ekim gencligi 114

40

Upload: kizilbayrak

Post on 26-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Ekim Gencligi Sayi 114 / 15 Subat - 15 Mart

TRANSCRIPT

Page 1: Ekim Gencligi 114
Page 2: Ekim Gencligi 114
Page 3: Ekim Gencligi 114

Düzen, birbirini izleyen saldırılarla bizleri açlığa, yoksulluğa ve sefalete mahkûm ediyor. Eğitim heralanda ticarileştiriliyor, sosyal haklarımız gasp ediliyor, güvencesiz bir gelecek dayatılıyor. Krizinfaturası işçi ve emekçilere yüklenirken, seçim vb. oyunlarla kitleler düzene yedeklenmeye çalışılıyor.Filistin yakılıp yıkılırken, sermaye devleti emperyalizme ve siyonizme tam bağlılığını sunuyor. KardeşKürt halkına yönelik imha, inkar ve asimilasyon politikaları her geçen gün derinleştiriliyor.

Öte yandan, Türkiye’nin dört bir yanında işçi ve emekçiler onurlu bir yaşam için mücadeleninyolunu tutuyor. Kendisine hiçbir gelecek vadedemeyen kapitalist düzene karşı gençliğin öfkesidünyanın dört bir yanında bileniyor.

Bizler de baharı tüm direnenlerin, işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların mücadele ateşleriylekarşılamalıyız. Bizleri karanlığa mahkûm edenlere karşı direnişin ateşini harlamalı ve dört bir yanayaymalıyız.

Krizi yaratan kapitalizme karşı mücadeleye!

“Düzenin sözcüleri bile kapitalist rejimin krizinin ‘dünyayı cehennemin eşiğine taşıdığını’söylüyorlar. Dünyayı bu cehennemden kurtarmanın yegâne yolu, kapitalizmi cehennemin dibinesürüklemekten geçiyor.” (Kızıl Bayrak, sayı: 2008/40, 10 Ekim 2008)

Kriz dünya ölçeğinde kapitalist sistemi büyük açmazlara sürüklemektedir. Krizi yaratanlar krizinfaturasını işçi ve emekçilere çıkartarak, sınıfın haklarını gasp ederek yol almaya çalışmaktadır. Fakatkrizin yakıcı sonuçlarıyla yüz yüze kalan işçi ve emekçiler daha bugünden direnişlerle, işgallerle veeylemlerle krizi patronlar için kâbusa çevirmektedir. İşten atılan işçiler birçok fabrikada direnişbayrağını yükseltmektedir.

Genç komünistler, bu direnişlere güç vermek, çok yönlü bir desteği örgütlemek sorumluluğu ile yüzyüzedirler. İşçi sınıfının mücadele ruhunu çalışma alanlarımıza taşımak, alanlarımızdan direnişlere katkısunabilecek olanaklar yaratmak görevi önümüzde durmaktadır.

Kriz içerisinde debelenen ve çıkış arayan kapitalizmin tüm çıkış kapılarını kapatmak için, krizidevrim cephesinden fırsata çevirmek için, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşısosyalizm!” şiarını çok daha güçlü haykırabilmek gerekmektedir. Çünkü toplumun önemli bir kesimiumutsuzluk ve öfke içerisindedir ve giderek bu düzenden umudunu kesmektedir.

Gençlik de burjuvazi tarafından vaadedilmiş “geleceğin” sonuna çoktan gelinmiş olduğu gerçeğiyleyüz yüzedir. Artık “işçi ve emekçi çocuklarına üniversite kapıları kapanıyor” demek bile yetersizkalmaktadır. Çünkü artan paralı eğitim uygulamalarıyla işçi ve emekçi çocuklarının eğitim hakkıtamamen gasp edilmektedir. Eğitim masraflarını karşılamak için çalışmak zorunda kalan öğrenciler dahaşimdiden işsizlik gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Çelişkilerin gittikçe derinleştiği bu süreçte, yerel sorunların genelle bağını kurmalı, eylemli süreçleriörgütleme hedefiyle hareket etmeliyiz.

Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!

Zincirlerinden boşalmış emperyalist-siyonist barbarlık kendisini Gazze’de bir kez daha gösterdi.Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren emperyalist-siyonist güçler, on yıllardır Filistin halkını katletmeyedevam ediyorlar.

Türkiye’deki sermaye iktidarı da, İsrail ile askeri antlaşmalar yaparak, Konya Ovası’nda İsrailpilotların eğitim yapmasına izin vererek, bu katliamların dolaysız sorumluluğunu taşıyor. Türkiye’ninİsrail’le sürdürdüğü stratejik ortaklık devam ederken, siyasi, ticari, ekonomik, askeri, diplomatik vb.ilişkiler olduğu gibi korunurken, Erdoğan’ın Davos’taki çıkışı seçimlere yönelik bir yatırım ve tam birikiyüzlülüktür. İsrail’le yapılan antlaşmalar orta yerde duruyorken, İsrail sermayesi ve ordusuylailişkilerin kesilmesine yönelik bir adım atılmazken, yapılan çıkış, Erdoğan’ın da deyimiyle, “saltmoderatöre karşı” bir çıkıştır. Bu noktada, sermaye iktidarın ikiyüzlülüğü teşhir edilmeli, İsrail’leyapılan açık-gizli tüm antlaşmaların yırtılması, İsrail siyonizmi ile bütün ilişkilerin kesilmesi talepleriyükseltilmelidir.

İsrail’le sürdürülen stratejik ortaklık çerçevesinde Türkiye nasıl ki Gazze’deki katliamın dolaysız3

Yeni döneme başlarken…

Baharı mücadeleylekucaklayalım!

Kriz içerisinde debe-lenen ve çıkış arayan

kapitalizme karşıçıkışın kapılarını kap-

atmak için, krizi de-vrim cephesinden

fırsata çevirmek için,“Sınıfa karşı sınıf,

düzene karşı devrim,kapitalizme karşı

sosyalizm!” şiarınıçok daha güçlü

haykırabilmek gerek-mektedir. Çünkü

toplumun önemli birkesimi umutsuzluk

ve öfke içerisindedirve giderek bu düzen-

den umudunukesmektedir.

Page 4: Ekim Gencligi 114

sorumluluğunu taşıyorsa, derinleşen krizle beraber daha daboyutlanacak olan emperyalist savaşların ve işgallerin dedolaysızca parçası olacaktır. ABD emperyalizminin Türkiye’yiçevreleyen bölgeler üzerinden sürdürdüğü saldırgan politikadaTürk devletine düşen görev, emperyalizmin taşeronluğunuyapmaktır.

Kapitalizm sonunu geciktirmek için barbarca dört bir yanasaldırmaktadır. Ortadoğu halkları ve ezilen diğer halklar içinkurtuluşun tek adresi sosyalizmdir. Önümüzdeki dönemde daha daboyutlanacak olan emperyalist saldırganlığa karşı gençliğin anti-emperyalist mücadelesini büyütmeliyiz. Sermaye devletinin buemperyalist saldırganlık politikasının hayata geçirilmesindeüstlendiği rolü teşhir etmeli, kapitalist düzen var olduğu sürece busaldırganlığın sona ermeyeceği gerçeğini gençlik kitlelerineanlatabilmeliyiz.

Seçim oyununa hayır!

Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

Bir seçim süreci daha yaklaşıyor. Yüzbinlerce işçi krizle beraberişsiz kalırken, hak gaspları ve zamlarla işçi ve emekçiler açlığamahkûm edilirken, düzen bir seçim oyunuyla daha karşımızaçıkıyor. Seçim sandığı burjuva gericiliği tarafından emekçilerindikkatini mücadeleden uzaklaştırmak için kullanılıyor.

Diğer yandan ilkesiz seçim birliktelikleriyle sürece hazırlananreformist-liberal ağırlıklı sol birlik ise, krizi seçim için bir fırsataçevirmeye çalışıyor. Yerel yönetimlerle iktidara yürüme, yereldeniktidarlaşma, sosyal belediyecilik vb. dayanaksız hayallerlekitlelerin bilinçlerini bulandırıyor.

Genç komünistler, kitleler nezdinde yaratılacak en ufak birdüzen içi hayalin dahi teşhirini yapacak, gençliği işçi sınıfınındevrimci programının bayrağını yükseltmeye çağıracaklardır.

Seçimler elbette komünistler için de bir fırsattır. Kapitalizminkrizini derinleştirmek için, sınıf ve kitle hareketini büyütmek veyaymak için, devrim ve sosyalizmin propagandasını çok dahayaygın ve güçlü yapabilmek için... Seçimler vesilesiyle politikayadaha açık hale gelen kitlelere bu düzenin bizlere en ufak bir umutveremeyeceğini anlatabilmek için...

Süreç kitleleri devrim ve sosyalizm mücadelesine çağırmak içinönemli fırsatlar sunmaktadır. Bu fırsat gençlik içerisindekullanılabilmelidir. Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun işçisınıfının bağımsız devrimci programı çerçevesinde gösterdiğisınıfın bağımsız sosyalist adaylarıyla birlikte kitleler mücadeleyeçağrılabilmelidir. Düzen ve devrim karşıtlığında gençliktaraflaştırılabilmelidir.

Toplumun önemli bir kesimini oluşturan ve büyük bir oy

potansiyeli olarak görülen gençlik, seçimler sürecinde özel olarak

hedeflenen bir kesimdir. Seçim sürecinde genç komünistler olarak

bulunduğumuz her alanda düzenin teşhirini yoğun bir

propagandaya konu edeceğiz. Devasa boyutlardaki sorunların

seçimlerle, yerel yönetimlerin ele geçirilmesiyle çözülemeyeceğini,

bunun yalnızca bir aldatmaca olduğunu, çözümün kurulu düzeni

yıkmaktan ve sosyalizmi kurmaktan geçtiğini anlatacağız.

Gençliğin gerçek kurtuluşunun seçimlerde değil düzene karşı

devrim mücadelesinde olduğunu haykıracağız.

Düzen partilerinin sahte vaadlerini, özelde gençliğin yakıcı

olarak yaşadığı ticari eğitim, işsizlik, geleceksizlik gibi sorunlarla

birlikte teşhir edeceğiz. Gençliği, her seçim döneminde oynanan

oyunun sessiz figüranları olmayı reddetmeye, geleceği için

mücadele sahnesine çıkmaya çağıracağız.

Baharın coşkusuyla geleceği kazanmaya!

Önümüz bahar... 8 Mart, 16 Mart, 21 Mart, 30 Mart… Ardı ise 1

Mayıs!

Bahar tek başına kışın bahara dönmesi değil, aynı zamanda

mücadelenin ateşiyle tüm karların ve buzların erimesidir. Bahar,

emekçi kadınların mücadeleleri uğruna ölümü göze almalarıdır.

Beyazıt Meydanı’nda gençliğin dinamizmi ve mücadelesidir,

devletin katliamcı yüzüdür. Bahar, Newroz’dur, demirci Kawa’nın

yaktığı ateştir, tüm ezilen halkların kurtuluşu için mücadele

ateşidir. Bahar, Kızıldere'dir, devrime adanmışlığın sembolüdür. Ve

bahar işçi sınıfının mücadelesidir, geleceğimiz ve özgürlüğümüz

için mücadeledir. Bahar, devrime ve sosyalizme olan inanç, bağlılık

ve bu uğurda mücadeledir.

Bahar, burjuvaziye karşı öfkedir, bu öfkeyi büyütmek ve

yaymaktır.

Genç komünistler için de baharı kucaklamak hayatı kucaklamak

ve mücadeleye dört elle sarılmaktır. Duraksamadan yürümektir.

Bahar, “yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,

havaları boydan boya yarıp ikiye karanlığın gözüne bakarak

yürümek”tir. Bahar, “dost omuzbaşlarını omuzlarının yanında

duyup, kelleni orta yere yüreğini yumruklarının içine koyup

yürümek”tir.

Bahar mücadeleyle kazanılmayı bekliyor!

Ekim Gençliği

4

Page 5: Ekim Gencligi 114

5

“Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!” etkinliği gerçekleştrildi!

Dönem boyunca çürümüş düzene karşı mücadele çağrısını yükselttiğimiz veçözümün devrimde ve sosyalizmde olduğunu vurguladığımız “Geçit Yok!” baş-lıklı kampanyamızı, İstanbul’da 27 Aralık günü, “Gençlik gelecek, gelecek sos-yalizm!” şiarıyla örgütlediğimiz etkinlikle sonlandırdık.

Etkinliğimiz İstanbul Üniversitesi Psikoloji Oyuncuları’nın sergilediği kısabir oyun ile başladı. “Geçit Yok!” başlıklı sinevizyon gösteriminin ardından“Kapitalizmin krizi, sosyalizm ve gençlik mücadelesi” başlıklı panele ge-çildi.

Ekim Gençliği adına yapılan konuşmada kampanyamızın kapsamı veyürütülen çalışmalar anlatıldı. Düzene karşı devrim mücadelesinin büyütülmesigerektiği vurgulandı. Yunanistan’da patlayan isyana ve direnişe değinilerek yaşanan-ların doğru okunması gereği üzerinde duruldu.

Volkan Yaraşır: “Krizin faturası kapitalistlere!”Yaraşır sözlerine, yaşanan krizin kapitalizmin krizi olduğu vurgusuyla baş-

ladı. Sermayenin yeniden yapılanma süreci ile dünyayı nasıl bir fabrikaya dönüştürmüş olduğunu ifade etti. Bunun ise işçi ve emekçiler açısından en baştaişsizlik ve zamlar anlamına geldiğini belirtti. Her kriz döneminde devrimin vekarşı-devrimin mayalandığına değinerek, sınıfın siyasal öncüsünün eksikliğikoşullarında bu sefer faşizmin ve gericiliğin yükselebileceğini belirtti. Irakörneği üzerinden Ortadoğu’da kurulması hedeflenen kanton devletlerle Or-tadoğu’nun Balkanlaştırılmaya çalışıldığını söyledi. Yoğun bir ajitasyon-propaganda faaliyetiyle ve taban inisiyatifini ortaya çıkartarak direnişleri,grevleri ve işgalleri örgütlemenin yolunu açmak gerektiğini vurguladı.Bilginin metalaşmasıyla öğrenci gençliğin potansiyel proleter olduğunu söyleyenYaraşır, yüreklerimizin işçi sınıfıyla birlikte atması ve işçi sınıfının yıkıcı gücünü eylem alanla-rında görme çağrısı yaptı.

Haluk Gerger: “Sınıfa sınıfı anlatmak gerekiyor!”Kapitalizm olduğu sürece krizlerin kaçınılmaz olduğunu söyleyerek konuşmasına başlayan Gerger, kapita-

lizmin kriz dönemlerinde saldırganlaştığı ve sınıf mücadelesinin de keskinleşeceği bir döneme girildiğini söy-ledi. Böylesi bir dönemin kazanımlarının da bedellerinin de olabileceğini, ilk saldırıların ekonomik vekazanılmış haklara olacağını belirtti. Böyle dönemlerde ekonomik ve politik mücadelenin yanında ideolojikmücadeleyi de yükseltmenin önemini vurguladı.

Kurtar Tanyılmaz: “İşçi ve öğrenciler omuz omuza mücadele etmelidir!”Tanyılmaz sözlerine piyasa süreçlerinin rekabetin giderek şiddetlenmesi anlamına geldiğini, bunun eği-

time de yansımasıyla birlikte ilkokuldan itibaren rekabetçi insanların yetiştirildiğini anlatarak başladı. Üniver-sitelerde ise öğrencilerin müşterileşmesi, üniversite sermaye işbirliği, öğrencilerin hayatın çıraklarıkonumuna getirilmesi vb. şekillerde ortaya çıktığını söyledi. İşçiler ile öğrencilerin mücadeleyi birlikte yük-seltmesi gerektiği vurgusu ile konuşmasını bitirdi.

Panelistlerin konuşmalarının ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Kriz gündemini nasıl ele almak ge-rektiği ve yürütülmesi gereken mücadele hattı üzerine konuşuldu. Şovenizme karşı tutum, Yunanistan’dakiisyan ve direniş, sınıf mücadelelerinin keskinleştiği dönemlerde örgütlenmelerin gerekliliği ve sınıfın öncüpartisinin önemi üzerine tartışmalar yürütüldü.

Etkinlik, İÜ Psikoloji Oyuncuları’nın oyunları ve Grup Keops’un müzik dinletisi ile sonlandı.

İstanbul Ekim Gençliği

İzmir’de Ekim Gençliği’nden açıklamaİzmir’de yaklaşık olarak 1.5 aydır faaliyetlerini yürüttüğümüz merkezi “Geçit Yok!” kampanyamız, 26

Aralık’ta Dokuz Eylül Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz basın açıklaması ile sonlandı.“İsyan haktır, kavganız kavgamızdır!” başlıklı basın metninde, kapitalizmin yarattığı krizin faturasının

dünya ölçeğinde işçilere, emekçilere ve gençlere ödettirilmeye çalışıldığına ve buna karşı yükseltilen müca-deleye değinildi. Bunun en açık örneği olarak Yunanistan’da süren isyan ve direniş işaret edildi. Emperyalist-kapitalist sistemin aslında büyük bir açmazda olduğuna, artık işçi sınıfı, emekçiler ve gençliğin bu düzenidaha fazla sorguladığına ve başka bir dünya özlemi içerisinde olduklarına işaret edildi. Düzenin tek alternati-

“GEÇİT YOK!” kampanyası sonlandırıldı!

Page 6: Ekim Gencligi 114

finin sosyalizm olduğu vurgulandı. Açıklama, “Mücadelemizi işçi sını-fıyla birleştirmek için üniversitelerimizde sosyalizmin kızıl bayrağınıdalgalandırmaya çağırıyoruz” sözleriyle sona erdi.

İzmir Ekim Gençliği

Ankara’da “kriz” tartışıldı“Geçit Yok” kampanyası çerçevesinde 27 Aralık günü Ankara’da

kriz ve krizin gençliğe dayattığı geleceksizliğin ele alındığı bir etkinlikgerçekleştirildi. Etkinlikte “Krizin nedenleri ve devrimci müdahale”ve “Kriz ve gençlik” başlıklı iki sunum yapıldı.

İlk sunumda, krizlerin kapitalizmin temel işleyiş yasalarının ürünüolduğu ve kapitalizm var oldukça krizlerin de süreceği belirtildi. Patla-yan krizin Türkiye’ye etkileri üzerinde duruldu ve “krize karşı önlempaketi” eleştirilerek, böyle bir dönemde kapitalistlere akıl vermek ye-rine, sınıfa sosyalizm yolunu göstermenin önemi belirtildi.

İkinci sunumda ise krizin gençliğe olan etkisi ve geleceksizlik teh-likesi üzerinde duruldu.

Sunumların ardından “Ne yapmalı?” sorusu üzerine açılan tartış-mada, üniversitelerin kendi özgün sorunlarıyla beraber tüm gençliğikapsayan ticari eğitime yönelik etkili faaliyetler yürütebilmesi ve bun-ların da düzene karşı bir cephe yaratabilme perspektifiyle örülmesi ge-rektiğinin altı çizildi. Ayrıca, sınıfın giderek artan direnişlerine destekverme, dayanışmayı büyütme çağrısı yapıldı.

Ankara Ekim Gençliği

Bursa’da gençlik forumu“Geçit Yok!” başlıklı kampanyamız 27 Aralık günü yapılan forumla

sonlandı. Tartışma konuları “Siyasal gündem ve gençlik”, “Neo-libe-ral saldırılar ve ticarileşen eğitim”, “Sorunlar ve çözüm yolları” ola-rak üç başlık üzerinden belirlenmişti.

İlk oturumda Kürt sorunu, Kriz ve Ergenekon üzerine canlı tartış-malar yürütüldü. Düzeninin Kürt halkını imha ve inkar etmeye çalışır-ken, milliyetçiliği de körükleyerek işçi sınıfının bilincini bulandırdığıifade edildi. Gerçek barış ve kardeşliğin sosyalist işçi-emekçi iktida-

rında olduğu, gençliğe de düzeni teşhir etmek görevi düştüğü vurgu-landı. ABD’de patlak veren ve tüm dünyaya yayılan krizin, kapitaliz-min hiçbir gelecek vaad etmediğini gösterdiğine ve buna karşı örgütlüolmak gerektiğine işaret edildi. Bir makyaj tazeleme oyunu olan Erge-nekon’da deşifre olmuş katillerin tutuklandığı ancak kontrgerilla örgüt-lenmelere dokunulmadığı vurgulandı.

İkinci oturumunda ise ticarileşmenin eğitimin tüm aşamalarında ya-şandığı Uludağ Üniversite’sinde yaşanan yurt-barınma sorunu üzerin-den somutlandı. Bu sorunlarn üstesinden örgütlü mücadeleylegelinebileceği söylendi. Verimli tartışmaların sonunda Uludağ Üniver-sitesi’nin özgün sorunlarının işlendiği bir yerel yayın çıkarma kararı ileforum sona erdi.

Bursa Ekim Gençliği

Eskişehir’de “Geçit yok!” kampanyası sona erdi!

Ekim Gençliği’nin merkezi olarak yürüttüğü “Geçit Yok” kampan-yası Eskişehir’de 9 Ocak yapılan bir söyleşiyle sonlandırıldı.

Söyleşi kampanya gündemlerini genel çerçevesiyle ele alan açılışkonuşmasıyla başladı. Kapitalizmin krizi derinleşirken artan işten at-maların, ücretsiz izinlerin ve sosyal hak gasplarının, işçi ve emekçilereyöneltilen saldırıların, dolaysız olarak üniversitelere de etkiyeceğindenbahsedildi. Bunun karşısında etkili bir mücadele sürecinin örülmesigerektiğine vurgu yapıldı.

Emperyalizmin desteğiyle hareket eden İsrail’in saldırıları sürerkenFilistin halkıyla dayanışmayı yükseltmenin önemi belirtildi. Türk dev-letinin İsrail’in saldırıları üzerinden döktüğü sahte gözyaşları teşhiredildi.

Söyleşide kampanya gündemlerinin yanı sıra ağırlıklı olarak örgüt-lenme sorunları, gençliğin önündeki engeller ve görevler tartışıldı.Gençlik hareketinin parçalılığına karşın birleşik, kitlesel, devrimci birgençlik örgütlenmesi ihtiyacına vurgu yapıldı.

Eskişehir Ekim Gençliği

Ümraniye Dudullu’da Sinter Metal fabrika-sında çalışan yaklaşık 400 işçi sendikalı olduklarıiçin işten çıkartıldı. İşçiler bir ayı aşkın süredir di-renişteler. Aynı havzada bulunan ve aynı sorunupaylaşan Gürsaş işçileri de 6 kişiyle başlattıklarıdirenişlerine devam ediyor.

İstanbul Ekim Gençliği olarak, gerçekleştir-dikleri fabrika işgali ile işçi sınıfına yol gösteren

Sinter Metal ve sendikalaştıkları için işten atılan Gürsaş işçilerinin direnişlerini 20 Ocak günü yaptığımız ziyaretle selamladık. İlk olarak, “Zafer direnen işçilerin olacak!”, “Sinter işçisi yalnız değildir!”, “Sinter’de, Gürsaş’ta direniş kazanacak!”, “İşçilerin birliği

sermayeyi yenecek!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!” sloganlarıyla gerçekleştirdiğimiz yürüyüşle Sinter işçilerinin direniş alanına geldik.Sinter işçileri bizi “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganıyla karşıladı.

Ekim Gençliği adına yapılan konuşmada Sinter direnişinin işçi sınıfına yol gösterdiği vurguladı. Sermaye devletinin üniversitelerde de benzerhak gasplarını dayattığı söylendi. Sinter işçilerinin onurlu direnişlerini alanlarımıza taşıdığımız belirtildi.

Sinter işçileri adına BMİS Örgütlenme Uzmanı Alpaslan Savaş’ın yaptığı konuşmada ise Ekim Gençliği’nin ziyaretinin anlam ve öneminedeğinildi.

İşçilerle yapılan sohbetlerde üniversitelerimizde benzer sorunlar yaşadığımızdan bahsettik. İşçiler ise işgal sürecinde yaşadıklarını, o süreçtearalarındaki dayanışmanın nasıl arttığını anlattılar. Örgütlü mücadelenin önemine değindiler. Daha sonra saz eşliğinde türküler söylendi, halaylarçekildi. Tekrar direnişin önemine vurgu yapılarak ziyaret sonlandırıldı.

Ardından sloganlarla Gürsaş’a doğru yürüyüşe başlandı. Gürsaş işçileri bizi “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “İşgal, grev, direniş!” slo-ganlarıyla karşıladı. Burada da yine direnişi selamlayan bir konuşma yapıldı. Gürsaş işçilerinin yaptığı teşekkür konuşmasının ardından direniş

yerine geçildi. Fabrikadaki işçilerin çay molasına çıkmasıyla birlikte hep birlikte halaylar çekildi.Yapılan sohbetlerin ardından Gür-saş işçileri bizi sloganlarla uğurladı.

Ekim Gençliği / İstanbul

Ekim Gençliği: “Zafer direnen işçilerin olacak!”

6

Page 7: Ekim Gencligi 114

7

Üniversitelerden...Ankara: “Dil-Tarih faşizme mezar olacak!”Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi sınav dönemi boyunca polis ablukası altındaydı.

21 Ocak günü sivil faşistlerin devrimci, demokrat ve yurtsever öğrencilere sözlü tacizde bulunmasıylabaşlayan gerginlik sonrasında devrimciler sivil polisler ile faşistler tarafından saldırıya uğradı. Okuldabekleyen devrimciler faşistlerin okula girmelerini engellediler, sonrasında okuldan toplu çıkış yaptılar.

Ertesi gün okula toplu giriş yapan öğrencilere polis tarafından kimlik kontrolü ve üst araması da-yatıldı ve bir grup öğrenci gözaltına alınmak istendi. Arkadaşlarına sahip çıkarak gözaltlıları engelle-meye çalışan devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilere polis tarafından gaz bombası atıldı. Bazıöğrenciler gözaltına alınırken bir kişi de polis tarafından silahla tehdit edildi.

DTCF’liler faşist saldırılara aynı gün basın açıklamasıyla yanıt verdi. Açıklama için okula gir-mek isteyen kitle içeri alınmak istenmeyince girişteki kapı devrimci öğrenciler tarafından zorla-narak açıldı, kitlenin içeri girmesiyle polisin engellemeleri boşa düşürüldü. Basın açıklamasındayaşanan süreç özetlenirken, polisin okul içerisinde bulunmasının nedeninin “güvenliği” sağla-mak değil ortamı terörize etmek olduğu söylendi. Polisin eli satırlı faşistleri koruduğu bir kez dahateşhir edildi.

Açıklamaya Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç ve İnsan Hakları Derneği de destek verdi. Ankara Ekim Gençliği

Sivas’ta devlet terörü15 Ocak günü sabahın erken saatlerinde Sivas il merkezi ve ilçeleri ile Kayseri ve Ankara’da

devrimci güçlere yönelik bir gözaltı saldırısı gerçekleştirildi.Sivas Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı TMŞ ekipleri, Kızıl Bayrak, İşçi Köylü ve Devrimci De-

mokrasi okurlarının kaldıkları evler ile Eğitim-Sen ve SES Sivas Şube binalarına baskınlar dü-zenlediler. Gözaltına alınan kişilerin çoğunluğunu Cumhuriyet Üniversitesi öğrencilerioluştururken Kayseri ve Ankara’da bulunan bazı öğrenciler de gözaltına alınarak Sivas’a gö-türüldüler. 30’un üzerinde gözaltının gerçekleştiği operasyonun sonucunda 1 Kızıl Bayrak, 4Devrimci Demokrasi ve 2 İşçi-Köylü okuru 7 devrimci “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklandı.

Kızıl Bayrak / Kayseri

YTÜ’de ulusalcı faşist çetelere geçit yok!YTÜ’de İP ve TGB çetesinin yönlendiriciliğinde faaliyet yürüten“Öğrenci Temsilcilikleri-Öğrenci

Konseyi”, 30 Aralık günü “Özür dilemiyoruz çünkü...” başlıklı bir panel gerçekleştirdi. YTÜ’lü devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler olarak bu panelin ve “YTÜ Öğrenci Konsey-

leri”nin teşhirini gerçekleştirdiğimiz bir çalışma yürüttük. YTÜ Öğrenci Konseyleri’nin öğrencile-rin hiçbir talebine sahip çıkmadığı ve YTÜ’de İP-TGB çetesinin paravanı olduğu anlatıldı. Aynızamanda “Özür diliyorum” kampanyasının içeriği anlatılarak “özür dilemeyen” ulusalcı-faşist gru-bun kimler olduğuna değinildi. Bu içerikli duvar gazeteleri yoğun bir biçimde kullanılarak, ajitas-yon konuşmaları eşliğinde bildiri dağıtımları gerçekleştirildi.

Panel saatinde Tonoz kantinde yapılan konuşmadan sonra, “YTÜ’de ulusalcı faşist çeteleregeçit yok! Türk, Kürt, Ermeni, yaşasın halkların kardeşliği!” pankartı eşliğinde ana kapıya gi-dildi. Basın açıklamasında liberal aydınların kardeş bir halka yönelik düşmanlığa karşı net birduruş sergilemekten kaçınması ve tartışmanın diğer tarafında duran ulusalcı-faşistlerin tu-tumu teşhir edildi.

YTÜ Ekim Gençliği

YTÜ’de işten çıkarılan asistan öğrenciler tartıştıYTÜ’ de 9 Ocak günü yapılan toplantı, asistan öğrenciler ve Genç-Sen’lilerin katılımı ile gerçekleşti. Toplantıda, üniversite öğrencilerinin ticarileşen eğitim ile birlikte öğrenim masraflarını karşılamak için ça-

lışmaya mecbur bırakılmaları gündeme taşındı. Çapa’dan açlık grevine katılan bir öğrenci işten çıkarılmaları sü-recini anlattı.

Genç-Sen içerisindeki reformist blok tarafından elde edilen kazanımın sendikanın meşruluğu sayesinde ger-çekleştiği, sendikanın böyle bir mücadelede “mutlak bir araç” olduğu söylemi eleştirildi. Asistan öğrencilerdenbazıları ve Devrimci Genç-Sen’liler, meşruluğun öğrencilerin haklı talepleri üzerinden sağlanabileceği ve sendi-kanın da burada sadece araçlardan biri olduğunu belirttiler.

Reformistlerin masa açmanın karşılık üretmediği, özellikle asistan öğrencilerle birebir iletişim kurulmayaçalışılması yönünde bir önerisi oldu. Buna karşı biz, böyle bir mücadelenin bütünlüklü bir biçimde yürütülebile-ceği, her alanda her türlü materyalin ve olanağın birbirini tamamlayan biçimde kullanılması gerektiğini vurgula-dık.

YTÜ Ekim Gençliği

Page 8: Ekim Gencligi 114

8

Trakya’da hukuksuzluk terörü sürüyorTrakya Üniversitesi’nde 2004 yılındaki Bahar Şenlikleri sırasında

ilerici devrimci faaliyete tahammül edemeyen üniversite yönetiminin iş-birliği ile kolluk güçleri 120 kişiyi gözaltına almış, 20 öğrenci hakkındatutuklama kararı çıkmış, 89 kişi hakkında dava açılmıştı. Bu süreç so-nunda okuldan uzaklaştırma cezası alan öğrenciler çeşitli faaliyetlerlesaldırıları püskürtmeye çalışmışlardı.

Görülen davalar sonucunda, 33 kişiye 3’er yıl 9’ar ay hapis cezasıverilmişti. Sonraki süreçte temyiz yoluna giden öğrenciler hakkında2’şer yıl 1’er ay hapis cezası verilmesi Yargıtay tarafından onandı. Tu-tuklama saldırısı hukuk terörüyle sonuçlandı.

Ekim Gençliği/Edirne

Trabzon’da Genç-Sen şenliğiTrabzon Genç-Sen üç haftalık bir ön çalışma ile “Başka bir üniver-

site mümkün!” şenliğini 15 Ocak günü gerçekleştirdi. Açılış konuşması ile başlayan şenlik, yaşamını yitiren Gazzelliler

için yapılan saygı duruşuyla devam etti. İHD Trabzon Şubesi adına ya-pılan konuşmada, üniversitelerdeki faşist saldırılar ve ticari eğitim üze-rinde duruldu. Şenlik programı, Genç-Sen Tiyatro Topluluğu’nun“KTÜ’de bir şeyler oluyor” isimli oyunu ve ardından okunan şiirlerledevam etti.

Genç-Sen adına yapılan konuşmada, Genç-Sen’in dil, din, ırk, cinsi-yet farkı gözetmeksizin bütün öğrencilerin eşit ve parasız eğitim alabil-

meleri için mücadele ettiği söylendi. Genç-Sen’in, sadece üniversite-lerde yaşanan sorunlara değil, emperyalizme, siyonizme karşı olduğu vehalkların kardeşliğini savunduğu belirtildi. Başka bir üniversitenin yara-tılması için Trabzon Genç-Sen’in talepleri sıralandı. Konuşmanın ardın-dan Trabzon Genç-Sen müzik topluluğunun müzik dinletisine geçildi.

Şenliğin ikinci bölümünde Ayşenur Kolivar ve Grup Helesa sahnealdı. Lazca, Ermenice, Rumca ezgilerin seslendirildiği şenlik kapanışkonuşmasıyla son buldu. Şenliğe 140’ı aşkın kişi katıldı.

Trabzon Ekim Gençliği

Çapa’da açlık grevi direnişi kazandı!1 Ekim’de yürürlüğe giren SSGSS yasasıyla birlikte işten çıkarılan

asistan öğrenciler 29 Aralık’ta Çapa Tıp Fakültesi’nde süresiz açlık gre-vine başlamışlardı. Açlık grevi 11. günün sonunda kazanımla sonuç-landı. 9 Ocak’da Çapa Tıp Fakültesi’nde yapılan basın açıklamasında,Çalışma Bakanlığı’yla yapılan görüşmede Şubat ayının ortasına kadaryasada gerekli değişikliğin yapılacağı konusunda söz alındığı belirtildive ödenmeyen maaşların da ödeneceği söylendi. Çapa/Genç-Sen adınaokunan basın açıklamasında, öğrencilerin paralı eğitim ve kriz bahanesiile yapılan zamlar nedeniyle çalışmak zorunda bırakıldığı vurgulandı.Açlık grevinin sonlandığı ancak sürecin takipçisi olunacağı söylendi.

Açıklamanın ardından Grup Alatav müzik dinletisi gerçekleştirdi.Çekilen halaylarla eylem sonlandırıldı.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Filistin ile dayanişma eylemlerinden...Adana’da İsrail protestosu Adana’da bir araya gelen Çukurova Öğrencileri Derneği, Devrimci

Liseliler, DSG, DGH, Ekim Gençliği, Enternasyonalist Gençlik, GençKurtuluş, Gençlik Muhalefeti, Liseli Genç Umut, ÖEP, ÖGD, ÖğrenciKolektifleri, Yeni Demokratik Gençlik, Yeni Dünya Gençliği, YDG,Yurtsever Cepheli Liseliler ve Yurtsever Cephe Öğrenci Birliği, 18 Ocakgünü 500’e yakın kişinin katıldığı bir yürüyüş geçekleştirdi.

“Yaşasın halkların kardeşliği!” şiarlı Arapça ve Türkçe yazılmışpankart önde olmak üzere “Gençlik emperyalizme ve siyonizmin karşı-sında Filistin halkının yanında!” şiarlı pankart açılarak yürüyüşe ge-çildi. Yolun trafiğe kapatılmasıyla gerçekleştirilen yürüyüş sonrasındabasın metninin okunmasına geçildi. Açıklamada İsrail’e ve destekçile-rine sessiz kalınmayacağı vurgulandı. Safımızı Filistinli, Iraklı, Afganis-tanlı direnişçilerden yana olduğu belirtildi.

Basın metninden sonra Filistin halkının direnişini selamlayanArapça bir metin okundu. Devrimci marşların ardından eylem sona erdi.

Adana Ekim Gençliği

EÜ: “Filistin halkı yalnız değildir!”İsrail’in Gazze’ye yönelik katliamı 30 Aralık’ta Ege Üniversitesi

öğrencileri tarafından lanetlendi. Yabancı Diller Fakültesi Hazırlık bi-nası önünde toplanan öğrenciler buradan “İsrail Gazze’yi, Türkiye Kan-dil’i Vuruyor. Yaşasın halkların kardeşliği/Ege Üniversitesi öğrencileri”pankartını açarak yürüyüşe geçtiler. Daha önce hazırlık sınıflarına girile-rek suskun kalmanın katliamı onaylamak anlamına geldiği anlatıldı. Öğ-renciler yürüyüşe çağrıldı.

Basın açıklamasında, Gazze’de yaşanan vahşi katliamın anlatılması-nın ardından AKP hükümetinin İsrail’le yaptığı silah anlaşmaları, Kürthalkına karşı her türlü şiddeti meşru görmesi teşhir edildi.

150 kişiye yakın katılımın olduğu eylem Edebiyat Fakültesi önündesonlandı. Eylem Ekim Gençliği, SGD, SDG, DGH, Emek Gençliği,İzmir Gençlik Muhalefeti, Yurtsever Gençlik tarafından örgütlendi.

Ege Üniversitesi Ekim Gençliği

“Gazze’de İntifada, Amed’de Serhıldan kazanacak!”Devrimci, demokrat, yurtsever öğrenciler olarak Filistin’e yapılan

saldırıyı ve Türkiye’de Kürt halkına dönük imha ve inkar politikalarınıprotesto etmek için Beyazıt Meydanı’nda 15 Ocak’ta bir basın açıkla-ması gerçekleştirdik.

“Gazze’de İntifada, Amed’de Serhıldan kazanacak!” ve “Emperya-lizm, siyonizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!” pankartlar ile slo-ganlar eşliğinde Beyazıt Meydanı’na yüründü. Merkez Kampüs’tenöğrencilerin de gelmesiyle basın açıklaması başladı. Açıklamada, saldı-rının emperyalizm tarafından finanse edildiği, Almanya, Fransa ve İngil-tere’nin sadece uygulanan gücü “orantısız” bularak eleştirdiği ancaksiyonist politikaları desteklediği belirtildi. Türkiye’de AKP’sindenMGK’sına, egemenlerin ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da en önemli des-tekçisi, stratejik ortağı olduğu teşhir edildi. Gösterilen duyarlılığın iseikiyüzlülük olduğu belirtildi.

DGH, Ekim Gençliği, Emekçi Hareket Partisi Gençliği, Kaldıraç,Marksist Bakış, SGD, YDG, Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi,TÜM-İGD tarafından örgütlenen açıklamaya 250 kişi katıldı.

İstanbul Ekim Gençliği

İÜ’de Filistin’le dayanışma eylemi 30 Aralık’ta İstanbul Üniversitesi öğrencileri olarak İsrail’in saldır-

ganlığını protesto etmek için Beyazıt Meydanı’nda bir basın açıklamasıgerçekleştirdik.

Basın metninde dünya halkları krizlerle, yoksullukla, savaşlarla bo-ğuşurken, egemenlerin insanlığı açlığa, sefalete ve ölüme sürükledi söy-lendi. Emperyalizmin açgözlülüğünün faturasını her zaman olduğu gibiyoksulların ödediği, bir tarafta onbinlerce insan işinden olurken diğer ta-rafta bombaların masum insanların üzerlerine yağdırılarak yüzlerce in-sanın katledildiği belirtildi. Filistin’e yönelik saldırılarla emperyalizminkanlı yüzünü tekrar gösterdiği ifade edildi. AKP’nin İsrail ile yaptığı an-laşmalar, TSK’nın askeri anlaşmaları ve stratejik ortaklığı teşhir edildi.Okunan şiirlerin ardından basın açıklaması sona erdi.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Kocaeli’nde Filistin direnişi selamlandı!İsrail’in vahşeti 14 Ocak günü Kocaeli Üniversitesi’nde protesto

edildi. Yaklaşık 150 öğrencinin yemekhane önünde alkışlarla ve ıslık-larla başlattığı eylemde, “Filistin’de düşene, dövüşene bin selam!/Üni-versite Öğrencileri” yazılı pankart açılarak giriş kapısına yüründü.

Basın açıklamasında, Filistin’de yaşananların, emperyalistlerindünya halkları üzerinde uyguladığı baskı ve zulmün en açık örneği ol-

Page 9: Ekim Gencligi 114

duğu belirtildi. Türkiye’de de hükümetin bir yandan dinci-gerici görüş-ler ile halkı kandırmak için İsrail’e katil derken, diğer yandan İsrail ileyaptığı anlaşmalarla katliamlara ortak olduğu söylendi.

Basın açıklaması, emperyalist devletlerin Ortadoğu halkları üze-rinde uyguladığı politikaları teşhir eden bir mizansen ile bitirildi.

Kocaeli Ekim Gençliği

Filistin halkı yalnız değildir!İsrail’in saldırısının 18. gününde, Eskişehir’de gençlik örgütleri si-

yonistleri lanetledi ve Filistin halkının direnişini selamladı. “Emperyalizm ve siyonizm yenilecek! Direnen Filistin halkı kazana-

cak!” şiarlı pankartın ardında sloganlarla yürüyüşe geçen kitleye çevre-dekiler alkışlarıyla destek verdiler.

Basın açıklamasında, onyıllardır işgal altında bulunan Filistin’de si-yonist İsrail devletinin yeni katliamlara imza attığı belirtildi. Türki-ye’nin İsrail saldırıları üzerinden sergilediği ikiyüzlü tutuma değinildi.“Tarihin her döneminde olduğu gibi sonunda kazanan mutlaka haklıolan Filistin halkı olacaktır” denildi.

Ekim Gençliği, DGH, DPG, ÖDP, ÖGD ve SDG’nin örgütlediği ey-leme DÖB, EHP ve TKP katılarak destek verdi. Eyleme yaklaşık 60 kişikatıldı.

Eskişehir Ekim Gençliği

Sermaye devleti siyonist katliamcıların safında!16 Ocak akşamı Ankara’da gençlik örgütlerinin yaptığı eyleme polis

saldırdı. Ekim Gençliği, Bağımsız Liseliler, DGH, DPG, EHP Gençliği,ÖEP, SDG, SGD, TÖK, Tüm-İGD, Umut Kültür Derneği, YDG,YDG(M) tarafından Filistin halkının direnişini selamlamak ve sermayedevletinin İsrail ile girdiği kirli pazarlıkları teşhir etmek amacıyla 16Ocak akşamı örgütlenen eyleme kolluk güçleri saldırdı.

Hafta içinde Ankara’da birçok üniversitede bildiri dağıtımı ve afiş-lerle eylem çağrısı yapıldı. Eylem günü öğlen saatlerinde Yüksel Cadde-si’nde kitlesel olarak bildiri dağıtıldı.

Saat 17.00’de Kızılay YKM önünde buluşulup meclise yürüyüş ger-çekleştirmeyi planlayan gençlik örgütlerinin önü polis barikatıyla ke-sildi. Bir süre sonra gençlik kitlesi barikata yüklendi. Bunun üzerine gazbombaları yağdırıldı.

Dağılan kitle kısa bir süre sonra tekrar toplandı. Sloganlarla KızılayMeydanı’na yönelindi. Atatürk Bulvarı ve Ziya Gökalp Caddesi kısa sü-reliğine trafiğe kesildi. Ardından sloganlarla Sakarya Caddesi’nde biraraya gelindi. Burada polisin saldırısı teşhir edildi.

Buradan Yüksel Caddesi’ne yüründü. Ziya Gökalp Caddesi bir kezdaha trafiğe kapatılarak sloganlarla eylem sürdürüldü. Yüksel Cadde-si’nde basın açıklaması yapıldı, sermaye devletinin İsrail’le girdiği kirlipazarlık teşhir edildi. Eylem sloganlarla sona erdi.

Polisin saldırısı sonucu birçok kişi yaralandı, onlarca kişi gözaltınaalındı.

Kızıl Bayrak / Ankara

Beytepe’de Filistin’le dayanışmaBeytepe’de 9 Ocak günü gerçekleştirilen eylemle Filistin direniş se-

lamlandı. Hükümetin savaşı kınayan açıklamalar yaparken siyonistlere Konya

hava sahasını açmasını, TSK’nın pek çok silah alım ve modernizasyonuihalelerini İsrail’e vermesini teşhir ettik.

Sloganlar ile başlayan yürüyüşte “Emperyalistler yenilecek, direnenhalklar kazanacak!” dövizleri taşındı. Yemekhane önünde basın açıkla-ması gerçekleştirildi.

Akşam ise yurtlar önünde toplanılarak meşaleli bir yürüyüş yapıldı.Yurt öğrencilerinin lambalarını yakıp söndürürerek alkışlarla destek ver-diği yürüyüş sonrasında yurt kantini önünde mum ve resimler kullana-rak yaptığımız sergiyi yere bırakarak eylemimize son verdik.

Beytepe Ekim Gençliği

Filistin halkı yalnız değildir!Cebeci Kampusü’nde 8 Ocak günü gerçekleştirilen eylemle siyo-

nist katliam lanetlendi. “Siyonizm yenilecek, direnen Filistin kazana-cak!” şiarlı ozalit ile kampüs kantinleri dolaşılarak basın açıklamasınaçağrı yapıldı. Fakülteler gezildikten sonra kampüs girişinde basınaçıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, İsrail’in aylar-dır sürdüğü katliam protesto edildi, Türkdevletinin yaptığı açık vegizli anlaşmalaradikkat çekildi

Eylemi DGH,Ekim Gençliği, SGD,Tüm İGD, ÖEP, YDG,YDG(M) örgütledi.

Cebeci Ekim

Gençliği

ODTÜ işgalekarşı birleşti

ODTÜ’deki topluluk-lar İsrail’in Filistin’e yö-nelik saldırılarınıprotesto etmek için 10Ocak günü birarayageldiler. Asılan afiş-lerle hem saldırganlıkteşhir edildi hem deTürkiye’deki işbir-likçilerin İsrail’leyaptığı anlaşmaların iptal edil-mesi istendi.

ODTÜ teknokentin-deki silah sanayiide unutulmadı.Başta Aselsan olmaküzere birçok şirketüzerinden ODTÜ’nünsilah ürettiğini artıkherkes biliyor. YanısıraAselsan, İsrail ordusu ileyaptığı antlaşmalarla siyo-nistlerin kanlı katliamlarınasuç ortaklığı yapıyor. Buyüzden ODTÜ’deki toplu-luklar, “ODTÜ’de Filis-tin’i vuran silahlarınüretildiği Aselsan kapa-tılsın!” istemini yük-selttiler.

ODTÜ Ekim

Gençliği

SamsunGenç-Sen’den eylem

Samsun Genç-Sen, Filistin halkına uy-gulanan katliamı lanetlemek için 7 Ocak günü OndokuzMayıs Üniversitesi’nde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamadanönce fakültelerde siyonist İsrail’in saldırısının protesto edilmesi ve basınaçıklamasına destek verilmesi için çağrı yapıldı. Fen Edebiyat Fakültesikantininde gerçekleştirilen açıklama ilgi ile karşılandı, alkışlarla destekverildi.

Samsun Ekim Gençliği

9

Page 10: Ekim Gencligi 114

1 Ekim ‘08 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Yasası ileüniversitelerde kısmi zamanlı çalışan öğrenciler işten çıkartıldı.Öğrencilere 20 Kasım günü, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve GenelSağlık Sigortası Kanunu’nun 4.maddesi gereğince işlerine son ve-rildiği bildirildi. İşten çıkartılan öğrencilerin sayısı 20 bin. Bu öğ-renciler ayda 80 saat çalışıp 180 YTL maaş alıyorlardı. Öğrencilereişten çıkartıldıklarında, 1,5 aylık maaşlarının da kendilerine öden-meyeceği belirtildi.

Kısmi zamanlı çalışan öğrenciler, üniversitelerde işlerin niteliklive ucuz bir biçimde yürütülebilmesinin olanaklarını sağlamaktadır.Bu nedenle üniversiteler konunun “muhataplarıyla” (YÖK, Ça-lışma Bakanlığı vb.) görüşerek, sorunun bir an önce çözülmesini is-temektedir. Tabii onların anladığı çözüm öğrencilerinmağduriyetlerinin giderilmesi ya da öğrencilerin yaptıkları işlerinkarşılığını almaları değildir. Soruna müdahil olmalarının nedeni,üniversitelerde yapılan birçok işin durma noktasına gelmesi ve üni-versitelerin bu işleri kamu çalışanlarına yaptırarak daha yüksek birücret vermek istememesidir.

Kısmi zamanlı çalışan öğrenciler taleplerini dillendiriyor!

Bir platform oluşturan öğrenciler Beyazıt Meydanı’nda yaptık-ları basın açıklaması sonrasında birçok eylemle taleplerini dile ge-tirdiler, kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. Son olarak Çapa TıpFakültesi’nde, Çapa Genç-Sen’in örgütlediği açlık grevinin 11. gü-nünde Çalışma Bakanlığı’yla bir görüşme yapıldı. Şubat ayının or-tasına kadar yasada gerekli değişikliğin yapılacağı ve ödenmeyenmaaşların da ödeneceği konusunda “söz “alınarak açlık grevi biti-rildi. Bu eylemsel süreç içerisinde iki ana talep öne çıkartıldı: “İçe-ride olan maaşların ödenmesi” ve “İşten çıkartılan öğrencilerin işegeri alınması”.

Yaşanan süreç elbette üniversitelerde yansımasını yakıcı bir bi-çimde hissettiğimiz paralı eğitim saldırılarının dolaysız bir sonucu-dur.

Neo-liberal dönüşüm ve üniversiteler

Sürecin bütünlüklü olarak ele alınabilmesi için eğitim alanında

yaşanan değişikliklere kısaca göz atmak faydalı olacaktır.Eğitim-Sen’in “Üniversiteler Açılırken Yükseköğretim Sistemi

Çıkmaz İçinde!” başlıklı değerlendirmesinde eğitimin tüm kademe-lerde paralılaştırılması vurgulanmaktadır. Rapora göre “Türkiye’deyıllardır artan eğitim sorunlarına çözüm üretilmemekte, bunun ye-rine sorunların çözümü başka alanlara havale edilmektedir.1980’li yıllardan bu yana eğitimin bütün kademelerinin sorunları‘serbest piyasa’ya havale edilmiştir. Eğitimin tüm kademelerinin‘paraya dönüştürülebilme’ özelliği 1970’li yılların ortalarında ye-niden keşfedilmiş ve tüm eğitim kademelerinde yaygınlaşan paralıeğitim anlayışı, önce üniversiteleri ve sonrasında tüm eğitim siste-mini sarıp sarmalamıştır.”

‘90’ların sonlarındaki verilere göre dünyada eğitim alanı 2 tril-yon dolarlık bir pazar durumundadır. Eğitim “sektör”ü neo-liberaldönüşümün en sistematik ve hızlı hissedildiği alanların başındagelmektedir. Herkes için temel bir hak olması gereken eğitim “yarı-kamusal hizmet”e dönüştürülüp piyasaya sürülmüştür.

Üniversiteye girerken ödenen har(a)çlardan dönem içerisindekimasraflara kadar birçok “hizmet”in değeri giderek artmaktadır. Ser-maye düzeni eğitimi metaya dönüştürüp öğrencileri müşterileştirir-ken, bunun karşısında burs, kredi vb. ile sözde “öğrencilere okumaimkanı” sağlamaktadır. Birçok üniversitede diploma, öğrenci bel-gesi gibi evraklar için dahi ücret alınması, bu sömürünün ne kadarpervasızlaştığının bir göstergesidir. Eğitim her yönüyle paralı halegelmişken ve üniversiteler sadece sermayenin ihtiyaçları doğrultu-sunda ucuz işgücü yetiştiren kurumlara dönüşmüşken, diğer yandanda öğrencilerin emek güçleri üniversitelerin kendi bünyelerinde “işimkanları” yaratılarak sömürülmektedir.

Sözde olanak: Üniversite öğrencilerinin

kısmi zamanlı çalıştırılması

Bir yandan eğitimin niteliksizliği, diğer yandan ise giderek pa-ralılaştırılan, sermayeyle işbirliğini derinleştiren üniversiteler...Üniversitede eğitim alan işçi ve emekçi çocuklarının giderek azal-ması neo-liberal dönüşüm sürecinin bir yansımasıdır. Gündengüne üniversite kapılarının işçi-emekçi çocuklarına kapatılıyor ol-ması gerçeği ortada dururken, bu süreçte eğitimini sürdürmek için

Kısmi zamanlı çalışan öğrencilerin işten atılmaları üzerine…

Kısmi talepler “eşit ve parasız eğitim”istemiyle birleştirilmelidir!

10

Page 11: Ekim Gencligi 114

11

Alexandros Grigoropoulos, 15 yaşında bir öğrenciydi. 2008’in son ayında, hemen yanı başımızda, Yuna-nistan’da bir polisin kurşunuyla katledildi. Alexis’in genç bedeni daha soğumamıştı ki, Yunanistan adetaayağa kalktı. Bu ölüm bir yitim olarak değil, bir başkaldırı, bir öfke dalgası olarak geçti hafızalara.

Evet, yanı başımızdaki onurlu mücadeleyi günlerce televizyonlardan izledik, gazetelerden okuduk. Poli-sin Alexis’i katletmesiyle patlayan öfke tüm ülkeye yayıldı. Militan sokak gösterilerine dönüştü. Gösterilerekatılımın çoğunluğunu Yunanistan gençliği oluştururken daha sonra sokaklara işçi ve emekçiler de çıktı. İlanedilen genel grevle hayatı kilitleyen Yunanistan halkı en temel talepleri için mücadeleyi yükseltti. SadeceAlexis’in katilinden hesap sorulmasını istemekle yetinmedi, gelecek ve özgürlük de istedi. Eylemler, kuruludüzenin kurumlarına yöneldi. Üniversiteler, liseler ve bazı TV binaları işgal edildi, karakollar yakıldı, şirketbinaları tahrip edildi...

Yunanistan’da yaşanan olaylar hiç kuşkusuz yoktan var olmadı. Yunanistan bu tür eylemliliklere dahaönce de ev sahipliği yapmıştı. Ekonomik ve sosyal saldırılar karşısında Yunanistan halkı genel grev silahınıdaha önce de kullanmış, gençlik kitlesel eylemlilikler gerçekleştirmişti. Bu deneyime sahip işçi ve emekçihareketi ile militan bir gençlik hareketinin, dünyayı saran ekonomik krizin kendi ülkelerindeki yansımala-rına, Karamanlis hükümetinin ortaya saçılan yolsuzluk dosyalarına daha fazla sesiz kalması beklenemezdi.Beklenen oldu. Alexis’i aramızdan alan kurşun, sessizliği delip geçti.

Elbette Yunanistan’ın kendine özgü koşulları bulunmaktadır. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki, kapi-talist sistem, dünya çapında yaşanan ekonomik krizle beraber artık çarklarını eskisi gibi döndürememektedir.Bu durum işçi ve emekçilerde giderek yeni bir dünya özlemi ve arayışına yol açmaktadır. Bu bağlamda Yu-nanistan son değil, sadece bir örnektir. Yunanistan’ı başka örnekler izleyecektir.

Yunanistan’daki olayların durulmuş olması doğaldır. Yaşanan olaylar burjuvazinin eteklerini tutuşturmayayetmiştir. Yunanistan halkının öfkesi Yunanistan’ı ateşe vermiş ve bu ateşte bir gün burjuvazinin de yanaca-ğını göstermiştir. Dünyanın birçok yerinde ise Yunanistan halkıyla dayanışma eylemleri gerçekleşmiş, baş-kaldırı sahiplenilmiştir.

Açıktır ki, krizin kendini daha ağır olarak hissettirdiği, işçi kıyımlarının hemen her gün gerçekleştiği, kö-lece yaşama koşullarının dayatıldığı, gençliğin geleceğinin ellerinden alındığı ve birer diplomalı işsize dön-üştürüldüğü, emperyalist savaşların kadın çocuk demeden tüm vahşiliğiyle katliamları sürdürdüğü koşullardaYunanistan son olamayacaktır. Önemli olan bu tür patlamaların devrimci bir çizgide ve devrimci bir önderlikaltında birleştirilebilmesidir.

Yunanistan’daki öfke patlaması

yeni başkaldırıların

ayak sesleridir!

“kısmi zamanlı” çalışmak zorunda olan öğrencilerinneden “parasız eğitim” talebini yükseltmesi gerektiğide açıktır.

Paralılaşan eğitimin bir sonucu olarak öğrenimle-rini sürdürmek için çalışmak durumunda olan öğren-cilere “okul içerisinde çalışmak” bir olanak gibisunulmaktadır. Bu ise üniversiteler için yeni bir sö-mürü alanını ifade etmektedir. Niyet, öğrencilerin iş-gücünden en ucuz biçimde yararlanmaktır.Üniversiteler, tam zamanlı çalışan personel sayısınıazaltıp buradaki ihtiyaçları da öğrenciler üzerindengidermektedirler. Öğrenciler aynı işi yaptıkları haldeüniversite personelinden daha az ücret almaktadır.Öğrenciler kütüphanede, bilgisayar laboratuvarla-rında, sosyal destek bölümlerinde, kantinde, yemek-hanede vb. ayda toplam 80 saat doldurup komik bir

ücret karşılığında çalışmak durumunda kalmaktadır.Bu öğrenciler açısından bir imkan gibi görünse de,gerçekte sömürülmektedirler.

Kısmi zamanlı çalışan öğrenciler, “işe gerialınma” ve “maaşların ödenmesi” talepleri ile müca-delelerini başlatmışlardır. Fakat tam da öğrencilerinöğrenimlerini sürdürebilmek için çalışmak zorundakalmaları, “eşit ve parasız eğitim” talebinin yüksel-tilmesini gerektirmektedir. Bugün yükselttikleri ta-lepler parasız eğitim talebiyle birleştirilmediğitakdirde, mücadeleleri, eğitimlerini sürdürebilmekiçin buldukları “çözüm”lerin korunması sınırını aşa-mayacaktır.

Bizler kırıntılarla yetinmeyip hakkımız olan içinmücadele etmeliyiz. Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim talebini yükseltmeliyiz.

Page 12: Ekim Gencligi 114

12

Ege Üniversitesi’nde yaşanan boykot sürecinin değerlendirilmesi bir ihtiyaçtır. Çünkü bu süreç bağrında birçokders ve deneyimi barındırmaktadır. Böyle olduğu ölçüde, biz genç komünistlere de eksikliklerden ders çıkarmak, de-neyimleri süzmek ve bir adım daha öne çıkmak düşmektedir.

Ege Üniversitesi 1 No’lu yemekhanede çalışan taşeron işçilerin sorunları maaşlarının düzenli olarak ödenmemesi,sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kalmaları ve çalışacakları alanın tam olarak belli olamaması idi.

Başlamadan biten boykot girişimi

İşçiler öncelikle yemekhaneye afiş asan genç komünistlerle iletişime geçtiler. İlk olarak, işçilerin ağzından bir bil-diri kaleme aldık. İşçilerin hemen boykotu başlatalım talebine karşılık, işçilerin tümüyle ilişkiye geçmek, okul içeri-sinde boykotun öğrenci ayağını oluşturmak ve diğer gençlik örgütlenmeleriyle birleşik bir zemin oluşturmak için “ikigünlük süre” gerektiğini söyledik. Bizler bu iki günlük süreyi değerlendirirken okul yönetimi, polis ve taşeron da boşdurmadı. Sivil polisler, konuştukları öğrencilerin adlarını isteyerek işçilerin gözünü korkutmaya çalıştı. Taşeron isemaaşları bir hafta içinde ödeme vaadinde bulundu. Bunun üzerine işçiler arasında anlaşmazlık baş gösterdi ve boykot-tan vazgeçilmiş oldu.

“İki günlük süre” boykotttan vazgeçilmesine yolaçan nedenlerden biri olsa da, işçiler arasındaki bağların zayıflığıve direnişteki kararsızlık da önemlidir. Ancak asıl gözden kaçırılmaması gereken, sınıfın öfkesinin anlık patlamalarlakendini ortaya koyduğu, bu patlamalara zamanında ve doğru müdahalelerin gerçekleştirilmesinin önemidir.

Kazanımla biten ilk boykot

Boykottan vazgeçilmesinin ardından süreci takip etmedik. Yemekhane işçileriyle bir haftalık aranın ardından ko-nuştuğumuzda, maaşlarının verilmediğini ve boykot örgütlemek istediklerini öğrendik. Bu süreçte konuyu takip edenÖğrenci Kolektifleri ile görüştük ve bir an önce boykotun başlatılması gerektiğini ifade ettik. Sabah yemekhaneye git-tiğimizde işçilerin iş bıraktığını gördük. İşçilerin iş bırakması üzerine taşeron açıkça işçileri tehdit edip parasının ol-madığını söyleyerek, maaş ödemelerini ileri bir tarihe attı. Bu konuşmaların ardından işçilerin çoğu mutfağa geçerekiş başı yaparken, direnen yalnızca 11 kişilik garson ekibi oldu. Direnen işçilerle beraber yemekhane kapısı tutularakyapılan boykot iki saat içerisinde kazanımla sonuçlandı. Parası olmadığını söyleyen taşeron para bulup geldi. İşçilerinparaları devrimci ve demokrat öğrencilerin gözetiminde kendilerine verildi. Direnen işçiler ise kendi istekleriyle iştenayrıldılar. İlk boykot kazanımla sona ermiş oldu.

İkinci boykot: Karasızlık ve ufuk darlığı

Boykotun kazanımla sonuçlanması sonrasında gündem geride kaldı. Sadece Öğrenci Kolektifleri kriz gündemlieylemlerini yemekhane ücretleri üzerinden şekillendirdiler.

Daha sonra, taşeronun sözleşmesinin 31 Aralık’ta biteceğini, işçilerin de taşeronla sözleşmesinin yine aynı tarihtesona ereceğini öğrendik. Rektörlüğün yemekhaneleri kendi bünyesine alacağını ve iki aylık süre içinde mutfağı yeni-leyeceğini duyduk. Bu da işçilerin işsiz kalması demekti.

EÜ'de yemekhane boykotunundeneyim ve dersleri

Gerçekler burada-dır, işçi sınıfının gözegöz, dişe diş sürdür-düğü sınıf mücadele-sindedir. Bedelödemek göze alınma-dan, sınıf mücadelesibir adım bile ileri ta-şınamaz.“Bu insanlarevine ekmek götürü-yorlar, gerçekçi olun”diyenler, süreçleresınıf mücadelesininihtiyaçlarından bak-mamaktadırlar. Böy-leleri, işçilere gerçekçıkarlarının neredeyattığını, nasıl birmücadeleyi gerektir-diğini göstermeye-rek, gerçekte sınıfakötülük etmektedir-ler.

Page 13: Ekim Gencligi 114

Yürüttüğü özgün çalışmayı bu sorunla birleştiren Öğrenci Kolektif-leri boykotu başlattı. Bizler de Genç-Sen içerisinde yemekhane süre-cini değerlendirdik. Yemekhane sorununun herkesin sorunu olduğu,örülecek bir direnişin Ege Üniversitesi’nin atmosferini olumlu yöndeetkileyeceği ve sürecin birleşik bir zeminde örülmesi gerektiği nokta-sında ortak fikre vardık. Genç-Sen’in diğer gençlik örgütlerine de yap-tığı çağrı ile yemekhane süreci üzerine bir toplantı yapıldı vetartışmalar neticesinde bir meclis oluşturuldu. Meclis, Öğrenci Kolek-tifleri, Genç-Sen, DGH, İzmir Gençlik Muhalefeti, Yurtsever CepheÖğrenci Birliği ve Emek Gençliği‘nden birer temsilcinin katılımıyla 6kişiden oluşmuş oldu. İşçiler arasındaki güvensizlikten ve yanlış anla-şılmalardan kaynaklı meclise işçilerden kimse alınmadı. Ancak soru-nun öznesi olan işçilerle beraber süreçlerin değerlendirilmesi veişçileri öne çıkaracak yol ve yöntemlerin benimsenmesi kararlaştırıldı.Meclisin misyonu ise yemekhane boykotunu örgütlemek olarak belir-lendi. Fakat bu misyon hayata geçirilemedi. Öğrenci Kolektifleri tara-fından meclis yok sayıldı. Boykotun fiilen bitmiş olması bu savıdoğrulamaktadır.

Boykotun bitiş sürecini kısaca aktaralım. Meclis, taşeronlarda ör-gütlenme çalışması yapan bir SES üyesi tarafından yönlendirilmeyeçalışıldı. Bir meclis toplantısına gelerek bilgilendirme yapmak istedi-ğini söyleyen sendikacı, işçilerin tamamının işe alınamayacağını hu-kuki boyutlarıyla gerekçelendirdi. İşçilerin bir kısmının işe alınacağını,işe alınacak işçileri işçilerin kendi aralarından seçmeleri gerektiğini, buinsanların evleri ve çocukları olduğunu söyledi. Bu öneri üzerine yapı-lan toplantıda, tüm işçilerin işe geri alınıncaya dek direnişin sürdürül-mesi yönünde karar alındı. Rektörlükle yapılacak görüşmelerinbeklenmesi, ardından çıkan sonuca göre gerekirse alternatif yemeklerleve çeşitli etkinliklerle direnişin büyütülmesi gerektiği söylendi. Bu sü-reçte sendikalar, kitle örgütleri ve devrimci kurumlarla bağlantılarınkurulmasına vurgu yapıldı. İşçilerin önlerindeki ihtimalleri bilmesi veonlara bir açıklama yapılması gerektiği noktasında da birleşildi. Öğ-renci Kolektifleri’nin ısrarı üzerine, sendikacının yapacağı konuşmadasadece ihtimaller sıralanacak, kesinlikle yönlendirme yapılmayacaktı.Bu karara rağmen sendikacı konuşmasında açık bir yönlendirmeyegitti, fakat meclis bileşenlerinin müdahaleleriyle işçilere kararlaştırıl-mış konuşma yapıldı.

Rektörlükle yapılan görüşmeler sonucunda tüm işçilerin işe alına-cağını öğrendik. Ancak işçilerin sadece 17 tanesi işe alındı. Bunun

üzerine Öğrenci Kolektifleri ve SES üyesi meclisin iradesini tanımaya-rak, işçilere işi kabul etmeleri gerektiğini, diğer işçilerle dayanışmayadevam edileceğini ve bunun bir “kazanım” olduğu söylendi. Meclis bi-leşenlerinin yaptığı müdahaleye rağmen işçiler işi kabul ettiler. Yapılanmeclis toplantısında Öğrenci Kolektifleri meclis bileşenlerini “ger-çekçi olamamakla” itham etti. Sonuç olarak meclis iradesi çiğnenmişoldu.

Değerlendirmeye geçmeden önce belirtelim ki, işe geri alınan işçi-ler de tek tek işten atılmaya başladı.

Çıkarılması gereken dersler

Birinci boykot kazanımla sonuçlanırken, ikinci boykot bir başarı-sızlık, kararsızlık ve ufuk darlığı örneği olmuştur. Meclisin de bu sü-reçte hata ve eksiklikleri kuşkusuz olmuştur. Fakat boykotun sonaerdirilmesinde en önemli etken, meclisin kararlarının çiğnenmiş olma-sıdır. Ek olarak tüm işçilerin işe alınmasını istemek ve direnişi buyönlü devam ettirmek noktasında gereken birleşik kararlılık ortaya ko-nulamamıştır.

Gerçekleri görmek isteyenleri işçi sınıfının mücadele tarihine bak-maya çağırıyoruz. Çok uzaklara gitmek de gerekmiyor. Bugün direni-şin simgesi haline gelen Emine Arslan’a bakmak yeterlidir. Yanıbaşımızda süren Kürşat işçilerinin açlık grevi, Sinter ve Gürsaş işçile-rinin sürmekte olan direnişleri de yol gösterici birer örnek olarak önü-müzde durmaktadır. Gerçekler buradadır, işçi sınıfının göze göz, dişediş sürdürdüğü sınıf mücadelesindedir. Bedel ödemek göze alınmadan,sınıf mücadelesi bir adım bile ileri taşınamaz.“Bu insanlar evineekmek götürüyorlar, gerçekçi olun” diyenler, süreçlere sınıf mücadele-sinin ihtiyaçlarından bakmamaktadırlar. Böyleleri, işçilere gerçek çı-karlarının nerede yattığını, nasıl bir mücadeleyi gerektirdiğinigöstermeyerek, gerçekte sınıfa kötülük etmektedirler.

Bu süreçte meclisin sürece müdahalesinde ve bizim meclise yöne-lik müdahalelerimizde eksiklikler mutlaka vardır. Ancak biz genç ko-münistleri diğer gençlik örgütlerinden ayıran nokta, mücadeleye sınıftemelli bakışımızdır. Soruna bu bakışla ele aldık, tüm yetersizlikleri-mize karşın bu çerçevede bir müdahale çabası içinde olduk. Hataları-mızı irdeleyerek, süreçlerden gereken dersleri çıkarma sorumluluğuylahareket ettik.

Ege Üniversitesi Ekim Gençliği

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’ndeki yemekhane çalı-şanları, 2008’in Eylül ayı sonlarına doğru, taşeron şirket Tadal’ınyaklaşık 6 işçiyi işten çıkarması ve diğer işçilerin maaşlarını ay-larca ödememesi üzerine, sorunun çözümü için ilk adımı attılar. Biraraya gelen işçi ve öğrenciler, sonrasında OLEYİS’ten Mahsun Tu-ran’ın da sürece dahil olmasıyla, “Ankara Üniversitesi Meclisi”nioluşturdurlar. Cebeci Kampüsü’nde başlayıp sonrasında AÜ’nündiğer fakültelerine de yayılan boykot süreci böylece başlamış oldu.

Süreç içerisinde Rektörlük tüm talepleri kabul etti. Fakat taşe-ron Tadal ve Rektörlük verdiği sözleri tutmadı, işçilerin maaşlarınıödememeyi sürdürdü. Kasım ayında açılan yeni ihaleyi kazanan ta-şeron Tam Sofra da saldırılara Tadal’ın bıraktığı yerden devam etti.İlk icraatı, mücadeleye katılan tüm yemekhane işçilerinin işine sonvermek oldu. Bunun üzerine işçiler 17 gün boyunca Cebeci yemek-

hanesini işgal ettiler. 17 günün son üç gününde ise işçiler, hemmaddi gelir sağlamak hem de daha çok kişiyi yemekhaneye çeke-bilmek için, yemekhanenin işletmesini kendi ellerine alıp tüm kam-püse yemek çıkarmaya başladılar.

İşgalin 17. günü SBF’ye gelen AÜ Rektörü ile yapılan görüşme,ortaya konan vaatlerle sonlandı. Fakat sürecin başından beri iki-yüzlü davranan rektör bir kez daha aynı yola başvurdu. Görüşme-nin üzerinden 12 saat bile geçmeden kampüse polis soktu veyemekhanede kalan işçi ve öğrencilerin gözaltına alınmasını sağ-ladı. Sorunun çözüleceğine dair inanç da saldırıyla birlikte sonbuldu. Yemekhaneye yapılan bu saldırı sonucunda işgal eylemisonlandı. Bayram dönüşü yeniden başlayan boykotun3. gününde, işçiler ve taşeron Tam Sofra’nın yaptığıgörüşme sonucu, üç işçi hariç diğer işçilerin işe başla- 13

AÜ’de gerçekleşen yemekhane eyleminin dersleri üzerine

Page 14: Ekim Gencligi 114

ması kabul edildi. Oysa, daha önce taşeronun “aşçıbaşılar hariçherkesi işe alacağım” sözlerine karşılık “ya hep ya hiç” denilmişve mücadeleye devam edilmişti.

Boykotla başlayan süreçte ilk eksiklikler

İlk boykot sürecinde boykotu diğer kampüslere yayma konu-sunda işçiler kendi aralarında az çok bir işbölümü sağlayabildiler.Fakat öğrenciler cephesinden bu işleyiş hayata geçirilemedi. Bununnedeni, gençlik örgütlerinin ortak hareket etme kaygısı yerine “bizişimize bakarız” anlayışıyla hareket etmeleriydi. Bu anlayışın ensomut örneği Marksist Bakış şahsında yaşanmıştır. Bu çevre meclistoplantılarında alınan kararlara uygun davranmamış, kendi başınahareket etmiştir. Mücadeleye katılan diğer bileşenlere karşı sorum-suzca ve dar grupçu bir zihniyetle yaklaşmış, meclis toplantıları dı-şında işçilerle yaptığı görüşmelerle bir takım somut işlerkararlaştırmış ve alınan kararlar diğer bileşenlere haber verilme-miştir. Bu sorunlar ortak hareket etme zeminine daha baştan zararvermiştir. Ayrıca işçilerle beraber -diğer bileşenlere haber verecekimkan olmadığı gerekçesiyle- rektörlükle görüşmüşler ve ortak ka-rarlar dışında bir dizi tutum sergilemişlerdir.

Boykot ile birlikte işçiler üretimi durdurmuş ve yemekhane ta-mamen kapatılmıştır. Yemekhanenin kapatılmasıyla, öğrencilerleyemek yememek üzerinden kurulan kitle bağları da zayıflamayabaşlamış, pratik faaliyet neredeyse durma noktasına varmıştır.

Boykotun ardından yemekhane işgalinin başladığı ilk günlerdekalabalık bir şekilde yemekhanede beklenerek bir takım faaliyetlerörgütlenmesi için çaba harcanmıştır. Ancak işçiler “işçi sınıfının ör-gütü” olma iddiasındaki DİSK ve OLEYİS tarafından yalnız bıra-kılmıştır. DİSK süreç içerisinde yalnızca bir kez yemekhaneyeuğramış, içi boş sözlerle sorumluluğunu geçiştirmeye çalışmıştır.İşçilerin sendikalaşma talebinde bulundukları OLEYİS ise, “bu iş-çiler üyemiz bile değil, neden bu kadar uğraşalım diyerek” sınıfıörgütlemek adına hiçbir iddiasının olmadığını bir kez daha kanıtla-mıştır. Bu süreçte yer alan Mahsun Turan’ın “Ben burada bir sen-dikacı olarak değil, sizden biri olarak bulunuyorum” demesi debunun bir kanıtıdır.

Ancak, orada “bizlerden biri” olarak bulunan Mahsun Turan dasürece yalnızca işçilerin işe geri alınması sınırında yaklaşmış veuzun soluklu bir mücadele bakışı ortaya koyamamıştır. Bu yakla-şım nedeniyle, mücadeleyi yalnızca kendi ekonomik kaygıları üze-rinden ele alan işçilerin geri bilincinin bir adım öteye taşınmasımümkün olamamıştır. Günü kurtarmak değil geleceği kazanmak veişçilere sınıf bilincini kazandırmak üzerinden müdahale edilmesigereken zemin, rektörlükle görüşme çabalarına ve hukuksal süreç-lere boğulmuştur. Bu bakışın hakim olduğu yerde, doğru yöntemiortaya koyan devrimcilerin sesi cılız kalmış ve devrimcilerin tu-tumlarının bir gençlik heyecanı olduğu havası yaratılmaya çalışıl-mıştır. Süreçte yeralan kimi siyasal öznelerin de bu sonuçta paylarıvardır.

Bir süre sonra işgal giderek canlılığını yitirmeye başlamış, bir-çok işçi umutsuzluğa kapılarak mücadeleyi bırakmıştır.

İşgal eylemleri sınıfın en militan eylemleridir ve ona uygun birdisiplinle örülmesi gerekir. Fakat bu bir yana, polis karşısında dahiyeterli bir tutum alınamamıştır. Mahsun Turan direniş boyunca po-lislerle yakın ilişkiler kurarak sürekli raporlar vermiştir. “Her nepahasına olursa olsun yemekhaneyi terk etmememiz gerek” sözleri-mize, ÖEP başta olmak üzere bir dizi bileşen tarafından, “gözaltınaalınırsak yarın kim gelecek yemekhaneye, asıl o zaman kaybetmişoluruz” türünden yanıtlar verilmiştir. Tüm bunlar reformizmin vedüzen içi mücadele anlayışının bu süreçteki yansımalarıdır. İşgalin

ne anlama geldiğinin bilincinde olmamaktır. Bu nedenle,polisin yemekhaneye girmesi karşısında hiçbir direnişgösterilmemiştir. (Biz Cebeci Ekim Gençliği olarak işgal

boyunca, 3-4 istisna dışında, yemekhaneyi terk etmedik. Saldırıdan5-6 saat öncesine kadar da orada idik. Öznel nedenlerden kaynaklısaldırı anında yemekhanede bulunamadığımız için duruma müda-hale edememiş olduk. Saldırının olduğu güne dair özeleştirimiz bunoktadadır.)

Direniş gösterilmemesi herkes tarafından bir eksiklik olarak de-ğerlendirilmiş, fakat buna gerekçe olarak yemekhanede “az kişi-nin“ (yaklaşık 40 kişinin) bulunuyor olması ve herkes uykudaykenpolisin saldırması gösterilmiştir. Daha önce alınan “işgalin ne pa-hasına olursa savunulması ve gerekirse barikat kurulması” kararıboşa düşürülmüştür.

Taşeronların mücadeleyi baltalamak için sürecin en başındanberi izlediği yöntem işçilerin birliğini parçalamak olmuştur. Fakatişçiler üç ay boyunca birliklerini korumaya özen göstermişlerdir.İşçilerin bu çabası elbette kendiliğinden değil, süreç içerisindekiöznelerin birliği ayakta tutmaya yönelik gayretlerinin bir sonucu-dur. Son aşamada taşeronun “3 işçi hariç diğerlerini işe alırım”teklifi oldukça bilinçli bir tekliftir.

Sonuçta işçiler işe dönmüştür, fakat bu mücadele pratiği geriye,en önemli kazanım olan bir örgütlülük bırakamamıştır.

Sürece başından itibaren sınıf mücadelesinin ihtiyaçları üzerin-den baktık ve gelişmelere bu çerçevede müdahalelerde bulunduk.Bu çabamız örgütlenen Dayanışma Gecesi’nde sınırlı da olsa karşı-lığını bulmuştur. Dayanışma gecesi pek çok kişinin katılımıyla vecoşkulu bir atmosferde başarıyla gerçekleşmiştir.

Mahsun Turan gecede yaptığı konuşmada, öğrencileri (gerçektesiyasal özneleri) işçileri anlamamakla suçlamış ve bunu “işçiler ek-meğinin derdinde. Onlara Marksizmi anlatarak bu iş olmaz” sözle-riyle gerekçelendirmişti. Ancak işçileri anlamak ve onlarla yakınilişkiler kurmak, onların geri bilincine yedeklenmek anlamına gel-mez. Ayrıca, hukuksal bilgi eksikliği mücadelenin temel bir eksik-liği olarak saptanıyorsa diyeceğimiz şu ki; biz bu düzeninyasalarına bel bağlayarak mücadele yürütmeyiz. Meşruluğumuzuhaklılığımızdan alırız ve burjuva hukukunun kendi çıkarlarını koru-mak için çıkardığı yasalar asla bizim mücadele hattımızı belirleye-mez.

Yaşadığımız sorunlardan biri de mücadelenin pratik ayağınınbüyük oranda öğrenciler tarafından örülmesidir. Oysa, bu mücade-lenin temel unsuru işçilerdir ve bu onların öz mücadelesidir. Öğren-cilerin işçiler adına mücadele yürütmesi ve boykotu örgütlemesigerektiği gibi çarpık bir bakışla hareket edilmiştir. Böylesi örnek-lerde öğrenciler işçileri sürecin birebir öznesi haline getirmekyönlü bir müdahale içinde olmalıdır.

Yaşanan iç tartışmalar kimi siyasetlerin süreçten çekilmesineyol açmıştır. Oysa, ortaya çıkan bir sorun karşısında yapılması ge-reken, eleştiri-özeleştiri mekanizmasına başvurmak ve sorunlarıdevrimci bir zeminde çözmek için çaba harcamaktır. Sürece dairbirçok noktayı eleştirdik. Fakat başından sonuna kadar yapılan hatave eksikliklerde bizim de payımızın olduğunu söylememiz gerekir.Zira, eğer sorunlara hızlı ve etkili bir şekilde müdahale edebilmişolsaydık, bugün birçok tartışmayı yapmıyor olurduk.

Üç aylık direniş süreci sonlanmış bulunuyor. Ancak, taşeronunsaldırılarını sürdürmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Kazanılandeneyimler kuşkusuz daha sonraki mücadele dönemlerini dahagüçlü göğüslememizi sağlayacaktır.

Biz kendi adımıza gereken sonuçları çıkararak yolumuzu dahasağlam adımlarla yürümeye devam edeceğiz. Her türlü mücadeleyikapitalist düzeni yıkma hedefine bağlamaktan geri durmayacağız.Şu açıktır ki; “Zaman zaman işçiler galip gelirler, ama ancak birsüre için. Savaşlarının gerçek meyveleri o andaki sonuçlarda değil,işçilerin durmadan genişleyen birliğinde yatar.” (K. Marx- F. En-gels, Komünist Manifesto)

Cebeci Ekim Gençliği14

Page 15: Ekim Gencligi 114

Dün “meslek liseleri memleket meselesi”ydi hatırlarsanız... Bugünse, devlet elini meslek yüksek okul-

larına atmış durumda. Yeni düzenlemeler getirilmek isteniyor. Bu düzenlemeler içinde meslek liselerinden

meslek yüksek okullarına sınavsız geçişin kaldırılması, 2 yarıyıldan oluşan senelik eğitimin, içerik aynı

kaldığı halde 3 yarıyıla çıkarılması, teorik eğitimin pratik eğitimle birleştirilmesi -siz buna sistemde staj

sömürüsü deyin- gibi maddeler var.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik bu düzenlemelerin hangi ihtiyaçtan doğduğunu açıklarken şöyle

diyor: “Müfredat anlamında Avrupa’daki teknik okullara uyum ki böylece Türkiye’de 2 yıl Meslek YüksekOkulu eğitimini almış bir öğrenci yurtdışında bir yıl okuyarak eşdeğerliğini tamamlayabilecek. Bir başkaneden ise MYO’ların sanayiye daha iyi uyum sağlaması, ilerleyen teknolojiyle beraber artan kalifiye ele-man ihtiyacına daha iyi yanıt verebilmesi…”

Sermaye sınıfı soruna böyle bakıyor. Soruna bizim gözümüzden, yani işçilerin, emekçilerin ve onların

çocuklarının gözünden bakıldığında ise, bu yeni düzenlemelerin ne denli sahtekarca olduğu anlaşılacaktır.

Örneğin, Türkiye’de iki yıl okuduktan sonra bir yıl da yurtdışında okuyarak Avrupa’dan eşdeğerlik belgesi

alabilirmişiz. İşçi ve emekçi çocuklarının akın akın Avrupa’ya giderek bu belgeleri alacağından hiç şüphe-

niz olmasın! Ardından sınavsız geçişin kaldırılması var ki, bu artık meslek liselilere kesin olarak üniver-

site kapılarının kapatılması demektir.

Sermaye, kalifiye ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak için meslek liselerini ve MYO’ları öğrenciler

için tercih edilebilir yerler haline getirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan da, buralarda belli bir niteliğin

tutturulması gerekmektedir. Sınavsız geçişin kaldırılması bu nedenledir. MYO’lar sermayenin uzun bir sü-

redir üzerinde durduğu alanlar olmalarına rağmen bugün sermaye açısından istenilen “nitelik” ihtiyacını

karşılamaktan uzaktır. Yeni düzenlemeyle, sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere MYO’lara daha az

sayıda ve “nitelikli” öğrenciler alınacaktır.

Diğer yandan, öğrenim süresinin uzatılması staj ve atölye sömürüsünün katmerlenmesi anlamına gel-

mektedir. MYO’larda eğitimin “okul eğitimi” ile işyerinde yapılan “işyeri eğitimi”nden oluşması planlan-

maktadır. Programa göre, MYO’larda senede 2 yarıyıl olan mevcut eğitim-öğretim, senede 3 yarıyıl olmak

üzere toplam 6 yarıyıl olarak düzenlenecektir. Toplam 6 yarıyılın 3 yarıyılı “okul eğitimi” ve diğer 3 yarı-

yılı “işyeri eğitimi” şeklinde olacaktır.

Eğitim-öğretimin yarısı okul diğer yarısı da işyeri eğitimi olmak koşuluyla, bir yılda 3 yarıyıllık eği-

time ne zaman geçileceği ve okul eğitimi ile işyeri eğitiminin hangi düzende yapılacağı, MYO’nun bulun-

duğu bölgenin işyeri, eğitim imkanları, iklim şartları vb. göz önüne alınarak, MYO ve bağlı bulunduğu

üniversitenin önerisi ve YÖK’ün kararıyla belirlenecektir. MYO’ların 2011 yılının sonuna kadar, işyeri

eğitiminin ilgili sektör kuruluşlarında yapılmasına öncelik vermek kaydıyla bu yeni sisteme geçmiş olma-

ları gerekmektedir.

Bu haliyle planlama tümüyle sermayenin ihtiyaçlarını karşılamaya dönüktür. Bunların yanı sıra okul

müfredatlarının sektör taleplerinin göz önüne alınarak düzenlenmesi, okulların taban puanlarının da aynı

şekilde ele alınması, verilebilecek örnekler arasındadır.

Özcesi, yapılan tüm değişiklikler bizlerin gelecek planlarının en yüksek rafa kaldırılması anlamına gel-

mektedir.

Elbettte bu sömürü programı, her zaman olduğu gibi, yine parlak bir pakette sunulmaktadır. Ama bu

düzenlemlerin ne demek olduğunu bu okullarda öğrenim görenler gayet iyi bimektedir: Yoğun çalışma sa-atleri, harcadığın emek karşılığında beş kuruş para alamamak, sigortanın düzenli yatmaması (yatması ge-rektiği halde), iş öğretmek adı altında ayak işlerine koşturulmak, kimi yerlerde hakaretleri, küfürlerisineye çekmek, dahası ürettiklerimiz üzerinden bir de kar elde edilmesi…

Bizler kendi yaşamlarımızdan biliyoruz ki, bu asalaklar bizim kolumuzun gücünü, hayatımızın rengini

emen vampirlerdir. Bu kan emicilerine göre, hayata işçi çocuğu olarak geldik, çalışıp didinerek birilerini

zengin edeceğiz ve yoksulluk içinde öleceğiz. Bize biçtikleri hayat bu. Bütün söyledikleri yalanlar bunun

için. Bu yalanlara ise karnımız artık her zamankinden daha çok tok.

Eskişehir’den bir Ekim Gençliği okuru

Yalan dizisinde ikinci bölüm:

Meslek Yüksek Okullariı

1515

Page 16: Ekim Gencligi 114

16

Üniversiteler tarih boyunca egemen sınıflar için düzen ideolojisini üreten ve egemen iktidarlara kan taşı-yan önemli araçlar olmuştur. Kapitalist sistem içerisinde de üniversiteler aynı işlevi yerine getirmektedirler.

Üniversiteler kapitalizmde yalnızca sermaye için “bilim”in ve egemen ideolojinin tekrar tekrar üretildiğiyerler olmaktadır. Egemen sınıfa hizmette sınır tanımayan üniversiteler bugün her bakımdan üzerine düşeniyapmaktadır.

Ülkemizde üniversiteler ile iktidar arasındaki ilişkiyi kuran kurum ise, 1981’den bu yana YÖK’tür. “Bilin-diği gibi her MGK toplantısından sonra YÖK’e üniversite raporu gönderilmekte ve YÖK’ten üniversitelerde odönemki devlet politikasına uygun araştırmalar yaptırması istenmektedir. YÖK ise baskı aygıtlarını kullana-rak sermaye tarafından yapılması istenen bu çalışmaları profesör ve doçentlere eksiksiz yaptırmaktadır. Bu-güne kadar egemen sınıfın ideolojik hakimiyetine zarar getirmeyecek bir kadrolaşmayı ve kurumlaşmayıüniversitelerde titizlikle uygulayan YÖK, kimi zaman bir istihbarat örgütü olarak yönetenlere hizmet etmiş,çoğu zaman da devletin üniversitelerdeki militarist baskı aygıtı olarak görev almıştır. Çıkardığı yönetmelik vegenelgelerle öğrenci, öğretim üyesi ve üniversite çalışanlarının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durarak, si-yasi iktidarın istemediği konularla ilgilenenlerin kafasına inmiştir.” (Üniversite ve siyaset, Ekim Gençliği,Aralık 2003, sayı: 67)

Düşünceleri özgürce ifade edebilmek bir lütuf değil haktır!

YÖK’ün işlev ve misyonuna değindikten sonra, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamaya göz atalım. YÖK açıklamasında, üniversitelerde öğrencilerin herhangi bir engelle karşılaşmadan özgürce görüşlerini

dile getirebilecekleri alanlar açmaya hazırlandığını, bu “özgür alanlar” için İngiltere’nin Hyde Park’ınınörnek alınacağı belirtiyor. Bu “özgür alanlar”ın üniversitelerde nasıl hayata geçeceğine dair bir açıklamadabulunmayan YÖK, bu alanlarda neler yapılabileceğine de değiniyor:“Öğrenciler, şiddet ve suç içermeyen hertürlü konuşmalarını ve görüşlerini ifade edebilecek, üniversite yönetimini eleştirebilecekler veya konferans,sempozyum düzenleyebilecek, bunlar için okul yönetiminden ayrıca izin alınması gerekmeyecek.”

Aslında bu proje ile öğrencilerin düşüncelerini ifade edebilmelerinin bir “ayrıcalık” olarak görüldüğü iti-raf edilmiş oluyor. Zaten doğallığında sahip olmamız gereken bu hak düzen tarafından bize bir lütufmuş gibisunuluyor.

“Güvenli ve Özgür Üniversiteler” isimli bu projede ÖGB’lerin yetkilerini arttırmak da bir hedef olarak ta-nımlanıyor. Polis ve jandarmanın üniversiteye girmesini önlemek üzerinden gerekçelendirilen bu uygulamaile aslında fiilen öğrencilere her türlü baskıyı uygulayabilen ÖGB’ler daha da fazla alan açılıyor. Polisin “yet-kileri” ÖGB’lere tanınarak “polise ihtiyaç duyulmayacak bir durum” yaratılmaya çalışılıyor. ÖGB’lere bununiçin özel eğitim verilmesi de planlanıyor.

Bu yönlü ilk adımı atan Ankara Üniversitesi bu süreci, ÖGB’lere “iletişim eğitimi” vererek başlattı. YÖKbu değişiklik talebinin üniversite yönetimlerinden geldiğini belirtti.

Bizler egemenlerin “özgürlük” anlayışlarını yıllardır uyguladıkları politikalardan biliyoruz.Bu düzenin üniversitelerinde “özgürlük”; kapılardaki turnikeler, ÖGB’ler, kameralar, kimlik kontrolleri,

soruşturmalardır. Düzenin yeni oyunu bu projeye göre, sadece işaret edilen “özgür alanlarda” değil üniversitenin her köşe-

sinde düşüncelerini ortaya koyan “sorunlu” öğrencilere ise “psikolojik destek” sunulacakmış! Egemen sis-teme uyum sağlamayan, onu sorgulayan ve çevresindekilere sorgulatmaya uğraşan her bireyi “hasta” görenve toplumdan yalıtmaya çalışan bu sistem açıktır ki bir kez daha kendi hastalığıyla boğuşmaktadır.

“Eğer üniversitelerde bilimin toplum için, insanlığın yararı için kullanılması isteniyorsa, öncelikli olarakyapılması gereken, kâr üzerine kurulu mevcut ekonomik sistemi yıkmak ve yerine toplumsal faydayı temelalan bir sistem kurmaktır. İşçi sınıfına dayanan bir iktidar kurulmadıkça demokratik, özgür ve toplum içinbilim üreten bir üniversite beklemek anlamsız olacaktır.” (Üniversite ve siyaset, Ekim Gençliği, Aralık 2003,sayı: 67)

Bundan dolayıdır ki bizler, “sorunlu” insanların sayısını daha da arttırarak, mücadele içinde özgürleştire-rek, bu sistemi temellerinden yıkacağız!

YÖK düzeninden bir aldatmaca projesi daha:

“Özgür alanlar”!

Özgürlük mücadele

alanlarındadır!

Page 17: Ekim Gencligi 114

Geçtiğimiz dönem işçi-emekçisinden gençliğine bir bütün olaraksermayenin büyük bir pervasızlıkla sürdürdüğü saldırılarla karşı kar-şıya kaldık. Sermayenin bir dediğini ikiletmeyen AKP hükümeti, birtaraftan sağlık, eğitim vb. temel hakların gaspını derinleştirirken, işçive emkçileri kölece çalışma koşullarına mahkum ederken, diğer taraf-tan işçilerden, emekçilerden, öğrencilerden gelen ve gelebilecek olantepkiyi yok etmek için azgınca saldırmaya devam ediyor.

SSGSS yasasının çıkarılması sadece sağlığın özelleştirilmesi değil,ölümcül koşullarda çok düşük ücretlerle çalışmaya zorunlu bırakılanişçilerin bir kez daha ölüme terk edilmesi, hayatlarının hiçe sayılmasıanlamına geliyordu. SSGSS saldırısına karşı oluşan hareketlilik, kuru-lan HSGGP ile birleşik bir mücadele hattının örülebilmesi, geçtiğimizyıl yükseltilen örgütlü tepkinin somut örneklerinden biri oldu.

Fakat sermayenin saldırılarının tek başına SSGSS ile sınırlı olma-ması ve süregelen saldırıların daha da katmerleşmesi ile, emek cephe-sinin bu saldırılara karşı meşru taleplerini çeşitli araç ve yöntemlerleortaya koymalarına tanık olduk.

Tüm hakları adım adım gaspedilen, sadece kırıntılarla kandırılmayaçalışılan işçiler, özellikle THY ve Telekom grevleriyle başlayan süreç-ten itibaren “Artık yeter!”, “Bıçak kemiğe dayandı”, “Kaybedecekneyim kaldı ki?” dediler ve en güçlü silahlarını kullandılar: Grev yaptı-lar, işgal gerçekleştirdiler, aylarca direndiler.

Sefaköy’de Desa Deri Fabrikası önünde aylardır tek başına direnenEmine Arslan, mücadelenin, onurlu yaşamanın, kararlılığın sembolühaline geldi. Tehditlere, evinin sürekli polis gözetiminde olmasına, kı-zının patronun emriyle kaçırılmaya çalışılmasına rağmen, kendi deyi-miyle “Yazın güneşine, toprağına, kışın karına boranına” rağmenaylarca direndi, direniyor. Sendikalaştığı için işten atılan Emine Abla,kendisi için değil, aynı sömürüye maruz kalan işçi sınıfı için direndi-ğini söylüyor.

Diğer taraftan, trilyonlar kazanıp zevk-i sefa süren tersane patron-ları... Bu asalaklar örgütlü işçilerin karşısında ne yapacağını bilemiyorve Torgem işçilerinin on gün süren kararlı direnişleri sonrasında maaş-larını ödemek zorunda kalıyor. Direnişe katılan bir işçi “Bu direnişbize bir çok şey öğretti. Dayanışma, yardım… Gün oldu sigaramızı, ek-meğimizi bölüştük, gün oldu aç kaldık. Daha önce dayanışmanın böylebir şey olduğunu bilmiyorduk” diyor.

Unilever, E-Kart, Yörsan işçilerinin grev ve direnişleri çeşitli ey-lemlerle birleştirilerek, buralara dayanışma ziyaretleri düzenlenereksınıf dayanışması yükseltiliyor. İşçiler artık hayatta kalabilmek için ör-gütlenmek gerektiğini, TÜSİAD, MÜSİAD vb. kurum ve kuruluşlarlaörgütlü hareket eden sermayedarlara karşı kendilerinin de ancak örgüt-lenirlerse kazanacaklarını fark ediyorlar.

Yine sendikalaşma haklarını kullandıkları için işten atılan 380 Sin-ter Metal ve 6 Gürsaş işçisi fabrika önünde başlattıkları direnişi sürdü-rüyorlar. İlk silah olarak iki günlük fabrika işgali gerçekleştiren SinterMetal işçilerinin moral kazanımları ve beraberinde gelen kararlılıkdiğer birçok fabrikadan işçilerde de kıpırdanmalara yol açıyor.

Son dönemde küresel ekonomik kriz bahanesiyle yüzbinlerce işçiişten çıkartılıyor. Elektrik, doğalgaz, su, ulaşım, kira zamları vb. der-ken, sermaye sınıfı işçilere yaşam hakkı tanımıyor, onları ücretli köleolarak kullanmaya devam etmek için bin bir türlü saldırı gerçekleştiri-yor. Yanı sıra, “Krizden kurtulmamız için daha çok çalışmanız gerek”demagojileriyle işçiler aldatılmaya çalışılıyor. İşçilere aylarca maaşlarıverilmiyor, yemek, yol ücreti ve ikramiyeler kesintiye uğruyor. Sendi-kalaşma çabaları sert bir biçimde engellenmeye çalışılıyor, işçiler kapıönlerine konuluyor...

Sermaye sınıfı bütünlüklü ve sistematik bir biçimde saldırıyor. Üni-versitelerde karşılaştığımız benzer sorunlar bunun açık bir göstergesi-dir. Yapılan özelleştirmeler, belediye burslarının kesilmesi, yarızamanlı çalışan asistan öğrencilerin işten çıkartılması ve bir aylık ma-aşlarının ödenmemesi buna verilebilecek örneklerden sadece birkaçı.Bizler de öğrenciler olarak birleştiğimizde, hak arama mücadelesinegirdiğimizde yine sermayedarların kolluk güçleri devreye giriyor,ÖGB’ler saldırıyor ve mücadelenin önü kesilmeye çalışılıyor.

Kapitalizmin kendi yapısal krizinin faturası işçilere, emekçilere veöğrencilere ödetilmek isteniyor. Benzer ve birbirinden bağımsız olma-yan bu saldırılar tüm işkollarında, üniversitelerde, ilköğretimden başla-mak üzere tüm eğitim alanında, SSGSS yasasının da gösterdiği gibisağlık ve sosyal güvenlik alanlarında da kendini gösteriyor.

Bu saldırılar karşısında gençlik olarak, üretimden gelen gücüyletüm hayatı durdurabilecek ve kapitalizmi alaşağı edebilecek birici sınıfolan işçi sınıfının sesine kulak vermeli ve onun yükselt-tiği mücadeleye gereken desteği sunmalıyız.

Zafer direnen işçi ve emekçilerin olacak!

17

Page 18: Ekim Gencligi 114

Geçtiğimiz dönem boyunca gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunve gündemleri “Geçit Yok!” başlıklı kampanyamızla ele aldık.Dönem başında gençliğin karşı karşıya kaldığı sorunların toplamınıkapsayan bir kampanya kurgusu oluşturduk. “Geçit Yok!” başlıklıkampanyamız, gençliğe yönelik saldırılara karşı mücadeleyi büyütmeçağrısıydı. Her gündeme dair alt başlıklar taşıyan kampanya politikbir bütünlük içinde ele alındı. Tüm gündemlere ilişkin söz söyleyen,gelişen süreçlere yanıt üretmeye ve özgün süreçler ekseninde yerel-leştirilmeye çalışılan bir kampanya faaliyeti yürüttük.

Bütünlüklü bir biçimde ele alınan

yoğun mücadele gündemleri

Bu süreçte de kapitalizm, bir dizi maskenin ardına gizlenmeye ça-lışsa da, barbarlığını ve çürümüşlüğünü yaşanan birçok örnek üzerin-den ortaya serdi.

22 Temmuz seçimlerinin öncesinde dışa vuran düzen içi çatışmadönem boyunca sürdü. Dönem içerisinde süren Ergenekon operas-yonları ve davalarıyla konu gündemdeki yerini korudu. Çürümüşdüzen, çeteleşmiş devlet gerçeği gözler önüne serilmeye devam etti.

Estirilen şovenist rüzgarın etkisi, dönem içerisinde yaşanan Altı-nova gibi linç girişimleri ve Kürdistan’da saldırıların yoğunlaşma-sıyla, kendini daha açık bir biçimde ortaya koydu. Benzer birşovenist rüzgar Ermeni sorunu üzerinden de estirilmeye çalışıldı. Özüitibariyle vicdani bir rahatlamanın ötesine geçemese de, liberal aydın-ların başlattığı “özür diliyoruz” kampanyası, ulusalcısından faşistineve bir dizi devlet erkanına kadar, düzenin birçok kurumunun şovenaçıklamalarına neden oldu.

Eğitimin ticarileşmesi bu dönemde de birçok yansımasıyla karşı-mıza çıktı. Ulaşım, barınma ve yemekhanelerde ücretlerine ilişkin so-

runlar yaşanırken, bir dizi başka alanda paralılaştırma saldırıları arttı,belediye bursları kesildi.

Kapitalizmin dünya ölçüsünde patlak veren krizi döneme damga-sını vurdu. Mezun olduktan sonra ortaya çıkacak işsizlik tehdidininyanı sıra eğitimlerini devam ettirebilmek için çalışan 20 bin öğrencide bu süreçte işten çıkartıldı.

Yunanistan’da patlak veren isyan ve direniş hem gençliğe örnekoldu, hem de dayanışmayı ve mücadeleyi büyütme sorumluluğunubir kez daha gösterdi.

Ve dönemin sonuna doğru emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin Or-tadoğu üzerinden oynadıkları oyunlar Filistin topraklarındaki vahşettablosuyla bir kez daha yüzümüze çarptı. Emperyalist-siyonist bar-barlık kadar Filistin halkının direnişi de tarih sayfalarında yerini aldı.

Tüm bu gündemler kampanya faaliyeti kapsamında faaliyetin ko-nusu haline getirildi.

“Saldırının bu denli kapsamlı ve yoğun olduğu tabloya gençlikkesimlerinin örgütsüz ve dağınık tablosu da eklendiği zaman mücade-leye yüklenmenin önemi bugün bir kat daha artmaktadır.

Zira gençlik sorununun iktisadi-ekonomik, kültürel ve sosyal heryönüyle derinleştiği bir dönemde etkin bir politik müdahalenin zeminiher açıdan kendini var etmektedir. Geriye gençlik alanına dair ısrarlıbir çabayı ortaya koyma iradesi kalmaktadır.

İşte bu çerçevede önümüzdeki dönem için öreceğimiz çalışma,geçmiş dönemlerde olduğu gibi, bu iradenin ortaya koyulma çabası-nın açık bir örneği olacaktır. Düzenin geçmiş ve gelecek tüm saldırı-larına karşı kararlı bir mücadelenin sürdürüleceğinin beyanıolacaktır.” (Düzen cephesinin saldırılarına devrim cephesinden gen-çliğin yanıtı: Geçit Yok!, Ekim Gençliği, sayı:112)

Kampanyamız boyunca, yukarıda ifade edilen çerçeve ve iddiaekseninde gençliğin yoğun mücadele gündemleri, alanların özgünlük-leri de gözetilerek, bütünlüklü bir tarzda ele alınmaya çalışıldı.

“Geçit Yok!” kampanyası üzerine…

Ortaya çıkarttığımız olanakları gücedönüştürmek için daha çok ısrar!

18

Page 19: Ekim Gencligi 114

Yerel dinamiklerle bağ kurmaya çalışan etkili ve yaygın bir faaliyet

Dönem boyunca gündemlere politik müdahalede bulunma, üniversitelerde hızla değişen gündemlereyanıt verme ve sistemli propaganda faaliyeti örme noktasında hareketli bir süreci örmeye çalıştık.

Kampanyamıza birçok ilde eylemlerle başladık. Merkezi materyallerimizle örülen yaygın ajitasyon vepropagandanın yanı sıra yoğun bir şekilde yerel materyaller çıkartarak gelişen gündemlere hızla yanıt ver-meye, eylemli cevaplar üretmeye çalıştık. Üniversitelerin kapanmasına yakın süreçte kampanyamızı çeşitlietkinlik ve eylemlerle sonlandırdık.

Gelişen gündemlere ve yerel sorunlara ilişkin üniversitelerde yapılan eylem ve etkinliklerde yerimizialdık. Bazı üniversitelerde kriz, yemekhane işçilerinin direnişi, Filistin işgali, ulaşım ve yemekhane sorun-ları gibi süreçlere ilişkin yürütülen ortak çalışmalarda, gençlik cephesinden örülen muhalefetin etki alanınıgenişletme hedefiyle hareket ettik.

Bulunduğumuz üniversitelerde düzenin ideolojik etkisini kırmak ve düzenin yarattığı cendereyi parçala-mak yönlü bir hat izledik.

Kampanya sürecinde üzerinde durmaya çalıştığımız temel noktaların başında, yaşanan saldırılar karşı-sında düzenin bütünlüklü olarak teşhirini yapmak geldi. Faaliyetin her aşamasında “Düzene karşı devrim,kapitalizme karşı sosyalizm!” perspektifiyle hareket ettik.

Zayıflıklarımız ve eksikliklerimiz

Örülen kampanyaları/faaliyetleri değerlendirmede temel kıstas, gündeme ne kadar cevap üretebildiği,yarattığı politik etki ve örgütsel sonuçlarıdır. Buradan bakıldığında, politik planda kampanya sürecinin bü-tününe yansıyan güçlü bir politik faaliyetten söz edebiliriz. Ancak, çalışmaları yerelleştirme ve bunun üze-rinden etkili örgütsel sonuçlar elde etme noktasında zayıf kaldığımızı belirtmeliyiz.

Yürüttüğümüz kampanyanın gündemlerini işleme ve güncel gelişmeleri yanıtlama açısından başarılı birfaaliyet yürüttük. Genel propaganda-ajitasyon faaliyetini yerel sorunlarla bütünleştiren ısrarlı ve sürekli birfaaliyet anlamlı bir politik etki yarattı. Kimi alanlarda bu faaliyet örgütsel sonuçlarını da üretti. Örneğin, biryerelimizde kampanya süreciyle birlikte oluşturulan ilişkiler yerel yayın sürecinin parçası haline getirile-rek, böylelikle hem bu ilişkilere örgütsel bir biçim verilebilmiş, hem de yerel yayın çalışması güçlendiril-miştir. Başka bir yerelde yaşanan yemekhane sorununa yönelik müdahalelerin bir parçası olunmuş, bunauygun formlar yaratılmaya çalışılmıştır. Bunlara benzer başka olumlu örnekler de sıralamak mümkündür.

Ancak yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ortaya çıkan olumlu örneklere rağmen, bir dizi alanda faaliye pro-paganda düzeyini aşamamış ya da politik etki hedeflenen örgütsel sonuçları yaratamamıştır.

Pratik faaliyetin yoğunluğu, çevremizle daha etkin tartışmalar yürütecek, sosyal yaşamı da dahil olmaküzere ilişkilerimizi kuşatabilecek zamanların yaratılamaması, her dönem olduğu gibi bu dönem de önemlibir sorun olmuştur.

Birçok gençlik örgütlülüğünün üniversitenin dışına düştüğü bir süreçte, pratik faaliyetimizdeki ısrar vesergilenen irade anlamlıdır. Aynı ısrarın, ilişki ağını genişletme, çevre ilişkilerimizi çalışmanın aktif parçasıhaline getirme ve örgütleme noktasında da mutlaka gösterilmesi gerekmektedir. Bu bakışla hareket ettiği-miz ve buna uygun adımlar attığımızda, politik etkimiz hedeflenen düzeyde örgütsel bir güce de dönüşe-cektir.

Değerlendirilmesi gereken diğer bir nokta, kampanyanın yerellik-merkezilik bağının kopukluğa uğraya-bilmesi gerçeğidir. Yerel planda yaşanan bir dizi sorun merkezi hedeflere ulaşmayı güçleştirebilmektedir.Ya da tam tersi yaşanabilmektedir. Oysa, merkezi bir kampanya faaliyetinin etkili, güçlü ve dinamik kılın-ması, yerelle bağının doğru bir yöntemle kurulabilmesine bağlıdır. Her yerelin koşullarını ve özgün sorun-larını gözeten bir yöntemsel bakışla sürdürülecek ısrarlı ve sistematik bir merkezi kampanya faaliyetinyürütülmesinden belirlenen zaman dilimlerinde ortak eylem-etkinliklerin örgütlenmesine, yürütülen faali-yetin yayın araçlarımız üzerinden sistemli ve bütünlüklü bir biçimde yansıtılmasına kadar bir dizi noktadaeksiklikler yaşadığımız açıktır. Bunların üzerine gitmek gibi bir görev ve sorumluluk önümüzde durmakta-dır.

Kampanyadan aldığımız güçle yüklenelim!

Kampanya sürecimizde ortaya çıkan zayıflık ve eksikliklerimizi aşma çabasının yanı sıra ortaya çıkardı-ğımız olanakları daha fazla güce dönüştürme hedefiyle hareket etmeliyiz. Gerçekleştirdiğimiz yoğun pratikfaaliyet, politik güç olma noktasında etkili çaba ve ortaya çıkan bir dizi olanak mutlaka daha ileriye taşın-malıdır. Yakalanan olumlu sonuç ve başarılar, ancak bu bakışla ortaya konulacak ısrar ve çabayla süreklile-şebilecektir.

Geçmiş dönemin deneyim ve olanakları ile mücadeleye her zamankinden daha fazla yüklenmek gençkomünistlerin önünde bir sorumluluk olarak durmaktadır.

Ekim Gençliği

Birçok gençlikörgütünün üniver-

site dışına düştüğübir süreçte pratik

faaliyetimizdekiısrar ve irademiz

anlamlıdır. Aynı ıs-rarın ilişikler ağını

genişletme, var olançevreyi çalışmanın

aktif parçasınadönüştürme, çevre-çeperi örgütlü kılmanoktasında da mut-

laka gösterilmesigerekmektedir. Bubakışla hareket et-tiğimizde ve bunauygun adımlar at-

tığımızda politiketkimiz istenilen

düzeyde örgütselbir güce de dönüşe-

cektir.

19

Page 20: Ekim Gencligi 114

Genç-Sen Gençlik hareketi ve gençlik örgütlenmesine ilişkin

değerlendirmelerimiz çerçevesinde müdahaleye

konu ettiğimiz Genç-Sen süreci, ortaya

çıkardığı sınırlı olumlu sonuçların yanı sıra,

birçok noktada çalışmamız açısından zor-

lanma alanları yaratmış durumdadır.

Hareketin sorunlarını ve ihtiyaçlarını

kavramaktan uzak, ilkesiz pazarlık-

lar üzerine kurulu liberal-reformist

bloğun mücadele dışı bürokratik

tutumları, Genç-Sen’i genç

komünistler de dahil bir dizi

gençlik grubu için “tartışmalı”

hale getirmiştir.

Bu nedenle, önümüzdeki

dönemde de çalışma başlık-

larımızdan birini oluştur-

maya devam edecek

olan Genç-Sen’e ilişki

somut müdahale hat-

tının bir kez daha

tanımlanması bir

ihtiyaçtır.

Gençlik hareketi ve gençlik örgütlenmesine ilişkindeğerlendirmelerimiz çerçevesinde müdahaleye konu ettiğimiz Genç-

Sen süreci, ortaya çıkardığı sınırlı olumlu sonuçların yanı sıra, birçoknoktada çalışmamız açısından zorlanma alanları yaratmış durumdadır.

Hareketin sorunlarını ve ihtiyaçlarını kavramaktan uzak, ilkesizpazarlıklar üzerine kurulu liberal-reformist bloğun mücadele dışı bürokratik

tutumları, Genç-Sen’i genç komünistler de dahil bir dizi gençlik grubu için“tartışmalı” hale getirmiştir.

Bu nedenle, önümüzdeki dönemde de çalışma başlıklarımızdan birinioluşturmaya devam edecek olan Genç-Sen’e ilişki somut müdahale hattının bir

kez daha tanımlanması bir ihtiyaçtır. Bu çerçevede, geçmişdeğerlendirmelerimize de doğrudan başvurarak, soruna ilişkin temel

yaklaşımlarımızı bir kez daha ortaya koyacağız.

Birleşik, kitlesel, devrimci gençlik hareketi-örgütü ihtiyacı ve

bu eksende “birleşiklik-birliktelik” üzerine

* Genç-Sen’e ilişkin temel yaklaşımlarımızın eksenini “birleşik, kitlesel bir gençlikhareketi-örgütlenmesi” sorununa dair tanımlamalarımız oluşturmaktadır. İhtiyaç olarak

tanımlanan, gençlik hareketini geliştirmenin bir aracı olacak bir “birleşik gençlikörgütlenmesi”dir. Buradaki “birleşiklik” hiçbir biçimde gençlik örgütlerini birleştirme

çabasına indirgenmemeli, “örgütlerin peşinden koşma, onları ortak iş yapmaya ‘ikna’eder hale gelme” kısırlığına düşülmemelidir.

* “Bu, doğru devrimci politikayı hayata geçirirken kendi gücüne ve bağımsız çalışmasınadayanmak ve güvenmek ile, amaca uygun biçimde en geniş güçleri birleştirmek ve birlikte

çalışma yürütmek arasında kurulması gereken doğru ilişki sorunudur. Gerektiğinde kendibaşına yürümek güç ve iradesi gösteremeyenler, başkalarını birlikte yürüyüşe çekmek güç ve

iradesi zaten gösteremezler. Politik yaşamın genelinde geçerli olan bu ilke, bugünün gençlikhareketi gerçekliği gözetildiğinde özellikle önemli ve geçerlidir. Temel hedef ile günün gerçekleri

arasında doğru, amaca uygun düşen bir ilişki ve bütünlük kurabilmektir burada sözkonusu olan.Doğru bir politikanın hayata geçirilmesi mücadelesinde bütünsel hedefi şaşmaz bir güven ve

kararlılıkla gözetmek ile, bu değişmez hedefe günün henüz sınırlı ve kısmi kalabilen olanaklarındanhareketle ulaşmaya çalışmak iki ayrı şeydir. İlkine ulaşmak tam da ikincisinden hareket etmeyi

gerektirir.”(Gençlik hareketi ve komünist gençliğin görevleri, Ekim, Sayı:240)* İşaret edilen “birleşiklik”, “mevcut ilerici-devrimci gençlik birikiminin her düzeyi”dir.

* “Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masa başında çözeceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilericipotansiyelin bir araya gelmesinin önemi ve kapsamını kavramakta zorlanacaktır. Sorunu ‘örgütleri

birleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgüt sorununa bakıştaki bu yavanlığın dışavurumundan ibarettirsadece. Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunu öznel bir sorundur, öznelerin iradi çabası ve müdahalesi ile

elbette bir çırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbir biçimde gençlik örgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamınıtaşımamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketi sıçratabilecek bir dinamiğe işaret etmektedir. İlerici potansiyeli bir araya

getiren bir birleşik örgütlenme, asıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşma hedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe,doğru bir yöntem ve bakışla ilerleyebildiği koşullarda bir anlam taşır.” (Devrimci gençlik mücadelesinde gelecek için notlar,Ekim Gençliği, Sayı: 103)

* Bu tartışma dolaysız olarak örgütün işleyiş yöntemini de ilgilendirmektedir. Söz ve karar süreçlerine tabanın doğrudankatılımına dayalı “birleşik-kitlesel bir örgütlenme” iddiası, onun sürükleyicisi olan siyasal bileşenlerin “birlik, eleştiri, birlik”yöntemiyle hareket etmeleriyle daha da güçlenecektir. “Biz inanıyoruz ki bu tutum hem mücadeleyi ve hem de ortakçalışmada ve mücadelede devrimci tutarlılığı temsil edenleri güçlendirecektir. Bu tutarlılığı kimler temsil ediyorsa varsınonlar güçlensinler, yeter ki bu süreçten genel olarak gençlik hareketi ve mücadelesinin kendisi de güçlenerek çıkabilsin.”(Gençlik hareketinin sorunları, Ekim, Sayı: 239, Ekim 2004)20

Page 21: Ekim Gencligi 114

süreci ve müdahaleninsorunları

21

Genç-Sen tanımlanan ihtiyacın neresindedir?

* “Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketi ve örgütü” ihtiyacına yönelik tanımlamalar, aynızamanda bunlar arasındaki kopmaz diyalektik bağa da işaret etmektedir.

Ancak, “hareket-örgüt diyalektiği” doğru kavranabildiği ölçüde sorunun çözümünüşablonlara/modellere indirgeme çarpıklığı ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla, Genç-Sen de dahil tüm kitleörgütlenmesi iddiaları ancak, kitle mücadelesinin ihtiyaçlarına verdiği yanıt ölçüsünde bir “olanak”olarak tanımlanabilir.

* “Genç-Sen nedir, ne işe yarar?... Genç-Sen öncelikle bu nesnellikle kurduğu ilişkiyi doğru birtemelde tanımlamalıdır. Zira, bir kitle örgütlenmesi hareketle kurduğu bağ ölçüsünde gelişebilir.Hareketin bu nesnel sorunlarına Genç-Sen hangi düzlemde çözüm oluşturmaya çalışmaktadır? Kendinibulunduğu alan içinde konumlandırmayı başaramayan bir örgütün yaşam şansı yoktur. Ya da en iyidurumda ortaya çıkacak sonuç, yeni bir mezhep olmanın ötesine geçemeyecektir.

“Genç-Sen kitlesel bir gençlik örgütlenmesi olma iddiasını ne kadar taşımaktadır?Bu soruya yanıt,etkin bir kitle çalışması, hedefli bir politik faaliyet içinde verilebilir ancak. (Birleşik, kitlesel, devrimcibir gençlik örgütlenmesi için!, Ekim Gençliği, Sayı:106)

* “Gençlik hareketinin verili durumu, örgüt ve birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorununu tümyakıcılığı ile karşımıza çıkartmaktadır. Bu parçalı ve dağınık gençlik mücadelesine ilerici güçlerinbiraraya geldiği bir zeminde politik ve örgütsel bir tutum almak, ilerici bir adım, olumlu bir gelişmeninifadesi olacaktır. Genç-Sen bu açıdan gençlik içinde oynayabileceği misyonu yerine getirebildiğikoşullarda, açık ki desteklenmesi gereken bir çaba olacaktır. Ancak bugünkü kitle dışılık Genç-Sen’inoynayabileceği bu olumlu misyonu tartışmalı hale sokmakta, onu henüz doğum aşamasındaetkisizleştirmektedir. Gençlik mücadelesi ile Genç-Sen ilişkisi açısından asıl sorun budur. Sorunçözümlenmediği koşullarda, birleşik bir mücadelenin olanakları, örgüt sorunu çerçevesinde anlamlıolabilecek bir takım tartışmalar süreç içinde heba edilecek, kaybeden oldukça sınırlı olanaklarlayürüyen gençlik hareketi olacaktır. (Agy)

Bürokratizmin kalıcılaştığı bir kitle örgütlenmesi

mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veremez

* Bir kitle örgütlenmesi iddiası olmasına rağmen Genç-Sen, bugün için büyük ölçüde hem kitlelerinhem de mücadelenin dışındadır.

* Bunu koşullayan etkenlerin başında, kendini hareket içerisinde ve onun ihtiyaçları doğrultusundavar etme pratiğine uzaklık, yanı sıra tüzüksel normlara sıkışan bürokratik kavrayışın genele hakimolması ve örgüt içinde demokratik bir işleyişin oturtulamaması gelmektedir.

* Birleşik, kitlesel temelde bir gençlik örgütlenmesi iddiasının pratikte karşılık bulabilmesi vesağlam zemine oturabilmesi için,“tabanın doğrudan katılımına açık, taban inisiyatifini açığa çıkaracakmekanizmalar” büyük bir önem taşımaktadır.

* Söz konusu olan biçimsel bir demokrasi değildir. Tabanın her düzeyde söz ve karar almasüreçlerine katıldığı, tüm süreçlerin taban iradesi üzerinden inşa edilmeye çalışıldığı, bürokratik normlaryığını olan tüzüğün yerine işleyiş normları bütünlüğünün geliştirildiği bir Genç-Sen, gençlik hareketininihtiyaçlarına yanıt verebilecektir.

Deneyimler ve değerlendirmeler ışığında Genç-Sen’e yönelik müdahale hattımız

* Başta da vurguladığımız gibi, sınırlı sayıda olumlu örnek dışında Genç-Sen’den yansıyan tablooldukça sorunludur.

“Taban inisiyatifinin açığa çıkarılmaya çalışılması, öznelerin siyasal süreçlerin ve işleyişleriniçerisine doğrudan girmesi, etkin pratik ön süreçlerin örülmesi… Bunları geçiniz! Sorunlara hareketinihtiyaçları çerçevesinde bakmak ve bu eksende dinamik tüzüksel normlar oluşturmak iradesi yerine

“Gençlik hareketinin verili durumu, örgüt ve

birleşik bir gençlikörgütlenmesi sorununu

tüm yakıcılığı ilekarşımıza çıkartmak-

tadır. Bu parçalı vedağınık gençlik mü-

cadelesine ilerici güç-lerin biraraya geldiğibir zeminde politik ve

örgütsel bir tutumalmak, ilerici bir adım,olumlu bir gelişmenin

ifadesi olacaktır. Genç-Sen bu açıdan gençlikiçinde oynayabileceği

misyonu yerine getire-bildiği koşullarda, açık

ki desteklenmesigereken bir çaba ola-

caktır. Ancak bugünkükitle dışılık Genç-Sen’in

oynayabileceği buolumlu misyonu tartış-

malı hale sokmakta,onu henüz doğum

aşamasında etkisizleştirmektedir”

Page 22: Ekim Gencligi 114

demokrasicilik oyunu ve bürokratik mekanizmalar yığını! Mevcut durumuyla, pratikte sınanmamış, kitle tabanından ve iradesindenyoksun bir kitle örgütlenmesi!” (Yeni dönem ve Genç-Sen süreci, Ekim Gençliği, Sayı:111)

* Kendini bir dizi yereli kapsayan “merkezi bir örgütlenme”olarak tanımlayan Genç-Sen’de gerçekte yaşanan, süreç içerisinde“merkezileşen” bürokratizm ve hareketten kopukluktur.

Şu an için “olumlu” olarak ifade edebildiğimiz yerel örneklerin bu “merkezi” yapının bürokratik uygulamaları ve ilkesizlikleriyleyüzyüze gelmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla, bu yerel inisiyatif örneklerinin merkezi bürokratik anlayış tarafından etkisizleştirilmesininönüne geçmek önemlidir. Genel çerçevede tanımlanan “taban iradesi” vurgusu Genç-Sen’in “merkez-yerel ilişkisi” için de geçerliolmalıdır.

* Bürokrasi ile mücadele, masa başında bu bürokratlarla tartışıp onları ikna etmeye çalışarak gerçekleştirilemez. Bürokrasininetkisizleştirilmesinin yolu, kitlelerin mücadeleye kazanılması, bu sayede bürokratik mekanizmaların parçalanmasından geçmektedir.

* Genç-Sen’de tüzük üzerinden yaşanan bürokratik tartışmalar karşısında, “tabanın doğrudan katılımına açık, haftalık söz ve karartoplantıları”nın hayata geçirilmesi önerilmelidir. Bu önerileri karşısında geliştirilecek gerici kısır tartışmalar içerisinde boğulmaktan isekaçınılmalıdır.

* “Genç-Sen halihazırda birleşik bir çalışma zeminini genel ölçüde oluşturamamıştır. Bu kapsamda kitle çalışmasını buna uzak olananlayışlarla beraber örgütleme çabası, çoğu durumda çalışmayı zora sokan sonuçlar oluşturmaktadır. Bu nedenle ortak çalışmaaçısından anlamlı olanaklar taşıyan taşra birimlerini ve sınırlı sayıdaki merkez üniversite çalışmasını dışta tutarak; çalışmanın siyasaltabanı açısından ortak bir çabaya dayanmadığı alanlarda politik gündem ve başlıklar üzerinden bağımsız siyasal faaliyetimize ağırlıkvermek esas olacaktır. Zira sürükleyici bir kuvvet ortaya çıkaramadan, ilgili alanlarda reformizmin yarattığı ataleti ve beklemeyiaşabilme şansımız bulunmuyor.

Örgütün gelişeceği asıl alan politik mücadele alanıdır. Bu kapsamda Genç-Sen’in atalet içindeki organlarında gereksiz yere boğulmakyerine, birleşik veya ayrı olarak gençliği ve bu açıdan Genç-Sen’i de sürüklemeyi hedefleyen bir tutum mutlak suretle ortayakonulmalıdır.

Çalışmanın birleşik bir olanak taşıdığı tüm alanlarda Genç-Sen faaliyeti ortak çalışma açısından taşıdığı olanaklar çerçevesinde etkinbir biçimde değerlendirilmelidir. Bu çerçevede devrimci Genç-Senliler’in daha etkin bir inisiyatifle çalışmayı sürekli kılması esasolmalıdır.

Yakın bir dönem içinde Genç-Sen’i dönüştürecek asli faaliyetin ve müdahalenin Genç-Sen’in mevcut organları dışındaoluşturulabileceği açıktır. Bu kapsamda hareketin ihtiyaçlarına yanıt veren etkili kampanya ve çalışmalarla yeni dönemde Genç-Sen’emüdahalede bulunmak, sürüklemeye çalışmak temel hareket noktamız olacaktır.” (Gençlik örgütlenmesi sorunu, Genç-Sen ve tutumumuzüzerine, Ekim Gençliği, Sayı:110)

* Genç-Sen sürecine müdahalemiz kendi bağımsız örgütsel-politik faaliyetimizin bir parçası, Genç-Sen gençlik hareketine politikmüdahalemizin araçlarından yalnızca biridir. Buna hizmet ettiği, gençliğe politika taşımaya uygun bir araç olma özelliğini taşıdığı ölçüdeGenç-Sen’e müdahalemiz sürecektir.

Komünistler için devrimci siyasal faaliyette ısrar ve süreklilik temel önemdedir. Kendi bağımsız faaliyetimizi komünist kimliğimizlekesintisiz bir biçimde sürdüreceğiz. Genç-Sen içerisinde de kendi siyasal kimliğimiz ile yeralacağız, ona devrimci bir perspektiflemüdahale çabası içinde olacağız. Bu alanının bir olanaktan çok boğucu bir platforma dönüştüğü yerlerde farklı araç ve yöntemlerle bununönüne geçmeye çalışacağız.

* “Sürükleyici bir kuvvet ortaya çıkartarak ilgili alanlarda reformizmin yarattığı etkiyi kırmak” tanımlaması basitçe niceliksel bir güçolmaya işaret etmemektedir. “Politika yaparak güç olunur” tanımlamasını döne döne yapan genç komünistler, burada “politik güç” olmaile “niceliksel güç” olma arasındaki diyalektiğe işaret etmektedirler. “Genç-Sen’in atalet içindeki organlarında gereksiz yere boğulmakyerine, birleşik veya ayrı olarak gençliği ve bu açıdan Genç-Sen’i de sürüklemeyi hedefleyen bir tutum” da bu eksende tanımlanmalıdır.

* Alanlarda gelişen süreçlere politik müdahaleyi Genç-Sen üzerinden yapmaya çalışmak, söz konusu gündemin kaçırılmasına ya daalan açısından bir dizi olanağın heba edilmesine yol açabilmiştir. Yanı sıra, siyasal faaliyetimiz açısından bir dizi çalışma gündemininzayıflamasına neden olabilmiştir. Böylesi durumlarda yapılması gereken, Genç-Sen’i gereksiz yere zorlamaktansa, farklı yöntemlerlepolitik-pratik süreçlere müdahale etmek, bunu da Genç-Sen’i sürüklemenin bir aracına dönüştürebilmektir.

* Örneğin, yerellerde ulaşım sorunu, emperyalist işgal vb. üzerinden gelişen süreçlere, Genç-Sen’in boğucu-kısırlaştırıcıtartışmalarının sonuçlanmasını beklenmeksizin, somut müdahalelerde bulunulmalıdır. Kendi politik kimliğimizle, esnek yerel çalışmaaraçlarımızla ya da yereldeki diğer siyasal gençlik gruplarını-duyarlı özneleri kapsama çabasıyla toplantı, forum vb. örgütlenebilmeli, bu

çerçevede somut bir politik-pratik hatizlenmeli, eylemsel bir süreçgeliştirilebilmelidir. Ortaya çıkan sürecebirleşik mücadele çerçevesinde Genç-Sen’inkatılmasına çalışılmalı, ancak gereksizzorlamalardan da kaçınılmalıdır. Önemliolan, alanda politik-pratik süreçleri örmeyeçalışmaktır.

Genç komünistler, burada ortaya konulanbakışaçısı ve değerlendirmeler eksenindeönümüzdeki sürece müdahale edeceklerdir.

Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlikhareketi ve gençlik örgütlenmesi içinmücadeleye!

Ekim Gençliği

22

Page 23: Ekim Gencligi 114

Gündemdeki yerel seçimler bir kez daha kendi sınırlarının öte-sinde bir siyasal anlam ve işlev kazanmış bulunmaktadır. Bu yal-nızca burjuva gericiliğinin iç sorunları ya da karşı karşıyabulunduğu sorunlar bakımından değil, kriz ortamı ve bahar sürecikoşullarında sınıf ve kitle hareketinin gelişme sorunları bakımındanda böyledir.

Rejim krizi ve yerel seçimler

Rejim krizi ve bununla bağlantılı olarak düzen siyasetinin mev-cut tablosu, yerel seçimlere kendinden öteye bir anlam ve işlev ka-zandıran nedenlerden ilkidir. 2004’de olduğu gibi bu kez de yerelseçim sonuçları burjuva siyaset sahnesindeki güç dengelerini seç-men desteği yönünden sınayacak ve bu da sürecin sonraki seyrinietkileyecektir.

Seçimlerden belirgin bir üstünlükle çıkmak, örneğin son genelseçimlerde elde ettiği seçmen desteğini iyi-kötü korumayı başar-mak, hükümet partisi AKP’ye yeni bir özgüven kazandıracaktır.Böylece dinsel gericilik devleti adım adım ele geçirmek ve toplum-sal-kültürel yaşama kendi eğilimlerine uygun bir biçim vermek ça-balarını yeni bir düzeye çıkarmak olanağı bulacaktır.

Son genel seçimlere göre dikkate değer bir seçmen desteği kaybıise, tersinden gerici burjuva muhalefetini harekete geçirecek, krizortamının yaratmakta olduğu olanaklardan da yararlanarak, AKP’yisıkıştırmaya ve erken bir genel seçime zorlamaya yöneltecektir.

Son genel seçimleri izleyen olayların toplam bilançosu, AKP’ningücünden ve bunun çok yönlü sonuçlarından rahatsız olan düzenkesimleri için, hiç değilse şimdilik, bundan başka bir yol olmadığınıgöstermektedir. ABD kaynaklı ve AB destekli Ergenekon Operasyo-nu’nun gelinen aşamada kazandığı çehrenin en önemli sonucu dabudur. Şoven milliyetçi bir konum üzerinden ABD’ye karşı çatlakses çıkaran gerici düzen kesimlerinin siyaseten etkisizleştirilmesineve itibarsızlaştırılmasına yönelen bu operasyonla, aynı zamandabaşta ordu olmak üzere açık-gizli faşist-militarist kurumlara da çekidüzen verilmektedir. Bu sonuç, ABD emperyalizmi ile tam uyumhalindeki AKP’yi kendiliğinden rahatlatmakta ve karşıtlarına hiçdeğilse şimdilik sistemin meşru siyasal kanalları dışında bir yol bı-rakmamaktadır.

Gündemdeki yerel seçimlerin burjuva siyaseti için kendi sınırla-rının çok ötesinde bir anlam ve işlev kazanmasının nedeni de budur.Bunun bilincinde olarak halen taraflar kendileri bakımından en iyisonucu almak üzere her türden ilkesizliğe ve kuralsızlığa dayalıhummalı bir çaba içerisindedirler. Yerel yönetimlere hakim olmanınsağladığı çok yönlü olanaklar, özellikle de muazzam rant kaynaklarıise, doğal olarak tüm düzen partilerinin yerel seçimlere kendi cep-helerinden hırsla asılmalarının bir öteki temel nedenidir.

Kürt sorunu ve yerel seçimler

Yerel seçimlere yerel yönetimlerin ötesinde bir anlam kazandı-ran bir öteki etken, haliyle Kürt sorunudur. Kürt halkının haklı vemeşru istemleri karşısında tüm kesimleriyle inkarcı bir birleşikcephe oluşturan burjuva gericiliği, DTP’nin geçmişe göre muhtemelbir başarısızlığını etkili bir siyasal ve psikolojik saldırının dayanağıolarak kullanmaya hazırlanmakta, bu konudaki tüm umudunu daAKP’ye bağlamış bulunmaktadır.

22 Temmuz seçimlerinde Kürdistan’da elde ettiği belirgin seçimbaşarısı, AKP’yi, kendisine diş bileyenler de dahil tüm burjuva geri-ciliği için Kürt sorununu bloke etmenin ve Kürt hareketini tecritedip etkisizleştirmenin bugünkü koşullarda vazgeçilemez bir ola-nağı haline getirmişti. Bunun fazlasıyla farkında olan AKP, kendi-sine düzen bünyesinde özel bir üstünlük kazandıran bu konumunuyeni bir düzeyde güçlendirmenin yollarını aradı. Erken bir tarihtebizzat başbakanın ağzından dile getirilen “kaleleri düşürme” politi-kası da bunun ifadesi oldu. Parlamentodaki en büyük Kürt grubunubarındırmakla övünen bu gericilik odağı, başta Diyarbakır olmaküzere ulusal hareketin “kale”si durumundaki kentlerde belediye se-çimlerini de kazanırsa, bunun inkarcı düzenin elinde Kürt sorununuhiç değilse bir süre için bloke etmenin ve Kürt hareketine etkili birbiçimde yüklenebilmenin önemli bir olanağı olacağını, bu arada dü-zenin Kürt sorunu üzerinden kendisine olan konjonktürel bağımlılı-ğını güçlendireceğini düşünüyordu.

Bunda haksız da değildi. Zira kendi iç didişmelerinin tüm şidde-tine rağmen bir bütün olarak burjuva gericiliğinin yerel seçimlerüzerinden ve AKP eksenli olarak Kürt sorununa ilişkin en önemlihesabı halen de budur. Hükümetin seçimlerin hemen öncesine denkgetirilen yeni Kürt “açılımları”nın sessiz bir onayla karşılanması dabundan dolayıdır.

AKP’nin aynı amaca yönelik manevraları 22 Temmuz’da önemlibir başarı sağlamıştı. Fakat seçimleri izleyen dönemde orduyla tamuyuma dayalı Kürt politikası çok geçmeden onun gerçek yüzünü deaçığa çıkarmış, Kürdistan’daki desteğini önemli ölçüde zayıflat-mıştı. Şu sıralar Kürt sorunu eksenli olarak birbirini izleyen manev-ralar tam da bu zayıflamayı telafi etmeye yöneliktir. Amerikanplanları çerçevesinde Güney Kürdistan’la ilişkilerdeki yeni gelişme-ler, TRT’de Kürtçe kanal, üniversitelerde Kürt tarihi ve kültürüneilişkin bölümlerin açılacağına dair açıklamalar ve nihayet Ergene-kon Operasyonu’nun bir ucundan da olsa nihayet Kürdistan’dakikirli işlere dokunması, yerel seçim sürecine denk gelen tüm buadımlar, Kürt seçmen desteğini yeniden güçlendirmeye yönelik ma-nevralardır da aynı zamanda. Bütün bunları büyük bölümüyle yok-luk ve yoksulluk içindeki Kürt seçmen kitlelerine yönelik seçimrüşvetleri tamamlamaktadır, tamamlayacaktır doğal olarak.

Sonuçta 29 Mart yerel seçimleri, Kürt sorunu üzerinden tüm buhesapların ve manevraların ne denli tuttuğunu ve tutabileceğini deseçmen eğilimleri üzerinden belli sınırlar içinde sınayacaktır.

Fakat bundan kalkarak, gündemdeki yerel seçimlere Kürt sorunuüzerinden “referandum” işlevi atfetmekten özenle kaçınmak gerekir.Kürt halkının kendi özgür iradesinin açığa çıkmasının ifadesi olabi-lecek bir referandum, hiçbir politik baskı ve kısıtlamanın olmadığı,tam bir propaganda-ajitasyon özgürlüğünün bulunduğu bir ortamdabir anlam taşıyabilir ancak. Bu nedenle, temel demokratik hak veözgürlüklerden yoksun bir toplumda ve boğucu kirli savaş orta-mında yapılan olağan bir yerel seçime bir referandum işlevi atfet-meye eğilim duymak, burjuva gericiliğinin tuzağına düşmektir.

Oysa Kürt hareketi ve onun ardından sürüklenen bütün bir refor-mist-kuyrukçu sol, açıktan ya da örtülü olarak buna eğilim duyabil-mektedir. Kuyrukçu solun bir kesimi bunu DTP’yi seçimlerdekayıtsız-şartsız desteklemenin bir gerekçesi olarak da kullanmakta-dır. DTP’nin ulusal özgürlük mücadelesiyle özdeşleşmiş birkaçkentte belediye başkanlıklarını almasının Kürt sorunuçerçevesinde elbette belli sınırlarda bir politik anlamı ve

Yerel seçimler

ve komünist ler

23

Page 24: Ekim Gencligi 114

mesajı vardır. Bu, tüm baskı ve teröre, manevralara ve rüşvetlererağmen kitle desteğinin korunduğunun bir ifadesi olacaktır. Fakatbunun Kürdistan’da referandumla, Kürt halkının özgür iradesininaçığa çıkması ile bir ilgisi yoktur, olamaz. DTP’nin Kürdistan’dakiseçmen desteğinin halihazırdaki sınırları bellidir ve bu her halükardatoplamında burjuva gericiliğinin sahip olduğu seçmen desteğininepeyce altındadır. Seçimlerin referandum anlamına geldiğini dillendi-renler, bu olguya dayanarak burjuva gericiliğinin girişeceği demago-jilere de çanak tutmuş olduklarını bilmek durumundadırlar.

Ekonomik kriz, bahar süreci ve yerel seçimler

Gündemdeki yerel seçimlerin ekonomik kriz ortamında ve baharsürecinde sınıf ve kitle hareketinin gelişme sorunları bakımından dakendinden öteye bir anlamı ve işlevi vardır. Böyle bir dönemde gün-deme gelen seçimler, burjuva gericiliğinin tüm kesimleri için, kitlele-rin dikkatini kendi özgücüne dayalı mücadeleden ve eylemdenparlamenter kurumlara ve dolayısıyla seçim sandığına çekmenin birönemli olanağıdır da. Tam da aynı nedenlerle fakat tümüyle zıt amaç-lar doğrultusunda gerçek devrimcilerin görevi, bu tuzağı boşa çıkar-mak, seçimlerin sınıf ve kitle hareketinin gelişme dinamiklerini birsüreliğine de olsa zaafa uğratmasına her yolla engel olmaktır.

Nispeten uzun süren bir hareketsizliğin ardından son iki senedirbelirli bir tempoda gelişen, zaman zaman genişlik ve yoğunluk da ka-zanan bir sınıf ve kitle hareketi ile yüzyüzeyiz halen. Ekonomik kri-zin dolaysız etkileri ve sermaye çevrelerinin bunu yeni bir saldırınınbahanesi haline getirmeleri, özellikle son aylarda işçi hareketi eksenliolarak buna yeni bir güç kazandırdı. Krizin kendini genişleyen kural-sız saldırılar olarak ortaya koyan etkilerinin giderek çoğaldığı vebunun bahar sürecinin olanakları ile üst üste bindiği bir evre, kitle ha-reketinin gelişmesi için daha uygun bir zeminin de oluşması demektirhaliyle.

Fakat işte tam da bu aynı evre, aynı zamanda bir yerel seçim sü-reci olarak da yaşanmaktadır. Burada sorun karşımıza, dikkatlerinseçim sandığına mı, yoksa sınıf ve kitle hareketinin gelişimine mi yö-neltileceği olarak çıkmaktadır. İlki tüm kesimleriyle burjuva gericili-ğinin tutumudur, ikincisi düzene karşı devrim kampında durduğunuiddia eden ya da buna inanan tüm siyasal güçlerin tutumu olmak zo-rundadır. Kuşkusuz bu ikilem, düzen güçleri ile devrim güçlerinin tu-tumları arasındaki bu temelli fark, gerçekte her seçim dönemi içingeçerlidir. Fakat uzun süreli bir durgunluğun ardından kendini yeniyeni bulmaya başlayan bir kitle hareketi koşullarında, hele de bu krizürünü saldırılara karşı kitle hareketinin sonraki seyrini de yakındanilgilendiriyorsa, bu ayrım çizgisi ayrıca güncel bir anlam ve önem detaşıyor demektir.

Gündemdeki yerel seçimlerin sınıf ve kitle hareketinin gelişmeseyri bakımından kendinden öte anlamı ve işlevi de işte bu noktadabelirmektedir. Burada sorun, politik ilginin olağan dönemlere görebelirgin biçimde yoğunlaştığı ve kitlelerin nispeten geri kesimlerinide kapsadığı bir evrede seçim ortamının yarattığı olanaklardan yarar-lanıp yararlanmamak değildir kesinlikle. Tüm sorun, bunun ne yöndeve ne amaçla yapılacağıdır. Aynı ilgi ve politizasyondan pekala kitle-lerin dikkatini mücadeleye ve somut eyleme çekmek için de en iyi bi-çimde yararlanılabilir ve tüm gerçek devrimcilerin sorunu,kilitleneceği temel kaygı şaşmaz biçimde bu olmalıdır.

Tersinden ise burjuva gericiliği kitlelerin tüm dikkatini parlamen-ter kurumlara, yerel yönetimlere, bu yolla sorunların çözülebileceğialdatıcı inancına, dolayısıyla da seçim sandığına yöneltmeye çalışa-caktır. Bunu başardığı ölçüde ise kitleleri aldatıcı hayaller eşliğindeedilgenliğe itecek, böylece yeni yeni hız kazanan ve girmekte oldu-ğumuz bahar döneminde daha da güçlenme ve yayılma potansiyeli

taşıyan sınıf ve kitle hareketi dalgasını kırmak, hiç değilsegeri plana düşürmek başarısı göstermiş olacaktır.

Yerel seçimler ve reformistler

Devrimle, devrimci ilkelerle, devrimci amaç ve kaygılarla yakın-dan uzaktan bir ilgisi kalmamış reformist sol, gündemdeki seçimlerinortaya çıkardığı sorunları bu açıdan ele almanın yanından bile geç-memektedir. Onun temel ayırdedici özelliği artık burjuva parlamenta-rizmine endeksli hesap ve kaygılardır.

Ne edip edip hiç değilse birkaç beldede bir seçim başarısı eldeetmek, hele de bunu kendi parti ya da grup adayı üzerinden yapabil-mek, halen herbir reformist çevrenin seçim dönemindeki en önemlikaygı ve hesabı olarak öne çıkmaktadır.

Bundan dolayıdır ki, krize karşı etkin bir rol oynayabilecek birle-şik mücadele platformalarını boşa çıkarmak ya da geri plana itmekpahasına tüm dikkatleri ilkesiz seçim ittifaklarına yöneltme yolunututmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, ortak seçim platformlarında biraraya gelenler, ilkeler ve ortak platformun siyasal çerçevesi konu-sunda hemencecik anlaşabildikleri halde, nerede ve kimin adayı tar-tışmalarının içinden haftalar boyu çıkamamaktadırlar. Bunun içindirki, ortak seçim platformu üzerine anlaşan ve bunu da sözümona mü-cadelenin ihtiyaçlarına bağlayanlar, hemen ardından, “ama önemliolan adaylar üzerinde de anlaşabilmektir” diye eklemekte ve pazarlıkgüçlerini artırmak üzere birbirilerini gerekirse ayrı aday şantajıyla aç-maza almak, bunu da ilk pratik adımlarda somutlamaktan geri durma-maktadırlar.

Halihazırda DTP eksenli olarak kurulan, reformist ve kuyrukçusolun tüm kesimlerinin yanısıra devrimcilikten demokratlığa doğrueğik bir düzlemde yol alan yeni bazı gruplarla da saflarını bir öncekiseçime göre daha da genişleten “birlikte başarabiliriz” ittifakının ger-çek tablosu işte budur. Bu tabloda reformist sol payına kuşkusuz yenibir şey yoktur. Onlar Kürt oylarının büyüsüne de kapılarak parlamen-tarizme kendilerini endeksleyeli, genel seçimleri “iktidara yürüyo-ruz!” heyecanı ile, yerel seçimleri “yerel iktidarlaşma” hayalleri ileele alalı yıllar oldu. Yenilik, bu liberal parlamenter cephenin gelenek-sel halkçı devrimci hareketten geriye kalmış pek az sayıdaki grup yada çevreden yeni katılımlarla genişlemesindedir.

Gündemdeki seçimler bu açıdan bir kez daha gerçek konum vekimliklerin netleşmesine vesile olmuştur. Yıllarca her türlü inandırı-cılığını yitirmiş solcu söylemlerle fakat gerçekte apolitizmin bir so-nucu olarak seçimlerden uzak duranlar, bu alana ayak atar atmazTürkiye’nin en kaşarlanmış reformistleri ile aynı safa düşmüşlerdir.Devrimcilik, devrimci ilke ve amaçlar, seçimlerden devrimci amaç-larla, devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek ve bu arada burjuvaparlamenter kurum ve mekanizmaların gerçek içyüzünü sergilemeküzere yararlanmak, tüm bunlar bir anda anlamını yitirmiş, ne edipedip “birlikte” birkaç ilçe, belde ya da muhtarlık seçimini kazanmayı“başarmak” esas kaygı ve amaç haline gelmiştir.

Bu ibret verici bir tablodur, ama yine de sağladığı yeni açıklıklarıkomünistler kendileri yönünden önemli bir kazanım saymaktadırlar.Bunun neden böyle olduğu şu sözlerde bütün açıklığı ile ortaya kon-muştur: “Son yıllarda seçimler solun tablosunu daha iyi anlayabil-mek, kimin gerçekte ne olduğunu ve nerede durduğunu daha açıkbiçimde görebilmek için paha biçilmez veriler sunmaktadır. Şu veyabu parti ya da grubun gerçek konumunun, bilincinin ve yönelimininne olduğunu daha açık, somut ve kesin biçimde anlamak istiyorsanız,seçimler dönemindeki tutum ve politikasına bakınız, o parti ya dagrubun gerçeğini bütün açıklığı ile görme olanağı bulursunuz.” (Tas-fiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm, Eksen Yayıncılık,s.21)

Yerel seçimler ve komünistler

Partimiz, genel olarak burjuva parlamenter kurumlara, özel olarakyerel yönetimlere, bu çerçevede bir parlamenter mekanizma olarak24

Page 25: Ekim Gencligi 114

2525

seçimlere ilişkin ilke ve yaklaşımlarını birçok vesileyle ve yeterli açıklıkta ortaya koymuştur. Bu yakla-şımlar genelliği içinde de bırakılmamış, özellikle reformist sola karşı ideolojik mücadele içinde ve Türki-ye’nin özgün gerçekleri üzerinden somutlanmıştır da. Bu yerel yönetimler sorunu için de aynı ölçüdegeçerlidir. Türkiye’de yerel yönetimlerin, daha özel olarak belediyelerin ne olup ne olmadığı, hangi ku-rumsal ve yasal ilişkiler ağı içinde bulundukları, merkezi iktidar tarafından siyasal, idari ve mali olaraknasıl bir denetim altında tutuldukları ayrıntılara inilerek irdelenmiş, yeterli somutlukta ortaya konulmuş-tur. (Bkz. Liberal Solun Yerel Seçim Perişanlığı, Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm içinde,Eksen Yayıncılık)

Bunlar partimizin elinde, gündemdeki seçimleri doğru bir bakış açısıyla ele almak kadar her türdenoportünizme karşı etkili bir ideolojik mücadele bakımından da önemli bir ideolojik birikimin ifadesidirler.Bu birikimden bu vesileyle en iyi, amaca en uygun biçimde yararlanmak tüm komünistlerin görevidir.

Gündemdeki yerel seçimlere ilişkin yaklaşımımızın genel ilkesel çerçevesini ve genel esaslarını da bu-rada bu aynı birikimden hareketle ortaya koyacağız:

- Komünistler seçimlere katılmayı ve burjuva parlamentosundan olduğu gibi yerel yönetimlerden dedevrimci amaçlar için yararlanmayı ilke olarak reddetmezler. Fakat bunu yaparken, yerel yönetimlerin işlevi, gücü ve sorunlara çözüm olanakları konusunda herhangi bir yanılsama yaratmamaya da özel bir dik-kat gösterirler. Bununla da kalmaz, buna ilişkin burjuva ve reformist aldatmacaların içyüzünü kitlelerönünde teşhir etmeyi temel önemde bir görev sayarlar.

- Komünistler için seçim çalışmaları tümüyle devrimci sınıf mücadelesine ilişkin genel hedef ve görev-lere tabidir; onlar seçim atmosferinden, kitleleri devrimci hedeflere kazanmanın, onların bilincini, örgütlen-mesini ve mücadelesini bu doğrultuda geliştirmenin bir olanağı olarak yararlanmaya bakarlar. Buçerçevede, kitlelerin karşısına düzenin yasallık cenderesine ve seçimlere uyarlanmış güdük seçim platform-ları ve bildirgeleriyle değil, kendi bağımsız devrimci sınıf programıyla, bunun döneme uyarlanmış ve gün-cel devrimci görevlere bağlanmış popüler açıklamalarıyla çıkarlar.

- “Ulusal irade” yanılsaması üzerinden burjuvazinin gerçek iktidar odaklarını perdeleme işlevi görenburjuva parlamentosunun içyüzünü kitleler, özellikle de onların ileri kesimleri önünde sergilemek nispetendaha kolaydır. Kitlelerin uzun yılları bulan deneyimleri bunu bir ölçüde olsun kolaylaştırır. Buna karşınkurum olarak yerel yönetimler, “halkın yönetimi”, “halkın katılımı”, “halka dolaysız hizmet” vb. argüman-lar üzerinden sunulmaya elverişlidirler. Özellikle reformist sol buna yönelik yanılsamalara güç katar ve onasolcu söylemlerle belli bir inandırıcılık da kazandırır.

- Oysa bu büyük bir aldatmacadır. Merkezi iktidar organlarının burjuvazinin elinde olduğu ve bunun binbir kolla (vilayet, emniyet, istihbarat, garnizon, yargı vb.) kendini yerel düzeyde de gösterdiği bir durumda,yerel “halk yönetimi” tepeden tırnağa bir yalan ve yanılsamadır. Aynı gerçek, üretim araçları ve zenginliğinezici bölümü (dolaysız özel mülkiyet ya da devlet bütçesi ve mülkiyeti olarak) burjuvazinin elinde ve dene-timinde olduğu sürece, yerel planda halkın sorunlarının çözülebileceği inancı ya da beklentisi için de geçer-lidir. Alabildiğine sınırlanmış ve güdükleştirilmiş yerel yönetimler ve bütçeler, bu sınırlar içinde bileburjuvazi tarafından bin bir yolla en sıkı bir denetim altında tutulurlar.

- Bu temel önemde bilimsel-toplumsal gerçeklerden hareketle TKİP, yerel yönetimler üzerinden yapıla-bilecekler hakkında özellikle reformist sol tarafından işçilere ve emekçilere pompalanacak hayallere karşıbir kez daha özel bir mücadele yürütecektir. Her biçimiyle “Belediye sosyalizmi” yanılsamasının içyüzünükararlılıkla teşhir edecek, bunu, kurulu düzenin gerçek yapısı, kurumlaşması ve işleyişinin ortaya konul-ması çabasıyla birleştirecektir.

- Komünistler, yerel seçimlerde işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin karşısına kendi bağımsız adaylarıylaçıkacak, yerel seçim kampanyalarını bu adaylar üzerinden öreceklerdir. Bu kampanyanın amacı elbette oytoplamak değil, fakat partinin devrimci propaganda ve ajitasyonunu normal dönemlerle kıyaslanamaz öl-çüde güçlendirmek, kitleleri devrimci açıdan aydınlatmak, parti programını tanıtmak, onun döneme uyar-lanmış stratejik ve taktik istem ve şiarlarını kitleler içinde yaymaktır. Her zaman olduğu gibi bu seçimlerdede partinin seçim çalışmasındaki başarısının temel ölçüsü bu olacaktır.

Partimiz seçimlerde kendi bağımsız faaliyetini esas alacak ve bütün bir çabasını bu eksende yoğunlaştı-racaktır. Herhangi bir seçim ittifakı arayışı içine de girmeyecektir. Zira bugünün siyasal sahnesinde dev-rimci ilke ve amaçlar çerçevesinde bu türden bir ittifak için başvurabileceğimiz muhataplardan yoksundurumdayız. Düne kadar devrimci platformlarda birlikte iyi kötü iş yapabildiğimiz grupların büyük bir bö-lümü halen reformist solun yedeğinde hareket etmek yolunu tutmuştur. 12 Eylül yenilgisinden arta kalanküçük-burjuva devrimci demokrat hareketin fiilen çöküşü anlamına da gelen bu tablo bize seçim gündemiçerçevesinde devrim ve sosyalizm bayrağını kendi başımıza yükseltmek dışında bir seçenek bırakmamıştır.

Partimiz bu bayrağı tek başına yükseltmekten geri durmayacaktır. Krizle iflası bir kez daha açıkça or-taya çıkmış kokuşmuş sermaye düzeni karşısında olduğu kadar “sol alternatif” adı altında kendini gösterenreformist aldatmaca karşısında da devrim ve sosyalizm seçeneğini öne çıkaran, kitlelere gerçekleri anlatan,onlara inanç ve kararlılıkla devrimci çözüm ve mücadele yolunu gösteren, bunu devrimci sınıf mücadelesi-nin geliştirilmesi somut hedefine bağlayan yoğun ve tempolu bir çalışma içinde olacaktır. Partimiz dev-rimci baharı yerel seçimlere değil, tam tersine yerel seçimlerin sunduğu olanakları devrimci baharabağlayan bir davranış çizgisi izleyecektir.

EKİM(www.tkip.org sitesinden alınmıştır...)

Böyle bir dönemdegündeme gelen

seçimler, burjuvagericiliğinin tüm

kesimleri için,kitlelerin dikkatini

kendi özgücünedayalı mücadele-den ve eylemdenparlamenter ku-

rumlara vedolayısıyla seçim

sandığına çek-menin bir önemli

olanağıdır da. Tamda aynı nedenlerle

fakat tümüyle zıtamaçlar doğrul-tusunda gerçek

devrimcileringörevi, bu tuzağı

boşa çıkarmak,seçimlerin sınıf ve

kitle hareketiningelişme dinamik-

lerini bir süreliğinede olsa zaafa

uğratmasına heryolla engel

olmaktır.

Page 26: Ekim Gencligi 114

Bir yerel seçim sürecine daha girmiş bulunuyoruz.Düzen partilerinin “çekişmeleri” yerel yönetim adaylarıüzerinden sürüyor. Bu sürecin en canlı yaşandığı illerdenbirisi de Ankara. Ankara’daki seçim kavgasının biryanında 15 yıldır Ankara Büyükşehir BelediyeBaşkanlığı koltuğunu kimselere bırakmayan AKP’liMelih Gökçek, diğer yanındaysa koltuğunu yıllar önceMelih Gökçek’e kaptırmış CHP’li aday Murat Karayalçınduruyor. İkisi de birbirinden yalancı ve ikiyüzlü olan buburjuva siyasetçileri daha yakından tanıyalım.

Melih Gökçek belediye başkanlığı koltuğuna ilkolarak ‘94 yılında oturmuştur. O günden bugünehakkında birçok yolsuzluk skandalı ortaya çıktı, sayısızdava açıldı. En son olarak adı, Ankaralılara gerçekdeğerinin çok üstünde sattığı doğalgaz sayaçlarıylagündeme geldi. Bu olay üzerine açılan davayı kaybedince(tam da seçim dönemine denk geldi), emekçilerdençaldığı paraları ödemenin derdine düştü.

Gökçek koltuğa oturduktan sonra servetine servetkattı ve Türkiye’nin en zenginleri arasına girdi. Diğerbirçok burjuva siyasetçi gibi emekçilerden çaldığıparalarla zengin oldu.

Melih Gökçek’i tanıtmaya son bir olayla noktakoyalım. Geçtiğimiz yaz aylarında Ankara ciddi bir suskandalıyla sarsılmıştı. Birçok emekçi semtine haftalarcasu verilmemiş, ama zengin semtlerinde tek bir gün su

kesintisi yaşanmamıştı.Bozulan imajını düzeltebilmek için Gökçek, “kısa

sürede Ankara’nın su sorununu çözdük, Ankara’ya artıksu Kızılırmak’tan gelecek” diyerek,

insan sağlığını hiçe sayan birgirişimde bulundu. Ama yapılanaraştırmalar gösterdi ki,Kızılırmak suyu içindebarındırdığı arsenik vb. zehirli

maddelerle insan sağlığınıciddi oranda tehdit ediyor,

kanser olma riski doğuruyor. Fakatutanmaz ve ikiyüzlü Gökçek,

milyonlarca insanın gözünün içinebaka baka yalan söylemeye

devam etti.Murat

Karayalçın ise,

Melih Gökçek’ten önce, 89-93 yılları arasında AnkaraBüyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış diğer bir burjuvasiyasetçisidir. Fakat uzun yıllardır herhangi bir koltuktaoturmuyor olması bozuk sicilinin bir nebze unutulmasıaçısından kendisine avantaj sağlıyor. Bugün “halkçı”kimliğe bürünen Karayalçın aynı koltukta oturduğu süreboyunca hiç de “halkçı” bir tutum sergilememiş, aksinezamlar ve hırsızlıklarla Melih Gökçek’i aratmamıştır. Öteyandan emekçilerin gözünde “solcu” olan Karayalçın,1993’te Sivas’ta 33 aydın diri diri yakılırken kendisidönemin başbakan yardımcısıdır ve bu katliamıkoltuğundan izlemekle yetinmiştir.

Karayalçın 1994 yılında ise Dışişleri Bakanıolmuştur. Emperyalizmin kirli politikalarına sadakatlehizmet etmiş, halklara yönelik katliamlarınsorumlularından biri olmuştur. Yani bugün “emektenyana”, “solcu” bir imajla karşımıza çıkan Karayalçınesasında eli kanlı bir katildir. Bugün seçilebilmek içinvaad ettikleri içi boş yalanlardır.

Tek fark yüzlerindeki maskeler!

İki adayın da ortak yönü kirli sicilleri... İkisinin detaktığı maskeler dışında birbirlerinden bir farkı yok.

Melih Gökçek döneminde Ankara’da yaşanan birçoksorunun tek sorumlusu Gökçek değildir. Gökçek yalnızcabir uygulayıcıdır. Sorunların esas sorumlusu kapitalistsistemdir. Ancak sorun böyle ortaya konulmadığı için,Ankaralılar için Karayalçın bir çözüm olarakgörülebiliyor. Ama Karayalçın’ın geçmişini de gördük.Koltuğa oturduktan sonra vaatlerin hepsi unutulacaktır.Çünkü düzenin kirli politikacıları sermayenin çıkarlarıdışında bir iş yapamazlar. Yapacak olurlarsa, o koltuktaoturamazlar. Bugün sol bir yaftayla emekçileri kandırıp okoltuğa oturmaya çalışanların nasıl bukalemun gibi renkdeğiştirdiklerini iyi biliyoruz. Yerel seçimler öncesi tümbunları yeniden hatırlamak gerekiyor.

Alternatifimiz ne olacak?

Bugüne kadar defalarca seçim oyununa tanık olduk.“Bir şeyler değişir belki” diye umutlanılan seçimler hephayal kırıklığı yarattı. Çünkü bu seçimlerin tek amacı,koltuğa kimin oturacağı, bu rant ve talan düzenindenkimlerin kazanç sağlayacağıdır.

Oysa bizim derdimiz insanca yaşayabilmektir.Onların kendi paçalarını kurtarma çabaları bizi hiçilgilendirmiyor. Her gün çürüyen ve rezilleşen düzenekarşı mücadele vermeden hiçbir şey bizim istediğimizgibi olamaz. Bize insanca yaşam olanaklarınısağlayabilecek tek sistem sosyalizmdir. O yüzden buseçim döneminde burjuva siyasetçilerinin ipliğini pazaraçıkarıp, insanlığın kurtuluşu sosyalizmde demeninvaktidir. 26

Düzenin seçim aldatmacası...

“Gökçek mi? Karayalçın mı?”

Page 27: Ekim Gencligi 114

2727

Türkiye’nin ABD ile ilişkileri, siyasi, ekonomik, ticari, askeri ve kültürel boyutları olan bir efendi-uşak ilişkisidir. ABD’ye çok yönlü kölece bağımlılık, Türkiye’nin tüm politikalarını belirlemektedir

14 Kasım 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yeralan “İşte Siyaset Belgesi” başlıklı yazı, bu kölecebağımlılığı somut bir biçimde ifade etmekte ve bugünkü güncel gelişmeleri değerlendirebilmek açısın-dan temel bir yerde durmaktadır. “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ndeki ABD ile ilişkiler bölümündekiaçıklamalar şu ifadeleri içermektedir:

“* ABD ile ilişkiler tarihseldir ve çok yönlüdür. * İlişkilerin siyasi, ekonomik ve güvenlik boyutu vardır. * Bu ilişkiler ticari ve teknolojik olarak da geliştirilmelidir. (...) * Türkiye’nin ABD ile ilişkileri Orta Asya, Balkanlar, Güney Kafkasya, Ortadoğu politikaları bakı-

mından stratejiktir. Bu konularda işbirliği, dayanışma Türkiye’nin çıkarınadır. * Türkiye’nin ABD ile ilişkileri stratejiktir ancak başka bir ilişkinin alternatifi değildir. ABD, AB sü-

recimizin bir alternatifi değildir. * NATO’daki rolümüzü korumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetinde yerimiz olmalı.” (Milli Gü-

venlik Siyaset Belgesi üzerine/2, ABD emperyalizmine çok yönlü bağımlılık ve sadakatin itirafı, KızılBayrak, sayı: 47)

Burada ifade edilenlerden anlaşılabileceği gibi, Türkiye’nin yönünü belirlerken temel alması gerekennoktalar açıktır. “ABD emperyalizmine kölece bağımlılık ve ‘stratejik’ kader birliği, tüm kesimleriyleTürk burjuvazisinin ve tüm kurumlarıyla devletin ortak paydasıdır” ve “Türkiye’yi yönetenler bu alan-larda ABD ile tam uyuma ‘stratejik’ önem atfedebilmektedirler.” (agy)

Bu değerlendirmenin de ışığında, Türkiye’nin politikalarının nasıl şekillendiğini tanımlayabiliriz.Öyle ki, düzen içi hegemonya mücadelesinin kızıştığı süreçlerde dahi ordu ve AKP arasındaki anlaş-mazlık taraflarca bir kenara itilebilmekte, ABD emperyalizminin ihtiyaçları doğrultusunda taraflar bir-likte hareket etmek durumunda kalmaktadırlar. Ya da çatışmanın seyri büyük oranda ABD’nin kimearka çıkacağı üzerinden belirlenmektedir.

Ergenekon operasyonunu da bu çerçevede, ABD’nin Türkiye’nin tüm politikalarına yön vermesiüzerinden değerlendirmek gerekmektedir.

Ergenekon ABD’nin devlete çeki düzen verme operasyonudur!

Ergenekon operasyonu, düzen içi çatışma sürecinde hep AKP’nin karşı hamleleri olarak hayat buldu.Ordu cephesinin saldırılarına bir yanıt niteliğini taşıdı. Ancak Ergenekon operasyonu her defa-sında, ordu ve AKP arasındaki çatışmada AKP tarafından yapılan hamleler olarak gündemegeldi. Fakat rejim krizi bir uzlaşı ile sonuçlanmış ve yatışmışken dinci partinin bu hamleleri

sürdürmesi ve birkaç homurdanma dışında ordunun kendi prestijini sarsacak böy-lesi bir operasyon karşısında sessiz kalabilmesinin gerisindeki neden nedir?

Ergenekon operasyonları ...

Çeteleşen devletten hesabı emekçiler

soracak!

Page 28: Ekim Gencligi 114

28

Açıktır bu neden, operasyonun gerisinde ABD’nin bulunmasıdır.

Son operasyonlarda göz altına alınanlara baktığımızda eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılıç, eskiHarp Akademileri Komutanı Kemal Yavuz, Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, eski YÖK BaşkanıKemal Gürüz, Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek, Genel Başkan Yardımcıları Mecit Hazır,Pevrul Kavlak gibi isimleri görmekteyiz. Bunların büyük bölümü geçmişte ABD güdümlü “derin dev-

let”in birer parçası olsalar da son süreçte belli sorunlarda ABD’ye karşı “çatlak sesler” çıkaran ve

ABD’nin politikalarına uyum sağlamakta zorlanan unsurlardır. Türkiye’nin ABD ile “stratejik” ortaklı-

ğına “gölge düşüren”, Kürt sorunu, Kıbrıs ve Irak gibi konulardaki söylemleriyle Amerikan politikala-

rıyla çelişen kişilerdir.

“Bu aşamada Ergenekon operasyonlarının, ABD stratejilerinin merkezinde durduğu devleti yenidenyapılandırmak amacıyla yapılan sistemli bir müdahale olduğu çok daha açık biçimde görülmektedir.ABD emperyalizmi ülkedeki temel dayanakları yoluyla, eski alışkanlıklarında ayak direyen, bir yerdensonra da muhalefete soyunan eski uşaklarını cezalandırıyor. Bu cezalandırma işlemini de sembolik isim-leri hedef alarak yapıyor. Bununla, eski yapılar ve ideolojik söylemde ısrar eden ve ABD stratejileriningüncel gerekleri konusunda yalpalayan güçlerin direncini kırmaya çalışıyor. Böylece devlete yeni birideolojik-politik görünüm kazandırmaya, bu görünüme uygun kadroları iş başına getirmeye çalışıyor.”( Ergenekon’un yeni dalgası, Kızıl Bayrak, Sayı:2009/02 )

Ergenekon operasyonu, ABD’nin güncel politikalarına uyum sağlayamayan kesimin tasfiye edilme-

sidir. ABD emperyalizmi bu operasyonla devlete, kendi ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir biçim ver-

mektedir.

Derin devlet devletin ta kendisidir!

Operasyonla birlikte “demokratikleşme” üzerine boş hayaller pompalanmaya başlanmıştır. Süreç

özellikle dinci ve liberal medya aracılıyla “kontrgerillanın tasfiyesi”, darbecilerle hesaplaşma olarak

lanse edilmeya çalışılmıştır. Ancak, Ergenekon’un ne darbecilerle hesaplaşmak ne de demokratikleş-

mekle bir ilgisi vardır. Kontrgerilla yerli yerinde durmakta, birkaç kontrgerilla artığı hedef tahtası haline

getirilmektedir. Sadece denetim dışına çıkan kişiler etkisizleştirildiği halde operasyon “demokratik-

leşme”, “derin devleti tasfiye etme” olarak sunularak kitlelerde yanılsama yaratılmaya çalışılmaktadır.

“Ergenekon operasyonlarıyla yapılan, kontrgerillanın tasfiyesi ya da ordunun siyasal sistem üzerin-deki ağırlığının azaltılarak demokratikleşmenin yolunun açılması değil, ABD’nin merkezinde durduğukurulu devlet sistemini yeniden yapılandırmak, kadrolarını değiştirmek, eskilerini tasfiye edip yerine ye-nilerini koymaktır. Bu sürecin demokratikleşme ve kontrgerillanın tasfiyesi gibi gösterilmesi ise, bu ope-rasyonun gerçek amaçlarını gizlemek ve istenilen doğrultuda ilerletilmesi için gerekli siyasal desteğisağlamak içindir.”(Ergenekon’un yeni dalgası, Kızıl Bayrak, Sayı:2009/02 )

Derin devlet devletin ta kendisidir! Tepeden tırnağa çeteleşmiş ve bir cinayet örgütüne dönüşmüş bu

devletten hesabı aynı çürümüş düzenin kurumları değil, ancak işçi sınıfı ve emekçiler sorabilirler.

“Ergenekon op-erasyonlarıylayapılan, kontrgeril-lanın tasfiyesi ya daordunun siyasal sis-tem üzerindeki ağır-lığının azaltılarakdemokratikleşmeninyolunun açılmasıdeğil, ABD’ninmerkezinde dur-duğu kurulu devletsistemini yenidenyapılandırmak,kadrolarınıdeğiştirmek, eski-lerini tasfiye edipyerine yenilerini koy-maktır. Bu sürecindemokratikleşme vekontrgerillanın tas-fiyesi gibi göster-ilmesi ise, buoperasyonun gerçekamaçlarını gizlemekve istenilen doğrul-tuda ilerletilmesiiçin gerekli siyasaldesteği sağlamakiçindir.”

Page 29: Ekim Gencligi 114

ABD merkezli beş finans devinin arka arkaya batmasıyla bir-likte, emperyalist-kapitalist sistemin, “Kara Pazartesi”lerin-den biri daha 2008’in son aylarında yaşandı. Bugüne dekserbest piyasa ekonomisi araçlarıyla (borç, kredi,faiz, sigorta fonu vb.) yapay köpükler yaratıpinanılmaz karlar elde eden dev kapitalist şir-ketler, tam da bu yolla kendi kuyularını dakazmış oldular. Spekülasyona dayalı olarakyaratılan bu sanal ekonomi balonu ilk etaptaABD finans piyasalarında patlamaya başlayarakbankaları batırdı, borsaları çökertti ve aynı hızlada tüm dünya piyasasını etkisi altına aldı.Konut sektöründeki Mortgage kredilerininetkisiyle ortaya çıkan kriz, kendisini reelekonomide de gösterdi. İhracattaki daralmayla birlikte içpazardaki satışların düşmesi sonucu üretim azaltıldı.

Bu bataktan paçasını kurtarmaya çalışan kapita-list tekeller bir yandan üretim-istihdam dengesinisağlayıp ayakta durmak adına işçi çıkarma, ücret-siz izin, esnek istihdam gibi saldırılara başvurdular. Diğer yandan da“piyasanın görünmez eli” söylemlerini rafa kaldırarak, kapitalistleriçin her zaman şefkatli bir el olan “devlet” tekrar göreve çağrıldı. Bur-juvazi krizi aşabilmek için tam anlamıyla seferber oldu. Seferber olduzira, krizin bir çöküşe dönüşmesiyle ortaya çıkabilecek sonuçlar, 1929çöküşünden hem ekonomik ve siyasal açıdan hem de krizin yaratabile-ceği sosyal patlamalar açısından kat ve kat daha derin yaşanacaktır.Çünkü artık “küreselleşme” ile birlikte ulusal ekonomiler çok dahaileri bir düzeyde dünya piyasalarına eklemlenmişti. Dünya kapitalizmi-nin bugünkü gelişme düzeyi, bir bankanın batmasıyla domino etkisiyaratarak bir diğerini etkileyebilme ve sistemi sarsabilme özelliği gös-termektedir.

1989’da Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku ülkelerinin yıkılmasınınardından burjuva ideolog Francis Fukuyama tarafından “tarihin sonu”tezi ortaya atılmış ve kapitalizmin “mutlak” egemenliği ilan edilmişti.Ancak, kapitalist sistemin yaşadığı bu sarsıntı hem bu tezi bir kez dahaçürüttü hem de devletin güvenli limanlarına sığınmaya çabalayan kapi-talistlerin eteklerini tutuşturmaya yetti.

Ancak tüm bunlara rağmen, başta Amerikan Merkez Bankası(FED) olmak üzere diğer ülkelerin merkez bankaları tarafından milyardolarları bulan “güven fonu” ile piyasalara aktarılan kaynak ve batanşirketlerin devletleştirilmesi piyasaları rahatlatmış değil. Üstelik devlethazinesinden karşılanan bu kaynak, sistemin kendi içinden bile çatlaksesler çıkmasına neden olmuş,“Karlar özelleştirilirken, zararlar ka-mulaştırılıyor” tepkilerine yol açmıştır.

Şimdiye dek alınan önlemler, faiz-vergi indirimleri ve teşvikler ra-hatlama yaratmak için yeterli olmamıştır. İşsizlik oranları, resmi ra-kamlara göre, ABD’de %7.2’ye, Almanya’da %7.62’ye, İspanya’da %13’e, Türkiye’de ise Ekim ayı itibariyle % 10.9’a tırmanmıştır. Yineresmi kaynaklarca, ulusal ekonomiler açısından büyüme rakamları ne-gatif olarak açıklanmıştır. Burjuva iktisatçıları tarafından, Amerikanekonomisinin resesyona (iki çeyrek dönem arka arkaya eksi büyüme,ekonomik durgunluk) girdiği, ama henüz krizin dibini görmediği tü-ründen tartışmalar yapılmaktadır.

Ekonomideki gidişata ilişkin olarak en “iyimser” tahminler 2010

yılında to-parlanma olacağı

yönündedir. “Kötümserekonomistler” olarak tanım-

lananlar ise, yaşanan kriz sü-recinin kendisini 1929’da

yaşanan “Büyük depresyon”a evrilte-ceğini, hatta bunu da aşabileceğini

ifade etmektedirler. Görüldüğü

üzere,kriz sürecine dair

burjuva ideologların tahmin-leri birbiriyle çelişmekte, sistemin

geleceğine ilişkin tutarlı öngörülerdebulunulmamaktadır. Yaşanan krizin etkileri

ve buna bağlı olarak yapılan yorumlar, sistemin kendisine ve ideoloji-sine olan güven bunalımını da ortaya koymaktadır. Öyle ki, kimi bur-juva ideologları “Marks haklı çıktı!” diyebilmekte, neo-liberalideolojiye olan güvensizliklerini dile getirebilmektedirler.

Bu sistemin işçi sınıfına, emekçilere ve gençliğe bir gelecek vaadedemeyeceği bir kez daha açığa çıkmış bulunmaktadır. Kriz öncesindede neo-liberal saldırı politikalarıyla hiçbir gelecek vaat etmeyen, hattaelimizdeki sınırlı hakları da gaspetmeye çalışan burjuvazi, kriz süre-cinde saldırı politikalarına hız katmaktadır. Ocak ayında Türkiye’yegelen İMF heyeti, kriz reçetesi adı altında daha fazla hak gasbını, yenizamları ve işten çıkarmaları dayatmaktadır. TÜSİAD da hükümetten,İMF reçetelerinin zaman kaybedilmeden hayata geçirilmesini istemek-tedir.

Bizlerin eğitim hakkını gaspeden ve diplomalı işsizliği dayatan ser-maye, kendi yaratmış olduğu krizin faturasını da bizlere ödetmekte ka-rarlı görünüyor.

Gerçekte burjuvazinin asıl korkusu ne tek başına resesyon ne def-lasyon ne de krizdir. Kapitalist sistem, yaşadığı her kriz sonrasında biryolunu bularak varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Asıl korkusu, biz-lerin sorumlusu olmadığımız krizin faturasını ödemeyi reddederek ör-gütlü mücadeleyi yükseltmemizdir. İşte o zaman sistem gerçekten dedönüşü olmayan bir yola girmiş olacaktır. Burjuvaideloglarının“Marks haklı çıktı!” söylemleri de korkularının dışa vuru-mundan başka bir şey değildir.

Bu korkuyu daha da büyütmenin, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya ku-rabilmenin yolu devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltmekten geç-mektedir. Bulunduğumuz her alanda bu bakışla krizin yansımalarınakarşı çalışmaları örgütlemek, gençliği sorumlusu olmadığı krizin fatu-rasını kapitalistlere ödettirmeye çağırmak, günün temelgörevidir.

Krizin faturası kapitalistlere!

29

Page 30: Ekim Gencligi 114

Siyonist savaş makinesi İsrail tüm dünyanın gözleri önündeyeni bir katliama daha imza attı. Hamas’ın attığı roketleri bahaneederek Gazze’ye saldıran İsrail, tüm Gazze şeridini harabeye çe-virdi. Operasyonun ilk aşamasında İsrail uçakları birçok yerleşimbirimini bombaladılar. Arkasından karadan da Gazze’ye giren İs-rail ordusu, kadın veya çocuk demeden birçok Filistinli’yi katletti.Katliamda misket bombasının yanı sıra fosfor bombası da kulla-nıldı. Ancak bunlar da Filistin halkının direnişini kırmaya yet-medi. Çaresiz kalan siyonistler Gazze’ye girdikleri gibi çıkmakzorunda kaldılar. 22 gün süren Gazze saldırısında en az üçte biriçocuk olan 1300 Filistinli ölürken 5 bin kişi de yaralandı.

İsrail’in Gazze katliamı ne ilkti ne de son olacak. Siyonist dev-let kuruluşundan bu yana benzer katliamlar gerçekleştirmiştir. 60yıllık tarihinde İsrail devletinin adı katliamla, savaşla ve işgalleeşdeğer hale gelmiştir. 1948’de kurulan İsrail, siyonist ideolojidoğrultusunda hep savaşmış ve çevresindeki Arap devletlerinintopraklarının bir kısmını işgal etmiştir. Yüz binlerce Filistinliyitopraklarından sürmüş, nice köyleri haritadan silmiştir. BaştaABD olmak üzere tüm emperyalist devletlerin ve bölgedeki işbir-likçilerinin (özellikle de Türk devletinin) desteğiyle etrafına per-vasızca saldırmıştır. Aynı destekçiler İsrail’in soykırımboyutlarına varan saldırılarına, işgal ve ilhaklarına, işlediği savaşsuçlarına doğrudan ya da dolaylı sürekli katkı sunmuşlardır.İran’ın nükleer güç olmasını istemeyenler, ikiyüzlüce İsrail’innükleer silah deposuna dönüşmesine ses çıkarmamışlardır.

İsrail’in 60 yıllık kanlı tarihine karşın Filistin direnişinin deşanlı bir tarihi vardır. Dünyanın en modern silahlarıyla donatılan,sürekli para ve silah hibeleriyle desteklenen İsrail’in karşısında di-reniş en olumsuz şartlarda bile sürdürülmüştür. Filistinli gerillala-rın verdiği savaş ‘87’de kitlesel bir halk direnişiyle, yani birinciintifadayla daha da güçlenir. İsrail direniş karşısında aciz bir du-rumdadır ve halkın direniş iradesini kırabilmek için her yol dene-nir. Filistin toprakları duvarlarla çevrelendirilip adeta bir gettoyaçevrilir.

Son süreçte işbirlikçi El Fetih yönetimine karşı halkın İslamcıörgüt Hamas’ı başa getirmesini fırsat bilen İsrail, Gazze’ye olantüm giriş çıkışları kapatmış ve Filistin halkını açlıkla ve salgınhastalıklarla yıldırmaya çalışmıştır. Halkın direnme iradesini bu-nunla da kıramayan İsrail tekrar silaha başvurmuştur.

Emperyalistler de İsrail’in Gazze saldırısına tam destek ver-mişlerdir. Bu süreç emperyalizmin ikiyüzlülüğünü bir kez dahagözler önüne sermiştir. Bazıları İsrail’in orantısız güç kullandığınısöylemiş, ancak asıl vurgu yapılan nokta “Hamas’ın füzeleri” ol-muştur. Gazze’deki felaketin sorumlusunun Hamas olduğu söyle-nerek, “İsrail’in kendini koruduğu” yalanı sürekli dillendirilmiştir.Filistin halkına yönelik kıyım görmezden gelinmiştir.

ABD ve diğer batılı emperyalist güçler İsrail’e kuruluşundanbu yana aynı desteği vermektedir. Bunun nedeniyse, İsra-il’in, emperyalizmin Ortadoğu’daki vurucu gücü olmasıdır. Filistin direnişinin bir diğer düşmanı da Ortado-

ğu’dakiişbirlikçigerici Arapdevletleridir.Bu devletle-rin hiçbiri İsrail’inkatliamlarına ses çıkar-mamaktadır. Çünkü Fi-listin’deki direniştenkendileri de İsrailkadar rahatsız olmaktadır.Bunların başında Mısır gel-mektedir. Gazze’ye uygulananambargoya fiilen katılan

Mısır devleti, Gazze’den çıkmaya çalışan sivillere ateş açabilecekkadar düşkünleşmiştir. Kasap Olmert Gazze’ye saldırı emrini ver-meden önce Mısır’a gidip Mübarek ile katliamı birlikte planlamış-tır. Diğer Arap devletleriyse İsrail’i sadece kınamaklayetinmişlerdir.

Türk devleti ise Davos’ta yaşananlardan sonra birden en “sert”tepki veren ülke konuma yükselmiştir. Bu tepkinin gerisinde yak-laşan yerel seçimler ve İsrail’le olan suç ortaklığının üstünü örtmeçabası vardır. Başbakan Erdoğan saldırının olduğu günden buyana sözde sert tepkiler verip aslında Türk devletinin tarihsel suçortaklığını örtmeyi amaçlamaktadır. Bunların en sonuncusu, Da-vos’taki zirvede Peres tarafından azarlandıktan sonra paneli terketmesi olmuştur. Bu tepkinin bir aldatmaca ve ikiyüzlülük olduğuaçık bir gerçekliktir.

Ancak sergilenen ikiyüzlü şovlar Türk devletinin sicilinin üs-tünü örtemez. Zira Türk devletinin Ortadoğu halklarına yöneliksuç dosyası oldukça kabarıktır. İsrail uçakları Filistin’e ve Lüb-nan’a atılan bombaların provasını Konya’da yapmaktadır. Geçenyıl İsrail uçakları Suriye’ye girip bir tesisi bombalamak için Ge-nelkurmay’dan hava sahasını kullanma izin almışlardır. İncirliküssü bölgede ABD’nin nükleer deposu haline getirilmiştir, vb...Tüm bunlar Türk devletinin suçlarının yalnızca çok küçük bir kıs-mıdır.

Kısacası Filistin direnişi çok sayıda düşmana sahiptir. Başta si-yonistler olmak üzere bütün bir emperyalist gericilik ve bölgedekiişbirlikçileri Filistin’deki işgalin sorumlusudurlar.

Ülkemizde gençlik Filistin halkıyla dayanışmak için çeşitli ey-lemler gerçekleştirmiştir. Bu dayanışma geliştirilmeli, Türk devle-tinin İsrail ile olan tüm ilişkilerini kesmesi talebi yükseltilerek,daha kararlı ve kitlesel eylemlilikler gerçekleştirilmelidir. 30

Emperyalist-siyonist ittifak eninde sonunda diz çökecek...

Direnen Filistin kazanacak!

Page 31: Ekim Gencligi 114

Her yıl olduğu gibi bu yıl da emperyalist-kapitalist dünya sistemininsözcüleri Davos’ta Dünya Ekonomi Forumu için bir araya geldiler. Buyıl bu zirveyi önemli kılan, kapitalizmin yaşamakta olduğu krizden nasılçıkılacağına ve bu krizle birlikte dünyanın nasıl şekilleneceğine dair tar-tışmalardı.

Bu yıl Türkiye’deki burjuva medya açısından zirvenin en önemliyanın, Tayyip Erdoğan’ın “Davos fatihi” olmaya çalışmasıoluşturdu.“Gazze: Ortadoğu için bir model” başlıklı oturuma katılan“Davos fatihi”, bir uşaktan pek peklenmeyen bir çıkış yaptı. Ya da “enfazla beklenebileceği kadar”!

Oturumdaki tartışmalardan önce Tayyip’in nasıl bir ortamda Davos’agittiğine bakalım.

Davos’a nasıl gidilir?

Öncelikle, emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayarak, efendilerininsözünden, IMF ve Dünya Bankası’nın kontrolünden çıkmayarak, elpençe divan durup kendini ispatlaman gerekir. Türkiye burjuvazisi de bukonuda çok başarılıdır. On yıllardır ABD’nin vazgeçemediği bir uşakolma “başarısı” bunun kanıtıdır.

Peki, Erdoğan hangi koşullarda gitti Davos’a? Siyonistler ile Gazze saldırısından üç gün önce görüşmeler yapmış, el

sıkışmış ve antlaşmalar imzalamış bir başbakan olarak... Filistin kan gö-lüne çevrilirken, en fazla “kınıyoruz” demenin ötesine geçemeyen birbaşbakan olarak... Türkiye genelinde yüzlerce eylem yapılırken, bu ey-lemlere polis saldırıları gerçekleşirken, Filistin’e destek konusunda biriki diplomasi girişimi ve meclis konuşmasından başka bir şey yapama-yan bir başbakan olarak...

Ve en önemlisi, krizle ve siyonizmin Gazze katliamıyla prestiji sarsı-lan, iki ay sonra yerel seçimlere girecek olan AKP’nin temsilcisi olarakgitti Davos’a. Herkesin gözlerinin çevrildiği bir şehirde fırsatları değer-lendirmeliydi. Ve o da öyle yaptı. Burjuva medyanın bir kısmı “acemi-lik”le, “delikanlılık”la, “diplomasiye yakışmamazlık”la itham ettiTayyip’i. Ancak o her şeyi hesaplamıştı. Temsilcisi olduğu sınıfın çıkar-larına göre hareket etmiş, sınırını çok iyi bilmişti.

“Davos Fatihi” nasıl olunur?

Oturum bitmek üzereyken Tayyip kulaklıklarını çıkararak konuşmayabaşladı. Yanında oturan Peres Erdoğan’a sesini yükseltmişti. Dolayısıylaortam hazırdı.

Emperyalist-kapitalist sistemin temsilcilerine sorsanız, Nobel BarışÖdüllü bir “barış elçisi”ydi yanındaki. Ancak “Sen çocukları öldürme-sini iyi bilirsin” dedi, Tayyip. Sanki Kürdistan’da çocukların katledil-mesi emirlerini vermiyormuş gibi, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz 13kurşunla katledilmemiş gibi, Kürdistan’da “kadın da olsa çocuk da olsagereğini yaparız!” diyen kendisi değilmiş gibi konuşuyordu bu ikiyüzlübaşbakan. Peres’e “sesin çok yüksek çıkıyor, bu suçluluk hissetmenden-dir” derken, aslında aynı kanın kendi ellerinde de olduğunu unutturmayaçalışıyordu... Zaten ne Peres ne de Tayyip çocuk katili idiler! Biri NobelBarış Ödülü almış bir cumhurbaşkanı, diğeri ise aynı adamı çocuk katiliolmakla suçlayan ama Amerikan Yahudi Komitesi tarafından da “cesaretmadalyası” alan “Davos fatihi”!

Konuşmasının ardından, bir uşak olarak kendinden beklenmeyecekşekilde ayağa kalktı ve çıktı salondan. Oturumdan hemen sonra bir basın

toplantısı yapmayı da ihmal etmedi. Önce “tavrım Peres’e değil, oturu-mun moderatörüne” diyerek söylediklerine verilecek tepkiyi azaltmayaçalıştı. Sonra da bir uşağa yakışan tarzda İsrail ile ilişkilerin süreceğinedair mesajını verdi. Emperyalist-kapitalist sistemin en büyük zirvelerin-den biri için, “benim için artık bitmiştir, bir daha da gelmem” lafını dayutup, tüm meseleyi moderatörle olan anlaşmazlığına bağlayarak işiniçinden çıkıverdi. Peres de açıklama yaparak, Türkiye ile aralarında an-laşmazlık istemediklerini söyledi.

“Davos fatihi”nin dönüşü!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi “Davos fatihi”ne yakışır bir karşı-lama için metro seferlerini 03:00’e kadar uzattı ve bu durum gece bo-yunca televizyonlardan alt yazı olarak duyuruldu. Çünkü “Davos’unfethi” iyi kullanılmalı, harcanan emekler oy olarak geri dönmeliydi. Bur-juva medya da üzerine düşeni yaptı. Tüm gece bu mesele tartışıldı, hattabasına,“İsrail özür diledi, bu oturum yüzünden Türkiye ile arasının bo-zulmasını istemiyor” haberleri yayıldı. Ancak İsrail’in, olayların üzücüolduğu ve böylesi küçük olayların Türkiye ile süregelen köklü işbirliğinizedeleyemeyeceğine yönelik açıklamaları, ortada bir özrün olmadığınıgösterdi.

Tayyip 29 Mart seçimleri için kurnazca bir adım atmıştır. Hem efen-dilerinin sözünden çıkmayarak hem de efendilerine başkaldırıyor gibigörünerek... Yanı sıra, bir süreliğine de olsa krizi gündemden düşürmeyibaşararak...

Ancak, sergilenen ikiyüzlülükler ve oyunlarla yalnızca kendisinin vesözcüsü olduğu burjuva iktidarın ömrünüuzatabilir. Tam bir bataklığa dönüşen budüzen, siyasi temsilcileriyle birlikteeninde sonunda tarihin çöplüğüne gö-mülecektir.

Türkiyeli egemenler emperyalist-siyonist ittifakın temel bir dayanağıdır!

“Davos fatihi” Erdoğan ve sermaye devletinin ikiyüzlülüğü!

31

Page 32: Ekim Gencligi 114

ABD’de iki dönem süren Bush yönetimi 20 Ocak’ta Obama’nın başkanlıkkoltuğuna geçmesiyle son buldu. Sekiz senedir başkanlık koltuğunda oturanBush ve çevresindeki neo-con katil sürüsünün 2009 başında görevlerinin sonaermesi dünya halklarında sevince yol açarken, maalesef boş umutlara ve ha-yallere de sebep oldu. Bush başına fırlatılan ayakkabıyla yönetime veda ed-

erken, yeni katil adayı Obama ise güllerle karşılandı. Büyük bir nefretle anılan Bush’un ardından, yüzyıllardır ezilen, hor görülen

ve her türlü aşağılamaya maruz kalan Afrika kökenlilerden birinin başkanlıkkoltuğuna oturtulmasının elbette önemli nedenleri var.

ABD emperyalizmi SSCB’nin çöküşüyle birlikte kendini “Yeni dünya düzeni”nin taşıyıcısı vekoruyucu gücü ilan etmişti. Körfez Savaşı’yla bu çerçevede ilk adım atılırken, sonraki süreç“Amerikan yüzyılı” olarak belirlendi. 11 Eylül sonrasında “Amerikan yüzyılı” hedefi “Amerikanterörü” ile gerçekleştirilmeye çalışıldı. Afganistan ve Irak’a tonlarca bomba yağdırılarak bu ülkelerişgal edildi. Ancak yapılan hesaplar çarşıya uymadı. İşgal Afganistan’da 8., Irak’ta 6. yılına girerken,bu ülkelerdeki direniş bitirilemedi.

Ortadoğu’da ABD başarısızlığa uğrarken, başka bölgelerde de ABD işbirlikçileri yenilgiyeuğradı. Latin Amerika’da (Bolivya ve Venezüella) darbe girişimleri, 2006 Lübnan savaşı, İran veSuriye’nin tüm yaptırımlara rağmen diz çökmemesi, son olarak Gazze işgali... Irak’ta bir milyonuaşkın kişinin ölmesi, Ebu Garip skandalı, CIA’in işkence uçakları ve Guantanamo dünya halklarındaABD’ye olan öfkeyi kat be kat arttırdı.

2001’den sonra yaşanan dolaylı ya da doğrudan saldırılar, işgaller, işkenceler, skandallar ve sonolarak patlak veren kriz Bush ve ekibiyle özdeşleşmişti. Tüm dünyanın nefretini üzerine çeken buyönetim artık değişmeliydi. ABD emperyalizminin başarısızlıkları ve estirdiği terör tüm hükümet-lerin icraatlarını belirleyen ABD politikalarının sonucu olsa da, bu gerçeğin üstünü örtmek için so-rumluluk Bush ve neo-conlara mal edildi. Ardından aylarca sürecek olan şaşaalı bir seçimkampanyası ve neredeyse tüm dünya medyasının bir yıla yakın bir süredir estirdiği “Obama rüzgarı”sonucu birçok kesim Obama’ya umut bağladı.

Obama’nın “ten rengi” üzerinden ona umut bağlayanlar tam da ABD emperyalizminin hazırladığıoyuna ortak oluyorlar. Obama’nın başa gelmesini “radikal bir değişim”, “demokrasinin zaferi” vehatta “devrim” olarak tanımlayanlar bu oyun ve kandırmacanın taşeronluğunu üstleniyorlar. Bulibarellerin kısa zamanda hayal kırıklığına uğrayacağı kesindir. Özgürlüğü, demokrasiyi ve barışıObama’dan bekleyen halkların da gerçeği görmeleri uzun sürmeyecektir.

Obama icraatlarını rengine göre değil ait olduğu sınıfsal konuma göre gerçekleştirecektir. Rengiveya ırkı ne olursa olsun başkanlık koltuğuna oturan herkes Amerikan tekellerine hizmet etmekzorundadır. Zaten Obama’yı da işbaşına Amerikan tekelleri getirmiştir. İkisi de birer siyahi olan C.Powell ve C. Rice da renklerine göre değil sınıflarına göre davranmışlardır. Obama’nın söylemlerimevcut dış politikanın devam edeceğini göstermektedir. Eski neo-con ekibe göre taktik olarak dahayumuşak bir görünüm sergileyebilir ancak, hedeflene Amerikan emperyalizminin nüfuz alanlarınıgenişletmek ve pekiştirmek, ABD tekellerinin konumunu daha da sağlama almaktır.

Kısacası ABD emperyalizminin halkları köleleştirip, tekellerini daha da güçlendirme ve dünyaüzerinde rakipsiz bir egemenlik kurma stratejisi yerli yerinde durmaktadır. Obama. oynanan oyundabir taktik değişikliktir. Pakistan’a yapılan füze saldırısı Obama’nın ilk icraatlarından sadece biridir.Bu olay Obama döneminin de nasıl geçeceğinin iyi bir göstergesidir. ABD içerde ekonomik dışardaise askeri ve siyasal bir kriz içindedir. Bu durum onu daha da saldırganlaştıracaktır. Obama oyunu dabunun bir parçasıdır.

ABD emperyalizminin halkları köleleştirme politikaları ancak ve ancak halkların devrimcidirenişi ile kırabilir.

Obama üzerinden sahte hayaller yayılmaya çalışılıyor…

Emperyalist-kapitalist sistem yıkılmadıkça gerçek

özgürlük kazanılamaz!

32

Obama icraatlarınırengine göre değilait olduğu sınıfsalkonuma göregerçekleştirecektir.Rengi veya ırkı neolursa olsunbaşkanlık koltuğunaoturan herkesAmerikan tekeller-ine hizmet etmekzorundadır. ZatenObama’yı daişbaşına Amerikantekelleri getirmiştir.İkisi de birer siyahiolan C. Powell ve C.Rice da renklerinegöre değilsınıflarına göredavranmışlardır.

Page 33: Ekim Gencligi 114

33

Kürtçe kanal TRT-6 yayın hayatına başladı. Açılış programı, Er-doğan’ın “Kürtçe TV demokrasiye yakışan bir adım” mesajıyla başladıve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürtçe’nin kültürel bir zenginlikolduğunu vurgulayan ifadeleriyle noktalandı.

Erdoğan konuşmasında şunları söyledi: “Etnik kökenimiz,inancımız, yaşam biçimlerimiz farklı olabilir. Bizi birleştiren güçlüdeğerlerimiz var. Bunun başında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıgelir. Farklılıklarımızdan korkmaya gerek yok. Bu zenginliklerigörmek, yaşamak bizi birbirimizden uzaklaştırmaz, tam aksine yakın-laştırır. Bizi bölmez, daha da birleştirir, daha çok bağlar”. Cumhur-başkanı Gül ise şu mesajı verdi: “TRT’nin bunu yapması çok anlamlı.Bu halkımızın birlik ve beraberliğini pekiştirecek. Ayrıca ben bununkötü niyetlilerin bazı konuları istismar etmelerini önleyeceğikanaatindeyim. Herkesin birlik ve beraberlik kardeşlik duygularıiçinde ülkesine sahip çıkmasını diliyorum.”

Bunlar TRT 6’nın açılış programından yansıyanlar...

TRT 6’nın yayın hayatına onay verenler Kürt halkının

özgürlük mücadelesine azgınca saldıranlardır!

Öncelikle şu soruyu yanıtlamak, TRT 6’nın nerede durduğunugörmeyi kolaylaştıracaktır. Acaba TRT 6 Türk devletinin sınır ötesi veberisi operasyonlarını yayınına nasıl yansıtacaktır? Katledilen Kürtçocuklarını ve bunun hesabını sormak için sokaklara çıkan Kürthalkının meşru tepkisini TRT 6 ekranlarında görebilecek miyiz? Ya daanadil taleplerini yükselten Kürt analarının kolluk güçlerinin azgınsaldırılarına maruz kaldığını işitebilecek miyiz? Bu soruların yanıtı el-bette ki “hayır” dır.

Peki ne verilecek bu kanalın örneğin haber programında? Düzenağzıyla bir dizi açıklama: “PKK’nin askerlere düzenlediğisaldırılar…” “ Birliğe ve beraberliğe ihtiyacımızın olduğu günlerdegerçekleştirilen hain pusu...” vb... Ama tüm bunlar Kürtçe ifade edile-cek. Bir halk kendi inkarını bu sefer kendi dilinden dinleyecek.

Taha Akyol bir yazısında TRT 6’nın nereye oturduğunu aslında çokiyi özetliyor: “TRT Şeş ise şarkılı, türkülü, oyunlu, eğlenceli bir kanal-dır ve halk bunu beğenmiş, bunu tutmuştur. PKK’nın ve TRT 6’nın ya-yınları iki ayrı yolun göstergeleridir…” (7 Ocak’ 09, Milliyet)

TRT 6 hiçbir biçimde Kürt halkının özlemlerinin ifadesi olmaya-caktır. Tam tersine, Kürt halkının afyonu olacak, onu mücadeledenuzaklaştırmanın, yozlaştırmanın bir aracı olma işlevini yerine getire-cektir.

Bugün Kürtçe TV “açılımını” yapanlar bir halkın özgürlük müca-delesini en kirli yöntemlerle boğmaya çalışanlardır. Kürt ulusunun di-lini yasaklayanlardır. Kürt halkının anadili üzerindeki baskılarısürdürenler, yasal ve fiili olarak Kürtçe yasağını devam ettirenlerdir.Kürt halkını asimilasyon, inkar ve imha saldırılarına maruz bırakanlar-dır. TBMM’de Kürt milletvekillerinin kürsüdeki konuşmaları sırasında

kullandıkları bazı Kürtçe cümleleri“bilinmeyen bir dille konuştu” diyetutanaklara geçirenlerdir. Hapishanelerde tutsaklara Kürtçe konuştuk-ları için aylarca görüş yasağı koyanlardır. Belediye meclisince alınançok dilli belediyecilik kararı nedeniyle belediye başkanlarının görevineson verenlerdir. Kürtçe yayın yapan birçok gazeteyi defalarca kapatan,anadilde eğitim isteyen Kürt halkına azgınca saldıranlardır.

TRT 6, ne temel haklar ve özgürlükler alanında önemli bir adım vebu alanda bir açılımdır ne de bir zenginliktir. Sermaye devletinin Kürthalkı üzerinde oynadığı oyunların bir parçasıdır. Kürt halkını düzenebağlamanın, devrimci dinamiklerini dizginlemenin ve haklı talepleri-nin içinin boşaltılmasının bir aracıdır.

TRT 6 Kürt sorunun bloke etmenin bir adımı,

bir seçim yatırımıdır!

“27 Temmuz seçimlerinde Kürdistan’da elde ettiği belirgin seçimbaşarısı AKP’yi, kendisine diş bileyenler de dahil tüm burjuva gerici-liği için Kürt sorununu bloke etmenin ve Kürt hareketini tecrit edip et-kisizleştirmenin bugünkü koşullarda vazgeçilemez bir olanağı halinegetirmişti.” (Yerel seçimler ve komünistler, Ekim, sayı:256)

Bu değerlendirme, sermaye devletinin Kürt sorununa yönelik poli-tikalarına işaret etmektedir. Yerel seçimler öncesi dillendirilen bir dizi“açılımla” beraber TRT 6’nın düzenin diğer kurumlarınca da onaylan-ması, özellikle ordu ile böylesi “hassas” olduğunun bir konuda karşıt-lık yaşanmaması bunun bir devlet politikası göstergesidir.

Öte yandan, bu “açılım” elbette ABD’nin politikalarından bağımsızdüşünülemez. Erdoğan’ın, sınır ötesi operasyonunun da icazetini aldığı5 Kasım Washington ziyaretinin ardından Kürt sorunu kapsamında kı-rıntı düzeyde de olsa bir takım açılımların tanımlaması ile Kürt halkı-nın mücadelesinin önünün alınması gündeme getirilmiştir. ABDpatentli bu politikalara Genelkurmay da onay vermek durumunda kal-mıştır.

AKP Kürt emekçilerinin oyları üzerine hesap yaparken, düzen açı-sından ise Kürt halkının mücadelesinin düzen kanalları içinde etkisiz-leştirilmesi hedeflenmektedir. TRT 6 “açılımı”nın yerel seçim sürecinedenk getirilmesi bundan dolayıdır. AKP’nin 22 Temmuz seçimlerindebu konuda oynadığı rol bilinmektedir. Ancak, sonraki süreçte izlediğiinkara dayalı politikalar nedeniyle bu destek zayıflamıştır. Şimdi isebunun telafi etmeyi amaçlayan bir adım atılmıştır.

Bugün sözkonusu olan, Kürt halkını düzene bağlamayı hedefleyen,yanısıra seçim yatırımı olmanın ötesine geçemeyen göstermelik biradımdır. Fakat unutulmaması gereken, bu “açılımın” bile Kürt halkınınyılları bulan mücadelesinin bir ürünü olduğu gerçeğidir. Bu da izlen-mesi gereken yolu göstermektedir. Kürt halkının haklı ve meşru talep-lerini kazanabilmesi ancak düzeni karşısına alan bir mücadele ilemümkündür.

Kürtçe kanal düzenin bir oyunudur!

Page 34: Ekim Gencligi 114

“Kişinin bir başkası tarafından sömürülmesine son verildiği ölçüde, bir ulusun bir başkası tarafından

sömürülmesine de son vermiş olacaktır.Ulus içindeki sınıflar arası karşıtlığın kalkması ölçüsünde bir ulu-

sun bir başkasına düşmanlığı da son bulacaktır.” (Komünist Parti Manifestosu)

Geçtiğimiz haftalarda bir grup liberal aydın tarafından başlatılan“Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyası toplum genelinde hatırısayılır bir tartışma yarattı.

Liberal aydınların, “insani-vicdani hassasiyet” sınırlarını çokça aş-masa da, bir ucundan resmi ideolojinin kalın çizgilerine dokunan “özürmetni” sonrası ortaya çıkan tartışmalar ve alınan tutumlar, düzenin busınırlarda söz söylenmesine dahi ne denli tahammülsüz olduğunu birkez daha gözler önüne serdi.

“1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felâket’e du-yarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Buadaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu veacılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” satırlarından oluşan sözkonusu metinde, Ermeni halkının egemen sınıfların gerici çıkarları uğ-runa tehcire/yerlerinden sürülmeye ve türlü katliamlara maruz bırakıl-masına dair net bir tutum bulunmamaktadır. Metinde “soykırım”kelimesinin kullanılmasından kaçınılmıştır. Sermaye devletinin azınlıkmilliyetlere yönelik sürdürdüğü ulusal baskı, imha, inkar ve asimilas-yon politikalarının ve bunların bütünü olarak karşımıza çıkan “tek mil-let, tek devlet, tek bayrak” resmi ideolojisinin, Osmanlı dönemindekipolitikaların devamı olduğuna dair herhangi bir vurgu da yapılmamış-tır. Böylesi bir dönemde ve düzenin bu denli tahammülsüz olduğu birkonuda sorunun gündeme getirilmiş olması olumlanabilir. Ancak içerikolarak kampanya bir vicdani rahatlamanın ötesine geçememektedir.

Bunun karşısında “Soykırım yapmadık, vatanı savunduk. Özür dile-miyoruz” şiarıyla başlayan “Özür dilemiyoruz” metni ile ulusalcıcenah, bir kez daha şoven zehiri akıtma çabasına girişmiştir. Kardeşhalkların imha ve inkarına dayalı resmi ideolojinin bayraktarlığını ya-panlar, şimdi de Osmanlı’nın Ermeni halkına yönelik katliamlarına“vatan savunması” adı altında sahip çıkmaktadırlar. Ermeni soykırı-mına imza atan İttihat ve Terrakiciliği kendine sembol seçen bu postalyalayıcılar, bir dizi ırkçı-faşist örgütlenmeyle beraber bu politikanınsürdürücüsü olmaya çalışmaktadırlar.

Düzen cephesinin verdiği tepki bununla da sınırlı kalmamıştır. Er-doğan ve Genelkurmay’ın açıklamalarının yanısıra, şoven zehrin akı-

tılması yarışına İstanbul, Sakarya, Atatürk, Hacettepe gibi bir dizi üni-versite yönetimi ile İstanbul Barosu yönetimi de katılmıştır. Düzeninkimi gerici dernekleri önünde “Köpekler ve Ermeniler giremez” yazandövizlerle kameralara pozlar verilebilmiş, aynı düzenin bir vekili ilecumhurbaşkanı arasında “Annen Ermeni”,“Hayır değil, ispatlayabili-rim” diyalogları yaşanabilmiştir.

Ermeni soykırımına dair

Sosyalistlik iddiası taşıyan geniş bir siyasal yelpaze ise, marksistbakış açısından uzak ancak kendi ideolojik-politik konumlanışları açı-sından “tutarlı” tutumlar almıştır. Sorunu, “Ya özür diliyoruz metni ta-rafındasın ya da özür dilemiyoruz metni tarafında” sığ düzleminde elealanlara yedekleneninden, metin içeriğine müdahalede bulunmadan li-berallerle kaynaşma zemini yaratanlara ya da“özür değil, mücadeleborcumuz var” diyenlere kadar çeşitli örnekler karşımıza çıkmaktadır.

Tarihsel olayları marksist yöntemsel yaklaşımla ele alan komünist-ler, bu sorunun da tarihsel süreç içerisindeki nedensel çerçevesini netbir biçimde ortaya koymuşlardır:

“Ermeni soykırımı işte bu hedefler doğrultusunda Anadolu’yuTürkleştirmek, Turancı sınırlara ulaşmanın önündeki engelleri temizle-mek biçimindeki ırkçı düşüncelerin ürünü olmuştur. Osmanlı devletiErmeni halkın kırımını, Alman emperyalizmine yaslanarak ve ondanaldığı destekle gerçekleştirmiştir. (...) Osmanlı ordusunun yanısıra, ha-pishanelerden bu iş için özel olarak salınan katiller MİT’in önceli olanTaşkilat-ı Mahsusa tarafından örgütlenerek bu kıyım için seferber edil-miştir...”(Ermeni soykırımı yeni soykırımlara suç ortaklığı ile gizlen-meye çalışılıyor, Kızıl Bayrak, sayı:2005/17 (17) )

Emperyalistler ve gerici devletler her zaman kendi gerici çıkar ça-tışmalarına “ulusal çıkarlarımız” aldatmacası altında işçi ve emekçileriyedeklemeye çalışmış, halkları birbirine kırdırtmışlardır. KomünistlerErmeni sorununu da bu noktadan hareketle ele almışlardır. YalnızcaErmeni soykırımını değil, milliyetçi Ermeni çetelerinin emperyalistle-rin yönlendirmesiyle giriştikleri katliamları da aynı bakışaçısıyla mah-kum etmişlerdir.

Ancak sermaye düzeninin bu olayı, Anadolu topraklarında yaşayanbütün bir Ermeni halkının tehcir edilmesine ve kıyıma uğratılmasına“dayanak” gösterme çabasını da her yönüyle teşhir etmişlerdir. Aynıkatliamcı geleneğin Cumhuriyet tarihinde de sürdüğüne (6-7 Eylülolaylarından Hrant Dink’in katledilmesine) işaret etmişlerdir.

Sonuç yerine

Ermeni halkının kırıma maruz kalmış olması, işçi sınıfı ve emekçi-ler için yüzleşilmesi ve hesaplaşılması gereken bir tarihsel gerçeklikolarak orta yerde durmaktadır. Ermeni halkının yaşadığı acıları paylaş-manın biricik yolu ise, bu katliamcı geleneğin sürdürücüsü olan ege-menlerden Türkiyeli işçi ve emekçilerin hesap sormasındangeçmektedir. Bu, Kürt sorunu ve sermaye devletinin Kürt halkına ya-şattığı katliamlar açısından da geçerlidir. Ancak, işçi sınıfı ve emekçi-lerin burjuva sınıf egemenliğini tarihin çöplüğüne gömeceği sosyalistbir toplumsal düzenle, halklar arasında gerçek ve kalıcı barışın-kardeş-liğin sağlam temelleri atılacaktır.

Ermenilerden özür dileme-dilememe kampanyaları ve gelişen süreç üzerine...

Halklar arasında gerçek ve kalıcıbir barış-kardeşlik sosyalizmle

mümkündür!

34

Page 35: Ekim Gencligi 114

Kader size üç acı pay ayırdı;İlki bir köyde evlenmek, İkincisi bir kölenin annesi olmak,Üçüncüsü bütün hayatınız boyunca bir köleye itaat etmek…

Bir kadının gözlerinden seyretmek dünyayı… Beyaz bulutların üstünde, amaöyle çileli, öyle ezilmiş bir yaşamın ürkek gözleriyle... Kimi zaman bir fabrikanınsağır eden gürültüsünde bir tütün işçisi, kimi zaman fedakâr bir öğretmen, öğle sı-cağında elleri nasırlı bir ırgat, oğlu işkence gören bir anne… Köyü yakılan, kocasıkatledilen, tecavüze uğrayan bir Kürt gelini kimi zaman... Hep sömürülmüş, onurukırılmış, savaşların ortasında esir düşmüş kadınlar...

Fabrikada patronu, tarlada toprak sahibi, evde kocası tarafından ezilen, top-lumsal yaşamda cinsel obje olarak görülen kadındır aslında fabrikada üreten, tar-lada tohumu eken, evde aşı pişiren. Üretimin yarısında, kavganın yarısında,mücadelenin yarısında kadındır aslında yaşamın yarısını taşıyan yarınlara. Fabri-kadan çıkışta servisi kısacık bir zaman farkıyla kaçıran, bu yüzden evine kadaryürümek zorunda kalan bir tekstil işçisi, eve gittiğinde de geç kaldığı için kocası tarafından hırpalanankadındır o. Tek başına mücadele etmeyi seçen, fabrika önünde direnişe geçen, direnişini kırmak için“kaldırım cezası” dahi kesilebilen ve kadın olduğu için küçümsenendir. Odur yaşamın yarısını omuzla-rında taşıyan, kavgayı öğrenen, öğreten…

Şimdi durdursak zamanı, dönüp baksak tarihe...1800’lü yıllarda daha iyi çalışma koşulları için grevyapan ve fabrikaya kilitlendikleri için çıkan yangında yanarak can veren 129 kadın duruyor orada. Sö-mürüye, zulme boyun eğmeyen, toplumun baskısına direnen, gerçek özgürlük için mücadele eden cesurkadınlar... Büyüyor kavgası kadınların, mücadeleyi öğreniyor alanlarda. Bir arada olmayı, dayanışmayıöğreniyor. Haykırdıkça öfkesini, güçleniyor kadın.

Kadın erkek elele, mücadelede özgürleşmeye!

Üreten, ürettikçe çoğalan, çoğaldıkça korkutan bir güç olmuştur işçi kadın, burjuvazi için. Bu ne-denle, onun mücadelesiyle kazandığı ve simgeleştirdiği gününü bile elinden almaya çalışmıştır. Medya-sını da kullanarak içini boşaltmaya, emekçi kadınlar günü olmaktan çıkararak, tüm kadınlarınkutlayacağı bir gün haline getirmeye çalışmıştır.

Oysa 8 Mart emekçi kadınların günüdür. 1910 yılında 2. Enternasyonal’e bağlı olarak toplananUluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin, 8 Mart’ın, “Dünya Emekçi KadınlarGünü” olarak kutlanmasını önerir. 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçileranısına, bugünün bir mücadele günü olarak kutlanması önerisidir bu. 8 Mart işçi kadınların mücadele-sini simgeleyen bir gün olarak kutlanmalıdır. Gerçek özgürlüğü yaratmak için savaşan kadınların günüolmalıdır.

“Kadınlar her yıl bu günde tekrardan gücünü fark etmeli, bütünlüğünü korumalı, mücadelesinigüçlendirmeli ve alanlara çıkmalıdır.” Bu teklif kongre tarafından coşkuyla kabul edilir. Bundan böyle8 Mart, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılacaktır.

8 Mart direnişin günüdür. Kadının toplumsal baskılardan sıyrılıp özgürlüğüne kavuşmak yolundaumudunu yeşerteceği gündür. Bir kadına kırmızı bir gül vermek değildir 8 Mart, elleri nasırlı bir kadınıngözlerinden görebilmektir dünyayı. Ve susmamak, haykırmaktır göğü delercesine…

Ceylanpınar’da boğularak ölen tarım işçisi kadınlar, Bursa’da gece vardiyasında çıkan yangında ya-şamını yitiren işçi kadınlar, Kürdistan’da başkaldıran, zulme karşı savaşıp direnen kadınlar, Filistin’deevleri yakılan, yıkılan, yağmalanan kadınlar, cezaevlerinde ölüm oruçlarında ölümsüzleşen kadınlar…Sizin için yükseliyor yumruklar ve alanları dolduruyor bugünün mücadeleci kadınları. Şimdi HarranOvası’nda pamuk topluyor biri... Barikatın en önünde sisteme taş fırlatıyor bir kadın tüm öfkesiyle.Haykırıyor kavgasını kendi diliyle Kürdistan dağlarından. Büyük bir şehirde fabrikanın sağır eden gü-rültüsünde mücadele ediyor bir kadın. Kavganın tam ortasında direniyor sömürüye, patronun zulmüne.8 Martlar’ın ışığında, kızıl 8 Martlar’ı yaratmak, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünyayıkadın-erkek elele kurabilmek için!..

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü…

Kızıl 8 Martlar’ı yaratmak için

alanlara!

35

Page 36: Ekim Gencligi 114

Mart’ın onaltısında yedi canDüştük gün ortasında yedi canBin dallı yasemen olup yeşerdikFaşizmin karşısında yedi can

16 Mart 1978… Alkış ve ıslık sesleri ardından kopangürültü, çığlıklar koşuşmalar... Ancak bunlar dönemin alı-şılmış olaylarının ötesinde bir katliama aittiler. Düşen yedican, yaralılar ve o gün yaşananlar, katliamcı devletin enaşağılık yüzünü gösteriyordu bir kez daha...

Üniversitelerde artan faşist saldırılar nedeniyle İstanbulÜniversitesi öğrencileri de okullarına toplu halde giriş çıkışyapıyorlardı. 16 Mart günü Süleymaniye çıkışından okuluterk etmek üzere hazırlanan öğrenciler, bu kez polis tara-fından Beyazıt Meydanı’na yönlendirildiler. Toplu çıkışyapan öğrencilerin yanında her zaman kordon oluşturanpolis o gün uzakta durmaktaydı. Bu durumun nedeni, azsonra yaşanacak planlı katliamla oldukça net bir biçimdeaçığa çıkacaktı. Doğrudan saldırganların ortasına sürülenöğrencilerin üzerine atılan bomba ve otomatik silahlarlaaçılan ateş sonucu Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen,Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl ve Turan Örenhayatlarını kaybettiler. 41 devrimci öğrenci de yaralandı.

Devletin katliamcı yüzü sonraki sürece de damgasınıvuracaktı. Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der)İstanbul Şubesi Başkanı, saldırıya ilişkin istihbaratı 10 günöncesinden üniversitedeki polis amirliğine bildirmişti. Em-niyet Teşkilatı Toplum Zabıta Müdür Vekili’nin de olayailişkin uyarıları vardı. Bunları kasten dikkate almayanisimlerden biri, katliam günü saldırganların peşinden gidenpolis memurlarına “Geri dönün!” emrini veren Reşat Al-tay’dı.

Olayın ardından tutuklananlardan, katliamı planlayanÜlkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul Şube BaşkanıOrhan Çakıroğlu, yöneticisi Mehmet Gül ve MHP Genç-lik Kolları Başkanı Kazım Ayaydın “delilyetersizliği”nden beraat ettiler. Zülküf İsot ise katliamın te-tikçiliğini yaptığını ailesine itiraf etti. Bu konuda ablası ta-rafından mahkemeye verilen ifadede, Zülküf İsot’unsaldırıyı polis memuru Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Sıd-dık Polat ile birlikte gerçekleştirdiği belirtildi. Aynı ifadede,katliam emrinin Alparslan Türkeş tarafından verildiği deaçıklandı. Abdullah Çatlı’nın 16 Mart katliamında atılanbombaları temin ettiği de bu süreç içerisinde ortaya çıktı.1997’deki duruşmalardan birinde mahkemece dinlenenastsubay Oğuz Serçinlioğlu’nun ifadesinde, faşist katilÇatlı’daki bombaların bizzat ordu tarafından temin edil-diği belirtiliyordu. Susurluk davası sürecinde ise, döne-min ÜOD Başkanı Lokman Kundakçı ile döneminİçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’in yaptığı görüşme-nin bant kayıtları ve 16 Mart’tan hemen sonra da ReşatAltay’ın Abdullah Çatlı ile telefonda görüştüğü ortayaçıktı. Söz konusu belgeleri 16 Mart davası için mahke-meye sunan avukatlar, Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan(MİT) tutanakların tamamını istediler. MİT bu isteği red-detti. Avukat Cem Alptekin “gizli belgeleri açıkladığı”iddiasıyla 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı vedaha sonra beraat kararı verildi.

16 Mart Katliamı devrimci mücadeleye karşı devletinuyguladığı kirli yöntemlerden sadece biridir. Sermaye dü-zeni devamlılığını sağlamak için tüm “imkanlarını” bütün-lüklü bir biçimde kullanmaktadır. Katliamlarıgerçekleştiren kolluk güçleri ve sivil faşist katillerinden on-ları aklayan yargısına kadar tümü mevcut düzene hizmetetmektedir. Bu katliam örneğinde de zanlılar devletin ko-ruması altındalardı ve “derinliği” nedeniyle davanın so-nuçsuz kalacağı açıktı.

Zülküf İsot, konuşmasından çekinildiği için, kendisigibi bir ülkücü tarafından infaz edilmiştir. Reşat Altay önceİstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yardımcılı-ğına, sonra da Niğde Emniyet Müdürlüğü’ne atanmış, ar-dından ise Trabzon Emniyet Müdürü olmuştur. Budönemde Trabzon kontrgerilla faaliyetlerinin odağı halinegelmiştir. Reşat Altay, TAYAD’lı devrimcilere yönelik linçgirişiminden Hrant Dink cinayetinin azmettirilmesinekadar pek çok kirli olaya karışmış ancak herhangi bir so-ruşturmaya uğramamıştır. Çatlı gibi devletin korumasınaalınan diğer birçok ismin yanında Mehmet Gül’e meclisetaşınmıştır. Kısacası, 7 devrimciyi katledenler ödüllendiri-lip kollanırken, İsot gibi devlet aleyhine çözülenler ise etki-siz hale getirilmiştir.

16 Mart Katliamı davası zaman aşımı gerekçesi ile 30yıl sonra düştü. Aynı tarihlerde ise sözde derin devlet ile birhesaplaşma olarak lanse edilen “Ergenekon” soruşturmasıironik bir biçimde başlamak üzereydi. 30 yıl içinde yaşa-nan nice katliamlar bir yana, yaşanan süreç çetelerin devle-tin ta kendisi olduğu gerçeğini tekrar tekrargöstermektedir.

Beyazıt Katliamı bize, bu kirli düzenin çeteleşerek vekatliamlar tezgahlayarak ayakta kaldığını anlatmaktadır.Aynı devlet bugün Engin Çeberler’i katletmekte, FerhatGerçekler’i vurmakta, nice devrimciyi işkencelerden ge-çirmektedir. Aynı düzen bugün krizi bahane ederek bizleriişsiz ve geleceksiz bırakmakta, kardeş halkları katletmek-tedir.

Bugün 16 Mart Katliamı’nı anmak, aynı zamanda dü-zenin tüm kirliliklerine karşı devrimin yolunu açmak de-mektir. 16 Mart’ta bu kanlı düzenin karşısına çıkmalı,katliamcı devlete ve çetelerine, bir bütün olarak kapitalistsömürüye ve emperyalist barbarlığa geçit vermeyeceği-mizi haykırmalıyız.

16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı...

Unutmadık, unutturmayacağız!

36

Beyazıt Katliamı bize,bu kirli düzeninçeteleşerek vekatliamlar tezgahla-yarak ayakta kaldığınıanlatmaktadır. Aynıdevlet bugün EnginÇeberler’i katlet-mekte, FerhatGerçekler’i vurmakta,nice devrimciyiişkencelerdengeçirmektedir. Aynıdüzen bugün krizi bahane ederek bizleriişsiz ve geleceksizbırakmakta, kardeşhalkları katletmektedir.

Page 37: Ekim Gencligi 114

Halepçe, Süleymaniye yakınlarında, nice başkaldırılara sahiplik yapmış bir Kürt kentidir. 16Mart 1988... Bir kez daha halk düşmanları kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden kimyasal bombalaryağdırıyor bir kentin üzerine. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak düşüyor Halepçe katliamı. Ağıtlaryakılıyor yitirilenlere.

Halepçe katliamı, İran-Irak Savaşı esnasında Saddam Hüseyin'in, 1986-1988'de Irak'ınkuzeyinde yaşayan Kürtlere karşı düzenlettiği El-Enfal Harekâtı adlı imha operasyonunun birparçasıdır. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne bağlı Peşmergeler İranordusundan yardım alarak Kürtlerin yaşadığı Halepçe kasabasına girer. Saddam Hüseyin İranordusunun ilerleyişini durdurmak için Irak ordusunun Kuzey Cephesi Komutanı olan Korgeneral AlîHasan al-Majîd al-Tikritî'ye (Kimyasal Ali) zehirli gaz bombaları kullanmayı emreder. Zehirli hardalve sarin gaz bombaları taşıyan uçaklar 16 Mart 1988'de Halepçe kent merkezine bombaları bırakır.

Bombardımanın bilançosu, çoğunluğu Kürt 5 binden fazla ölü ve 7 bin yaralıdır. Ancak dahasonraki tarihlerde ölü ve yaralı sayısının daha fazla olduğu tespit edilir. Tarihin sayfalarına Hiroşimave Nagasaki gibi, insanlığın kara bir lekesi olarak geçer bu katliam.

Saddam Hüseyin binlerce Kürt, Iraklı komünist ve Şii’nin ölümünden sorumlu bir kanlı elikatildir. Birçok katliamın emrini vermiş, dikdatörlüğü boyunca Irak halkına ağır zulümler veişkenceler çektirmiştir. Ancak Saddam tek başına yapmamıştır tüm bunları. Saddam, başını ABD’ninçektiği emperyalist sistemin ürünüdür. İran savaşında, Halepçe’de, Enfal hareketinde, 1991 Kürt veŞii kırımında, milyonlara varan Kürdün yerinden yurdundan edilerek sınırlara yığılmasında, ABD,İngiltere ve diğer emperyalist devletler de Saddam’la aynı derecede suçludurlar.

Halepçe katliamında kullanılan kimyasal silahların ABD, Fransa, Almanya patentli olduğu dahasonra açığa çıkmıştır. Halepçe katliamı, 1991 yılına kadar ABD ve diğer emperyalist devletler vemedyaları tarafından görmezden gelinmiştir. Saddam’ın Kuveyt’e girmesiyle birlikte ABD ileçıkarları çatışır ve Halepçe yavaş yavaş gün yüzüne çıkartılır.

Saddam Hüseyin yakalandıktan kısa bir süre sonra yargılanır ve idam edilir. Saddam’ınyargılandığı dava sadece Duceyl davasıdır. ABD’yle her türlü siyasal ve askeri ilişkiye girenlerinyaptığı olup biteni gizlemek veya geçiştirmekten başka bir şey olmamıştır. Saddam Halepçekatliamından dolayı yargılanmamıştır

Saddam’ın 1980’den 2003 yılına kadar süren 23 yıllık iktidar döneminin suçları yargılansaydı,ABD, İngiltere ve diğer emperyalist ülkelerin de bu katliamın suç ortakları oldukları görülecekti.Saddam’ın kısa sürede infaz edilmesi bu gerçeklerin karanlıkta kalmasını sağladı.

Kürt halkı sadece Halepçe’de katledilmemiştir. Yaşadığımız coğrafyada süren 30 yıllık kirlisavaşta da binlerce Kürt köyü yakılmış-yıkılmış ve binlerce insan faili meçhul bir şekildeöldürülmüştür. Birçok köy boşaltılarak, Kürtler zorunlu göçe zorlanmıştır. Bunlar başta ABD olmaküzere diğer emperyalist devletler ile işbirliği içinde gerçekleştirilmiştir.

Bugüne baktığımızda, Filistin halkının yaşadıkları, 16 Mart 1988’de Kürt halkınınyaşadıklarından bağımsız değildir. Halepçe üzerine atılan hardal ve sarin gazları bugün Gazzeüzerine fosfor bombası olarak yağıyor. İsrail Gazze’ye bıraktığı bombalarla kadın, erkek, çocuk,yaşlı ayırt etmeksizin herkesi öldürüyor. ABD ve AB’li emperyalist ülkeler yine sessiz kalıyor bukatliama. İsrail’in kendisini savunduğunu söyleyerek katliamı bir kez daha onaylıyorlar. Değişen tekayrıntı, dün Halepçe ve Saddam’dı, bugün ise Gazze ve Olmert...

Ortadoğu’da emperyalist-siyonist koalisyon ile onların işbirlikçileri cirit atmaya devam ettiğisürece halkların rahat yüzü görmesi mümkün değildir. Ortadoğu halklarını kardeşçe yaşayabilmeleriiçin, emperyalist zorbaların, ırkçı siyonistlerin ve onlarla suç ortaklığı yapan işbirlikçilerin bölgedenatılması şarttır. Bu ise ancak halkların, emperyalizmi-siyonizmi ve onların bölgedeki işbirlikçilerinihedef alan devrimci bir program ekseninde birleşmesi ile mümkündür.

“Çürüyen kokusuylayağdı kimya

kesildi feri gözlerin,sustu dil

artık ne yürek sızısı vargenç kızların

ne bıyık bırakan delikanlılar...”

İbrahim KARACA

Tarihe düşen kara bir leke:

Halepçe katliamı

37

Page 38: Ekim Gencligi 114

Sermayenin saldırılarına karşı

sesimizi yükseltelim!

Suyun ticarileştirilmesine izin vermeyelim!..

38

Dünya nüfusunun yaklaşık olarak %20'si yeterliiçme suyundan yoksun, %29'u ise su kıtlığı çekiyor.

Yılda 5 milyon insan su kıtlığı ya da kirliliğinedeniyle ölüyor.

Temel bir hak olan suya erişimle ilgili dünyaölçeğinde ciddi sorunlar yaşanırken, bu sorunlarıistismar ederek kullanan ve suyunticarileştirilmesinin/piyasaya açılmasının önünü açanDünya Su Forumu’nun beşincisi, Devlet Su İşleri,İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ'nin desteğiyle16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul'dagerçekleşecek.

Dünya Su Forumu:

Sudan kar etmenin yollarını aramak!

“Farklılıkların Suda Yakınlaşması” başlıklı 5.Dünya Su Forumu'yla ilgili açıklama metinlerinde,Birleşmiş Milletler’in hazırladığı yoksulluğu yarıyarıya azaltma başlığını içeren “Binyıl KalkınmaHedefleri”ne katkıda bulunmak başlıca hedef olarakgösterilmektedir. Bunun gerçekleştirilmesi için ise,küresel ölçekte işbirliğiyle birlikte “su kaynaklarınınyönetimi” kavramı öne çıkartılmaktadır. Forumda elealınacak temalardan biri ise “finans” başlığınaayrılmış. Bunun altındaki başlıklarda “hakkaniyet”,“dar gelirlileri korumak” gibi tanımlar kullanılsa da,su, özelleştirilmesi gereken ticari bir mal olaraktanımlanmaktadır.

Forum kapsamında dünya belediye başkanları veyerel idarecilerinin imzalayacağı “İstanbul SuMutabakatı”nda, “su kaynakları ve onların yönetimiaynı zamanda bu küresel değişikliklere uyumsağlamak için de kullanılan bir araçtır” gibitanımlamalarla birlikte, suyun özel sektör tarafındanyönetilmesinde bir sakınca olmadığı, tekelcisermayenin çıkarlarına ters düştüğü için tarımdakullanılan suyun kısıtlanması gerektiği gibiaçıklamalar yapılmaktadır.

Kısacası Su Forumu, “herkese sağlıklı su” gibisöylemleri de kullanarak, suyu küresel sermayeninyönetimi altına girmesi ve kar edilmesi gereken ticaribir mal olarak tanımlamaktadır.

Türkiye'deki egemen sermaye sınıfının temsilcisiolan TÜSİAD'ın Eylül 2008'de yayınladığı “Küresel

Su Krizine Çözüm Arayışları: Şebeke SuyuHizmetlerine Özel Sektör Katılımı-Dünya ÖrnekleriIşığında Türkiye İçin Öneriler” ve “Türkiye'de SuYönetimi-Sorunlar ve Öneriler” raporları,başlıklarından da anlaşıldığı gibi, 5. Dünya SuForumu'nun hedeflerini birebir desteklemektedir.

TÜSİAD raporları....

TÜSİAD raporları, suyun özelleştirilmesininyöntemlerini detaylı olarak verirken, su politikaları veyönetim modellerinin oluşturulmasında 5. Dünya SuForumu'nu da fırsat olarak değerlendirmektedir.Dünya Su Forumu raporlarında olduğu gibi TÜSİADraporlarında da, suyun bir hak olduğunu ve buçerçevede değerlendirilmesi gerektiğini belirtenikiyüzlü açıklamalar büyük yer tutmaktadır.

Yerel ve merkezi yönetimlerin de içinde olduğusuyun ticarileştirilmesinin savunucuları, yaptıkları heraçıklamada ve etkinlikte, suyun ticarileştirilmesininönündeki engellerin kaldırılması gerektiğinisöylemektedirler. Bunu zorunlu bir ihtiyaç gibigöstermeye çalışmaktadırlar. Bu çabaların sonucuolarak, Edirne ve Çorlu örneklerinde olduğu gibi,belediyeler tarafından mali yetersizlik gerekçesiylesular satışa çıkarılmakta, nehirler özelleştirilmeyeçalışılmaktadır.

Türkiye'de suyun her alanda özelleştirilmesiçalışmaları, TÜSİAD raporları ve 5. Dünya SuForumu öncesinde de sistematik bir şekildeyürütülmüştür. Ancak 5. Dünya Su Forumu’ylabirlikte suyun ticarileşmesi gündemine karşımuhalefet sesleri yükselmeye başlamıştır. Demokratikkitle örgütleri, meslek odaları ve siyasi bileşenlerindesteği ile çeşitli etkinlikler ve bilgilendirmeçalışmaları düzenlenmektedir. “SuyunTicarileştirilmesine Hayır Platformu”nungerçekleştirdiği etkinlikler ve “Suyuma DokunmaKampanyası” kapsamında 20-22 Mart tarihlerindegerçekleşecek olan “Alternatif Su Forumu”, bununörnekleridir.

Suyun ticarileştirilmesinin yoğun şekildetartışıldığı şu günlerde biz de tüm canlılar için temelbir hak olan su hakkı için, ondan kar elde eden veetmeyi amaçlayan sermaye sınıfına karşı sesimiziyükseltmeliyiz.

Page 39: Ekim Gencligi 114
Page 40: Ekim Gencligi 114