleri”, FH, Sayı 226, (19.2.1938). 100Chamberlin’e göre, demokrasi-diktatörlük karşılaştırmasında demokrasinin zayıf

gibi göründüğü diğer bir nokta, rejimin kendini zayıflatıp çürütecek denli eleştiriye

açık olmasıdır. Chamberlin, “Demokrasi Payidar Olabilir mi?”, FH, Sayı 227,

(26.2.1938).

Page 253: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

249

usulünün sakıncaları, ortak çıkarların ayaklar altına alınarak kişisel

çıkarların gözetildiği... Bütün bu eleştirilerde haklılık payı bulunabilirse

de, bundan dolayı kollektivist diktatörlüğün daha iyi bir toplumsal düzen

temin ettiğini kabul etmek gerekmez.101 Demokrat hükümetlerin hataları,

zaafları ve başarısızlıkları şimdi gördüklerimizden on kez daha fazla

olsalardı bile, faşist ve komünist idarelerle kıyaslanınca, demokrasi yine

çok değerli ve şerefli sayılmak gerekirdi.102

Toplumumuzun en büyük sorunu, özgürlüğü kendisini tehdit

eden bütün kuvvetlerden (“irtica”nın ve “inkılab”ın aşırılıklarından)

kurtarmaktır.103 Bolşeviklik ve faşistlik, Savaş sonrası devresinin en

önemli siyasal ve toplumsal sorunudur.104 Demokrasi bunalımını

demokrasinin bir biçiminin (parlamentarizm) bunalımı ile karıştır-

mamak gerekir.105

Demokrasi kurumlarına karşı nefret dalgası Avrupa’nın hemen

her tarafına yayılmıştır: her tarafta faşizm, hitlercilik, diktatörlük ve

bolşeviklik.106 XIX. yüzyıl Avrupa’sında yeşeren özgürlük şimdi

101Chamberlin, “Hürriyet Aleyhindeki Dava”, FH, Sayı 232, (2.4.1938). 102Chamberlin, “Milli Hakimiyet ile Diktatörlüklerin Mukayesesi”, FH, Sayı 233,

(9.4.1938). 103Nitti, “Hürriyet Düşmanları”, FH, Sayı 14, (25.1.1934). 104Hüseyin Cahid Yalçın,“Matbuat Hayatı: Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi 1,

FH, Sayı 83, (23.5.1935). 105Joseph-Barthélemy, “Demokratik Devletin Tanımı”, FH, Sayı 116, (11.1.1936). 106Joseph- Barthélemy, “Hürriyetin Son Kaleleri”, FH, Sayı 159, (7.11.1936).

Page 254: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

250

solmuştur.107 Nitti, çağdaş toplumlarda demokrasiden nefret edilmesi

sonucunu doğuran bir gelişmeden söz etmektedir.

“Nerede gayet zengin insanlardan mürekkep bir sınıf teşekkül ederse ve

bunların servetleri sağlamlaşırsa orada çok geçmeden demokrasi şekilleri için

daimî bir nefret müşahede edilir. Demokrasi orada daimî bir tehlike

içindedir. Fakat zenginliklerin en tehlikeli şekli Avrupanın hemen her

memleketinde harpten sonra peyda olan yeni zenginlerin arzettikleri

şekildir.”108

Demokrasi karşıtı hareketlerin siyasal ve iktisadi kökenlerinin

çoğunun ortak olduğunu, Lenin, Hitler ve Mussolini’nin her üçünün de

Savaş sonucunda ve büyük sefalet ve ızdırap ortamında ortaya çıktıklarını

belirten Chamberlin’e göre, bu üç liderin önderlik ettiği rejimler de

bireycilikten az çok bilinçli biçimde vazgeçme temeline dayalıdır, üçü de

devletin bireye karşı büyük nüfuz ve kuvvet ile donatılmasını yeğler.109

Parlamento kurumunun her yerde yıprandığını, demokrasi ile

parlamentarizmin birbirinin aynı şey olmadığını belirten Pinon, zaman

ve yer bakımından sınırlı, erk ve yetki bakımından sınırsız bir “kanuni”

107Daniel Halévy, “Hürriyetin İnhitatı”, FH, Sayı 179, (27.3.1937). 108Nitti, “Zenginliğin Cemiyet İçin Tehlikesi”, FH, Sayı 4, (16.11.1933). 109Devrimin genellikle istibdada karşı bir tepki olarak algılandığını belirten

Chamberlin, özgürlük alanını daraltan üç isyanı (Rus, İtalyan ve Alman) bu anlamda

devrim saymamaktadır. Chamberlin, “Hürriyete Karşı İsyanların Menşeleri”, FH,

Sayı 217, (18.12.1937). Mirkine-Guetzevitch’e bakılırsa, “Parlamento rejimi halkın

hürriyete hazırlanmamış olduğu memleketlerde iflas etti...” Mirkine-Guetzevitch,

“Parlamento Rejiminin Tekamülü: İcrai Kuvvetin Rolü” FH, Sayı 247, (16.7.1938).

Page 255: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

251

diktatörlüğün tercih edilmesinden yanadır. Derin ıslahat yapabilmek

bakımından hem yasal hem de etkili başka bir çare yoktur.110 Pinon

Rusya, İtalya, Türkiye, Almanya, Portekiz ve Yugoslavya

devrimlerinden şu dersi çıkarmaktadır: Partilerin ve bireylerle grupların

çıkarlarından üstün bir otoriteye sahip bir şef arama düşüncesi insanlık

için olağan sayılmalıdır. İktisadi, toplumsal ve ahlaki öyle sorunlarımız

var ki, parlamento yöntemleri bunlar karşısında aciz ve köhne kalır.

Parlamento rejiminin ıslahı bakımından belirli konularda tam yetki ve

güce sahip bir hükümet oluşturulmalıdır. “… Bir ıslahat diktatörlüğü

kabul etmelidir.”111 Devlet-birey ilişkisi, bu ilişkiye egemen olan anlayış

yenileşmelidir. Bu yenileşme ancak yasal ve geçici bir diktatörlükle

yapılabilir. Batı uygarlığının, değerleriyle birlikte çöküp gitmesini

istemiyorsak, bu yenileşme kaçınılmazdır.112

Fransız Devriminin coşturmuş olduğu birey kavramı bugün

toplum kavramı karşısında gerilemektedir. Bolşevizm, faşizm ve

güdümlü (dirije) ekonomi aynı eğilimin üç biçiminden başka bir şey

değildir.113 Marlio, yaşanan bunalımın ayırt edici özellikleri arasında

servetlerde, gelirlerde, üretimde ve ticaretteki azalmayı, yüzde otuza ve

110René Pinon, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Kanuni Diktatörlük”, FH, Sayı 250,

(6.8.1938). 111René Pinon, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Parlamento Rejimini Islah İçin”, FH,

Sayı 256, (17.9.1938). 112René Pinon, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Şahsiyete Hörmet”, FH, Sayı 259,

(8.10.1938). 113Louis Marlio, “Bugünün Meseleleri: Ferd ve Cemaat”, FH, Sayı 257, (24.9.1938).

Page 256: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

252

hatta bazı ülkelerde yüzde kırklara varan işsizliği, namus bunalımını,

zevk ve eğlence düşkünlüğünü göstermektedir.114

Savaş sonrası Avrupasında kurulan demokrasilerin birçoğu adım

adım otoriter sisteme doğru yürüdü. 1923 yılında Türkiye’de Kemal

Atatürk’ün diktatörlüğü kurulmuştu. Yunanistan’a karşı kazanılan askeri

zafer ve Türk halkının yaşamının toplumsal, kültürel ve ulusal

bakımlardan yüreklilikle modernleştirilmesi bu diktatörlüğün 1938 yılına

(yani Atatürk’ün ölümüne) kadar başarıyla sürmesini sağlamıştır.115

4. Demokrasi ve Türkiye

Fikir Hareketleri’nde Türkiye’deki demokrasinin niteliği

konusunda yapılan değerlendirmeler hemen tümüyle Hüseyin Cahid

Yalçın’a aittir.116 Hüseyin Cahit, kimi yurttaşlarımızın demokrasiye

114Louis Marlio, “Bugünkü Dünya: Avrupanın İnhitatı”, FH, Sayı 282, (18.3.1939). 115Edouard Benes, “Harbden Sonra Diktatörlükler”, FH, Sayı 349, (29.6.1940). Ayrıca

bkz. Edouard Benes, “Milletler Cemiyeti: Son İki Asırda Sulh Hareketi”, FH, Sayı

351, (13.7.1940). 116Dergide Türk Devrimini değerlendiren bir diğer yazar Francesco Nitti’dir. Nitti,

“Türk İnkılabı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). “...Türkiyede genç Türklerin pek çabuk

zeval bulan teşebbüsleri istisna edilirse, hiçbir zaman ne hürriyet görülmüştür, ne

hakiki bir parlamento, ne de demokrasi. Mustafa Kemal bütün bunları işte her şeyden

mahrum olan memlekete soktu. İntihabat sisteminin zorluksuz işlediği,

parlamentonun daima iyi işlediği iddia olunamaz. Fakat ne de olsa imkan müsait

olduğu kadar işliyor...

“Zaferden sonra, tarihin şimdiye kadar şahit olmuş olduğu en büyük teşebbüslerden

birini yapmak, yani asırlardanberi müstebidane bir tazyike alışmış olan bir memlekete

demokrasi başlangıcı sokmak ve müslüman diyarında asri zamanların en büyük

Page 257: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

253

karşı oluşlarını, demokrasi aleyhine söz söylemelerini ve demokrasiyi

yerin dibine batırmak istemelerini anlayamadığını belirtmekte, bu

durumu onların demokrasiye, bilimsel anlamı dışında garip ve

kendilerince bir anlam vermelerine bağlamaktadır.117 Demokrasi “milli

hakimiyet”ten başka bir şey değildir. Anayasamız en değerli demokrasi

belgemizdir.118

Hüseyin Cahit’e göre, hükümdarlık rejimi insan doğasına uygun

olmayan bir rejimdir.119 Cumhuriyet, insanlığını duyan, kişilik sahibi bir

bireyin ruhsal, duygusal ve maddi ihtiyaçlarına o kadar uygun bir

yönetim biçimidir ki bir kere ona kavuşan bir ulus artık başka bir siyasal

biçime kolay kolay katlanamaz. Dünya ulusların özgürlüğüne doğru

layikleştirme işini başa çıkarmak şerefi ona aittir. Bütün iğvaata karşı koyarak,

kendisi halifeliği kabul etmedikten başka İstanbul halifeliğini de ortadan kaldırdı. Bu,

katolik memleketler için yalnız Kilise ile Devleti ayırmağa değil, Papalığı yok etmeğe

de muadildir.” 117Hüseyin Cahit, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, Sayı 9, (21.12.1933). 118a.g.m. Hüseyin Cahit, şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: “... Bugün memleketi

Cümhuriyet Halk Fırkası idare ediyor. Bugün Türkiyede bir halk hükümeti iktidar

mevkiinde bulunuyor. Türk inkılabı eski sultanların istibdat diyarına bu hürriyeti

getirmek şerefile bütün dünyaya karşı iftihar ediyor. Bu neticeyi temin için Türk

inkılapçıları, başlarında Büyük Şef, senelerce uğraştılar, kanlarını feda ettiler ve

nihayet dünyanın en necip ve yüksek hareketlerinden birini hakikat sahasına

çıkardılar.” 119Hüseyin Cahit, “Türk Cümhuriyetinin Onuncu Yıldönümü”, FH, Sayı 1,

(29.10.1933). “Bir adam çıkacak, Allah kendisine lütuf ve ihsan ettiği bir hak namına

milyonlarca halk üzerinde istediği gibi hüküm ve tasarrruf etmek iddiasına kalkacak.

Öyle bir idare altında yaşayacağız ki bütün hak mefhumu tek bir adamın keyfinden

ibarettir. Biz hepimiz bir köle mevkiinde kalacağız.

“Fikri biraz aydınlanmış, kendi kendisine düşünmeğe alışmış bir adamın böyle bir

rejime katlanmasına ihtimal olur mu?...”

Page 258: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

254

yürüyor. BDS’nda yıkılan hükümetler, dünyanın en kudretli en muazzam

sanılan mutlak hükümdarlıkları idi. Bu müthiş yıkılmaların içinden yeni

yeni demokrasiler belirdi. Türk Cumhuriyeti de savaş sonrasının bu yeni

demokrasilerinden biridir. Türkiye’de gerçekten değişen bir şey vardır.

Bu yalnız bir etiket farkı değil, ulusun ruhundan yeni bir hareket

zembereği canlanmasıdır, bir ulusun benliğini anlaması, hak ve özgürlük

alanına doğmasıdır. Hüseyin Cahit’e göre, “... tarihin bir asırlık cereyanı

kah belli, kah gizli, kah uyuşuk, kah ateşli, bu neticeyi hazırlıyordu.”120

Hüseyin Cahit, Nitti’den esinlenerek, bir ülkede demokrasinin

yaşayabilmesinin ilk koşulu olarak, demokrasinin yalnızca yasalarda

değil, aynı zamanda ahlak ve adetlerde de bulunmasını göstermektedir.

Bu koşul, Hüseyin Cahit’e göre, Türkiyede yerine gelmiştir.

“... Türk cemiyetinin bünyesi demokrasi hissiyatına, itiyadatına dayanır.

Türkiyede hiçbir zaman asalet sınıfı olmadı ve bir sınıf hakimiyeti görülmedi.

Türkiyede her fert kendisini diğeri ile müsavi hisseder. Asalet fikri batılları

sevkile Avrupa heyeti içtimaiyelerinde sınıflar arasında görülmüş olan fikir,

his ve yaşayış farklarını biz derin hayretlerle karşılarız. Padişahlık kalkınca

120“Son padişah ve halifenin hıyaneti yüzünden müttefik düşmanlar karşısında kendi

başına kalan millet vatan müdafaasında yalnız kendi varlığına ve kuvvetine

güvenerek senelerce çarpıştı, evlatlarının dökülen kanı içinde cümhuriyet terbiyesini

aldı ve cümhuriyet idaresini resmen ilan etmeden filen senelerce tatbik etti. Onun

içindir ki hükümdarlık rejiminden cümhuriyet rejimine geçiş millet için pek zaruri,

pek tabii, pek sade bir iş oldu. Ruhlarda zaten hazırlanmış olan içtimai ve fikri ıslahat

da bu siyasi inkılabı müteakıp birbiri ardınca fiiliyat sahasına çıktı. Uzun bir hürriyet

aşkı ile çırpınmamış, uzun bir halas iştiyakı ile yeni şekillere ve yeni hayata doğru

içinde hamleler hissetmemiş bir millette böyle bir inkılaba imkan olabilir miydi?”

Page 259: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

255

bütün Türkiye demokrasi ahlak ve adatı içinde yekpare bir şekil arzetti. Bizde

çok eski asırlardan beri teşekkül etmiş demokratik ahlak ve adatın

mevcudiyeti yüzündendir ki inkilap pek tabii geldi ve hiçbir ciddi aksülamel

tehlikesine maruz bulunmadı.”

Demokrasinin yaşayabilmesinin ikinci koşulu ise, bir orta sınıfın

bulunmasıdır. Hüseyin Cahit’e göre, bu koşul da Türkiye’de yerine

gelmiştir.121

“Türk cümhuriyetinin içtimaiyat sahasında hakiki kuvveti de işte bu orta

sınıftadır. Bugün Türkiyede etrafına kin ve nefret hissi dağıtacak bir

mütehakkim çok zenginler sınıfı yoktur. Eski Avrupanın sefil amele hayatını

süren ve bir nevi intikam hissile tutuşan yoksullar sınıfına da tesadüf edilmez.

Türk heyeti içtimaiyesinin bünyesindeki esaslı nesci bu pek kalabalık orta

sınıf teşkil eder.”

Hatta, bu iki koşul, Hüseyin Cahit’e göre, tam da Türkiye için

konulmuş gibidir. Bu nedenle, ülkemizin geleceğini büyük bir ümit,

sönmeyen bir şevk ve heyecanla karşıladığını belirtmektedir.

Bütün ilkelerin ve rejimlerin ülkelere göre uygulamada az çok

değiştiğini, demokrasinin de mutlaka filan ülkede uygulanan biçiminin

Türkiye’ye aynen alınmasının söz konusu olamayacağını belirten

121Nitti, “orta sınıf” derken şu toplumsal kesimlerin oluşturduğu sınıfı kastetmektedir:

Küçük arazi sahipleri, küçük tacirler, esnaf, küçük dükkancılar, az irat sahipleri,

heyeti umumiyelerile çok sıkıntı çekmiyen ve kolayca patron değiştirebilen ameleler.

Page 260: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

256

Hüseyin cahit’e göre, demokrasi taraftarı olmak mutlaka iktisadi

liberalizmi ya ilk klasiklerin benimsedikleri biçimde ya da daha sonraki

aşırı şeklinde kabul etmeyi gerektirmez. Siyasal liberalizm ile iktisadi

liberalizm, ona göre, ayrılabilir ve nitekim ayrıdır.122 Her ülke kendi

koşullarına göre demokratik rejimine bir biçim verir. Bizdeki

rejimin de diğerlerinden kendini ayıracak özel nitelikleri olması

doğaldır. Fakat, diğerlerinden farklı da olsa, niteliği demokrasidir.123

Fikir Hareketleri anayasada öngörülen özgürlükleri

savunmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

“...bu hürriyetler Avrupada on dokuzuncu asırda ilân edilmiş olabilirler.

Bu onların kıymetsiz olmaları için bir sebep midir? On dokuzuncu asrın

istihfaf edilmek istenilen bu hürriyetleri filân veya filân kavmin hususî

mahsulleri değil, bütün beşeriyetin şerefi ve hakkıdır.” 124

Bugün dünyanın en demokrat hükümetleri bile iktisadî

özgürlükten uzaklaşmışlardır. Bu nedenle, iktisadi devletçiliği

122Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35, (21.6.1934). 123Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). Hüseyin Cahit, Saltanat

kaldırılıp da Büyük Millet Meclisi ulusun egemenliği adına ülkeyi yönetmeye

başlayınca, kendisinin yeni rejimi “Cumhuriyet” olarak nitelediğini ve

alkışladığını belirtir. 124Hüseyin Cahit, “İnkılaba ve Hürriyete Dair”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). Hüseyin

Cahit’e göre, demokrasi taraftarlarının aşırılığı (ifratı) ve iktisadî özgürlüğü siyasal

özgürlüğün mütemim bir cüz’ü gibi algılamaları sosyalistlerde bu tepkiyi

doğurmuştur. Fakat, bir taraftan siyasal özgürlükler ile iktisadi özgürlüklerin

birbirinden ayrılmaz şeyler olmadığı kabul edildi. Diğer taraftan sosyalistlik

hareketi hemen hemen özgürlükçü bir demokrasi hareketi halini aldı.

Page 261: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

257

benimsemekle, Türkiye, kendi ilkelerini ve demokrasiyi inkâr

etmiş değildir.

“...Atatürk milletini orta çağların köhne an’aneleri ve müteassıb bağları ile

zincirlenmiş tefekkürün esaretinden kurtararak hür ve modern düşünce ve

hareket sahasına eriştirdi. Onun asıl büyüklüğü işte bundadır...”125

Cumhuriyetin bütün şerefi, Hüseyin Cahit’e göre, onu yapan,

kuran ve her gün sağlamlaştıranlara aittir. Ona göre, bir işi

düşünmek iyidir, fakat sadece düşünmekten ne çıkar? Şeref

düşünmekte değil, yapmaktadır. Düşünmek bir şeref ise bile, kendisi

buna istihkak iddiasında değildir.126

Hüseyin Cahit, bizdeki kimi “tetkikleri kıt, görüşleri sınırlı”

yazarların Avrupa’da özgürlüklerin ortadan kalkmasını demokrasi

aleyhinde bir kanıt gibi göstermeğe kalkmalarını yadırgamaktadır.

Avrupa’da özgürlük kavramının çok hücuma uğradığı, hattâ bazı

ülkelerde özgürlüğün ortadan kalktığı doğru ise de, Hüseyin Cahit’e

125Hüseyin Cahid Yalçın, “Milli Matem”, FH, Sayı 266, (26.11.1938). 126Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Parti Kurultayı Münasebetiyle”, FH, Sayı

81, (9.5.1935). “Ancak Maltaya götürülüp te, orada vatanın selâmeti Anadoludaki millî

mücadelenin zaferine bağlı olduğuna iman ettiğim zaman, Osmanlı hanedanına mensup

şehzadelerden hiçbirinin İstanbuldan Anadoluya geçerek milli ve vatanî vazifelerini

yapmadıklarını görünce, artık Osmanoğullarına Türk ülkesinde bir hayat hakkı

kalmamış olduğuna, artık bu memleket için cumhuriyetten başka bir rejim tasavvur

edilemiyeceğine hükmettim. Ben bu kanaate eriştiğim dakikada ise Anadoluda

cümhuriyet fi[i]len yerleşmiş bulunuyordu.”

Page 262: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

258

göre, bu gidişata imrenmek değil, üzülmek gerekir.127 Fikir

Hareketleri’nin işlediği konular bile, Hüseyin Cahit’e göre, demokrasi

lehinde kalbimize derin bir muhabbet vermeğe kâfidir.

“... Düşünmelidir ki bu makale silsileleri ne faşizm rejiminde yazılabilirdi ne

komünizm diyarında. Çünkü o rejimlerde fikir hürriyetine yer yoktur. Matbuat

hürriyeti akla bile getirilemez. O rejimlerde yalnız bir ses işitilir. Bu, hakkın,

ilmin, hakikatin ve realitenin objektif sesi değildir. Hüküm süren

diktatörlüğün keyfinin sesidir… Liberal demokrasi hür münakaşaya

göğsünü açmıştır. Hattâ kendini yıkmak istiyenlere bile müsavi bir düşünme

ve söyleme hürriyeti tanır. Şahsiyet sahibi bir insan için bundan başka teneffüs

edilecek bir hava tasavvur edilemez. Ferdler bir kürek hayatı geçirecek

olduktan, şahsiyetlerini, insanlıklarını inkişaf ettiremiyecek olduktan sonra,

baştaki rejimde ne kıymeti tasavvur edilebilir?”

Beşinci yılını tamamlayarak altıncı yılına basmış bulunan ve

geride kalan beş yıl içinde günlük siyasal olaylara hiç karışmadan sırf

objektif ve bilimsel olarak bütün toplumsal ve felsefi sorunlara, düşünce

ve ifade özgürlüğüne hiçbir sınırlama getirmeksizin değinen Fikir

Hareketleri, Cumhuriyet’in on beşinci yılının kadrini, nimetini bütün

azamet ve derinliği ile ilan etmeği kendisine bir görev saymaktadır;

çünkü, varlığını Cumhuriyet’in sağladığı olanak ve özgürlüğe borçludur.

127Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi [1],

FH, Sayı 83, (23.5.1935). Demokrasi idealine büyük bir devrim yaparak kavuşan bir

ülkede demokrasi düşmanlığının gençliğe sinsi sinsi sokulması yurtsever aydınlar için

izlenmesi gereken bir olaydır. Hüseyin Cahid Yalçın, “Bir Hulasa”, FH, Sayı 157,

(24.10.1936).

Page 263: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

259

Atatürk’ün büyüklüğü Türk’ü vicdan ve düşünce özgürlüğüne

kavuşturmasındadır, gerçek kurtuluşumuzun ancak bu özgürlük

sayesinde olacağını anlamasındadır. Türk Devrimi bu iki esaslı nimeti

bütün samimiyeti ile bize sağladı. Vicdan ve inanç özgürlüğü dünyanın

en özgür ülkelerindeki kadar bizde de vardır.128

“Milli hakimiyet rejimi felaketlerin sebebi değildir. Bazı yerlerde bu rejim

tereddi etmişse Falih Rıfkı Atay’ın da pek güzel takdir ettiği gibi, halkın

siyasi ve içtimai terbiyesindeki kifayetsizlik buna sebep olmuştur. Şu halde,

bütün beşeriyeti milli hakimiyet rejimine layık olacak bir hale çıkarmak

insaniyet için bir gaye teşkil etmemeli midir? Demokrasiler milyonlarca

insanı öldürerek, insanlar için ekmekten çok kıymetli olan hürriyeti

çiğniyerek mi o seviyeye yükseldiler?” 129

Diktatörlükler, Hüseyin Cahit’e göre, geçici rejimlerdir. Azınlık

diktatörlüğü bazen gerekli ve zaruri olabilir. Onu komünist ve faşist

diktatörlüklerden ayıran esaslı bir nitelik vardır: gayeleri. Diktatörlük

demokrasiyi kurmak ve güçlendirmek amacına yönelikse, amacı

bireylere özgürlük sağlamak, onları demokratik rejimde yaşatmaktan

ibaret ise, ancak o zaman mazur görülebilir. Bu türlü diktatörlükler ‘halk

ve gençlik yetiştikçe’ biraz daha lüzumsuz hale girerler ve ortadan

kalkarlar.130

128Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 262, (29.10.1938). 129Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 65, (17.1.1935). Yalçın, Fikir

Hareketleri’ni güncel siyaset tartışmaların dışında tutmak için, Falih Rıfkı Atay’ın

ülkemize ilişkin bazı görüşlerini değerlendirmemeyi yeğlemektedir. 130Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 66, (24.1.1935).

Page 264: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

260

5. Demokrasi Polemikleri

Fikir Hareketleri’nde yapılan polemiklerden büyük bir kısmı

demokrasi konusundadır. Hüseyin Cahit, derginin ilk yayın yılında

özellikle Kadro ile bu konuda sık sık polemiğe girmiştir. Ona göre,

Kadrocular, Türk Devrimini ulusal egemenlik ilkesinden (demokrasi)

ayırarak faşistliğe yahut devlet sosyalistliğine, hatta daha ileriye doğru

götürmeğe çalışmaktadırlar.131 Fikir Hareketleri ise, ulusal egemenlik

yandaşıdır; ulusçu, cumhuriyetçi, devletçi, devrimci, halkçı ve laiktir.132

“Fikir hareketleri her satırına varıncıya kadar milli hakimiyet, hürriyet ve

cümhuriyet taraftarıdır. Haykırıyorsam demokrasiye hücum edenlere, hürriyeti

yıkmak istiyenlere, faşistlik ve komünistlik rejimlerini dolambaçlı yollarla

müdafaaya kalkanlara karşıdır.” 133

131Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Tenvire Muhtaç İki Nokta”, FH, Sayı 37,

(5.7.1934). 132Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 1”, FH,

Sayı 44, (23.8.1934). “...Fikir Hareketleri inkılabın öz evladı diye ortaya çıkan, hatta

inkılabın halıkı gibi azamet ve gurur ile söz söyliyen Kadro’nun inkılabın ruhu olan

milli hakimiyet prensibine hücum ettiğini ve inkılabımızı Marksçılığa mal ettiğini

görünce vazifesini yapmış ve ortadaki ağız kalabalığına nihayet vermek istemiştir.”

Bu, bir bakıma, Fikir Hareketleri’nin yayınlanma gerekçesidir. 133Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 2”, FH,

Sayı 45, (30.8.1934).

Page 265: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

261

Polemiklerden bir diğerinin konusu Avrupaya hayranlıktır.134

Kadro, Hüseyin Cahit’e göre, Fikir Hareketleri’nde “derin Avrupa

hayranlığı” görmekte ve bunu Fikir Hareketleri için bir kusur ve bir suç

saymaktadır. Hüseyin Cahit, Kadro’nun kendisini doğru anladığını,

kendisinin bir Avrupa hayranı olduğunu, bu hayranlığın, “bize pantalon

nereden gelmiş ise ilim ve medeniyet de oradan gelecektir.” diye

haykırarak batılılaşmak gereğini savunduğu II. Abdülhamit zamanından

beri kendisinde var olduğunu, zaman geçtikçe hayranlığının arttığını

belirtmektedir. Hüseyin Cahit, Avrupa hayranlığının bütün gençlere ve

ülkeye yayılmasını istemektedir. Bu duygunun varlığı sayesinde

herkesin okuyacağını, çalışacağını ve öğreneceğini ileri sürmektedir.

Kaldıki, Avrupa’ya hayran olan yalnızca kendisi ve dergisi değildir.

Çocuklarımızı öğrenim için Avrupa’ya göndermekteyiz, üniversitemizin

kapılarını Avrupalı profesörlere açmaktayız, Türkiye’yi Batı uygarlığı

ailesine sokmak için çalışmaktayız ve her iş için Avrupalı uzman

aramaktayız. Bütün bunlar, ona göre, Avrupa hayranlığıdır. O, ne zevk,

safa ve eğlence Avrupasına ne de siyaset Avrupasına hayrandır. Onun

hayran olduğu Avrupa bilim, uygarlık ve düşünce Avrupasıdır. Bu

hayranlığında küçümsenecek veya yadırganacak bir yön görmemektedir.

134Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupaya Hayranlık”, FH, Sayı 27, (26.4.1934).

Kadro’nun Mart 1934 tarihli 27 nci sayısında İstanbul’da çıkan dergiler ele

alınmaktadır. Köşede, İsmayil Hakkı’nın (Baltacıoğlu) çıkardığı Yeni Adam’ın

bireyciliğin savunucusu olduğu, bu dergi varken Fikir Hareketleri’nin yayın hayatına

girmesine gerek bulunmadığı belirtilmektedir. Çünkü, Kadro’ya göre, bu iki dergi de

demokrattır ve Avrupa hayranıdır. Fikir Hareketleri’nin Kadro ile yaptığı polemikler

için bkz. Tekeli-İlkin, a.g.e., s. 376.

Page 266: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

262

Hüseyin Cahit’e göre, Fikir Hareketleri’ni Avrupa hayranı olmakla

suçlayan Kadro da Avrupa hayranlığı içindedir. Çünkü, Kadro,

savunucusu olduğu tarihsel materyalizmi Karl Marx’tan almıştır.

“... Şu halde Avrupaya hayranlık neden yalnız Fikir hareketleri’nde bulunuyor

da Kadro’da bulunmuyor? Neden bizim hayranlığımız fena oluyor, istihfaf ile

görülüyor da Kadro’nunki iyi ve yekane iyi bir hayranlık oluyor?

“Çünkü Kadro Avrupa’dan ilim ve fikir almak istememiştir, bir din ve iman

almıştır. Tercih ettiği peygamber Karl Marx ise bütün din vazıları gibi,

hakikatın yalnız kendisinde bulunduğuna inanır. Bu dinin salikleri de dünyayı

yalnız Karl Marx gözlüğile görürler, hakikatı yalnız onun sözlerinde bulurlar.

Binaenaleyh kim başka türlü düşünürse dalalettedir zannederler.”135

Oysa, Fikir Hareketleri, proleterya sınıfının egemenliğini, sınıf

diktatörlüğünü değil, düşünce ve vicdan özgürlüğünü, ulusal egemenliği

savunmaktadır. Fikir Hareketleri dar bir öğretinin savunduklarını

yayımlamamakta, işlediği konuları derinleştirerek okuyucularının kendi

anlayışlarıyla, kendi düşünüşleriyle konu hakkında özgür bir yargıda

bulunmak alışkanlığı edinmelerine çaba göstemektedir. 1930’ların

ulusçu ve emperyalist Avrupa’sına saldıran, doğru bildiklerini

korkusuzca söyleyen yazarların eserlerinden aktarma yapmaktadır.

Okuyucularına, kendileri ne kadar özgür iseler karşısındakileri de aynı

ölçüde özgür sayma ve karşısındakilerin düşüncelerine saygı duyma

davranışını aşılamaktadır. Bu bakımdan, Fikir Hareketleri’nin bazen

135Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupaya Hayranlık”, FH, Sayı 27, (26.4.1934).

Page 267: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

263

eklektik gibi görünmesini olağan larşılamak gerekir. Bir konu hakkında

derinlemesine bilgi edinebilmek, lehte ve aleyhte söylenen sözleri

bilmeyi gerektirir.

Şevket Süreyya, Kadro’da yayımlanan “Biz Avrupanın Hayranı

Değil Mirasçısıyız!” başlıklı makalesinde,136 Hüseyin Cahit’in, hemen

bütün Meşrutiyet aydınları gibi, yalnızca “nakilci ve tercümeci” bir

düşünsel temele dayandığını ve görünüşte Avrupai olduğunu

belirtmektedir.

“Hüseyin Cahit Bey, mesela bugünkü Türkiyenin, yahut bugünkü dünya

gidişinin şu veya bu meselelerini aksettiren bir fikir hareketinin değil, sadece

kendi devrinin ve kendi zümresinin mümessilidir. O devir ki, kısaca, biz

ismine Harp öncesi diyoruz ve o zümre ki harp öncesi Türkiyesinde sadece

kör bir Avrupa hayranlığından, körükörüne bir Avrupaya intibak kaygusundan

başka bir şey gütmemiştir.”

Şevket Süreyya’ya göre, BDS öncesi Avrupasının dünya çapında

bir üstünlüğü ve karşı çıkılamaz bir düşünsel hegemonyası vardı.

“Fakat şimdi yaşadığımız devir artık harp öncesi devri değildir ve bugünkü

Avrupa artık, bütün cihana yayılmış mutlak bir siyasi ve iktisadi hakimiyet

üstünde mutlak bir fikri hegemonyayı temsil eden harp öncesi Avrupası

sayılamaz. Bugün artık Avrupanın siyasi ve iktisadi kudreti gibi, en bariz

Fransız ihtilalinden beri bütün cihana yaydığı cemiyet görüşü de taarruza

Page 268: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

264

uğramış ve sarsılmaya başlamıştır. Ve düne kadar Avrupanın fikri

tahakkümüne boyun eğen geri memleketlerin yeni yetişen nesilleri bir taraftan

Avrupanın siyasi ve iktisadi hükümranlığına diğer taraftan da bu

hükümranlığın üstünde yaşıyan fikri hegemonyasına karşı tam bir mücadeleye

girişmişlerdir.”

Şevket Süreyya, kendilerinin Avrupa’nın ne iktisadi, ne siyasi, ne

ahlaki bünyesinin, hatta ne de düşünce dizgesinin hayranı ve izleyicisi

olamayacaklarını, Avrupa’nın yalnızca tekniğinin ve bilim yönteminin

hayranı ve hatta mirasçısı olduklarını belirtmektedir. Tarih boyunca

yöntem ve teknik uygarlıklardan uygarlıklara miras olarak geçmiş ve

bunları tevarüs eden uygarlık kendinden önceki uygarlığın her zaman

zıddı ve düşmanı olmuştur. Hatta, bu tevarüs işinde şimdi bizim ve bize

benzer ülkelerin Avrupa’ya bir teşekkür borcu duyması da düşünülemez.

Çünkü Avrupa’nın yarattığı bu yüksek teknik ve yöntem, yalnız onun

elinde toplanan teknik ve sermayenin, yani emperyalizmin bir eseridir.

Bu yüksek teknik ve sermaye ise, her şeyden önce, bizim gibi sömürge

veya yarı sömürge ülkelerin yıllardan beri ödediği değerlerle beslenmiş

ve üretilmiştir.

Şevket Süreyya, tarihsel materyalizmi Avrupa’dan, Karl

Marx’tan almış olduğu biçiminde Hüseyin Cahit tarafından kendisine

yöneltilen suçlamayı şöyle yanıtlamaktadır:

136Şevket Süreyya, “Biz Avrupanın Hayranı Değil Mirasçısıyız!”, Kadro, Sayı 29,

Page 269: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

265

“Aşikar bir şeydir ki tarihi maddiyetçilik Avrupai bir mahsuldür. Fakat bu

mahsul ilimde sadece metottan başka bir şey değildir. Eğer biz tarihi

maddiyetçiliğin, muasır Avrupa nizamını mütaleaya tatbiki demek olan ‘ilmi

sosyalizmi’ de aynen alsak ve bunun hükümlerini bugünkü Türk cemiyeti için

de aynen varit telakki etseydik o zaman bizden evvelki neslin, yahut o nesle

mensup muarızlarımızın hatasını aynen tekrar etmiş olur ve milli bünyeyi

tahlilde hiçbir zaman şahsiyetleşemezdik. Çünkü malumdur ki, Hüseyin Cahit

beyin de dahil olduğu bütün o neslin münevverleri için Avrupa ancak kül

halinde alınan bir şeydi...”

Şevket Süreyya, Kadro’nun tarihi maddeciliği hiç bir zaman

örneğin Türk Devrimi hakkında hazır bir hüküm gibi almadığını, buna

karşılık, Fikir Hareketleri’nde Türk Devriminin, siyaseti ve düşüncesi

kendi ülkesinde bile iflas etmiş ve o ülkeden kovulmuş bir İtalyan’ın,

Francesco Nitti’nin kaleminden anlatıldığını örneklemektedir. “Belirli

bir içtimai mektebi temsil ve müdafaa etmediğini ve bütün cehdinin

Avrupanın fikri sermayesinden mümkün olduğu kadar fazla miktarını

ülkemize nakletmek olduğunu” belirten Fikir Hareketleri’ne, Şevket

Süreyya, şu suçlamaları yöneltir: Devrim içindeki Türkiye’nin yolunu ve

Türk gençliğini aydınlatmak konusunda ne Nitti’nin ne de Sforza’nın

verebileceği bir şey vardır. Adı Fikir Hareketleri olan bir derginin

Devrim Türkiye’sinde ülke gençliğine eklektizmden, mesleksizlik ve

hedefsizlikten başka şeyler vermesi beklenirdi. Her hangi bir öğretiye

dayanmadığını ileri sürse de, Fikir Hareketleri liberalizm taraftarıdır.

(Mayıs 1934). Bu makale ve yankıları için ayrıca bkz. Tekeli-İlkin, a.g.e., s. 387-8.

Page 270: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

266

Hüseyin Cahit, Şevket Süreyya’nın bu suçlamalarına yanıt

vermekte gecikmemiştir.137 Kadro’nun, Avrupa uygarlığının mirasçısı

olarak ortaya çıktığını, elindeki tek sermayenin ise bir “lukata”dan

(kimsenin artık yüzüne bile bakmadığı, bilimsel değerden yoksun, köhne

eserler müzesine çekilmiş, eksik ve kusurlu bir anlayış) ibaret olan

“tarihi maddiyetçilik” yöntemi olduğunu belirten Hüseyin Cahit’e göre,

Kadro acınacak bir durumdadır. Savaş’tan önceki ve sonraki Avrupa

konusunda Şevket Süreyya’nın yaptığı değerlendirme “pek basit ve

iptidai, … pek sathi ve aculane”dir. Bu ülkede körü körüne bir Avrupa

hayranlığı güden aydın bir zümre yoktur. Kendisi, yalnızca bilim ve

uygarlık Avrupa’sına hayrandır, bugünkü devrim Türkiye’sinin

“Avrupalılaşmak” arzusu da budur. Avrupalılaşmak demek kendi

kişiliğimizden vazgeçmek, kendi benliğimizi unutmak demek değildir.

Bunu, ancak “... hakiki surette fikri tenevvür etmemiş gafiller ve

cahiller...” düşünebilir. Avrupa uygarlığı içinde yer alan Fransızlar,

İngilizler ve Almanlar birbirinin körü körüne taklitçisi olmadıkları gibi,

kendi milliyet, gelenek ve kişiliklerini korumuşlardır. Bunların ortak

noktaları bir “Avrupa uygarlığı”nı oluşturur. Avrupalılaşmaktan Hüseyin

Cahit’in anladığı, bu ortak niteliklere yükselmektir. “… bu ilim, teknik

ve metot Avrupasından başka bir nasyonalist ve emperyalist, istismarcı

ve insafsız Avrupanın bulunduğunu ben de bilmekteyim. Bunun içindir

ki, Fikir Hareketleri’nin önceki sayılarında Avrupanın nasyonalizm

137Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35, (21.6.1934).

Page 271: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

267

dalaletlerini, emperyalist hırslarını gene Avrupanın en salahiyettar

kalemleri tarafından şerh ve takbih edecek yazılara yer verilmiştir.”138

Hüseyin Cahit, bizde öteden beri kara cehaletten ve tutuculuktan

kaynaklanan bir Avrupa düşmanlığı bulunduğunu, bu tür düşmanlığın

şimdi ulusal gurur görüntüsü altına gizlenmek suretiyle sürdürülmeye

çalışıldığını belirtmektedir. Şevket Süreyya’nın Savaş sonrası

Avrupa’sına ilişkin betimlemesi, Hüseyin Cahit’e göre, “... hakikate pek

dar bir cepheden, eksik bir surette bakmak mahsulüdür...” Savaş sonrası

Avrupa’sının düşünsel hegemonyasının bulunmadığını, yeni nesillerin

buna karşı mücadeleye giriştiklerini söylemek, hiçbir yarar sağlamayan,

düşünsel hegemonyaya karşı mücadele etmek gibi bir takım soyut

kavramları ortaya atıp boş yere ve “muttasıl” [biteviye] çene çalmak”tır.

Fikir Hareketleri’nin Avrupa’dan aktardığı fakat Kadro

tarafından beğenilmeyen malzeme, Hüseyin Cahit’e göre, bugün

üniversitelerimize getirilen Avrupalı profesörlerin gençlerimize

verdikleri derslerle koşut ve onlara uygun bir malzemedir. Kendisi, bilim

ve yöntem konusunda Kadro saflarında bulunmaktan ise üniversitemizin

Avrupalı profesörlerinin arkasında bulunmayı yeğlemektedir.139 Ayrıca,

138a.g.m. 139Ulusal egemenlik (demokrasi) ilkesinden ve felsefesinden başka Türk gençliğine

salık verebileceği bir şey bulunmadığını, demokrasinin bunalım geçirmekte olduğunu,

bununla birlikte, daha iyi başka bir rejim ve ilke vazedilemediğini, Savaş sonrası

rejimi olarak ortada duran bolşevikliğin de faşizmin de, bir adamın kişisel istibdadına

bir felsefi külah geçirmek için icat edilmiş hokkabazlıktan başka bir şey olmamaları

Page 272: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

268

Fikir Hareketleri mesleksiz ve hedefsiz değildir; ulusal egemenlik

taraftarıdır.140

Türk Devriminin şeflerinin sözleri, Devrimin düşünsel ve siyasal

“abide”leri ortada dururken, Türk Devrimini demokrasiden (ulusal

egemenlik) ayırarak faşistliğe yahut devlet sosyalistliğine, hatta daha

ileriye doğru götürmeğe çalışmak veya öyle göstermek fazla bir

cür’etkarlıktır. Hüseyin Cahit, Kadro’nun kullandığı yöntemleri şöyle

sıralamaktadır: milliyet hislerimizi gıdıklama, herkesten üstün olmak

için kimseye benzememek arzuları, bütün cihana örnek ve önayak olma

savı, taklitçiliğe ve özellikle Fransız Devriminin taklitçiliğine, onun

ürünü olan demokrasiyi taklit küçüklüğüne düşmekten nefret... 141

Devrimimizi ve demokrasimizi sağdan ve soldan gelen her tür

saldırıya karşı korumak, Hüseyin Cahit’e göre, yurttaşlık

sorumluluğunun bilincindeki her Türk için en büyük ödevdir. Devrim

çözümlemelerinde de belirtildiği gibi, 2444 sayılı Yasa da, ülkemizde

milliyet ve demokrasi esaslarına aykırı fikir cereyanlarının yayılmasına

engel olmak için önlemler almayı ve bu gibi cereyanlara karşı “yayın

yoluyla” mücadele etmeyi Matbuat Umum Müdürlüğünün görevleri

bakımından, dünya kadar eski olduklarını, bu uşaklıkları Türk gençliğine salık

vermemekle kabahat işlemediğini düşündüğünü belirmektedir. 140a.g.e. 141Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Tenvire Muhtaç İki Nokta”, FH, Sayı 37,

(5.7.1934).

Page 273: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

269

arasında saymıştır.142 Yasa’da mücadelenin güç kullanılarak değil de

yayın yoluyla yapılmasının salık verilmesini, Hüseyin Cahit, Moskova

ve Roma’yı örnekleyerek, Türk Devriminin bir demokrasi devrimi

olduğuna kanıt olarak göstermektedir.

“... Moskova ile Roma gözümüzün önünde duruyor. Oralarda fikir mücadelesi

yoktur, fikir yoktur. Yalnız müthiş ve kat’i bir zulüm ve tazyik vardır. Vicdan

ve fikir hürriyetini boğan, fikri ortadan kaldıran, yalnız keyif ve istibdadı

imkan kılan bir rejim...”143

Kadro’nun Nitti’yi küçümsemesi Fikir Hareketleri’nce

yadırganmaktadır. Nitti’nin İtalya’yı terk etmesinin nedeni, Fikir

142Hüseyin Cahit’in 2444 sayılı Matbuat Umum Müdürlüğü Teşkilatına ve Vazifelerine

Dair Yasanın yukarıda değinilen hükmüne atıfta bulunmasını, Tekeli ve İlkin,

Kadro’nun demokrasi konusundaki olumsuz tutumunun adeta ilgililere şikayet

edilmesi olarak değerlendirmektedir. “Hüseyin Cahit Beyin bu satırları yazmasının ne

anlama geldiğini anlamak için bu dönermde Kadrocu Vedat Nedim’in matbuat umum

müdürü olduğunu hatırlamak gerekir.” Bkz. Tekeli-İlkin, a.g.e., s. 390. Kadro’nun

Temmuz 1934 tarihli 31 inci sayısında, Şevket Süreyya, 2444 sayılı Yasa ile her türlü

telkin araçlarının devletin denetimi altına alınmasının devrimci bir adım olduğunu

ileri sürmektedir. 143Hüseyin Cahit, Kadro’yu samimi olmamakla suçlamaktadır. “Bugün Türkiyede işte

demokrasi aleyhinde yazılabiliyor. Fakat ne faşistlikte, ne bolşeviklikte faşizm ve

komünizm aleyhinde yazmak değil bir tek lakırdı söylemek bile an haricindedir. (...)

Fikir Hareketleri demokrasi prensiplerinin aleyhinde bulunulmasına hayret etmez.

Yalnız bizim karşımızdakinden istediğimiz şey açık ve samimi olmaktır. Türk

inkılabının evlatları mıyız? Demokrasi prensiplerini takip edeceğiz. Fakat bir taraftan

Türk inkılabına taraftar görünmek, hatta Türk inkılabı namına söz söylemek

salahiyetini haiz imiş gibi azamet satmak, diğer taraftan da demokrasiyi bir tarafa

atarak sağ ve sol istibdat şekillerine doğru yürümek: işte bu olmaz. İkisinden birini

tercih etmeli, mantıki olmalı, samimi olmalı. Bu şart ile, dediğim gibi, her kanaat

hürmete şayandır ve üzerinde münakaşa yürütülmeğe layıktır.”

Page 274: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

270

Hareketleri’ne göre, ülkesinde tutunamaması değil, Mussolini’ye

dalkavukluk yapmak istememesidir.144

Şevket Süreyya’nın, Kadro’nun 31 inci sayısındaki “Hüseyin

Cahit Bey’in Hazin Tarafı” başlıklı makalesinde, Avrupanın mirasçıları

derken ulusal kurtuluş hareketlerini kastettiğini belirtmesi üzerine,

Hüseyin Cahit,145 Şevket Süreyya’nın mirasçılık iddiasından

döndüğünü, iddiasını hafiflettiğini belirtmiştir. “Kadro 'nun lâkırdıyı

evirip çevirip nihayet bütün o yükseklerde uçan ‘mirasçılık’

iddiasını Avrupadan ilim, ihtisas ve teknik almağa inhisar ettirmesi

aramızda görünüşte fikir bakımından hiçbir fark bırakmıyor.”

Oysa, Hüseyin Cahit’e göre, Fikir Hareketleri ile Kadro

arasındaki uyuşmazlık çok derindir ve anlaşmalarına da olanak

yoktur. Çünkü, Kadro Marksçıdır, dünyayı tarihî maddiyetçilik

gözlüğüyle görmektedir. Avrupa bilim çevrelerinde artık ciddiye

alınmayan köhne Marksçılığı bugünün en yeni bir cereyanı gibi

sunmak emelindedir. Buna karşılık Fikir Hareketleri özgürlükçüdür,

ulusal egemenlik yandaşıdır; ulusçudur, cumhuriyetçidir, devletçidir,

devrimcidir, halkçıdır ve laiktir. Kadro, Devrimimizin özü olan ulusal

144Şevket Süreyya, 31 sayılı Kadro’da (Temmuz 1934) verdiği yanıtta, Hüseyin

Cahit’in yazısındaki üslubu hafif bulduğunu belirtmektedir. Şevket Süreyya’ya göre,

Avrupanın mirasına konması söz konusu olan, Kadro değil, ulusal kurtuluş

hareketleridir. Şevket Süreyya, siyaseti kendi ülkesinde bile iflas etmiş olan Nitti’nin

savunulmasını anlayamamaktadır. 145Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 1”, FH,

Sayı 44, (23.8.1934).

Page 275: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

271

egemenlik ilkesine saldırmakta ve Devrimimizi Marksçılığa mal

etmeye çabalamaktadır. Fikir Hareketleri, kendi üzerine düşen görevi

yapmış ve buna izin vermemiştir.

Hüseyin Cahit’e göre,146 Şevket Süreyya’nın Avrupa’nın

emperyalizmine yalnızca Marxçıların isyan ettiği görüşü doğru

olmadığı gibi, Nitti’nin faşistlerle anlaşamamış olmasını Şevket

Süreyya’nın kusur gibi sunması da anlaşılır şey değildir. Şevket

Süreyya, yeni ve sol nitelikli hareketlerin mutlaka daha iyi olduğu

biçiminde bir yanılgı içindedir.

Hüseyin Cahit - Şevket Süreyya polemiğinde ihbarcılık suçlaması

da gündeme gelmiştir. Hüseyin Cahit, Şevket Süreyya’nın Kadro’daki

“Hüseyin Cahit Beyin Hazin Tarafı” başlıklı makalesini Fikir Hareketleri

hakkında, ciddî bir kalem sahibi hesabına eseflerle karşılanacak

“bazı imalı ve telmihi isnatlarla” bitirdiğini147 belirtiyor. Hüseyin

146Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 2”, FH,

Sayı 45, (30.8.1934). 147Şevket Süreyya’ya göre, Hüseyin Cahit’in yazı taktiği iyi bilinirse, “Fikir

Hareketleri”nde haykıran ruhun gerçek hedefi daha kolay anlaşılır. Taktik şudur:

“Başkasının dilile ve başkasından bahseder gibi yaparak muhatabına veya muhitine

kendi ruhi tehevvürlerini haykırmak!” “… aynı taktik zahiren Türkiye ile hiç alakadar

değilmiş gibi görünen ve bir takım hüviyeti meşkuk ecnebilerin imzalarını taşıyan

yazılarda da hakimdir. Bakarsınız ki bir ecnebi yazısı Fikir Hareketleri sahifelerinde

ya liberalizmi, ya parlamentarizmi müdafaa eder. Ya liberal demokrasilerin lehinde,

ya diktatörlüklerin aleyhinde bulunur. Filvaki bütün bu yazılar, başka memleketlerde

ve başka memleketler için yazılmıştır. Hatta İstanbul’da neşrolunan bir mecmuada

nasıl yer bulduğuna da hayret edersiniz. Fakat hayır! Bu işin sadece zahiridir.

Hakikatte bu sahifelerde konuşan Hüseyin Cahit Beyin öz ruhudur ve bu ruhu bizde

Page 276: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

272

Cahit’e göre, ilk sataşan Kadro olmuştur. Hüseyin Cahit’in bütün

ideali bugünkü Devrim ve cumhuriyet kavramıdır.

“... Fikir hareketleri her satırına varıncıya kadar millî hâkimiyet, hürriyet ve

cumhuriyet taraftarıdır. Haykırıyorsam demokrasiye hücum edenlere,

hürriyeti yıkmak istiyenlere, faşistlik ve komünistlik rejimlerini dolambaçlı

yollarla müdafaaya kalkanlara karşıdır. Benim vaziyetim açık, insicamlı

ve mantıkîdir. Şevket Süreyya Beyin ihbar ettiği gibi, ben ‘bugünün

şartlarına karşı’ bir silâh kullanmak ihtiyacında değilim. O silâhı millî

hâkimiyeti yıkmağa ve çürütmeğe kalkanların kullanması lâzım gelir. Fikir

Hareketleri olsa olsa, neşriyatile, bu el çabukluğunun mahiyetini meydana

koymuş olur.”

Polemik, Şevket Süreyya’nın Kadro’nun Eylül 1934 tarihli 33

üncü sayısındaki “Hüseyin Cahit Bey Öncü” başlıklı makalesi ile

sürmüştür.148 Şevket Süreyya, Hüseyin Cahit’i, her konuda (meşrutiyet,

anlıyanlar, benimsemiyenler, hatta koruyanlar yoktur denemez. Fakat bütün bunlara

rağmen şu da bir hakikattir ki bu telmih ve micaz sanatı şarkta yeni değil, eskidir.

Hatta bizzat Hüseyin Cahit Bey gençliğinde, o zaman hem meşrutiyet hareketine, hem

de bizzat şahsına karşı kullanılan bu kötülemiş tenkit tarzına karşı uzun zaman

mücadele etmek mecburiyetinde kalmıştı. Şimdi aynı taktiğin kendileri tarafından

bugünün şartlarına karşı bir silah gibi kullanılması, herşeyden evvel Hüseyin Cahit

Bey hesabına hazindir.” Şevket Süreyya, Kadronun 31 inci sayısındaki makalesini,

büyük puntolarla yazdığı, “Türkiye’de en büyük ve en emniyetli kredi kaynağı devlettir

ve yeni bir devlet kredileri siyaseti, yarınki maliye plan ve siyasetimizin de mucizeli

unsuru olacaktır.” ibaresi ile bitirmiştir. Bu polemik için, Tekeli-İlkin, a.g.e., s. 398. 148 Bu makaleyi kaleme alma nedenini açıkladığı dipnotta, Şevket Süreyya, Hüseyin

Cahit ile “bir münakaşa şeklini alan mukabil yazılar” yayınlamakta olduklarını, en

son olarak Avrupa hayranlığı konusunda tartıştıklarını, kendilerinin, “... Avrupanın

metot ve tekniğini alır, fakat rejimlerini almayız, bu itibarla da milli kurtuluş

hareketleri tarihi bakımından Avrupanın metot ve teknik bakımından bir mirasçısıdır,

Page 277: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

273

cumhuriyet, dil, edebiyat, kadın hakları, toplumsal reformlar, dini

reformlar, ulusçuluk, halkçılık, devrimcilik) kendini öncü göstermekle

suçlamaktadır.

“Her nereye giderseniz gidiniz, siyasiyattan, edebiyattan, içtimaiyattan,

ilimden, filandan demvurulan her yerde ve dem vuran her kesin önüne titrek

bir gölgenin, yerinden fırlamış gözler ve artık istikametini kaybetmiş bir

tehevvürle dikilerek: - Nereye ayak basıyorsunuz efendiler! Orası da benimdir!

Orayı evvela ben işgal etmiştim. Benden müsaade alınız! Diye ayaklarını

sürterek üstünüze yürümeğe çalıştığını göreceksiniz”149

Hüseyin Cahit’in, her şeydeki ilk olma özelliğini kapitalizme ve

emperyalizme karşı olmada da sürdürmesi, bu alandaki öncülüğünü

Fikir Hareketleri’nin 44. sayısındaki makalesinde dile getirmesi, Şevket

Süreyya’yı en çok kızdıran şeydir. Hüseyin Cahit’in Duyunu Umumiye

ile olan yakın ilişkisini ve emperyalizmi algılayış biçimini irdeleyen

zaten her medeniyet devri, kendinden evvelki devrin metot ve tekniğine bu suretle

tevarüs etmiştir.” dediklerini, Hüseyin Cahit’in ise, bu konu üzerindeki tartışmayı

bildik sözcük oyunculuğuna intikal ettirdiğini ve çıkardığı sonuçlara göre Kadro’un

komünist, Fikir Hareketleri’nin de laik, cumhuriyetçi, halkçı, devrimci ve devletçi

olduğunu “taayyün ediverdi”ğini belirtmektedir. “İş bu şekli alınca, (...) münakaşayı

daha esaslı bazı merkezlere toplamak ve en sonunda Hüseyin Cahit Beyin

inkılapçılık, laiklik, cumhuriyetçilik, halkçılık ve devletçilik karakterinin reel kıymeti

üstünde konuşmayı faideli bulduk. Bu yazı işte bu maksatla yazılmıştır.” 149Bu hayalin neslimizin peşini bırakmayacağını ileri süren Şevket Süreyya, bu insan

tiplerinin karakter çözümlemesini yapmaktadır.

Page 278: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

274

Şevket Süreyya, antiemperyalizm konusunda da öncülüğü kimseye

kaptırmak istemeyen Hüseyin Cahit’i kıyasıya eleştirmektedir.150

Şevket Süreyya Bey tarafından ileri sürülen “Hüseyin Cahit’in

her konuda kendisini öncü ilan ettiği” savının geçerli olmadığını,

Düyunu Umumiye meclisindeki Türk delegeliği görevini kendisi ihdas

etmediği gibi, kendisi için de ihdas edilmediğini, bugün de bir Türk

yurttaşının o görevi aynı yetkilerle yürütmekte olduğunu, şayet o görev

yurdu sevmeğe ve antiemperyalizm olmağa bir engel teşkil etseydi

bugün mevcut olmayacağını, Duyunu Umumiyeye dokunulmamasını

sağlamaya çalıştığına dair iddianın kesinlikle yalan ve aynı zamanda

iğrenç bir iftira olduğunu ileri sürmektedir. Hüseyin Cahit, Kadro ile

sürdürdüğü polemiğin sonuçlarını şöyle özetlemektedir:

“l- Kadrocular Avrupanın mirasçıları olmak iddiasile ortaya atıldıkları

halde, bunun gülünçlüğü azıcık teşrih edilince, tekrar büzülmüşler,

tevillere baş vurmağa kalkmışlardır.

“2- Marx’çılığı neşr için hâkimiyeti milliye aleyhtarlığı bahsinde ne kadar

ihtiyatsızca hareket ettiklerini ve pek fazla ileri gittiklerini görerek

susmayı tercih etmişlerdir.

“3 - İnkılâp kelimesinin Avrupadaki ve bizdeki mâna farklarından istifade

ederek millî türk inkılâbını Marx’cıların inkılâbı ile karıştırmak yolundaki

150Hüseyin Cahit, bir süre sonra, Şevket Süreyya ile olan tartışmanın artık kişiselleştiği

kanısına varacaktır. Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Şahsiyata Dökülen Bir

Münakaşa”, FH, Sayı 52, (18.10.1934).

Page 279: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

275

gayretlerinin boşa çıktığını ve bu el çabukluğunun sökmeyeceğini

görmüşlerdir. Millî türk inkılâbı namına Kadro söz söyliyemez.”151

Başvekil İsmet Paşa’nın demiryolunun Sıvas’a varması

dolayısıyla yaptığı konuşmada Türkiye’nin “mutedil devletçi”

olduğunu açıklamasını, Ahmet Hamdi (Başar), Türkiye’nin

demokrasiyi arkada bırakarak yeni bir aşamaya girmesi olarak

değerlendirmiştir. Hüseyin Cahit’e göre ise, Ahmet Hamdi’nin bu

yargısı ancak “mutedil hattâ şiddetli devletçilik ile demokrasi

birbirine uymaz iki kanaat” olması halinde geçerli olabilir. Oysa,

devletçilik ile demokrasi uyuşabilir. Çünkü, demokrasi mutlaka

iktisadi özgürlükçülük demek değildir. İktisadî özgürlükçülüğü bir

takım özel şartlar doğurur. O şartların gerçekleşmediği yerde iktisadi

özgürlükçülüğün anlamı yoktur. Nitekim, dünyanın bugünkü

durumu, bir çok kusurları olmasına karşın, devletçiliğin

benimsenmesini zorunlu kılmaktadır. Devletçiliği benimseyen

ülkeler ve bu arada Türkiye, bugünün dünyasının gereklerini

yerine getirmekle demokrasiden ayrılmış sayılamazlar.152

151“Ben Kadrodan tasvip ve takdir beklemiyorum, bekliyemem de. Çünkü Marksçı ve

tarihte maddiyetçi değilim. Bunların bugünkü irfan ve ilim sahasında ne kadar

köhne ve esassız şeyler diye telâkki edildiğini en salâhiyettar kalem sahiplerinden

yaptığım tercümelerle gösteriyorum. Şu halde, iki zıt mesleğin çarpışması pek

tabiîdir. Kadroculardır ki karşılarında emellerine ve mesleklerine engel telâkki

ettikleri bir mecmua görünce kendilerinden geçmişler ve nihayet şahsiyata kalkarak

gürültüden ve iftiradan medet ummuşlardır. Mesleklerinin doğruluğuna kendilerinin

bile güvenemediklerine bundan daha kuvvetli delil mi olur?”a.g.m. 152Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Page 280: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

276

Nurullah Ataç’ın, Nitti liberalizmini savunduğu için Hüseyin

Cahit’e “Durmuş Bir Adam” adını yakıştırması üzerine Hüseyin

Cahit onu şöyle yanıtlamıştır.

“Liberalizm bile Nurullah Ata Beyin hoşlanmadığı bir kimse tarafından

müdafaa edilirse fena oluyor! Filhakika, dünyada yalnız Nurullah Ata Bey

var. Her şeyi o bilir, Avrupanın her memleketi, her mesleği, her siyasisi

hakkında en doğru hükümleri yalnız o verir ve onun beğenmediği

kimselere kıymet vermeğe kalkanlar ‘durmuş’ olurlar. Fakat, ne

yapayım, ben Nurullah Ata Beyin arkasına düşüp te gülünçlük

dünyasında yürümekten ise Mösyö Nitti'nin tarafında kalarak ‘durmuş’

olmayı daima tercih edeceğim.”153

Falih Rıfkı’nın 1932 yılında yayımladığı ve Moskova-Roma

karşılaştırmasını içeren kitapta154, demokrasiye (ulusal egemenliğe) karşı

153Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Kendine Tapan Bir Adam”, FH, Sayı 16,

(8.2.1934). 154Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 65, (17.1.1935). Hüseyin Cahit,

Falih Rıfkı’nın Sovyetler Birliği hakkında 1931 yılında yazdığı kitabı değerlendirdiği

makalesinde, çon önemli gözlemleri içeren bu kitabın sosyalist sanayiin kapitalist

sanayiden daha iyi inkişaf edeceği, sosyalist işçilerin kapitalist işçilerden daha

müreffeh olacağı ve sosyalist eşitlikçi toplumun gerçekleştirileceği gibi hayati

konularda yeterli bilgi içermemesini ve bazı konuların çözümlemesinden

kaçınılmasını yadırgamaktadır. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Bay Falih

Rıfkı Atay Yeni Rusya (1)”, FH, Sayı 63, (3.1.1935). Falih Rıfkı’nın Sovyetler

Birliği hakkında 1931 yılında yazdığı kitabı (Yeni Rusya) tanıtan Hüseyin Cahit’in

belirttiğine göre, Falih Rıfkı, komünizmin esas davalarını ve bu davaları ne dereceye

kadar tatbike muvaffak olduğunu doğrudan doğruya incelemek istememiştir. Hüseyin

Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: bay Falih Rıfkı Atay Yeni Rusya (2)”, FH, Sayı 64,

(10.1.1935).

Page 281: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

277

beslenen nefretin kolaylıkla sezilebildiğini belirten Hüseyin Cahit, buna

anlam verememektedir. İktisadi devletçiliğin bizdeki ve Avrupadaki

algılanış biçimleri konusunda Fikir Hareketleri’nde Hüseyin Cahit’in

yazdığı makaleye Ahmet Hamdi Kooperatif’te yanıt vermiştir.

“İçimizden biri... iktisadi ve siyasi hayat diye cemiyette birbirinden

ayrılabilen iki safha varmış gibi iktisadi hürriyeti red, ondokuzuncu asrın

siyasi hürriyetini kaydu şartsız müdafaya çalışırsa, bu fikirlere inkılap

namına yüz vermemek mecburiyetindeyiz.”

Hüseyin Cahit, Ahmet Hamdi’nin sözlerini eski bir sosyalist

yahut bugünkü bir komünist veya bolşevikten duymuş olsa hiç

yadırgamayacağını ve hatta olağan karşılayacağını belirtmekte,

kendisinin XIX. yüzyılın siyasal özgürlüklerini savunan düşüncelere

hangi devrim adına yüz vermemek zorunda olduğunu, hangi devrim

adına konuştuğunu Ahmet Hamdi’ye sormaktadır.

“Ben Türk inkılabının teşkilatıesasiyesile temin edilen milli hakimiyet

hürriyetlerini müdafadan başka bir şey yapmıyorum. Bu hürriyetler avrupada

ondokuzuncu asırda ilan edilmiş olabilir. Bu onların kıymetsiz olmaları için

bir sebep midir? Ondokuzuncu asrın istihfaf edilmek istenilen hürriyetleri

filan veya filan kavmin hususi mahsulleri değil, bütün beşeriyetin şerefi ve

hakkıdır.”

Hüseyin Cahit, sosyalistlerde demokrasiye karşı bir tepkinin

doğmasını, demokrasi taraftarlarının aşırıya gitmelerine ve iktisadi

Page 282: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

278

özgürlüğü siyasal özgürlüğün tamamlayıcı bir ögesi olarak

algılamalarına bağlamaktadır. Ona göre, eskidiği ve modasının geçtiği

ileri sürülen anlayışlar da, zaten, bu iki özgürlüğü “mütemmim cüz”

sayan anlayışlardır. Çünkü, bir yandan demokrasilerde siyasal

özgürlükler ile iktisadi özgürlüklerin birbirinden ayrılmaz şeyler

olmadığı görülmekte ve kabul edilmektedir. Öte yandan, başlangıçta

demokrasi karşıtı olan sosyalistlik hareketi de hemen hemen özgürlükçü

bir demokrasi hareketi halini almaktadır. İngiltere’de ve diğer bir çok

Avrupa ülkesinde sosyalistler hükümete geldiler. Yaptıkları şey

demokrasiden farklı olmadı.

“... Onun için, bugün iktisadi hürriyet ve siyasi hürriyet çarpışmaları

münasebetiyle demokrasi aleyhinde işittiğim şu sözleri Avrupada çoktan

halledilip bitmiş gürültülerden artakalmış aksisedalar diye telakki ediyorum.

Tıpkı bazı modaların birkaç sene geçtikten sonra İstanbula’a gelmeleri gibi!

“Hatta, gariptir, bizde o kadar istihfaf edilmek istenilen iktisadi hürriyet

mesleği bile Avrupada öyle zannedildiği gibi ölmüş, ‘mumya haline gelmiş’

bir telakki değildir. Bu, ifratlarını bırakarak eski büyük klasiklerin

prensiplerine dönüyor, diğer taraftan iktisadi hürriyet prensiplerini şiddetle

istihfaf etmiş olanlar da çok ileri gitmiş olduklarını anlıyorlar. Arada bir

anlaşma ve kaynaşma vukugeliyor.”155

155Hüseyin Cahit, liberal ve müdahaleci mekteplerin devletin iktisadi yaşama karışması

konusundaki görüşlerinin, liberal iktisatçıların ifratı bırakmaları nedeniyle, son yirmi

beş yılda, birbirine yaklaştığına işaret etmektedir. Bu durum, ona göre, iktisadi

düşüncenin geliştiğinin göstergesidir.

Page 283: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

279

“Demokrasinin milli hakimiyet prensibinden başka bir şey olmadığı

düşünülünce iktisadi hürriyetin bir demokrasiden katiyen ayrılmaz bir esas

adedilemeyeceği derhal anlaşılır. Bugün dünyanın en demokrat hükümetleri

bile iktisadi hürriyetten uzaklaşmışlardır. Amerika, İngiltere, Fransa, ilah artık

demokrasi memleketleri saymayacak mıyız?”

Türk Devrimi, Hüseyin Cahit’e göre, iktisadi devletçiliği

toplumun iktisadi koşulları gereği olarak benimsemekle, kendi ilkelerine

ters düşmüş, demokrasiyi ve siyasal özgürlükleri inkar etmiş değildir.

Nitti’nin dünyanın bugünkü durumuna ilişkin çözümlemesinin

gerçeklere uymadığının, ABD’nin iktisadi diktatörlük sistemi ile

yönetilmesinin bu devletin de demokrasi sisteminden ayrıldığının

göstergesi olduğunun, demokrasiden ayrılma konusunda ABD’yi

Almanya’nın izlediğinin Mehmet Asım tarafından ileri sürülmesi

üzerine, Hüseyin Cahit156, dünyanın demokrasiye doğru gittiğini

gözlemleme konusunda Nitti’nin yalnız kalmadığını, tarihin

yürüyüşünün meydanda olduğunu, son zamanlarda demokrasilerden

ayrılma olayları ile ilgilenen ciddi “tetkik ve tetebbü erbabı”nın da

kendisi ile aynı kanıyı paylaştığını belirtmekte, 1914 yılından beri

cumhuriyetin ve demokrasinin gelişiminin pek muazzam olduğunu ileri

sürmektedir. Bu, Hüseyin Cahit’e göre, genel bir eğilimdir. Yoksa,

demokraside bugün bir bunalım yaşandığının, bunalımın bazı ülkelerde

komünistlik bazılarında faşistlik rejiminin kurulmasına neden

156Hüseyin Cahit, “Demokrasiler ve Diktatörlükler”, FH, Sayı 10, (28.12.1933).

Page 284: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

280

olduğunun, demokrasiye imanı sarsılmayan ülkelerde bile

parlamentarizm tarzından şikayetlerin ve eleştirilerin yükseldiğinin

kendisi de farkındadır. Ona göre, ABD iktisadi diktatörlük sistemiyle

idare olunmağa başladı diye onu demokrasiden ayrılmış zannetmek pek

acele bir hüküm vermek ve demokrasinin çerçevesini çok dar algılamak

olur. İlk bakışta birbirine tamamen zıt iki kavram gibi görünen

diktatörlük ve demokrasi birbirleri ile telif kabul etmez bir rejim

değildir. Bu durum, demokrasi için büyük bir faikiyet ve kuvvet teşkil

eder. Hüseyin Cahit’e göre, önemli olan, diktatörlük ile kastedilen

gayenin, takip edilen hedefin ne olduğudur.

Demokrasinin, özgürlük ve liberalizmin hiçbir değerinin

kalmadığının, bunların sosyoloji tarihine karışan hareketsiz ve ölü şeyler

olduklarının, bireysel özgürlüğün toplumun esaretine mal olduğunun

Kültür tarafından ileri sürülmesi üzerine, Hüseyin Cahit, Kültür’deki bu

yazının, basınımızda öteden beri göze çarpan bir derde tanı koymaya

yarayacak iyi bir örnek oluşturduğunu belirtmektedir.157

“Gariptir, memlekette eline kalemi alanların çoğu bir allame, bir mütebahhir

tavrını takınıyor. Her şeyi biliyor, bir kalem darbesi ile rejimleri deviriyor,

tarihleri devrediyor, hükümler veriyor, neticeler çıkarıyor. İlmin en birinci

temeli tevazu ve mahviyettir. Bilhassa bizde bu kadar yüksekten söz

söylemeğe salahiyet kazanacak imza sahipleri varsa bile pek mahduttur. Fakat

157Hüseyin Cahit, “Bizim Allameler”, FH, Sayı 12, (11.1.1934).

Page 285: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

281

buna mukabil peygamberler, evliyalar ve bilhassa meczuplar nekadar hadsiz

hesapsız!”158

“....Maksadım sadece gençliği Avrupanın bulanık membalarından

aksedebilecek kıymetsiz neşriyata karşı uyanık bulundurmaktır. Her

okuduğumuz eseri mukaddes bir kitap sanmıyalım. Muharririni, mesleğini göz

önüne getirelim ve söylediğimiz sözlerin neticesi nereye varacağını gözden

kaçırmıyalım.”

D. Diktatörlük Çözümleme ve Polemikleri

Fikir Hareketleri’nde “diktatörlük” sözcüğü hem farklı

anlamlarda kullanılmış, hem de bu sözcük yerine, aynı olgu kastedilerek,

başka sözcükler de kullanılmıştır. Sözcük bazen komünist, faşist ve nazi

rejimlerini ifade etmek üzere, bazen de, bu üç rejimin yanı sıra, diğer

158“İşte burada bizim zayıf taraflarımızdan birinin üstüne parmağımızı koymuş

oluyoruz. Bir şey bilmiyenler, kendiliklerinden muhakeme kabiliyetinden mahrum

olanlar, okuduklarını mukayese ve tahlil kabiiyetini henüz iktisap edemiyenler ilk

açtıkları kitabın tesiri altındadırlar...

“Sonra bir kitabın sade manasını anlamak kafi değildir. O kitabın ve muharririrnin

umumi irfan içinde mevkiini tayin edebilmek, hangi mesleğe göre ve kimin tarafından

yazılmış olduğunu da temyiz edecek kadar yükselmiş olmak lazımdır.

“Avrupanın irfan sahası acemiler ve yeni çalışmağa başlayanlar için adeta haritasız,

karmakarışık bir orman manzarası arzeder. Burada şaşırıp kalmamak, yol bulup

çıkmak kolay bir iş değildir. Bu aczimizi idrak etmeyip de okuduğumuz kıymetsiz

birkaç kitaba bağlanır kalır, yahut hudutsuz bir ufuk kadar geniş olduğuna iman

ettiğimiz zeka ve dehamızın indi keşiflerine ve muhakemelerine fazla kıymet verirsek

gülünç oluruz.” a.g.m. Burhan Asaf (Belge) ile yapılan ve düşüce özgürlüğü

temasının işlendiği polemikler için bkz. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı:

Fikir Hürriyeti”, FH, Sayı 125, (14.3.1936); Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı:

Mahud Antoloji Münasebetile”, FH, Sayı 127, (28.3.1936).

Page 286: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

282

bazı Avrupa ülkelerinde kurulan ve “adi bir hükümet darbesi neticesinde,

sırf bir adamın yahut bir takımın şahsi düşünce ve menfaatleri uğrunda

tesis edilen” diktatörlükleri de anlatmak için kullanılmıştır. Bazen de

demokrasi rejimi dışında kalan her tür rejim “diktatörlük” sayılmıştır.159

Francesco Nitti, iki tür diktatörlükten sosyalist rejimleri “inkılapçılık”,

diğer diktatörlükleri ise “irtica” biçiminde adlandırmaktadır.

Bolşevizmin “sol taraf”, faşizmin de “sağ taraf” diktatörlüğü olarak

nitelendiğine de tanık olunmaktadır. Fikir Hareketleri’nde Sovyetler

Birliği’ndeki rejim komünizm, bolşevizm veya ara sıra da kolektivizm

diye adlandırılmaktadır. Kapitalist ülkelerde de sosyalist partilerin

iktidara geldiği ve sosyalist düşüncenin kabuk değiştirerek

komünizmden ayrıldığı gerekçesiyle, Sovyetler Birliği’ndeki rejimden

dergide komünizm diye söz edilmektedir. Burada, Fikir Hareketleri’nin

bolşevikliğe, faşizme ve nasyonal sosyalizme ilişkin çözümlemeleri ele

alınacaktır.

Zamanın “otorite” hükümetlerine elverişli hale gelmesinde

Savaş’ın büyük rolü olmuştur. Bolşeviklik, faşizm ve nasyonal

sosyalizmi Savaşın ürünü olarak gören Chamberlin’e göre, Lenin,

Mussolini ve Hitler bu sayede kendi uluslarının yazgısına egemen

duruma geldiler.160 Savaş sonrasında uluslar ya demokratik kurumlarını

159Hüseyin Cahit, F. Cambo ve René Pinon’un sözünü ettikleri ve bazı hastalıklara

tutulmuş demokrasilere uygulanabilecek bir ilaç, demokrasi için bir “müdafaa

vasıtası” olarak gördükleri ve tavsiye ettikleri “kanuni diktatörlükler”e Demokrasi

Çözümlemeleri’nde değinilmişti. 160Chamberlin, “Hürriyete Karşı İsyanların Menşeleri”, FH, Sayı 217, (18.12.1937).

Page 287: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

283

değiştirerek ya da bunları bütünüyle kaldırarak kendilerini kuvvetli bir

elin idaresi altına sokmak ve yürütmeyi güçlendirmek gereksinimini

duymakta, bazı ülkelerde ise, demokratik kurumlar tümüyle ortadan

kaldırılmaktaydı.161 Avrupa’da iki ateş (devrimciler ve mürteciler)

arasında kalan demokrasi mürtecilerin gözünde sürekli olarak devrimlere

neden olan yıkıcı bir rejim, devrimcilerin gözünde de yeni zamanlara

özgü bir irtica biçimiydi.162 BDS ihtilalci hareketleri tahrik etmiş, ihtilal

tehlikesi ise zenginleri, korkakları ve müteredditleri irticaya sevketmiş,

bundan dolayı, çoğunlukla ihtilal ve irtica birbirini izlemişti. Sanayiciler

ve arazi sahipleri sözde bir bolşeviklik tehlikesine karşı mücadeleye

giriştiler, Yahudi aleyhtarlığı arttı, bolşeviklik tehlikesi gerçekten de

belirdi, eski parlamento kurumlarının bazılarından hoşlanılmamaya

başlandı.163 Avrupa’da istikrarsızlık çok ileri boyutlara vardı; siyasal

ve toplumsal sistemler değişik ülkelerde ardı sıra tecrübe edilir oldu.164

“Birçok ülkede diktatörlük rejimleri kuruldu. Bunların hepsinin ortak noktası,

mutlak nüfuz ve kudretin tek bir adam elinde toplanmasıdır. Sovyetler Birliği

ve İtalya gibi bazı devletler yalnız toplumsal düzen kurmak amacıyla

diktatörlük rejimi kurmadılar, birisi bolşeviklik diğeri faşistlik üzerine daimi

bir meslek tesis etmeğe kalktılar ve bunun millet için daimi bir rejim olacağını

161Cambo,“Dünyanın Harp Sonu Vaziyeti - İktisadi, Mali, İçtimai, Bedii, Fikri, Siyasi”,

FH, Sayı 1, (29.10.1933). 162Hüseyin Cahit, “Bizde İnkılap Avrupada İnkılap”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). 163Comte Sforza, “Harp Sonu Avrupası ve Diktatörlükler”, FH, Sayı 21, (15.3.1934). 164Joseph- Barthélemy, “Hürriyetin İstikbali”, FH, Sayı 120, (8.2.1936).

Page 288: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

284

iddia ettiler. Bolşeviklik ile Faşistlik, zahiri farklarına rağmen, aynı kaynaktan

çıkıyor. Bu iki diktatörlük kuvvete, cebir ve şiddete dayanır.”165

Savaş sonrasındaki büyük hareketlerin çoğu beynelmilel

olacak gibi başlamışlar ama, yalnızca ulusal hareketler olarak

kalmışlardır.166 Avrupa’da diktatörlüklere en kolay boyun eğen uluslar

özgürlüğü ele geçirmek için en az çaba göstermiş olanlardı.”167

1930’lara gelindiğinde hem mevcut diktatörlükler iyice

yerleşmekte, bir yandan da yeni diktatörlükler filizlenmekteydi. Savaş,

beklentilerin aksine, barışı hazırlamamış, anlaşmazlıklar ve kargaşalıklar

Savaş öncesine kıyasla şimdi daha da artmıştı. Demokrasi, bir yüzyıldan

beri hiç görmediği bir zillete (aşağılanmaya) ve hakarete uğramıştı.168

Diktatörlükler bireysel özgürlükleri inkâr etmekte, yeni

mutlakiyetçi Avrupa’da Fransız Devrimi’nin değerleri erişilmez bir hülya

gibi gözükmekteydi.169 Üç modern devrim (Rus, Alman ve İtalyan)

siyasal ve iktisadi liberalizmi ortadan kaldırmıştı.170 Diktatörlüklerden

165Emile Labarthe, “Hürriyet ve Müsavat Prensiplerini Telif Etmek Lazımdır”, FH,

Sayı 27, (26.4.1934). 166Nitti, “Beynelmilelcilik Yürümüyor”, FH, Sayı 21, (15.3.1934). 167Nitti, “Hürriyet Düşmanları”, FH, Sayı 14, (25.1.1934). 168Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı – Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi”, FH,

Sayı 83, (23.5.1935). Makalede, Nitti’nin kitabı (Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi)

değerlendirilmektedir. 169Mirkine-Guetzevitch, “Matbuat Hayatı: Yeni İstibdad Faşizm- Hitlerizm -

Bolşevizm”, FH, Sayı 180, (3.4.1937). 170Joseph-Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117, (18.1.1936).

Page 289: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

285

biri sol taraf diktatörlüğü (fabrika amelesinin diktatörlüğü olan

komünistlik), diğer ikisi ise sağ taraf diktatörlüğü (tek adamın keyfi

hakimiyeti demek olan diktatörlük) idi. Sağ taraf diktatörlüklerinden

yalnızca faşizm devamlı bir rejim, bir felsefe ve kuram olarak meydana

çıkmıştı; demokrasi ilkelerine saldırarak onun yerine geçmek

istemekteydi.171

Üç modern “zorba”nın (Stalin, Hitler ve Mussolini) varlığında

bir sosyal demokrasi unsuru karışıktı. Üçünün babası da toplumun alt

kesimlerine mensuptu ve en yüksek makamlara yükselmelerinde irsin ve

zenginliğin etkisi olmamıştı. İşçileri saygı ile karşılamakta, orta

yaştakilerden çok gençleri muhatap almaktaydılar. Üç rejimde de

aydınlar genellikle sevilmez ama, rejimi korumak üzere istibdadı öven

aydınlara da gereksinim vardır.172

Liberal demokrasi kurumları ve onların faaliyetleri aleyhinde bir

takım haklı eleştiriler bulunabilirse de, bu durum, kolektivist

diktatörlüğün daha iyi bir toplumsal düzen temin ettiğini kabul etmeyi

171Hüseyin Cahit, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, Sayı 9, (21.12.1933). 172Chamberlin, “Modern Diktatörlüklerin Bariz Vasıfları”, FH, Sayı 224, (5.2.1938).

Bolşevizm Marx’ın iktisat düşüncesine derin imanla bağlı iken, faşizm, Marx

düşüncesine şiddetle karşı çıkar. Bolşevikler üretim araçlarını bireylerin elinden

alırken, faşizm bu yolu tercih etmez, yalnızca bazı devlet kontrollerine yönelir.

Bolşevizm enternasyonalizm ile övünmekte, faşizm ise nasyonalizmi her şeyin

üstünde tutmaktadır. Bolşevizm din aleyhtarıdır, faşizm ise katolikliğe hürmet eder.

Bolşeviklik liderleri işçi sınıfından, faşist liderler ise orta sınıftan çıkar. Chamberlin,

“Diktatörlüklerin Farkları ve Müşabehetleri”, FH, Sayı 226, (19.2.1938).

Page 290: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

286

gerektirmez.173 Diktatörlükler sonsuza kadar sürmek iddiasından

vazgeçmezler. Bu tür diktatörlükler ya değişmeğe ya da zorla yıkılmağa

mahkumdur.174

Alman Nasyonal Sosyalizmi, İtalyan Faşizmi ve Rus

Komünizminin siyasal yöntemleri arasında büyük benzerlikler vardır.175

Bunlar, insanlığın kurtuluşunu kendi kolektif toplum anlayışlarının

benimsenmesinde görmektedirler.176 Demokrasi bu diktatörlüklerle

karşılaştırılmaktan hiç bir zaman çekinmez.177 Kolektivist zorbalığın

yayılması bireylerdeki kişiliğin yok olması, düşünce ve kültür yaşamının

askeri bir zaptırapt altına alınması anlamına gelmektedir. Demokraside

böyle bir şey akıldan bile geçmez.178

XX. yüzyılın totaliter devleti burjuvazi ile proleterya arasındaki

savaşımın ürünüdür. Totaliter devlet, özü itibariyle, savaşçı bir devlettir;

ülkeyi sürekli biçimde askeri işgal altında tutmak sayesinde ülkedeki iç

173Chamberlin, “Hürriyet Aleyhindeki Dava”, FH, Sayı 232, (2.4.1938). 174Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 66, (24.1.1935). 175Chamberlin, “Yeni İstibdad Tekniği”, FH, Sayı 222 (22.1.1938). 176Chamberlin, “Diktatörlüklerin Farkları ve Müşahebetleri”, FH, Sayı 226

(19.2.1938). Yazara göre, Faşizm ve Nasyonal Sosyalizm demokrasi ve bireysel

özgürlükler karşısında güç birliği yapan tehlikelerdir. 177Chamberlin, “Kolektivist Devletin Tarifi”, FH, Sayı 236, (30.4.1938). 178Chamberlin, “Ya hürriyet Ya Barbarlık”, FH, Sayı 240, (28.5.1938). Aynı konuda

bkz. Chamberlin, “Medeniyet Ancak Hürriyetle Yaşar,” FH, Sayı 241, (4.6.1938).

Page 291: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

287

barışı ve sükunu temin eder. Bolşeviklik kapitalizme karşı savaştan,

faşizm de Marx’çılığa karşı savaştan doğmuştur.179

İnsanlık tarihinde hiçbir otoriter sistem birey ve toplum arasında

makul ve dengeli bir ilişki kuramamıştır; çünkü, böyle bir ilişki otoriter

sistemin niteliğine ve özüne aykırıdır.180 Benes, komünistlerin tezlerini

(sınıf savaşımı, devrim, geçici diktatörlük) reddetmektedir.181

1. Komünizm

Fikir Hareketleri’nin diktatörlük çözümlemeleri içinde, hatta

tüm çözümlemeleri içinde en geniş yer tutanı, komünizm

çözümlemeleridir. Komünizmi konu edinen makaleler toplam makale

sayısının (3245) % 13’ünü (421) oluşturmaktadır.182

179Richard Coudenhove-Kalergi, “Bugünkü Dünya: Totaliter Devlet I”, FH, Sayı 274,

(21.12.1938). Ayrıva bkz. Richard Coudenhove-Kalergi, “Total İnsanın Saltanatı”,

FH, Sayı 285, (8.4.1939); Richard Coudenhove-Kalergi, “Harbden Sonra Devlet

Telakkisi”, FH, Sayı 279, (25.2.1939). 180Edouard Benes, “Demokrasi ile Ona Aleyhtar Rejimler Arasında Esaslı Farklar”,

FH, Sayı 357, (24.8.1940). 181Edouard Benes, “Faşizm ile Nasyonal Sosyalizm, Komünizm ve Demokrasi

Arasındaki Münasebetler”, FH, Sayı 364, (12.10.1940). 182Derginin ilk sayısında yayımlanmaya başlanan bir tefrikada, olumlu izlenimler

edinmek niyetiyle Sovyetler Birliği’ne giden bir yazarın düş kırıklıkları

anlatılmaktadır. Tefrikanın girişinde şu yargıda bulunulmuştur: “Tarih karşısında

Bolşevikleri mahkum eden şey muvaffakiyetsizlikleri değildir. Bu

muvaffakiyetsizliklerinin insanlara pek pahalıya oturmuş olmasıdır…” Henri Béraud,

“Moskovada Neler Gördüm Komünistliğin İflası” (Tefrika 1), FH, Sayı 1,

(29.10.1933).

Page 292: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

288

Dergi için, özgürlük aleyhindeki asıl tehlike komünizm

tehlikesidir. Bolşevikliğin (Rus komünizmi) Marksçılıkla hiçbir ilgisi

yoktur; hatta, tamamen onun red ve inkarıdır.

“...Başlarında Lenine bulunan komünist bir küçük münevverler zümresi halka

sulh ve toprak vadederek etrafa dehşet salarak gayet küçük bir akalliyetin

hükümetini tesis ettiler...” 183

Sovyetler Birliği’nde bolşevizmin ilanı, Çarlığın yerine başka bir

cebir ve şiddetin geçmesi anlamına gelmektedir.184 Dış görünüşteki bazı

küçük farklılıklarına rağmen, bolşeviklik en çok faşistliğe yaklaşır.185

İşçi sınıfının haklarını koruma düşüncesiyle ortaya atılan “sosyalistlik”,

Hüseyin Cahit’e göre, hiç bir zaman işçi sınıfının kafasından ve

ruhundan çıkmamıştır; orta ve müreffeh sınıflara mensup hülyacı

aydınların ürünüdür. Sosyalistlik ve komünistlik düşünceleri, uzak

durulması gereken birer toplum hastalığıdır.186

183Joseph-Barthélemy, “Hürriyetin Lüzum ve Zarureti”, FH, Sayı 121, (15.2.1936).

Hüseyin Cahit, “Bizde Komünistlik”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). 184Nitti, “Bolşeviklik ve Çarlık”, FH, Sayı 44, (23.8.1934). 185Joseph-Barthélemy, “Bolşevik Diktatörlüğü”, FH, Sayı 47, (13.9.1934). Ayrıca, bkz.

John Hjört, “Bolşeviklikte İki Merhale”, FH, Sayı 48, (20.9.1934) Hjört, “Beş

Senelik Plan”, FH, Sayı 49, (27.9.1934); Hjört, “Bugünkü Nesle Düşen Vazife”, FH,

Sayı 50, (4.10.1934); Hjört, “Marx’cılık ve Vakalar”, FH, Sayı 51, (11.10.1934). 186Hüseyin Cahit, “Bizde Komünistlik”, FH, Sayı 2, (2.11.1933). Başyazar, kendisinin

de gençken bir aralık bu hislere sürüklendiğini itiraf etmektedir.

Page 293: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

289

Demokrat ülkelerde işçilerin bugün ulaşmış olduğu konfor,

Marx’ın manifestosunun yayınlandığı tarihte müreffeh burjuvaların, hattâ

zenginlerin sahip olduğu konfor düzeyinden daha yüksektir.187 Şimdiki

sosyalist partilerin bir yüzyıl önceki sosyalist düşünceler ile hiçbir

ilişkisi yoktur.188 Özgürlüklere dayanmadığı için sosyalizm bir refah

ve bolluk yolu olamaz.189

Sovyetler Birliği, dünyaya üç şeyi kanıtlamaya çalışmaktadır:

sanayisinin kapitalist sanayiden daha iyi gelişeceği, işçilerinin kapitalist

işçilerden daha müreffeh olacakları ve eşitlikçi sosyalist toplumun

gerçekleştirilebileceği. Hüseyin Cahit’e göre, bunların üçü de

kanıtlanamadığı gibi, Sovyetler Birliği’ndeki uygulamalar sosyalistlik

esaslarından ayrılma hareketinden başka bir şey değildir.190 Beş yıllık

planların başarılı olması uğruna, Sovyetler Birliği’ndeki bugünkü nesil

onca acılara katlanmakta ve tahakküme boyun eğmektedir.191

187Nitti, “Komünistliğin Hatalarından: Dünkü ve Bugünkü Amele Hayatı”, FH, Sayı

8, (14.12.1933). 188Nitti, “Demokrasiye Avdet”, FH, Sayı 15, (1.2.1934). Nitti’ye göre, Marx

eserlerine kendinden hiçbir şey katmamıştır; bütün yazdıkları seleflerinin

eserlerinde zaten vardı. 189Chamberlin, “Sosyalizm Fedakarlığa Değer mi?”, FH, Sayı 235, (23.4.1938). 190Hüseyin Cahit’e göre, Sovyetler Birliğindeki maddi ilerlemeler bu ülkede sosyalist

rejimi olmasaydı da sağlanabilirdi. Kaldı ki, komünist olmayan ülkeler de Savaştan

sonra ilerlediler. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Bay Falih Rıfkı Atay Yeni

Rusya (1)”, FH, Sayı 63, (3.1.1935). Ayrıca bkz. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat

Hayatı: Bay Falih Rıfkı Atay Yeni Rusya (2)”, FH, Sayı 64, (10.1.1935). 191Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 63, (3.1.1935). “Karl Marx

bütün tarihte yalnız bir amil, maddi bir amil kabul eder: İktisat! Görüşü bu kadar dar

ve mutaassıbanedir. Marx’ın kıymetli tarafları bugün herkesçe tasdik edilmekle

Page 294: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

290

XIX. yüzyıl toplumcu filozofları arasında birinci sırada olan

Marx, Hegel ve Darwin ile birlikte çağdaş düşünce üzerinde en büyük

etki yapmayı başarmış bir kişidir. Marx, “… devrindeki en mükemmel

şeklile tarih felsefesi vukufunu – yani Hegel tarih felsefesini – içtimai

hayatın en inkişaf etmiş şekli hakkındaki vukuf ile birleştirmiş…”tir.

Bununla birlikte, Marx’ın toplumsal hareket kuramı esaslı noktalarda o

kadar yanlıştır ki, bu kuramın kalıcı olması olanaksızdır. Kapital uzun,

karışık ve kötü yazılmıştır, anlaşılmazdır. Kapital’deki düşüncelerden

çok azı yazarına aittir. Bu az sayıdaki düşünceden biri olan iktisadi

determinizm de yanlıştır.192

Lippmann, komünizmin pratik düsturları ile ideal iddiaları

arasında derin bir uçurum193 ve Marx’ın kuramı ile Sovyetler Birliği’nin

uygulamaları arasında esaslı bir ayrılık194 olduğunu belirtmektedir.

beraber dünyaya getirdiği dinin çürüklüğü çoktan göze çarpmış ve bugün Marx’cılık

ilmin ciddi surette meşgul olabileceği bir mevzu olmaktan çıkmıştır…” Hüseyin

Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupaya Hayranlık”, FH, Sayı 27, (26.4.1934).

Marx’çılığın “tarihi maddiyetçilik” yöntemi, kimsenin artık yüzüne bakmadığı, hiçbir

bilimsel değeri olmayan, köhne eserler müzesine çekilmiş, eksik ve kusurlu bir

anlayıştır. Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35,

(21.6.1934). 192Werner Sombart, “Karl Marx”, FH, Sayı 59 (6.12.1934). Ayrıca bkz. Werner

Sombart, “İçtimai Hareket ve Proleterya”, FH, Sayı 53 (25.10.1934). 193Walter Lippmann, “Komünizmin Nazari Prensipleri”, FH, Sayı 276, (4.2.1939). 194Lipmann, “Komünizmin Karakteri”, FH, Sayı 278 (18.2.1939) Marlio da, Sovyetler

Birliği’nde rejime hakim olanlar her ne kadar Marx ve Lenin’in ilkeleri çerçevesinde

ülkeyi yönettiklerini ileri sürseler de, bu ülkede komünizmin değil, son birkaç yıldan

bu yana en büyük devlet kapitalizminin bulunduğunu, iktisadiyatı gelişmiş ve zengin

Page 295: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

291

Şimdiye kadar bilinen kolektivizm örneklerinin (komünizm, faşizm,

nasyonal sosyalizm) çoğu savaştan doğmuş ya da savaşa hazırlanmayı

bir amaç edinmiştir.195

Komünizmin izlediği strateji komünizm açısından tarihi bir hata

idi. Komünizm, hükümette olan demokratik rejimler düşerse toplumsal

devrimin hemen ortaya çıkacağını sanıyordu. Hem sosyalist partileri ve

liberal demokrasiyi tahrip etmeye uğraşıyor hem de demokrasiyi

mahvetmek için faşizme büyük serbesti bırakıyordu. Hatta, faşizmle ve

muhafazakarlıkla dayanışma içine bile girmekteydi. Komünist partilerin

bu siyaseti Almanya’da demokrasinin düştüğü 1933’ten sonra yavaş

yavaş değişti. Yöntem yanlışlıklarını anladılar ve demokrasiye

hücumlarını kestiler.196 Yalçın’a göre, beş on kişinin zihninde doğmuş

bir gerçek adına 160 milyonluk Rus halkının dünyada cehennem

azaplarına mahkum edilmesi azıcık muhakemesi olan kimseleri bile

komünizm sapkınlığından uzaklaştırmağa yeterlidir.197

bir ülkede uygulansa bile komünizmin yine başarılı olamayacağını ileri sürmektedir.

Louis Marlio, “Stalin Tecrübesi: Bugün Rusya Nedir?”, FH, Sayı 343, (18.5.1940). 195 Lipmann, “Planlı İktisad Harb Ruhuna Muhtaçtır”, FH, Sayı 279, (25.2.1939). 196 Edouard Benes, “Komünizm ve Demokrasi Aleyhindeki Siyaseti”, FH, Sayı 344,

(25.5.1940). Avrupa demokrasilerinin düşüşünde komünizme atfedilebilecek büyük

bir sorumluluk vardır. Benes, “Demokrasilerin Düşmeleri: Yağmurdan Kaçarken

Doluya”, FH, Sayı 345, (1.6.1940).

Page 296: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

292

2. İtalyan Faşizmi

Fikir Hareketleri’nde faşizm (İtalyan faşizmi) çözümlemelerine,

komünizm çözümlemeleri kadar olmasa da, geniş ölçüde yer verilmiş,

faşizmin ortaya çıkış nedenleri ve doğuş süreci ile faşizmin niteliklerine

değinilmiştir.

Sforza, İtalyan faşizminin doğuşunu anlayabilmek için İtalyan

psikolojik yaşamına etki eden iki olayın üzerinde durur. Bunlardan biri,

d'Annunzio’nun marazi edebi zihniyetidir. Bu şair, kibir ve gururu, cebir

ve şiddeti eşelemiş ve duygulara seslenmiştir. İkinci olay ise, barışın

İtalya’da doğurduğu hayal kırıklıkları ve memnuniyetsizliklerdir.198

197Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 66. Hüseyin Cahit, bu

değerlendirmelerini Falih Rıfkı’nın Moskova-Roma (İstanbul, 1932) adlı kitabını

değerlendirdiği makalesinde yapmaktadır. 198Sforza, “Faşizmin Kaynakları”, FH, Sayı 34, (14.6.1934). Sforza, bu makalede,

sosyalist kuramcıların faşizm çözümlemelerini eleştirmektedir. Diğer bir makalede de,

1922’de iktidara gelen Mussolini’nin kurduğu ilk hükümette faşist olmayanlara yer

verişi, kısa bir süre sonra faşist çete reislerinin her tarafta bütün nüfuz ve kudreti ele

almaya başlamaları ve Mussolini’nin giderek sertleşmesi, 1923’te faşistlerle

nasyonalistlerin tek parti halinde birleşmeleri, aynı yıl seçim yasasının değiştirilmesi

ve 1924 seçimlerini kazanmaları, cinayetlerin gitgide artması, parlamentonun

kapatılması, Mussolini’ye yönelik düzmece bir suikast teşebbüsünün ortaya

çıkarılması, bunun üzerine muhaliflere karşı yeni bir tecavüz hareketinin başlatılması,

sıkıyönetim ilanı, rejime yasal bir biçim verilmesi, 1926’da Devletin savunulması için

özel mahkeme kurulması ve bütün siyasal cürümlere burada bakılmaya başlanması,

faşist zabitlerin bu mahkemelere hakim tayin edilmeleri, kimi aydınların bu

mahkemelerce çok ağır cezalara çarptırılmaları, yüzlerce rejim karşıtı işçi ve

köylünün, komünist suçlaması ile on beş, yirmi sene hapis cezası ile cezalandırılması

anlatılmaktadır. Sforza, “İtalyan Diktatörlüğünün Tabiatı”, FH, Sayı 35, (21.6.1934).

Page 297: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

293

İtalya’da faşizmin ilerlemesine ve iktidar mevkiine gelmesine

Parlamento’nun durumunun da (iyi çalışmaması ve gözden düşmesi)

katkısı olmuştur.199 İtalyan Faşizminin eski muharipler cemiyetinden

çıktığını ileri süren ve gelişim sürecini anlatan Lewihnson’a göre,200

faşizm, Avrupa’da sermayenin oynadığı en tehlikeli kumarlardan

biriydi. “... burjuvazi artık ömrünün son dakikaları gelmiş

olmasından korkmasa idi şüphe yok ki böylece bir uzlaşmaya

kalkmazdı...” Sermaye sahiplerini en çok ürküten şey, yalnız amelelerin

çıkardıkları karışıklıklar, şehirlerde ameleler tarafından fabrikaların

işgal edilmesi ve köylerde yağmalar yapılması değildi. Parlamentoda

yaşananlar bunlardan daha tehlikeliydi. Çünkü, Savaş sonrasında

yapılan ilk seçimde milletvekilliklerinin üçte biri sosyalistlerin eline

geçmişti. Ayrıca, Meclis’te, radikal ve katolik bir büyük köylü partisi

olan Popolari’ler vardı. Amelelerle köylülerin sermaye aleyhinde

birleşerek sermayedarlar aleyhinde bir yasa çıkarmalarından

korkulabilirdi. Ayrıca, Faşist Partisi de para düşüncesinden

kurtulmuştu. Çünkü, büyük bankalar, sanayiciler ve nakliye şirketleri

Partiye milyonlar veriyorlardı. 201

199Cambo, “İtalyan Faşizmine Dair”, FH, Sayı 33, (7.6.1934). 200“...Faşistlik Italyada eski muharipler cemiyetinden çıkmıştır. Bunlar harp bitince,

terhisten sonra ilk vahim iktisadî buhran neticesinde, beş parasız açıkta kaldılar.

İçlerinden bir kısmı sendikalistlerin ve komünistlerin çıkardıkları karışıklıklara

iştirak etmişlerdi. Şimdi bu adamlar Mussoliniye sığınıyorlardı…” Richard

Lewıhnson, “Siyasiyatta Paranın Rolü: İtalya ve Faşizm l”, FH, Sayı 3,

(9.11.1933). 201a.g.m.

Page 298: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

294

Faşizm iktidarı ele geçirdiğinde, hemen hemen bütün gazeteler bu

iktidarın aleyhindeydiler. Bir yasa çıkarılarak bu iktidar aleyhtarı basının

bir kısmı ortadan kaldırılmış, diğerleri üzerinde de şiddetli bir sansür

uygulanmaya başlanmıştır.202 Faşizm, İtalya sınırlarının dışına

yayılmak hırsı içindeydi. Faşizmin dış siyasetine de, örgütlenme pro-

jelerine de eski imparatorluk Roma’sının anıları egemendi. Gerçekten

de, faşist İtalya, kendisini yalnızca İtalya’nın değil, Eski Roma’nın da

varisi sayıyor ve onun dünya üzerindeki eski nüfuzunu sürdürmek

istiyordu.203 İtalya’da yarım asırlık bir çabanın ürünü birkaç yıllık faşist

rejim sırasında mahvolup gitmiştir. Zaferin bıraktığı hayal kırıklığı,

eğitimin geriliği, nüfusun çabuk artması ve toprağın fakirliği BDS’nın

yarattığı sarsıntıyı en fazla İtalya’nın hissetmesinin nedenleriydi.204

202a.g.m. Basına bazı yaptırımlar uygulanmaktaydı. Yalnızca polisten iyi hal

belgesi alarak özel listeye kaydolunan kimseler gazetecilik edebilirlerdi. Böylelikle,

gazetecilik bir devlet imtiyazı haline gelmişti. Gazeteciler devletten bazı yardımlar da

görüyorlardı. Örneğin, gazetelerin eski pul resmi varidatı gazeteciler için yapılan bir

emekli sandığına verilmekteydi. Mussolini matbuatı devletleştirmek hatasına

düşmedi. Basının en büyük kısmı kişilerin elinde kaldı ise de, faşizm bunların iyi

birer el olmasına önem veriyordu. Basının eski hürriyetperver ve demokrat

sahiplerinin elinden emin ve sadık faşist sermayedarlara geçmesi, uzun uğraşları

gerektirdi. Faşistler gazeteleri mahvetmek fikrinde değildiler. Niyetleri, onları

ellerine geçirmekti ve öyle de oldu.. Büyük iktisadî sorunlarda gazeteler hükümetin

çizdiği genel hatları izlemek zorundaydı. Mussolini, dünyada İtalyan basınından

daha hür basın bulunmadığını ileri sürüyordu. 203Fortunat Strowsky, “Dünyayı Düzeltecek İtalya”, FH, Sayı 23, (29.3.1934). 204Nitti, “Faşizm Rejiminin Mahiyeti ve Neticeleri”, FH, Sayı 38, (12.7.1934). Joseph-

Barthélemy için faşizm, devlet örgütünde kendisine özgü anlayışlar üzerine kurulu bir

rejimdir. Joseph-Barthélemy, “Faşizm ve Mussolini”, FH, Sayı 40, (26.7.1934).

Page 299: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

295

Faşizmin belki de en kötü sonucu, halkın ahlak seviyesini düşürmesi

olmuştur.205

Hüseyin Cahit, Mussolini’nin faşizm konusunda yazdıklarına bir

anlam verebilmek için uzun uzun zihnini yorduğunu, yazılanların bir

sürü laf kalabalığından ve koca koca laflardan ibaret olduğunu

belirtmektedir.206 Duce’nin “... bulutlu, sisli, karmakarışık ve adeta abuk

sabuk laflarını...” eski zaman kahinlerinin atmalarına benzetmektedir.

“... İtalyanın dahili gidişinden, fırkalar arasındaki nifaktan ve bunun

doğurduğu zaaftan istifade ederek Roma üzerine yürüyüş hareketini yaptı ve

kazara muvaffakiyete erişti. Roma üzerine yürüyüş hiçbir fikir, meslek, felsefe

namına yapılmış bir kıyam değildi, bir inkılap hareketi olarak düşünülmemişti.

Burasını Duce tercüme ettiğimiz yazılarda açıktan açığa itiraf ediyor. ... O

zamana kadar Duce sosyalist idi, anarşistliğe muhip idi. Ondan sonra kılıktan

kılığa girdi. Nihayet öyle bir dakika hulul etti ki İtalya demek Mussolini

demek oldu. Bütün nüfuz ve kudret Duce’nin eline geçti. Zaman ilerledikçe

Mussolini’nin bu nüfuz ve kudreti arttı. İtalya’da bütün milli hakimiyet ve

hürriyet prensipleri çiğnendi. Ortada yalnız bir kanun, yalnız bir hakikat kaldı:

205Sforza, “İtalyan Diktatörlüğünün Neticeleri”, FH, Sayı 37, (5.7.1934). Ayrıca, bkz.

Sforza, “Faşizm İdaresinde Ahlak Düşkünlüğü”, FH, Sayı 39, (19.7.1934); Sforza,

“İtalyayı Kurtaran Faşizm Masalı”, FH, Sayı 36, (28.6.1934). 206Benito Mussolini, “Faşizm Diktatörlüğü - Esasi Fikirler-”, FH, Sayı 29, (10.5.1934).

Hüseyin Cahit, öncelikle faşizmin ne olduğunu doğrudan doğruya Mussolini’nin

ağzından dinlemenin, sonra da faşizm aleyhinde İtalyan liberallerinin, İspanyol ve

Fransız düşünürlerinin yazdıklarını görmenin yararlı olacağı kanısındadır. Faşizm

konusunda leyhte ve aleyhte söylenenleri okuyucuya doğru biçimde sunmayı amaçlar.

“... Herkes bunları okur, tetkik eder, tartar ve faşistlik hakkındaki kanaatini kendi

kendisine vücude getirir.”

Page 300: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

296

Mussolini. Karşısında herkes köle, herşey onun. ... Memleket üzerinde müthiş

bir orta zamankar zulmü ve keyfi icraatı hüküm sürer oldu. İşte bugünkü

hakiki İtalya, işte göz önündeki şeniyet.”207

Mussolini İtalya’sını, yani şeniyeti bu biçimde betimleyen

Hüseyin Cahit, bu durumun uzun sürüp sürmeyeceğine bakmakta ve “…

açıktan açığa bir keyif ve istibdadın hükümran olması manzarasına

beşeriyet uzun müddet tahammül edemez…” demektedir.208 Ona göre,

Mussolini faşizme kuramsal çerçeve oluşturmada güçlük çekmektedir.

Bu çerçeve oluşturma işinde başarısız olması kaçınılmazdır. Faşizm,

Mussolini’nin iddia ettiği gibi, bir düşünce sistemi değil, düşünceyi

mahveden, düşünceye olanak tanımayan bir zulüm ve tazyik aletidir.

“Mussolini bir taraftan komünistliğe, diğer taraftan milli hakimiyet esaslarına,

liberalizme hücumlar ediyor… Liberalizm veya sosyalizm, diyelim ki,

Mussolininin iddia ettiği gibi, çok kusurlu ve fena olsunlar. Fakat onlar fena

olmakla faşizmin iyi olması mı icap eder? Bir kere faşizm ne olduğu

anlaşılmalı, faşizmin tatbikatta ne neticeler verdiği görülmeli ki, ondan sonra

faşizmin iyiliğinden bahsetmeğe hak kazanılmış olsun. Dikkat edilecek şeydir

ki tenkide geçerken az çok açık söz söylemesini bilen Mussolini Faşizme dair

izahat verirken hiçbir şey anlaşılmayacak kadar bulutlara dalıyor… Mevcut

olan hakikat keyfi ve şahsi bir hakimiyettir, yalnız Mussolini’nin hayatı ile

kaim geçici bir istibdattır.” 209

207Hüseyin Cahit, “Benim Anladığım Faşizm”, FH, Sayı 32, (31.5.1934). 208a.g.m. 209“... Fikir ancak hürriyet mevcut olan yerde bulunur. Mussolininin kendi ağzından

işittiğimize göre, faşizm tek bir hürriyetin taraftarıdır. Bu da Devletin hürriyetidir...

Fakat İtalyada Devlet demek Mussolini demektir. Şu halde Mussoliniden başka

Page 301: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

297

Kurulu düzene karşı her siyasal hareketin genel düzeyde

benimsenmiş düşüncelere ve öğretilere de karşı olduğu saptamasında

bulunan Benes’e göre, faşizm, başlangıçta var olan her şeye karşı bir

tepki hareketi idi, özellikle düşüncelere ve siyasal düzene karşı bir

tepki niteliğindeydi, hiçbir öğretisi yoktu. Daha çok belirsiz, sistemsiz

fikirler toplamı, heyecana dayalı bir takım tepkilerdi. Faşizm,

İtalya’nın kusurlu demokrasi makinesinin ulusu ve devleti tam bir

çöküşe götüreceği savını ileri sürmekteydi. Yaşam, sürekli bir

hareketti, değişim ve gelişim ile dolu bir savaşım idi. Faşizm,

BDS’ndan önce benimsenmiş olan bütün kuram ve öğretilerin, Fransız

ve Amerikan Devrimlerinin, XVIII. ve XIX. yüzyıl Büyük Britanya

meşruti ve liberal kurumlarının ürünü olan Avrupa düşünce ve

kurumlarının red ve inkarıdır. Faşizm, demokratik liberalizme

olduğundan belki de daha çok sosyalizme ve komünizme karşıdır.210

3. Alman Nasyonal Sosyalizmi

Faşizmin Alman versiyonu olan nasyonal sosyalizme ilişkin

çözümlemeler, Fikir Hareketleri’nde, diğer iki tür diktatörlüğe

(komünizm ve faşizm) ilişkin çözümlemelere kıyasla daha az yer

tutmaktadır.

kimsede düşünmek hakkı yoktur. Başkalarına kalan hürriyet yalnız uşaklık

hürriyetidir!” a.g.m. 210Edouard Benes, “İtalyan Faşizminin Tezleri”, FH, Sayı 358, (31.8.1940).

Page 302: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

298

Strowsky, kuvvet ve kudret mistikliği ile ırk mistikliğinin

Almanya’da Hitler’den önce de var olduğunu, Nazizmin bunları

yaratmadığını, yalnızca bunlara bir biçim vermekle yetindiğini

belirtmektedir.211 Ona göre, Prusya, Almanların ihtiyaç duyduğu

teşkilatı, Prusyalılara özgü bütün kusur ve meziyetleriyle Almanlara

vermiştir. Bu bakımdan Prusya, Almanya’nın Napolyon’udur.

Almanlar teşkilâtı almışlardı ama, teşkilatlanma tamamlanmamıştı.

Prusyalaşmış Almanya büyük bir derebeylikten başka bir şey değildi.

Kudret ve azameti, kibir ve gururu vardı. Bütün bunları haklı

gösteren kanıtı da ırk idi. BDS sonrasında Hitler, İtalya’dan

esinlenerek, toplumdaki telâş ve endişeyi gidermenin gereğini anladı.

“... Bir Devlet adamı olmaktan ziyade mistik yaratan ve canlandıran bir

adam olan Hitler eski nasyonalizme bir de teşkilât mistiği ilâve etti. Bu

maksatla, iptida germanisme kelimesini icat etti yahut tazeledi. Germanisme

bugünkü nazistlerin Almanyasında ‘Alman milletinin kuvvetlerinin alman

ruhuna göre teşkilâtı’ manasını ifade eder.

“... Hitler ile hükümeti imparatorluk Almanyasının iki mistiğinden

hareket ederek asrî Almanyanın hülyalarını fiiliyat sahasına çıkarmak

istiyorlar. Irk ideolojisi ile kudret ve azamet ideolojisini daha faal, daha

azimli bir hale sokarak bunlardan istifade ediyorlar. Aynı zamanda, uzun bir

işsizliğin uyandırdığı cebir ve şiddet hissiyatından da medet umuyorlar

ve buna çare bulmak istiyorlar. Filhakika, on iki seneden beri Almanyada

211Strowsky, “Almanyada Teşkilât Mistiği”, FH, Sayı 13, (18.1.1934).

Page 303: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

299

işçilerin birçoğu çalışmıyor. Bundan başka, mekteplerden ve

üniversitelerden çıkan gençler ne yer buluyorlar ne iş. Gençlikleri,

gayretleri hiçbir fayda vermeden mahvolup gidiyor ve kendilerini büyük

bir ümitsizliğe düşürüyor. Bu, isyana ve nihilizme daimî bir tahrik

demektir.”212

Hitler, hiçbirşeyi olmayanlara bir parçacık birşey dağıtabilmek

için, ellerinde bir şeyi olanları bu nimetlerden mahrum bırakmak

yolunu seçmişti. Sorun, kimlerin bu işe kurban edileceğiydi.

“... Fakat teşkilâtçı, ırk şevki tabiisine müracaat etmekle, iyilerle

kötülerin ayrılması için, derhal bir usul buldu ve bunu da herkes şevk

ve heyecan ile kabul etti! Hitler, halis arî dehasını ‘bozan’ ikinci derecede

bir ırka mensup yahudileri kovdu.”

Hitler’in ikinci siyasi kurnazlığı “gayrimütecanis siyaset

unsurlarını” (sosyalistlerle komünistleri) kovması olmuştur. Bu

yöntemler yanı sıra, askeri yöntemlere başvurmuş ve ayrıca işçileri

seferber etmiştir. Olağan dönemlerde ulusal atölyelerde küçük bir ücret

karşılığında çalışmayı kabul etmeyecek olan Almanlar, savaş kokan

ve savaş disiplini ile idare edilen iş taburlarına büyük bir şevk ve

hevesle yazıldılar. Hitler’in beklentisi, bu sayede iktisadî yaşamın tekrar

işlemeğe başlamasıydı. Çünkü, fabrikaların çalışmaması, herkesin

gereksinimlerinin giderilmiş olmasından değil, kimsede alım gücü

kalmamasındandı. İşçi ücretini asker tayini ve aylığı düzeyine

212a.g.m.

Page 304: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

300

indirmekle, Hitler, maliyet fiyatlarını düşürmeyi hedeflemekteydi. En

yoksullara bile ucuzlamış eşyayı satın alma olanağını verecekti. Ticaret

tekrar canlanacak, bu canlanma bütün ekonominin tekrar harekete

geçmesini ve bir daha durmamasını sağlayacaktı. Strowsky, Alman

ulusçuluğunun, başından beri dünya için bir tehlike olduğunu

belirtmektedir.213

Joseph-Barthélemy, devlet ve kabile kavramlarından hareketle,

Hitler’in devlet anlayışını incelemektedir. Hitler’e göre, aynı ülkede

oturan, aynı otoriteye tâbi bulunan ulusal gruba mensup bireylerin

toplamı bir devlet vücuda getirir. Bu devlet kavramına karşılık bir de

eski kabile fikri vardır. Kabile, ülke sınırları içinde yalnız aynı ırka

mensup insanları içerir. Fakat, kabileye, ülke sınırları dışında oturan

aynı ırktan bireyler de dahildir. Bir kabile, sınırları içinde, yalnızca

aynı ırktan olan insanlara yer verebilir. Milliyet bağıyla topluma dahil

bulunan ve ülke üzerindeki siyasî otoriteye tâbi olan bireyler kabilenin

içine tamamen kabul edilmezler. İşte, Hitler’in en esaslı düşüncesi

budur. Alman kabilesi ari olmayanları, yani örneğin yahudileri kendi

dışarıda bırakacaktır. Fakat, buna karşılık, kabile, sınırlara hiç önem

vermeden, kendi ırkına mensup birtakım bireyleri de (ister

Avusturya’da, Çekoslovakya’da isterse Fransa’da yaşıyor olsun) kendi

bünyesinde sayar. Hitler’in düşüncesine egemen olan da, bu kabile

fikridir. Hitler’in devlet anlayışını inceleyen Joseph-Barthélemy’ye

213a.g.m.

Page 305: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

301

göre, bu anlayış, devletin aynı kana, aynı dine, aynı ecdada mensup

Almanlardan oluştuğunu kabul eder. Kan, din ve ecdat bakımından

farlı olanlar yabancıdırlar ve topluma düşmandırlar.214

Ferdonnet, Almanya’da Hitler önderliğindeki hareketi, Markscı

rejimin kötülüklerinin mantıksal bir sonucu saymaktadır.215

Almanya’daki bunalımın iktisadî, ahlâkî ve düşünsel nedenleri

bulunduğunu belirten Ferdonnet’ye göre, siyasal nedenler yukarıda

değinilen üç nedenin sonucudur.216 Nasyonal-sosyalist hareket, acı

çeken ve yaşamak isteyen bir kavmin ulusal varlığını şiddetli bir

biçimde ilân etmesidir. Alman kavminin genel arzusu tek bir sözcükte

toplanır: tekrar canlanmak.217

Bugünkü nasyonal sosyalit pencermanizm, BDS’ndan önceki

pancermanizmden farklı olarak, kaynağını ırk kuramından alır. Bu ırk

kuramına göre, muhtelif ırklar özleri itibariyle birbirinden tamamen

farklıdır. Başlangıcından beri yüksek ve alçak, kötü ve iyi ırklar vardır.

İnsan niteliğindeki ve doğasındaki bu fark hiçbir gelişim ile

iyileştirilemez. Muhtelif ırklar arasında en yüksek ve en mükemmeli ari,

214Joseph- Barthélemy, “Hitlere Göre Devlet”, FH, Sayı 115, (4.1.1936). 215Paul Ferdonnet, “Almanyada Hitler İnkılabı”, FH, Sayı 21, (15.3.1934). 216Ferdonnet, “Alman Faciası: İktisadi Buhran”, FH, Sayı 24, (5.4.1934). Alman

iktisadiyatı BDS’ndan ağır zararlarla çıktı. Versay’ın hükümleri durumu daha

da ağırlaştırmıştı. Bütün zorluklara karşın, Almanya, kendisinin zaafına

inanmıyordu. Tekrar işine başlamak için sabırsızlanan bir hasta gibi, o geniş ikti-

sadî programını tekrar yürürlüğe koymak için iyi olmayı beklemiyordu. 217Ferdonnet, “Alman Faciası: Ahlak Buhranı”, FH, Sayı 25, (12.4.1934).

Page 306: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

302

şimali ırktır. En mükemmel insan uygarlığını bu ırk kurmuştur.

Beşeriyet tarihi de zaten yüksek ırkın aşağı ırklarla mücadelesinden

ibarettir.218

Burada her ne kadar üç diktatörlük çözümlemesine değinilse de,

Fikir Hareketleri’nde diktatörlük çözümlemeleri yalnızca bu

diktatörlüklerle sınırlı kalmamıştır. Avrupa’da ortaya çıkan diğer tür

diktatörlükler (Macar, Leh, Yugoslavya, İspanya...) de, hem ortaya çıkış

süreçleriyle hem de özgünlükleri ile inceleme konusu yapılmıştır.219

E. Devletçilik Çözümleme ve Polemikleri

Devletin iktisadi yaşama müdahalesi 1930’lu yıllarda ülkemizde

ve kapitalist ekonomilerin hemen hepsinde az ya da çok söz konusu

olmuştur. Türkiye uygulaması bakımından devletçilik biçiminde

adlandırılan bu müdahale, demokrasi ve diktatörlükle ilişkili olan bu

olgu, Fikir Hareketleri için önemli çözümleme konusudur.

218Edouard Benes, “Harbden Evvelki ve Sonraki Pancermanizm”, FH, Sayı 361,

(21.9.1940). 219Comte Sforza, “Macar Oligarşisi”, FH, Sayı 22, (22.3.1934); Sforza, “Lehistan’da

Diktatörlük”, FH, Sayı 23, (29.3.1934); Joseph-Barthélemy, “Lehistan

Diktatörlüğünde Bazı Hususiyetler”, FH, Sayı 24, (5.4.1934); Sforza,

“Yugoslavya’da Diktatörlük”, FH, Sayı 25, (12.4.1934); Sforza, “Yugaslavya

Diktatörlüğünün Menşeleri”, FH, Sayı 26, (19.4.1934); Sforza, “Yugaslavya

Diktatörlüğü”, FH, Sayı 27, (26.4.1934); Sforza, “İspanyol Diktatörlüğü”, FH, Sayı

28, (3.5.1934). Cambo’nun gözünde diktatörlükler zaaf ve hastalık belirtisidir. F.

Cambo, “Diktatörlükler Zaaf ve Hastalık Alâmetidir”, FH, Sayı 12, (11.1.1934).

Page 307: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

303

İktisadi yaşama devletin en az düzeyde karışmasından iktisadi

yaşamın büyük ölçüde devletçe plana bağlanmasına kadar varan geniş

yelpazedeki “devlet müdahaleciliği” Fikir Hareketleri’nde farklı

biçimlerde (iktisadi devletçilik, sevk ve idare edilen iktisat, dirije iktisat

gibi) adlandırılmaktadır. Dergi yazarlarının hepsi, ilkesel düzeyde,

iktisadi liberalizmi savunmakta ve ekonomiye devletçe yapılacak

müdahalelerin olumsuz sonuçlar vereceğini düşünmektedirler. Hüseyin

Cahid Yalçın da bu yaklaşıma katılmakla birlikte, Türkiye ve Türkiye

gibi sanayileşememiş ve toplumsal sınıfların henüz oluşmadığı ülkeler

bakımından, tıpkı Başvekil İsmet İnönü gibi, bir “müdafaa vasıtası”

olarak gördüğü iktisadi devletçiliğe sıcak bakmaktadır.

XIX. yüzyılda gözde olan iktisadi liberalizmin bu yüzyılın

sonunda ve izleyen yüzyılın ilk çeyreğinde gözden düştüğüne ve

rekabet ve serbesti ruhu üzerine kurulu kapitalist düzenin yerine

yarı özel yarı devletçi “melez” bir rejimin geçmekte olduğu kanısının

uyandığına, başka bir anlatımla, devlet kapitalizminin kapsama

alanının gün geçtikçe genişlediğine daha önceki çözümlemelerde

değinilmişti.220

220Bu konuda bkz. Lavernge, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin Boş

Tedbîrleri, Akim Nazariyeleri ”, FH, Sayı 23, (29.3.1934).

Page 308: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

304

Decugis, iktisadi liberalizmden devlet kapitalizmine gidiş

sürecini ele aldığı makalede, bireylerin girişim özgürlüğünün önündeki

engellerin pek çoğunun XIX. yüzyılda ortadan kaldırılmış olduğunu,

liberal iktisat sisteminde ilk gediği korumacılığın açtığını, BDS sırasında

devletlerin, ordu ve sivil halkça gereksinim duyulan eşyanın üretim ve

ticaretini sıkı surette denetim altına aldığını belirtmektedir. Savaş

sonrasında, Sovyetler Birliği hariç, bütün ülkelerde liberal iktisada doğru

“kısmi ve geçici” bir dönüş hareketi görüldü ise de, Savaş sonrasının

ekonomik zorlukları yavaş yavaş bütün devletleri “sevk ve idare edilen”

(dirije) iktisada yöneltti.221 Bireylerin özgür biçimde sözleşme yapma

alanı gitgide daralmış, çağdaş uygarlığın temeli olan ticaret ve sanat

özgürlüğü ortadan kalkmış, her türlü ürünün üretim ve dolaşım koşulları

gittikçe daha sıkı kurallara bağlanmıştır.222

Delaisi de, BDS sonrasında dünyanın hemen her tarafında

himayeciliğe geri dönüş olduğunu, hükümetlerden yüksek bir gümrük

tarifesi koymasının ve bunu korumasının istendiğini, başlangıçta

yalnızca yeni doğmakta olan sanayi için ve geçici nitelikte olan bu

korumanın geçici olmaktan çıktığını ve çok geçmeden devletten koruma

istemlerinin çoğaldığını, uluslararası rekabet alanının yıldan yıla

daraldığını, bir süre sonra ise, her ulusun kendi gümrük birliğini

221Henri Decugis, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 99, (14.9.1935). Bu yola ilk

önce İtalya ile Almanya girmiş, diğer devletler de onları izlemiştir. 222a.g.m.

Page 309: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

305

kurmayı başardığını yazmaktadır.223 Birçok ülkede üretim ve dağıtım

planları uygulamasına, planlı iktisada geçilmiş, bir planlı iktisat

modası (Bolşeviklerin, nasyonalistlerin, faşistlerin, sosyalistlerin ve

planları...) başlamıştır. Oysa, “... ferdi teşebbüs ve mesuliyet üzerine

istinat eden ve kapitalist denilen istihsal şekli mevcut bir memlekette

istihsal ve tevzi planları...” büyük felaketler doğurabilirdi.224 Nitti’ye

göre, sevk ve idare edilen (dirije) iktisat bir demokraside uzun müddet

yaşayamaz. İktisadi plan bütün iktisadi etkinlikleri zorunlu bir biçimde

devlet denetimine sokar. Bu tür iktisat yalnızca toplum çıkarı adına

bütün direnişleri kırabilecek merkezi bir örgüt sayesinde yürütülebilir.

Sevk ve idare edilen her iktisat bir plandır, devlet memurlarının sevk ve

idare ettikleri bir iktisat demektir. Her plan da ancak direnci ortadan

kaldıracak gücün yönetimi altında yaşama geçirilebilir. Direnci kırmak

merkezi bir siyasal gücü gerektirir. Kaldıki, “sevk ve idare edilen iktisat”

aslında halk için sefalet yaratmaktadır. Önemli olan “iktisadın kimin

tarafından ve hangi amaçlar için sevk ve idare edileceğini saptamaktır.225

Nitti, çekilen sıkıntıları kimilerinin plansızlığa bağladığını ve çarenin

223Francis Delaisi, “Milliyet Prensipi ve Himayecilik”, FH, Sayı 173, (13.2.1937). 224Nitti, “Planlı İktisat”, FH, Sayı 26, (19.4.1934). 225Nitti’ye göre, çoğunlukla dalavere çevirmek peşinde olan siyasiler için ekonominin

plana bağlı olması ve devlet tarafından sanayiye ve ticarete birtakım usuller

konulması büyük bir nimettir. Dış ticaret devletin eline geçtiğinde, hemen kurallar

konur, dış ticaret kontenjana tabi tutulur. Siyasal özgürlük büyük ölçüde sınırlanmasa

ve mülkiyet hakkı tamamen kaldırılmasa da iktisadi planlar ahlaki çöküntü yaratır.

Sonuçta, mülkiyet hakkı az çok ortadan kalkmadan sevk ve idare edilen bir iktisat

kurulamaz. Hangi sanayinin korunacağına, hangisinin ortadan kaldırılacağına,

SSCB’de kolaylıkla karar verilebilirse de, sermaye üzerinde mülkiyet hakkı bulunan

yerlerde bu kararı vermek güçtür. a.g.m.

Page 310: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

306

plan yapmakta arandığını belirtmektedir. O, böyle düşünenlerin yanıldığı

kanısındadır.

“…İnsan kendi hesabına düşündüğü zaman dikkatli ve müvesvis olur. Bir işe

sermayesini yatırmadan evvel tehlikesini düşünür. Bütün çiftçilerin,

fabrikacıların, tüccarların birer planı vardır. Aradaki fark şudur ki şahsi

planların zararı pek mahdut kaldığı halde tek bir planın yahut bir büyük

planlar silsilesinin zararı bütün memleketi kaplar.

“Hür bir iktisatta hata ve ziyanı ölçmek kabildir. Mesuliyet hissi basiret tevlit

eder. Planlı iktisatta ise zararlar gizlenir. Ancak bir felaket tahakkuk edince

bunlar meydana çıkar.”

“Dünyanın bugünkü iktisadi karışıklığı ne istihsal sistemindendir ne

plansızlıktandır. Resmi masrafların gayet fazla çoğalması, binaenaleyh

vergilerin artması, gümrük resimlerinin ithalata mani olacak surette

yükseltilmesi, insanların ve eşyanın serbest münakalesine müşkülat

çıkarılması istihsalatı mefluç hale sokuyor...” 226

Kapalı iktisatların BDS’nın ürünü ve Savaş dönemine özgü

olduğunu, sanayi felce uğradıkça, işsizlik arttıkça ve bunalımlar

birbirinin arkası sıra geldikçe her ülkenin kendine yetmeye, sırf kendi

sınırlarının içinde kapalı bir iktisadiyat teşkilatı kurmaya yöneldiğini

226“Ömürlerinde bir fabrika idare etmemiş, resmi bir iş başında bulunmamış kimseler

yalnız plan tavsiye etmekle kalmıyorlar, bir milletin iktisadiyatı nasıl sevk ve idare

edileceğini cihana öğretmek için malumat satmağa da kalkıyorlar. Hatta bazıları sevk

ve idare edilen bir medeniyetten bile bahsediyor! Eğer herkes sevk ve idareye

kalkacak ise bunları acaba kim idare edecek ?” a.g.m.

Page 311: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

307

belirten Nitti, bu hareketler hiçbir iktisadi sistemin ve özellikle de

kapitalizmin eseri ve ürünü değildir, Savaş ve devlet giderlerinin çok

fazla artmasının sonucudur. Devlet giderlerinin artışından da ulusçuluk

ve sosyalizm sorumludur. Dirije iktisat taraftarları ne istediklerini, neyi

sevk ve idare edeceklerini ve hedeflerini bilmemektedirler.

İktisadi düşkünlüğü ve bunun nedenlerini irdelediği makalesinde

de, Nitti, devletlerin müsrifçe müdahalelerinden kapalı iktisatları ve

iktisadi himayeciliği sorumlu tutmakta, amele himayeciliğinin de

düşkünlüğü iyice artırdığını savunmaktadır.227

“Devlet iktisad işlerine müdahale eder, ağır vergiler konur, gümrüklerde

himayeciliğe kalkılır, piyasalar kapanır ve memleket kendi başına müstakil bir

iktisad dünyası vücuda getirirse, evvelce, mübadele hürriyeti sayesinde

ihtiyaca zorlukla kafi gelebilen mallar satılmaz bir halde yığın yığın kalırlar,

düşkünlük ve buhran doğururlar.

“Umumi harbden sonra iktisadi bir nasyonalizm başladı. Yani beynelmilel

rekabet kaldırıldı, yahud azaltıldı.

“Hasılı, hür bir iktisadda hiçbir istihsal fazla değildir. Halbuki kapalı

iktisadlarda hemen her istihsal fazladır. Bu kapalı iktisadlar harbden sonra

iktisadi nasyonalizm yüzünden vücud bulmuştur.”

227Nitti, “Kapalı İktisadların Neticeleri”, FH, Sayı 71, (28.2.1935).

Page 312: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

308

Le Temps’da yayımlanan ve Fikir Hareketleri’nde de yer verilen

bir mektupta, İngiltere’nin önde gelen politika, ekonomi ve finans

adamları hükümetlerin müdahaleci tutumundan yakınmakta, iktisadi

liberalizmden uzaklaşılmasını dünyadaki karışıklıkların temel nedeni

olarak göstermekte, Le Temps da bu değerlendirmeye katılmaktadır.

“Bugün, artık liberalizmin vakti geçmiştir demek moda olmuştur. Filhakika,

hemen bütün Devletlerde hükumetler liberalizmin necat ve selamet temin

eden prensiplerini terketmişlerdir. Hükumet hususi işlere müdahalesini

gittikçe artırıyor, ekonomik faaliyeti sevk ve idare etmeğe çalışıyor. Milletler

etraflarına gümrük sedleri çekmekle kanamıyarak memleketler arasındaki

mübadeleye de bir kaide koymak istiyorlar. Dünyanın çektiği azap ve felaket

bu po1itikanın ve istinat ettiği fikir ve mezheplerin hatasını parlak surette

isbat ediyor. Bütün dünyaya şamil olan kargaşalık liberalizmin doğruluğu

hakkında en iyi bir delili teşkil etmektedir .” 228

Dirije iktisada doğru yürüyüş, henüz Almanya’da ve Lehistan’da

olduğu kadar göze çarpmamakla birlikte, Fransa’da da söz konusudur.

Son yıllara gelinceye kadar devletçiliğe karşı koyan İngiltere de akıntıya

kapılmaktan kendini kurtaramamıştır.229 İktisadi bunalımın tahripleri

ABD’yi bile Almanya, Lehistan ve İtalya kadar dirije iktisat yoluna

itmiştir. “Hemen hiçbir medeni memleket yoktur ki onda Devletin vazife

ve salahiyetleri bu son senelerde pek çok genişlememiş olsun. Müreffeh

228Hüseyin Cahid Yalçın, “’Matbuat Hayatı: Avrupadan Yükselen Bir Feryat”, FH,

Sayı 99, (14.9.1935). 229Decugis, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 100, (21.9.1935).

Page 313: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

309

ve mesut iken dünyanın tanımış olduğu liberal ekonomi artık bir

hatıradan ibarettir.”230

Dirije iktisat231 biçimlerinden biri olan ve gerçekte birbirini

tutmaz bir takım düşüncelerden oluşan plancılık, bugüne kadar gördüğü

rağbetin bir kısmını kaybetmiştir. Fakat Devlet adamları ve profesörler,

muhtelif adlar altında, dirije iktisat sistemleri kurmaya devam ediyorlar.

Amaçları, kapitalist teşkilat kadrolarına dokunmadan, iktisadi anarşinin

yerine devletin istediği düzeni ikame etmektir. Müdahalecilik,

sanıldığının aksine, yeni bir ekonomik kuram değildir; her zaman vardı.

En katı liberal iktisatçılar dahi bunun meşru bir alanı bulunduğu fikrinde

idiler. Hiç kimse devletin bir gümrük veya vergi politikası olmasına,

ihracat bankaları aracılığıyla iskonto fiyatını saptamasına itiraz

etmemiştir. Liberal ekonomide devletin müdahalesi istisnai niteliğini

korur ve özel nedenlerle haklı görülür. Dirije iktisatta ise devletin

müdahalesi normal ve hayırlı görülür. Demiryollarını yutan devletin

şelaleler, madenler, elektrik dağıtımı, sigortalar, bankalar, vapur

şirketleri ve savaş imalat fabrikaları hakkında da aynı şeyi yapması

savunulur. İki anlayış arasında, kesin biçimde ve belirgin bir sınır

yoktur. Daha doğrusu, bu sınır duruma ve olaylara göre yer

değiştirmektedir. BDS’nın başlamasından sonra, sınırın yer değiştirmesi

230Decugis, “’Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 101, (28.9.1935). 231Louis Marlio, “’Dirigé’ İktisadın İnkişafının Sebepleri”, FH, 348, (22.6.1940).

Marlio, dirije iktisada değişik adlar (muvazeneli iktisad, kontrollü iktisad, istikameti

tayin edilmiş iktisad, teşkilatlı iktisad... ) verilmekte olduğuna işaret etmektedir.

Page 314: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

310

dirije iktisat lehinde oldu. En dirije iktisat aleyhtarı hükümetler bile

kendilerini korumak için bir takım önlemler almaya mecbur kaldılar.

Dirije iktısadın bir ülkede var olması, birkaç yıl içinde bunun bütün

dünyaya yayılması için yeterlidir.232

Marlio, dirije iktisadiyatın zorlukları arasında en iyi memurları

seçebilmek ve bunları yerlerinde tutabilmeyi, gereksinimlerin doğru

biçimde saptanmasını, iktisadi yaşamın tamamının veya bir kısmının

planlanmasını, siyasetçilerin bu plana gerçek anlamda uymamalarını

göstermektedir. Güdümlü ekonomi, serbesti ile zorlama arasında

zararlı bir uyumlulaştırma yöntemi olduğu için, maddi bakımdan

bütün sistemlerin en kötüsüdür. Bu tür ekonomilerin başarıyla

uygulanabilmesi hükümetin diktatörce yetkilere sahip olmasını

gerektirir. Güdümlü ekonomi ile diktatörlük ekonomisi ya acze ya da

keyfi icraata mahkumdur. Güdümlü ekonomi taraftarları bir özgürlük

rejiminde bu düşüncelerini yaşama geçirmeye olanak bulamayacakları

için, ister istemez diktatörlük rejimi kurmaya mecbur olurlar.

Güdümlü ekonomi iki rejimin de kötülüklerini yapısında barındırır.233

Savaş sonrasının üç büyük diktatörlüğünü ortaya çıkaran

devrimler, Joseph-Barthélemy’ye göre, iktisadi liberalizmi de ortadan

kaldırdılar.234

232a.g.m. 233Louis Marlio, “‘Dirigé’ İktisadın Zorluğu”, FH, Sayı 288, (29.4.1939). 234Joseph-Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117, (18.1.1936).

Page 315: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

311

Labarthe, diğer yazarlardan farklı biçimde, müdahaleciliği

koşulların gereği olarak görmektedir. Ona göre, en koyu liberallerin,

giriştikleri iş tehlikeye düşünce, hükümetin koruma ve yardımına

başvurduklarını, dünyadaki bu altüst olma olayı karşısında “düzene

sokulmuş bir iktisat” taraftarı olduklarını görüyoruz. Kuvvetli ve düzeni

koruyacak otoriteye sahip bir hükümet ile her türlü ilerlemenin kaynağı

olan kişisel özgürlüğe hürmet arasında bir uyuşma yolu bulmak

mümkündür. Günümüz koşulları, düzeni korumak için özgürlüğü bazı

sınırlamalara tabi tutmayı gerektiriyor.

“...Devlet kendisi bir şey icat etmediği gibi en doğurucu şahsi teşebbüslerin

muvaffakiyetinde de birçok engeller çıkarır. Hiç şüphe yok ki Devlet pek

yüksek ve lüzumlu bir rol ifa eder. Fakat bu yaratıcı bir rol değildir, onun

“…Muhtelif anaların evlâdı olan modern diktatörlüklerin babaları hep birdir:

Devletçilik. Peygamberleri ise Fichte, Hegel ve hattâ Karl Marx’tır. Modern

diktatörlüklerin hepsinde müşterek çimento Fransız inkılâbı tarafından ilân edilmiş

olan umum için müşterek hukukun red ve inkârından ibarettir.” Fichte’nin

“Devlet en yüksek, en son ve mutlak surette müstakil bir kudrettir.”, Hegel’in

“Hak yalnız Devlettedir. Çünkü en kuvvetli odur.”, “Devlet yeryüzünde ülûhiyet

fikrini teşahhus ettirir. Devlet umumî cevherdir. Ferdîer bunun birer arazlarından

ibarettirler. Devlet ferdî hürriyet üzerinde müşterek kudretin hâkimiyetini ifade

eder.”, Karl Marx’ın “Bütün milletler arasında yalnız Rusyayı görüyorum ki

ibtidaî kültürü, ibtîdaî ekonomisi, ümmî köylülerden mürekkeb halk kütlesi ile

hakikî bir komünist sosyetesini teşkile ehil olsun.” ve Lenin’in “Devlet ile

hürriyeti telife kalkışmak bir manasızlıktır. Diktatörlük öyle bir kuvvettir ki

doğrudan doğruya cebir ve şiddet üzerine istinad eder. Bunu tahdid eden hiçbir

kanun yoktur. O hiçbir kaideye tâbi değildir.” ve Mussolini’nin “Her şey

Devletin içindedir. Devletin dışında hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Hukuku Devlet

yaratır.” sözlerine işaret etmektedir.

Page 316: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

312

tabiatında böyle bir şey yoktur. Devletin ihtiyaçları vardır. fakat fertlerin

ihtiyacını anlıyamaz. Devlet vücudu elzem bir yardımcı olabilir. Bir intizam

ve asayiş ve muhafaza amili, içtimai cidallerde bir hakem olur. Faydalı, elzem

ve mütenevvi vazifeler görür. Devletin şahsiyeti genişliğe doğrudur,

yüksekliğe doğru değildir. Fertleri icat dehasına nail eden o esrarlı

kıvılcımdan Devlet hisse almamıştır. Halbuki hürriyet olmazsa bu halk ve

icada imkan kalmaz. Şüphe yok ki hürriyet servetlerde ve kabiliyetlerde

müsavat halketmemiştir. Çünkü insanın fıtreti buna manidir. Bir heyeti

içtimaiye fertlerin emeği, güzide zümrelerin gayreti ve ilmi sayesinde terakki

eder...” 235

Labarthe’ye göre, kişisel amaçlarla toplumsal amaçlar arasında

bir uyum bulunmasını ilerleme bize emreder. Bireyin yalnızca kendisine

münhasır çıkarları yoktur, ulusal çıkarları da vardır. Ulusal çıkarların

koruyucusu devlettir. Bir yurttaş, “tefekkür ve mülahazanın mahsulü”

olarak bireyci olmalı, anarşiye varan mutlak özgürlükçülükten

kaçınmalı, hemcinslerine yardıma koşmalı, insanlardaki ızdırabın

azalmasına çalışmalıdır. Gerçek bireycilik dayanışma (tesanüt) ruhu ile

uzlaşır. Birey ile devlet faaliyet alanlarında kendi haklarını ve

görevlerini hakkıyla anlamalı ve özgürlüklere hürmet göstermelidirler.

Devlet, ‘can verici’ olmalı, bireylerin azim ve faaliyetini teşvik etmeli,

engelleri kaldırmalı, eşitlik, özgürlük, barış ve güvenliği sağlamalıdır.236

İktisadi liberalizmin diktatörlükle uzlaşamadığını tecrübe

235Labarthe, “Ferdi Haklar ve İçtimai İcaplar”, FH, Sayı 32, (31.5.1934). 236Labarthe, “Fert ve Devlet”, FH, Sayı 48, (20 Eylül 1934).

Page 317: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

313

göstermektedir. Bütün demokratik ulusları bireylerin iktisadi

faaliyetlerine müdahaleye sevk eden, iktisadi kolektivizme götüren bir

hareket karşısındayız.237 Ekonominin doğrudan doğruya devlet tarafın-

dan yönetilmesi, refah getirmek ve üretim bolluğu yüzünden fiyatların

düşmesi sonucunu değil, karışıklığı artırmak ve bütün toplumsal

sınıfları fakirleştirmek sonucunu doğuracaktır.238

Fikir Hareketleri’nin demokrasi taraftarı olduğunu belirten

Hüseyin Cahit’e göre, bütün ilkeler ve rejimler ülkelere göre

uygulamada az çok değişir. Demokrasi (ulusal egemenlik) taraftarı ve

liberal olmak “... mutlak iktisadi liberalizmi ya ilk klasikler şeklinde ya

sonraki müfrit şeklinde kabul etmeyi tazammun etmez. Siyasi liberalizm

ile iktisadi liberalizm ayrılabilir, ayrıdır....” Türkiye’de de bir zorunluluk

olarak devlet iktisadiyatı kabul edilmiştir.239 “En esaslı iktisat

mezheplerinin hiçbir vakit bütün gelecek zamanlar ve bütün memleketler

için harfi harfine riayet edilecek bir din ahkamı...” bulunmadığını

belirten Hüseyin Cahit’e göre, “... iktisat sahasında takip olunacak

siyaset, zamanın ve mekanın mahsulü olmak icap eder.”240

237Joseph-Barthélemy, “Hürriyet Nedir?”, FH, Sayı 119, (1.2.1936). 238Lavernge, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin Boş Tedbîrleri, Akim

Nazariyeleri 2” FH, Sayı 24, (5.4.1934). 239Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupa’nın Mirasçıları”, FH, Sayı 35, (21.6.1934). 240Hüseyin Cahit, “Bizde İktisadi Devletçilik Avrupa’da İktisadi Devletçilik”, FH, Sayı

5, (23.11.1933). “İngilterenin maddi refah ve saadetini, cihan piyasasına hakimiyetini

temin eden iktisadi hürriyetçilik o asra mahsus bir İngiliz mesleği idi. O zaman için

İngilterede harikalar doğurmuş olan iktisadi hürriyetçiliğin her memlekette her zaman

aynı tılsımlı tesiri husule getireceğine inanmak şeniyete karşı göz kapamaktır. Bugün,

Page 318: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

314

“... Her memleket iktisadi siyasetini tanzim ederken, iktisat hadiselerinin

umumi ve büyük kanunlarını gözden kaçırmamakla beraber, kendi varlığından

fışkıran zaruretleri de düşünmeğe mecburdur. Yoksa prensip ve nazariye

uğrunda memleket ve hakikat feda edilmiş olur.

“Vakıa iktisadi hürriyetçilik, esas itibarile, pek takdir edilecek, gayet tabii

görünecek bir yoldur. Fakat umumi surette tatbik kabiliyeti mevcut olmak

şartile. Yoksa öte tarafta başka memleketler bütün bütün aykırı prensipler

dairesinde umum dünyanın ahengini ihlal edip dururken kardeş beşeriyet

ideali peşinde gümrük hudutlarını kaldırmak ve dahilde iktisadi hürriyet

prensiplerini tatbik etmek biraz Donkişotluğu andıran bir hareket olur.”241

İktisadi liberalizm, Hüseyin Cahit’in de asıl tercihidir. Bunun

uygulanabilir olması, her ülkede benimsenmiş olmasına bağlıdır.

Hüseyin Cahit, Başvekil İsmet Paşa tarafından Kadro’da yayımlanan ve

Halk Fırkasının devletçilik yaklaşımının açıklandığı makalenin “... bu

bakımdan pek dikkate şayan bir mukaddeme ile söze başl[adığını]...”

belirtmektedir. Başvekilin bu makalede “İktisadi devletçilik siyaseti,

bana her şeyden evvel bir müdafaa vasıtası olarak kendi lüzumunu

gösterdi. ...İktisadi devletçiliği biz inkişaf yolu takip edebilmek için bir

müdafaa vasıtası ve bu sebeple bir azimet noktası, bir temel addetmeğe

mecbur bulunuyorduk...” şeklinde bir yaklaşım sergilediğini, bu

iktisadi hürriyetçiliğin beşiği olan İngiltere vekayiin sevkile o esastan uzaklaşmış

bulunuyor...” 241a.g.m.

Page 319: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

315

yaklaşımıyla iktisadi sorunları gerçek bir Devlet adamı gözü ve

muhakemesi ile görmekte ve çözümlemekte olduğunu gösterdiğini

belirtmektedir.

Hüseyin Cahit, iktisadi devletçiliği bir “müdafaa vasıtası” ve

“Türk iktisadiyatını kurtarmak ve sağlam temellere oturtmak için tatbik

edilecek en salim meslek” olarak görmektedir.

“İktisadi devletçilik masa başında kitap ve nazariye ile halledilecek bir iş

değildir… bütün dünyanın iktisadi vaziyeti ve gidişi karşısında Türk

camiasının tutması icap edecek en münasip yol ne olacağı düşünülürse o

zaman memleketin iktisadi hayır ve selameti itibarile selim bir neticeye vasıl

olmak kabil olur. İktisadi devletçilik bugün Türk iktisadiyatını kurtarmak ve

sağlam temellere oturtmak için tatbik edilecek en salim meslektir. Çünkü

kendimizi başka türlü müdafaa edemeyiz. Eğer bütün cihanda tek bir para

tekarrür etmiş, gümrük hudutları kalkmış, iktisadi hürriyetçilik prensipleri

işlemeğe başlamış olsa idi bile biz gene bu yolu tutmak için iyice düşünmek

mecburiyetinde kalacaktık. Çünkü Avrupada iktisadi devletçilikten

bahsedilince karşıya çıkacak iktisadi vaziyet başkadır, bizde bütün bütün

başkadır.”

“İktisadi vaziyet”in farklı farklı oluşu, iktisadi devletçiliğin

Türkiye ve Avrupa bakımlarından farklı biçimde ele alınmasını gerekli

kılmaktadır.

Page 320: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

316

“Avrupada büyük bir sermaye birikintisi vardır. Avrupada büyük bir

sanayicilik vardır. Avrupada bir mala sahip sınıf ile bir beş parasız sınıf vardır

ve birbirlerile adeta hayat ve memat mücadelesi içindedirler.

“Bizde bu hallerden henüz eser yoktur. Bizde daha kapitalizm başlamamış

sayılabilir. Sanayicilik hareketi yoktur. Sermayedar ve işçi sınıflarından da

henüz eser görmüyoruz. Avrupada iktisadi devletçilik sosyalizme götüren bir

yol diye telakki ediliyor. Avrupada sanayicilik etmek isteyen Devlete karşı

işleri iyi beceremiyeceği söyleniyor. Avrupada Devletin sanayiciliğe

kalkışması bir gasp ve müsadere mahiyetini alıyor.

“Bizde iktisadi devletçilik bir nazariyenin mahsulü olmadığı için sosyalistliğe

doğru adım olsun diye yapılmamaktadır. Memleketin iktisadi hayatını

kurtarmak, bir sanayi hareketi vücude getirmek ve bütün bunlardan daha

mühim olmak üzere, şamil tabir ile, memleketi sefalet ve iflasa sevketmemek

için bir tedbir olarak tatbik edilecektir. Avrupada uzun zamandan beri hususi

fertler ve şirketler elinde inkişaf eden sanayi hareketi dahiyane başlara,

herhalde büyük, tecrübeli ve mütehassis şeflere maliktir. Bizde bu hususta

vukuf, irfan ve tecrübe namına ne varsa Devlette toplanmıştır. İşte

memleketimizde pek çok hususi fabrikalar görüyoruz. Halbuki bugün

sanayiciliğin ruhu olan ‘rasyonalizasyon’u düşünen, bunu temin için

Avrupanın en büyük profesörlerinden birini davet eden, onun vesayası

dairesinde prensipleri tatbika geçen, hasılı sanayiciliği iptidai ve ham halinden

çıkararak asri ilim ve teknik esasına dayanmış surette idare etmek isteyen

ancak Devlet fabrikalarıdır. Fabrika yalnız para ile kurulmaz ve işlemez. İlim,

teknik ve ihtisas ister. Avrupada Devlet bu noktada zayıftır, bizde kavidir.

“Eğer biz memlekette Devlet başta olarak bir sanayicilik tesis etmezsek bir

taraftan kendi topraklarımızda aç ve sefil kalacağız, bir taraftan bütün bu

Page 321: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

317

kurtardığımız istiklale rağmen dünyanın sanayici yedi devletinin hepsinin

veya bir kısmının bir müstemlekesi haline düşeceğiz...”

Hüseyin Cahit’e göre, Savaş, yaşamak için başka ülkelere

muhtaç olmanın ne büyük bir zaaf teşkil ettiğini ortaya koydu.

“Şimdi her memleket hudutlarının etrafına adeta bir duvar çekmiş;

gümrüklerden içeri kuş uçurmaz bir halde, bütün ihtiyaçlarını kendi temin

etmek istiyor. Kat’iyyen muvaffak olamıyorlar. Bugün gene bütün

memleketler biribirlerine muhtaç bir halde bulunuyorlar. Her memlekette

gümrük himayeleri sayesinde cılız, sun’i bir sanayicilik hareketi inkişaf

ediyor. Fakat serbes[t] rekabete imkan olmayınca bu yolu tutmak bir zaruret

değil midir? Herhalde, iktisadiyatın ve siyasiyatın umumi gidişi bugün infirat

politikasıdır. Herkes her şeyi kendi temin etmek mecburiyetindedir, elinden

geldiği kadar.”

Emperyalizmin var olduğu ve serbest rekabetin bulunmadığı bir

dünya vaziyeti karşısında, Hüseyin Cahit’e göre, “... prensip tenkitlerini

bir yana bırakmak ve herkes gibi müdafaa tertibatı almak...”

gerekmektedir. İktisadi devletçilik bizde her hangi bir hakkı ortadan

kaldırmamakta olduğundan, yüksek adalet ilkelerine de uygundur.

“Başvekil Paşa Hazretlerinin işaret ettikleri gibi bizde İktisadi devletçilik sade

bir müdafaa tertibatından ibaret kalamaz. Bugün memlekette sermaye de

devlettedir, vukuf ve ehliyet de Devlettedir. Devleti kendilerini himaye

etmeğe mecbur edecek kuvvetli ve nüfuzlu bir sermayedar sınıfının esareti

altında bulunmamak bizim için en büyük bir nimet teşkil ediyor. Devlet sanayi

Page 322: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

318

himayesi için memleketin umumi ve yüksek menfaatleri namına bir tedbir

alacak ise bu bir nevi vergi demek olacaktır. Fakat bu vergi mahdut bir

sermayedar sınıfının kasasına değil, hepimizin hazinemize, maliyeye

girecektir. Bu noktadan da iktisadi devletçilik bizde yüksek adalet

prensiplerine uygundur. Mevcut ve müesses hiç bir hak yıkılmamaktadır. “242

Hüseyin Cahit, Fikir Hareketleri’nin ulusal egemenlik

(demokrasi) taraftarı, ulusçu, cumhuriyetçi, devletçi, devrimci, halkçı

ve laik olduğunu sık sık yinelemektedir.243 Başka bir makalesinde de,

Başyazar, değişik iktisat okullarının birbirlerine yaklaşmakta

olduklarını belirtmektedir.

“Devletin içtimaî sahaya müdahalesi keyfiyeti liberal ve müdahaleci

mektepler arasında münakaşayı mucip olup duruyor. Fakat hükümete

iktisadiyata kanarken ne suretle hareket edeceğini tavsiye hususunda iki

takımın da görüşleri birbirine pek yaklaşmıştır. Çünkü liberal iktisatçılar

ifratı bırakmışlardır. Denilebilir ki bugün fransız iktisatçıları arasında

iktisadî kanunların hakikaten mevcut olduklarında, arz ile talebin

birbirine uyması İcap ettiğinde ittifak vardır. Müstahsillerle hükümetlerin

bir takım sun’i çarelere baş vurarak iktisadî âmillerin birer makina gibi

kendiliklerinden faaliyetlerini göstermeleri keyfiyetinden kurtulmaya

çalışmaları gayet muzırdır. İşte son yirmi beş sene zarfında bu ilmî

saha üzerinde nazariyelerin böyle tedricen birbirine yaklaşması ve birleşmesi

iktisadî tefekkürün terakkisine bir alâmet ve kefildir.”

242a.g.m. 243Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret Alınacak Neticeleri 1”, FH,

Sayı 44, (23.8.1934).

Page 323: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

319

Dünyanın en demokrat hükümetleri bile (Amerika, İngiltere,

Fransa...) iktisadi özgürlükten uzaklaşmışlardır. Bu, siyasal özgürlükle

iktisadi özgürlüğün birlikte bulunmasının zorunlu olmadığını

göstermektedir.

“... Bunun içindir ki iktisadî Devletçiliği Türk heyeti İçtimaiyesinin

iktisadî şartları icabından telâkki eden ve bu yola giren Türk inkılâbı

kendi prensiplerine hıyanet etmiş, millî hakimiyeti yani demokrasiyi ve

siyasî hürriyetleri inkâr eylemiş değildir.”244

Siyasal özgürlük ile iktisadi özgürlüğü birbirine

karıştırmamak gerekir. İktisadi özgürlükçülüğü bir takım özel

koşullar doğurmuştur. O koşulların gerçekleşmediği yerde iktisadi

özgürlükçülüğün anlamı yoktur. Bugünkü dünya, birçok kusuru

olmasına karşın, devletçiliği zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla,

devletçiliği benimseyen ülkeler şimdiki durumun ve koşulların

gereğini yerine getirmiş olmakla demokrasiden ayrılmış

sayılamazlar.245 ABD’nin iktisadi diktatörlük sistemi ile yönetilmeye

başlaması onun demokrasiden ayrılmış olduğu anlamına gelmez.

Demokrasi ile diktatörlük birbirine tamamen zıt iki kavram değildir.246

244Hüseyin Cahit, “İnkılaba ve Hürriyete Dair”, FH, Sayı 11, (4.11.1934). 245Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933). 246Hüseyin Cahit, “Demokrasiler ve Diktatörlükler”, FH, Sayı 10, (28.12.1933).

Demokrasilerin ne tür hastalıklarına karşı ne tür diktatörlüklerin iyi geldiği

konusundaki değerlendirmelere “Demokrasi Çözümlemeleri” esnasında değinilmişti.

Devletçilik çözümlemeleri ile kısmen ilişkili bulunan bu konuya burada tekrar

değinilmeyecektir.

Page 324: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

320

F. Ulusçuluk ve Irkçılık Çözümleme ve Polemikleri

Fikir Hareketleri, “ulusçuluk” ve “ırkçılık” olguları konusunda

da çözümlemeler yapmıştır. Bu olgulardan ikincisi, yani ırkçılık, 1930’lu

yılların en önemli tartşma konularından biriydi.

1. Ulusçuluk: Doğuşu, Gelişimi ve Niteliği

“Ulus” (millet) görece yeni bir sözcüktür, günümüzdeki anlamıyla

XIX. yüzyılın başından beri kullanılmaktadır. Sözcüğün kullanımını

Fransız Devrimi genelleştirmiştir. Tanımı üzerinde çok da uzlaşılamayan

“ulus”, düşünceleri, kuralları ve tarihleri ortak bir insan kümesini anlatır,

tarihsel bir oluşumdur, ırk ile aynı şey değildir. XIX. yüzyılda “...

Napoleon bütün milletlere karşı yürümekle milliyet prensiplerini

bilaihtiyar vücude getirmiştir. Millet fikri, devlet ve vatan

mefhumlarından ayrı olarak, demokrasilerle beraber doğmuştur.”247

Ulusçuluk XIX. yüzyıl Avrupa tarihinin demokrasi ile beraber en

büyük kuvvetidir.248 Ulus düşüncesinin bu yüzyılda hızla yayılmasının

247Nitti, “Birkaç Mefhum - Millet, Vatan, Irk, Kavim, Devlet-”, FH, Sayı 13,

(18.1.1934). 248Hearnshaw, “Yeni Zamanlarda Milliyet Hissi Nasıl Doğdu?”, FH, Sayı 10,

(28.12.1933). Francis Delaisi XIX. yüzyılda ulusçuluk yolunda kat edilen yolu

anlatmaktadır. Delaisi, “Milliyet İdeali Nasıl Doğdu ve Nasıl Kökleşti?”, FH, Sayı

134, (16.5.1936). Russell da, dayanışma duygusuna sahip coğrafi bir grup olarak

Page 325: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

321

dört nedeni vardı: düşüncenin kendine özgü çekiciliği, ulaştırma

araçlarının gelişmesi, askeri zorunluluklar ve emperyalist diplomatların

hırsları.249 XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ise, milliyet tutkusu, ulusunun

çıkarını anlamaktan çok, ulusu hakkında bir gurur duymaktan, ulusuna

yapıldığını sandığı olumlu ya da olumsuz hareketlere bir tepki

göstermekten ibaret hale gelmiştir.250

Benes’e göre ulus düşüncesi demokrasinin içinden çıkmış

olmakla birlikte, totaliter rejimler onu aşırı ve kötü biçime

sokmuşlardır. Fransız Devrimi sonrasında büyük gelişim gösteren,

yaygınlaşan ve demokratik ideolojinin bir parçası durumuna gelen

ulusçuluk, o yüzyıldaki anlamıyla, yalnızca bireylerde değil ulusal

gruplarda da insanlığa saygı ilkesinin ve demokratik özgürlüklerin

uygulaması demekti. Ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkı

düşüncesi demokratik ideolojinin mantıksal bir sonucu idi ve BDS

sonrasında resmen ilan edilmişti. Faşizm ve nasyonal sosyalizm gibi

totaliter rejimler bunu kararlı bir biçimde benimsediler, ideolojilerinin

nitelediği ulusun ortaya çıkış sürecini anlatmaktadır. Bertrand Russell, “Ondokuzuncu

Asırda Fikirler: Milliyet Prensibi”, FH, Sayı 261, (22.10.1938). 249“Her yerde aynı usul tatbik olundu: İbtida dil birliği tesis edildi. Sonra, bu sayede

herkese aynı tarihi hatıralar, aynı edebi hayranlıklar telkin olunarak ruhlarda gizli,

başka kimseye geçirilmesi imkansız bir ‘milli deha ve fıtret’ vücuda getirildi. Daha

sonra, bu suretle teşekkül etmiş olan ırka mensub bütün fertlerde oturdukları toprak

üzerinde tarihi, tabii ve infikak kabul etmez bir hak bulunduğu ilan edildi. Herkes bu

toprakları müdafaaya mecburdu.” Francis Delaisi, “Cihanşümul Bir Din: Milliyet”,

FH, Sayı 137, (6.6.1936). 250Julien Benda, “Milliyet İhtirasları Hakkında Bir Tahlil”, FH, Sayı 7, (7.12.1933).

Page 326: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

322

bir kısmı haline getirdiler. Siyasal imanlarının temeli yaptılar ve bunu

en aşırı uca kadar vardırdılar.251

Savaştan acı çekmiş ülkelerin hepsinde, aynı zamanda, büyük

bir barış ve güvenlik gereksinimi ortaya çıktı.

“... İtalya yeni bir şevk ve galeyan kuvvetini daha derin yeni bir membada

aradı. İşte bu hayatî zarurete mukabele etmek için faşist nasyonalistliği

meydana çıktı. Bugün bütün italyan nasyonalistliği bu faşistliktir.

Vatanperverliğin esrar ile örtülü, hummalı bir istihalesi! 1919 tarihinden

sonra, sadece vatanperverane olan hislerin yapamadığı şeyleri nasyonalist ve

faşist imanı bir hamlede temin etti.”252

Yurtseverlik kendi sınırları dışında bir iddia beslemez, barışa

kavuşmaktan ve kendi kaynaklarını doğal biçimde geliştirmekten

başka bir şey istemez. Buna karşılık, her ulusçuluk (nasyonalizm)

kutsal bir görev adına ya da kendi kendine takındığı bir üstünlük savı

adına dünyayı düzeltmeğe, ıslah etmeğe kalkar. Başka ulusçuluklarla

çarpışmak tehlikesine maruzdurlar. Çünkü dünyanın dengesini altüst

etmek ve genel dengeyi bozmak eğilimindedir.253

251Edouard Benes, “Demokrasilerin Sükutu: Müfrit Nasyonalizm”, FH, Sayı 346,

(8.6.1940). 252Strowsky, “İtalyan Nasyonalizmi”, FH, Sayı 22, (22.3.1934). 253Strowsky, “Dünyayı Düzeltecek İtalya”, FH, Sayı 23, (29.3.1934). Strowski’ye göre,

“... Kavimler arasında şimdi ihtilafların asıl sebebi, ... hemen her tarafta

vatanperverliğin yerine nasyonalizmin kaim olmasıdır.” Ulusçuluk ile yurtseverlik bir

birine zıt şeylerdir; bu ulusçuluğun gücü, çoğunlukla karışıklığından ve karanlığından

ileri gelir. “Fakat, prensip itibarile, bütün nasyonalizmler sevkitabiiden gelen bütün

Page 327: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

323

“Milliyetçilik” sözcüğünü Fransızcadaki “nationalisme” sözcüğü

karşılığı kullanmakta olduğunu belirten Yalçın, doğru çevrilmiş olsa

dahi, ruhları bakımından iki sözcük arasında büyük bir fark

bulunduğunu, bir Avrupalının nasyonalizm sözcüğünden anladığı ile

bizim “milliyetçilik” (ulusçuluk) sözcüğüne yüklediğimiz anlamın

apayrı şeyler olduğunu vurgulamaktadır.254 Hüseyin Cahit, yukarıda

belirtilen özelliklere sahip Avrupa nasyonalistliği ile bizim

kuvvetler gibi azmağa, zehirli bir hal almağa maruzdurlar...” Strowsky, “Nasyonalizm

ve Vatanperverlik”, FH, Sayı 5, (23.11.1933). Strowsky’ye göre, Alman kuvveti

kendisini meşru göstermek için adalete dayanmağa gerek görmemiş, ırk ideolojisine

başvurmuştur. Bugün ise Hitler’in uyandırdığı şevk ve galeyan işin çehresini

değiştirmiştir. Strowsky, “Alman Nasyonalizmi”, FH, Sayı 11, (4.1.1934). 254Hüseyin Cahit’e göre, Avrupa’daki “nasyonalist”ler demokrasi aleyhtarıdırlar, hatta

demokrasiyi yıkmak konusunda komünistlerle işbirliği yapmaktan çekinmezler; din,

hükümdarlık, soyluluk ve savaş taraftarıdırlar, Nasyonalistler bütün siyasal faaliyetin

temeli olarak ulusu kabul eder, ulusu bir mutlak kavrama dönüştürürler. Ulusun

çıkarının bütün diğer tür çıkarların üstünde olduğunu düşünür, ancak ulusa yarayışlı

şeyleri ahlaka uygun sayar, ulusu yurtla özdeşleştirirler. Yurt, onların gözünde ırksal

bir olaydır, gelişimin en gerekli koşulu diğer yurtlara karşı güvensizlikten

kaynaklanan ateşli bir yurtseverliktir, ulus ile ırk daima aynı şeyler değilse de ulusun

ırksal bir temeli vardır, onun için de Yahudi düşmanıdırlar, savaşı bütün ulusal

kudretlerin en yüksek tezahürü diye telakki ederler. Onların gözünde güç hakkın

üstündedir, devletin adil olmasına gerek yoktur, kuvvetli olması yeterlidir. Hüseyin

Cahit’e göre, nasyonalizmin bir de iyiliği vardır. Sömürgelerden Avrupa’ya

savaşmaya getirilen insanlar Savaşta yenilenlerin topraklarını işgal ettiler. Bu

savaşçılar barış anlaşmalarındaki haksızlıkları gördükçe, Avrupa’ya karşı olan

saygılarını yitirdiler. Gayet tekemmül etmiş olan maddi bir uygarlığın arkasında adi

bir manevi uygarlık gizlendiğini kolayca anladılar. Yazara göre, bağımsızlık

hareketleri ulusal coşkunluğun temelini teşkil ederse bunlar daima yararlıdır.

Avrupa’da bir haraplık nedeni olan şey, yani nasyonalizm, Avrupa’nın dışında büyük

ulusal grupların oluşumunu ve yeni uygarlıkların gelişimini hazırlamaktadır. Hüseyin

Cahit, “Bizde Milliyetçilik Avrupada Nasyonalizm”, FH, Sayı 3, (9.11.1933).

Page 328: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

324

milliyetçiliğimizin (ulusçuluğumuzun) farkını özenle vurgular.

Milliyetçiliğimizi içe ve dışa karşı bir savunma refleksi olarak niteler.

“Bizde nasyonalistlik, harici siyasetimizde, (...) memleketimizi yarı

müstemleke şeklinde telakki eden haris ve insafsız garp devletlerine karşı bir

istiklal mücadelesi şeklini almıştır. Bizde nasyonalistlik dahili siyasette

Türkün gayrı unsurların memleketi yıkmak yolundaki emel ve teşebbüslerine

karşı Türkün hakkını muhafaza endişesile doğmuş bir aksülamel şeklinde

başladı. Türk nasyonalizmi muhafazakar ve mürteci değildir, hükümdarlık

taraftarı değildir, ruhani sınıflar nüfuzuna dayanmak fikrinde değildir, harp

aramaz, ırk düşmanlığı bilmez.” 255

Kendisinin de ulusçu olduğunu belirten Hüseyin Cahit’e göre,

Türk ulusçuluğunun Avrupa nasyonalizminden çok ayrı ve yüksek

olduğunun kimi yabancı yazarlar da farkındadır.256 Ülkemizdeki

255a.g.m. 256Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Yeni Türkiye’ye Dair”, FH, Sayı 79,

(25.4.1935). Batılı bir yazarın, “... komşularını, hatta çok kere uzak ve meçhul

kavimleri bile yutmak için...” ölçüsüz hırsa sahip olmalarını Avrupa’daki ve Avrupa

dışındaki nasyonalizmlerin ortak yanı olarak gösterdiğini belirten Yalçın, aynı

düşünürün, Kemalist Türkiye’deki ulusçuluğu dünyanın içine en az emperyalizm

bulaşmış ulusçuluğu olarak nitelemesine işaret etmektedir. Yalçın, aynı düşünürün şu

değerlendirmelerini aktarmaktadır. “…Türk kavminin tecanüsünden başka bir şey

istemiyorlar. Karışık olmayı, tahakküm hareketlerine kalkmayı akıllarına

getirmiyorlar.” “Türkiye harbi kazanmış olduğu için, bazı muhitler galebesini fütuhat

şekline sokmadığından dolayı hayretler içinde kaldılar. Klasik an’ane budur. Gazinin

bu ananeyi takip etmemesi selim, sakin ve emperyalizm karışmamış bir nasyonalizm

hakkında göstereceğim son örneği teşkil eder.... Türk inkılabı bize isbat etti ki bir

millet kendi ferdiyeti içine yabancı düşmüş unsurlar karıştırmadan, komşularının

ülkesine el uzatmadan de şevket ve kudret sahibi olabilir. Emperyalizmden bir hayır

görmemiş olan milletlerin Türklerin misalini takip etmemeleri için mücbir bir

sebepleri var mıdır?”

Page 329: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

325

ulusçuluğu Avrupa’dakinden ayırt etmek bakımından, Türk

ulusçuluğuna “milliyetçilik” nitelemesini, Avrupa’daki ulusçuluğa ise

“nasyonalizm” nitelemesini uygun görmekte, “… kendi aramızda

yaşayan bazı unsurların vaktile Türk vatanına karşı hıyanete, Türk

unsuruna karşı tefevvuk ve tahakküme kalkmaları yüzünden…” Türk

ulusçuluğunun savunma refleksi ağırlıklı olduğunu vurgulamaktadır.

“...Bizde milliyetçilik yüksek bir vatan aşkı ifade eder. Daima ileriye atılan bir

hamleyi gösterir. Bunda kimseye karşı tecavüz fikri olmadığı gibi, kimseyi

hakir görmek meyli de yoktur. Halbuki Avrupa nasyonalistleri mürteci, dar

düşünceli, insanlık mefhumuna arka çevirmiş, mutaassıp kimselerdir.” 257

“Türk milliyetçiliğini Avrupanın ‘nasyonalizm’i ile karıştırmak kadar büyük

bir hata ve gaflet tasavvur edilemez. Bizim temiz, yüksek ve insani

milliyetçiliğimizle Avrupanın dar, mutaassıb, mürteci nasyonalizmi arasında

zerre kadar münasebet yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz çok esaslı, çok yüksek

ve kuvvetli bir vatan muhabbetinden ibarettir. Bizde milliyetçilik gene kendi

aramızda yaşıyan bazı unsurların vaktile Türk vatanına karşı hıyanete, Türk

unsuruna karşı tefevvuk ve tahakküme kalkmaları yüzünden bir müdafaa

aksülameli tarzında vücud buldu. Hedefi vatanın ve Türk ırkının selametini

temindi. Bugün bu mücadele safhasını atlatan ve vahdet ve tecanüsüne

kavuşan Türk unsuru için milliyetçilik bu kadar fedakarlık pahasına elde

edilmiş mütecanis vatanı sevmek, korumak ve daima ilerletmek manasını

257Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Bolşeviklik, Faşistlik ve Demokrasi”, FH,

Sayı 83, (23.5.1935).

Page 330: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

326

ifade eder. Milliyetçiyiz, yani vatanımızı çok severiz. Fakat vatanın selametini

tahakküm ve istibdatta, irticada aramayız...”258

Hüseyin Cahit’e göre, atalarımızı milliyet duygularına sahip

olmamakla, Osmanlı Devletini Arapça, Farsça ve Osmanlıca’yı

Türkçeye yeğlemekle suçlamak “tarihe vukufsuzluk neticesidir,

muhakemesizlik mahsulüdür.” Milliyet duygusu ve kavramı yeni

icatlardandır. Üstelik milliyet duygusundan yoksun olan yalnız bizim

atalarımız değildir.259

258Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Namık Kemal İhtifali”, FH, Sayı 112,

(14.12.1935). Hüseyin Cahit’e göre, Namık Kemal, özgürlük ve yurt kavramlarını bu

ulusun ruhuna sokmuştur. Namık Kemal’in başarısının sırrı, bu iki kavramda temsil

edilen iki aşkı içimizde tutuşturmasındadır, o kavramları bizim varlığımızdan bir

parça yapmasındadır. “... Osmanlı imparatorluğu içinde, bir halitayı ayakta, yaşar bir

halde tutabilmek için bir belkemiği hizmetini görecek unsura ihtiyaç vardı. Bu unsuru

ancak ‘müslüman’ adı altında temin edebilmek kabildi. Sair unsurlara nisbetle azlık

halinde kalan Türk unsuru için bir üstünlük istemek ve sonra da hürriyet ve adaletten

bahsetmek imkanı yoktu. Onun için, Namık Kemal’in islamcılığını neşrettiği

fikirlerin temeli saymak doğru olmaz. O vatanının selametini ve bu vatanda hürriyet

rejiminin hüküm sürmesini istiyordu. İşte onun eserinde ölmeyen ve ölmeyecek

noktalar budur. Zamanın, muhitin icab ve mahsulü olan ikinci derecedeki teferruat

eserin esaslı hatlarını ve kıymetini bozamaz.” 259“Avrupada milliyet hissi nasıl Napoleon’un istila siyasetine karşı bir müdafaa

hareketi olarak vücut buldu ise bizde de milliyet duyguları hem mütecaviz Avrupa

devletlerinin memleketimizi istismar eylemek, vücudumuzu ortadan kaldırmak

yolundaki siyasetlerinin hem dahilde, ecnebi tahrikatı neticesinde bizden evvel

milliyet hissine sarılmış muhtelif unsurların vatanı parçalamak hususundaki

teşebbüslerinin neticesi olarak tecelli etti. Bizde de bu büyük bir müdafaa zembereği

oldu ve gördüğümüz kurtuluş mucizesinde en büyük manevi amili teşkil etti.”

Hüseyin Cahit, “Niçin Ecdadımız Milliyetçi Değildiler?”, FH, Sayı 14, (25.1.1934).

Page 331: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

327

Hüseyin Cahit, Atsız’ın Toplamalar adlı kitabında yer verdiği

ulus ve ulus tarihi çözümlemelerini değerlendirmektedir.260 Hüseyin

Cahit, Türk Ulusunun iki anayurdu bulunduğu biçiminde Atsız’ın

savunduğu tezi, “... siyasi mülahazalara göre biraz sun’i surette yapılmış

bir tertib...” gibi görmekte ve şu değerlendirmede bulunmaktadır.

“... Aynı zamanda muharrir, ‘Türkiye’nin fütuhat neticesi elimize geçtiğini de

söylüyor. Fetih hakkı olarak anayurddan buraya geldiğimizi ve bin seneye

yakın bir zamandan beri burada yerleşmiş olduğumuzu neden en esaslı bir hak

diye ileri sürmiyelim de anayurd tabirini çeke çeke bu kadar uzatmağa

uğraşalım? Bir kavim mutlaka ilk teşekkül ettiği noktada mı yaşamağa

260Atsız’a göre Türk tarihi İngiliz, Alman ve Fransız uluslarının tarihleri gibi

değerlendirilemez. Çünkü, Türk Ulusu tarih başladığı zaman oluşmuştu, ayrıca, Türk

tarihi, diğer uluslarınkinden farklı olarak, “aynı ve dar bir alanda” geçmemiştir.

Örneğin, Fransızlar için ulus, “o vatan içinde oturan ve birbirine karışan insanların

topluluğundan doğan varlık” demektir. Fransızlar değişik unsurların aynı yurtta

karışmasından doğan bir ulus oldukları için yurt tarihini esas almak zorundadırlar.

Buna karşılık, Araplar için tarih bir ulus tarihidir. Çünkü yurtlarının sınırları değişik

kalmakla beraber bu ulus yüzyıllar boyunca devletini kaybetmiş, fakat ulusal varlığını

korumuştur. İngilizler için tarih bir devlet tarihidir. Çünkü yurt dışına çıkınca, kültür

olarak İngiliz kalmakla beraber İngilizden başka bir ad taşıyan İngilizler esas

varlıklarını ana devletlerinde korumuşlardır. Türk tarihi için ise, Atsız, ulus-devlet

esasının kabul edilmesi gerektiği kanısındadır. “... Esas olarak sülale ve rejim tarihini

kabul etmemiz yanlıştır. Her sülaleyi ayrı bir devlet sayamayız. Hakikatte ayrı ayrı

birçok Devletler kurmuş değiliz, yalnız birçok hükümdar sülaleleri değiştirmişizdir.”

Ona göre, “Ahalisi, sınırları, toprağı, teşkilatı, dili, an’anesi bir olan iki devre

arasındaki fark yalnız başlarındaki hanedanın ayrı bulunmasından ibaret kalırsa buna

nasıl ayrı devletler denilebilir?” “Türk tarihi deyince, aklımıza anayurd Türk tarihi

gelmelidir. Anayurd ise onbirinci asra kadar yalnız Türkistan, onbirinci asırdan

başlıyarak ta Türkistan ve Türkiyedir. Şu halde 11 inci asırdan sonra iki Türk Devleti

vardır. Fakat bu iki Devlet de bazan birleşmişlerdir.” Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat

Hayatı: Türk Tarihi Üzerine Toplamalar III”, FH, Sayı 151, (12.9.1936).

Page 332: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

328

mahkumdur? Muhaceret etmiş kavımlar sonradan fethettikleri ve asırlarca

üzerinde yaşadıkları topraklarda yabancı mı sayılırlar ki bunu sanki

affettirmek ister gibi ‘anayurd’ tabirini kullansınlar? Anayurd denilince sadece

bir kavmın ilk kaynağı olan kıt’ayı anlamak daha doğru ve daha sade olmaz

mı? Ben bunda milli idealimizi rencide edecek hiçbir şey göremiyorum.”

Yalçın’a göre, Atsız, bir yurt içinde oturan ve birbirine karışan

insanlar topluluğundan doğan varlığın “ulus” olarak adlandırılmasını

yadırgamaktadır. Oysa günümüzde ulus kavramı, aşağı yukarı, Atsız’ın

yadırgadığı biçimde tanımlanmaktadır. Atsız’ın ulus anlayışında ırk

unsuru öne çıkmaktadır. Yalçın şu değerlendirmeyi yapmaktadır.

“Biz ‘millet’ kelimesini ‘ırk’ tabiri ile müteradif mi telakki edeceğiz?

Vatanımız olan Türkiyede bugün hepimizin ayrı ayrı hangi ırklara mensub

olduğumuzu tesbit edebilir miyiz? Bugün içimizde bazı çocuklar biliyorum ki

babaları Arab ve anaları Almandır. Fakat bu gençler bugün Türk adını

taşıyorlar. Hem onların Türklüğü yalnız adlarında değildir, kalblerindedir.

Kendilerini Türk hissediyorlar, hayatlarını Türklüğe veriyorlar, Türküm

diyorlar. Onun için, muhtelif unsurları nefsinde toplamış ve hepsini Türk

milliyetinin putası içinde eriterek aynı hissiyata, aynı an’anelere, aynı

ideallere sadık bir hale getirmiş Türkiye hududları içinde biz vatan tarihini

bertaraf edemeyiz. Muharririrn tavsiye ettiği gibi ‘Millet-Devlet’ esasını kabul

etmenin şümul ve delaleti ne olabileceği biraz mübhem ve meşkuk kalıyor.

Muharrir ‘millet’i ne suretle tarif ediyor? Milleti vatandan ne suretle ayırıyor?

Vatandan ayrılan millet ‘ırk’ demek olmuyor mu? Irk ve temiz ırk

telakkilerine kaçarsak Hitler dalaletlerine düşmiyecek miyiz?”261

261“Ahalisi, sınırları, toprağı, teşkilatı, dili, an’anesi bir olan devreleri hükümdar

sülalelerinin ve rejimlerin ayrılıklarına rağmen, Atsız, aynı Devlet saymaktadır.

Page 333: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

329

Yalçın’ın Toplamalar konusunda yaptığı değerlendirmelere,

Atsız, gönderdiği bir mektupla yanıt vermiş, siyasal yaşamda istikrarı ve

milliyette ırk ve kan esasını vurgulayan bu mektubu, Yalçın, Fikir

Hareketleri’nde yayımlamıştır.262 Yalçın’a göre ise, siyasal yaşamdaki

Bundan dolayıdır ki Osmanlı saltanatı yıkılıp ta cumhuriyet rejimi yükseldiği zaman,

Atsız’ın yaklaşımına göre, Devlet değişmemiştir. Hep aynı Türk Devleti devam

ediyor. Bunu vatanımızda maziye doğru da teşmil ve tatbik edebiliriz. Bugünkü

Devletimizin kuruluşunu Osmanoğullarının saltanata gelmelerinden başlatmakta

hiçbir mantık yoktur. Buraya Selçuklarla geldik ve yerleştik. Onun için, bugün

Türkiye Cumhuriyeti hududları ile anladığımız vatan içinde biz ta ilk istila devrinden

beri aynı Devlet olarak yaşıyoruz. Anadoluda Türkleri Osman Beyin emareti ile

başlatmak Osmanlı saltanatının belki de kasdi bir yanlış görüşünden ibaretti. Fakat

bundan daha yukarı zamanlara çıkmak isteyince, Atsızın saydığı şartlardan bazıları

karşımıza dikilmiyor mu? Mesela sınırlar? İki Devleti aynı varlık telakki edebilmek

için sınır birliği lazım değil mi? Hem, birinci makalemde dediğim gibi, bir kavmin bir

iki kere Devlet kurmasında o kavmin şeref ve haysiyetini bozacak ne var ki böyle

zihne mülayim gelmiyen ve zoraki ileriye sürülmüş gibi görünen telakkiler peşinde

koşalım?” a.g.m. 262Atsız, 155. sayıda yayımlanan mektubunda, siyasal yaşamdaki istikrarı bir ulus için

en büyük şeref olarak algıladığını, değişik hükümdar sülaleleri tarafından

yönetilmelerine karşın Türklerin tek bir devletinin bulunduğunu ileri sürmektedir.

Atsız’a göre, ‘ulus’ kavramını her ulus için ayrı ayrı tanımlamak gerekmektedir.

Örneğin, Fransız ulusu için yapılacak tanım Türk Ulusu bakımından yapılacak

tanımdan farklıdır. Türkler için milliyette esas ırk ve kan birliğidir. Yurt ikinci

derecede kalır. “Kaşgardan gelen hacılar türküz diye barbar bağırırken ve ‘Kamal

Ata’(Atatürk)yı kendi padişahları sayarken vatan ayrılığı var diye biz onları nasıl

Türklükten dışarı çıkarırız? Hem vatan birliği, vatan ayrılığı ne demek? Türklerin

doğup büyüdüğü, ecdad hatıralarile dolu her yer Türk vatanı değil midir? Vatan diye

siyasi hududlarımızı telakki edersek herhangi bir mağlubiyette elimizden çıkan bir

yeri bizim için ebediyen kaybolmuş nu telakki edeceğiz?” Atsız’ın değerlendirmesine

göre, ırk ve kan birliğine dayanmıyan Türk milleti kendi içinden ihanetlere uğrar.

“Eskiden ırkçılığın aleyhinde olanlar ‘insanların kanlarını tahlil mi edeceğiz?’ diye

ırkçılarla alay ederlerdi. Fakat bugün kan grupları ile ırkı tayin etmek meselesi artık

müsbet ilim sahasına girmiştir. Bundan dolayı ırk ve temiz ırk meselesini ‘Hitler

Page 334: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

330

istikrarı (başkalarına esir olmadan yaşamayı) bir ulus için en büyük şeref

sayan Atsız’ı tarihsel olaylar doğrulamamaktadır. Atsız’ın düşünceleri

dilek düzeyinde kalmaktadır.263 Atsız’ın, Türkler için milliyette esasın

ırk ve kan birliği olduğu, yurdun ikinci derecede kaldığı tezi, Yalçın için

kabul edilemez bir tezdir. Bugünkü duruma göre, hiçbir kavim ‘ırk ve

kan birliği’ni milliyet için esas tutamaz. Bir ulus için bir yurttan söz

ediliyorsa, bu genel bir kayıttır. Her ulusta yurt dışında kalmış ulusdaşlar

vardır. Bu durum, onların hiçbir zaman bağımsız bir yurtta toplu yaşayan

ulusdaşlardan ayrı sayılmalarını gerektirmez. Örneğin, Türkiye

Cumhuriyeti sınırları dışında yaşayıp da Türk’üz diyenlerin hepsi

Türk’tür. Ayrıca, Atsız’ın belirttiği gibi, kan grupları ile ırk sorununu

çözmek olanaklı olmuş olsaydı, konu hala tartışılmaya devam etmezdi.

2. Irkçılık: Doğuşu, Gelişimi ve Niteliği

dalaleti’ olmak üzere kabul etmiyorum. Bunu bir dalalet olarak kabul etsek bile acaba

bu dalalet, yabancıları Türk diye bağrımıza basıp sonra müşkül saatlerimizde onların

ihanetine uğramak dalaletinden daha mı büyüktür?” Atsız, Hitlerin etkisi altında

olduğu biçimindeki eleştirileri yanıtlarken de, kendisine kimilerinin Türk faşisti

dediklerini, bununla birlikte, Hitlerizmin atkisi altında kalmadığını, henüz 1924

yılında dört arkadaşı ile birlikte uzun tartışmalar ve çalışmalar sonucunda Türk ulusu

için en doğru esasın ırk ve kan ilkesi olduğunu kabul ettiğini, o tarihte Türkiye’de

kimsenin Hitlerden haberi olmadığını belirtmektedir. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat

Hayatı”, FH, Sayı 155, (10.10.1936). 263Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı – Birkaç Söz”, FH, Sayı 156, (17.10.1936).

Page 335: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

331

Irk, yalnızca kan alakalarını gösteren fizik bir tipin devam edip

gitmesidir. Tarihi oluşumları ve toplanmaları temsil eden kavim, ulus,

dil, ahlak ve adetlerin ırk ile hiç ilgisi bulunmayabilir ve genellikle de

bulunmaz. Bugün artık halis ırk yoktur, karışmış ırklar vardır. Ari

ırklardan, hatta sadece latin ırklarından bahsetmek kadar gülünç bir şey

olamaz. Bir İtalyan ırkının varlığı iddia edilemez, yalnız bir İtalyan

ulusu vardır. Ulus ırk ile aynı şey değildir.264 Ulusçular Gobineau’nun

(1816-1882) tarihi ve ulusal gururu okşayan eserlerinden

esinlenmişlerdir.265

264Nitti, “Birkaç Mefhum - Millet, Vatan, Irk, Kavim, Devlet”, FH, Sayı 13,

(18.1.1934). 265Nitti, “Ari Irkların Faikiyeti? Gobineau’nun Mes'uliyeti”, FH, Sayı 16,

(8.2.1934). “... Kont Gobineau bulutlu ve geveze bir muharrirdi. Bugün nasıl

roman tarzında tercümei hal yazıyorlarsa o da o zaman ilimden o tarzda

bahsediyordu. Tahsili ciddî ve esaslı değildi. İnsan ırklarının müsavatsızlığı

hakkındaki dört cildi akıl ve hayale gelmiyecek bir sürü saçma sapan sözler

yığınıdır. Gobineau her şeyden bahseden bir gramofon idi. Başı sonu belli

olmıyan romanlar, binlerce mısradan mürekkep manzumeler yazar, İranlıların, ilâh.

tarihinden bahsederdi. Bir salon diplomatı idi. Parlak bir zekası vardı. Göz

kamaştırmak zevkini ilmî hakikate tercih ederdi. Aynı zamanda pek kendini

beğenmiş bir adamdı. Kendisindeki arî dehasını ispat için kitapları gibi yazılmış

bir şecere neşretti. Fransayı istilâ etmiş olan ilk Viking’lerin neslinden geldiğini

iddia ediyordu.

“… Gobineau bugünkü nasyonalist dalâletlerinin doğrudan doğruya yahut

bilvasıta en birinci mesulüdür.” Paul Ferdonnet’ye göre, ırkçı düşünce, diplomat bir

Fransız olan ve ölümünün 50. yıldönümünde (1932) Almanlarca kendi uluslarının

büyüklüğüne layık gördükleri bir parlaklıkla anılan Kont Joseph Arthur de

Gobineau’nun 1853-55 yıllarında yayımladığı kitapta ortaya atılmıştır. Gobineau,

kitabında, bir kavmin çöküşünün yabancı ırklarla karışmasından ileri geldiğini

savunmaktaydı. Gonineau’ya göre, ari ırk Batı uygarlığını yaratan yüksek ırktır; en

saf ari ırkını da cermen ırkı korumuştur. Ferdonnet, “Alman Faciası: Irk İdeolojisi”,

FH, Sayı 28, (3.5.1934).

Page 336: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

332

“Gobineau’nun tasnifini teşkil eden yedi medeniyet grubu arasında

birincilik arîlere düşüyor. Eski zamanlardaki yunanlılarla asrî medeniyetin

cermenleri bunların neslindendir. Büyük olan her şey arîdir; güzel san’atlar,

medeniyet, ilim münhasıran arîlere mahsus bir imtiyazdır. Arîler başka

ırklarla, karıştıkları zaman melezler vücude getirdiler, necabetlerini

kaybettiler. Arî ırk mabutlar ve kahramanlar yetiştirdi. Az karışık

olduğu müddetçe dünyada yüksek vazifeler gördü. Fakat başka ırklarla

kaynaştığı dakikadan itibaren inhitata doğru yürüdü. Germenlere dünyaya

malikiyet asasını veren ve bütün asaletleri yalnız zarurî ve elzem bir vak’a

diye değil, faydalı ve hayırlı bir vak’a diye de izah eden bu garip telâkki

bir taraftan cermen kibir ve gururunu okşuyor, diğer taraftan da

asilzadelerin bütün bâtıl fikirlerine taraftarlık ediyordu. Bütün nasyonalist

dalâletlerini muhik[haklı, doğru] gösterdikten başka yahudi aleyhdarlığına

da hak veriyor, beşeriyet hakkında şairane ve felâketengiz bir telâkki

getiriyordu…”266

Irkçılık düşüncesi XIX. yüzyılda Malthus ile Darwin’in doğal

seçilime ilişkin kuramları sonrasında belirmeye başlamış ve bu yüzyılın

ikinci yarısında daha da güçlenmiştir.267 Hitler’in damgasını taşıyan

266 Nitti, Gobineau’dan sonra kimi antropolog ve sosyologların (Almanya’da Ammon ve

Stewart Chamberlain, İngiltere’de Galton, Pearson, Bateson ve Fransa’da de

Lapouge gibi) bir takım hatalarla tarihi izah etmeğe ve geleceği kestirmeğe

kalktıklarını belirtmektedir. Nitti, “Arı Irkların Faikiyeti?: Gobineau’nun

Mes’uliyeti”, FH, Sayı 16, (8.2.1934). 267Edmond Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Almanyada Asıl Irkçılık Ne Zaman Başladı?”,

FH, Sayı 276, (4.2.1939). Yalçın, bir makalenin başına koyduğu sunuş yazısında,

ırkçılığı, çağdaş dünyanın en önemli düşünsel, felsefi ve toplumsal hareketi olarak

nitelemektedir. “Hitler’in tarifine göre, Almanya ‘ırkçı bir Devlet’tir. Kanunlar,

maarif, ilim, güzel san’atlar, iktisad, hasılı gerek umumi ve gerek hususi hayat bu

Page 337: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

333

ırkçılık ise 1919’dan 1937 yılına kadar olan devrede gelişmiş, bu ırkçılık

daha önceki Pancermanizmin bütün mirasını kendisinde toplamıştır.268

yeni telakkinin icablarına boyun eğmek mecburiyetindedir. ‘Irk politikası ofisi’

namile tesis edilen mühim bir teşkilat bu babda icab eden tertibatı almakla meşguldür.

Büyük bir milleti hususi bir rejim altında yaşatan nazariyeleri ve bu nazariyelerin

Alman kavminin ahlak ve adatında ve tarzı hayatında husule getirdiği derin

hercümercleri alaka ve dikkat ile takib etmek bütün münevverler için bir borçtur.”

Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Cihan Harbinden Evvel Almanyada Irkçılık”, FH, Sayı

274, (21.1.1939). 268Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Irkçılık ve Pancermanizm”, FH, Sayı 275, (28.1.1939).

Pancermenizm üç büyük aşamadan geçmiştir: XIX. yüzyıldaki başlangıç aşaması,

Bismark zamanı ve İkinci Guillaume aşaması. “Alman ırkçılığının asıl tarihi Viyana

Kongresinden 1918 mütarekesine kadar sığan devre içindedir. Bu hareket 19 uncu ve

20 nci asırların pancermanizm hareketi ile büyük nisbette karışır...” Vermeil, “Irkçılık

Hareketi: Pancermanizmin Üç Merhalesi”, FH, Sayı 278, (18.2.1939). Günther’in

1920 ile 1937 yıllları arasında yayımlanan eserleri, Alman ırkçılığının BDS

sonrasında pancermanist geleneğini ne kadar çabuk tekrar ele aldığını bize

göstermektedir. Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Nordisme Nazariyesi”, FH, Sayı 280,

(4.3.1939). Makale, Günther’in ırk konusundaki görüşlerini değerlendirmektedir.

Vermeil’in konuya dair diğer makaleleri: Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Şimal Ruhu

‘Totaliter’dir” FH, Sayı 281, (11.3.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Şimallilerin İlk

Vatanı” FH, Sayı 283, (25.3.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Pannordisme” FH,

Sayı 284, (1.4.1939). Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Hitler Mezhebinin İlmihali” FH,

Sayı 285, (8.4.1939), Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Hitlerde ve Rosenbergde Yahudi

Düşmanlığı” FH, Sayı 286, (15.4.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Katolikliğe ve

Yahudiliğe Karşı” FH, Sayı 287, (22.4.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Hitler ve

Rosenberg’in Tenkidleri” FH, Sayı 288, (29.4.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi:

Otorite ve Irkçılık” FH, Sayı 289, (6.5.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Hitlercilik

Müsavat Tanımaz” FH, Sayı 290, (13.5.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: İki Yüzlü

Alman Felsefesi” FH, Sayı 291, 20.5.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Üçüncü

Reich’ın Dahili Rejimi” FH, Sayı 292, (27.5.1933); Vermeil, “Irkçılık Hareketi:

Nasyonal-Sosyalist Devlet” FH, Sayı 293, (3.6.1933); Vermeil, “Irkçılık Hareketi:

Kapitalizm Devlete Hizmetkar” FH, Sayı 295, 17.6.1933); Vermeil, “Irkçılık

Hareketi: Bedeblere ve Ruhlara Hakim Olmak İçin” FH, Sayı 296, (24.6.1933);

Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Goebbels ve Propaganda” FH, Sayı 310, (30.9.1939);

Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Yeni Almanyada Fikir Cerayanları”, FH, Sayı 313,

(21.10.1939); Vemeil, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-Sosyalist Hareketinin

Page 338: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

334

Ulusu ırksal değil tarihsel birer oluşum sayan Nitti, onların

oluşumunda asıl etkenin ortak yaşam, din, duygular, toplumsal

mücadeleler ve kültür olduğunu belirtmektedir. Ona göre, panslavizm,

pancermenizm, panserbizm, panhelenizm vs. ancak birer anlayıştan

ibarettir. Bunlar bilimden değil, aydınların ve politikacıların

dimağlarından çıkmışlardır ve siyasal birer program ifade ederler.269

Bütün dahilerin ari kavimlerine mensup olduklarına, ariler saf

kaldıkça kahramanlar yetiştirdiklerine dair ortaya atılan garip ve

anlamsız fikirlerin iki sonucu görülmüştür. Bunlardan biri, Almanların

kendilerinde ırk bakımından büyük bir yükseklik hülyasına

kapılmalarıdır. Bu üstünlük onları bütün dünyaya egemen olmaya aday

yapıyordu. İkinci sonuç, Almanların ırkın arılığı düşüncesine

saplanmaları ve arılığı diğer unsurlardan ve özellikle Yahudilerden

korumaları gerektiği düşüncesine kapılmalarıydı.270

Hazırlanması”, FH, Sayı 314, (28.10.1939); Vemeil, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-

Sosyalist Siyaseti”, FH, Sayı 318, (25.11.1939); Vermeil, “Irkçılık Hareketi:

Nasyonal-Sosyalizm ve Diğer Alman İdeolojileri”, FH, Sayı 322, (23.12.1939);

Vermeil, “Irkçılık Hareketi: Bugünkü Almanyanın Ruhu”, FH, Sayı 327,(27.1.1940).

Almanya’da ırk nasyonalizminin gelişim süreci için bkz. Strowsky, “Almanyada Irk

Nasyonalizmi”, FH, Sayı 12, (11.1.1934). 269Nitti, “Irk Hakkında Bazı Yanlış Düşünceler”, FH, Sayı 23, (29.3.1934). 270Nitti, “Irk Sahasında Arilik Davaları”, FH, Sayı 262, (29.10.1938). Nitti, bir diğer

makalesinde de, Almanya’da bir sistem hastalığı, biril olayları genel fikirler arasından

görme yeteneği bulunduğunu, oldukça anlamsız bir şey için bile koca bir bina kuracak

ve sistem yaratacak bir Alman profesörü var olduğunu, Almanların fabrikadan fazla

sistem kurduklarını ileri sürmektedir. Nitti, “Almanya’da Sistem Hastalığı”, FH, Sayı

263, (5.11.1938).

Page 339: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

335

XIX. yüzyılın iki büyük kişiliğinin, iki büyük devrimcisinin

Marx ile Gobineau olduğunu, Marx’ın sınıf mücadelesi ve proleterya

diktatörlüğü mistiğini, Gobineau’nun ise ırkçı mistiği ve büyük ulusçu

(nasyonalist) hareketleri kurduğunu belirten Nitti’ye göre, BDS

öncesinde pek sınırlı etkiye sahip bulunan bu ikili, ideolojileri

aracılığıyla, Savaş sonrasında Avrupa’nın altüst olmasına ve

darmadağınık hale gelmesine neden olmuşlardır. Gobineau’dan önce

büyük Alman düşünürleri hiçbir zaman nasyonalist anlayışlara

kapılmamışlardır.271

Gobineau’nun düşüncelerini Nitti şöyle özetlemektedir.

“... yüksek bir asya ırkı, ariler vardır. Bunlar Hindistandan çıkmışlar ve yunan

medeniyetini doğurduktan sonra Avrupanın ve bilhassa cermenlerin temelini

teşkil etmişlerdir. Bu ırk diğer ırklara kahir surette üstündür. Çünkü onlar

siyah yahud sarı kan ile az çok bulaşmışlardır. Diğer ırklar haiz oldukları az

çok ari kaynağa göre muhtelif seviyeler işgal ederler. Tarih bir ırk

271Nitti, “İki İnkılabcı”, FH, Sayı 261, (22.10.1938). Nitti, hiçbir Alman düşünürünün

Gobineau’dan evvel ırk mücadelesinden bahsetmediğini, cermenlerin üstünlüğünü

vurgulama gereği duymadığını belirtmektedir. “...Bilakis, çoğu [A]lman ilmini ve

alman kültürünü pek medhettikleri halde sair kavimlere karşı bundan bir üstünlük

yahud emniyetsizlik iddiası çıkarmamışlardır.” Gobineau’nun ırkların eşitsizliği ve

cermenlerin üstünlüğü düşüncesi Hitler’de yankı bulacaktı. Nitti’ye göre

Gobineau’culuk, Marx’cılık ile aynı etkiyi muhtelif şekil altında icra ediyor.

Gobineau’culuk da Marxcılık gibi, tarihi izah etmekte, geleceği haber vermektedir.

Toplumsal eşitsizliği de ırksal bir olay olarak kabul etmektedir.

Page 340: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

336

meselesinden başka bir şey değildir. Tarih biribirlerile çarpışan muhtelif

ırkların gayrimüsavi meziyetleri ve bu ırkların tesalübünden doğmuş aşağı

ırkların mevcudiyeti ile izah olunur. Büyük imparatorluklar ve büyük

medeniyetler yüksek ırklar ve aşağı ırklarla karıştıkları zaman

mahvolmuşlardır. Aynı milli sınırları muhafaza etmiş olsalardı başlarına bu

felaket gelmezdi. Gobineau ırkları tasnif ederken birinci mevkii arilere

vermiştir. Eski medeniyetin Yunanlıları ve modern medeniyetin cermenleri

bunlardan gelirler. Ariler saf kaldıkları müddetçe kahramanlar

yetiştirmişlerdir. Büyük olarak ne varsa bize hep onlardan intikal etmiştir.”272

Hankins’e göre, ırk öyle bir insan grubunu ifade eder ki buna

dahil olanlar diğer gruptakilerden bazı fiziksel farklarla ayrılırlar.273

İnsanlar o kadar çok yer değiştirmişler ve değişik kabileler arasındaki

ilişkiler o kadar sürekli bir hal almıştır ki ırk bakımından tam bir

halisliği korumaya olanak kalmamıştır.274 Avrupa milliyetlerinde ırk

yönünden homojenlik aramak boş bir çabadır.275 Siyaset ya da

kültürün oluşumunda ırkın hiç öneminin olmadığı söylenemezse de, bu

etkiyi şu an için ölçme olanağından yoksunuz.276

272a.g.m. Werner Sombart da yüksek veya aşağı ırklardan söz etmenin doğru olmadığı

kanısındadır. Werner Sombart, “Muhtelif Irkların Kıymetleri”, FH, Sayı 6,

(30.11.1933). 273Frank H. Hankins, “Irk Mefhumu”, FH, Sayı 174, (20.2.1937). 274Hankins, “Halis Irklar Var mıdır?”, FH, Sayı 177, (13.3.1937). 275Hankins, “Irk ile Millet Aynı Şey Olabilir mi?”, FH, Sayı 179, (27.3.1937). 276Hankıns, “Irkın Siyasi Ehemmiyeti”, FH, Sayı 181, (10.4.1937).

Page 341: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

337

Cermen kavminin ırk bakımından üstünlüğü ve Cermen

kanının üstünlüğü kuramı bilimsel gerçeklere ters düşmektedir.277

Genellikle sanıldığının aksine, ulusu ırk vücuda getirmemiştir. Tam

tersine, uluslar halinde gruplar oluşturmak gereğidir ki aynı uluslar

içinde yaşayan insanlara dil, gelenek, ahlak ve adet birliğini ve bu da

onlarda ortak bir kaynaktan çıktığı sanısını doğurmuştur.278

Stoffel de, ırkları iyi ve yüksek, kötü ve aşağı diye ikiye ayıran,

bu ayrım çerçevesinde ari ırkın birinci sınıfı, Yahudi ırkının da ikinci

sınıfı oluşturduğunu belirten anlayışı bilimsel yönden savunmanın

olanaklı olmadığını, bu tür ırkçılıkta Nasyonal Sosyalistlerin çıkarlarının

gizli olduğunu savunmaktadır.279 Yahudi aleyhtarlığını değerlendirirken,

Nitti, Yahudilerden nefret duygusunun (antisemitizm) barbarlığa

dönüşten olduğunu, bunun, öteden beri her türlü etkinlik alanında

Yahudilerin gösterdikleri üstün yeteneklere karşı çekememezlikten

kaynaklandığını belirtmektedir.280

Yalçın, Nihal Atsız’ın Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar adlı

eseri konusunda yaptığı değerlendirmede, ırk ve ırkçılığa ilişkin

277Georges Lakhosky, “Almanya’da Irk Üstünlüğü Hülyası”, FH, Sayı 305,

(26.8.1939). 278Francis Delaisi, “Cihanın Bugünkü Vaziyeti Karşısında Milliyet Efsanesi ve

Realite”, FH, Sayı 230, (19.3.1938). 279Georges Stoffel, “Alman Kanının ve Namusunun Muhafazası”, FH, Sayı 197,

(31.7.1937). 280Francesco Nitti, “Yahudi Aleyhtarlığı”, FH, Sayı 41, (2.8.1934).

Page 342: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

338

düşüncelerini ortaya koymaktadır. Yalçın’a göre, ‘ırk ve kan birliği’

milliyet için esas tutulamaz. Bugün dünyada hiç kimse halis ırk

bulunduğu savını ileri süremez. Yurttan ayrılan ulus ‘ırk’ demek olur.

Irk ve temiz ırk anlayışlarına yönelirsek Hitler sapkınlıklarına düşeriz.

281

Yalçın, Ziya Gökalp’ın kalpleri coşturan “Düşmanın ülkesi viran

olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak!” müjdesine de değindiği

makalesinde, son zamanlarda Türk ruhunun akışının, Ziya Gökalp’in

belirttiğinin aksine, “daha realist bir ülkü takib eder gibi” göründüğünü,

Turan’ın yerini Anadolu’nun aldığını belirtmektedir.282

G. Kapitalizm/Emperyalizm Çözümleme ve Polemikleri

Fikir Hareketleri Kapitalizmin XIX. yüzyılda kaydettiği

gelişmelerin ve XX. yüzyılın ilk çeyreği sonunda yaşadığı bunalımın

farkındadır. Kapitalizm, dergiye göre, XIX. yüzyıl boyunca “eşi

görülmemiş başarılara” imza attı, zenginlik kat kat arttı. Daha da

önemlisi, bu zenginleşmeden yalnızca ayrıcalıklı sınıflar değil, işçi sınıfı

(proleterya) da yararlandı.283 “İktisadi ulusçuluk” ve “emperyalizm”in

BDS’na gidilmesinin en önemli nedeni olduğunu belirten Delaici,

281Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: Türk Tarihi Üzerine Toplamalar III”, FH,

Sayı 151, (12.9.1936). Ayrıca bkz. Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı – Birkaç

Söz”, FH, Sayı 156, (17.10.1936). 282Hüseyin Cahid Yalçın, “Matbuat Hayatı: İki Şair”, FH, Sayı 61, (20.12.1934). 283Marlio, “Kapitalizmin Muvaffakiyeti”, FH, Sayı 299, (15.7.1939).

Page 343: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

339

makalesinde bu iki olgunun XIX. yüzyıldaki seyrini irdelemektedir.284

Yine bu yüzyılda girişim özgürlüğü önündeki engellerin çoğu ortadan

kalkmıştır. Liberal iktisat sisteminde ilk gediği ise himayecilik açmıştır.

BDS sonrasının iktisadi zorlukları bütün devletleri güdümlü (dirije)

iktisada yöneltmiştir.285

Kapitalizm, bir üretim tekniği olarak, BDS sonrasında büyük bir

gelişim gösterdi, yeni sınai girişimler kuruldu. Daha da önemlisi,

savaş ile sanayi arasında sıkı bir ittifakın oluşmasıydı. Sermayedarlar

savaş gereksinimlerini gerekçe göstererek ağır sanayi kurulmasına

destek verdiler. Ordu ile birleşmiş kapitalizm, ikna temeli üzerine

kurulu ürkek malî kapitalizmden farklıydı; eski sanayi ülkelerinin

sınırları içine sıkışıp kalmayı yeğlemedi. Savaş gerekleri, iktisaden geri

ülkelerde de sanayii aynı yönde geliştirdi. Özellikle ağır sanayi her

284Yüzyıla damgasını vuran Sanayi Devrimi önce İngiltere ve Fransa’da, daha

sonra da Almanya’da ekonomik yapıyı değiştirdi; küçük girişimler yerine

uzmanlaşmış büyük şirketler kuruldu. Bu büyük şirketler hem hammaddelerini

hem de müşterilerini ülke sınırları dışında arıyorlardı. Demiryolları, posta

vapurları, telgraflar sınırları aşmakta, mal, sermaye ve istihbarat bir ülkeden

diğerine gittikçe artan bir miktarda geçmekteydi. Her ulus belirli bir dalda

uzmanlaşmayı yeğlemekteydi. Bütün uluslar bir yandan kendilerini muhtar ve

egemen ilan etmekteydiler, öte yandan da maddi bakımdan birbirlerine tabi hale

geliyorlardı. XIX. yüzyıl Avrupa’sında sanayisi henüz zayıf olan ülkeler dışalımı

yasaklamakta, yalnızca yeni aletlerin ve makinelerin dışalımına çaba

göstermekteydiler. Ülkelerin tercihleri, kendilerine yeterli olmak ve

bağımsızlıklarını korumaktı. Bu arayış, sonuçta ülkeleri iktisadi ulusçuluğa götürdü.

Sanayisi gelişmiş ülkeler ise, gereksinim duydukları maddeleri üreten ülkeleri işgal

etmeye yöneldiler. Bu tutum da emperyalizmi doğurdu. Delaisi, “Ekonomik

Nasyonalizm ve Emperyalizm Nasıl Doğdular?”, FH, Sayı 168, (9.1.1937). 285Decugis, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 99, (14.9.1935).

Page 344: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

340

tarafta korumaya ve teşvike mazhar oldu. Savaş sonlarına doğru

“kuvvet ve şiddete dayalı” kapitalizm o zamana kadar asla elde edememiş

olduğu bir güce sahip oldu. Bolşevik Devrimi’nin, henüz ikinci

yılında bile, bütün Avrupa’ya yayılma yeteneği göstermesi yeterince

ürkütücüydü. Savaşın galiplerinde de mağluplarında da “kuvvet ve

şiddete dayalı” kapitalizm ile savaşı birbirinden ayrılmaz bir ikili gibi

algılayan düşünceler ortaya atılıyordu.286

Fikir Hareketleri’nde Harb-i Umumi’nin (BDS) ve İktisadi

Bunalımın nedenleri ile kapitalist üretim biçiminin akıbeti gibi konular

ele alınmakta, Savaş sonrası dönemde, kapitalist ekonomilere, bu

ekonomilerin felsefelerine uygun olmayan plan gibi bazı uygulama

araçlarının (enstrümanların) sokulmasının sakıncaları üzerinde

durulmaktadır. Örneğin, iktisadi bunalıma neyin ya da nelerin yol

açtığının sıkça tartışıldığına, kimilerinin sorunun plansızlıktan

kaynaklandığına kanaat getirdiğine değinen Nitti, böyle düşünenlerin

yanıldıklarını belirtmektedir. Ona göre, liberal bir ekonomide hata ve

zararı ölçmek olanaklıdır. Ayrıca, bu ekonomide sorumluluk duygusu

kişileri basiretli davranmaya yöneltir. Planlı ekonomilerde ise, zararlar

gizlenir, ancak bir felaket olunca bunlar meydana çıkar. Kapitalist üretim

biçimi, sıkça ileri sürüldüğünün aksine, iktisadi bunalımdan sorumlu

değildir. Üretim yapılmasının önündeki engeller (yüksek vergiler ve

gümrük resimleri, insanların ve eşyanın serbest dolaşamaması)

286M. J. Bonn, “İktisadiyat Sahasında Dünya İnkılâbı”, FH, Sayı 2, (2.11.1933).

Page 345: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

341

kaldırılacak yerde durumu daha da kötüleştirecek planların yapılmasına

yönelinmektedir. Bolşevizmin planları Nitti’yi hayrete düşürmemektedir.

Buna karşılık, bireysel girişime dayanan ve kapitalist denilen üretim

biçiminin egemen olduğu bir ülkede üretim ve dağıtım planlarının

yapılması büyük felaketler doğuracaktır.287

Kapalı ekonomileri incelediği bir başka makalesinde de, Nitti,

sanayi felce uğradıkça ve işsizlik arttıkça, bunalımlar birbiri arkası sıra

geldikçe her ülkenin kendine yetmeye, kendi sınırlarının içinde kapalı bir

iktisadiyat oluşturmaya yöneldiğini, “harb sebebleri hazırlıyan” bu

hareketlerin kapitalizmin değil, BDS’nın ve devlet giderlerinin çok

artmasının bir sonucu olduğunu, devlet giderlerinin artmasından ise

ulusçuluk ile sosyalizmin sorumlu tutulması gerektiğini yazmaktadır.288

Marlio, kar kurumunu getirmekle kapitalizmin insanı en verimli

duruma getirdiğini, serbest iktisadiyat sisteminde herkesin kendi

hesabına çalıştığını sandığını, gerçekte halk kütlesi için çalışıldığını,289

kapitalizmin kusursuz bir biçimde işlemesinin başlıca dört koşulun (kişi

özgürlükleri, iktisadi unsurların serbest dolaşımı, değişim serbestisi ve

yeteneksizlerin ayıklanması) gerçekleşmesine bağlı bulunduğunu

287 Francesco Nitti, “Planlı İktisat”, FH, Sayı 26, (14.9.1934). 288Nitti, “Kapalı İktisadların Neticeleri”, FH, Sayı 71, (28.2.1935). Makalede ülkelerin

kapalı iktisada yöneliş nedenleri ve bu tür iktisadın olumsuz sonuçları

açıklanmaktadır. Ayrıca bkz. Decugis, “’Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 99,

(14.9.1935); Decugis, “’Economie Dirigée’ [G]idişi”, FH, Sayı 101, (28.9.1935);

Marlio, “‘Dirigé’ İktisadın İnkişafının Sebepleri”, FH, Sayı 348, (22.6.1940).

Page 346: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

342

belirtmektedir. Buna karşılık, 1938 yılının Avrupa’sında liberal

kapitalizmin bu dört koşulundan hiç biri geçerli değildir.290

1929 Bunalımı sonrasında kapitalizmin, yani şimdiki üretim

biçiminin “sonunun geldiği” savlarına karşılık verirken, Nitti, 1929

Bunalımının nedenlerini BDS’nda ve sonrasında yapılan barış

anlaşmalarında aramak gerektiğini savunmaktadır. Ona göre, siyasal

iktisat (ekonomi politik) iflâs etmediği gibi, iktisat biliminin esasları

tecrübe ve kontrolden geçmiş, doğrulukları anlaşılmıştır. Bozukluk,

üretim biçiminde, yani kapitalizmde değildir. Dünyanın hayatını felce

uğratan nedenler siyasal ve toplumsal tutkulardır. Bu tutkuların

kökenlerinde pek az iktisadi neden olabilir. Dünyadaki karışıklığın

nedenlerini üretim biçimlerinde değil, siyasal ve ahlâki düzende aramak

gerekir. Üretim biçimini değiştirmekle bunları hafifletmek veya

bütünüyle ortadan kaldırmak olanaklı değildir.291 Lavernge, on

dokuzuncu yüzyıldan başlattığı çözümlemesinde, bugünkü felâketlerin

289Marlio, “Kapitalizmin Kuvvet Unsurları”, FH, Sayı 298, (8.7.1939). 290Louis Marlio, “Kapitalizmin Zayıf Noktaları”, FH, Sayı 301, (29.7.1939). Devletin

kontrolü altında ya da devlet tarafından kurulan fabrikalardan başka bir şey yoktur.

Bunun sonucunda bütün Avrupa gitgide büyük piyasaları kaybetmektedir. Louis

Marlio, “Modern İktisadiyatın Dramı”, FH, Sayı 303, (12.8.1939). XIX. yüzyılda

harikalar yaratan kapitalizmin en esaslı kaldıraçlarından biri olan makinalaşma,

bunalım devrelerinde işsizliği süreğen duruma getirdiğinden, şimdi kapitalizmi yok

edebilecek duruma gelmiştir. Bkz. Marlio, “Kapitalizm Davası: Devrimizin En

Vahim Meselesi”, FH, Sayı 305, (26.8.1939) ve Louis Marlio, “Müzmin İşsizlik”,

FH, Sayı 309, (23.9.1939). 291Nitti, “Economie Politique İflâs Etti mi ?”, FH, Sayı 12, (11.1.1934)

Page 347: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

343

(iktisadi bunalımın) nedeni olarak “inhisar ruhu” ile “devletçilik”

fikrinin karışmasını göstermektedir.292

Kapitalizmin varlığını sürdürmesi onun demokratlaşmasına

ve sunduğu nimetlerden toplumun bütün kesimlerini

yararlandırmasına bağlıdır.293

XIX. yüzyılın sonlarında ülkelerin tamamına yakını kendi

gereksinimlerini kendileri sağlamak düşüncesindeydiler. İktisadi

bağımsızlık siyasi bağımsızlığın zorunlu bir tamamlayıcısı gibi

292Lavernge’ne göre, XIX. yüzyılın sonunda ve XX. yüzyılın başında liberal iktisat

saygınlığını büsbütün yitirmişti. BDS’nın başlamasıyla liberal iktisada son darbe

indirilmiş gibi göründü. Artık XIX. yüzyılın serbest rekabetine veda edilmişti.

XX. yüzyılın başından itibaren her yanda (ABD, Avrupa) ulusal ve çokuluslu

kartellerden ve tröstlerden başka bir şey görülmez oldu. BDS arifesinde, sayısı

100’ü aşan çokuluslu kartel yahut birlik vardı, tekel ruhu her yanda hakim olmağa

başlamıştı. Savaş sırasında sanayinin kontrolü ve devletleştirilmesi hareketi

güçlendi. Bunun sonucunda savaşa katılan veya katılmayan hemen her ülkede devlet

sosyalizmi doğdu. ortaya çıktı. XIX. yüzyılın her yerde rekabet ve serbesti

ruhu üzerine kurmuş olduğu kapitalizm ortadan kalkmak üzere idi. Onun

yerine yarı özel yarı devletçi “melez” bir rejim geçiyordu. Devletleştirilen alan

gün geçtikçe genişliyordu. Yarı devletleştirilmiş sanayi, gelişim devresinde,

ücretlerin ihtiyatsızca artırılmasını kabul ettiği gibi maliyet fiyatlarına etki eden

diğer unsurların fiyatlarının yükseltilmesine de ses çıkarmamıştır. 1920’den

1929’a kadar hallerde görülen o anlamsız yükselmenin hikmeti budur. Şimdi

bütün fiyatların bu kadar aşağı düşmesi de o hareketin pek zaruri olan bir geri

tepmesidir. Lavernge, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin Boş Tedbirleri,

Akim Nazariyeleri ”, FH, Sayı 23, (29.3.1934); Lavernge, “Dünya Buhranının

Sebepleri, Son Senelerin Boş Tedbirleri, Akim Nazariyeleri 2”, FH, Sayı 24,

(5.4.1934). 293Bonn, “Kapitalizmin Manası: Kapitalizm Ne Şartla Payidar Olabilir?”, FH,

Sayı 17, (15.2.1934).

Page 348: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

344

algılanmaktaydı. Her ulus kendi gereksinimleri için gerekli bütün sanayi

kendi sınırları içinde kurmaya çalışmaktaydı. Ancak, bu tür bir

ekonomik ulusçuluğa bir iki yüzyıl öncesinden beri ve özellikle XIX.

yüzyılda kendini bağlı hissetmeyen devletler de vardı. Çünkü,

makineciliğin gelişimi bu sınırlamaların kalkmasını gerektiriyordu.

Makineciliğin en çok geliştiği ülkede (İngiltere) hammaddeleri ve

kaynakları yabancı ülkelerde aramak zorunluluğu doğmuştu. Bu suretle

siyaset ve ekonomi arasında yeni bir lehimleme tipi vucut buldu. Bu

emperyalizmdi ve bunun ilkelerini ilk önce ortaya atan ve uygulayan

İngiltere idi.294 Emperyalist ülkeler, iktisadi yönden karşılıklı

bağımlılık işini aynı siyasal hakimiyet çerçevesi içinde sağlamak için

kendilerine gereken maddeleri üreten ülkeleri ele geçirmeye kalktılar.295

Rustow’un kapitalizm üzerine verdiği bir konferansta dile getirdiği

görüşlerin Kooperatif’te296 eleştirilmesi üzerine, Hüseyin Cahit, konuya

ilişkin görüşlerini açıkladığı makalesinde, Kooperatif’i ve onun gibi

olduğunu düşündüklerini tevazuya davet etmekte, kapitalizmin iflas etmiş

294Francis Delaisi, “İngiliz Emperyalizminin Doğuşu”, FH, Sayı 180, (3.4.1937). XX.

yüzyılın başlangıcında büyük Avrupa devletlerinin sınırları çoktan beri saptanmış

bulunmaktaydı ve aralarında sınır uyuşmazlıkları hemen hiç yok denecek kadar az idi.

Emperyalist devletler şimdi de Balkanlarda, Türkiye’de, İran’da, Afganistan’da,

Tibet’te, Mançurya’da, Çin’de, Afrikanın en ücre köşelerinde birbirleriyle

çarpışıyorlardı. Delaisi, “Müstemlekecilik”, FH, Sayı 185, (8.5.1937). 295Francis Delaisi, “Ekonomik Nasyonalizm ve Emperyalizm Nasıl Doğdular?”, FH,

Sayı 168, (9.1.1937) 296Kooperatif, C. II, S. 23, (Nisan 1934).

Page 349: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

345

olduğu yönünde Kooperatif’in ileri sürdüğü tezi gülünç bulmaktadır.297

Rustow, birçok sakıncasına karşın kapitalizmi insanlık için en uygun

sistem saymakta, kapitalizmin kötülüklerini sistemin kendisinde değil,

insanların ilgisizliğinde ve geleneklere uymamalarında aramaktadır.

Kapitalizmin bunalıma düşmesini ve temellerinin sarsılmasını kendi

ideolojisinden ayrılmasına ve tarafsız hükümet bulunmamasına

bağlamaktadır. Kooperatif ise, kapitalizmin bunalıma düşmesinin ve iflas

etmesinin nedeninin, sömürge ve açık pazarlarla sanayi ülkeleri arasında

serbest piyasa ve rekabetin doğurduğu farklılık olduğu kanısındadır. “...

İşte ilim ışığında [T]ürk davası ve [T]ürk inkılabı ideolojisinde garp

kapitalizm buhranının başlıca sebebi budur.” Ayrıca, Kooperatif’e göre,

ülkemize gelmiş bir Alman profesörü olarak, Rustow’un, Türkiye gibi bir

devrim ülkesinde iktisadın bugünkü sorunlarını inceleyebilmek için evvela

ülkemizin düşünce ve bilim anlayışları ve akımları üzerinde durması ve

onlarla ilgilenmesi gerekir.

Hüseyin Cahit’e göre, Kooperatif’teki bu yazı, ülkemiz irfan

alemine musallat olmuş müthiş bir derdin, ‘yarım allamelik sultanlığı’nın

varlığının açık göstegesidir. Bu allameler her şeyi bilen güya münevver

bir bilgiç sınıfıdır, gerçek ve bilim yalnızca onların dediklerinden ibarettir,

Avrupa’dan gelen uzmanlara, bilim adamlarına karşı adeta düşman gibi

davranırlar, en azından onları küçümser görünürler.

297Hüseyin Cahit, “Biraz Tevazu!”, FH, Sayı 28, (3.5.1934).

Page 350: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

346

“İşgal ettikleri kudsiyet kürsüsünün üzerinden fırlattıkları ayetlere karşı bütün

itirazları susturmak için ağızlarından eksik etmedikleri bazı kelimeler vardır

Hep Türkiyenin inkılap içinde bulunduğunu, milli bir ideolojinin böyle icap

ettiğini ileriye sürerler. Sade[ce] memlekette kimseyi beğenmemekle kalsalar

gene iyi. Fakat bununla da iktifa etmiyerek bütün garp ilmini, irfanını hiçe

sayarlar. Çünkü ilim bizim memleketin hududlarını aşınca mutlaka ilimlikten

çıkar, bu sultan bilgiçlerin tabiiyeti altına girip de ayaklarına kapanmazsa

kıymeti olmaz. Yalnız onlar vardır, onlar bilirler, onlar hüküm verirler ve herkes

onlara iman etmek mecburiyetindedir.”

Bunlar iktisadiyat ve içtimaiyat sahasında, kapitalizmin ve

liberalizmin aforoz edildiğine, iflas ettiğine inanırlar. Bu iflası kabul

etmeyenler “... köhne itikatlara saplanmış, zamanın seyrine uymamış

acınacak zavallılardır, ‘statik’ adamlardır.” Hüseyin Cahit’e göre, keşke

dosdoğru bir inceleme sonucunda, kaynaklara ve istatistiklere başvurarak

bu kanıya varmış olsalar. Ama, ne gezer!

“Bizde fikir ve ilim cereyanları! Fikir galiba ‘opinion’ zannediliyor. Yoksa

hangi fikir ve ilim cereyanlarımız var? Bütün marifetimiz elimize geçen dört

beş kitapta öğrendiğimiz şeyleri memleketimize tatbik eder gibi görünerek ve

kendimize malederek bilgiçlik taslamak değil de nedir? Bir fikir ve ilim

cereyanı yaratmak bugün için bizde kimin haddi? Evvela talebe olalım, bir

üniversiteye girebilecek vasfı haiz olduğumuzu ispat edelim. Okuduğumuzu ve

profesörlerimizin söylediklerini anlıyabilecek hale gelelim. Sonra hayatımızı bir

irfan şubesine hasrederek senelerce çalışalım. Kabiliyetimiz varsa belki o

zaman ortaya bir cereyen değil, küçük bir kıvılcım çıkarabiliriz. İlmin

başlangıcı haddini bilmek ve tavazudan ayrılmamaktır. Halbuki daha biz bunu

bile anlamadık!”

Page 351: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ
Page 352: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

348

Page 353: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

349

SONUÇ

Fikir Hareketleri’nin içerdiği siyasal ve iktisadi düşünceleri

incelemeyi ve derginin benimsediği ideolojiyi saptanmayı amaçlayan bu

çalışma, doğrudan dergi üzerine yapılan ilk çalışmadır. Yedi yıl boyunca

hiç sektirmeden haftalık olarak toplam 364 sayı yayımlanan derginin

misyonu, “...milli hakimiyet [demokrasi] felsefesi ve rejimi aleyhinde

sağdan ve soldan yapılan hücumların mahiyetini tahlil ve teşrih ...”

etmek ve gerekli bilgiyi vermektir. Fikir Hareketleri, demokrasi-

diktatörlük geriliminden yola çıkmıştır.

Başyazar, dergiyi, “yaşayabilmek” (geçim sıkıntısını gidermek)

amacıyla çıkardığını belirtmekte ve dergiden söz eden çalışmalardan

yalnızca Koçak’a ait olanda bu gerekçe sorgulanmakta, başka

çalışmalarda Başyazarın belirttiği bu gerekçeye değinilmekle

yetinilmektedir. 1926-1933 devresinde Hüseyin Cahit’in geçim sıkıntısı

çektiği doğru ise de, onun gazetecilik ve siyasetçilik geçmişi göz önünde

Page 354: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

350

bulundurulduğunda, yaşayabilmek için dergi çıkardığı yönünde kendisi

tarafından formüle edilen gerekçe doyurucu olmaktan uzaktır. Derginin

içeriği ve yayın politikası1 göz önünde bulundurulduğunda, Koçak’ın

yorumuna (Hüseyin Cahit’in Fikir Hareketleri sayesinde siyasal alanda

meşruiyet kazanma peşinde olduğu) katılmamak olanaklı değildir.2

1 Fikir Hareketleri, yayın yaşamı boyunca güncel siyasal olaylara değinmekten

özellikle kaçınmıştır. Türk Devrimi, demokrasi, diktatörlük ve ırkçılık gibi konularda

Kadro, Kooperatif ve diğer bazı dergi ve kişilerle yaptığı polemikler dışında, dergide

Türk siyasal yaşamına ilişkin bir şey bulmak güçtür. Daha da önemlisi, dergide

iktidara ve rejime yönelik en küçük bir eleştiriye raslanmaz. Buna karşılık, Fikir

Hareketleri CHF’nin altı ilkesine olan inanç ve bağlılığını sık sık yinelemiş, Türk

Devriminde kendisine ters gelen hiçbir yanın bulunmadığını, özgürlüklerin, komünist,

faşist ve nazi rejimleri veya diğer diktatörlüklerle kıyaslanamayacak ölçüde geniş

olduğunu vurgulamıştır. Güncel siyasal konulara ancak bu çerçevede, rejim ve

yönetim olumlanarak değinilmektedir. Bu tür değinme olanaklarını dergiye veren,

Kadro ile girdiği polemiklerdir. Kadro’nun kapandığı 1935 yılı başından itibaren ise,

sınırlı sayıdaki bazı vesilelerle (derginin yayın politikası, CHP kongreleri,

Cumhuriyetin 15. yıldönümü ve Atatürk’ün ölümü) Türk siyasal yaşamına

değinilecek, bu değinilerde hiçbir eleştiri unsuru bulunmayacaktır. Koçak, haklı

olarak, tek parti dönemi siyasal tarihini araştırmak isteyenlerin Fikir Hareketleri

koleksiyonunda işlerine yarıyabilecek pek az şey bulabileceklerini belirtmektedir. 2 Hüseyin Cahit’i dergi çıkarma konusunda yüreklendiren başka olası etkenlerden en

önemlisi, Kadro ve Koopertif gibi hayli iddialı siyasal dergilerin yayın yaşamına

devam edebiliyor olmasıdır. Ayrıca, Hüseyin Cahit, hükümetin içinde veya yakınında

yer alan eski İttihatçı arkadaşlarından yönetimin tutumunu yoklamış olabilir. Derginin

ilk sayısının Cumhuriyet’in onuncu yılönümüne denk getirilmesi de derginin yoklama

olarak tasarlandığının bir kanıtı sayılabilir. Bu yıldönümü vesilesiyle 26.10.1933’te

çıkarılan ve İzmir Suikaski davası mahkumlarından bazılarına bile af getiren genel af

yasası ve bunun yarattığı olumlu siyasal hava da Hüseyin Cahit’in dergi çıkarma

kararında etkili olmuş olabilir. Bu olasılıklar için bkz. Cemil Koçak, a.g.m., s. 87-88.

Onuncu yılın ülke çapında kutlanması ve kutlama etkinliklerinin görkemli olması o

kadar önemsenmekteydi ki, dört ay öncesinden kutlamalara yönelik yasa çıkarıldı. Bu

arada, kutlamalar çerçevesinde genç Cumhuriyeti tanıtacak bir dizi yayın yapıldı.

Cumhuriyet öncesi ile sonrasının karşılaştırıldığı, Cumhuriyetin on yıl içinde yaptığı

büyük atılıma yer verildiği, sayısı 128’i bulan ve çoğunluğunu il ve ilçe sanayi ve

Page 355: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

351

Dergi üzerine yapılan veya göndermede bulunulan çalışmalarda

hep bu “demokrasi söylemi”ne değinilmiş, Avrupa’da ve Türkiye’de tek

parti otoriter yönetimlerinin ideolojik olarak ön planda bulunduğu ve

liberal demokrasinin öldüğünün3 sıklıkla ifade edildiği 1930’lu yıllar

Türkiye’sinde Fikir Hareketleri’nin “tek partili otoriter rejime karşın

demokrasi söylemi kullanması”ndan övgü ile söz edilmiştir. Böyle bir

ortamda, üstelik başyazarı rejimle barışık olmayan4 bir derginin (Fikir

Hareketleri) “nasıl bir demokrasi söylemi” kullandığının, kullanılan

söylemin bir biçimde otoriter rejimi olumlayıp olumlamadığının5 üzerinde

durulmamıştır.

ticaret odalarına ait olan bu eserlerden 80’i kitap, geri kalanı ise dergi özel sayısıdır.

Kerem Coşkuner, “Onuncu Yıl Anısına Yapılan Yayınlar”, Toplumsal Tarih, Sayı

118 (Ekim 2003), s. 94. 3 İki Savaş arası dönem siyasal, iktisadi ve toplumsal yönleriyle Birinci Bölüm’de ele

alınmıştır. Bu dönem Avrupa’sında çok sayıda liberal demokrasi çökmüş ve her yanı

diktatörlükler (komünizm, faşizm ve diğer) kaplamıştır. Türk düşünce yaşamında da

tek partili otoriter siyasal rejimler ideolojik planda güç kazanmıştır. 4 Derginin sahibi ve başyazarı olan Hüseyin Cahit’in (Yalçın) gazeteci ve siyasetçi

geçmişi göz önünde bulundurulmadığı sürece, dergi hakkında doğru kanıya varılması

güçtür. Başyazar, eski İT mebusu, bu Fırkanın en güçlü kalemlerinden biri, II.

Meşrutiyet dönemi Tanin’inin ünlü başyazarıdır. Cumhuriyet’in ilanı sırasında ve

ertesinde Tanin’deki yazıları dolayısıyla muhalif gazeteci olarak tanınan ve üç kez

yargılanan Hüseyin Cahit’e Nutuk’ta da ağır suçlamalar (Cumhuriyet’i içine

sindiremediği, Hilafet yanlısı olduğu ve Ankara’yı yıpratmaya çalıştığı)

yöneltilmiştir. Atatürk’ün ölümüne kadar siyasal yaşamda yer alamadığı gibi, 1926-

1933 devresinde gazetecilik yapmasına da engel olunmuştur. 5 Hüseyin Cahit, Fikir Hareketleri’nin CHF’nin bütün ilkelerine bağlı olduğunu,

yani ulusal egemenlik (demokrasi) taraftarı, ulusçu, cumhuriyetçi, devletçi,

devrimci, halkçı ve laik olduğunu sık sık yinelemektedir.

Page 356: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

352

1930’lu yılların yukarıda betimlenen ulusal ve uluslararası

koşullarında, Fikir Hareketleri’nin, güçlenmekte olan komünist ve faşist

ideolojiye karşı siyasal liberalizmin (demokrasinin) savunusunu yaptığı,

demokratik sistemin ve çoğulculuğun henüz ölmediğini ve yaşamaya

devam ettiğini ileri sürdüğü, diktatörlüklerin zayıflıklarını ortaya koymaya

ve liberal demokrasinin tüm zayıflık ve eksikliklerine karşın her hangi bir

diktatörlükten daha üstün olduğunu göstermeye çalıştığı Koçak tarafından

belirtilmektedir. Hatta, Fikir Hareketleri ve onun başyazarı, artık son

nefesini vermekte olan siyasal liberalizmin Türkiye’deki tek

savunucusuydu.6 Bengi de, Koçak gibi, Fikir Hareketleri’nin “totaliter

rejimlere karşı demokrasiyi…” savunduğu kanısındadır. Derginin

demokrasi savunusu yaptığı konusunda Koçak ve Bengi ile aynı düşünceyi

paylaşan Huyugüzel, Hüseyin Cahit’in Fikir Hareketleri’nde kullandığı

demokrasi söylemiyle daha önce 1922-1926 döneminde Tanin’de yaptığı

muhalefeti bir başka biçimde sürdürdüğü kanısındadır.7

Fikir Hareketleri, çözümlemelerinin eksenine, 1930’lu yıllar

Türkiye’sindeki bazı dergilerin (örneğin, Kadro ve Kooperatif) ve kimi

6 Cemil Koçak, “Hüseyin Cahit Yalçın ve …”, s. 88-93. 7 Huyugüzel, a.g.e., s. 41. Hüseyin Cahit’in 1922-1926 devresinde Tanin’de yaptığı

muhalefeti Fikir Hareketleri’nde bir başka biçimde sürdürdüğü yorumuna katılmak için,

dergideki demokrasi söyleminin ironik olduğunu kabul etmek gerekir. Tanin’deki etkili

muhalefete (Cumhuriyet’in BMM ve kamuoyunca yeterince tartışılmadan ilan edilmesi,

Hilafetin kaldırılması, İstanbul yerine Ankara’nın başkent yapılması, Cumhurbaşkanlığı

ile Meclis ve Fırka Başkanlığının aynı kişide toplanması ve hükümet icraatları) karşılık

Fikir Hareketleri’nde Türk Devrimi, bu devrimin ürünü olan cumhuriyet’e ve devrimi

yapanlara övgüde bulunulmuştur.

Page 357: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

353

yazarların (Ağaoğlu Ahmet) yaptıkları gibi, BDS sonrasının uluslararası

sistemine ilişkin değerlendirmelerini almıştır.

BDS sonrası dünyasında üç tür ülkenin (kapitalist-emperyalist

ülkeler, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş savaşı veren veya vermekte

olan ülkeler) ortaya çıktığını belirten Kadro’ya göre, kapitalist ve

emperyalist ülkeler arasında giderek şiddetlenecek olan rekabet ileride

çatışmaya dönüşecek ve kapitalist-emperyalist sistem çökecek, XX.

Yüzyıl, ulusal kurtuluş hareketleri çağı olacaktır. Türkiye’de sermaye

birikimi cılızdır, kapitalist sistemdeki anlamıyla sınıflar henüz ortaya

çıkmamıştır. Sınıfların ortaya çıkmamış olması bir bakıma şanstır;

çünkü, kapitalist olmayan bir gelişme modelini uygulama olanağı

doğmuştur. Önemli olan, kapitalist sınıfların ortaya çıkmalarının

önlenmesidir. Türkiye’de yeterince sermaye birikiminin bulunmadığı

saptamasından yola çıkanlardan biri de Ağaoğlu Ahmet’tir. Ona göre,

devlet tarafından teşviklerle ve kredilerle desteklenen özel sektör bir süre

sonra kendi kendine ivme kazanacak noktaya gelebilecekti. Ağaoğlu

Ahmet liberal ekonominin kendi kendisini düzenlemeye yetkin olduğu

kanısındaydı. Bu yazar iiberal kapitalizmi savunmaktaydı, Kadro ve

Kooperatif’ten farklı olarak, planlı iktisadi kalkınmayı

benimsememekteydi. Kooperatif ise kapitalizme ideolojik olarak karşı

değildi, fakat kapitalizmin Türkiye’de tarihsel olarak gelişmediği

gerçeğinden hareketle iktisadi bunalımın etkisi altındaki ekonomiye

devletin müdahalesini savunmaktaydı. Ağaoğlu Ahmet bu müdahalenin

Page 358: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

354

en az düzeyde tutulmasını isterken, Kadro, devletin ekonomiye

bütünüyle müdahale etmesinden yanaydı. Kooperatif ise, devletin

iktisadi gücü kuruluşlara dağıtması ve uzun vadede devletin iktisadi

alandan tamamen çekilmesini savunmuştur. Ağaoğlu Ahmet için

referans batı iken, Kooperatif, ilke olarak Batıya karşı olmamakla

birlikte, Batı ülkelerinde uygulanan kapitalizmin Türkiyede

uygulanmasının olanaksızlığını dile getirmiştir. Kadro ise kapitalizme

ideolojik olarak karşıdır.8

Avrupa-Türkiye karşılaştırmasına Hüseyin Cahit de yönelmiştir.

Aslında, Fikir Hareketleri yazarlarının büyük çoğunluğu gibi, Hüseyin

Cahit de, serbest rekabete dayalı liberal kapitalizme inanmaktadır.

Bununla birlikte, ülkeler arasında serbest rekabet olanağının kalmadığı,

emperyalizmin geçerli olduğu ve iktisadiyatın ve siyasiyatın genel

gidişinin “infirat” politikasına dönüştüğünü gözlemlemektedir. Ona göre

Avrupa’da büyük bir sermaye birikimi (sanayicilik), birbirleriyle adeta

hayat ve memat mücadelesi içinde olan sermayedar sınıfı (burjuvazi) ve

beş parasız işçi sınıfı (proleterya) vardır. Bizde ise bu üç unsurdan hiçbiri

yoktur. Bu ulusal ve uluslararası koşullarda yapılacak tek şey, ilkelere körü

körüne bel bağlanmak yerine, “müdafaa tertibatı” almaktır.9

8 Bu üçlü karşılaştırma için bkz. Türkeş, a.g.e., s. 214-225. 9 “Şimdi her memleket hudutlarının etrafına adeta bir duvar çekmiş; gümrüklerden içeri

kuş uçurmaz bir halde, bütün ihtiyaçlarını kendi temin etmek istiyor. Kat’iyyen

muvaffak olamıyorlar. Bugün gene bütün memleketler biribirlerine muhtaç bir halde

bulunuyorlar. Her memlekette gümrük himayeleri sayesinde cılız, sun’i bir sanayicilik

hareketi inkişaf ediyor. Fakat serbes[t] rekabete imkan olmayınca bu yolu tutmak bir

Page 359: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

355

Güçlü bir sermaye sınıfının bulunduğu Avrupa’da devletin

sanayicilik yapmaya kalkışması bir gasp ve müsadere sayılmakta,

iktisadi devletçilik sosyalizme götüren bir yol biçiminde algılanmakta ve

sanayicilik yapmak isteyen devletin bu işleri iyi beceremiyeceği

söylenmektedir. Sermaye birikiminden yoksun, sermayedar ve işçi

sınıflarının henüz bulunmadığı Türkiye’de ise, iktisadi devletçilik,

sosyalistliğe doğru adım olsun diye değil, ülkenin iktisadi yaşamını

kurtarmak, bir sanayi hareketi yaratmak ve ülkeyi sefalet ve iflasa

sevketmemek için bir önlem olarak uygulanacaktır. “… Sanayi

hareketini yürütebilecek dahiyane başlar, tecrübeli ve mütehassıs şefler,

vukuf, irfan ve tecrübe adına ne varsa Devlette toplanmıştır.” Sanayiyi

kuramazsak, Hüseyin Cahit’e göre, hem kendi topraklarımızda aç ve

sefil kalabilir, hem de sanayileşmiş devletlerin sömürgesi haline

gelebiliriz. Kaldı ki, iktisadi devletçilik bizde her hangi bir hakkı ortadan

kaldırmamakta olduğundan, yüksek adalet ilkelerine de uygundur.

Hüseyin Cahit’e göre, bu uluslararası düzen veri iken, bütün ülkeler

iktisadi özgürlükçülüğü benimsemiş olsa da, biz yine de iktisadi

liberalizme yönelip yönelmemeyi düşünmek zorunda olurduk.10

zaruret değil midir? Herhalde, iktisadiyatın ve siyasiyatın umumi gidişi bugün infirat

politikasıdır. Herkes her şeyi kendi temin etmek mecburiyetindedir, elinden geldiği

kadar.” 10 CHF’nin 1931’de benimsenen Programına göre, ferdî mesai ve faaliyeti esas

tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha ve ülkeyi

mamuriyete eriştirmek için ülkenin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği

işlerde - özellikle iktisadî alanda- Devleti fiilen alâkadar etmek, Fırkanın önemli

esaslarındandır.

Page 360: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

356

Başyazar’a göre, Amerika, İngiltere, Fransa gibi dünyanın en

demokrat hükümetlerinin bile iktisadi özgürlükten uzaklaşmaları

siyasal özgürlükle iktisadi özgürlüğün birlikte bulunmasının zorunlu

olmadığını göstermektedir. Türkiye de, iktisadi devletçiliği

benimsemekle, demokrasiyi ve siyasal özgürlükleri inkar etmiş

değildir. Zaten siyasal özgürlük ile iktisadi özgürlüğü birbirine

karıştırmamak gerekir. İktisadi özgürlükçülüğü bir takım özel

koşullar doğurmuştur. O koşulların gerçekleşmediği yerde iktisadi

özgürlükçülüğün anlamı yoktur. Bugünkü dünya, birçok kusuru

olmasına karşın, devletçiliği zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla,

devletçiliği benimseyen ülkeler şimdiki durumun ve koşulların

gereğini yerine getirmiş olmakla demokrasiden ayrılmış

sayılamazlar. Örneğin, ABD’nin iktisadi diktatörlük sistemi ile

yönetilmeye başlaması onun demokrasiden ayrılmış olduğu anlamına

gelmez.

Demokrasi - diktatörlük geriliminden yola çıkan Fikir

Hareketleri’nin geliştirdiği ve tek partili otoriter siyasal rejimlere çekici

gelen, onların meşrulaştırılmasına katkıda bulunan söylemin içinde

formülleştirildiği ideoloji ise, güçlü orta sınıf tezini kullanan

halkçılıktır.11 Güçlü orta sınıf tezi halkçı rejimlerin temel dayanak

11 Halkçılık, aynı zamanda CHF’nin altı ilkesinden biridir. Dayanışmacılık düşüncesi

esinli olan ve II. Meşrutiyet’ten beri düşünce yaşamımızda etkili olan halkçılık,

toplumda siyasal sınıfların bulunmadığı, işbölümü ve dayanışmanın egemen olduğu

Page 361: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

357

noktasıdır, bu rejimlerde sınıfsal karşıtlıklar orta sınıf aracılığıyla

giderilmektedir. Halkçılık, gelişmiş ülkelerin sınıfsal yapılarındaki

kristalleşme ya da belirginleşmenin geri kalmış ülkelerde görülmediği,

bu ülkelerde ancak sömürgecilik döneminden kalma sınıfsal

kalıntılardan söz edilebileceği saptamasında bulunmaktadır. Sınıflar

bulunmadığı için de, sınıf mücadelesi kavramı anlamını yitirmektedir.12

Toplumda farklı sınıflar bulunmadığını savunan halkçılık, aynı

zamanda, tek bir partinin varoluşunu da meşrulaştırıyordu. Sınıf bilinci

ve sınıfsal mücadele, Fırka liderlerinin gözünde, kaynakların israf

edilmesi anlamına geliyordu ve bu nedenle de ulusal gelişmenin önünde

engeldi. Türk devletinin varlığı ve gelişmesi için ulusal birlik ve uyum

şarttı. Sınıf çatışmasının bulunmadığı bir toplumda çok partili

demokrasiye de gereksinim yoktu. Çok partili sistem sınıf farklılıklarını

tezini savunmaktadır. Halkçılığın alt boyutları ulusal egemenlik, bireyler arasında

hukuki eşitlik ve ayrıcalıkların olmamasıdır. Fikir Hareketleri’nde orta sınıfçı bir

halkçı söylem geliştirilmiştir. Bir ülkede demokrasinin var olabilmesinin ve

varlığını sürdürebilmesinin en önemli koşulu, dergiye göre, güçlü bir orta sınıfın

varlığıdır. Hüseyin Cahit, Türkiye’de Avrupa’daki anlamıyla sınıfların (mütehakkim

bir çok zenginler sınıfı ve çok yoksul bir işçi sınıfı) henüz ortaya çıkmadığını, hakim

toplumsal kesimin orta sınıf olduğunu belirtmektedir. Orta sınıf olarak nitelediği

unsurlar CHF programında sayılan unsurlarla az çok örtüşmektedir. Hüseyin Cahit’in

orta sınıf söylemi Fırka’nın halkçılık söylemi ile bağdaşmaktadır. 12 CHF’nin 1931 Programında halkçılık ilkesi formüle edilirken “Türkiye Cumhuriyeti

halkını ayrı ayrı sınıflardan mürekkep değil ve fakat ferdî ve içtimaî hayat için iş

bölümü itibariyle muhtelif mesaî erbabına ayrılmış bir camia telâkki etmek esas pren-

siplerimizdendir.” denilmiştir. Levent Köker, tek parti dönemindeki halkçılık

anlayışının siyasal içerik (halkın siyasal yaşama ve yönetime katılması) açısından

1920’lere kıyasla zayıfladığı, buna karşılık, halkçılığın kültürel ve iktisadi boyutlarına

daha çok ağırlık verildiği kanısındadır.

Page 362: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

358

kışkırtacak, toplum içinde gruplaşmalara yol açacak, ulusal birliği

tehlikeye düşürecekti. Gerçek demokrasi tek partili sistemde ve

insanların dayanışmasındaydı.

CHF’nin halkçılık ilkesinin içerdiği boyutlar ile Fikir

Hareketleri’nin söylemi karşılaştırıldığında, derginin söyleminin ilke ile

çelişmediği, hatta çoğunlukla örtüştüğü gözlemlenmektedir. Program,

Türkiye’de sınıfı yok saymakta, işbölümünü öne çıkarmaktadır. Recep

(Peker) Bey de sınıflaşmak yerine ulusça kütleleşmeyi savunmaktaydı.13

Fikir Hareketleri ise, demokrasinin yaşayabilmesi koşullarından biri

olarak, güçlü ve geniş bir orta sınıfın varlığını göstermektedir. Orta sınıf

kalabalık olduğu ölçüde, sınıf mücadelesi de olmayacaktır. Hüseyin

Cahit, Türkiye’de ne etrafına kin ve nefret hissi dağıtacak bir

mütehakkim çok zenginler sınıfının ne de sefil amele hayatı süren ve bir

tür intikam duygusu ile tutuşan yoksullar sınıfının bulunduğunu, Türk

toplumunun asıl ve en kalabalık bölümünü orta sınıfın oluşturduğunu

belirtmektedir. Türkiye gibi ülkelerde, sanayileşmiş ülkelerden farklı

olarak, ne sermaye sınıfının, ne de beş parasız sınıfın bulunduğu

saptamasını yapmakla, Hüseyin Cahit, toplumu hemen hemen tek bir

sınıftan, orta sınıftan ibaret sayan, bir bakıma sınıfları reddeden ve

ulusça kütleleşme söylemini çağrıştıran bir söylem geliştirmektedir. Şu

halde, Programın sınıfsızlık söylemi ile derginin orta sınıf söylemi

13 Haziran 1932’de Recep (Peker) Bey’in açıkladığı halkçılık anlayışı yasalar önünde

Türk yurttaşlarının mutlak ve kati eşitliğini öngçrmektedir. Bu halkçılık imtiyazlı

tabakaların mevcudiyetini reddeder, sınıf mücadelesini kabul etmez.

Page 363: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

359

esasen birbiriyle çelişmemekte, hatta örtüşmektedir. Kaldı ki, derginin

orta sınıfı oluşturduğunu belirttiği toplumsal kesimler (küçük arazi

sahipleri, küçük tacirler, esnaf, küçük dükkancı, düşük irat sahipleri)

Programda da aşağı yukarı aynı adlarla ve işbölümü yapacak unsurlar

olarak sayılmaktadır. Ayrıca, Fikir Hareketleri’nde çok partililikten hiç

söz edilmemekte, yukarıda da gösterildiği gibi, ülkeyi yöneten tek

partinin (CHF) hükümeti de, “halk hükümeti” olarak adlandırılmaktadır.

Demokrasi, Fikir Hareketleri’nde, en çok sayıda insanın ortak

çıkarların yönetimine katılması biçiminde algılanmaktadır. 14 Yüzyılın

başından beri mutlakiyetlerin yıkılması ve yerlerine demokratik

rejimlerin kurulması raslantısal bir durum değil, evrensel bir eğilimdir.

Dünya ulusların özgürlüğüne doğru yürümektedir. Orta sınıf (küçük

arazi sahipleri, küçük tacirler, esnaf, küçük dükkancılar ve az irat

sahiplerinden, heyeti umumiyesiyle çok sıkıntı çekmeyen ve kolayca

patron değiştirebilen ameleler), Marx’ın öngörüsünün aksine, gitgide

genişlemekte ve güçlenmektedir. Orta sınıfın kalabalık ve güçlü olduğu

toplumlarda demokrasiler istikrar kazanır. Bir ülkede demokrasinin

yaşayabilmesinin ilk koşulu, kalabalık ve güçlü bir orta sınıfın

bulunması, ikinci koşulu ise, demokrasinin yalnızca yasalarda değil, aynı

14 Demokrasinin ana kavramları olan “özgürlük” ve “eşitlik” mutlak anlamları ile

alınacak olurlarsa, bunların arasında çelişki doğması kaçınılmazdır; bu iki kavram

ussal biçimde uzlaştırılmalıdır. Demokrasi insanların servetlerinde, mevki ve

durumlarında değil, yasalar ve resmi memuriyetler karşısında eşitliğini

öngördüğünden, demokrasinin eşitsizlikler doğurması kaçınılmazdır. Bu

eşitsizliklerin olumlu işlevleri de vardır; çünkü, gelişimin itici gücüdürler.

Page 364: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

360

zamanda ahlak ve adetlerde de olmasıdır. Birey ile toplum birbirini

tamamlamalı ve el ele yürümelidir. Demokrasi bireylere haklar

bahşettiği ölçüde ödevler de yükler. Dergiye göre, yönetici azınlığın

halkın özgür istenci sonucunda iktidarı elde etmesi demokrasinin temel

ölçütüdür. Bu bakımdan, komünist bir demokrasi de olabilir; yeter ki,

yurttaşların çoğunluğunun özgür istenci ile bu yola gidilmiş olsun.

Ülkeden ülkeye değişmeyen “tek biçim” bir demokrasi arayışını

yadırgayan dergi, her ülkenin kendi demokratik rejimine, kendi

koşullarına uygun bir renk vereceği kanısındadır. Bu nedenle, siyasal

veya iktisadi özgürlüklerden her hangi birinin eksikliği, bir rejimi

demokrasi olmaktan çıkarmaz.

Son yıllarda demokraside bunalım yaşanmakta olduğu,

Avrupa’nın birçok ülkesinde diktatörlüklere (komünistlik, faşistlik veya

başka tür diktatörlükler) yönelindiği gerçeğinin Fikir Hareketleri de

farkındadır. Demokrasi bunalım geçirmekle birlikte, demokrasiden daha

iyi bir rejim henüz vazedilememiştir. Derginin asıl kaygısı, bunalımların

demokrasiyi bütünüyle gözden düşürmesi ve komünistlikle faşistliğin

demokrasinin yerine ikame edilmeye kalkışılmasıdır. Demokrasileri

ayakta tutmak uğruna tavizler vermeyi, en geri mevziye kadar çekilmeyi,

geçici ve “kanuni diktatörlük”lere birer araç olarak başvurmayı

yeğlemekte, diktatörlüğün parlamento tarafından kurulmasını ve

süresinin sınırlı tutulmasını bu tür diktatörlükler için ön koşul

saymaktadır. İki durum için bu tür diktatörlük tavsiye edilmektedir.

Page 365: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

361

Demokrasinin olağan işleyişi ile üstesinden gelinemeyecek sorunlar

ortaya çıktığında, ulus, egemenliğin kullanım biçimini, bir süreliğine,

güç ve yetkilerle donatılmış özel bir rejime terkedebilir. Bu durum,

demokrasiden uzaklaşmak değil, demokrasinin silahlarından birini

kullanmaktır. Bu tür diktatörlük demokrasi bakımından bir tehlike

olmadığı gibi, büyük bir üstünlük ve kuvvet teşkil eder. Ayrıca,

demokrasi devrimi yapıldıktan sonra, demokrasi ilkelerini henüz

özümsememiş bir topluma, ilkeler özümseninceye kadar, demokrasi

ilkeleri yerine diktatörlük sayılabilecek bir yönetimin uygulanması

gerekebilir.

Bu iki tür diktatörlüğün diğer diktatörlüklerden farkı,

buradakinin yüksek bir demokrasi ideali uğrunda uygulanıyor olmasıdır.

Diktatörün kişisel düşünce ve çıkarları burada ön plana geçmez. Şu

halde, “diktatörlük” sözcüğünden mutlaka ürkmek gerekmez. Her

diktatörlük olayı ayrı ayrı incelenmeli ve demokrasiye karşı durumu

gerçek biçimde saptanmalıdır. Demokrasi bir bunalım geçirmekle

birlikte, demokrasiden daha iyi bir rejim vazedilmediği unutulmamalıdır.

Hiç bir zaman soylu bir sınıfın bulunmadığı ve sınıf

hakimiyetinin görülmediği, bireylerin kendilerini diğer bireylerle eşit

gördükleri, mütehakkim çok zenginler sınıfı ile çok yoksul bir amele

sınıfına raslanmayan Türkiye’de, demokrasinin yaşayabilmesinin iki

koşulu da Türkiye’de gerçekleşmiştir.

Page 366: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

362

Devrimi, mevcut bir siyasal düzenin birdenbire ve şiddete

dayanılarak ortadan kaldırılması ve bunun yerine yeni düzenin kurulması

biçiminde tanımlayan Fikir Hareketleri için devrimlerin işlevi mutlak ve

müstebit hükümdarlıkları yıkarak egemenliği ulusa vermek, yani

demokrasi rejimini kurmaktır. XIX. yüzyıldaki devrimler bu nitelikteydi;

bu yüzyılda demokrasi yaygınlaşmakta, özgürlükler artmaktaydı.

Demokrasilerin etki alanının genişleyeceği ve özgürlüklerin artacağı

konusunda XIX. yüzyıl Avrupa’sında ortaya çıkan iyimserlik, BDS ve

sonrasında diktatörlüklerin belirmeye beşlamasıyla, yerini kaygıya

bıraktı. Devrimler, bu yeni yüzyılda artık demokrasiyi kurmak için değil,

komünist, faşist veya başka tür diktatörlüklere ulaşmak için arzu

edilmeye başlandı. Başka bir anlatımla, devrim kavramı XIX. yüzyıldaki

işlev ve anlamını (demokrasi kuruculuk) BDS sonrasında tümüyle

yitirmişti. Bu yeni devrim anlayışını benimseyenler, her devrimin

ilerleme teşkil edeceği gibi yanlış bir savı ileri sürmekte ve demokrasiyi

devrimle yıkmaya çalışmaktaydılar.

Türk Devrimi ise, Fikir Hareketleri’nin anladığı anlamda, yani

demokrasi kuran devrimdir. Bizim devrim anlayışımızla Avrupa’nın

devrim anlayışı arasında fark vardır; çünkü onlar demokrasiye

düşmandır. Avrupa’da demokrasi yalnızca devrimcilerin (komünistlerin)

değil, mürtecilerin de (monarşi yandaşları) saldırısına uğramaktadır.

Fikir Hareketleri CHF’nin bütün ilkelerini, bu arada devrimciliği

Page 367: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

363

benimsemektedir. Derginin devrimcilik anlayışı, yapılmış olan

devrimlerin korunmasını öngörmektedir. Ahmet Hamdi’nin (Başar)

“sürekli devrim” ve Kadro’nun “nev’i şahsına münhasır devrim”

tezlerine Fikir Hareketleri katılmamaktadır. Devrimlerin bir azınlık

eliyle ve zor kullanılarak yapılmasını onaylayan dergi, Recep Peker’in

“halka rağmen halk için” formülünü benimseyen bir anlayışa sahiptir.

Dergide bolşeviklik ve faşistlik Savaş sonrası döneminin en

önemli toplumsal ve siyasal olayı olarak değerlendirilmektedir. Rus,

Alman ve İtalyan devrimleri siyasal ve iktisadi liberalizmi ortadan

kaldırmış, Fransız Devrimi’nin ilan ettiği hak ve özgürlükleri red ve

inkar etmişlerdir. Bu devrimlerin hepsi çürük bir temele

dayanmaktadırlar, kuvvet ve tahakküm ürünüdürler. Sürekli karışıklık ve

isyan içindedirler. Diktatörlüklerin ortaya çıkmasında, BDS dışında,

parlamentarizm ve demokrasinin bunalımı ile maddiyetçi bencilliğin de

rolü vardır.

Özgürlük aleyhindeki asıl büyük tehlike, Fikir Hareketleri’ne

göre, komünist tehlikesidir. Bolşevikliğin Marxizmle ilgisi yoktur, onun

red ve inkarıdır. Marx’ın öngörüsünün aksine, gelişmiş ülkelerde

işçilerin refah düzeyi yükselmektedir. Sovyetler Birliği’nin, hem

icraatlarında hem de dünyaya kanıtlamaya çalıştığı konularda başarısız

olması kaçınılmazdır. İlk başlarda demokrasinin red ve inkarı olan

sosyalizmin şimdi demokrasi hareketine dönüşmüş olması da

Page 368: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

364

Marksizmin çekiciliğinin kalmadığının göstergesidir. Tarihsel

materyalizm yönteminin yüzüne artık kimse bakmamaktadır.

Mussolini’nin faşizm hakkında yazdıkları, bir sürü boş laf kalabalığıdır.

Mussolini teorik çerçeve oluşturmayı başaramamıştır. Faşizm bir

düşünce sistemi değil, düşünceyi mahveden bir zulüm ve tazyik aletidir.

BDS sonrasındaki hayal kırıklığı, eğitimin geriliği, nüfusun hızla artması

ve toprağın fakirliği, Savaş sonrası Avrupa’sında sarsıntıyı en çok

İtalya’nın hissetmesinin nedenleridir. Faşizm, sermaye sınıfının işçi

sınıfının taşkınlıklarından ve çoğunluğu sosyalistlerin denetimine geçen

parlamentolardaki icraatlardan korkmasının ürünüydü. Alman ulusunun

tekrar canlanma arzusunun dışa vurumu olan Nazizm, daha önceleri de

Alman toplumunda var olan kuvvet, kudret ve ırk mistikliğine biçim

vermekle yetinmiştir.

Hüseyin Cahit’e göre, devrim anlayışlarındaki farklılık gibi,

1920 ve 1930’ların Türk ulusçuluğu ile Avrupa nasyonalizmi de

birbirinden farklıdır. Bizde ulusçuluk duyguları, hem mütecaviz Avrupa

devletlerinin ülkemizi sömürmek istemeleri üzerine, bir savunma aracı

olarak, hem de iç politikada Türkler dışındaki unsurların ülkeyi yıkmak

yolundaki emel ve girişimlerine karşı Türk’ün hakkını korumak

kaygısıyla bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa nasyonalizminden

farklı olarak, bizim ulusçuluğumuz, muhafazakar ve mürteci değildir,

ruhani sınıflara dayanmamaktadır, savaş yanlısı ve ırkçı değildir. Fikir

Hareketleri’nde ırkçılık konusunda çok sayıda makaleye yer verilmiş ve

Page 369: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

365

ırkçılık yerilmiştir. Derginin ulusçuluk söylemi Fırka’nın 1931

Programındaki söylemle uyumludur.

Özetle, Fikir Hareketleri’nin ilk bakışta liberal demokrasi

savunusu yapıldığı izlenimi edinilen söyleminin gerisinde halkçı ve orta

sınıfçı söylem kullanıldığı, bu söylemin ise tek parti otoriter yönetimini

olumladığı, onu desteklediği ve CHF Programı ile ters düşmediği

söylenebilir.15 1930’lu yıllar Türkiye’sinde liberal düşünceyi savunan

hiç bir kesime raslanılmaması, Koçak’ın Türk liberalizmine ilişkin

yorumunun haklı olduğunu düşündürmektedir.

“Bizde liberal-demokrat olmak, bugün olduğu gibi eskiden de güçtü. Yakın

tarihimizin en bilgili ve verimli yazarlarından H.C.Yalçın’ın yedi yıl süren

haftalık dergisi, bir yandan da Türk liberalizminin yalınkatlığına tanıklık

ediyor.”16

Hüseyin Cahid Yalçın’ın, derginin kapanış sayısında, “... milli

hakimiyet felsefesi ve rejimi aleyhinde sağdan ve soldan yapılan

hücumların mahiyetini tahlil ve teşrih...” ettiklerini ve gerekli bilgiyi

verdiklerini belirttiği dikkate alındığında, Nilgün Gürkan’ın yorumu da

15 Koçak’ın da belirttiği gibi, Fikir Hareketleri, Türk Devriminin ve demokrasisinin

içinde bulunduğu gerçek ve somut görüntüsü ile geleceğe yönelik hedeflerini

bağdaştırmaya çalışıyordu. Yalçın, bir anlamda, vesayetçi demokrasi görüşünü

oluşturmaktaydı. Koçak, “Hüseyin Cahit Yalçın ve…, s. 92. Toprak da, Fikir

Hareketleri’nin demokrasi anlayışının Kıta Avrupa’sındaki totaliter eğişlimlerden

etkilendiği kanısındadır. Toprak, “Fikir…, s. 41

Page 370: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

366

anlamlı hale gelmektedir. Gürkan’a göre, 1930’lu yıllar Türkiye’sinde

basın ile merkezi otoritenin ortaklaşa paylaştığı en önemli hedef,

batılılaşmadır. Üzerinde uzlaşılan temel ise, devletin aşırı sol ve aşırı

sağ akımlara karşı korunmasıdır.

16 Koçak, a.g.m. s. 86. Gürkan, a.g.e., s.74.

Page 371: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

367

ÖZET

Fikir Hareketleri, 1930’lu yıllarda (1933-1940) haftalık olarak

İstanbul’da yayınlanan bilimsel, toplumsal ve edebi bir dergidir.

Derginin başyazarlığını, eski İttihatçı siyasetçi Hüseyin Cahit (Yalçın)

yapmaktadır. Başyazar, dergiyi çıkardığı sırada siyasal otorite ile barışık

değildir. Çünkü, Cumhuriyet’in ilanı sırasında ve sonrasında Tanin’de

yazdığı yazılar nedeniyle kendisi rejim muhalifi gazeteci olarak

damgalanmış ve İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmıştır. Mustafa

Kemal Nutuk’ta Hüseyin Cahit’in Tanin’deki muhalefetini kınamaktadır.

Başyazar bu dışlanmışlıktan kurtulma arayışı içindedir. Fikir Hareketleri

demokrasi ve liberalizmin gözden düştüğü bir dönemde yayınlanmaya

başlamıştır. Dergi, demokrasi konusunda okurları bilgilendirmeyi ve

komünist ve faşist ideolojilere karşı mücadele etmeyi, onların

etkilerinden demokrasiyi korumak istemektedir.

Fikir Hareketleri hakkında yapılan değerlendirmelerde, derginin

demokrasi ve liberalizmi savunduğu belirtilmekte ve bunun yüreklice bir

davranış olduğu vurgulanmaktadır. Bu çalışmada, Fikir Hareketleri’nde

savunulan siyasal ve iktisadi düşünceler ortaya konulmakta ve derginin

ideolojisi belirlenmektedir. Siyasal ve iktisadi düşünceler ile derginin

başka dergi, gazete ve yazarlarla yaptığı polemikler yedi başlık altında

Page 372: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

368

incelenmiştir: XIX. Yüzyıl, devrim, demokrasi, diktatörlük, devletçilik,

milliyetçilik/ırkçılık ve kapitalizm/ emperyalizm. Fikir Hareketleri’nin

demokrasi ve liberalizmi savunduğu, bir gerçektir. Buna karşın, derginin

tezleri ile CHP’nin tezleri arasında uyum vardır. Derginin halkçı ve orta

sınıfçı söylemi tek partili rejimi, tek partinin otoriter yönetimini

olumlamaktadır. Derginin rejime ve CHP’ye yönelik her hangi bir

eleştirisi yoktur. Kimi yazarların da belirttiği gibi, 1930’lu yıllar

Türkiye’sinde liberal demokrasiyi savunmak güçtür. Bu dönemde siyasal

iktidar ile basın iki konuda uzlaşmıştır: batılılaşma ile devleti aşırı sağ ve

aşırı sol ideolojilere karşı koruma.

Page 373: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

369

ZUSAMMENFASSUNG

Fikir Hareketleri (Meinungs Bewegung) ist eine in den dreisiger

Jahren (1933-1940), in İstanbul erscheinende wöchentliche Zeitschrift

mit sozial-wissenschaftlich und literarischem İnhalt. Der Kolumnist

dieser Zeitschrift ist der zur ehemaligen “İttihat und Terraki” Partei

angehöriger und alter Politiker Hüseyin Cahit (Yalçın). Dieser befindet

sich zu beginn seiner Veröffentlichungen im Zwiespalt mit dem

herrschenden Regime. Waehrend der Ausrufung der Republik und auch

danach wird er wegen seinen gegnerischen Aufsaetzen vom Tanin als

Gegner des herschenden Regimes proklamiert und als Journalist vom

dem herrschenden Unabbaengigkeitsgericht (İstiklal Mahkemesi)

verurteilt. Auch Mustafa Kemal kritisiert ihn, in seinem Werk Nutuk für

seine gegnerische Haltung. Aus dieser aussenseiter Position und

Einsamkeit versucht er sich in der Folge Zeit zu befreien. Fikir

Hareketleri wird in einer Zeit veröffentlicht, wo weder Demokratie noch

Liberalismus von prioritaerer Bedeutung sind. Die Zeitschrift Deklariet

sich seinen Lesern gegenüber als informierer und beschützer der

Demokratie, gegen Angriffe aus Kommunistisch-faschistischem Lager

und deren İdeologien. Die Demokratie vor Diktaturen und seinen

Einflüssen zu schützen gehört somit zu seinen Haupthesen.

Page 374: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

370

Viele Autoren sind der Ansicht dass die Zeitschrift wegen ihrer

mutigen Haltung zur Demokratie und Liberalismus gelobt werden

musse. Analysiert werden sollen in sieben Überschriften, İnhalte dieser

Zeitschrift auf ihre politisch-okonomische Gedanken, sowie ihre mit

anderen Zeitschriften, Zeitungen Verfassern und Kritikern geführten

polemiken wie: 19. Jahrhundert, Revolution, Demokratie, Diktatur,

Etatismus, Nationalismus/ Rassismus sowie Kapitalismus/

İmperialismus. Fikir Hareketleri wird als befürworter der Demokratie

und des Liberalismus angesehen. Trotzdem wird ihm eine ideologische

Übereinkuft mit dem Republikanische Volks Partei (Cumhuriyet Halk

Partisi) dieser Jahre zugeschrieben. Die von ihr vertretenen

populistischen und mittelschichtsnahen Thesen bestaerken indes das

Einparteienenregime und ihre otoritaere Regierung. Nach Ansicht

mancher Schriftsteller war es schwierig in den 1930’er Jahren der Türkei

die Liberal Demokratie zu vertreten. Die Zeitschrift richtet keinerlei

Kritik gegen das herrschende Regime und somit der CHP Regierung.

Die politische Macht und Presse diese Jahre sind sich in zwei Puntken

einig: Verwestlichung und den Staat gegan extrem rechte und linke

Ideolojien zu schützen.

Page 375: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

371

EKLER

Page 376: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

372

Page 377: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

373

Page 378: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

374

Page 379: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

375

Page 380: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

376

Page 381: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

377

Page 382: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

378

Page 383: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

379

Page 384: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

380

Page 385: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

381

Page 386: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

382

Page 387: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

383

Page 388: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

384

Page 389: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

385

KAYNAKÇA

A. Kitaplar

Ağaoğlu Ahmet, Devlet ve Fert, İstanbul, Sanayiinefise Matbaası,

1933.

Akşin, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi (1789-

1980), (4. Baskı), Ankara, İmaj yayınevi, 2001.

Akşin, Sina, Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi, Ankara,

İmaj yayınevi, 2002.

Alemdar, Korkmaz, İletişim ve Tarih, Ankara, Ümit Yayıncılık,

2001.

Alpkaya, Faruk, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu (1923-1924),

İstanbul, İletişim yayınları, 1998.

Atatürk, Mustafa Kemal, Söylev (Nutuk) II, (8. Baskı), Ankara,

TDK yayını, 1981.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul, Bateş A.Ş., 1998, s. 381-2.

Page 390: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

386

Azman, Ayşe, Türk Basınında Siyasi Bir Gazeteci Hüseyin

Cahit Yalçın, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, İstanbul

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Bölümü, 1994.

Bengi, Hilmi, Gazeteci, Siyasetçi ve Fikir Adamı Olarak

Hüseyin Cahit Yalçın, Ankara, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek

Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi yayını, 2000.

Boratav, Korkut, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002, (7. Baskı),

Ankara, İmge Kitabevi yayını, 2003.

Boratav, Korkut, Türkiye’de Devletçilik, (2. Baskı), Ankara,

Savaş yayınları, 1982.

Buğra, Ayşe, Devlet ve İşadamları, (2. Baskı), İstanbul, İletişim

yayınları, 1997.

Bulut, Süleyman, Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul, Milliyet

yayınları, 1984,

Carr, Edward Hallet, Bolşevik Devrimi I-II, (Çev. Orhan Suda),

İstanbul, Metis yayınları, 1998.

Carr, Edward Hallet, Milliyetçilik ve Sonrası, (Çev. Osman Akın),

İstanbul, İletişim yayınları,1990.

Carr, Edward Hallet, The Twenty Years’ Crisis 1919-1939; An

İntruduction to the Study of International Relations, Macmillan,

London, 1949.

Cevdet Kudret [Suat Hizarcı], Hüseyin Cahit Yalçın, İstanbul,

Varlık yayınları, 1957.

Page 391: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

387

Çankaya, Ali Mücellitoğlu, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler,

Cilt III, İstanbul, Mars Matbaası, 1968-9.

Çavdar, Tevfik, Türkiye’de Liberalizmin Doğuşu, İstanbul,

Uygarlık yayınları, 1982.

Dağlı, Nuran-Belma Aktürk, Hükümetler ve Programları, (I.

Cilt), Ankara, TBMM Basımevi, 1991.

Daver, Bülent, Çağdaş Siyasal Doktrinler, Ankara, AÜSBF

yayını, 1968.

Derin, Haldun, Çankaya Özel Kalemini Anımsarken (1933-

1951), (Yayıma Hazırlayan: Cemil Koçak), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt

yayını, 1995.

Doğan, Abide, 1923-1938 Arasında Yayınlanan Dergiler –

Anadolu, Kadro, Ülkü, Fikir Hareketleri, Ayda Bir – Üzerinde Bir

Çalışma, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi, Ankara,

1991.

Gazal, A. Ali, H. Cahit (Yalçın) Bey’in Siyasi Hayatı (1908-

1913), (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Erzurum, Atatürk Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998.

Goloğlu, Mahmut, Tek Partili Cumhuriyet (1931-1938), İstanbul,

Goloğlu yayınları, 1974.

Gülcan, Yılmaz, Cumhuriyet Halk Partisi (1923-1946), İstanbul,

Alfa yayını, 2001.

Güneş-Ayata, Ayşe, CHP (Örgüt ve İdeoloji), (Çev.Belkıs Tarhan-

Nüvit Tarhan), Ankara, Gündoğan yayınları, 1992.

Page 392: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

388

Gürkan, Nilgün, Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-

1950), İstanbul, İletişim yayınları, 1998.

Güvenir, 2. Dünya Savaşında Türk Basını Siyasal İktidarın

Basını Denetlemesi ve Yönlendirmesi, İstanbul, Gazeteciler Cemiyeti

yayını, 1991.

Güz, Serbest Cumhuriyet Fırkası Sonrası Basında Muhalefet ve

1931 Matbuat Kanunu, Ankara, Gazi Üniversitesi yayını, 1993.

Güz, Türkiye’de Basın-İktidar İlişkileri (1920-1927), Ankara,

Gazi Üniversitesi yayını, 1991.

Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, (5. Baskı), İstanbul, Remzi

Kitabevi yayını, 1979.

Hobsbawm, Eric, Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı,

(Çev. Yavuz Alogan), İstanbul, Sarmal yayınları, 1996.

Huyugüzel, Ö. Faruk, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayatı ve Edebi

Eserleri Üzerinde Bir Araştırma, İzmir, Ege Üniversitesi Edebiyat

Fakültesi yayını, 1984,

İnuğur, M. Nuri, Türk Basınında İz Bırakanlar, Ankara, Kültür

Bakanlığı yayını, 1988.

İskit, Server, Türkiye’de Matbuat Rejimleri, İstanbul, Matbuat

Umum Müdürlüğü yayını, 1939.

Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, Ankara, Kültür

Bakanlığı yayını, 1994.

Kandemir, F., Cumhuriyet Devrinde Siyasi Cinayetler, İstanbul,

Ekicigil, 1955

Page 393: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

389

Kansu, Aykut, 1908 Devrimi, İstanbul, İletişim yayınları, 1997.

Karaman, Deniz, Cavid Bey ve Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye

Mecmuası, Ankara, Liberal Düşünce Topluluğu yayını, 2001.

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, Ankara, Bilgi

yayınevi, 1968.

Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, (2. Baskı), İstanbul, Afa

yayınları, 1996.

Kazgan, İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, (9.

Baskı), İstanbul, Remzi Kitabevi yayını, 2000.

Kızılçelik, Sezgin – Yaşar Erjem, Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü,

(4. Baskı), İzmir, Saray Kitabevleri yayını, 1996.

Kocabaşoğlu, Uygur vd., Türkiye İş Bankası Tarihi, İstanbul,

Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 2001.

Koçak, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), (I. Cilt),

İstanbul, İletişim yayınları, 1996.

Köker, Levent, Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, (3.

Baskı), İstanbul, İletişim, yayınları, 1995.

Kuruç, Bilsay, Belgelerle Türkiye İktisat Politikası, 1. Bölüm 1.

Cilt (1929-1932), Ankara, AÜSBF yayını, 1988.

Kuruç, Bilsay, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Ankara,

Bilgi yaynı, 1987.

Lipson, Leslie, Demokratik Uygarlık, (Çev. Haldun Gülalp,

Türker Alkan), Ankara, Türkiye İş Bankası yayını, 1984.

Page 394: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

390

Mazower, Mark, Karanlık Kıta Avrupa’nın 20. Yüzyılı, (Çev.

Mehmet Moralı), İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi yayını, 2003.

Mehmed Cavid Bey, İktisat İlmi, (Sadeleştiren: Orhan Çakmak),

Ankara, Liberte yayını, 2001.

Mehmet Cavid Bey, Şiar’a Mektuplar, (Yayına Hazırlayan: Şiar

Yalçın), İstanbul, İletişim yayını, 1995.

Ozankaya, Özer, Toplumbilim Terimleri Sözlüğü, (2. B.), Ankara,

TDK yayını, 1980.

Peker, Recep, İnkılap Dersleri, (4. Baskı), İstanbul, İletişim

yayınları, 1984.

Sarıca, Murat, Birinci Dünya Savaşından Sonra Avrupa’da

Barışı Kurma ve Sürdürme Çabaları (1919-1929), İstanbul, İ.Ü. SBF

yayını, 1982.

Sarıca, Murat, 100 Soruda Fransız İhtilali, (3. Baskı), İstanbul,

Gerçek yayınevi, 2000.

Sezgin, Ömür, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasal Rejim Sorunu,

Ankara, Birey ve Toplum yayınları, 1984.

Sönmezoğlu, Faruk, Uluslararası Politika Ekolleri, İstanbul, Der

yayınları, 1997.

Şahin, Yaşar, Liberalizm, Demokrasi ve Türkiye’de Liberalizm:

ANAP Örneği, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994.

Şenel, Alaeddin, Çağdaş Siyasal Akımlar, Ankara, İmaj yayınevi,

2001.

Page 395: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

391

Şimşir, Bilal N., Malta Sürgünleri, (2. Baskı), Bilgi yayınevi,

Ankara, 1982.

T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre IV, Cilt 22, (26.5.1934).

Tekeli, İlhan-Selim İlkin, Bir Cumhuriyet Öyküsü Kadrocuları

ve Kadro’yu Anlamak, İstanbul, Tarih Vakfı yayını, 2003.

Timur, Taner, Türk Devrimi ve Sonrası, (3. Baskı), Ankara, İmge

Kitabevi yayını, 1994.

Toprak, Zafer, Türkiye’de “Milli İktisat” (1908-1918), Ankara,

Yurt yayınları, 1982.

Topuz, Hıfzı, 100 Soruda Başlangıçtan Bugüne Türk Basın

Tarihi, (2. Baskı) İstanbul, Gerçek yayınları, 1996.

Tülbentçi, Fazıl Cumhuriyetten Sonra Çıkan Gazeteler ve

Mecmualar (29 İlkteşrin 1923-31 İlkkanun 1940), Ankara, Başvekalet

Matbuat Umum Müdürlüğü yayını, 1941.

Türker, Hasan, Türk Devrimi ve Basın 1922-1925, İzmir, Dokuz

Eylül Üniversitesi yayını, 2000.

Türkeş, Mustafa, Ulusçu Bir Sol Akım: Kadro Hareketi, Ankara,

İmge Kitabevi yayını, 1999.

Us, Asım, 1930-1950 Atatürk, İnönü, İkinci Dünya Harbi ve

Demokrasi Rejimine Giriş Devri Hatıraları, İstanbul, Doğruluk

Matbaası, 1966.

Varlık, Bülent (Derl.), Kooperatif Seçme Yazılar (1932-1934),

Ankara, Gazi Üniversitesi yayını, 1982.

Page 396: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

392

Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, (Haz. Rauf Mutluay), (2.

Baskı), İstanbul, Türkiye İş Bankası yayını, 2000.

Yalçın, Hüseyin Cahit, Talat Paşa, İstanbul, Yedigün Neşriyat,

1943.

Yalçın, Hüseyin Cahit, Tanıdıklarım, İstanbul, Yapı Kredi yayını,

2001.

Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve

Geçirdiklerim, (2. Baskı), İstanbul , Pera Turizm ve Tic. A. Ş., C. II,

1970.

Yayla, Atilla, Liberalizm, Ankara, Turhan Kitabevi yayını, 1992.

Yetkin, Çetin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi 1930-1945,

İstanbul, Altın Kitaplar yayınları, 1983.

Hilmi Yücebaş, Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, İstanbul, Kültür

Kitabevi yayını, 1960

B. Makaleler

Ağaoğlu Ahmet, “Bir İzah”, Kooperatif, Cilt 1, Sayı 8,

(Kanunusani 1933).

Akşin, Sina, “Atatürk Döneminde Demokrasi”, AÜSBF Dergisi,

Cilt 47, Sayı 1-2, (Ocak-Haziran 1992), s. 245-252.

Page 397: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

393

Akşin, Sina, “Fransız İhtilalinin II. Meşrutiyet Öncesi Osmanlı

Devleti Üzerindeki Etkileri Üzerine Bazı Görüşler,” AÜSBF Dergisi,

Cilt 49, Sayı 3-4, (Haziran-Aralık 1994), s. 23-29.

Akşin, Sina, “İkinci Meşrutiyet Üzerine Bir İnceleme”, içinde,

Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi, Ankara, İmaj yayıncılık,

2002, s. 195-202.

Akşin, Sina, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İlk Yılında Fransız

İhtilali’nin Etkileri”, Birinci Meclis, (Ed. Cemil Koçak), İstanbul,

Sabancı Üniversitesi yayını, 1998, s. 63-69.

Aktan, Coşkun Can, “Klasik Liberalizm, Neo-Liberalizm ve

Libertarianizm”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1, (Mart 1995), s.

3-32.

Alemdar, Korkmaz, “Köşe Yazarlığı (ya da Gazetecilik) Üzerine”,

Panorama, Sayı 3, (Nisan 2004).

Aydemir, Şevket Süreyya, “Biz Avrupanın Hayranı Değil

Mirasçısıyız!”, Kadro, Sayı 29, (Mayıs 1934).

Aydın, Mustafa, “Uluslararası İlişkilerde Yaklaşım, Teori ve

Analiz”, AÜSBF Dergisi, (Prof. Dr. Oral Sander’e Armağan), Cilt

51, Sayı 1-4 (Ocak-Aralık 1996), s. 71-114.

B. Ferdi [Şefik Hüsnü], “Kemalist Türkiye Nereye Gidiyor?”,

Toplumsal Tarih, Sayı 41 (Mayıs 1997), s. 17-23.

Bakırezer, Güven, “Nihal Atsız’ın Düşüncesi”, Toplumsal Tarih,

Sayı 29, (Mayıs 1996), s. 25-31.

Page 398: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

394

Başar, Ahmet Hamdi, “Fırkamızın Devletçilik Vasfı Başvekil İsmet

Paşa Hazretlerinin Makaleleri Münasebetile,” Kooperatif, Cailt 2, Sayı

19, (Kanunuevvel 1933), s. 6-11.

Başar, Ahmet Hamdi, “İnkılapçılık ve Türk İnkılabı II”,

Kooperatif, Cilt 2, Sayı 23, (Nisan 1934), s. 1-4.

Başaran, Gökçen, “Gizli Bir İngiliz Raporuna Göre II. Dünya

Savaşı’nda Türkiye’de Gazeteciler”, Toplumsal Tarih, Sayı 123, (Mart

2004), s. 50-53.

Coşkuner, Kerem, “Onuncu Yıl Anısına Yapılan Yayınlar”,

Toplumsal Tarih, Sayı 118 (Ekim 2003), s. 94-95.

Çavdar, Tevfik, “Cumhuriyet Döneminde Türk İktisadi Düşüncesi”,

CDTA, Cilt IV, s. 1074-1084.

Çetinkaya, Y. Doğan, “Hüseyin Cahit Yalçın”, içinde, Modern

Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık, (Ed.

Uygur Kocabaşoğlu), İstanbul, İletişim yayınları, 2002, s. 314-331.

Eralp, Atilla, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu;

İdealizm-Realizm Tartışması”, içinde, Devlet, Sistem ve Kimlik

Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, (Der. Atilla Eralp), (2.

Baskı), İstanbul, İletişim yayınları, 1997.

Gevgilili, Ali, “Türkiye Basını”, CDTA, Cilt I, s. 203-228.

Gürkan, Nilgün, “Türk Modernleşme Sürecinde Gazetecinin Bir

Muhalif Olarak Portresi: Hüseyin Cahit Yalçın Örneği”, İletişim, Sayı 4,

1997, s. 13-31.

Page 399: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

395

Huyugüzel, Ö. Faruk, “Fikir Hareketleri”, Türkiye Diyanet Vakfı

İslam Ansiklopedisi, Cilt 13, İstanbul, 1996.

Kocabaşoğlu, Uygur, “Cumhuriyet Dergiciliğine Genel Bir Bakış”,

içinde, Türkiye’de Dergiler ve Ansiklopediler (1849-1984), İstanbul,

Gelişim yayınları, 1984.

Kocabaşoğlu, Uygur, “1919-1938 Dönemi Basınına Toplu Bir

Bakış”, AÜSBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu Yıllık 1981 (VI),

Ankara, AÜSBF yayını, 1982. s. 95-127.

Koçak, Cemil, “CHP-Devlet Kaynaşması (1936)”, Toplumsal

Tarih, Sayı 118, (Ekim 2003), s. 74-79.

Koçak, Cemil, “Hüseyin Cahit ve Fikir Hareketleri”, Tarih ve

Toplum, C. VII, Sayı 68, (Ağustos 1989), s. 22-30.

Koçak, Cemil, “Siyasal Tarih 1923-1950”, içinde, Türkiye Tarihi

4 Çağdaş Türkiye 1908-1980, (Yayın Yönetmeni: Sina Akşin),

İstanbul, Cem yayınevi, 1990.

Kuruç, Bilsay, “Kemalist Ekonomiden Kesitler”, içinde, Modern

Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 2 Kemalizm, İstanbul, İletişim

yayınları, 2001, s. 298-312.

Milliyet, (3.10.1932)

Milliyet, (7.9.1932).

Özdoğan, Günay Göksu, “Türk Ulusçuluğunda Irkçı Temalar: 1930

ve 1940’ların Türkçü Akımı,” Toplumsal Tarih, Sayı 29, (Mayıs 1996),

s. 19-24.

Page 400: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

396

Sezgin, Ömür, “Kadro Hareketi”, içinde, Kadro, (Ed. Cem Alpar),

Ankara, Gazi Üniversitesi yayını, 1982, ss. 11-20.

Siirt Meb’usu Mahmut, “İsmet Pş. Lozandaki Gibi İşbaşında”,

Milliyet, (7.9.1932).

Tekeli, İlhan-Gencay Şaylan, “Türkiye’de Halkçılık İdeolojisinin

Evrimi”, Toplum ve Bilim, Yaz-Güz 1978, s. 44-110.

Toprak, Zafer, “Fikir Dergiciliğinin Yüz Yılı”, içinde, Türkiye’de

Dergiler ve Ansiklopediler (1849-1984), İstanbul, Gelişim yayını,

1984. s. 13-54.

Toprak, Zafer, “II. Meşrutiyet’te Solidarist Düşünce: Halkçılık”,

Toplum ve Bilim, Sayı 1, Bahar 1977, s. 92-123.

Toprak, Zafer, “Türkiye’de Muhalefetin Doğuşu: II. Dünya Savaşı

ve Tek Partinin Sonu”, Toplumsal Tarih, Sayı 121, (Ocak 2004), s. 70-

75.

Trak, Ayşe, “Liberalizm-Devletçilik Tartışması (1923-1939)”,

CDTA, Cilt IV, s. 1085-1089.

Ülken, Hilmi Ziya, “Tercüme Faaliyeti”, içinde, Atatürk Devri

Fikir Hayatı II, (Haz. Mehmet Kaplan vd.), Ankara, Kültür Bakanlığı

yayını, 1981.

Ülman, Burak, “Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Realizm”, içinde,

Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar, (Derl. Ayhan

Kaya - Günay Göksu Özdoğan), İstanbul, Bağlam yayınları, 2003, s. 31-

46.

Yalçın Hüseyin Cahid, “Bizim Demokrasi”, Ulus, (23.9.1950).

Page 401: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

397

Yalçın, Hüseyin Cahid, “14 Mayıs’ta Ne Başladı?”, Ulus,

(2.10.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Ah; O Yirmi Beş Sene”, Ulus,

(24.2.1951).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Atatürk Devri”, Ulus, (27.2.1951).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Cumhuriyet Bayramı”, Ulus, (29.10.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Cumhuriyet Halk Partisinin 20 nci

Yıldönümü”, Tanin, (9.9.1943).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Demokrat Parti Çıkmaz Sokakta”, Ulus,

(29.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Demokratların Gidişine Dair”, Ulus,

(20.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Hakikaten Korku Başlamış”, Ulus,

(20.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Hesap Soranlar Şimdi Korkuyorlar”, Ulus,

(2.7.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Husumet Politikası”, Ulus, (14.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Hükümet Darbesi”, Ulus, (9.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “İnönü’ye Yapılan İşkence”, Ulus,

(23.7.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Kalpten Gelen Bir İsyan”, Ulus,

(25.9.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Layuhti Bir Hükümet”, Ulus, (28.6.1950).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Maske Düştü”, Ulus, (1.10.1950).

Page 402: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

398

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Meşrutiyet Devri ve Sonrası: Atatürk

Devri”, Halkçı, (29.3.1954).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Uzaktan Seyredince”, Ulus, 14 Temmuz

1950.

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Yalçın’ın 50 Yıllık Hatıraları: Atatürk

Devri”, Halkçı, (22.5.1955).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Yaşa Halk Partisi”, Ulus, (10.6.1950).

Yurdusev, A. Nuri, “‘Uluslararası İlişkiler’ Öncesi”, içinde, Devlet,

Sistem ve Kimlik: Uluslararası İlişkilerde Temel Yaklaşımlar, (Der.

Atilla Eralp), (2. Baskı), İstanbul, İletişim yayınları, 1997, s. 16-24.

Yücebaş, Hilmi, “3 üncü Ölüm Yıldönümünde Hüseyin Cahit

Yalçın”, içinde, Büyük Mücahit Hüseyin Cahit, (Derleyen: Hilmi

Yücebaş), İstanbul, Kültür Kitabevi yayını, 1960, s. 3-6.

C. Fikir Hareketleri’ndeki Makaleler

Benda, Julien, “Milliyet İhtirasları Hakkında Bir Tahlil”, FH, Sayı

7, (7.12.1933).

Benes, Edouard, “Demokrasi ile Ona Aleyhtar Rejimler Arasında

Esaslı Farklar”, FH, sayı 357, (24.8.1940).

Benes, Edouard, “Demokrasilerin Düşmeleri: Yağmurdan Kaçarken

Doluya”, FH, Sayı 345, (1.6.1940).

Page 403: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

399

Benes, Edouard, “Demokrasilerin Sükutu: Müfrit Nasyonalizm”,

FH, Sayı 346, (8.6.1940).

Benes, Edouard, “Faşizm ile Nasyonal Sosyalizm, Komünizm ve

Demokrasi Arasındaki Münasebetler”, FH, Sayı 364, (12.10.1940).

Benes, Edouard, “Harbden Evvelki ve Sonraki Pancermanizm”, FH,

Sayı 361, (21.9.1940).

Benes, Edouard, “Harbden Sonra Diktatörlükler”, FH, Sayı 349,

(29.6.1940).

Benes, Edouard, “İtalyan Faşizminin Tezleri”, FH, Sayı 358,

(31.8.1940).

Benes, Edouard, “Komünizm ve Demokrasi Aleyhindeki Siyaseti”,

FH, Sayı 344, (25.5.1940).

Benes, Edouard, “Liberal Burjuva Demokrasisinin İnkişafı”, FH,

Sayı 336, (30.3.1940).

Benes, Edouard, “Milletler Cemiyeti: Son İki Asırda Sulh

Hareketi”, FH, Sayı 351, (13.7.1940).

Benes, Edouard, “Modern Avrupanın İnkişafı: Fransa ve Amerika

İnkılabları”, FH, Sayı 335, (23.3.1940).

Béraud, Henri, “Moskovada Neler Gördüm Komünistliğin İflası”

(Tefrika 1), FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Bonn, M. J., “Kapitalizmin Manası: Kapitalizm Ne Şartla

Payidar Olabilir?”, FH, Sayı 17, (15.2.1934).

Bonn, M., J., “İktisadiyat Sahasında Dünya İnkılâbı”, FH, Sayı 2,

(2.11.1933).

Page 404: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

400

Cambo, F., “Diktatörlük Rejiminin Fenalıkları”, FH, Sayı 20,

(8.3.1934).

Cambo, F., “Demokrasiden Diktatörlüğe”, FH, Sayı 11, (4.1.1934).

Cambo, F., “Diktatörlük Rejiminin Faydaları”, FH, Sayı 19,

(1.3.1934).

Cambo, F., “Diktatörlükler Zaaf ve Hastalık Alâmetidir”, FH,

Sayı 12, (11.1.1934).

Cambo, F., “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Demokrasi

Buhranı”, FH, Sayı 14, (25.1.1934).

Cambo, F., “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Maddiyetçi

Hotgâmlık”, FH, Sayı 15, (1.2.1934).

Cambo, F., “Diktatörlükleri Doğuran Sebeplerden Parlamentarizm

Buhranı”, FH, sayı 13, ( 18.1.1934).

Cambo, F., “Diktatörlükleri Kolaylaştıran Sebepler”, FH, Sayı 16,

(8.2.1934).

Cambo, F., “Diktatörlüklerin Tevellüdünde Demagojinin Tesiri”,

FH, Sayı 17, (15.2.1934).

Cambo, F., “Dünyanın Harp Sonu Vaziyeti - İktisadi, Mali, İçtimai,

Bedii, Fikri, Siyasi-”, FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Cambo, F., “İtalyan Faşizmine Dair”, FH, Sayı 33, (7.6.1934).

Cambo, F., “Kanuni ve Kısa Diktatörlükler”, FH, Sayı 18,

(22.2.1934).

Chamberlin, William Henry, “Demokrasi Payidar Olabilir mi?”,

FH, Sayı 227, (26.2.1938).

Page 405: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

401

Chamberlin, William Henry, “Demokrasinin İki Kusuru”, FH, Sayı

228, (5.3.1938).

Chamberlin, William Henry, “Demokrasinin Payidar Olmasının İki

Şartı”, FH, Sayı 229, (12.3.1938).

Chamberlin, William Henry, “Diktatörlüklerin Farkları ve

Müşabehetleri”, FH, Sayı 226, (19.2.1938).

Chamberlin, William Henry, “Hürriyet Aleyhindeki Dava”, FH,

Sayı 232, (2.4.1938).

Chamberlin, William Henry, “Hürriyete Karşı İsyan”, FH, Sayı 213,

(20.11.1937).

Chamberlin, William Henry, “Hürriyete Karşı İsyanların

Menşeleri”, FH, Sayı 217, (18.12.1937).

Chamberlin, William Henry, “Kolektivist Devletin Tarifi”, FH,

Sayı 236, (30.4.1938).

Chamberlin, William Henry, “Medeniyet Ancak Hürriyetle Yaşar”,

FH, Sayı 241, (4.6.1938).

Chamberlin, William Henry, “Milli Hakimiyet ile Diktatörlüklerin

Mukayesesi”, FH, Sayı 233, (9.4.1938).

Chamberlin, William Henry, “Modern Diktatörlüklerin Bariz

Vasıfları”, FH, Sayı 224, (5.2.1938).

Chamberlin, William Henry, “Sosyalizm Fedakarlığa Değer mi?”,

FH, Sayı 235, (23.4.1938).

Chamberlin, William Henry, “Sosyalizm Hürriyet ve Refah Yolu

mudur?”, FH, Sayı 234, (16.4.1938).

Page 406: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

402

Chamberlin, William Henry, “Ya hürriyet Ya Barbarlık”, FH, Sayı

240, (28.5.1938).

Chamberlin, William Henry, “Yeni İstibdad Tekniği”, FH, Sayı

222, (22.1.1938).

Coudenhove-Kalergi, Richard, “Bugünkü Dünya: Totaliter Devlet

I”, FH, Sayı 274, (21.12.1938).

Coudenhove-Kalergi, Richard, “Harbden Sonra Devlet Telakkisi”,

FH, Sayı 279, (25.2.1939).

Coudenhove-Kalergi, Richard, “Siyasette Gentlemen’ler ve

Gangster’ler”, FH, Sayı 287, (22.4.1939).

Coudenhove-Kalergi, Richard, “Total İnsanın Saltanatı”, FH, Sayı

285, (8.4.1939).

Croiset, A., “Demokrasi ve Tarih”, FH, Sayı 158, (31.10.1936).

Decugis, Henri, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 99,

(14.9.1935).

Decugis, Henry, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 100,

(21.9.1935).

Decugis, Henry, “‘Economie Dirigée’ Gidişi”, FH, Sayı 101,

(28.9.1935).

Delaici, Francis, “Milliyet Prensipi ve Himayecilik”, FH, Sayı

173, (13.2.1937).

Delaisi, Francis, “Cihanın Bugünkü Vaziyeti Karşısında Milliyet

Efsanesi ve Realite”, FH, Sayı 230, (19.3.1938).

Page 407: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

403

Delaisi, Francis, “Cihanşümul Bir Din: Milliyet”, FH, Sayı 137,

(6.6.1936).

Delaisi, Francis, “Ekonomik Nasyonalizm ve Emperyalizm Nasıl

Doğdular?”, FH, Sayı 168, (9.1.1937).

Delaisi, Francis, “Milliyet İdeali Nasıl Doğdu ve Nasıl Kökleşti?”,

FH, Sayı 134, (16.5.1936).

Delaisi, Francis, “Müstemlekecilik”, FH, Sayı 185, (8.5.1937).

Ferdonnet, Paul, “Alman Faciası: Ahlak Buhranı”, FH, Sayı 25,

(12.4.1934).

Ferdonnet, Paul, “Alman Faciası: Irk İdeolojisi”, FH, Sayı 28,

(3.5.1934).

Ferdonnet, Paul, “Alman Faciası: İktisadi Buhran”, FH, Sayı 24,

(5.4.1934).

Ferdonnet, Paul, “Almanyada Hitler İnkılabı”, FH, Sayı 21,

(15.3.1934).

Guy-Grand, Georges, “Demokrasi Tekamülünün Muhtelif

Amilleri”, FH, Sayı 185, (8.5.1937).

Guy-Grand, Georges, “Demokrasinin Ana Fikirleri”, FH, Sayı 184,

(1.5.1937).

Guy-Grand, Georges, “Demokrasinin Tarifi”, FH, Sayı 183,

(24.4.1937).

Halévy, Daniel, “Hürriyetin İnhitatı”, FH, Sayı 179, (27.3.1937).

Hankins, Frank H., “Halis Irklar Var mıdır?”, FH, Sayı 177,

(13.3.1937).

Page 408: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

404

Hankins, Frank H., “Irk ile Millet Aynı Şey Olabilir mi?”, FH, Sayı

179, (27.3.1937).

Hankins, Frank H., “Irk Mefhumu”, FH, Sayı 174, (20.2.1937).

Hankins, Frank H., “Irkın Siyasi Ehemmiyeti”, FH, Sayı 181,

10.4.1937).

Hearnshaw, F. J. C., “Demokrasi ve Fransız İnkılâbı: - Başlangıç

-“, FH, Sayı 4, (16.11.1933).

Hearnshaw, F. J. C., “Demokrasinin Teessüsü: Fransız ve İngiliz

İnkılâpları Arasındaki Farklar“, FH, Sayı 5, (23.11.1933).

Hearnshaw, F. J. C., “Milli Hakimiyet Yolunda 1830 Fransız

İhtilali”, FH, Sayı 7, (7.12.1933).

Hearnshaw, F. J. C., “Milli Hakimiyetin Büyük Zaferi 1848 Fransız

İhtilali”, FH, Sayı 8, (14.12.1933).

Hearnshaw, F. J. C., “Milli Hakimiyetin İnkişafı”, FH, Sayı 6,

(30.11.1933).

Hearnshaw, F. J. C., “Yeni Zamanlarda Milliyet Hissi Nasıl

Doğdu?”, FH, Sayı 10, (28.12.1933).

Hjort, John, “Bolşeviklikte İki Merhale”, FH, Sayı 48, (20.9.1934).

Hjört, “Marx’cılık ve Vakalar”, FH, Sayı 51, (11.10.1934).

Hjört, John, “Beş Senelik Plan”, FH, Sayı 49, (27.9.1934);

Hjört, John, “Bugünkü Nesle Düşen Vazife”, FH, Sayı 50,

(4.10.1934);

Joseph- Barthélemy, “Hitlere Göre Devlet”, FH, Sayı 115,

(4.1.1936).

Page 409: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

405

Joseph- Barthélemy, “Hürriyet Nedir?”, FH, Sayı 119, (1.2.1936).

Joseph- Barthélemy, “Hürriyetin İstikbali”, FH, Sayı 120,

(8.2.1936).

Joseph- Barthélemy, “Hürriyetin Son Kaleleri”, FH, Sayı 159,

(7.11.1936).

Joseph-Barthélemy, “Demokratik Devletin Tanımı”, FH, Sayı 116,

(11.1.1936).

Joseph-Barthélemy, “Bolşevik Diktatörlüğü”, FH, Sayı 47,

(13.9.1934).

Joseph-Barthélemy, “Faşist Teşkilatı”, FH, Sayı 41, (2.8.1934).

Joseph-Barthélemy, “Faşizm ve Hürriyet”, FH, Sayı 43,

(16.8.1934).

Joseph-Barthélemy, “Faşizm ve Mussolini”, FH, Sayı 40,

(26.7.1934).

Joseph-Barthélemy, “Faşizm ve Sendikalizm”, FH, Sayı 42,

(9.8.1934).

Joseph-Barthélemy, “Hürriyetin Lüzum ve Zarureti”, FH, Sayı 121,

(15.2.1936).

Joseph-Barthélemy, “İnkılabların Yeni Simaları”, FH, Sayı 117,

(18.1.1936).

Joseph-Barthélemy, “Lehistan Diktatörlüğünde Bazı Hususiyetler”,

FH, Sayı 24, (5.4.1934).

Joseph-Barthélemy, “Sosyal Demokrasi Siyasal Demokrasi”, FH,

Sayı 131, (25.4.1936).

Page 410: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

406

Labarthe, Emile, “Ferdi Haklar ve İçtimai İcaplar”, FH, Sayı 32,

(31.5.1934).

Labarthe, Emile, “Fert ve Devlet”, FH, Sayı 48, (20 Eylül 1934).

Labarthe, Emile, “Hürriyet ve Müsavat Prensiplerini Telif Etmek

Lazımdır.”, FH, Sayı 27, (26.4.1934).

Lakhosky, Georges, “Almanya’da Irk Üstünlüğü Hülyası”, FH,

Sayı 305, (26.8.1939).

Laski, Harold, “Hürriyeti Tarifi”, FH, Sayı 242, (11.6.1938).

Lavernge, Bernard, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin

Boş Tedbirleri, Akim Nazariyeleri ”, FH, Sayı 23, (29.3.1934).

Lavernge, Bernard, “Dünya Buhranının Sebepleri, Son Senelerin

Boş Tedbirleri, Akim Nazariyeleri 2”, FH, Sayı 24, (5.4.1934).

Lewihnson, Richard, “Siyasiyatta Paranın Rolü: İtalya ve

Faşizm l”, FH, Sayı 3, (9.11.1933).

Lipmann, Walter, “Komünizmin Karakteri”, FH, Sayı 278,

(18.2.1939)

Lipmann, Walter, “Planlı İktisad Harb Ruhuna Muhtaçtır”, FH,

Sayı 279, (25.2.1939).

Lippmann, Walter, “Komünizmin Nazari Prensipleri”, FH, Sayı

276, (4.2.1939).

Marlio, Louis, “‘Dirigé’ İktisadın İnkişafının Sebepleri”, FH, 348,

(22.6.1940).

Marlio, Louis, “‘Dirigé’ İktisadın Zorluğu”, FH, Sayı 288,

(29.4.1939).

Page 411: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

407

Marlio, Louis, “Bugünkü Dünya: Avrupanın İnhitatı”, FH, Sayı

282, (18.3.1939).

Marlio, Louis, “Bugünün Meseleleri: Ferd ve Cemaat”, FH, Sayı

257, (24.9.1938).

Marlio, Louis, “Kapitalizm Davası: Devrimizin En Vahim

Meselesi”, FH, Sayı 305, (26.8.1939).

Marlio, Louis, “Kapitalizmin Kuvvet Unsurları”, FH, Sayı 298,

(8.7.1939).

Marlio, Louis, “Kapitalizmin Muvaffakiyeti”, FH, Sayı 299,

(15.7.1939).

Marlio, Louis, “Kapitalizmin Zayıf Noktaları”, FH, Sayı 301,

(29.7.1939).

Marlio, Louis, “Modern İktisadiyatın Dramı”, FH, Sayı 303,

(12.8.1939).

Marlio, Louis, “Müzmin İşsizlik”, FH, Sayı 309, (23.9.1939).

Marlio, Louis, “Stalin Tecrübesi: Bugün Rusya Nedir?”, FH, Sayı

343, (18.5.1940).

Mirkine-Guetzevitch, “Matbuat Hayatı: Yeni İstibdad Faşizm-

Hitlerizm -Bolşevizm”, FH, Sayı 180, (3.4.1937).

Mirkine-Guetzevitch, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: İcrai

Kuvvetin Rolü” FH, Sayı 247, (16.7.1938).

Mussolini, Benito, “Faşizm Diktatörlüğü - Esasi Fikirler-”, FH,

Sayı 29, (10.5.1934).

Page 412: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

408

Mussolini, Benito, “Faşizm Diktatörlüğü – Siyasi ve İçtimai

Meslek-”, FH, Sayı 30;

Mussolini, Benito, “Faşizm Diktatörlüğü –Siyasi ve İçtimai Meslek-

”, FH, Sayı 31.

Nitti, Francesco, “1933 Senesinde Robinson’un Avrupaya

Seyahati”, FH, Sayı 56, (15.11.1934).

Nitti, Francesco, “Almanya’da Sistem Hastalığı”, FH, Sayı 263,

(5.11.1938).

Nitti, Francesco, “Ari Irkların Faikiyeti? Gobineau’nun

Mes'uliyeti”, FH, Sayı 16, (8.2.1934).

Nitti, Francesco, “Beynelmilelcilik Yürümüyor”, FH, Sayı 21,

(15.3.1934).

Nitti, Francesco, “Birkaç Mefhum - Millet, Vatan, Irk, Kavim,

Devlet”, FH, Sayı 13, (18.1.1934).

Nitti, Francesco, “Bolşeviklik ve Çarlık”, FH, Sayı 44, (23.8.1934).

Nitti, Francesco, “Demokrasi Meselesi: Bugünkü Vaziyet”, FH,

Sayı 3, (9.11.1933).

Nitti, Francesco, “Demokrasi Bir Fikir Olmadan Evvel Bir Histir”,

FH, Sayı 195, (17.7.1937).

Nitti, Francesco, “Demokrasi Hareketlerine Karşı Muhtelif Dînler”,

FH, Sayı 6, (30.11.1933).

Nitti, Francesco, “Demokrasiler ve İnkılab”, FH, Sayı 205,

(25.9.1937).

Page 413: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

409

Nitti, Francesco, “Demokrasilerde Vukuf ve Salahiyet Meselesi”,

FH, Sayı 192, (26.6.1937).

Nitti, Francesco, “Demokrasinin Temel Prensipleri”, FH, Sayı 186,

(15.5.1937).

Nitti, Francesco, “Demokrasiye Avdet”, FH, Sayı 15, (1.2.1934).

Nitti, Francesco, “Demokrasiye Hücumlar”, FH, Sayı 191,

(19.6.1937).

Nitti, Francesco, “Dünya Demokrasiye Doğru mu Yürüyor?”, FH,

Sayı 203, (11.9.1937).

Nitti, Francesco, “Economie Politique İflâs Etti mi ?”, FH, Sayı 12,

(11.1.1934)

Nitti, Francesco, “Eski ve Yeni Demokrasi Telakkileri”, FH, Sayı

187, (22.5.1937).

Nitti, Francesco, “Faşizm Rejiminin Mahiyeti ve Neticeleri”, FH,

Sayı 38, (12.7.1934).

Nitti, Francesco, “Hiçbir Siyasi Şekil Daimi Değildir”, FH, Sayı

197, (31.7.1937).

Nitti, Francesco, “Hükümdarlık İdaresinin Ruhu”, FH, Sayı 1,

(29.10.1933).

Nitti, Francesco, “Hür Demokrasilerin Kuvveti ve Özü”, FH, Sayı

190, (12.6.1937).

Nitti, Francesco, “Hürriyet Düşmanları”, FH, sayı 14, (25.1.1934).

Nitti, Francesco, “Hürriyet Düşmanları”, FH, Sayı 14, (25.1.1934).

Page 414: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

410

Nitti, Francesco, “Irk Hakkında Bazı Yanlış Düşünceler”, FH, Sayı

23, (29.3.1934).

Nitti, Francesco, “Irk Sahasında Arilik Davaları”, FH, Sayı 262,

(29.10.1938).

Nitti, Francesco, “İki İnkılabcı”, FH, Sayı 261, (22.10.1938).

Nitti, Francesco, “Kapalı İktisadların Neticeleri”, FH, Sayı 71,

(28.2.1935).

Nitti, Francesco, “Kapalı İktisadların Neticeleri”, FH, Sayı 71,

(28.2.1935).

Nitti, Francesco, “Komünistliğin Hatalarından: Dünkü ve Bugünkü

Amele Hayatı”, FH, Sayı 8, (14.12.1933).

Nitti, Francesco, “Milli Hakimiyete Karşı Sendikalizm”, FH, Sayı

208, (16.10.1937).

Nitti, Francesco, “Milli Hakimiyete Karşı Komünizm”, FH, Sayı

207, (9.10.1937).

Nitti, Francesco, “Milli Hakimiyete Karşı Sosyalizm”, FH, Sayı

206, (2.10.1937).

Nitti, Francesco, “Modern Demokrasinin Muhtelif Şekilleri”, FH,

Sayı 202, (4.9.1937

Nitti, Francesco, “Orta Sınıflar”, FH, Sayı 196, (24.7.1937).

Nitti, Francesco, “Planlı İktisat”, FH, Sayı 26, (14.9.1934).

Nitti, Francesco, “Planlı İktisat”, FH, Sayı 26, (19.4.1934).

Nitti, Francesco, “Rejimlerin Mukayesesi”, FH, Sayı 193,

(3.7.1937).

Page 415: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

411

Nitti, Francesco, “Siyasi Şekiller Arasında Tesanüd”, FH, Sayı 189,

(5.6.1937).

Nitti, Francesco, “Sosyeteler İçin Kat’i şekil”, FH, Sayı 204,

(18.9.1937).

Nitti, Francesco, “Terakki ve Medeniyet Telakkileri”, FH, Sayı 47.

Nitti, Francesco, “Türk İnkılabı”, FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Nitti, Francesco, “Yahudi Aleyhtarlığı”, FH, Sayı 41, (2.8.1934).

Nitti, Francesco, “Zenginliğin Cemiyet İçin Tehlikesi”, FH, Sayı 4,

(16.11.1933).

Pinon, René, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Kanuni

Diktatörlük”, FH, Sayı 250, (6.8.1938).

Pinon, René, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Parlamento

Rejimini Islah İçin”, FH, Sayı 256, (17.9.1938).

Pinon, René, “Parlamento Rejiminin Tekamülü: Şahsiyete Hörmet”,

FH, Sayı 259, (8.10.1938).

Russell, Bertrand, “Ondokuzuncu Asırda Fikirler: Milliyet

Prensibi”, FH, Sayı 261, (22.10.1938).

Sée, Henri, “Tarihte Tekamül Fikri”, FH, Sayı 184, (1.5.1937).

Sée, Henri, “Tarihte Terakki Fikri”, FH, Sayı 195, (17.7.1937).

Sée, Henri, “Umumi Tarih ve Tekamül”, FH, Sayı 187,

(22.5.1937).

Sée, Henri, Tarihte Tesadüfün Rolü: Tekamül ve İnkılab, FH, Sayı

190, (12.6.1937).

Page 416: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

412

Sforza, “Yugoslavya Diktatörlüğünün Menşeleri”, FH, Sayı 26,

(19.4.1934).

Sforza, Comte, “Faşizm İdaresinde Ahlak Düşkünlüğü”, FH, Sayı

39, (19.7.1934).

Sforza, Comte, “Faşizmin Kaynakları”, FH, Sayı 34, (14.6.1934).

Sforza, Comte, “Harp Sonu Avrupası ve Diktatörlükler”, FH, Sayı

21, (15.3.1934).

Sforza, Comte, “İspanyol Diktatörlüğü”, FH, Sayı 28, (3.5.1934).

Sforza, Comte, “İtalyan Diktatörlüğünün Neticeleri”, FH, Sayı 37,

(5.7.1934).

Sforza, Comte, “İtalyan Diktatörlüğünün Tabiatı”, FH, Sayı 35,

(21.6.1934).

Sforza, Comte, “İtalyayı Kurtaracak Faşizm Masalı”, FH, Sayı 36,

(28.6.1934).

Sforza, Comte, “Lehistan’da Diktatörlük”, FH, Sayı 23,

(29.3.1934).

Sforza, Comte, “Macar Oligarşisi”, FH, Sayı 22, (22.3.1934).

Sforza, Comte, “Rus Diktatörlüğü – Rus İnkılabında Dini Mahiyet,

Amele ve Köylü Tezadı –“, FH, Sayı 45, (30.8.1934).

Sforza, Comte, “Rusyada Bolşevikliğin Muvaffakiyet Şartı“, FH,

Sayı 46, (6.9.1934).

Sforza, Comte, “Yugoslavya Diktatörlüğü”, FH, Sayı 27,

(26.4.1934).

Page 417: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

413

Sforza, Comte, “Yugoslavya’da Diktatörlük”, FH, Sayı 25,

(12.4.1934).

Sombart, Werner, “İçtimai Hareket ve Proleterya”, FH, sayı 53

(25.10.1934).

Sombart, Werner, “Karl Marx”, FH, Sayı 59 (6.12.1934).

Sombart, Werner, “Muhtelif Irkların Kıymetleri”, FH, Sayı 6,

(30.11.1933).

Stoffel, Georges “Alman Kanının ve Namusunun Muhafazası”, FH,

Sayı 197, (31.7.1937).

Strowsky, Fortunat, “Alman Nasyonalizmi”, FH, Sayı 11,

(4.1.1934).

Strowsky, Fortunat, “Almanyada Teşkilât Mistiği”, FH, Sayı 13,

(18.1.1934).

Strowsky, Fortunat, “Almanyada Irk Nasyonalizmi”, FH, Sayı 12,

(11.1.1934).

Strowsky, Fortunat, “Dünyayı Düzeltecek İtalya”, FH, Sayı 23,

(29.3.1934).

Strowsky, Fortunat, “İtalyan Nasyonalizmi”, FH, Sayı 22,

(22.3.1934).

Strowsky, Fortunat, “Nasyonalizm ve Vatanperverlik”, FH, Sayı 5,

(23.11.1933).

Vemeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-Sosyalist

Hareketinin Hazırlanması”, FH, Sayı 314,(28.10.1939).

Page 418: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

414

Vemeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-Sosyalist Siyaseti”,

FH, Sayı 318, (25.11.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Almanyada Asıl Irkçılık Ne

Zaman Başladı?”, FH, Sayı 276, (4.2.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Bedenlere ve Ruhlara Hakim

Olmak İçin” FH, Sayı 296, (24.6.1933).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Bugünkü Almanyanın Ruhu”,

FH, Sayı 327,(27.1.1940).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Cihan Harbinden Evvel

Almanyada Irkçılık”, FH, Sayı 274, (21.1.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Goebbels ve Propaganda”

FH, Sayı 310, (30.9.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Hitler Mezhebinin İlmihali”

FH, Sayı 285, (8.4.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Hitler ve Rosenberg’in

Tenkidleri” FH, Sayı 288, (29.4.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Hitlercilik Müsavat Tanımaz”

FH, Sayı 290, (13.5.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Hitlerde ve Rosenbergde

Yahudi Düşmanlığı” FH, Sayı 286, (15.4.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Irkçılık ve Pancermanizm”,

FH, Sayı 275, (28.1.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: İki Yüzlü Alman Felsefesi”

FH, Sayı 291, 20.5.1939).

Page 419: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

415

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Kapitalizm Devlete

Hizmetkar” FH, Sayı 295, 17.6.1933).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Katolikliğe ve Yahudiliğe

Karşı” FH, Sayı 287, (22.4.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-Sosyalist Devlet”

FH, Sayı 293, (3.6.1933).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Nasyonal-Sosyalizm ve Diğer

Alman İdeolojileri”, FH, Sayı 322, (23.12.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Nordisme Nazariyesi”, FH,

Sayı 280, (4.3.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Otorite ve Irkçılık” FH, Sayı

289, (6.5.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Pancermanizmin Üç

Merhalesi”, FH, Sayı 278, (18.2.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Pannordisme” FH, Sayı 284,

(1.4.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Şimal Ruhu ‘Totaliter’dir”

FH, Sayı 281, (11.3.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Şimallilerin İlk Vatanı” FH,

Sayı 283, (25.3.1939).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Üçüncü Reich’ın Dahili

Rejimi” FH, Sayı 292, (27.5.1933).

Vermeil, Edmond, “Irkçılık Hareketi: Yeni Almanyada Fikir

Cerayanları”, FH, Sayı 313, (21.10.1939).

Page 420: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

416

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Milli Matem”, FH, Sayı 266,

(26.11.1938).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 262,

(29.10.1938).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Tenvire Muhtaç İki

Nokta”, FH, Sayı 37, (5.7.1934).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “’Matbuat Hayatı: Avrupadan Yükselen

Bir Feryat”, FH, Sayı 99, (14.9.1935).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Avrupanın Mirasçıları”, FH, Sayı 35,

(21.6.1934).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Bir Hulasa”, FH, Sayı 157, (24.10.1936).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Bizde Demokrasi Düşmanlığı”, FH, Sayı

9, (21.12.1933).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı – Birkaç Söz”, FH, Sayı

156, (17.10.1936).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı – Bolşeviklik, Faşistlik ve

Demokrasi”, FH, Sayı 83, (23.5.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Bay Falih Rıfkı Atay Yeni

Rusya (1)”, FH, Sayı 63, (3.1.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Bay Falih Rıfkı Atay Yeni

Rusya (2)”, FH, Sayı 64, (10.1.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Fikir Hürriyeti”, FH, Sayı

125, (14.3.1936).

Page 421: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

417

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Mahud Antoloji

Münasebetile”, FH, Sayı 127, (28.3.1936).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Muslih Ferit Bey”, FH,

Sayı 31, (24.5.1934).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Namık Kemal İhtifali”,

FH, Sayı 112, (14.12.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Parti Kurultayı

Münasebetiyle”, FH, Sayı 81, (9.5.1935).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Şahsiyata Dökülen Bir

Münakaşa”, FH, Sayı 52, (18.10.1934).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Türk Tarihi Üzerine

Toplamalar III”, FH, Sayı 151, (12.9.1936).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: Yeni Türkiyeye Dair”,

FH, Sayı 79, (25.4.1935).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 1,

(29.10.1933).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 139,

(20.6.1936).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 155.

(10.10.1936).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 182,

(17.4.1937).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 262,

(29.10.1938).

Page 422: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

418

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 292,

(27.5.1939).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 63, (3.1.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 65,

(17.1.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 66,

(24.1.1935).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Milli Matem”, FH, Sayı 266,

(26.11.1938).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Okuyucularıma”, FH, Sayı 364,

(12.10.1940).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Türk Cümhuriyetinin Onuncu

Yıldönümü”, FH, Sayı 1, (29.10.1933).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı”, FH, Sayı 192,

(26.6.1937).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bizim Allameler”, FH, Sayı 12,

(11.1.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret

Alınacak Neticeleri 2”, FH, Sayı 45, (30.8.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Benim Anladığım Faşizm”, FH, Sayı 32,

(31.5.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bir Hulasa Milli Hakimiyet Rejimi ve

Düşmanları”, FH, Sayı 52, (18.10.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Biraz Tevazu!”, FH, Sayı 28, (3.5.1934).

Page 423: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

419

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bizde İktisadi Devletçilik Avrupa’da

İktisadi Devletçilik”, FH, Sayı 5, (23.11.1933).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bizde İnkılap Avrupa’da İnkılap”, FH,

Sayı 2, (2.11.1933).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bizde Komünistlik”, FH, Sayı 2,

(2.11.1933).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Bizde Milliyetçilik Avrupada

Nasyonalizm”, FH, Sayı 3, (9.11.1933).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Demokrasiler ve Diktatörlükler”, FH,

Sayı 10, (28.12.1933).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “İnkılaba ve Hürriyete Dair”, FH, sayı 11,

(4.1.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Avrupaya Hayranlık”,

FH, Sayı 27, (26.4.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret

Alınacak Neticeleri 1”, FH, Sayı 44, (23.8.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Bir Münakaşanın İbret

Alınacak Neticeleri 2”, FH, Sayı 45, (30.8.1934).

Yalçın, Hüseyin Cahid, “Matbuat Hayatı: İki Şair”, FH, Sayı 61,

(20.12.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Kendine Tapan Bir

Adam”, FH, Sayı 16, (8.2.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Şahsiyata Dökülen Bir

Münakaşa”, FH, Sayı 52, (18.10.1934).

Page 424: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

420

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Matbuat Hayatı: Tenvire Muhtaç İki

Nokta”, FH, Sayı 37, (5.7.1934).

(Yalçın), Hüseyin Cahit, “Niçin Ecdadımız Milliyetçi Değildiler?”,

FH, Sayı 14, (25.1.1934).

Page 425: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)1 Yalçın, Hüseyin Cahid 401 12,4

2 Durant, Will 171 5,3

3 Benedetto, Luigi Foscolo 109 3,4

4 De Zogheb, Henry 90 2,8

5 Clavijo 86 2,7

6 Alain 79 2,4

7 Nitti, Francesco 79 2,4

8 Barmine, Alexandre 74 2,3

9 Challaye, Felicien 67 2,1

10 De Busbeck, O. Ghiselin 65 2,0

11 Smith, Andrew 65 2,0

12 Tchernavina, Tatiana 58 1,8

13 Delaisi, Francis 57 1,8

14 Cobban, Alfred 56 1,7

15 Laboulaye 55 1,7

16 Mosca, Geatano 55 1,7

17 Béraud, Henri 53 1,6

18 France, Anatole 49 1,5

19 Murri, Tullio 47 1,4

20 Russell, Bertrand 47 1,4

21 Turgeon, Charles 47 1,4

22 Marlio, Louis 41 1,3

23 Kornis, Jules 40 1,2

24 Bernard, Paul 39 1,2

25 Romier, Lucien 38 1,2

26 Lewinsohn, Richard 37 1,1

27 Rousseau, Jean-Jacques 36 1,1

28 Zischka, Antoine 35 1,1

29 Benes, Edouard 31 1,0

30 Lévy-Bruhl L. 30 0,9

31 Vermeil, Edmond 29 0,9

32 Laski, Harold İ. 26 0,8

33 Croiset, A. 25 0,8

YAZARIN YAZMA SIKLIĞINA GÖRESAYISAL VE ORANSAL DAĞILIMI

FİKİR HAREKETLERİ'NDE YAYIMLANAN MAKALELERİN

EK 1

371

Page 426: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)34 De Jouvenel, Robert 24 0,7

35 Millot, Albert 24 0,7

36 Lippmann, Walter 21 0,6

37 Strowski, Fortunat 21 0,6

38 Bernal, J. D. 20 0,6

39 Chamberlin, W. Henry 20 0,6

40 Joseph-Barthélemy 20 0,6

41 Dawson, Christopher 19 0,6

42 Bouglé, C. 18 0,6

43 Hankins, Frank H. 18 0,6

44 Van Loon, Hendrik 18 0,6

45 Belgion, Montgomery 17 0,5

46 Gide, André 17 0,5

47 Décugis, Henri 16 0,5

48 Sée, Henri 16 0,5

49 Siegfried, André 16 0,5

50 Belloc, Hilaire 15 0,5

51 Benda, Julien 15 0,5

52 De Man, Henri 15 0,5

53 Sombart, Werner 15 0,5

54 Prélot, Marcel 14 0,4

55 Sforza, Comte 14 0,4

56 Baudin, Louis 13 0,4

57 Labarthe, Emile 13 0,4

58 Söyleşi 13 0,4

59 Wells, H. G. 13 0,4

60 Cambo, F. 12 0,4

61 Gemon, P. 11 0,3

62 Hearnshaw, F. J. C. 11 0,3

63 Sorel, George 11 0,3

64 Van Gennep, A. 11 0,3

65 Michel, Henry 10 0,3

66 Trumer, M. 10 0,3

67 Coudenhove-Kalergi, R. 9 0,3

68 Curtius, E. - Robert 9 0,3

69 De Tarde, G. 8 0,2

70 Duhamel, Georges 8 0,2

71 Romains, Jules 8 0,2

72 Walter, Gérard 8 0,2

73 De Rothschild, P. 7 0,2

74 Einstein, Albert 7 0,2

75 Gaultier, Paul 7 0,2

371

Page 427: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)76 Lakhovsky, Georges 7 0,2

77 Malvert 7 0,2

78 Marcel, Gabriel 7 0,2

79 Rassak, Jules 7 0,2

80 Stoffel, Grete 7 0,2

81 Ferdonnet, Paul 6 0,2

82 Mélot, Ernest 6 0,2

83 Northam, Reginald 6 0,2

84 S. R. 6 0,2

85 Gautherot, Gustave 5 0,2

86 Pakalın, Mehmed Zeki 5 0,2

87 Seignobos, Charles 5 0,2

88 Tagore, Rabindranath 5 0,2

89 Bloch, Jean - Richard 4 0,1

90 De Ruggiero, Guido 4 0,1

91 Halevi, Daniel 4 0,1

92 Henry, Paul 4 0,1

93 Hjort, Johan 4 0,1

94 Hocart, A.M. 4 0,1

95 Ludwig, Emile 4 0,1

96 Lunn, Arnold 4 0,1

97 Mirkine - Guetzevitch 4 0,1

98 Pinon, René 4 0,1

99 Sieburg, F. 4 0,1

100 Weill, Georges 4 0,1

101 Aron, Raymond 3 0,1

102 Bernard, A. 3 0,1

103 Bourgin, Francis 3 0,1

104 D'Avenel, Georges 3 0,1

105 De Madariaga, Salvador 3 0,1

106 Duplain, J. L. 3 0,1

107 Ferrero, Gugliemo 3 0,1

108 Guy-Grand, Georges 3 0,1

109 Kanad, H. Fikret 3 0,1

110 Lapie, P. O. 3 0,1

111 Muhtelif 3 0,1

112 Mussolini, Benito 3 0,1

113 Orkun, Hüseyin Namık 3 0,1

114 Ripert, Georges 3 0,1

115 Strzygowsky, J. 3 0,1

116 Vacaresco, Helene 3 0,1

117 Valéry, Paul 3 0,1

371

Page 428: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)118 Akverdi, Hamdi 2 0,1

119 Başgil, Ali Fuad 2 0,1

120 Bonn, M. J. 2 0,1

121 Boudin, Louis 2 0,1

122 Broendal, Viggo 2 0,1

123 Dantas, Julio 2 0,1

124 De Velde, Van 2 0,1

125 Demirelli, Fuad Hulusi 2 0,1

126 Dennery, E. 2 0,1

127 Destrée, Jules 2 0,1

128 Ediz, Hasan Ali 2 0,1

129 Ergin, Osman 2 0,1

130 Focillon, Henri 2 0,1

131 Groc, Léon 2 0,1

132 Halévy, Elie 2 0,1

133 Herriot, Edouard 2 0,1

134 Hubert, René 2 0,1

135 Huguenin, Elisabeth 2 0,1

136 Huizinga, Joseph 2 0,1

137 Huxley, Aldous 2 0,1

138 Kayserling 2 0,1

139 Kurtuluş, Fahri 2 0,1

140 Lavergne, Bernard 2 0,1

141 Maeterlinck, Maurice 2 0,1

142 Marjolin, Robert 2 0,1

143 Martin, William 2 0,1

144 Menemencioğlu, Etem 2 0,1

145 Mortier, Pierre 2 0,1

146 Opresco, Georges 2 0,1

147 Özkend, Ali Haydar 2 0,1

148 Özön, Mustafa Nihad 2 0,1

149 Pepeyi, Haluk Nihad 2 0,1

150 Poisson, Georges 2 0,1

151 Rey, Robert 2 0,1

152 Schwarz, A.B. 2 0,1

153 Teleki, Comte 2 0,1

154 Tels, Jaques 2 0,1

155 Terive, André 2 0,1

156 Tezel, Naki 2 0,1

157 Tietze, Hans 2 0,1

158 Uman, Osman Nuri 2 0,1

159 Valot, Stephen 2 0,1

371

Page 429: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)160 Wilde, Oscar 2 0,1

161 Withers, Hartley 2 0,1

162 Acworth, William M. 1 0,0

163 Adalan, M. 1 0,0

164 Ağaoğlu, Samed 1 0,0

165 Ahmed Cemil 1 0,0

166 Akalın, Besim Ömer 1 0,0

167 Akyüz, Ali Kami 1 0,0

168 Ali, Yusuf 1 0,0

169 Amiel, Denis 1 0,0

170 Amos, M. 1 0,0

171 Ancel, Jacques 1 0,0

172 Aral, Namık Zeki 1 0,0

173 Aran, Kemal 1 0,0

174 Ararad, A. Tevfik 1 0,0

175 Arsuner, Ferruh 1 0,0

176 Atsız 1 0,0

177 Atsızayoldaş, M. 1 0,0

178 Ayiter, Ferid 1 0,0

179 Ayni, Mehmed Ali 1 0,0

180 Baltacıoğlu, İsmail Hakkı 1 0,0

181 Basler, A. 1 0,0

182 Baştimar, Zeki 1 0,0

183 Baum, Vikki 1 0,0

184 Belgesay, Mustafa Reşid 1 0,0

185 Bernard, J. 1 0,0

186 Bilbaşar, Kemal 1 0,0

187 Bilsel, Cemil 1 0,0

188 Bode, Boyd H. 1 0,0

189 Boratav, Pertev Naili 1 0,0

190 Bossert 1 0,0

191 Brach, Paul 1 0,0

192 Braunschvig, Marcel 1 0,0

193 Brossolette, Pierre 1 0,0

194 Brunsschvicg, Léon 1 0,0

195 Bryce, James 1 0,0

196 Buck, Pearl 1 0,0

197 Caballero, Gimenez 1 0,0

198 Cacteau, J. 1 0,0

199 Cantacuzene, Jean 1 0,0

200 Canudo 1 0,0

201 Capek, Carel 1 0,0

371

Page 430: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)202 Cartier, Edmond 1 0,0

203 Cathecart, E. P. 1 0,0

204 Cingria, Alexandre 1 0,0

205 Coline, Constance 1 0,0

206 Conker, Orhan 1 0,0

207 Croiset, Maurice 1 0,0

208 Crozat, B. 1 0,0

209 Çağıl, Talat 1 0,0

210 Çehof, A. 1 0,0

211 Danişmend, İsmail Hami 1 0,0

212 D'Annunzio, Gabriel 1 0,0

213 De Kayserling, H. 1 0,0

214 De La Briere, L.R.P. 1 0,0

215 De la Pradelle, Paul 1 0,0

216 De Maupassant, Guy 1 0,0

217 De Unamuno, Miguel 1 0,0

218 Dostoievsky 1 0,0

219 Dumas, Alexandre 1 0,0

220 Duran, Faik Sabri 1 0,0

221 Duru, M. C. 1 0,0

222 Eckhardt, A. 1 0,0

223 Effimianidis, Yorgaki 1 0,0

224 Eflatun 1 0,0

225 Egger, Auguste 1 0,0

226 Emre, Ahmed Cevad 1 0,0

227 Emre, Cahid Cevad 1 0,0

228 Erberk, İbrahim Ali 1 0,0

229 Erişirgil, Mehmed Emin 1 0,0

230 Ertem, Sadri 1 0,0

231 Esad, Sabri 1 0,0

232 Ferriere 1 0,0

233 Fleiner, Fritz 1 0,0

234 Frederic, Pierre 1 0,0

235 Gay, Edwin M. 1 0,0

236 George, Waldemar 1 0,0

237 Goethe 1 0,0

238 Gooch, P. G. 1 0,0

239 Gorki, Maxim 1 0,0

240 Gökay, Fahreddin Kerim 1 0,0

241 Gökberk, M. Ali 1 0,0

242 Gökyay, Orhan Şaik 1 0,0

243 Gruenberg, Sidonie M. 1 0,0

371

Page 431: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)244 Gürer, Cevad Abbas 1 0,0

245 Gürpınar, Kemal 1 0,0

246 Hadley, Arthur Twining 1 0,0

247 Haldane, J. B. S. 1 0,0

248 Herriot, Paul 1 0,0

249 Hovig, Richard 1 0,0

250 Hustzi, Joseph 1 0,0

251 İktisat Vekaleti 1 0,0

252 İleri, Suphi Nuri 1 0,0

253 İpşir, Mazhar Şevket 1 0,0

254 Irmak, Sadi 1 0,0

255 Isaacs, Susan 1 0,0

256 İskit, Server R. 1 0,0

257 İsmail Habib 1 0,0

258 İstatistik Umum Müdürlüğü 1 0,0

259 Karaosmanoğlu, Yakub Kadri 1 0,0

260 Karslı, Ferid 1 0,0

261 Katayev 1 0,0

262 Konur, İsmet 1 0,0

263 Köprülü, Fuad 1 0,0

264 Kuntay, Mithat Cemal 1 0,0

265 Labriola, Arturo 1 0,0

266 Lambert 1 0,0

267 Langevin, Paul 1 0,0

268 Lazaroff, Joan 1 0,0

269 Le Corbusier, Charles 1 0,0

270 Lermontof 1 0,0

271 Levillier, Roberto 1 0,0

272 Lhote, André 1 0,0

273 Lorwin, Lewis L. 1 0,0

274 Maclagan, Eric 1 0,0

275 Mann, Thomas 1 0,0

276 Maraini, Antonio 1 0,0

277 Maranon, G. 1 0,0

278 Maurois, André 1 0,0

279 Mauss, Marcel 1 0,0

280 Melek Celal 1 0,0

281 Metiya, Nusret 1 0,0

282 Mirbeau, Octave 1 0,0

283 Morente, Manuel Garcia 1 0,0

284 Murray, Gilbert 1 0,0

285 Neumark, Fritz 1 0,0

371

Page 432: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)286 Niceforo, Alfredo 1 0,0

287 Olivier-Martin, Félix 1 0,0

288 Orestano, F. 1 0,0

289 Öget, İbrahim Zati 1 0,0

290 Özbek, Sait Emin 1 0,0

291 Parodi, Denis 1 0,0

292 Peyret, Henry 1 0,0

293 Pinder, H. 1 0,0

294 Reckert, Robert 1 0,0

295 Renard, Jules 1 0,0

296 Reynold, G. 1 0,0

297 Ritchie, David G. 1 0,0

298 Ronart, Stephan 1 0,0

299 Röpke, Wilhelm 1 0,0

300 Sabahattin Ali 1 0,0

301 Sağlık, Saim 1 0,0

302 Sarfatti, Margherita 1 0,0

303 Sarmat, Garra 1 0,0

304 Saygun, A. Adnan 1 0,0

305 Severi, F. 1 0,0

306 Sihay, Yaşar 1 0,0

307 Simon, Sir Ernest 1 0,0

308 Strindberg, A. 1 0,0

309 Synge, J. M. 1 0,0

310 Szentgyörgyi, A. 1 0,0

311 Şolohof 1 0,0

312 Şure, Eduar 1 0,0

313 Tarus, İlhan 1 0,0

314 Taşkın, Rifat 1 0,0

315 Tongas, Gérard 1 0,0

316 Tonnelat, E. 1 0,0

317 Topuzlu, Cemil 1 0,0

318 Tökin, İsmail Hüsrev 1 0,0

319 Turgenief 1 0,0

320 Uşaklıgil, Halid Ziya 1 0,0

321 Ülgen, Ali Saim 1 0,0

322 Ülken, Hilmi Ziya 1 0,0

323 Vakıflar Umum Müdürlüğü 1 0,0

324 Vignaud, Jean 1 0,0

325 Wahsburne, Carleton 1 0,0

326 Weber, Louis 1 0,0

327 Yakob 1 0,0

371

Page 433: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Yazarı Makale Sayısı (%)328 Yurdakul, Mehmed Emin 1 0,0

329 Yücel, Hasan Ali 1 0,0

330 Zımmern, A. 1 0,0

331 Ziraat Vekaleti 1 0,0

TOPLAM 3245 100,0

371

Page 434: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Konusu Makale Sayısı %Komünizm 421 13,0Edebiyat 296 9,1Gezi notları 269 8,3Siyaset (Türkiye) 200 6,2Demokrasi 185 5,7Filozoflar 161 5,0Kültür 135 4,2Siyaset 126 3,9Büyük Adamlar 92 2,8İktisat 76 2,3Irk ve Irkçılık 74 2,3Kitap Tanıtımı 73 2,2Diktatörlük 72 2,2Sanat 71 2,2Tarih 70 2,2Uygarlık 70 2,2Siyaset (Dünya) 65 2,0Faşizm 64 2,0Eğitim 61 1,9Din 56 1,7Milliyetçilik 48 1,5Bunalım 47 1,4İnsan 47 1,4Siyaset Felsefecileri 42 1,3Basın 40 1,2Rousseau 38 1,2Emperyalizm 35 1,1Nasyonal Sosyalizm 34 1,0Savaş 32 1,0Hukuk 22 0,7

FİKİR HAREKETLERİ'NDE YAYIMLANAN MAKALELERİNKONU BAŞLIKLARINA GÖRE DAĞILIMI

EK 2

Page 435: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Makalenin Konusu Makale Sayısı %Para 21 0,6Petrol 19 0,6İngiltere 17 0,5Bilim 16 0,5İktisadi Devletçilik 16 0,5Pamuk 16 0,5ABD 15 0,5Kapitalizm 14 0,4Siyaset Felsefesi 10 0,3On dokuzuncu yüzyıl 9 0,3Diplomasi 8 0,2Fransızlar 8 0,2Aile 7 0,2Avrupa 7 0,2Fransız Devrimi 7 0,2Sağlık 6 0,2Napolyon 5 0,2Almanya 4 0,1Barış 3 0,1Köy 2 0,1Tanzimat 2 0,1Anarşizm 1 0,0Atatürk 1 0,0Aydınlar 1 0,0Büyük Yapıtlar 1 0,0Gelenekler 1 0,0Gençlik 1 0,0Güzellik 1 0,0Kıbrıs 1 0,0Spor 1 0,0Vakıf 1 0,0Yahudiler 1 0,0

TOPLAM 3245 100,0

Page 436: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Cilt I Cilt II Cilt III Cilt IV Cilt V Cilt VI Cilt VII Cilt VIII Cilt IX Cilt X Cilt XI Cilt XII Cilt XIII Cilt XIVS. [1-26] S. [27-52] S. [53-78] S. [79-104] S. [105-130] S. [131-156] S. [157-182] S. [183-208] S. [209-234] S. [235-260] S.[261-286] S. [287-312] S. [313-338] S. [339-364]

[29.10.1933/ [26.04.1934/ [25.10.1934/ [25.04.1935/ [26.10.1935/ [25.04.1936/ [24.10.1936/ [24.04.1937/ [23.10.1937/ [23.04.1938/ [22.10.1938/ [22.04.1939/ [21.10.1939/ [20.04.1940/KONULAR 19.04.1934] 18.10.1934] 18.04.1935] 19.10.1935] 18.04.1936] 17.10.1936] 17.04.1937] 16.10.1937] 16.04.1938] 15.10.1938] 15.04.1939] 14.10.1939] 13.04.1940] 12.10.1940]

Komünizm 28 13 52 53 31 27 3 6 18 29 30 31 54 46 421Edebiyat 51 66 49 30 9 9 18 6 16 18 4 2 8 10 296Gezi notları 26 26 26 34 27 26 26 26 26 26 269Siyaset (Türkiye) 10 10 8 30 30 29 28 31 17 1 3 1 1 1 200Demokrasi 21 7 2 2 8 7 31 25 26 25 12 3 9 7 185Filozoflar 9 26 26 26 26 26 22 161Kültür 2 7 15 6 16 5 5 7 19 24 16 10 3 135Siyaset 3 6 8 7 1 1 3 11 10 35 41 126Büyük Adamlar 1 12 26 27 26 92İktisat 8 7 5 4 9 8 11 4 6 6 1 1 4 2 76Irk ve Irkçılık 3 2 2 1 6 5 8 9 3 12 18 2 3 74Kitap Tanıtımı 6 16 10 13 8 7 1 1 6 5 73Diktatörlük 16 5 2 3 2 1 3 6 4 8 22 72Sanat 3 3 7 10 11 12 9 5 1 8 1 1 71Tarih 2 1 2 3 6 8 17 10 5 7 9 70Uygarlık 2 2 1 4 6 2 2 7 9 19 5 6 4 1 70Siyaset (Dünya) 5 6 17 16 3 3 1 2 3 4 5 65Faşizm 3 36 1 2 2 1 7 12 64Eğitim 1 4 3 7 6 7 1 5 11 11 1 4 61Din 6 17 9 4 9 9 2 56Milliyetçilik 13 2 4 1 5 8 1 1 8 3 2 48Bunalım 7 1 9 1 5 5 4 5 1 4 2 3 47İnsan 2 15 2 10 3 1 13 1 47Siyaset Felsefecileri 20 18 1 1 2 42Basın 5 5 1 1 1 4 4 17 2 40Rousseau 2 19 17 38Emperyalizm 2 1 4 1 4 4 2 1 2 7 5 1 1 35Nasyonal Sosyalizm 3 1 1 3 1 6 5 8 6 34Savaş 2 1 4 6 2 1 3 3 1 1 8 32Hukuk 1 9 8 1 3 22

FİKİR HAREKETLERİ'NDE YER VERİLEN MAKALELERİN KONULARI İTİBARİYLECİLTLERE DAĞILIMI

EK 3

Page 437: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Cilt I Cilt II Cilt III Cilt IV Cilt V Cilt VI Cilt VII Cilt VIII Cilt IX Cilt X Cilt XI Cilt XII Cilt XIII Cilt XIVS. [1-26] S. [27-52] S. [53-78] S. [79-104] S. [105-130] S. [131-156] S. [157-182] S. [183-208] S. [209-234] S. [235-260] S.[261-286] S. [287-312] S. [313-338] S. [339-364]

[29.10.1933/ [26.04.1934/ [25.10.1934/ [25.04.1935/ [26.10.1935/ [25.04.1936/ [24.10.1936/ [24.04.1937/ [23.10.1937/ [23.04.1938/ [22.10.1938/ [22.04.1939/ [21.10.1939/ [20.04.1940/KONULAR 19.04.1934] 18.10.1934] 18.04.1935] 19.10.1935] 18.04.1936] 17.10.1936] 17.04.1937] 16.10.1937] 16.04.1938] 15.10.1938] 15.04.1939] 14.10.1939] 13.04.1940] 12.10.1940]

Para 2 8 1 1 9 21Petrol 8 8 3 19İngiltere 1 11 5 17Bilim 1 1 14 16İktisadi Devletçilik 2 6 1 4 1 2 16Pamuk 8 8 16ABD 6 2 3 4 15Kapitalizm 2 1 9 2 14Siyaset Felsefesi 3 1 6 10On dokuzuncu yüzyıl 3 1 5 9Diplomasi 1 2 1 4 8Fransızlar 4 4 8Aile 1 1 4 1 7Avrupa 3 3 1 7Fransız Devrimi 7 7Sağlık 1 1 2 2 6Napolyon 5 5Almanya 4 4Barış 1 2 3Köy 1 1 2Tanzimat 2 2Anarşizm 1 1Atatürk 1 1Aydınlar 1 1Büyük Yapıtlar 1 1Gelenekler 1 1Gençlik 1 1Güzellik 1 1Kıbrıs 1 1Spor 1 1Vakıf 1 1Yahudiler 1

TOPLAM 208 207 214 211 234 243 244 232 242 251 250 236 235 238 3245

Page 438: FİKİR HAREKETLERİ DERGİSİ

Cilt I Cilt II Cilt III Cilt IV Cilt V Cilt VI Cilt VII Cilt VIII Cilt IX Cilt X Cilt XI Cilt XII Cilt XIII Cilt XIV

S. [1-26] S. [27-52] S. [53-78] S. [79-104] S. [105-130] S. [131-156] S. [157-182] S. [183-208] S. [209-234] S. [235-260] S.[261-286] S. [287-312] S. [313-338] S. [339-364]

KONU GRUBU / [29.10.1933/ [26.04.1934/ [25.10.1934/ [25.04.1935/ [26.10.1935/ [25.04.1936/ [24.10.1936/ [24.04.1937/ [23.10.1937/ [23.04.1938/ [22.10.1938/ [22.04.1939/ [21.10.1939/ [20.04.1940/

KONU 19.04.1934] 18.10.1934] 18.04.1934] 19.10.1935] 18.04.1936] 17.10.1936] 17.04.1937] 16.10.1937] 16.04.1938] 15.10.1938] 15.04.1939] 14.10.1939] 13.04.1940] 12.10.1940]

DİKTATÖRLÜK 50 54 54 54 35 31 8 12 19 32 43 36 77 86 591Komünizm 28 13 52 53 31 27 3 6 18 29 30 31 54 46 421

Faşizm 3 36 1 2 2 1 7 12 64

Nasyonal Sosyalizm 3 1 1 3 1 6 5 8 6 34

Diğer (Diktatörlük) 16 5 2 3 2 1 3 6 4 8 22 72

DEMOKRASİ/SİYASET 39 23 27 48 44 47 69 81 65 36 28 25 58 60 650Demokrasi 21 7 2 2 8 7 31 25 26 25 12 3 9 7 185

Siyaset(Türkiye) 10 10 8 30 30 29 28 31 17 1 3 1 1 1 200

Siyaset(Dünya) 5 6 17 16 3 3 1 2 3 4 5 65

Siyaset (Diğer) 3 6 8 7 1 1 3 11 10 35 41 126

Siyaset Felsefecileri 20 18 1 1 2 42

Siyaset Felsefesi 3 1 6 10

Fransız Devrimi 7 7

Napolyon 5 5

On Dokuzuncu Yüzyıl 3 1 5 9

Atatürk 1 1

İKTİSAT/PARA 19 24 22 14 17 22 16 9 12 16 9 4 4 7 195İktisat 8 7 5 4 9 8 11 4 6 6 1 1 4 2 76

İktisadi Devletçilik 2 6 1 4 1 2 16

Bunalım 7 1 9 1 5 5 4 5 1 4 2 3 47

Para 2 8 1 1 9 21

Petrol 8 8 3 19

Pamuk 8 8 16

KAPİTALİZM/EMPERYALİZM 4 1 0 4 1 4 5 2 1 2 7 14 1 3 49Kapitalim 2 1 9 2 14

Emperyalizm 2 1 4 1 4 4 2 1 2 7 5 1 1 35

MİLLİYETÇİLİK/IRKÇILIK 17 4 4 2 2 11 13 9 10 3 20 18 5 5 123Milliyetçilik 13 2 4 1 5 8 1 1 8 3 2 48

Irk ve Irkçılık 3 2 2 1 6 5 8 9 3 12 18 2 3 74

Yahudiler 1 1

DİĞER KONULAR 79 101 107 89 135 128 133 119 135 162 143 139 90 77 1637TOPLAM 208 207 214 211 234 243 244 232 242 251 250 236 235 238 3245

FİKİR HAREKETLERİ'NDE YER VERİLEN MAKALELERİN KONULARA VE KONU GRUPLARINA DAĞILIMIEK 4