doktora tezİ - acikarsiv.ankara.edu.tracikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1512/2140.pdfiii t.c. ankara...

264
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ DOKTORA TEZİ Adnan ADIGÜZEL ANKARA – 2005

Upload: others

Post on 09-Jan-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI

ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ

DOKTORA TEZİ

Adnan ADIGÜZEL

ANKARA – 2005

II

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI

ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ

DOKTORA TEZİ

Adnan ADIGÜZEL

Danışman

Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM

ANKARA – 2005

III

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI (İSLÂM TARİHİ) ANABİLİM DALI

ABDULMÜMİN B. ALİ DÖNEMİNDE MUVAHHİDLER DEVLETİ

DOKTORA TEZİ

Tez Danışmanı: Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM

Tez Jüri Üyeleri:

Adı Soyadı:

Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM --------------------

Prof. Dr. Sönmez KUTLU --------------------

Prof. Dr. Mustafa Zeki TERZİ ---------------------

Prof. Dr. Sebahaddin SAMUR ----------------------

Prof. Dr. Nahide BOZKURT ---------------------

Tez Sınav Tarihi: 05.01.2006

IV

ÖNSÖZ

İslâm’ın doğuşundan sonraki ilk asırda Müslümanların hakimiyetine girmiş olan

Kuzey Afrika ve Endülüs’ün İslâm tarihi içinde önemli bir yeri vardır. Ancak ülkemizde bu

coğrafya ile ilgili yeteri kadar çalışma yapılmamıştır. Belki de bundan dolayı, Kuzey Afrika

tarihi ile ilgili genel olarak bir belirsizlik söz konusuyken, Endülüs denilince de hemen hemen

sadece Endülüs Emevî Devleti bilinmektedir. Hatta Müslümanların Endülüs’te bulunduğu

sekiz asırlık dönem tamamen Endülüs Emevî Devleti dönemi gibi algılanmakta ve bu durum

sözlü ve yazılı olarak da ifade edilmektedir. Oysa bu coğrafya, Endülüs Emevî Devleti’nden

sonra da Müslümanların kurmuş olduğu bir çok devlet ile bağlantılı olarak yüzyıllar boyunca

var olmuştur. Muvahhidler de bu devletlerin en önemlilerinden biridir

İşte biz bu çalışmamızda bu bölgede XII. yüzyıl başlarından XIII. yüzyıl ortalarına

(1121-1269) kadar hüküm sürmüş olan Muvahhidler Devleti’nin kuruluşu hakkında bilgi

vermeye çalışacağız.

Muvahhidler Devleti’nin bölge tarihinde son derece önemli bir yeri vardır. Onlar,

Endülüs’te Müslümanlara karşı yürütülen Hıristiyan Haçlı akınlarına karşı yaklaşık bir asır

karşı durmuşlardır. Aynı zamanda Kuzey Afrika’nın Müslümanların yaşadığı bir coğrafya

olarak kalmasında da bu devletin önemli katkıları olmuştur.

Muvahhidler Devleti’nin kuruluşunda çok büyük bir görev üstlenmiş olan

Abdulmümin, tarihteki önemli ve başarılı komutanlardan biridir. O, Muvahhidlere liderlik

yaptığı yaklaşık 34 yıllık dönemde, bölgenin en güçlü ve aynı zamanda coğrafî olarak en

büyük devletini kurmuştur. Askerî, siyasî, eğitim ve kültür alanında ortaya koyduğu

çalışmalarla ve atılımlarla da farklı bir kişiliğe sahip olduğunu göstermiştir. Biz bu

çalışmamızla tüm bu konulara dikkat çekmeyi ve bu konuda doğru bilgi ve yorumlar sunmaya

çalıştık.

Bu araştırmamız, giriş, üç bölüm, sonuç ve iki ekten oluşmaktadır. Giriş bölümünde

Muvahhidler Hareketi’nin ortaya çıkışı, hareketin kuruluşu ve ilk lideri olan İbn Tûmert

hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştık. Birinci bölümde, Abdulmümin b. Ali’nin kimliğini,

halife seçilmesini ve Murabıtlara karşı yürüttüğü mücadeleyi ele aldık. İkinci bölümde,

Mağrib ve Endülüs’te Muvahhidlere karşı ortaya çıkan isyanları ve Muvahhidlerin Endülüs ve

Mağrib’teki fetih hareketlerini inceledik. Üçüncü ve son bölümde ise Abdulmümin b. Ali

döneminde kültür ve medeniyet alanlarında yapılanları imkanlarımız ölçüsünde ortaya

koymaya gayret ettik. Tezimizin sonuna ek olarak, Abdulmümin’in doğumundan ölümüne

V

kadar geçen süredeki olayları özetleyen bir kronoloji ile İbn Tûmert’in Abdulmümin’i

kendisinden sonra halife olarak vasiyet ettiğine dair bir metin koyduk.

Çalışmam süresince yeni ve güzel bir eser ortaya koyabilmem için her aşamada büyük

bir iştiyakla destek veren hocam Prof. Dr. Mehmet ÖZDEMİR’e, Prof. Dr. İbrahim

SARIÇAM’a, Prof. Dr. Sönmez KUTLU’ya ve bu araştırma boyunca desteğini aldığım tüm

dostlarıma teşekkürlerimi sunuyorum.

Adnan ADIGÜZEL Ankara 2005

VI

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ………………………………………………………………………………… IV

İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………………… V

KISALTMALAR ……………………………………………………………………….. IX

A-Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi………………….……………………………1

B-Araştırmanın Metodu ve Kaynakları………………………….………………………….6

GİRİŞ

A-MUVAHHİDLER HAREKETİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI ÖNCESİNDE MAĞRİB …..12

B-MUVAHHİDLER HAREKETİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI…………………………….. 21

1-İbn Tûmert’in Kimliği ve Eğitimi………………………………………………… 22

2-Şahsiyeti ve Eserleri………………………………………………………………...27

3-Devlet Olma Yolunda Faaliyetler ………………………………………………….31

4-Muvahhidler Devleti’nin Kurulması ……………………………………………….34

BİRİNCİ BÖLÜM

ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE

MURABITLAR DEVLETİ’NE SON VERMESİ

A-ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN KİMLİĞİ, EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ ………………. 42

1-Doğum Yeri ve Tarihi …………………………………………………………… . 43

2-Ailesi ve Nesebi ………………………………………………………………… 45

3-Eğitimi ve İbn Tûmert İle Karşılaşması ….………………………………………. 50

4-Şahsiyeti ………………………………………………………………………….. 59

B-ABDULMÜMİN’İN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE MURABITLARA

KARŞI MÜCADELESİ …………………………………………..…………………… 67

1-Halife Olarak Biat Alması………………………………..……………………….. 67

2- Halifeliğinin İlk Yıllarındaki Faaliyetleri ……………..…………………………. 72

3-Murabıtlara Karşı Mücadelesi ………………………..………………………….. 75

3.a- 524-534/1130-1139 Yılları Arasındaki Savaşlar ..…………………………… 76

3.b- Yedi Yıl Savaşları (534-541/1139-1146) …………………………………… 84

3.c- Merrakeş’i İstilası ve Murabıtlar Devleti’ne Son Vermesi …………….…….100

İKİNCİ BÖLÜM

ABDULMÜMİN’NİN MURABITLAR DEVLETİ’Nİ YIKMASINDAN

SONRAKİ FAALİYETLERİ VE ÖLÜMÜ

A-İÇ İSYANLAR ……………………………………………………………..……….. 108

VII

1-Mâsî İsyanı ………………………………………………………………...……...111

2-Sahrâvî İsyanı ………………………………………………………………….…113

3-Diğer İsyanlar ………………………………………………………………….…117

B-ENDÜLÜS’ÜN MUVAHHİDLER DEVLETİ’NE BAĞLANMASI ……………..…120

1-Muvahhidler Öncesinde Endülüs ………………………………………….….… 120

2-Muvahhidlerin Endülüs’te Hakim Olmaları ……………………………….….…122

C-ENDÜLÜS’TE HIRİSTİYANLARA KARŞI CİHAD FAALİYETLERİ ………..…139

D-KUZEY AFRİKA’DA FETİH HAREKETLERİ …………………………….….….146

1-Mağribu’l-Evsat’ın Fethi ………………………………………………….….….147

2-Mağribu’l-Ednâ’nın Fethi ve Hıristiyanların Bölgeden Çıkarılması …..…….…..152

E-ABDULMÜMİN’İN ÖLÜMÜ ……………………………………………………….160

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ABDULMÜMİN DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

A-ABDULMÜMİN DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ ………………………………. 170

B-İDARİ TEŞKİLAT ..…………………………………………………………………. 174

1-Hilâfet ………………………………………………………………………….…177

2-Vezaret – Hicabet …………………………………………………………………181

3-Katiplik …………………………………………………………………………...186

4- Kadılık ……………….…………………………………………………………. 188

5-Hisbe …………………….……………………………………………………… 190

6-Valilik ……………………….………………………………………………….. 192

7-Şurta …………………………….….……………………………………………. 194

8-Berid ………………………………..…………………………………………… 194

C-ASKERÎ TEŞKİLAT ...…………………….………………………………………. 197

1-Asker Kaynakları ………………………………….…………………………… 197

2-Sefer Şekli ve Düzeni …………………….…………………………………… 199

3-Savaş Alet ve Alâmetleri ……………………….…………………………….. 201

4- Savaş ve Kuşatma Taktikleri ……………………………………………………203

5-Donanma ……………………………………………….……………………….. 206

D-SOSYAL HAYAT ………………………………………………………………….. 208

1-Muvahhidler Devleti’nde Halk ve Sosyal Statü …………………………………. 208

2-Karşılama Törenleri ve Kutlamalar ……………………………………………... 212

3-İskan Politikası …………………………………………………….……………. 214

4-Sistem Halk İlişkileri …………………………………………….……………... 215

VIII

E-İLİM VE KÜLTÜR HAYATI ..…………………………………..………………..…218

F-İMAR ÇALIŞMALARI VE BU DÖNEMDE KURULAN ŞEHİRLER ………...….. 225

1-Genel olarak İmar Çalışmaları …………………………..…….………………….225

2- Yeni Kurulan Şehirler ………………………………..……………….……….…227

2.a-Ribâtü Tâze ……………………………………………………………..227

2.b-Ribâtulfeth (Ribatu Selâ) ……………………………………………… 228

2.c-Bethâ ……………………………………………………………………228

2.d-Cebelu’l-Feth ………………………………………………………….. 230

SONUÇ …………………………………………..……………………………………. 232

BİBLİYOGRAFYA …………………………………………………………………. 237

EKLER

EK-1 KRONOLOJİ ………………………………………..………………………… 247

EK-2 İBN TÛMERT’İN VASİYETİ ……..………………..………………………… 252

HARİTALAR

1-Muvahhidler Devleti’nin Ortaya Çıktığı Dönemde Sûsu’l-Aksâ Bölgesi ….………... 41

2-Abdulmümin’in Yedi Yıl Savaşlarında İzlediği Rota …………………...…….……..107

3-Abdulmümin’in Mağribu’l-Evsat Seferinde İzlediği Rota ………………..…………. 167

4-Abdulmümin’in Mehdiyye (Mağribu’l-Ednâ) Seferinde Fethettiği Yerler .…………. 168

5-Abdulmümin’in Mağrib ve Endülüs’teki Fetih Merhaleleri ………………………… 169

ÖZET ………………………………………………………………………. …….254

ABSTRACT ……………………………………………………………………………255

IX

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

b. : İbn, bin

bkz. : Bakınız

bty. : Baskı tarihi yok

byty. : Baskı yeri ve tarihi yok

cc. : Celle Celâluhu

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

DMİ : Dâiretü’l-Maarifi’l-İslamîyye

DFİF : Dâru’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi

EÜİF : Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

h. : Hîcrî

Hz. : Hazreti

İA : Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi

İTED : İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi

km. : Kilometre

m. : Milâdî

ö. : Ölüm tarihi

r. a. : Radıyallahu anhu

s. : Sayfa

sav. : Sallallahu aleyhi ve sellem

Ter. : Tercüme eden

vd. : Ve devamı

vb. : Ve benzeri

Yay. : Yayına hazırlayan, yayınlayan

yy. : Yüzyıl

A-ARAŞTIRMANIN KONUSU, AMACI VE ÖNEMİ

Abdulmümin b. Ali Döneminde Muvahhidler Devleti başlığı ile hazırladığımız

bu çalışmamızda esas olarak, Muvahhidler Teşkilatı ve Devleti’nin kurucusu olan

Mehdî Muhammed b. Tûmert’in en gözde öğrencisi ve en yakın arkadaşı

Abdulmümin b. Ali’nin hayatı, şahsiyeti ve mücadelesini inceleyeceğiz. Bunun

yanında, onun sosyal, siyasal, askerî ve mimarî alanlarda gerçekleştirdiği

yenilikleri ve farklılıkları ortaya koymaya çalışacağız.

Genel olarak İslâm Tarihi alanındaki çalışmaların yeterli düzeyde

olmadığını ifade eden Hourani, İslâm Tarihi ile ilgili çalışmaların dünya çapında

yetersiz olduğunu ve Avrupa tarihi ile ilgili çalışmalara göre l00 yıl geriden

seyrettiğini, bu çalışmalar içinde Kuzey Afrika ile ilgili tarih araştırmalarının ise

daha da az olduğunu belirtmiştir1. Bu gerçeğin en fazla geçerli olduğu ülkelerden

biri belki de bizim ülkemizdir. Tez konumuz olan Muvahhidler hakkında Türkçe

olarak hazırlanmış, müstakil bir eserin bile olmayışı bu gerçeğin en iyi delili

sayılabilir.

Biz bu tez ile, İslâm Tarihi alanında ülkemizde üzerinde pek fazla

çalışılmayan Mağrib bölgesi ile ilgili bir konuyu inceleyeceğiz. Diğer taraftan bu

çalışma, bilebildiğimiz kadarıyla Muvahhidler ve Abdıulmümin hakkında

ülkemizdeki ilk çalışmadır. Bu bakımından da ortaya koyacağımız eser ayrı bir

önem taşımaktadır.

Dünya genelindeki tarih çalışmaları içinde İslâm Tarihi çalışmalarının

yetersizliği tartışılabilir. Ancak ilk dönemlerinden itibaren İslâm Tarihinin en

önemli aktörlerinden biri olan biz Türkler, bu konuda daha çok çalışma yapmak

durumundayız. Özellikle de Kuzey Afrika ve Endülüs söz konusu olduğunda açıkça

belli olan araştırma kıtlığını gidermeliyiz. Kuzey Afrika, yaklaşık dört yüzyıl

Osmanlı hakimiyetinde kalmış bir bölge olarak bizim tarihimizin bir parçası olarak

kabul edilmelidir.

Ülkemizde İslâm Tarihi denilince genellikle, Peygamberimiz ve dört halife

dönemi, Emevîler, Abbasîler, Selçuklu ve Osmanlılar, biraz da Mısır’da kurulan

Türk devletleri akla gelmekte, Müslümanların yaşadığı diğer coğrafyalar ve

milletlerle ilgili tarih, sanki göz ardı edilmektedir. Oysa üzerinde yeterli araştırma 1 Hourani, Albert, Avrupa ve Orta Doğu, Ter. Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, 233, 234, 254, İstanbul, 2001.

2

yapmadığımız Kuzey Afrika, Hicrî I. yüzyıldan itibaren Müslümanların

hâkimiyetine girmiş bir bölgedir. Yine buranın bir devamı sayılan Endülüs, Hicrî

birinci yüzyıl sonlarından itibaren sekiz yüz yıla yakın bir dönem boyunca

Müslümanların hakim olduğu, dünya çapında medeniyet kurduğu ve en önemli

ilmî faaliyetlerin yürütüldüğü bir bölge olmuştur. Müslümanların eserlerinden bir

kısmı bölgede hâlâ bütün ihtişamıyla durmaktadır. Söz gelişi İber Yarımadası’nda

bir çok şehir adı, başta Kurtuba (Gordoba), Gırnata (Gıranada) ve Almeria (el-

Meriyye) olmak üzere Müslümanların hatırası olarak hâlâ kullanılmaktadır.

Türkiye’de Endülüs denilince insanların aklına gelen şey, neredeyse sadece

Endülüs Emevi Devleti olmaktadır. Oysa Endülüs Emevî Devleti, 756-1031

yıllarında yaşamış bir devlettir. Müslümanların Endülüs’teki hâkimiyetleri ise,

Endülüs Emevîleri’nden yaklaşık 500 yıl sonrasına kadar sürmüştür2. İnsanların

Muvahhidler Devleti hakkında bilgi sahibi olmaları bir yana, tarihte böyle bir

devletin olduğundan bile habersiz durumda olduklarını, tez çalışmalarım sırasında

çok açık olarak fark ettim. Halbuki bu devlet, coğrafî bakımdan Kuzey Afrika ve

Endülüs’te çok geniş bir alana yüz yıldan daha fazla bir süre hükmetmiştir. Yine bir

dönem için dünyadaki en güçlü devletlerden biri olmuştur. Biz bu çalışmamızla,

bölge tarihine bir nebze de olsa dikkat çekmeye ve ışık tutmaya çalışacağız.

Bu çalışmada ele alacağımız Abdulmümin b. Ali, V./XI. yüzyılın sonlarında

dünyaya gelmiş, kendi doğduğu çevrede alabileceği eğitimi aldıktan sonra gençlik

döneminde ilim tahsili için doğuya seyahat amacıyla yola çıkmış, hayat dolu,

2 Endülüs denilince Endülüs Emevilerini anlayan ve bunu böyle ifade eden birçok örneğe rastlamaktayız. Meselâ, DİA’ya Barut maddesini yazan Mahmut H. Şakiroğlu, barutun Çinliler tarafından XII. yüzyılda bulunduğu, bu kelimeye Müslüman kaynaklarda ilk defa 1248’de rastlandığı bilgisini vermiş, ancak daha sonra Avrupa’nın barutu, (1031’de yıkılmış olan) Endülüs Emevî Devleti aracılığı ile öğrendiğini belirtmiştir. Bkz. Şakiroğlu, Mahmut H., ‘Barut’, DİA, V, 92-94, İstanbul, 1992. Bir başka örnek olarak da XVI. yy. da yaşamış olan Cervantes’in Donkişot adlı eserini Türkçe’ye tercüme eden Ali Çankırılı’nın, Cervantes’i tanıtım amacıyla yazmış olduğu üç sayfalık giriş yazısında Cervantes’ten üç kez Endülüs Emevileri ile bağlantılı bir kişi olarak bahsetmesini gösterebiliriz. Bkz. Cervantes, Donkişot, Ter. Ali Çankırılı, 5-7, İstanbul, 2002. Yine Endülüs Medeniyeti adıyla Tarih ve Düşünce Dergisi tarafından dağıtılan, Anadolu Yayıncılar Birliği başkanı İsmail Kahraman tarafından sunulan, belgesel bir CD’de de, ilk cümle olarak ‘Endülüs Emevi Devleti, Endülüs Medeniyeti’ denilerek söze başlanır. Bu CD’de 711’den 1492 tarihine kadarki dönemden bahsedilir. Ama bütün bu dönem için defalarca Endülüs Emevi Devleti ifadesi rahatlıkla kullanılır. İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti adlı eserde yer alan R. Tourneau’nun ‘Afrika ve Batı İslâmı’ kısmını tercüme eden Hürrem Yılmaz, Mağrib bölgesindeki önemli tarihi kentlerden biri olan Kosantîne kelimesinin karşılığını İstanbul olarak vermesi, bölgenin ne kadar yabancısı olduğumuzun göstergelerinden biri olmalıdır. Bkz. Roger Tourneau, ‘Afrika ve Batı İslâmı’, İslâm Kültür ve Medeniyeti, Ter. Hürrem Yılmaz, Yay. P. M. Holy, A. K. S. Lambton, B. Lewis, III, 99, İstanbul, 1997.

3

dipdiri bir şahsiyettir. Ancak yolculuğunun hemen başlarında, Mellâle’de3 (Şevval

512/Ocak 1119)4 İbn Tûmert ile karşılaşmasıyla hayatının rotası değişmiş, bundan

sonra İbn Tûmert’in ölümüne kadar ondan ayrılmamıştır. Abdulmümin, aynı

zamanda İbn Tûmert’in fikrî ve siyasî mirasını en yüksek seviyede temsil etmiş ve

yaşatmıştır. Abdulmümin siyasî varlığını İbn Tûmert’e, İbn Tûmert de tarihe bu

şekilde silinmez bir tarzda yazılmasını Abdulmümin’e borçludur diyebiliriz.

Muvahhidler köken olarak Murâbıtlar gibi Berberî asıllı kabilelerin desteği ile

kurulmuş bir devlettir. Onlardan önce bölgede hakim olan Murâbıtlar Lemtûne5

kabilesine dayanırken Muvahhidler ise başlangıçta Masmûde6 kabilesinin

desteğiyle kurulmuş bir devlettir. Ancak, Muvahhidler hareketi bir aile/kabile

hareketi olmaktan daha çok, birtakım dinî ve siyasî ilkeleri ön plâna çıkaran bir

topluluğun temellerini attığı bir hareket olarak doğmuştur7. Muvahhidler

Hareketinin kurucusu olan İbn Tûmert, ortaya çıktığı topluma yeni bir ruh

aşılayarak Allah yolunda cihadı, Sünnet’i ihyâyı, bid’ata ve bazı dinî konulardaki

yanlış gördüğü yanlış anlayış ve uygulamalara karşı savaşı önemli bir argüman

olarak kullanmıştır. Onun çalışmaları olumlu sonuç vermiş ve önce Muvahhidler

hareketi, arkasından da Muvahhidler Devleti ortaya çıkmıştır.

Muvahhidler Devleti’nin hüküm sürdüğü yıllar (515-668/1121-1269),

Mağrib’in siyasi ve kültürel hayatında tarihin en verimli zaman dilimi olmuş, bu

3 Mellâle, Kuzey Afrika sahilinde, bugün Cezâyir devleti sınırları içinde yer alan, Bicâye ve Cezâyir şehirleri arasında bulunan sahile yakın küçük bir yerleşim birimidir. 4 İbn Haldun, İbn Tûmert’in Bicâye’ye geliş tarihini 512/1118 olarak vermiştir. 512 yılının Ramazan bayramında bazı eleştirileri sebebiyle kendisine, ileri gelenler tarafından şehirden çıkması, yoksa öldürüleceği bildirilmiştir. O da arkadaşlarıyla buradan ayrılarak Mellâle’ye geçmiştir. İbn Haldun, Abdurrahman, (ö. 808/1405), Kitâbu’l-İber Divânu’l-Mübtedâ ve’l-Haber, VI, 227, Mısır, 1284. 5 Lemtûne, Berberîlerin Berânis kolundan, Mağribu’l-Vustâ ve Mağribu’l-Aksâ’da, Sahra’ya kadar uzanan bölgede yaşamakta olan, Berberîlerin büyük kabile topluluklarından Sanhâce gurubuna mensup büyük bir kabiledir. Yan yana yaşadıkları, Heskûre’nin Sanhâcelilerle akrabalıkları vardır. Bu kabileler göçebe olarak yaşamakta ve yüzlerini bir örtü ile örtmekteydiler. Murâbıtların ana dayanağını oluşturan bu kabile, Muvahhidlere mağlup olmalarından sonra Mağrib’ten tamamen silinmişlerdir. Bkz. G. S. Colin, ‘Lemta’, ‘Lemtûne’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957; Marçais, G., ‘Sanhâce’, İA, X, 192-194, İstanbul, 1967. 6 Masmûde, Berberî Berânis kabilesinin önemli kollarından biridir. Mağrib’in en güneyinde yaşamışlar ve birlikte yaşadıkları Sanhâcelilerle buradaki Berberîlerin ana nüvesini oluşturmuşlardır. Muvahhidlerin öncelikle kendilerine dayandığı bu kabile, o dönemde Akdeniz sahilinden Anti Atlaslara uzanan geniş ova, yayla ve dağlarda yaşamaktaydılar. Bkz. G. S. Colin, ‘Masmûde’, İA, VII, 351-356, İstanbul, 1957. 7 R. Tourneau, Hareketu’-l-Muvahhidiyye fi’l-Mağrib, 123, Ter. Emin Tîbî, Tunus, 1982.

4

dönemde Mağrib medeniyeti zirveye çıkmıştır8. Bu açıdan Muvahhidler

Devleti’nin İslâm Tarihi içinde ayrı bir yeri vardır.

Muvahhidler kültür ve medeniyet olarak, Murâbıtların yaklaşık seksen yıllık

hazırlık dönemi üzerine, ancak onları yok ederek kurulmuş bir devlettir.

Murâbıtların kurulup, hızla parlayıp sonra da yok olmalarının ardından,

Muvahhidler daha güçlü ve daha uzun ömürlü olarak onların yerini

doldurmuşlardır. Başlangıçta son derece mütevâzı olarak ortaya çıkan Muvahhidler,

ihtişamlı ve güçlü bir devlet kurmuşlardır. Bu devlet Murâbıtlardan farklı olarak,

Abbasi halifeliğini tanımak yerine kendi halifeliklerini ilân etmişler, devlet

başkanlarına da halife ve emirü’l-müminîn unvanını vermişlerdir.

Muvahhidler eğitime büyük önem vermişler, yetiştirdikleri öğrencileri pratik

ve teorik bilgilerle donatmışlardır. Merrakeş’te binlerce öğrencinin eğitim gördüğü

okullar kurmuşlar, bu okullara devam eden öğrencileri dinî, idarî ve askerî

eğitimden geçirmişlerdir. Daha sonra da ülkenin askerî ve idarî kadrolarını bu

okullarda yetişen gençlere teslim etmişlerdir9. İlim ve edebiyat alanındaki

gelişmelerle de Muvahhidlerin hakim olduğu dönem, Mağrib’te ilim ve edebiyat

asrı olmuştur10.

Kuzey Afrika ve Endülüs, İslâm dünyasında, siyasi ve coğrafi açılardan

önemli ve hatta vazgeçilemez bir konuma sahiptir. Bu topraklar, Müslümanların

hakim olduğu en eski topraklardandır. Endülüs (İber Yarımadası) yaklaşık sekiz

yüzyıl Müslümanların bağımsız siyasî yapılar oluşturdukları bir bölge hüviyetini

taşımıştır. Bu uzun dönem içinde Endülüs bir taraftan ilmî çalışmalara beşiklik

yapmış, diğer taraftan da Hıristiyan Haçlı güçlerinin İslâm dünyasına geçişine set

oluşturmuştur. İşte, Müslümanların bu bölgedeki sekiz asırlık hâkimiyet döneminin

yaklaşık bir asırlık dilimi, Muvahhidlerin hâkimiyetinde geçmiştir.

Muvahhidlerin tarihteki önemli faaliyetlerinden biri, VI/XII. yüzyıl

başlarından itibaren Kuzey Afrika’yı işgal etmeye başlayan Hıristiyan güçleri 8 İnan, M. Abdullah, Asru’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, I, 157, Kâhire, 1964; Brignon, Jean, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuşundan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ter. Komisyon, V, 339, 341, 345, İstanbul 1988; Londau, R., Tarihu’l-Mağrib, Ter. Nikola Zeyade, 20, Beyrut, 1963. 9 Kitabu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakuşiyye, 151, Yazarı mechul, Yay. Süheyl Zekkar, Abdulkadir Zemame, Darulbeyda, 1979; R. Tourneau, Hareketu’-l-Muvahhidiyye, 41; Abdurrahman b. Muhammed Ceylâlî, Tarihu’l-Cezâyiri’l-Âmm, II, 8, Beyrut, 1980; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 771, İstanbul, 1950. 10 Sâih, Hasan, Hareketü’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib, 207, Darulbeyda, 1986.

5

bölgeden tamamen uzaklaştırmak olmuştur. Böylece Kuzey Afrika, Müslüman

kimliğini günümüze kadar korumuştur. Diğer taraftan Muvahhidler, Endülüs’te

Hıristiyanlara karşı kazandıkları zaferlerle Müslümanlara büyük bir moral destek

olmuşlar ve bölgedeki Haçlı ilerlemesini belli bir müddet de olsa durdurmuşlardır.

Cezâyirli düşünür Malik bin Nebi, İslâm Davası adlı eserinde, İbn Tûmert’in

ıslahat hareketini, tarih boyunca yer altından akmaya devam eden ve zaman zaman

mecrasını bularak fışkıran bir kaynağa benzetmektedir. O, Muvahhidler Devleti’nin

asıl kurucusunun da bu mecrâdan fışkıran ıslahat akımı olduğunu belirtmiştir. Malik

bin Nebi’ye göre Muvahhidler Devleti’nin çöküşü ise, İslâm dünyası için büyük bir

dönüm noktası olmuştur. Muvahhidler sonrası İslâm toplumu, atalete, boşvermişliğe

dalmış, amip gibi, nereye gideceğini bilemeyen, sağa sola yalpalayarak çarpan ve

geçiminin teminini de semânın yardımına havale etmiş bir toplum hâline gelmiştir11.

Brignon, Muvahhidler Devrini, Mağrib’te siyasî ve kültürel faaliyetler

bakımından tarihin en verimli dönemi olarak kabul etmekte ve Abdulmümin

döneminde ekonomik ve kültürel birliğe siyasî birliğin eklenmesinin bile, tek

başına Mağrib için Muvahhidler dönemine altın çağ denilmesini haklı çıkaracağını

vurgulamaktadır12. Yine Batılı araştırmacılardan Tourneau da Muvahhidler

dönemini Mağrib medeniyetinin altın çağı olarak nitelemiş ve Mağrib’in tarih

boyunca en parlak dönemini Muvahhidler sayesinde yaşadığını ifade etmiştir13.

Bu çalışmanın başka bir önemli yönü de devletlerin yıkılış ve kuruluş

süreçlerini etkileyen şartları ortaya koymak olacaktır. Zira incelediğimiz dönemde

Muvahhidler Devleti kurulurken, bölgedeki en önemli devletlerden biri olan

Murâbıtlar Devleti de yıkılmıştır. Muvahhidler, Murâbıtlardan sonra Berberîlerin

kurduğu ikinci devlet olma özelliğini de taşımaktadır. Bu büyük devletlerin

yıkılışından sonra Kuzey Afrika ve Endülüs’te güçlü ve geniş coğrafî alana

hükmeden başka bir devlet kurulamamıştır.

Bu çalışmamızda, İslâm dünyasının önemli bir parçası olan Kuzey Afrika ve

Endülüs’te, bölgenin belli bir döneminin tarihî ve siyasî gelişmelerine damgasını

vuran Muvahhidler Devleti’nin ilk yıllarını aydınlatmaya çalışacağız.

11 Malik Binnebi, İslâm Davası, Ter. Muharrem Tan, 43, 141, 142, İstanbul, 1990. 12 Birignon, Jean, V, 343, 350. 13 Roger Tourneau, ‘Afrika ve Batı İslâmı’, 113, 116.

6

B-ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI

Bu çalışmamızda olayları olabildiğince objektif olarak değerlendirmeye

gayret ettik. Kaynaklardaki konumuzla ilgili bilgileri tarihî, insanî, sosyolojik ve

psikolojik yönden olabilirliğini düşünerek ortaya koymaya çalıştık. Hurafe

sayılabilecek, gerçekliği mümkün olmayan rivayetleri elimizden geldiği kadar

ayıkladık ve eleştirdik.

Araştırmamızda, öncelikle incelediğimiz döneme en yakın kaynaklardan

yararlanma yoluna gittik. Daha sonra, günümüze kadar konumuzla ilgili yazılanları

ve yapılan araştırmaları imkânlarımız ölçüsünde inceleyerek bir sonuca varmaya

gayret ettik.

Araştırmamızın yazımında kolaylık olacağı ve kullandığımız günlük

Türkçe’ye uygunluğunu düşünerek, özellikle şahıs isimleri önünde yer alan harf-i

tarifleri yazmadık. Atıfta bulunduğumuz müelliflerin ve eserlerin tam adlarını

kullandığımız ilk dipnotlarda verip, daha sonraki atıflarımızda ise müellif adını ve

eserinin cilt ve sahifesini belirtmekle yetindik. Birden fazla eserini kullandığımız

müelliflerin adlarıyla birlikte eserlerinin adını da olabildiğince kısaltarak her

dipnotta belirttik.

Dipnotlarda gösterdiğimiz kaynakların konumuzla ilgili yerlerini gösterirken,

kullandığımız eserin cildini belirtmek için Roma rakamlarını, (I, V, X, vb.),

sayfasını belirtmek için de günlük hayatta kullandığımız rakamları (1, 2, 3,…)

kullandık. Meselâ atıfta bulunduğuz yer, bir eserin beşinci cildinin yirmi beşinci

sayfası ile ilgili ise, bunu dipnotumuzda, ‘V, 25’ şeklinde gösterdik. Her bölümün

dipnot numaralarını birden başlayarak numaralandırdık.

Tezimizin yazımında TDK İmlâ Kılavuzunun 2000 yılı baskısını esas alarak

yazım kurallarına özen göstermeye çalıştık.

Çalışmamızı, giriş dışında üç bölüm hâlinde tasarladık. Giriş bölümünde,

Muvahhidler hareketinin ortaya çıkmasına kadar Mağrib siyâsî tarihini genel olarak

ele aldık. Bunun yanında Muvahhidler teşkilatının ortaya çıkış ve devlete dönüşme

aşamalarını kısaca anlatarak, bu hareketin kurucusu İbn Tûmert hakkında genel

bilgi verdik.

Birinci bölümde, Muvahhidler Devleti’nin İbn Tûmert’ten sonraki en önemli

şahsiyeti olan ve tezimizin de asıl konusunu oluşturan Abdulmümin b. Ali’nin

7

hayatını, halife olarak biat almasını ve Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmasına

kadar yürüttüğü faaliyetlerini inceledik. İkinci bölümde, Abdulmümin’in

Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmasından ölümüne kadar yaptığı siyasî ve

askerî faaliyetlerini ele aldık. Bu çerçevede öncelikle, Merrakeş’in alınmasından

sonra Muvahhidler Devleti için çok önemli bir sorun olarak ortaya çıkan isyanlar

konusunu ortaya koymaya çalıştık. Daha sonra da Abdulmümin’in ölümüne kadar

sürdürdüğü, Endülüs’ü ve Kuzey Afrika boyunca Atlas Okyanusu’ndan Trablus’a

kadar olan bölgeyi ülkesi sınırlarına katmak için yürüttüğü faaliyetlerini inceledik.

Çalışmamızın üçüncü ve son bölümünde ise Abdulmümin döneminde

Muvahhidler Devleti’ndeki kültür ve medeniyet alanındaki gelişmeler hakkında

bilgi vermeye çalıştık. Bu çerçevede Muvahhidlerle ilgili genel bir

değerlendirmeyle Abdulmümin dönemindeki idarî kurumları, askerî, kültürel ve

sosyal yapıyı ve mimarî alanda yapılan bazı faaliyetleri ortaya koymaya gayret

ettik.

Çalışmamızda kullandığımız kaynaklara gelince; konumumuzun en öncelikli

kaynağı, Mehdî İbn Tûmert’in en yakın arkadaşlarından olan ve İbn Tûmert’in

ölümünden sonra da sürekli Abdulmümin’in yanında bulunan Ebu Bekir Sanhacî

Meknî Beyzak tarafından kaleme alınan ‘Kitâbu Ahbâri’l-Mehdî İbn Tûmert ve

İbtidâi Devleti’l-Muvahhidîn’ adlı eser olmuştur. Bu eser Lévi Provençal tarafından

yayına hazırlanmış ve Fransızca tercümesi ile birlikte 1928’de Paris’te basılmıştır.

Eser, İbn Tûmert ile birlikte Abdulmümin’in soyunu, akrabalarını, savaşlarını vb.

konuları ele almaktadır. Bununla birlikte, Beyzak’ın İbn Tûmert’e baştan beri bağlı

biri olarak, konuları mübalâğalı ve taraf tutarak ele aldığını da belirtmek gerekir.

Büyük liderlerin, kendi taraftarlarınca övgüyle, hatta mübalâğalı bir övgüyle

anlatılması olayı her zaman görülebilen bir şeyh-mürit ilişkisi klasiğidir14.

Uçmayan şeyhlerin müritlerince uçurulduğunu belirten özdeyişimiz bu durumların

ifadesi olarak ortaya çıkmış olmalıdır.

14 Bu konuyla ilgili olarak Fuat Köprülü’nün şu tespitini özetle hatırlamakta yarar var; ‘Halkın düşüncesi üzerinde kuvvetli izler bırakan her şahsiyetin, daha ölmeden menkıbeleri ortaya çıkmıştır. Bu menkıbeler zaman içinde çoğalır, şümullenir ve o şahsiyetin tanınmasını zorlaştırır. Ya da kişinin olduğundan daha farklı değerlendirilmesine sebep olur’ Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 27, Ankara, 1986.

8

Konumuzla ilgili önemli bir diğer kaynak, İbnu Sâhibussalat’ın (ö. 595-

598/1199-1202) Tarihu el-Mennu bi’l-İmâme adlı eseridir15. Bu eser de Beyzak gibi

olaylara Muvahhidler Devleti çerçevesinden bakan bir üslûba sahiptir. İbnu

Sâhibussalat, Abdulmümin ile çağdaş bir yazardır. O, eserinde Endülüs’te

Muvahhidler Devleti’nin kâtipliğini yapanlardan biri olduğunu belirtmiştir16.

Olayları içerden biri ve bir kısmını bizzat müşahede eden bir kimse olarak

aktarmıştır.

Yine Muvahhidler tarihi açısından önemli kaynaklardan biri de Abdulvâhid

Merrakuşî’nin, (581-647/1185-1249) Mu’cib adlı eseridir17. Merrakûşî’nin

elimizdeki bu eserini, kendi ifadesiyle, 621 yılında yazdığını görmekteyiz. (s. 228,

348) Buradan da anlaşıldığı gibi Merrakuşî, Muvahhidler Devleti’nin kuruluş

yıllarına çok yakın tarihlerde yaşamış, bu devletin doğuşuna şahit olmuş kişilerle

görüşmüş olan bir tarihçidir. O, eserinde aynı zamanda İkinci halife olan Ebû

Yâkub Yusuf’un oğlu Yahya’nın samimi bir arkadaşı olduğunu ve Muvahhidler

hakkında ondan bilgi aldığını da belirtmiştir18. Merrakuşî’nin eseri, Muvahhidlerin

ilk dönemleriyle ilgili bilgilerin olaylara şahit olanların ifadelerine ve daha sonrası

için ise müellifin bizzat kendi hatıralarını da katarak yaşadığı dönemle ilgili bir

eser olmasından dolayı önemli kaynaklardandır.

Araştırmamız boyunca başvurduğumuz ve bir çok ayrıntıyı bulduğumuz bir

başka eser de, İbn Kattan Merrakuşî’nin, (ö. VII/XII. yy. ortaları) Nazmu’l-Cemân

adlı eseridir19. Bu eser, Muvahhidler Devleti hakkındaki en temel eserlerden biridir.

Bu eserde, İbn Tûmert’in savaşları, ölümü yanında, ondan sonra yerine geçen

Abdulmümin b. Ali ve onun ilk dönemlerdeki fetihleri ile ilgili bilgiler

bulunmaktadır. Ancak eserin sadece 533/1138 yılına kadar olan olayların anlatıldığı

kısmı bulunabilmiştir. Eserin zayıf yönü ise, yine Beyzak ve İbn Sâhibussalat gibi

15 İbn Sâhibussalat, Abdulmelik b. Muhammed (ö. 595—600/1198-1203), el-Mennu bi’l-İmâmeti ale’l-Mustad’afîn bien Caalehumu’llahu Eimmeten ve Caalehumu’l-Vârisîn, Yay. Abdulhâdi Tâzî, Bağdat, 1979. 16 İbnu Sâhibussalat, 198, 199. Burada belirtildiğine göre İbnu Sâhibussalat, İşbiliyye’den Kurtuba’ya gelen katipler arasındadır. O, aynı zamanda Abdulmümin’in oğulları Ebû Yâkub Yusuf ve Ebû Said Osman’ın 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya gelişlerinde onları karşılayanlar arasında kendisinin de yer aldığını belirtmektedir. 17 Merrakuşî, Abdulvahid, (ö. 647/1249), Mu’cib fî Telhîsi Ahbâri’l-Mağrib, Yay. M. S. Uryan, M. A. Alemî, Kâhire, 1949. 18 Merrakuşî, 245. 19 İbn Kattan, Merrakuşî, Muhammed b. Abdulmelik (ö. VII/XII, yy. ortaları), Nazmu’l-Ceman li Tertîbi mâ Selefe min Ahbâri’z-Zaman, Yay., Mahmud Ali Mekkî, Beyrut, 1990.

9

Muvahhidleri destekleyen bir üsluba sahip olması ve bazı konularda mübalâğalı bir

dil kullanmasıdır.

İbn İzârî Merrakuşî’nin, (ö. 695/1295) Beyânu’l-Muğrib20 adlı eseri de

konumuzla ilgili sık başvurduğumuz kaynaklardan biridir. İbn İzârî, Muvahhidlerin

son dönemlerine şahid olmuş, konumuzla ilgili en eski ve önemli kaynaklardandır.

Bu eserin Muvahhidlerle ilgili bölümü dört kişilik bir komisyon tarafından ayrıca

basılmıştır. Bu eser Muvahhidler hakkında en ayrıntılı bilgi veren eserlerden

biridir21. Biz bu çalışmamızda daha çok eserin Beyânu’l-Mu’rib Kısmu’l-

Muvahhidîn olarak ayrı basılan eseri kullandık.

İbn Ebî Zer el-Fâsî’nin22, (ö. 727/1327) el-Enîsu’l-Mudrib23, adlı eseri de

konumuzla ilgili önemli kaynaklardan biridir. Bu eser, İdrîsî hanedanlığından (173-

364/789-974) başlayarak 724/1324 yılına kadar geçen Mağrib bölgesi ile ilgili

olayların tarihini konu edinmiştir. Bizim konumuz olan Murâbıtlar ve

Muvahhidler’in doğuşu, liderleri ve mücadelelri hakkında önemli bilgiler vermiştir.

Kaynak olarak Murabıtlar’a daha yakın bir görüntü vermekte, Murabıtların devlet

başkanlarından bahsederken emîru’l-müslimîn ve rahimehullah duasını

kullanmaktadır. (s. 157, 166, 170…) olayları yıllara göre vermektedir. Dönemin

tarihi ile ilgili birçok ayrıntıya yer veren bu eser Muvahhidler hareketinin kurucusu

olan İbn Tûmert hakkında Berberî olduğu halde Kureyş’e dayalı bir soy kütüğü

uydurulduğunu, (s. 172) onun kan dökücü (s. 181) ve hilekar (s. 182) olduğunu ifade

etmiştir. Bu eser ilk tanıttığımız eserlere göre muhalif sayılabilecek, en azından

Muvahhidler tarafını tutmayan daha dengeli bakan önemli bir eserdir.

Müellifi mechul24 olup sekizinci hicrî yüzyıl müelliflerinden birine ait olan

Hülelü’l-Mevşiyye25 adlı eser de konumuzla ilgili önemli kaynaklardan biridir.

20 İbn İzârî, Ahmed b. Muhammed Merrakuşî (ö. 695/1295), Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, I, II, Beyrut, 1950. 21 İbn İzârî, Ahmed b. Muhammed Merrakuşî, Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, Kısmu’l-Muvahhidîn, Yay. M. İbrahim Ketânî, M. Züneyber, M. B. Tavit, A. Zemâme, Paris, 1948. 22 İbn Ebî Zer hakkında bilgi için bkz. R. Basset, Ali İbn Ebî Zer, İA, V-2, İstanbul, 1950. 23 İbn Ebî Zer el-Fâsî, Ali, (727/1327) Enîsu’l-Mudrib bi Ravdi’l-Kırtas fî Ahbâri Mulûki’l-Mağrib ve Târihu Medînetü Fâs, Ribat, 1972. 24 Yusuf Eşbah ve Hasan Ali Hasan gibi bazı araştırmacılar Hülelü’l-Mevşiyye adlı eseri İbnu’l-Hatib’e ait olarak kabul etmiştir. Ancak İbnu’l-Hatib’in ölüm tarihi 776/1374, bu eserin bitiriliş tarihi ise yazarın belirttiğine göre 783/1381’dir. Bundan dolayı eserin İbn Hatib’e ait olarak gösterilmesi doğru değildir. Bkz. Y. Eşbah, Tarihu’l-Endülüs, II, 51; Hasan Ali Hasan, Hadâratu’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, 95, 96, 101, 104, 118. A. Neccar da, Mehdî İbn Tûmert adlı çalışmasının Bibliyografyasında bu eseri İbn Hatib’e ait olarak göstermiştir.

10

Müellif, eserini 12 Rebiüllevvel 783’de tamamlamış (s. 5), eserinde Beyzak, İbn

Sâhibussalat ve İbn İzârî gibi müelliflerin eserlerine atıflarda bulunmuştur. Olayları

genelde tarafsız olarak ele alsa da, eseri inceleyince Murâbıtlara daha yakın

durduğu hissedilmektedir. Müellif eserinde, Muvahhidlerin ortaya çıkmasını

fitnelere sebep olan bir olay olarak yorumlamış, Murâbıtlardan bahsederken

‘Rahimehumullah’ duasını eklemiştir. Yine bu eserde, diğer kaynaklarda ifade

edilmeyen ve kendilerinin de böyle bir iddiası olmadığı halde Murâbıtlar

hükümdarlarını halife, Murâbıtlar Devleti’ni de, ‘Hilâfetü’l-Murâbıtıyye’ olarak

anmıştır26.

Konumuzla ilgili önemli kaynaklardam birisi de İbn Haldun’nun (808/1405)

Kitâbu’l-İber Dîvânu’l-Mubtedâ ve’l-Haber adlı eseridir. İbn Haldun, Berberî

kabileleri, onların kolları ve özellikleri yanında, bölge tarihi açısından en önemli

kaynaklardandır. Onun ölüm tarihi yaklaşık olarak Muvahhidlerin yıkılışından yüz

elli yıl sonrasına tekâbül etmektedir. O, olayları objektif olarak vermeye çalışan

tarihçilerdendir. Eserinde Murâbıtları ve Muvahhidleri oluşturan Berberî

kabilelerinin tarihi, bu devletlerin kuruluşu ve yıkılışı hakkında bir çok kaynağa

göre hayli geniş bir şekilde bilgi vermiştir.

Yukarıda zikrettiğimiz eserler yanında bu çalışmamızda27, İbnu’l-Hatib’in

Kitâbu’l-A’mâlu’l-A’lâm, İhâta fî Ahbâri’l-Gırnata, Müşehedâtu Lisânuddin

İbnu’l-Hatîb ve Rakamu’l-Hülel, İbnu’l-Esir’in el-Kâmil fi’t-Târih, İbn Kesir’in el-

Bidâye ve’n-Nihâye, İbn Hallikan’ın Vefeyâtü’l-A’yân, Zehebî’nin Siyerü A’lâmi’n-

Nubelâ ve Târihu’l-İslâm, Subkî’nin Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Abdu’l-Hayy

İbnu’l-İmâd el-Hanbelî’nin Şezerâtü’z-Zeheb, Hâlid Nâsirî’nin İstiksâ li Ahbâri

Düveli Mağribi’l-Aksâ adlı eserlerinden istifade edilmiştir.

Bu çalışmamızda, konumuzla ilgili kaynak eserler yanında, konumuzla ilgili

araştırmalardan da yararlanılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, Muhammed

Abdullah İnan’ın Asru’l-Murâbitîn, Abdulmecid Neccar’ın Mehdî İbn Tûmert,

Yusuf Eşbah’ın Târihu’l-Endülüs, Abdulaziz Sâlim’in Târihu’l-Mağrib ve

‘Mağribu’l-Kebîr, Hasan Cüllâb’ın Devletü’l-Muvahhidiyye Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb,

25 Kitâbu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakûşiyye, Yazarı mechul, Yay. Süheyl Zekkâr, Abdulkadir Zemâme, Darulbeydâ, 1979. 26 Hülelü’l-Mevşiyye, 24, 137, 119, 120, 182, 183. 27 Burada adları sıralanmış eserlerle ilgili tam bilgileri, eserlere atıfta bulunduğumuz ilk yerde ve Bibliyografya’da verdiğimiz için burada tek tek vermeyi gereksiz görüyoruz.

11

Abdulfettah Mukallid Guneymî’nin Mevsûatu Târihu’l-Mağribi’l-Arabî, Ş. A.

Julien’ın Târihu’l-İfrîkiyyeti’l-Şimâliyye’, Abdullah Şerit ve M. Mubarek Mîlî’nin

Muhtasar Târihu’l-Cezâyir, M. Amrûsî Matvî’nin Hurûbu’s-Salîbiyye fî’l-Maşrık

ve’l-Mağrib, Muhammed İmaduddîn’in Endülüs Siyâsî Târihî, M. G. S.

Hodgson’un İslâm’ın Serüveni, Hasan İbrahim Hasan’ın Siyâsî, Dinî, Kültürel,

Sosyal İslâm Tarihi, J. Brignon’un Histoire D. Maroc adlı eserinin Murâbıtlar ve

Muvahhidler bölümü (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi adlı eserin V. Cildi

içinde yer almaktadır) ve Lütfi Şeyban’ın Reconquısta/Endülüs’te Müslüman-

Hıristiyan İlişkileri başlıklı eserleri ve burada adlarını saymadığımız bir çok

araştırmadan yararlanmaya çalıştık.

Adını en son zikrettiğimiz Lütfi Şeyban’ın eseri, ülkemizdeki çok az yapılan

Endülüs ile ilgili çalışmalardan birisi olarak takdirle karşıladığımız bir çalışmadır.

Bu alanda çok sayıda kaynak taranarak ve büyük bir çaba sonucu ortaya çıktığını

gördüğümüz böyle bir çalışma yapılmış olması sevindiricidir. Ancak bizim

konumuz olan Murâbıtlar ve Muvahhidler tarihi ile ilgili bilgilerin verilmesinde

özensiz davranıldığını da ifade edelim28.

28 Meselâ, kitabın sonunda ekler kısmında yer alan Murâbıt ve Muvahhid Hükümdarları listesi eksik verilmiş, bu iki devletin ilk ve son devlet başkanları listeye girememişlerdir. Murâbıtlar Devleti’nin başkanlarından olan Taşfîn b. Ali, Mart 1145’de öldüğü ve Murâbıtlar Devleti ise 1147’de yıkıldığı halde, Taşfîn b. Ali’nin sonu olarak, ‘1146 veya 1149’ ifadesi kullanılmıştır. Aynı yanlışlık kitabın içindekiler kısmında, 51. ve 182. sahifesinde de tekrarlanmıştır. Yine Muvahhidler Devleti’nin başlangıcı olarak Merrakeş’in Murâbıtlardan alınması tarihi olan 1147 tarihi esas alınmıştır. Oysa bu tarihten çok önce iki devlet ve iki güç arasında yıllarca süren bir çatışma dönemi vardır. 1269’da son bulan Muvahhidler Devleti, 1250’de bitirilmiştir. Yine bu eserin 218. sahifesinde İbn Tûmert ile ilgili yanlış anlatımlara yer verilmiştir. İbn Tûmert’in Murâbıtlara bayrak açarak cihad ilan etmesinden sonra Fas’a sürgün edildiği, çalışmalarına burada da devam etmesi üzerine hakkında idam fermanı çıktığı, ancak taraftarlarının gayretiyle kurtulduğu belirtilmiştir. Bu ifadelere kaynak olarak da Beyzak’ın eserine atıfta bulunulmuştur. Ancak bu bilgiler ne Beyzak’a ne de diğer kaynaklara uygun değildir.

12

GİRİŞ

A-MUVAHHİDLER HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI ÖNCESİNDE

MAĞRİB

Mağrib kelimesi, Müslümanlar tarafından yaygın olarak Kuzey Afrika’nın

Mısır’ın batısında yer alan kısmı için kullanılmaktadır. Bu bölgede bugün, Libya,

Tunus, Cezâyir, Fas ve Moritanya gibi ülkeler bulunmaktadır. Merrakuşî, Mağrib

kelimesi için daha geniş bir kapsam çizmiştir. Ona göre Mağrib kelimesi, Berânis

Dağları’ndan Atlas Okyanusu’na, Mısır’ın batısından Merrakeş’e kadar uzanan

yerleri ve Güney Endülüs’ü içine alan geniş bir alanı ifade eder29. Yani bu tanıma

göre Mısır merkez kabul edilerek, Mısır’ın doğusunda yer alan bölgeye Meşrık,

batısında yer alan ve Müslümanların yaşadığı tüm bölgeye de Mağrib denilmiştir.

İbn Haldun da buna benzer bir tanım yaparak, Mısır’ın batısında kalan,

Trablusgarb’tan başlayıp, Merrakeş’e kadar uzanan bir alanı Mağrib olarak ifade

etmiştir30.

Mağrib dediğimiz bu geniş alan üç kısma ayrılmaktadır. Bunlardan doğuda

olan bölgeye Mağribu’l-Ednâ veya İfrikıyye (Tunus ve çevresi), bu bölgenin

batısında kalan ve Vehran’a kadar uzanan kısma Mağribu’l-Evsat (Cezâyir ve

çevresi), Vehran’dan Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusuna kadar uzanan son kısmına

ise Mağribu’l-Aksâ (Fas ve Moritanya çevresi) denilmektedir. Biz de bu

çalışmamızda Mağrib kelimesini, Trablusgarb’dan başlayarak Moritanya’ya kadar

uzanan Kuzey Afrika bölgesi anlamında kullanacağız31.

İslamiyet’in doğduğu milâdî VII. yüzyılın başlarında, Suriye’den başlayarak

Doğu Akdeniz ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümü Bizans İmparatorluğu’na

bağlıydı. Hz. Muhammed (sav) ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretinden

sonra, Medine merkezli olarak kurulan ilk İslâm devleti çok hızlı bir şekilde coğrafî

alanını genişletmiştir. Hz. Muhammed’in vefat ettiği hicrî 11 (m. 632) yılının

29 Merrakuşî, 346. 30 İbn Haldun, el-İber, VI, 101. 31 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. İbn Haldun, İber, VI, 101; Ahmet, M. H., Kıyamu Devleti’l-Murâbitîn, 12,13, Kâhire, 1956; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 7, Ankara, 1994; Hizmetli, Sabri, ‘Osmanlı Yönetimi Döneminde Tunus ve Cezâyir’de Eğitim ve Kültür Tarihine Genel Bir Bakış’, AÜİF Dergisi, XXXII, 1, Ankara 1992; G. Yver, ‘Mağrib’ İA, VII, 142, 143, İstanbul, 1993.

13

başlarında, tüm Arap Yarımadası Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Hz.

Muhammed’in vefatından sonra, Raşit Halifeler dönemi dediğimiz otuz yıllık yeni

dönemde de özellikle Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifelikleri zamanında fetih

hareketleri olanca hızıyla devam etmiştir. Bu çerçevede o günün iki büyük

imparatorluğundan İran/Sasânî İmparatorluğu tamamen tarih sahnesinden silinmiş ve

toprakları Müslümanların kontrolüne girmiştir. Bizans İmparatorluğu ise günden

güne Müslüman fâtihler karşısında hâkimiyet alanlarından çekilmek durumunda

kalmıştır.

Müslümanların Bizans ile ilişkileri Hz. Muhammed döneminde başlamıştı.

Hz. Muhammed’in sağlığında gerçekleşen Tebük Seferi’nin ve ölümünden hemen

önce hazırlamış olduğu Usâme b. Zeyd komutasındaki büyük İslâm ordusunun

hedefinde de Bizans vardı. Bizans’a karşı girişilen harekâtlar, Hz. Ebu Bekir’in kısa

halifelik döneminde, daha sonra da Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde (634-656)

devam etmiştir. Bu dönemde Bizans İmparatorluğu’na bağlı bölgelerden Filistin,

Suriye ve Mısır’dan başlayarak (20/640) Kuzey Afrika’da bazı yerler Müslümanların

hâkimiyetine geçmiştir32.

Mağrib dediğimiz bölgenin Müslümanlar tarafından fethi Hz. Osman’ın

hilâfeti döneminde (23-35/644-656) başlamıştır33. Emevîler döneminde ise artık

Müslümanlar, tüm Kuzey Afrika’yı en batısına, yani Atlas Okyanusu’na kadar

fethetmişlerdir. Bundan sonra, Müslüman askerler güney kısımlara, Moritanya’ya

doğru hareket ederek fetihlerine devam etmişlerdir. 86/705 yılında Mağrib valiliğine

atanan Musa b. Nusayr, Berberîlerle savaşarak Muvahhidler hareketinin doğduğu

Sûs34 bölgesine kadar ulaşmıştır. Onun valiliği döneminde Mağrib bölgesinin fethi

32 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Belâzurî, Ebu’l-Hasan Ahmet b. Yahya b. Cabir (ö. 279), Futûhu’l-Buldan, 88 vd., Yay. Abdulkadir Muhammed Ali, Beyrut, 2000; Sauvaget, J., İslâm Dünyası Kısa Kronolojisi, 10-15, Ter. S. K. Yetkin, F. R. Unat, Ankara, 1963; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 7-25; Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musâ b. Nusayr, 23, 24, Ankara, 2002. 33 İbn İzari, I, 1; Belazûrî, 238 vd.; Sabri Hizmetli, İslâm Tarihi, 242, 243 Ankara, 1995. 34 Sûs, Fas’ın güneyinde, yukarı Batı Atlas Dağları üzerinde yer alan bir bölgedir. Bu bölge büyük masamsı, yüksek zirvelerde yer alan bir coğrafî yapıya sahiptir. Burada çok büyük yaylalar, derin vadiler ve sarp boğazlar, yüksekliği 4165 metreye varan zirveler vardır. (Bkz. Meydan Larousse, IV, 520, İstanbul, 1987) Bu bölge, uzunluğu 200, eni ise 40-100 km arasında değişen üçgenimsi bir yapıya sahiptir. Alanı yaklaşık olarak 20.000 km karedir. (Bkz. Provençal, L., ‘Sûsülaksâ’, İA, XI, 73-76, İstanbul, 1970) Bu bölgede ceviz, zeytin, üzüm, ayva, armut, turunç, kayısı, elma, şeker kamışı gibi bitki ve meyveler yanında, çok kaliteli tahıl elde edilmekteydi. Yine bölgede başka yerlerdekinden çok daha kaliteli dokuma imalatı yapıldığı, kızlarının çok güzel ve maharetli olduğu

14

tamamlanmıştır35. Yani hicrî 20’lerde (m. 641) başlayan Kuzey Afrika’nın fethi, hicri

90’larda (m. 709) tamamlanmıştır36.

Mağrib Müslümanlar tarafından çok erken tarihlerde fethedilmiş olmakla

birlikte, bölge halkının İslâmiyeti kabul etmeleri hemen gerçekleşmemiştir. Halkın

İslâmiyeti kabul etmesiyle ilgili olarak birçok etken saymak mümkündür. Bunlardan

en önemlileri; Hz. Ömer’in Kudüs Hıristiyanlarına bağışladığı hakları, Mağrib’deki

Müslüman komutanların ve valilerin de bölgedeki Hıristiyan halka tanımaları,

İslâmiyet’in ırk, renk, etnik köken ve dile bağlı ayrımcılığı yasaklamış olması ve

Müslümanların bölge insanlarıyla akrabalık kurmaları sayılabilir37.

Kuzey Afrika bölge valisi olan Ukbe b. Nâfî’nin ve ondan önce de Abdullah

b. Sa’d’ın, burasının İslâmlaşmasında önemli katkıları olmuştur. Özellikle Ukbe b.

Nâfî bölge valisi olarak 50/670 yılında Kayravan şehrini kurmuş ve burası kısa

zamanda Mağrib’in ilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. Ukbe, Müslümanların

Kuzey Afrika’daki fetihlerinde de önemli bir rol oynamıştır.

Yine bölgede görev yapan Hasan b. Numan ve Musa b. Nusayr, İslamiyet’in

yerleşmesinde önemli katkıda bulunmuşlardır. Musa b. Nusayr, fetih hareketini

Afrika’nın iç kısımlarına doğru genişleterek (79/698 ve sonrası) İslâm hâkimiyetinin

sadece Afrika’nın kuzey kıyılarıyla sınırlı kalmaması için çaba göstermiştir38. Bu

anlamda Musa b. Nusayr, bu günkü Fas’ın güneyini, Moritanya bölgesini

fethetmiştir. Musa, bölgedeki fetih çalışmalarında esir aldığı Berberîleri Tanca’da

bulunan komutanı Târık b. Ziyad’ın yanında bırakıyordu. İbn İzârî’nin belirttiğine

göre Târık’ın yanında 17.000 Arap ve 12.000 de Berberî bulunmaktaydı. Araplar

Berberîlere, Kur’ân-ı Kerim’i öğretmeye ve İslâm dinini anlatmaya çalışmaktaydılar.

Musa b. Nusayr esirlere, kendilerini geliştirip yeteneklerini ortaya çıkarabilmeleri rivayet edilmiştir. İdrîsî, buradaki insanların Berberî Musâmide kabilesinden ve iki mezhebe bağlı olduklarını; bir kısmının Mâlikî, bir kısmının da Musa b. Cağfer’in mezhebine mensubiyetlerini belirtir. Ancak, aralarında herhangi bir çatışma olmadığını da ifade etmiştir. Bkz. İdrîsî, Şerîf, Kitâbu Nüzhetü’l-Müştâk fî İhtirâki’l-Afâk, 61-63, Leyden, 1863. 35 Musa b. Nusayr’ın fetih faaliyetleri ile ilgili olarak bkz. Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musa b. Nusayr, 27 vd. 36 İbn İzârî, I, 1-38; Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, 99 vd. 37 Farukî, İsmail Râci, Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, Ter. Mustafa Okan Kibaroğlu, Zerrin Kibaroğlu, İstanbul, 1991, 248, 249. Endülüs’te İslâmlaşma süreci ile ilgili olarak Bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları II Medeniyet Tarihi, 15 vd., Ankara, 1997. 38 Davut Dursun, ‘Afrika’, DİA, 1, 430-431, İstanbul, 1988.

15

için çeşitli görevler vermiştir. Esirlerden kendilerini geliştirenleri azad etmiş ve sahip

olduğu kabiliyetine göre daha yüksek bir göreve getirmiş, kendini geliştiremeyenlere

ise sıradan görevler vermiştir. Musa, Halife’den aldığı paranın büyük bir kısmını esir

ve kölelerin azat edilmesine harcamıştır. Onun özgürlüğe kavuşturduğu bu kişiler de

kendi istekleriyle İslâmiyet’i kabul etmişlerdir39. Ayrıca Ömer b. Abdulaziz,

halifeliği döneminde İsmail b. Abdullah b. Ebi’l-Muhacirî’yi bölge valisi olarak

atamış ve ona, Berberîleri İslâm’a davet etmesi için emir vermiştir. Sonuç olarak

Mağrib’te İslâmiyet iyice yerleşmiştir40.

Müslümanlar Kuzey Afrika’nın fethinden sonra Endülüs’e geçmişler ve yeni

fetihlerine burada devam etmişlerdir41. İbn İzarî, Müslümanların Endülüs’e ilk defa

geçmeleriyle ilgili dört değişik rivayet olduğunu belirtmiştir. Bunlardan birincisine

göre, Endülüs’e ilk defa Hz. Osman döneminde Abdullah b. Nâfî b. Abdilkays ve

Abdullah Hüseyin Fihriyyan tarafından girilmiştir. Taberî’ye dayandırılan bu

rivayete göre, Müslümanlar 27/648’de Endülüs’te bazı yerleri fethetmişlerdir. Diğer

rivayetlere göre ise Endülüs’e ilk defa geçen ve fetihlerde bulunan Musa b. Nusayr,

ya da onun emrinde çalışan Tarif veya Târık b. Ziyad’dır. Tarif ve Târık, Musa b.

Nusayr’ın emrinde çalıştığı için onların faaliyetleri de sonuç olarak Musa b.

Nusayr’a mal edilmiştir42. Muhammed Hamidullah da Taberi’ye dayanarak

Müslüman fatihlerin Endülüs’e geçişinin Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde, Hicrî 27

senesinde gerçekleştiğini anlatan bir makale yazmıştır43. Bu bilginin doğruluğu

39 İbn İzârî, I, 36-37; İzzeti, Ebulfazl, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, 163, 195, Ter. Cahit Koytak, İstanbul, 1984. 40 Belazûrî, 142. 41 Genellikle bu bölgeye ilk geçen kişi olarak Târık b. Ziyad’ın adı geçer (m. 705). İbn İzârî, Endülüs’e ilk çıkan kişinin h. 91 yılında Musa b. Nusayr, Târık b. Ziyad veya Tarif olduğunu rivayet eder. Tarif ve Târık b. Ziyad zamanın valisi Musa b. Nusayr’ın emrinde çalışmaktaydılar. Belazûrî ise Târık b. Ziyad’ın 92/711 yılında Endülüs’te fetihlerde bulunduğunu, peşinden Musa b. Nusayr’ın da bölgeye girerek burasının fethine katkıda bulunduğunu bildirmiştir. M. Özdemir, Müslümanların Endülüs’e geçişinin Kral Witiza’nın oğullarının daveti üzerine gerçekleştiğini belirtir. Sonuç olarak Müslümanlar VIII. yy. başlarında Endülüs’e geçmişler ve burada fetihlere başlamışlardır. Bkz.. İbn İzârî, I, 37-38, II, 5; Belazûrî, 139; Özdemir, Endülüs Müslümanları-I, 15. Bu konuda ayrıca bkz. Atçeken, 45-70. 42 İbn İzârî, II, 5. Himyerî’nin rivatet ettiğine göre, Musa b. Nusayr’ın Hakşife Velid’e mektup yazarak Endülü’ün fethi için izin istemiştir. İzin aldıktan sonra da Tarîf’i dört yüz kişilik bir birlikle Endülüs’e göndermiş (Ramazan 91/Temmuz 710), onun başarılı sonuçlar alması üzerine de Tarık b. Ziyad’ı Endülüs’e sevk etmiştir. (Şaban 92/Haziran 711) Bkz. Himyerî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah b. Abdulmün’im, (ö. 727/1327), Sıfatu Cezîretü’l-Endülüs Müntehibetün Min Kitâbi’r-Ravdı’l-Mu’târ fî Haberi’l-Aktâr, 8, 9, Yay. L. Provençal, Kahire, 1937. 43 Muhammed Hamidullah, ‘Fethü’l-Endülüs (İspanya) Fî Hilâfeti Seyyidinâ Osman, Sene 27 li’l-Hicre’, İTED, VII, Cüz 1-2, 221-226, İstanbul, 1978.

16

tartışılsa da Müslümanların bölgede çok hızlı bir şekilde ilerleyişini ifade etmesi

açısından önemlidir.

Müslümanların Endülüs’te ilerleyişleri çok hızlı olmuş, elli yıl gibi kısa bir

sürede bütün yarımada fethedilmiş hatta Müslüman fatihler Fransa’nın güneyine

kadar ulaşmışlardır44.

Müslümanların fetih hareketleri sadece Endülüs ile sınırlı kalmamış, aynı

zamanda Fransa topraklarında da devam etmiştir. Müslümanlar önce (115/734) Lion

ve Narbon’u, daha sonraki dönemlerde de Alp sıra dağlarının bütün geçitlerini ele

geçirmişlerdir. Müslümanların Fransa ve İsviçre’deki varlığı, 365/975’de

Fransızların Fraksini Şatosunu ele geçirmelerine kadar devam etmiştir45.

Emevîlerin tarih sahnesinden silinip 750’de Abbasilerin işbaşına geçmeleriyle

birlikte Mağrib ve Endülüs’deki hâkimiyet Abbasîlere geçmiştir. Ancak Abbasîlerin

bu bölgelerde tam egemen olamayışları, bölgede yeni siyasî oluşumlar için fırsatlar

doğurmuştur. Bu çerçevede Mağribu’l-Evsat’da yaklaşık bir buçuk asır hüküm

sürmüş olan Rüstemîler (169-305/776-908) ve Mağribu’l-Aksâ’da İdrîsîler (172-

375/788-985) devletleri kurulmuştur. Özellikle Rüstemîler Devleti’nin kurulması

bölgede İslâmiyet’in güçlü bir şekilde yerleşmesine önemli katkıda bulunmuştur46.

Aynı zamanda Mağribu’l-Ednâ ve Sicilya’da hakim olan Ağlebîler de (184-297/800-

909) bu bölgede İslâmiyet’in yerleşmesine katkı sağlayan devletlerden olmuşlardır47.

Yine Mağrib’te kurulan Fâtimîler (297-566/909-1171), başlangıçta bütün

Kuzey Afrika’da hakim olmuş, ancak kısa zaman sonra, Mısır merkezli Mısır ve

çevresinde egemen olan bir devlet hâline gelmiştir48. Mağrib’de Emevîler sonrasında

bir çok devlet kurulmuş olmakla birlikte güçlü ve uzun süre geniş bir alanda

hâkimiyet sağlayan devletler kurulamamıştır. Burada kurulan devletler daha çok

bölgesel ve dar bir alanda hâkimiyet sağlayabilmişlerdir.

44 Özdemir, Endülüs Müslümanları 1, 16-25; Durant, Will, İslâm Medeniyeti, Ter. Orhan Bahaeddin, 187, 188 İstanbul, bty. 45 Farukî, 242, 243; Durant, 187, 188. 46 Sabri Hizmetli, ‘Mağrib ve Endülüs Müslümanlığına Genel Bir Bakış’, İlim ve Sanat Dergisi, Sayı, VI, 81-87, Ankara, 1986. 47 Hizmetli, Mağrib, 87: Özaydın, Abdulkerim, ‘Ağlebîler’, DİA, I, 475-478, İstanbul, 1988. 48 Ferhat Deşrâvî, Hilâfetü’l-Fâtımiyye bi’l-Mağrib, Beyrut, 1994; E. Graefe, ‘Fâtimîler’ İA, IV, 521-526, İstanbul, 1966.

17

İşte V./XI. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Mağrib bölgesinde güçlü

iktidarların olmaması Abdullah b. Yâsin’in davetiyle yeni bir devletin kurulmasını

kolaylaştırmıştır. Rivayetlere göre, Sanhâce kabilesinin Lemtûne boyunun reisi

Yahya b. İbrahim, hac dönüşünde Nefis49 kentinde Fakîh Ebu İmran’ın

öğrencilerinden Abdullah b. Yâsin ile görüşmüştür. İslâmî kaideleri kabilesine

öğretmesi için onu da yanına alarak memleketine dönmüştür50. Abdullah b. Yâsin,

burada İslâm öğretimi için büyük gayretlerde bulunmuş, ancak halkın büyük bir

mukavemetle karşı çıkmasından dolayı orayı terk etmek zorunda kalmıştır. Ancak o,

bu kabileden ayrılırken beraberinde Lemtûne kabilesi liderlerinden Yahya b. Ömer

ve kardeşi Ebu Bekir b. Ömer de ona katılmıştır. Bu kişiler hep birlikte Nijer Nehri

üzerinde bir adaya sığınmışlar ve burada bir Ribat51 kurmuşlardır. Bu ribat kısa

zamanda bir çok kimsenin akın ettiği bir mekân hâline gelmiştir. Buraya gelenlerin

çoğunluğunu Lemtûne kabilesinden olanlar oluşturmuş ve bu kimselere Murâbıt

(çoğulu, Murâbitûn) denilmiştir. Abdullah İbn Yâsin, kendisine son derece sadık bin

kişi civarında müridi (murâbıtı), cesur ve dindar birer şahsiyet olarak yetiştirmiştir.

Bu kişiler daha sonra kurulacak olan devletin çekirdek gücünü meydana getirmiştir.

Bundan dolayı da onların kurduğu devlete ‘Devletü’l-Murâbitîn’ denilmiştir. Bu ilk

aşamadan sonra Abdullah b. Yâsin’in şöhreti çevrede hızla yayılmıştır. O, bilgisi ve

güzel konuşmasıyla büyük başarılar elde etmiştir. Zamanla Murâbıtların hâkimiyet

alanları genişlemiş, Sûs’ta Fâtimîlere bağlı olarak varlığını sürdüren Şiî hâkimiyetine

son vererek burada Mâlikîliğin hakim kılınmasını sağlamışlardır. Murâbıtlar Der’a

Vadisine ve Sicilmâse’ye52 de hakim olarak, Mağrib bölgesinde Murâbıtlar

Devleti’nin temellerini atmışlardır53. Murâbıtlar Devleti Berberî Mağrib halkının

devletiydi. Onlar, içinde yaşadıkları iklim şartlarının da bir gereği olarak peçe (lisam)

49 Nefis, Mağribu’l-Aksâ’da, Merrakeş’in batısında, Nefis Vâdisi’nde, nehir kenarında kurulmuş olan Merrakeş’in güney batısında buraya yakın bir şehirdir. Burası Ağmat’la birlikte Merrakeş kurulmadan önce bölgenin en önemli şehirlerinden biriydi. 50 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz.; Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 343-345; Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, 157, İstanbul, 1276/1859. 51 Ribat; bir çeşit dinî ve askerî müessese, Müstahkem Müslüman zâviyesi, dinî ve askerî mahiyette oluşturulan bir çeşit müessesedir. Bu konuda bkz. Fuad Köprülü, ‘Ribat’ Vakıflar Dergisi, Sayı-II, 267- 278, İstanbul, 1974; Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 347; Georges Marçais, ‘Ribat’ İA, IX, 734-738, İstanbul, 1993; Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi, III, 234. 52 Sicilmâse ve Der’a Vâdisi, Mağribu’l-Aksâ’nın iç kısımlarında, Merrakeş’in doğusunda yer alan, coğrafî olarak çok geniş bir alanı kapsamaktadır. 53 Özaydın, ‘Abdullah b. Yâsin’ DİA, I, 142, İstanbul, 1988; T. W. Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, 444-447, Ankara, 1971.

18

kullandıkları ve aynı zamanda bu peçeyi Murâbıtların yönetici tabakasını oluşturan

Sanhâcelileri diğer kabile mensuplarından ayıran bir şiar edinmelerinden dolayı,

bunlara el-Mülessimûn (Peçeliler/Örtülüler) denilmiştir54.

Abdullah b. Yâsin, bu harekette lider durumunda olmakla birlikte askerî

hareketlerde komutanlığı önce Lemtûne kabilesinden Yahya b. İbrahim’e, sonra da

Yahya b. Ömer’e bırakmıştır. Bu komutanların da gayretleriyle hareketin kontrol

alanı Sahra’dan başlayarak bölgede geniş bir alanda yayılmıştır. Murâbıtların

savaşlarına Abdullah b. Yâsin de bizzat katılmıştır. Bu savaşlardan birinde (451/1059

yılında) Abdullah b. Yâsin yaralanmış ve akabinde ölmüştür55.

Abdullah b. Yâsin’in öldüğü dönemde hareketin komutanlığını Ebu Bekir b.

Ömer yapmaktaydı. Ebû Bekir b. Ömer, çalışmalarıyla Murâbıtlar’ın kontrol alanını

Mağribu’l-Aksâ’nın büyük bir bölümüne yaymıştır. O, 452/1060 yılında daha sonra

tarihte adından Merrakeş56 olarak bahsedilecek olan hükümet merkezinin inşasına

başlamış ve âmir unvanını almıştır. Ancak bir süre sonra buradaki idareyi amcasının

54 Hamdî, Abdulmün’im Muhammed Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fî Asri’l-Murâbitîn, 325, İskenderiyye, 1987; Hodgson, Marshall G. S., İslâm’ın Serüveni, Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, II, 293, 294, Ter. Mutlu Bozkurt, İstanbul, 1995. Murâbıtlar hakkında daha fazla bilgi için bkz. İnan, I, 36-148; Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, Ter. Kemal Kahraman, İstanbul, 1997; Ahmet, M. H., Kıyâmu Devleti’l-Murâbitîn, Kâhire, 1956; Ekinci, Müşerref, Yusuf b. Taşfin ve Murâbıtlar Devleti, Ankara, 1997. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) 55 İbn Haldun, el-İber, VI, 183; Altundağ, Şinasi, ‘Murâbıtlar’, İA, VIII, 581; Nâsırî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Halid, Kitâbu’l-İstiksâ li Ahbâri Düveli’l-Mağribi’l-Aksâ, Yay. Cafer Nâsırî, Muhammed Nâsirî, II, 8-10, Darulbeydâ, 1954. 56 Merrakeş’in inşası ile ilgili olarak Hülelü’l-Mevşiyye’de şu bilgilere yer verilir: Murâbıtlar sahradan gelince Ağmat çevresine yerleşmişlerdir. Ancak bir zaman sonra Ağmatlılar onlardan rahatsız olmuşlar ve bu rahatsızlıklarını da Emir Ebû Bekir b. Ömer’e iletmişlerdir. O da Ağmatlılara kendileri için yerleşim yeri göstermelerini istemiş, onlar da araştırıp Merrakeş’in yerini onlara teklif etmişlerdir. Burası o zaman onların isteklerine uygun, geniş, ferah, ceylanlar ve koyunların otladığı, yeşillik bir alandı. Göserilen yer Murâbıtlarca da uygun görülünce, Merrakeş şehrinin temelleri atılmıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 15, 16. İdrîsî, Merrakeş’in yerinin daha önce düzlük ve sulak bir yer olduğunu, şehrin kuruluşunda mühendis, Ubeydullah b. Yunus’un görev aldığını ve buraya yerleşenlerin kısa zamanda kuyular kazarak bahçeler ve bostanlar oluşturduklarını rivayet etmiştir. Bkz. İdrîsî, 68. Zerkeşî ise, burasının şairlerin dolaştığı bir yer olduğunu ve Ebû Yusuf b. Taşfin’in şehrin yerini onlardan 70 dirheme satın alarak inşasına başladığını, önce kerpiçten bir mescid yaptırdığını ve Berberîlere de bölgeye yerleşmelerini emrettiğini, onların da buraya yerleştiklerini belirtir. Başlangıçta sadece merkez kasaba, surlarla çevrilerek devletin hazine ve silahları koruma altına alınmıştır. İbn Tûmert’in ortaya çıkmasından sonra, Ali b. Yusuf döneminde 520 yılında sekiz ay çalışılarak ve 70.000 altın masrafla şehrin çevresindeki surlar yaptırılmıştır. Bkz. Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim Levlevî, Târihu’d-Devleteyn el-Muvahhidiyye ve’l-Hafsiyye, 5, Tunus, 1289. İbn Haldun ise, Yusuf b. Taşfîn’in 454’de Merrakeş’in bulunduğu yere bir çadır kurduğunu, o dönemde burada küçük bir kasaba olduğunu, daha sonra da burasının Murâbıtların merkezi hâline getirildiğini rivayet etmiştir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 184. Bu konuda ayrıca bkz. Hamdi, 373; İmamuddin, 300; le Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, III, 110, 111; De Cenival, Pierre, ‘Merrakeş’, İA, VII, 738-751, İstanbul, 1957.

19

oğlu Yusuf b. Taşfin’e bırakarak ordusu ile çöle geçmiştir. Zeki ve cesur bir devlet

adamı olan Yusuf b. Taşfin, bütün gücüyle çalışarak Mağrib’de fetihlere devam

etmiştir. Bu arada Merrakeş’in inşasını da tamamlamıştır. (1062) O, kısa zamanda

ülkenin sınırlarını bütün Mağribu’l-Aksâ’yı içine alacak şekilde genişletmiş ve

amcasının oğlu Ebû Bekir b. Ömer’den çok daha büyük bir güce ulaşmıştır. Bunun

sonucunda artık bu devletin gerçek liderliğini fiilen ele geçirmiştir57. Yusuf b. Taşfin,

Bağdat’taki Abbasî halifesine bağlılığını bildirmiş, halife emîrü’l-mü’minîn, Yusuf b.

Taşfîn ise emîrü’l-müslimîn unvanını kullanmıştır58.

Murâbıtların ortaya çıktığı sıralarda, Endülüs’teki Müslümanlar Mülûkü’t-

Tavâif59 dönemini (1031-1090) yaşıyorlardı. Bu, Endülüs Müslümanlarının siyasî

bakımdan parçalanmış ve dolayısıyla zayıflamış olduğu bir dönemdir. Hıristiyan

güçler ise Müslümanları Endülüs’ten atmak için çalışıyorlardı. İşte böyle bir

dönemde Kurtuba’da toplanan 13 Müslüman lider ortak bir mektupla Yusuf b.

Taşfin’i Endülüs’e davet ettiler60. Bu davet üzerine Yusuf 15 Rebiulevvel 479/30

Haziran 1086’da Endülüs’e geçti61. Burada yürüttüğü savaşlarda Hıristiyan güçlere

karşı başarılar kazandı. Murâbıtların Endülüs’teki savaşlarından Zellaka Savaşı’nda

elde ettikleri zafer çok meşhur ve önemlidir62.

Yusuf b. Taşfin, Endülüs’teki siyasî dağınıklığı gidererek burayı kendisine

bağlamış, karşı çıkanları da zor kullanarak itaat altına almıştır. Kendisine zorluk

çıkaran Müslüman emirlerden bazılarını aileleriyle birlikte Merrakeş’in doğusunda,

buraya yakın bir yerde bulunan Ağmat’a63 sürgün ederek etkisiz hâle getirmiştir. (22

57 Altundağ, Şinasi, ‘Murâbıtlar’ İA, VIII, 581; A. Şerit, M. M. el-Milî, Muhtasar Târihu Cezâyir, 99, 100, Cezâyir, 1985. 58 Ebu’l-Fidâî, İmamuddin İsmail, Muhtasar fi Ahbâri’l-Beşer, I-II, 221; Ziya Paşa, 158. 59 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, 143 vd. Ankara, 1994. 60 İnan, I, 27; İmamuddin, 301; Şeyban, 105. 61 Ebu’l-Fidâ, I-II, 200; Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, 160. 62 Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 164-166; İmamuddin, 301; Şeyban, 105. 63 Ağmat, Merrakeş’in güney doğusunda, buraya yakın bir yerleşim yeridir. Tarlaları ve bahçeleri çok geniş, suyu boldur. Burası bölgenin en güzel yerlerinden biridir. Ağmat, Merrakeş kurulmadan önce Nefis ile birlikte bölgenin en önemli şehirlerinden biriydi. Bkz. Provençal, ‘Ağmat’, İA, I, 151, İstanbul, 1950.

20

Recep 484/1 Temmuz 1086)64 Böylece Endülüs, Murâbıtlar Devleti’nin bir parçası

hâline gelmiştir.

Murâbıtlar Devleti’nin büyük devlet adamı Yusuf b. Taşfin, 4 Eylül 1106’da

(3 Muharrem 500) arkasında güçlü ve çok geniş bir alanda hükümran olan bir devlet

bırakarak 100 yaşında vefat etmiştir65. Ölümünden kısa bir süre önce ülkenin ileri

gelenlerini toplayarak yerine oğlu Ali’yi veliaht olarak tayin etmiştir. Ali b. Yusuf b.

Taşfin (477-537/1084-1142) babasının ölümünden sonra 22 yaşında iş başına geçmiş

ve 537/1142’de ölünceye kadar ülkeyi idare etmiştir. Murâbıtlar Devleti Ali b. Yusuf

ve babası tarafından yönetilmiş ve sonra tarihe karışmış bir devlet olarak kabul

edilebilir. Muvahhidler, Ali b. Yusuf’un ölümünden dört yıl sonra Abdulmümin b.

Ali komutanlığında, Murâbıtlar Devleti’nin başkenti Merrakeş’i işgal ederek bu

devleti ortadan kaldırmışlardır.

Ali b. Yusuf’un babası gibi güçlü bir şahsiyete sahip olmaması, yönetimde

bazı zaaflar ortaya çıkarmıştır. Onun yumuşak tavırları, hanımının etkisi altında

kalması, devlet görevlilerinin (valiler, komutanlar) vazifelerini ihmal etmeleri,

zengin ve güçlü durumdaki bazı kimselerin kural tanımamaları (içki, yabancıları

taklit, moda, aşırı eğlenceler vs.) ülkede genel havanın bozulmasına sebep

olmuştur66. İbn Kattan’ın belirttiğine göre bu dönemde, tevhid ehli dinden çıkmakla,

küfürle ve Haricîlikle suçlanmıştır67. Başkent Merrakeş başta olmak üzere ülkenin

her yerinde çirkinlikler ve bid’adlar görülmeye başlanmıştır68. Bütün bunlar olurken

Ali b. Yusuf, ülkesinin daha iyi yönetilmesi için gereken dirayeti gösterememiştir.

Diğer yandan askerî başarılar sürdürülememiş ve arkasından gelen hoşgörüsüzlükle

yozlaşma başlamıştır. İstismarlar, ilgisizlik ve bazı idarecilerin halka karşı sert

tutumu, onun ölümünden sonra Endülüs’te Murâbıtlara karşı isyanlara sebep olmuş

ve başta Kurtuba olmak üzere Endülüs’ün birçok yerinde isyanlar çıkmıştır69.

64 Ziya Paşa, 182-184. 65 A. Şerit ve M. M. Mîlî, 100. 66 İnan, I, 158; Özdemir, Mehmet, ‘İbn Rüşd’ün Yaşadığı Dönemde Endülüs’, İbn Rüşd, 10, Kayseri E. Ü. Gevher Nesibe Tıp Merkezi, Kayseri, 1993; İmamuddin, 306. 67 İbn Kattan, 90. 68 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Kesîr, XII, 186, 187. 69 Merrakuşî, 177; Halefullah, İbtisam Mer’î, Alâkâtu Beyne’l-Hilâfeti’l-Muvahhidiyye ve’l-Meşrikı’l-İslâmî, 52, 53, İskenderiyye, 1985; Brignon, V, 336; le Tourneau, Afrika, III, 112.

21

Böylece Endülüs’te Murâbıtların hâkimiyeti iyice zayıflamış ve sarsılmaya

başlamıştır.

Diğer taraftan yönetimde Mâlikî fakihlerin görüşlerine çok büyük önem

verilmekteydi. Öyle ki Mâlikî fakihleri dışındakiler, Ali b. Yusuf’un huzuruna bile

çıkamazlardı. Mâlikîlerin kitapları dışındaki kitaplar dikkate alınmazdı. Kelâm

ilminin okutulması yasaklanmış, bu çerçevede İmam Gazâlî’nin İhyâ’sı Ali b.

Yusuf’un emri ve âlimlerin onayı ile ibret-i alem için yakılmıştı70. İşte Muvahhidler

hareketi, böyle bir ortamda ortaya çıkmıştır.

B-MUVAHHİDLER HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

‘Muvahhid’ kelimesi terim olarak Allah’ı birleyen, O’na hiçbir şekilde eş ve

ortak koşmayan kişi anlamında bir sözcüktür. Bu tanıma göre bütün Müslümanlar

aynı zamanda muvahhid olmak durumundadırlar. Çünkü İslâm dinine giren kişi lâ

ilâhe illallah diyerek muvahhid olduğunu kabul etmiş sayılır. Ancak birçok kelime

gibi bu kelime de özel şartlar altında özel anlamlarda kullanılmaya başlamış,

kavramlaşmıştır. İşte İbn Tûmert bu kelimeyi özel bir anlamda kullanarak

kavramlaştırmış; kendi yazdığı Tevhîd Risalesi’nde71 belirttiği üzere inananları ve

Murâbıtlara karşı kendi yanında yer alan kişileri muvahhid olarak isimlendirmiştir.

Böylece hem kendisini gerçek/saf İslâm inancına sahip ve İslâmî yaşayışın gerçek

temsilcisi olarak takdim etmiş, hem de karşısında yer alan mücadele ettiği kişilerin

bu inançtan saptıklarını ifade etmiştir. Zaten o, bu iddiasını tüm faaliyetlerinde de

dile getirmekten çekinmemiştir.

Diğer taraftan İbn Tûmert tüm çalışmalarında sürekli Tevhîd’e vurgu yaparak,

tevhîdin gereklerini ve tevhîd anlayışına uymayan anlayış ve inanışları anlatmıştır.

Bu çerçevede Murâbıtların Allah hakkındaki anlayışlarının İslâmiyet’in tevhîd

inancıyla uyuşmadığını ve bunun bir sapma olduğunu söylemiştir. Murâbıtların Allah

70 İbn Kattan, 70; Merakuşî, 185; İnan, I, 158; İmamuddîn, 307; Muhammed Vulid Dâdâh, Mefhûmu’l-Mülk fi’l-Mağrib, 133, Beyrut, 1977; Hodgson, II, 294; Brignon, J., V, 336. 71 İbn Tûmert, kendi kabilesini aydınlatmak için Berberîce Tevhid Risalesi yazarak tebliğde bulunmuştur. Bkz. Merrakuşî, 187; Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 832.

22

hakkındaki anlatımlarında Teşbîh ve Tecsimi72 kabul etmelerinden dolayı onları

sürekli Mücessimûn-Müşebbihûn olarak suçlamış ve Mu’tezile gibi tevhide vurgu

yapmıştır. Mu’tezile’ye göre İslâm’ın en temel beş kavramından biri ‘tevhîd’dir.

Tevhid inancı ile tecsim ve teşbih inancı bir arada bulunamayacak kadar zıt

şeylerdir73. İbn Tûmert, sürekli olarak bu konular üzerinde durmuş, ashabına Tevhid

ehli ve Muvahhidûn ismini vermiş düşmanlarını da Mücessimûn ve Müşebbihûn

olarak suçlamıştır74.

1-İbn Tûmert’in Kimliği ve Eğitimi

Muvahhidler Devleti denilince akla gelen ilk isim Muhammed İbn Tûmert’dir.

Muvahhidler Devleti’nin temelleri İbn Tûmert’in ilim tahsili için doğuya

seyahatinden dönüşü esnasında Mağrib’de sürdürdüğü yaklaşık beş yıllık özverili bir

çalışmanın sonucunda atılmıştır.

Muhammed İbn Tûmert Cebel-i Sûs’da yaşayan Berberî Musâmide

Kabilesi’nin büyük bir kolu olan Herğa’ya mensuptur75. O, Sûsu’l-Aksâ bölgesinde

yer alan Bi İclî Envergan (Numekran, İcîlîz Herğa, İklîn) köyünde 474/1080

tarihinde doğmuştur76. O dönemde burası Musâmide Kabilesi kollarının yaşadığı bir

bölgeydi. İbn Tûmert çocukluk ve gençlik yıllarını burada geçirmiştir. İslâmiyet’in

72 Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831, İstanbul, 1950. Teşbîh ve Tecsîm: Allah’ın diğer varlıklara benzetilmesi ve Allah’ın insanlarda bulunan organlarla tanımlanmaya çalışılması inancı. Bu konuda daha geniş bilgi için Kelâm kitaplarına bakılabilir. 73 Bkz. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 304 vd., Ankara, 1981; Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, 184, İstanbul, 1981. Yaltkaya, İbn Tûmert’in adamlarına Muvahhidûn ismini vermesindeki asıl sebebin, Allah anlayışı konusunda Mu’tezile gibi düşünmesinden kaynaklandığına dikkat çekmiştir. Bkz. Yaltkaya, M. Şerafeddin, ‘İbn Tûmert’, 45, 46, DFİF Dergisi, , İstanbul, 9 Tişrînievvel, 1928. 74 İbn Kesîr, XII, 186; İbn Haldun, el-İber, VI, 226, 228; Mukaddime, I, 585; Kalkaşandî, V, 137, 191; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 778; Yaltkaya, 45. 75 İbn Tûmert’in nesebi ile ilgili rivayetlerden Beyzak’ın verdiği ve sahîh dediği rivayet şöyle: Muhammed b. Abdullah b. Vekellîd b. Yamsal b. Hamza b. İsâ b . Ubeydullah b. İdrîs b. Abdullah b. Hasan b. Fâtıma binti Rasûlullah. Bkz. Beyzak, 21. Bu konudaki diğer rivayetler için bkz. İbn Kattan,m 77, 78; Zehebî, Siyer, XIX, 539; Hülelü’l-Mevşiyye, 103, İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 76 İbn Tûmert’in doğum tarihi hakkında kaynaklarda ittifak yoktur. Bu konuda en erken 467/1074, en geç tarih olarak da 491/1098 yılı belirtilmiştir. Bizim burada tercih ettiğimiz tarih, onun öldüğünde 50-51 yaşlarında olduğunu bildiren İbn Kattan ve İbnu’l-Esîr’in rivayetlerine dayanmaktadır. Bu konuda verilen diğer tarihler için bkz. İbn Kattan, 123; İbnu’l-Esîr, X, 458; Zehebî, Siyer, XIX, 539; İbn Hallikan, IV, 137; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; İbn Kesîr, XII, 187; Zerkeşî, 2; Neccar, 31; Musa, 35; İmamuddin, 299, 322; Basset, R., ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831, İstanbul, 1950; Adıgüzel, 27, 28.

23

Sûs’ta yayılmasından itibaren burası Kur’ân ilimleri tahsilinin ön plana çıktığı bir

bölge olmuştur77.

İbn Tûmert’in ailesi orta halli dindar bir aileydi. Babası Abdullah, mescitlerde

çok kandil yaktığı için Asafu/ışık lakabıyla çağrılırdı. Bu ailenin mescitlere hizmette

bulunmaları onlara saygınlık kazandırmış, bundan dolayı babasına Emgar (Şeyh,

efendi, saygıdeğer) da denilmiştir78.

İbn Tûmert’in annesi ise yine Sûs bölgesinden, Meskâle’den Benû Yusuf

kabilesinden bir kadındı. İbn Tûmert’in üç erkek, bir de kız kardeşi bulunmaktaydı79.

İbn Tûmert’in bağlı olduğu kabilenin Berberî kabilesi olduğu kabul edilmekle

birlikte, bu kabilenin saf bir Berberî kabilesi mi, yoksa Kureyş’e kadar dayanan bir

isimle bağlantılı mı olduğu tartışılmıştır. Tarihçilerden bir kısmı İbn Tûmert’in Hz.

Muhammed’e kadar dayanan soy kütüklerini doğru kabul ederken80 bir kısmı ise

bunu şüpheli, hatta uydurma olarak değerlendirmiş, bu rivayetlerin İbn Tûmert’in

Mehdîlik iddiasının bir gereği olarak uydurulmuş olduğunu iddia etmişlerdir81.

İbn Tûmert’in eğitimine gelince, onun eğitiminde öne çıkan en önemli husus,

ilim tahsili için ülkesini terk ederek doğuya seyahat etmesidir. Onun hakkındaki

bilgilerimiz daha çok doğuya seyahati sonrası çalışmalarıyla ilgilidir. İbn Tûmert’in, 77 Hasan İbrahim Hasan, İslâm Tarihi, V, 358; İnan, I, 158; Neccar, 30-37. 78 İbn Kattan, 88; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; L. Provençal, Nuhabun Tarihiyyetun Câmiatu li Ahbâri’l-Mağribi’l-Aksâ, 34, Paris, 1948; Provençal, İslâm fi’l-Mağrib, 268; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Halefullah, 66, 67; Basset, R., İbn Tûmert, I, 106, DMİ, Tahran, 1954. İbn Tûmert’in babasının adı Abdullah olduğu halde, ona küçüklüğünden beri Tûmert denilmekteydi. Beyzak’ın belirttiğine göre, o doğduğu zaman, annesi sevincini ifade etmek için Berberîce Âa Tûmert (Yavrum seninle ne kadar mutluyum!) diye bağırmış, daha sonraları bu kelime onun adı olarak kullanılmıştır. İbn Haldun ise Berberîce Emgar isminin Arapça’daki İbn Ömer es-Sağir isminin karşılığı olarak kullanıldığını belirtmektedir. Ona lakap olarak Şeyh ve Emgar denilmiş olmasının İbn Tûmert’in babasının yaşadığı bölgede önemli biri olduğunu göstermektedir. Bkz. Beyzak, 30; İbn Haldun, el-İber, VI, 225; Zerkeşî, Târihu’d-Devleteyn, 3; Hüseyin, Muhammed Hüseyin Abdulmümin Muhammed, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-Asrı’l-Murâbitîn, 84, İskenderiyye, 1986. 79 Beyzak, İbn Tûmert’in kardeşleri olarak: Ebû Musa İsâ, Ebû Muhammed Abdulaziz, Ebu’l-Abbas Ahmed Kefîf ve Ümmü Ebi Bekr Zeyneb isimlerini sayar. Bkz. Beyzak, 29, 30. Ayrıca bkz. İbn Kattan, 90, 123; İnan, I, 158. 80 Beyzak, 21; İbn Kattan, 87, 88; Hülelü’l-Mevşiyye, 103; Zehebî, Siyer, XIX, 539; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 196; İbn Haldun, Mukaddime, I, 61-64; Zerkeşî, 2. Nuveyrî, İbn Tûmert’in atalarının Musa b. Nusayr ile ilk fetih günlerinde bölgeye gelerek yerleşen Hz. Hasan soyundan bir kabile olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 277. 81 İbn Ebî Zer, 172; İbn Hallikan, IV, 70; Zehebî, Siyer, XIX, 548; İbnu’l-İmâd, IV, 70; İnan, I, 159, 160; Guneymî, Abdulfettah Mukallid, Mevsûatu Tarihu’l-Mağribu’l-Arabî, II, 194, Kâhire, 1994; Prevençal, İslâm, 265; Jemil, 105; Dâdâh, 133; Kennedy, Hugh, Muslim Spain and Portugal, 198, Londra, 1996.

24

doğuya seyahatinden dönüşü öncesine ait bilgimiz son derece sınırlıdır. Bu dönemle

ilgili bilgiler aşağı yukarı ailesi, kabilesi, seyahati ve seyahat esnasında uğradığı

yerler, karşılaştığı meşhur alimlerden ibarettir. Ancak onun en azından içinde

yaşadığı bölgede alabileceği eğitimi aldıktan sonra bölgesinden çıktığını

düşünebiliriz. Nitekim İbn Tûmert hakkında araştırma yapanlardan biri olan Neccar,

onun doğuya seyahatinden önceki hayatıyla ilgili tahminlerde bulunarak özetle

şunları söylemektedir:

İbn Tûmert, ilmî hayatına bölgesindeki okullarda Kur’ân-ı Kerim hıfzıyla

başlamış olmalıdır. Bu, İbn Haldun’un Mukaddimesinde de belirttiği gibi

Mağriblilerin bir âdetiydi. İbn Tûmert de bu âdet gereğince önce Kur’ân-ı Kerim’i

hıfzetmiş, arkasından da, fıkıh, edebiyat ve dil öğrenimi görmüş olduğunu

düşünebiliriz. İbn Tûmert’in fasîh konuşması, onun iyi bir eğitim aldığını

göstermektedir. İbn Tûmert’in doğuya seyahatinden önce, gençlik döneminde de,

seyahatler yaptığı, en azından Mağrib bölgesinde, kendi yaşadığı çevredeki yakın

yerleri ziyaret ettiği düşünülebilir. Onun doğuya seyahatinden sonra başlattığı

mücadelesinin temellerinin, gençliğinde yaptığı bu seyahatlerinde edindiği

gözlemlerinin bir sonucu olarak şekillendiğini de düşünebiliriz82. Ancak bütün

bunların bir varsayım/tahmin olduğunu da unutmamalıyız.

İbn Tûmert yaklaşık olarak 500/1106-1107 yılında ilim tahsili için evinden

ayrılmıştır83. Evinden çıktıktan sonra Endülüs’e (Kurtuba’ya)84 geçmiş, buradan

İskenderiyye’ye85, oradan da Mekke’ye86 giderek Hac farizasını yerine getirip

Bağdat’a87 geçmiş ve burada Nizamiye Medresesi’nde eğitim almıştır88. Uğramış

olduğu bu bölgelerde İmam Gazâlî89, Ebû Bekir Şâşî90, Ebû Bekir Turtûşî91, Elkiya

82 Neccar, İbn Tûmert, 60, 61. 83 Kaynaklarda İbn Tûmert’in doğuya seyahate çıkış tarihi olarak 499, 500 ve 501(1105-1108) tarihleri verilmiştir. Bu konuda bkz. Merrakuşî, 178; İbn Kattan, 61, 62, 167; İbn İzârî, I, 435, İbn Haldun, el-İber, VI, 226; İbn Hallikan, IV, 144; L. Prevençal, İslâm, 269, 270; Le Tourneau, Harekâtu’l-Muvahhidiyye, 14; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Hady, I, 385; Halefullah, 48; Adıgüzel, 34, 35. 84 İbn Kattan, 62; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Basset, ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831; Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 425, İstanbul, 1999; Adıgüzel, 34. 85 İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 86 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Hallikan, V, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 226. 87 Merrakuşî, 178; İbnu’İ-Esîr, X, 452; İbn Kesîr, XII, 186; Subkî, III, 71. 88 İbn Kesîr, XII, 186. İbn Tûmert’in Doğu’da uğradığı yerler ile ilgili bkz. Zerkeşî, 2; Adıgüzel, 35-37; İmumuddin, 306; Çelebi, IV, 149; Basset, I, 107, DMİ; Hamdî, 84; Hady, I, 385; Halefullah, 49. 89 İbn Kattan, 72, 73; Zehebî, Siyer, XIX, 540; Hülelü’l-Mevşiyye, 104.

25

Harrasî92 gibi zamanın büyük alimlerinden dersler almıştır. Onun doğuda kaldığı

yaklaşık on yıllık süre içerisinde ders aldığı ya da birlikte olduğu ve yararlandığı

alimler burada sayılanlardan ibaret olmamalıdır. Ancak kaynaklarda o dönemin en

meşhur alimlerinden bazıları sayılmıştır. İbn Tûmert’in Gazâlî ile görüşüp

görüşmediği tartışılmıştır. Kaynaklarda genellikle onun Gazâlî’den ders gördüğü ve

ilk karşılaşmalarında onun duasını aldığı belirtilmekle birlikte93, M. A. İnan bu

karşılaşmanın imkansızlığını ispata çalışmıştır. Diğer taraftan A. Neccar ise, İbn

Tûmert’in Gazâlî ile görüşmesine bir engel bulunmadığını ve görüşmüş olduklarını

izah etmiştir94. Bu karşılaşma gerçek olsa da, olmasa da bu tartışma, Murâbıtlar

Devleti döneminde fikirleri yüzünden kitapları yakılan bir alimin Muvahhidler

tarafından kabul gördüğünün bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.

İbn Tûmert doğuda kaldığı on yıllık sürede, usûlu’d-din, fıkıh ve fıkıh usûlü,

hadis, akâid, kelam ve nahiv gibi konularda kendisini yetiştirmiştir95. O, 510-

511/1116-1118 tarihinde ülkesine geri dönmüş, Mağrib bölgesine ayak basmıştır96.

Kaynaklarda bu bölgede gemiden indiği yer olarak Trablus, Mehdiyye ya da Bicâye

90 Merrakuşî, 178. 91 İbnu’l-Esîr, X, 452; İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540. 92 İbnu’l-Esîr, X, 451; Zehebî, Siyer, XIX, 540. İbn Tûmert’in ders aldığı hocaları hakkında daha fazla bilgi için bkz. Zerkeşî, 2; Subkî, IV, 71; İbnu’l-İmâd, IV, 70; Zerkeşî, 2; Ebu’l-Fidâî, II, 232; Kalkaşandî, V, 191; Neccar, 66-88; Menûnî, Hadâratu’l-Muvahhidîn, 11; İnan, I, 161-163; Adıgüzel, 35-41; Rıdvan, Muhammed, ed-Dayle fi’l-Edebi’l-Endülüs, 37, Dimeşk, 2000. 93 İbn Hallikan, IV, 137; İbn Ebî Zer, 190; İbn Kesîr, XII, 186; Subkî, IV, 71; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; İbnu’l-İmâd, IV, 70; Zerkeşî, 2; Kalkaşandî, V, 191; Nasirî, II, 71, 72; Ebu’l-Fidâi, II, 232; Ahmed Emin, Zuhru’l-İslâm, III, 63, Kâhire, 1962. Abdulmümin’in Merrakeş’i almasından hemen sonraki günlerde (542/1147) Endülüs’ten gelen İşbiliyye heyetini kabulünde, heyette bulunan ve daha önce Doğu’da Gazâlî’nin yanında tahsil görmüş olan Ebû Bekir İbn Arabî’ye Gazâlî’nin yanındayken İbn Tûmert ile karşılaşıp karşılaşmadığını sormuştur. İbn Ebî Zer, 190. 94 İnan, I, 161-163; Neccar, 80-82. Bu konudaki tartışmalar için bkz. Dâdâh, 132, 133; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 770; Züneyber, Muhammed, Mağrib fi’l-Asri’l-Vasît, 120, Ribat, 1999; Halefullah, 50; Adıgüzel, 38-40. 95 Merrakuşî, 178; İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Hallikan, IV, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Adıgüzel, 40, 41, 99-104; Jemil, 103, 104. 96 İbn Tûmert’in Mağrib’e dönüş tarihi olarak en aykırı tarihleri 505 tarihiyle Nuveyrî, 514 tarihi ile de Zerkeşî vermiştir. Bu konuda İbn Ebî Zer ve Salâvî 510, İbn Kattan ise 511 tarihini rivayet etmektedir. İbn Hallikan da, İbn Tûmert’in 511 yılı sonunda Mısır’dan hareket ederek Bicâye’ye vardığını belirtmiştir. Bu konuda bkz. İbn Kattan, 76; İbn Hallikan, IV, 138; Nuveyrî, XXIV, 278; Salâvî, II, 72; Zerkeşî, 3; Neccar, 85; Musa, 36; Halefullah, 54; Bourouıba, 31; Hady, Devletu’s-Sanhâciyye, I, 391; Adıgüzel, 42, 43.

26

şehirleri zikredilmiştir97. Onun bu belirtilen yerlerin hepsine uğrayarak Mağrib’te

ilerlediğini kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olmalıdır.

Beyzak, İbn Tûmert’in Tunus’tan itibaren uğradığı yerleri tek tek belirtmiş,

buralardaki faaliyetlerini ve mücadelesini anlatmıştır. Zaman zaman ayrıntıların da

yer aldığı bu anlatımlarda, İbn Tûmert’in Tunus’tan başlayarak Kuzey Afrika

sahilindeki şehirlerden, Kosantîne, Bicâye, Mellâle, Tlemsan, Fas, Miknâse ve

Selâ’ya uğrayarak, Merrakeş’e kadar ulaştığını ifade eder. Merrakeş’ten sonra ise,

Ağmat Envargen, Ağmat Verîka, Hintâte, Tinmellel98 ve buradan da 514/1120’de

doğum yeri olan Sûsu’l-Aksâ bölgesine geçtiği belirtilir99.

İbn Tûmert, Kuzey Afrika boyunca devam eden bu yolculuğu esnasında,

uğradığı her yerde talebe okutmuş, bulunduğu yerdeki fakihlerle çeşitli tartışmalara

girişmiş ve gördüğü olumsuzluklara sözlü ve fiilî müdahalelerde bulunarak, yanlış

gördüğü uygulamaları önlemeye çalışmıştır. Onun bu müdahaleleri çoğu zaman

başına işler açmış; tehdit, hakaret, hırpalanma ve kovulma gibi bazı kötü

muamelelerle karşı karşıya kalmış, bazen de canını kurtarmak için bulunduğu yerden

gizlice kaçmıştır100.

İbn Tûmert’in hayatı boyunca birçok sıkıntı çekmesi, takibe uğraması, ölüm

tehditleri altında yaşaması ve gençlik dönemine kadar yaşadığı yer, onun hayat

tarzına önemli ölçüde etki etmiş olmalıdır. Yine onun yolculukları ve doğuda

bulunduğu süre içinde aldığı eğitim, ona bir ilmî tecrübe ve fikrî olgunluk

kazandırmıştır. İlmî ve fikrî olarak geldiği nokta, onun en önemli özelliği olarak

ortaya çıkan emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker ve ıslahat anlayışının 97 İbn Tûmert, İbn Haldun’a göre, Trablus’ta, Hülelü’l-Mevşiyye’ye göre Mehdiyye’de, İbn Kattan’a göre ise Bicâye’de gemiden inerek Mağrib topraklarına ayak basmıştır. Bkz. İbn Kattan, 76; İbn Hallikan, IV, 137; Hülelü’l-Mevşiyye, 105; Subkî, III, 71; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; İbnu’l-İmâd, IV, 71. 98 Tinmellel, Muvahhidlerin Merrakeş’ten önceki başkentidir. Merrakeş’in güneyinde, buraya 100 km. kadar uzaklıkta, Atlas Dağları’nda, yüksek bir konumdaki Dern Dağı’nda yer alan bir yerleşim yeridir. İbn Tûmert burayı merkez olarak kullanmaya başladıktan sonra çevresine surlar yaptırmıştır. Burası oldukça yüksek, ulaşımı çok zor, ormanlığı, ziraata elverişli toprakları ve suyu bol olan bir bölgedir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 282; Neccar, 129; İnan, I, 182. Bu şehrin adı Beyzak, İbn Kattan, İbnu’l-Esîr ve İbn Haldun gibi tarihçilerimiz tarafından Tinmellel şeklinde, diğer bir çok eserde ise Tinmelle olarak yazılmıştır. Biz bu çalışmamızda bu kelimeyi adını belirttiğimiz müelliflere uyarak Tinmellel şeklinde yazmayı tercih ediyoruz. Bkz. Beyzak, 83, 84, 85..; İbn Kattan, 210, 251..; İbn Haldun el-İber, VI, 228; İbnu’l-Esîr, X, 454. 99 Beyzak, 50-73; Zerkeşî, 3. 100 Beyzak, 50-67; Zehebî, Siyer, XIX, 541; Subkî, III, 71; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 772-778.

27

şekillenmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Bütün bunlarla birlikte ülkesinin

siyasî, sosyal ve dinî yapısından da bir miktar etkilenerek, olgunluk yaşına erişmiştir.

Muhammed Dâdâh, İbn Tûmert için çok abartılı bir ifadeyle ‘Berberîlerin

Peygamberi’ benzetmesi yapmıştır. Ona göre İbn Tûmert, Gazâlî, Şia ve Eşarîliğe ait

fikirleri terkip ederek yeni bir şahsiyet olarak ortaya çıkmıştır101. Onun fikirleri

hakkında bu söylenenler yanında, dine aykırı ve bid’ad olarak gördüğü davranışlara

karşı çok sert müdahalede bulunmasını, Hanbelîlere benzetmek daha doğru olacaktır.

Onlar bu konuda diğer Müslümanlara göre en uç noktada yer almışlardır102. İbn

Tûmert’in çağrısıyla muhalif bir konumda olması, yine üzerinde ısrarla durduğu

konuların başında tevhid ve emir bi’l-maruf’un gelmesi haklı olarak onun Mu’tezile

olarak tanıtılmasına sebep olmuştur.

İbn Tûmert, tahsili sonunda taklîdi bırakmış, Şâfiî fıkhıyla birlikte Zâhirî

fıkhını okumuş ve Mâliki fıkhına göre amel etmiştir. Zâhirî fakihi İbn Hazm gibi

itikâdî konularda taklîdi, fıkıhta da kıyası kabul etmemiştir. Rey ve taklit ile ilgili

eserleri reddetmiştir103. Yani o, akîde konusunda hiçbir mezhebe bağlı kalmamıştır.

Birçok konuda Eşârî’den istifade ettiği hâlde Allah’ın sıfatları konusunda

Mu’tezile’den, İmamet anlayışında da Şia’dan faydalanmıştır104.

2-Şahsiyeti ve Eserleri

Provençal, Sûs bölgesi halkından, ‘çoğunluğu fakir, zayıf, hayatta kalabilmek

için gerekli olan zorunlu ihtiyaçlarını ancak karşılayabilen insanlar’ olarak

bahseder105. Bu çok genel değerlendirme yanında kaynaklarda, İbn Tûmert’in fiziksel

olarak; orta boylu, zayıf, ön dişleri seyrek, bir eli üzerinde (küçük parmağı üzerinde)

bir beni bulunan, kaşları ayrık, seyrek sakallı, ince burunlu, güzel yüzlü, sempatik ve

esmer bir şahıs olduğu rivayet edilmiştir. O evlenmesine herhangi bir engeli olmadığı

hâlde evlenmemiştir106.

101 Dâdâh, 140, 141. 102 Bulut, Zübeyir, Hanbelî Akâid Sistemi, 135 vd. Ankara, 2003. (Yayınlanmamış Doktora Tezi) 103 İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197; Câbirî, 440-450; Julien, 123, 124. 104 Merrakûşî, 188; İnan, I, 216; Neccar, 132; Julien, 124. 105 L. Prevençal, İslâm, 264; Brourouıba, İbn Tûmert, 99. 106 İbn Kattan, 90; İbn Hallikan, IV, 144; Zehebî, Siyer, XIX, 552, Subkî, III, 72; İbnu’l-İmâd, IV, 72; İnan, I, 196; Basset, ‘İbn Tûmert’, DMİ, I, 109.

28

İbn Tûmert, hayatı boyunca yeme içmeye, dünyalıklara, şatafata fazla önem

vermeyen, çok az şeylerle yetinen biri olarak yaşamıştır107. O, devlet başkanı sıfatını

elde ettiği halde sıradan bir kişiden çok daha sade hayat yaşamaya devam etmiştir.

Yine siyasî mirası konusunda da iki erkek kardeşine hiçbir vaatte bulunmamış, siyasî

mirasını kendisini en iyi takip ve temsil ettiğine inandığı arkadaşlarına bırakmıştır108.

İbn Tûmert, dünya malına önem vermemiş, arkadaşlarının ganimetler

konusundaki tavırlarına kızmış ve amaçlarının ganimet elde etmek değil, ahireti

kazanmak olduğunu belirtmiştir109. İbn Tûmert, hayatı boyunca çok az ve basit

şeylerle yetinerek, şatafata, süse, lükse önem vermeyen sade, sıradan herhangi bir

insan olarak yaşamayı tercih etmiştir.

İbn Tûmert’in bir başka özelliği de sert tabiatlı biri olmasıdır. Onun

hareketlerinde dinî hassasiyeti dâima ön plana çıkmış, kararlarını uygularken hiçbir

şeyden çekinmemiştir110. Genel olarak onun bu sert görüntüsüne karşılık İbn

Hallikan ve Zehebî, onun normalde insanlara karşı güler yüzlü, karşılaştığı kimseye

gülümseyen biri olduğunu belirtmişlerdir111.

İbn Tûmert, hayatı boyunca mealen ‘Bir kötülük görürseniz onu elinizle

değiştirin, buna gücünüz yetmezse dilinizle değiştirin, buna da gücünüz yetmezse

kalbinizle buğz edin’112 şeklinde rivayet edilen hadisin canlı bir uygulayıcısı olarak

yaşamaya çalışmıştır. İbn Kattan, onun ahlâkî olarak Peygamberimize benzediğini,

Peygamberimiz ve İbn Tûmert’in aynı kaynaktan akan iki pınar gibi olduğunu

söylemiştir. Bu çerçevede özetle, onun doğruluktan sapmadığını, hakka ve adalete

bağlılığını dile getirmiştir. Yine onun adalete ve adaletli olanlara sevgiyle, zulme ve

zalimlere de nefretle dolu olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak, İbn Tûmert şekil

olarak Peygamberimizden farklıydı, ancak ahlâk olarak sanki aynıydı demiştir113.

107 İbn Kattan, 113, 114; İbn Hallikan, 145; Zehebî, Siyer, 541; İbnu’l-İmâd, IV, 71. 108 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidîn, 44, 45. 109 İbn Hallikan, IV, 145. 110 Bu konulardaki yorumlar için bkz. Basset, ‘İbn Tûmert’, DMİ, I, 109; Neccar, 138-142. 111 İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540, 541. 112 Müslim, Sahihu Müslim, Kitabu’l-İman, 22, Beyrut, 1996; Ebû Dâvud, Sünen, Kitabu’s-Salat, 248; Nevevî, İmam Muhyiddîn, 40 Hadis, 42, (34. Hadis), Ter. Ahmed Naim, Ankara, 1981. 113 İbn Kattan, 114.

29

İbn Tûmert cesur ve atılgan biriydi. O, kendine güven duygusu ve

münazaralardaki üstünlüğü ile dikkat çekmiştir. Şahsiyeti güçlü, insanlar üzerinde

son derece etkili, belagatlı konuştuğu Arapça ve Berberîce ile insanları peşinden

sürükleyen biri olmuştur114. O, etrafındaki insanları çok iyi organize ederek, büyük

bir lider ve öncü bir şahsiyet olduğunu, aynı zamanda idare ve işe hâkimiyetteki

gücünü göstermiştir. Zehebî, onun hayatta zevk aldığı tek şeyin liderlik olduğunu

belirterek onun liderliğe olan düşkünlüğüne işaret etmiştir115. İbn Tûmert bu

özellikleriyle kendisini etrafındaki insanlardan farklı görmüş ve sık sık

Mütenebbî’nin şu beytini okuduğu rivayet edilmiştir: ‘Her ne kadar onların içinde

yaşasam da ben onlardan biri değilim / Altın da toprakta olduğu hâlde toprak gibi

değildir’116.

İbn Tûmert’e yöneltilen eleştirilerin başında, onun kan dökücü ve kendisini

Mehdî olarak kabul ettirmek için halkı kandırmış olduğu yönündeki suçlamalar

gelmektedir117. Onunla ilgili anlatımlardan dinî hassasiyetinin çok yüksek olduğunu

anlıyoruz. Onun bu hassasiyeti, kendisini sert yapılı, dinin emirlerinin yerine

getirilmesi konusunda her türlü girişimde bulunabilecek bir kişi olmaya itmiştir.

Bazen bu girişimlerin dozu kaçmış ve sonuç olarak onu, kan dökücü ve hileci

dedirtecek noktaya vardırmış olabilir. İnan’ın da dikkat çektiği gibi İbn Haldun, onu

savunmuş ve tek bid’atının, yani reddedilmesi gereken tek düşüncesinin,

İmamiyye’de olduğu gibi masum imam anlayışını kabul etmesi olduğunu

belirtmiştir. Yine İbn Haldun, onun aleyhinde konuşanların daha çok onu kıskanan

kişiler olduğunu ifade etmiş ve İbn Tûmert’in hayatı boyunca ortaya koyduğu

gayretli çabayı övgüyle anmıştır118. Her siyasî iktidar sahibi gibi İbn Tûmert de

muhaliflerini yok etmeye çalışmış ve belki de bunda aşırı gitmiş olabilir. Hoşumuza

gitmese ve kabul edilebilir olarak görmesek de, bunu siyasetin ve iktidar olmanın bir

sonucu olarak görmeliyiz.

114 İbn Hallikan, IV, 137; Zehebî, Siyer, XIX, 540, 541; Subkî, III, 71; İbnu’l-İmâd, IV, 70; İnan, I, 191. 115 Zehebî, Siyer, XIX, 540-542; Miquel, Andre, Doğuştan Günümüze İslâm Medeniyeti, I, 26, Ter. A. Fidan, H. Menteş, Ankara, 1991. 116 İbn Hallikan, IV, 145; Yaltkaya, 45. 117 Zehebî, Tarih, XXXVIII, 118, 119; Nuveyrî, XXIV, 183-186; İbn Kesîr, XII, 187; İbnu’l-İmâd, IV, 72; İbnu’l-Verdî, 44; İnan, I, 192; Yaltkaya, 39-41. 118 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İbn Haldun, Mukaddime, I, 61-63; Zerkeşî, 5; İnan, I, 193.

30

İbn Tûmert’in bize ulaşan en önemli yazılı eseri Eazzü mâ Yutlab’tır. Bu eser

515/1121 sonrasında Sûs bölgesinde yakın arkadaşlarına ve talebelerine verdiği ders

notlarından oluşturulmuştur119. Bu eser hakkında İnan, ‘İbn Tûmert’in dini ve siyasi

temel prensip ve öğretilerinin toplandığı eser’ derken, Câbirî bu eserin ‘Abdulmümin

tarafından İbn Tûmert’in çeşitli konuşmalarının derlenmesinden oluştuğunu ve onun

ıslahat çağrısının genel ideolojik çerçevesini ve teorik temellerini oluşturduğunu’

belirtmiştir120. Yine bir başka çağdaş araştırmacı, A. Tevfik Medenî de ‘İbn

Tûmert’in Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde bir dinî ıslahat gerçekleştirmeye çalıştığını

ve Eazzu mâ Yutlab adlı eserinde de Kur’ân ve Sünnet’e göre hayatın nasıl

düzenlenmesi gerektiğinden bahsettiğini’ belirtmiştir121. İbn Tûmert ile ilgili hemen

tüm kaynaklarda bu esere atıflar vardır122. Bu esere İbn Tûmert’in diğer küçük

risaleleri ve kitapçıkları da eklenerek Mecmûatu Eazzu mâ Yutlab adıyla geniş

hacimli bir eser oluşturulmuştur. Bu eser ilk olarak Goldziher tarafından 1903’te

Cezâyir’de yayınlanmıştır. Bu eserin elimizde bulunan baskısı ise Abdulğânî Ebu’l-

Azm tarafından 1997’de Merrakeş’te yayınlanmış olanıdır. Eserin büyük bölümü

usûlu’d-dîn (akîde/inanç konuları) ile ilgilidir. Bunun yanında fıkıh ve fıkıh usûlü,

hadis ve davet/vaaz türünde eserler de bu mecmua içinde yer almıştır. Kitabın

başlarından itibaren yukarıda belirttiğimiz konular yanında İbn Tûmert’in Ağmât’ta

fakihlerle bir münâzarası da anlatılmıştır. Kitabın son kısımlarında ise hesap,

hendese ve tıp ile ilgili bölümler yer almaktadır.

İbn Tûmert, İmam Mâlik’in Muvatta’sını öğrencilerine ders olarak okutmuş

ve el-Muvattau’l-İmâmu’l-Mehdî adıyla yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu eser, İmam

Mâlik’in Muvatta’sının hemen hemen aynısıdır, ancak bazı takdim-tehir, çıkarmalar,

açıklamalar ve yorumlar ile yeni bir düzenleme yapılmıştır123.

119 Yaltkaya, 46, 47; İnan, I, 200. 120 İnan, I, 18, 216; Câbirî, 444. İnan, bu eserin muhtevası hakkında uzunca bir değerlendirme yapmıştır. Bkz. İnan, I, 200-217. 121 Ahmed Tevfik Medenî, Kitâbu’l-Cezâyir, 29, Kâhire, 1963. 122 Zehebî, Siyer, XIX, 543; Subkî, IV, 73; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Yaltkaya, 47. 123 İbn Tûmert, Muvatta el-İmam el-Mehdî b. Tûmert, Yay. Hafnâvî, Cezâyir, 1907.

31

Provençal, tarafından yayımlanan Beyzak’ın Kitâbu Ahbâru’l-Mehdî adlı

eserinin baş kısmında İbn Tûmert’in adamlarına, Yusuf b. Taşfin’e ve haddi aşan,

aşırı giden, günaha dalan kimselere gönderdiği bazı mektuplar yer almıştır124.

Subkî, ‘İbn Tûmert’in çok sayıda risâlesi vardır’ diyerek onun eserlerinin

çokluğuna dikkat çekmiştir125. Ancak, hakkında bizim bilgi verebildiğimiz eserler

bunlardır. Kısaca söylemek gerekirse, İbn Tûmert bu eserleriyle çevresinde bulunan

herkese hitap etmeye ve herkesi kendi yanında olmaya çağırmış ve ulaştığı kişileri

eğitmeye çalışmıştır. O, eserleriyle geniş halk kitlelerinin inanç ve ibadetlerinin daha

sağlıklı bir yapıya kavuşmasına katkıda bulunmaya gayret etmiştir.

3-Devlet Olma Yolunda Faaliyetler

İbn Tûmert’in Mağrib bölgesinde bulunduğu dönemde Murâbıtlarla ilgili

eleştirdiği konuların başında; kadın erkek ilişkilerinde gerekli hassasiyetin

gösterilmemesi, kadınların giyim kuşamları, açıktan içki satılması, domuzların

sokaklarda dolaşması ve müzik aletlerinin kullanılması yer almıştır126. Onun

Merrakeş’te ve oradan ayrılmasından sonraki dönemde Murâbıtlara yönelik

eleştirileri daha çok siyasi ağırlık kazanmaya başlamıştır. Merrakeş’te bizzat devlet

başkanıyla karşılaşmış, bütün eksik ve yanlış gördüğü şeylerin sorumlusunun kendisi

olduğunu, ondan ülkesindeki olumsuzlukları gidermesini talep etmiştir. Yine İbn

Tûmert, devlet başkanı olan Ali b. Yusuf’a saygı göstermek yerine, onun herhangi

bir insandan farklı olmadığını ifade etmiştir. İbn Tûmert’in Merrakeş’teki faaliyetleri

sonunda, fakihler Ali b. Yusuf’tan İbn Tûmert’in öldürülerek ya da hapsedilerek

etkisiz hale getirilmesini talep etmişlerdir127. Ancak bu talepleri yerine getirilmemiş,

sadece sürgün cezası verilmiştir128.

İbn Tûmert ve arkadaşları 514/1120 yılında Merrakeş’ten ayrılarak, Berberî

Musâmide kabilelerinin yaşadığı Sûs bölgesine hareket etmişler129, İbn Tûmert’in

doğum yeri ve kabilesinin yaşadığı Herğa’ya ulaşmışlardır130. Onlar bundan sonraki

124 Beyzak, 11, 12. 125 Subkî, III, 71. 126 Beyzak, 52, 53, 60; Merrakuşî, 179, 180; İbn Kattan, 97; İbnu’l-Esîr, X, 452; Zerkeşî, 3. 127 Beyzak, 68; Merrakuşî, 186; İbn Haldun, el-İber, VI, 227. 128 İbnu’l-Esîr, X, 453; Zehebî, Siyer, XIX, 543. 129 İbn Ebî Zer, İbn Tûmert’in Şevval 514/1121 Ocak’da Tinmellel’e geldiğini rivayet eder. Bkz. İbn Ebî Zer, 176. 130 İbn Hallikan, IV, 141; Zehebî, Siyer, XIX, 544, 545; Subkî, IV, 71; İbn Haldun, el-İber, VI, 227.

32

çalışmalarını Sûs bölgesinde devam ettirmişlerdir. Bu çalışmalar kısa sürede etkisini

göstermiş, İbn Tûmert, kısa zaman sonra bölgenin her yerinde tanınan ve konuşulan

kişi olmuş, daveti hızlı bir şekilde yayılmıştır. O, Merrakeş’ten ayrıldıktan sonraki

dönemde Murâbıtlara karşı muhalefetini daha açık bir şekilde ortaya koymuş ve artık

halkı açıktan kendi yanında olmaya, Murâbıtlara karşı muhalefete çağırmıştır131.

İbn Tûmert, bölgeye yerleşince, ilk iş olarak burada bir mescit yaptırmıştır.

Burasını hem toplantı yeri olarak, hem ibadet ve hem de ders okutmak için

kullanmıştır. Bölgedeki Berberîce konuşan halka Berberîce dersler ve vaazlar vermiş

ve bazı kitaplarını Berberîce de yazmıştır132. Bölgedeki nüfuzlu kişileri yanına alarak

onları eğitmiş ve onlara çeşitli görevler vermiştir. Onun bu çalışmaları olumlu

sonuçlar vermiş ve bölge halkı onun davetine katılmak ve ona destek olmak

konusunda adeta yarışmışlardır133. O eğitim ve propaganda çalışmalarının daha

sağlıklı yürümesi için derslerine katılanları organize etmiş, her on kişinin başına bir

öğrencisini tayin etmiştir134.

İbn Tûmert Herğa’da Hz. Muhammed’in Medine’ye hicret sonrasında

yaptığı gibi, bölgeye dışardan gelenlerle bölge halkını kardeşleştirmiş, dışardan

gelenlere ‘Sâbikûn’ ve ‘Muhâcirûn’, onlara destek olan yerli halka da ‘Ensar’

demiştir135.

İbn Tûmert’in bölge halkına yönelik olarak yaptığı çalışmaları Merrakuşî

özetle şöyle ifade etmiştir: ‘İbn Tûmert onların güvenini tam olarak kazanınca,

önce sadece kendisiyle birlikte, iyiliği emretmeye ve kötülükleri nehy etmeye

katılmalarını istemiş, kan dökmeyi yasaklamıştır. Daha sonra onlardan, akıllı

olanlarından eğittiği bazı kişileri kabile başkanlarına göndererek, onların kendi

davetine katılmalarını sağlamaya çalışmıştır136’. İbnu’l-Esîr ise, İbn Tûmert’in

bölge insanlarından ileri gelenleri toplayarak onlara Allah’ın günlerini hatırlattığını 131 İbn Haldun, el-İber, VI, 227, 228. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, XII, 186. 132 Merrakuşî, 187. 133 Beyzak, 71-73; İbn Kattan, 78; İbnu’l-Esîr, X, 454; İbn Hallikan, IV, 142; Zehebî, Siyer, XIX, 544, 545; Subkî, III, 74; İbn Haldun, el-İber, VI, 227, 228; İbnu’l-İmâd, IV, 71; Kayravânî, 136; Mahmud Makdîş, Nüzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tavârih ve’l-Ahbâr, I, 457, Yay. Ali Zevârî, Muhammed Mahfûz, Beyrut, 1988. 134 İbn Kattan, 81; İbn Haldun, el-İber, VI, 228. 135 Beyzak, 37-39; Kur’ân-ı Kerim, Tevbe (9)/100. Bu kardeşleştirmede İbn Tûmert, Abdulmümin ile kardeşleşmiştir. Züneyber, İbn Tûmert’in Rasulullah (sav) dönemindeki İslâmî kavramları kullanmasına dikkat çekmiştir. Bkz. Züneyber, 128. 136 Merrakuşî, 187.

33

ve İslâm’ın temel ilkelerini anlattığını belirtmiştir. Devleti idare edenlerin Hak

yoldan saptığı ve batıla uydukları için, onlara itaat etmek gerekmediğini, aksine

onlarla savaşarak içinde bulundukları kötü durumdan kurtarmakla yükümlü

olduklarını savunmuştur137. O, ülkedeki bütün kötülüklerin kaynağı olarak devleti,

Murâbıtlar iktidarını göstermiştir. Murâbıtları, akîdelerinin bozuk ve şirke bulaşmış

olduğu, onları inançları konusunda samimiyetsiz ve Allah hakkındaki tecsim ve

teşbih anlayışlarından dolayı eleştirmiştir. İbn Tûmert, bu konulardaki ayetleri

sıralamış, onları, ‘İş başına geçince ekini ve nesli yok eden138’ sapıklar olarak

nitelendirmiştir. O, Murâbıtların, insanların mallarını haksız yere yediklerini,

ülkeyi harap, halkı perişan ettiklerini, haksızlığı mubah görüp, âciz ve yetimlerin

mallarına el koyduklarını ilân etmiştir. Onların devlet adına haram yoldan ve halkı

aldatarak para toplayıp sonra da bu paraları israf ederek harcadıklarını

söylemiştir139.

İbn Tûmert, tüm bu eleştiri ve davetini her yerde seslendirmekten geri

durmamıştır. O, bölgede hemen her yere hem öğrencilerini göndererek ve hem de

kendisi dolaşarak propagandasını sürdürmüştür. Halka yaptığı konuşmalarında Hak

ve Batıl ehlinin özelliklerini anlatan çok sayıda ayet ve hadis okumuş ve bunları

yorumlamıştır140. Böylece düşman ilan ettiği Murâbıtların Hak’tan uzak, batıl ehli

olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İbn Tûmert, bu faaliyetleriyle bir taraftan tabilerini

psikolojik olarak desteklemiş ve diğer taraftan onlardan mehdî olarak biat alıp141

kendisini kesin itaat makamına yerleştirmiştir.

İbn Tûmert, siyasî olarak taklidi bırakıp asıllara dönmeyi, dinî olarak da

iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı esas alan bir yol izlemiştir. Bu iki yolla

Murâbıtların dinî ve siyasî yapılarına hücum etmiştir142. Onun ortaya koyduğu

sistem, Tevhîd, Teşrî’ ve Ahlâk olmak üzere üç temel esas üzerine kurulmuştur143. O,

zekası ve izlediği siyasetle sıradan bir kişi olmadığını ortaya koymuş ve

137 İbnu’l-Esîr, X, 453; Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 228; Çelebi, Ahmet, Mevsuatu’t-Tarihi’l-İslâmî ve Hadâratu’l-İslâmiyye, IV, 150, Kâhire, 1983. 138 Kur’ân-ı Kerim, Bakara (2)/204-206. 139 İbn Tûmert’in Murâbıtlara yönelik eleştirileri için bkz. Beyzak, 70-74; İbn Kattan, 94-100; Merrakuşî, 177, 255, 256; Özdemir, İbn Rüşd, 8; Adıgüzel, 74-76. 140 İbn Kattan, 100 vd. 141 İbn Kattan, 94-100; Merrakuşî, 189; Neccar, 119-121; Adıgüzel, 74-76. 142 Cabirî, 444. 143 Dâdâh, 136 vd.

34

çalışmalarıyla İslâm Tarihindeki eşine az rastlanan bir dinî-siyasî oluşumu

gerçekleştirerek tarihe geçmiştir144.

4-Muvahhidler Devleti’nin Kurulması

Muvahhidler Devleti’nin resmen kurulması, İbn Tûmert’in Ramazan

515/Kasım 1121’de Mehdî olarak biat almasıyla başlamıştır145. En genel anlamıyla

Allah tarafından kendisine doğru yol gösterilen kişi manasına gelen mehdî

sözcüğü, ıstılah olarak dünyanın haksızlıklarla dolduğu dönemlerde insanları bu

zor durumdan kurtaracak kişi anlamında kullanılmıştır146.

İbn Tûmert’in hayatı konusunda en çok ayrıntı veren kaynaklarımızdan biri

olan İbn Kattan, İbn Tûmert’in mehdîliğinin tarihini, mehdî olarak biat aldığı

515/1121 yılından çok öncelere kadar götürmektedir. Ona göre, İbn Tûmert daha

ülkesinden ayrılıp doğuya eğitim için giderken mehdî olarak gizlice biat almaya

başlamıştır. İbn Kattan, İbn Tûmert’in ülkesine dönüşünde de, 511/1118 yılı

Ramazan ayı sonlarında kendisini tanıtırken de Ben Muhammed b. Abdullah b.

Tûmert ve âhir zaman mehdîsiyim demiştir147.

Araştırmacılardan bazıları İbn Tumert’in mehdîlik düşüncesinin ne zaman

oluştuğu konusunda tahminler yürütmüşlerdir. Meselâ İnan, onun mehdîlik

düşüncesini baştan beri zihninde barındırdığını, ancak bunu şartların

144 Guneymî, II, 196, 197. 145 Bu konuda kaynaklarda 514, 515 ve 516 tarihleri verilmektedir. İbn Kattan İbn Tûmert’e açıktan biat tarihi olarak 514/1120, Beyzak, İbn Haldun, Zerkeşî ve İbnu’l-İmâd ise 515/1121 tahini vermişlerdir. Biz İbn Tûmert’in bölgeye gelmesinden yaklaşık bir yıl sonra Mehdî olarak biat almış olduğunun daha doğru olduğunu, bu tarihin de (İbn Ebî Zer ve Nâsirî’ye göre bölgeye gelişi: Şevval 514/Aralık 1120, Mehdî olarak biat alması: 15 Ramazan 515/28 Kasım 1121) 515/1121 yılı Ramazan ayında olduğunu kabul ediyoruz. Bkz. İbn Ebî Zer, 176; Nâsırî, II, 83. Beyzak da İbn Tûmert’in 514/1120’de Herğa’ya vardığını ve 515/1121’de de biat aldığını rivayet etmiştir. Bkz. Beyzak, 72, 73, 131. Bu konuda bilgi için bkz. İbn Kattan, 123; Zehebî, Siyer, XIX, 543; Hülelü’l-Mevşiyye, 107; İbn Haldun, el-İber, VI, 228; İbnu’l-İmâd, IV, 71; Zerkeşî, 4; Makdîş, I, 458; Neccar, 114, 115; İnan, I, 175; Bourouıba, 55; Halefullah, 76, 77; Adıgüzel, 67, 68. 146 Mehdilik hakkında daha geniş bilgi için Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, II, 171-179; İzmirli, İ. Hakkı, ‘Mehdî Meselesi’, Sebilü’r-Reşat, XII, Sayı, 285, 389-391; Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şia, 116-136, Ankara, 1983; Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, Kadıyanilik Nedir?, Ter. Ahsen Batur, 155-158, 225-231, İstanbul, 1975; Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine, İstanbul, 1979; McDonald, D. B., ‘Mehdî’ İA, VII, 474-479; Hizmetli, Sabri, ‘İtikadî İslâm Mezheplerinin Doğuşu’ AÜİFD, XXVI, 668 vd., Ankara, 1983. 147 İbn Kattan, 62, 89. İbn Kattan, İbn Tûmert’in mehdîliğinin gerçekliğini ortaya koymak için çok büyük bir çaba göstermiş, hadislerdeki mehdî ile ilgili sıfatların tamamının İbn Tûmert’te bulunduğunu ispata çalışmıştır. Bkz. İbn Kattan, 101-122.

35

olgunlaşmasından sonra ortaya koyduğunu belirtmiştir148. Batılı araştırmacılardan J.

Brignon, İbn Tûmert’in mehdîlik fikrinin doğu seyahatinden döndüğü ilk

günlerindeki vaazlarından sonra ortaya çıkmış olabileceğini belirtirken, diğer bir

batılı araştırmacı Julien ise, İbn Tûmert’in başlangıçta iyi niyetli olarak insanları

doğru yola davet ettiğini, ancak çabalarının karşılığında sürekli darbe yediğini,

bunun sonucu olarak onda mehdîlik düşüncesinin ortaya çıktığını belirtmiştir149.

Julien’in ifade ettiği gibi, İbn Tûmert’in yediği darbelerin, çektiği sıkıntıların

ve İnan’ın dikkat çektiği üzere kendi kabilesi arasına gelmesinden sonraki

çalışmalarının, bu çalışmalardan aldığı olumlu desteğin ve taraftarlarının çok hızlı bir

şekilde artmış olmasının, onda mehdîlik düşüncesinin oluşmasını sağladığını

söyleyebiliriz. Onun mehdî olarak biat alması başarılı olmasına önemli bir katkı

sağlamıştır.

İbn Tûmert, biat almadan önce bir konuşma yaparak kendisinin beklenen

mehdî olduğunu belirtmiştir150. Onun bu konuşmasından sonra ilk önce kendisinden

sonra Muvahhidlerin halifesi olan Abdulmümin b. Ali olmak üzere, en yakın on

arkadaşı, daha sonra da diğer taraftarları ona mehdî olarak biat etmiştir151. Bu biat

olayı aynı zamanda safların netleşmesine, kimin kimden yana olduğunun ortaya

çıkmasına da vesile olmuş ve biat etmeyenler düşmanlardan sayılmıştır152.

Muvahhidler Devleti’nden bahseden bütün eserlerde, İbn Tûmert’in,

adamlarını değişik guruplar hâlinde teşkilâtlandırdığını belirttiklerini görürüz. Bu

gurupların başında, Onlar, Elliler ve Yetmişler olarak isimlendirilen meclisler

gelmektedir. Bu guruplar dışında Ehl-i Beyt/Ehlü’d-Dâr153 ve üyelerinin toplumsal

konumlarına göre düzenlediği; talebe154 ve askerler yanında, kabilelere göre

148 İnan, I, 176. 149 Brignon, J.,V, 342; Julien, 127. 150 İbn Kattan, 124, 125; Hülelü’l-Mevşiyye, 107. 151 Beyzak, 73; İbn Kattan, 125; Merrakuşî, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İbn Kesîr, XII, 186; İnan, I, 175; Yaltkaya, 45, 46. 152 İbn Haldun, el-İber, VI, 228; Zerkeşî, 4; Kalkaşandî, V, 191. 153 Beyzak, Onlar, Elliler ve Ehlü’d-Dâr’a mensup olan kişilerin isimlerini ve kabilelerini sıralamıştır. Bkz. Beyzak, 29, 32-35, 154 Talebe kelimesi, Muvahhidler literatüründe hem ders almakta olan ve hem de belirli bir bilgi seviyesine ulaşmış hoca/öğretici durumunda olan kimseler için kullanılmaktaydı. Bu kimseler Abdulmümin’in en önemli toplantılarına katılabilmekteydiler. İki türlü talebe vardı. Muvahhidlerin ana unsurlarını oluşturan kabilelere mensup olanlara, Talebetü’l-Muvahhidîn, diğer kabilelerden olanlara ise, Talebetü’l-Hadar (gelen, hazır olan talebe) denilmekteydi. Bkz. Merrakûşî, 342. Beyzak’ın rivayetine göre talebe, savaşmaktan muaf tutulmaktaydı. Bkz. Beyzak, 48. Onlar, İbn

36

belirlenmiş diğer guruplardan söz edilmektedir155. Nazmu’l-Ceman ve Hülelü’l-

Mevşiyye’de bu gurupların sayısı 13’e, Rakamu’l-Hulel’de ise 15’e kadar

çıkmaktadır. İbnu’l-Hatîb, İbn Tûmert’in tâbilerini bu şekilde teşkilatlandırmasını

garip olarak nitelemiş ve bu değişik grupları tek tek sıralamış ve görevlerini

anlatmıştır156.

Bu sınıflamaya göre Muvahhidlere bağlı küçük büyük herkes, mutlaka bir

grup içinde yer almıştır. Burada sayılan her sınıfın savaş ortamında ve normal

zamanlarda kendine göre görevleri bulunmakta ve ondan sorumlu tutulmaktaydı.

Kimse kimsenin yerine geçmezdi157. İbn Tûmert, bunlardan her birine verdiği farklı

görevlerle yönetim ve denetim işini daha rahat ve sistemli bir şekilde yürütmüştür158.

Bu guruplardan siyasi olarak en etkin olanları devletin idaresinden sorumlu olan

Onlar, Elliler ve Yetmişler meclisleridir.

Onlar Meclisi159, İbn Tûmert’e en yakın olanlar ve sürekli yanında bulunup

birlikte karar verdiği kişilerden oluşmaktaydı. Modern tanımlamayla bu meclisin

üyelerinin görev ve önemini düşünerek İbn Tûmert’in bakanlar kurulu olarak kabul

edebiliriz. Bu kişiler, onun davasına ilk gönül verenler (sâbikûn), arkadaşlarının en

değerlileri ve en güvenilir olanlarıydı. (eşrefü ashâbihi ve ehlü’s-sigatihi)160

Tûmert’in düşüncesini insanlara ulaştırma görevini yürütmüşler, Abdulmümin döneminde aynı zamanda devlet işlerinin yürütülmesinde, idarî görevler onlara verilmiştir. 155 Bu guruplardan en fazla söz edilenlerin, Talebe, Huffaz, (genç öğrenciler), Ehlü’d-Dâr (ev halkı), Cund (sürekli askerler) olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda Bkz. İbn Kattan, 82; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; Dâdâh, 144; Musa, 97 vd; Guneymî, II, 197, 198. A. Urvî, Huffâz kelimesi ile ifade edilen gurubu İbn Tûmert’in tebliğ etmekte olduğu siyâsî ve askerî yapının koruyucuları olarak yorumlamıştır. Bkz. Urvî, Abdullah, Mechul Târihu’l-Mağrib, 152, Beyrut, 1994. Bu yorum tarihi rivayetlere bağlı bilgilerden çok, kelimenin sözcük anlamından yola çıkılarak yapılmıştır. 156 İbn Kattan, 82; Nuveyrî, XXIV, 287; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197, 198; Halefullah, 80. 157 Beyzak, 29; Hülelü’l-Mevşiyye, 109; İnan, I, 174, Julian, 132-135. 158 Bourouıba, 77, 78; Neccar, 117. 159 Beyzak, Onlar Meclisi ile ilgili on iki isim vermiştir. Bunlar: 1-Abdulmümin b. Ali, 2- Ebû Hafs Ömer b. Ali Sanhâcî, 3- Ebu’r-Rebî Süleyman Ahadrî (İbn Mahlûf), 4-Ebû İbrahim İsmail b. Hazrecî, 5-Ebû İmran Musa b. Temârî, 6- Ebû Yahya Ebû Bekir b. Yecît (Yekît) 7-Ebû Abdullah Muhammed b. Süleyman, 8-Abdullah b. Yuğlî Zenâtî (İbn Melviyye) 9-Ebû Muhammed Abdullah b. Muhsin Venşereşî (Beşir), 10- Ebû Hafs Ömer b. Yahya Hintâtî, 11-Ebû Musa İsa b. Musa Sevdî, 12-Ebû Muhammed Abdulaziz Gaygâyî, idi. Bkz. Beyzak, 32, 33. Diğer kaynaklarda ise, bu meclisin üyeleri olarak on isim zikredilir. Bu isimler üzerinde tam bir ittifak yoktur. İzzeddin Ömer Mûsa, bu konuda kaynaklarda verilen isimleri karşılaştırmalı bir tablo ile göstermiştir. Bkz. Mûsa, 306, 307. Bu meclis ile ilgili bkz. İbn Kattan, 125; Merrakuşî, 337, 338; Hülelü’l-Mevşiyye, 79; İbn Ebî Zer, 113; İbn Haldun, el-İber, 228; Zerkeşî, 4; Hüseyin Mu’nis, Vesâiku’s-Siyasiyye, 207-210; İnan, I, 174; Adıgüzel, 71. 160 Merrakuşî, 188; Nuveyrî, XXIV, 287. İbnu’l-Hatib bu meclis’in görevinin karşılıklı görüşme ve danışma (istişâre) olduğunu belirtmiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 197.

37

İbn Tûmert’in ikinci meclisi ise Elliler Meclisi idi. Elliler Meclisi’nde

genellikle Sûs bölgesinde bulunan değişik kabilelerin ileri gelen önemli kişileri yer

almakla birlikte161, daha uzak yerlerden gelerek Muvahhidlere katılan kişiler de

bulunmaktaydı. Meselâ Merrakeş çevresindeki kabilelerden bu meclise katılanlar

vardı162. İbn Kattan, Onlar Meclisi’nde yer alanlara İbn Tûmert’in vezirleri derken,

Elliler Meclisi’nde bulunanlara ise İbn Tûmert’in danışmanları demektedir (eshâbu

meşveretihi). Bu meclis ona göre İbn Tûmert’in danışma/istişâre meclisiydi163.

İbn Tûmert’in bir başka meclisi de Yetmişler Meclisi’dir. Ancak ne Beyzak

ne de İbn Kattan bu mecliste bulunanlar hakkında bilgi vermemektedir. Nuveyrî ise

bu meclisin rütbe bakımından ilk iki meclisin altında bir konuma sahip olduğunu

belirtmiştir. Bölgedeki ileri gelen alimler ve devletin kurulmasında yararlılık

göstermiş olan bölge halkından bazı kimseler bu mecliste yer almışlardır164.

Bu üç meclis dışında bir de İbn Tûmert’in ev halkı (ehlu’d-dâr) denilen ve

imamın en yakınında bulunan kimseler vardı. Bu kişiler gece gündüz İbn Tûmert’in

yanına girip çıkabilmekteydiler165.

İbn Tûmert, kendisini destekleyen halkı bu şekilde teşkilatlandırarak kendi

döneminde halkın en iyi şekilde organize olmasını sağlamıştır. O, siyaset

geleneğinden gelen bir kişi olmadığı halde, halkını bu şekilde ustaca

teşkilatlandırmıştır. Bu teşkilatlar onun başarıya ulaşmasında önemli rol oynamış

olmalıdır. O bölgesel şartların da yardımıyla kısa bir sürede Sûs bölgesinde

hâkimiyet kurmaya başlamış ve devletinin temellerini atmıştır.

Bu ilk dönemlerde İbn Tûmert’in faaliyetlerinden biri de, Murâbıtlara bağlı

bölgelerdeki yetkililere ve devlet başkanına mektuplar göndererek, onları kendi

161 Merrakuşî, 188; Nuveyrî, XXIV, 287. 162 Beyzak, 33-35; İbn Kattan, 83-87. 163 İbn Kattan, 124; Züneyber, 127. 164 İbn Kattan, 154; Nuveyrî, XXIV, 287; Altundağ, ‘Muvahhidler’, VIII, 771. 165 Beyzak, 29; İnan, I, 174. M. V. Dâdâh, İbn Tûmert’in ‘Ehlü’d-Dâr’ını, ona ilk tabi olan ve yine Muvahhidler arasından ihlaslarına bakılarak seçilen kişiler olarak yorumlamıştır. Ona göre Abdulmümin ve Beşir gibi şahsiyetler bu guruptan sayılmaktadır. Bkz. Dâdâh, 144. Ancak Beyzak’ın verdiği Ehlu’d-Dâr listesinde on dokuz isim bulunmakta, bunlar içinde Abdulmümin ve Beşir’in adı bulunmamaktadır. Bu listede verilenlere bakınca, bunların hemen tamamının Sûs bölgesinden olduğu anlaşılmaktadır. Bu isimler, İbn Tûmert’in yakın akraba ve diğer hemşerilerinden ona sadakatle destek veren ve onun her türlü hizmetine koşan kişiler olduklarını düşünebiliriz.

38

isteklerini kabul etmeye (hak yola) davet etmesidir166. İbn Tûmert, özellikle Ali b.

Yusuf’a gönderdiği davet mektubuna olumlu cevap alamamış olduğu ortadadır. Bu

da Murâbıtlarla savaşmak için önemli nedenlerden biri sayılmış olmalıdır. Böylece,

savaşın siyasî, aklî ve psikolojik hazırlığı tamamlanmış ve Murâbıtlar Devleti ile

silahlı mücadele aşamasına gelinmiştir.

Bu aşamadan sonra Murâbıtlarla Muvahhidlere bağlı güçler çatışmalara

başlamışlardır. Bu iki güç arasındaki ilk çatışma, Herğa bölgesinde gerçekleşmiştir.

İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat almasından kısa zaman sonra 515 yılı sonunda

(1122) gerçekleşmiş olan bu ilk çatışmada -İbn Kattan’ın belirttiğine göre- 35 kişi

ölmüş ve çatışma Muvahhidlerin üstünlüğü ile bitmiştir. Bu çatışma ile Muvahhidler

çeşitli ganimetler elde etmişlerdir167. Muvahhidlerin düzenli bir güçle Murâbıtların

karşılarına çıkıp çatışmalara başlamaları, kendilerine ait bağımsız hareket ettikleri

bölgeler oluşturmaya başladıklarını, askerleriyle, başkanlarıyla ve kendilerine has

kurallarıyla yeni bir yapı ortaya koyduklarını göstermektedir.

Silahlı çatışmaların başlamasından sonra, Murâbıtlar’ın Muvahhidler

hareketine karşı ilk ciddî girişimleri ise, 516/1122 yılı başlarında gerçekleşmiştir. Ali

b. Yusuf’un Muvahhidlere karşı çıkardığı askerî birlik, İbn Tûmert’in mehdî olarak

biat aldığı ve merkez olarak kullandığı İcîlîz’e kadar gelmiştir. İbn Tûmert, daha

önceden bulunduğu yeri surlarla ve hendeklerle tahkim ederek düşmanı karşılamak

için hazırlıklar yapmıştır168. Bu savaş öncesinde İbn Tûmert, askerlerine zafer vaad

eden bir konuşma yapmıştır169. Savaş yapılmış, İbn Tûmert’in zafer vaadi

gerçekleşmiş, savaştan sonra askerlerinin ve halkın İbn Tûmert’e olan güvenleri daha

da artmıştır. Bu zafer haberi kısa sürede ülkenin her yanına yayılmış ve bölgedeki

bütün Musâmide kabileleri, akın akın gelip İbn Tûmert’e katılmaya başlamışlardır170.

Daha sonra Muvahhidler ordusu, yakın çevrelerindeki yerleşim yerlerine karşı

seferler düzenlemeye başlamışlardır. İbn Tûmert, askerî harekâtların bir kısmını

bizzat idare ederken, bir kısmını Onlar Meclisi’nden Abdulmümin ve Beşir

166 Beyzak, 11-13; Hammâde, Vesâiku’s-Siyasiyye, 336, 337; Halefullah, 85. 167 İbn Kattan, 129, 130. 168 İbn Kattan, 130; İbn Ebî Zer, 178. 169 Hammâde, 336. 170 İbn Kattan, 130, 131.

39

komutasında gerçekleştirmiştir171. Beyzak, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat

almasından sonra yaptığı dokuz savaştan bahsetmiştir172.

Muvahhidler, İbn Tûmert’in biat aldığı 515/1121 yılından, 518/1124 yılına

kadar üç yıl boyunca merkez olarak İcîlîz’i kullanmıştır. Daha sonra aşağı yukarı

Merrakeş’e yarı yarıya daha yakın bir mesafede yer alan, ancak coğrafî özelliğinden

dolayı ulaşılması çok daha zor, sarp bir yerde bulunan Tinmellel’e geçmişlerdir173.

Muvahhidlerin Merrakeş’e saldırmalarından iki yıl kadar önce 522/1128’de

Murâbıtlar Merrakeş’i daha güvenli hale getirmek için şehir çevresine sur inşâ

ettirmişlerdir174. Bu durum Murâbıtların Muvahhidler Harekâtını ciddi bir tehlike

olarak görmeye başladıklarını ve karşı saldırılar beklentisiyle tedbirler aldıklarını

göstermektedir. Nitekim İbn Ebî Zer, Muvahhidlerin 517/1123’lerde otuz bin kişilik

bir orduyla Merrakeş yakınlarındaki Ağmat’a kadar geldiklerini ve burada

Murâbıtları hezimete uğrattıklarını rivayet etmektedir175. Merrakeş surlarının

yapılmış olması, 524/1130’daki Buheyra savaşında176 Muvahhidlerin şehri kırk gün

boyunca kuşatmalarına rağmen mağlup olup geri dönmelerine ve 541/1147’de şehri

almak için kuşatma altında tutan Muvahhidlere karşı Murâbıtların en zayıf

zamanlarında bile on bir ay dayanmalarını sağlamıştır.

Buheyra savaşında alınan ağır yenilgi haberi Tinmellel’de hasta yatmakta

olan İbn Tûmert’e bir haberci -er-Rakkas- ile çok hızlı bir şekilde ulaştırılmıştır177.

İbn Tûmert bu haberi alınca ilk olarak Abdulmümin’in hayatta olup-olmadığını

171 Beyzak, 74-78; İbnu’l-Esîr, X, 457; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 172 Beyzak,74-78. 173 İbn Kattan, 133-135; Zehebî, Siyer, XIX, 545. 174 İbn İzârî, I, 447. Zerkeşî, Ali b. Yusuf’un Merrakeş surlarını yaptırmasıyla ilgili olarak 520 tarihini vermiştir. Bu tarih, surların yapılmaya başlanma tarihi olarak düşünülebilir. Bkz. Zerkeşî, 5. 175 İbn Ebî Zer, 178. 176 Buheyra savaşı, İbn Tûmert’in sağlığında Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı giriştikleri en kapsamlı savaştır. İbn Tûmert, Buheyra Savaşı’nda kırk bin kişilik bir ordu çıkarmıştır. Bu ordu Murâbıtların başkenti Merrakeş’i günlerce kuşatma altında tutmuş, Murâbıtlara yardım için gelen Sicilmâse askerlerinin desteği ile kuşatma kırılmış ve Muvahhidler ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Bu savaşta Muvahhidler bozguna uğramışlar, çok ağır kayıplar vermişler, ancak Abdulmümin’in çabalarıyla ordu toparlanarak geri çekilmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Beyzak, 79, 80; İbn Kattan, 156-158; Merrakuşî, 196, 197; İbn Ebî Zer, 179; Hülelü’l-Mevşiyye, 114; Nuveyrî, XXIV, 287, 288; İbn Haldun, el-İber, VI, 228, 229; Zerkeşî, 4; İbnu’l-Verdî, II, 44; İnan, I, 185-189; Adıgüzel, 81-84. İbn Kattan, Buheyra savaşının 2 Cemaziyelevvel 524’te olduğunu belirtmiştir. Bkz. İbn Kattan, 161. Diğer kaynaklarda ise sadece bu savaşın 524/1130 yılında olduğu rivayet edilmiştir. 177 Beyzak, 81. Zerkeşî, bu savaş sonrasında Mehdî’nin Merrakeş’ten hareket ettiğini söyleyerek savaşa Mehdî’nin de katıldığını çağrıştıracak bir cümle kullanmıştır. Ancak bu ifade diğer kaynaklarla uyuşmamaktadır. Bkz. Zerkeşî, 4.

40

sormuş, onun yaşamakta olduğu öğrenince de, meâlen Önemli değil, bereket

kalanlardadır. Davamız devam edecektir demiştir178. İbn Tûmert bu olaydan sonra

çok fazla yaşamamış, aynı yıl içinde, bu savaştan dört ay sonra, 14 Ramazan 524/21

Ağustos 1130’da vefat etmiştir179.

Bazı tarihçiler İbn Tûmert’in hiçbir yeri fethetmediğini, sadece plânlama ve

görevlendirmeleri yaptığını, fetihleri ise tamamen komutanları Beşir ve

Abdulmümin’in gerçekleştirdiğini söylemişlerdir180. Beyzak ve İbn Kattan ise bu

rivayetlerin aksine, İbn Tûmert’in savaşlarda bizzat yer aldığını belirtmişlerdir181.

Abdulmümin, İbn Tûmert ile birlikte bulunduğu on üç yıla yakın bir

dönemde, hem ilmî, hem de siyasî yönden belli bir olgunluğa ulaşmıştır. O, İbn

Tûmert’in halkından biat almış bir lider olarak bulunduğu, 515-524/1121-1130 yılları

arasındaki dokuz yıllık dönemde, İbn Tûmert’e en yakın kişi olarak, sürekli ön

planda bulunmuştur. Bu dönem Abdulmümin’in iyi bir devlet başkanı olarak

yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yani, İbn Tûmert’in hayatta olduğu bu

dönem, Abdulmümin’in halifeliği/başkanlığı için hazırlık aşaması olmuştur.

178 Beyzak, 81; İbn Kattan, 163; Merrakuşî, 192; İbnu’l-Esîr, X, 458; İbn Hallikan, IV, 144; İbnu’l-Verdî, II, 44; Halefullah, 90, 91. 179 İbn Tûmert’in 524 yılı Ramazan ayında öldüğü konusunda kaynaklarımızda herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak Ramazan ayının hangi gününde öldüğü konusu ihtilaflıdır. Bu konuda kaynaklarda 13, 14, 25 Ramazan gibi tarihler verilmektedir. Biz burada Beyzak’ın verdiği tarihi esas aldık. Bu konuda verilen tarihler için Bkz. Beyzak, 83; Merrakuşî, 194; İbn Kattan, 170, 171; İbn Ebî Zer, 179-181; Nuveyrî, XXIV, 289; İbn Haldun, el-İber, VI, 189; Nâsırî, I, 187; Makdîş, I, 460; İnan, I, 191; Neccar, 128,129; Provençal, Hadâratu’l-Arabiyye, 195; Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 426; Adıgüzel, 84. 180 İbn Hallikan, IV, 145-146; Zehebî, Siyer, XIX, 551. 181 Beyzak, 74-78; İbn Kattan, 135-139.

BİRİNCİ BÖLÜM

ABDULMÜMİN B. ALİ’NİN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE

MURABITLAR DEVLETİNE SON VERMESİ

A-ABDULMUMİN B. ALİ’NİN KİMLİĞİ, EĞİTİMİ VE ŞAHSİYETİ

Abdulmümin’in İbn Tûmert ile bu karşılaşmadan önceki hayatına dair bilgiler

son derece sınırlıdır. Bu konuda aşağı yukarı nesebi, ailesi, doğumu gibi konular

dışında bilgi bulunmamaktadır. Gerçi tarihte geleneksel olarak iktidara mensup

olmayan kişilerin meşhur olmalarından önceki hayatları hakkında çok net bilgi sahibi

olmak imkansız gibidir. Dolayısıyla böyle kişilerin meşhur hale gelmelerinden

önceki hayatlarıyla ilgili bilgiler çok sınırlıdır. Bu konudaki bilgiler ya kendi

anlatımlarından, ya da ne kadar güvenilir olduğu bilinmeyen ve çoğu zaman efsanevî

nitelikteki rivayetlerden ibaret kalmaktadır. Bu durumda onların meşhur

olmalarından önceki hayatlarının o dönemdeki genel yaşam tarzı çerçevesinde

geçtiğini söylemek daha uygun olacaktır. Ancak bu devlet adamlarının kendi

dönemindeki binlerce insan arasından sivrilip çıktıklarını da göz önünde

bulundurmamız gerekir. Yani bu şahsiyetlerin kendi şartlarını zorlayan ve aşan,

çağdaşlarıyla aynı şartlarda yaşadıkları halde, çevresindeki insanların önüne geçen

lider kişiler olduklarını kabul etmek gerekir. Tarihte Abdulmümin gibi eşine sık

rastlanmayan devlet adamları, yetenekleri ve cesaretleriyle, ne yapacaklarına karar

verebilen ve en iyi sonuçları alabilen, dönemlerinin en seçkin insanlarıdır.

Abdulmümin b. Ali’yi tanıtmaya çalışacağımız bu bölümde, öncelikle onun

doğum yeri, doğum tarihi, ailesi, nesebi üzerinde duracağız. Bunun yanında, onun

şahsiyetinin oluşmasına önemli katkı sağlayan İbn Tûmert ile geçen dönemini ele

alarak onun eğitimi ve yetişmesini incelemeye çalışacağız.

Muvahhidler ya da Abdulmümin denilince ilk akla gelen kişi, İbn Tûmert’tir.

Abdulmümin, İbn Tûmert’in siyâsî mücadelesinin her aşamasında onun yanında yer

almıştır. İbn Tûmert ve Abdulmümin arasında hoca-öğrenci ilişkisi şeklinde başlayan

birliktelik, zamanla iki samimi arkadaş ilişkisine dönüşmüş ve Abdulmümin, İbn

Tûmert’in yetiştirdiği en önemli şahsiyet olmuştur. Bundan dolayı da İbn Tûmert’in

43

siyâsî mirasçısı o olmuş ve bu mirası da en iyi şekilde değerlendirmiştir. Aslında o,

İbn Tûmert ile hayata hazırlanmış, hayatın zorluklarını İbn Tûmert ile yaşamış ve

böylece belli bir olgunluğa ve tecrübeye kavuşmuş bir şahsiyettir. Çalışmamızın giriş

bölümünde yer alan İbn Tûmert ile ilgili kısım, aynı zamanda Abdulmümin’in

yetişme aşamaları olarak da kabul edilmelidir.

Tarihte önemli bir başarıya imza atmış olan Abdulmümin’in, İbn Tûmert ile

karşılaştığı andan itibaren hayatının yönü değişmiş, yepyeni bir kişilik kazanmıştır.

Aslında Abdulmümin’i tarihte bulunduğu konuma, yani bizim inceleme konusu

yapmamızı sağlayan konuma getiren İbn Tûmert ile tanışmasıyla başlayan hayatıdır.

O, asıl bu tanışmadan sonra şahsiyetini bulmuş ve hedeflerini çizmiş, İbn Tûmert’in

ölümünden sonra da, hayatının sonuna kadar bu hedefleri gerçekleştirmek için

çalışmıştır. Şimdi Abdulmümin’in kimliğini daha yakından tanımaya çalışalım.

1-Doğum Yeri ve Tarihi

Abddulmümin b. Ali el-Kûmî, Tlemsan’da1, sahile üç km. kadar uzaklıkta

bulunan, Tacrâ (Tacert, Tâcere veya Acar) köyünde yaşayan küçük bir kabile olan

Kumya’ya mensuptur. Abdulmümin Tacrâ’da doğmuştur2. Tacrâ, şu anda Cezâyir

sınırları içinde yer alan sahilde, Vehran (Oran) ile Tlemsan arasında, Tlemsan’ın

kuzeyinde Henîn Limanı yakınlarında bir yerleşim yeridir. O dönemde burada

1 Tlemsan, Cezâyir’in batısında Fas sınırına yakın bir bölgede yer almaktadır. İdrîsî’nin anlattığına göre bu şehir, sağlam surlarla çevriliydi ve içinden Sahratân dağından gelen bir ırmak akmakta, vadilerinde çok sayıda sulak çiftlik bulunmaktaydı. Buralarda her türlü meyve ve besili hayvan çok ucuz şekilde satılmaktaydı. Tlemsan’dan Fas, Tadlâ, Ağmât, Der’a Vadisi ve Sicilmâse’ye doğru uzanan bir kervan yolu vardı. Tlemsân, Mağrib’in kilidi durumundaydı. Tlemsân ve çevredeki diğer yerler hakkında bilgi veren İdrîsî, bölgede bereket fışkırdığını, her türlü meyve ve ekin yetiştiğini, dağlarında madenler, ormanlar ve çok değişik bitkinin bulunduğunu, ticarî hayatın canlı bir şekilde devam ettiğini, Cuma günleri şehirde pazarlar kurulduğunu belirtmiştir. Bkz. İdrîsî, Şerîf, Kitâbu Nüzhetü’l-Müştâk fî İhtirâki’l-Afâk, 82-84 vd., Leyden, 1863. 2 Beyzak, 55; Merrakûşî, 197; İbnu’l-Esîr, XII, 186; İbn Hallikan, I, 404; Nuveyrî, XXIV, 278, 279; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 253; Zehebî, Siyer, XIX, 487; Hülelü’l-Mevşiyye,184;Özaydın, Abdulkerim, ‘Abdülmü’min el-Kûmî’, DİA, I, 274; Hamdî, Abdulkerim Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-Asri’l-Murâbitîn, 89, İskenderiyye, 1986; Hayreddin Zirikli, A’lâm, Kamûsu’t-Terâcim, IV, 319, Kâhire, 1954-1959; Harekât, İbrahim, Mağrib Abre’t-Tarih, I, 260, Darulbeydâ, 1984.

Tlemsan’ın kuzeyinde, sahilde yer alan Tacrâ, Abdulmümin’in bölgeyi ele geçirmesinden sonra, 540 yılında surlarla çevrilmiş, cami ve saray yaptırılmış, sonuç olarak burası bir köy olmaktan çıkarılmıştır. Bkz. İbn Ebî Zer, 189.

44

zeytinlikler, çok çeşitli meyveler, ekin tarlaları ve dağlarında çeşitli bitkiler ve

ormanlar bulunmaktaydı3.

Abdulmümin Berberî Kumya4 kabilesine nisbet edilerek, kendisine Kûmî

denilmiştir. Bu kabile Abdulmümin’in annesinin kabilesidir. Kaynaklarda verilen

rivayetlere göre o, Kays Aylan Kennûne ile başlayan ve Kureyş’e kadar ulaşan bir

soy kütüğüne sahiptir. Beyzak’a göre Abdulmümin’in annesinin soyu da Kennûne’de

Abdulmümin’in soyu ile birleşmektedir. Yani Beyzak, Abdulmümin’in, hem babası

ve hem de annesi kanalıyla Kureyş’e dayanan bir soy kütüğüne sahip olduğunu

rivayet etmektedir5.

Kaynaklarda Abdulmümin’in doğum tarihi olarak çeşitli tarihler verilmiştir.

Merrakûşî, Zehebî ve Safâdî Abdulmümin’in Yusuf b. Taşfin döneminde, 487 yılı

sonlarında (m. 1094) doğduğunu rivayet etmişlerdir6. İnan, Harekât, Ebû’n-Nasır ve

Abdulkerim Özaydın gibi araştırmacılar da, Abdulmümin’in doğum tarihini

487/1094 olarak kabul etmişlerdir7. İbn Hallikan iki ayrı tarih vererek,

Abdulmümin’in 490/1097 veya 500/1107 yılında doğduğunu rivayet etmiştir8. İbnu

Sâhibussalat, İbn Kattan, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer ise Abdulmümin’in 558/1163’de

3 İdrîsî, 80 vd. 4 Kumya kelimesi, Kumîya veya Kûme şeklinde de okunmuştur. Kûmya, bir Berberî kabilesidir. Berberîler ise Merrakûşî’ye göre Nuh’un oğlu Ham’ın torunlarıdır. Berberîler iki büyük kola ayrılmaktadır. Bunlar; Berânis ve Betr kollarıdır. Kumya, Betr kolunun, Matmata Berberîlerine bağlı bir kabiledir ve kendi içinde üç ana kola ayrılmaktadır. Bunlar Nedrûme, Sağğara ve Benû Yelûl’dur. Bunların da her birinin alt kolları vardır. Kumya kabilesi Orta Mağrib’te Tlemsan ve Erişkûl bölgesinde yaşayan en mühim Berberî kabilesiydi. Bu kabile, Abdulmümin’in halifeliği dönemiyle birlikte Muvahhidlerin önemli kabilelerinden biri haline gelmiştir. Kumya, daha önce siyâsî liderlik yapmış bir kabile değil, çiftçilik, koyun çobanlığı ve ticaretle iştigal eden bir kabileydi. Bu kabile Abdulmümin sayesinde liderliğe yüksemiş ve Mağrib’in en önemli kabilesi olmuştur. Bkz. Merrakûşî, 339, 349; İbn Haldun, el-İber, VI, 126; Abdulhadî Tâzî, el-Mennü bi’l-İmâme, 174, 1. dipnot; Basset, ‘Kumiye (Kumiya)’, İA, VI, 985, 986. 5 Beyzak, 21-23. Abdulmümin’in soyu ile ilgili benzer rivayetler için bkz. Merrakûşî, 197; İbnu Ebî Zer, 183; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; Nâsırî, 89; Makdîş, I, 462. Merrakûşî’nin belirttiğine göre Abdulmümin, ‘Ben Kumya’dan değilim. Biz aslında Kays Îlân b. Mudar b. Nizar b. Ma’d b. Adnan’danız. Ancak ben onlar arasında doğdum. Onların benim üzerimde hakları var. Kumya bizim dayılarımız olur’ demiştir. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Abdulmümin’in annesi Kumya’ya, babası ise Kays Aylân’a nisbet edilmiştir. Bkz. Merrakuşî, 197. 6 Merrakûşî, 197; Zehebî, Siyer, XIX, 366; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; Safâdî, Selahaddin Halil b. Ebik, Kitâbu’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, Beyrut, 1993, XIX, 233; Hamdî, 89. 7 İnan, I, 224; Harekât, I, 260; Jamil, 107; Özaydın, ‘Abdülmü’min’, DİA, I, 274; Ayrıca bkz. Hamdî, 89; Zirikli, IV, 319. İnan, Abdulmümin’in doğum tarihini 487 olarak verdiği halde, onun İbn Tûmert ile 512 yılı başlarında karşılaştığını ve o zamanlar yirmi yaşlarında bir genç olduğunu ifade ederek kendisiyle çelişkiye düşer. Bkz. İnan, I, 224. 8 İbn Hallikan, I, 404.

45

öldüğünde, yaşının 63 veya 64 olduğunu belirtirler. Bu tarihçilere göre

Abdulmümin’in doğumu, 495 veya 496/1102-1103 yıllarına tekabül etmektedir9.

Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşması 511 ya da 512 yılında

gerçekleşmiştir. Bu karşılaşma hemen bütün kaynaklarımıza göre, Abdulmümin’in

ilim öğrenmek için amcası refakatinde seyahate çıktığı bir dönemde, seyahat

güzergahında gerçekleşmiştir. Abdulmümin’in doğum tarihini 487/1094 olarak kabul

ettiğimizde, onun ilim öğrenmek için seyahate çıktığında 25 yaşlarında olduğunu

söylemiş oluyoruz. Bu yaş ise tarım toplumunda ilim öğrenmek amacıyla seyahate

çıkmak için hayli ileri bir yaş olmalıdır. Yine bu yaştaki bir kimsenin başkalarının

refakatinde hareket ettiğini düşünmek gerçekliğe pek uygun olmaz. Oysa

Abdulmümin’in doğum tarihini 495-496/1102-1103 yılı olduğunu söylediğimizde,

bu karşılaşma esnasında onu 17-18 yaşlarında bir genç olarak kabul etmiş oluyoruz.

Bu yaş bir kimsenin hayatının gelecek dönemi için karar verebilmesi ve yeni tanıştığı

bir kimsenin arkasından gittiğini kabul etmek için 25 yaşından daha uygun bir yaştır.

Çünkü 25 yaşına gelmiş bir kimse genellikle, hayatıyla ilgili kararlarını vermiş olur.

Dolayısıyla Abdulmümin’in doğum tarihi ile ilgili olarak, İbnu Sâhibussalat ve

onunla aynı tarihi veren İbn Kattan, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer’in rivayet ettiği 494-

495/1100-1101 tarihleri gerçeğe daha uygun olmalıdır. Aynı zamanda bu

kaynaklardan İbnu Sâhibussalat ve İbn Kattan Muvahhidler tarihi için diğerlerine

göre daha öncelikli kaynaklardır10.

2-Ailesi ve Nesebi

Kaynaklarda genellikle Abdulmümin b. Ali’nin babasından orta halli,

topraktan çanak çömlek yapıp satan ve geçimini bu şekilde sağlayan akıllı, ağır başlı

ve vakarlı birisi olarak bahsedilir11. Beyzak, diğer kaynaklardan farklı olarak

9 İbnu Sâhibussalat, 218; İbn Kattan, 205; İbn İzârî, 79; İbn Ebî Zer, 202. 10 İbn Haldun, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaştığında, ilim öğrenmek için büyük bir istek duyan küçük yaşta biri (sıgaru’s-sinn) olduğunu ve bütün enerjisiyle nâmını duyduğu İbn Tûmert’e koştuğunu bildirir. İnan da her ne kadar onun doğum tarihini 487/1094 olarak verse de, bu istikamette görüş bildirmiş ve Abdulmümin’in ilim öğrenmek için evinden ayrıldığı dönemde çocukluktan çıkmış bir genç olduğunu ifade etmiştir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 127; İnan, I, 224. 11 İbn Hallikan, I, 402; İbnu’l-İmâd, İmam Şahabeddin Ebi’l-Fellah Abdulhayy b. Ahmed b. Muhammed Askerî, Hanbelî, Dimeşkî, Şezerâtu’z-Zeheb fî Ahbâri Men Zeheb, Yay. Abdulkadir Arnaud, Mahmut Arnaud, Beyrut, 1991, VI, 305; Zehebî, Siyer, XIX, 366; Nâsırî, II, 89; Makdîş, I, 462; Rakik Kayravânî, Kitâbu’l-Mu’nis fî Ahbâri İfrikya ve Tunus, Tunus, 1286, 110; İnan, I, 224.

46

Abdulmümin’in babasının bölgesinde kadı olduğunu bildirmektedir12. Beyzak’ın

verdiği bu bilgiden yola çıkarak, onun bir yandan çanak çömlek işiyle uğraşırken,

diğer taraftan da şahsiyetinden, bilgisinden ve sosyal konumundan dolayı kadılık

yapmakta olduğunu düşünebiliriz.

Abdulmümin’in babası hakkında yorum yapan L. Provençal, onun küçük bir

çiftçi olarak yaşayan, tarlasında çalışmaktan arta kalan boş vakitlerini ise çanak

çömlek yaparak değerlendiren ve yaptığı bu şeyleri de çevredeki pazarlarda, ya da

Tlemsan’da satarak geçimine katkı sağlayan bir kimse olabileceğini ifade etmiştir13.

Kaynaklarda yer alan bilgilere dayandırılmayan bu yorumu dönemin hayat şartlarını

düşünerek kabul etmek mümkündür. Çünkü küçük yerleşim yerlerinde hemen

herkesin küçük de olsa toprağının olduğu ve kendi çapında çiftçilik yaptığını

düşünebiliriz. Burada yaşayan insanlar da, çiftçiliklerinden daha çok diğer

insanlardan farklı yönleriyle yaptıkları işlerle tanınacaklardır. Abdulmümin’in babası

Ali de çanak çömlek ustalığı ile tanınmıştır. Abdulmümin’in annesi ise Benû

Mucber’den14 Ta’lû bintü Atiyye’dir15.

Abdulmümin’in nesebi konusunda farklı rivayetler vardır. En başta onun

köken olarak Berberî mi, yoksa Arap mı olduğu tartışmalı bir konudur. Kaynakların

hemen hepsinde onun her ne kadar Berberî bir aileden olsa da, birkaç kuşak önceki

atalarının Arap kökenli olduğu ifade edilmiştir. Meselâ Beyzak’ın kitabında

Abdulmümin’in nesebine dair rivayetler, onun atalarının Arap olduğunu

göstermektedir. Bu rivayetlere göre onun nesebi, Süleym b. Mansur b. Kays b. Aylan

b. Mudar’a dayanmaktadır. Onun ataları fâtihler olarak Endülüs’e geçmişler, ancak

daha sonra burada çıkan karışıklıklardan kaçarak Kuzey Afrika sahillerinde yer alan

Tlemsan’a yerleşmişlerdir. Burada Zenâtelilerden olan bazı Matmatalılarla komşu

olmuşlar, bu bölgede uzun yıllar kaldıklarından dolayı da onlara nispet edilmeye

başlanmışlardır16.

12 Beyzak, 27; Hamdî, 89. 13 Provençal, İslâm, 277, 278. 14 Merrakûşî, 197; Provençal, İslâm, 277, 278. 15 Beyzak, 23. 16 Beyzak, 22. Abdulmümin’in nesebiyle ilgili rivayetler için bkz. İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakami’l-Hulel, 199, Dimeşk, 1990; Hülelü’l-Mevşiyye, 142; İbn Haldun, el-İber, VI, 229.

47

Beyzak, Abdulmümin’in nesebi ile ilgili olarak verdiği rivayetlerinden17

ikincisinde yer alan Mukâtil b. Avnullah’tan sonra yer alan isimler üzerinde ihtilaf

bulunduğunu, Avnullah’a kadar olan kısmın daha sıhhatli olduğunu belirtmiştir. Yine

aynı eserde, Abdulmümin’in nesebini Hz. Adem’e kadar dayandıran bir rivayet

olduğu belirtilmektedir. Diğer kaynaklarda da Abdulmümin’in nesebiyle ilgili

Kureyş’e kadar varan benzer rivayetler yer almaktadır18.

İbn Haldun, bütün bu rivayetlerden farklı olarak Abdulmümin’in Berberî

Matmatalıların Kumya kolundan olduğunu kabul eder ve buna uygun bir soy ağacı

verir. Abdulmümin’in Kays Aylan yoluyla Kureyş’e dayanan bir neseple anılmasının

ise yanlış olduğunu ve onun Berberîliğinde hiçbir şüphe olmadığını ifade eder19. İbn

Ebî Zer ise Abdulmümin’in soy kütüğünü, el-Kûmî ez-Zenâtî sıfatlarıyla bitirir. Onun

soyunu Kureyş’e dayandıran rivayeti aktardıktan sonra da, bunun tarihçiler

tarafından bu şekilde verildiğini söyler ve sonuç olarak, en doğrusunu Allah bilir

diyerek şüphesini izhar eder20. Hulelü’l-Mevşiyye’de de Abdulmümin’in Tlemsan

bölgesindeki Zenâta’dan olduğu belirtilmiştir21. Nâsırî ise Abdulmümin’in nesebiyle

ilgili Kureyş’e kadar dayandırılan rivayetlerin zayıflığını, onun Berberî Zenâta’ya

mensup biri olduğunu gösteren rivayetlerin daha doğru olduğunu belirtmiştir22.

Aslında Abdulmümin’in soyunun Arap olması veya Kureyş’e dayanmasından

daha önemlisi, belki de onun Berberî olarak bilinmesi, dayandığı ve destek aldığı

unsurların Berberî asıllı olmasıdır. Onun soyu ile ilgili iddialar bir yana, başında

17 Beyzak’ın Abdulmümin’in soyu ile ilgili verdiği rivayetler: 1- Abdulmümin b. Ali b. Alvî b. Ya’lî b. Hasan b. Kennûne binti İdrîs b. İdrîs b. Abdullah b. Kâsım b. Muhammed b. Hasan b. Ali b. Ebî Talib b. Abdulmuttalip. 2- Abdulmümin b. Ali b. Alvî b. Ya’lî b. Ali b. Hasan b. Nasr b. Emîr Ebî Nasır b. Mukâtil b. Kûmî b. Avnullah b. Vercâyiğ b. Yenfur b. Merâv b. Matmât b. Satfûr b. Nefûr b. Recîk b. Yahhâ b. Hezrec b. Kays b. Aylân. Beyzak, 21, 22. 18 Beyzak, 22, 23; İbn Ebî Zer, 183; Hülelü’l-Mevşiyye, 142; İbnu’l-Hatîb, Şerhu Rakamu’l-Hulel; 199. 19 İbn Haldun’un Abdulmümin için verdiği nesep şu şekildedir: Abdulmümin b. Ali b. Mahlûf b. Ya’lî b. Mervân b. Nasr b. Ali b. Âmir b. Emîr b. Musa b. Abdullah b. Yahyâ b. Vernîğ b. Satfûr. O, bu son isimden sonra Nefûr b. Matmât ve arkasından da Kays Aylan isminin verilmek suretiyle berberî olan Abdulmümin’in Arap olarak takdim edildiğini bildirmiştir. İbn Haldun, el-İber, VI, 126. 20 İbn Ebî Zer, 183. 21 Hülelü’l-Mevşiyye, 184. 22 Nâsırî, II, 89. İ. Harekât da, bir çok rivayetin Abdulmümin’i Berberî Kumya’ya mensup olarak gösterdiğine dikkat çekmiştir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 314.

48

bulunduğu devletin bir Berberî devleti olduğunda şüphe yoktur23. Batılı

araştırmacılardan Provençal da, Abdulmümin’in soyunu Hz. Muhammed’e kadar

dayandıran rivayetlerin uydurma olduğunu, bu tür rivayetlerin onun davetinin bir

gereği olarak ortaya atıldığını iddia etmiştir24. Bilindiği gibi hilâfetin Kureyş

kabilesine mensup olmayanlara verilmemesi gerektiği anlayışı müslümanlar arasında

yüzyıllarca revaçta kalmış, bu konu aynı zamanda kelâm kitaplarında da yer almıştır.

Hatta bu konuda öyle ileri gidilmiş ki, sadece müminlerin değil, fâcirlerin bile

başkanının Kureyş’ten olması gerektiğine dair iddialar Hadis olarak rivayet

edilmiştir. Yani bu anlayışa göre, iyi kimseleri iyi Kureyşliler, kötüleri de kötü

Kureyşliler yönetmelidir25.

Abdulmümin’i ve ondan önce de İbn Tûmert’i Arap ve Hz. Ali’ye kadar

uzanan bir soy kütüğüne sahip olarak ifade etmek, onların gerçekten Arap kökenli

olup-olmamalarından daha çok, Müslümanları idare edecek olan kimselerin mutlaka

Kureyş’ten olması gerektiği anlayışının bir ürünü olarak ortaya çıkmış olduğunu

kabul etmek daha gerçekçi olacaktır. Abdulmümin, kaynaklarda belirtildiği gibi

köken olarak, Arap ya da Berberî olabilir. Ancak onun Arap kökenli olduğuna vurgu

yapılması, Araplardan başkasının iktidara lâyık görülmemesinden kaynaklanan bir

anlayışın zorlamasıyla ortaya çıkmış olduğunu düşünüyorum.

Abdulmümin’in evlilikleri konusunda kaynaklarımızda açık bilgiler

bulunmamaktadır. O, İbn Tûmert ile bekar olarak Sûs bölgesine geçtiği için, ilk

evliliğini burada yapmıştır. Merrakuşî, Abdulmümin’den sonra yerine geçen oğlu

Ebû Yusuf ve vezirliğini yapmış olan Ebû Hafs’ın annesinin Tinmellel’in ileri

gelenlerinden Musa ed-Darîr’in kızı Zeyneb olduğunu ve onunla Tinmellel’de İbn 23 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, Medeniyet Tarihi, Ankara, 1997, 7; İnan, I, 25, 26; Ceylâlî, II, 7; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274; Basset, René, ‘Berberîler’, İA, II, 528, İstanbul, 1949; Julien, 101 vd; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 67; Tourneau, Afrika ve Batı İslâmı, III, 112. 24 Provençal, İslâm, 278. 25 Bu konuda M. Said Hatipoğlu’nun, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’ adlı makalesi Müslümanların halife olacak kimselerde kureyşlilik şartına ne kadar önem verdiklerini ve bunun gerçekte ise bir şart olmayıp, ilk halife Ebû Bekir’in seçildiği dönemin sosyal şartlarının bir zorunluluğu olduğunu açıklamaktadır. Ancak Halifenin Kureyşliliği konusunda Müslümanların ön kabulü yüzyıllar boyunca devam etmiş ve bu konu siyasetnâmeler, Akâid ve kelâm kitaplarının konusu olarak kabul görmüştür. Bkz. AÜİF Dergisi, XXIII (1978), 121-213. İbn Tûmert ve Abdulmümin’in kureyşliliği ile ilgili değerlendirme için ayrıca bkz. Harekât, I, 314. Araştırmacılardan Jemil Abunnasır da Abdulmümin’in Müslüman halifelere verilen sıfat olan emirülmüminîn sıfatını kullanan ilk Arap olamayan şahıs olduğunu belirtmekle, onun Kureyş’ten olmadığını ifade etmektedir. Bkz. Jemil, 111.

49

Tûmert’in isteği ile evlendiğini bildirmektedir. Beyzak, Abdulmümin’in 534-541

yılları arasında, Tinmellel’den uzak kaldığı ve Murâbıtlarla sürekli mücadele ettiği

dönemde, Azrû’da ve Melîle’de iki evlilik yaptığını bildirmektedir26. Yine

kaynaklarda halifelik yıllarında hanımı tarafından kimi akrabalarına bazı görevler

vermiş olduğu zikredilmektedir. Bu anlamda Abdulmümin, kayınpederi Mûsa’yı

Merrakeş’ten ayrıldığı zamanlar yerine vekil olarak bırakmıştır27. Bununla birlikte

onun kaç evlilik yaptığı konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz.

Kaynaklardan öğrendiğimize göre Abdulmümin’in on altı veya on yedi oğlu,

Aişe ve Safiyye adlı iki de kızı vardı. Kızlarından birini İbn Tûmert’in Onlar

Meclisi’nden, kendisinin de en büyük komutanı ve veziri Ebû Hafs ile

evlendirmiştir28. Abdulmümin’in oğullarının adları İbn Sâhibussalat’a göre şöyledir:

1-Ebû Yâkub Yusuf (Abdulmümin’den sonraki halife), 2-Ebû Hafs Ömer

(Abdulmümin’in hacibi ve vezirliğini yürüten oğlu), 3-Ebû Abdullah Muhammed

(Abdulmümin’in sağlığında kendisine biat almış olduğu veliahdı), 4-Ebû Muhammed

Abdullah (Bicâye valisi), 5-Ebû Saîd Osman (Sebte, Tanca, Kurtuba ve Gırnata

valiliği yapmıştır), 6-Ebû Ali Hasan (kardeşi Yusuf döneminde Sebte valiliği

yapmıştır), 7-Ebû Ali Hüseyin, 8- Ebu’r-Rebî Süleyman (Abdulmümin döneminde

Tadlâ valiliği yapmıştır), 9-Ebû Zekeriyya Yahyâ (561/1166 yılında Bicâye

valiliğine getirilmiştir), 10-Ebû İbrahim İsmail (561/1166’da İşbiliye valiliğine

getirilmiştir), 11-Ebû İshak İbrahim (563/1168’de Kurtuba valiliğine getirilmiştir),

12-Ebû Yusuf Yâkub (579/1183’de Mürsiye valiliğine getirilmiştir), 13-Ebû’l-Hasan

Ali (551/1156’da Fâs valiliğine getirilmiştir), 14-Ebû Zeyd Abdurrahman

(594/1197’de İşbiliyye valiliği, 595/1198’den sonra Saicilmâse valiliği yapmıştır),

15-Ebû Süleyman Davud, 16-Ebû Musa İsa(576/1180’de Kayravan valiliğine

getirilmiş, 581/1185’de İbn Gâniye ile savaşları esnasında Bicâye’de esir düşmüş,

bir yıl sonra Muvahhidlerin şehri geri almasıyla serbest kalmış ve 601/1204’de

İşbiliyye valiliğine atanmıştır), 17-Ebû’l-Abbas Ahmed (574/1178’de ölümüne kadar

26 Beyzak, 89, 94; Merrakuşî, 237. 27 Merrakûşî, 237. 28 Merrakûşî, 337.

50

Sicilmâse valiliği yapmıştır)29. Hulelü’l-Mevşiyye’de ise diğer kaynaklardan çok

farklı olarak Abdulmümin’in yetmiş kadar çocuğu olduğundan bahsedilmiş, ancak

çocuklarının isimleri verilmemiştir30.

Abdulmümin’in kardeşleri konusunda bilgi veren Beyzak, onun Yusuf ve

Muhammed adında ana-baba bir iki erkek kardeşi, bir de Funda isimli üvey kız

kardeşi olduğunu belirtmiştir. Abdulmümin’in üvey kız kardeşi, babasının

ölümünden sonra annesinin yeni evliliğinden dünyaya gelmiştir31. Abdulmümin

Funda’yı, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden ve kendisinin de birinci veziri olan,

Muvahhidlerin ileri gelenlerinden Ebû Hafs Ömer ile evlendirmiştir32. Onun üvey

babasının oğlu olan Ebû Muhammed Abdusselam el-Kûmî’ye de bir süre vezirlik

görevi vermiştir33. Beyzak, ayrıca Abdulmümin’in İbrahim adında bir kardeşinden

bahsetmiş ve onun Muvahhidler Muzimme’deyken onlara katıldığını rivayet

etmiştir34.

3-Eğitimi ve İbn Tûmert ile Karşılaşması

Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşmasından önceki hayatında, en

azından bölgedeki her genç gibi temel dinî bilgileri ve kendi özel çabalarıyla orta

düzeyin üzerinde bir bilgiyi elde ettiğini kabul edebiliriz. O, çocukluğundan itibaren

ilim öğrenmek için çalışmış ve başlangıçta Kur’ân dersi için bir süre mescide

gitmiştir35.

29 İbnu Sâhibussalat, 219. Parantez içindeki bilgiler, Nazmu’l-Cemân’ın yayıncısı M. Ali Mekkî’nin bu kişilerle ilgili dipnotta verdiği bilgilerden alınmıştır. Bkz. İbn Kattan, 206-208. 30 Hülelü’l-Mevşiyye, 142. Diğer kaynaklarda da Abdulmümin’in çocuklarının sayısı ve adlarıyla ilgili bilgiler verilmiştir. Bkz. İbn Kattan, 206-208; Merrakuşî, 198; Nuveyrî, 321; İbn Ebî Zer, 202, 203; Zehebî, Siyer, XIX, 375; Safâdî, XIX, 234, 235. Kaynaklarda Abdulmümin’in çocuklarının, isimleri konusunda da bazı farklılıklar olmakla birlikte biz bu kaynaklar içinde birinci önceliğe sahip olan İbnu Sâhibussalat’ın verdiği isimleri tercih ettik. 31 Beyzak, 24; İbnu Sâhibussalat, 177; İbn İzârî, 68; İbn Ebû Zer, 196; Provençal, İslâm, 278. Beyzak’ta Funda olarak verilen Abdulmümin’in üvey kız kardeşinin ismi, İbnu Sâhibussalat ve İbn İzârî tarafından Bunda olarak yazılmış, İbn Ebî Zer ise isim belirtmemiştir. Yine İbnu Sâhibussalat ve İbn İzârî’ye göre Funda, Beyzak ve İbn Ebî Zer’in belirttiği gibi Abdulmümin’in anabir değil, baba bir kardeşidir. 32 İbnu Sâhibussalat, 177. 33 Beyzak, 24, 120, 121; İbnu Sâhibussalat, 170. 34 Beyzak, 95. 35 İbn Ebî Zer, 183; Kayravânî, 137.

51

Batılı bazı araştırmacılar, Abdulmümin’in çocukluğundan gençlik dönemi

sonuna kadar kendi doğum yeri olan Tacrâ’da okula gittiğini belirtmişlerdir. O,

hafızlık ve kıraat yanında Tlemsan’a giderek buradaki camide daha ileri düzeyde ilim

öğrendiğini ve sonra da İslâmî eğitimin merkezi olan doğuya gitmeye karar verdiğini

ifade etmişlerdir36. Provençal, onun bu kararında babasının ölmesi ve annesinin

başka biriyle evlenmiş olmasının da etkisi olduğunu imâ etmektedir37. İnan ise,

Abdulmümin’in küçüklüğünden beri okumayı ve öğrenmeyi seven bir kimse

olduğunu, Kur’ân öğrenmek için mescide devam ettiğini ve daha sonra da ilim

öğrenmek için Doğuya gitmeye karar verdiğini belirtir38.

İbn Haldun da Abdulmümin’in gençliğinde ilim öğrenmek için köyünden

çıkarak Tlemsan’a gittiğini, İbnu Sâhibussalat ve Abdusselâm Tûnusî gibi

fakihlerden dersler aldığını, fıkıh ve kelâm konusunda döneminin alimi olan

Abdusselâm’ın ölümünden sonra da okuyup öğrenmeye büyük bir istek duyduğunu

ve bu dönemde İbn Tûmert’in nâmını duyarak Bicâye’ye hareket ederek onunla

tanıştığını belirtir39.

Beyzak, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile karşılaşmadan önce hafızlık ve kıraat

eğitimi gördüğünü ve yaşıtları bir konu öğrenene kadar onun on konuyu öğrenecek

kapasitede olduğunu belirtmektedir40. İbn Kattan’dan öğrendiğimize göre

Abdulmümin bu dönemde Tlemsan’dan Fas’a gitmiş ve burada ileri gelen bazı

alimlerden dersler almıştır41. Yine İbn Kattan, Abdulmümin’in ağzından kendisinin,

Tlemsan’da usûlu’d-dîn dersleri aldığını ve bir arkadaşının da fıkıh dersleri almakta

olduğunu, ancak arkadaşının ilim öğrenmek için Doğu’ya hareket ettiğini ve

Bicâye’ye varınca İbn Tûmert ile karşılaştığını, aradığı ilim adamının o olduğunu

kendisine bir mektupla bildirdiğini ve bu adama gitmesini söylediğini belirtmiştir. Bu

mektuptan sonra Abdulmümin Bicaye’ye gitmiş ve İbn Tûmert ile burada

karşılaşmıştır42.

36 Provençal, İslâm, 278; Hamdî, 91; Julien, 125. 37 Provençal, İslâm, 278, 279. 38 İnan, I, 224. 39 İbn Haldun, el-İber, VI, 126, 127; Provençal, İslâm, 279. 40 Beyzak, 55; julien, 125. 41 İbn Kattan, 186. 42 Age., 176.

52

Kaynaklarda yer alan bu bilgilerden Abdulmümin’in kendi bölgesinde elde

edeceği bilgileri elde etmek için büyük bir çaba gösterdiğini, ancak bunu yeterli

görmeyerek Doğu’ya gitmeye karar verdiğini öğrenmekteyiz. O, bu yolculuğa hem

hac ibadetini ifâ etmek, hem de ilmini geliştirmek ve artırmak için amcasıyla birlikte

çıkmaya karar vermiş ve kararı gereğince yola çıkmışken İbn Tûmert ile

karşılaşmıştır. Onlar Bicaye’ye43 vardıklarında İbn Tûmert ile ilgili anlatılanları

duyunca onu görmeye ve tanışmaya karar vererek yanına gitmişlerdir. İşte bu

tanışma onun hayatının dönüm noktası olmuş, onun için bundan sonra yepyeni bir

hayat başlamıştır. Bir başka rivayete göre, Abdulmümin İbn Tûmert’in yanına gidip

tanışmak için amcasından izin istemiş, amcası da gitmesi için izin vermekle birlikte

çabuk dönmesini tembih etmiş, çünkü yolcu olduklarını ve yollarda vakit

kaybetmemeleri gerektiğini hatırlatmıştır. Ancak bu karşılaşmadan sonra

Abdulmümin, İbn Tûmert ölünceye kadar ondan ayrılmamıştır44.

İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşması, Beyzak ve İbn Tûmert ile

Abdulmümin’den bahseden diğer bazı eserlerde olağanüstü bir olay olarak

anlatılmıştır45. Bu rivayetlere göre, Abdulmümin ile ilgili bu olağanüstülükler, onun

köyünden çıkmasından, hatta doğumundan önceki günlere kadar götürülmektedir. Bu

anlatımlara göre İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşması şöyle cereyan etmiştir:

43 Bicâye, bölgedeki en eski şehirlerden biridir. Bkz. Kalkaşandî, V, 109. Burası bugün Cezâyir Devleti sınırları içinde, başkent Cezâyir’in doğusunda bir sahil şehridir. Burası Muvahhidlerin ortaya çıktığı dönemde Hammâdîler’in merkezi şehri idi. Hammâdîler 386/996 yılında burada Benû Hammad Kalesi’ni inşâ etmişlerdi. (Bkz. Merrakûşî, 204 vd., 352, 353) Bu kale ve çevresi Merrakeş’in Muvahhidler tarafından alınmasından sonraki Abdulmümin’in ilk doğu seferinde Muvahhidler Devleti’ne katılmıştır. İdrîsî’nin verdiği bilgilere göre Bicâye, XII. yüzyılda bir tarafı deniz, bir tarafı ise yüksek dağlarla çevrili bulunan büyük bir yerleşim yeriydi. Dağlarında eczacılıkta kullanılan çeşitli bitkiler, ormanlar ve yine çok miktarda akrep bulunmaktaydı. Şehirde her türlü geminin yapıldığı bir tersane kurulmuştu. Tersane için ihtiyaç duyulan bütün malzemeler (kereste, katran, zift vb.) Bicâye’de vardı. Yine dağlarında demir madenleri, vadilerinde ise zeytinlikler bulunmakta, her türlü meyve yetişmekte ve ekin ekilmekteydi. Şehrin içinden bir de ırmak akmaktaydı. Aynı zamanda burası tüccarların buluşma yeriydi ve burada canlı bir ticarî hayat vardı. (Bkz. İdrîsî, 90, 91) Muvahhidler dönemi şâirlerinden Ebû Ali Hasan b. Fakûn Kostantînî, Bicâye’ye övgülülerle dolu şiirinde, bu şehrin havası, ırmağı, suyu, denizi ile Irak’tan, Bağdat’tan daha güzel, eşsiz bir şehir olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Ceylâlî, II, 27. 44 Beyzak, 54. 45 Beyzak’ın anlatımı, Abdulmümin’in köyünden çıkmasından itibaren başlamıştır. Bu konuyla ilgili olarak ayrıca bkz. Merrakûşî, 182; İbn Haldun, el-İber, VI, 227; İbn Hallikan, IV, 139; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 107, 108; Nâsırî, II, 73, 74; Makdîş, I, 463.

53

İbn Tûmert Mellâle’ye gelince Benu’l-Üzeyr onun için Mellâle’de bir mescid

yapmıştır46. İbn Tûmert, bu mescitte dersler vermeye başlamış ve buraya her taraftan

öğrenciler gelmiştir. İbn Tûmert derslerden vakit buldukça yolların kavşak noktasnda

bulunan yaşlı ve büyük bir keçiboynuzu ağacının altında sürekli yola bakarak ve

düşünerek beklemiştir. Bir gün yine bu şekilde beklerken ‘Vaadini tamamlayan

kuluna yardım eden, emrini yerine getiren Allah’a hamd olsun’ diyerek daha

Abdulmümin gelmeden, onun gelişini hissettiğini göstermiştir. Daha sonra mescide

giderek iki rekat namaz kılmış ve ‘Allah’a hamd olsun. Aziz ve Hakim olan Allah’ın

iznine bağlı olan zafer vakti gelmiştir. Yarın size bir öğrenci gelecek, onu tanıyana

ne mutlu! Onu tanımayana yazıklar olsun!’ demiştir47.

“Allah, Abdulmümin’i köyünden çıkarıp doğuya yöneltmiştir. Abdulmümin

amcası ile birlikte yola koyulmuşlar, hızlı bir şekilde Mettîce’ye kadar gelmişler ve

orada günlerce Fakih Ebû Zekeriyya’nın yanında kalmışlardır. Bu arada Allah ona

rüyasında çeşitli şekillerde onun gelecekte çok önemli biri olacağını bildirmiştir.

Meselâ bu rüyaların birinde, iki dişi üzerinde bir tabak taşıdığını ve insanların da o

tabaktan yemek yediklerini görmüştür. Sabah olunca rüyasını amcasına anlatmış,

amcası ise rüyasını kimseye anlatmamasını tembih etmiştir. Buradan ayrılmışlar ve

yolda konakladıkları yerde aynı rüyayı tekrar gürmüş, ancak bu sefer insanların

yemek yediği tabağı, başında taşıyor olarak görmüştür. Yollarına devam ederek

Bicaye’ye kadar ulaşmışlardır. Burada Reyhâne mescidine yerleşmişler ve sabah

olunca da insanların ‘Haydi Sûs’lu Fakih’e gidelim’ dediklerini duymuşlar ve onlar

da, fakihin kim olduğunu sorarak onun hakkında bilgi almışlardır48."

Bicâye, İbn Tûmert’in bulunduğu Mellâle’ye yaklaşık 5 kilometre kadar

uzaklıktaydı49. İnsanlar, İbn Tûmert’ten ‘Sûs’lu, doğunun ve batı’nın alimi, eşsiz bir

adam’ şeklinde bahsediyorlardı. O gece Abdulmümin, rüyasında insanların kendisine

biat ettiklerini görmüştür. Rüyasını amcasına anlatınca, amcası yine rüyasını kimseye

anlatmamasını öğütleyerek, benzer rüyayı annesinin de kendisine hamileyken

46 Beyzak’ın belirttiğine göre, Mescid yapma teklifi burada yetkisi ya da sosyal konumundan dolayı sözü geçen biri olduğunu zannettiğimiz Benu’l-Uzeyr isimli kişiden gelmiş ve İbn Tûmert de bu teklifi kabul etmiştir. Bkz. Beyzak, 52. 47 Beyzak, 53. 48 Age., 53, 54. 49 Merrakuşi, 180.

54

gördüğünü anlatmıştır. Annesinin rüyasını yorumlayan Tlemsan’lı yorumcular da,

doğacak çocuğun davasının doğuyu, batıyı ve her yanı aydınlatacağını

söylemişlerdir. Yine amcası, babasının da benzer şekilde onun gelecekte çok büyük

biri olacağına işaret eden rüyalar gördüğünü söylemiş ve bu rüyaları uzun uzun

anlatmıştır50. Abdulmümin amcasının anlattıklarını dinledikten sonra, amcasına ben

de insanlarla birlikte gidip şu Sûs’lu fakihi göreyim, ona sorular sorayım, rüyamı

yorumlamasını isteyeyim, insanların onun hakkında söyledikleri şeyleri duyuyoruz,

onu yakından tanıyayım demiştir. Abdulmümin amcasından çabuk dönmek kaydıyla

izin alarak, İbn Tûmert’i görmeye gitmiştir. İbn Tûmert mescitte öğrencilerine ders

verirken, Abdulmümin mescidin kapısında görünmüş, İbn Tûmert, başını kaldırarak

Abdulmümin’in içeri girmesini söylemiştir. Abdulmümin içeri girerek topluluğun

arasına oturmak istemiş, ancak İbn Tûmert onu yanına çağırmış ve yanına gelince

aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:

-İbn Tûmert : Adın ne?

-Abdulmümin : Abdulmümin.

-İbn Tûmert : Babanın adı Ali mi?

-Abdulmümin : Evet (orada bulunanlar şaşırırlar)

-İbn Tûmert : Delikanlı, nereden geliyorsun?

-Abdulmümin : Tlemsan’dan, Kumya sahilinden.

-İbn Tûmert : Tacra’dan mı yoksa başka bir yerden mi?

-Abdulmümin : Tacra’dan. (İnsanların şaşkınlığı iyice artar)

-İbn Tûmert : Nereye gitmek istiyorsun?

-Abdulmümin : İlim öğrenmek için Doğu’ya.

-İbn Tûmert : Doğuda bulmak istediğin ilmi Batıda buldun51.

İbn Hallikan, İbn Tûmert’in Cifr kitaplarından elde ettiği bilgilerle

Abdulmümin’in adını ve bazı özelliklerini önceden öğrendiğini ve yol kavşağında da

50 Abdulmümin’in rüyalarıyla ilgili olarak ayrıca bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 547; İbn Hallikan , I, 402, 403, IV, 139; Makdîş, I, 462, 463. 51 Beyzak, 53-56. Ayrıca bkz. Merrakûşî, 181; Numeyrî, XXIV, 278; Zehebî, Siyer, XIX, 542, 543; Hülelü’l-Mevşiyye, 106,107; Nâsırî, II, 73,74; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 774, 775. İbn Haldun, bu karşılaşmanın Abdulmümin ile amcasının hac dönüşünde gerçekleştiğini bildirmiştir. Bu karşılaşmadan sonra Abdulmümin, İbn Tûmert’in ilmine hayran olmuş ve ondan ilim öğrenmeye karar vermiştir. Hayreddin Zirikli de Abdulmümin’in haccettiğini bildirmektedir. Ancak diğer kaynaklarda Abdulmümin’in amcasıyla doğuya giderken İbn Tûmert ile karşılaştığı belirtilir ki, doğrusu da bu olmalıdır. İbn Haldun, el-İber, VI, 227; Zirikli, IV, 319.

55

onu bulmak için beklediğini, onunla buluşunca da, sırrını ona açıkladığını

belirtmiştir52.

O gün ders bitince derse katılanlar ayrılmışlar, Abdulmümin de ayrılmak

istemiş, ancak İbn Tûmert ona yanında kalmasını söylemiştir. Abdulmümin de onun

bu teklifini kabul etmiştir. Gece İbn Tûmert, Abdulmümin ile geç saatlere kadar

dolaşmış ve gece yarısı olunca ışığı yaktırarak kırmızı bir kap içindeki kitabını almış

onu Abdulmümin’e okuyup açıklamalarda bulunmuştur. Konuşmaları esnasında,

Muvahhidlerin geleceği hakkında ona çok büyük görevler düştüğünü söylemiştir.

Abdulmümin onun bu sözleri karşısında göz yaşlarını tutamamış ve kendisinin

sıradan biri olduğunu ve günahlarından arınmak için çalıştığını söylemiştir. İbn

Tûmert de kendisini temizleyecek şeyin kendi elinde olduğunu söyleyerek ve

geleceğe ait müjdeli haberler vererek ona dua etmiştir53. Abdulmümin, bu şekilde İbn

Tûmert’ten dersler almaya başlamış ve bu buluşmadan sonra o, İbn Tûmert’in en

kabiliyetli ve en parlak öğrencisi olmuştur54.

Burada kaynaklardan özetleyerek anlattığımız bu bilgilerin ne kadarının

gerçek olduğunu bilemiyoruz. Bu çerçevede kesin olarak kabul edebileceğimiz şey;

Abdulmümin’in Mellâle’de İbn Tûmert ders vermekteyken onunla karşılaşmış ve

daha sonra da ayrılmamış olmalarıdır. Ancak bu karşılaşmayla ilgili olarak;

karşılaşma öncesinde görüldüğü söylenen rüyalar ve cifr kitaplarında var olduğu

iddia edilen anlatımları bu önemli karşılaşmayı süsleyen şeyler olarak kabul

edebiliriz.

İnsanlar büyük bir mevkiye gelince, gerçeklerle tam olarak uyuşmasa da

onlarla ilgili sonradan oluşturulmuş hikayeler ve anlatımlarla meşhur olan şahsiyet,

efsanevî bir kişi haline getirilmektedir. Bazen de olayların tabii akışına olağanüstü

bir içerik katılarak, en olağan şekilde gerçekleşebilecek olaylar, gizemli bir şekilde

olağanüstü bir kalıba sokularak kişilere etkili bir hüviyet kazandırılmaya

çalışılmıştır. Muhtemelen İbn Tûmert ve Abdulmümin’in karşılaşması da, normal bir

seyirde gerçekleşen bir olay olduğu halde, sonuçlarının çok büyük olmasından

52 İbn Hallikan, I, 403. 53 Beyzak, 57; L. Provençal, İslâm, 269, 270. 54 Beyzak, 56,57; Dâdâh, 134.

56

dolayı, bu buluşma olağanüstü bir anlatıma büründürülmüştür. Bu anlatılanlardan bir

kısmı gerçek olsa da, büyük bir kısmı gerçek olmayan yakıştırmalar olmalıdır.

Ancak bunu söylerken insanların bazı olayları daha gerçekleşmeden

rüyalarında göremeyeceklerini ve gelecekle ilgili bir takım hesaplar yapıp bunların

gerçekleşecek şeyler olamayacağını iddia etmiyoruz. İnsanlar rüyalar görürler,

geleceğe dönük bazı planlar yaparlar, tahminlerde bulunurlar. Bu rüyaların, geleceğe

dönük planların ve tahminlerin bir kısmı da gerçekleşebilir.

Abdulmümin’in gördüğü rivayet edilen rüyalara ve bunların yorumlarına

bakılınca, ona rüyasında gelecekteki başarılarının apaçık şekilde gösterildiğini

görmekteyiz. Onun başarıları ortadadır ve bu rüyalar gerçek olsa da olmasa da

rüyasında gördüğü ifade edilen şeylerin en azından bir kısmı gerçekleşmiştir.

Rivayetlere göre onun rüyaları ve buna ek olarak İbn Tûmert’in elinde bulunduğu

iddia edilen cifr kitabı yoluyla gelecekteki başarıları gerçekleşmeden önce açıkça

ortaya konulmuştur. Bu rivayetlerden özellikle rüyalarla ilgili olarak, onun rüya

görüp görmediğini tartışmak pek anlamlı olmasa da, cifr kitaplarında yer aldığı iddia

edilenlerin doğru olmadığı kanaatindeyim. Nitekim cifr kitaplarında yer alan bazı

hesaplamalara dayanılarak tarih boyunca defalarca kıyametin kopuş tarihine

varıncaya kadar birçok gayb haberleri verilmiş ve sonra da bunların asılsız olduğu

görülmüştür. Abdulmümin’in başarılarının önceden bildirilmesini kabul etmemiz için

anlatılan cifr kitaplarına dayalı rivayetleri reddedince, diğer taraftan aynı konuda ve

aynı iddiayı desteklemek için anlatılan rüyaları da kabul etmek makul

gelmemektedir. Bu anlatılanların tamamının kaynağının ve amacının aynı olduğunu

düşünüyoruz.

Kaynaklarda İbn Tûmert ile Abdulmümin’in karşılaşmalarının hangi tarihte

gerçekleştiği de tam olarak belirtilmemiştir. Ancak İnan ve İdris Hady bu tarihi

512/1118 olarak vermişlerdir. İnan bu buluşmanın 512 yılının başlarında

gerçekleştiğini belirtmiş, Hady ise bunu teyit etmek için, İbn Tûmert’in 510 yılında

Mağrib’e geldiğini ve Trablus, Mehdîyye, Manastır, Tunus, Kostantîn ve Bicâye gibi

yerlerde iki yıl geçirdikten sonra Mellâle’de iken Abdulmümin ile karşılaştığını ifade

57

etmiştir55. Bu tarih, her ne kadar ana kaynaklarda açıkça zikredilmese de, onunla

ilgili verilen genel bilgiler düşünülünce kabul edilebilir bir tarihtir.

Abdulmümin, İbn Tûmert tarafından sıradan bir öğrenci olarak kabul

edilmemiş, ondan daha ilk günden itibaren özel dersler de almaya başlamıştır.

İnsanlar uyurken onlar uyanık kalarak derslerine devam etmişlerdir. İbn Tûmert ona,

insanlar kendilerini beklerken uyumamak gerektiğini söylemiştir. Böylece aylar

geçmiş ve sonra İbn Tûmert ile arkadaşları tekrar yola koyulmuşlardır. Onlar

Mellâle’den ayrılırken İbn Tûmert, Abdulmümin, Beyzak, Ömer Meknî ve

Abdulvâhid Şarkî ile beraber beş kişi olmuşlardır.56

İbn Tûmert ile Abdulmümin’in bu karşılaşmadan sonraki birlikteliği, zamanla

hoca-öğrenci ilişkisinden çıkarak, dava arkadaşlığına ve dostluğa dönüşmüştür57.

Beyzak’ın belirttiği gibi o İbn Tûmert’in en gözde adamı, arkadaşları arasında ilk

sırada geleni, kendi davası için seçtiği en önemli kişi ve ‘sâhibu’l-vakt’ (zamana

hükmeden kişi) olmuştur58. O, İbn Tûmert ile karşılaşınca onun ilmine gıptayla

bakmış ve bütün planlarını değiştirerek ondan ilim öğrenmek için harekete

geçmiştir59. İbn Haldun’un ifadesiyle Abdulmümin, zamanla İbn Tûmert’in en

değerli arkadaşı (kebîru sahâbetihi) ve güvenilir adamı haline gelmiştir60. O, İbn

Tûmert ile birlikte olduğu sürece, yapılan her işte onun yanında yer almış ve onu

desteklemede öncülüğünü göstermiştir. Meselâ İbn Tûmert’e mehdî olarak ilk biat

eden kişi olmuş; Murâbıtlar üzerine ilk askerî birlikler gönderilirken komutan olarak

önce onun adı hatırlanmıştır. İbn Tûmert ölmeden önceki hasta olduğu günlerde

namazda kendi yerine imamlık yapacak kişi olarak da onu seçmiştir61.

55 İnan, I, 224; Hady, I, 391. 56 Beyzak, 57, 58; İbnu’l-İmâd, IV, 72. 57 Dâdâh, 146. 58 Beyzak, 32, 33. Sahibu’l-vakt deyimi, zamanın etkisinden kurtulan, zamanda ve mekanda tasarruf eden, vakti yakalayan ve onu sürekli yaşayan kişi anlamında yorumlanmıştır. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 449, İstanbul, 1995; Ethem Cebecioğlu, Tasavvaf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 612, Ankara, 1997. 59 İbn Haldun, el-İber, VI, 227; Zirikli, IV, 319. 60 İbn Haldun, el-İber, VI, 127, 189, 229. İbn Haldun’un belirttiğine göre, Abdulmümin İbn Tûmert ile buluşmasından sonra, ilim öğrenmek için onun etrafında dönmüş, onunla birlikte hareket etmiş, ilim öğrenmekteki maharetinden ve istekliliğinden dolayı İbn Tûmert onu seçerek özellikle yanına almış, nihayet onun en önemli arkadaşı olmuştur. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 127. 61 Beyzak, 73-75.

58

İbn Tûmert’in Kuzey Afrika’ya ayak bastığı 510 yılından, mehdîliğini ilan

ettiği 519 yılına kadar süren çalışmaları, esas itibariyle uğradığı her yerde

Mellâle’de olduğu gibi dersler vermeye ve iyiliği emr, kötülüğü nehy etme

faaliyetine odaklanmıştır. O bu faaliyetlerini Kuzey Afrika kıyıları boyunca sürekli

yer değiştirerek Merrakeş’e varıncaya kadar devam ettirmiştir62. Bu esnada

Abdulmümin de onun yanından hiç ayrılmamış, hem ondan dersler almış, hem de

onun yaptıklarına şahitlik eden ve destekleyen az sayıdaki kişilerden biri olarak İbn

Tûmert’in en gözde öğrencisi olmuştur. Abdulmümin ile İbn Tûmert’in beraberliği

524/1130’da İbn Tûmert’in ölümüne kadar devam etmiştir. İbn Tumret ölünce

Abdulmümin, yakın arkadaşları tarafından onun siyasi mirasına en lâyık kişi olarak

görülerek halife seçilmiştir63. Abdulmümin, İbn Tûmert’e son derece bağlı kalarak

yaşamış, hatıralarına saygı göstermiş ve bütün gücüyle İbn Tûmert’in fikirlerini

hayata geçirmeye ve yaygınlaştırmaya çalışmış, sık sık onun kabrini ziyarete

gitmiştir. Kendisi ölünce cenazesi Selâ’dan bir çok şehir aşılarak hocasının

mezarının olduğu Tinmellel’e getirilmiş ve onun yanına defnedilmiştir64.

Abdulmümin’in eğitimi hakkında son olarak şunları belirtebiliriz: Onun

eğitiminden bahsederken, İbn Tûmert ile karşılaşmasından, İbn Tûmert’in ölümüne

kadar süren yaklaşık 12 yıllık süre, Abdulmümin’in yetişmesindeki en önemli

dönemdir. Bu dönem onun İbn Tûmert ile birlikte her faaliyette yer alarak hem ilmî,

hem de siyâsî yönden olgunlaşma dönemidir. Onun eğitimi sadece teorik çerçevede

kalmamıştır. O, öğrendiği ve inandıklarını uygulamaya çalışan bir kimse olan İbn

Tûmert ile birlikte her uygulamaya katılarak, onunla çeşitli sıkıntıları paylaşarak ve

yaşayarak yetişmiştir65. Abdulmümin’in aynı zamanda, İbn Tûmert’in okuttuğu ders

notlarını kitaplaştırması ve daha sonra da bunları kendisinin öğrencilere okutması,

onun İbn Tûmert’in sahip olduğu ve öğretmeye çalıştığı ilimlere sahip olduğunu

62 Beyzak, 50-67. 63 Beyzak, 83; İbn Kattan, 170; Merrakûşî, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 64 Beyzak, 83; İbn İzârî, 47, 53, 78, 79; İbn Haldun, el-İber, VI, 238. 65 Meselâ Beyzak, Fas’ta İbn Tûmert ile Abdulmümin ve diğer arkadaşlarının zeytin dalından birer sopa yaparak müzik aletleri satılan yerleri dağıttıklarını anlatır. Bkz. Beyzak, 64, 65.

59

göstermektedir. Abdulmümin’in şahsiyetinden bahseden bütün eserlerde onun birçok

konuda alim olduğu vurgulanmıştır66.

Sonuç olarak, Abdulmümin’in İbn Tûmert’in yanındaki konumu, ondan

aldığı eğitimi ve bütün yaşayışıyla, Ebû Bekir’in Hz. Muhammed (sav) yanındaki

konumu gibidir. Abdulmümin, İbn Tûmert’e ilk bağlananlardan, onun öğrencisi ve

yol arkadaşı, onun için ülkesini terk eden, her işinde baş danışmanı, komutanı,

hastalandığında yerine geçirdiği imamı, bir tehlike karşısında yaşamasını en fazla

istediği ve kurtulduğuna en fazla sevindiği kişi ve de kendisinden sonraki halifesidir.

O, Abdulmümin’i kendisinin bütün emel ve hedeflerini gerçekleştirecek biri olarak

görmüştür. İbn Tûmert’in sık sık okuduğu, onun her türlü güzelliği kendisinde

toplamış olan, güler yüzlü, açık kalpli, cömert biri olduğunu ve onunla birlikte

olmaktan çok mutlu olduklarını ifade eden mısralar, Abdulmümin ile ilgili bakışını

en güzel şekilde göstermektedir67.

4-Şahsiyeti

Provençal, Abdulmümin’in başlangıçta ne şehirli, ne köylü, belki ikisi

arasında bir kişi olduğunu, İbn Tûmert ile karşılaşmasından sonra, ondan aldığı

derslerle gözlerinin açıldığını dile getirmiştir. Onun bu karşılaşma sonrasında

şehirliliğe ve hayata tutunmaya daha yakın bir kişi olduğunu belirtmiştir. Yine onun

zekası, hocasını takipteki samimiyeti, hayası, şansı, şartların lehinde oluşması ve

bunu iyi değerlendirmesiyle Muvahhidlerin halifesi olduğunu ifade etmiştir68.

Merrakûşî, eserinde Abdulmümin’in bazı anılarına yer verir. Bu anılardan

birinde onun İbn Tûmert ile karşılaşmadan önce, Tlemsan’da bulunduğu günlerde

bazen yağmurlu havalarda bile aç ve açıkta sabahlayacak kadar zor günler geçirmiş

olduğunu rivayet eder69. Beyzak da, Abdulmümin’in İbn Tûmert ile ilk karşılaştığı

dönemde fiziksel olarak çok cılız bir kişi olduğunu nakleder. Mellâle’den ayrıldıktan

sonraki günlerinden birinde, Mettîce’de Abdulmümin Beyzak’a, ‘zayıflığın ilacı

66 İbn Ebî Zer, 203; Nâsırî, II, 130; Kayravânî, 140.. İbn Kattan’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin ülkenin çeşitli yerlerinden gelerek Merrakeş’te toplanan gençlere İbn Tûmert’in Tevhid ve Muvattaa kitaplarını okutup ezberletiyordu. Bkz. İbn Kattan, 178, 179. 67 İbn Hallikan, I, 403; Halefullah, 95, 96; Dâdâh, 146, 147. 68 L. Provençal, İslâm, 261, 262. 69 Merrakûşî, 232.

60

nedir?’ diye sormuş, o da bunun çaresini bilmediğini söylemiştir. Yollarına devam

ederlerken zayıflığından dolayı Abdulmümin geride kalınca, İbn Tûmert ‘yürü

Abdulmümin’ diye seslenmiş, Beyzak da İbn Tûmert’e, Abdulmümin’in zayıf,

çelimsiz biri olduğunu hatırlatarak onu mazur görmesi gerektiğini söylemiştir. İbn

Tûmert’in kafilesinde o zaman sadece Abdulvâhid adındaki arkadaşlarının bineği

vardı. İbn Tûmert ona ricada bulunarak, bineğine arkadaşları Abdulmümin’i

bindirmesini ve kendisinin ise yürüyerek yola devam etmesini istemiştir.

Abdulvâhid’in bu konuda isteksiz olduğunu görünce de, ‘Ey Abdulvâhid, nefsini

(ahlâkını)güzelleştir. Bundan dolayı sana ahirette dayalı döşeli saraylar, süslenmiş

cariyeler ve çok şâhâne atlar verilecektir’ diyerek onu razı etme yoluna gitmiştir70.

Her ne kadar Abdulmümin, geçirdiği zor günlerin bir gereği olarak İbn

Tûmert ile karşılaştığı 17-18 yaşlarında bir genç iken zayıf, çelimsiz ve cılız bir kişi

olsa da, daha sonraki dönemde belki de onun açısından yaşam şartlarının daha iyi

olmasından dolayı bu durum değişmiş, hocasının yanında olduğu sürece daha iyi ve

düzenli beslenerek, güçlü kuvvetli bir kişi olmuştur.

Abdulmümin, başlangıçta fiziksel yönden zayıf olsa da cesur ve atılgan bir

kişiydi. Merrakûşî’nin anlattığına göre, Abdulmümin İbn Tûmert ile birlikte

Merrakeş’e doğru gittikleri dönemde, bir nehri geçmek için parasını ödeyerek sala

binmeleri gerekmiş, ancak paraları bir kişi için eksik kalınca, içlerinden biri nehri

yüzerek karşıya geçmek durumunda kalmıştır. Nehri yüzerek geçen bu kişi

Abdulmümin olmuştur. O, yüzerek karşıya geçerken yoruldukça saldan tutunmuş,

ancak sal sahibinin kırbaçlarıyla saldan uzaklaştırılmak istenmiştir. Bu şartlarda

büyük bir zorlukla nehrin karşı kıyısına geçmeyi başarmıştır71. Abdulmümin bu

anısını, ordusunun bölük bölük aynı nehri geçmesi esnasında, duygulanarak

gözlerinin yaşarması üzerine, bunun nedeni sorulunca anlatmıştır. O, bir zamanlar bu

nehri çok zor şartlarda yüzerek geçtiğini, şimdi ise kendisinin emrinde binlerce

askerle ve her türlü imkana sahip bir kişi olarak aynı nehrin yanında bulunduğunu 70 Beyzak, 58. 71 Merrakûşî, 226, 227; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 264. Merrakûşî, Abdulmümin’in geçmişini unutmadığını ve vefasını ifade eden daha başka anılar da nakletmektedir. Meselâ, Abdulmümin bir başka anısında; ordusuyla Tlemsan’dan Merrakeş’e doğru giderken, duraklamış, bilinen hiçbir evin bulunmadığı bu yerde, Tlemsan’da bulunduğu zamanlarda çok defa burada, bazen de yağmur altında aç bir şekilde gecelediğini anlatmıştır. Burada durup bu anısını anlatarak şükretmek için ne kadar büyük bir nimete kavuştuğunu ifade etmiş ve iki rekat şükür namazı kılmıştır. Bkz. Merrakûşî, 232.

61

görerek duygulandığını ifade etmiş ve nereden nereye geldik anlamında sözler sarf

etmiştir72.

İbn Tûmert’e nispet edilen eserleri, onun ders notlarını esas alarak

Abdulmümin kitaplaştırmıştır73. Bu durum Abdulmümin’in, İbn Tûmert’in

öğrencilerine aktardığı bütün ilimlere vakıf olduğunun bir göstergesidir. O, diğer

öğrencilerin çalışmaları dışında, gecelerini bile İbn Tûmert ile geçirerek, ondan ders

alan diğer bir çok talebeden ayrıcalıklı biri olarak yetişmiştir. Zaten yaklaşık on üç

yıl boyunca hemen her an İbn Tûmert ile birlikte olmasından dolayı, Abdulmümin’in

ilmi yönden İbn Tûmert’in verebileceği her şeyi almış olduğunu düşünebiliriz. O

aynı zamanda İbn Tûmert’ten öğrendiği bu bilgileri, yazarak ve başkalarına da

öğreterek kalıcı hale getirmiştir. İbn Kattan’a göre o, İbn Tûmert’in eserlerini hem

Arapça hem de Berberîce olarak ezbere bilmekteydi74. Yine İbn Kattan’ın aktardığı,

Abdulmümin’in Endülüs’teki talebeye hitaben yazdığı bir mektubu, onun Kur’ân’a

ve hadislere olan geniş vukûfiyetini de açıkça göstermektedir75.

Abdulmümin ilme olan sevgisini, ilim ehlinden de esirgememiş, onları yanına

alarak, geniş imkanlar sağlamak suretiyle onlara değer verdiğini ortaya koymuştur76.

O Merrakeş’te katıldığı ilmî toplantılarda tartışılacak/konuşulacak konuyu bizzat

sunar, toplantı sonuna kadar alimlerle birlikte olurdu77. İlim ehline ve şairlere bağış

konusunda son derece cömert davranmış78, bunun yanında fakir ve kimsesiz

öğrencilere bol bol yardımda bulunulmasını sağlamıştır79. O, halifeliği döneminde

vilayetlere vali atarken her valinin yanına bir de alim ve tecrübeli birini

görevlendirirdi80.

Abdulmümin, kendisine yöneltilen eleştirileri anlayışla karşılamış, hattâ

kendisini eleştiren şiirler yazan bazı şairleri ödüllendirmiştir. O bir defasında

72 Merrakûşî, 226, 227; Nâsırî, II, 130; Sallâbî, 134, 135. 73 Yaltkaya, 47; İnan, I, 200, 402. 74 İbn Kattan, 173. 75 İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561. 76 Zehebî, Târih, XXXVIII, 259; İnan, I, 402. 77 Merrakuşî, 342. 78 İbnu Sâhibussalat, 152, 153; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Siyer, XX, 370; İbnu’l-İmâd, VI, 306; Sallâbî, 127, 128. 79 İbn Kattan, 176, 177; Erbîlî II, 426; İnan, I, 402; Menûnî, 14 . 80 Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151.

62

kendisini eleştiren bir beyti okumuş ve bu şiiri yazan şaire, şiirin kendisine ait alup

olmadığını sormuşutur. Şair; burası lafın uzatılacağı bir makam değil. Eğer inkar

edersem bana inanmayacaksın. Kabul edersem de beni öldüreceksin, demiştir.

Abdulmümin bu cevaba gülümsemiş ve ona herhangi bir ceza vermemiştir. Yine bir

başka şair de onu çok ağır bir şekilde eleştiren bir beyt yazarak gizlice seccadesinin

altına koymuştur81. Abdulmümin beyti okuduktan sonra şiiri yazanı araştırmış ve bir

gün söz konusu şiiri yazdığını düşündüğü kimseye; bu şiiri niçin yazdığını sormuş.

Şair; maksadının kendi dünyasını mahvetse de, onun dinî açıdan düzelmesini

sağlamaya çalışmak olduğunu ifade edince, Abdulmümin, adama ceza vermek bir

yana, hayır bilakis sen nasıl benim dinimi düzelttiysen ben de senin dünyanı

düzelteceğim demiş, şaire bin dinar bağışlamış ve kendisini uyarmaya devam

etmesini istemiştir. Şair parayı almak istemeyince de, verdiği paranın helal olduğunu,

Allah’ın kendisine verdiğini, kendinin de başkalarına verdiğini, yani sadece köprü

görevi üstlendiğini belirtmiştir. Parayı aldıktan sonra kendisinin bu parayı dilediği

gibi sarf edebileceğini söylemişdir82.

Abdulmümin, ilmu’n-nucûm, dil, edebiyat, tarih ve kıraat gibi bir çok dinî ve

dünyevî ilimde bilgi sahibi olan bir kişiydi83. Onun şairlerle atışacak kadar şairliği de

vardı84. Safâdî’nin rivayet ettiğine göre onun evi sultanlara has ihtişamlı eşyalardan

mahrumdu, ancak kitapla doluydu85. O kendi çocuklarına ve aynı zamanda

Muvahhidlerin çocuklarına hem dinî ilimleri ve hem de, o dönemde günlük hayatta

her zaman ihtiyaç duyulan; ok atma, ata binme, yüzme, dalış ve askeri konularda

eğitim verilmesini sağlamıştır86.

Kaynaklarda Abdulmümin dindar, inancının gereğini en iyi şekilde yerine

getirmeye çalışan bir kişi olarak anlatılmıştır. Buna göre o, her gün Kur’ân’ın yedide

81 Abdulmümin, bir gün arkadaşlarına bir soru sormuş, onlar da cevap olarak Allah’ın (cc) sorusuna meleklerin verdiği cevabı vermişler; ‘bizim senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur’ demişler, (Bakara suresi, 32. ayet) Abdulmümin bu cevabı reddetmemiştir. Bu olay duyulunca zahitlerden biri onu bu konuda çok ağır bir şekilde eleştiren bir beyt yazarak gizlice seccadesinin altına koymuştur. Bkz. Safâdî, XIX, 236. 82 Safâdî, XIX, 235-237. Ayrıca Bkz. İbnu’l-İmâd, VI, 306; Sallâbî, 135. 83 İbn Ebî Zer, 203; Kayravânî, 140; Nâsırî, II, 130; İnan, I, 403. 84 Hülelü’l-Mevşiyye, 156, 157; Nâsırî, II, 120; Menûnî, 95, 96. 85 Safâdî, XIX, 235-238. 86 İbnu Sâhibussalat, 229, 230; Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151; İnan, I, 402, 403; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 73.

63

birini okur, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Gecenin son üçte birinde

kalkar ve namaz kılardı. Sonra sabah namazını gusül abdesti aldıktan sonra camide

cemaatle kılar, çocuklarını da beş vakit namaz için camiye götürür ve camiye

genellikle yürüyerek giderdi. O, meclisini de namazdan sonra toplardı. Namaz ve her

türlü dini konuda çok titiz davranırdı. Dini konulardaki hassasiyetinin bir gereği

olarak, emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker konusunda hocası gibi o da çok titiz

davranırdı. Hattâ İbn Kattan mübalağa yaparak onun her hareketinin ve

hareketsizliğinin emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker olduğunu belirtmiştir87.

Abdulmümin ipek elbise giymekten kaçınırdı. Müslümanların mutlaka namaz

kılmaları gerektiğini belirtir ve üç günden fazla namazı terk edenlerin mürted

hükmüyle öldürülmesini emrederdi. Abdulmümin döneminde müezzin ezan

okumadan insanlar camilere akın ederler, camilerde izdiham olur ve namazlar huşu

içinde edâ edilirdi88.

Abdulmümin, aynı zamanda cihada ve düşünceye (nazar) de çok önem

verirdi. Talebeye İbn Tûmert’in Akîde89 adlı eserini ezberlemelerini emretmişti.

Abdulmümin cemaatle namaza çok önem verirdi. Sefer anında da cemaatle

namazdan geri durmazdı. Nitekim Bicâye seferinde yüz bin civarındaki askerlerinin

hepsinin aynı anda, tek imamla cemaatle namaz kılmalarını sağlamıştır90.

Abdulmümin, sade ve basit bir hayat yaşayan91, bunun yanında bol bol infak

eden cömert bir kişiliğe sahipti. İbn Kattan’ın rivayet ettiğine göre o, Bicâye seferine

çıktığı günlerde büyük bir köyde durmuş, bir evin kapısını çaldığında, karşısına çıkan

çocuklara babalarını sormuş, çocuklar babalarını yıllar önce kaybettiklerini

söyleyince, dört çocuklu bu aileyi adeta ihyâ etmiştir. Bu durum onun cömertliği 87 İbn Kattan, 187. 88 İbn Kesîr, XII, 246; İbnu’l-Cevzî, I, 195; Sallâbî, 138. Abdulmümin’in dindarlığı konusunda bkz. İbn Kattan, 187, 171-188; Merrakûşî, 197-201; İbnu’l-Esîr, XI, 238, 239; İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, el-İber fî Haberi Men Ğaber, III, 29, Yay. Ebû Hacer Muhammed Said İbn Besyûnî Zağlul, Beyrut, 1985; Zehebî, Siyer, XIX, 367, 370, 371; İbn Kesîr, XII, 187, 246; İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; İbnu’l-Cevzî, I, Cüz, 8, 245, 246; Safâdî, XIX, 234, 235; Nâsırî, II, 130; Zirikli, IV, 319; Hâcî, Abdurrahman Ali, Târihu’l-Endülüsî mine’l-Fethi’l-İslâm Hattâ Sukûti Gırnata, 487, Kâhire, 1983. 89 İbn Tûmert’in akîde konusundaki risâlesi; tevhid, Allah’ın sıfatlarının mantıkî delilleri ve risâlet konusunda aklî deliller ortaya koyan bir risâledir. Mecmûatu Eazzu Mâ Yutlab içinde de yer alan bu risâle, Muhyuddîn Sabri’nin Mecmûatu’r-Resâil’i içerisinde de yayınlanmıştır. Bkz. Merrakûşî, 255; Sabri, Şeyh Muhyuddîn, Mecmuatu’r-Resâil, Mısır, 1328, 45-61. 90 Zehebî, Tarih, XXXVIII, 260. 91 İbn Kattan, 176; Zehebî, Târih, XXXVIII, 260, 261.

64

yanında, yetimlere karşı şefkat ve merhametini de göstermektedir. O bu cömertliğini

zayıf ve garip öğrencilere de göstermiş, onlara sürekli bağışta bulunmuştur92.

Abdulmümin mal biriktirmeye karşı çıkmış, bu tavrını hazineyi dağıtarak

boşaltacak boyutlara kadar vardırmıştır. Hazineyi boşaltmış ve orada namaz kılmış,

insanlara da aynı yerde namaz kılmalarını söylemiş ve mal peşinde koşan biri

olmadığını bu şekilde ortaya koymaya çalışmıştır. Savaşlardan elde edilen

ganimetleri dini hükümlere uygun bir tarzda dağıtmıştır93.

Kaynaklarda İbn Tûmert’in Abdulmümin için sık sık yaklaşık şu anlama

gelen mısraları söylediği rivayet edilir; ‘Başı yıldızlara değen, ancak ayakları hep

tozlar içinde’ bir kişi94. Yani İbn Tûmert’e göre o, bütün yüce özelliklere sahip, zeka

ve aklıyla seçkin biri olduğu halde ayağı yere sağlam basan, yorulmak bilmeyen

biridir.

Kaynaklarda onun şahsiyeti ile ilgili verilen bilgilere göre o, heybetli,

güzellikleri çok ve benzeri az bulunan iyi bir hükümdardı. O, görüşleri isabetli, siyâsî

yönden cesur, adaletli, hilm sahibi ve içinde bulunduğu duruma uygun adımlar atan

bir liderdi. Almak istediği yeri mutlaka alırdı. O enerji dolu, aynı zamanda iffetliydi,

hakimiyetini güçlü bir şekilde kurmuştu95. O, basiretli, sağlam görüşlü, yapılan işin

mükemmel olmasını isteyen, ancak bu şekilde tatmin olan, heybetli, hikmetli,

iyilikleri çok, iffetli, benzeri az bulunan ve aynı zamanda hırslı, kurnaz ve tüm

liderlik özelliklerine sahip bir kişi olarak anlatılmıştır96.

Abdulmümin fiziksel özellikleri bakımından; yakışıklı, beyaz tenli, etine

dolgun, orta boylu, enerjik ve gayretliydi. Saçları siyah, sakalları sık ve gür, gözleri

elâ, elleri iri ve sert, yüzü temiz ve parlak, dişleri bembeyaz bir kişiydi. Sesi gürdü,

açık ve net konuşur ve mantığı iyi çalışırdı. O, yemekte ve giyinmede en güzelini

92 İbn Kattan, 176, 177. 93 İbnu’l-Cevzî, I, Cüz VIII, 195, 196; Zehebî, Siyer, XX, 370. 94 İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; Zirikli, IV; 319; Brignon, V, 345. 95 Merrakûşî, 201; İbn Kattan, 187; İbn Ebî Zer, 204; İbnu’l-İmâd, VI, 305; Safâdî, XIX, 235, 236; Kayravânî, 140; Nuveyrî, 318; İnan, I, 405. 96 Merrakûşî, 200-202; İbn Ebî Zer, 203, 204;Nuveyrî, XXIV, 318; İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; Erbilî, II, 558.

65

tercih ederdi. Karşılaştığı ve sohbet ettiği kişilere mutlaka kendisini sevdirirdi97.

Birilerinin yanından geçerken onlara selâm verir ve dua ederdi98.

Abdulmümin aynı zamanda, akıllı, cesur, yiğit, kendisine güvenen, azimli ve

mücadeleci bir kişidir. O bu özelliklerini hayatının her alanında göstermiş,

öğrenmeye düşkünlüğünden dolayı bir çok fedakarlığa katlanmıştır. O daha küçük

yaşlarda mescitlerde tahsiline başlamış ve bulunduğu ortam içinde elinden geldiğince

ilim öğrenmeye gayret etmiştir. Onun öğrenmeye olan bu tutkunluğu uzun bir yol kat

etmeyi göze alacak ölçüdedir. O, bu amaç için İbn Tûmert ile birlikte yıllarca çok

çileli günler geçirmiştir99.

Abdulmümin hayatının önemli bir kısmını bizzat savaşarak geçirmiştir. O,

içinde bulunduğu duruma göre ani kararlar alarak uygulayan ve savaşlarda kelimenin

tam anlamıyla bizzat savaşan bir liderdir. O zeka ve akıl yönünden döneminin en

fazla öne çıkan şahsiyeti olmuştur. Birçok araştırmacı onun siyâsî ve savaşçı olarak

dahî bir lider olduğuna dikkat çekmişlerdir100.

Nuveyrî, Abdulmümin’in şahsiyeti ile ilgili bilgi verirken, devlet işleriyle

ilgili hiçbir tavizi kabul etmediğini ve gerektiğinde bu konuda çocuklarına karşı bile,

hak ettikleri şekilde davranmaktan geri durmayan biri olduğunu belirtmiştir101.

Abdulmümin, Mehdîyye seferi dönüşünde üvey kardeşi ve aynı zamanda veziri olan

Abdusselâm Kûmî hakkındaki yolsuzluk ve halka karşı kötü muamelede bulunduğu

yönündeki şikayetleri duyunca, konuyla ilgili şikayeti olanları Muvahhidlerin ileri

gelenleri huzurunda konuşturmuş, yüzleştirmiş ve sonunda hiç tereddüt etmeden

veziri görevden almış ve ölüme terk etmiştir102.

Kaynaklarda Abdulmümin’in şahsiyetiyle ilgili olarak, kan dökücü, küçük

suçları bile en ağır şekilde cezalandıran, muhaliflerine karşı son derece sert ve

müsamahasız biri olduğu da ifade edilmiştir. Bazı rivayetlerde özellikle Merrakeş’in

97 İbnu’l-İmâd, VI, 305, 306; İbn Ebî Zer, 203; Zehebî, Siyer, XIX, 367; Zehebî, Târih, XXXVIII, 253; İbn Hallikan, I, 404; Nâsırî, II, 130. 98 Zehebî, Târih, XXXVIII, 260. 99 Beyzak, 57 vd.; İbn Ebî Zer, 183, 203, 204; İnan, I, 396, 397. 100 İnan, I, 398; Abbâdî-Sâlim, Tarihu’l-Bahriyye, II, 261; Eşbah, II, 54; Ceylâlî, 8; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 66, 67. 101 Nuveyrî, XXIV, 318-320. Ayrıca bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 371; Zehebî, Târih, XXXVIII, 257. 102 İbnu Sâhibussalat, 174-177.

66

alınması esnasında çok sayıda insan öldürüldüğü için kanların oluk gibi aktığı

belirtilmiştir. Bazen savaşla alınan şehirlerde ölü sayısı on binli rakamlarla

anlatılmıştır103. İnan, onun bu konuda ortaya koyduğu uygulamayı İbn Tûmert’ten

devraldığı bir miras olarak ifade etmiş ve onun orta çağın en büyük kan dökücü

(tâgut) liderlerinden biri olduğunu söylemiştir104. İnan’ın bu değerlendirmesi çok

aşırı ve kabul edilmesi mümkün olmayan bir ifadedir. Elbette Abdulmümin için

söylenen kan dökücü ifadesinin birçok dayanağı vardır. Ancak onun devlet yıkıp

devlet kuran bir kişi olduğunu ve siyâsî alandaki en küçük müsamahanın bile

hareketin yok olmasına yol açabileceğini hesaba katmak zorunda olduğunu

unutmamak gerekir. O da böyle düşünmüş olmalı ki, en azından başlangıçta zorla,

savaşarak ele geçirdiği yerlerdeki eski yönetimle ilgili kimi ele geçirmişse yok etme

yoluna gitmiştir. Kabul etsek de etmesek de, insanların siyâsî rakip olarak gördüğü

kardeşini bile öldürdüğü bir dünyada yaşamaktayız. Onun kan dökmesi, sıradan

halka yönelik olarak değil, siyâsî rakiplerine karşıdır. Nitekim en kanlı şekilde istilâ

edildiği ifade edilen Merrakeş’te bile sıradan halka dokunulmamış, Murâbıtlar yok

edilmeye çalışılmıştır105. Merrakeş’in Muvahhidler tarafından istilâ edildiği günlerde

Murâbıtlar Devleti’nin en önemli mevkiinde bulunan, onların veziri olan İbn Atiyye,

halkın arasına karışarak ölümden kurtulmuştur106. Bu bilgi sıradan halka karşı her

hangi bir saldırının söz konusu olmadığını göstermektedir.

Hüseyin Mûnis’in de belirttiği gibi Abdulmümin’in başarısının belki de en

önemli etkeni, İbn Tûmert’in oluşturduğu arkadaş çevresini kendi davasında en iyi

şekilde kullanabilmiş olmasıdır. O arkadaşlarıyla birlikte elde ettiği başarılarıyla

Müslümanların tarihteki en büyük halifelerinden biri olmuştur107.

103 İbn Kesîr, XII, 187; Nuveyrî, 318; Safâdi, 237; İbnu’l-İmâd, VI, 306. 104 İnan, I, 405. 105 Zehebî, Merrakeş’in istilâsı ile ilgili olarak, sadece savaşanların öldürüldüğünü, halkın ise serbest bırakıldığını rivayet etmektedir. Bkz. Zehebî, Siyer, XX, 370. 106 İbn İzârî, 31; Merrakûşî, 199; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264. 107 Mu’nis, Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve Hadâratuhu, II, 101, Beyrut, 1992.

67

B-ABDULMUMİN’İN HALİFE OLARAK BİAT ALMASI VE

MURÂBITLARA KARŞI MÜCADELESİ

1-Halife Olarak Biat Alması

Abdulmümin, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat almasından ve daha sonra da,

Murâbıtlar Devleti’ne karşı silahlı mücadeleye başladığı ilk günlerden itibaren çeşitli

zamanlarda askeri birliklerde komutanlık görevleri üstlenmiştir. Merrakûşî’nin

belirttiğine göre İbn Tûmert, daha 517/1123’lerde hazırlamış olduğu ilk askeri

birliklerden birine, daha 22-23 yaşlarında, çok genç bir kişi olduğu halde, komutan

olarak Abdulmümin’i atamıştır. O, Abdulmümin’in emri altında bulunan askerlere de

‘sizler müminlersiniz, bu da sizin emirinizdir’ demiş ve askerlerine Abdulmümin’e

itaat etmelerini emretmiştir. O günden sonra da Abdulmümin emirülmüminîn sıfatını

almıştır108. Daha sonraki günlerde Abdulmümin elde ettiği başarılarıyla

Muvahhidlerin en önemli komutanı olmuştur. İbn Tûmert’in sağlığında gerçekleşen

Buheyra savaşında Muvahhidler ağır bir yenilgiye uğramışlardır. Ancak

Abdulmümin, büyük bir imtihan vererek109, mağlup bir ordunun tamamen

dağılmasını önleyerek, düzenli bir şekilde Muvahhidlerin merkezi olan Tinmellel’e

getirmeyi başarmıştır110. Abdulmümin daha ilk dönemlerdeki başarılı çalışmalarıyla

kendisini ispatlamış ve iyi bir komutan olduğunu ortaya koymuştur.

Kaynaklarda İbn Tûmert’in ölmeden önce Abdulmümin’i kendisinden sonra

halife olarak vasiyet ettiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre; İbn

Tûmert ölümünden kısa bir süre önce Onlar ve Elliler Meclisi’nden olan adamlarını

çağırmış ve onlara vasiyetini bildirmiştir. Bu vesile ile yaptığı konuşmasının

sonunda, Abdulmümin’in kendisinden sonraki liderleri olduğunu ve Allah’a itaat

ettiği sürece ona itaat etmeleri gerektiğini bildirmiştir. Bunun üzerine toplantıya

katılanlar İbn Tûmert’in huzurunda Abdulmümin’e biat etmişlerdir. Biatten sonra da

108 Merrakûşî, 192; Harekât, I, 314; Yaltkaya, 42; Jemil, 111. 109 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zerkeşî, 4. 110 Nuveyrî, XXIV, 288; İbnu’l-Esîr, VI, 565, 566; Zehebî, Siyer, XIX, 550.

68

İbn Tûmert, hepsini teker teker yanına çağırmış, yüzlerini ve göğüslerini

sıvazlayarak onlara karşı sevgi ve memnuniyetini göstermiştir111.

İbn Tûmert’in sağlığında onun en yakınında bulunan ve onun en çok

güvendiği adamlarından biri olan Abdulmümin, İbn Tûmert’in mehdî olarak biat

alması esnasında ona ilk biat eden kişi olmuştur. Abdulmümin, İbn Tûmert’in sürekli

öğrencisi, danışmanı, arkadaşı, destekçisi ve komutanı olarak kendisine verilen

görevleri en iyi şekilde yerine getirmiştir. Hemen bütün kaynaklarda ifade edildiği

gibi, Buheyra savaşında yaşanan yenilgi haberi İbn Tûmert’e bildirilince onun

sorduğu ilk şey Abdulmümin’in hayatta olup olmadığı olmuştur. Onun hayatta

olduğunu öğrenince, Allah’a hamdu senâda bulunmuş ve yenilgiyi tatsalar da

davalarının devam edeceğini, Abdulmümin yaşadıktan sonra gerisinin önemli

olmadığını belirtmiştir112.

İbn Tûmert Buheyra savaşındaki yenilgiden birkaç ay sonra, Ramazan

524/Ağustos 1130’de Tinmellel’de113 ölmüştür. Arkasından da Onlar Meclisi’nin var

olan üyeleri ve İbn Tûmert’in ev halkının katıldığı özel biat -Biatü’l-Hâss- ile

Abdulmümin’e gizlice biat edilmiş ve böylece İbn Tûmert’in vasiyeti yerine

getirilmiştir114. İnan, Abdulmümin’e biat konusunda kaynaklarımızdaki rivayetleri

111 Beyzak, 83; Merrakûşî, 194-196; İbn Kesîr, XII, 187; Zehebî, Siyer, XIX, 369; Zehebî, Târih, XXXVIII, 255; Nuveyrî, XXIV, 289; İbnu’l-Verdî, II, 44; Nâsırî, II, 87; M. Mahir Hammâde, Vesâiku’s-Siyâsiyye, 399, 400, Beyrut, 1986; İnan, I, 220, 221; Sallâbî, Ali Muhammed Muhammed, Devletü’l-Muvahhidîn, 98, 99, Amman, 1998. İbn Tûmert’in vasiyetiyle ilgili bir metin bu tezin ekler bölümünde yer almaktadır. İbn Hallikan ise, İbn Tûmert’in sadece Abdulmümin’i işaret ettiğini rivayet etmiş, vasiyet ile ilgili bir ifade kullanmamıştır. Bkz. İbn Hallikan, I, 404. 112 Beyzak, 79; İbn Kattan, 165, 171; Merrakûşî, 193; İbnu’l-Esîr, X, 458; İbn Haldun, el-İber, VI, 127; Nuveyrî, XXIV, 289; Zehebî, Târih, XXVI,115; İbnu’l-Verdî, II, 44... Kaynaklarda Buheyra Savaşı’nın 524 yılında olduğu konusunda ittifak vardır. Ancak Zehebî bu konuda bir yerde 521 tarihini verirken (Siyer, XIX, 368; Tarih XXXVIII, 254), başka bir yerde de diğer kaynaklarda olduğu gibi 524 tarihini vermiştir. Bkz. Zehebî, Siyer, XIX, 550; Târih, XXXVI, 116. 113 Beyzak, 83; İbn Kattan, 167; Hulelü Mevşiyye, 117; Zerkeşî, 4; Yaltkaya, 43; Halefullah, 95; Hamdî, 110. Tourneau, Buheyra savaşının kaynaklarda belirtilen tarihlerden farklı ve yanlış olarak 525/1131, İbn Tûmert’in ölüm tarihini ise 5 ya da 6 Ramazan 524/13, 14 Ağustos 1130 olarak vermiştir. Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 47, 49. 114 Beyzak, 83; Merrakûşî, 194; İbn Kattan, 204; Nuveyrî, XXIV, 289; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Hülelü’l-Mevşiyye, 143. Bu konuda daha geniş bilgi ve yorumlar için bkz. Hamdî, 110; Zirikli, IV, 319; Harekât, Mağrib, I, 315; L. Provençal, Nuhabu Târihiyye Câmiatu li Ahbâri’l-Aksâ, 37, Paris, 1948; Dayle, Muhammed Rıdvan, Fi’l-Edebi’l-Endülüs, 38, Dimeşk, 2000; Sallâbî, 98.

Zerkeşî, bu verilen bilgilerden farklı olarak İbn Tûmert’in ölümü ardından, önce Ebû Ali Ömer Sanhâcî’ye biat edildiğini, ancak günler sonra Mehdî’nin Abdulmümin’i vasiyet ettiği söylenilerek Abdulmümin’e biat edildiğini belirtmiştir. Ancak diğer kaynaklarda daha önce de belirttiğimiz gibi Abdulmümin’e biat konusunda herhangi bir ihtilaf ya da tereddütten bahsedilmemektedir. Bkz. Zerkeşî, 5.

69

sıralamış ve bu biatın İbn Tûmert ölmeden kısa süre önce ya da hemen sonra

gerçekleşmiş olduğunu, Abdulmümin’in daha İbn Tûmert hayatta iken, ona yakınlığı,

en güvendiği kişi olması, aralarındaki sevgi ve güvenden dolayı halifeliğe en uygun

kişi olduğunu belirtmiştir115. J. Birignon, Abdulmümin’in seçilmesiyle bölgedeki bir

kabilenin gücünü kötüye kullanması riskinin ortadan kalktığını ifade etmektedir. O,

aynı zamanda Murâbıtların zayıf yönlerinden biri olarak, yönetimde Lemtûnelilere

dayanmaları ve dolayısıyla diğer büyük Berberî kabilesi olan Sanhâcelileri rahatsız

etmelerini göstermiştir116. Gerçekten de hiçbir kabile ile kan bağı olamayan dışardan

bir kimsenin başkan olması, herhangi bir kabileye yakınlıkla ve kayırmacılıkla

suçlanmalara muhatap olmasını en aza indirmesine yardımcı olması açısından,

hareket için bir avantajdır. Abdulmümin, bu avantajı iyi kullanarak sadece bir

kabileye bağlı kalmak yerine kendilerine katılan bütün kabilelere belli ölçüde

görevler vererek gücünü artırmıştır.

İbn Tûmert’in ölümünden sonra, onun en yakın danışmanları olan Onlar

Meclisi’nden bir kişinin halife seçilmesi normal ve beklenen bir şeydir. Ancak İbn

Tûmert’in ölümünden kısa bir süre önce gerçekleşen Buheyra savaşı bu on kişilik

meclis üyelerinin beş tanesinin ölümüyle sonuçlanmıştır117. Geriye sağ kalan beş

üyeden her üyenin kabilesinin halifenin kendilerinden birinin olmasını istemesi de

anlaşılır bir durumdur. Fakat birbiriyle iç içe yaşayan, aralarında rekabet olan

kabilelerden birinden halife çıkması, diğer kabilelerin onu kıskanmasına yol açarak

Muvahhidlerin birliğine zarar verebilirdi118. Bu durumda Abdulmümin’in İbn Tûmert

ile olan yakın arkadaşlığı, onun sağlığında kendisine verdiği görevler, elde ettiği

başarıları ve bu dönemde devamlı ön planda oluşu gibi hususlar, İbn Tûmert’in

115 İnan, 221. Guneymî, İbn Tûmert’in sağlığında bütün çalışmalarını ve düzenlemelerini Abdulmümin ile birlikte yaptığını ifade etmiştir. Bkz. Guneymî, II, 203. 116 Brignon, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, V, 339, 345, İstanbul, 1988. 117 Beyzak, 33; Züneyber, 129.

H. Kennedy, Abdulmümin’in seçilmesini gerektirecek bir takım gerekçeler olmakla birlikte gizlenen bir iktidar mücadelesi olduğunu, İbn Melviye ve İbn Tûmert’in kardeşlerinin ona karşı muhalefet etmerinin bunu gösterdiğini ifade etmiştir. Bkz. Kennedy, 201. Ancak kaynaklarda başlangıçta İbn Tûmert’in kardeşlerinden hiç bahsedilmemektedir. Onlar daha çok Merrakeş’in fethinden sonra adından sık söz edilen kişiler olmuşlardır. Böyle olunca, onların harekete bilfiil aktif olarak katılmalarının daha sonraki aşamada olduğunu düşünebiliriz. En azından başlangıçta Muvahhidler Hareketinden uzak durup, en azından pasif kalıp, hareket iyice yükselişe geçince de kardeşlerinin adını kullanarak bundan pay almak için harekete geçmiş görüntüsü vermektedirler. 118 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Provençal, Nuhabu Târih, 37.

70

vasiyeti olmasa da halifelik konusunda Abdulmümin’i şanslı hale getirmiştir.

Böylece Sûs bölgesinde yaşayan Berberîlerin Berânis kolundan olan Musâmide’den

bir lider yerine, daha uzak bir yerden, Tlemsan’ın batısında yaşayan Berberî el-

Betr’in Zenata kolundan, Kumya kabilesine mensup bir kişi halife seçilmiştir. Yani

burada onun seçiminde etkili olan unsurlar; İbn Tûmert ile ilişkileri, bölge

kabilelerinden bu konuda öne çıkabilecek birden fazla kimsenin olması ve bu

kişilerden birinin seçilmesinin ihtilafa sebep olacağı görüşü gibi etkenler

olmalıdır119.

Diğer taraftan yine kaynaklardan öğrendiğimize göre, İbn Tûmert’in

ölümünden önceki hastalığı sırasında, namazlarda imamet işini Abdulmümin

yürütmüştür120. Abdulmümin’in İbn Tûmert ile ilişkilerinin bu derece üst düzeyde

olması, onu her işte en önde tutması ve hastalığından dolayı yerine getiremediği

imamet işini Abdulmümin’e bırakması; işte bütün bunları düşününce, onun

ölümünden sonraki siyâsî ve askerî liderlik için Abdulmümin’i tercih ettiğini, en

azından İbn Hallikan’ın ifade ettiği gibi, buna işaret ettiğini121 kabul edebiliriz.

Halife seçildikten sonra Abdulmümin, öncelikle çok titiz bir çalışma

yürüterek halkın kendisine güven ve desteğini tam olarak sağlamaya çalışmıştır. Bu

güveni sağlamanın en iyi yollarından biri savaşlarda elde edilecek zaferlerdir.

Abdulmümin de bunu yapmış, İbn Tûmert’in sağlığında başlamış olan, Murâbıtlara

karşı çatışmaları aralıksız sürdürmeye devam etmiştir. Nitekim Hulelü’l-

Mevşiyye’de Abdulmümin’in özel biattan sonra ileri gelenlerle strateji belirlemek

için istişâre ettiği ve sonuç olarak savaşlara devam edilmesi ve bu çerçevede önce

Tatlâ ve çevresine karşı harekete geçmek konusunda anlaştıkları, bunu

gerçekleştirdikten sonra da Der’a’ya hareket ettikleri ve orayı da itaat altına aldıkları

belirtilmektedir. Abdulmümin bu çerçevede hareket etmiş ve savaşa devam ederek

günden güne Murâbıtlara üstünlük sağlamıştır122.

Muvahhidlerin ileri gelenleri İbn Tûmert’in ölümünü bir süre gizli tutmak

konusunda anlaşmışlardır. Gizlilik döneminde İbn Tûmert yaşıyormuş gibi hareket 119 İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Nâsırî, II, 91; Mu’nis, Vesâik, 211; Guneymî, II, 203; Sallâbî, 99. 120 İbn Ebû Zer, 179, 184; Nâsırî, II, 87. 121 İbn Hallikan, I, 404. 122 Hülelü’l-Mevşiyye, 143; Sallâbî, 107.

71

edilmiş, Muvahhidlerden istenilen görevler İbn Tûmert’e dayandırılmıştır123. Bu

gizlilik dönemi üç yıl sürmüş ve üç yılın sonunda Abdulmümin halka İbn Tûmert’in

ölümünü açıklamıştır. Onun ölümünün açıklanmasından sonra, Muvahhidlerin

yönetim merkezi olan Tinmellel’deki Merkez Camii’nde bütün halkın katılımıyla ve

hiçbir ihtilaf ve itiraz olmaksızın Abdulmümin’e halife olarak biat edilmiştir124.

Abdulmümin, genel biat öncesinde, kadın ve erkeklerin hazır bulunduğu

Muvahhidler topluluğuna bir konuşma yaparak onlara İbn Tûmert’e verdikleri

sözlerini ve bu sözlerinin devam ettiğini hatırlatmış, topluluk da onu onaylayarak İbn

Tûmert’e verdikleri sözlerinin devam ettiğini belirtmişlerdir. Abdulmümin’den sonra

Muvahhidlerin ileri gelen diğer liderleri de (Ebû İbrahim ve Ömer Esnak, halka bu

konuda konuşmalar yapmışlardır. Arkasından tekrar Abdulmümin söz almış ve İbn

Tûmert’in öldüğünü açıklamıştır. Halk ağlaşmaya başlayınca onlardan susmalarını

istemiş, sonra da Muvahhidlerin ileri gelenleri (Onlar Meclisi’nden olanlar)

Abdulmümin’e ‘İmam Mehdî ile yaptığımız biatı seninle de yapıyoruz’ diyerek ona

biat etmişlerdir. Daha sonra Elliler Meclisi’ndekiler ve halktan orada bulunanlar da

Abdulmümin’e biat etmişlerdir125. Biat işi o gün geceye kadar ve sonraki üç gün

boyunca devam etmiştir. Abdulmümin’e biat, büyük bir disiplin ve ciddiyet içinde

gerçekleşmiştir126. Böylece halife olarak halktan biat almış olan Abdulmümin,

Muvahhidlerin tamamının desteğiyle, İbn Tûmert’in ölümünden itibaren fiilen

yürüttüğü görevini bu aşamadan sonra, aynı zamanda resmî olarak da yürütmeye

başlamıştır.

Abdulmümin’in Muvahhidlerden genel biat almasının tam olarak hangi tarihte

gerçekleştiği konusunda kaynaklarımızda farklı bilgiler bulunmaktadır. Beyzak ve

İbn Haldun’a göre İbn Tûmert’in ölümü üç yıl127, İbn Kattan ve Zehebî’ye göre ise

beş yıl gizli tutulmuştur128. Beyzak gün ve ay belirtmeksizin Abdulmümin’e genel

123 Beyzak, 79; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Halefullah, 98, 99; Provençal, Nuhabu Târih, 38. 124 Beyzak, 83; İbn Kattan, 170, 171; İbn Ebî Zer, 185; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Kayravânî, 137; Halefullah, 96, 97. 125 Beyzak, 85. Ayrıca bkz. Merrakuşî, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 275, 276. 126 Beyzak, 85, 133; İbn Kattan, 204; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Zehebî, Siyer, XIX, 368; Nâsırî, II, 92; Halefullah, 99; Hüseyin Mu’nis, Vesâik, 210, 211. 127 Beyzak, 83; İbn Haldun, el-İber, VI, 229, 275; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 77781; Hamdî, 110; Guneymî, II, 204; Züneyber, 130. 128 Zehebî, Siyer, XIX, 368; İbn Kattan, 204, 226.

72

biat tarihi olarak 527 senesini vererek, üç yıllık gizlilik süresiyle uyumlu bir tarih

belirtmiştir. İbn Kattan ise Abdulmümin’in İbn Tûmert’in ölümünü ilan etmesi ve

açıktan biat alması tarihi olarak 529 tarihini vermektedir129. İbn Ebî Zer ve Nâsırî

Abdulmümin’e genel biat işinin 20 Rebiülevvel 526/Şubat 1132’da gerçekleştiğini

belirterek, diğer kaynaklardan daha farklı bir tarih vermişlerdir. onların verdiği bu

tarihe göre gizlilik süresi sadece 18 ay olarak kabul edilmiştir130.

Biz Abdulmümin’in açıktan biat almasının Beyzak ve İbn Haldun’un verdiği

tarihe bağlı kalarak, İbn Tûmert’in ölümünden üç yıl sonra, yani 527 yılında

gerçekleştiğini düşünüyoruz. Çünkü Abdulmümin’in otoritesini tam yerleştirmesi,

belli başlı yerlere atamalar yapması ve İbn Tûmert olmadan da işleri belli bir seyirde

yürütüyor olduğunu ispatlaması için üç yıllık sürenin mantıklı olduğu kanaatindeyiz.

Bundan da öte, Muvahhidler tarihinin bu dönemiyle ilgili en önemli kaynaklardan

biri olarak Beyzak’ın aktardığı bilgiyi doğru kabul ediyor ve onun verdiği tarihin

tercih edilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz131.

Abdulmümin’in Muvahhidler tarafından çok erken bir dönemde halife olarak

ilan edilmesine rağmen, onun halifeliği ancak Murâbıtları ortadan kaldırdığı

541/1147’den sonra herkes tarafından kabul edilen bir durum olmuştur. Bu

dönemden sonra tam anlamıyla güçlü bir ordu ve devletiyle her yerde tanınan bir

halife olmuştur. Böylece İslâm dünyasında Bağdat ve Mısır’dan sonra, Merrakeş’te

üçüncü bir hilafet devleti ortaya çıkmıştır132.

2-Halifeliğinin İlk Yıllarındaki Faaliyetleri

Abdulmümin, halifelik görevini üstlendikten sonra, hızlı bir şekilde

Muvahhidlerin hakim olduğu tüm bölgelerde kendi hakimiyetini kurmaya çalışmış ve

bu konuda başarılı da olmuştur. Bu bölgelerde herhangi bir isyan hareketinin

çıkmamış olması onun başarısının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Onun İbn

Tûmert ile beraber bölgede on yıl gibi uzun bir süre kalması ve bu dönemde İbn

Tûmert tarafından önemli görevlerin kendisine verilmesinin başarısında büyük etkisi 129 Beyzak, 83; İbn Kattan, 204, 226. 130 İbn Ebî Zer, 185; Nâsırî, II, 92. 131 Nazmu’l-Cemân’ı yayınlayan M. Ali Mekkî, Abdulmümin’in açıktan biat almasıyla ilgili olarak kaynaklarda verilen bilgileri özetlemiştir. Bkz. İbn Kattan, 204, 1. dipnot. 132 Halefullah, 107.

73

olmalıdır. Bunun yanında onun İbn Tûmert tarafından kendisine en fazla değer

verilen ve bundan dolayı herkes tarafından iyi tanınan bir kişi olması da

unutulmamalıdır. Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu dönemde

insanların aralarındaki ihtilafları düzelterek, iyilikler yaparak, yiğitliği, cömertliği,

atılganlığı, cesareti ve sebatıyla halkın sevgisini kazanarak gönüllerde taht

kurmuştur133.

İbn Tûmert’in ölümünden (524/1130), Abdulmüm’in genel biat almasına

kadar geçen gizlilik döneminde Tinmellel’de İbn Tûmert yaşıyormuş gibi hareket

edilmiş ve halka ‘Mehdî şöyle veya böyle söyledi’ denilerek durum idare edilmeye

çalışılmıştır134. İbn Tûmert’in ölümünü sadece Muvahhidlerin Onlar Meclisi’nden

olanlar ve kardeşleri biliyordu. İbn Kattan onun ölümünü kız kardeşi Zeyneb’in

kocasından bile gizlediğini belirtir135. Bu dönemde Abdulmümin, İbn Tûmert’ten

emirler alıyormuş gibi yaparak Muvahhidleri idare etmiştir136.

Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünden sonraki günlerde daha önceden

başlatılmış olan eğitim faaliyetlerini de devam ettirmiş olmalıdır. Özellikle İbn

Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu ilk yıllarda bu durumu halka hissettirmemek için

her şeyin eskiden olduğu gibi yürütülmeye çalışıldığını düşünebiliriz. Yani

Murâbıtlarla çatışmalar yanında, Muvahhidlerin hakim olduğu bölgelerde halkın

eğitimi için yürütülen faaliyetler de eksiksiz devam ettirilmiştir137.

Abdulmümin, her alanda yürüttüğü çalışmalarıyla İbn Tûmert’in ölümünün

gizli tutulduğu dönemde, otoritesini tam olarak kurmuştur. Belli bir süre sonra işleri

yoluna koymuş ve iktidarı konusunda hiçbir itirazın olmayacağı bir ortam

oluşturmuştur. Başlangıçta İbn Tûmert’in en yakın arkadaşı, dostu, en güvendiği kişi

ve komutanı iken, halife olarak biat almasından sonra halife ve emirülmüminîn

133 İbnu’l-Esîr, X, 457; Nuveyrî, XXIV, 289; İbnu’l-Verdî, II 44. 134 Beyzak, 81; Zehebî, Siyer, XIX, 368. 135 İbn Kattan, 170. 136 İbn Kesîr, XII, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 137 İbn Haldun’un rivayet ettiğine göre, İbn Tûmert’in ölümünün gizli tutulduğu günlerde, onun hasta olduğu ifade edilmiş, namaz ile ilgili uygulamaları aynı şekilde devam ettirilmiş, insanlar namazlardan sonra eskisi gibi hizblerini okumuşlar, İbn Tûmert’in arkadaşları, o yaşıyormuş gibi onun evine girip çıkmaya ve görüşmelerini orada yapıp, aldıkları kararları uygulamaya çalışmışlardır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 229.

74

sıfatlarını elde etmiştir. Bu aşamadan sonra da Muvahhidlerden hiç kimse onun

başkanlığına resmen itiraz etmemiştir.

Abdulmümin, genellikle tahriklere kapılmadan, olgunlukla ve soğuk

kanlılığını muhafaza ederek çalışmalarını sürdürmüş, İbn Tûmert’in ölümünün gizli

tutulduğu bu dönemde Muvahhidlere bağlanan merkezlere valiler atamıştır. Daha

sonra işlerini yoluna koyup zamanının geldiğini düşündüğü bir dönemde İbn

Tûmert’in ölümünü halka duyurarak genel biat almıştır. Halktan biat almasından

sonra kendisine bağlı olan bütün kabilelere haber gönderip durumu uygun olanları

merkeze çağırarak büyük bir ordu hazırlamaya çalışmıştır. O, ordusunu hazırladıktan

sonra Murâbıtlara karşı yeni ve daha kapsamlı bir askerî Harekâta girişmiştir138.

İbn Tûmert’in mehdî olarak biat alması ve Murâbıtlar Devleti’ni resmen

tanımadığını ilan etmesinden itibaren, Tinmellel ve çevresi Muvahhidlerin bağımsız

bölgesi olmuştu. Abdulmümin de başlangıçta İbn Tûmert’ten henüz oluşmakta olan

bu küçük bölgenin/devletin yönetimini devralmıştı. Burası Murâbıtların

ulaşamadıkları, zaman zaman geldiklerinde de başarı elde edemeden, yenik olarak

çıkmak zorunda kaldıkları Tinmellel merkezli bir bölgeydi.

İbn Tûmert’in ölüm yılında (524/1130) Muvahhidler, Murâbıtların başkenti

olan Merrakeş’i kırk gün boyunca kuşatmış olmalarına rağmen, daha sonra büyük bir

yenilgiye uğrayarak Tinmellel’e çekilmek zorunda kalmışlardı. Ancak

Abdulmümin’in askerî ve siyâsî çabaları zamanla meyvelerini vermiş ve dağlarda

yaşayan Sanhâce ve Heskûre kabileleri başta olmak üzere o çevredeki insanlar yavaş

yavaş Muvahhidlerin kontrolü altına alınmıştır. Bundan sonraki günlerde

Abdulmümin, çevresindeki Murâbıtlara bağlı bölgelere saldırılarını sürdürmüş ve

sürekli başarılar elde ederek liderliğini pekiştirmiştir139.

Abdulmümin, İbn Tûmert’in ölümünden sonra yaklaşık on yıl Tinmellel

çevresinde ve bazen de Mağribu’l-Aksâ’nın ortalarına doğru seferler düzenleterek

Murâbıtları yıldırma polikası izlemiş ve çok uzun süreli olmayan bu seferlerinden

sonra Tinmellel’e geri dönmüştür. Ancak 534/1139 yılından itibaren olabildiğince

138 Beyzak, 85; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Nâsırî, II, 91, 92; İnan, I, 225. 139 Beyzak, 85-113; İbn Kattan, 237; İbn İzârî, 16; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Sallâbî, 101, 102.

75

büyük bir orduyla Tinmellel’den ayrılmış ve dağlık bölgelerden hareket ederek

Murâbıtları bunaltan, Merrakeş’in düşmesine kadar da aralıksız yedi yıl devam eden

askeri ve siyasi faaliyetlerine başlamıştır.

3-Murâbıtlara Karşı Mücadelesi

Abdulmümin’in Murâbıtlara karşı muhalefeti çok erken dönemlerde, daha İbn

Tûmert ile tanışmasıyla başlamıştı. Bu muhalefet günden güne sertleşerek devam

etmiştir. İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat almasından sonra (515/1121) Muvahhidler

ve Murâbıtlar arasında yıllarca sürecek olan silahlı mücadele dönemi başlamıştır.

524/1130’da İbn Tûmert’in ölümünden sonra Muvahhidlerin Murâbıtlarla devam

eden savaşının liderliğini Abdulmümin üstlenmiştir. Bu dönemde Abdulmümin, bir

yandan Murâbıtların kendilerini yok etmek için düzenledikleri askerî hücumlarını

püskürtmeye, diğer yandan da yavaş yavaş, kendilerine yakın bölgelerden başlayarak

hakimiyet alanlarını genişletmeye çalışmıştır.

Abdulmümin’nin Murâbıtlara karşı yürüttüğü askeri faaliyetler bir kaç

aşamada ele alınabilir. O, İbn Tûmert’in ölümünden sonraki ilk on yıl boyunca daha

çok yakın çevresiyle ilgilenmiş ve Tinmellel çevresindeki bölgelerde hakimiyetini

güçlendirmeye çalışmıştır. Bu dönemden sonra yedi yıl boyunca Murâbıtlarla

Tinmellel’e daha uzak noktalarda; daha çok Tlemsan’dan batıya doğru Akdeniz,

Atlas Okyanusu kıyıları; yani bütün Mağribu’l-Aksâ’da savaşmış, Merrakeş dışında

bütün bölgelere hakim olmuş ve nihayet Merrakeş’i de alarak Murâbıtlar Devleti’ne

son vermiştir. Bu dönemde Murâbıtlar sürekli zayıflarken Muvahhidler günden güne

güçlenerek Murâbıtlardan iktidarı devr almaya başlamışlardır. Abdulmümin’in

Murâbıtlara karşı mücadelesinde elde ettiği her başarı Murâbıtlara bağlı bazı

bölgelerin ve kabilelerin Muvahhidlere katılımıyla sonuçlanmıştır. Her katılım bir

kum saati gibi, yavaş yavaş bir tarafın çoğalmasını, diğer tarafın ise azalmasını

sağlamıştır.

Muvahhidlerin 524/1130’da, Buheyra savaşında Murâbıtlara yenilmiş

olmalarına rağmen onların başkentlerini belli bir süre muhasara edebilmiş olmaları,

Murâbıtların Muvahhidlere karşı bir takım ciddi hazırlıklar yapmalarına yol açmıştır.

Murâbıtlar bu savaştan sonra işin ciddiyetini daha iyi anlamışlar ve Muvahhidlere

76

karşı daha güçlü askerî birlikler çıkararak onları yok etmeye çalışmışlardır. Ancak

onların bu çabaları Muvahhidleri yok etmek için yeterli olamamış, tersine

Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler günden güne güçlenmeye devam etmiştir.

Murâbıtlar Muvahhidlere karşı giriştikleri savaşlarda istedikleri başarıyı bir türlü elde

edememişler ve bu savaşlarda önce Ali b. Yusuf’un oğlu Seyr’i kaybetmişlerdir.

Bunun üzerine Ali b. Yusuf, Endülüs’te bulunan diğer oğlu Taşfîn’i Merrakeş’e

çağırarak, Muvahhidlere karşı yürütülen mücadelenin başına geçirmiş ve bu suretle

Muvahhidlerden kaynaklanan bu tehlikeyi bertaraf etmek istemiştir. Ancak o da

Abdulmümin başkanlığındaki Muvahhidleri durduramamış, Murâbıtlara umut

ettikleri başarıyı kazandıramamıştır. Tersine gün geçtikçe Muvahhidler Murâbıtlara

açıkça üstünlük sağlamaya başlamışlardır. 537’de Ali b. Yusuf’un ölmesi kısa bir

süre sonra da 539’da Taşfîn b. Ali’nin ölümü Muvahhidlere büyük bir öz güven

kazandırmış, Murâbıtları ise tamamen yıkıma sürüklemiştir. Murâbıtlar, bundan

sonra Mağrib bölgesinde neredeyse sadece Merrakeş’te sıkışıp kalmışlardır.

Muvahhidler on bir aylık uzun bir kuşatmadan sonra Merrakeş’i de ele geçirerek

Murâbıtlara son darbelerini indirmişlerdir. Şimdi Abdulmöümin’in Murâbıtlarla

mücadele aşamalarını daha ayrıntılı olarak ele alabiliriz.

3.a-524-533(1130-1139) Yılları Arasındaki Savaşlar

Abdulmümin, Buheyra savaşındaki yenilgiden gereken dersi almış ve halife

olarak işe başladığı ilk dönemlerde Murâbıtlarla daha çok dağlık bölgelerde çatışmış,

onlarla düz alanlarda karşılaşmamaya dikkat etmiştir140. Onları dağlara çekerek kendi

hakim olduğu sahada savaşa zorlamış ve bunda da muvaffak olmuştur. İbn Tûmert’in

sağlığında Murâbıtların başkenti Merrakeş, çok erken denecek bir dönemde

kuşatıldığı halde Abdulmümin, Merrakeş’i kuşatma işini Merrakeş dışındaki

Murâbıtlara bağlı önemli bütün merkezleri ve şehirleri ele geçirdikten sonraya

bırakmış ve son bir darbe ile burayı da ele geçirmiştir141.

İbn Tûmert 524/1130 yılı sonlarında ölmüş, İbn Kattan’ın belirttiğine göre bir

sonraki yıl (525/1131), Muvahhidlerin Tinmellel’de sükûnetle geçirdikleri bir zaman

140 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 59-61; Jemil, 107. 141 Jamil, 107; Bourouıba, 22.

77

dilimi olmuştur142. Aslında bu yıl Muvahhidler için, Buheyra savaşında karşılaşılan

büyük yenilgiden sonra tekrar toparlanmak ve yeniden harekete geçmek için hazırlık

yılı olarak da kabul edilebilir. Hulelü’l-Mevşiyye’de İbn Tûmert’in ölümünden sonra

Onlar ve Elliler Meclisi’nden olanların Abdulmümin üzerinde ittifak ettikleri ve ona

biat ettikleri belirtilir. Aynı yıl, yani 524/1130 yılında Abdulmümin, Muvahhidlerle

istişâre ederek nereye karşı askerî Harekâta girişeceklerini kararlaştırmıştır143.

Abdulmümin halife olarak işe başlamasından sonraki ikinci yılından itibaren

hazırlıklarını tamamlamış, Muvahhidler ordusunu yeniden ve daha güçlü bir şekilde

kurmak için gayret ederek toplamış olduğu ordusunu eğitmeye çalışmış ve cihada

hazırlamıştır. Hazırlıkların yeterli düzeye geldiğine inandığı andan itibaren de

Murâbıtlara karşı savaşlara başlanmıştır.

Abdulmümin, gizlilik döneminde Murâbıtlarla Tâdla, Der’a Vadisi ve

Gumâra bölgelerinde savaşlar yapmış, buralardaki bazı kaleleri ele geçirmiştir. Yine

bu dönemde Cezûle savaşında Murâbıtlarla karşı karşıya gelmiştir. Belli aralıklarla

sürdürdüğü bu savaşlardan sonra tekrar Tinmellel’e dönmüştür144.

İbn Kattan, 526/1132 yılı olayları içinde Endülüs’ten, İşbiliyeli Fellâkî’den de

bahsetmektedir. Fellâkî, Endülüs’te eşkıyalık yapan biriyken, daha sonra tövbe

ederek eşkıyalıktan vazgeçmiş, Ali b. Yusuf da onu affetmiştir. Bir müddet

Murâbıtlar için Endülüs’te, İşbiliyye’de görev yapmış, daha sonra Ali b. Yusuf

tarafından Merrakeş’e çağrılmıştır. Ali b. Yusuf, 515’den itibaren onu diğer bazı

komutanlarıyla birlikte Sûsu’l-Aksâ bölgesine, Dern Vâdisi’nde kendisiyle mücadele

eden Muvahhidlerle savaşmaya göndermiştir. Bir müddet sonra Fellâkî’nin Ali b.

Yusuf ile arası açılmıştır. Fellâkî bir gurup askeriyle Muvahhidlere katılmış, ancak

burada da uzun süre kalamamış, onlardan ayrılarak tekrar Murâbıtlara katılmıştır.

Fellakî bir müddet sonra, bir kez daha saf değiştirerek, Murâbıtlardan ayrılmış,

yeniden Muvahhidlere iltihak etmiştir145.

142 İbn Kattan, 222. Ayrıca bkz. Beyzak, 84; İnan, I, 225. 143 Hülelü’l-Mevşiyye, 143. 144 Beyzak, 84, 85; İbn Kattan, 223; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; Kayravânî, 137; Hamdî, 112. 145 İbn Kattan, 132, 133, 223, 224. Bu konuda ayrıca bkz. Beyzak, 88, 129; Hülelü’l-Mevşiyye, 113; İnan, I, 227; Sallâbî, 104; Hamdî, 114.

78

Beyzak’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin 527/1133 yılında,

Muvahhidlere İbn Tûmert’in ölümünü açıklayıp genel biat almasından sonra, ilk

önce Tâzâcurt savaşını gerçekleştirmiş, burayı ele geçirdikten sonra, savaşta elde

ettiği ganimetlerle Tinmellel’e dönmüştür. Beyzak daha sonra beş-altı yıllık bir

dönemi atlayarak, Abdulmümin’in (Merrakeş’in güney batısında, Atlas Okyanusu

sahiline yakın bir yerde bulunan Hâha’ya bağlı) Tâckûtat denilen bölgede Rebertir146

ve Taşfin komutanlığındaki Murâbıtlarla yapmış olduğu savaşlara geçmiştir.

Muvahhidler bu savaşlarda da üstünlüklerini sürdürmüşlerdir147. İnan’ın da belittiği

gibi, Abdulmümin’in Taşfîn b. Ali komutasındaki Murâbıtlarla ilk karşılaşması 533

yılı başlarında olmalıdır. Çünkü Taşfin Endülüs’te vâli olarak görev yapmakta iken

532 yılı sonlarında babasının daveti üzerine Mağrib’e gelmiş ve Muvahhidlere karşı

mücadeleye de bundan sonra başlamıştır148.

Abdulmümin Murâbıtlara karşı ilk dönemlerdeki bu savaşlarda, bölgedeki

bazı yerleri ve kaleleri ele geçirmiş ve esirler almış, düşmanlarından çok sayıda kişi

de öldürülmüştür149. Abdulmümin, Tinmellel çevresinde yer alan bütün bölgeleri

istilâ etmiştir. Onun Murâbıtlara karşı yürüttüğü mücadelede elde ettiği başarıları,

halkın Muvahhidlere katılımını da hızlandırmıştır150. Yine bu yıl içinde

Abdulmümin, Murâbıtlardan Ebû Bekir b. Varsıl ve adamları tarafından korunmakta

olan erişilmesi zor, sarp bir yerdeki Taskîmût kalesini zaptetmiştir. Muvahhidlerden

146 Rebertir veya Reberter, Arapça kaynaklarda yer alan yabancı bir kelimedir. Avrupa dillerinde ise bu kelime Reverter veya Roberto olarak söylenen bir isimdir. Burada adı geçen Rebertir, Barselona şövalyelerindendi. Barselona kontu ile arası açılınca, kont tarafından unvanı elinden alınmış ve mallarına el konulmuştur. Bunun üzerine o da Mağrib’e kaçmış ve Ali b. Yusuf’a katılmıştır. Ali b. Yusuf da, yanındaki çok sayıdaki Hıristiyan paralı askerle beraber onu özel kuvvetlerine katmıştır. Daha sonra o, Muvahhidlerle olan çatışmalarda komutan olarak yer almıştır. Beyzak’ın bildirdiğine göre Murâbıtlarla Muvahhidlerin çatışmalarında, Sûs çevresindeki bazı savaşlarda da Rebertir komutanlık yapmıştır. O, 539/1144’de Abdulmümin ile giriştiği bir çatışmada ölmüş ve onun ölümüyle askerleri dağılmıştır. Beyzak, 86, 92; İbn İzârî, 20; İnan, I, 232, 249; Hamdî, 115. 147 Beyzak, 84-86. Buradaki zaman atlamasına dikkat etmeyen A. Sâlim, bu savaşın 521/1127’de olduğunu ifade etmiştir. Oysa Taşfîn’in Muvahhidlerle savaşı 530’lu yıllarda başlamıştır. Bkz. Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 779. 148 İnan, I, 229. İbn Kattan, 527 ve 531 yılı olaylarını anlatırken Taşfîn’in bu yıllarda Endülüs’te Hıristiyanlara karşı savaştığını belirtmiştir. O, Taşfîn’in Muvahhidlere karşı savaşa çıkmasını ilk olarak 533 yılı olayları içinde vermiştir. Bkz. İbn Kattan, 241, 251, 263. 149 Beyzak, 85; İbn Kattan, 224, 225; Hülelü’l-Mevşiyye, 143; İbn Haldun, el-İber, 229; İnan, I, 225; Hamdî, 111-113.

İbn Kattan, Abdulmümin’in bölgedeki Taskîmût Kalesini ele geçirince kale komutanıyla birlikte 20.000 kişiyi öldürdüğünü bildirmektedir. Bkz. İbn Kattan, 224, 225. Sallâbî, haklı olarak bu rakamın çok abartılı olduğunu, bir kalede bu kadar savaşçının bulunmasının makul olmayacağına dikkat çekmiştir. Bkz. Sallâbî, 101. 150 Nâsırî, II, 92.

79

Ebû Hafs Ömer ve ileri gelenlerden bir gurup aynı yıl içinde Celâve kalesini de işgal

ederek ilerlemelerini sürdürmüştür. Kale zorlu bir çatışmadan sonra ele geçirilmiş ve

daha sonra da kalede bulunanlar öldürülmüştür. Bu kale daha önce İbn Tûmert

tarafından kuşatılmış ve o burada yaralanmıştı. Abdulmümin daha sonra Hazrece

Kalesini de ele geçirmiş ve kaleyi yaktırmıştır. Kale halkından çoğunu öldürmüş ve

sonra Ceşcal beldesine girmiş, burasını da yakmıştır. Yine bu yıl (526/1132) Hezrece

ve Heskûre’den bazı kabileler Muvahhidlere katılmışlardır. Ancak bunlar daha sonra

Muvahhidlerden ayrılarak, tekrar Murâbıtlara bağlanmışlardır151. Bu rivayetlerden

açıkça anlaşıldığı gibi Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı mücadelesi aynı anda birkaç

koldan yürütülmekteydi. Murâbıtlara karşı bir yandan Abdulmümin, diğer yandan da

Ebû Hafs Ömer savaşlara girişmiş ve onları bunaltmaya başlamışlardır.

Abdulmümin’in genel biat almasından sonra karşılaştığı önemli olaylardan

biri, Onlar Meclisi’nden olan Abdullah b. Melviyye’nin Abdulmümin’e karşı Ali b.

Yusuf ile gizlice anlaşmasıdır. Abdulmümin, Tâzâcurt seferinden sonra Tinmellel’e

geri döndüğünde İbn Melviyye’nin kendisine ihanet ettiğini öğrenmiştir. İbn

Melviyye, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nde yer alan ve Buheyra savaşında

kurtulanlan bu meclisin beş üyesinden biriydi. O, Abdulmümin’e biat edilmesini

kabullenememiş ve onun Tinmellel’den uzaklaşmasını fırsat bilerek Merrakeş’e

gitmiş ve Ali b. Yusuf ile anlaşmıştır. Bu anlaşma gereğince Ali b. Yusuf ona

Murâbıtlardan bir kuvvet tahsis etmiştir. İbn Melviyye bu kuvvetle ve kendisine

Muvahhidlere bağlı bölgelerden katılacak olan diğer kuvvetlerle Tinmellel’e

saldıracak ve Muvahhidler hükümetini ortadan kaldıracaktı. İbn Melviyye anlaşma

gereğince yanına aldığı Murâbıtlardan oluşan bir birlikle Merrakeş’ten ayrılarak

Tâmâzâcûst’a geldi. Burası Tinmellel yolu üzerinde Kenfîse kabilesinin yaşadığı bir

bölgeydi. İbn Melviyye yanında Abdullah b. Vesyedderen olduğu halde Kenfîse

kabilesinin ileri gelenlerini toplayarak kendisine katılmaları için davette

bulunmuştur. Kenfîse kabilesinden orada bulunanlar ise, ona Mehdî (İbn Tûmrt) ile

daha önce yapmış oldukları anlaşmayı hatırlatarak bu yeni davete karşı

memnuniyetsizliklerini belirtmişlerdir. Muvahhidler’in Yetmişler Meclisi’nden Ebû

Said Yehlut b. Hasan Âtivî bu kabiledendi. Ebû Said ve kölesi gizlice İbn

151 İbn Kattan, 224, 225, 226; İbn Ebî Zer, 187; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İnan, I, 226.

80

Melviyye’nin bulunduğu yere giderek onları öldürmüşler ve cesetlerini Tinmellel’e

götürüp asmışlardır. Böylece Abdulmümin’e karşı ortaya çıkan bu ilk isyan girişimi

daha işin başında bastırılmıştır. Abdulmümin olayı öğrenince Kenfîse kabilesine

teşekkür etmiş ve son seferinde elde ettiği ganimetlerden pay vererek onları

ödüllendirmiştir. Abdulmümin bu olaydan sonra tekrar vâdiye dönmüş ve Sanhâce

yakınlarındaki Esnâcân topraklarını ele geçirmiştir. Daha sonra Muvahhidler’in

Elliler Meclisi’nden olan Ali b. Nâsır’ı bölgeye vali tayin ederek buradan

ayrılmıştır152.

Beyzak, Abdulmümin’in Abdullah b. Melviyye’nin öldürülmesinden sonra

Muvahhidlerin Hâha’ya bağlı bölgelerde Rebertir ve Taşfin komutasındaki

Murâbıtlarla savaştıklarını belirtmektedir. Bu savaşlarda Muvahhidler zaman zaman

çok zor duruma düşmüşler, ancak sonunda zorlukları aşmayı başarmışlardır. Daha

sonra da Taşfin Merrakeş’e, Abdulmümin komutasındaki Muvahhidler ordusu ise

Tinmellel’e dönmüşlerdir153.

Abdulmümin 527/1133 yılında Fas yakınlarındaki Tâze’yi ele geçirmiştir.

Muvahhidler ordusu 528’de de Tinmellel’den ayrılarak Murâbıtlarla Merrakeş ve Fas

arasındaki bölgede yer alan Tâdla’da savaşmıştır. Abdulmümin’in ordusu bu

savaştan galip çıkmış dağlık bölgedeki birçok yeri ele geçirmiş ve halkın

Muvahhidler iktidarına itaatini sağlamıştır. Bu arada Sanhacelilerden bazıları da

Abdulmümin’e biat etmişlerdir154.

İbn Kattan 529/1135 yılı olaylarını ele alırken Muvahhidlerin gücünün

günden güne büyüdüğünü ve askerlerinin arttığını belirtmiştir. Bu yıl içinde Sûs

bölgesi tamamen Muvahhidlerin eline geçmiştir. Yine bu yıl Abdulmümin Benî

Yîgaz ile de savaşmıştır. Bu kabile daha önce İbn Tûmert’in ashabından Ebû

Muhammed Abdulaziz Ğayğâî’yi öldürmüşlerdi. Abdulmümin bu kabile ile kırk gün

savaşıp Tinmellel’e geri dönmüştür155. Abdulmümin, 529 yılında Fas’ın doğusunda

Ribatu’t-Tâze’nin inşasına da başlayarak Tinmellel dışında Muvahhidler için Mağrib

152 Beyzak, 85; İnan, I, 226, 227; Sallâbî, 103; Hamdî, 113, 114. 153 Beyzak, 86. 154 İbnu’l-Esîr, X, 458; Nuveyrî, XXIV, 528; İbn Ebî Zer, 186. 155 İbn Kattan, 236-240; İnan, I, 229; Sallâbî, 104; Hamdî, 116.

81

bölgesinde, Melviye ırmağının bir kolu üzerinde sahile yakın bu bölgede güvenli bir

merkez oluşturmaya başlamıştır156.

Abdulmümin, 530/1136 yılında ordusuyla Ecerfercân ve Maskarûtan’a

gitmiştir. Murâbıtlara bağlı askeri birliklerin başında o zaman Ali b. Yusuf’un oğlu

ve aynı zamanda veliahdı olan Seyr b. Ali b. Yusuf bulunuyordu. Abdulmümin bu

esnada daha güvenli olan dağlık bölgelerde hareket etmeye devam ediyordu. Fırsat

kollayarak zaman zaman da Murâbıtlara saldırılar düzenliyordu. Muvahhidler böyle

ani bir saldırıyla Maskarûtan’da Murâbıtları mağlup etmişlerdir. Bu saldırıyla bol

miktarda silah ve diğer malzemeleri de ganimet olarak ele geçirmişlerdir157.

Abdulmümin, 531/1137 yılında yeniden Benî Yîğaz kabilesine karşı harekete

geçmeye karar vermiştir. Ancak Tinmellel’den hareket etmeden önce bu kabileye

yakın kimselerden bir heyet göndererek, onlara uyarıda ve nasihatlerde bulunmuştur.

Benî Yîğaz’ın uyarıları dinleyip Muvahhidlerin egemenliğini kabul etmeleri üzerine,

savaşsız bir zafer elde edilmiştir158.

Muvahhidler ordusu 532/1138 yılında Tinmellel’den çıkarak Gayâse dağında

yerleşmişler Seyr b. Ali b. Yusuf da askerleriyle onun bulunduğu yere yakın bir

yerde ve Cerande Dağı’na kamp kurmuştur. Burada çatışmalar olmuş ve

Muvahhidlerin galibiyetiyle sonuçlanmıştır159. Başka bir rivayete göre ise, bu yıl

Abdulmümin Fas’ın doğusunda Afru Dağı yakınlarındaki Nevâzir denilen çok

yüksek dağlık bölgede karargah kurmuştu. Taşfin’in ordusu da buraya yakın düzlük

bir bölgeye karargah kurmuş bulunmaktaydı. İki ordu bulundukları bölgede dikkatli

bir şekilde bekledi. İki orduya bağlı küçük guruplar arsında bazı küçük çatışmaların

dışında, büyük çaplı bir savaş gerçekleşmeden geçen bu yıla Nevâzir Yılı

denilmiştir160.

156 İbn Ebî Zer, 187; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. 157 İbn Kattan, 249; Hamdî, 116. 158 İbn Kattan, 251. 159 İbn Kattan, 253-255; Hamdî, 117. 160 İbnu’l-Esîr, X, 458; Nuveyrî, 290.

82

Ali b. Yusuf’un oğlu ve veliahdı olan Seyr161, bu dönemde ölmüştür. Ali b.

Yusuf, Seyr’in ölümünden sonra Endülüs valisi olan diğer oğlu Taşfîn’i Endülüs’ten

Merrakeş’e çağırmış ve onu kendisine yeni veliaht tayin etmiştir162.

Bu aşamadan sonra Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidlerle savaşı Taşfîn

b. Ali sürdürmüştür. İbn İzârî, Taşfin’in 532 yılının Cemaziyelevvel’inde (Ocak

1138) büyük bir ordu hazırlayarak Muvahhidlere karşı sefere çıktığını belirtir. Bu

sefere çok sayıda kabile süvari ve piyadeleriyle katılmıştır. Taşfin bu orduya çok

fazla umut bağlamış ve yenemeyeceği hiçbir güç olmadığını düşünmüştür. Taşfîn

ordusuyla en önemli ve öncelikli hedefi olan Muvahhidleri yok etmeye çalışacaktı ve

bunu da rahatlıkla yapabileceğine inanıyordu. O askerleriyle Muvahhidlerin

bulunduğu bölgeye doğru hareket ederken Abdulmümin, dar, atların zorlukla

yürüdüğü dağlar arasında bir boğazda Murâbıtlar ordusuna karşı saldırıya geçmiştir.

Taşfin’in büyük umutlarla hazırlamış olduğu bu ordu burada Muvahhidlere karşı

varlık gösteremediği gibi çok zor duruma düşmüştür. Taşfin, büyük bir umutla çıktığı

bu seferinde Abdulmümin karşısında zor durumda kalmış ve askerlerine çekilme

emri vererek Merrakeş’e dönmüştür. Murâbıtların askerleri çekilirken dağlara

yayılmışlar, Abdulmümin de onları takip etmiş ve dağıtmıştır. Abdulmümin, burada

Taşfin’in ordusunu tam bir hezimete uğratmıştır. Muvahhidler, Taşfin’in

askerlerinden bir kısmını da esir alarak Tinmellel’e dönmüşlerdir. Bu savaşta

Murâbıtların hezimete uğraması ve Muvahhidlerin kazandığı başarı bir çok kabilenin

Muvahhidlere katılmasını sağlamıştır163.

Abdulmümin, 533 yılında Tinmellel’den haraket ederek Hâha bölgesine kadar

varmış ve burada karargah kurmuştur. Taşfin de yanında Rum komutan Rebertir

olduğu halde Merrakeş’ten çıkarak aynı bölgede karargah kurmuştur164.

Abdulmümin buradaki Benû Melul kabilesinin yaşadığı bölgede bir aydan fazla bir

süre kalmış, onlarla savaşmış, çok sayıda kişiyi öldürmüş ve içinde her türlü

yiyeceğin de bulunduğu ganimetler elde etmiştir. Daha sonra da buradaki diğer

kabileleri itaat altına almıştır. Abdulmümin buradan Âcerfercan’a geçmiş, Taşfin de 161 İbn Kattan, 249, 253. 162 Nuveyrî, XXIV, 290. 163 İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229. 164 İbn Kattan, 263; İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; İnan, I, 235; Hamdî, 118, 119; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 696.

83

onu takip etmiştir. Muvahhidler ile Taşfin komutasındaki Murabıtlar ordusu dağlık

bir bölgede savaşmışlar ve Taşfin komutasındaki Murâbıtlar ordusu, Muvahhidler

ordusu tarafından hezimete uğratılmıştır. Bu savaşta Murâbıtlar ordusunda Cezûle

kabilesinden çok sayıda asker bulunmaktaydı. Bu askerler evlerine dönmek için

Taşfin’den izin istemişlerdir. Taşfin de onlara izin vermiş, ancak onlar kısa zaman

sonra Muvahhidlerin tuzağına düşerek esir edilmişlerdir. Muvahhidler savaş

sonrasında ele geçirdikleri esirleri ve ganimetleri Tinmellel’e götürmüşlerdir.

Esirlerden Cezûle kabilesine bağlı kimseler Tinmellel’de Muvahhidlere katılma sözü

vermeleri karşılığında serbest bırakılmışlardır165.

Bu dönemde Abdulmümin bir yandan Sûs bölgesine tamamen hakim olmak

için çalışmış, bir yandan da Tinmellel’e oldukça uzak noktalara da seferler

düzenlemekten geri durmamıştır. Bu çalışmalarıyla birçok kabileyi ya etkisiz hale

getirmiş, ya da kendi saflarına katmıştır. Taşfin ve Rebertir komutasındaki

Murâbıtlar Abdulmümin’i yok etmek için bütün güçleriyle çalıştıkları halde

Abdulmümin, nisbeten kendilerine daha yakın ve Murâbıtların kontrol etmelerinin

zorlaştığı Tinmellel merkezli bu bölgeyi tamamen hakimiyet altına almıştır. Bölgede

Murâbıtlarla defalarca savaş yapmış, bazan galip gelmiş, bazan da kuşatma altında

çok zor durumda kalmış, ancak her seferinde kurtulmayı başararak sağ Sâlim

Tinmellel’e dönmüştür166. Sonuç olarak Abdulmümin, Murâbıtları Sûs bölgesinde

yenilgiye uğratmış, ganimetler ve esirler almış ve bölgeyi tamamen kendisine

bağlamıştır.

Beyzak’ın rivayetine göre, Abdulmümin Tînelîn seferine çıkmış ve bölgede

bazı yerleri ele geçirmiştir. Bu sırada Rebertir bölgeye gelmiş, Muvahhidler ise Sûs

bölgesine geçerek burada bazı yerleri ele geçirmişler ve esirler alarak Tinmellel’e

dönmüşlerdir. Bu esirler arasında bulunan vezir Bintan b. Ömer’in kızı,

Abdulmümin’e Merrakeş’te iken babasının İbn Tûmert’e şefaatçi olduğunu ve onu

kurtardığını hatırlatarak kendisinin ve diğer 400 kadar kadın esirin serbest

bırakılmasını istemiştir. Abdulmümin de onu ve diğer kadınları güzel bir şekilde

Merrakeş’e yollamıştır. Ali b. Yusuf, Abdulmümin’in bu jestine karşılık Rebertir’in

165 İbn Kattan, 263-265; İbn İzârî, 15; İbn Haldun, el-İber, VI, 229; Hamdî, 118. 166 Beyzak, 86.

84

Muvahhidlere bağlı Tîğîğâyîn denilen yerde ele geçirdiği kadınları (bu esirler

arasında Muvahhidlerin Onlar Meclisi’nden olan İbn Mahluf’un eşi de bulunuyordu)

serbest bırakıp Tinmellel’e yollayarak karşılık vermiştir167.

3.b-Yedi Yıl Savaşları (534-541/1139-1146)

İbn Tûmert’in ölümü ve Abdulmümin’in halifelik görevini üstlenmesi

üzerinden on yıl kadar bir süre geçmiş ve artık 534 yılına gelinmişti. Bu on yıllık

süre içerisinde Abdulmümin de bölgede varlığını herkese tamamen kabul ettirdi.

Onun başarıları Muvahhidler hareketini her yönüyle güçlendirmesi ve Murâbıtlarla

yaptığı hemen bütün savaşlarda üstünlük elde etmesi, en azından onu ortadan

kaldırmak için gelen Murâbıtları eli boş göndermiş olması, prestijini günden güne

artırdı. Bütün bunlar Muvahhidlerin kendilerine güvenlerini zirveye çıkarırken,

Murâbıtlardan kopmalar ve Muvahhidlere katılımlar da olağan gelişmelerden olmaya

başladı.

Bu aşamadan sonra Muvahhidler çatışmayı kendilerine yakın bölgelerden daha

çok Murâbıtların kalbi olarak kabul edilebilecek büyük kentlerin çevresinde

yoğunlaştırmaya karar vermişlerdir. Abdulmümin, yaklaşık on yıllık bir dönemde

elde ettiği savaş tecrübesi ve düşmanının zaaflarını ve üstün yönlerini tanıması ile

mücadelesinde yeni bir strateji belirlemiştir. Bu strateji sayesinde 534/1139 yılından

itibaren yedi yıl boyunca Mağribu’l-Aksâ’nın orta kısımlarından başlayıp, kuzey

sahilleri boyunca devam eden ve sonunda Tlemsan, Fas, Miknâse, Selâ üzerinden

Merrakeş’te biten bir dizi savaşla Murâbıtlar ile mücadelesini sürdürmüştür.

Abdulmümin, Tinmellel’den hareketi öncesinde kendisine bağlı bütün

kabilelere haber göndererek olabildiğince fazla asker toplamaya çalışmıştır.

Hazırlıklarını tamamlayınca hanımı tarafından akrabası olan Musa b. Süleyman’ı

Tinmellel’de yerine vekil bırakarak Safer 534’de (Eylül 1139) binlerce askeriyle dağ

yollarından kuzeye doğru hareket etmiştir168. Dağlık kısımlardaki hareketi ve

buralardaki hakimiyeti ona belli başlı maden yataklarını ve Sahra’dan Akdeniz’e

167 Beyzak, 87, 88; İnan, I, 233; Sallâbî, 107, 108; Hamdî, 120. 168 İbn İzârî, 16; Nâsırî, II, 93; Sallâbî, 108.

85

giden ticaret yollarını denetleme imkanı vermiştir. Bu denetim ovalardaki

hakimiyetine de zemin hazırlamıştır169.

Abdulmümin, Murâbıtlara karşı yürüttüğü yedi yıllık mücadele döneminde,

onlarla sürekli savaşarak Tlemsan, Fas, Vehran, Sicilmase başta olmak üzere,

Murâbıtlara bağlı Kuzey Afrika ve Atlas Okyanusu sahilinde bulunan hemen bütün

önemli merkezleri ve başkent Merrakeş’i Muvahhidler Devleti’ne bağlamıştır.

Böylece o, Murâbıtlar Devleti’nin Mağrib bölgesindeki hakimiyetine tamamen son

vermiştir.

Abdulmümin yedi yıl süren bu uzun seferi süresince Merrakeş’i istilâ

edinceye kadar Tinmellel’e dönmemiştir170. Ancak zaman zaman askerlerinin

durumu ve başarıları hakkındaki bilgileri habercileri vasıtasıyla Tinmellel’e

ulaştırmıştır171.

Bir müddet sonra, Abdulmümin çalışmalarıyla Murâbıtlara bağlı kabileleri

onlardan ayırarak kendi yanına çekmeye muvaffak olmuş, Murâbıtlar vergi

toplayamaz hale gelmişler ve insanlar onlardan uzaklaşarak Abdulmümin

yönetimindeki Muvahhidlere sığınmaya başlamışlardır172. Bundan sonra

Muvahhidler günden güne güçlenirken Murâbıtlar ise sürekli güç kaybetmişlerdir.

Muvahhidler ve Murâbıtlar arasında yaşanan savaşlar Beyzak tarafından

ayrıntılı olarak anlatılmış, Muvahhidler ordusunun uğradığı küçük büyük bütün

yerleşim yerleri zikredilmiş, buralardaki çatışmalar ve diğer olaylar ayrıntılı olarak

anlatılmıştır173.

Muvahhidler ordusu Tinmellel’den çıktıktan sonra, çeşitli yerleşim

bölgelerine uğrayarak Merrakeş’in güney doğusundan kuzey doğusuna doğru hareket

etmiş, Merrakeş’in 70 km. kadar doğusunda yer alan Demnât’a kadar ilerlemiştir. Bu

sırada Murâbıtlar ordusu Taşfin komutasında Merrakeş’ten ayrılarak Muvahhidleri

169 Brignon, V, 346. 170 İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 171 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 172 İbn Ebî Zer, 186, 187; İbn İzârî, 16; Zerkeşî, 5; İbn Haldun, VI, 229, 230. İbn Haldun’un ifadesiyle insanlar Murâbıtlardan Abdulmümin’e kaçmışlardır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 173 Beyzak, 88-109.

86

takibe başlamış ve onlar da Demnât’ın doğusunda bulunan Yemlelî’ye varmışlardır.

Sürekli yer değiştiren Muvahhidlerle onları izleyen Murâbıtlar arasında bu aşamaya

kadar herhangi bir çatışma olmamıştır. Ancak Muvahhidlerin geçtikleri bölgelerdeki

kabileler onlara katılmışlardır. Muvahhidler buradan kuzeye doğru ilerlemişler

Tadlâ’nın güneyindeki Dây’a kadar varmışlardır. Burada bulunan Murâbıtlara bağlı

yönetici Ali b. Sâktarâ kaçtığı için Muvahhidler burayı hiçbir mukavemetle

karşılaşmadan zapt etmişlerdir. Bölgede bulunan Sanhâceliler de Muvahhidlere

itaatlerini bildirmişlerdir. Daha sonra Muvahhidler ordusu bölgede bazı küçük

çatışmalarla yollarına devam etmiş ve Tâdlâ’nın 100 km. kadar kuzey doğusunda,

Fâzaz bölgesinin merkezi durumunda bir yerleşim yeri olan Azrû’yu istilâ etmiştir174.

Burada karargah kurarak bir müddet kalmışlardır. Azrû’da kaldıkları sırada

Abdulmümin burada yeni bir evlilik yapmıştır175. Bu esnada Muvahhidlere katılımlar

da devam etmiştir176.

Abdulmümin, Azrû’dan çevreye askeri birlikler göndererek bölgeyi itaat

altına almaya çalışmıştır. Bütün Fazaz bölgesi Sicilmâse’ye kadar Muvahhidlerin

hakimiyetine girmiştir. Bu arada Murâbıtlar da Taşfîn ve Rebertir komutasındaki

birlikleriyle Fas ve Miknâse’den hareket ederek bölgedeki bir kaleye yerleşmişlerdir.

Bu arada kış başlamıştır177. (535/1140) Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerden

bazılarını Tinmellel’e göndererek son durum hakkında onlara bilgi vermiş ve

kendisine güvenlerini sürdürmelerini sağlamıştır178.

Abdulmümin, askerleriyle kuzeydeki Azrû’dan 60 km. kadar uzaklıktaki Fas

yakınlarında bulunan Safru’ya, oradan da Fellac denilen yere ulaşarak burada

karargah kurmuştur. (Muharrem 535/Ağustos 1140) Taşfin ise Rum komutan

Rebertir ile birlikte Fas’a ulaşmıştır. Taşfîn, komutanı Rebertir’i Muvahhidler

üzerine göndermiş ve Muvahhidlerle Rebertir arasında bazı küçük çatışmalar

olmuştur. Muvahhidler kuzeye doğru hareket etmeye devam etmişler, Benû Makkud

174 Beyzak, 88, 89; 121; Sallâbî, 108, 109. 175 Beyzak, 88, 89. 176 Beyzak, 88, 89; Zerkeşî, 5; Sallâbî, 10. 177 Beyzak, 90; İnan, I, 235; Hamdî, 122. 178 Beyzak, 90.

87

mevkiine kadar varmışlar, Taşfîn de bu bölge yakınlarındaki Mekermede’de

karargah kurmuştur179.

535/1141 yılı kış döneminde kış çok ağır geçmekteydi. Çok şiddetli yağmur

yağıyor ve Murâbıtlar hava muhalefetinin verdiği zorluklarla baş edemiyorlar,

yağmur ve rüzgar onları perişan ediyordu. Yağmurla birlikte her taraf çamur olmuş,

askerin de hareketiyle bir müddet sonra yerler yürünmez hale gelmişti. Sonuç olarak

Murâbıtlara bağlı askerler çamur içinde kalmışlardı. Diğer yandan Murâbıtlar ordusu

ısınmak için yakacak bulmakta da çok büyük güçlük çekiyordu. Uzun kış şartları ve

ordunun sayıca çokluğu dolayısıyla ihtiyacın çok fazla olması, yakacak sıkıntısını hat

safhaya çıkardı. Sonunda yakacak sıkıntısından dolayı çadır direklerini ve

hayvanlarının semerlerini dahi yakacak duruma düştüler. Bu arada yiyecek

konusunda da durumları çok iç açıcı değildi. Çok sayıda asker soğuktan ve açlıktan

hayatını kaybetmeye başlamıştı180. Sonunda Murâbıtlar ordusu Fas ve Miknâse

bölgesinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu arada Murâbıtlara bağlı bazı kabileler de

onlardan ayrılarak Muvahhidlere katıldılar. Taşfin’in bölgeden ayrılmasından sonra

Muvahhidler de Fas bölgesinden hareket ederek Orta Atlas dağlarında ilerlemeye

devam etmişlerdir181.

Abdulmümin’in ordusu sürekli dağlık ve ormanlık bölgelerden hareket ediyor

ve karargahını bu bölgelerde kuruyordu. Karargah kurmuş olduğu yerin özelliğinden

dolayı da Muvahhidler yiyecek ve yakacak gibi erzak yönünden herhangi bir

sıkıntıya düşmemekteydi182.

536 yılı başlarında (1141 yazı) Abdulmümin kuzeye doğru hareketine devam

etmiştir. Bu arada sürekli katılımlarla günden güne sayıları artan Muvahhidler ordusu

çeşitli guruplara ayrılarak, birden çok yerde savaşarak bölgede tam bir hakimiyet

kurmaya başlamıştır. Taşfin Muvahhidlerin saldırılarına karşı bir yandan kendisi, bir

yandan da Rum komutanı Rebertir olduğu halde karşılık vermeye çalışmıştır. Bu

179 Beyzak, 90, 91; İnan, I, 236. 180 Beyzak, 90, 91; İbn İzârî, 16; İbn Ebî Zer, 187; Nuveyrî, XXIV, 291, 292; Sallâbî, 109. 181 Beyzak, 90, 91; İbn İzârî, 16; İbn Ebî Zer, 187; Nuveyrî, XXIV, 291, 292; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; İnan, I, 236, 237; Hamdî, 122,123. 182 Beyzak, 91; İbn Ebî Zer, 187; İbn İzârî, 16, 17; İbnu’l-Esîr, VI, 567.

88

savaşlarda bazen Murâbıtlar ordusu bazı başarılar elde etse de genellikle

Muvahhidler üstün gelmişlerdir.

Muvahhidler Fas’ın doğusundaki Gayâse yakınlarına geçmişler, Taşfîn de

Nevâzir denilen yerde karargah kurmuştur. Burada elli gün gece gündüz aralıksız

ortalığı kasıp kavuran fırtınalı bir hava yaşanmıştır. Bölgede bu sene de kış

(536/1142) çok soğuk ve sert geçmiştir. Taşfin’in bulunduğu Nevâzir’de odun ve

buğday fiyatları çok yükselmiştir. Bu zorlu kış döneminde Murâbıtlardan çok kişi

soğuktan ölmüştür. Murâbıtlar yeterince yakacak odun bulamadığı için çadır

direklerine ve mızraklarına varıncaya kadar yakmak zorunda kalmışlardır. Bu arada

Murâbıtlardan Muvahhidlere katılımlar da devam etmiştir183.

Abdulmümin, ordusuyla Gayâse’den Fas’ın kuzey doğusundaki, Akdeniz

sahiliyle Fas arasında yer alan Lukay’a geçmiştir. Muvahhidler burada Murâbıtlara

bağlı Velce Kalesi’ni istilâ etmişlerdir. Taşfîn de Muvahhidlerin bulunduğu bölgeye

yakın bir yerde karargah kurmuş ve Rebertir komutasındaki bir askeri birlik

Muvahhidlere bağlı bir birliği kuşatarak sıkıştırmış, ancak Muvahhidler kendilerine

yeni katılımlarla elde ettikleri destek sayesinde kuşatmadan kurtulmuşlardır.

Muvahhidler Lukay’dan yine bu bölgedeki Verga Vâdisi ve ırmağı yakınlarındaki

Tâzegderâ’ya geçmişlerdir. Taşfîn de ordusuyla vâdinin karşı kıyısında karargah

kurmuştur. Rebertir komutasındaki Murâbıtlar ordusu Tâzegderâ’da Muvahhidlere

karşı saldırıya geçmiş, iki ordu arasında iki gün boyunca çok şiddetli çatışmalar

yaşanmıştır. Bu çatışmalarda iki taraftan da birçok kişi ölmüştür. Bu çatışmalardan

sonra Rebertir askerleriyle Murâbıtların karargahının bulunduğu Benû Tavda’ya

çekilmiş, Muvahhidler ise Tâğrût denilen bölgeye geçmişlerdir184. Daha sonra

Muvahhidler Verga Vâdisi çevresindeki yerlerde sürekli yer değiştirerek Murâbıtları

oyalamışlardır. Bu arada Muvahhidlerin ileri gelenlerinden olan Ömer Esnak

hastalanmış ve ecelinin yaklaştığını hissedince Muvahhidlere uzun bir konuşma

yaparak onlara nasihatlarda bulunmuştur. Ömer Esnak konuşmasında, Muvahhidlere

halife Abdulmümin’e itaatte kusur etmemeleri konusunda tavsiyede bulunmuş ve

183 Beyzak, 91; İbn Ebî Zer, 187; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 238; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 696. 184 Beyzak, 91, 92; Sallâbî, 110; Hamdî, 123.

89

arkasından da o akşam vefat etmiştir. Bundan sonra Muvahhidler Akdeniz sahiline

yakın bir bölgede yer alan Lav Vâdisi’ne, oradan da sahile geçmişlerdir185.

Murâbıtlar ordusunun Rum komutanı Rebertir, Muvahhidler ordusunun

peşinden onları takip ederek Tetvan’a kadar gitmiştir. Muvahhidler sahilden doğuya

yönelmişler, Yekessas’a, daha sonra Badis Kalesi’ne kadar ilerlemişlerdir. Buradaki

halk Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler ilerleyerek Badis’in doğusundaki

Muzimme sınırına kadar varmışlardır. Burada Muvahhidlere önemli katılımlar

olmuştur. Bu arada Taşfin ve Rebertir komutasındaki Murâbıtlar ordusu da Fas’a

çekilmiştir186.

Muvahhidler Müzimme’de sekiz gün boyunca ortalığı kasıp kavuran bir

fırtınaya tutulmuşlardır. Onlar Muzimme’deyken Abdulmümin’in kardeşi İbrahim

buraya gelerek Muvahhidlere katılmıştır. Abdulmümin İbrahim’e at, köle ve çadır

vermiş ve Muvahhidlerden Muhammed b. Ebû Bekir b. Yecît’in yanına

yerleştirmiştir. Ancak İbrahim, Ebû Bekir ile ters düşmüş ve Ebû Bekir onu

öldürmüştür. Abdulmümin kardeşinin öldürülmesine çok kızmış ve Ebû Bekir’in

öldürülmesini emretmiş, ancak Ebû Hafs ve Ebû’l-Hasan Yûkût b. Veccac’ın, İbn

Tûmert, Ehlu’l-Cemâa (Onlar Meclisi), onların çocukları ve kölelerine kılıç işlemez

demedi mi? diyerek karşı çıkmaları üzerine Abdulmümin susmuş ve kararından vaz

geçmiştir. Abdulmümin bu olaydan sonra ordusunu kabilelere göre kısımlara

ayırmıştır187.

Abdulmümin’in ordusu günden güne büyümeye devam etmiştir. Murâbıtlara

karşı elde ettikleri her başarı hem morallerinin yüksek kalmasını sağlamış, hem de

Muvahhidlere katılımları sürekli hale getirmiştir. Bu gelişmelerle Muvahhidlerle

Murâbıtlar arasında süren savaşın dönüm noktasına doğru da gelinmeye başlanmıştır.

İki ordu arasında süren ve belli bir dengeyle devam eden savaş artık açıkça

Muvahhidler lehine değişmeye başlamıştır.

185 Beyzak, 92, 93; İnan, I, 238; Sallâbî, 110; Hamdî, 123. 186 Beyzak, 92,93; Zerkeşî, 5; İbn İzârî, 16; Hülelü’l-Mevşiyye, 129; İbnu’l-Esîr, VI, 567; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; Nâsırî, II, 93. 187 Beyzak, 93, 94. Sallâbî, kardeşini öldüren kimseye ceza verememesinin Abdulmümin’i çok etkilediği yorumunu yapmıştır. Bkz. Sallâbî, 101.

90

Abdulmümin’in komutanlarından biri olan Abdurrahman b. Zeccu, Melîle’ye

karşı saldırıya geçerek çok miktarda ganimet elde etmiş ve esirler almıştır. Esirler

arasında 100 kadar da bakire kız bulunmaktaydı. Abdulmümin ele geçirilen

ganimetleri taksim etmiş ve bu kızları Muvahhidlerle evlendirmiştir. O kızlardan

Melîle’nin yöneticisi Maksen b. Muaz’ın kızıyla da kendisi evlenmiştir. Muvahhidler

buradan Nedrûme ve oradan da Tlemsan yakınlarındaki yakınlarındaki Kumya

kabilesinin bulunduğu bölgeye geçmişler, burada bulunan Kumya kabilesi tamamen

Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler daha sonra Abdulmümin’in doğum yeri olan

Tacra’ya varmışlar ve bir müddet orada konaklamışlardır188. Kuzey kabilelerinin bir

çoğunun da kendilerine katılımıyla iyice büyümüş olan Muvahhidler ordusu

Abdulmümin tarafından üç gruba ayrılmıştır. Bu üç ordu, farklı bölgelere

gönderilerek Murâbıtlara saldırılarını üç koldan sürdürmüşlerdir189.

Abdulmümin’in ordusunun birinci grubunun başında Abdurrahman b. Zeccu

bulunuyordu. Bu birlik Kuzey Afrika sahilinden doğuya doğru hareket ederek

Bureyc denilen yeri ele geçirmiş ve burada ganimetler elde etmiştir. İkinci gurup Ebû

İbrahim komutasında oluşturulmuştur. Bu ordu Benî Vânvân topraklarına yürümüş

ve burayı istilâ etmiştir. Üçüncü ordunun başında ise Yusuf b. Vânûdîn vardı. Bu

birlik de Tlemsan bölgesindeki Medyûne Dağı’na yürümüştür. Bu birliğe

Tlemsan’daki Murâbıtlara bağlı Ebû Bekir b. Cevher ve Muhammed b. Yahya b.

Fannû komutasında büyük bir ordu karşı durmuştur. İki ordu Zeytun Vadisi’nde

şiddetli bir çatışmaya girişmiştir. Bu savaşta Murâbıtlar yenilgiye uğramış ve

komutanlarını da kaybetmişlerdir. Muvahhidler ordularından her biri farklı yerlerde

başarılı sonuçlar almışlar ve ganimetler kazanmışlardır190.

Muvahhidleri izleyen ve yer yer onlarla savaşan Rebertir ve Taşfin

komutasındaki Murâbıtlar, 1143/537-538 yılı kış dönemi gelince Fas’taki

merkezlerine çekilmişlerdir. Bu kış döneminde Muvahhidler de kendileri için merkez

seçtikleri Tlemsan yakınlarında kalmışlardır. Abdulmümin, bu esnada çevredeki

yerlere askeri birliklerini göndererek itaat altına almaya devam etmiş ve ganimetler 188 Beyzak, 94; İnan, I, 240. İnan bu olayı tamamen Beyzak’ın rivayetine uygun olarak nakletmiş, ancak, İbn İzârî’nin Beyânu’l-Muğrib’ini kaynak göstermiştir. İbn İzârî’nin eserinin bizim elimizdeki baskısında, bu olayla ilgili bir bilgiye rastyamadık. 189 Beyzak, 93, 94; İnan, I, 240; Sallâbî, 110, 111; Hamdî, 124. 190 Beyzak, 94, 95; İnan, I, 240, 241; Hamdî, 124.

91

elde etmiştir191. Bu kış döneminde Murâbıtların devlet başkanı olan Ali b. Yusuf, 3

Recep 537/22 Ocak 1143’de vefat etmiştir. Yerine daha önce onun tarafından veliaht

tayin edilen oğlu Taşfin b. Ali geçmiştir192. O, veliaht olarak biat almasından itibaren

Muvahhidlere karşı savaşın komutanlığını yürütmekteydi. Ali b. Yusuf’un vefatı

sonrasında Murâbıtlardan Lemtûnelilerle Mesûfe kabileleri arasında ihtilaflar çıkmış

ve Musûfe kabilesinden bazı önemli kişiler Muvahhidlere katılmışlardır193.

Bu dönemde Taşfin, Rum komutan Rebertir’i büyük bir orduyla Muvahhidler

üzerine göndermiştir. Rebertir, o esnada düzlük bir bölgede olan Muvahhidlere bağlı

Beni Sendem ve Zeneta üzerine saldırarak, önemli miktarda ganimet elde etmiştir.

Ancak daha sonra Muvahhidler yolunu keserek onunla savaşmışlar ve Rebertir’i

mağlup etmişlerdir. Bu son savaşta Rebertir’in askerlerinin tamamına yakını ve

kendisi öldürülmüştür (539/1145)194. Böylece Murâbıtlar en önemli komutanlarından

birini kaybetmişlerdir. Muvahhidler ise kazandıkları galibiyetler, kendilerine katılan

kabileler ve bazı önemli kişilerin desteğiyle günden güne güçlenmişlerdir195.

Bu olaylar sonrasında Taşfin Murâbıtlara bağlı olan bütün bölgelere çağrıda

bulunarak, imkanları ölçüsünde olabildiğince büyük ve güçlü bir ordu hazırlamaya

çalışmıştır. Yani Murâbıtların hakim olduğu bütün bölgelerde seferberlik ilan

etmiştir. Bu çağrı üzerine ülkesinin dört bir yanından gelen askerler Ribatulfeth’de

toplanmıştır. Endülüs’ten de İbrahim b. Taşfin, yanına 4000 paralı Hırıstiyan süvari

birliğini de alarak bu orduya destek olmuştur. Taşfin, bütün askerlerini Tlemsan

önlerinde toplamıştır. Taşfin’in bu ordusu güzelliği, düzenliliği ve sayısının çokluğu

ile göz kamaştırıyordu. Bu ordu, büyük bir şölenle geçit resmi yapmış ancak bu

Murâbıtlar ordusunun son askeri geçit töreni olmuştur196.

Muvahhidler, Tlemsan’ın kuzeydoğusundaki Sahratân denilen yere, Taşfin ise

ordusuyla Muvahhidlere yakın bir bölgeye (Sıtafsîf’e) yerleşmiştir. İki ordu arasında

191 Beyzak, 95; İnan, I, 241. 192 İbn İzârî, 16; Nuveyrî, XXIV, 292; İbn Haldun, el-İber, VI, 130; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 241; Sallâbî, 111; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 782; Hamdî, 124. 193 İbn İzârî, 16; Hülelü’l-Mevşiyye,129; İbn Haldun, el-İber, VI, 230; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 93; İnan, I, 245-247; Sallâbî, 111; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 697. 194 Beyzak, 96; İbn İzârî, 20; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, 94, 95. 195 İbn Haldun, el-İber, VI, 230. 196 İbn İzârî, 19, 20; Hülelü’l-Mevşiyye, 131; İnan, I, 248.

92

iki ay boyunca her gün çatışmalar olmuştur. Bu çatışmalarda da Muvahhidler,

Murâbıtlara karşı üstünlük sağlamışlardır. Murâbıtlar ordusu Sahratân önlerinde

Muvahhidlerle şiddetli bir çatışmaya girişmiştir. Büyük umutlarla toplanan bu ordu

Muvahhidlere mağlup olmuştur197. Bu yenilgi, Taşfin’e tüm çabalarına rağmen

Muvahhidlere karşı ne kadar zayıf durumda olduğunu iyice göstermiştir.

Taşfîn bu büyük girişimi ile, sürekli Murâbıtlar aleyhine gelişen olayları,

bütün kozlarını ortaya koyarak, son bir hamle ile tersine çevirmeye gayret etmiş,

ancak bu hamle de Murâbıtları kurtarmaya yetmemiştir. Bu yenilgiden sonra

Taşfîn’in durumu çok hızlı bir şekilde iyice zorlaşmaya devam etmiştir.

Muvahhidler, günden güne Murâbıtları daha fazla sıkıştırma yoluna gitmişlerdir.

Taşfin, Muvahhidler karşısında üstünlük sağlama ümitlerini tamamen

kaybetmiş olarak, askerî merkezini Tlemsan’ın kuzey doğusunda sahilde bulunan

Vehran’a nakletmiştir. Bu arada oğlu ve aynı zamanda veliahdı olan198 İbrahim b.

Taşfîn’i Lemtûnelilerin ileri gelenlerinden bazıları ve katibi Ahmed b. Atıyye ile

Şaban 539/Ocak 1145’te Merrakeş’e göndermiştir199. Diğer taraftan Taşfin’in amcası

İshak, İbrahim b. Taşfîn’in veliaht olarak biat almasını kabul etmemiş ve bundan

dolayı da aralarında ihtilaf ve çekişme ortaya çıkmıştır200.

Taşfin, Vehran’da gerektiğinde denizden de korunabilen bir kale yaptırmıştı.

Bu arada donanma komutanı Muhammed b. Meymun da Meriyye’de Normonlarla

savaştıktan sonra buraya dönmüş ve Murâbıtların karargahı yakınına demir atmıştı.

Taşfin, komutanı İbn Meymun’a on savaş gemisiyle kale önündeki limanda hazır

bulunmasını istemişti. İbn Meymun da buradan gelişmeleri izlemekteydi201.

Abdulmümin, Murâbıtların kuzeye doğru gitmelerinden sonra onları izlemeye

başlamıştır. Bu döneme kadar Murâbıtlar Muvahhidleri takip edip onları sıkıştırmaya

çalıştığı halde roller değişmiş, bu aşamadan sonra Muvahhidler Murâbıtların peşine

düşerek onları sıkıştırmaya başlamışlardır. Bu çerçevede Muvahhidler ordusunun

komutanlarından Ebû Hafs Ömer Hintatî komutasındaki öncü bir askerî birlik 197 Beyzak, 96; Hülelü’l-Mevşiyye, 133. 198 İbn İzârî, 19. 199 Hülelü’l-Mevşiyye, 135; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 2250, 251. 200 Hülelü’l-Mevşiyye, 135. 201 İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 249, 250.

93

Taşfîn’in peşinden Vehran’a hareket etmiştir202. Muvahhidler önlerine çıkan bazı

kabileleri itaat altına almaya zorlamışlardır. Bunun üzerine Lemtûnelilerden olan

Benî Abdulvâd, Benî Versîfîn ve Benî Tûcîn’in liderleri Abdulmümin’e giderek

itaatlerini bildirmişler ve Muvahhidler kuvvetlerine katılmışlardır203.

Muvahhidler ordusu, Vehran’da şehre su veren kaynağın bulunduğu hakim

bir tepeye yerleşmişlerdir204. Bu arada Murâbıtların içinde bulundukları zor

durumdan ve karışıklıklardan dolayı komutanlarından bir kısmı Taşfîn’i bırakıp

gitmişlerdir205.

Vehran’a saldırı hazırlıklarını tamamlayan Muvahhidler, 539 yılı Ramazan

ayı sonlarında erken saatlerde, hep birden savaş naraları atarak harekete geçmişlerdir.

Taşfin de tedbir olarak askerlerine pusular kurmalarını emretmiş, ancak

Muvahhidlerin ilerlemesini durduramamıştır. Muvahhidler ordusunun komutanı Ebû

Hafs Ömer, askerlerine Murâbıtların ordugahına saldırmaları için emir vermiş,

Muvahhidler de Taşfin’in çadırının göründüğü yere kadar ilerlemişler ve buradaki

çatışmalarda Murâbıtları mağlup etmişlerdir. Bu mağlubiyet Murâbıtlar ordusu

içindeki sıkıntıları iyice artırmıştır. Bu sırada Taşfin seçkin adamlarından birkaç

kişiyle birlikte kaleye geçmiştir. Muvahhidler de odun toplayarak geceleyin kale

kapısında büyük ateşler yakmışlar ve kaleyi ele geçirmeye çalışmışlardır206. Bu

durum Taşfin’in daha da telaşlanmasına yol açmıştır. Taşfîn, ölüm korkusuyla

geceleyin yanında bulunan en yakın adamlarıyla Endülüs’e kaçmaya karar vermiş ve

Reyhane adlı atına binerek kendisini limanda bekleyen gemiye binmek üzere gizlice

kaleden çıkmıştır. Taşfin, akşam karanlığında atıyla hareket ederken atının

dalgalardan ürkerek tökezlemesiyle uçurumdan düşerek ölmüştür. (27 Ramazan 539-

23 Mart 1145)207

202 Beyzak, 97; İbn İzârî, 20; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 249. 203 İbn İzârî, 19; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; İnan, I, 249; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. 204 İbn İzârî, 20; İnan, I, 249. 205 Beyzak, 97, 98. 206 Beyzak, 98; İbn İzârî, 21; İnan, I, 250. 207 Merrakûşî, 202; İbn İzârî, 20, 21; İbn Ebî Zer, 166, 188; Hülelü’l-Mevşiyye, 133; Nuveyrî, XXIV, 292, 293; İbnu’l-Esîr, X, 459; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Zerkeşî, 6; Nâsırî, II, 95; İnan, I, 250; Sallâbî, 111; Sâlim, Târihu’l-İslâm, II, 697; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783. Guneymî, Taşfîn’in ölüm tarihini diğer kaynaklardan farklı olarak, 17 Ramazan 539/Şubat 1145 olarak vermiştir. Ayrıca verilen Hicrî tarihin karşılığı ise Şubat değil mart olması gerekmektedir. Bkz. Guneymî, II, 205.

94

Taşfin, Abdulmümin’i durdurmak için yıllarca savaş meydanlarında

mücadele etmiştir. Bu süre içerisinde o, sürekli hareket halinde olmuş, değişik

yerlerde ve cepheden cepheye koşarak savaşmıştır. O, Muvahhidlere karşı

mücadelesinde başarı kazanmak için bütün gücünü kullanmış, hiçbir fadakarlıktan

kaçınmamıştır. Bu uzun savaşı süresince de ne babasıyla ne de çocuklarıyla doğru

dürüst görüşememiştir.

Taşfîn, başlangıçta Muvahhidlerle bir komutan olarak savaşırken babasının

ölümünün ardından devlet başkanı sıfatıyla, her türlü yetkinin kendisinde olduğu bir

kişi olarak savaşına devam etmiştir. Devlet başkanlığının üzerenden iki yıl iki ay

geçtikten sonra da Abdulmümin’e karşı elde etmek istediği başarıyı sağlayamadan

gözü arkada kalarak ölmüştür208. Onun ölümünden sonra yerine oğlu İbrahim’e biat

edilmiş, daha sonra onun bu işi yürütmekten aciz olduğu ileri sürülerek azledilmiş ve

yerine amcası İshak b. Ali getirilmiştir. Merrakeş’in düşmesine kadar da, İbrahim

gibi acziyet içinde olan amcası İshak iş başında kalmıştır209.

Murâbıtlara bağlı askerlerin Taşfîn’in ölümünü haber almalarından önce,

ceset Muvahhidler tarafından bulunmuştur210. Muvahhidler onun cesedini teşhis

etmişler, daha sonra asmışlar ve başını keserek Abdulmümin’e götürmüşlerdir. O da

Taşfin’in kesik başını Tinmellel’e göndermiştir. Taşfîn’in başı Tinmellel’de İbn

Tûmert’in mescidi yakınında bir ağaca asılarak teşhir edilmiştir211. Böylece

Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı elde ettikleri kesin üstünlük sergilenmiştir.

Taşfin’in ölümünden sonra Muvahhidler’in komutanı Ebû Hafs Ömer tüm

gücüyle Vehran’a yüklenmiş, Murâbıtları güçleri tükenip pes ettirene kadar baskısını

sürdürmüştür. Muvahhidler Vehran’daki kalenin suyunu kesmişler212 ve kaleye

sığınmış olan Vehranlıların teslim olmalarını istemişlerdir. Bir süre sonra da kalede

açlık ve susuzluk iyice hissedilmeye başlanmıştır. Sonunda kaledekiler Ramazan

Bayramı günü kayıtsız şartsız Muvahhidlere teslim olmuşlardır. Muvahhidler de

208 Hülelü’l-Mevşiyye, 133, 134. 209 İbn Haldun, el-İber, 189. 210 Hülelü’l-Mevşiyye, 133. 211 Beyzak, 98; İbn Ebî Zer, 166, 188; İbn İzârî, 21; Merrakûşî, 202; Hülelü’l-Mevşiyye, 133; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; İbnu’l-Hatib, İhâta, I, 461, 462; Nâsırî, II, 95; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783. 212 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134.

95

kalede Taşfîn’in adamlarından kim varsa herkesi öldürmüşlerdir213. Bazı kaynaklarda

yer alan Vehranlıların açlık ve susuzluktan dolayı ölmeye başlamış olmaları214 doğru

kabul edilemeyecek rivayetlerdir. Çünkü Muvahhidlerin Vehran kuşatması en kısa

süren şehir kuşatmalarından sayılır. Buradaki kuşatma en fazla iki ay kadar

sürmüştür215. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise Taşfîn’in ölümünden bir ay önce oğlu

İbrahim’i veliahd ilan ederek Merrakeş’e yolladığı rivayet edilmiştir216. İbn Haldun

da Taşfîn’in Vehran’da bir ay kaldığını belirtmiştir217. Taşfin’in oğlunu Merrakeş’e

yollaması ise Tlemsan yenilgisi sonrasında Vehran’a çekilirken gerçekleşmiştir.

Muvahhidler Taşfin’in peşinden Vehran’a hareket etmişlerdir. Şehrin suyunun

kesilmesi ise kuşatmanın belli bir aşamasında gerçekleşen bir durum olmalıdır. Bir

şehrin kısa bir dönem abluka altında tutulmasıyla orada çok sayıda insanın açlık ve

suzsuzluktan öldüğünü kabul etmek mümkün değildir. Belki şu söylenebilir;

Vehran’da susuzluktan dolayı çok büyük sıkıntı çekilmiştir. Bu konudaki rivayetler

mübalağalıdır. Diğer taraftan Vehran, Taşfin’in ölümünden sadece üç gün sonra

Muvahhidlere teslim olmuştur.

Taşfîn’in ölüm haberi Tlemsan’a ulaşınca şehrin ileri gelenlerinden altmış

kadar şahıs Abdulmümin’e eman dilemeye gitmişler, onları Yeslâtin Zenâtî

karşılamış ve tamamını öldürmüştür. Bu haber Tlemsan’a ulaşınca halk büyük bir

korku ve endişe içine düşmüş, Tlemsan’da tam bir korku ve karamsarlık hakim

olmuştur218. Yine Vehran’ın düşmesinden sonra, Abdulmümin buraya gelmeden,

213 Beyzak, 98; İbn İzârî, 22; Nuveyrî, XXIV, 293; İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Zerkeşî, 5; İbnu’l-Verdî, II, 44; Nâsırî, II, 95; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 783; İnan, I, 251.

Beyzak, Vehran’ın düşmesinden sonra Taşfin’in adamlarının öldürüldüğünü, İbnu’l-Esîr ve İbnu’l-Verdî ise sayısız kimsenin öldürüldüğünü söylerken, İbn İzârî de halk kuşatma altındayken her gün otuz kırk kişinin susuzluktan öldüğünü, Muvahhidlerden eman istediklerini, ancak eman verilmediğini ve sonunda kendilerini Muvahhidlerin hükmüne bıraktıklarını, onların da küçük büyük demeden herkesi öldürdüğünü rivayet etmiştir. Zerkeşî istilâdan sonra, Abdulmümin’in şehrin yıkılmasını emrettiğini belirtmiştir. Vehran’daki savaşın bu şekilde kanlı bittiği yolundaki rivayetleri değerlendiren Abdullah İnan, Vehran’ın mezbahaya çevrildiğini ve bu olayın Muvahhidlerin kanlı siyasetini ortaya koyduğu, yorumunu yapmıştır. İnan, I, 251. Yine Zeylü Târihu Dimeşk’te, İbnu’l-Kalansî de, belki bu tür rivayetleri hesaba katarak, Muvahhidlerin fesat çıkaran, kan döken, İslâm Şeriatına muhalefet eden bir grup olduğunu ifade etmiştir. Bkz. İbnu’l-Kalansî, Ebû Ya’lî Fulânî, Zeylu Târihu Dimeşk, 291- 293, Beyrut 1908. 214 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. İbn Haldun, Vehranlıların su sıkıntısı çektiklerini rivayet etmiş, Beyzak ise bu konuya hiç değinmemiştir. Bkz. Beyzak, 98; İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 215 İbn İzârî, 22. 216 Hülelü’l-Mevşiyye, 135. 217 İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 218 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134; İnan, I, 252.

96

çevrede bulunan Murâbıtlara bağlı kabileler şaşkınlık ve korku içinde Fas’a ve hâlâ

Murâbıtların elinde bulunan diğer bölgelere kaçmaya çalışmışlardır219. Tlemsan’da

bulunan Yahyâ b. Sahravî de askerleriyle buradan ayrılarak Fas’a geçmiştir220.

Tlemsan'da Murâbıtlarla alakası olanlar şehri terk etmişlerdir. Tlemsan’ın istilâ

edilmesiyle bölge tamamen Muvahhidlerin kontrolune girmiştir. Murâbıtlar

savunması Fas ve Merrakeş gibi güçlü surlarından dolayı daha iyi savunulabilen

şehirlerde odaklanmıştır.

Hulelü’l-Mevşiyye’de, Muvahhidlerin Tlemsan’da her eve girerek şehri

yağmaladıkları, çok sayıda kişiyi öldürdükleri, ölü sayısının yüz bini bulduğu rivayet

edilmiştir. Beyzak ise Telemsan’da herhangi bir öldürme olayından bahsetmemiştir.

İbnu’l-Esîr, Abdulmümin’in Vehran’dan Tlemsan’a geçtiğini belirtmekle yetinmiş,

İbn Haldun ise Tlemsan halkının Abdulmümin tarafından affedildiğini belirtmiştir221.

Sonuç olarak Tlemsan’daki asıl yönetici unsurların kaçmasından sonra, burası

savaşmaya bile gerek kalmadan istilâ edilmiştir. Böyle bir ortamda hâlâ şehirde kalan

Murâbıtlara doğrudan bağlı yönetici unsurlardan bazı kişiler öldürülmüş olsa da,

büyük bir katliamın yapıldığını düşünmek doğru değildir. Çünkü böyle bir uygulama

hiç kimseye yarar sağlamadığı gibi yönetimi devralacak iktidarı da halkı olmayan,

anlamsız bir duruma düşürür. Bu konuda diğer kaynaklarda ifade edilmeyen

Hulelü’l-Mevşiyye’deki mübalağalı rivayetten çok, İbn Haldun’un rivayetini kabul

etmek daha makul olacaktır. Burası aynı zamanda Abdulmümin’in kabilesinin

yaşadığı bölgedir. Kendi memleketinde katliam yaparak halkı karşısına almak, siyâsî

olarak da aklî olarak da uygun değildir.

Abdulmümin doğum yeri olan Tacrâ’ya yakın bir yer olan Telemsan’da yedi

ay kadar kaldıktan sonra Safer 540/Temmuz 1145’ta, Süleyman b. Muhammed b.

Vânûdîn Hintâtî’yi vali tayin ederek buradan ayrılmıştır222. Bu arada Sicilmâse’nin

Abdulmümin’e biat ederek Muvahhidlere katılımı gerçekleşmiştir223. Abdulmümin,

bu dönemde hem İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan Ebû İbrahim komutasında

219 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. 220 Nuveyrî, XXIV, 294; İnan, I, 252. 221 Beyzak, 99; İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 222 İbn İzârî, 23; İbn Haldun, el-İber, VI, 231. 223 İbn Haldun, el-İber, VI, 231.

97

bir orduyla Fas’ı muhasara altında tutmuş, hem de yine aynı meclisten diğer bir

komutan olan Ebû Hafs Ömer komutasındaki bir başka orduyla Miknâse’yi

kuşatmıştır224. Kendisi de her iki orduyla bağlantılı olarak çalışmış, her iki tarafa da

destek olmuştur225.

Abdulmümin askerleriyle birlikte Yahya b. Ebî Bekir Sahrâvî tarafından

savunulmakta olan Fas’a doğru hareket etmiştir226. O, yolu üzerindeki yerleri istîlâ

etmiş, bu esnâda Acersîf’te bir müddet kalmış ve buradan Fas’a hareket etmiştir227.

Abdulmümin Acarsîf’ten ayrıldıktan sonra Fas’ın doğusunda, buraya çok

yakın bir noktada bulunan Makarmada’ya ulaşmış, bir müddet burada kalmıştır.

Onların gelişini haber alan Murâbıtların Fas’taki komutanı Sahrâvî, bir gurup askerle

Muvahhidlere karşı çatışmalara girmiş, ancak mağlub olarak geri çekilmek zorunda

kalmıştır. Daha sonra Abdulmümin bütün gücüyle Fas’a yüklenmiştir. Şehir

çevresindeki ağaçların bir kısmı Abdulmümin’in emriyle kesilerek baraj yapımında

kullanılmıştır228.

Mağrib bölgesinin en önemli merkezlerinden biri olan Fas’ın Muvahhidler

tarafından muhasarası dokuz ay kadar sürmüştür229. Bu muhasara esnasında

Muvahhidler şehrin içinden akan nehrin önünü ağaç ve taşlarla kapatarak içinde

gemilerin dahi yüzebileceği büyüklükte bir baraj oluşturmuşlardır. Muvahhidler daha

sonra barajın önündeki seti yıkmak suretiyle şehri tamamen sular altında bırakarak

teslim olmaya zorlamışlardır. Barajın yıkılmasıyla oluşan sel yer yer şehir surlarına

zarar vermiş, ancak yıkılan yerler tamir edilerek şehrin savunulmasına devam

edilmiştir230. Bu uzun kuşatma esnasında zaman zaman Fas’ı savunmakta olan

Murâbıtlar, Sahravî ve diğer bazı komutanlar öncülüğünde surlar dışına çıkarak

224 İbn İzârî, 24; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 697. 225 İbn Haldun, el-İber, VI, 231, 232. 226 İbn İzârî, 22, 23;İbnu’l-Esîr, X, 460; İbn İzârî, 188; İbn Haldun, el-İber, VI, 231; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 227 Beyzak, 98, 99. 228 Beyzak, 99, 100; İbn İzârî, 24; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 784. İbn İzârî, kesilen ağaçlarla hayvanlar için ağıl yapıldığını rivayet etmiştir. 229 Beyzak, 102; Hülelü’l-Mevşiyye, 136; Zerkeşî, 5; İnan, I, 257; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 698; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 785. İbn İzârî ve İbn Haldun, Fas muhasarasının yedi ay devam ettiğini rivayet etmişlerdir. Bkz. İbn İzârî, 24; İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 230 Beyzak, 100; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 295; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. Ayrıca İbn İzârî de Fas kuşatmasında bend yapıldığına işaret etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 23.

98

Muvahhidlerle çatışmalara girişmişler ve daha sonra yeniden şehre çekilmişlerdir.

Kuşatmanın uzamasıyla Sahravî ile diğer komutanlar arasında da tartışmalar

yaşanmıştır. Belki de bu tartışmaların da bir sonucu olarak Fas’taki Murâbıtların Fas

valisi Ebû Muhammed Ceyyanî gizlice Abdulmümin ile anlaşmıştır. Ceyyanî,

anlaşma gereğince bir gece şehrin kapısını (Babu’l-Feth) Muvahhidlere açmış ve

Muvahhidlerin şehre girmelerini sağlamıştır. Uzun bir muhasarandan sonra Fas

Zilkade 540/Nisan 1146’da Muvahhidlerin eline geçmiştir231. Bu arada Sahravî

şehirden kaçmayı başarmış, önce Septe’ye sonra da Endülüs’e geçmiş ve İbn

Gâniye’ye katılmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlar dışındaki halka eman vermiş, Fas

surlarının yıkılmasını emretmiş ve ‘Bizim surlara ihtiyacımız yok. Bizim surlarımız,

kılıçlarımız ve adaletimiz olacaktır’ demiştir. Muvahhidler döneminde 600/1203-

1204 yılına kadar Fas’a yeniden sur yaptırılmamıştır232. Abdulmümin Fas’ta birkaç

gün kaldıktan sonra burada Ebû İshak b. Câmi’yi vali, Ceyyanî’yi de Mutasarrıf

olarak görevlendirmiştir. Ceyyanî, Muvahhidlere yardımının karşılığı olarak bu

önemli göreve getirilmiştir. O, buradan Miknâse’ye ve daha sonra da Selâ’ya

geçmiştir233.

Fas’ın Muvahhidler tarafından istilâ edilmesinden sonra Murâbıtların ileri

gelenlerinden yakalananlar öldürülmüşlerdir. Ancak Ömer b. Yintan ve Murâbıtların

vezirlerinden Ali b. Yusuf Sâik öldürülmemiştir. Bu kişilerin Mehdî İbn Tûmert’e

yardım etmiş olmaları ve Murâbıtların devlet başkanı olan Ali b. Yusuf’u, İbn

Tûmert’e iyi muamele yapması konusunda iknâ etmeleri göz önünde

bulundurulmuştur. Bundan dolayı da Murâbıtlara yakınlığı olan diğer kimseler 231 İbn İzârî, 24; İnan, I, 258; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 699; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 784; Sallâvî, 111; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. 232 İbn Ebî Zer, 189; Nâsırî, II, 96; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 699; Mağribu’l-Kebîr, II, 785; İnan, I, 259. 233 Beyzak, 102. Fas Kuşatması ve Fas’ın Muvahhidlere bağlanması ile ilgili geniş bilgi için bkz. Beyzak, 98-102; İbn İzârî, 23, 24; İbn Ebî Zer, 189; Hülelü’l-Mevşiyye, 134-137; Nuveyrî, XXIV, 294, 295; İbn Haldun, el-İber, VI, 231, 232; Nâsırî, II, 96, 97; İnan, I, 257, 258; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 699.

Beyzak, İbn İzârî ve İbn Haldun, Fas’ın ele geçirilmesi esnasında Abdulmümin’in orada bulunmadığını, Muvahhidlerin Fas’a girerken onun Miknâse kuşatmasını yürütmekte olduğunu rivayet etmişlerdir. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise Ceyyânî’nin Abdulmümin ile bizzat görüştüğü ve Abdulmümin’i şehrin fetih kapısından içeri aldığı ifade edilmiştir. Beyzak’ın Muvahhidlerle olan yakınlığı dolayısıyla onun rivayeti daha kabule şayandır. Ancak o, şehrin ele geçirildiği esnada orada olmasa bile, dokuz ay gibi uzun bir süre devam eden kuşatma sürerken, başka yerlerdeki diğer savaşlara katılması ve bu savaşları koordine etmek için zaman zaman buradan ayrılmış olması normal bir durumdur. Ancak Abdulmümin, Fas’ın düştüğünü haber alır almaz de Fas’a gelmiş olmalıdır. Bkz. Beyzak, 101, 102.

99

öldürüldüğü halde, Abdulmümin bu iki kişinin öldürülmesine izin vermemiş, sadece

bir müddet tutuklamakla yetinmiştir234.

Abdulmümin, bir yandan Fas kuşatmasını sürdürürken, bir yandan da

Miknâse ve Selâ’yı ele geçirmek için girişimlerde bulunmaktaydı. Bu çalışmalar

çerçevesinde Muvahhidler Miknâse’yi teslim olmaya zorlamak için şehrin bir

tarafına surlar inşâ etmiş, diğer bir tarafına da hendekler açarak Miknâse halkını

tamamen bulundukları yere hapsetmişlerdir. Muvahhidler, sur çektikleri yerde şehir

girişi için sadece dar bir geçit bırakmışlar, böylece şehre giriş çıkıştaki kontrolü

tamamen ellerine geçirmişlerdir. Kısa bir zaman sonra da şehir Muvahhidlerin eline

geçmiştir235.

Abdulmümin, Miknâse’nin ele geçirilmesinden sonra İbn Yağmur’u buraya

vali atayarak236 Selâ’ya geçmiş ve 7 Zilhicce 540/21 Mayıs 1146’da burayı da küçük

bir mukavemetten sonra kolaylıkla itaat altına almıştır. Miknâse ve Selâ’nın ele

geçirilmesinden sonra halka eman verilmiştir237. Abdulmümin Selâ’da dört gün

kaldıktan sonra Tadlâ’ya, buradan da kuvvetleriyle Ümmü’r-Rebi’ Vadisi’ne, daha

sonra da Merrakeş’e geçmiştir238.

Bu dönemde Muvahhidlere katılımlar bütün hızıyla devam etmiştir. Sanhâce

ve Heskûre kabileleri tamamen Muvahhidlere katılmıştır239. Bunların dışında

Mağribu’l-Aksâ’da bulunan hemen her yer Muvahhidlerin eline geçmiştir. Buralarda

birçok yerde savaş yapılmamıştır. Belli başlı savaşlar Fas ve Miknâse’de yapılmış,

Beyzak, 102; İbn İzârî, 24; Hülelü’l-Mevşiyye, 136, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 259.

Nuveyrî, Muvahhidlerin Fas’a girmelerinden sonra, şehri yağmaladıklarını ve yüz bin kişi kadar insanı da öldürdüklerini rivayet etmektedir. (Bkz. Nuveyrî, XXIV, 295) Bu rakam çok büyük, mübalağalı bir rakamdır. Bu kadar insanın öldürülmesinin hiçbir açıklaması ve gerekçesi de olamaz. Kaldı ki hemen bütün kaynaklarda şehirden ileri gelenlerin Muvahhidlerle anlaşarak şehrin kapısının açılmasıyla Muvahhidlerin Fas’a girdikleri belirtilmiştir. Murâbıtlarla direk ilişkisi olan ve onların üst düzey görevlilerinin öldürüldüğü kabul edilse de, sıradan halkın öldürüldüğünü kabul etmek akla yatkın değildir. 235 Hülelü’l-Mevşiyye, 136. Nuveyrî, Fas’ın düşmesinden sonra Miknâse’nin Muvahhidler tarafından bir müddet muhasara altında tutulduğunu, daha sonra halkın Muvahhidlerden eman alarak teslim olduklarını belirtir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 296. 236 Beyzak, 102; İbn İzârî, 25; İnan, I, 259. 237 İbn İzârî, 25; İbnu’l-Esîr, X, 461; Nuveyrî, XXIV, 296; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Zerkeşî, 5; Nâsırî, II, 97. 238 İbn İzârî, 25; İnan, I, 259; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 785. 239 Beyzak, 102; İbn Haldun, el-İber, VI, 232.

100

diğer yerler ise ya küçük bir çatışma ile, ya da Muvahhidlere gönüllü katılımla

onların yönetimine geçmiştir.

Abdulmümin’in Tlemsan ve Fas gibi önemli merkezleri ele geçirmesi

Endülüs Müslümanlarını da Muvahhidlere yönelmeye sevk etmiştir. Bu anlamda

Abdulmümin Fas’ta iken 540/1145-1146 yılında, Murâbıtlar Devleti’nin donanma

komutanı Ali b. İsa b. Meymûn Abdulmümin’e biat ederek itaatini bildirmiştir. O

daha sonra da Endülüs’te kendi yönetiminde bulunan Kadis’e geçmiştir. Bundan

sonra Kadis Camii’nde Muvahhidler adına hutbe okunmaya başlanmıştır240. Daha

sonra Septeliler bir heyet göndererek Abdulmümin’e itaatlerini bildirmiş ve

Abdulmümin de onların biatlarını kabul etmiştir. Abdulmümin Septe’ye

Muvahhidlerin kurucusu durumundaki Tinmellel’in büyük kabilelerden biri olan

Hintâte ileri gelenlerinden Yusuf b. Mahluf’u vali olarak atamıştır241.

Abdulmümin’in bu başarılarından sonra, zaten Murâbıtlar Devleti neredeyse

sadece Merrakeş’e sıkışıp kalmıştır. Abdulmümin için de bundan sonraki hedef son

bir darbeyle Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtları tamamen ortadan kaldırmak

olmuştur.

3.c-Merrakeş’i İstilâ Etmesi ve Murâbıtlar Devleti’ne Son Vermesi

Abdulmümin, Tinmellel’den ayrılmasından sonraki yedinci yılında artık

Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırma aşamasına gelmiştir. Bu süre içinde Mağrib

bölgesinde Murâbıtlara bağlı şehirleri bir bir istilâ etmiş, neredeyse başkent

Merrakeş’ten başka Murâbıtların hakim olduğu hiçbir yer kalmamıştır. Yani

Murâbıtlar başkentlerine iyice sıkışmış, yardım alabilecekleri hiçbir yer kalmamıştır.

Abdulmümin bu şartlarda başkent Merrakeş’i ele geçirmek için harekete geçmiştir.

Bu gelişiyle o, ilkinin üzerinden on altı yıl geçtikten sonra ikinci kez Merrakeş’i

kuşatma altına almıştır. Bu kuşatma ilkine göre onun on altı yıllık siyâsî ve askerî

tecrübesiyle, aynı zamanda yaş bakımından daha olgun, şahsiyet olarak sabırlı ve

kendinden emin olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir. O, ilkinde gerçekleştiremediği

başarıyı bu defa kesin olarak elde etmek, Murâbıtlara karşı bütün gücüyle yüklenerek

240 İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 241 İbn İzârî, 24, 24; Nuveyrî, XXIV, 296; İbn Haldun, el-İber, VI, 232.

101

Merrakeş’i zapt etmeye gelmiştir. Bu amaçla Abdulmümin’in emriyle kendisine

bağlı askerler Merrakeş’e hareket etmişlerdir. O, Selâ’yı Muvahhidlere bağlayıp

Tadlâ üzerinden Merrakeş’e hareket etmiş, Ebû Hafs Ömer Hintâtî’yi de Bergavâta

üzerine göndermiştir. Hintâtî, burayı itaat altına alarak görevini yerine getirmiş ve

Merrakeş yakınlarında Abdulmümin’e yetişmiştir. Bergavâta seferinden elde edilen

ganimetler Muvahhidler arasında paylaştırılmış ve hep beraber Murâbıtların başkenti

Merrakeş’e hareket edilmiştir242.

Muvahhidler Merrakeş önlerine geldiklerinde Lemtûnelilerden oluşan

Murâbıtların bir öncü birliği ile karşılaşmışlardır. Muvahhidlerin çok büyük bir

orduyla geldiklerini gören bu birlik korkarak şehir surlarının içine doğru kaçmışlar,

ancak bazıları Muvahhidlere yakalanmış ve öldürmüşlerdir. Abdulmümin,

Murâbıtlar’ın davlet başkanı İshak’ın emriyle Lemtûne kabilesinden Merrakeş’e

büyük bir destek geldiğini öğrenmiş ve bu kabile üzerlerine bir askerî birlik

göndererek bu desteğin şehre ulaşmasını önlemiş, yanlarında getirdikleri binlerce

deveyi de ganimet olarak almışlardır. Böylece Lemtûne kabilesinin Murâbıtlara

dışardan gelmekte olan desteğini de tamamen ortadan kaldırmıştır243.

Muvahhidler 1 Muharrem 541/13 Haziran 1146’da Celiz (İclîz) Dağı üzerine,

Merrakeş’e hakim bir tepeye yerleşmişlerdir244. Abdulmümin tepeye (kızıl) çadırını

kurmuş245, Muvahhidler de onun etrafına yerleşmişlerdir. Burada Abdulmümin’in

çadırı çevresinde yeni bir şehir kurulmuştur. Abdulmümin, bu yeni şehrin ortalarına

bir mescit ve bir de Merrakeş’i rahatlıkla gözetleyebileceği yüksek bir kule

yaptırmıştır. Buraya gelen Muvahhidlere bağlı her kabile, belli bir düzenle kendileri

için belirtilen yere yerleşmiştir. Kurulan bu şehrin etrafına surlar yapılarak

müstahkem bir hale getirilmiştir246.

Böylece Muvahhidler bölgelerine yerleşip hazırlıklarını tamamlamışlar ve

Merrakeş’i tam olarak kontrol altına almışlardır. Bu esnada hemen diğer bütün

242 İbn İzârî, 26; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260. 243 İbn İzârî, 26; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260. 244 İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; İnan, I, 260; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, 700. 245 Beyzak, 102; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786. 246 Hülelü’l-Mevşiyye, 137.

102

şehirleri düştüğü için Murâbıtlar Devleti’nin son kalıntıları olan bütün güçler buraya

toplanmıştır.

Merrakeş’te Murâbıtlara bağlı kalan çeşitli kabilelere mensup kişiler yanında,

paralı Hıristiyan askerler de bulunmaktaydı247. Bu savaşı neredeyse Murâbıtların tek

destekçisi olarak kalan Lemtûne ileri gelenlerinden Seyr b. Hac, İshak b. Yintan,

Muhammed b. Havvâ, Muhammed b. Yuncala gibi komutanlar idare etmekteydi.

Böyle nazik ve zor bir dönemde Murâbıtlar Devleti’nin başında da daha çocuk yaşta

olan İshak b. Ali bulunuyordu248. Ancak Merrakeşliler için en büyük zorluk ve

tehlike, hiçbir yerden yardım alamayacakları düşüncesiyle oluşan umutsuzluk ve

moral bakımından çökmüş olmalarıydı.

Muvahhidlerin buraya gelmesinden hemen sonra Murâbıtlarla aralarında

çatışmalar başlamıştır. Ancak bu çatışmalarda görülen şey Murâbıtların Muvahhidler

karşısında iyice zayıflamış olduklarıydı. Muvahhidler, şehri sıkı bir abluka altında

tutarak sabırla beklerken, her geçen gün Murâbıtlar için çaresizlik, ümitsizlik, yokluk

ve kıtlığın artması anlamına gelmekteydi. Her şeye rağmen Murâbıtlar düşmanlarına

karşı koymak için var güçleriyle çalışmışlardır. Bu anlamda başlangıçta zaman

zaman şehir surları dışına çıkıp savaşmışlar ve daha sonra da şehre geri

dönmüşlerdir. Bunlardan birinde Murâbıtlardan İshak b. Yintan ve Muhammed b.

Havvâ komutasında 5500 kadarı süvari olmak üzere çok sayıda asker savaşmak için

şehirden çıkmıştır. Murâbıtlarla Muvahhidler arasındaki savaş aralıklarla dört gün

devam etmiş, beşinci gün Abdulmümin askerlerinden bir kısmını pusuya yatırmıştır.

Murâbıtlar ise her zamanki gibi savaş için Merrakeş’ten çıkarak Muvahhidler üzerine

saldırıya geçmişlerdir. Muvahhidler onları küçük bir askeri birlikle karşılayarak

Murâbıtların kendilerine saldırmalarından sonra kaçmışlar, Murâbıtlar da onların

peşine düşmüşlerdir. Muvahhidler düşmanlarını istedikleri yere kadar çekince, davul

sesiyle pusudaki askerler ortaya çıkarak Murâbıtlar üzerine saldırmışlar, onlara hiç

beklemedikleri bir anda her yandan saldırarak bozguna uğratmışlardır. Tamamen

şaşkına dönen Murâbıtlar ordusu, büyük bir panik içinde surların içine doğru

kaçmaya başlamışlardır. Kaçan askerlerden bir çoğu Dukkale ve Şeria kapısına

247 Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 260. 248 Beyzak, 102, 103; İbn İzârî, 27; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 260, 261.

103

varıncaya kadar ya Muvahhidlerin silahlarıyla, ya da izdihamdan ezilerek

ölmüşlerdir249. Bu çatışmalarda Murâbıtların üç bin atı Muvahhidlerin eline

geçmiştir250.

Murâbıtların Dukkale kapısı önlerindeki bu büyük yenilgilerinden sonra iki

ordu arsında önemli bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak Beyzak bu olaydan sonraki

bir dönemde İbn Yintan’ın Muvahhidlerle savaşmak için çıktığından bahsetmiştir.

Daha sonra da Muvahhidlerle İbn Yintan arasında görüşmeler gerçekleşmiş ve İbn

Yintan adamlarıyla birlikte Muvahhidlere katılmayı kabul etmiştir251.

Merrakeş’in bu şekilde çok sıkı bir muhasara altında tutulması dokuz aydan

fazla sürmüştür. Bu süre boyunca Muvahhidler şehir üzerindeki baskılarını günden

güne artırmışlar, şehrin dışarıyla irtibatını tamamen kesmişler, surlarla korunmakta

olan şehre doğrudan saldırılarını ise sınırlı tutmuşlardır. Büyük çaplı saldırılar yerine

şehirdekileri bıktırarak teslim olmalarına kadar muhasarayı sürdürme yoluna

gitmişlerdir. Kaynaklarda yer alan rivayetlere göre, kuşatmanın uzaması üzerine

şehirde yiyecek ve içecek sıkıntısı ortaya çıkmış, hatta sonunda insanlar kokmuş

cesetleri yemeye mecbur kalmışlar, hapsanedeki mahkumlar birbirini yemişler,

şehirde hayvan ve buğday cinsinden hiçbir şey kalmamıştır. Murâbıtların genç devlet

başkanı İshak, depolarında ne varsa çıkarılmasını istemiş, ancak kısa sürede orada da

hiçbir şey kalmamıştır. Bu dönemde binlerce kişi (100.000’den fazla kişi) açlıktan

ölmüş ve Murâbıtlar şehri savunamaz hale gelmişlerdir252. Artık Merrakeşlilerin

kendilerini savunmaktan aciz kaldıkları böyle bir dönemde Abdulmümin’in

Murâbıtların başkentini ele geçirmesi için son bir darbe vurması gerekiyordu. Bu

darbeyi indirmek için de hazırlıklar yapılmaya başlandı. Bunun için Abdulmümin

adamlarına surları aşmada kullanılmak üzere merdivenler yapmalarını emretmiş, her

kabileye bağlı askerler için şehre giriş yerleri tahsis etmiştir. Yapılan plana göre

249 İbnu’l-Esîr, X, 461, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 261; Halefullah, 105; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 700. 250 Beyzak, 103. 251 Age., 103. 252 İbn İzârî, 27; İbnu’l-Esîr, X, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137, 138; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 262.

104

Muvahhidler Merrakeş surlarını hazırladıkları merdivenlerle aşarak aniden şehrin her

yerinden Merrakeş’e gireceklerdi253.

18 Şevval 541/23 Mart 1147’de254 Muvahhidler Merrakeş’in güney

doğusundaki Ağmat Kapısı’ndan başlayarak, merdivenlerle her yandan surlara

tırmanarak şehre girmişlerdir. Muvahhidlere bağlı her kabile kendilerine tahsis edilen

noktadan surlara tırmanarak şehre akın etmişler, Merrakeşliler ise son bir kez

şehirlerini savunmak için mukabelede bulunmaya çalışmışlar, ancak bu umutsuz,

zayıf ve cılız bir karşı koyuş olmaktan öteye geçememiştir. Surların içinde dokuz ay

dayanan şehir surların aşılmasından sonra bir gün bile dayanamamıştır255.

Bazı rivayetlere göre Abdulmümin’in şehirdeki Hıristiyanlarla kurduğu

ittifaktan sonra onların Ağmat kapısını Muvahhidlere açmasıyla şehrin istilâsı

başlamıştır. Bu rivayetlere göre Muvahhidlerin muhasarasının uzaması ve durumun

sürekli kötüye gitmesi Hıristiyan askerlerin Murâbıtlardan umutlarını kesmesine yol

açmıştır. Bunun üzerine Hıristiyan askerler Abdulmümin'den eman istemişler ve

Abdulmümin’in de onlara eman vermesinden sonra onunla ittifak kurmuşlar ve

Merrakeş’in Ağmat kapısını Muvahhidlere açmışlardır256.

Merrakeş’i işgale başlayan Muvahhidler daha öğle olmadan şehrin hemen her

yerine ulaşmışlardır. Murâbıtların başkanı olan İshak ve diğer ileri gelenler şehirdeki

Kasru’l-Hacer’e sığınmıştır. Muvahhidler öğleyin buraya da ulaşmışlardır.

Çatışmalar Kasru’l-Hacer çevresinde akşama kadar devam etmiş, sonunda burada

bulunanlar eman dilemişler ancak kabul edilmemiştir. Çatışmalar Kasru’l-Hacer’in

düşmesine kadar devam etmiş, bu esnada burada bulunanlardan ve şehri müdafaa

etmeye çalışanlardan çok kişi öldürülmüştür. Muvahhidler Kasru’l-Hacer’in

253 Beyzak, 103; İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 137, 138; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; İnan, I, 262. 254 İbn Ebî Zer, 189; Hülelü’l-Mevşiyye, 138; Zerkeşî, 6; İnan, I, 262; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, 700; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786; Sallâbî, 111; Nasrullah, 317; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 274. İbn Hallikan, Zehebî ve Safâdî, diğer kaynaklardan farklı olarak Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinin 542 yılı başlarında gerçekleştiğini rivayet etmişlerdir. Bkz. İbn Hallikan, I, 403; Zehebî, Târih, XXXVIII, 256; Safâdî, XIX, 235. Guneymî de hiçbir kaynakta yer almadığı halde, Muvahhidlerin Merrakeş’i ele geçirme tarihi olarak, kuşatmanın başlama tarihi olan Muharrem 541/Haziran 1146 tarihini vermiştir. Bkz. Guneymî, II, 206. 255 Rivayetlere göre şehre girilmesinden sonraki akşam vaktinde devlet başkanına varıncaya kadar bütün yöneticilere ulaşılmıştır. Bkz. İbn İzârî, 28; Hülelü’l-Mevşiyye; 138, 139. 256 İbnu’l-Esîr, X, 462; Nuveyrî, XXIV, 297; Hülelü’l-Mevşiyye, 138.

105

bulunduğu kasabadaki Emir İshak ve yanında bulunanları teslim alarak

Abdulmümin’in bulunduğu yere götürmüşlerdir257.

Böylece Merrakeş dokuz aydan fazla, uzun bir kuşatma döneminin ardından

Muvahhidlerin eline geçmiştir. Şehrin korunması için Murâbıtlar ve şehir halkı

büyük bir mücadele vermişler, uzun süre çok zor kuşatma şartları altında olmalarına

rağmen şehirlerini savunmaya sabırla devam etmişlerdir. Ancak tüm çabalarına

rağmen Merrakeş’in düşmesine engel olamamışlardır.

Muvahhidler Merrakeş’i istîlâdan sonraki üç gün boyunca şehirde

Murâbıtlardan ve şehir halkından 70.000 kişinin öldürüldüğü rivayet edilmiştir.

Rivayetlere göre, Murâbıtlara ve onların yakın destekçileri olan Lemtûnelilere karşı

girişilen katliamdan bu kabilelere bağlı olanlardan ancak çok iyi gizlenebilen az

sayıdaki kişi kurtulabilmiştir. Üç gün sonra genel af ilan edilmesinden sonra halk

gizlendiği yerlerden ortaya çıkmaya başlamıştır258. Muvahhidler ortaya çıkan kişileri

öldürmek istemişler, ancak Abdulmümin buna mani olmuş ve ‘Bunlar sanatkarlar ve

kendilerinden faydalanılan esnaflar, onları serbest bırakın’ demiştir. Bundan sonra

Abdulmümin’in emriyle cesetler şehir dışına çıkarılmıştır259.

Murâbıtların son devlet başkanı, daha çocuk yaşta olan İshak ve

arkadaşlarının sonu da korkunç bir şekilde son bulmuştur. Saraydaki kömür dolu bir

depoda saklanmış olduğu halde yakalanan emir İshak ve yakınları Abdulmümin’in

bulunduğu karargaha getirilmiştir. İshak Abdulmümin’e getirilince Abdulmümin ona

şefkat göstermiş, onun sıkıntılı durumu ve yaşının küçüklüğüne acıyarak öldürmeme

eğilimine girmiştir260. Beyzak, İshak’ın Abdulmümin’e bu zamana kadar yapılan

işler konusunda kendisinin görüşünün alınmadığını belirterek af dilediğini, affı için

yalvardığını bildirmiştir. Onun bu şekilde yalvarması üzerine yardımcısı Talha

‘Konuşma! Bir melikin kendisi gibi bir melike yalvarması yakışık almaz’ diyerek onu

uyarmıştır. Başka bir rivayete göre ise Murâbıt ileri gelenlerinden biri onun

Abdulmümin’e yalvarmasını kınayarak, ‘Biraz babana çek! Erkek gibi sabretmesini

bil!’ demiş ve yüzüne tükürmüştür. Abdulmümin olan bitenden etkilenmiş ve çocuk

yaştaki İshak’ı sağ bırakmak istemiş, ancak Muvahhidlerin ileri gelenlerinden olan 257 Beyzak, 103, İbn İzârî, 29; Nuveyrî, XXIV, 298; Hülelü’l-Mevşiyye, 138, 139. 258 İbn İzârî, 29; Hülelü’l-Mevşiyye, 139; Nuveyrî, XXIV, 298; İnan, I, 263, 264. 259 İbnu’l-Esîr, X, 462; Nuveyrî, XXIV, 298. 260 İbn İzârî, onun yakalandığında daha on altı yaşında olduğunu rivayet eder. Bkz. İbn İzârî, 28.

106

Ebû’l-Hasan b. Vâccac ve Ebû Hafs Ömer, Abdulmümin’e dönerek onu affetmenin

yırtıcı bir aslanı kendilerini parçalaması için beslemeleri anlamına geleceğini

belirtmişler ve öldürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Abdulmümin tartışmalar

sonrasında kızarak odayı terk etmiş ve onları kendi haline bırakmıştır. Bundan sonra

da Murâbıtların son devlet başkanı olan İshak ve yardımcısı Talha öldürülmüştür261.

Böylece büyük bir heyecan ve çabayla kurulan Murâbıtlar Devleti,

kuruluşundan yaklaşık 80 yıl sonra Muvahhidler tarafından oluşturulan yeni bir

heyecan dalgasıyla boğularak tarihe karışmıştır. Başlangıçta gücünü dinî

hassasiyetlerden alan Murâbıtlar Devleti aynı şekilde dinî hassasiyetlere vurgu

yaparak ortaya çıkan ve kendilerine, ‘Allah’ın emirlerinin uygulanmasına engel

olanlar’262 gözüyle bakan Muvahhidler tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Abdulmümin, Merrakeş’i ele geçirdikten sonra Merrakeş’e hakim bir tepede

kendi kurmuş olduğu şehirde iki ay daha kalmıştır. Merrakeş’te Yusuf b. Taşfin

tarafından yaptırılmış olan camiyi haram yollardan elde edilen parayla yaptırıldığı

gerekçesiyle yıktırmış ve Merrakeş’te, Daru’l-Hacer’de yeniden büyük bir mescid

yaptırmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlar Devleti’nin ifade etmekte dilin yetersiz

kaldığı, anlatılamayacak kadar çok olan263 ganimetlerinin taksimini

gerçekleştirmiştir. Bu sırada Mağrib bölgesinde kendilerine bağlanan yerlere

idareciler atamıştır264.

Muvahhidlerin en güçlü olduklarını düşündüğümüz ve yine en güçlü

düşmanlarını tamamen etkisiz hâle getirdiğini düşündüğümüz bir anda birçok şehri

içine alan isyanlar çıkmış ve Abdulmümin için yine zorlu günler başlamıştır. Ancak

Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler yıllarca süren savaşlarda elde ettikleri

tecrübeleriyle bütün zorlukları aşarak yollarına devam etmişlerdir.

261 Beyzak, 104, İbn İzârî, 28; Merrakûşî, 203; İbnu’l-Esîr, X, 462; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 298; İbn Haldun, el-İber, VI, 232, Hülelü’l-Mevşiyye, 139; Zerkeşî, 6; İnan, I, 264; Halefullah, 105, 106; Sâlim, Târihu’-Mağrib, II, 701; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 786. İbnu’l-Esîr, İshak’ın Abdulmümin’in huzurunda ağlaması üzerine, Seyr b. Hac adlı cesaretiyle bilinen bir kimsenin İshak’ın yüzüne tükürerek babana anana mı ağlıyorsun? Erkek gibi sabret! Bu adam Allah korkusu olmayan, dinsiz biri demiştir. Bu sözlerinden sonra Seyr Muvahhidler tarafından öldürmüştür. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 298; İbnu’l-Esîr, X, 462. 262 İbn Kattan, 100. Muvahhidlerin (İbn Tûmert’in) Murâbıtlara bakışı ile ilgili olarak bkz. Beyzak, 70-74; Merrakuşî, 177, 255, 256; İbn Kattan, 94-100; İnan, I, 266; Ahmed Çelebî, IV, 150; Adıgüzel, 74-76. 263 İbn İzârî, 28; Hülelü’l-Mevşiyye, 144. 264 Beyzak, 105, 106; İbn İzârî, 30; Hülelü’l-Mevşiyye, 144.

İKİNCİ BÖLÜM

ABDULMÜMİN’NİN MURÂBITLAR DEVLETİ’Nİ YIKMASINDAN

SONRAKİ FAALİYETLERİ VE ÖLÜMÜ

Muvahhidler Hareketi İbn Tûmert öncülüğünde ve onun fikirlerinin hayata

geçirilmesiyle ortaya çıkmıştır. İbn Tûmert, mehdî olarak biat alması öncesindeki

konuşmasında hedeflerinin bütün yeryüzü olduğunu ifade etmiştir. Aslında

mehdîliğin tabiatı da bunu gerektirmektedir. Mehdînin ortaya çıkmasının gerekçesi,

yer yüzünde her türlü olumsuzluğun, zulmün hakim olmasıdır1. Bu anlayışa göre

mehdînin ortaya çıkmasından sonra yer yüzündeki bu zulümler ortadan kaldırılacak

ve adalet hakim kılınacaktır. Mehdî İbn Tûmert’in mirasçısı olan Abdulmümin bu

düşüncelerle yoğrulmuş bir kişi olduğundan, yalnızca Merrakeş’i ele geçirip

Murâbıtlar Devleti’ni ortadan kaldırmakla yetinmemiştir. O gücü yettiği kadar

yeryüzündeki her türlü zulmü ortadan kaldırmaya ve hakimiyetini gücü yettiği kadar

genişletmeye çalışmıştır. Abdulmümin bu amaçla ömrü boyunca sürekli yeni yerler

fethetmek için bütün gücüyle çaba göstermiştir.

Abdulmümin’in Merrakeş’i almasından hemen sonra Muvahhidlere bağlı olan

birçok yerde çok sayıda isyan çıkmıştır. O da mecburen önce iktidarına karşı ortaya

çıkan isyanları bastırmakla meşgul olmuştur. İsyanların bastırılmasından sonra

Mağribu’l-Evsat, Mağribu’l-Ednâ’da ve Endülüs’te hakim olmak için harekete

geçmiştir. Sonuçta o, on yedi yıllık bu yeni dönemde (541-558/1147-1163)

Trablus’dan (Libya’dan) Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya) kadar uzanan Kuzey Afrika

sahilinde ve Endülüs’te (İspanya ve Portekiz’de) geniş bir coğrafyaya hükmeden,

büyük bir devlet kurmuştur.

A-İÇ İSYANLAR

Tarih boyunca bütün iktidarlara karşı ayaklanmalar, direnmeler ve karşı

koymalar olagelmiştir. Bu ayaklanmalar daha çok iktidarın yeni ele geçirildiği, karşıt

güçler açısından halâ dönüş imkanı olduğunun düşünüldüğü ve kazananlar için ise 1 Halefullah, İbn Tûmert’in Muvahhidler için iki temel hedef ortaya koyduğunu, bunlardan birincisinin yakın hedef olarak bütün İslâm alemine hakim olmak, ikincisinin ise dünyadaki bütün İslâm düşmanlarına karşı sonuna kadar mücadele etmek olduğunu belirtmiştir. Bkz. Halefullah, 115. Ayrıca bkz. Guneymî, II, 202.

109

belki zafer sarhoşluğu dönemi diyebileceğimiz ilk dönemlerde ortaya çıkmaktadır.

Yeni iktidarın en hassas olduğu, devir teslim aşaması olan bu dönemler aynı

zamanda iktidarı ele geçirenler için de oldukça sıkıntılı dönemler olmuştur.

Abdulmümin’in Merrakeş’i ele geçirip Murâbıtlar Devleti’ne son vermesiyle

bölgede tam hakimiyet sağlayıp gücünün zirvesine çıktığı2 ve otoritesini tam olarak

kurduğunu düşünürken, çok geniş alanları içine alan isyanlarla karşı karşıya kaldığını

görüyoruz. Bir bölgedeki büyük bir otoritenin ortadan kalkmasından sonra taşların

yerine oturması kısa zamanda ve kolaylıkla mümkün olmamaktadır. Böyle

dönemlerde eski iktidarın kalıntıları ve otorite boşluğundan yararlanmak isteyen

birçok oluşumun ortaya çıkması da normal karşılanmalıdır. Tabiatın boşluk kabul

etmeyeceği fizikî bir kuraldır. Bu olaylar sonrasında da, iyi organize olmuş güçlü

olan yapılanmalar ve oluşumlar kalacak, bunu sağlayamayanlar, zayıf kalanlar ise

silinip gidecektir. İşte Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidlerin rakiplerine göre

daha köklü ve sistemli bir yapıya sahip olması, Murâbıtların gücünü yavaş yavaş yok

ederken, güçlü bir hareket oluşturmuş olmaları vb. durumlar, ortaya çıkan otorite

boşluğunda onları diğerlerine göre daha avantajlı bir güç haline getirmiştir. Diğer

yandan, otorite boşluğunun oluşmasını sağlayan en önemli güç de zaten

Muvahhidlerdi. Bu otorite boşluğundan yararlanmak isteyen diğer güçler ise

karışıklıktan yararlanmak isteyen, ya da eski otoritenin yeniden kurulması için çaba

gösteren güçler olarak ortaya çıkmışlardır. Bu güçlerden bazıları çıkışları esnasında

hızlı bir şekilde geniş bir alana yayılmışlar, ancak Muvahhidlerin gücü ve tecrübesi

karşısında dayanamayarak etkisiz hale getirilmişlerdir. Diğer yandan Muvahhidler

Merrakeş’i ele geçirip, Murâbıtlar Devleti’ni yıktıkları dönemde yaklaşık 25 yıllık

bir savaş/çatışma tecrübesine sahiptiler. Murâbıtlar sonrasında Muvahhidlere karşı

ortaya çıkan yeni güçlerin ise tam olarak uyumlu bir şekilde hareket edememeleri,

anî bir telaşla ortaya çıkmış olmaları gibi zayıflıkları bulunmaktaydı. Yani

Muvahhidler güçlü ve otoritesini kabul ettirmiş liderleri ile zaman içinde

kazandıkları savaş tecrübeleri, bunun yanında iyi teşkilatlanmış olmalarının sağladığı

avantajlarla yeni ortaya çıkan karşıt güçleri ya etkisiz hale getirmişler, ya da yok

etmişlerdir.

2 İnan, I, 269.

110

Abdulmümin’in halife olarak biat almasından sonra, onun iktidarına karşı ilk

isyan, daha işin başında Tinmellel’deyken en yakınında bulunan bir arkadaşından

gelmişti. Bu isyan, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan Abdullah b. Melviye

tarafından, Abdulmümin Tinmellel dışında seferde olduğu bir dönemde çıkarılmış,

ancak daha işin başında etkisiz hale getirilmişti. İbn Melviye, gizlice Merrakeş’e

gitmiş ve Ali b. Yusuf ile anlaşarak Muvahhidler hareketinin tam güçlenmeden içten

bir darbeyle yok edilmesi için planlar kurmuştu. Ancak talihi iyi gitmemiş, onun bu

girişimi başlamasıyla birlikte akâmete uğratılmış ve bu çıkışının bedelini canıyla

ödemişti3. İbn Melviye’nin bu hareketi, kendisini iktidara Abdulmümin’den daha

lâyık görmesinden kaynaklanmış olabilir. Bu ilk isyan girişimi her ne sebepten olursa

olsun Muvahhidlerden destek bulamamış ve Abdulmümin’i pek etkilememiştir. Bu

olaydan sonra da Abdulmümin faaliyetlerine ara vermeden devam etmiş,

Muvahhidler hareketi sürekli güçlenme ve yükselme eğilimi göstermiştir.

Muvahhidlerin ortaya çıkmasından sonra Mağribu’l-Aksâ’da Murâbıtlar

iktidarına karşı Muvahhidler Hareketi’nin günden güne güçlenen muhalefeti

konuşulmaya başlanmıştır. Murâbıtlar tamamen ortadan kaldırılana kadar burada

yaşamakta olan kişi ve kabileler bu iki güç arasında tercihte bulunmak durumunda

kalmışlardır. Bu kabileler veya ileri gelen şahsiyetler duruma göre daha güçlü ve

kendilerine yakın gördükleri iki siyâsî yapıdan birine bağlanarak yollarına devam

etmişlerdir. Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesi ve Murâbıtlar Devleti’nin

ortadan kaldırılmasıyla halkın önünde en güçlü siyâsî seçenek olarak Muvahhidler

kalmıştır. Ancak bu durumu kabullenemeyen kişi ve kabileler birçok yerde

ayaklanarak Murâbıtlar Devleti’nin mirasından pay almaya çalışmışlardır. Bunun

sonucu olarak da Muvahhidler başlangıçta Mağribu’l-Aksâ’da kendilerine

bağladıkları birçok yeri Muvahhidler hakimiyetine meydan okuyan bu güçlerle

savaşarak geri almak zorunda kalmışlardır. Şimdi bu isyan hareketlerini ele alalım.

3 Beyzak, 85. Bu konuda birinci bölümde, 524’ten 533’e Kadar Yapılan Savaşlar başlığı altında işlenen kısımda bilgi verilmiştir.

111

1-Mâsî İsyanı

Abdulmümin’in iktidarına karşı girişilen isyanlardan en önemlisi,

Muhammed b. Hûd b. Abdullah Selâvî tarafından gerçekleştirilmiştir. Selâvî,

simsarlık (komisyonculuk) yapan Ömer b. Hayyat adlı bir adamın oğludur. O,

başlangıçta Abdulmümin’e biat etmiş ve bir müddet Merrakeş kuşatmasına da

katılmıştır4. Daha sonra, belki de kuşatmanın uzamasından ve Muvahhidlerin

Merrakeş kuşatmasına yoğunlaşmasından yararlanarak, Sûs bölgesinde, Mâse’de

insanları hidâyete çağırmış ve kendisini de Hâdî olarak ilan ederek bu bölge

insanlarını etrafında toplamayı başarmıştır. Mâse’de ortaya çıktığı için ona Mâsî

denilmiş ve bu şekilde meşhûr olmuştur5.

İbn Hûd aslen Selâlı olduğu halde Sûs bölgesine gitmiş ve Merrakeş’in

batısında Atlas Okyanusu kıyısında yer alan, Cezûle’deki Mâse’ye yerleşerek burada

hareketini başlatmıştır. (Şevval 541/Mart 1147) Onun ortaya çıkış tarihi, aynı

zamanda Muvahhidlerin Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtları ortadan kaldırma

tarihidir6.

Mâsî’nin isyanıyla Mağribu’l-Aksâ’da daha önce Murâbıtlara bağlı olan

değişik kabilelerden çok sayıda kişi kendisine biat etmiş, onun Harekâtı hızla

büyümüş ve yayılmıştır. Sicilmâse, Der’a, Hâha, Hezmîre, Heskûre, Vatâu, Dukkâle

gibi bölgeler onun davetine katılmışlardır. Bu dönemde Sebte, Tanca ve Endülüs’te

Meriyye gibi şehirler de Muvahhidlere itaatten ayrılmıştır. Hatta Mağribu’l-Aksâ’da

Merrakeş ve Fas dışında, hemen bütün bölgeler Muvahhidlere olan itaatlerinden

dönmüşlerdir7. İnan, Mâsî’nin davetinin kısa zamanda bu şekilde geniş bir alanda

yayılmasını Muvahhidlerin ilkelerinin bölgede tam olarak özümsenmediğinin, baskı,

kaba kuvvet ve kanla boyun eğdirilen insanların kısa zamanda, en küçük fırsatta

itaatten çıkabileceklerinin açık bir göstergesi olarak değerlendirmiştir8. İnan’ın da

4 İbn Ebî Zer, 190; İnan, I, 269; Halefullah, 108. 5 İbn İzârî, 30, 31; İbn Ebî Zer, 190; Nâsırî, II, 99. 6 Beyzak, 106; İbn İzârî, 30; Hülelü’l-Mevşiyye, 110; Nâsırî, II, 99. (Beyzak bu ayaklanmaya liderlik yapan kişi olarak, Mâsî’nin babası Ömer b. Hayyat’ın adını vermektedir.) 7 Beyzak, 106; İbn İzârî, 31; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 146; Nâsırî, II, 99; İnan, I, 269; Halefullah, 108; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 701. Batılı araştırmacılardan Tourneau’nun Muvahhidlere karşı isyanın sahil bölgeleriyle sınırlı olduğu yönündeki tespiti doğru değildir. (Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 64) Çünkü Merrakeş’in alınmasından sonraki dönemde aynı anda olmasa da Merrakeş, Fas ve Tlemsan gibi merkezî şehirler dışında hemen her yerde isyan çıkmıştır. 8 İnan, I, 270.

112

belirttiği gibi Muvahhidler düşüncesinin bölgede özümsenmediği ortadadır. Bir

düşüncenin bir yerde özümsenmesi ve yerleşmesi için belli bir zaman geçmesi

gerekmektedir. Muvahhidler, Murâbıtları ortadan kaldırmışlar, fakat iktidarlarının

tam olarak yerleşmesi için gerekli zamanı bulup, tabii olarak mutlaka yapmaları

gereken çalışmaları henüz gerçekleştirememişlerdi. Halkın kendilerini desteklemeleri

için sosyal ve ekonomik alanda bazı olumlu değişim ve gelişmelerin görülmesi

gerekmekteydi. Halbuki, Muvahhidlerin Murâbıtlara bağlı bölgeleri istilâ etmek için

giriştikleri savaşların devam ediyor olması onlara sosyal ve siyâsî alanlarda

kendilerini ispat etmeleri için gereken fırsatı ve zamanı henüz vermemişti. Bu durum

göz önünde bulundurulunca halkın kısa zamanda saf değiştirmesi normal

karşılanmalıdır. İnan, Muvahhidlerin bölgeyi baskı, kaba kuvvet ve kanla boyun

eğdirdiklerini söylese de, siyâsî hareketlerin rakiplerini yok ederek iktidar oldukları

bir vakıadır.

Muvahhidlere karşı Mâsî isyanının ortaya çıkması ve kısa zamanda yayılması

üzerine Abdulmümin, bu isyanı bastırmak için hemen girişimlere başlamıştır. Bu

anlamda başlangıçta isyancıların üzerine Sûs bölgesinden İbn Yecît komutasında bir

birlik göndermiş, ancak bu birlik Mâsî tarafından yenilgiye uğratılmıştır9. Bunun

üzerine Abdulmümin ve Muvahhidlerin ileri gelenleri, durumun kendi

düşündüklerinden daha ciddi boyutlarda olduğunu anlayarak, hemen daha köklü

tedbir alma yoluna gitmişlerdir. Bu tedbirler çerçevesinde isyancıların üzerine Ebû

Hafs Ömer b. Yahya komutasında, içinde Muvahhidlerin ileri gelen şahsiyetlerinin

de yer aldığı ayrıca paralı Hıristiyan askerlerinin de bulunduğu10 yeni bir ordu

gönderilerek mesele halledilmeye çalışılmıştır. Bu ordu altı bin süvari ve bir o kadar

da yaya askerden oluşuyordu. Mâsî’nin ordusu ise yedi yüzü süvari, altmış bin kişilik

bir orduydu. İki ordu Mâse vadisindeki Tâmesnâ’da Zilhicce 542/Mayıs 1148’de

karşılaşmıştır. Burada şiddetli bir savaş olmuş, sonunda Mâsî’nin ordusu mağlup

edilmiştir. Mâsî ve askerlerinden büyük bir kısmı öldürülerek darma dağın

edilmiştir11. Bu savaşta Mâsî’yi, Ebû Hafs Ömer bizzat kendisi öldürmüş12 ve ona bu

savaştaki başarısından dolayı, ilk dönem büyük İslâm fâtihlerinden olan Hâlid b. 9 Beyzak, 106; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 10 İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 11 Beyzak,106; İbn İzârî, 31; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 110; İbn Haldun, el-İber, VI, 232; Nâsirî, II, 99, 100; İnan, I, 270. 12 İbn Ebî Zer, 190; İnan, I, 270.

113

Velid’e benzetilerek ‘seyfullah’ lakabını vermişlerdir13. Bu galibiyet haberini

Muvahhidler ordusu içinde yer alan Ebû Cafer b. Atıyye, Abdulmümin’e edebî bir

dille yazdığı mektupla bildirmiştir. Mektubu alan Abdulmümin İbn Atiyye’yi yanına

çağırmış ve ona önce katiplik, sonra da bu görevine ilave olarak vezirlik görevi

vermiştir14.

Muvahhidlerin komutanı Ebû Hafs Ömer, savaşın bitmesinden sonra

Merrakeş’e dönmüş, bir müddet dinlendikten sonra Mâsî’nin davetine katılan diğer

bölgeleri yeniden itaat altına almak için harekete geçmiştir. Ebû Hafs, askerleriyle

kısa aralıklarla, önce Dern dağlarındaki Nefis’e gitmiş ve buradaki isyana katılanları

cezalandırmış, sonra Heskûre kabilesinin yaşadığı Der’a Vâdisi çevresine ve

arkasından Sicilmâse’ye gitmiştir. Buraları kısa zamanda itaat altına almış ve halka

eman vermiştir. Ebû Hafs, her seferlerinin ardından zafer ve ganimetlerle Merrakeş’e

geri dönmüş ve bir müddet dinlenmiştir15. İbn Ebî Zer’in rivayet ettiğine göre

Abdulmümin, ayaklanma olan bazı bölgelere komutanlarını göndererek, bazı

bölgelere de bizzat kendisi giderek buraları yeniden itaat altına almaya ve düzeni

sağlamaya çalışmıştır. Bu anlamda Sicilmâse’ye Abdulmümin gitmiş, burada düzeni

sağlamış ve Merrakeş’e dönmüştür16.

2-Sahrâvî İsyanı

Yahya b. Ebî Bekir b. Ali Sahrâvî, Murâbıtlar döneminde Endülüs’te

Taşfîn’in yerine vali olarak atanmış ve burada Murâbıtlara karşı ortaya çıkan

isyanları bastırmakta önemli başarılar göstermiş olan cesur bir komutandı17. O,

Taşfîn’in emriyle Muvahhidlere karşı girişilen savaşa destek olmak için bir gurup

13 İbn Ebî Zer, 190; Nâsirî, II, 100; Halefullah, 109. 14 Aslen Turtûşa’lı olan Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye, Murâbıtlar Devleti bürokratlarındandı. Murâbıtlar Devlet başkanlarından Ali b. Yusuf, Taşfîn b. Ali ve en son Ebû İshâk’ın katipliğini yapmıştı. Merrakeş Muvahhidler tarafından ele geçirilince halkın arasına karışmış, daha sonra da ok atma konusunda usta bir kişi olduğu için Muvahhidlerin okçu askerleri arasında yer alarak, Mâsî isyanına karşı yürütülen Harekâta katılmıştır. Burada zafer kazanılınca, bu zafer haberini Abdulmümin’e yazacak katip aranmış ve bu esnada İbn Atiyye ortaya çıkmıştır. Onun Abdulmümin’e yazdığı zafer haberini bildiren mektubu, edebî açıdan çok beğenilmiş ve o bu mektupla başlayan süreçte önce Abdulmümin’in katipliğini ve daha sonra da vezirliğini elde etmiştir. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. İbn İzârî, 31; Merrakûşî, 199; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264; İbn Haldun, el-İber, VI, 232, 233; Nâsırî, II, 100, 116, 117; Eşbah, II, 54. İbn Atiyye’nin yazmış olduğu bu mektubun metni için bkz. Nâsırî, II, 100, 101; İnan, I, 271. 15 İbn İzârî, 32; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Nâsırî, II, 101. 16 İbn Ebî Zer, 190. 17 İnan, I, 311.

114

askeriyle Mağrib bölgesine geçmiştir. Sahrâvî, Tlemsan yakınlarında Muvahhidlerle

savaşan Taşfîn’in son büyük ordusunda yer almış, Murâbıtların burada yenilmesi

üzerine askerleriyle birlikte Fas’a çekilerek buranın savunmasına destek olmuştur. O,

Muvahhidlerin Fas’ı ele geçirmesinden sonra buradan da kaçarak Sebte’ye varmış,

Murâbıtlar Devleti taraftarlarını etrafına toplayarak, Muvahhidlere karşı bir hareket

başlatmaya çalışmıştır. Ancak daha sonra Sebte’nin Muvahhidlere bağlanması

üzerine buradan da kaçmak zorunda kalmış ve Tanca’ya geçmiştir18.

Muvahhidlere karşı Mâsî ayaklanmasıyla başlayan karışıklıkların biraz

uzaması üzerine, Mağribu’l-Aksâ’daki birçok yerde olduğu gibi Sebte’de de

Muvahhidlere karşı ayaklanma başlamıştır. Buradaki ayaklanmaya Sebte kadısı İyaz

b. Mûsa19 önderlik yapmıştır. Bu ayaklanmayla Sebteliler, Muvahhidlerin buradaki

vâlisi Tinmellelli Yusuf b. Mahlûf’u, Muvahhidlerin diğer memurlarını, onlara

yakınlığı olanları öldürmüşler20 ve hatta bununla da yetinmeyerek onları

yakmışlardır21. Daha sonra Kâdı İyaz, Sebte’den Kurtuba’ya geçmiş, İbn Gâniye’ye

giderek ona biat etmiş, ondan kendilerine vali atamasını ve yardım etmesini

istemiştir. İbn Gâniye de, Yahya b. Ebî Bekir Sahrâvî’yi Sebte’ye vali olarak

görevlendirerek Kâdı İyaz’la buraya göndermiştir. Böylece Sebte’deki ayaklanmanın

liderliğine Sahrâvî geçirilmiştir22.

Sebte’de bu gelişmeler olurken Ebû Hafs ömer komutasındaki Muvahhidler

ordusu da Bergavâta’da düzeni sağlamaya ve bölgeyi yeniden itaat altına almaya

çalışmaktaydı. Burada yürütülen bir dizi savaş sonrasında Ebû Hafs’ın yenilgiye

uğrayarak daha iç bölgelere, Tâdla’ya çekilmesi23 haberi Abdulmümin’e ulaşınca,

Abdulmümin bu bölgedeki isyanları tam olarak bastırmak için büyük bir orduyla

bizzat kendisi Bergavâta üzerine hareket etmeye karar vermiştir. Abdulmümin,

18 Beyzak, 106, 107; İbn İzârî, 32, 33; İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 19 Kadı İyaz, döneminin meşhur şair ve alimlerinden biriydi. Sebte’de kadılık yaparken, 531’de Kurtuba kadılığına atanmış, 539’da tekrar Sebte kadılığına getirilmiştir. 540’da Abdulmümin ile görüşerek Sebtelilerin itaatini bildirmiş ve görevine devam etmiştir. Bkz. İbn Dihye, Mutrib, 90, 91, Yay. Mustafa Avdulkerim, Hartum, 1954; İnan, I, 273. 20 İbn İzârî, 32; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; İnan, I, 272; Sallâbî, 113; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 701; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787. 21 İbn Ebî Zer, 191. 22 İbn İzârî, 32; İbn Ebî Zer, 191; İnan, I, 272; Sallâbî, 113; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787; Bel, Alfred, ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 735. 23 Beyzak, 106; İbn İzârî, 32; Nâsırî, II, 101.

115

isyancılara karşı harekete geçmeden önce kendisine bağlı bölgelere mektuplar

yazarak asker temin etme yoluna gitmiştir24. Onun bu çağrısı üzerine 200.000 piyade,

20.000 de süvariden oluşan büyük bir ordu hazırlamıştır25. Onun bu hazırlığı

isyanları tamamen bitirmek için, isyancılara en ağır darbeyi vurmaya yönelik bir

çalışmaydı.

Abdulmümin’in kendileri üzerine hareket edeceğini haber alan

Bergavâta’daki isyancılar, İbn Gâniye tarafından Sebte’ye gönderilen Yahya b. Ebî

Bekir Sahrâvî’ye haber yollayarak onun liderliğinde birleşmek istediklerini

bildirmişlerdir. Sahrâvî de bu davete icabet ederek bölgeye geçmiş ve Muvahhidlere

kaşı ortaya çıkan isyanın liderliğini üstlenmiştir26. Sahrâvî, bu çerçevede isyancı

Mâsî’nin babası Hayyat ile Selâ’da bir araya gelmiştir. O, daha sonra Hayyat’ın

kendisiyle aynı düşüncede olmadığını görmüş ve Hayyat’ı öldürerek cesedini denize

atmıştır. Bundan sonra çok az sayıdaki Hayyat taraftarı Sahrâvî’den ayrılmıştır27.

Sahrâvî’nin Selâ’dan Bergavâta’ya geçmesinden sonra, Dukkâle ve Hâha gibi

bölgelerdeki isyancılar da ona katılmışlardır. Böylece daha önce Muvahhidlere isyan

ederek, Mâsî’ye itaat etmiş olan bölgelerdeki birçok kabilenin desteğini alarak

Mağribu’l-Aksâ’da önemli bir bölgeyi kendisine bağlamayı başaran Sahrâvî,

buradaki Muvahhidlere karşı ortaya çıkmış olan isyan hareketini de tek bir liderlik

çatısı altında birleştirmiştir. (543 yılı başları/1148 ortaları)28

Abdulmümin, hazırlamış olduğu orduyla Dukkâle’ye doğru hareket etmiş ve

burada bulunan Sahrâvî üzerine bir baskın düzenlemiştir. Bu baskınla onu mağlup

etmiş ve ordusunu dağıtmıştır. Sahrâvî ve yanındaki ileri gelenler bu baskından

canlarını kurtararak Sûsu’l-Aksâ’ya kaçmışlardır. Muvahhidlerden bir askerî birlik

Sahrâvî’yi takip etmiştir. Muvahhidlerin üzerine gelmesinden dolayı, Sahrâvî burada

da tutunamayarak çöle kaçmak zorunda kalmıştır29. Abdulmümin bu Harekâtından

24 Beyzak, 108. 25 Nuveyrî, XXIV, 299; Hülelü’l-Mevşiyye, 147. 26 İbn Ebî Zer, 191. 27 Beyzak, 107. 28 Beyzak, 107; İbn İzârî, 32; Nâsırî, II, 102. İbn Haldun, bu olayların 542/1148 yılında olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 233. 29 Beyzak, 108, 109; Nâsırî, II, 102. Bazı kaynaklarda Sahrâvî’nin önce çöle kaçtığı, ancak sonradan Abdulmümin’e gelerek af dilediği ve affedildiğini bildirilmektedir. Bkz. İbn İzârî, 37; İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 787.

116

sonra Bergavâta ve Dukkâle’yi yeniden itaat altına almıştır. Selâ ve Sebte halkı da

Sahrâvî’nin yenilmesinden sonra Abdulmümin’den af dilemişler, itaatlerini yeniden

bildirmişler ve affedilmişlerdir30. Ancak Sebte’de isyana öncülük eden Kâdı İyaz,

Abdulmümin tarafından Sebte’den çıkarılarak Merrakeş’te ikamet ettirilmiştir. Bu

olaylardan sonra Abdulmümin, Sebte surlarını yıktırmıştır31.

Abdulmümin, Merrakeş’ten ayrılmasından altı ay sonra bölgenin yeniden

Muvahhidlerin kontrolüne girmesini sağlayarak, 543/1148 yılı ortalarında başkente

geri dönmüştür32. Bu arada daha önce Muvahhidler tarafından uzun süre kuşatma

altında tutulduğu halde ele geçirilemeyen Miknâse de 3 Cemaziyelevvel 543/19

Kasım 1148’de tekrar Muvahhidlere bağlanmıştır33.

Kaynaklarda bildirilen rivayetlere göre, ayaklanmaların bastırılmasıyla

Muvahhidler yüklü miktarda ganimet elde etmişler, sayısız kadın ve çocuğu esir

almışlar ve bunları çok ucuz bir şekilde satmışlardır. Sonuç olarak, Abdulmümin

bütün isyancıları dize getirerek Mağrib bölgesinde hakimiyetini güçlendirmiş ve bu

bölge yeniden, tamamen ona boyun eğmiştir34.

Bu olaylar sonrasında, Mağrib bölgesinde, daha önce Merrakeş merkezli

Murâbıtlar Devleti’ne bağlı bütün şehirler yeniden Muvahhidlere bağlanmıştır.

Ancak bölgedeki bu isyanlar, Muvahhidlerin iki yıla yakın bir zaman boyunca,

bölgenin birçok noktasında yeniden savaşmalarını gerektirmiştir. Yine bu

çatışmalardaki kararlılıkları ve elde ettikleri başarıları, Muvahhidlerin bölgede

büyük ve kalıcı bir güç olduğunu ortaya koymuştur. Muvahhidlere karşı durmaya

çalışanlar ise, Abdulmümin tarafından bir bir ortadan kaldırılarak etkisiz hâle

getirilmişlerdir.

30 İbn Ebî Zer, 191; İbn İzârî, 37; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Kayravânî, 138. 31 İbn İzârî, 33; İbn Ebî Zer, 191; Nuveyrî, XXIV, 299; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Kayravânî, 138. (İbn Ebî Zer, bu konuyu 543 yılı olayları içinde anlatmıştır.) 32 Beyzak, 109; İbn İzârî, 37; Hülelü’l-Mevşiyye, 121; İbn Ebî Zer, 191. İbn Haldun bu olayları 542 /1147 yılı olayları içerisinde anlatmaktadır. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 232. 33 Nâsırî, II, 104. 34 Nuveyrî, XXIV, 299; Hülelü’l-Mevşiyye, 147.

117

3-Diğer isyanlar

Mâsî ayaklanması ve peşinden Sahrâvî liderliğindeki ayaklanmanın

bastırılmasından sonra da 543 yılı içinde ve daha sonraki yıllarda, Bergavâta

çevresinde ve Mağribu’l-Aksâ’nın diğer yerlerinde zaman zaman isyanlar çıkmıştır.

Ancak bu isyanlar öncekiler gibi geniş boyutlara ulaşamamış, sınırlı bir bölge içinde

kalmış, kısa zaman içinde Muvahhidler tarafından liderleri ve isyana katılanlar

öldürülerek bastırılmıştır35. Beyzak bu anlamda Mağrib ve Endülüs’te ortaya çıkmış

olan kırktan fazla isyandan bahsetmiştir. Mağrib bölgesinin muhtelif yerlerinde baş

gösteren bu isyanların bastırılmasından sonra Abdulmümin’in her bölgeye adam

göndererek isyana katılanları cezalandırmıştır. Abdulmümin, isyana katılan bölgelere

gönderdiği kişilerle birlikte halka nasihatlerde bulunmak için bir de mektup (ceride)

göndermiştir36.

Kaynaklarda rivayet edilen ve Batı Endülüs’te, Mârtelle’de ortaya çıkan

Ahmed b. Kasî isyanından da kısaca bahsedelim. Müvelled liderlerden birisi olan İbn

Kasî, Murâbıtların zayıflamasıyla birlikte Şilb’de ayaklanmıştı. Onun Harekâtına el-

Müridûn denilmişti. Tasavvuf geleneğinden gelen Kasî’nin tasavvufî eserleri de

bulunmaktaydı37. O, insanları doğru yola götüreceğini iddia etmiş, güzel, belagatlı

konuşmalarıyla kendisini dinleyenleri çok etkilemişti ve birçok kişi ona katılmıştı.

İbn Kasî, müridlerine Gazâlî’nin İhyâ’sını ve İhvânı Safa mecmualarını okutmuş ve

nihayet kendisinin mehdî olduğunu ilan ederek biat almıştı. İbn Kasî, daha sonra Batı

Endülüs’te bazı yerleri ele geçirmişti. Hatta bir ara Kurtuba’yı istîlâya çalışmıştı. O,

Taşfîn’in öldürülmesi sonrasında Mağrib’e geçerek Abdulmümin’e biat etmişti.

Abdulmümin, ‘insanları doğru yola ilettiğini iddia ediyormuşsun, bu nasıl bir şey’

diye sorunca, İbn Kasî: ‘Fecr iki tane değil mi? Bir fecrü kâzib, bir de fecrü sâdık

var. Ben fecrü kâzibtim. Sen fecrü sâdıksın’ diye cevap vermiştir. Abdulmümin onun

bu cevabına kahkaha atarak gülmüştür38.

35 Beyzak, 109, 122-125; İbn Ebî Zer, 191, 192. 36 Beyzak, 109-112. 37 İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 248, 249. 38 Merrakuşî, 212; Zehebî, Târih, XXVIII, 261, 262; İnan, eserinde İbn Kasî ile ilgili çok geniş malumat vermiştir. Bkz. İnan, I, 307-331.

118

Mağribu’l-Aksâ’da Muvahhidlere karşı bir takım isyanların çıkmış olması,

Endülüs’ü de etkilemiş ve birçok yerde Muvahhidlerden kopmalara sebep olmuştur.

Bu dönemde İbn Kasî de Abdulmümin’e biatından vazgeçerek kendi bölgesinde

bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Zamanla müridleri arasında ihtilaflar çıkmış,

Cemaziyelevvel 546’da Şilb’de öldürülmüştür39.

Abdulmümin’in iktidarına karşı girişilen dikkat çekici diğer bir isyan da İbn

Tûmert’in kardeşleri Abdulaziz ve İsa’nın isyanıdır. İbn İzârî, Abdulmümin’in İbn

Tûmert’in ölümünden sonra onun kardeşlerine ve diğer akrabalarına büyük yakınlık

gösterdiğini, onlara ve amcalarının oğlu Yeslâtîn’e bağış ve ikramda sınır

tanımadığını, ancak Yeslâtîn’in İbn Tûmert’in kardeşlerini kışkırtarak gönüllerinde

haset ateşini tutuşturduğunu rivayet etmiştir. Kendisine değer verilerek,

Abdulmümin’in en önemli toplantılarına dahi kabul edilen Yeslâtîn, bu toplantılara

asık bir suratla girip kızgın bir şekilde çıkmış, yapılan her işi eleştirerek yerden yere

vurmuş, her türlü yanlışı yapmaktan kaçınmamış, devletin sırlarını

saklayamamıştır40. Sonunda Yeslâtîn öldürülmüştür.

Beyzak, Yeslâtîn’in öldürülmesinin sebebi olarak şöyle bir olay nakletmiştir:

Bicâye seferinde Yeslâtîn ile birlikte Abdulmümin’in hanım tarafından

akrabalarından biri olan Abdullah b. Vânudîn komutan olarak görevlendirilmiştir.

Yeslâtîn ile Abdullah arasında tartışma çıkmış, Yeslâtîn arkadaşına hakaretler

etmiştir. Daha sonra onu yalnız bırakarak ondan ayrılmıştır. Yalnız kalan Abdullah,

Arapların eline düşerek öldürülmüştür. Bu olaylardan sonra Abdulmümin Yeslâtîn’in

yakalanarak öldürülmesini kararlaştırmıştır41. Yeslâtîn, Zilkade 548/Ocak 1155’de

öldürülmüş ve Merrakeş Kapısı’nda asılmıştır. Abdulmümin, bu olaydan sonra

Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etmiştir. O, bu ziyareti esnasında

İbn Tûmert’in yaptırmış olduğu caminin genişletilmesini emretmiş, burada halka bol

miktarda ikramlarda bulunmuş ve sonra da Merrakeş’e dönmüştür42.

Abdulmümin’in Yeslâtîn’i idam ettirdikten sonra kendi oğullarını önemli

merkezlere vali olarak ataması ve büyük oğlu Muhammed’i de veliahd ilan ederek 39 İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 249-252. 40 İbn İzârî, 47, 48, 50. 41 Beyzak, 115-117; İbn İzârî, 48. 42 İbn İzârî, 48; İbn Ebî Zer, 194

119

onun adına biat alması, İbn Tûmert’in kardeşlerinin hırçınlıklarını ve iktidara karşı

kızgınlığını daha da artırmıştır. Onların kızgınlıklarının isyana dönüşmesi ise

sonlarını getiren olay olmuştur.

İbn Tûmert’in kardeşleri, isyan çıkarmak için gizlice Fas’tan ayrılarak

Merrakeş’e hareket etmişlerdir. Abdulmümin, Selâ’da bulunduğu sırada onların

Fas’tan gizlice ayrıldığını ve maden yolundan43 gizlice Merrakeş’e doğru gittiğini

haber almış ve hemen veziri İbn Atiyye’yi Merrakeş’e yollamış, arkasından kendisi

de Merrakeş’e hareket etmiştir. İbn Tûmert’in kardeşleri onlardan önce Merrakeş’e

ulaşarak isyanlarını başlatmışlardır. Onlar bu hareketlerinde daha önce isyan ettikleri

için Fas ve Merrakeş gibi yerlere sürgün edilen hemşehrilerinin desteklerini de

almışlardır. İsyancılar Merrakeş valisini öldürmüşler ve şehri ele geçirmeye

çalışmışlardır. İbn Atiyye’nin ve peşinden Abdulmümin’in Merrakeş’e gelmesinden

sonra, başta İbn Tûmert’in kardeşleri olmak üzere, isyana karışanlar öldürülerek

cezalandırılmışlardır44. Abdulmümin bu olaydan sonra da, olan biteni anlatan bir

risale yazdırarak Muvahhidlerin hakim oldukları merkezlere göndermiştir45. Böylece

halkın konu hakkında doğru bilgi edinmesini sağlamaya çalışmıştır.

Kaynaklardaki bu rivayetlerden anladığımıza göre Abdulmümin, İbn

Tûmert’in kardeşleri ve amcasının oğlu olan Yeslâtîn’in İbn Tûmert’e

yakınlıklarından dolayı sürekli el üstünde tutulmalarını sağlamış ve onlara devlette,

komutanlık ve idarecilik gibi bazı üst düzey görevler vermiştir. Bu görevleri

esnasında İbn Tûmert’e yakınlıklarından dolayı onların birçok hatalarına göz

yumulmuştur46. Ancak onlar yaptıkları hatalardan dolayı sürekli gözden düşmüşler

ve nihayet öldürülmüşlerdir.

43 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 110, 111. 44 Beyzak, 118, 119; İbn İzârî, 50, 51; İbn Ebî Zer, 194, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 110, 111; Jemil, 110; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 70. 45 İbn İzârî, 50, 51. 46 Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaya başladıkları ilk dönemlerde onların ele geçirdikleri ilk yerlerden biri olan İşbîliye’ye İbn Tûmert’in kardeşleri Abdulaziz ve İsa da yönetici olarak gönderilmişti. Ancak onlar halka kötü davranmışlar ve insanları isyan ettirmişlerdir. Bundan sonra birçok yer Muvahhidlerin elinden çıkmış ve onlar da tekrar Merrakeş’e dönmek zorunda kalmışlardır. Abdulmümin buradaki kötü muameleleri haber alınca, Endülüs’teki Muvahhidlere bağlı bütün bölgelere bir yazı göndererek adaletle hareket edilmesini ve zulüm ve haksızlıkların terk edilmesini emretmiştir. Bkz. İbn Kattan 188-203; İbn İzârî, 36; İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nâsırî, II, 110.

120

İbn Tûmert’in amcasının oğlu Yeslâtîn ve kardeşleri, devletin güçlenmesi,

devlet imkanlarının genişlemesi ve Abdulmümin’in çocuklarının önemli görevlere

gelerek itibar görmelerine çok kaba ve sert tepkiler göstermişlerdir. Onlar belki de,

İbn Tûmert’in yakın akrabaları olduklarından dolayı kendilerine ait olması

gerektiğini düşündükleri iktidarın gasb edildiğini kabul etmişlerdi. Yine kendilerine

sunulan imkanların zaten kendilerinin olması gerektiğini, sağlanan imkanları gasp

edenler tarafından kendilerine bir miktarı verilen ve daha da kötüsü, onların istediği

kadar verilen bir şey olarak görmüşlerdir. Sonuçta kendilerine sunulan imkanlar onlar

için sürekli yetersiz gelmiş, bu durum içlerinde bir sızı olarak kalmış ve bunu da sık

sık kaba tavırlarıyla dışa vurmuşlardır. Onların bu tavırları herkesi rahatsız etmiş,

dolayısıyla sevilmeyen kişiler olarak ortada kalmışlardır. Onların Abdulmümin’in

uygulamalarına; belki de başarılarına gösterdikleri tepkileri hep sırıtmıştır. İbn

İzârî’nin dikkat çektiği kıskançlık47 hastalığı onların böyle olumsuz tepkiler

vermelerine sebep olmuş, bu durum, onların konumlarını sürekli zayıflatmıştır.

Onların konumları zayıfladıkça da tepkileri isyan noktasına kadar varmıştır. İsyanları

ise, bardağı taşıran son damla olmuş ve öldürülmüşlerdir48.

B-ENDÜLÜS’ÜN MUVAHHİDLER DEVLETİ’NE BAĞLANMASI

1-Muvahhidler Öncesinde Endülüs

Müslümanlar Endülüs’ü fethetmek için bu bölgeye ilk defa VIII. yüzyıl

başlarında geçmişlerdir. 711 yılında Tarık b. Ziyad49 ile başlayan Endülüs’teki fetih

hareketi çok hızlı bir şekilde başlayıp kısa zamanda tüm yarımadayı, hatta Fransa’nın

bir kısmını da içine alacak ölçüde genişlemiştir50. Ancak zamanla Müslümanların

güçlü bir otoriteden mahrum kalmaları ve bunun bir sonucu olarak kendi aralarında

çıkan çeşitli problemler bölgede kaldıkları sürece bir yandan Hıristiyanlara karşı, bir

47 İbn İzârî, 50. 48 Beyzak, 119; İbn İzârî, 48, 50. 49 Tarık b. Ziyad, hicrî 91 Ramazanında (Temmuz 711), İspanya’nın güneyine ilk fetih girişiminde bulunmuş, bu girişimden elde edilen başarıdan sonra, Musa b. Nusayr onu yeni bir orduyla desteklemiştir. Tarık, çoğunluğu Berberî olan 7000 kişilik bir orduyla Recep 92 (Mayıs 712) İspanya’ya geçmiştir. Tarık’ın askerleri boğazı, Kont Jülien tarafından tedarik edilen küçük gemilerle geçmişlerdir. Bkz. Provençal, ‘Tarık’, İA, XI, 770, İstanbul, 1970. Bu konuda daha ayrıntılı, farklı yorum ve bilgi için bkz. Atçeken, 55-72. 50 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları 1, 16-25; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 149; Will Durant, 187, 188.

121

yandan da kendi aralarında sürekli bir çatışmayı gerekli kılmıştır. Diğer taraftan

Müslümanların kendi aralarındaki çatışmalar, zamanla Hıristiyanlar karşısında zayıf

kalmalarına ve yeni yerler almak yerine, konumlarını savunmaya yönelik olarak

belirlemelerinde en önemli sebeplerden biri olmuştur51.

Fethin ilk yıllarından itibaren Endülüs’teki Müslümanlar arasında sürekli bazı

sürtüşmeler/çatışmalar olmuş, ancak bu çatışmalar güçlü siyâsî iktidarlar döneminde

azalmıştır. Merkezî iktidarların zayıfladığı ve bazen de yok olduğu dönemlerde ise,

Müslümanlar arasındaki ayrılıklar hat safhaya ulaşmış ve her şehir ayrı baş çeker

hâle gelmiştir. Bu durum, Hıristiyan güçlerin işine yaramış ve zamanla

Müslümanların ellerindeki bölgeleri bir bir ele geçirmeye başlamışlardır52. Endülüslü

Müslümanlar güçlü iktidardan yoksun kalarak parçalandıklarında içine düştükleri bu

durumdan kurtulmak için, Endülüs dışındaki Müslümanlardan yardım isteyerek

birliklerini sağlamaya ve Hıristiyan güçlere karşı daha güçlü ve diri olmaya

çalışmışlardır53.

Emevîler döneminde m. VIII. yy. başlarında başlayan Endülüs’teki

Müslüman hakimiyeti, fetihten kısa bir süre sonra asabiyye ve bölgecilik gibi

parçalanmaya ve çatışmalara sürükleyen sebeplerden dolayı sarsılmaya ve

gerilemeye başlamıştır. Ancak II/VIII. yy ortalarında Endülüs Emevî Devleti’nin

kurulması ve güçlü bir otorite oluşturulmasıyla, bölge sükûnete kavuşmuştur. Bu

devletin XI. yy başlarında yıkılmasından sonra ise, Endülüs’te tam bir kaos ortaya

çıkmıştır (1031-1090). Endülüs’teki kaos ortamı, m. XI. yüzyılın sonlarına doğru

Murâbıtların bölgeye askerî müdahalesine kadar devam etmiştir. Murâbıtların güçlü

askerî yapısı, birleştiriciliği ve her yere hakim olmasıyla burada yeniden sükûnet

51 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 150. 52 Reconquista kelimesiyle ifade edilen, Endülüs’ün yeniden Hıristiyan hakimiyetine geçmesi için yapılan çalışmalar, Müslümanların Endülüs’ü fethinden hemen sonra başlamıştır. Başlangıçta Müslümanların güçlü ve belli bir birlik içinde olmalarından dolayı tam olarak başarılı olamayan bu çalışmalar, özellikle Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra, Müslümanların parçalanması ve zayıflamasıyla ivme kazanmıştır. Bölgede bu amaç için çeşitli zamanlarda bazen, Endülüs dışındaki bölgelerden Hıristiyan güçlerin de katıldığı haçlı birlikleri oluşturularak defalarca Müslümanlarla savaşılmıştır. Endülüs Emevi Devleti’nden sonraki Mulûku’t-Tavâif döneminde hız kazanan Reconquista hareketi, Murâbıtlar ve Muvahhidler döneminde bir süre durdurulmuş olsa da, bu devletlerin bölgeden çekilmesiyle bütün hızıyla devam etmiş ve nihayet 1492’de hedefine tam olarak ulaşmıştır. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Şeyban, 75; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 153-156. 53 Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 164, 175; Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 65.

122

sağlanmıştır. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. VI/XII. yy başlarında

(515/1121) Batı Atlaslarda Muvahhidler hareketinin başlamasıyla, Murâbıtlar, Kuzey

Afrika ve Endülüs’te hızla zayıflayarak, yaklaşık çeyrek asırlık bir sürede (1090-

1147) yerlerini tamamen Muvahhidlere bırakarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

Muvahhidler hareketinin başlamasından kısa zaman sonra, Murâbıtlar Devlet

başkanı olan Ali b. Yusuf, Endülüs’te vali olan oğlu Taşfin’i Merrakeş’e çağırmak

zorunda kalmıştır. 3 Recep 537/22 Ocak 1143’te Ali b. Yusuf’un, arkasından 27

Ramazan 539/24 Mart 1145’de oğlu Taşfin’in ölmesi ve aynı zamanda Mağrib’teki

Murâbıtlara bağlı şehirlerin bir bir Muvahhidlerin eline geçmesi Murâbıtların

otoritesini Endülüs’te de iyice zayıflatmıştır. Murâbıtların zayıflamasıyla Endülüs

Müslümanları arasında Murâbıtların askerî ve siyâsî gücü sayesinde oluşturulan

birlik bozulmuş, burada yeniden bağımsız küçük Müslüman devletçiklerin

oluşmasına ve Müslümanların yaşamakta olduğu şehirlerin hızla Hıristiyan istilâsına

uğramasına zemin hazırlamıştır.

2-Muvahhidlerin Endülüs’te Hakim Olmaları

Muvahhidler hareketinin güçlenmesiyle Murâbıtların hakimiyet merkezlerini

koruma telaşına düşmeleri, onları Endülüs ile yeterince ilgilenemez hale getirmiştir.

Bundan dolayı Endülüs’ün hemen her yerinde başlayan ayaklanmalarla, bölge yeni

bir kaos ortamına girmiştir54. 539/1144’lerden itibaren ayaklanan şehirlerdeki

liderlerin bir kısmı bağımsız hareket ederken, bir kısmı ise yükselen güç olan

Muvahhidlere katılma ve onlarla ittifaklar kurma yoluna gitmişlerdir. Bu ittifakla

Endülüs Müslümanları, Muvahhidler liderliğinde tek çatı altında toplanmayı ve

onların Hıristiyan tehdidine karşı kendilerine siyâsî ve askerî destek olmalarını ümit

etmişlerdir. Bu durum, yani Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaları,

Endülüslülerin bir süre daha güçlü ve birleştirici bir iktidar gölgesinde sükûnet içinde

yaşamalarını sağlamıştır55.

54 Bu konuda geniş bilgi için bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 265; İnan, I, 305-323; Şeyban, 186, 187; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 702; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788; Nasrullah, 317, 318. 55 Bu konularda bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 1-175; Özdemir, ‘Endülüs’, DİA, XI, 211-232; İmamuddin, 309 vd.; Hâcî, 457; J. Brignon, ‘Muvahhidler’, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, V, 346 vd. Yusuf Eşbah, Endülüslülerin bağımsızlıklarına düşkün ve Mağriblilerin baskısından uzak yaşamak istediklerini, ancak korkuyla onlara boyun eğmek zorunda kaldıklarını, bu korkuyu

123

Ancak Muvahhidlerin Endülüs’te tam olarak hakimiyetlerini kurmaları çok

kolay olmamıştır. Bu on yıldan fazla süren bir mücadele sonunda gerçekleşmiştir.

539/1144’te Taşfîn’in öldürülmesi ile başlayıp 552/1158’de Muvahhidlerin

Meriyye’yi56 Hıristiyanlardan geri almasına kadar süren bu dönemi Hüseyin Mûnis,

‘fetretu’l-intikal’, yani Endülüs’teki hakimiyetin Murâbıtlardan Muvahhidlere geçiş

süreci/aralığı olarak adlandırmıştır57. Aslında Meriyye’nin Muvahhidlerce

Hıristiyanlardan geri alınmasıyla buradaki savaş tam olarak bitmemiştir. Meriyye’nin

alınması, Muvahhidlerin burada güçlü bir şekilde bulunduklarını gösterse de, onların

Endülüs’teki hakimiyet mücadelesi Abdulmümin’in ölümünden sonra da devam

etmiştir.

Muvahhidler Endülüs’e geçmelerinden sonra, buradaki Müslüman liderlerle

görüşmeler yaparak kendilerine itaatlerini sağlamaya çalışmışlardır. Başlangıçta iyi

bir şekilde ve heyecanla başlayan görüşmeler zamanla bazı aksaklıklarla sekteye

uğramış, anlaşmazlıklar ortaya çıkmış ve sonunda Muvahhidler Endülüs’te

Müslümanların yaşadığı birçok yeri işgal etmiş olan Hıristiyanlarla birlikte bazı

Müslüman liderlerle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu anlamda Muvahhidlerin

Endülüs’te hakim olmaya başladıkları dönemde buradaki en önemli liderler, İbn

Gâniye, İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş olmuştur.

attıkları anda da bağımsızlıklarını ilan ettiklerini ifade etmektedir. Ona göre Murâbıtların yıkılmaya yüz tuttuğu son yıllarda da aynı şey olmuş, Murâbıtlara bağlı Endülüs şehirleri bir bir Murâbıt yöneticilerine isyan ederek bağımsız hareket etme yoluna gitmişlerdir. Bkz. Eşbah, I, 215 vd. Benzer bir yorum için bkz. İnan, II, 335; Züneyber, 207, 208. Endülüslülerin daha Murâbıtlar Devleti yıkılmadan, bağımsız kalmak yerine, güçlü bir şekilde gelmekte olan Muvahhidlere katılmaya başlamaları Yusuf Eşbah’ın bu değerlendirmesinin tam olarak doğru olmadığını göstermekle birlikte, İbn Merdeniş gibi liderlerin çıkmış olması da genelleme yapılamasa da onu doğrulamaktadır. Endülüs Müslümanlarının kendi içlerinde birlik olamadan ve Mağrib’ten destek almadan haçlı saldırılarına karşı koyamayacaklarını, sonuçta da Hıristiyan krallıklarca kolayca yok edileceklerini en iyi onlar bilmektedir. 56 Meriyye, Güneydoğu Endülüs’te, Akdeniz sahilinde, Endülüs’ün önemli ticaret ve liman şehirlerindendir. Şehirde tatlı su kaynakları, yüksek kesimlerinde su dolapları, düzlüklerinde bostanlar bulunmakta, buralarda her türlü meyve yetişmekte, ipek ve diğer kumaş üretimi yapılan fabrikalar bulunmaktaydı. Burası kaleleri ve surlarıyla çok iyi savunulabilen bir şehirdi. Yine bu şehrin bir çok kapısı, hayratı ve yüzlerce oteli bulunuyordu. Bkz. Himyerî, 184; Hamdi, 312. 57 Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 92. Araştırmacılardan Sallâbî, Muvahhidlerin Cebelü’l-Feth’in inşası sonrasında Abdulmümin’in buraya gelmesi, bazı Endülüslülerle görüşmeler yapması ve yeni fetihlerle Muvahhidlerin Endülüs’te tam olarak hakim olduklarını ifade etmiştir. Bkz. Sallâbî, 116. Guneymî, aynı dönemi Endülüs’te Mulûk’t-Tavâif’ten sonraki ikici fetret dönemi olarak ifade etmiştir. Bkz. Guneymî, II, 207.

124

Endülüs’te hakim olan liderlerden Yahya İbn Gâniye, aslen Murâbıtları

oluşturan ana kabilelerden olan Mesûfe’ye mensuptur. Annesi tarafından Yusuf b.

Taşfîn’in yakın akrabası olmasından dolayı Merrakeş’te Murâbıtlar sarayında

yetişmiştir58. Ali b. Yusuf onu 515/1120’de Endülüs’teki Müslümanlara yönelik

Hıristiyan saldırılarını önleme konusunda yardımcı olması için komutan olarak

Merrakeş’ten Mürsiye’ye göndermiştir. Bu tarihten itibaren Murâbıtlar döneminde

Doğu Endülüs’te Hıristiyanlara karşı yapılan savaşlara katılmış ve başarılar elde

etmiştir. Buradaki başarılarından dolayı, 524/1129’da Doğu Endülüs valisi Ebû

Muhammed Yeddir b. Verkâ’nın ölmesi üzerine buraya vali olarak

görevlendirilmiştir. İbn Gâniye, daha sonra Kurtuba59 valiliğine getirilmiş ve

Murâbıtlar Devleti’nin yıkılmasına kadar bu görevini yürütmüştür. 539’dan itibaren

Endülüs’te Murâbıtlara karşı çeşitli isyanlar çıkmış, akabinde de bağımsız bölgeler

oluşmuştur. Bu dönemde de İbn Gâniye, sonuna kadar Murâbıtlara bağlılığını

sürdürmüş, Endülüs’te hakim olmaya çalışan Muvahhidlerle mücadele etmiştir60.

Daha önce anlatıldığı gibi Sebtelilerin Muvahhidlere karşı ayaklanmaları üzerine,

onlara Sahrâvî’yi komutan olarak Yahya İbn Gâniye göndermiştir61. O, Murâbıtların

tamamen yıkılması ve Endülüs’teki Hıristiyan güçlerin baskılarının günden güne

artmasıyla başlangıçta savaştığı Muvahhidlerle anlaşma yoluna gitmiştir. Bu anlaşma

ile Müslümanların yaşadıkları şehirlerin Hıristiyan işgaline karşı korunmasını

amaçlamıştır. İbn Gâniye, Muvahhidlerle yaptığı anlaşmadan sonra Kurtuba ve

Karmûne gibi önemli şehirleri Muvahhidlerin hakimiyetine terk etmiştir. Anlaşma

sonrasında Gırnata’ya62 giderek buradaki yöneticilerle Muvahhidlerle anlaşmaları

58 Bel, A., ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 734. 59 Kurtuba, Endülüs’ün en önemli şehirlerindendir. Burası Endülüs Emevî Devleti tarafından başkent olarak kabul edilmesinden sonra hızla gelişmiş ve Endülüs’teki en önemli şehir haline gelmiştir. Bu şehir, Murâbıtlar tarafından da Endülüs’ün idare merkezi olarak kullanılmıştır. Kurtuba ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Himyerî, 153-156; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 67; İrving, Thomas B., ‘Kurtuba’, DİA, XXVI, 452; Nasrullah, 327. Abdulmümin döneminde Muvahhidler, başlangıçta Endülüs’te İşbîliye’yi merkez olarak kullandıkları halde daha sonra merkezlerini Kurtuba’ya nakletmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 199, 200. 60 Yahya İbn Gâniye hakkında bilgi için bkz. İbn İzârî, 40-42; Nâsırî, 105, 106; İbrahim Harekât, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354; Şeyban, 185-192. 61 İbn İzârî, 32; İbn Ebî Zer, 191. 62 Gırnata, Güney Endülüs’teki en önemli şehirlerden biridir. Burası Müslümanların Hıristiyan istîlâsına uğrayan, Reconquista hareketinin zafere ulaştığı en son Endülüs şehri olmuştur. Muvahhidlerin Endülüs’ten çıkmalarından sonra, burada kurulan Gırnata Sultanlığı (Benî Ahmer Devleti), 1492’ye kadar Hıristiyan saldırılarına karşı dayanmıştır. Bkz. Özdemir ‘Gırnata’, DİA, XIV, 52; Özdemir, Endülüs Müslümanları I, 185 vd.

125

konusunda görüşmeler yapmıştır. Ancak Gırnata’ya gidişinden iki ay sonra 14 Şaban

543/28 Aralık 1148’te burada ölmüştür63.

İbn Hamuşk64 ve Ahmed b. Merdeniş ise Muvahhidlerin Endülüs’te en çok

uğraşmak zorunda kaldığı Müslüman liderler olmuşlardır. Bu iki lider Endülüs’ün

yerli halkından İslâmiyeti kabul etmiş olan kimselerin (Müvellidûn) çocuklarıydı.

İbn Merdeniş, kayın pederi olan İbn Hamuşk ve Hıristiyan kralların da desteğini

alarak Muvahhidlere karşı birlikte mücadele etmişlerdir. İbn Merdeniş, Murâbıtlar

döneminde bir süre Mürsiye65 valiliği de yapmıştı. Murâbıtların zayıflayıp iktidardan

düşmesi üzerine Doğu Endülüs’te Belensiye, Mürsiye vb. yerlerde sevilen bir şahıs

olan Abdurrahman b. İyaz lider olarak ortaya çıkmıştır. İbn İyaz’ın ölmesinden sonra

ise onunla akrabalığı bulunan ve daha önce onun emrinde çalışmakta olan İbn

Merdeniş, 542/1147’de emirliğini ilan etmiştir. O, giyim kuşamında ve at koşumunda

Hıristiyanları taklit etmesiyle dikkat çekmiştir66. İbn Merdeniş, kendisine güveni

tam, cesaret ve atılganlığı ile tam bir Hıristiyan şövalye gibiydi67. O, Endülüslülük

fikriyle hareket etmiş ve Endülüs’te hakim olması gereken gücün yine Endülüslüler

olması gerektiğini savunmuştur68. Bunu gerçekleştirmek için de var gücüyle çalışmış,

bölgedeki Hıristiyan güçlerden de destek alarak Doğu Endülüs’te bir müddet

hakimiyet kurmuştur. Özellikle Karmûne69 ve Gırnata’nın Muvahhidler tarafından bu

güçlerden geri alınması, hayli zor ve çetin savaşlardan sonra gerçekleşebilmiştir. Bu

63 İbn İzârî, 40-42; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Harekât, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354; Bel, ‘İbn Gâniye’, İA, V-2, 735; Nasrullah, 319. 64 İbnu’l-Hatib, İbrahim b. Hamuşk’un dedesinin Hıristiyanlıktan İslâmiyet’e giren cesur bir kişi olduğunu, bir kulağı kesik olduğu için kendisine Hamuşk denildiğini rivayet etmiştir. İbn Hamuşk, kızını İbn Merdeniş’e vererek onunla akraba olmuş, siyâsî ve askerî olarak onu desteklemiştir. O, şahsiyet olarak, baskıcı, sert, kaba, çok cüretkar ve çirkin bir kimsedir. Ömrünün sonlarında Muvahhidlerin hizmetine girmiş, 571/1175 yılı başlarında Merrakeş’e gelmiş, Miknâse’ye yerleşmiş ve kısa zaman sonra da burada vefat etmiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 263, 264. Ayrıca bkz. Halefullah, 114. 65 Mürsiye, Güneydoğu Endülüs’te düzlük bir yerde, nehir üzerine, sahile yakın bir noktada kurulmuş, etrafı surlarla çevrili bir şehirdir. Bkz. Himyerî, 181-183. 66 Merrakuşî, 209; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 260, 261; Özdemir, ‘İbn Merdeniş’, DİA, XX, 184; Şeyban, 222, 223; Halefullah, 112. 67 İbnu’l-Hatîb, A’lâm, 260. 68 İbn Merdenîş hakkında daha Fazla bilgi için bkz. Merrakuşî, 209; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 259-262; Özdemir, ‘İbn Merdenîş’, DİA, XX, 183; Seybold, C. F., ‘İbn Merdeniş’, İA, V-2, 769; İnan, I, 353-372; Şeyban, 222-225; Nasrullah, 321-324. 69 Karmûne, Endülüs’te İşbîliye’nin doğusunda, buraya yaklaşık yirmi mil uzaklıkta, eski, büyük bir şehirdir. Bu şehir adını Latince’de arkadaşım anlamındaki Kâribmûye kelimesinden almıştır. Etrafında yer yer yüksek surları ve derin hendekleri olan yüksekçe bir yere kurulmuştur. Bkz. Himyerî, 158, 159.

126

muhalif güçler, Muvahhidlere karşı buradaki Yahudî ve Hıristiyanlarla da işbirliği

yaparak mücadele etmişlerdir70.

Ramazan 539/Mart 1145’de Ali b. Taşfîn’in ölümünden sonra, Murâbıtların

hakim olduğu Endülüs’ün hemen her yerinde Murâbıtlara karşı isyanlar çıkmıştır.

Böylece Muvahhidlerin hızla güçlenmesi ve Mağrib’te Murâbıtları yok etmelerine

paralel olarak Endülüs’teki Murâbıtlar hakimiyeti de zayıflamıştır. Diğer yandan

Endülüs’teki bu otorite boşluğu ve Müslümanlar arsındaki ihtilaflar Hıristiyanlar

tarafından bir fırsat olarak değerlendirilmiş, Müslümanlara ait şehirlere karşı

Hıristiyan saldırıları artmıştır. Endülüs Müslümanları, Muvahhidleri siyâsî

bütünlükleri ve dolayısıyla kurtuluşları için yeni bir ümit olarak görmüşler ve

onlardan yardım istemişlerdir. Muvahhidler onların isteklerine olumlu cevap vererek

Endülüs’e geçmeye başlamışlardır71. Muvahhidlerin Endülüs’te hakim olmaya

başlamalarına rağmen Mağrib’teki isyanlardan dolayı burayla tam olarak ilgilenemiş

olmaları ve yine Endülüs’te karşılaştıkları muhalefetle mücadeleleri esnasında

Hıristiyan güçler Müslümanlara ait bazı şehirleri istilâ etmeye başlamışlardır. Bu

çerçevede ilk etapta, Şenterîn, Bâce, Mâride, Üşbûne (540/1145), daha sonra ise,

Meriyye, Beyâse ve Ceyyan gibi şehirler (542/1147)72 ve nihayet Turtûşa, Lâride,

İfrâga ve Şentemeriye (543/1148) Hıristiyanların eline geçmiş, Murâbıtların

Endülüs’teki merkezleri olan Kurtuba’ya karşı saldırılar başlamıştır73.

Muvahhidler Mağrib’te Murâbıtların şehirlerini siyasi ve askerî güçleriyle

savaşarak bir bir ele geçirirken, Endülüs’teki şehirleri ise başlangıçta Mağrib’teki

başarılarının yarattığı psikolojik etkiyle kendilerine bağlamışlardır. Onların

Mağrib’teki başarıları, Endülüs’teki Murâbıtlar otoritesini de zayıflatarak bitme

noktasına getirmiş, burada oluşan boşluğu Muvahhidler savaşsız olarak, ya da çok

küçük çatışmalardan sonra doldurmaya başlamışlardır. Muvahhidlerin Merrakeş

kuşatması esnasında, Endülüs’ten bazı heyetler gelerek Abdulmümin’e bağlılıklarını

bildirmişlerdir. Bu heyettekiler yanlarında Abdulmümin’e biatlerini bildirenlerin

listesini de getirerek ona teslim etmişlerdir. Abdulmümin, onların biatlerini kabul

70 İbnu Sâhibussalat, 182, 183; İbn İzârî, 74; Nasrullah, 326. 71 Nuveyrî, XXIV, 300, 301; Nasrullah, 321. Kennedy, 202. 72 Nuveyrî, XXIV, 300, 301. 73 İbn İzârî, 40.

127

etmiş, onların bu davranışlarından dolayı kendilerine teşekkürlerini bildirmiştir.

Heyettekiler Endülüs’teki Hıristiyan güçlerin Müslümanların şehirlerini bir bir işgal

ettiklerini söyleyerek Abdulmümin’den yardım talep etmişlerdir74.

Endülüs’te bazı yerlerin Muvahhidlere bağlanması ve onların buraya ilk

geçişleriyle ilgili olarak verilen en eski tarih Zilhicce 539 sonlarıdır. (Mayıs 1145)

Bu tarih, Abdulmümin’in Tlemsan’ı Murâbıtlardan aldığı ve Fas’ı kuşatma altında

tutmaya başladığı döneme rastlamaktadır. Muvahhidler ilk olarak on bin kişilik bir

süvari birliğiyle Endülüs’e geçmişler ve Şerîş’i savaş yapmadan teslim almışlardır.

Şeriş’in Murâbıtlara bağlı komutanı Ebû Gamr, üç bin kişilik süvarisiyle

Muvahhidlere karşı harekete geçmiş, ancak 1 Zilhicce 539/25 Mayıs 1145’te savaş

yapmadan Abdulmümin’e biat etmeyi kabul etmiştir. Bundan dolayı Şerîş halkı

Muvahhidler tarafından es-sâbikûne’l-evvelûn olarak adlandırılmıştır75. Muvahhidler,

onların kendilerine katılmaktaki önceliğini daima göz önünde bulundurmuşlar, bu

bölgede yaşayanların mallarına dokunmamışlar ve onlardan vergi76 almamışlar,

Endülüs heyetleri ile görüşmeler esnasında onlara öncelik vermişlerdir77. Buradan

anlaşıldığı gibi Endülüs Müslümanlarının Abdulmümin ile görüşmeleri ve ona ilk

biatleri Merrakeş’in düşmesinden (541 yılı sonları/Mart 1147) yaklaşık iki yıl

öncesine tekabül etmektedir78.

Yine Mirtelle’den Ahmed b. Kasî, 540/1145’de Abdulmümin’e biat etmiş ve

onu Endülüs’e hakim olmaya teşvik etmiştir. Abdulmümin, Merrakeş kuşatmasına

74 İbn Ebî Zer, 188; Nasrullah, 317; Miranda H. A., ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Kültür ve Medeniyeti, 311, Ter. Kasım Turhan, İstanbul, 1997. 75 İbn Ebî Zer, 188. Sâbikûne’l-evvelûn ifadesi Kur’ân’da İslâm’a ilk giren (zor günlerde giren), Mekkeli ve Medineli Müslümanlar için kullanılmıştır. (Kur’ân-ı Kerim, Tevbe Suresi, 100. ayet) Burada da Muvahhidlere Endülüs’te ilk katılanlar anlamında kullanılmıştır. 76 İbn Ebî Zer, Muvahhidlerin Endülüs’te her yerde vergi olarak rubâa/murabbaa (1/4 oranında alınan vergi) aldıkları halde, Endülüs’te kaldıkları sürece Şerişlilerden bu vergiyi almadıklarını rivayet etmiştir. Bkz. İbn Ebî Zer, 188. 77 İbn Ebî Zer, 188; Nâsırî, II, 104; A. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 703. İbn İzârî, Muvahhidlerin Endülüs’e ilk girişlerinin Taşfîn b. Ali’nin ölmesi ve Muvahhidlerin Fas’a girmesinden sonra, Murâbıtların donanma komutanı olan Ali b. İsa b. Meymun’un Muvahhidlere katılmasıyla gerçekleştiğini belirtir. İsa b. Meymun, Abdulmümin ile görüşüp ona biat ettikten sonra Endülüs’e gönderilmiş, o da Kâdis’e geçerek, 540 yılı başlarında, (Temmuz 1145) burada Muvahhidler adına hutbe okumuştur. Böylece Kâdis Endülüs’te Muvahhidlere katılan ilk yer olmuştur. Bkz. İbn İzârî, 34; İbn Haldun, el-İber, VI, 233; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788; Sâlim; Târihu’l-Mağrib, II, 702. 78 Batılı araştırmacılardan Tourneau, Muvahhidlerin fetih haritasını çıkarmış ve burada çok erken dönemlerde, daha 1143/537, 538’lerde Şerîş, İşbîliye ve Kurtuba gibi yerlerin Muvahhidlere bağlandığını göstermiştir. Bu bilgi kaynaklarca doğrulanmamaktadır. Bkz. Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 55.

128

devam ederken, Ahmed b. Kasî ile birlikte Berraz b. Muhammed b. Mesûfî, Musa b.

Said ve Ömer b. Salih Sanhâcî komutasında askerî birlikler Endülüs’e göndermiştir.

Bu birlikler Şeriş’e karargah kurmuşlar, buradan hareket ederek Endülüs’teki

şehirleri Muvahhidler adına hızla ele geçirmeye başlamışlardır. Buradaki savaşlarda,

Leble, Mirtele, Şilb, Bâce Muvahhidlerin eline geçmiş, bölgedeki Batı Endülüs’teki

liderlerden Ebû Muhammed Sidray b. Vezîr Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidlere

bağlı birlikler Leble’de Yusuf b. Ahmed Butrîcî79 ile karşılaşmışlar ve o da

Muvahhidlere katılmıştır. Muvahhidler ordusu son olarak karadan ve denizden

gerçekleştirdiği bir kuşatmayla Şaban 541/Ocak 1147’de İşbîliye’yi almıştır80.

Şenterin’e hükmetmekte olan Lebîd b. Abdullah Muvahhidlere katılmıştır. Bu

dönemde İşbîliye’nin ileri gelenlerinden oluşan bir heyet de Abdulmümin ile

görüşmek için Merrakeş’e gelmişlerdir. İşbîliye heyeti, bu sırada Abdulmümin’in

Mâsî ayaklanmasıyla meşgul olduğu için uzun süre bekledikten sonra, ancak Zilhicce

542/ Nisan 1148’de, Kurban bayramı günlerinde Abdulmümin ile görüşebilmiştir.

İşbîliye heyeti, bu görüşmede Abdulmümin’e biat etmiş ve ondan mallarına

dokunulmayacağına dair belge alarak, hediyelerle Endülüs’e dönmüştür81. İbn

Tûmert’in kardeşleri İsa ve Abdulaziz ile amcalarının oğlu Yeslâtîn bu dönemde

İşbîliye’ye gelmişlerdir. İbn İzârî’nin rivayet ettiğine göre onlar İşbiliye’ye gelinceye

kadar burada işler gayet iyi bir şekilde yürütülmüştür. Onlar İşbîliye’de halka kötü

davranmışlar, halkın can ve mal güvenliği konusunda gereken hassasiyeti

göstermemişlerdir. Onların bu kötü muameleleri karışıklıklar çıkmasına sebep olmuş,

daha önce Muvahhidlere bağlanmış olan liderlerden Yusuf b. Ahmed Bitrûcî,

İşbiliye’den ayrılarak Leble’de, tekrar bağımsız hareket etme yoluna gitmiştir. Yine

Abdulmümin’e ilk biat edenlerden olan Ahmed b. Kasî de Şilb’de bağımsız hareket

etmeye başlamıştır82. Bu dönemde halk İşbiliyye’de büyük bir sıkıntı içine düşmüş,

evlerini ve mallarını yok pahasına satarak buradan ayrılmaya başlamışlardır.

79 Bitrûcî, Leble bölgesinde hakim olan Endülüslü liderlerdendi. Bkz. Beyzak, 125. Başlangıçta Muvahhidlere katıldığı halde, İşbiliyye’de Muvahhidlerin yanlış uygulamaları, onu isyan ederek Leble’de tekrar hakim olmaya sevk etmiştir. Muvahhidler de daha sonraki yıllarda onunla çatışmak durumunda kalmışlardır. Ancak o, Alfonso’nun 545/1150’deki Kurtuba kuşatmasına karşı Muvahhidlere yardım göndererek iyi niyetini göstermiştir. Bkz. İbn İzârî, 38, 42. 80 İbn İzârî, 35, 36. Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nâsırî, II, 104, 105; Şeyban, 219; Sallâbî, 113, 114; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 788, 789; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 703. 81 İbn İzârî, 36; İbn Ebî Zer, 190; Hülelü’l-Mevşiyye, 147; Zerkeşî, 6; Nâsırî, II, 104. 82 Beyzak, Endülüs’te isyan eden liderlerden on tanesinden fazlasının adını zikretmiştir. Bunlardan bir kısmı sonradan tekrar Muvahhidlere katılmışlardır. Bkz. Beyzak, 125, 126.

129

Endülüs’teki karışıklıkların artmasından sonra İbn Tûmert’in amcasının oğlu ve

kardeşleri de buradan ayrılarak Merrakeş’e dönmüşlerdir. Abdulmümin, İşbiliye’ye

yeni vali olarak Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman’ı atamıştır83. Bu dönemde

Muvahhidlerin Mağrib’te önce Mâsî, arkasından da Sahrâvî isyanıyla uğraşmaları ve

İşbiliye’deki kötü uygulamalar, Endülüs’teki bazı bölgelerde Muvahhidlere karşı

isyana sebep olmuştur. Bu anlamda; Leble, Şilb, Kadis ve Batalyevs Muvahhidlere

itaatten vazgeçmiştir. Bu arada İbn Gâniye Muvahhidlerle mücadeleye girişmiş ve

Cezîretülhadrâ’da onları mağlup etmiştir84.

Abdulmümin’in yeni İşbiliye valisi Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman, akıllıca

siyasetiyle buradaki halkın rahatlamasını sağlamış, onun tavsiyeleri çerçevesinde

hareket etmiş ve halkın şikayetlerini gidermeye çalışmıştır85. Bu arada Abdulmümin,

halka karşı kötü muamele edildiği yolundaki şikayetler üzerine Endülüs’teki

Muvahhidlerin elinde bulunan şehirlere birer mektup göndererek, halka karşı adaletli

olunmasını ve her türlü zulümden kaçınılmasını emretmiştir. Abdulmümin bu

mektubunda emir bil maruf ve nehiy ani’l-münker esasını hatırlatmış ve kan dökmeyi

yasaklamış, Müslümana yaraşır bir davranışın nasıl olması gerektiğini, çok sayıda

ayet ve hadisle izah etmiştir86.

İşbiliye valisi Ebû Yâkub Yusuf b. Süleyman’ın çalışmalarıyla Endülüs’te

Muvahhid hakimiyeti yeniden güçlenmiştir. O, önce Ahmed Bitrûcî’nin üzerine

giderek onu kaçırmış ve Muvahhidler Leble’de yeniden hakim olmuştur. Daha sonra

Şilb’de bulunan Ahmed b. Kasî’nin üzerine gitmiş, Şilb, Tabîra, Şentemeriye ve daha

83 İbn İzârî, 36-39; İbn Haldun, el-İber, VI, 234; Nasrullah, 318. 84 İbn İzârî, 38; İbn Haldun, el-İber, VI, 234. Araştırmacılardan M. Züneyber, Muvahhidlerin Endülüs’e ilk girişleri esnasında burada bulunan liderlerin onları iyi niyetle kabul ettiklerini, ancak Muvahhidlerin yanlış tutumlarının kendilerine karşı isyana sebep olduğunu belirtmiştir. Muvahhidlerin kendilerine kesin itaat istemeleri ve bütün yetkileri ellerinde toplama çabalarının ters teptiğini, özellikle İbn Merdeniş’e karşı tehdit üslubuyla yaklaşmalarının aralarındaki ilişkileri tamamen kopardığını ifade etmiştir. Bkz. Züneyber, 204, 205. 85 İbn İzârî, 39. 86 İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561. Bu mektuba atıflar için bkz. İbn İzârî, 36, 37, 38; İbn Haldun, el-İber, VI, 234. Abdulmümin’in bu uyarı mektubuna rağmen, komutanların ve valilerin aşırı giderek katliam yaptıkları kaynaklarda kaydedilmiştir. Leble’de Muvahhidlerin komutanı Yahya b. Yavmur, uyguladığı katliam bunun en açık örneklerinden biridir. Bkz. İbn İzârî, 52; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111; Sâlim, ‘Kurtuba Hâdıratu’l-Hilâfeti fi’l-Endülüs’, Dirâsetü Târihiyye, Umrâniyyetuhu, Eseriyyetuhu fi’l-Asri’l-İslâmî, 149, İskenderiyye, 1984.

130

sonra Batalyevs’e geçmişlerdir. Buradaki yönetici Muhammed b. Ali b. Hicâm87

onlara her türlü kolaylığı sağlamış, onları en iyi şekilde ağırlamıştır. Yusuf b.

Süleyman, başarılı bir seferden sonra İşbiliye’ye dönmüştür88. Ebû Yâkub, bir

mektupla başarılı seferleri hakkında Abdulmümin’e bilgi vermiş, Abdulmümin’den

teşekkürlerini ifade eden cevâbî mektup almıştır89.

543/1148 yılında Muvahhidlerden Ebû İshak Berraz b. Muhammed ile Yahyâ

b. Gâniye arasında bir görüşme gerçekleşmiş, gayelerinin burada Müslümanların

galibiyetini sağlamak olduğu açıklanarak, İbn Gâniye Muvahhidlerle birleşmeye ikna

edilmeye çalışılmıştır. Daha önce Hıristiyanlarla anlaşma yapan, ancak Hıristiyanlar

tarafından sürekli sıkıştırılan İbn Gâniye, bir süre sonra Ebû İshak ile görüşme

talebinde bulunmuş, sonuçta Muvahhidlerle anlaşarak Kurtuba ve Karmûne gibi

önemli şehirleri Muvahhidlere bırakmayı kabul etmiştir. Ebû İshak bu anlaşma

haberini Abdulmümin’e bizzat bildirmek için Merrakeş’e gitmiştir. Abdulmümin,

İbn Gâniye’ye hitaben bir mektup yazarak memnuniyetini bildirmiş ve her türlü

ihtiyacı için yardımcı olacaklarını belirtmiştir. Abdulmümin’in mektubundan dolayı

son derece mutlu olan İbn Gâniye, kendisine bırakılmış olan Ceyyan’ı da

Muvahhidlere terk ederek Gırnata’ya geçmiş ve buradaki yöneticileri Muvahhidlerle

anlaşma konusunda iknâ etmeye çalışmıştır. Ancak buraya gelmesinden iki ay sonra

14 Şaban 543/28 Aralık 1148’de vefat etmiştir90.

Abdulmümin, 545/1150 yılında Merrakeş’ten Selâ’ya geçmiş ve burada beş

ay kadar kalmıştır. Selâ’nın güneyinde, denize uzanan bir burun üzerinde bir saray

yapılmış ve buraya Aynu Gabûle nehrinden kanallarla su getirilmiştir. Sarayın

arkasından bahçeler ve yeşil alanlar oluşturulmuş, daha sonra da başka insanlara

burada ev yapmaları için izin verilmiştir. Burası Ribatulfeth (bugünkü Rabat) diye

bilinen şehrin temelini oluşturmuştur91. Bu şehir daha sonra Abdulmümin tarafından

Muvahhidlerin savaşa gidecek olan birlikleri için toplanma yeri olarak kullanılmıştır.

87 Beyzak’ın rivayetine göre Batelyevs’teki yerel liderlerden olan İbn Ali, Muvahhidlere katılmış ve kendileri için iyi bir taraftar olmuştur. Bkz. Beyzak, 125. 88 İbn İzârî, 39, 40. Ayrıca bkz. İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 702-705. 89 İbn İzârî, 40. 90 İbn İzârî, 40-42; İbn Ebî Zer, 191; İbn Haldun, el-İber, VI, 235. 91 Beyzak, 113; İbn İzârî, 43; İbn Ebî Zer, 192.

131

Abdulmümin, bu bölgede kaldığı sırada Endülüs’ün ileri gelenlerini

görüşmeler yapmak için yanına çağırmıştır. Onun bu çağrısı üzerine içinde kadıların,

fakihlerin, hatiplerin, şairlerin, eşrafın ve komutanların bulunduğu beş yüz kişilik bir

heyet Abdulmümin’in bulunduğu yere, Ribatulfeth’e gelmiştir. Bu heyet içinde aynı

zamanda daha önce Muvahhidlere karşı savaşan liderler de bulunmaktaydı. Heyeti

Abdulmümin’in vezirleri olan Ebû İbrahim, Ebû Hafs, Ebû Cafer b. Atiyye ve

Muvahhidlerin ileri gelen diğer adamları karşılamışlardır. Muvahhidler bu heyeti en

iyi şekilde ağırlamışlardır. Bu heyet, gelişlerinden üç gün sonra da (1 Muharrem

546/20 Nisan 1151) gruplar halinde Abdulmümin ile görüşmeye başlamışlardır92.

Abdulmümin geniş bir salonda hasır üzerinde oturarak, başında yünden bir

sarık olduğu halde Endülüs heyetini kabul etmiştir. Her grup Abdulmümin’in veziri

İbn Atiyye tarafından Abdulmümin’e tanıtılarak takdim edilmiştir. Endülüs

heyetindeki isteyen herkes Abdulmümin’e dilek ve görüşlerini rahatlıkla ifade

etmişlerdir. Hatta Abdulmümin, burada saçma sapan konuşmaları ve talepleri bile

sabırla dinlemiştir. Heyetteki şairlerden isteyenler Abdulmümin’e şiirlerini takdim

etmişlerdir. Bu arada Abdulmümin, daha önce isyanlara karışmış liderlerle de tek tek

görüşmüştür. Abdulmümin, Endülüs’ten gelen bu heyeti on beş gün ağırladıktan

sonra ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayarak hediyelerle ve bundan da önemlisi

onların dostluklarını kazanarak ülkelerine uğurlamıştır93.

Abdulmümin yine bu dönemde Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi olan

İşbîliye’den gelen talebe ve ileri gelenlerden oluşan bir gurupla da ayrıca görüşerek,

onlara hitaben bir konuşma yapmıştır. O, bu konuşmasında bir durum

değerlendirmesi yaparak, gelecekteki hedeflerini anlatmıştır. Abdulmümin, bu son

heyeti de Endülüs’e yolladıktan sonra Merrakeş’e geri dönmüştür94.

Abdulmümin 547-548/1152-1153 yıllarını daha çok Bicâye ve çevresiyle,

yani Mağribu’l-Evsat ile ilgili çalışmalarla geçirmiştir. Önce ordusuyla Merrakeş’ten

Selâ’da inşâ ettirdiği Ribatulfeth’e hareket etmiş, burada iki ay kaldıktan sonra,

Sebte’ye geçmiştir. Sebte’de Endülüs’ten İşbîliye, Kurtuba ve diğer şehirlerdeki

92 İbn İzârî, 43, 44. 93 İbn İzârî, 43, 44. Ayrıca Bkz. İbn Ebî Zer, 192; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Nâsırî, II, 106, 107. 94 İbn İzârî, 44, 45.

132

fakihleri, komutanları ve talebeyi çağırarak onlarla görüşmeler yapmış ve direktifler

vererek, buradan ayrılmış ve 547 yılı başlarında (1152 yılı ortalarında), Bicâye

seferini başlatmıştır95.

Abdulmümin 549/1154 yılında, Bicâye seferi sonrasında, önce Tinmellel’e

giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etmiş ve Merrakeş’e geri dönmüştür. Daha

sonra da oğlu Muhammed’i veliaht olarak ilan etmiş ve ona biat edilmesini

sağlamıştır96. Nuveyrî, Abdulmümin ile Ömer Hintâtî arasında Abdulmümin’den

sonra Ömer Hintâtî’nin başa geçmesi konusunda bir anlaşma olduğunu, ancak

Abdulmümin’in bu anlaşmayı hiçe sayarak oğlu Muhammed’i veliaht ilan ettiğini,

Ömer Hintâtî’nin korktuğu için hakkından feragat ederek bu kararı desteklediğini

belirtmektedir97. Nuveyrî’nin Ömer Hintâtî’nin korktuğu için hakkından vazgeçmiş

olduğu yönündeki rivayetinin gerçeklere uygun olmadığını düşünüyorum. Çünkü,

Ebû Hafs Ömer, Abdulmümin’in en yakın dostu ve sürekli birinci yardımcısı olarak

kalmıştır. O, Abdulmümin’in baştan beri ve ölünceye kadar destekçisi olmuş,

Muvahhidlerin en büyük komutanlarından biri olarak görev yapmıştır. Bu olaydan

sonra da onun konumunda hiçbir değişiklik olmamış, hatta Abdulmümin’in

ölümünden sonra da o Muvahhidler Devleti’nin en önemli adamı olmaya devam

etmiştir98.

Bu sene aynı zamanda Abdulmümin oğullarını vilayetlere vali olarak atamış;

ayrıca onların yanında Muvahhidlerin ileri gelenlerinden yardımcılar (vezir) ve

katipler görevlendirmiştir99.

Leble, Endülüs’te Muvahhidlere bağlanan şehirlerden olmakla birlikte,

549/1154’de isyancı Ali Vuheybî, gerçekleştirdiği bir baskınla bu şehri

Muvahhidlerden alınmıştır. Bu olayda pasif kaldığı için Leble valisi görevinden 95 İbn İzârî, 49, 50; İbn Ebî Zer, 192. 96 Beyzak, 118, İbn Ebî Zer, 194; Nâsırî, II, 109; İnan, II, 338, 339; Jemil, 109. 97 Nuveyrî, XXIV, 307; İnan, II, 339. 98 Ebû Hafs Ömer Hintâtî hakkında III. Bölümde, Vezâret konusunda bilgi verilmiştir. 99 İbn İzârî, 50; Nuveyrî, XXIV, 308; Hülelü’l Mevşiyye, 151; Nâsırî, II, 109, 110; İnan, II, 339; Urvî, 160. Hülelü’l-Mevşiyye’de anlatıldığına göre, Abdulmümin oğullarını her konuda en iyi şekilde yetiştirmiş ve hocalarından çocuklarından eğitimlerini tamamlamış olduklarına dair bilgi aldıktan sonra onları ve ileri gelen adamlarının çocuklarını vilayetlere vali olarak atamıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 151. Aslında Abdulmümin, bu tarihten çok önce de oğullarından bazılarını vali olarak görevlendirmişti. Meselâ, Endülüs’te Ebû Saîd Osman ve Ebû Yusuf, İfrikiyye’de Abdullah daha önce vali olarak atamışlardır.

133

alınmış ve Muvahhidlerin komutanlarından Yahya b. Yavmûr, şehri geri almak için

Kurtuba’dan gelerek burayı kuşatma altına almıştır. Yahya, zorlu bir mücadeleden

sonra şehri tekrar almış ve halkı şehrin dışına çıkarmıştır. Daha sonra burada

bulunanları saflar halinde sıraya dizerek ayrım yapılmaksızın (içlerinde fakihlerin de

bulunduğu bu kişilerin) hepsinin öldürülmesini emretmiştir. Bu katliamda sekiz bin

kişinin ve daha önce de şehir içinde dört bin kişinin öldürüldüğü rivayet

edilmektedir. Şehirdeki kadınlar ve çocuklar esir alınmış, bütün mallara el

konulmuştur. (14 Şaban 549/24 Ekim 1154)100 Yahya b. Yavmûr’un bu şekilde aşırı

gittiği haberi Abdulmümin’e ulaşınca, onun ve yardımcısı Berraz b. Muhammed’in

tutuklanmasını emretmiştir. Tutuklanma emri 549 yılı Ramazan Bayramı günü (9-12

Aralık 1154) gerçekleştirilmiş ve tutuklanan komutanlar Merrakeş’e

götürülmüşlerdir. Bu kişiler bir müddet hapsedildikten sonra araya şefaatçilerin

girmesiyle günahlarının cezası ahirete havale edilerek affedilmişlerdir101.

550/1155 yılında Gırnata’nın Murâbıtlar tarafından atanan valisi Meymun b.

Yedder, şehrin ileri gelenleriyle istişare etmiş, konuşmasında şehrin savunmasının

Muvahhidlere direnemeyecek durumda olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda

sayılarının da az olduğunu belirten Meymun, şehrin barış yoluyla Muvahhidlere

teslim edilmesinin uygun olacağını ifade etmiştir. Bu görüşün kabul görmesi üzerine

de İbn Meymun, Muvahhidlerin Sebte valisi olan Abdulmüm’in oğlu Ebû Said

Osman’a bir mektup yazarak Gırnata’yı kendilerine teslim etmek istediğini

bildirmiştir. Abdulmümin, Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasından sonra buraya

oğlu Ebû Saîd Osman’ı yeni vali olarak atamıştır. O, Murâbıtlar tarafından atanmış

olan eski valinin ve onunla birlikte hareket eden eski Murâbıt yöneticilerini de

Merrakeş’e yerleştirmiştir. Burada eski vali ve ailesi ikramlarla onurlandırılmışlar ve

onların güven içinde yaşamaları sağlanmıştır102.

100 İbn İzârî, 52; İbn Ebî Zer, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111. 101 İbn İzârî, 52, 53. 102 İbn İzârî, 54, 55; Nasrullah, 320, 321. İbn Ebî Zer, Gırnata’nın Muvahhidlere teslim edilmesinin 551/1156 yılında, Nuveyrî ise 552/1147 yılında gerçekleştiğini rivayet etmişlerdir. Sallâbî ve A. Sâlim ise, Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasını belirttiğimiz kaynaklardan çok farklı olarak, 549/1154 yılında gerçekleştiğini belirtmişlerdir. Bkz. İbn Ebî Zer, 196; Nuveyrî, XXIV, 309; Sallâbî, 115; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 790.

134

Abdulmümin, bu yıl (550/1155) Tinmellel’e İbn Tûmert’in kabrini ziyarete

gitmiş ve Merrakeş’e dönüşünden sonra da Selâ’ya geçmiştir103. Buradayken oğlu

Ebû Said’e mektup yazarak Endülüs’e geçeceğini bildirmiş ve onun geleceği bütün

Muvahhidlere duyurulmuştur. Abdulmümin Muvahhidlere bağlı güçlerle ve paralı

askerleriyle Sebte’den Endülüs’e geçmiş ve burada bir müddet kalarak, Endülüs’ün

ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştır104.

Abdulmümin, 551/1156 yılı sonlarında oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u İşbîliye’ye

vali olarak göndermiştir. Ebû Yâkub görevine başladıktan sonra Tabîra’da isyancı

Ali Vüheybi ile savaşmıştır. 552/1157 yılı başlarında, Tabîra şehrini iki ay boyunca

kuşatma altında tutan Ebû Yâkub, daha sonra isyancı Vüheybî ile anlaşma yaparak

sonra, şehrin yeniden Muvahhidlere bağlanmasını sağlamış ve askerleriyle

İşbîliye’ye dönmüştür105. Yine Endülüs şehirlerinden Mirtele, 18 Cemaziyülevvel

552/28 Haziran 1157’de Muvahhidlerin eline geçmiştir106.

Abdulmümin 1 Şevval 553/26 Ekim 1158’de Mehdiyye seferi için

Merrakeş’ten Selâ’ya hareket etmiştir107. O, burada hazırlıklar yaparken veziri

Abdusselâm Kûmî’yi Endülüs’e göndermiştir. Abdusselam, çok süratli bir şekilde

İşbîliye, Kurtuba ve Gırnata’ya giderek burada yöneticilerle görüşmeler yapmış,

Abdulmümin’in emirlerini iletmiş ve on beş gün içinde tekrar Selâ’da bulunan

Abdulmümin’in yanına dönmüştür108.

Abdulmümin, Mağribu’l-Ednâ’da Mehdiyye seferindeyken (554/1159), İbn

Merdeniş onun yokluğunu fırsat bilerek109 yanında Hıristiyan askerlerin de

bulunduğu bir askeri birlikle Mürsiye’den çıkarak Muvahhidlerin hakim olduğu bazı

bölgelere saldırıya geçmiştir. Bu çerçevede önce Kurtuba’nın doğusunda bulunan

Ceyyan’ı ele geçirmiş, daha sonra da Kurtuba’ya gelerek çevresindeki ekinleri tahrip

etmiş ve Kurtuba’yı istîlâ etmeye çalışmıştır. Kurtuba valisi Ebû Zeyd b. Yekit, şehri

103 Beyzak, 120. 104 İbn İzârî, 55; Sâlim, S. A., Târihu Medinetu’l-Meriyyeti’l-İslâmiyye, 93, 94, 1984, İskenderiyye. 105 İbn İzârî, 56, 57. 106 İbn İzârî, 57. 107 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61. 108 İbnu Sâhibussalat, 170. 109 İbnu Sâhibussalat, 182; İbn İzârî, 63.

135

kahramanca savunmuş ve bir hile ile onun Kurtuba kuşatmasını kaldırarak

İşbiliyye’ye yönelmesini sağlamıştır110.

Endülüs’teki Muvahhidlerle çatışan liderlerden İbn Merdeniş’in müttefiki İbn

Hamuşk, 555 yılı Rebîyülevvel ayında (Mart 1160) Muvahhidlerin elinde bulunan

İşbîliye’nin kuzeydoğusunda, İşbîliye’ye yakın bir yerdeki Karmûne’yi istilâ

etmiştir111. Ebû Yâkub Yusuf Karmûne’yi geri almak için şehri kuşatmış ve iki aylık

kuşatmadan sonra babasının kendisini Merrakeş’e çağırması üzerine buradan

ayrılarak Merrekeş’e gitmiş, bu arada kuşatma Muvahhidlerin komutanlarından Ebû

Muhammed Abdullah b. Ebû Hafs tarafından devam ettirilmiştir. Abdulmümin,

Merrakeş’e çağırdığı oğullarıyla Endülüs’e düzenleyeceği geniş çaplı bir hareket için

görüşmeler yapmıştır112. Bu dönemde Karmûne’deki kuşatma sürerken Endülüs’teki

Muvahhidler tarafından yürütülen savaşlara destek olmak amacıyla Muvahhidlere

bağlı büyük bir ordu İşbîliye’ye gelmiştir113.

Muvahhidler tarafından kuşatma altında tutulan İbn Hamuşk’a bağlı Karmûne

uzun süre dışardan yardım bekleyerek direnmiş, ancak yardım ümitleri bitince şehrin

ileri gelenleri Muvahhidlerden eman alarak teslim olmayı kabul etmiştir. Böylece

Karmûne bir yıllık uzun bir kuşatma sonrasında, Muharrem 557 (Ocak 1162)’de

tekrar Muvahhidlere bağlanmıştır114.

Abdulmümin, 555/1160 yılında Mağribu’l-Ednâ’yı Muvahhidler Devleti’ne

bağlayıp Merrakeş’e döndükten sonra, oğlu Ebû Said Osman’a Cebelitârık boğazı

kıyısında, Endülüs’ün Ak Deniz’e bakan yakasında Cebelü’l-Feth şehrini inşâ

etmesini emretmiştir115. Bu işin en iyi ve hızlı bir şekilde yapılması için Endülüs’ün

110 Vali, İbn Yekit, İbn Merdeniş’e İşbiliyye’nin savunmasız olduğu yolunda haberler ulaşmasını sağlamıştır. Bunun üzerine Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi olan İşbiliyye’yi kolayca işgal etme hevesiyle Kurtuba kuşatmasını kaldırarak İşbiliyye’ye geçen İbn Merdeniş, oraya varınca aldığı haberin asılsız olduğunu, aldatıldığını anlamış ve eli boş dönmek zorunda kalmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 109-114; İbn İzârî, 63, 64. 111 İbn İzârî, 74. Ayrıca bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 237, 238. 112 İbnu Sâhibussalat, 177. 113 Age., 177. 114 İbnu Sâhibussalat, 177-180; İbn İzârî, 73, 74; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 705. 115 İbnu Sâhibussalat, 129; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113; Sallâbî, 115; Nasrullah, 325; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791, 792.

136

her yanından marangozlar, duvar ustaları ve diğer sanat erbabı buraya getirilmiştir116.

Cebelü’l-Feth’in inşasına 9 Rebîülevvel 555/Mart 1160’da başlanmış ve dokuz ay

sonra 555 yılı Zilkade/1160 Kasım ayında bitirilmiştir117. Buraya bir saray

yaptırılmış ve saray çevresine evler yapılarak şehir tamamlanmıştır. Bu şehrin

mimarı olan Mühendis el-Hâc Yaîş, şehrin yüksekçe bir yerine bir de yel değirmeni

inşâ etmiştir118.

Abdulmümin, Sebte’de büyük bir ordu toplayarak buradan Tanca’ya hareket

etmiş, sonra da 555 Zilkade/Kasım 1160’da Endülüs’e, Cebelü’l-Feth’e geçmiştir.

Bu arada İşbîliye, Kurtuba ve Muvahhidlere bağlı olan diğer şehirlerden komutanlar,

eşraftan kimseler, şairler, talebeler, kadılar gibi Endülüs’ün en üst tabakasını

oluşturan çok sayıda kimse burada toplanmıştır. Abdulmümin’in veziri Ebû Hafs

Ömer Hintatî, Endülüs’ün değişik yerlerinden gelen bu kişileri toplayarak onlara bir

konuşma yapmış ve yapılacak işler ve izleyecekleri strateji konusunda fikir alış

verişinde bulunmuştur. Daha sonra Abdulmümin ile görüşmüş olan davetliler aynı

zamanda halife Abdulmümin b. Ali’ye biatlerini yenilemişlerdir. Yine buraya gelmiş

olan şairler şiirlerini halifeye sunmuşlardır. Heyette bulunanlara, şehrin inşası için

çalışan sanatkarlara ve ustalara bol bol ikramda bulunulmuştur. Endülüs’ün çeşitli

yerlerinden gelmiş olan heyetler burada yirmi gün kadar kaldıktan sonra kurban

bayramı günlerinde (Zilhicce 555/Aralık 1160) hediyelerle şehirlerine

uğurlanmışlardır119. Abdulmümin, 556/1161 yılı başlarında Merrakeş’e dönmüştür.

Endülüs’ten dönüşünden itibaren daha kapsamlı bir Endülüs Harekâtı için hesaplar

yapmaya başlamıştır120.

Abdulmümin, 557/1162’de Gırnata valisi olan oğlu Ebû Said’i, görüşmek için

Merrakeş’e çağırmıştır. Bu dönemde İbrahim b. Hamuşk, Muvahhidlerin Karmûne’yi

geri almalarına karşılık vermek için Gırnata’yı ele geçirme hesapları yapmaya

116 İbnu Sâhibussalat, 129, 131, 138; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113, 114; Özdemir, ‘Cebel-i Tarık’, DİA, VII, 187, 188; Nasrullah, 325; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97. İbnu Sâhibussalat, Cebelü Tarık’ın havası suları ve her çeşit meyveleriyle mükemmel bir yer olduğunu belirtir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 133, 134. 117 İbn Ebî Zer, 199. 118 İbnu Sâhibussalat, 134; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. 119 İbnu Sâhibussalat, 138 vd., 167, 168; İbn İzârî, 69-73; İbn Ebî Zer, 199, 200; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. 120 İbnu Sâhibussalat, 169.

137

başlamıştır121. O, Ebû Said’in buradan ayrılmasını fırsat bilerek Gırnata’da yaşayan

Yahudilerle irtibata geçmiş ve onlarla şehre girmesine yardımcı olmaları konusunda

anlaşmıştır. Daha sonra yapılan plan gereğince şehrin kapısı, Yahudî İbn Dehrî

tarafından, İbn Hamuşk, onunla birlikte olan İbn Merdeniş ve Hıristiyan birliklerine

açılmış, şehir geceden işgal edilmeye başlanmıştır. Gırnata halkı ancak sabah olunca

durumun farkına varabilmişlerdir122. Bunun üzerine şehirdeki Muvahhidlere bağlı

kişiler, kasabaya çekilerek buranın girişlerini kapatmışlar ve burada kendilerine

ulaşacak yardımı beklemeye başlamışlardır. İbn Merdeniş’in askerleri şehrin

kasabasındaki Muvahhidleri teslim olmaya zorlamak için mancınıklarla taş

yağdırmışlardır123.

Gırnata’nın düştüğü haberi Abdulmümin’e ulaşınca ordusuyla Endülüs’e

doğru harekete geçmiştir. O Selâ’ya varmış, oradan oğlu Ebû Said’i bir grup askerle

önden Endülüs’e göndermiştir. Ebû Said kuşatma altındaki Gırnata’yı kurtarmak için

Malaka’da karargah kurmuş ve İşbîliye’den de destek alarak Gırnata’ya geçmiştir.

Ondan önce Hıristiyan bir askeri birlik de İbn Hamuşk’e yardım için bölgeye

ulaşmış, bölgedeki İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk’a destek olmuştur. Muvahhidler

ordusu, Gırnata’ya birkaç km. uzaklıktaki sulama kanallarının bulunduğu Mercu’r-

Rukâd’a kadar ulaşmıştır. Muvahhidler burada İbn Hamuşk’un içinde Hıristiyan

askerin de bulunduğu ordusunun saldırısına uğramışlar ve hiç beklemedikleri bir

anda kendilerini savaşın içinde bulmuşlardır. Buradaki çatışmada İbn Hamuşk’un

konum olarak Muvahhidlere göre daha iyi bir yerde ve saldırıyı başlatan taraf olması,

askerinin çokluğu ve arkalarından destek sağlayabilecek durumda olması kendisine

avantaj sağlamıştır. Ebû Said komutasındaki Muvahhidlerin ise acele bir şekilde öfke

ile, gerekli tedbirleri tam olarak almadan hareket etmişlerdir. Buradaki savaşta

Muvahhidler ordusu büyük bir yenilgiye uğramış ve dağıtılmıştır. Yine savaş

esnasında Muvahhidlerin askerlerinden İşbîliye’den gelen birliğin komutanı Ebû

Muhammed Abdullah b. Ebî Hafs b. Ali’nin de içlerinde bulunduğu çok sayıda asker

öldürülmüş ve bir kısmı da İbn Hamuşk’un askerleri tarafından esir alınmıştır. Sonuç

121 İbnu Sâhibussalat, 182; İbn İzârî, 74. 122 İbnu Sâhibussalat, 182, 183; İbn İzârî, 74; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Nasrullah, 326. 123 İbnu Sâhibussalat, 182-185; İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 261.

138

olarak Ebû Said, İbn Hamuşk’a mağlup olmuş ve canını zor kurtararak Malaka’ya

geri dönmek zorunda kalmıştır124.

Bu sırada Abdulmümin Endülüs’e büyük bir ordu sevk etmiştir. Malaka’da

bulunan Ebû Said Osman, kardeşi Ebû Yâkub Yusuf ile Endülüs’e gelmiş olan

babasının ordusundan destek alarak, 27 Recep 557/12 Temmuz 1162 Perşembe

günü125 yeniden Gırnata’ya harekete geçmiştir. Ebû Yâkub ve kardeşi Ebû Said

Osman komutasındaki Muvahhidler ordusu, Allah yolunda cihad ve kafirlerle

mücadelenin önemi ve bu yolda şehit olmanın büyük mertebelerini belirten

konuşmalarla motive edilmiştir. Muvahhidler ordusu Gırnata’ya bu ikinci

harekâtında, çok daha dikkatli ve tedbirli bir şekilde ikindi vaktinde hareket etmiştir.

Ordu, ay ışığında gece boyunca da aralıksız yürüyüşüne devam ederek, İbn Hamuşk

ve İbn Merdeniş ile onlara destek olan Hıristiyan güçlerin uyanmalarına ve

toparlanmalarına fırsat vermeden Cuma günü seher vaktinde Gırnata’ya ulaşmıştır.

Muvahhidler, sabah hava aydınlanmaya başlarken hiç beklenmedik bir anda

Gırnata’nın Hıristiyanların yaşadığı bölgesinden şehre girmişlerdir. Muvahhidlerin

şehre girmesiyle birlikte çatışmalar başlamış ve öğleye doğru Muvahhidler şehir

merkezine kadar ulaşmışlardır. Şehrin bu şekilde ansızın kontrol altına alınmasından

sonra Muvahhidlerden kasabada mahsur kalanlar da kurtarılmıştır. Gırnata’daki

savaşta Hıristiyan güçlerin komutanları, İbn Hamuşk’un kardeşleri ve onlardan ele

geçirilen çok sayıda kişi öldürülmüş, İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk kaçarak canlarını

kurtarmışlardır126. Muvahhidler bu zaferiyle Endülüs’teki hakimiyetlerini

sağlamlaştırmışlardır. Yine bu zaferle Ebû Yâkub Yusuf, siyâsî ve idarî anlamda

kendisini ispat etmiş, kendisine Abdulmümin’den sonraki halifelik yolu da belki bu

zaferdeki rolüyle açılmıştır. Gırnata’daki bu savaşta İbn Hamuşk ele geçirilememiş,

ancak buranın yeniden alınmasıyla Muvahhidlere Endülüs’te en büyük muhalefet

olarak duran İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’e çok ağır bir darbe indirilmiştir. Böylece

124 İbnu Sâhibussalat, 185-189; İbn İzârî, 75; Şeyban, 227. Ayrıca bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 261; İbn Haldun, el-İber, VI, 238. 125 İbn İzârî, bu Harekâtın 25 Recep’te İbnu Sâhibussalat ise 27 Recep’te başladığını rivayet etmişlerdir. Ancak her iki kaynakta da Harekâtın Perşembe günü başladığı ifade edilmektedir. Buna göre Perşembe gününe denk gelen tarih, İbnu Sâhibussalat’ın vermiş olduğu 27 Recep tarihidir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 191; İbn İzârî, 76. 126 Beyzak, 121; İbnu Sâhibussalat, 192-193. Bu savaş ile ilgili daha geniş bilgi için Bkz. İbnu Sâhibussalat, 120, 122, 191-193; İbn İzârî, 76-77; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Nasrullah, 327; Şeyban, 227.

139

Muvahhidler bölgeye daha güçlü bir şekilde hakim olmuşlar ve Endülüs’te istikrarı

sağlamaya başlamışlardır.

Ebû Said ve kardeşi Ebû Yâkub Yusuf komutasındaki Muvahhidler,

Gırnata’da sükûneti sağladıktan sonra Ceyyan’a kaçan İbn Hamuşk’u yok etmek için

harekete geçmişlerdir. Muvahhidler bu girişimlerinde İbn Hamuşk’un elinde bulunan

Ceyyan surlarını aşamamışlar ve İbn Hamuşk’u yok edemeden geri dönmüşlerdir.

Ancak, Ceyyan’daki depolarda bulunan hububat, savaş aletleri vb. ne varsa hepsini

alarak Gırnata’ya nakletmişlerdir. Ebû Said Osman ve Ebû Yâkub Yusuf daha sonra

Kurtuba’ya geçmişlerdir. Onlar, 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya

geldiklerinde şehir halkı tarafından tebrik edilmişler, coşkulu törenlerle

karşılanmışlardır127. Muvahhidler Kurtuba’ya büyük bir saray yaptırmışlar ve

Endülüs’teki merkezlerini de İşbîliye’den Kurtuba’ya nakletmişlerdir128.

C-ENDÜLÜS’TE HIRİSTİYANLARA KARŞI CİHAD FAALİYETLERİ

Muvahhidlerin Endülüs’e geçmeleri, buradaki Müslümanların onları davetiyle

başlamıştı. Çünkü Murâbıtlar iktidarının zayıflamasıyla Endülüs Müslümanları

Hıristiyan güçler karşısında kendilerini savunmakta güçlük çekmeye başlamışlardı.

Muvahhidler Endülüs’e geçmelerinden hemen sonra, daha önce Murâbıtlara

bağlı olan şehirlerin kendilerine bağlanması için bir dizi çalışma yürütmüşlerdir.

Onlar bu faaliyetleriyle Endülüs’teki birçok bölgeyi savaşsız bir şekilde kendilerine

bağlamışlardır. Ancak Mağrib’te çıkan isyanlar esnasında Endülüs’te de

Muvahhidlere karşı bir dizi isyan çıkmış olması, İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş gibi

yerel liderlerin Doğu Endülüs’te hakim olmaları ve Muvahhidlerin hakim olduğu

şehirlere saldırmaları, onların burada tam olarak hakim olmalarını geciktirmiştir. Bu

arada Müslümanların kendi aralarındaki çatışmalardan dolayı kendilerini savunma

zaafiyeti içine düşmeleri Hıristiyanların iştahını kabartmış ve sonuç olarak

Müslümanlara ait şehirlerden bazıları kaybedilmiştir. Bundan dolayı Muvahhidler

Endülüs’e geçmelerinden itibaren Müslümanları buradan atmaya çalışan Hıristiyan

güçlere karşı durmaya çalışmışlardır.

127 İbnu Sâhibussalat, 199; İbn İzârî, 77. 128 İbnu Sâhibussalat, 195-197; İbn İzârî, 77, 78; İbn Haldun, el-İber, VI, 238; Hâcî, 458.

140

Endülüslü Müslüman liderlerden İbn Gâniye ve Kastilya Kralı Alfonso VII129

arasındaki anlaşma gereğince İbn Gâniye Hıristiyanlara haraç ödemekteydi. Ancak

Hıristiyanlar aldıklarıyla yetinmeyip İbn Gâniye’yi sıkıştırarak ondan Kurtuba’yı

kendilerine bırakmasını istemişlerdir. Bu sırada Muvahhidler Endülüs’teki liderlerle

görüşerek kendilerine katılmalarını sağlamak istiyorlardı. İşte Alfonso’nun da

sıkıştırmasıyla İbn Gâniye, Muvahhidlerle anlaşma yaparak hükmetmekte olduğu

Kurtuba, Karmûne ve Ceyyan gibi şehirleri Muvahhidlere bırakmıştır. Alfonso bu

anlaşmayı öğrenince o sırada Ceyyan’da olan İbn Gâniye’den burayı almak için

harekete geçmiştir. Muvahhidlerle yaptığı anlaşmadan sonra İbn Gâniye’nin kendine

güveni artmış ve Hıristiyanlara karşı daha cesur hareket etmeye başlamıştır. O,

Ceyyan’ı almak için buraya askeri birlik göndermiş ancak İbn Gâniye, Alfonso’yu

tuzağa düşürerek çok sayıda askerini esir almış ve Ceyyan’daki kasabasının

hapishanesine kapatmıştır. Bundan kısa bir süre sonra İbn Gâniye’nin Gırnata’da

ölmesi, Alfonso’nun Kurtuba ve çevresini istilâ etme konusundaki hırsını artırmış ve

bu arzusunu gerçekleştirmek için asker toplamaya başlamıştır130. Sonuçta Alfonso,

545/1150 yılında kırk bin kişilik süvarisiyle Kurtuba’yı kuşatma altına almıştır. Bu

haber Abdulmümin’e ulaşınca Kurtuba’ya destek için Ebû Zekeriyya Yahyâ b.

Yavmur komutasında 12.000 kişilik bir ordu sevk etmiştir. Bu ordu, normal

yollardan daha hızlı ulaşabileceği halde tedbirli hareket ederek dağ yollarını

kullanmış ve yirmi-yirmi beş günde Kurtuba’ya ulaşmıştır. Muvahhidler,

Hıristiyanlarla çatışmaya girmek yerine, dağlık kısımda kendilerini göstererek onlara

gözdağı vermişler ve kuşatmanın kaldırılmasını sağlamışlardır. Alfonso’nun

ordusuyla Kurtuba’dan ayrılmasından sonra Muvahhidler ordusu bulundukları

dağdan inerek Kurtuba’ya girmişlerdir131. Hıristiyanların Kurtuba’yı kuşatması

esnasında isyancı Endülüslü liderlerden Yusuf b. Ahmed Bitrûcî, Kurtuba

savunmasında Muvahhidlere destek olmak için 400 süvari göndermiştir132.

129 Alfonso VII, annesi Urraca’nın ölümünden sonra, çok küçük yaşta Kastilya kralı olarak tahta çıkmasından dolayı, Müslüman tarihçiler tarafından Süleytîn olarak isimlendirilmiştir. O, 520/1126’da tahta çıkmış, Muvahhidlerin 552/1157’deki Meriyye kuşatmasını kırmak için buraya gelmiş ve yaralanarak 552/1158 yılı sonlarında ölmüştür. Bkz. Mu’nis, Târihul-Mağrib, II, 96, 97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 789; Abbâdî, Sâlim, II, 249; Şeyban, 222. 130 İbn İzârî, 40-42. 131 İbnu’l-Esîr, XI, 134; Nuveyrî, XXIV, 302; Ayrıca bkz. Nâsırî, II, 106; Şeyban, 224. Burada verilen Muvahhidlerin asker sayısını Nuveyrî rivayet etmiştir. 132 İbn İzârî, 42.

141

549 sonlarında (Şubat 1155) Endülüs’teki Müslüman liderlerden Ebû

Muhammed Sidray İbn Vezîr133, Abdulmümin’e gelerek Hıristiyan liderlerden İbn

Renk’in (Alfonso Enrique) sınır bölgelere baskınlar düzenlediğini, ekili alanları

tahrip ettiğini bildirmiş ve ondan yardım istemiştir. Andulmümin, bölgedeki

insanların zararlarının giderilmesine yardımcı olunması konusunda emir vermiştir.

Bu çerçevede 23 Muharrem 550/29 Mart 1155’te yazdığı bir mektupla Bâce ve

Yâbire halkının bu konuda yardımcı olmalarını bildirmiştir134.

Abdulmümin, 550/1155 yılında Endülüs’ün İşbîliye ve Kurtuba şehirlerine

yeni valiler atamıştır. Vali olarak İşbiliye’ye Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Hafs

b. Ali, Kurtuba’ya Ebû Zeyd Abdurrahman b. Yekît atanmıştır. Kurtuba valisi göreve

başlamasından hemen sonra, Hıristiyanlara karşı sefere çıkmış, Gantara’yı (Alcantra)

geçerek Hısnu’l-Bitruc bölgesini almış, buradaki bazı liderleri esir alarak Merrakeş’e

göndermiştir. Ebû Zeyd’in başarı haberi İşbîliye’ye ulaşınca bu zafer İşbîliye valisi

olan Ebû Muhammed b. Hafs’ın emriyle trampetler çalınarak, törenlerle kutlanmış ve

sevinçle karşılanmıştır135. Buradaki törenlerde trampetler çalınması İşbiliyye’deki

Muvahhidlerin ileri gelenlerinden biri tarafından eleştirilerek daha önce Kurtuba

alındığında bile böyle yapılmadığı ifade edilmiştir136. Bu sözler üzerine Ebû

Muhammed’in yüzünün rengi değişmiş ve hemen emrindeki Ebû İshak Berraz ile

birlikte İşbiliyye, Kurtuba ve Batalyevs askerlerini de yanına alarak İbn Renk’e karşı

harekete geçmiştir137.

Abdulmümin, 551/1156 yılı sonlarında Merrakeş’te İşbiliye’den gelen bir

heyeti kabul etmiştir. Heyettekiler ondan oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u kendilerine emir

olarak göndermesini istemişlerdir. Abdulmümin onun yaşının daha küçük olduğunu

söyleyince, heyettekiler Ebû Yâkub Yusuf’un yeterince büyük olduğunu söyleyerek,

133 Beyzak’ın rivayet ettiğine göre, İbn Vezîr başlangıçta Muvahhidlere muhalif liderlerden biriyken, daha sonra onlara katılmıştır. Bkz. Beyzak, 125. İbn İzârî, İbn Vezir’in Bâce’deki liderlerden olduğunu ve Muvahhidlerin 540/1145’de buraya gönderdiği komutanlardan Ebû İshak Berraz b. Muhammed’in fetih hareketi çerçevesinde Bâce’ye gelince onlara katıldığını rivayet etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 35. 134 İbn İzârî, 53. 135 İbn İzârî, 53, 54. Ayrıca bkz. Şeyban, 221. 136 Buradaki eleştiri, muhtemelen asıl yapılması gereken işin yapılmadan erken sevinilmesine yönelik olabilir. Nitekim Ebû Muhammed de bundan sonra bölgedeki asıl hedef olan İbn Renk üzerine sefer için hazırlıklara başlamıştır. 137 İbn İzârî, 54.

142

onu iknâ etmişlerdir. Böylece Ebû Yâkub Yusuf İşbîliye’ye vali olarak

gönderilmiştir. Bu yılın Rebîülevvelinde Abdulmümin’in oğlu Ebû Yâkub Yusuf,

İşbîliye yakınlarındaki Zağbûle’de İbn Merdeniş, İbn Hamuşk ve onlarla birlikte

hareket eden Hıristiyanlarla savaşmış ve mağlup olmuştur. Bu savaşta

Muvahhidlerden çok kişi öldürülmüş olmakla birlikte, Ebû Yâkub Yusuf kurtulmuş

ve İşbîliye’ye dönmüştür138. Abdulmümin bu mağlubiyetten sonra, İfrikiyye’deki

Araplardan bir kısmı Endülüs’te iskan ettirmeye karar vermiştir139.

Meriyye, Murâbıtların son zamanlarında çok sayıdaki diğer Endülüs şehri

gibi Muvahhidlere bağlanmış140 ve Abdulmümin buraya Yusuf b. Mahluf’u vali

olarak atmıştı. Ancak daha sonra Meriyyeliler Muvahhidlere karşı ayaklanmışlar ve

valilerini de öldürmüşlerdi141. Ayaklanmadan sonra Meriyye önce İbn Merdeniş’in

emrine girmiş, daha sonra da 20 Cemaziyelevvel 542/17 Ekim 1147’de Hıristiyanlar

138 Beyzak, 121. İbn İzârî, savaşın Muvahhidlerle Hıristiyanlar arasında olduğunu rivayet etmiştir. Bkz. İbn İzârî, 61. 139 Beyzak, 121. İbnu’l-Esîr ve Nuveyrî, Arapların Endülüs’te iskan edilmesinin 10 Muharrem 555’de Mehdiyye’nin Muvahhdilerin eline geçmesinden sonra gerçekleştiğini rivayet etmiştir. Bu rivayete göre, Araplardan bir grup Abdulmümin’e gelerek kendilerinin de Muvahhidlerle birlikte Hıristiyanlarla savaşmak istediklerini bildirmişlerdir. Yapılan görüşmelerden sonra Araplardan on bin kadar süvarî Muvahhidlere katılarak Endülüs’e geçmek için hareket etmişlerdir. Ancak Araplar kendi aralarında konuşmuşlar; Abdulmümin’in kendilerini Endülüs’e göndererek bu bölgeden uzaklaştırmak istediğini söyleyerek Muvahhidlerden ayrılmak için fırsat kollamaya başlamışlardır. Fırsatını bulunca da İfrikiyye’ye geri kaçmışlardır. Abdulmümin bir müddet onların peşinden gitmeyerek beklemiş, Araplar Abdulmümin’in peşlerini bıraktığını düşündükleri bir sırada, ani bir baskınla onları bozguna uğratmıştır. Bu sırada Arapların yanlarında bulunan kadınları ve çocukları Muvahhidler tarafından esir alınarak Merrakeş’e getirilmiş, burada çok iyi bir şekilde ağırlanarak erkeklerin gelmesi için de haber gönderilmiştir. Kadınlarını ve çocuklarını almaya gelen Araplara ikramlarda bulunulmuş, onlara çocukları ve eşleri geri verilmiş, ancak daha önce yaptıkları anlaşmaya uyarak Endülüs’e asker göndermeleri kabul ettirilmiştir. Böylece Araplardan baştan söz verdikleri gibi on bin Arap süvarî Endülüs’e yerleştirilmiştir. Bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 205, 206; Nuveyrî, 315-317. Zehebî ise, Arapların Endülüs’e yerleştirilmelerinin daha önceki bir tarihte, 548/1153’de Abdulmümin’in Bicâye seferi sonrasında gerçekleştiğini rivayet etmektedir. Zehebî’nin rivayetine göre Araplar, Endülüs’te İşbîliye ve Şeriş’e yerleştirilmişlerdir. Bkz. Zehebî, Tarih, XXXVIII, 263; Mu’nis, Tarihu’l-Mağrib, II, 98; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 794. 140 Merrakuşî’ye göre, Meriyyeliler, Murâbıtlara karşı ayaklanarak kendi içlerinden bir lider çıkarmak için çalışmışlar ve sonunda, Emevî ailesine mensup, daha önce burada valilik yapmış olan İbn Remîmî’yi başlarına geçirmişlerdir. Ancak kısa süre sonra şehir büyük bir Hıristiyan askerî gücüyle kara ve denizden kuşatılarak istilâ edilmiştir. Yani bu rivayete göre, Meriyye Muvahhidlere bağlanmadan Hıristiyanlar tarafından istilâ edilmiştir. Bkz. Merrakuşî, 210. 141 Makkârî VI, 206.

143

tarafından istilâ edilmiştir142. Muvahhidler 546/1151’da şehri almak için girişimde

bulunmuşlar ancak başarılı olamamışlardır143.

Gırnata’nın Muvahhidlere bağlanmasından sonra buraya vali olarak atanmış

olan Abdulmümin’in oğlu Ebû Said Osman, Meriyye’yi almak için bir girişim

başlatmış ve şehri kuşatmıştır. Muvahhidler bir müddet sonra şehrin alınmasının

zorluğunu düşünerek kuşatmayı kaldırmışlar, ancak daha sonra Meriyye’de kasabada

az sayıda Hıristiyanın bulunduğunu öğrenerek şehri yeniden kuşatma altına

almışlardır. Muvahhidler kısa sürede şehri istîlâ etmişler, buradaki Hıristiyanlar ise

surlarla çok iyi bir şekilde korunan kasabaya çekilmişlerdir. Muvahhidler Sebte’den

gelen donanmanın da desteğiyle kuşatmayı karadan ve denizden sürdürmüş ve

buradaki Hıristiyanları teslim olmaya zorlamışlardır144.

Meriyye’nin Muvahhidler tarafından kuşatma altına alınması sonrasında

şehirdeki Hıristiyanlar, Kastilya Kralı Alfonso VII’den yardım isteyerek dışardan

gelecek yardımlarla Muvahhidlerin şehirden çıkarılmasını beklemişlerdir. Kral

Alfonso VII ve onunla birlikte hareket eden İbn Merdeniş 18.000 kişilik bir birlikle,

Meriyye’de mahsur kalan Hıristiyanlara yardıma gelmişlerdir145. Ancak

Hıristiyanlara yardım için gelen bu güçler muvahhidleri aşarak kasabadaki

Hıristiyanlara ulaşmaya muvaffak olamamışlardır. Sonuç olarak kuşatma altındaki

kasabaya yardım edemeyerek Meriyye’den ayrılmak zorunda kalmışlardır146.

Meriyye’deki kasabada bulunan Hıristiyanlar sonunda kurtulma ümitlerini keserek

Muvahhidlerden eman dilemişler, şehri onlara teslim ederek Meriyye’den ayrılmak

üzere anlaşmışlardır. Böylece Hıristiyan işgalindeki Meriyye, 552/1157 yılında

142 Nuveyrî, XXIV, 300, 309; Şeyban, 222. 143 İbnu’l-Esîr, XI, 138, 139. Makkârî, bu kuşatmanın 545/1150’de olduğunu rivayet etmektedir. Bkz. Makkârî, VI, 112. 144 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nasrullah, 321; Sâlim, Târihu Medinetu’l-Meriyye, 95-97; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 789, 790. 145 İbn İzârî, 56; Nasrullah, 321; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791; Şeyban, 120, 222. 146 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188. Makkârî, İbn Merdeniş’in burada Müslümanlara karşı Hiristiyanlarla birlikte savaşmaktan utandığı için Kral Alfonso VII’yi tek başına bırakarak gittiğini belirtmiştir. Bkz. Makkârî, VI, 207. Diğer kaynaklarca desteklenmeyen bu bilgi, A. Sâlim tarafından hiçbir eleştiriye tabi tutulmadan kullanılmıştır. Bkz. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 705; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 791. Ancak İbn Merdeniş, Meriyye savaşından önce de, sonra da Müslümanlara karşı Hıristiyanlarla işbirliği yaparak savaşmıştır. Muvahhidleri Endülüs’te belki de en fazla uğraştıran lider odur.

144

yeniden Müslümanların eline geçmiştir147. Bu savaş sonrasında şehir harap olmuş ve

bütün güzelliğini kaybetmiştir148.

Abdulmümin, 555/1160 yılı sonlarında Endülüs’e geçerek, yeni inşâ ettirdiği

Cebelülfeth’de bir süre kalmıştır. Endülüs’te kaldığı süre içinde Hıristiyanlarla çeşitli

savaşlar yapılmış, başarılar elde edilmiştir. Bu anlamda Muvahhidlere bağlı

birliklerle Hıristiyanlar arasında Ceyyan yakınlarında bir çatışma çıkmış ve

Muvahhidlerin galibiyeti ile sonuçlanmıştır149. Yine Endülüs’ün batısında başarılı

askeri Harekâtlar gerçekleştirilmiştir. Abdulmümin, Rebîulevvel 556/Mart 1161’de

Merrakeş’e geri dönmüştür150.

Abdulmümin 28 Recep 557/13 Temmuz 1162’de Gırnata’nın yeniden ele

geçirilmesi ve Müslüman liderlerden İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’e ağır bir darbe

indirilmesinden sonra, Endülüs’te Hıristiyanlara karşı yürüteceği kapsamlı bir

Harekât için hazırlıklara başlamıştır. Hiç zaman kaybedilmeden Endülüs’te karadan

ve denizden yürütülecek bu savaş için Endülüs ve Afrika sahillerindeki

Muvahhidlere bağlı bölgelerde bulunan tersanelerde yüzlerce parça gemi imal

edilmesine başlanmıştır151. Yine yoğun bir şekilde çalışılarak savaş atları toplanmış

ve bol miktarda kılıç, mükemmel görünümlü uzun mızrak, zırh, miğfer, kalkan gibi

çeşitli silah ve savaş aletleri imalatı gerçekleştirilmiştir152. Bu dönemde her gün

tonlarca ok imal edilmiş153 bunun yanında savaşacak askerlerin gıda ihtiyacı için

arpa, buğday ve diğer ihtiyaç maddeleri temin edilerek, Fas’ın kuzeyindeki Sebû

vâdisinde, daha önce görülmemiş, duyulmamış çoklukta, dağ gibi yığılarak

depolanmıştır. Atlar, kılıçlar, oklar, en güzel ve uzun mızraklar, askerler için miğfer,

zırh, kalkan, elbise, başlarına saracakları örtü ve sarıklar temin edilerek savaşa

katılacak olan kabilelere dağıtılmıştır. Diğer taraftan insanların bu büyük savaşa

147 İbn İzârî, 56; İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nuveyrî, XXIV, 310. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Nâsırî, II, 109; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 704, 705; Sâlim, Tarihu Medinetu’l-Meriyye, 95-97; Sallâbî, 115; Nasrullah, 321; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 96, 97; Abbâdî-Sâlim, Târihu’l-Bahriyye, II, 249. 148 Himyerî, 184; Sallâbî, 115. 149 İbnu Sâhibussalat, 168. 150 İbn İzârî, 69-73; İbn Ebî Zer, 199, 200; Hülelü’l-Mevşiyye, 155; Nuveyrî, XXIV, 317; İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm, 265-268; İbn Haldun, el-İber, VI, 237, 238; Nasrullah, 326; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 706; Hâcî, 458. 151 İbnu Sâhibussalat, 210; İbn Ebî Zer, 200, 201; Nâsırî, II, 128; Sallâbî, 136. 152 İbnu Sâhibussalat, 211; Nâsırî, II, 128. 153 İbn Ebî Zer, 201; Nâsırî, II, 128.

145

motive edilmesi için dinî sohbetler, düşmana karşı savaşmanın Allah katındaki

değerinin anlatıldığı konuşmalar yapılmış, böylece insanlar Allah yolunda cihada

motive/teşvik edilmiştir154.

Abdulmümin, 558 yılı başlarında/Ocak 1163’de Endülüs’e Harekâtından

önce, son kez çok zorlu kış şartlarına rağmen İbn Tûmert’in kabrini ziyaret için

Tinmellel’e gitmiştir155. O, Tinmellel’den döndükten sonra Endülüs’e geçmek için 15

Rebîülevvel 558/21 Şubat 1163’de Merrakeş’ten Selâ’ya, Ribatu’l-Feth’e hareket

etmiştir156. Abdulmümin bu büyük harekât için Merrakeş’ten hareket ederken, bütün

kabilelere haber göndererek savaşa katılacak askerlerin Selâ’da toplanması için

çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı üzerine ordunun Harekât merkezi olan Selâ’da çoğu

süvari olmak üzere iki yüz bin kadar asker toplanmıştır157. Denizden yürütülecek

çalışmalar için de Tanca, Sebte, Bâdis, Vehran, Meriyye gibi Kuzey Afrika ve

Endülüs sahil şehirlerindeki tersanelerde dört yüz parçalık dev bir donanma

hazırlanmıştır158.

Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerini, kabile başkanlarını,

komutanlarını ve görüş sahibi kim varsa yanına çağırarak, onlarla Endülüs’te

gerçekleştirmeyi düşündüğü sefer hakkında görüşmeler yapmıştır. Bu esnada

istişâreye katılanlardan Endülüs’e yapacağı sefer için tam destek almıştır. Burada

alınan karar gereğince ordunun dört kısma ayrılarak, Endülüs’teki kritik ve önemli

bölgelere sevk edilmesi kararlaştırılmıştır. Ordunun birinci kısmı Endülüs’ün

batısında (Portekiz’de) Kulumriye’deki İbn Renk (Alfonso Enrique) üzerine, ikinci

kısmı Liyon kıralı Fernando II üzerine, üçüncü kısmı (Tuleytula’ya) Kastilya kralı

Alfonso VIII üzerine, dördüncü ve son ordu ise Barselona kontu Alfonso II üzerine

gönderilecekti159. Ancak daha ordu harekete geçmeden Abdulmümin hastalanmıştır.

154 İbnu Sâhibussalat, 210-211; İbn Ebî Zer, 201; İnan, I, 392; Halefullah, 114. 155 İbnu Sâhibussalat, 212-214; İbn İzârî, 78; İnan, I, 393. 156 İbnu Sâhibussalat, 214; İbn İzârî, 79; Nâsırî, II, 128; İnan, I, 393; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766; Şeyban, 228. 157 Muvahhidlerin asker sayısını İbnu Sâhibussalat, iki yüz bin, İbn Ebî Zer ve Nâsırî ise, Muvahhidlere bağlı kabilelerden, Arap, Berberî ve Zenâtalılardan paralı askerlerin de iştirakiyle dört yüz seksen bin kişiyi bulduğunu rivayet etmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 215; İbn Ebî Zer, 202; Nâsırî, II, 128; İnan, I, 393; Sallâbî, 137. 158 İbnu Sâhibussalat, 210, 211; İbn Ebî Zer, 200-201. 159 İbnu Sâhibussalat, 215-217; İnan, I, 393, 394; Şeyban, 228; Abbâdî-Sâlim, Târihu’l-Bahriyye, II, 261; Sallâbî, 137.

146

Doktorlar onun iyileşmesi için ellerinden geleni yapmışlar, herkes onun iyileşmesi

için dua ederek beklemiş, fakat bu bekleyiş sonunda ordunun hareket emri yerine,

onun ölüm haberi alınmıştır. Abdulmümin, büyük hazırlıklar yaparak başlattığı bu

seferini gerçekleştiremeden vefat etmiştir160. Onun bu şekilde aniden hastalanarak

ölmesiyle, Endülüs’teki Hıristiyan devletler büyük bir badireden kurtulmuştur161.

D-KUZEY AFRİKA’DA FETİH HAREKETLERİ

Abdulmümin’in Merrakeş’i ele geçirerek Murâbıtlar Devleti’ni ortadan

kaldırdığı günlerde Mağrib’in diğer bölgelerinde (Mağribu’l-Evsat ve Mağribu’l-

Ednâ’da) Müslümanlar arasındaki ihtilaflar artarak devam etmekteydi162.

Abdulmümin, bölgedeki Arap kabilelerinden Benî Sâlim ve Benî Hilâl arasındaki

ihtilafları ve yine Normonların163 Kuzey Afrika’daki faaliyetlerini izlemekteydi. O,

bölgedeki huzursuzlukların giderilmesi ve bundan istifade eden Hıristiyanların

Kuzey Afrika’da yayılmalarını sona erdirmek için planlar yapıyordu. Abdulmümin

bu çerçevede Merrakeş’in fethi ve Mağribu’l-Aksâ’nın geniş bir bölümünde ortaya

çıkan isyanların bastırılmasından sonra bir yandan Endülüs’teki faaliyetlerini

sürdürürken, diğer yandan da 547/1152 yılında Cezâyir üzerine bir sefer

düzenlemiştir. Bu seferinde Benî Hammad’a ait olan Cezâyir, Bicâye ve

Kosantîne’yi; yani Mağribu’l-Evsat’ı Muvahhidler Devleti sınırlarına katmıştır.

Abdulmümin, bölgeye oğlu Osman’ı vâli tayin ettikten sonra Merrakeş’e

dönmüştür164. Abdulmümin, dönüşü sonrasında bölgedeki Arapların Muvahhidlere

yönelik saldırı hazırlıkları yaptıklarını öğrenmiş ve bunu boşa çıkarmak için daha

Merrakeş’e ulaşamadan bu bölgeye destek birlikleri göndermek zorunda kalmıştır.

Abdulmümin bu seferi ve sonrasında yürüttüğü çalışmalarla Cezâyir ve Bicâye

yanında, Mağribu’l-Evsat’ın daha iç kısımlarında yaşamakta olan Arapları da

kendisine boyun eğdirmiştir165. Buradaki Araplardan bir kısmını Endülüs’e

160 İbnu Sâhibussalat, 217; İbn İzârî, 79; Nâsırî, II, 129; İnan, I, 394; Şeyban, 228. 161 Eşbah, 62. 162 İbnu’l-Esîr, XI, 111, 112; Nâsırî, II, 120. 163 Normanlar, İskandinav Yarımadası’ndan göç ederek İtalya’nın güneyine ve Sicilya’ya yerleşen Hıristiyan topluluklar için kullanılan bir isimdir. Bunlara Vikingler de denilmiştir. Normanlar haçlı düşüncesine sahip ve ilk haçlı seferleriyle de bağlantıları olan Hıristiyanlardandı. Bkz. Matvî, Arûsî, Hurubu’s-Salibiyye fi’l-Meşrik ve’l-Mağrib, 223, Beyrut, 1982; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 165. 164 İbn İzârî, 48; İbn Haldun, el-İber, VI, 236. 165 Nuveyrî, XXIV, 306; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108.

147

göndererek, Kurtuba ve İşbîliye’ye yerleştirmiştir166. Böylece hem Mağribu’l-

Evsat’taki Arapları daha kontrollü hale getirmek ve hem de Endülüs’te Araplar

sayesinde Muvahhidler lehine bir denge oluşturma yoluna gitmiştir.

Abdulmümin 553 yılı sonlarında (Şevval/Ekim 1158) Mehdiyye seferi

hazırlıkları için Merrakeş’ten Selâ’ya gitmiştir. O, burada hazırlıklarını

tamamlayınca 554/1159’da Mehdiyye ve çevresindeki Hıristiyan işgaline son vermek

için harekete geçmiştir. Abdulmümin, bu seferinde, Tunus’tan başlayarak Trablus’a

kadar olan bölgeyi (Mağribu’l-Ednâ’yı) topraklarına katmış ve bölgeyi işgal etmiş

olan Hıristiyan güçleri buradan tamamen çıkarmıştır. Abdulmümin’in bu seferinden

sonra, Muvahhidler Devleti’nin sınırları bu günkü Mısır sınırlarına kadar

dayanmıştır. Böylece Muvahhidler Devleti, Trablus’tan Atlas Okyanusu’na kadar,

Endülüs’ü de içine alan çok geniş bir coğrafyayı tek bir iktidar çatısı altında

birleştiren bir devlet olmuştur167.

Abdulmümin, yaptığı çalışmalarla, Murâbıtlar Devleti’nin zayıfladığı son

yıllarda Endülüs’te ve Mağribu’l-Ednâ’da bazı bölgeleri işgal eden ve hakimiyet

alanlarını genişleten Hıristiyan güçlerini Endülüs’te durdurmuş, Mağribu’l-Ednâ’dan

da tamamen çıkarmayı başarmıştır. Sonuç olarak Endülüs bir asra yakın bir zaman,

Muvahhidlerin gücüyle en azından durumunu korumuş, Kuzey Afrika’daki

Hıristiyan unsurlar ise bölgeden tamamen çıkarılmış ve burası bu güne kadar

Müslümanların yaşadığı bir coğrafya olarak kalmıştır.

1-Mağribu’l-Evsat’ın Fethi

Abdulmümin Muvahhidlerin ileri gelenlerinden, Ebû Hafs Ömer, Ebû

İbrahim ve diğer önde gelen liderlerle istişâre ettikten sonra İfrikiyye’ye sefere

çıkmaya karar vermiştir. O, bu seferini, sadece kendisine çok yakın olan özel

danışmanları (hassatuhu) ve vezirlerinden başka herkesten gizli tutmuştur168. Bu

dönemde Mağribu’l-Evsat dediğimiz bölgede Benî Hammad hakimiyeti devam

ediyor, ancak bir taraftan Mehdiyye’yi merkez olarak kullanarak sürekli yayılan

166 Beyzak, 121; İbn İzârî, 61. 167 İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 124; Sallâbî, 136. 168 Beyzak, 113; İbn İzârî, 45; İbn Haldun, el-İber, VI, 235; Nâsırî, II,107.

148

Hıristiyanlar, diğer taraftan da bölgedeki Araplar buraya hakim olmaya

çalışıyorlardı. Bölgede tam bir istikrarsızlık hakimdi169.

Abdulmümin, savaş kararı almasından sonra, Muvahhidlere bağlı

kabilelerden toplanmış olan askerleriyle 546 yılı sonlarında (1152 yılı başları)

Merrakeş’ten Selâ’ya hareket etmiştir. Merrakeş’te yerine vekil olarak Ebû Hafs

Ömer Hintâtî’yi bırakmıştır. Selâ’da iki ay kadar kaldıktan sonra, donanmasının

savaş için hazırlanmakta olduğu Sebte’ye geçmiştir. Abdulmümin’in hedefi gizli

tutulan bu harekâtı, belki de ordusunun Selâ’dan Sebte’ye geçmesinden dolayı

Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı bir hazırlık olarak yorumlanmıştır. Abdulmümin bir

müddet Sebte’de kalmıştır. Bu süre içinde Kurtuba, İşbîliye ve Endülüs’ün diğer

yerlerinden ileri gelenleri; alimleri ve komutanları görüşmeler yapmak için yanına

çağırmıştır. O, Endülüs’ten gelen davetlilerden bölgenin genel durumu ile ilgili

bilgiler (brifingler) almış, fikir alış verişinde bulunmuş ve onlara tavsiyelerde

bulunmuştur170. Daha sonra ordusunu üç kısma ayırmış; bunlardan bir kısmını oğlu

Ebû Hafs Ömer komutasında Endülüs’e sevk etmiştir171. Geriye kalanlar ise,

Abdulmümin ile birlikte geri dönerek başkent Merrakeş istikametinde hareket

etmişlerdir172. Abdulmümin’in bu seferine katılan asker sayısı yaklaşık 200.000 kişi

civarındaydı173.

Abdulmümin’in Sebte’den ordusuyla Merrakeş’e doğru geri dönüşü, 547 yılı

Safer/1152 Mayıs ayında gerçekleşmiştir. Böylece sadece kendisinin ve çok yakın

adamlarının bildiği Bicâye seferini gizlemeye ve kendisini izleyenleri yanıltmaya

devam etmiştir. Abdulmümin ordusuyla Sebte ve Fas arasında yer alan Kasru

Abdulkerîm’e kadar gitmiş ve burada bir süre kalmış, ordusunu düzene koymuş174 ve

daha sonra Verga Vâdisi’ne geçmiştir. Bicâye Harekâtı da asıl buradan

169 İbn Haldun, el-İber, VI, 235. 170 İbn İzârî, 45, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 171 Hülelü’l-Mevşiyye’de üç gruba ayrılan ordudan Ebû Hafs ile birlikte Endülüs’e geçen gruptaki askerlerin altmış bin çadır kuracak kadar kalabalık olduğu rivayet edilir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 148, 149. 172 Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 173 İbnu’l-Esîr, XI, 201, 202. 174 İbn İzârî, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 149. Hülelü’l-Mevşiyye’yi yayına hazırlayan, S. Zekkar, A. Zemâme, Kasru Abdulkerîm denilen yerin bugün Atlas Okyanusu sahiline yakın bir noktada, Tanca ile Rabat arsındaki Kasrulkebîr olarak bilinen şehir olduğunu belirtmişlerdir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 149, 77. dipnot.

149

başlatılmıştır175. Abdulmümin gizliliğin devamını sağlamaya yönelik bir tedbir

olarak, Tlemsan vâlisi İbn Vânûdîn’e, İfrikiyye’ye gidecek bütün tüccarların karadan

ve denizden hareket etmelerine mani olmasını emretmiştir176. Yine halka duyuru

yapılarak ordunun hareketiyle ilgili konuşanların öldürüleceği bildirilmiştir177.

Muvahhidler ordusu, daha sonra normalde kullanılmayan bir yoldan, Fas’ı sağ

yanına alarak Melviye Vâdisi’ne, oradan da Tlemsan’a kadar ilerlemiştir. Burada bir

gün kalındıktan sonra çok hızlı bir şekilde Bicâye’ye doğru harekete geçilmiştir.

Muvahhidler beklenmedik bir anda Cezâyir’e ulaşmışlar ve Cezâyir’i savaş

yapmadan ele geçirmişlerdir. Abdulmümin, kendisine tabi olan Cezâyirlilere eman

vermiştir178.

Abdulmümin, Cezâyir’de fazla oyalanmadan, hızlı bir şekilde Satîf’e ve

oradan da Bicaye’ye hareket etmiştir. Daha önce Abdulmümin ile anlaşan Benî

Hammad Devleti’nin veziri Ebû Abdullah İbn Meymûn (İbn Hamdûn) Bicâye

şehrinin kapılarını Muvahhidlere açmış ve Bicâye savaşsız bir şekilde Muvahhidlerin

eline geçmiştir179. Muvahhidlerin gelişini son anda haber alan Benî Hammad

Devleti’nin son emîri Yahya b. Azîz, Zilkâde 547/Ocak 1153’de180 yanına

alabileceği her şeyi alarak Kosantîn’e181, kardeşleri ve amca oğulları ise iki gemiyle

Sicilya’ya kaçmışlardır182. Abdulmümin’in Kostantîn’i de bir süre kuşatma altında

tutarak teslim almasından sonra, Hıristiyanların işgalinden önce Mehdiyye’ye

hükmeden Hasan b. Ali Sanhâcî ve bölgenin son hakimi Yahya b. Aziz ona gelerek

175 Beyzak, 113. 176 Beyzak, 113; İbn İzârî, 45, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 148. 177 Beyzak, 113; İbn İzârî, 46; Hülelü’l-Mevşiyye, 149. 178 İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 193; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Halefullah, 119; Sâlim, Târihu’l-Endülüs, 707. 179 İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 193; Halefullah, 118. 180 İbn Ebî Zer, 193. 181 Beyzak, 113, 114; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 14; Nâsırî, II, 108. 182 Merrakuşî, 206, 207; Nuveyrî, XXIV, 303. Nuveyrî’nin belirttiğine göre bu sıralarda Benî Hammad’ın Devlet başkanlığını yürüten Yahya b. Azîz devlet yönetimini iyice ihmal etmişti. O daha çok avlanmakla, oyun-eğlence ile vakit geçirmekte, memleketin işlerini ise daha çok veziri Meymun b. Hamdun’a bırakmıştı. Dolayısıyla bu rehavet içinde Muvahhidlerin gelişini de ancak, iş işten geçip onların kendi merkezlerine iyice yaklaştıkları zaman anlayabilmiştir. Bkz. Nuveyrî, XXIV, 303. Ayrıca bkz. Halefullah, 118.

150

biat etmişlerdir183. Bu şekilde Muvahhidler, Benî Hammad Devleti’nin hakim olduğu

yerlere ciddî bir savaş yapmadan hakim olmuştur.

Muvahhidlerin Mağribu’l-Evsat’ta hakim olmaya başlaması üzerine, burada

bulunan Sanhâceliler, Ebû Kubeysa komutanlığında büyük bir ordu toplayarak

Muvahhidlere karşı savaşmak için harekete geçmişlerdir. Abdulmümin bu ordu

üzerine Muvahhidlerin Elliler Meclisi’nden Ebû Said Yehluf komutasında bir birlik

göndermiş, Sanhâceliler mağlup edilmiş, malları ganimet olarak alınmış, kadın ve

çocukları esir edilmiştir. Muvahhidler daha sonra bölgenin en yüksek ve sağlam

savunma merkezi olan Benî Hammad Kalesi’ne yönelmişlerdir. Kale halkı

Muvahhidler askerini görünce kaleyi terk ederek dağlara kaçmışlardır. Böylece kale,

içindeki erzaklarla ve mallarla birlikte Muvahhidlerin eline geçmiştir184.

Abdulmümin, Muvahhidlerden bir grubu İbn Tûmert’in amcasının oğlu

Yeslâtîn b. Muaz ve hanımı tarafından akrabası olan Abdullah b. Vânûdîn

komutasında sefere çıkarmıştır. Ancak bu iki komutan arasında anlaşmazlık çıkmış,

Yeslâtîn, Abdullah b. Vânûdîn’e hakaret etmiş, onu yalnız bırakarak ondan

ayrılmıştır. Daha sonra Abdullah b. Vânûdîn Arapların eline düşerek öldürülmüştür.

Bu durumu haber alan Abdulmümin çok öfkelenmiş ve Beyzak’ın mübalağalı

ifadesiyle, yanında sadece çok yakın danışmanlarını ve sıradan kişileri bırakarak,

Muvahhidlerin tamamını Araplar üzerine göndermiştir185. Muvahhidlşer Arapları

mağlup edilmişler ve bol miktarda esir ve mal ganimet almışlardır186. Abdulmümin,

bölgenin ele geçirilmesinden sonra bir süre burada kalmış, daha sonra oğlu

Abdullah’ı bu bölgeye vali tayin ederek Merrakeş’e hareket etmiştir187.

Abdulmümin Mağribu’l-Evsat’tan Merrakeş’e dönüşünden sonra İbn

Tûmert’in amcasının oğlu olan Yeslâtîn’in öldürülmesini emretmiş ve bu emir yerine 183 Merrakuşî, 206, 207; Nuveyrî, XXIV, 303; İbn Ebî Zer, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 235, 236; Nâsırî, II, 108; Sallâbî, 117; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 707. 184 Nuveyrî, XXIV, 304, 305. İbn Haldun ve Nâsırî, bu kalenin Muvahhidlere karşı savunulduğunu, kalenin Muvahhidler tarafından istîlâsından sonra her yerin yakılıp yıkıldığını ve yaklaşık 18.000 kişinin öldürüldüğünü rivayet etmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108; Sâlim, Tarihu’l-Mağrib, II, 707. 185 Beyzak, 114; Halefullah, 121. Beyzak’ın bu abartılı ifadesine rağmen, Abdulmümin bir devlet başkanı olarak etrafında kendisini koruyacak kadar adamı her zaman bulundurmuş olmalıdır diye düşünüyoruz. 186 Beyzak, 114, 115 187 Merrakûşî, 206; İbn Ebî Zer, 194; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 98.

151

getirilmiştir188. İbn Ebî Zer, Yeslâtîn’in öldürülmesinden sonra Abdulmümin’in

Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret ettiğini, halka büyük miktarda

bağışlarda bulunduğunu ve İbn Tûmert’in mescidinin genişletilmesi için emir

verdiğini belirtir189. Böylece Abdulmümin, kim olursa olsun sadece suçluları

cezalandırma yoluna gittiğini, Tinmellel halkına karşı herhangi bir düşmanlığının

olmadığını da anlatmaya çalışmıştır.

Abdulmümin, Benî Hammad Devleti’nin son başkanı Yahya, devletinin ileri

gelenleri ve onların akrabalarını da yanına alarak 547 yılı sonlarında (1153

başlarında) Merrakeş’e dönmüştür190. Merrakeş’e getirilen Yahya ve akrabaları bir

saraya yerleştirilmiş ve kendilerine bol bol ikramda bulunulmuş ve eski konumlarına

lâyık kimseler olarak ağırlanmışlardır191. Benî Hammad’tan Hasan b. Ali,

Merrakeş’e gelmelerinden sonra Abdulmümin’in meclisine katılmış, onun yanında

değer verilen kişilerden olmuştur. O, Mehdiyye’nin fethi esnasında Abdulmümin ile

birlikte buraya gelmiştir192.

Abdulmümin’in bölgeden ayrılmasından sonra, daha o Merrakeş’e

ulaşamadan, Muvahhidlerin bölgede hakim olmasını kabul etmeyen Arap kabileleri,

Muvahhidleri bölgeden çıkarmak için savaş hazırlığına başlamışlardır. Trablus’tan

başlayarak bölgede bulunan bütün Arap kabileleri Muvahhidleri bölgeden çıkarmak

gerektiği üzerinde anlaşmışlar ve bunun için çok sayıda asker toplamışlardır. Onların

bu hazırlığını haber alan Sicilyalı Hıristiyanlar da, Arapları Muvahhidlere karşı

kışkırtmışlar ve kendilerine her türlü desteğe hazır olduklarını belirtmişlerdir. Bu

anlamda Araplara beş bin süvarî göndermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir.

Araplar ise onlara teşekkürlerini belirterek, Müslümanlara karşı Hıristiyanların askerî

desteğini kabul edemeyeceklerini belirtmişlerdir193.

188 Beyzak, 115-116; İbn Ebî Zer, 194. Beyzak, Yeslâtîn’in 546’da Sebte’de öldürüldüğünü belirtirken, İbn Ebî Zer ise, 548’de Sebte’de tutuklanarak Merrakeş’te asılarak öldürüldüğünü rivayet etmektedir. 189 İbn Ebî Zer, 194. 190 İbn İzârî, 48; Merrakuşî, 207; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 707. 191 Merrakuşî, 206, 207; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Kayravânî, 138; Nâsırî, II, 108; İnan, I, 279 vd; Sallâbî, 117. 192 İbnu’l-Esîr, XI, 141; Nuveyrî, XXIV, 304; Nâsırî, II, 124; Sallâbî, 117. 193 Nuveyrî, XXIV, 305, 306; Zehebî, Târih, XXXVIII, 263.

152

Arapların bu hazırlığını haber alan Abdulmümin bölgede bulunan oğlu

Abdullah başkanlığındaki Muvahhidler gücüne destek olmak üzere otuz bin kişilik

süvarî birliğini âcilen bölgeye sevk etmiştir. Arapların topladığı ordu ise sayısal

olarak Muvahhidler ordusundan kat kat fazlaydı. Araplar aynı zamanda

kararlılıklarını ortaya koymak için, ailelerini ve hayvanlarını da yanlarında

getirmişlerdi194.

Muvahhidler önce Arapları üzerlerine çekmişler ve dağlar arasında bulunan

Satif’e kadar gelince, onların daha savaş düzenine girmelerine fırsat vermeden, ani

bir baskınla üzerlerine saldırmışlar ve şiddetli bir savaş başlatmışlardır. Muvahhidler

10 Safer 548/7 Mayıs 1153’de gerçekleşen bu savaşta Arapları bozguna

uğratmışlardır. Muvahhidler onları bir gün bir gece takip ederek iyice dağıtmışlardır.

Arabların kaçamayan kadın ve çocukları ise esir edilmiş, malları ve hayvanları

ganimet olarak alınarak Merrakeş’te bulunan Abdulmümin’e getirilmiştir195.

Abdulmümin Araplardan ganimet olarak alınan malları usulüne göre taksim

etmiş, esir alınan kadın ve çocukları ise Merrakeş’te geniş bir yere yerleştirmiş,

onları en iyi şekilde misafir etmiştir. Daha sonra Araplara mektup göndererek kadın

ve çocuklarını gelip alabileceklerini bildirmiştir. Abdulmümin’in mektubunu alan

Arap liderler Merrakeş’e gelmişler ve Abdulmümin’e bağlılıklarını bildirmişlerdir.

Merrakeş’te çok iyi bir şekilde karşılanan Arap liderlerine kadın ve çocukları teslim

edilmiş, buradan hediyelerle uğurlanmışlardır. Araplar esir edilen kadınlarını ve

çocuklarını geri alarak İfrikiyye’ye dönmüşlerdir196. Böylece Abdulmümin Arapların

kalplerini kazanarak, bundan sonrası için onlardan tam destek almıştır.

2-Mağribu’l-Ednâ’nın Fethi ve Hıristiyanların Bölgeden Çıkarılması

543/1148-1149 yılına gelindiğinde, Sicilyalı Hıristiyanlar (Normanlar), kıtlık,

Müslümanların siyâsî otorite bakımından zaafları ve yine Müslüman liderler

arasındaki çeşitli ihtilaflardan yararlanarak, Trablus’tan Tunus’a kadar olan bölgeyi

194 Nuveyrî, XXIV, 306. 195 Nuveyrî, XXIV, 306; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 98. 196 Nuveyrî, XXIV, 307; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108.

153

istîlâ etmişlerdi197. Aslında bölgede Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki savaş bu

tarihten çok daha önce başlamıştı. Ancak onların bazı yerleri ele geçirerek yerleşecek

kadar başarılı olmaları, defalarca bu bölgeye saldırılarından sonra gerçekleşmiştir198.

Sonuçta Mağribu’l-Ednâ’da, bölgenin en önemli şehri olan Mehdiyye, Tunus ve

çevresindeki bazı yerler Sicilyalı Hıristiyanların işgali altına girmiştir.

Safer 543/Haziran 1148’de Emir Hasan b. Ali b. Yahya b. Temim b. Muaz,

Mehdiyye’yi savaş yapmadan Normanlar’a bırakmış199 ve burası Hıristiyanların

İfrikiyye’deki merkezi olmuştur. Hasan, daha sonra Cezâyir’e yerleşmiştir200.

Hıristiyan işgali esnasında şehir halkından bir kısmı kaçmıştır. Daha sonraki yıllarda

Hırıstiyan güçler bu bölgede yayılmaya devam etmişler, Safâkıs’a ve Bona’ya kadar

uzanarak buraları istîlâ etmişlerdir. Yine Mehdiyye ve Tunus arasında bulunan

Zevîle Hıristiyanların eline geçmiştir. Müslümanlar zaman zaman bölgedeki

Hıristiyan işgaline karşı ayaklansalar da, başarılı bir sonuç alamamışlardır.

İbnu’l-Esîr, Hıristiyanların işgalinden önce bölgede birkaç yıl üst üste kıtlık

yaşanmasından dolayı, Mehdiyye ve çevresindeki bazı kişilerin yaşamlarını

sürdürebilmek için buradan ayrılarak Sicilya ve diğer yerlere göç ettiklerini

belirtmiştir. Nüfusun azalmasıyla bölgenin savunmasının da zayıflamasını fırsat bilen

Sicalya kralı burayı kolayca ele geçirmiştir201. Hıristiyan güçlerin burada kolay

hakim olmalarının bir başka sebebi ise, bölgedeki Müslümanlar arasındaki çatışmalar

ve ayrılıklardı. Bölgenin hakim gücü Sanhâcelilerden Benî Hammad devletiydi.

Ancak onların kendi aralarında birlik yoktu202. Yine bölgedeki Araplar da onlara

karşı savaşıyorlardı. Sonuç olarak Sicilyalı Hıristiyanlar, bölgeyi hızla zaptetmişler

197 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 87, 115-119; İbn Ebî Zer, 197, 198; Nuveyrî, XXIV, 310; Nâsırî, II, 120; Makdîş, Mahmud, Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, Yay. Ali Zevârî, Muhammed Mahfuz, Beyrut, 1988, I, 480-487; Mu’nis, Târihu’l-Mağrib, II, 97; Marçais, G., ‘Zîrîler’, İA, XIII, 576, İstanbul, 1986. Araştırmacılardan Jemil Abunnasır, kaynaklarda verilen bilgilere muhalif olarak Mehdiyye’nin Hıristiyanlar tarafından Abdulmümin’in buraya gelmesinden sadece üç yıl önce işgal edildiğini belirtmiştir. Bkz. Jemil, 110. 198 Sicilyalı Hıristiyanlar, 529/1135’de Cerbe adasına, 537/1141-1143 ve 541/1146’da Trablus’a saldırılar düzenlemiştir. Bkz., İbnu’l-Esîr, XI, 38, 39, 88, 89, 102. 199 İbnu’l-Esîr, XI, 116-119. 200 İbnu’l-Esîr, XI, 118; Kayravânî, 139; Makdîş, I, 487, 488; Marçais, G., ‘Zîrîler’, İA, XIII, 576. 201 İbnu’l-Esîr, XI, 115, 116, 117. 202 Özdemir, Mehmet, ‘Hammâdîler’, DİA, XV, 490, İstanbul, 1997.

154

ve Müslümanlar açısından oldukça acı olsa da, Tunus, Safâkıs, Sûsa, Mehdiyye ve

çevresindeki yerleri hakimiyetleri altına almışlardır203.

Abdulmümin, doğuya ilk seferinde Cezâyir, Bicâye ve Kosantîn gibi önemli

merkezleri ele geçirmiş, bölgedeki Benî Hammad iktidarına son vermişti. Onun bu

seferi sonucunda, daha önce Mehdiyye’ye hükmeden Hasan b. Ali, ona biat etmiş ve

aralarındaki dostluk günden güne gelişmiştir. Hasan onunla sohbetlerinde,

Hıristiyanlar ve bölgedeki diğer güçler hakkında bilgi vererek Abdulmümin’i bölgeyi

tamamen ele geçirmeye ve Hıristiyanları bölgeden çıkarmaya teşvik etmiştir.

Abdulmümin bu konuda onunla hemfikir olmuş ve bunu gerçekleştirmek için fırsat

gözlemeye başlamıştır. Bu arada Hıristiyan güçler Mehdiyye’nin kuzeyinde, buraya

yakın bir yerde, bir sahil şehri olan Zevîle’de ortaya çıkan Müslüman ayaklanmasını

çok sert bir şekilde bastırmışlar ve kadın çocuk demeden birçok Müslümanı

katletmişlerdir. Buradaki katliamdan kaçarak kurtulan bir topluluğun Abdulmümin’e

gelerek yardım istemesi de Abdulmümin’in Mehdiyye hareketinin hızla başlamasına

yol açan etkenlerden biri olmuştur. Zevîlelilerin Hıristiyanların kendilerine yaptıkları

kötü muamelelerle ilgili olarak anlattıkları Abdulmümin’i çok etkilemiş, onların

anlattıklarını başını önüne eğerek dinlemiş, dinledikleri karşısında göz yaşlarını

tutamamış ve onlara yardım edeceğine dair söz vererek hemen savaş hazırlıklarını

başlatmıştır204.

Diğer taraftan Abdulmümin’in Bicâye seferinden sonra, oğlu Abdullah bölge

valisi olarak Mağribu’l-Ednâ’daki Hıristiyan işgalindeki yerlere karşı çeşitli askerî

faaliyetlerde bulunmuştur. Bu çerçevede, Tunus’u bir müddet kuşatma altında

tutmuştur. Abdullah Tunus’u teslim olmaya zorlamak için, çevresindeki ağaçları

kestirmiş, sularının içilmez hale getirilmesini sağlamıştır. Tunus’un Hıristiyanlara

bağlı valisi Abdullah b. Horasân Muvahhidlere karşı durmuş ve onları hezimete

uğratmıştır. Abdulmümin’in oğlu Abdullah, bu yenilgi haberini babasına bildirmiş ve

203 İbnu’l-Esîr, XI, 111, 113, 115-119; Nâsırî, II, 120; Makdîş, I, 489, 490; Jemil, 109. 204 İbnu’l-Esîr, XI, 201; Nuveyrî, XXIV, 310; Nâsırî, II, 120, 121; Makdîş, I, 494.

155

muhtemelen babasından destek istemiştir205. Sonuç olarak Abdulmümin bölgeye

sefer kararı almıştır.

Abdulmümin doğuya yapacağı bu ikinci seferi için, 1 Şevval 553/26 Ekim

1158’de206 yerine vekil olarak Ebû Hafs Ömer b. Yahyâ el-Hintâtî’yi bırakarak207

Merrakeş’ten Selâ yakınlarında kurmuş olduğu Ribâtulfeth’e hareket etmiştir208.

Burada kaldığı süre içinde savaş hazırlıklarını tamamlamaya çalışmıştır. Bu anlamda

Tunus’a kadar olan bölgede kendisine bağlı olan tüm şehirlere haber göndererek

savaş için hazırlık yapmalarını, gıda ihtiyaçlarını hazırlamalarını ve yol boyunca su

kuyuları açmalarını emretmiştir. Bu hazırlıklar tamamlanınca ordunun ihtiyacı için

tepeler gibi yığılı erzaklar toplanmıştır. Yine sahil şehirlere haber göndererek savaş

gemileri yapmalarını istemiştir209. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra 10 Safer 554/3

Mart 1159’da ordusuyla Mağribu’l-Ednâ’ya hareket etmiştir210. Selâ’dan Tunus’a

kadar gitmeleri altı ay sürmüştür211. İbn Ebî Zer’in rivayet ettiğine göre,

Abdulmümnin’in sayılamayacak kadar çok sayıdaki ordusunda, Muvahhidlerin ana

kabilelerinden olanlar dışında, Zenâte kabilelerinden ve Oğuzlardan212 askerler de

yer almıştır213.

Muvahhidler ordusu Selâ’dan Tlemsan’a varmış, Abdulmümin Tlemsan

valisi olan oğlu Ebû Hafs’ı da yanına alarak Bicâye’ye ulaşmıştır. Burada vali olan

205 Merrakûşî, 228; Sallâbî, 118; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 795. Merrakûşî, Tunus’un Hıristiyan Sicilya kıralı Roger b. Roger tarafından atanmış olan Müslüman bir vali (Abdullah b. Horasan) tarafından idare edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. Merrakûşî 228. 206 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61. İbn Ebî Zer, bu hareketin Şevval’in ilk on günü içinde olduğunu rivayet eder. Bkz. İbn Ebî Zer, 198. 207 İbn İzârî, 62; İbn Ebî Zer, 198. 208 İbnu Sâhibussalat, 170; İbn İzârî, 61, 67. 209 İbn İzârî, 61; Nuveyrî, XXIV, 311; Makdîş, I, 494. 210 İbn İzârî, 62. Nuveyrî, gün belirtmeden bu seferin Safer 554’de başladığını rivayet etmiştir. (Bkz. Nuveyrî, XXIV, 311. Bu seferle ilgili ayrıca bkz. İbn Ebî Zer, 198; Kayravânî, 138; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709)

İbn Haldun, Abdulmümin’in başlangıçta Endülüs’e geçmek için hazırlık yaptığını ve bu amaçla Sebte’ye vardığını, ancak bölgedeki Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları kötü muameleyi haber alınca karar değiştirerek Tunus’a doğru hareket ettiğini belirtmektedir. Bkz. İbn Haldun, el-İber, VI, 337. 211 Hülelü’l-Mevşiyye, 152. 212 Mağrib’teki el-Ğuzz denilen Türkler ile ilgili kısa bir değerlendirme için bkz. Özdemir, İbn Rüşd, 15. 213 İbn Ebî Zer, 198. Hülelü’l-Mevşiyye’de ise, Abdulmümin’in bu sefer için topladığı ordunun yetmiş beş bini süvari olmak üzere beş yüz bin kişilik bir ordu olduğu ifade edilmektedir. Diğer kaynaklarda yer almayan bu rakam çok abartılı olmalıdır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 152.

156

diğer bir oğlu Ebû Muhammed de, Muvahhidler ordusuna katılmıştır214. Askerler

hasat zamanının yaklaştığı bu mevsimde, ekinlere zarar vermeden dikkatli ve yavaş

bir şekilde ilerlemelerine devam etmişlerdir. Yine Abdulmümin bu seferinde, daha

önce Mehdiyye hakimi olan Hasan b. Ali’yi de yanına almıştır215. Muvahhidler

ordusu konakladıkça namazlarını tek bir imamın imametinde, cemaat halinde edâ

etmişlerdir216. Bu ordu, 24 Cemaziyelahir 554/13 Temmuz 1159’da Tunus’a

ulaşmıştır. Denizden de, Muvahhidler donanmasından yetmiş parça savaş gemisi, İbn

Meymun komutasında ordunun hareketine uygun olarak bölgeye ulaşmıştır217.

Abdulmümin bölgeye ulaşınca Tunus’un kendisine teslim edilmesini istemiş,

ancak bu isteği kabul edilmeyince savaş başlamıştır. Gece olunca Tunus ileri

gelenlerinden 17 kişi Abdulmümin’e gelerek eman istemişler, pazarlıklar yapılmış ve

sonuçta, görüşmecilere eman verilmiş, onların mallarına ve canlarına hiç

dokunulmaması, bunun dışında kalan kişilerin sahip oldukları mallarının yarısını

Muvahhidlere bırakmaları karşılığında yerlerinde kalmaları şartıyla anlaşma

yapılmıştır. Bu anlaşmadan sonra şehrin kapıları Muvahhidlere açılmış ve daha önce

belirlenen şartlar uygulanmıştır218. Merrakûşî, verilen bu bilgilerden hiç bahsetmemiş

ve Muvahhidlerin Tunus’u ani bir baskınla istilâ ettiklerini belirtmiştir219.

Abdulmümin Tunus’tan Mehdiyye’ye hareket etmiş, donanması da denizden

kendisini takip etmiştir. Muvahhidler ordusu 554 yılı Receb ayı ortalarında (m. 1159

Ağustos ayı başlarında) Mehdiyye’ye ulaşmıştır. Mehdiyye’nin çok yakınında

bulunan Zevîle Muvahhidlerin eline geçmiş, bölgedeki Arap, Sanhâceli ve diğer tüm

214 İbnu Sâhibussalat, 171; İbn İzârî, 67. 215 İbnu’l-Esîr, XI, 202; Nuveyrî, XXIV, 304; Nâsırî, II, 124. 216 İbnu’l-Esîr, XI, 202; Nuveyrî, XXIV, 311; Hasan, 470. 217 Nuveyrî, XXIV, 311. Abbâdî-Sâlim, Abdulmümin’in Mehdiyye seferine 150 savaş gemisinin katıldığını belirtmişlerdir. Bkz. Abbâdî- Sâlim, II, 253. 218 Beyzak, 120; İbnu Sâhibussalat, 171, 172; Zerkeşî, 7; Nuveyrî, XXIV, 311, 312; Hülelü’l-Mevşiyye, 153; Nâsırî, II, 121, 122. İbnu Sâhibussalat, Muvahhidler ordusunun önce Mehdiyye’ye vardığını ve buradan Kabes ve Tunus’a hareket ettiklerini ifade eder. Yine Muvahhidler ordusu Kabes’e sekiz mil yaklaştıkları bir sırada, Kabes ileri gelenlerinin başlarında kadıları olduğu halde Muvahhidlere gelerek görüştükleri ve Abdulmümin’e itaati kabul ettiklerini bildirmiştir. Kabes çevresindeki bazı Araplar bu anlaşmayı kabul etmeyerek Muvahhidlere karşı durmaya çalışmışlar, bozguna uğratılmışlar ve malları ganimet olarak alınmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 172. Nuveyrî de, Tunuslularla yapılan anlaşma sonrasında, Tunusluların taşınır ve taşınmaz mallarının ikiye bölünmesi işinin üç gün boyunca devam ettiğini rivayet etmiştir. Abdulmümin, bu işler tamamlanınca Tunus’taki Yahudî ve Hıristiyanları toplayarak onları Müslüman olmaya davet etmiş, kabul edenler bırakılmış, kabul etmeyenler ise öldürülmüştür. Bkz. Nuveyrî XXIV, 312. 219 Merrakuşî, 229.

157

Müslümanlar Mehdiyye’deki Hıristiyanlara karşı Muvahhidlerin yanında yer

almışlardır220.

Abdulmümin, önce bir savaş gemisiyle Mehdiyye çevresini denizden

dolaşarak incelemiş ve şehrin çok iyi korunmakta olduğunu tespit etmiştir221.

Mehdiyye surları altı atlının yan yana gidebileceği genişlikte çok sağlam bir yapıya

sahipti. Konumu ve surları sayesinde çok iyi korunan bu şehrin nasıl ele

geçirileceğini kurmaylarıyla istişâre etmiş ve burayı karadan ve denizden kuşatma

altına almıştır222.

Mehdiyye kuşatması başladıktan sonra, Mehdiyye’deki Hıristiyan

şövalyelerden bazıları şehrin tek çıkışı olan batı kısmındaki kapısından zaman zaman

aniden çıkarak Muvahhidlere saldırıp geri surların içine kaçıyorlardı. Abdulmümin,

onların dışarı çıkabildikleri şehrin batısındaki tek yerin duvar örülerek kapatılmasını

emretmiş ve kısa zamanda buraya sur çekilerek şehrin kara tarafında bulunan bu tek

çıkış yeri de kapatılmıştır223. Mehdiyye’ye denizden gelebilecek yardımların da

Muvahhidler donanmasıyla kesilmesiyle, şehirde bulunanlar adeta içeride

hapsedilmişlerdir. Böylece Mehdiyye’ye her türlü giriş çıkış kesilmiş, içerde kalanlar

için zaman geçtikçe kendini iyice hissettiren açlık, kıtlık ve korkudan dolayı, teslim

olmaktan başka çare bırakılmamıştır. Abdulmümin, altı ay kadar devam etmiş olan

kuşatmayı bu şekilde sürdürerek, Mehdiyye’nin teslim olması için beklemiştir224.

Mehdiyye’deki kuşatma sürerken Abdulmümin, askerlerinden bir kısmıyla

bölgedeki diğer yerleri ele geçirmek için çalışmalarını sürdürmüştür. Bu çerçevede,

Safâkıs, Sûsa, Kayravan, Kabes’ten Trablus’a kadar, burada bulunan her yeri

devletinin sınırları içine katmıştır225. Böylece bölgede Muvahhidlerin eline geçmeyen

tek yer, Hıristiyanların kuşatma altındaki merkezi Mehdiyye kalmıştır.

220 Nuveyrî, XXIV, 312. 221 İbnu’l-Esîr, XI, 203. 222 Merrakûşî, 229; İbn Ebî Zer, 198. 223 İbnu’l-Esîr, XI, 203; Nuveyrî, XXIV, 312; Zehebî, Siyer, XX, 374; Nâsırî, II, 122. 224 Merrakûşî, 229; Nuveyrî, XXIV, 312, 313; Nâsırî, II, 121, 122. 225 Merrakûşî, 230; İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 312; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; İbn Haldun, el-İber, VI, 237; Nâsırî, II, 123; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. Merrakûşî, Mehdiyye dışındaki yerlerin Muvahhidler tarafından alınmasının Mehdiyye’nin düşmesinden sonra gerçekleştiğini rivayet etmektedir. Kanaatimizce diğer kaynaklarda bildirildiği gibi, kuşatma esnasında bu yerlerin alınmış

158

Muvahhidlerin Mehdiyye kuşatmasının başlamasından hemen sonra, 554 yılı

Şaban (1159 Eylül) ayında, Hıristiyanlara destek olmak ve Mehdiyye kuşatmasından

kurtulmalarını sağlamak için yardım amacıyla Sicilya’dan yüz elli kadar savaş

gemisinden oluşan bir donanma Mehdiyye önlerine gelmiştir. Mehdiyye’yi denizden

abluka altına almış olan Muvahhidlere bağlı donanma ile Sicilya’dan gelen

Normanlar donanması arasında çatışma çıkmış ve Muvahhidler üstünlüklerini deniz

savaşında da göstermişler, Hıristiyan donanmasına bağlı yedi gemiyi de ele geçirerek

bu saldırıyı boşa çıkarmışlardır226.

Muvahhidlerin Mehdiyye kuşatması gevşetilmeden sürdürülürken

Mehdiyye’de kıtlık başlamış, şehirde fiyatlar iyice yükselmiş227, Mehdiyyeliler

çaresizlikten dolayı atlarını bile yemeye başlamışlardır. Şartların günden güne iyice

zorlaşması ve dışardan yardım ümitlerinin bitmeye başlamasıyla, Zilhicce ayının

sonlarında (m. 1160 Ocak ayı ortalarında) Mehdiyye’de bulunan on kadar Hıristiyan

şövalye Abdulmümin’e gelerek barış görüşmelerine başlamışlardır. Abdulmümin

onları İslâm’a davet etmiş ancak onlar bu daveti kabul etmemişler, sadece

kendilerinin taşıyabilecekleri eşyalarını alarak Mehdiyye’yi terk etmeleri için izin

vermesini istemeye geldiklerini söylemişlerdir. Abdulmümin bir süre kararsızlık

içinde kalmış; ancak daha sonraki görüşmelerde onların istedikleri gibi; şehri

Muvahhidlere teslim etmeleri karşılığında taşıyabilecekleri mallarını da yanlarına

alarak çıkıp gitmelerini içeren bir anlaşma yapılmıştır228. Mehdiyye’deki

Hıristiyanlar Abdulmümin tarafından kendilerine tahsis edilen gemilerle 555 yılı

Muharrem ayı başlarında (m. 1160 Ocak ayı sonlarında) Sicilya’ya hareket

olması gerçeğe daha uygundur. Çünkü alınan tedbirlerden sonra Muvahhidlerin Mehdiyye’de yüz bin kadar askerle beklemeleri gereksiz hale gelmiş, kuşatmayı sürdürebilecek kadar asker burada bırakılarak şehrin teslim olması zamana bırakılmış, ordunun kalanı çevredeki diğer yerlerin fethiyle meşgul olmuştur. Mehdiyye’nin alınmasından sonra bölgeden ayrılarak Merrakeş’e hareket etmiş olan Abdulmümin, fetihten iki ay gibi kısa bir süre sonra ve 9 Rebîülevvel 555 (19 Mart, 1160)’da Endülüs’te Cebelü’l-Feth’in inşasını başlatmıştır. Bkz. İbn Ebî Zer, 199; Merrakûşî, 230. 226 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nuveyrî, XXIV, 314; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; Zehebî, Târih, XXXVIII, 265; Nâsırî, II, 123; Makdîş, I, 498; Abbâdî-Sâlim, II, 253. 227 Zehebî, Târih, XXXVIII, 265. 228 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nâsırî, II, 123.

159

etmişlerdir. Bazı rivayetlere göre, Mehdiyye’den ayrılan Hıristiyanlardan çoğu, kış

şartlarının ağırlığından dolayı Sicilya’ya ulaşamamışlardır229.

Muvahhidler 10 Muharrem 555/21 Ocak 1160’da Mehdiyye’ye girmişler230,

şehirde ihtiyaç duyulan her şeyi anında buraya naklederek kuşatmadan dolayı zor

durumda kalan halkın sıkıntılarını hızla gidermeye çalışmışlardır. Abdulmümin,

Mehdiyye’nin Muvahhidler tarafından Hıristiyan işgalinden kurtarılmasını bir

mektupla (bildiri) kendilerine bağlı diğer bölgelere bildirmiştir. Mehdiyye’nin

alınması haberi Müslümanları son derece sevindirmiştir. Bu haberin ulaştığı

yerlerden biri olan, Muvahhidlerin Endülüs’teki merkezi İşbîliye’de, şenlikler

düzenlenmiş, bu müjdeli haber, şiirlerle, şarkılarla, trampetler çalınarak ve üç gün

boyunca bütün halka ziyafetler verilerek kutlanmıştır231.

Abdulmümin Mehdiyye’de yirmi gün kadar kalarak buradaki işleri düzene

sokmaya çalışmıştır. Mehdiyye’ye girişinden hemen sonra Muvahhidlerin ileri

gelenleri toplanmışlar, Abdulmümin’in elini öperek bu zaferinden dolayı onu tebrik

etmişlerdir. Abdulmümin Muvahhidlerin fakihlerinden olan Ebû Muhammed

Mâlakî’ye dönmüş ve bu zafer hakkında söyleyecek bir şeyi olan yok mu? diyerek

günün önemiyle ilgili şiir beklediğini ifade etmiştir. Bunun üzerine İbn Habbus güzel

bir kaside okumuş ve Halife’den ödülünü almıştır232. Abdulmümin burada bir süre

kaldıktan sonra Safer ayı başlarında (m. 1160 Şubat ayı ortaları) Mehdiyye’ye Ebû

Abdullah Muhammed b. Ferec’i vâli olarak ve yanına da Mehdiyye’nin eski sahibi

olan Hasan b. Ali Sanhâcî’yi yardımcı olarak bıraktıktan sonra Merrakeş’e hareket

229 İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nuveyrî, XXIV, 314; Nâsırî, II, 124. Bu konuyla ilgili bazı rivayetlerde, Abdulmümin’in Mehdiyye’deki Hıristiyanları öldürmemesinin sebebi olarak; onların öldürülmesi durumunda Sicilya Kralı’nın da Sicilya’daki Müslümanları öldüreceği, can ve mal güvenliklerini tanımayacağı yolunda tehdit etmiş olması kaydedilmiştir. Bkz. İbnu’l-Esîr, XI, 204; Nâsırî, II, 124. Ancak böyle bir tehdit olmasa bile, Abdulmümin tarihteki diğer Müslüman liderler gibi yaptığı anlaşmalarının gereğini daima yerine getirmiştir. Konuyla ilgili rivayetlere göre o, Normanlarla şehri teslim etmelerine karşılık kendilerini serbest bırakmak üzere anlaşmıştır. 230 İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 314; İbn Haldun, el-İber, VI, 237; Jemil, 110. A. Sâlim, Muvahhidlerin Mehdiyye’ye girişini kaynaklarda verilen 10 Muharrem 555 yerine, belki de kuşatmanın başlama tarihini esas almış ve yıl olarak 554 tarihini vermiştir. Bkz. Sâlim, Mâğribu’l-Kebîr, II, 795. Beyzak, Mehdiyye’nin fethini ayrıntıya girmeden ve tarih vermeden Mehdiyye’nin kuşatıldığını, kuşatmada mancınıklar kullanıldığını ve burada Muvahhidlerden sadece bir kişinin öldüğünü belirterek kısaca anlatmıştır. Bkz. Beyzak, 120. 231 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 64, 65; Nuveyrî, XXIV, 314. 232 İbnu Sâhibussalat, 115, 116.

160

etmiştir233. Aynı zamanda Abdulmümin, burada Hasan’a güzel bir ev ve arazi

bağışlamıştır234.

Abdulmümin, Mehdiyye’den hareketinden sonra Bicâye, Bethâ ve Tlemsan

üzerinden Vehran yakınlarındaki doğum yeri olan Tecrâ’ya ulaşmış, burada köyünü

ve annesinin kabrini ziyaret etmiş, akrabalarıyla da görüşerek sahil yolundan

Merrakeş’e geçmiştir235.

Abdulmümin, bu seferi ile Mağrib tarihinde çok önemli bir netice elde

etmiştir. Böylece Muvahhidler Devleti en geniş sınırlarına ulaşmış, Abdulmümin

Trablus’tan Atlas Okyanusu’na kadar bütün Mağrib’i ve Endülüs’ü içine alan, daha

önce Emevîlerden beri bölgede kimsenin gerçekleştiremediği çok büyük bir alanı tek

çatı altında toplamıştır. Diğer taraftan bölgede yayılarak devam eden Hıristiyan

işgalini de sona erdirmiştir236.

Abdulmümin’in bundan sonraki askerî faaliyetlerinin merkezi Endülüs

olmuştur. O, Mehdiyye seferinden döner dönmez, Endülüs’te Cebelü’l-Feth’in

inşasını başlatmış ve kısa zamanda bu şehrin kuruluşunu tamamlattırarak yıl sonunda

Endülüs’e geçmiş, buradaki askerî faaliyetler için çalışmalarına başlamıştır.

Abdulmümin, 558 yılında Endülüs’te büyük bir askerî Harekât için bütün hazırlıkları

tamamlamışken, Endülüs ile ilgili hayallerini gerçekleştiremeden eceli gelmiş ve tam

olarak amacına ulaşamadan ölmüştür237.

E-ABDULMÜMİN’İN ÖLÜMÜ

Abdulmümin altmış küsur yaşı boyunca, neredeyse durmaksızın, sürekli

mücadele etmiştir. O, ömrünü dolu dolu yaşamış ve hayatının son otuz üç yılında İbn

Tûmert’den miras aldığı, Batı Atlas Dağları üzerindeki Tinmellel merkezli küçük bir

233 İbnu’l-Esîr, XI, 141, 204; Nuveyrî, XXIV, 314, 315; Kayravânî, 139; Sallâbî, 117. 234 İbnu’l-Esîr, XI, 204. 235 İbnu Sâhibussalat, 115; Merrakûşî, 131, 132; Nuveyrî, XXIV, 314; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 366; Nâsırî, II, 123, 124; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710. 236 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 65; Sallâbî, 119; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; Guneymî, II, 211; Julien, II, 144. 237 Ceylâlî, Abdulmümin’in Mısır ve bütün İslâm alemini ele geçirme düşüncesi taşıdığını belirterek, onun ufkunun hangi boyutlarda olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Ceylâlî, 7.

161

devleti, koca bir imparatorluğa; bölgesinin en geniş ve güçlü devletine dönüştürmeyi

başarmıştır.

Aslında İbn Tûmert’in bıraktığı en önemli miras, Abdulmümin başta olmak

üzere, yetiştirdiği insanlara aşıladığı dinî, siyâsî, askerî vb. alanlardaki güçlü

mücadele ruhu olmuştur. Onlar, İbn Tûmert’ten miras olarak aldıkları bu ruhla,

Abdulmümin başkanlığında en büyük başarıları elde etmişlerdir.

Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler, yıllarca Kuzey Afrika’nın her

yanında ve Endülüs’te ayak basmadık yer bırakmamış, sürekli yeni zaferler için

çalışmışlardır. Bu çabalarıyla Abdulmümin bölgenin ve İslâm dünyasının en büyük

liderlerinden olmuştur.

Abdulmümin ömrünün son on beş yılını bir yandan Endülüs, diğer yandan da

Mağribu’l-Evsat ve Mağribu’l-Ednâ bölgelerindeki savaşlarla geçirmiştir. Buralarda

her hangi bir yerde elde edilen her başarı haberi, diğer bir taraftaki başarı için moral

kaynağı olmuştur. Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı sürdürülen bir savaş ya da

kazanılan bir zafer Afrika’da, yine Kuzey Afrika kıyılarını işgal eden Hıristiyanlara

karşı elde edilen zafer de Endülüs’te çok olumlu bir şekilde yankılanmıştır238. Yine

Abdulmümin’in Hıristiyanlara karşı elde ettiği bu başarılar, İfrikiyye’deki binlerce

Arabın Muvahhidler safında Hıristiyanlara karşı yapılan savaşlarda gönüllü

yazılmalarına yol açmıştır239.

Abdulmümin, ölümünden önceki son bir yılını Endülüs’te girişeceği geniş

kapsamlı Harekât için hazırlıklarla geçirmiştir. O, hazırlıklarını sürdürdüğü hayatının

en büyük seferinden önce, 558 yılı başlarında (m. Ocak 1163), zor kış şartlarına

aldırmadan, soğuk, yağmur ve kar altında son bir kez İbn Tûmert’in kabrinin

bulunduğu Tinmellel’e gitmiştir. Abdulmümin, bu yolculuğu esnasında aşırı yağıştan

dolayı sırıl sıklam ıslanmıştır240.

Abdulmümin, Tinmellel’den dönüşünden sonra, 15 Rebîülevvel 558/21 Şubat

1163 Perşembe günü, Endülüs’te büyük bir savaşa girişmek için Merrakeş’ten

238 İbnu Saibussalat, 119; İbn İzârî, 64, 65. 239 Nuveyrî, XXIV, 315. 240 İbnu Sahibussalat, 212-214; İbn İzârî, 78; İnan, I, 393.

162

Selâ’ya (Ribatulfeth’e) hareket etmiştir241. Selâ’ya ulaşınca devletinin her yanından

gelerek burada toplanan askerlerini Endülüs’e yapacağı sefer için hazırlamaya

başlamıştır. Ancak bu hazırlıkları tamamlayıp yola çıkamadan hastalanmıştır.

Muvahhidlerin bu büyük ordusu, bütün ihtişamı ile Abdulmümin’in iyileşerek her

zaman olduğu gibi başlarına geçmesini beklemiş, ama bu mümkün olmamış,

toplanan ordu ilk defa harekete geçememiştir.

Bu sırada Abdulmümin’in hastalığının iyileşmesi için doktorlar bütün

çabalarını sarfetmişler, onun hasta olduğunu öğrenen insanlar da sağlığına kavuşması

için günlerce dua ederek beklemişlerdir. Onun iyileşmesi için ortaya konulan hiçbir

çaba sonuç vermemiş, Merrakeş’ten ayrılmasından yaklaşık üç ay sonra

Abdulmümin burada, binlerce askeri sefer için emir beklerken vefat etmiştir. O,

Endülüs’e yapacağı geniş kapsamlı bu son seferini gerçekleştiremeden dünyaya veda

etmiştir242.

Abdulmümin’in ölümü başlangıçta gizli tutulmuştur. Onun oğlu ve aynı

zamanda hâcibi olan Ebû Hafs, Muvahhidlerin ileri gelenleriyle bir toplantı yapmış,

onlarla yapmaları gerekenler konusunda fikir alış verişinde bulunmuştur. Daha sonra

da Abdulmümin’in hastalığından dolayı Endülüs seferinin ertelendiği bildirilerek

askerlere evlerine dönmeleri için izin verilmiştir243.

Abdulmümin hasta olduğu son anlarında, askerlerine komutanlık yaparak

harekete geçemese de, ölümünden bir hafta kadar önce 2 Cemaziyahir 558/08 Mayıs

1163’de, ileri gelen adamlarıyla görüşerek son bir hamle yapmış ve başlattığı

Harekâtı kendisinden sonra sürdürmesi gereken veliahdını yeniden belirlemiştir244.

Devletinin ileri gelen adamlarıyla yeni veliahdının kim olması gerektiğini istişâre

etmiş, istişâre sonucunda, daha önce veliaht olarak biat almış olduğu oğlu

Muhammed’i yetersiz gördüğünü belirterek azlettiğini bildirmiş ve yerine bu iş için

daha uygun olduğuna karar verdiği diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u veliaht tayin

241 İbnu Sâhibussalat, 214; İbn İzârî, 79; İnan, I, 393. İbn Ebî Zer, belirtilen kaynaklardan farklı olarak Abdulmümin’in Merakeş’ten 5 Rebîulevvel’de hareket ettiğini rivayet etmiştir. Bkz İbn Ebî Zer, 202. 242 Beyzak, 121; İbnu Sâhibussalat, 217, 218, 228; İbn İzârî, 79; Nuveyrî, XXIV, 321, 322; İbnu’l-Esîr, XI, 238. 243 İbnu Sâhibussalat, 228, 229. 244 İbn Ebî Zer, 202.

163

etmiştir245. Ebû Yâkub Yusuf’un Muhammed’in yerine veliahd yapılmasının bir çok

gerekçesi olduğu söylense de, bir başka gerekçe olarak da onun Muvahhidler

Hareketinin kuruluş aşamasında rol alan Tinmellel’in ileri gelenlerinden Musa Darîr

ve Ebû İbrahim ile olan yakınlığıdır. Ebû Yusuf’un annesi Musa Darîr’in kızıdır246.

O, aynı zamanda Ebû İbrahim’in de kızı ile evlenmiştir247. Bu akrabalıklar yanında

Abdulmümin’in oğlu olması, daha Endülüs’teki valiliği esnasında göstermiş olduğu

başarıları ve devlet başkanlığı konusundaki ehliyeti onu avantajlı hale getirmiştir.

Yine Merrakuşî’nin rivayetine göre Ebû Hafs Ömer ile Ebû Yâkub Yusuf ana-baba

bir öz kardeştirler. Abdulmümin’in son dönemlerinde vezirlik ve haciblik görevini

yürütmekte olan oğlu Ebû Hafs Ömer, kardeşi Ebû Yâkub’un halife olarak biat

alması için özel bir gayret göstermiş ve bu konuda önemli katkıda bulunmuştur248.

Bazı kaynaklarda, Muhammed’in görevden alınarak yerine Yusuf’un

getirilmesinin, Abdulmümin’in ölümünden sonra Muvahhidlerin ileri gelenlerinin

kararıyla gerçekleştiği rivayet edilmiştir. Nitekim, İbnu Sâhibussalat,

Abdulmümin’in 10 Cemaziyelahir’de öldüğünü ve o gece daha önce veliaht olarak

belirlenen Muhammed’in bu görevden alınarak yerine kardeşi Yusuf’a biat edildiğini

belirtmiştir249. Bu konudaki diğer bazı rivayetlere göre ise, Abdulmümin’in

ölümünden sonra daha önce biat almış olan Muhammed’in halife olması konusunda

ihtilaf çıkmıştır. Sonuç olarak Muhammed göreve başlamasından bir buçuk ay kadar

sonra Muvahhidlerin ileri gelenlerinin kararıyla azledilmiş yerine Abdulmümin’in

diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir250.

Bütün bu rivayetleri göz önünde bulundurarak, Abdulmümin’in ölmeden kısa

bir süre önce ya da ölümünden hemen sonra başlangıçta veliahd olarak belirlenen

245 İbnu Sâhibussalat, 213; İbn İzârî, 79; İbnu’l-Esîr, XI, 238; Nuveyrî, XXIV, 321; İbnu Ebî Zer, 202; Eşbah, II, 62. İbnu Sâhibussalat, Abdulmümin’in son Tinmellel ziyareti esnasında oğlu Muhammed’i de yanına aldığını rivayet etmektedir. Bu yolculuk esnasında, Muhammed’in şarap içtiği için sarhoş olduğu Abdulmümin’e şikayet edildiği belirtilmiştir. Bunun üzerine Abdulmümin onu yanına çağırmış ve azarlamıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 213. Merrakuşî ve Nâsırî de Muhammed’in azledilmesinin sebebi olarak onun içki müptelası, hafif meşrep, görüşleri isabetsiz ve korkak olduğu yönünde suçlamalar sıralamışlardır. Bkz. Merrakûşî, 236; Nâsırî, II, 129. 246 Merrakuşî, 337. 247 Merrakuşî, 234. 248 Merrakuşî, 336, 337. 249 İbnu Sâhibussalat, 317. 250 İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Târihu’l-İslâm, XXXVIII; 266; Zehebî, Siyer, XX, 375; Nâsırî, II, 129; Jemil, 111, 112.

164

Muhammed azledilerek yerine Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir. Ancak Muhammed

daha önceden veliahd olduğu için belli bir bölgede yeni durumu kabullenmeyerek

hakim olmuş olabilir. Daha sonra ise (bu süre bir buçuk ay kadardır) yeni halife olan

Ebû Yâkub, kardeşini etkisiz hale getirerek her yerde hakimiyetini kurmuştur.

Kaynaklarda Abdulmümin’in 558 yılı Cemaziyelahir ayında (Mayıs-Haziran

1163) vefat ettiği konusunda ihtilaf yoktur. Ancak onun bu ayın hangi gününde

öldüğü konusunda, ayın 8-10-20 ve 27. günü gibi farklı tarihler verilmiştir.

Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda en erken tarihi Beyzak ve İbn Kattan

gibi Muvahhidler Devleti’nin resmî tarihçileri diyebileceğimiz kaynaklar, onlarla

birlikte İbnu’l-Hatib ve Nâsırî vermektedir. Onlar Abdulmümin’in ölüm tarihini gün,

ay ve yıl olarak, 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs 1163 olarak belirtmişlerdir251.

Yine Muvahhidlerin resmî tarihçilerinden olan İbnu Sâhibussalat ve onun gibi

İbn İzârî, İbn Ebî Zer, Nuveyrî ve Zerkeşî, Abdulmümin’in 10 Cemaziyülahir 558/16

Mayıs 1163’de öldüğünü rivayet etmişlerdir252.

İbnu’l-Esîr, Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda diğer bütün kaynaklardan

farklı olarak 20 Cemaziyelahir 557/26 Mayıs 1163 tarihini vermiştir253.

Merrakuşî ise, eserinin bir yerinde Abdulmümin’in ölümünün gün, ay ve yıl

belirterek 27 Cemaziyelahir 558/2 Haziran 1163 tarihinde gerçekleştiğini bildirirken,

başka bir yerde gün belirtmeksizin, sadece 558 yılı Cemaziyelahir ayında öldüğünü

söylemekle yetinmiştir. Zehebî de Abdulmümin’in ölüm tarihi olarak Merrakuşî gibi

27 Cemaziyelahir 558/2 Haziran 1163 tarihini tercih etmiştir254.

251 Beyzak, 83; İbn Kattan, 205; İbnu’l-Hatib, Şerhu Rakamu’l-Hulel, 199, 200; Nâsırî, II, 129. İbnu’l-Hatîb, A’mâlu’l-A’lâm adlı eserinde Abdulmümin’in ölüm tarihini 8 Cemaziyelahir 558 olarak verdiği halde, Rakamu’l-Hulel’de, 10 Cemaziyelahir 558 olarak vermiştir. Bkz. İbnu’l-Hatib, A’mâlu’l-A’lâm, 269. Araştırmacılardan A. Sâlim, Abdulmümin’in ölüm tarihi konusunda Beyzak’tan farklı olarak, 27 Cemaziyelevvel 558 tarihini verdiği halde, kaynak olarak Beyzak’a atıfta bulunmuştur. Bkz. A. Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 710. 252 İbnu Sâhibussalat, 228; İbn İzârî, 79; İbn Ebî Zer, 202; Zerkeşî, 9; Nuveyrî, XXIV, 318; İnan, I, 394; Eşbah, II, 62; Hâcî, 459; Nasrullah, 327; Özaydın, ‘Abdulmümin’, DİA, I, 275; Halefullah, 114. 253 İbnu’l-Esîr, XI, 238. 254 Merrakuşî, 197, 235; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 266; Mu’nis, Tarihu’l-Mağrib, II, 101; Mu’nis, Hüseyin, Vesâiku’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn,113, Zahir, 1997; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; Guneymî, II, 212.

165

İbn Hallikan, Abdulmümin’in 558 yılının Cemâziyelahir ayının son on günü

içinde vefat ettiğini belirtmiş, İbn Kesîr ve Kalkaşandî ve daha birçok eserde

Abdulmümin’in ölüm tarihi olarak sadece 558 yılı zikredilmiştir255.

Abdulmümin’in ölüm haberi başlangıçta gizli tutularak İşbîliye’de bulunan

müstakbel halifenin ordunun bulunduğu Selâ’ya gelmesi beklenmiştir256. Onun

ölümü, işlerin yoluna girmesi ve duruma hakim olunacağı kanaatinin oluşmasından

sonra açıklanmıştır. Bu gizlilik süresi içinde onun hasta olduğu söylenmiş,

Abdulmümin’in oğlu, veziri ve hacibi Ebû Hafs Ömer, ‘Abdulmümin şu şu işleri

yapmanızı istiyor’ diyerek durumu idare etmeye çalışmıştır257. Bir müddet sonra Ebû

Yâkub Yusuf’un biat alması sağlanmış ve Abdulmümin’in öldüğü halka

açıklanmıştır. Daha önce İbn Tûmert’in ölümünün bir süre gizli tutulması gibi,

Hülelü’l-Mevşiyye’de bildirildiğine göre benzer bir gizlilik uygulaması

Abdulmümin’in oğlu Yusuf’un ölümü sonrasında olmuştur. Yusuf’un ölüm haberi

bir müddet gizli tutulmuş, bu esnada öldüğü yere defnedilmiş, daha sonra işler

yoluna girince halifenin ölümü ilan edilmiş ve cenaze Tinmellel’e nakledilerek İbn

Tûmert’in ve babasının kabirleri yanına defnedilmiştir258.

Kaynaklarda verilen bilgilerden Abdulmümin’in 8 Cemaziyelahir’de öldüğü

halde, yeni halifenin olay yerine ulaşması ve biat almaya hazır hale gelmesine kadar

beklenmiş olduğunu ifade edebiliriz. Yani, Beyzak, İbn Kattan ve İbnu’l-Hatib’in

diğer kaynaklara göre daha erken bir tarih vermiş olmaları ve diğer kaynaklarda

Abdulmümin’in ölümünün daha geç tarihlerde gerçekleştiğinin belirtilmesi, en

azından bazı karışıklıklar çıkmasını önlemek için, bu olayın bir müddet gizli

tutulmuş olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Liderlerin ölümünün bir müddet

gizlenmesi, zaman zaman günümüzde de başvurulan siyasi bir uygulamadır. Biz

biraz da bunu göz önünde bulundurarak, Abdulmümin’in ölüm tarihini kaynaklarda

255 İbn Hallikan, I, 404; İbn Kesîr, XII, 246; Kalkaşandî, V, 191; Miranda, Huici, ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, III, 312, İstanbul, 1997; Altındağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766; İbnu’l-İmâd, VI, 306; İbnu’l-Cevzî, I, Cüz 8, 246; Erbilî, II, 426; İbn Kesîr, XII, 246; Makdîş, I, 465; A. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710; S. M. İmamuddin, 313; Abbâdî-Sâlim, Tarihu’l-Bahriyye, II, 261; Jamil, 108; Provençal, Hadâratu’l-Arabiyye, 197; Watt, M. Watt, A History Of İslâmic Spain, 105, Edinburgh, 1965; Le Tourneau, Harekâtu’l-Muvahhidiyye, 71. 256 Nâsırî, II, 131; Eşbah, II, 63. 257 İbnu’l-Esîr, XI, 238. 258 Nuveyrî, XXIV, 321, 322; Hülelü’l-Mevşiyye, 158; İbnu’l-Esîr, XI, 238; Nâsırî, II, 131; İnan, I, 395.

166

rivayet edilen en erken tarih olan, 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs 1163 olarak kabul

ediyoruz.

Abdulmümin’in cenazesi, ölümünden iki ay kadar sonra 558 yılı Şaban (m.

1163 Temmuz) ayının ilk günlerinde Tinmellel’de İbn Tûmert’in kabri yanına

defnedilmiştir259.

Başlangıçta dinî ve siyâsî bir düşünce sistemine bağlı kişiler tarafından

kurulmuş olan Muvahhidler Devleti, döneminin baskın siyâsî anlayışına teslim

olarak bir hanedanlığa dönüşmüştür. Muvahhidler kuruluş döneminin ruhuyla

hareket ettikleri sürece başarılarını sürdürmüşlerdir. Ancak daha sonra her

hanedanlığın başına gelen Muvahhidlerin de başına gelmiştir. Tabiî olarak bütün

hanedanlıklarda olduğu gibi, devlet başkanlığına getirilecek kişilerde liyakatten önce,

ailesi belirleyici olmuş, bu da zamanla devletin zayıflamasına ve çökmesine yol açan

önemli sebeplerden biri haline gelmiştir.

Muvahhidler Devleti bölgede Müslümanların kurmuş olduğu en büyük ve en

güçlü devlet ve aynı zamanda, yeri tam olarak doldurulamayan bir siyâsî otorite

olarak tarihteki yerini almıştır. Muvahhidler, hakimiyetleri döneminde Endülüs’te ve

Mağrib’te önemli eserler ortaya koymuşlardır. Onlardan sonra, Müslümanlar bölgede

bir daha Muvahhidler kadar güçlü ve geniş bir coğrafyaya hükmeden devlet

kuramamışlardır. Muvahhidler denilince belki de en fazla, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd

gibi dev filozoflar yetiştiren fikri ortamın bir daha gelmediğini düşünerek, onların ne

büyük işler yaptıklarını anlamaya çalışmalıyız.

259 Beyzak, 83; İbn Kattan, 205; Hülelü’l-Mevşiyye, 157; İnan, I, 395; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 710.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ABDULMÜMİN DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET

A-ABDULMÜMİN DÖNEMİNE GENEL BİR BAKIŞ

Abdulmümin, İbn Tûmert’in davetiyle başlangıçta tamamen dinî gerekçelerle

ortaya çıkan, arkasından siyasî özellik kazanan ve Tinmellel çevresinde küçük bir

alana hükmeden bir hareket devralmıştır. O, bu hareketi kısa sürede aşama aşama

büyük bir imparatorluk haline getirmiştir. Kendisi Muvahhidlerin ileri gelenlerinin

seçimi ile iş başına geldiği halde, zamanla ortaya çıkan gelişmeler sonucunda iktidarı

kendi ailesine hasrederek, Muvahhidler Devleti’ni bir hanedanlığa dönüştürmüştür1.

Abdulmümin, özellikle Merrakeş’in zapt edilmesinden sonra devletinin

şekillenmesini ve kurumlarının oluşturulmasını sağlamıştır. O, aynı zamanda

devletini coğrafî olarak sürekli genişletmeye devam etmiştir. Bu arada çeşitli

vesilelerle yazdığı mektupları veya emirnâmeleriyle yönetim ile ilgili bazı

prensiplerini de yazılı metin olarak ortaya koymuştur. İnan, Abdulmümin’in 543 yılı

15 Rebîulevvel’inde (3 Ağustos 1148) Endülüs’teki devlet görevlilerine yazmış

olduğu uzun mektubunun Muvahhidlerin anayasası olarak değerlendirilebileceğini

söylemiş ve bu mektuptaki temel vurguları dokuz başlık altında ele almıştır.

Abdulmümin bu yazısı hakkında anyasa demek abartılı kabul edilebilise de, hükümet

programı olarak kabul edilebilir. O, bu yazısında, görevlilere Allah’tan korkmalarını,

hevâlarına uymamalarını, Müslümanların haklarına saygılı olmalarını, İslâm

hükümlerine bağlı kalmalarını, adaleti sağlayıp haksızlıklardan kaçınmalarını, hiçbir

şekilde haksız yere kan dökmemelerini istemiştir. Abdulmümin özetle bu

mektubunda İslâmiyet’in temel prensiplerini hatırlatmış, bunlara hayatın her alanında

uyulmasını, uymayanlara gerekli müeyyidelerin uygulanması gerektiğini

bildirmiştir2.

Muvahhidler devri, Mağrib’in siyasî ve kültürel tarihinde çok önemli bir

yere sahiptir. Bu hareket daha doğuşundan itibaren büyük bir enerji ile ortaya çıkmış

1 İnan, II, 616, 630; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766. 2 İnan, I, 399-402; Züneyber, 202-203. Abdulmümin’in bu mektubunun tam metni için bkz. İbn Kattan, 188-203; İnan, I, 552-561.

171

ve tarihte eşine az rastlanacak bir hızla, büyük bir siyasî ve kültürel hareketlilik

ortaya koymuştur. Muvahhidler akîdesi yayıldığı her yerde genel fikrî canlılık

sağlamıştır. Bu canlılığın bir ürünü olarak Muvahhidler Edebiyatı oluşmuştur. Bu

dönemde şairlerin teşvik edilmesiyle büyük bir Muvahhid şiir antolojisi ortaya

çıkmıştır3. Onların ilim, düşünce ve felsefeye verdikleri destekle alimler

edebiyatçılar, şairler, tabipler vb. yetişmiş, sonuç olarak onların dönemi bir ilim ve

edebiyat asrı olmuştur4. Muvahhidler devri bölge için bir güven dönemi5 ve altın çağ

olarak kabul edilmiş6, bu devlet bölgenin en güçlü İslâm devleti olmuştur7.

Abdulmümin liderliğindeki Muvahhidler sürekli büyümeyi, dinî hassasiyeti ve

yeniliği temel şiarları olarak kabul etmiştir8.

Abdulmümin, otuz üç yıl süren iktidarına, Murâbıtlar Devleti’ni tamamen

ortadan kaldırmak yanında, Trablus’tan Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya), oradan

Endülüs’e (Güney İspanya ve Portekiz’e) uzanan, bölgesinde devrinin en büyük ve

güçlü devletini kurma başarısını sığdırmıştır. Bu geniş coğrafyada arazi ölçümleri

yaptırarak sağlıklı bir vergi sistemi kurmaya çalışmış, tersaneleri, silah üretim

yerleri, madenleri ve ihtiyaç duyulan her türlü tüketim mallarının üretimini teşvik

ederek canlı bir ticârî yapı oluşturmuştur9.

Muvahhidler Devleti, çok uzun ömürlü olmadığı halde (1121-1269), siyasî,

ekonomik, kültürel ve medenî alanlarda ortaya koyduğu sistemin etkisi, kendinden

sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Yine felsefe, tıp, mühendislik, mimarlık,

büyük gemi yapımı gibi alanlardaki büyük adımlar yanında, sosyal, siyasal ve

ekonomik hayata büyük bir canlılık getirmişlerdir10. İ. Harekât, Muvahhidler

Devleti’nin her türlü fikrî hareketi teşvik ettiğini ve bu dönemin Mağrib için zirve

olduğunu belirtmiştir. Bu dönemde, Endülüs ve Kayaravan’daki alimler ve

edebiyatçılar Mağrib’e akın etmişler, fikrî gelişimleri için kütüphaneler onların

3 Cüllâb, Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb, 46. 4 Sâih, Hasan, Hareketü’l-İlmiyye fi’l-Mağrib, 207, Darulbeydâ, 1986. 5 Menûnî, 15. 6 Brignon, V, 343, 350. 7 Guneymî, II, 293. 8 Cüllâb, 44. 9 Harekât, Mağrib, I, 337 vd.; Menûnî, 174. Merrakûşî, Muvahhidler döneminde Endülüs ve Mağrib’de bulunan altın gümüş, demir, kibrit gibi madenlerin çıkarıldığı yerleri belirtmiştir. Bkz. Merrakûşî, 346 vd.; Menûnî, 174, 175. 10 Guneymî, II, 260, 271.

172

hizmetine verilmiştir. Muvahhidler Devleti devlet adamları, başta Abdulmümin

olmak üzere alim ve edip şahsiyetlerdir. Onların meclisleri aynı zamanda ilim,

edebiyat ve siyaset meclisi olmuştur. Endülüs ve Mağrib’in büyük alimlerinden olan

Abdulvâhid Merrakûşî, Ebû Bekr b. Zühr, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi şahsiyetler

dönemlerindeki Muahhidler Devleti’nin halife ve ileri gelen diğer kişileriyle aynı

ilim meclislerini paylaşmışlar ve sohbet etmişlerdir. Sonuç olarak bu dönemde, bütün

Mağrib ve Endülüs hem siyasî ve hem de fikrî yönden birleştirilmiştir11.

Muvahhidler, kitap toplamak ve kütüphane oluşturmaktaki ihtimamlarıyla da ilme

verdikleri değeri ortaya koymuşlardır12.

Muvahhidler, Endülüs ve Mağrib medeniyetini kaynaştırarak ortaya

koydukları siyasal ve kültürel hareket, kendilerinden sonra kurulan devletler

tarafından da sürdürülmüştür13. XIII. yüzyıl başlarında kurulup, XVI. yüzyıl

sonlarına kadar varlığını devam ettiren Hafsîler Devleti (m. 1228-1574) tamamen

Muvahhidler Devleti’nin başlangıçtaki ilkelerini yaşatmak adına kurulmuş bir

devlettir14.

Diğer yandan kültürel alanda da, Murâbıtlar döneminde bazı eserlerin

yasaklanması ve bu anlamda Gazâlî’nin eserlerinin yakılmasına kadar giden bir

tutuculuk aşılmıştır. Bu dönemde insanlar Kur’an ve Sünnet’e dayalı olarak

düşünmeye teşvik edilmiş, bu esaslara göre yeni ve canlı bir dinî ve siyasî düşünce

atmosferi oluşturulması için gayret edilmiştir. Fürûya ait kitaplar yerine

Müslümanların en temel referansları olan Kur’an ve Hadis’in okunarak anlaşılması

için çalışılması ve hükümlerin direkt bu temel kaynaklara dayanılarak çıkarılması

istenmiştir15. Okullarda İbn Tûmert’in Tevhîd/Akîde konusundaki eserleri yanında,

11 Harekât, Mağrib, I, 349, 350. 12 A.g.e. 351. 13 İ. Ömer Musa, Muvahhidler Devleti’nin etkilerinin bütün Mağrib ve Endülüs’te beş asır boyunca devam ettiğini belirtmiştir. Onların uygulamaları kendilerinden sonra aynı coğrafyada kurulan, Hafsîler, Merînîler, Benî Abdulvâd ve Nasrîler tarafından sürdürülmüştür. Bkz. Musa, 9, 10. 14 Kalkaşandî, V, 133 vd; Muhammed Razuk, ‘Hafsiler’ DİA, .IV, 125-128; H. Bauer, ‘Hafsîler’, İA, V, 82, 84. Brignon, Jean, IV, 351; Hodgson, II, 523, 524. 15 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 113.

173

Eşarî akâidi okutulmuştur16. Sonuç olarak Muvahhidler fikrî hareketi, Mağrib

medeniyeti üzerinde yüzyıllar boyunca süren olumlu bir etki bırakmıştır17.

Muvahhidler yazışmalarında ve günlük konuşma yanında, yazı ve şiir dili

olarak da daha çok Arapça’yı kullanılmışlar ve bölgede bu dilin yaygınlaşmasına ve

yerleşmesine önemli katkıda bulunmuşlardır18. Ancak, Berberîce konuşan insanlara

davetlerini tam olarak ulaştırmak için, temel prensiplerini Arapça yanında Berberîce

yazmışlar ve anlatmışlardır. İbn Tûmeret’in eserlerinden Tevhîd ve Kavâid gibi bazı

risaleleri Arapça’nın yanında Berberîce olarak da yazılmış, okutulmuş ve

anlatılmıştır19.

Abdulmümin döneminde, dinî eserler yanında her alandaki diğer eserler,

mescitler dahil her yerde okunur olmuştur. Sonuç olarak Abdulmümin ile başlayan

Muvahhidler iktidarı, bölgedeki felsefî hareketliliği de teşvik etmiştir20.

Abdulmümin bu dönemde giriştiği onlarca savaşın yanı sıra, savaş aletleri

üreten fabrikalar, gemi yapılan tersanelerle de ilgilenmiştir. O, bu konularda faaliyet

gösteren tesislerin en iyi şekilde işletilmesini sağlamıştır21. Gençlerin eğitimi ile de

ilgilenerek, okullar açtırmış, onların dinî, askerî ve siyasî sahalarda yetişmelerini

sağlamıştır. Bu arada öncelikle kendi çocuklarının eğitimini en iyi şekilde

tamamlayarak ülkenin dört bir yanına vali olarak atamıştır. Yani Abdulmümin

öldüğünde arkasında çok sayıda yetişmiş ve her konuda tecrübe kazanmış genç

yönetici kadrosu bırakmıştır. Onun ölümünden sonra, kendisinin vasiyeti ve

16 Harekât, Mağrib, I, 351, 352. 17 Cüllâb, 148. 18 Guneymî, II, 261; Menûnî, 105, 108. 19 Merrakûşî, 342; Menûnî, 106, 107. Menûnî, Muvahhidlerde hutbe ve ezanın Berberîce okunduğu iddialarının doğru olmadığını belirtmiştir. Bkz. Menûnî, 108. T.W. Arnold ve Neşet Çağatay, İbn Tûmert’in Berberîlerin millî şuurunu okşamak için ezanı Berberî dilinde okuttuğunu ifade etmişlerdir. Arnold bu konuda İbn Ebî Zer’in Ravdu’l-Kırtas’ını kaynak göstermiş, muhtemelen Çağatay da bu konuda onu kaynak olarak kullanmıştır. (Bkz. T. W. Arnold, İntişâr-ı İslâm Tarihi, 446, Ankara, 1971; Çağatay, Neşet, İslâm Ulusları ve Milletleri Tarihi, 171, Ankara 1992) Ancak bu bilgi, İbn Ebî Zer ve bizim ulaşabildiğimiz diğer kaynaklarca doğrulanmamaktadır. Araştırmamızın önemli, kaynaklarından biri olan Merrakûşî, Muvahhidler’deki Cuma Namazının kılınışını ve hutbeyi nakletmiştir. Orada bugün bizim dinlediğimiz Arapça hutbe olduğu gibi yer almaktadır. Buradaki hutbe dualarının, ya da hutbenin Berberîce okunduğuna dair en küçük bir imâ bile yoktur. Bkz. Merrakûşî, 343-345. 20 Hodgson, II, 295, 347. Eşbah, kahramanlık hikayeleri, macera kitapları da dahil olmak üzere her türlü eserin, Endülüs’te ve Mağrib’te, ülkenin her yerindeki mescitlerde okunduğunu belirtmektedir. Bkz. Eşbah, II, 54; Menûnî, 101. 21 Harekât, Mağrib, I, 328-331; Menûnî, 171.

174

Muvahhidlerin ileri gelenlerinin dirayeti ile, devleti zaafa uğratan iktidar

mücadeleleri olmamıştır. Ortaya çıkan sıkıntılar çok zorlanılmadan aşılabilmiştir.

B-İDARİ TEŞKİLAT

İbn Tûmert, sağlığında Muvahhidlerin yönetilmesi için Onlar, Elliler ve

yetmişler meclislerini kurmuştur. Bu meclislerden en önemlisi Onlar Meclisi’dir. Bu

meclisin üyelerden beşi, İbn Tûmert’in ölümünden birkaç ay önce 524/1130’daki

Buhayra savaşında ölmüşlerdi22. Geriye kalan beş kişiden Abdullah İbn Melviye,

Murâbıtlarla işbirliği yaparak Abdulmümin’e karşı harekete geçecek iken

öldürülmüştür23. Bu durumda bu meclisten Abdulmümin dışında sadece üç kişi

kalmıştır. Bu üç kişiden Ömer Esnak 536/1141-1142’de vefat etmiştir24.

Muvahhidlerin Merrakeş’i istila ederek siyasî ve askerî gücünü ispatladığı

541/1147’de ise, bu üyelerden sadece Abdulmümin, Ebû Hafs Ömer Hintâtî ve

İsmail b. Yahya Hezrecî (Ebû İbrahim)25 kalmıştı. Abdulmümin, İbn Tûmert’in

ölümü arkasından halife olarak biat almasından sonra bu meclisteki kimselere devlet

idaresinde en üst düzeyde görevler vererek iktidarını onlarla güçlendirme yoluna

gitmiştir. Sürekli devam eden savaşlarda komutanlık ve Muvahhidler Devleti’ne

katılan yerlere valilik görevleri genellikle Elliler ve Yetmişler meclislerinin üyelerine

verilmiş, yine bunlardan bir kısmı da savaşlarda kaybedilmiştir26.

Bazı araştırmacılar Abdulmümin’in İbn Tûmert tarafından oluşturulan

meclisleri birleştirdiğini ifade etmekle birlikte, bu konuda herhangi bir kaynak

belirtmemişlerdir27. Ancak az önce de ifade edildiği gibi Abdulmümin döneminde

zaten birinci meclis olan Onlar Meclisi üyeleri hemen hemen tamamen tükenmiştir.

Başlangıçta çok dar bir çevrede kurulmuş ve toplanmaları daha kolay olan diğer

meclislerin, zamanla üyelerinin bütün Mağrib ve Endülüs’e yayılmış olması, bu

22 Beyzak, 32, 33. 23 Age., 85. 24 Beyzak, 92, 93; İnan, I, 238; Sallâbî, 110; Hamdî, 123. 25 İsmail b. Yahyâ (Ebû İbrahim), Abdulmümin ile savaşlara katılmış ve Mehdiyye seferi dönüşünde de Abdulmümin’i ortadan kaldırmak için hazırlanan bir suikast girişini önceden haber alarak onun yerine kendisini feda etmiştir. Vehran yakınlarındaki Bethâ şehri onun hatırasını yaşatmak için kurulmuştur. Bu konuda bkz. Merrakûşî, 333; İbn Ebî Zer, 200; Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 59; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766. 26 Bu konuda bkz. Musa, 89-92; Sallâbî, 123, 124. 27 Eşbah, II, 243; Harekât, Mağrib, I, 315; Sallâbî, 125, 126.

175

meclis üyelerinin aynı anda toplanmalarını imkansız hale getirmiştir. Savaşlar ve

savaşlarda görev alan komutanların genellikle bu kişiler arasından seçilmesi, doğal

olarak onları farklı mekanlarda yaşamaya zorlamıştır. Bu faaliyetler esnasında bu

üyelerden bazıları ölmüştür. Bütün bunlardan sonra bu kişilerden Merrakeş’te olanlar

ise Abdulmümin’in istişâre toplantılarına tek çatı altında katılmış olmalıdır.

Dolayısıyla, Abdulmümin’in bu meclisleri birleştirdiğini söylemek yerine, bu

durumun içinde bulunulan fiilî durumun bir gereği olduğunu ifade etmek daha

isabetli olacaktır. Yani Abdulmümin’in Murâbıtlarla savaşı sonrasındaki istişâre

toplantılarına o anda yakınında bulunan Muvahhidlerin ileri gelenleri (Şuyûhu’l-

Muvahhidîn) katılmıştır28. Bu kişiler içinde öncelikle davasına baştan beri bağlı olan

ve İbn Tûmert’in meclislerine katılanlar olmakla birlikte, kendilerine daha sonra

katılan, katiplik ve vezirlik gibi görevlere getirilen kimseler de bulunmaktaydı29.

Meselâ kaynaklardan öğrendiğimize göre Hammadîlerin ileri gelenlerinden olan

Hasan b. Ali ve Yahya b. Azîz, Abdulmümin’in Bicâye seferinden sonra onunla

birlikte Merrakeş’e gelmişti. Bu kişiler Abdulmümin ile arkadaş olmuş ve onun

meclislerine katılmışlardır30.

Abdulmümin ile, İbn Tûmert’in meclislerinden olan diğer üyeler arasında

zaman zaman ihtilaflar çıkmıştır. Meselâ, Merrakeş’in alınmasından sonra

Abdulmümin Murâbıtların son hükümdarı olan İshak’ın çaresizliği ve yaşının

küçüklüğünden dolayı affedilmesi düşüncesinde olduğu halde, Muvahhidlerin ileri

gelenleri ona çok sert bir şekilde karşı çıkmışlar, böyle bir şeyi kendilerini yok etmesi

için aslan yavrusu beslemek anlamına geleceğini ifade etmişlerdir31. Abdulmümin’in

istememesine rağmen, İshak ve yanındakiler öldürülmüştür32. Yine Abdulmümin’in

kardeşi İbrahim’in Muvahhidlerin ileri gelenlerinden Muhammed b. Ebî Bekir b.

Yekît ile ihtilafa düşmesi ve öldürülmesi üzerine, Abdulmümin çok öfkelenmiş ve

28 İ. Ömer Musa’nın yorumuna göre, Abdulmümin döneminde şartların değişmesi ve yeni katılımlardan sonra, Şeyhu’l-Muvahhidîn denilen kimseler, İbn Tûmert’in Onlar Meclisi’nin devamı olarak görev yapmıştır. Bkz. Musa, 93. 29 İnan, Abdulmümin’in Murâbıtlar Devleti yönetiminde görev almış olan kimselere rahatlıkla görev verdiğini belirtir. Bu konuda, Murâbıtlar komutanlarından örnekler verir. Yine vezirlik ve katiplik görevi verdiği kimseleri sıralar. Bkz. İnan, II, 406. 30 Bkz. Merrakûşî, 207; İbn İzârî, 46; İbn Ebî Zer, 194; İbnu’l-Esîr, XI, 141; Nuveyrî, XXIV, 304; Hülelü’l-Mevşiyye, 149; Nâsırî, II, 108; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 707; İnan, I, 279 vd; Sallâbî, 117. 31 Beyzak, 104. 32 Beyzak, 104; İbn İzârî, 28.

176

kardeşini öldüren kimsenin öldürülmesini istemiştir. Ancak Ebû Hafs ve Ebu’l-

Hasan Ebû Yûkût b. Vekkâk33 gibi Muvahhidlerin ileri gelenlerinin ona karşı

çıkması üzerine susmuş ve kararından vazgeçmiştir34. Bu örnekler bir taraftan

Abdulmümin’in gücünün sınırlarını, bir yandan da Muvahhidlerin ilk dönemlerinde

kararların tek kişiden değil bir meclisten çıktığını göstermesi açısından önemli

sayılmalıdır.

Abdulmümin’in çevresindeki kurmaylar, daha çok Muvahhidler hareketinin

başlatıldığı Sûs bölgesinden, İbn Tûmert’e ilk katılan ve daha çok Sanhâce

kabilesinden olan kimselerdi. Abdulmümin kendi çocuklarının belli bir yaşa gelmesi,

yine kabilesinin yaşadığı Tlemsan çevresinin devletine katılması, Benî Hammad’ın

ve Mağribu’l-Ednâ’daki Arap kabilelerinin Muvahhidlere bağlanmasından sonra bu

yeni unsurların desteğiyle, idaredeki Sanhâce ağırlığını dengelemiştir. Bu yeni

dönemde oğullarını çeşitli bölgelere vali olarak atamış, büyük oğlunu da veliahd

olarak ilan etmiştir. Böylece iktidarı kendi çocuklarına miras bırakma yoluna

gitmiştir35. Yine kendi kabilesinden ve akrabalarından Abdusselâm el-Kûmî’yi

vezirlik görevine getirmiştir36.

Abdulmümin Merrakeş’te büyük bir okul kurarak Muvahhidlerin ileri

gelenlerinin çocuklarının siyasî ve askerî konularda eğitilmelerini sağlamıştır. Bu

okulda eğitimini tamamlayanları da devletin en üst görevlerine atamıştır. Vali olarak

atamış olduğu çocuklarının da bu eğitimden geçmelerini sağlamıştır37.

Abdulmümin, savaş ortamında hiçbir müsamaha göstermeden düşmanlarını

yok etmek için çaba harcayan biri olmakla birlikte, normal zamanda hiç kimsenin

haksız yere canına ve malına zarar gelmemesi için bütün gücüyle çalışmış, adaletin

tesisi ve her alanda hakkaniyete uyulması için son derece hassas davranmıştır. Daha 33 Bu şahıs Muvahhidlerin Elliler Meclisi’nden Tinmellel halkından biridir. Bkz. Beyzak, 34. 34 Beyzak, 93; Hasan, 126. Beyzak’ın bildirdiğine göre Abdulmümin’in arkadaşları İbn Tûmert’in dünyadaki herkesin Onlar Meclisi’nden olanlar ve onlarının çocuklarından daha aşağı seviyede olduğunu söylediğini kendisine hatırlatmışlar ve Muhammed b. Ebî Bekir’in öldürülemeyeceğini savunmuşlardır. 35 Sallâbî, bu uygulamayla Abdulmümin’in İbn Tûmert’in prensiplerini ihlal ettiğini iddia etmektedir. Bkz. Sallâbî, 132. 36 Hasan, 130. 37 Hülelü’l-Mevşiyye, 150, 151; Menûnî, 17; Eşbah, 51, 52; İnan, II, 402, 403; Hasan, 130, 131; Jemil, 111. Menûnî, Abdulmümin’in Rabat (Ribatulfeth)’ta bir denizcilik okulu kurduğunu belirtmiştir. Bkz. Menûnî, 17.

177

Merrakeş’in ele geçirilmesinden birkaç yıl sonra Endülüs’te haksız yere kan

döküldüğünü, adalete ve hakkaniyete uymayan bazı uygulamaların olduğunu haber

alınca hiç vakit kaybetmeden 15 Rebîülevvel 543/3 Ağustos 1148’de uzunca bir

mektupla Muvahhidlerin asıl amaçlarını ve görevlerini hatırlatmış, adalete ve

hakkaniyete uymayı tavsiye etmiş, yöneticileri bu konuda uyarmıştır. Bu yazısında

haksız ve boş yere bir serçeyi bile öldüren kimsenin âhirette onun hesabını vermek

durumunda kalacağını hatırlatmıştır. Yine bu mektubunda idam cezalarının halife

tarafından onaylanması gerektiğini bildirerek keyfi hükümlerle kan dökmelere engel

olmaya çalışmıştır38.

Abdulmümin’in haksız yere kan dökülmemesi konusundaki bu hassasiyetine

rağmen yine de zaman zaman yanlış uygulamalar olmuştur. Ancak o, bu konuda

sorumlu olanlara kim olursa olsun kesinlikle müsamaha göstermemiştir. Endülüs’teki

Muvahhidlerin başarılı, gözde komutanlarından olan Yahya b. Yavmûr, isyancı Ali

Vüheybî tarafından istilâ edilen Leble’ye zorlu bir kuşatmadan sonra aniden

girmiştir. O, öfkeyle kadın, erkek, çocuk demeden binlerce kişinin öldürülmesini

emretmiştir. Durumu haber alan Abdulmümin, İbn Yavmûr’un devletin en önemli

komutanlarından biri olmasına ve devleti için o zamana kadar yapmış olduğu başarılı

hizmetlerine rağmen onu görevden almış ve tutuklanmasını emretmiştir. Emir

gereğince Yahya b. Yavmûr tutuklanarak Merrakeş’e getirilmiş ve hapsedilmiştir39.

Yine Abdulmümin’in vezirlerinden İbn Atiyye ve Abdusselam el-Kûmî de halkın

can ve mal güvenliğine gereken hassasiyeti göstermedikleri, haksız kazanç elde

ettikleri ve haksız yere kan döktükleri gerekçesiyle görevden alınmışlar ve

öldürülmüşlerdir40. Şimdi Abdulmümin dönemindeki bazı kurumları kısaca ele

alalım.

1-Hilafet

Hilafet kurumu Müslümanların en eski kurumlarından biridir. Kelime olarak,

bir kimsenin yerine geçmek, birinin ardından gitmek, yerini doldurmak, vekalet ya

38 İbn Kattan, 189, 190; İnan, II, 630. 39 İbn İzârî, 52, 53; İbn Ebî Zer, 195; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111. 40 İbnu Sâhibussalat, 173-176; İbn İzârî, 57-60, 68; İbn Ebî Zer, 196; Nâsırî, II, 111, 116-120; Eşbah, II, 53.

178

da temsil etmek anlamlarına gelen halife kelimesi41, İslâm toplumunda Hz.

Peygamber’in halefi ve ondan sonra yerine geçen, toplumun en yüksek siyasî

yöneticisinin unvanı anlamında kavramlaşmıştır. Yani, halifeler peygamberden sonra

İslâm toplumunun işlerini yürütmek üzere görevlendirilmiş kişilerdir42. Kur’an-ı

Kerim bu kelimeyi ilk yaratılan insan için kullanmış ve onun yeryüzünde halife

olarak yaratıldığını ifade etmiştir43. Bir ayette Allah (cc) Hz. Davud’u yeryüzünde

halife yaptığını ve görevinin insanlar arasında adaletle hükmetmek olduğunu

belirtmiştir44. Yine Kuran-ı Kerim’deki bazı ayetlerde Müslümanlar da yeryüzünün

halifeleri olarak nitelendirilmişlerdir45. Bütün mümin kulların hakkı/sorumluluğu

olan halifelik, içlerinden birine biat etmeleriyle idarî ve siyasî anlamdaki yetki ve

sorumlulukları bir kişide toplamış olmaktadırlar.

Yukarıda işaret ettiğimiz Sad Sûresi 26. ayette Davut Peygamberin bir sıfatı

olarak kullanılan halife kelimesi, Müslümanların bu kelimeye yükledikleri anlamla

örtüşmektedir. Bu anlamıyla Hz. Peygamberden sonra Müslümanların en yetkili

mercii halifelik makamı olmuştur.

Müslümanların ilk halifesi olan Hz. Ebû Bekir için Halifetu Rasûlullah sıfatı

kullanılmıştır46. İkinci halife Hz. Ömer’den sonra ise, halifeler için emiru’l-mü’minîn

sıfatı kullanılmaya başlanmıştır47.

Halifenin tayini, ya da kimlerin halife olabileceği Müslümanların ilk

halifelerini seçtikleri günden beri üzerinde tartıştıkları bir konu olmuştur. Bu konuda

getirilen şartlardan biri olan halifenin Kureyş’ten olması kuralı48 hiçbir siyasî

yetkileri kalmadığı halde yüzyıllar boyunca Abbasî sülalesinden birilerinin bu sıfatı

41 Avcı, Cesim, ‘Hilafet’, DİA, XVII, 539, İstanbul, 1998. 42 İbn Haldun, Mukaddime, I, 481; Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Tarihi, 28, 29, İstanbul, 1991. 43 Kur’ân’ı Kerim, Bakara Suresi, 30. ayet. 44 Kur’ân’ı Kerim, Sad Suresi, 26. ayet. 45 Bkz. Kur’ân-ı Kerim, En’am Suresi, 165; Yunus Suresi, 14, 73; Fatır Suresi, 39. ayetler. 46 İbn Haldun, Mukaddime, I, 482; Kazıcı, 28. 47 İbn Haldun, Mukaddime, I, 578, 579; Rayyıs, Ziyauddin, İslâm’da Siyâsî Düşünce Tarihi, 153, Ter. Ahmed Sarıkaya, İstanbul, 1990; Kazıcı, 33. 48 Mâverdî, Ebu’l-Hasan, Ahkâmu’s-Sultâniyye İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku, 6, Ter. Ali Şafak, İstanbul, 1976. Hilâfetin Kureyliliği ile ilgili tartışmalar için bkz. İbn Haldun, Mukaddime, 488 vd.; Hatipoğlu, M. Said, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’, AÜİF Dergisi, XXIII (1978), 121-213; Rayyıs, 58-61, 75-78.

179

taşımalarını sağlamıştır49. Muvahhidlerin halifesi olan Abdulmümin de bu gerekçeyle

neseb olarak Kureyş’ten olduğu özellikle vurgulanmıştır. Kaynaklarda onun

nesebiyle ilgili Kureyş’e kadar uzanan rivayetler yer almıştır50.

İslâm toplumunda Emevîlerle birlikte saltanat dönemi başlamıştır. Bundan

sonra halifeler Müslümanların seçiminleri yerine, belli bir aileden olan kişilerin

siyasî ve askerî güçlerini kullanarak insanları kendilerine boyun eğdirmeleriyle

belirlenmiştir. Bu güce erişenler de kendileri için halife olarak biat almışlar ve

halifelik sıfatını kullanmışlardır.

İbn Tûmert’in başlatmış olduğu Muvahhidler Hareketi, İslam’ın temel

kaynakları olan Kur’an ve Peygamberimizin sünnetine dayalı olarak hayatın her

alanını yeniden inşâ etmeyi amaçlamak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. O, kullandığı

terimlerle tamamen Asr-ı Saadet’in yeniden inşâsını hedeflediğini göstermeye

çalışmıştır51. Bu anlamda kullanılan terimlerin en önemlilerinden biri de halife ve

halifenin sıfatı olan emîru’l-mü’minîn terimleridir. Müslümanlar tarafından kurulan

birçok devlette ve Muvahhidlerin selefi olan Murâbıtlar devletinde bu kavramlar

kullanılmamıştır. Muvahhidler ise, daha işin başından itibaren halife ve onun sıfatı

olarak yerleşmiş olan emiru’l-mü’minîn kavramlarını kendileri için kullanmaktan

çekinmemişler ve kendilerini buna lâyık görmüşlerdir52. Merrakûşî’nin belirttiğine

göre daha 517/1123’lerde devletin temellerinin yeni atıldığı günlerde İbn Tûmert,

Abdulmümin’i komutan olarak atamış ve onun emri altında bulunan askerlere de

‘sizler müminlersiniz, bu da sizin emirinizdir’ demiştir. O günden sonra da

Abdulmümin için emirü’l-müminîn unvanı kullanılmıştır53.

Muvahhidlerin baştan beri hilafet kavramını kullanıyor olmaları, onların

hedeflerinin büyüklüğünü göstermesi açısından önemli kabul edilmelidir. Onlar bu

kavramı kullanarak bağımsız bir devlet kurmak istediklerini ve İslâm Dünyasının

49 Hicrî III. yüzyıl başlarından itibaren Abbâsî halifeleri siyâsî güçlerini kaybederek, Türklere/Selçuklulara ve daha sonra da Büveyhîlere bağlı olarak hayatiyetlerini sürdürdükleri halde, halife unvanını kullanmaya devam etmişlerdir. Bkz. Salih, Suphi, İslâm Mezhepleri ve Müesseseleri, 205-209, Ter. İbrahim Sarmış, İstanbul, 1981. 50 Beyzak, 23, 24; Hülelü’l-Mevşiyye, 142. Abdulmümin’in nesebiyle ilgili değerlendirmeler bu çalışmanın birinci bölümünde yer almaktadır. 51 İbn Kattan, 114. 52 Merrakûşî, 192; İbn Haldun, Mukaddime, I, 586. 53 Merrakûşî, 192; Harekât, Mağrib, I, 314; Yaltkaya, 42; Jemil, 111.

180

tamamının desteğini ve hakimiyetini hedeflediklerini ortaya koymuşlardır. Halbuki

kendilerinden önce bölgede hakim olan Murâbıtlar Devleti usûlen de olsa, kendilerini

Abbasî halifesine bağlı kabul etmişlerdir. Yani Muvahhidlerin yönetimlerini halifelik

olarak ilan etmeleri tamamen bilinçli bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu anlamda

Fâtimîleri saymazsak, Muvahhidler Devleti bölgedeki ilk bağımsız devlet olmuştur54.

Başlangıçta Abdulmümin’in Tinmellel’de kendi kabilesinin desteği olmadığı

ve bulundukları yerde bölge kabilelerinin desteğini alabilecek başka önde gelen

kişiler olduğu halde onun halife seçilmesi ve Muvahhidlerin desteğini tam olarak

almış olması, İbn Tûmert’in kurduğu Muvahhidler Devleti’nin başlangıçta siyasî bir

hareket olarak yerel ve kabilesel öncelikleri aştığını göstermektedir. Ancak

Abdulmümin’i halife seçtiren bu siyasî bilinç zamanla halifeliği Abdulmümin

ailesine has kılan bir yapıya ve şartlara teslim olmak durumunda kalmıştır.

Nuveyrî’nin Abdulmümin ile Ebû Hafs Ömer Hintâtî arasında Abdulmümin’den

sonra Ömer Hintâtî’nin başa geçmesi konusunda bir anlaşma olduğu yolundaki

rivayetinden55 de anlaşıldığı gibi, Muvahhidler başlangıçta hanedanlık düşüncesinde

değillerdi. Ancak zamanla gelişen olaylar onları bu noktaya getirmiş olmalıdır.

Çünkü Abdulmümin’in ölümünden sonra kimin iş başına geçeceği konusundaki

belirsizlik sonradan daha büyük sıkıntılar çıkarabilirdi. Muhtemelen Muvahhidlerin

ileri gelenlerinin görüş ve desteği de alınarak, bu konuda gelecekte ortaya

çıkabilecek olan problemlerin çözümü için Abdulmümin’in soyundan bir veliahd

atanmasına karar verilmiştir. Nitekim bu veliahd atanması işi Abdulmümin’in Bicâye

seferi dönüşünde İbn Tûmert’in akrabaları tarafından kendisine suikast

düzenlenmesinden sonraki günlerde gerçekleşmiştir. Konuyla ilgili rivayetlere göre

bu suikastın gerekçesi İbn Tûmert’in akrabalarından bazılarının Abdulmümin’in

ölümümden sonra iktidarı ele geçirme arzusudur56. Abdulmümin’in saltanatını kabul

ettirip kendisinden sonraki halifeyi sağlığında belirlemesi bir ölçüde bu konudaki

çekişmelere de son vermiştir.

Kaynaklardan öğrendiğimize göre Abdulmümin, çocuklarını dinî, askerî ve

siyasî yönden en iyi şekilde yetiştirmeye çalışmıştır. Onun çocukları aldıkları

54 Urvî, 163. 55 Nuveyrî, XXIV, 307. 56 Merrakûşî, 233; İbn Ebî Zer, 199.

181

eğitimle halifelik görevine lâyık olacak şekilde yetiştirilmişlerdir57. Yani veliahd

olan kimseler, başlangıçta aynı zamanda bu konuda gerekli eğitim ve liyakate sahip

olarak yetiştirilmişlerdir. Nitekim başlangıçta veliahd ilan edilen Muhammed’in

liyakat bakımından eksik görülmesinden dolayı, yerine Abdulmümin’in ölümüne çok

yakın bir tarihte diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf getirilmiştir.

Abdulmümin’in halife olarak biat alması ve kendisini kabul ettirmesinden

sonra İslâm dünyasında aynı anda üç halife olmuştur. Bir yanda Abbasî hilâfeti

(656/1258’deki Moğul istilasına kadar devam etmiştir)58, diğer yanda Fatimî

hilâfeti59 varken, 1130’da İbn Tûmert’in ölümünden sonra, (1133’de

Muvahhidlerden genel biat alan) Abdulmümin, İslâm dünyasının üçüncü halifesi

olmuştur.

2-Vezaret ve Hicabet

Vezirlik ve haciplik, İslâm devletlerindeki önemli kurumlarındandır. Vezir

unvanı taşıyan görevliler devlet başkanının en yakınında bulunan, devletin öncelikle

idarî ve askerî işlerini yürütmede birinci derecede sorumlu olan kimselerdir. Vezir

kelimesi, ağırlık (vizr) veya yardım anlamına gelen (muvâzeret/vezer) fiil

köklerinden türetilmiş bir kelime olarak60, sözcük anlamının da ifade ettiği gibi

devletin ve halifenin en önemli yardımcısıdır. Yani vezir, kendisini memur tayin

eden hükümdarın ağırlıklarını taşıyan, zorluklarını, işlerini üstlenen kişi

sayılmaktadır61.

Muvahhidler Devleti’nde İbn Tumert’in kurmuş olduğu Onlar Meclisi üyeleri

İbn Tumert’in vezirleri olarak anılmışlardır62. İbn Tûmert’in Onlar Meclisi

üyelerinden hayatta olanlar Abdulmümin ile birlikte hareket ederek, adı konmamış

57 Hülelü’l-Mevşiyye’de anlatıldığına göre, Abdulmümin oğullarını her konuda en iyi şekilde yetiştirmiş ve hocalarından çocuklarının yetişmiş olduklarına dair bilgi aldıktan sonra onları ve ileri gelen adamlarının çocuklarını vilayetlere vali olarak atamıştır. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 58 Öztuna, Yılmaz, İslâm Devletleri, I, 127, Ankara, 1989. 59 Fâtımîler Devleti, 297/910 yılından 566/1171’e kadar devam etmiştir. Bkz. Öztuna, I, 326. 60 İbn Haldun, Mukaddime, I, 601; Salih, 223 61 İbn Haldun, Mukaddime, I, 601; Rayyıs, 342, 343. Vezirlik ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. İbn Haldun, Mukaddime, I, 601-611; Maverdi, 26-34; Salih, 223-230; Kazıcı, 69-87. 62 İbn Kattan, 124. İ. Harekât, Onlar Meclisi üyelerinin vezir olarak anılmasalar bile fiilen bu görevi yapmış olduklarını, Abdulmümin’in başa geçmesinden sonra da bu kişilerin üst istişâre heyeti olarak görev yaptıklarını belirtmektedir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 317.

182

olsa da İbn Tûmert’e olduğu gibi Abdulmümin’e de fiilî olarak vezirlik ve müşavirlik

yapmışlardır. Bunlardan Ebû Hafs Ömer, daha önceki bölümlerde anlatıldığı gibi

Abdulmümin’in en yakınında yer alan, kendisiyle istişâre ettiği en önemli kişidir. O,

Muvahhidler Devleti’nin kuruluşuna çok büyük katkıda bulunan bir şahsiyettir63.

Kaynaklarda Abdulmümin’in vezirleri olarak altı kişiden bahsedilmektedir.

Bunlar; Ebû Hafs Ömer Hintâtî, Ebû Cafer Ahmed b. Atiye ve kardeşi Ebû Akil

Atiye b. Atiye, Abdusselâm b. Muhammed el-Kûmî, Ebu’l-Alâu İdrîs b. Câmi’ ve

Abdulmümin’in oğlu Ebû Hafs Ömer’dir. Şimdi bu vezirler hakkında daha geniş

bilgi verelim:

Abdulmümin’in en önemli ve sürekli veziri, aynı zamanda İbn Tûmert’in

Onlar Meclisi’nden olan ve onun halife seçilmesinde ve sonrasında kendisine tam

destek veren Ebû Hafs Ömer Hintâtî olmuştur64. O, aynı zamanda Abdulmümin’in en

önemli komutanı olarak görev yapmıştır. O, çok sayıda önemli seferi bizzat

yönetmiş, zaman zaman da Merrakeş’te Abdulmümin’e vekalet etmiştir. O,

Abdulmümin’in hayatı boyunca her zaman yanında bulunmuş ve ona destek

olmuştur. Abdulmümin ona karşı sevgisinin ifadesi olarak oğullarından birine onun

adını vermiş, iki kızından birini onunla evlendirerek arkadaşlık ve dostluk bağlarını

akrabalıkla perçinlemiştir65. Yine Ebû Hafs’ın oğullarına kendi oğullarıyla eşdeğer

görevler vermiş, onları da kendi oğulları gibi önemli merkezlere vali olarak

görevlendirmiştir66.

Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye ve kardeşi Ebû Akil Atiyye b. Atiyye,

Abdulmümin’in vezirleri olarak sayılan kişilerdendir. Ahmed b. Atiyye, daha önce

ikinci bölümde Mâsî isyanı vesilesiyle anlatıldığı gibi, Merrakeş’in Muvahhidlerin

eline geçmesinden önce, çok genç yaşta Murâbıtlar Devleti’nin vezirlerinden biri

olarak görev yapmıştır. Onun babası da Murâbıtlar Devleti’nin vezirlerindendi67.

Bundan dolayı devlet geleneğini ve bürokrasiyi çok iyi bilen bir kimseydi.

Merrakeş’in Muvahhidler tarafından ele geçirilmesi esnasında halkın arasına 63 Merrakûşî, 198; Harekât, Mağrib, I, 318. 64 Merakuşî, 198, 199; Jemil, 111. 65 Merrakûşî, 337. 66 Harekât, Mağrib, I, 318. Ebû Hafs’ın oğullarından Abdulvâhid, İfrikiyye valisi olarak görev yapmış ve ölünceye kadar bu görevine devam etmiştir. Bkz. Merrakûşî, 337. 67 İbn Haldun, el-İber, VI, 232, 233.

183

karışarak gizlenmiş ve Murâbıtlara karşı girişilen katliamdan kurtulmuştur. Bu

esnada ortaya çıkan isyanlardan Mâsî isyanının bastırılması için çıkarılan Ebû Hafs

Ömer Hintâtî komutasındaki orduya okçu olarak katılmış ve elde edilen zafer

haberinin Abdulmümin’e bir mektupla bildirilmesi için yazıcı arandığı zaman ortaya

çıkarılmıştır. Bu mektubu yazmasıyla hayatı değişmiş, Abdulmümin onu yanına

alarak katiplik görevi vermiştir. İbn Atiyye’nin cesareti ve aklî yönden kendisini

ispatlaması, ona katiplik yanında vezirlik görevinin de verilmesiyle, vezirlik ve

katiplik görevini birlikte yürütmüştür68. Ebû Cafer Ahmed b. Atiyye çalışmalarıyla

günden güne konumunu yükseltmiş, zamanla devlette halifeden sonraki en güçlü ve

yetkili kişi haline gelmiştir. Yaptığı icraatları ve insanlarla olan ilişkilerinden dolayı

çok sevilen biri olmuştur69.

Abdulmümin’in oğullarını şehirlere vali olarak ataması esnasında, oğlu Ebû

Yâkub Yusuf’u da İşbiliyye’ye vali olarak atamış, onun yanına da işlerinde yardımcı

olması için veziri Ebû Cafer b. Atiyye’yi görevlendirmiştir. Onun Abdulmümin’den

uzak olduğu dönemde düşmanları hasetlerinden dolayı, onu Abdulmümin’in

gözünden düşürmüşler ve hapsedilmesine sebep olmuşlardır. İbn Atiyye daha önce

hizmet etmiş olduğu Murâbıtların ana kabilesi Lemtûnelilerle işbirliği yapmak ve

onlara yardım etmek ve yapılan işlerde israfa yol açmak gibi suçlamalara maruz

kalmış ve hapsedilmiştir. Diğer yandan onun eşi, Yusuf b. Taşfîn’in torunu, aynı

zamanda Murâbıtların ileri gelenlerinden Yahya el-Hımar’ın kızı ve Muvahhidlere

karşı ortaya çıkan isyanları yürüten liderlerden Sahrâvî’nin de kız kardeşiydi70. İbn

Atıyye, Abdulmümin yanındaki eski yerini kazanmak için Abdulmümin’e şiirler

yazmış, özürler dilemiş, ancak onun bu çabaları onu daha da kötü duruma

düşürmüştür. Abdulmümin, Muvahhidlerin ileri gelenlerini toplayarak onlarla veziri

İbn Atıyye hakkında görüşmüştür. Sonuç olarak o, kardeşiyle birlikte 29 Safer

553’de idam edilerek öldürülmüştür71.

Ebû Cafer İbn Atiyye’nin kardeşi Ebû Akîl Atiyye hakkında ise kaynaklarda

çok fazla bir bilgi bulamıyoruz. Onun adı da kardeşi gibi hem vezirler arasında hem 68 Merrakûşî, 199; İbn İzârî, 58; İbnu’l-Hatîb, İhâta, I, 263, 264; Nâsirî, II, 118; Harekât, I, 319. 69 İbnu’l-Hatib, İhâta, 264. 70 Merrakûşî, 199, 200. 71 İbn Atiye hakkındaki suçlamalar ve öldürülmesi hakkında daha fazla bilgi için bkz. İbn İzârî, 57-60; Merrakûşî, 199, 200; İbn Ebî Zer, 196, 197; Nâsırî, II, 117, 118; İnan, I, 348-552; Hasan, 107, 108.

184

de katipler arasında geçmekte, kardeşi Ahmed b. Atiyye ile birlikte idam edildiği

rivayet edilmektedir72.

Abdulmümin, İbn Atiyye’den sonra vezir olarak kendi kabilesinden ve

akrabalarından biri olan Abdusselâm b. Muhammed el-Kumî’yi tayin etmiştir.

Adusselam, Abdulmümin’in babasının ölümünden sonra annesinin evlendiği üvey

babasının oğludur. Anne ve babaları ayrı olmakla birlikte annesinin eşinin oğlu

olmasından kaynaklanan bir yakınlıkları vardır. Onun Abdulmümin ile aynı

kabileden olması ve ona akrabalığından dolayı, kendisine Mukarreb denilmekteydi73.

Ancak Abdusselâm’ın vezirliği yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süre devam etmiştir.

Muvahhidler ordusunun 555/1160 yılı başlarında, Mehdiyye seferi dönüşünde

Tlemsan’da, bazı kişiler ağlayarak Abdusselâm hakkında bir takım şikayetlerde

bulunmuşlardır. Abdulmümin, veziri hakkındaki bu şikayetleri değerlendirmek için,

Muvahhidlerin ileri gelenleri, alimleri (Talebetü’l-Hadar), kadıları ve şikayeti olan

herkesin katıldığı bir mahkeme kurmuştur. Abdusselâm hakkındaki şikayetleri ifade

etmeleri için, şikayeti olanların bu heyet önünde onun hakkında bildiklerini açıkça

söylemelerini sağlamıştır74. Sonuçta Abdusselâm, yapılan işlerde hainlik yapmak

(görevi kötüye kullanmak)75 Abdulmümin’in ailesine karşı kaba ve yakışıksız sözler

söylemek, ganimetler konusunda haksızlıklar yaparak çıkar sağlamak, haksız yere

zimmetine para geçirmek, haksız yere kan dökmek ve yine haksız yere mal elde

etmek gibi suçlamalardan76 dolayı Tlemsan’da yargılanarak görevinden alınmış,

hapsedilmiş ve ölüme terk edilmiştir77.

Abdulmümin, Abdusselâm’dan sonra vezir olarak oğlu Ebû Hafs Ömer’i

görevlendirmiş, o aynı zamanda haciblik görevini de yürütmüştür. Abdulmümin’in

ölümüne kadar Ebû Hafs bu görevine devam etmiştir. O, Abdulmümin’in ölümünden

72 İbn İzârî, 57-60; İbn Ebî Zer, 196, 197; Nâsırî, II, 117, 118; İnan, I, 348-552; Hasan, 107, 108. 73 Merrakûşî, 198; Ceylâlî, 34. 74 İbnu Sâhibussalat, 174, 175; İbn İzârî, 68, Hasan, 110. 75 İbnu Sâhibussalat, 174. 76 İbnu Sâhibussalat, 173, 174; İbn İzârî, 67, 68; Hasan, 109, 110. 77 İbnu Sâhibussalat, el-Kûmî’nin, zehirlenmek ya da sürekli ishal edici şeyler verilerek, Merrakûşî, 557/1162’de boğularak, İbn İzârî ve İbn Ebî Zer ise, zehirlenerek öldürüldüğünü rivayet etmişlerdir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 176; Merrakûşî, 198; İbn İzârî, 68; İbn Ebî Zer, 200.

185

sonra halife olarak biat alan kardeşi Ebû Yâkub Yusuf’a da haciblik ve vezirlik

yapmıştır78.

Abdulmümin’in vezirleri arasında adı geçen bir başka kişi de, Ebu’l-Alâu

İdris b. İbrahim b. Câmi’dir. İdris b. Câmi’nin babası İbrahim, aslen

Tuleytula’dandır. O Şeriş’de yetişmiş, daha sonra Mağrib’e geçmiş ve İbn Tûmert’e

biat etmiş, onun ‘Ehlu’d-Dar’ denilen en yakınlarının yer aldığı gurup içinde

bulunmuştur. İdris, Abdulmümin’in ölümünden sonra da Muvahhidler Devleti’nde

573/1177 yılına kadar vezirlik görevini sürdürmüştür79.

Haciblik devlet başkanının halk ile ve diğer insanlarla görüşmesini/iletişimini

sağlayan, huzura çıkmak isteyenlerin, öncelikle onayını almak zorunda oldukları, bu

konuda onay veren görevlinin yaptığı işin adıdır80. Hacip, bir yandan her gelenin

halifenin huzuruna çıkarak halifeyi meşgul etmesini ve onun sıradan bir kişi gibi

kabul edilmesini önlerken, diğer yandan da insanların halifeye ulaşarak direk

görüşmeleri konusunda yardımcı olması gereken kişilerdir. Müslümanların kurmuş

oldukları devletlerde, haciblik yapan kimseler bazen bir vezirin emrinde çalışırken,

bazen de vezirin önüne geçerek devlet başkanının en yakınında birinci adam

olmuşlardır. Muvahhidlerde haciblik görevi halifeden sonra devletin en yetkili

kişisini ifade etmiştir81.

İlk dönemlerde, devlet kurumlarının tam olarak şekillenmemiş olması ve İbn

Tûmert ile görüşmek isteyen herkesin rahatça görüşebileceği küçük bir yapı söz

konusu olduğu için haciblik görevi ihdas edilmemiştir. Abdulmümin’in Merrakeş’i

alarak Murâbıtlar Devleti’ne son vermesiyle devletin kurumları da tam olarak

oturmaya başlamıştır. Abdulmümin döneminde oğlu Ebû Hafs vezir oluncaya kadar

tam olarak hacibten bahsedilmese de, vezirlik görevi verdiği kişiler bazen haciplik

görevi de yapmışlardır. Bu anlamda Ribatulfeth’te, Endülüs’ün çeşitli yerlerinden

gelen beş yüz kişilik heyet, Abdulmümin’in vezirleri tarafından buraya üç km. kala

78 Merrakûşî’nin rivayet ettiğine göre, Ebû Hafs, kardeşi Ebû Yâkub’un biat alarak otoritesini kurması için var gücüyle çalışmıştır. Bkz. Merrakûşî, 236. 79 İbn Kattan, 209; İbn Ebî Zer, 205; Hasan, 111. 80 İbn Haldun, Mukaddime, I, 611, 612; Salih, 232. 81 Hacib, kelimesi sözcük olarak, kapıcı perdeci anlamına gelmekle birlikte, terim olarak, hükümdarın huzuruna girip çıkanlara refakat eden onları hükümdara takdim eden kişi anlamında kullanılmıştır. Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, I, 613; Özdemir, Endülüs Müslümanları, II, 129-133; Hasan, 122.

186

karşılanmışlar ve daha sonra 1 Muharrem 546’da, vezirlerden İbn Atiyye tarafından

Abdulmümin’in huzuruna alınarak tek tek tanıtılıp takdim edilmişlerdir82. Yine

vezirlerden Abdusselâm el-Kûmî, Abdulmümin’in Mehdiyye seferi esnasında, onun

hacibi olarak görev yapmıştır. Nuveyrî, Kabes’te Abdulmümin ile görüşmek isteyen

bölge liderlerinin Abdusselâm el-Kûmî’nin izniyle Abdulmümin’e ulaşıp

görüştüklerini, heyeti halifeye onun takdim ettiğini rivayet etmiştir83.

Vezir Abdusselâm el-Kûmî’nin görevden alınmasından sonra onun görevi

Abdulmümin’in oğlu Ebû Hafs Ömer’e verilmiştir. O, vezirlik ve haciblik görevini

birlikte yürütmüştür. O, aynı zamanda Abdulmümin döneminde hacib unvanını

kullanan tek kişidir. Abdulmümin’in Selâ’da ölmesi üzerine Abdulmümin adına

hacibi olarak o konuşmuş, Abdulmümin şöyle söyledi, böyle söyledi diyerek, yeni

halife Selâ’ya gelip biat alana kadar durumu idare etmiştir84.

3-Katiplik

Katiplik, devlet idaresinin kalbi mesabesinde sayılan bir kurumdur. Bu

kurumda görev yapmakta olan kişilere katip denilir ve onlar vezir seviyesinde

kişilerdir. Katiplik görevinde bulunan kişiler, Arap diline hakim, kompozisyonu

mükemmel, yazısı güzel, kültür seviyesi yüksek kişiler olmalıdır85. İbn Haldun’un

dikkat çektiği gibi katiplik kurumu, göçebe ve gelişmemiş toplumların değil, her

yönüyle gelişmiş, sanayileşmiş devletlerin ihtiyaç duyduğu bir kurumdur86. İbn

Haldun, katiplerde bir takım özellikler olması gerektiğini ifade etmiştir. Bu anlamda

o, katiplerde aranacak şartlarla ilgili olarak özetle şunları nakletmiştir: Katipler,

ilimlerin her dalında kendilerine yetecek kadar bilgi sahibi, ileri görüşlü, edebiyatı

her yönüyle bilen, dinî konularda uzman, Arapçası mükemmel, eserlerin süsü olan

güzel yazı yazabilme yeteneğine sahip kişiler olmalıdır. Katipler aynı zamanda,

siyasetten, söz taşımaktan ve cahil insan görünümünden uzak olmalı, kibir, gurur ve

82 İbn İzârî, 44; Nâsırî, II, 106; Harekât, Mağrib, I, 316. 83 Nuveyrî, XXIV, 312; Hasan, 123. 84 Nuveyrî, XXIV, 321, 322. 85 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 133. 86 İbn Haldun, Mukaddime, I, 627.

187

hafiflikten sakınmalıdır87. Bu durumda katiplerin başta dil ve dinî bilgi olmak üzere

çeşitli alanlarda bilgi sahibi ve insanî olarak da mükemmel olmaları istenmiştir.

Mağrib ve Endülüs’te Muvahhidlerden önce hükümran olan Murâbıtlar,

katiplik kurumunda genellikle Endülüs kökenli kişileri çalıştırmışlardır88. Bunun

sebebi belki de Endülüs Emevî Devleti’nin devlet geleneğinin burada güçlü bir

şekilde yaşamaya devam etmesi ve Mağrib’in bu konuda onlardan çok gerilerde

olmasıdır.

İbn Tûmert’in sağlığında Muvahhidler Devleti’nin katipliğini Onlar

Meclisi’nden Ebu’r-Rebî Süleyman Hadarî yapmıştır89. Abdulmümin döneminde ise

devlette Murâbıtlarda olduğu gibi Endülüslü katiplerle birlikte, Mağribliler de

çalıştırılmıştır. Kaynaklarda Abdulmümin’in katipleri olarak adı geçen şahıslar

şunlardır: Endülüs kökenli ve daha önce Murâbıtlar Devleti’nde de görev almış olan

ve Abdulmümin’in vezirleri arasında da adı geçen Ahmed b. Atiyye ve kardeşi

Atiyye b. Atiyye yanında, Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b. Cebel90, Kurtubalı

Meymûn Hevârî, Kurtubalı Ebû Muhammed Ayyâş b. Abdulmelik b. Ayyâş91,

Tlemsanlı Ebû Ali Eşîrî, Ebu’l-Kasım Ehîl b. İdrîs Rendî92 ve Bicâyeli Ebu’l-Kasım

Abdurrahman Kalemî93. İnan, Muvahhidlerin çalıştırdığı katipleri ve onların ortaya

koydukları eserleri dikkate alarak onların Abdulmümin’den itibaren dönemlerinin en

beliğ yazılarını ortaya çıkaran katipler bularak çalıştırdıklarını ifade etmiştir94.

Muvahhidler Benî Hammad’ın geleneğine uyarak95, yazılarının sonuna

elhamdülillahi vahdehu (hamd yalnızca Allah’a mahsustur) ibaresini eklemişlerdir96.

87 İbn Haldun, Mukaddime, I, 633, 634. 88 Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 134; İnan, II, 622; Hasan, 113, 114. 89 Beyzak, 33. 90 Bu şahsın adı, Abdulmümün’in kadıları arasında da geçmektedir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 227. 91 İbnu Sâhibussalat, 219, 220; İbn Kattan, 210; İbn Ebî, Zer, 204, 205. 92 Rendî, Murbıtlar döneminde Murâbıtların valilerine Endülüs’te katiplik yapmıştır. Muvahhidlerin Endülüs’ü fethetmeleri ve Cebelü’l-Fethi kurmalarından sonra, Abdulmümin buraya gelmiş ve Endülüs’ün ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştır. Burada Abdulmümin ile görüşmeye gelenler içinde o da bulunmaktaydı. Bkz. İbn Kattan, 211. (Nazmu’l-Cem’an’ın yayıncısı Mahmûd Ali Mekkî’nin dipnotu) 93 Merrakûşî, 200. 94 İnan, II, 621, 622. 95 Harekât, Mağrib, I, 320. 96 Harekât, Mağrib, I, 320; Hasan, 121; Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 135. Muvahhidlerde katiplik kurumu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hasan, 113-121.

188

4-Kadılık

İnsanlar arasındaki anlaşmazlıklar konusunda karar verme mekanizmasını

ifade eden kadılık kurumu insanlık tarihi kadar eski bir kurumdur97. Ancak bu

kurumun işleyişi, toplumlara ve dönemlere göre bazı değişiklikler arzetmiştir. İslâm

toplumunda anlaşmazlıklarda karar veren kişilere kadı denilmiştir. Kadılar hüküm

verirken her şeyden önce adaletli olmakla yükümlü tutulmuşlardır.

Tamamen Kur’an ve Sünnet’e vurgu yaparak ortaya çıkmış olan Muvahhidler

Devleti, yargı kararlarının adil ve dinin esaslarına uygun olmasına çok önem

vermişlerdir. İbn Tûmert, Mağrib’te ders verdiği şehirlerde zaman zaman suçlulara

verilen kararlara itiraz etmiş ve kararların hukuka uygun verilmesi için mücadele

etmiştir. Şu olayları bu konuda örnek olarak verebiliriz: İbn Tûmert Tunus’tayken bir

cenaze törenine rastlamıştır. İnsanların cenaze namazına katılmadıklarını görünce

bunun sebebini sormuş, ölen kişinin Müslüman gibi görünmekle birlikte bir Yahudî

olduğunu söylemeleri üzerine, ölen adamı namaz kılarken görüp görmediklerini

sormuş, orada bulunanlar da ölen adamın namaz kıldığına şahitlik etmişlerdir. Bunun

üzerine İbn Tûmert, bu kişinin namaz kıldığını söylemekle onun müslümanlığına

şahitlik ediyorsunuz diyerek cenaze namazı için saf tutmalarını söylemiş, namazdan

sonra da bu şehirde bulunan fakihleri çağırarak bu konudaki Kitap ve Sünnet’teki

esasları anlatmıştır. Yine İbn Tûmert Kosantîn’de ders verirken bir adamın sopayla

dövülerek cezalandırılmasına şahit olmuş, adama hangi suçtan dolayı bu şekilde ceza

verdiklerini sormuştur. Adamın hırsızlıktan dolayı bu şekilde cezalandırıldığını

öğrenince uygulanan cezaya itiraz etmiştir. O, eğer adam baskın yaparak, yol

keserek hırsızlık yaptıysa sucunun cezası öldürülmek, yalnızca hırsızlık yapmış

biriyse de cezasının elinin kesilmesi olduğunu söylemiştir. Onların bu şekilde bir

ceza uygulayarak İslâm Hukuku’nun belirlediği ceza şeklini değiştirdiklerini ve

yanlış yaptıklarını söylemiş, daha sonra hırsızlıktan dolayı ceza verilen kişiye

nasihatte bulunarak tevbe etmeye davet etmiştir98.

İbn Tûmert, Muvahhidler Teşkilatını kurup Tinmellel ve çevresinde

hükmetmeye başladıktan sonra, kadılık görevini Onlar Meclisi’nden olan Ebû İsmail 97 Yazıcı, 109. 98 Beyzak, 50, 51.

189

İbrahim b. Yusallâlî Hezrecî’ye vermiştir99. Daha sonra, Abdulmümin dönemi ve

sonrasında Muvahhidler Devleti, kadılık kurumunu Murâbıtlar Devleti’nde olduğu

gibi aynı şekilde işletmişlerdir. Onlar, kadıların atanması, görevden alınmaları ve

yerlerinin değiştirilmeleri konusunda selefleriyle aynı yolu izlemişlerdir100. İ.

Harekat, Muvahhidlerin bu kurumun saygınlığını koruduklarını ve devletin çeşitli

işleri konusunda idarecilerin kadılarla istişâre ettiklerini ve uygulanan cezalarda

mutlaka onların fetvalarına müracaat ettiklerine dikkat çekmiştir101.

Kaynaklarda rivayet edildiğine göre Abdulmümin döneminde kadılık

görevini yapan kimseler, Tinmellel’den Ebû İmrân Musâ b. Süleyman, Ebû Yusuf

Haccac b. Yusuf,102 Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b. Cebel, Mâlakalı Abdullah

b. Abdurrahman103 ve Abdullah b. Meymun Kurtubî’dir104. Kaynaklarda adı geçen

bu isimler sadece merkezde görev yapan kadı isimleri olmalıdır. Yoksa mutlaka her

şehirde insanlar arasındaki problemleri çözecek görevliler bunmuştur.

Tinmellel’den Ebû Umrân Musâ b. Süleyman, aynı zamanda İbn Tûmert’in

Elliler Meclisi üyesi105 ve Abdulmümin’in kayınpederidir106. Muvahhidlerin ikinci

halifesi Ebû Yâkub Yusuf ve kardeşi vezir Ebû Hafs Ömer onun torunlarıdır. O,

Tinmellel’in ileri gelenlerindendi. Abdulmümin Merrakeş’te bazen onu yerine vekil

bırakmaktaydı107. İbn Ebî Zer ondan Musâ b. Sehl olarak bahsetmektedir108.

Ebû Yusuf Haccac b. Yusuf, Merrakeş’te kadılık ve aynı zamanda hatiplik

yapmaktaydı. İlim ve edep ehlinden olan Ebû Yusuf, Bicâye’dendir. 572/1176’da

çıkan vebâ salgınında ölmüştür109.

99 Beyzak, 33. Hasan, 116. 100 Harekât, Mağrib, I, 324, 325. 101 Age., I, 325. 102 İbnu Sâhibussalat, 220, 221; İbn Kattan, 210; İbn Ebî Zer, 205. 103 Merrakûşî, 200. 104 İbn Ebî Zer, 205. 105 Beyzak, 34; İbn Kattan, 84. 106 İbn Kattan, 210. 107 Merrakûşî, 237. 108 İbn Ebî Zer, 205. 109 İbn Kattan, 210. (Mahmûd Ali Mekkî, 3. dipnot)

190

Abdulmümin’in kadılarından olan Vehranlı Ebû Muhammed Abdullah b.

Cebel aynı zamanda Muvahhidlerin fakih ve hatiplerindendi. O fasih konuşan bir

kimseydi110.

Abdullah b. Meymun Kurtubî ise Endülüs’ten gelerek Merrakeş’e yerleşmiş

ve buradaki en önemli alimlerden biri olmuştur. Ondan ders almak için Merrakeş’e

her taraftan öğrenci gelmekteydi111.

5-Hisbe

Hisbe, Arapça hesap etmek, saymak, yeterli olmak anlamına gelen hasb

kökünden türetilmiş bir kelimedir112. Terim olarak, en genel anlamıyla iyiliği emr,

kötülüğü nehiy olarak yapılan her türlü faaliyeti ifade etmektedir113. Bu faaliyet,

Allah’ın emri olduğu için dinî ve ahlâkî, kamu düzenini korumaya yönelik bir

çalışma olduğu için de toplumsal bir iştir114.

Maverdi hisbeyi, iyilikler yapılmaz olduğunda iyiliklerin yapılmasını

emretmek, kötülükler yapılır olduğunda yapılmasını önlemek, nehyetmek olarak

tanımlamıştır. Hisbenin dayanağı ise Kur’an-ı Kerim’deki ‘Sizden öyle bir cemaat

bulunmalıdır ki onlar herkesi hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten

vazgeçirmeye çalışsınlar’ ayetidir. Bu işi yapan kimseye de muhtesib denir115.

Muhtesib, alim olmalı, ilmiyle amel etmeli, söz ve davranışları birbiriyle uyumlu

olmalıdır. Yaptığı işin öneminden dolayı, Muhtesib aynı zamanda, yumuşak tabiatlı,

tatlı dilli, güler yüzlü olmalı ve görevini yaparken kırıcı olmamamalıdır116.

Hisbe işinin yürütülmesi, Müslüman idarecilerin en önemli görevlerinden

biridir. Müslüman idareciler bu konuda yeterli olduğunu kabul ettikleri kişileri

muhtesib olarak görevlendirmişlerdir. Muhtesibin görevi, insanların yaşamakta

olduğu her alanda, ortaya çıkan aksaklıkları gidermeye çalışmak, halkı toplumun 110 İbnu Sâhibussalat, 227. 111 Age.222, 223. 112 Kallek, Cengiz, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 133, İstanbul, 1998. 113 Şeyzerî, Abdurrahman b. Nâsır, İslân Devletinde Hisbe Teşkilatı, 36, Ter. Abdullah Tunca, İstanbul, 1993; Hizmetli, Mustafa, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, 27, 28, Ankara, 2002. (Yayınlanmamış doktora tezi) 114 Hizmetli, 28. 115 Mâverdî, 272. 116 Şeyzerî, 36, 41.

191

faydasına uygun hareket etmeye sevk etmek, her türlü hileli işlemler, yüksek fiyatla

mal satmalar, hamallara fazla yük yükleme, öğrencilere kötü muamele, borcunu

ödemekte gevşek davranma gibi uygunsuz işlere müdahale etmektir. Muhtesiblik

görevini yapanlar mahkemeye gerek kalmayacak kadar açık olan, küçük kural

ihlallerinde uyarıcılık yapar ve gerekirse bazı cezalar verirlerdi. Duruşma

gerektirecek daha ağır suçlar ise kadılara havale edilmekteydi117.

Muhtesib, yerleşim yerlerindeki çarşı pazar güvenliği için, kadıya bağlı

olarak çalışmış ve onun en önemli yardımcısı sayılmıştır. Halife zaman zaman

piyasadaki durumu muhtesible bizzat görüşerek ondan bu konuda bilgi almıştır118.

Muhtesibliğin temelini oluşturan iyiliği emr ve kötülükten men Muvahhidlerin

en temel prensiplerindendir. Daha doğrusu Muvahhidler hareketi İbn Tûmert’in bu

konudaki faaliyetleriyle başlamıştır. İbn Tûmert’in Doğu’dan dönüşünden sonraki en

belirgin özelliği, her türlü olumsuzluğa anında müdahale etmesiydi119. Örnek verecek

olursak; İbn Tûmert, Bicâye’de dolaşırken, içkileri yere boşaltmış ve sahiplerini de

içkinin müminlere yakışmayan bir şey olduğu konusunda uyarmıştır. Oradaki bazı

kimselerin, ‘sen ne karışıyorsun, sana hisbe görevini kim verdi?’ diye sormaları

üzerine, ‘Allah ve Resulü böyle emretti’ diye karşılık vermiştir120. Buradan anlaşıldığı

gibi İbnTûmert, hisbe görevi konusunda bütün Müslümanların görevli olduğunu

savunmuş ve her gittiği yerde de bu görev bilinciyle hareket etmiştir. O, bu konuda

Mu’tezile gibi düşündüğünü göstermiş121, olaylara müdahalede Hanbelîler gibi son

derece katı davranmıştır122. Abdulmümin döneminde ve sonrasında da dilleriyle ve

117 İbn Haldun, Mukaddime, I, 574, 575. Muhtesibin göreviyle ilgili daha fazla bilgi için bkz. Hizmetli, Mustafa, 53-98. 118 Harekât, Mağrib, I, 325. 119 Bu konuda bkz. Beyzak, 52, 53, 60; Merrakûşî, 179, 180; İbn Kattan, 97; İbnu’l-Esîr, VI, 561; Zerkeşî, 3. 120 Beyzak, 53. 121 Merrakûşî, İbn Tûmert’in bir çok konuda Eşâriyye mezhebinden olduğunu, Allah’ın sıfatları ve bazı diğer konularda Mu’tezile mezhebinden olanlar gibi düşündüğünü rivayet etmiştir. Bkz. Merrakûşî, 188. Mu’tezile mezhebine göre her Müslüman, insanların iyilik yapması ve kötülükten kaçınmasına nezaret etmek zorundadır. Bu görevini imkanları ölçüsünde herkes mutlaka yapmakla yükümlüdür. Bkz. Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, 176, İstanbul, 1981; Watt, M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, 290, Ter. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1981. 122 Bulut, 135.

192

kılıçlarıyla insanları sapıklıktan uzaklaştırıp iyiliğe yöneltmek halife ve valilerin en

önemli işi sayılmıştır123.

Muvahhidler döneminde muhtesib, Kâdi’l-Cemâa ve Mezâlim dairesi başkanı

ile birlikte kalemiyye sınıfından sayılmıştır124.

Abdulmümin, ülkesindeki merkezlere diğer devlet görevlileri yanında

muhtesib olarak görev yapacak kişiler de görevlendirmiştir. Meselâ, 541’de

İşbiliye’ye gönderdiği kişiler içinde bulunan Yusuf b. Ahmed isimli bir kişiye

muhtesiblik görevi vermiştir125.

6-Valilik

Abdulmümin, Muvahhidler Devleti’nin ilk dönemlerinde valilik görevine İbn

Tûmert’in davetine ilk katılanlardan ve onun meclislerinde görev alan kişilerden ve

bu kişilerin çocuklarından olan yetenekli kimseleri atamıştır126. Ancak o, daha sonra

valilerini Merrakeş’te kurduğu okuldan eğitimini tamamlamış gençler arasından

seçmiştir. Kaynaklarda belirtildiğine göre Abdulmümin’in vali olarak atadığı oğulları

buradaki diğer öğrencilerle aynı eğitimi almışlardır127.

Muvahhidler yönetici kadroların yetiştirilmesine çok önem vermiş, bu kişilere

dinî, siyasî ve askerî bakımdan dönemin şartlarına göre bütün teorik ve pratik

bilgileri öğretmeye çalışmışlardır. Dinî eğitim çerçevesinde, Kur’an-ı Kerim,

Muvatta ve İbn Tûmert’in kitapları ezberletilmiştir. Burada eğitim alan öğrencilerin

idarî anlamda yeterliliklerinin sağlanması için de devlet idaresine yönelik dersler

okutulmuştur. Askerî eğitim olarak savaş teknikleri öğretilmiş, kılıç ve mızrak

kullanma, ok atma, ata binme, vb. bilgiler uygulamalı olarak gösterilmiştir. Buradaki

öğrencilere yüzme ve dalış yanında, deniz savaşları konusunda da eğitim

verilmiştir128.

123 Cüllâb, 132, 133. 124 Kalkaşandî, V, 140; Kallek, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 139. 125 İbn İzârî, 36. 126 Merrakûşî, 338, 339; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 127 İbn Kattan, 172; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 128 Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Eşbah, II, 51; Harekât, Mağrib, I, 323; Hasan, 134.

193

Abdulmümin 549/1151 yılında büyük oğlu Muhammed’i veliahd olarak ilan

ederek biat almış, bu yıldan itibaren diğer oğullarından bazılarını da ülkesinin

değişik yerlerine vali olarak atamıştır. Vali olarak atadığı oğullarının yanına

Muvahhidlerin ileri gelen şahsiyetlerinden yardımcılar, kadılar, muhtesibler ve

komutanlar da atayarak onların tecrübelerinden istifade etmelerini sağlamıştır. Bu

anlamda Tlemsan’a Ebû Hafs’ı, Gırnata’ya Ebû Said Osman’ı, Bicâye bölgesine

Muhammed’i, Fas’a Ebû Hasan Ali’yi, İşbiliyye’ye Ebû Yâkub Yusuf’u, Tâdla’ya

Eburrebî’yi vali olarak atamıştır129.

Valiler görevli bulundukları merkezlerin en yetkili kişileridir. Bulundukları

yerde devletin bütün kurumları onlara bağlıdır. Onlar, öncelikle askerî bakımdan

bulundukları yerdeki komutanlık görevini üstlenmişlerdir. Kendi bölgelerinde devleti

temsil ettikleri için halkın memnuniyeti, ya da memnuniyetsizliğinden birinci

derecede sorumlu olanlar da valilerdir. Bundan dolayı bulundukları yerde devleti iyi

temsil etmedikleri düşülen valiler zaman zaman azledilmişlerdir. Meselâ,

Muvahhidlerin İşbiliyye’ye gönderdiği ilk yöneticilerin halka kötü muamelesi, halkın

can ve mal güvenliğinin tam olarak sağlanamaması üzerine, burada bulunan

yöneticiler Merrakeş’e dönmüşler ve Abdulmümin İşbiliyye’ye yeni yönetici ve

askerî birlik göndermiştir. İşbiliyye’ye gönderilen yeni vali, adaleti ve iyi

yönetimiyle halkın sevgisini kazanmıştır130. Abdulmümin uygulamalarında haddini

aşan valileri görevden almıştır. Bu anlamda Kurtuba valisi Yahya b. Yavmur

görevden alınarak tutuklanmış, Merrakeş’e getirilerek hapsedilmiş, yerine yeni vali

atamıştır131.

İbn İzârî’nin bütün adalet, fazilet, siyaset ve yönetim kurallarını içerdiğini

belirttiği132, Abdulmümin’in 15 Rebîulevvel 543/3 Ağustos 1148 tarihli,

Endülüs’teki idarecilere gönderdiği mektubu, bir yönüyle onun valilerden nasıl bir

129 Bu bilgiler kaynaklarda ufak tefek farklılıklarla yer almaktadır. Bkz. Beyzak, 116; Merrakûşî, 224; İbn Ebî Zer, 194; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Nuveyrî, XXIV, 307, 308; Nâsırî, II, 109, 110; Eşbah, II, 52; Hasan, 135. İ. Ömer Musa, Abdulmümin döneminde, oğlu Muhammed’i veliahd ilan etmesinden önceki ve sonraki valileri birer liste ile vermiştir. Bkz. Musa, 320, 321. 130 İbn İzârî, 38, 39. 131 İbn İzârî, 52, 53; İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 111; Sâlim, S. A., ‘Kurtuba Hâdıratu’l-Hilâfeti fi’l-Endülüs’, Dirâsetü Târihiyye, Umrâniyyetuhu, Eseriyyetuhu fi’l-Asri’l-İslâmî, 149, İskenderiyye, 1984. 132 İbn İzârî, 36, 37.

194

görev beklediğini ifade etmektedir. Abdulmümin’in bu mektubu aynı zamanda,

insanların hakları konusunda kendilerine yazılı bir delil olmuştur. O, idarecilerin

görevinin dinî kurallara tam olarak bağlı kalarak adaleti sağlamaları, her türlü

haksızlıktan uzak durmaları, haksız yere kan dökmemeleri olduğunu

vurgulamıştır133.

7-Şurta

Polis teşkilatı diyebileceğimiz şurta, devletin silahlı kuvvetlerinin başında

bulunan sâhibu’s-seyf’e bağlı olarak çalışmaktaydı. İbn Haldun’un belirttiğine göre,

bu görevi yürüten kimselere Afrika’da hâkim, Endülüs’te ise sâhibu’l-medine

denilmekteydi. Bu kişilerin görevi, herhangi bir suçla itham edilen kişileri

yakalayarak, suçunu itiraf ettirmek için araştırma yapmak ve suç sabit olduktan sonra

da cezalara çarptırmaktı. Muvahhidler Devleti’nde sadece Muvahhidlerin ileri

gelenlerinden olanlar bu göreve atanıyordu. Ancak bu görevi üstlenen kişilerin

yetkileri sınırlıydı. Üst düzey devlet görevlileri üzerinde yetkileri yoktu134.

Şurta, geceleri de koruma görevi yapmakta olduğu için, bu işi yapanlara

‘sâhibu’l-leyl’ de denilmiştir. Muvahhidler bu kuruma çok önem vermişlerdir.

Sokaklardaki yankesicilik ve hırsızlık olaylarına karşı görev yapan kimseler

görevlendirmişlerdir135. Ancak kaynaklarda bu konuda Abdulmümin dönemiyle ilgili

doğrudan her hangi bir bilgiye ulaşabilmiş değiliz. Yukarıda aktardığımız bilgiler

Muvahhidler dönemiyle ilgili olarak genel malumat şeklinde aktarılmaktadır.

8-Berid

Berîd kelimesi, genellikle posta hayvanı, süvari postacı, devlet postası, posta

menzili, iki menzil arasındaki mesafe anlamlarında kullanılmıştır. Bu kelime İslâm

devletlerinin çoğunda haberleşme teşkilatı için kullanılan bir sözcük olmuştur136.

133 İbn Kattan, 191 vd.; Hasan, 140, 141. 134 İbn Haldun, Mukaddime, I, 640, 642. 135 Hasan, 153, 155. 136 Yazıcı, Nesimi, ‘Klasik İslâm Döneminde Haberleşme’, AÜİFD, XXIX, 378, 379. Berîd kelimesinin kökeni olarak, Arapça olduğu, Latince veredus (posta hayvanı) veya Farsça bürîde-dün (kesik kuyruklu-diğer hayvanlardan ayırmak için, posta hayvanlarının kuyruklarını keserlerdi)

195

Berîd/posta ile ilgili düzenlemeler Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Bu

teşkilat, zamanla normal haberleşme yanında istihbarat ve gizli haberleşme için de

kullanılmıştır137. Berîd teşkilatının düzenli yürümesi için devletler büyük çaba

harcamışlar ve bununla ilgili bazı düzenlemeler yapmışlardır. Bu anlamda Berid

teşkilatına önemli malî kaynak ayırmışlar, haberleşmenin güvenilir ve tedbîr sahibi

görevlilerle en hızlı bir şekilde yürütülmesi için, bu işle görevlendirilen kişiler yollar

boyunca yapılmış olan menzilhanelerden ücretsiz faydalandırılmışlardır138.

Endülüs’te Endülüs Emevîleri, başkentleri Kurtuba ile eyaletler arasındaki

haberleşmenin hızlı bir şekilde yürütülmesi için bu işi yürüten çok sayıda kişi

görevlendirmiştir. Başlangıçta haberleşme işinde Sudanlı zenciler kullanılmaktayken,

XI. yüzyıldan itibaren, acil mesajların hızla yerlerine ulaştırılması için güvercinler de

kullanılmaya başlanmıştır139. Postacılık görevi yapan kimse kendisine verilen bir

mektubu yerine ulaştırmak için bulunduğu yerden hayvanına biner ve hızla hareket

ederdi. Hayvanının yorulduğu yerde bölgedeki vali tarafından kendisine verilen yeni

hayvanıyla yoluna devam edip, bu şekilde gider ve dönerdi140.

Muvahhidler bu teşkilata çok önem vermişlerdir. Posta hizmetinin güvenli ve

hızlı bir şekilde işlemesi için çalışmışlar, bu hizmetin gece-gündüz, karada ve

denizde sürekli yürütülmesi için düzenlemeler yapmışlardır141. Bu konuda görevli

kişi için Rakkas kelimesi kullanılmıştır142.

kelimesinden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Bkz. Yazıcı, 378; Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 498, İstanbul, 1992; Kazıcı, 272, 273. 137 Yazıcı, 380; Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 499. 138 Yazıcı, 379-385. 139 A. Tâzî, 54, 55 (İbnu Sâhibussalat’ın el-Mennü bi’l-İmâme’nin Takdîm yazısı); Harekât, ‘Berîd’, DİA, V, 499; Kazıcı, 275. 140 Kalkaşandî, V, 148. 141 Hasan, 150. Muvahhidlerin 10 Muharrem 555/21 Ocak 1160’ta, Tunus yakınlarındaki Mehdiyye’yi fethetmelerinden sonra, zafer haberini gönderdikleri mektup yaklaşık bir ay sonra Safer ayında Endülüs’ün İşbiliyye şehrine ulaşmıştır. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 119. Abdulmümin’in oğlu Ebû Yâkub Yusuf, bu mektubu aldıktan sonra babasına tebrik mektubu yazmış ve bu mektup da Abdulmümin’e Merrakeş’e dönüş yolunda, Kosantîne’deyken, yine yaklaşık bir ay sonra Rebîülevvel ayında ulaşmıştır. Bkz. İbn İzârî, 66. Bu konu ile ilgili rivayetlerde, mektupların hangi günde kaleme alınıp gönderildiği ve tam olarak hangi günde yerine ulaştığı belirtilmediği için belirtilen mesafelerin kaç günde alındığını bilemiyoruz. Ancak verilen bilgilerden anlaşıldığına göre olabilecek süre yaklaşık bir ay civarındadır. 142 Beyzak, 79.

196

Rakkaslar bir haberi, mektubu götürüp-getirmek yanında bilgi toplamak ve

gönderildiği bölge ile ilgili araştırmalar yapmak gibi görevleri de yürütmekteydiler.

Abdulmümin, Cebelu’l-Feth’in açılışı için Endülüs’e geçmeden önce, kendisi Fas

yakınlarında iken, burada inceleme yapması ve herhangi bir problem olup olmadığını

araştırması için rakkas görevlendirmiştir143.

Devlet merkezinden taşraya, ya da taşradan devlet merkezine haber taşıyan

postacılar, yaptıkları bu işten dolayı önemli kişiler olarak kabul edilmişlerdir.

Bundan dolayı onlar da kendilerini normal halktan daha ayrıcalıklı görmüşler,

gittikleri her yerde halkın kendilerine yardım etmesini istemişlerdir. Bazen bu

konuda aşırı gittikleri de olmuştur144. Abdulmümin, 15 Rebîulevvel 543/3 Ağustos

1148 tarihli145, Endülüs’teki Muvahhidlerin ileri gelenlerine yazdığı mektubunda,

posta görevlileriyle ilgili şikayetleri de dile getirmiş ve bu konuda uyarılarda

bulunmuştur. Bu vesileyle onların ihtiyaçlarının tam karşılanmasını, yanlışlık

yapanların uyarılarak cezalandırılmasını, görevlerini belli bir sürede yerine

getirmeleri için süre tahdidi getirilmesini istemiştir146.

Abdulmümin, ordusunun hareketi esnasında kendi durumuyla ilgili

gelişmeleri rakkaslar vasıtasıyla en hızlı şekilde gerekli yerlere ulaştırmıştır. Meselâ

o, İbn Tûmert’in son günlerindeki (524/1130) Merrakeş kuşatması ve sonrasındaki

Buheyra’daki yenilgi haberini çıkardığı bir rakkas ile en hızlı bir şekilde

başkentlerine ulaştırmıştır147. Daha sonraki günlerde de devletin önemli icraatları ve

kazandığı zaferler ve bazı kararlar Abdulmümin tarafından yazdırılarak gerekli

yerlere ulaştırılmıştır. Abdulmümin bu anlamda, 534-541 yılları arasında yedi yıl

boyunca Murâbıtlarla mücadele ettiği günlerde merkezleri olan Tinmellel’e

dönememiş, ancak zafer haberlerini ve işlerinin iyi gittiğini merkezlerindeki halkına

bildirmiştir148. Yine Bicâye seferinde ve Mehdiyye seferinde elde ettiği zafer

haberini de anında yazıya dökerek ülkesinin her yerine ulaştırmıştır149.

143 İbnu Sâhibussalat, 135, 136. 144 Kazıcı, 274, 275. 145 İbn İzârî, 37. 146 İbn Kattan, 198, 199; Hasan 153, 154; Kazıcı, 275. 147 Beyzak, 79. 148 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 149 İbn İzârî, 47, 64; Hasan, 151.

197

C-ASKERİ TEŞKİLAT

1-Asker Kaynakları

Beyzak’ta yer alan bir rivayete göre Muvahhidlerin savaşa asker gönderen

kabileleri, İbn Tûmert’in kabilesi olan Herğa, Abdulmümin’in kabilesi olan Kûmya,

Tinmellel halkı, Hintâte, Cedmîve, Kenfîse, Heskûre, Sanhâca kabileleriydi150. Bu

kabileler, Kûmya’yı saymazsak, Muvahhidlerin ilk dönemlerinde onlara destek veren

Sûsu’l-Aksâ’daki Berberî kabileleridir. Devletin sınırlarının genişlemesi ve

güçlenmesiyle, aşama aşama Mağrib bölgesinin her yanındaki diğer kabileler,

Endülüslü Müslümanlar ve İfrikiyye’deki Araplar da Muvahhidler ordusuna

katılmışlardır151.

Kalkaşandî, Muvahhidlerin yedi askerî tabakası olduğunu rivayet etmiş ve

bunları şöyle sıralamıştır: İbn Tûmert ile birlikte bulunmuş olan Muvahhidlerin en

üst düzeydeki adamları, birinci guruptan sonra gelen yaşça daha küçük olan ileri

gelenler, devlet başkanının yanında bulunan özel koruma gücü, bunlar dışındaki

muvahhidler tabakasının askerleri, Arap kabilelerinden olan askerler, gençlerden

oluşan ve halifeye hizmet eden kişiler ve son olarak Hıristiyan askerler152.

Muvahhidlerin Merrakeş’te sürekli bulunan ve maaş alan askerleri ve bir de

gerektiği zaman çağrılan askerleri vardı. Sürekli hazır bulunan askerlerin sayısı on

bin kişi kadardı. Bu askerler Musâmide kabilesi dışında Arap, Türk (Oğuz),

Endülüslü, Rum, ve diğer kabilelerden oluşmaktaydı153. İbn Ebî Zer, Abdulmümin’in

Mehdiyye seferini anlatırken, onun sayılamayacak kadar çok askerle yola çıktığını,

ordusu içinde, Arap kabileleri, Zeneta kabileleri ve Oğuzlardan askerlerin yer

aldığını rivayet etmektedir154.

Muvahhidler, Merrakeş’i istilasından hemen sonra, ordularında Hıristiyan

paralı askerlere de yer vermeye başlamışlardır. Bu anlamda ilk olarak

Abdulmümin’in el-Mâsî isyanını bastırmak için hazırlamış olduğu orduda Hıristiyan

150 Beyzak, 48. 151 İnan, II, 632, 633. 152 Kalkaşandî, V, 138; Harekât, Mağrib, I, 327. 153 Merrakûşî, 341; İbn Ebî Zer, 198; Harekât, Mağrib, I, 326. 154 İbn Ebî Zer, 198.

198

paralı askerler yer almıştır155. Muhtemelen, daha önce Murâbıtlar Devleti’nin paralı

askeri olan bazı Hıristiyan birlikler, Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinden

sonra onlarla anlaşarak Muvahhidler ordusu içinde savaşmaya başlamışlardır.

Abdulmümin’in çağrısı üzerine 557/1162’de Mağribu’l-Evsat’ta, kendi

kabilesi Kûmya’nın da bağlı olduğu Berberî Bitr kabilesinden, Muvahhidler askerî

sistemine kırk bin kişilik yeni bir birlik katılmıştır. İbn Ebî Zer, Abdulmümin’in bu

askerleri Muvahhidler ordusuna katmasının sebebinin, daha önce kendisine suikast

düzenlenmesi olduğunu belirtmiştir. Böylece o kendisine kendi kabilesinden

tamamen güvenebileceği özel koruma birliği oluşturmuştur. Bu konudaki rivayetlere

göre Abdulmümin kendi kabilesi Kumya kabilesinin ileri gelenlerine gizlice haber

göndererek, ergenlik çağına gelmiş olan bütün erkeklerinin atlarına binip yanına

gelmesini emretmiştir. Bu konudaki ihtiyaçlarını karşılamak için onlara yüklü

miktarda ekonomik destek sağlamıştır. Onlar da Abdulmümin’in bu çağrısına uygun

olarak en mükemmel şekilde hazırlanmış kırk bin kişilik bir süvari birliğiyle

Merrakeş’e doğru hareket etmişlerdir. Onların ortada görünen bir sebep yokken

böyle kalabalık bir şekilde Merrakeş’e doğru gelmeleri insanlar üzerinde tedirginlik

yaratmıştır. İnsanlar onlar hakkında ileri geri konuşurlarken, onlar Merrakeş’in

kuzeyindeki Ümmürrebî vadisine kadar gelerek burada konaklamışlardır. Bu durum

Abdulmümin’e haber verilmiş, o da başlarında Ebû Hafs Ömer Hintâtî olmak üzere

Muvahhidlerin ileri gelenlerinden bir heyeti durumu araştırmaları için onların yanına

göndermiştir. Ebû Hafs başkanlığındaki heyet bu askerlerin yanına gidip niyetlerini

sormuş, onlar da kendilerinin Abdulmümin’in kabilesinden olduklarını ve onu

ziyarete geldiklerini, onunla savaş için değil barış için, onu desteklemek için

geldiklerini söylemişlerdir. Muvahhidler heyeti bu bilgileri Abdulmümin’e

bildirince, Kûmya’dan gelen bu kırk bin kişilik süvari birliği, törenlerle karşılanarak

Merrakeş’e kabul edilmişlerdir. Bu yeni katılan gurup, Muvahhidler içindeki

Tinmellel halkından sonra en önemli ikinci tabaka olmuştur. Bu birlik, Muvahhidler

sefer için çıktıkları zaman, halifenin önünde ve arkasında güvenlik için yer

almıştır156. Daha önce Arapların Muvahhidler toplumuna katılması ve bu katılımla

155 Nuveyrî, XXIV, 320; İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 156 İbn Ebî Zer, 201, 202; Nâsırî, II, 127. Bu konuda bkz. Eşbah, II, 57.

199

Abdulmümin, Muvahhidler Devleti’nin başlangıçta tamamen Sûsu’l-Aksâ’daki

Musâmide kabilesine dayalı askerî ve siyasî gücünü dengelemiştir157.

Muvahhidler ordusunun komutanlarının yetiştirilmesi için, Abdulmümin

döneminde Merrakeş’te bir okul açılmış ve açılan okulda öğrencilere dinî ve askerî

her türlü eğitim uygulamalı şekilde verilmiştir158.

Muvahhidlerin asker sayısına gelince, İbn Tûmert’in sağlığında en büyük

askerî güç 524/1130’daki Merrakeş kuşatmasında çıkardıkları kırk bin askerden

oluşan ordudur159. Bu sayı Abdulmümin döneminde günden güne artmış ve en son

Endülüs seferi için hazırlıklar tamamlandığında asker sayısı yaklaşık beş yüz bini

bulmuştur160.

2-Sefer Şekli ve Düzeni

Abdulmümin sefere çıkacağı zaman, sabah namazından sonra hareket ederdi.

Hareket işareti olarak 15 zira161 çapındaki, kenarları tahtadan yapılmış, yeşil renkli

ve altın kaplamalı büyük davula üç kez vurulurdu. Davulun sesi rüzgarsız havalarda,

yüksek yerlerde yarım günlük mesafeden duyulurdu162.

Muvahhidler ordusunun önünde, onların beyaz bayrakları taşınırdı163.

Arkasından çeşitli kabileleri temsil eden bayraklar, onların arkasından da trampet ve

boru çalan gurup bulunurdu. Daha sonra ordunun düzeninden sorumlu kişiler yer

alırdı164. Bu grupların arkasında, yaklaşık çeyrek mil mesafede, etrafı seçkin

adamları (hassatuhu) ve vezirleriyle çevrili olduğu halde halife bulunurdu165. Devlet

başkanının etrafında Kur’an-ı Kerim’den bölümler okuyan bir gurup yer alır, Kur’an

okunmasından sonra halife durur ve dua eder, ordudan sorumlu olan vezir (vezîru’l-

157 Urvî, 159. 158 Hülelü’l-Mevşiyye, 150. 159 İbnu’l-Esîr, X, 457; Zehebî, Siyer, XIX, 550. 160 İbn Ebî Zer, 202. Nâsırî, II, 128; İnan, II, 393. 161 Zira, kolun dirsek ile parmak ucuna kadar olan uzunluğunu ifade etmek için kullanılan bir uzunluk ölçüsüdür. İslâm Ansiklopedisinde Zira’nın 54.04 cm. olarak kabul edildiği belirtilmiştir. Bkz. T.H., ‘Zira’, İA, XIII, 575, İstanbul, 1975. Mu’cemu’l-Vasit’te ise Zira’nın 64 cm’lik bir uzunluk olduğu ifade edilmiştir. Bkz. İ. Emin, A. Muntasır, A. Savâlimî, M. H. Ahmed, Mu’cemu’l-Vasît, I, 311, byty. 162 Hülelü’l-Mevşiyye, 152; Sallâbî, 120, 121. 163 İbn Kattan, 168. 164 Kalkaşandi, V, 146. 165 İbn Kattan, 168; Hülelü’l-Mevşiyye, 152.

200

cund) onun duasına amin der, arkasından diğer insanlar da amin derler ve bundan

sonra harekete geçilirdi166. Her kabileye bağlı askerlerin özel komutanı vardı ve

hareket başladıktan sonra her komutan kendi birliğinin başına geçerdi167. Namaz

vakitlerinde birlikte namaz kılmak için bir araya gelen komutanlar ve ileri gelenler,

namaz kılındıktan sonra, tekrar yerlerine dönerlerdi168.

İleri gelenlerden bir gurupla birlikte savaşa katılacak olan Abdulmümin’in

oğulları, biraz arkasından onu takip ederlerdi. Bunlardan sonra kabilelerin sancakları

belli bir sıraya göre yer alır, bundan sonra da trampetleri, boruları ve diğer aletleriyle

ordunun bando takımı yer alırdı. Bandonun arkasından diğer kabilelere bağlı birlikler

belli bir intizam içinde hareket ederlerdi. Ordu konaklayacağı zaman, devlet başkanı

durur ve dua eder, başlangıçta olduğu gibi onun duasına amin denilirdi169. Sonra da

her kabile belli bir düzene göre konaklama yerlerine yerleşirdi. Ordunun her türlü

ihtiyacı sanki evindeymiş gibi temin edilirdi170.

Abdulmümin’in ordusu düşman askerlerinin kalplerine korku salmak için hep

bir ağızdan bağırarak, büyük bir ses çıkarırlardı. İbn İzârî, Vehran kuşatmasında

Muvahhidlerin yüksek sesle hep birden ‘esbaha ve’l-hamdulillah’171 diye

bağırdıklarını, düşmanları Murâbıtların ise bağıramadıklarını ve içlerine büyük bir

korku düştüğünü ifade etmektedir172.

Muvahhidlerin Endülüs’e hakim olmaya başlayıp Kurtuba’yı ele

geçirdiklerinde ganimetler arasında Hz. Osman mushafı da yer almaktaydı. Bu

mushaf 11 Şevval 552/16 Kasım 1157’de Merrakeş’e getirilmiştir. Abdulmümin bu

mushaf için özel bir sandık yaptırmıştır. Bunun için mühendisler, kuyumcular,

düzenleme ve yaldızlama konusundaki uzmanlar, ressamlar, ciltçiler, marangozlar, 166 Kalkaşandî, V, 146, 147. 167 Harekât, Mağrib, I, 329. 168 Hülelü’l-Mevşiyye, 152, 153; Sallâbî, 121. 169 Kalkaşandî, V, 147. 170 Hülelü’l-Mevşiyye, 152, 153; Eşbah, II, 55, 56. Buradaki Muvahhidler ordusunun hareketiyle ilgili olarak ifade edilenlerin bir benzeri Kalkaşandî tarafından Mağribu’l-Aksâ’da kurulan Benû Merîn Devleti (m. 1197-1550) ordusu için anlatılmaktadır. Bkz. Kalkaşandî, V, 208, 209. Merînîler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Marçais, Georger, ‘Merînîler’ (Benî Merîn), İA, VII, 763-766, İstanbul, 1957. 171 Bu cümleyi yaklaşık olarak ‘Allah’a şükür tamam, oldu’ şeklinde çevirebiliriz. Ancak burada ifade edilmek istenen, düşmana sonlarının geldiğini, işlerinin bittiğini ve böylece kendi askerlerine de cesaret ve güven vermenin amaçlandığını söyleyebiliriz. 172 İbn İzârî, 20. İbn Kattan, bu cümleyi (esbaha ve’l-hamdülillah) İbn Tûmert’in müezzine sabah namazı vaktinde söylettiğini rivayet etmiştir. Bkz. İbn Kattan 168.

201

süslemeciler, vb. sanatçıların en iyileri, ülkenin her yerinden (Mağrib ve

Endülüs’ten) Merrakaş’e çağırılmış, hiçbir masraftan kaçınılmadan zumrüt, yakut,

elmas, sedef ve altın gibi değerli taşlar kullanılarak bir hazine değerinde olan bu

sandık ortaya çıkarılmıştır173. Daha sonra Hz. Osman Mushafı’nın bulunduğu sandık,

savaşlarda halifenin hemen önünde taşınmıştır. Bu sandığın dört köşesine de birer

bayrak takılmıştır174.

3-Savaş Alet ve Alametleri

Muvahhidler savaşlarda o dönemde kullanılmakta olan geleneksel savaş

aletlerini kullanmışlardır. Bu anlamda savaş aleti olarak; kılıç, mızrak, ok, deriden

imal edilmiş kalkanlar ve kuşatmalarda surlara büyük taşlar fırlatılan mancınıklar

kullanılmıştır. Bunlar yanında askerleri coşturmak ve bazen de işaret olarak

kullanılan davullar askerî malzemeler içinde yer almıştır. Y. Eşbah, Muvahhidlerin

ateşli silah/barut da kullanmış olabileceklerini ileri sürmüştür175.

Kaynaklarda geçen savaş alet ve alametleri şunlardır: Kılıç, balta, uzun

mızraklar, ok-yay, zırh, miğfer, deriden yapılmış kalkan (Dark), tokmak

(Kasiyyu)176, surlara tırmanmak için kullanılan merdivenler, mancınık177, ahşap

kuleler (ebrâcu’l-haşeb), dabbâbât178, davul-trampet (tabl), boru/boynuz (bûka) ve

bayrak179.

Yukarıda listesi verilen alet ve alametlerden kılıç, mızrak, ok-yay, kalkan,

zırh ve tokmak genellikle göğüs göğüse savaşlarda kullanılan ve herkes tarafından

bilinen savaş malzemeleridir.

Savaş aletlerinden mancınık, özellikle kuşatmalarda, düşmanın bulunduğu

surların arkasına büyük taşlar ve ateş atmaya yarayan çok eski bir kuşatma ve savaş 173 Nâsırî, II, 114; Menûnî, 159, 160, 179. Burada, on bir (11) değişik sanat erbabı sıralanmıştır. Menûnî, bu rivayeti yorumlarken, Muvahhidlerin Mağrib’te bulunan çok sayıdaki sanat dalına verdikleri öneme dikkat çekmiştir. Bkz. Menûnî, 160. Bu durum aynı zamanda Muvahhidlerin bir işi çok yönlü ve değişik açılardan ele alarak ortaya çok güzel, mükemmel bir eser çıkarmak istediklerini ifade etmektedir. 174 Eşbah, II, 55, 56; Sallâbî, 122. 175 Eşbah, II, 58, 246; Harekât, I, 329; Menûnî, 177. 176 İbnu Sâhibussalat, 196, 211. 177 Beyzak, 103, 120. 178 Nuveyrî, XXIV, 294. 179 Kalkaşandi, V, 143.

202

aletidir180. Dabbâbe ve burcu’l-haşeb de kale ve surlar arkasındaki düşmanlara karşı

kullanılan kuşatma aletlerindendir. Dabbâbe, ağaçtan yapılmış, dış kısımları deri ile

kaplı ve içinde askerlerin gizlendiği, surların yanlarına kadar yaklaşabilen bir

kuşatma aracıdır. Kale diplerine kadar debelenerek yavaş yavaş ilerlediği için bu

araca Debbâbe denilmiştir181. Burcu’l-haşeb ise, sağlam ağaçlardan kule şeklinde

yapılmış, üzeri kapalı ve içinde askerlerin gizlendiği bir araçtır. Bu aracın içinde kale

boyuna kadar ulaşabilecek merdivenler bulunmaktaydı. Bu araç debbâbenin

geliştirilmiş şeklidir182.

Arapça kaynaklarda Tabl olarak ifade edilen davul ve trampet, Muvahhidler

ordusunun en önemli tören araçlarından biriydi. Sefere çıkarken, ya da askerin

durması için işaret vermek için kullanılan davul, son derece büyük ve çok uzaklardan

duyulabilecek kadar yüksek bir ses vermekteydi. Muvahhidlerin trampet takımı ise

iki yüz kişilik bir guruptan oluşuyordu. Bu trampet gurubu orduyla birlikte hareket

ederdi183.

Bayrak konusuna gelince, Beyzak’ın anlattığına göre İbn Tûmert, değişik

bölgelere askerî birlikler çıkarmış ve her birine beyaz, sarı ve kırmızı renkte

bayraklar vermiştir184. Yine Kalkaşandî de Muvahhidlerin beyaz, kırmızı, sarı ve

yeşil bayrakları olduğunu rivayet etmektedir. Bunun yanında her kabilenin

kendilerine has, üzerinden ‘lâ ilâhe illallah’ (Allah’tan başka İlah yoktur) ya da ‘el-

mülkü lillahi’ (mülk Allah’a aittir) gibi yazılar bulunan bayrakları olduğu ifade

edilmiştir185. İbn Kattan ise, Muvahhidlerin bayraklarının bir yüzünde ‘el-Vâhidu

Allah, Muhammedun Rasûlullah, el-Mehdî halifetullah’, diğer yüzünde ise, ‘ve mâ

min İlahin illallah, ve mâ tevfîku illa billahi ve ufavvidu emrî ila’llahi’ ifadesinin yer

aldığını belirtmiştir186. Sefere çıkıldığı zaman, yüzlerce bayrak ve trampetle geçit

resmi yapılmaktaydı187.

180 Kazıcı, 381, 382; Harekât, Mağrib, I, 329. 181 Kazıcı, 383. Dabbâbe kelimesi, modern Arapça’da tank anlamında kullanılmaktadır. 182 A.g.e., 383. 183 Merrakûşî, 232; Zehebî, Siyer, XXXVIII, 266; Hülelü’l-Mevşiyye, 152; Sallâbî, 120, 121; Menûnî, 161, 162. 184 Beyzak, 75. 185 Kalkaşandi, V, 143. 186 İbn Kattan, 168; İnan, II, 632, 636. Bayrakta yer alan ifadelerin anlamı, yaklaşık olarak; birici yüzde, ‘Allah birdir, Muhammed Allah’ın peygamberidir, Mehdî Allah’ın halifesidir’, ikinci yüzde ise

203

4-Savaş ve Kuşatma Taktikleri

Abdulmümin, çağının en büyük komutanlarından biriydi. Askerî alanda elde

ettiği başarılarıyla bunu en güzel şekilde ispatlamıştır. O, savaş alanlarındaki basireti

ve savaş taktikleriyle 515/1121 yılında İbn Tûmert’in mehdî olarak biat almasıyla

başlayan savaşların vazgeçilmez ve başarılı komutanı olmuştur. O, yaklaşık ömrünün

kırk yılını çok değişik yerlerde ve çok farklı guruplara karşı savaşmakla geçirmiş ve

savaşlarından hemen hep zaferle çıkmayı başarmıştır. Abdulmümin, Murâbıtlara,

Araplara, Normanlara, Endülüs’te ve Mağrib’te kendisine karşı çıkan isyancılara ve

yine Endülüs’teki Hıristiyan güçlere karşı defalarca savaşmış ve akla gelen hep onun

zaferleri olmuştur. Abdulmümin çoğu zaman savaş stratejisini bizzat kendisi

belirlemiş ve ordusuna komutanlık etmiştir188.

Kaynaklarda Muvahhidlerin savaşa başlamadan önce düşmanlarına kendi

inanç esaslarına davette bulunduğu rivayet edilmiştir. Meselâ İbn Tûmert,

517/1123’de Tinmellel’de Murâbıtlara karşı savaşmaları için bir ordu hazırlamıştır.

Muvahhidler, savaşmadan önce düşmanlarını, iyiliği emr, kötülüğü men, bidatlere

karşı durma ve Mehdî’ye biat konusunda çağrıda bulunmakla

görevlendirilmişlerdir189. Bu davet kabul edilmediği takdirde savaş meşrû ve

kaçınılmaz sayılmıştır.

Abdulmümin’in Mehdiyye seferini anlatan Hülelü’l-Mevşiyye’deki bir

rivayeti yorumlayan Yusuf Eşbah, onun ordusunun hareketini, konaklama yerlerini

belirleyip, savaş ile ilgili planları bizzat ortaya koyduğu ve uyguladığı, bunun

yanında ordusuna tatbikatlar yaptırdığı kanaatini belirtmiştir. Yine onun ortaya

koyduğu yeni savaş taktikleri ve komutan olarak üstün özelliklere sahip olması

sayesinde savaşlarında başarılı sonuçlar aldığını ifade etmiştir190.

‘Allah’tan başka ilah yoktur, başarı Allah’ın yardımıyla mümkündür, işimi Allah’a bırakıyorum, (o ne derse o olur)’ şeklinde tercüme edilebilir. 187 Merrakûşî, 232; Zehebî, Tarih, XXXVIII, 266. Yusuf Eşbah, kaynak belirtmeksizin Muvahhidlerin iki renkli; beyaz ve mavi bayrak kullandıklarını belirtmiş, ayrıca bayraklarının üzerinde altın işlemeli hilal bulunduğunu ifade etmiştir. Bkz. Eşbah, II, 55. 188 İnan, I, 398; Harekât, 329. 189 Merrakûşî, 192. 190 Eşbah, II, 56. Benzer bir yorum için bkz. İnan, II, 397; Sallâbî, 120.

204

Abdulmümin döneminde Muvahhidler, savaşlarda ve kuşatmalarda bazı

taktikler kullanılmıştır. Bu çerçevede bazen şehir çevresine surlar çekerek, hendekler

açarak, bazen de suyu ve ateşi kullanarak kuşattıkları şehirleri teslim olmaya

zorlamışlardır191.

Muvahhidler, 539/1145’de Vehran kuşatmasında Murâbıtların sularını

keserek su sıkıntısı çekmelerini sağlamışlar192, aynı zamanda Taşfîn b. Ali’nin de

içinde bulunduğu kalesinin kapısında büyük bir ateş yakmak suretiyle kaleyi ele

geçirmeye çalışmışlardır193. Bir başka savaş yöntemi olarak, 540/1146’daki Fas

kuşatmasında şehrin surlarını yıkmak ve şehirde su baskını oluşturmak için şehirden

akan nehri büyük bir baraj haline getirip aniden barajın bendini yıkmak suretiyle

şehrin sular altında kalmasını sağlamışlardır194. Hülelü’l-Mevşiyye’ye göre, tahtalar

ve ağaçlarla yapılan setin önüne toprak yığılmak suretiyle bu barajda su tutulmuştur.

Bu işte ilim ve aletlerden istifade edilmiş, sonunda içinde gemilerin rahatlıkla

yüzebileceği büyüklükte bir baraj oluşturulmuştur. Baraj dolunca set aniden yıkılarak

şehrin sular altında kalması hedeflenmiştir195.

Muvahhidler, 541/1147’deki Merrakeş kuşatması esnasında, uzun bir kuşatma

sonrasında şehrin surlarını aşmak için Abdulmümin’in emriyle merdivenler

hazırlamışlardır. Şehrin aynı anda birçok noktadan işgali için Muvahhidlere bağlı her

kabileye bağlı askerî birliğe merdivenle tırmanacakları yerler tahsis edilmiştir.

Böylece zaten dokuz aylık bir kuşatma altında kalarak iyice yorulmuş ve bitkin

düşmüş olan şehrin en büyük koruyucusu olan surlar, düzenli ve ani bir hamleyle

etkisiz hale getirilmek istenmiştir196.

Muvahhidler, 552/1157’deki Meriyye kuşatması esnasında farklı bir yöntem

kullanarak, kasabanın dışarıyla bağlantısını tamamen koparmak için, bazı noktalara

sur çekmişler, bazı noktalara da hendekler kazmışlardır197. Aynı zamanda

191 Y. Eşbah, Muvahhidlerin kuşatma sanatı açısından Murâbıtlardan daha üstün olduklarını, Abdulmümin’in bu konuda uzman biri olarak Fas, Vehran, Mehdiyye ve Merrakeş kuşatmasında çok değişik kuşatma yöntemleriyle düşmanlarına galip geldiğini belirtmiştir. Bkz. Eşbah, II, 246. 192 İbn İzârî, 22; Hülelü’l-Mevşiyye, 134. 193 Beyzak, 98; İbn İzârî, 21; İnan, I, 250. 194 Beyzak, 100; İbn Ebî Zer, 189; Nuveyrî, XXIV, 295; Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 195 Hülelü’l-Mevşiyye, 136. 196 Beyzak, 103; İbn İzârî, 27; Hülelü’l-Mevşiyye, 138, 139; İnan, I, 262. 197 İbnu’l-Esîr, XI, 188; Nuveyrî, XXIV, 310.

205

donanmalarıyla kuşatmayı denizden de desteklemişlerdir. Bu şekilde şehre denizden

ve karadan gelebilecek her türlü yardımı engelleyerek kuşatmayı sürdürmüşlerdir.

Sonuç olarak, Meriyye’deki Hıristiyanlar şehri Muvahhidlere teslim etmeye mecbur

kalmışlardır. Muvahhidler, buradaki gibi şehrin bir tarafına sur çekerek, düşmanı

bulunduğu yerde hareket edemez ve dışardan yardım alamaz hale getirmek şeklinde

ifade edebileceğimiz yöntemi, 554/1159’da Mehdiyye kuşatmasında da

tekrarlamışlardır198. Bu kuşatma sonrasında da anlaşma ile şehir Muvahhidlere teslim

edilmiştir199.

Muvahhidler, Hıristiyanların istilası altında olan Tunus’u, 554/1159’daki

kuşatmaları esnasında, şehrin sularını içilmez hale getirerek ve çevredeki ağaçları

keserek burasının kendilerine teslim olup boyun eğmesini sağlamışlardır. Kısa zaman

içinde şehir halkından ileri gelenlerin Muvahhidlere gelerek görüşmeleriyle anlaşma

sağlanmış ve Tunus Muvahhidlere bağlanmıştır200.

Muvahhidlerin savaş meydanlarında uyguladıkları taktiklere gelince; ilk

başlarda Muvahhidler daha çok dağlık yerlerde kalmışlar ve düşmanlarını kendi

oldukları yere çekmek suretiyle daha avantajlı şartlarda savaşmışlardır. Murâbıtlarla

dağlarda yaptıkları savaşlarda, hemen her seferinde düşmanlarına galip gelmesini

bilmişlerdir. Yine uyguladıkları bir başka savaş taktiği de, düşmanı üstlerine çekerek

daha sonra etrafını sarmak şeklindeki uygulamalarıdır. Bu taktik gereğince asıl

güçlerini geride bir yerde gizleyerek, büyük bir düşman birliğinin karşısına küçük bir

birlikle çıkıp, kısa zaman sonra geriye doğru kaçmışlar, düşmanı istedikleri yere

kadar çekince de, sonra davul sesiyle gizlenen askerler düşmanı her yandan sararak

bozguna uğratmışlardır201.

Abdulmümin 547/1152’de Cezâyir ve Bicâye’de hükmetmekte olan Benî

Hammad üzerine sefere çıkarken, izlediği yol güzergahı ile başlangıçta seferinin

198 Nuveyrî, XXIV, 312; Zehebî, Siyer, XX, 374; Nâsırî, II, 122. 199 İbnu’l-Esîr, XI, 188. 200 Zehebî, Siyer, XX, 374; Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. Sâlim, bu bilgi ile ilgili olarak, İbn Haldun, el-İber, VI, 337’yi kaynak göstermiştir. Oysa söz konusu yerde bu bilgiyi doğrulayan bir ifade yoktur. Bkz. Sâlim, Târihu’l-Mağrib, II, 709. 201 Meselâ, Merrakeş kuşatması sürdürülürken bu yöntemle Murâbıtlara önemli kayıplar verdirmişlerdir. Bkz. İbnu’l-Esîr, X, 461, 462; Hülelü’l-Mevşiyye, 137; Nuveyrî, XXIV, 297; İnan, I, 261; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 700.

206

Endülüs üzerine gibi anlaşılmasını sağlamıştır. O, ordusuyla Sebte’ye kadar gitmiş,

burada askerlerinin bir kısmını Endülüs’e gönderip kalan büyük kısımla Merrakeş’e

dönüyor gibi yapmıştır. Bu arada ordusunun hareketini gizli tutmak için bir süre

bölgedeki sivil ve ticarî seferleri engellemiş, askeri faaliyeti konusunda konuşanları

ölümle tehdit etmiştir. Daha sonra anî bir dönüşle olabildiğince hızlı bir şekilde, daha

Benî Hammad idarecileri ne olduğunu anlayamadan Cezâyir’e ulaşmıştır202.

Muvahhidler 557/1162’de, Gırnata’yı İbn Hamuşk ve İbn Merdeniş’in istilâsından

kurtarmak için de aynı şekilde gizli ve süratli bir şekilde buraya ulaşmışlardır.

Gırnata’nın alınması için düşmanın üzerlerine gittiklerini haber almalarına fırsat

verilmeden, ikindi vaktinden sabaha kadar yürünerek şafak sökerken Gırnata’ya

ulaşılmış, anî bir baskınla düşman mağlup edilmiş, şehir tekrar Muvahhidlere

bağlanmıştır203.

Muvahhidler aynı zamanda bazı şehirleri içerideki bazı kimselerle işbirliği

yaparak, şehir kapılarının kendilerine açılmasıyla fethetmişlerdir. Meselâ Fas, uzun

bir kuşatmadan sonra şehir kapısının içeriden açılmasıyla istilâ edilmiştir204. Yine

546/1151’de Bicâye’de Abdulmümin’in daha önce anlaştığı valinin içeriden kapıyı

kendilerine açmasıyla burası savaşsız bir şekilde Muvahhidlere bağlanmıştır205.

5-Donanma

Muvahhidler donanmaya çok önem vermişlerdir. Abdulmümin deniz

savaşlarında kullanılmak üzere kendi döneminde bölgenin en büyük donanmasını

oluşturmuştur206. Özellikle Kuzey Afrika boyunca Trablus’a kadar olan bölgelerdeki

askerî faaliyetler, yine Endülüs’ün Muvahhidlerin eline geçmesinden sonra bu

bölgelerdeki savaşlar ve savaş malzemelerinin taşınması için çok sayıda gemiye

ihtiyaç duyulmaktaydı. Askerlerin Endülüs’e ve diğer kıyılardaki savaş alanlarına

nakli ve Endülüs-Mağrib arasındaki sivil ulaşımın sağlanması için çok sayıda gemi

kullanılmaktaydı207. Gemi ihtiyacının karşılanması için Selâ, Mehdiyye, Tanca,

Sebte, Bâdis, Vehrân gibi Mağrib kıyı şehirleri yanında, Endülüs’teki çeşitli sahil

202 Beyzak, 113, 114; İbn İzârî, 45, 46. 203 İbn İzârî, 76, 77. 204 Age., 24. 205 Age., 46. 206 Abbâdî-Sâlim, II, 254; Julian, II, 162. 207 İnan, II, 638; Harekât, 330; Guneymî, II, 265.

207

şehirlerinde tersaneler bulunmaktaydı. Bu tersanelerde çeşitli ihtiyaçlar için çok

sayıda gemi yapılmaktaydı. Abdulmümin, gemi yapımı için gereken demir, ağaç,

tahta vb. gibi malzemeyi, hükmetmekte olduğu geniş coğrafyadaki dağlarda ve

ormanlarda rahatlıkla bulabilmekteydi208. Onun ölümüne yakın günlerde Endülüs

üzerine yapmayı düşündüğü büyük seferi için yaptığı hazırlıklardan bahseden

kaynaklar bu çerçevede Endülüs ve Mağrib sahil şehirlerindeki tersanelerde yüzlerce

gemi yapıldığını rivayet etmişlerdir209.

Muvahhidler Merakeş’i istila etmelerinden bir yıl kadar önce 540/1145’de

Murâbıtların donanma komutanı İsâ b. Meymun’un Abdulmümin’e biat etmesiyle

donanma sahibi olmuşlardır. Bu tarihten sonra da Muvahhidlerin Endülüs’e geçişleri

başlamış, bunun yanında Mağrib ve Endülüs’teki sahil şehirleri karadan ve denizden

gerçekleştirilen kuşatmalarla alınmıştır. Örnek verecek olursak, Mehdiyye kuşatması

ve bu çerçevede Mağribu’l-Ednâ’daki birçok sahil şehrinin alınmasında donanma

kara birlikleriyle paralel hareket etmiştir. Mehdiyye kuşatmasında, kuşatma altındaki

Hıristiyan güçlere yardım için gelen Sicilya donanması Muvahhidler donanmasıyla

savaşa girişmiş ve mağlup edilmiştir210. Yine Endülüs sahillerinde yer alan şehirlerin

alınması için yapılan kuşatmalar, hem karadan ve hem de denizden eş zamanlı olarak

yürütülmüştür211.

Abdulmümin, Merrakeş’te kurmuş olduğu okulda öğrencilere, deniz savaşları

ve gemicilik ile ilgili bilgilerin uygulamalı olarak öğretilmesini sağlamıştır. Bu

çerçevede Merakeş’te büyük bir baraj yaptırmış ve buradaki eğitimde kullanılmak

üzere irili ufaklı savaş gemileri imal edilmiştir212.

Kaynaklarda geçen gemi çeşitleri olarak şunları sıralayabiliriz:

208 Abbâdî-Sâlim, II, 254. Muvahhidler, Fas ve Tunus kuşatması esnasında şehir dışındaki ağaçları kesme yoluna gitmişlerdir. Daha önce de belirtildiği gibi Fas kuşatmasında kesilen ağaçlarla büyük bir baraj oluşturularak şehrin sular altında kalması sağlanmaya çalışılmıştır. Bu tür rivayetler ve bölgeyi anlatan diğer kaynaklara baktığımızda burada yeterince ağaç/ormanlık alanın bulunduğu anlaşılmaktadır. Bkz. İdrîsî, 90 vd. 209 İbnu Sâhibussalat, 210, 211; İbn Ebî Zer, 201; İnan, I, 392, II, 637, 638. İbnu Sâhibussalat, Abdulmümin’in Endülüs’e düzenleyeceği büyük sefer için Mağrib ve Endülüs sahillerinde iki yüz parça gemi inşâ ettirdiğini, İbn Ebî Zer ise, bu çerçevede dört yüz parça gemi yapıldığını, bunlardan seksen tanesinin Endülüs’te imal edildiğini rivayet etmektedir. Bkz. İbnu Sâhibussalat, 210; İbn Ebî Zer, 201. Bu konuda bilgi ve yorum için bkz. Menûnî, 170, 171. 210 İbn Ebî Zer, 198; Nuveyrî, XXIV, 314; Hülelü’l-Mevşiyye, 154; Zehebî, Târih, XXXVIII, 265; Nâsırî, II, 123; Makdîş, I, 498. 211 Nuveyrî, XXIV, 300, 301, 309; Nasrullah, 318, 321. 212 Hülelü’l-Mevşiyye, 151; Abbâdî-Sâlim, II, 260, Eşbah, II, 51.

208

Şînâ/Şevânî: Birkaç kattan oluşabilen, kale gibi büyük savaş gemisi.

Tarîda/Tırâde (Kruvazör):Hızlı, küçük gemiler.

Şelendî/Şilendî: Silah ve savaşçıları taşımakta kullanılan büyük gemi213.

D-SOSYAL HAYAT

1-Muvahhidler Devleti’nde Halk ve Sosyal Statü

Bütün devletlerde olduğu gibi Muvahhidler Devleti’nde de sosyal hayatta en

üst tabakayı, devlet başkanından başlayarak yönetici tabaka oluşturmuştur.

Muvahhidlerde halifeden sonra, en önemli kişiler Şeyh (Eşyâh/Şuyûh) ve Talebe’dir.

Şeyh denilen kesim Dâdâh’ın deyimiyle Muvahhidler Devleti’nin aristokrasisini

temsil etmektedir. Devletin siyasî ve askerî merkezinde bu kişiler yer almışlardır214.

Bir anlamda alim/hoca anlamında kullanılan Talebe ise, Muvahhidlerin en önemli

ikinci kesimini oluşturmaktaydı. Bundan dolayı Abdulmümin çeşitli vesilelerle

yazmış olduğu mektuplarının çoğunda direkt onları muhatap almıştır215. Buradan da

anlaşıldığı gibi Talebe, devlet protokolünün başında yer almaktaydı. Şeyh ve

talebeden sonra ise, şehrin ileri gelenleri (a’yân) ve son olarak bunlar dışındaki halk

geliyordu. Abdulmümin Endülüs’teki tabilerine yazdığı bir mektubunda, mektubun

muhataplarını talebe, onlarla sohbet eden şeyhler, ileri gelenler ve bütün halk (kâffe)

olarak sıralamıştır216. Bu sıralama, Züneyber tarafından aynı zamanda

Muvahhidlerdeki protokol sıralaması olarak ifade edilmiştir217.

Kalkaşandî, Muvahhidler toplumunu bir başka açıdan tasnif etmiş ve çok

genel bir ayrım ile, askerler (erbâbu’s-suyûf), memurlar (erbâbu’l-eklâm) ve bu iki

gurubun ihtiyaçlarını karşılayan diğer halk tabakası olarak üç guruba ayırmıştır218.

Muvahhidler, toplumun yarısını oluşturan kadınları da göz ardı etmemiştir.

Önemli konularda erkekler gibi kadınlar da bilgilendirilmişlerdir. Mesela, İbn

Tûmert’in ölümünden önceki veda konuşmasına erkekler önde, kadınlar arkada

213 Nuveyrî, 311; Abbâdî-Sâlim, II, 252. 214 Dâdâh, 160, 161. 215 Cüllâb, 130. H. Cüllâb’ın burada verdiği bir istatistiğe göre, Abdulmümin’in çeşitli dönemlerde göndermiş olduğu 26 mektubundan on altısı doğrudan Talebe’ye gönderilmiştir. 216 İbn Kattan, 188; İnan, I, 552. 217 Züneyber, 209. 218 Kalkaşandî, V, 137-140.

209

olduğu halde219 o, hepsine birden hitap etmiştir220. Abdulmümin’in, İbn Tûmert’in

ölümünü açıkladığı toplantıya da erkekler önde, kadınlar da arkada oldukları halde

Abdulmümin’i dinlemişler ve toplantı sonunda da bütün insanlar (nâs)

Abdulmümin’e biat etmişlerdir221. Burada yapılan toplantıya kadınların da erkeklerle

birlikte katılmış olması ve arkasından da bütün insanların ona biat ettikleri şeklindeki

rivayet, haklı olarak Muvahhidlerde erkeklerle birlikte kadınların da halifeye biat

ettikleri şeklinde yorumlanmıştır222.

Muvahhidler hareketi Sûsu’l-Aksâ bölgesinde, Musâmide kabilesi içinden

çıkmıştır. Kısa zamanda bu hareket devlete dönüşmüş ve bütün Mağrib’i ve

Endülüs’ü sınırları içine almıştır. Dolayısıyla Muvahhidler Devleti, bu büyük alanda

yaşayan halkların devleti olmuştur. O dönemde Mağrib’te ekseri Berberîler

yaşamaktaydı. Mağribu’l-Ednâ ve Endülüs’te bazı Arap kabileleri de bulunmaktaydı.

Bunlar dışında bir miktar Türk’ün de (Oğuz) bu bölgede yaşadığı, askerlerin

milliyetleriyle ilgili anlatımlardan anlaşılmaktadır223. Ancak Muvahhidler

Devleti’nin en kalabalık halkını Berberîler oluşturmaktaydı. Bu anlamda

Merrakuşî’nin rivayetine göre, Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti’nin

asıl unsurunu oluşturan yedi kabile vardı. Bunlar:

a-İbn Tûmert’in kabilesi olan Herğa. Bu kabile, diğer Muvahhid kabilelerine

göre sayı olarak azdı.

b-Abdulmümin’in kabilesi olan Kûmya. Bu kabile, sayı bakımından hayli

kalabalık bir kabileydi. Bu kabilenin geçmişinde, Abdulmümin öncesinde idarecilik

yoktu, çiftçilik, çobanlık ve ticaretle iştigal ederlerdi.

c-Ehlü Tinmellel: Burada değişik çok sayıda kabile yer almaktaydı.

d-Hintâte: Muvahhidler Devleti’nin ikinci adamı olan Ebû Hafs Ömer’in

kabilesi olan bu kabile, gayet büyük bir kabileydi ve geçmişte idareye geçmişlerdi.

e-Cinfîse: Bu kabile, güçlü, kuvvetli, aynı zamanda dili en fasih ve güzel

kullanan kabileydi.

219 İbn Kattan, 167. 220 Beyzak, 81; İbn Kattan, 167. 221 Beyzak, 85. 222 Hasan Ali Hasan, kadınların da erkeklerle birlikte biat ettikleri kanaatini belirtmiştir. Bkz. Hasan Ali, 361. 223 Merrakûşî, 341; İbn Ebî Zer, 198.

210

f-Cidmîve: Bu kabilenin bir kısmı çobanlık yapardı.

g-Sanhâcelilerden Muvahhidlere katılan kabileler ve bazı Heskûre kabileleri.

Bu guruba giren onlarca kabile vardı. Muvahhidlerin bağış/yardım aldığı ve asker

topladığı kabileler bu kabilelerdi. Diğer kabileler ise bu kabilelerin idaresi altında

yaşıyorlardı224. Burada adları anılan bütün kabileler aslen Berberî kabileleridir.

Merrakeş’in fethinden sonra, Abdulmümin daha önce İbn Tûmert tarafından

on dörde kadar çıkarılan Muvahhidlerin tabakalarını tek tabakada birleştirmiş ve

Muvahhidler Devleti’ndeki vatandaşlarını üç sınıfa ayırmıştır.

ı-Birinci tabaka, Sâbikûne’l-Evvelûn, olarak adlandırılmıştır. Bu tabakada

olanlar İbn Tûmert’e sağlığında biat eden, onun sohbetine katılan, onunla birlikte

savaşan ve onun arkasında namaz kılanlardan oluşmaktaydı. İbn Tûmert’in

sağlığında on dört değişik isim altında topladığı herkes bu birinci gurup içinde

sayılmıştır. Bu gurupta olanlar, ilk dönemlerde, onlara katılmanın en riskli olduğu

zor günlerde, harekete katılanları ifade etmekteydi.

ıı-İkinci tabaka ise, Muvahhidlerin 12 Cemaziyelâhir 524/23 Mayıs

1130’daki Buheyra savaşındaki hezimetlerinden, 1 Şevval 539/27 Mart 1145’de

Vehran’ı istilâ etmelerine kadar geçen sürede kendilerine katılanlardan oluşmaktaydı.

İkinci gurupta yer alanlar, Murâbıtlarla mücadelenin devam ettiği, her iki taraftan

hangisinin üstün olduğunun tam olarak ortaya çıkmadığı dönemde Muvahhidlere

katılanlardan oluşmaktaydı. Bu dönemde de, ilk dönemdeki kadar olmasa da risk

devam etmekteydi.

ııı-Üçüncü ve son tabaka ise, Vehran’ın fethinden sonra Muvahhidlere

katılanlardan oluşmaktaydı225. Bu son gurupta yer alanlar, ilk ikisine göre, riskin

ortadan kalktığı, gücün Muvahhidlerde olduğunun açıkça ortaya çıktığı bir

dönemdeki kendilerine katılanları ifade etmektedir.

Abdulmümin’in devletinde gayrimüslimlere yer verilmediği, ya İslâm’a

girmeleri, ya ülkeyi terk etmeleri, ya da ölümü kabul etmeleri yolunda üç seçenek

224 47; Merrakûşî, 340, 341. Beyzak, benzer bilgileri vermekle birlikte Muvahhidlerin kabileleri hakkında daha geniş açıklamalarda bulunmuştur. Beyzak, 40-46. 225 İnan, II, 398, 399, 617; Sallâbî, 125, 126. (Burada verilen bilgiler L. Provençal tarafından yayınlanan Resâilu’l-Muvahhidiyye’ye dayandırılmaktadır. 12. mektup, 53, 54. sahifeler)

211

sunulduğu yolundaki rivayetleri226 genele şamil saymamak gerekir. Bu konuyla ilgili

rivayetler Tunus’un alınmasıyla ilgili olarak anlatılmıştır. Tunus ve çevresinde ise

sürekli olarak Sicilyalı Hıristiyanlardan gelen bir tehdit söz konusuydu. Rivayetlere

göre Abdulmümin, bu bölgeyi Hıristiyanlardan aldıktan sonra, burada hiçbir

Hıristiyana hayat hakkı tanımayarak227 onların burada yeniden hakim olmalarına

karşı tedbir almış olmalıdır228. Böyle bir uygulamanın savaş ortamında, sınırlı bir

bölge için geçerli olduğunu söylemek daha doğru olur kanaatindeyim. Diğer taraftan

kaynaklarda Muvahhidler Devleti içinde gayri müslimlerin varlığını gösteren bilgiler

yer almaktadır. Meselâ, Merrakeş’in istilasından hemen sonra çıkan Mâsî isyanını

bastırmak için hazırlanan ordu içinde Hıristiyan paralı askerler bulunmaktaydı229.

Yine Abdulmümin, 550/1155 yılında Sebte’den Endülüs’e geçerken yanında paralı

Hıristiyan askerler de yer almaktaydı230. Kalkaşandî, Muvahhidlerin yedi askerî

tabakası bulunduğunu ve bunların sonuncusunun Hıristiyan askerler olduğunu

rivayet etmiştir231.

Diğer taraftan Muvahhidlerin eline geçen Endülüs şehirlerinde de Müslüman

halkın yanında Hıristiyan ve Yahudiler de bulunmaktaydı. Kaynaklarda

Muvahhidlere bağlı olan Gırnata’nın İbn Merdeniş ve İbn Hamuşk tarafından

istilâsına şehirdeki Yahudilerin yardım ettiği belirtilmektedir232. Bu rivayetlere ve

Müslümanların yüzyıllardan beri süregelen uygulamalarının aksine, (onlarla ilgili

bazı kısıtlamalara gidilmiş olsa da) Muvahhidlerin hakim oldukları yerlerdeki bütün

Yahudi ve Hıristiyanları ülkeden çıkardıklarını kabul etmek doğru değildir233.

226 Nuveyrî, XXIV, 320, 321; Zehebî, Târih, XXXVIII, 257; Sallâbî, 119. 227 Nuveyrî, XXIV, 312. 228 Araştırmacılardan Hasan Ali Hasan, Abdulmümin’in Tunus’ta gayri müslimlere ya Müslüman olun, ya da burayı terk edin şeklindeki kesin tutumunun, Abdulmümin’in dini tutuculuğu, Endülüs’teki Hıristiyanlara karşı savaşının devam ediyor olması ve Normanların saldırıları esnasında bölgedeki Hıristiyanların onlarla işbirliği yapabilecekleri endişesinden kaynaklanmış olabileceğini yorumunu yapmıştır. Bkz. Hasan, 369, 370. 229 İbn İzârî, 31; Hülelü’l-Mevşiyye, 146. 230 İbn İzârî, 55. 231 Kalkaşandî, V, 138. Hasan Ali Hasan, Muvahhidler döneminde Mağrib bölgesinde, çeşitli yerlerde Yahudî ve Hıristiyanların varlığı hakkında bilgiler vermektedir. Bkz. Hasan, 370, 371. 232 İbnu Sâhibussalat, 183; İbn İzârî, 74; Nasrullah, 326. 233 Endülüs’te gayrimüslimlerle ilgili uygulamalar için bkz. Özdemir, Endülüs Müslümanları II, 32 vd.

212

2- Karşılama Törenleri ve Kutlamalar

Burada Abdulmümin dönemindeki bazı kutlama ve karşılama törenlerinden

örnekler vereceğiz. Bir devletin yapmış olduğu tören biçimi, bir yönüyle o devletin

gelişmişliğini ve medeniliğini de gösterir. İlkel ve göçebe toplumlara gittikçe bu

törenler basitleşirken, gelişmiş modern toplumlarda ise daha kompleks hâl alacaktır.

Muvahhidler daha Abdulmümin döneminde, devletlerinin yeni kurulmuş olmasına

rağmen, var olan bazı uygulamaları kısa zamanda kendilerine adapte ederek, köklü

bir devlet yapısını gösteren bir tören sistemi ortaya koymuşlardır. Bu törenlerde

yüzlerce bayrak, trampetler ve belli bir düzen içinde hareket eden devletin ileri

gelenleri yer almışlardır. Böylece, Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti,

yüzyılların geleneğini devralarak özümsediğini ve devraldığı bu yapıyı daha da

güçlendirerek, kısa zamanda köklü bir devlet görünümüne kavuşmuş olduğunu

göstermiştir. Şimdi bu törenlere örnekler verelim.

Abdulmümin, Mehdiye seferinden zaferle çıkmış ve başkent Merrakeş’e

dönerken kendi memleketi olan Telemsan’dan geçmiştir. Burada kendi doğum yeri

olan köyüne uğramış, annesinin kabrini ve akrabalarını ziyaret etmiştir. O, önünde

yayılmış ordusu, başının üstünde dalgalanan ve sayısı üç yüze varan sancaklarıyla ve

gümbür gümbür sesiyle yürekleri hoplatan ve deprem oluyormuşçasına yerleri

zangırdatan iki yüz kadar büyük davulun sesiyle, büyük bir ihtişamla tepeden köyüne

doğru inmiştir. Bütün halkın onu karşılamaya çıktığı bu esnada, karşılayanlar

arasında bulunan annesinin arkadaşlarından yaşlı bir kadın yüksek sesle, işte garib

ülkesine dönüyor diye bağırmıştır234. Burada Abdulmümin’in kendisini insanlara

karşı ne büyük bir ihtişamla sunduğunu gayet açık bir şekilde görmekteyiz.

Abdulmümin seferden döndüğü zaman ülkenin her yanından heyetler gelerek

onu tebrik ediyorlar, kazandığı zaferden dolayı memnuniyetlerini ifade ediyorlar ve

Merrakeş’e sağlıklı ve zaferle dönmesini kutluyorlardı235.

Abdulmümin, 550/1155 yılında İşbiliyye ve Kurtuba’ya yeni valiler atamıştır.

Bunlardan Kurtuba valisi Ebû Zeyd, göreve başladıktan hemen sonra Hıristiyanların

234 Merrakûşî, 232; Zehebî, Târih, XXXVIII, 266. 235 İbn İzârî, 48.

213

istilâ ettiği bazı kaleleri kuşatarak geri almıştır. Onun zafer haberi Muvahhidlerin

Endülüs’teki merkezi olan İşbiliyye’ye ulaşınca, büyük bir sevinç havası oluşmuştur.

Bu sevinçli haber, İşbiliyye valisi Ebû Muhammed b. Ebî Hafs’ın emriyle trampetler

çalınarak törenlerle kutlanmıştır236.

Muvahhidlerde kazanılan zaferlerden sonra, tebrik ve şükür meclisleri

kuruluyor, tebrikler halife tarafından kabul ediliyordu. Muvahhidlerin Mehdiyye’ye

girişinden hemen sonra da, ileri gelenler toplanıp Abdulmümin’in elini öperek onu

tebrik etmişlerdir. Burada ayrıca Abdulmümin’in isteğiyle kasideler okunarak

toplantıya hoş bir renk katılmıştır237.

Abdulmümin elde edilen zaferleri mektupla ülkesinin her yanına duyurmakta

ve zafer haberlerinin ulaşmasıyla da şehirlerde kutlama törenleri yapılmaktaydı. 10

Muharrem 555/21 Ocak 1160’ta Mehdiyye’nin Hıristiyanlardan alınması haberi

yaklaşık bir ay sonra Safer ayında İşbiliyye’ye ulaşmış ve bu haber üzerine büyük

çaplı törenler düzenlenmiştir. Bu çerçevede halk toplanarak onlara zaferi müjdeleyen

ve yüreklerini soğutan mektup ve bu zaferi övgüyle anlatan şiirleri yüksekçe bir yere

çıkarak okunmuştur. Bu sevinçli haberin dost düşman herkes tarafından duyulması

için üç gün boyunca, şehirde trampetler çalınmış, şiirler okunmuş, halka ve askerlere

yemekler ikram edilmiştir238.

İbnu Sahibussalat, Abdulmümin’in 555/1160 yılı sonlarında Cebelu’l-Feth’in

açılışı için gittiği Endülüs’teki karşılama töreninden bahseder. Bu karşılamaya

Muvahhidlerin Endülüs’te bulunan valileri, ileri gelenleri (talebe, huffaz, eşyah,

a’yân), komutanları, askerleri ve şairleri katılmış, halife Abdulmümin muhteşem bir

şekilde karşılanmıştır. Karşılama törenine halktan da yoğun bir katılım olmuştur.

İbnu Sahibussalat, burada onu karşılayan halkın çokluğunu, sayısını sadece Allah’ın

bileceği kadar kalabalık sözleriyle ifade etmiştir239.

Endülüs’te isyancı İbn Hamuşk’a karşı yürütülen mücadelede,

Abdulmümin’den sonra halife olacak olan Ebû Yâkub Yusuf ve kardeşi Ebû Said

236 İbn İzârî, 53, 54. 237 İbnu Sâhibussalat, 115, 116. 238 İbnu Sâhibussalat, 119; İbn İzârî, 65. 239 İbnu Sâhibussalat, 138-141.

214

Osman, başarılı bir harekatla Gırnata’yı 28 Recep 557/13 Temmuz 1162’de işgalden

kurtarmışlardır240. Zafer sonrasında Ebû Yâkub ve Ebû Said, Kurtuba’da devlet

erkanının ve bütün şehir halkının katıldığı büyük bir törenle karşılanmıştır. Buradaki

törene çevre illerden de katılımlar olmuştur. İbnu Sâhibussalat bu törene

İşbiliyye’den gelen katipler heyetiyle birlikte katıldığını belirtmiştir241. Bütün bu

rivayetlerden anlaşıldığı gibi, Muvahhidler zaferlerini törenlerle kutlayarak halkın

kendilerine destek vermelerini sürdürmeleri ve motivasyonuna katkı sağlamışlardır.

3-İskan Politikası

Muvahhidler döneminde problem çıkaracağı, ya da bulunduğu yerde kalması

sakıncalı görülen kimselerin ülke içinde yer değişikliği ile bulundukları bölgeden

çıkarıldıklarını sık sık görmekteyiz. Bu yer değişikliği herhangi suçlama söz konusu

değil de, siyasî sebeplerden dolayı ise, uygulama en iyi şekilde ve yerleri

değiştirilenler onurlandırılarak ve onlara büyük ikramlarda bulunularak

gerçekleştirilmiştir. Meselâ Abdulmümin’in Bicaye seferi sonrasında burada bulunan

eski yöneticiler ve aileleri bu şekilde en üst düzeyde ağırlanarak Merrakeş’e

yerleştirilmişlerdir. Abdulmümin bu kişilere her türlü ihtiyaçlarını en iyi şekilde

karşılayacak imkanlar hazırlatmıştır. Daha önce Benî Hammad’ın başkanlığını

yürütmüş olan Hasan, Abdulmümin’in toplantılarında yer almıştır. Abdulmümin,

Mehdiyye seferine çıkarken bölgeyi en iyi bilen kişilerden biri olarak Hasan’ı da

yanında götürmüş ve fetihten sonra, Mehdiyye valisine danışman olarak burada

kalmasını sağlamıştır242. Yine Gırnata’nın Muvahhidlere katılmasından sonra da

şehrin valisi, akrabaları ve şehirdeki eski yöneticiler Mağrib bölgesine nakledilerek

burada en üst düzeyde ağırlanarak iskan ettirilmişlerdir.

Muvahhidler, bölgelerinde fitne çıkardıkları kabul edilen kişilere yönelik

olarak sürgün politikası izlemişlerdir. Bu anlamda Endülüs’te Kurtuba’nın merkez

olmasından hemen sonra, şehirden seksen iki kişi, fitneye karışmak suçlaması ile

240 İbnu Sâhibussalat, 191, 192; İbn İzârî, 76. 241 İbnu Sâhibussalat,199; İbn İzârî, 77. 242 Nâsırî, II, 124. Buraya yerleştirilenlerden biri olan Benî Hammad’ın son Emiri Yahya, Merrakeş’te avcılıkla ve aslan terbiyesi ile meşgul olmuştur. Aslanları kurduğu özel demir kafeslerle avlayan Yahya, avladığı her aslan için Abdulmümin’den bir miktar (bin Miskal) ödül almıştır. Yine küçük aslan yavrularını yanına alarak çarşıda gezdirmiş, halifenin meclisine de bu aslanla gitmiştir. Bkz. İbn İzârî, 46, 47.

215

sürgün edilmişlerdir. Sürgün edilen bu kişiler, üzerlerine eski elbiseler giydirilerek

teşhir edilmişlerdir243.

Beyzak’ın rivayetine göre 548/1153’de Tinmellel halkından isyan edenler

olmuş ve isyana katılanlar Fas’a yerleştirilmişlerdir244. Yine Beyzak, Abdulmümin’in

Mağrib bölgesinde yaşayan Berberî ve Arap kabilelerinden bir kısmının Endülüs’teki

çeşitli yerlere yerleştirdiğini rivayet etmiştir. Bu çerçevede; Belensiye’ye Arap ve

Berberî Zenâta kabilesinden, Şâtibe ve Mürsiye’ye, Sanhâce ve Heskûre

kabilesinden, diğer bazı şehirlere de Tinmellellilerden ve Kumyalılardan bazılarını

yerleştirmiştir245. Bunlar dışında, Abdulmümin’in Bicâye seferi sonrasında

548/1153’te, çok sayıda Arab, Mağribu’l-Ednâ’dan alınarak Endülüs’te İşbîliye ve

Şeriş’e yerleştirilmişlerdir246.

4-Sistem Halk İlişkisi

Muvahhidler, daha ilk günlerinden itibaren halk üzerinde etkili olmak için

onlara çeşitli mesajlar vererek yönlendirmişlerdir. Bunu yaparken de en fazla

kullanılan iletişim kanalı sözlü propaganda olmuştur. Bunun en açık örneklerinden

biri, İbn Tûmert’in Mehdî olarak biat alması öncesindeki ortamın, mehdînin ortaya

çıkmasını gerektirecek kadar kötü ve yine mehdînin kendi bölgelerinden çıkacağı

anlayışını her yerde yaymalarıdır. Böyle yaparak hem rakiplerinin kötülüğünü, yani

mehdînin ortaya çıkmasını gerektirecek kadar kötü bir ortam ve yönetim

oluşturduklarını, diğer yandan da kendilerinin onları bu ortamdan kurtaracak kişiler

olduklarını yaptıkları propaganda ile halka kabul ettirmeye çalışmışlardır.

Abdulmümin döneminde de halkın çeşitli konularda iknâ edilmesi için

çalışmalar devam etmiştir. O, halifeliği müddetince çeşitli vesilelerle, değişik

zamanlarda mektuplar yazmıştır. Bu mektupların konularını istatiskî olarak gösteren

H. Cüllâb, L. Provençal tarafından derlenerek yayınlanan Risâletü’l-

Muvahhidiyye’deki Abdulmümin’e ait 26 mektuptan on tanesinin zafer haberlerinin

duyurulması, üçünün Tevhîd’e davet, dördünün emir bi’l-maruf ve nehiy ani’l-

243 İbnu Sâhibussalat, 199; İbn İzârî, 46. 244 Beyzak, 116. 245 Age., 126, 127. 246 Zehebî, Târih, XXXVIII, 263.

216

münker, beş tanesinin devletin bazı düzenlemeleri ve dört tanesinin de çeşitli

konularda olduğunu belirtmiştir247. Buna göre devlet düzenlemesi ve değişik

konularda diye bahsedilen mektuplar dışındaki on beş mektubun hedefinin, halkı

kendi icraatları konusunda bilgilendirmek, ya da onları yanına alarak davasına

inandırmaya yönelik olduğunu söyleyebiliriz.

Abdulmümin 534-541/1139-1147 yılları arasında yedi yıl boyunca,

Murâbıtlarla mücadele ettiği günlerde merkezleri olan Tinmellel’e dönememiş, ancak

zafer haberlerini, işlerinin iyi gittiğini merkezlerindeki halkına bildirerek248 onların

güven ve desteğini almaya devam etmiştir. Mehdiyye seferinde elde ettiği zafer

haberini de anında yazıya dökerek ülkesinin her yerinde duyurmuştur249.

Abdulmümin zaferlere ve başka olumlu icraatlara dair haberler yanında,

insanların hoşlanmayacağını düşündüğümüz haberlerin de bizzat kendilerinden

öğrenilmesi için çaba göstermiştir. O, İbn Tûmert’in kardeşlerinin Merakeş’te isyan

etmeleri ve öldürülmeleri sonrasında, küçük büyük bütün halkı bir yerde toplayarak

onlara bir konuşma yapmıştır. Abdulmümin bu konuşmasında, benim sizden başka

ne kardeşim ve ne de komşum var demiş ve onlara sonuna kadar güvendiğini

belirtmiştir250. Yine bu isyanı ve akabindeki olayları bütün açıklığı ile anlatan bir

mektup kaleme aldırarak ülkenin her yerine göndermiştir251. Böylece çok değişik

yorumlara sebep olabilecek bu konu hakkında halkın doğru bilgilenmesi ve

haklarında yanlış kanaatlerde bulunmamalarını sağlamaya çalışmıştır. Diğer yandan

isyan dolayısıyla öldürülenlerin akrabalarının kendisine karşı olumsuz bir tutum içine

girmemeleri için de özel bir çaba sarf etmiştir. Bunu sağlamak için Abdulmümin

bizzat onların akrabalarının bulunduğu Tinmellel’e giderek halka işin gerçek yüzünü

açıklamış, diğer yandan da ekonomik olarak bölgeye yaptığı yardımlarla onların

gönüllerini almaya gayret etmiştir252. Abdulmümin, böyle yaparak aynı zamanda

Tinmellel halkına karşı iyi niyetini göstermiş ve kim olursa olsun sadece suçluları

cezalandırma yoluna gittiğini de anlatmaya çalışmıştır.

247 Cüllâb, 130. 248 Beyzak, 90; Sallâbî, 108. 249 İbn İzârî, 64. 250 Beyzak, 119. 251 İbn İzârî, 51. 252 İbn Ebî Zer, 194 vd.

217

Abdulmümin Endülüs’e düzenleyeceği büyük harekat öncesinde askerî ve

malî destek alacağı halkını bu konuda iknâ etmek için, Allah yolunda cihad etmenin

önemi ve gereğini belirten konuşmalarla halkını psikolojik olarak savaşa

hazırlamıştır. Bu çerçevede halka Hıristiyanlarla savaşın Allah katındaki ecrinin

anlatılması için, mektuplar gönderilmiş253 ve vaazlar verilmiştir254.

Muvahhidlerin savaşlarında düşmanlarına karşı son derece sert ve bu

savaşlarda çok sayıda insanın öldüğüne dair rivayetlerin en azından bir kısmı

propaganda amaçlı olarak yayılmış olabilir. Meselâ, Vehran’da, Fas’ta, Merrakeş’te

ve daha birçok yerde Muvahhidlerin öldürmüş olduğu insan sayısının on binlerle

ifade edilmesini255, bir yandan muhalifleri tarafından onları kötülemek için

abartılarak anlatılmış yanlış rivayetler olarak, diğer yandan da düşmanı korkutmaya

ve boyun eğdirmeye yönelik, bilinçli propaganda ürünü olarak düşünebiliriz. Nitekim

Muvahhidlerin Merrakeş’i istila ederek Murâbıtlar Devleti’ni ortadan

kaldırmalarından sonraki savaşları ile ilgili rivayetlerde insan ölümleriyle ilgili

büyük rakamlar verilmemektedir. Hatta birçok savaştaki ölü sayısından hiç

bahsedilmez. Muvahhidler bu yeni dönemde genellikle, savaşları kazanmalarından

sonra düşmanlarına eman vermişlerdir. Daha önce İkinci Bölümde anlatıldığı gibi,

Benî Hammad idarecileri, Muvahhidlerle savaşan Araplar ve Endülüs’teki isyancı

Müslüman yerel liderler affedilerek, gönülleri kazanılmaya çalışılmıştır. Hatta Sebte

halkını isyana sürükleyip, valinin ve buradaki diğer idarecilerin öldürülmesine sebep

olan ve isyancı Sahrâvî’yi Endülüs’ten getiren Kadı İyaz ve Sebteliler dahi

affedilmiştir. Bütün bunlardan sonra, sadece Kadı İyaz’ın Merrakeş’e sürgün

edilmesiyle yetinilmiştir256. Bu dönemde en fazla kan dökülen savaş, Endülüs’te

Leble’de yaşanmıştır. Burada Muvahhidler tarafından yeniden alınan şehir halkından

on iki bin kişinin öldürüldüğü rivayet edilmiştir257. Ancak bu savaş ile ilgili haberin

253 Merrakûşî, 235. 254 İbnu Sâhibussalat, 211. 255 Vehran’da küçük büyük herkesin öldürüldüğü (Nuveyrî, XXIV, 293), Fas’ta yüz bin civarında insanın öldüğü, Merrakeş kuşatması esnasında binlerce kişinin açlık ve hastalıktan öldüğü, bir o kadar insanın da Muvahhidler tarafından öldürüldüğü, (Hülelü’l-Mevşiyye, 139, İbnu’l-Esîr, XII, 187), Bergavâta’da henüz buluğ çağına gelmemiş çocuklar dışında herkesin öldürüldüğü (İbn Ebî Zer, 190, 191), Benî Hammad kalesinde on sekiz bin insanın öldürüldüğü … (İbn Haldun, el-İber, VI, 236; Nâsırî, II, 108; Salim, Târihu’l-Mağrib, II, 707) yolunda haberler kaynaklarda yer almaktadır. 256 İbn Ebî Zer, 191; İbn İzârî, 33; Nuveyrî, XXIV, 299. 257 İbn İzârî, 5; İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 111.

218

Abdulmümin’e ulaşmasıyla birlikte, Muvahhidlerin buradaki komutanı ve

yardımcısı görevden alınmış, yargılanmış ve hapsedilmişlerdir258.

Abdulmümin halkın şikayetlerini dinlemiş ve gereğini anında yerine

getirmiştir. Meselâ, veziri Abdusselam el-Kûmî ile ilgili Tlemsan halkından gelen

şikayet vezirin yargılanmasına ve görevden alınarak öldürülmesine sebep

olmuştur259.

Son olarak Abduldulmümin’in bütün toplantılarında şiirin yer aldığını

belirtelim. Onun değişik zamanlardaki toplantılarına çok sayıda şair katılmış ve ona

şiirlerini sunmuşlardır. Kaynaklarda şairlerin Abdulmümin’e sunmuş oldukları bu şiir

örnekleri onlarca sayfa yer kaplamaktadır260. Araştırmacılardan Züneyber, şiirin Arap

toplumunda önemli bir propaganda aracı olduğunu ve Muvahhidlerin de bunu baştan

beri çok iyi bir şekilde kullanarak bu yolla kendi ilkelerinin başarısını

gerçekleştirmeye çalıştıklarına dikkat çekmiştir261. H. Cüllâb da Abdulmümin’in, bir

edib, alim ve müctehid olarak, şairlere iltifat ettiğini ve onları kendi davasına

yönlendirdiğini belirtmiştir262. Muvahhidler dönemi şairleri de yazdıkları şiirlerle

Abdulmümin ve ordusuna övgüler yağdırmışlar ve Muvahhidler ordusunu yıldızları

bile fethedecek güçte olduğunu263 mübâlağa sınırlarını zorlayarak ifade etmişlerdir.

E-İLİM VE KÜLTÜR HAYATI

İbn Tumert’in Sûsu’l-Aksâ’da oluşturduğu Muvahhidler hareketi ve

Muvahhidler Devleti’nin temelinde, halkı eğitme çabaları ve onlara siyasî bilinç

aşılayan dinî ve fikrî çalışmalar yatmaktadır. Onun bölgeye gelerek eğitim ve

propaganda çalışmalarını başlatmasıyla, bölgede canlı bir fikrî hareketlilik

başlamıştır. İşte Muvahhidler Devleti, bu hareketliliğin bir ürünü olarak ortaya

çıkmıştır. Bu canlılık İbn Tumert’in ölümünden sonra, Abdulmümin tarafından daha

sistemli ve iyi şartlarda devam ettirilmiştir. Çünkü onun ölümünden kısa bir süre

258 Bu konuyla ilgili olarak ikinci bölümde ele alınan Endülüs’ün Muvahhidlere Bağlanması kısmında daha geniş bilgi verilmiştir. 259 İbnu Sâhibussalat, 170-176. 260 Bu Şiir örnekleri için bkz. İbnu Sâhibussalat, 142-167, 202-209; İbn İzârî, 48, 49, 64-66, 70-73; Merrakûşî, 213-223; Hülelü’l-Mevşiyye, 155, 156. 261 Züneyber, 21. 262 Cüllâb, 89. 263 a.g.e. 98, 99.

219

sonra Muvahhidler’in en büyük rakibi olan Murâbıtlar ortadan kaldırılarak, onların

Muvahhidler üzerindeki askerî ve siyasî baskılarına son verilmiştir. Bundan dolayı

her alanda olduğu gibi ilim ve kültür hayatında da yeni bir döneme girilmiştir. Bu

yeni dönemde çok sayıda ilim adamı Muvahhidler Devleti’nin hizmetine girerek

onların meclislerini doldurmuştur.

Muvahhidlerin Murâbıtlara karşı zafer kazanmalarıyla birlikte başta İslâm

Dünyasının en büyük ilim adamlarından olan Gazzâlî ve İbn Hazm’ın (daha önce

yasaklanan) eserleri olmak üzere, kelâm ve felsefe alanındaki eserler yeniden

serbestçe okunabilir hâle gelmiştir264. Onlar selefleri gibi kelâmcılara kötü gözle

bakmamışlar, Re’y ve Te’vili engellememişler, tersine teşvik etmişlerdir265. Bu yeni

dönemde daha önce uygulanan kelâm ve felsefe eğitimi üzerindeki yasaklar

kaldırılmıştır. Böylece Muvahhidler dönemi, fikir hürriyeti açısından yeni bir açılım

dönemi olmuştur266.

Abdulmümin döneminde Muvahhidlerin hakim olduğu alanlarda daha önce

var olan ilim ve kültür faaliyetleri aynen devam etmiş, bunun yanında, Murâbıtlar

tarafından kısıtlanan bazı çalışmaların da serbest hâle gelmesi ve teşvik edilmesiyle

İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi dünyanın sayılı filozoflarını yetiştirecek canlı bir

bilimsel ortam oluşmuştur. Murâbıtların fürûya ait konularda takılıp kalmalarına

karşın, Muvahhidler Devleti’nin ilk dönemlerinde en çok vurgu yapılan konu temel

kaynaklara dönüş olmuştur. Hareketin kurucusu olan İbn Tûmert, Murâbıtları

eleştirirken sürekli ayet ve hadislere atıflarda bulunmuştur. Bu çalışmalarla, temel

kaynaklara dayalı olan yeni bir dinî ve fikrî hayat ortaya konmaya gayret edilmiştir.

Bu faaliyetlerle ortaya çıkan düşünce alanındaki canlılık, zamanla hayatın hemen her

yönünü etkilemiştir.

Muvahhidler Devleti’nin kurucusu İbn Tûmert, kendi dönemindeki en önemli

alimlerden biriydi267. O, Mağrib’te gittiği yerlerde karşılaştığı alimlerle yaptığı

münazaralardan her zaman üstün çıkmıştır. Başkent Merrakeş’te Murâbıtlar

Devleti’nin en önde gelen alimleriyle karşılaşmış ve onlara karşı ilmî üstünlüğünü 264 Menûnî, 197-200; Guneymî, II, 270; Hasan 445; Özdemir, İbn Rüşd, 23. 265 Sâih, 207. 266 Menûnî, 197-200; Guneymî, II, 270; Hasan, 445. 267 İbnu’l-Esîr, X, 451; İbn Haldun, el-İber, VI, 226; Neccar, 132 vd; Adıgüzel, 90, 91.

220

ortaya koymuştur268. İbn Tûmert’in en büyük öğrencisi olan Abdulmümin de kendi

dönemindeki alim şahsiyetlerden biridir. O, aynı zamanda irticalen şiir okuyabilecek

kapasitede bir şairdir269. Abdulmümin, çocuklarını da birer alim olarak

yetiştirmiştir270. Meselâ Abdulmümin’in halefi olan Ebû Yâkup Yusuf, Kur’an

yanında Buhari hafızı idi ve edebiyattan daha çok felsefeye düşkündü. Onun felsefî

konularda belli bir bilgi birikimi vardı271. Ebû Yâkub Yusuf, ilim ve felsefeye

duyduğu büyük ilgiden dolayı döneminin ünlü ilim adamı ve filozofu İbn Tufeyl’e

(ö. 581/1185) özel bir yakınlık göstermiştir272. O, Ebû Yukub’un özel hekimliğini

yapmıştır. Ebû Yâkub döneminde ilmî sahada önemli bir canlılık belirmiş, onun ilim

meclislerine rağbeti dolayısıyla İbn Tufeyl, civardaki alimleri saraya davet etmiş ve

ilmî sohbetler düzenlenmiştir273. İbn Rüşd’ün Ebû Yâkub Yusuf’a takdimini de yine

İbn Tufeyl yapmıştır274.

İbrahim Harekat, Muvahhidlerin halifelerinden Abdulmümin, Mansur ve

Me’mun’un bizzat büyük alim ve ediplerden olduğunu belirtmiştir275. Harekat,

Abdulmümin’in 550/1155’de, ülkesindeki bütün alimlere (Talebe’ye), fürûya ait

kitapların yakılması, Kur’an ve Hadis okumaya teşvik, yine hüküm verirken

doğrudan Kur’an ve Hadislere göre hüküm vermeleri konusundaki emrini276

hatırlatarak, Muvahhidler döneminde birçok alim yetiştiğini belirtmiştir. Bu anlamda

hadis, tefsîr, coğrafya, tarih, matematik, tıp, felsefe, mantık, dil bilimleri ve edebiyat

alanlarında yetişmiş alimlerden örnekler vermiştir. Tarih sahasında Beyzak, İbn İzârî,

İbn Kattan, Merrakûşî gibi şahsiyetler bu dönemde yetişmişlerdir. Yine İslâm

268 Beyzak, 64, 68. 269 Abdulmümin Merrakeş’te veziri İbn Atiye ile dolaşırlarken bir evin penceresinde çok güzel bir cariye görmüşler ve bunun üzerine karşılıklı, irticâlen şiir okuyarak cariyenin güzelliğini dile getirmişlerdir. Makkarî, VII, 113; Nâsırî, II, 120. 270 İbnu Sâhibussalat, 229, 230. 271 Nâsırî, II, 140; Harekât, Mağrib, I, 362, 363. 272 Alper, Ömer Mahir, İbn Tufeyl’in Hayatı Eserleri, 14, 15, İstanbul, 1993, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi); Demirkol, Murat, İbn Tufeyl’e Göre Hakikat Arayışı, 22, Ankara, 1994. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi). 273 İnan, II, 719; Demirkol, 22, 23. 274 Karlığa, H. Bekir, ‘İbn Rüşd’, DİA, XX, 257, İstanbul, 1999; Kutluer, İlhan, ‘İbn Tufeyl’, DİA, XX, 419, İstanbul, 1999; Adıvar, Adnan, ‘İbn Tufeyl’, 829, İA, V-2, İstanbul, 1950; Demirkol, 23. 275 Harekât, Mağrib, I, 350. 276 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, II, 112.

221

dünyasının büyük alimlerinden ve aynı zamanda en ünlü filozoflarından olan İbn

Tufeyl ve İbn Rüşd bu dönemde yetişen alimlerdendir277.

Menûnî, Muvahhidler dönemi edipleri başlığı altında elli isim sıralamış ve

bunların başına da İbn Tûmert ve Abdulmümin’i koymuştur278. Diğer bir araştırmacı

Hasan Cüllâb, Muvahhidler halifelerinin başta Abdulmümin olmak üzere fesahat ve

ilim yönünden meşhur kişiler olduklarını belirtmiştir279. Muvahhidlerin dinî ve

tecrübî ilimleri teşviklerine vurgu yapan Cüllâb, mühendislik, astronomi, felsefe,

kimya, tıp, eczacılık gibi dallarda yapılan yenilikler ve bu alanlarda yetişmiş önemli

şahsiyetlere örnekler vermiştir280. Bu anlamda, Ahmed b. Hassan el-Kâdî’nin (ö.

598/1202) Merrakeş’te kıbleyi gösteren bir alet imal ettiğini, İşbiliyye’de Avrupa’nın

ilk rasathanesinin Muvahhidler döneminde kurulduğunu, yine onların İşbiliyye’de

Kütübiyye Camii önüne yaklaşık 25 metre yükseklikte bir saat kulesi yaptıklarını ve

bu saat’in her saat başında çaldığını belirtmiştir281.

Abdulmümin, alimlere değer veren bir kişi olarak, kendisi de akaid, hadis,

hadis usulü, fıkıh, fıkıh usulü ve tarih gibi alanlarda alim kabul edilmiştir. Zaman

zaman değişik bölgelerdeki askerî ve siyasî liderler yanında, alimler ve şairlerin de

katıldığı toplantılar tertipleyerek onlarla fikir alış verişinde bulunmuştur282. O,

ülkesinin çeşitli yerlerindeki alimleri Merrakeş’e çağırmış, onlarla ilmî toplantılar

yapmış, çeşitli konularda tartışmalar düzenlemiş, onlara bol bol ikramlarda

bulunmuştur. Muvahhidlerde talebe kelimesi bilim adamı ya da buna yakın bir

anlamda kullanılmıştır. Abdulmümin ülkesinin değişik yerlerindeki ‘talebe’yi

başkente çağırmış ve onlarla görüşmüştür. Talebetu’l-Hadar denilen bu bilim

adamları zaman zaman çoğalır ya da azalırdı. Muvahhidlerin asıl unsurunu oluşturan

Musâmide’den ilim öğrenmek için çaba sarf edenlere ise Talebetü’l-Muvahhidûn

277 İ. Harekât, Muvahhidler döneminde, yukarıda saydığmız ilim dallarında yetişmiş olan onlarca alimin ismini ve eserlerini sıralamıştır. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 353-374. Ayrıca bkz. Sâih, 208 vd. 278 Menûnî, 110-122. 279 Cüllâb, 140. Burada ayrıca Muvahhidler döneminin meşhur hatiplerinden bazıları hakkında bilgi verilmiştir. 280 Cüllâb, 44, 45. Bu konuda ayrıca bkz. Eşbah, II, 257-263. 281 Cüllâb, 44, 45. 282 İbn Hallikan, I, 404; Zehebî, Siyer, XX, 370. Hasan Emîn, Muvahhidler Devleti’nin şiire önem veren ilk Mağrib devleti olduğunun söylenebileceğini belirtmektedir. Bkz. Emîn, Hasan, Devletü’l-Muvahhidîn İslâmiyye ve Mevâdîu Uhrâ, 75, Lübnan, 1981. İ. Harekât da, Muvahhidler Devleti halifelerinin bizzat şair ve edib şahsiyetler olarak bu işten zevk alan kişiler olduklarına dikkat çekmiştir. Bkz. Harekât, Mağrib, I, 368.

222

denilmiştir. Abdulmümin, öğrencilerin ve hocaların özel ya da genel toplantılarında

hazır bulunmuş, toplantıları kendisi dua ile başlatmış ve tartışılacak ilmî konuyu da

bizzat kendisi ortaya atmıştır283.

Abdulmümin’in Merrakeş’te üç bin öğrencinin ders gördüğü büyük bir okul

kurması ve bu öğrencilere çeşitli alanlarda dersler verecek hocaların buraya

getirilmesiyle başkentte canlı bir ilim ve kültür atmosferi ortaya çıkmış olmalıdır.

İbrahim Harekat, Murâbıtlar döneminde var olan küttâplar ve mescidlerdeki

geleneksel eğitimin Muvahhidler döneminde de devam ettiğini belirtmiştir. Ancak

eğitimin içeriği değiştirilmiş, İbn Tûmert’in Tevhid Risalesi, cihad ile ilgili hadisler

ve Kur’an’ı Kerim zorunlu dersler olarak okutulmuştur. Bu dönemde çocukların

Kur’an’ı ezberlemesi ve temel dinî bilgileri öğrenmesi sağlandıktan sonra, yüksek

düzeyde eğitim almak isteyenler kendi eğilimlerine göre eğitimlerine devam

etmişlerdir284.

Abdulmümin, en azından temel dini eğitimi bütün halkına zorunlu kılmıştır.

O, 3 Rebîulevvel 556/2 Mart 1160 tarihli, Bicâyelilere yazdığı mektubunda, uzun

uzun ilim öğrenmenin önemi ve gereğinden bahsetmiş, ibadetler konusunda

uyarılarda bulunmuştur. Onlara, görevlerinin İbn Tumert’in Tevhid Risalesini

ezberlemek, anlamak, kavramak, en iyi şekilde özümsemek olduğunu belirtmiştir. Bu

konuda erkek, kadın, hür, köle ayrımı yapılmaksızın, mükellef sayılan her insanın

bundan sorumlu tutulacağını, tevhîdi bilmemenin kesinlikle kabul edilemeyeceğini

bildirmiştir285. Bu mektuptan açıkça anlaşıldığı gibi Abdulmümin, temel dinî eğitimi

ülkesinde yaşayan herkes için, hiçbir ayrım yapmaksızın zorunlu kabul etmiştir.

Abdulmümin, insanları okumaya ve ilim öğrenmeye teşvik etmiştir. İbn

Kattan’ın rivayetine göre o, kendisi ve çocukları için istediği şeyi, diğer insanlar ve

onların çocukları için de istemekteydi286. Abdulmümin, kendi çocukları ve ülkesinin

çocuklarının eğitim görmesi için İşbiliyye, Kurtuba, Tlemsan, Fas gibi şehirlerden

yaşları küçük çocukları Merrakeş’te toplayarak Kur’an ve Hadis eğitimi verdirmiştir.

283 Merrakûşî, 200, 342. 284 Harekât, Mağrib, I, 345, 346. 285 Beyzak, 139, 140; Hasan, 460, 461. 286 İbn Kattan, 178.

223

Yine ülkenin her yerindeki ileri gelenlerin çocuklarından hafızları eğitimlerini devam

ettirmek için seçerek hocaları nezaretinde Merrakeş’te toplamıştır. Bu anlamda

İşbiliyye’den Merrakeş’e elli öğrenci gelmiştir. Buraya gelen öğrencileri karşılaması

için vezir İbn Atiye görevlendirilmiştir. Bu öğrenciler, en güzel şekilde

karşılanmışlar ve üç gün boyunca ağırlanmışlardır. Üç günün sonunda ise buraya

gelmelerindeki asıl amaçları gereğince derslerine başlamışlardır287.

Abdulmümin’in Merrakeş’te kurduğu büyük okulda devletinin yönetici ve

askerî kadrolarını oluşturacak üç bin kadar gence eğitim verilmiş, onların bütün

ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Buradaki okula Musâmide kabilesi ve

diğer kabilelere bağlı ileri gelenlerin çocukları getirilerek eğitilmiştir288. Bunlara,

Talebetu’l-İlm veya Kuran’ı ezberlemiş kimseler olmalarından dolayı hafız

kelimesinin çoğulu olan Huffaz denilmekteydi. Bu çocuklara önce Kur’an-ı Kerim

ve Muvatta, Müslim gibi Hadis kitapları yanında İbn Tûmert’in Tevhid konusundaki

risalesi ezberletilirdi. Burada eğitim görmekte olan gençlere dini eğitim yanında,

devlet yönetimi, askerî eğitim, yüzme, dalgıçlık, okçuluk (atıcılık), binicilik gibi

konularda da teorik ve uygulamalı eğitim verilirdi. Abdulmümin cuma günleri, Cuma

namazı sonrasında sarayında bu öğrencilerle bir araya gelir ve onlara aldıkları dersler

hakkında bizzat sorular sorarak kontrol ederdi. Yine onları içtihada teşvik ederek

ilerde karşılaşacakları problemlere karşı hazır ve zihinlerinin işlek olmasını

sağlamaya çalışırdı. Abdulmümin, başkentteki bu öğrencilerin savaş sanatlarını ne

kadar öğrendiklerini, mızrak, ok, yay, kılıç kullanımları, at üzerinde mücadele vb.

konulardaki becerilerini görmeye çalışırdı289. Daha önce valililik konusu işlenirken

de ifade edildiği gibi, bu öğrencilerin yüzme, dalış, denizcilik ve deniz savaşlarında

mücadele edebilmeleri için Merrakeş yakınında içinde her türlü geminin yüzebileceği

büyük bir göl yapılmıştı290. Abdulmümin kendi çocuklarına da bu öğrencilerle

birlikte eğitim aldırmakta, onları Kur’an ve Hadis hafızı, bunun yanında Kuran ve

Hadis ilimlerine vâkıf ve fıkıh alimi olarak yetiştirmişti. Yine Abdulmümin’in

287 İbn Kattan, 179. Ayrıca bkz. Sâih, 208. 288 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 771. 289 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Eşbah, II, 51; İnan, II, 402; Menûnî, 14. 290 Hülelü’l-Mevşiyye, 150; Eşbah, II, 51; İnan, II, 403; Menûnî, 17; Abbâdî-Sâlim, II, 260.

224

çocukları da diğer öğrenciler gibi okutulan dersler ve öğretilen uygulamalar

konusunda imtihandan geçirilmekteydiler291.

Burada eğitim gören ve Abdulmümin’den sonra halife olarak biat alan Ebû

Yâkub’un şahsiyeti ile ilgili rivayetlerde, onun Kur’an ve Hadis kitaplarından

Buharî’nin Sahih’ini ve İmam Malik’in Muvatta’ını ezberlemiş, fıkıh ve Fıkıh usulü

alimi, mükemmel bir Arapça konuşabilen, nahiv, edebiyat, felsefe ve İslâm Tarihini

Cahiliye Dönemi’nden itibaren çok iyi bilen bir şahsiyet olduğu ifade edilmiştir292.

Ebû Yâkub, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi İslâm Dünyası’nın en büyük

filozoflarıyla293 sohbet edecek kadar felsefe konularına vukûfiyet sahibiydi294. O,

kütüphanesine felsefe konusunda çok sayıda kitap toplamıştı295. Onun

kütüphanesinin 400.000 kitap kapasiteli olduğu belirtilmiştir. Bunun yanında

Muvahhidler döneminde birçok kişi kendisine özel kütüphane oluşturmuştur. Menûnî

bu konuda, Merrakeş ve Fas’ta özel şahıslar tarafından oluşturulmuş sekiz

kütüphaneyi örnek olarak vermiştir296.

Abdulmümin ekonomik yönden zayıf olan alimlere de destek olmuştur. İbn

Kattan’ın rivayet ettiğine göre, Abdulmümin, alimlerden (talebetü’l-hadar)

ekonomik yönden zayıf durumda olanların her birine hazineden biner dinar

vermiştir297.

Abdulmümin, 550/1155 yılında bütün ülkeye bir emirname çıkararak,

mescidlerin ıslahı ve her türlü münkerin yok edilmesi için çalışılmasını, insanların

taklitten men edilmesini, fürûya ait kitapların yakılmasını emretmiştir. Yine

insanların Hadis okumalarını ve Hadis’lerden çıkardıkları hükümlere göre hareket

etmeleri konusunda yönlendirilmesini istemiştir. Ayrıca hüküm vermek durumunda

olan kimselerin daha önceden verilmiş hükümleri taklit etmek ve fürûya ait

eserlerdeki bilgileri almak yerine, ictihat yoluyla doğrudan Kur’an ve Hadis’lere

291 Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 292 İbnu Sâhibussalat, 229, 230; Merrakûşî, 237, 238; Hülelü’l-Mevşiyye, 151. 293 Ülgen, Hilmi Ziya, ‘İbn Rüşd’, İA, V-2, 781, İstanbul, 1950. 294 Nâsırî, II, 140; Emîn, 71; Alper, 14, 15; Demirkol, 22, 23. 295 Merrakûşî, 238; Nâsırî, II, 140; Alper, 15; Demirkol, 23. 296 Menûnî, 186-188. 297 İbn Kattan, 177.

225

dayanarak hüküm vermeleri gerektiğini bildirmiştir298. Böyle bir girişimle, asıl

kaynaklara dönmek hedeflenmiş ve insanlar ana kaynaklara başvurarak ihtiyaçları

olan hükümleri doğrudan buradan almaya sevk edilmiştir.

F-İMAR ÇALIŞMALARI VE BU DÖNEMDE KURULAN ŞEHİRLER

1-Genel olarak İmar Çalışmaları

Abdulmümin, halifeliği süresince Merrakeş’te ve diğer şehirlerde değişik

alanlarda imar çalışmaları yaptırmıştır. Bu çerçevede mescidler, saraylar, şehirlerin

çevresine surlar vb. yapılar ortaya konmuş, bazı yerlerde yeni şehirler kurulmuştur.

Abdulmümin, 550/1155 yılında ülkenin her yerindeki camilerin tamir ve

düzenlenmesi (ıslahı) konusunda genel bir emir çıkararak299 bu alanda bir atılım

başlatmıştır.

Tourneau, Abdulmümin’in Merrakeş’te yaptırdığı saray, Tâze, Merrakeş,

Tinmellel gibi yerlerde inşâ ettirdiği camiler ve Merrakeş’teki meşhur Kutûbiyye

Mescidi’nin kırmızı yüksek minaresi ile, yeni bir mimarî tarz ortaya koyduğunu

belirtmiştir. Ayrıca Abdulmümin’in Kuzey Afrika’da daha önce görülmemiş

azamette bir imparatorluk kurucusu olmakla birlikte, onun döneminde yaratıcı, yeni

bir mimarî tarz ortaya konulduğuna dikkat çekmiştir300. C. A. Julien ise,

Abdulmümin’in Merrakeş’te Kütübiyyîn ve Tinmellel’de İbn Tûmert Mescidini,

Endülüs, Mağrib, Doğu ve mahalli tarzları birleştirerek yaptırdığını belirtmektedir301.

Muvahhidler Merrakeş’i almalarından hemen sonra Murâbıtların yönetim

merkezi olan Dâru’l-Hacer’deki mescidlerini yıkarak yeni bir mescid inşa

etmişlerdir302. Abdulmümin buraya ayrıca bir saray ve medrese yaptırmıştır.

Sarayından camiye ulaşan bir de tünel yaptırmıştır. Bu tünelden camiye vardığı

zaman büyük bir minbere ulaşıyordu. Bu minber, en değerli ve sağlam kırmızı ve sarı

sandaldan yapılmış, kapı kanatları altın ve gümüşle bezenmişti. Bu minber bir tek

hareketle açılıp kapanacak, yükselip inebilecek şekilde mekanik bir yapıya sahipti ve

298 İbn Ebî Zer, 195; Nâsırî, I, 127, II, 112. 299 İbn Ebî Zer, 195, Nâsırî, II, 112. 300 Tourneau, Hareketü’l-Muvahhidiyye, 73, 74. 301 Julien, 165. 302 Halefullah, 107.

226

çalışması esnasında en küçük bir ses de çıkmamaktaydı303. Böyle bir düzenekle

Abdulmümin mescide girip cemaatle namaza katılıyordu. Bunu yapmakla

Muvahhidler, hem camide halife için özel bir yer tahsis etmiş oluyorlar ve hem de

onun güvenliğini sağlamayı hedefliyorlardı304.

Abdulmümin, 548/1153 yılında Tinmellel’de İbn Tûmert kabri yakınlarında

bir cami inşâ ettirmiştir305. Bu caminin eni 46, boyu 49 metre, üçü kuzeyde, üçü de

güneyde olmak üzere, toplam altı kapılı olarak yapılmıştır. İ. Harekat, bu caminin

minaresinin halâ ayakta olduğunu belirtmektedir306.

Muvahhidler, çok büyük mimarî yapıları çok kısa zamanda ortaya koymakla

temayüz etmişlerdir307. Meselâ, Abdulmümin tarafından kurulan bir çok şehir bir

yıldan daha az bir sürede tamamlanarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu şehirlerden

Selâ’nın güneyinde, buraya 3 km. kadar uzaklıkta kurulmuş olan Ribatulfeth’deki

sarayı beş ayda308, Cebeli Tarık Boğazı’nın Endülüs yakasında kurmuş olduğu

Cebelü’l-Feth şehri ise dokuz ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır309.

Abdulmümin, Merrakeş Büyük Camiini, yaklaşık dört ay gibi çok kısa bir

zamanda tamamlatmıştır. Caminin hızlı, mükemmel ve görkemli bir şekilde

yapılarak tamamlanması için ülkenin her yanından gelen, her alanda en iyi ustalar

çalıştırılmıştır. 553 yılı Ribîülâhir ayı başlarında (Mayıs 1158) başlayan inşaat, aynı

yılın Şaban ayı ortalarında (12 Eylül 1158 Cuma günü) tamamlanmış ve burada

kılınan Cuma namazı ile cami açılışı gerçekleştirilmiştir310.

Abdulmümin, Selâ yakınlarında kurmuş olduğu Ribatulfeth şehrine, yirmi

millik mesafedeki Aynu Gabûle’den bol miktarda su akıtmıştır311. Bu suyun

getirilmesi işi sadece iki ay gibi kısa sürede gerçekleşmiştir312. Abdulmümin

303 Hülelü’l-Mevşiyye, 144, 145. Ayrıca bkz. Menûnî, 175; Altundağ, ‘Muvahhidler, İA, VIII, 772. 304 Dâdâh, 157. 305 İbn Ebî Zer, 194; Nâsırî, II, 109. 306 Harekât, Mağrib, I, 344. C. A. Julien, Tarihu İfrikiyya’ş-Şimâliyye adlı eserinde bu caminin planını vermiştir. Bkz. Julien, 143. 307 Guneymî, II, 266. 308 Beyzak, 113. 309 İbn Ebî Zer, 198. 310 Nâsırî, II, 114. 311 İbn Ebî Zer, 192; Menûnî, 170. 312 İbn İzârî, 43.

227

Merrakeş’e de çok uzaklardan, Ağmat dağlarından bol miktarda içme suyu

getirmiştir313.

Meriyye’nin Hıristiyanların eline geçmesinden sonra, şehrin büyük camisi ve

diğer bazı yerler harap olmuştur. Muvahhidler burayı Hıristiyanlardan geri alarak,

şehri yeniden onarmışlardır. Mühendis Ebu’l-Abbas b. Ahmed Kemal, şehrin

surlarını, camiyi, havuzlarını ve kasabayı tekrar onararak kullanılır hale

getirmiştir314.

Abdulmümin’in oğulları, Ebû Yâkub ve Ebû Said, Gırnata’daki işgali sona

erdirmelerinden sonra 12 Şevval 557/24 Eylül 1162’de Kurtuba’ya gelmişlerdir.

Burası fetret dönemindeki karışıklıklar ve gerek İbn Hamuşk ve gerekse Hiristiyan

güçlerin saldırılarından dolayı şehir harap olmuş, halk da perişandı. Abdulmümin’in

oğullarının şehire gelmelerinden hemen sonra imar çalışması başlatılmıştır. Bu

işlerin yapılması için, en iyi duvar ustaları ve işçiler temin edilerek, mühendis

Ahmed b. Bâse öncülüğünde şehir yeni baştan elden geçirilmiştir. Yapılan

çalışmalarla şehirdeki saraylar, büyük binalar ve geçitler kısa zamanda tamir edilmiş

ve şehir yeniden eski güzelliğine ve canlılığına kavuşturulmuştur315.

2-Yeni Kurulan Şehirler

İslâm Tarihinde büyük komutanlar zaman zaman ordugah şehirleri

kurmuşlardır. Abdulmümin de kendi döneminde bazı yeni şehirler kurmuştur. Onun

kurmuş olduğu şehirleri kuruluş tarihlerine göre şöyle sıralayabiliriz: Ribatu Tâze,

Ribatulfeth (Ribâtu Selâ), Bethâ ve Cebelu’l-Feth (Cebelu Târık).

2.a-Ribatu Tâze

Burası Abdulmümin’in Mağrib’de kurduğu ilk şehirdir. Bu şehir, Fas’ın

doğusunda, Melviye ırmağının bir kolu üzerinde, sahile yaklaşık 100 km. uzaklıkta,

Abdulmümin’in kendi memleketine hayli yakın bir noktada, Tlemsan-Fas karayolu

üzerinde yer almaktadır316. Abdulmümin, 529/1135’de kurduğu bu şehri317 askerî üs

313 İbnu’l-Cevzî, VIII, 245. 314 Sâlim, Târihu Medinetu’l-Meriyyetü’l-İslâmiyye, 98. 315 İbnu Sâhibussalat, 199, 200. 316 Sâlim. Mağribu’l-Kebîr, II, 838.

228

olarak kullanmıştır. Ribatu Tâze, çevresine surlar çekilerek güvenli hale getirilmiş,

arazilerine de zeytin ağaçları dikilerek, burası güzel ve kıymetli bir şehir haline

gelmiştir318. Abdulmümin, Ribatu Tâze’nin inşasını gerçekleştirerek Muvahhidler

için, hareketin daha ilk yıllarında Tinmellel dışında güvenli bir merkez

oluşturmuştur319. Bu şehrin kurulmasından birkaç yıl sonra, Abdulmümin, yedi yıl

süren ve Murbıtlar Devleti’ni ortadan kaldıran bir dizi savaşa başlamıştır. O, bu yedi

yıllık uzun savaşı boyunca burasını bir üss olarak kullanmıştır.

2.b-Ribatulfeth (Ribatu Selâ)

Bu şehir, Abdulmümin tarafından 545/1150 yılında, Selâ’nın güneyinde,

Atlas Okyanusu’na uzanan bir burun üzerinde kurulmuştur. Şehrin kurulacağı yere

önce bir saray yapılmış ve su ihtiyacını karşılamak için Aynu Gabûle suyu kanallarla

buraya akıtılmıştır320. Arkasından bahçeler ve yeşil alanlar oluşturulmuş, daha sonra

insanlara ev yapmaları için izin verilmiş ve Ribatulfeth (bugünkü Rabat şehri) bu

şekilde kurulmuştur321.

Ribatulfeth, daha sonra büyük bir şehir haline gelmiştir. Atlas Okyanusuna

dökülen Vâdirrumman nehri, Ribatulfeth ve Selâ arasından akmaktadır. Muvahhidler

bu nehir üzerine, suyun az olduğu zamanlar kullanılmak üzere, taş ve tahtalarla bir

köprü yapmışlardır. Nehir suyunun çok olduğu zamanlarda ise karşıdan karşıya

geçmek için kayıkları kullanmışlardır322. Bu şehir, Abdulmümin tarafından

Muvahhidlerin savaşa gidecek olan birlikleri için toplanma yeri olarak

kullanılmıştır323.

2.c-Bethâ

Bethâ, Mağribu’l-Evsat’da, Vehran yakınlarında kurulmuş olan bir şehirdir.

Abdulmümin Bicâye (Mağribu’l-Evsat) seferinden dönerken kendisine bir suikast 317 İbn Ebî Zer, 187; Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. İ. Harekât, belirttiğimiz kaynaklardaki bilgilere uymayan bilgi vermiş ve bu şehrin 538’de kurulduğunu belirtmiştir. Bkz. Hareket, Mağrib, I, 340. 318 Harekât, Mağrib, I, 341. 319 Sâlim, Mağribu’l-Kebîr, II, 838. 320 Beyzak, 113; İbn İzârî, 43; Nâsırî, II, 106; Menûnî, 170. 321 İbn İzârî, 43; İbn Ebî Zer, 192. Ribâtulfeth, bugün Rabat diye bilinen Fas’ın en önemli şehirlerinden biridir. 322 Merrakûşi, 266, 359. 323 İbn Ebî Zer, 192, 202; İnan, II, 633.

229

tertip edilmiştir. Bu suikastı Abdulmümin ile ihtilafa düşen İbn Tûmert’in

yakınlarından bir gurup tertip etmiştir. Onların planına göre gece gizlice

Abdulmümin’in yattığı yere girilecek ve öldürülecekti. Onun ölümünden sonra

devlet başkanlığını İbn Tûmert’in yakınları olarak kendileri üstleneceklerdi. Onlar

devlet başkanlığı görevi için en lâyık kişiler olarak kendilerini görüyorlardı. İbn

Tûmert’in Onlar Meclisi’nden olan İsmail b. Yahya Hezrecî (Ebû İbrahim)324, bu

suikast planını önceden haber alarak Abdulmümin’e bildirmiştir. Suikastı

Abdulmümin’e haber veren bu kişi, o gece Abdulmümin’in yatağında yatmayı, bu

şekilde öldürülürse Müslümanların iyiliği için kendisini Abdulmümin’e feda etmiş

olacağını, kurtulursa da bunun Allah’ın inayetiyle olacağını söylemiştir. Ebû

İbrahim, Abdulmümin ile bu şekilde anlaşarak gece onun yatağına yatmıştır. O gece

suikastçiler, planları gereğince Abdulmümin’in yattığı yere gizlice girmişler ve

yatağındaki bu kişiyi öldürmüşlerdir325. Abdulmümin sabah namazına kalktığı zaman

Ebû İbrahim’i yatağında öldürülmüş olarak bulunca, onu elleriyle bir deveye

yüklemiş ve deveyi sürerek serbest bırakmıştır. Deve kendi kendine duruncaya kadar

gitmiş ve Ebû İbrahim devenin beklediği yere defnedilmiş, üzerine türbe ve cami

inşâ edilmiştir. Daha sonra da caminin çevresine evler yapılarak, Mağrib

kabilelerinin her birinden onar aile buraya yerleştirilmiştir. Böylece yeni bir şehir

kurularak, kendisini Abdulmümin için feda eden Ebû İbrahim’in hatırası

ebedileştirilmiştir326.

Abdulmümin için kendisini feda eden Ebû İbrahim’in Yahya adında bir erkek

ve Fatıma adında bir de kız çocuğu vardı. Muvahhidler Yahya’ya devlette önemli

görevler vermişler ve ölünceye kadar da görevinde kalmasını sağlamışlardır. Fatıma

324 Merrakûşî, 233. Ebû İbrahim, daha önce de İbn Tûmert’i Murâbıtlardan kurtarmıştır. Merrakûşî’nin rivatet ettiğine göre; İbn Tûmert Merrakeş’ten sürülünce Ağmat’a geçmiştir. Ebû İbrahim, İbn Tûmert Ağmat’tayken onun tutuklanması için çalışmalar yapıldığını haber almıştır. O, bir gurupla ders yapmakta olan İbn Tûmert’in yanına gelmiş ve ‘Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında konuşuyorlar. Hemen buradan çık git. Ben sana öğüt verenlerdenim’ (Kasas Suresi, 20. ayet) mealindeki ayeti okumuş ve ayetin iğrabını sormuştur. İbn Tûmert, bu sorunun kendisine bir uyarı olduğunu anlayarak hemen bölgeyi terk ederek yakalanmaktan kurtulmuştur. Bkz. Merrakûşî, 234, 235. 325 İbn Ebî Zer, 199. 326 İbn Ebî Zer, 200. Bu konuda bilgi için bkz. Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 59, 254; Altundağ, ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 766.

230

ise, Abdulmümin’in oğlu ve kendisinden sonra halifelik makamına geçen Ebû Yâkub

Yusuf ile evlendirilmiştir327.

2.d-Cebelu’l-Feth

Cebelü’l-Feth, Cebel-i Târık boğazının Endülüs yakasında, Endülüs’ün

güneyinde, yüksekçe bir mevkide inşâ edilmiştir. Cebelu’l-Feth aynı zamanda

Abdulmümin’in adını ölümsüzleştiren eserlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Burası

Muvahhidlerin Endülüs’te yürütülmesi düşünülen büyük fetih hareketinin askeri

karargahı olarak kurulmuştur. Bu düşünceden dolayı da şehre, Medinetu’l-

Feth/Cebelü’l-Feth denilmiştir328.

Cebelü’l-Feth’in inşası için çalışmalar Abdulmümin’in emriyle başlatılmıştır.

Burasının inşâsından önce Abdulmümin’in Kurtuba’da vali olan oğlu Ebû Saîd

Osman, askerleriyle ve Endülüs’ün ileri gelenleriyle Cebeli Tarık’a gelmiştir. Burada

Abdulmümin’in veziri Ebû Hafs Ömer Hintatî’nin de katıldığı bir toplantı

yapılmıştır. Ebû Hafs başkanlığında yapılan bu toplantıya, Ebû İshak Berraz b.

Muhammed, el-Hac Yaîş gibi mühendisler de katılmışlardır. Şehrin kurulacağı yer

kararlaştırılınca, Endülüs’ün çeşitli yerlerinden yapı ustaları, kireççiler, marangozlar

ve her alandaki çok sayıda usta buraya getirilmiştir329. Burasının hızlı ve eksiksiz

inşâsı için devletin bütün yetkilileri var güçleriyle çalışmışlardır. 9 Rebîülevvel

555/19 Mart 1160’da başlanan çalışmalar dokuz ay sonra 555 yılı Zilkâde/1160

Kasım ayında bitirilmiştir330. Abdulmümin, inşaatın bitirilmesinden hemen sonra

buraya gelmiş ve iki ay kaldıktan sonra 556/1161 yılı başlarında tekrar Merrakeş’e

dönmüştür331.

Cebelu’l-Feth, Abdulmümin’in gücünün zirvesinde olduğu, Mehdiyye’nin ele

geçirilerek Mağrib’ten Hıristiyanların tamamen çıkarıldığı ve bütün Mağrib’in

devletinin sınırları içine katıldığı yılda inşâ edilmiştir. Böyle bir dönemde her şeyiyle

mükemmel bir şehir kurulmaya çalışılmıştır. Burada büyük bir cami, saray, kışla, su

327 Merrakûşî, 234. 328 Abbâdî- Sâlim, II, 258. 329 İbnu Sâhibussalat, 129, 131, 138; İbn Ebî Zer, 198; Nâsırî, II, 113, 114; Nasrullah, 325; Mu’nis, II, 97; Abbâdî-Sâlim, II, 258. 330 İbn Ebî Zer, 198. 331 İbn Ebî Zer, 199; Nâsırî, II, 125; Eşbah, II, 58; Hâcî, Târihu’l-Endülüs, 458.

231

dağıtım şebekesi ve içinde her türlü meyve ağacı bulunan güzel bahçelerle süslenmiş

bir şehir kurulmuştur332. Bu bahçelere; zeytin, üzüm, elma, armut, ayva, kayısı,

anber, turunçgiller, muz vs. ağaçları dikilmiştir. Sonuçta hiçbir şey eksik

bırakılmadan, mükemmel bir şehir inşâ edilmiştir. Cebelü’l-Feth’in inşası

Abdulmümin’in oğlu Ebû Said Osman’ın gözetiminde mühendis el-Hâc Yeîş

tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu mühendis burada şehrin yüksek bir noktasında bir

de yel değirmeni yapmıştır333.

332 Özdemir, ‘Cebelitârık’, DİA, VII, 187. 333 İbnu Sâhibussalat, 130-136; Hülelü’l-Mevşiyye, 155. Hülelü’l-Mevşiyye’de, Abdulmümin’in Mehdiyye seferi sonrasında Endülüs’e geçtiği ve burada bir şehir kurulmasını kararlaştırdığı, burasının planını da bizzat kendisinin çizdiği rivayet edilmiştir. Bkz. Hülelü’l-Mevşiyye, 154, 155.

Abbâdî-Sâlim’in Târihu Bahriyye adlı eserinde burada kurulan yel değirmeninin ilklerden olduğu anlatılmıştır. Daha önce su gücüyle çalışan değirmenler varken burada ilk kez bir yel değirmeni kurulmuştur. Bkz. Abbâdî-Sâlim, II, 258, 4. dipnot.

SONUÇ

Bu çalışmamızda siyâsî olarak bazı ilkeler ortaya koyan ve bu ilkeler

doğrultusunda çok büyük çabalar harcayarak bir devlet ortaya çıkaran İbn Tûmert’in

kurduğu Muvahhidler Devleti’ni zirveye taşıyan Abdulmümin b. Ali’nin çabalarını

ortaya koymaya gayret ettik. Muvahhidlerin ulaştığı nokta, hem hakim olduğu siyâsî

coğrafya ve hem de bıraktığı ilmî ve siyâsî miras açısından kendisinden sonra

kurulan devletlerin erişemediği, ancak kendisinden beslendiği bir zirvedir. Malik

Binnebi’nin ifadesiyle Muvahhidlerden sonra atâlet ve geriye gidiş başlamıştır.

Muvahhidler Devleti denilince, ilk akla gelen şüphesiz bu hareketin kurucusu

olan Muhammed b. Tûmert’tir. İbn Tûmert, geçlik döneminde Mağribu’l-Aksâ’nın

en uç noktası, Sûs bölgesinden çıkarak Endülüs, İskenderiyye, Mekke ve oradan da

Bağdat’a geçen, burada on yıl kaldıktan sonra yine İskenderiyye’ye uğrayıp,

Mağribu’l-Ednâ’ya geçip Tunus’tan itibaren belli aralıklarla Kuzey Afrika sahil

şehirlerinde kalan ve nihayet on beş yıl sonra ülkesine geri dönen bir şahsiyettir. O,

Doğuda kaldığı on yıllık bir sürede elde ettiği ilmî ve siyâsî birikimini, Mağrib

bölgesinde, Tunus’tan Merrakeş’e kadar gidişi esnasında, dört yıllık bir sürede

hayata geçirmeye çalışmıştır. Bu hareketi esnasında da, günden güne kendisini siyâsî

söylem ve eylem olarak geliştirmiş, yenilemiş, başlangıçta sadece bazı dinî

uygulamalara, şahsî ibadetleri terk edenlere karşı yürüttüğü uyarı ve tebliğ çalışması,

zamanla tamamen siyâsî bir söyleme ve eyleme dönüşmüştür. Bu siyâsî hareketin

kendisini açıkça ve en cesur şekilde ortaya koyduğu yer Merrakeş’in güney

kısımlarında bulunan, Atlas Dağlarının sarp kısımlarındaki Sûsu’l-Aksâ’dır. Bu

bölge, İbn Tûmert’in de mensubu olduğu Musâmide kabilelerinin yaşadığı bir yerdir.

Burada kurulan Muvahhidler hareketi, yürütülen bir yıllık yoğun dinî, siyâsî eğitim

ve propaganda faaliyeti sonrasında Muvahhidler Devleti’ne dönüşmüştür. Bu

hareketin askerî ve siyâsî gelişimi ve başarılarında başlangıçtan itibaren en önemli

katkıyı sağlayan Abdulmümin b. Ali olmuştur. Abdulmümin, İbn Tûmert’in ortaya

çıktığı dönemde Benî Hammad Devleti’ne ait olan Bicâye yakınlarındaki Mellâle’de

512/1118’de onunla tanışmış ve 524/1130’da onun ölümüne kadar ondan

ayrılmamıştır. Bu tanışma esnasında Abdulmümin, daha önce İbn Tûmert’in yaptığı

gibi ilim öğrenmek için Doğu’ya gitmekteydi. O, kendi memleketi olan Vehran’nın

233

batısındaki Tacrâ’dan Doğuya doğru giderken yolculuğunun ilk merhalelerinden

birinde İbn Tûmert ile karşılaşmıştır. Bu sırada İbn Tûmert, verdiği derslerden ve

bulunduğu yerlerdeki fakihlerle giriştiği tartışmalardaki üstün konumundan dolayı,

ünü bölgede yayılmış olan biriydi. Abdulmümin de, ilk olarak herkesin dilindeki bu

büyük alim ve fakih kişiyle tanışmadan edememiş ve bu tanışma onun rotasını

Doğudan Batıya çevirmiştir. Bu tanışma bölge ve İslâm Tarihi açısından çok önemli

bir karşılaşma olmuştur. Bundan dolayı, Muvahhidler dönemi tarihçileri bu

karşılaşmayı efsaneleştirmişlerdir.

Abdulmümin, İbn Tûmert tarafından verilen dersleri en iyi anlayarak gece

gündüz onunla eğitimine devam etmiştir. Bu son derece yetenekli öğrenci, edebi,

ilmi ve çalışkanlığı ile hocasının olduğu kadar, onun çevresindeki herkesin sonsuz

güvenini kazanmıştır. O, bu vasıflarıyla sıradan bir öğrenci olarak çıktığı yolu, halife

olarak devam ettirmiş ve sonunda, yeni ortaya çıkan küçük bir devleti, bölgesinin en

büyük devleti haline getirerek tarihe geçmiştir.

Abdulmümin dönemi (524-558/1130-1163), Muvahhidler Devleti’nin en hızlı

yükseliş dönemini yaşadığı bir dönemdir. Bu dönemde Abdulmümin, devletinin

sınırlarını Trablus’tan (Libya/Trablusgarb) Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya) ve oradan

da Endülüs’ü içine alacak şekilde genişletmiştir.

Abdulmümin, ülkesinin yönetiminde yer alacak olan kişilerin yetişmesi için

okullar açmış ve buradan mezun olan gençleri en üst seviyede değerlendirerek

yönetimi, belli bir formasyondaki bu kişiler eliyle yürütmeye başlamıştır. Bu

anlamda tarihteki önemli şahsiyetlerden biridir. Onun devlet adamı olarak yetiştirdiği

kişiler hem dinî eğitimini tam olarak almış ve hem de siyâsî ve askerî eğitimi pratik

ve teorik olarak görmüşlerdir. O, İbn Tûmert’in eğitiminden geçmiş tecrübeli

şeyhleri, Merrakeş’te kurduğu okulunda özel olarak yetiştirdiği kişilerden en üst

düzeyde görev alanların (vali ve komutanlık gibi) yanında yardımcı olarak

görevlendirmiştir. Kendi oğullarını vali atarken de bu kurala riayet etmiş, yanlarına

tecrübeli şeyhlerden yardımcılar görevlendirmiştir. Böylece, eskilerin tecrübe ve

hilimleriyle, gençlerin atılganlığı ve yeniliklere olan eğilimlerini birleştirmiştir.

233

234

Abdulmümin’in bir başka özelliği de, başlangıçtan itibaren halife unvanını

kullanıyor olmasıdır. İslâm tarihinde adından bahsedilen çok sayıda devlet içinde

baştan beri halifelik iddiasında bulanan devlet sayısı çok fazla değildir. Tarihte

devlet başkanına halife unvanı veren sayılı devletlerden olan, Endülüs Emevîleri ve

Osmanlılar gibi devletler bu unvanı devletlerinin kurulmasından çok sonraki

aşamalarda kullanmaya başlamışlardır. Bu konuda Muvahhidlerin farkı, bilinçli

olarak başlangıçtan itibaren kendilerini İslâm Dünyasının tek dinî ve siyâsî temsilcisi

olarak görmeleridir. Bu anlamda Muvahhidler Devleti, Berberîlerin kurduğu ilk

bağımsız devlet olma özelliğini taşımaktadır.

Muvahhidlerin tevhid anlayışı, bütün uygulamalarında kendisini göstermiştir.

Daha işin başında kendilerini Muvahhidler olarak adlandırmaları bu anlayışlarının en

önemli göstergesi olmuştur. Yine İslâm’ın temel kaynaklarına dönüş diye ifade

edebileceğimiz, hayatın her alanında verilmesi gereken hükümlerle ilgili doğrudan

Kur’ân ve Sünnet’e müracaatı emretmiş olması Abdulmümin’in önemli

özelliklerinden biridir. Bu anlamda fürûya ait eserlerin yakılması için emir çıkaran

Abdulmümin, temel kaynaklara dönüşün gerekliliği konusundaki inanışını biraz da

zorlayarak hayata geçirmeye çalışmıştır.

Abdulmümin, Peygamberimizin (sav) ilim öğrenmek kadın erkek her

müslümana farzdır diye ifade edilen hadisinin hayata geçirilmesi için, ülkesindeki

her vatandaşına kadın erkek, köle hür ayrımı yapılmaksızın, temel dinî bilgilerin

zorunlu olarak öğretilmesi için emir vermiştir. Ayrıca Murâbıtlar döneminde

yasaklanmış olan Kelâm ve Felsefe, bu dönemde serbest bırakılmış, hatta teşvik

edilmiştir. Böylece her türlü ilmî çalışma gelişme imkanı bulmuş, dillere destan çok

büyük kütüphaneler kurularak ilim adamlarının hizmetine sunulmuştur. Bunun

neticesinde sadece Müslümanların değil bütün dünyanın tanıdığı ve büyük filozof

olarak kabul ettiği İbn Tufeyl ve İbn Rüşd gibi büyük ilim adamları yetişmiştir. Bu

kişiler halifeler yanında büyük itibar görmüşlerdir.

Abdulmümin döneminde verilen eğitim, okunan-okutulan kitaplar ve buna

paralel olarak yeni bir ilim ve alim kişi anlayışı ortaya çıkmıştır. Yine bu dönemde

devletin dinî konulardaki hassasiyeti ve buna bağlı olarak ibadetlere olan ilginin

artmasıyla yeni ibadethaneler yapılmış ve dinî mimârî alanında yeni eserler ortaya

234

235

konulmuştur. Bütün bunlarla birlikte yeni bir cihad ruhu ortaya çıkmış ve bu ruhun

etkisiyle sürekli bir savaş hareketliliği ve dolayısıyla da savaş sanayii canlılık

kazanmıştır. Bu dönemde yeni kurulan şehirlerle, göçlerle, sürgünlerle ve Murâbıtları

oluşturan Lemtûne kabilesinin ortadan kaldırılmasıyla sosyal yapı büyük bir

değişime uğramış; sonuç olarak bu gelişmeler, zincirleme olarak hayatın her alanını

etkileyen bir anlayış getirmiştir.

Abdulmümin’in fetih hareketleri sayesinde Müslümanlar, Endülüs ve

İfrikiyye’de Hıristiyan işgallerini durdurmuşlar ve geri püskürtmüşlerdir. Bugün

Kuzey Afrika sahillerinde Müslümanlar yaşamaktaysa, bu konudaki en büyük pay

önce Muvahhidlere ve daha sonra da Osmanlılara aittir. Abdulmümin, 555/1160’ta

Mağribu’l-Ednâ’ya karadan ve denizden düzenlediği büyük seferle bu bölgeyi işgal

etmiş olan Sicilyalı Normanları mağlup etmiş ve ülkeden tamamen çıkarmıştır.

Bununla da yetinmeyerek, bölgedeki Hıristiyanlara ya bölgeyi terk etmelerini ya da

Müslüman olmalarını, yoksa burada yaşayamayacaklarını bildirerek burayı tamamen

bir Müslüman bölgesi haline getirmiştir.

Abdulmümin halifeliği müddetince çok geniş bir coğrafyada sayısız savaş

yapmış ve hemen hepsinden galip çıkmasını bilmiştir. Onun galibiyetinin belki de en

önemli sebebi, davasına olan sonsuz inancı, galibiyet için her türlü çalışmayı eksizsiz

yerine getirmeye çalışması ve her zaman duruma göre farklı savaş taktikleri ortaya

koyabilmesidir. O, aynı zamanda askerlerini çok iyi bir şekilde motive ederek onlara

hakim olan mükemmel bir komutandır. O, edebi, ilmi, vefası, adaleti, cömertliği ve

diğer güzel vasıflarıyla askerlerinin ve diğer insanların kendisine hayranlık duyduğu

birisi olmuştur.

Abdulmümin, kurduğu şehirlerle de tarihe mal olmuş önemli bir şahsiyettir.

O, imar çalışmaları çerçevesinde, çok büyük eserleri çok hızlı bir şekilde ortaya

koyan bir lider olmuştur. Cebelu’l-Feth ve Ribatu’l-Feth gibi şehirler; sarayları,

şehrin su ihtiyacı için açılan kanalları ve diğer ekleriyle bir yıldan daha kısa sürelerde

inşâ edilmiştir. Onun kurmuş olduğu şehirlerden Ribatu’l-Feth (Rabat) bugün Fas’ın

en önemli şehirlerinden biridir.

235

236

Abdulmümin, adaleti, cesareti, atılımları, ilmi, edebiyata olan ilgisi, ortaya

koyduğu devlet adamlığı anlayışı ile çağını aşan bir lider olmuştur. Onun devletinin

etkileri, devletinin ömründen uzun olmuş, devleti yıkıldıktan sonra da yüzyıllar

boyunca yerlerinde kurulan diğer devletlerde, onların siyâsî mirası sürdürülmeye

çalışılmıştır. Onun devletinin siyâsî, askerî, ilmî, kültürel ve diğer alanlarda ortaya

koyduğu yenilik ve canlılık, Mağrib ve Endülüs İslâm Tarihi için çok büyük önem

taşımaktadır.

236

237

BİBLİYOGRAFYA

-Abbadî, Ahmed Muhtar, Dirâsât fî Tarihi’l-Mağrib ve’l-Endülüs. İskenderiye, bty.

-Adıgüzel, Adnan, el-Mehdî İbn Tûmert ve Muvahhidler Devleti’nin Kuruluşu,

(Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi) Ankara, 1998.

-Adıvar, Adnan, ‘İbn Tufeyl’, İA, V-2, 829-831, İstanbul, 1950.

-Ahmed Emin, Zuhru’l-İslâm, Kâhire, 1962.

-Ahmed Muhammed, ‘Mehdî’, İA, VII, 474-479.

-Ahmed, M. H., Kıyâmu Devleti’l-Murâbitîn, Kâhire, 1956.

- Ahterî, Şemseddin, Ahterî Kebîr, İstanbul, 1310.

-Alper, Ömer Mahir, İbn Tufeyl’in Hayatı Eserleri, İstanbul, 1993. (Yayınlanmamış

Yüksek Lisans Tezi)

-Altundağ, Şinasi ‘Murâbıtlar’ İA, VIII, 580-586.

------- ‘Muvahhidler’, İA, VIII, 765-773.

-Arnold, T. W., İntişâr-ı İslâm Tarihi, Ankara, 1971.

-Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şia, Ankara, 1983.

-Atçeken, İsmail Hakkı, Endülüs’ün Fethi ve Musâ b. Nusayr, Ankara, 2002.

- Avcı, Cesim, ‘Hilâfet’, DİA, XVII, 539-546, İstanbul, 1998.

- Aytekin, Arif, ‘İbn Tûmert’, DİA, XX, 425-427, İstanbul, 1999.

-Basset, René, Ali İbn Ebî Zer, İA, V-2, İstanbul, 1950.

-------- ‘İbn Tûmert’, Dairetü’l-Maarifi’l-İslâmiyye, I, 106-109, Tahran, 1954.

-------- ‘İbn Tûmert’, İA, V-2, 831-833, İstanbul, 1950.

-------- ‘İdrisîler’, İA, V2, 937, 938, İstanbul, 1950.

-------- ‘Berberîler’, İA, II, 525-534, İstanbul, 1949.

-Bauer, H., ‘Hafsîler’, İA, V, 82-84, İstanbul, 1950.

-Belâzurî, Ebu’l-Hasan Ahnet b. Yahya b. Câbir (ö. 279/892), Futûhu’l-Buldân, Yay.

Abdulkadir Muhammed Ali, Beyrut, 2000.

-Bel, A. ‘Ali b. Yusuf b. Taşfin’, İA, I, 315-316, İstanbul, 1950.

------- ‘Abdulmumin’, İA, I, 98-100, İstanbul, 1950.

-Beyzak, Ebû Bekir Sanhâcî Meknî, (ö. ? 555/1160) Kitâbu Ahbâri’l-Mehdî İbn

Tûmert ve İbtidâi Devleti’l-Muvahhidîn, Yay. Levi Provençal, Paris, 1958.

237

238

-Binnebi, Malik, İslâm Davası, Ter. Muharrem Tan, İstanbul, 1990.

-Birignon, Jean, ‘Murâbıtlar-Muvahhidler’, Doğuşundan Günümüze Büyük İslâm

Tarihi, V, İstanbul, 1988.

-Bourouıba, R., İbn Tûmert, Alger, 1974.

------- Abd Al-Mu’mın Flambeau des Almuhads, Alger, 1974.

-Buharî, Ebî Abdullah Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğîre (ö. 256), Sahihu’l-

Buharî, Yay. Haz. Kasım Şemmâî Rifâî, Beyrut, 1987.

-Bulut, Zübeyir, Hanbelî Akâid Sistemi, Ankara, 2003.(Yayınlanmamış Doktora Tezi)

-Cabirî, Abid, Arap Aklının Oluşumu, Ter. İ. Akbaba, İstanbul, 1997.

-Cebecioğlu, Ethem, Tasavvaf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, 1997.

-Cüllâb, Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye, Eserü’l-Akîde fi’l-Edeb, Merrakeş,

-Cervantes, Donkişot, Ter. Ali Çankırılı, İstanbul, 2002.

-Colin, G. S. Endülüs, Ter. İ. Hurşit, A. Yunus, H. Osman, Beyrut, 1980.

-------- ‘Masmûde’, İA, VII, 351-356, İstanbul, 1957.

-------- ‘Lemta (Lamta)’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957.

-------- ‘Lemtûne (Lamtûne)’, İA, VII, 31, İstanbul, 1957.

-De Cenival, Pierre, ‘Merrakeş’, İA, VII, 738-751, İstanbul, 1957.

-Demirkol, Murat, İbn Tufeyl’e Göre Hakikat Arayışı, Ankara, 1994.

(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

-Çağatay, Neşet, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Ankara, 1992.

-Çelebi, Ahmed, Mevsûatu’t-Târihi’l-İslâmî ve Hadâratu’l-İslâmiyye, Kâhire, 1983.

-Dâdâh, Muhammed Vulid, Mefhûmu’l-Mülk fi’l-Mağrib, Beyrut, 1977.

-Dağlı Yücel, Üçer Çumhur, Tarih Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1997.

-Dayle, Muhammed Rıdvan, Fi’l-Edebi’l-Endülüs, Dimeşk, 2000.

-Demombynes, G., ‘Ağlebiler’, İA, I, 149-151, İstanbul, 1950.

-Deşrâvî, Ferhat, Hilâfetü’l-Fâtımiyye bi’l-Mağrib, Beyrut, 1994.

-Durant, Will, İslâm Medeniyeti, Ter. Orhan Bahaeddin, İstanbul, bty.

-Dursun, Davut, ‘Afrika’ DİA, I, Ankara, 1988.

-Ebu’l-Fidâî, İmamuddin İsmail (732/1332), el-Muhtasar fi Ahbâri’l-Beşer, Beyrut,

bty.

-Ekinci, Müşerref, Yusuf b. Taşfin ve Murâbıtlar Devleti, Ankara, 1997.

(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi)

238

239

-Emin Hasan, Devletü’l-Muvahhidiyye el-İslâmiyye ve Mevâidu’l-Uhrâ, Beyrut,

1981.

-Erbilî, Şerafeddin Ebi’l-Berekât Mubarek b. Ahmed Lahmî, Târihu Erbil

Nebehâtu’l-Beledi’l-Hâmil bi men Veredehu mine’l-Emâsil, Yay. Sami b. Seyyid

Hamas Sakar, Bağdat, 1980.

-Eşbah, Yusuf, Târihu’l-Endülüs fî Ahdi’l-Murâbitîn ve’l-Muvahhidîn, Ter.

Muhammed Abdullah İnan, I, II, Kâhire, 1992.

-Ethem Ruhi Fığlalı, Mesih ve Mehdî İnancı Üzerine, İstanbul, 1979.

-Farukî, İsmail Râci, Luis Lâmia, İslâm Kültür Atlası, Ter. Mustafa Okan Kibaroğlu,

Zerrin Kibaroğlu, İstanbul, 1991.

-Fığlalı, E. Ruhi, İtikadî İslâm Mezhepleri, Ankara, 1983.

-Fisher, Humphrey, ‘Murâbıtlar’, İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyet, Ter. Kemal

Kahraman, İstanbul, 1997.

-Guneymî, Abdulfettah Mukallid, Mevsûatu Tarihu’-Mağribi’l-Arabî, I-II, Kâhire,

1994.

-Georges Marçais, ‘Ribat’, İA, IX, İstanbul, 1993.

-Graefe, E., ‘Fatimîler’, İA, IV, İstanbul, 1966.

-Hâcî, Abdurrahman Ali, Târihu’l-Endülüs mine’l-Fethi’l-İslâm Hattâ Sukûti

Gırnata, Kâhire 1983.

-Hady, Roger İdris, Devletü’s-Sanhâciyye, Ter. Hammad es-Sahilî, Beyrut, 1992.

-Halefullah, İbtisam Mer’î, Alâkâtu Beyne’l-Hilâfeti’l-Muvahhidiyye ve’l-Meşrikı’l-

İslâmî, İskenderiyye, 1985.

-Halil Ethem, Düveli İslâmiyye, İstanbul, 1927.

-Hallak, Hasan, Dirâsâtü fî Târîhi’l-Hadârati’l-İslâmiyye, Beyrut, 1999.

-Hamidullah, Muhammed, ‘Fethü’l-Endülüs (İspanya) Fî Hilâfeti Seyyidinâ Osman,

Sene 27 li’l-Hicreti’, İTED, VII, Cüz 1-2, İstanbul, 1978.

Hammâde, M. Mahir, Vesâiku’s-Siyâsiyye ve’l-İdâriyye fi’l-Endülüs ve Şimâli

İfrikiyye, Beyrut, 1986.

-Harekât, İbrahim, Mağrib Abre’t-Târih, Darulbeydâ, 1984.

----------, ‘Gâniye’, DİA, XIII, 354, İstanbul, 1996.

----------, ‘Berîd’, DİA, V, 498-500, İstanbul, 1992.

-Hasan, Hasan Ali, Hadâratu’l-İslâmiyye fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, Kâhire, 1983.

239

240

-Hasan İbrahim Hasan, Siyâsî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi V, Ter. İsmail Yiğit,

İstanbul, 1988.

-Hatipoğlu, M. Said, ‘İslâm’da İlk Siyâsî Kavmiyetçilik-Hilâfetin Kureyşliliği’,

AÜİF Dergisi, XXIII, 121-213, Ankara, 1978.

-Hattâbî, Muhammed Arabî, Tıbbu ve’l-Etıbbâü fî’l-Endülüsi’l-İslâmiyye, Beyrut,

1988.

-Hikmet Naci, Tarih Boyunca Kuzey Afrika ve Berberîler, İstanbul, 1955.

-Hitti, Philip, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, Ter. Salih Tuğ, İstanbul, 1980.

-Hizmetli, Mustafa, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, Ankara, 2002. (Yayınlanmamış

Doktora tezi.)

-Hizmetli, Sabri, İslâm Târihi, Ankara, 1995.

------- ‘Osmanlı Yönetimi Döneminde Tunus ve Cezâyir’de Eğitim ve Kültür

Tarihine Genel Bir Bakış’, AÜİF Dergisi, XXXII, Ankara, 1992.

------- ‘İtikâdî İslâm Mezheplerinin Doğuşu’, AÜİF Dergisi, XXVI, Ankara, 1983.

------- ‘Mağrib ve Endülüs Müslümanlığına Genel Bir Bakış’, İlim ve Sanat Dergisi,

Sayı, VI, Ankara, 1986.

-Himyerî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullahb. Abdulmunim, Kitâbu Ravdu’l-

Mu’târ fî Haberi’l-Ektâr - Sıfatu Cezîreti Endülüs- Yay. L. Provençal, Kâhire, 1937.

-Hodgson, Marshall G. S., İslâm’ın Serüveni, Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve

Târih II, Ter. Mutlu Bozkurt, İstanbul, 1995.

-Hourani, Albert, Avrupa ve Orta Doğu, Ter. Ahmed Aydoğan, Fahrettin Altun,

İstanbul, 2001.

-Hüseyin, Hamdi Abdulmün’im Muhammed, Târihu’l-Mağrib ve’l-Endülüs fi’l-

Asri’l-Murâbitîn, Devletü Ali b. Yusuf Murâbitî, İskenderiyye, 1986.

-İbnu’l-Cevzî, Şemsuddin Ebu’l-Mazhar Yusuf b. Kazavağlî Turkî, (654 h.)

Mirâtü’z-Zamân fî Târihi’l-A’yân, Haydarabat, 1951.

-İbn Ebî Zer Fâsî, Ali, (ö. 727/1327) Enîsu’l-Mudrib bi Ravdi’l-Kırtas fî Ahbâri

Mulûki’l-Mağrib ve Târihu Medînetü Fâs, Ribat, 1972.

-İbnu’l-Esîr, Ali (ö. 630/1233), el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut, 1994.

-İbnu’l-Kalansî, Ebu’l-Ya’lâ Hamza Fulânî, Zeylü Târihi Dimeşk, Beyrut, 1908.

-İbn Haldun, Abdurrahman, (ö. 808/1405), Kitâbu’l-İber Divânu’l-Mübteda ve’l-

Haber, Mısır, 1284.

240

241

----------- Mukaddime, Ter. Zahir Kadiri Ugan, İstanbul, 1990.

-İbn Hanus, Ebû Abdullah, b. Asker Ebî Bekir, A’lâmu Mâlaka, Beyrut, 1999.

-İbn Kattan Merrakuşî, İbu Muhammed Hasan b. Ali b. Muhammed b. Abdulmelik

Ketâmî (ö. 650/1252), Nazmu’l-Cemân li Tertîbi Mâ Selefe min Ahbâri’z-Zamân,

Yay. Mahmud Ali Mekkî, Beyrut, 1990.

-İbn Hallikan, Ebu’l-Abbas Şemsuddîn Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir

(681/1282), Vefeyâtu’l-A’yân ve Ebnâi’z-Zamân, Yay. Haz. M. Muhyiddin

Abdulhamid, Kâhire, 1948.

İbnu’l-Hatib, Lisanuddin (ö. 776/1374), Şerhu Rakamu’l-Hülel fî Nuzûmi’d-Duvel,

Yay. Adnan Derviş, Dimeşk, 1990.

------- İhâta fî Ahbâri Gırnata, Yay. Haz. M. Abdullah İnan, I-IV, Kâhire, 1973-

1978.

------- Tarihu’l-İsbâniyyeti’l-İslâmiyye, Kitâbu A’mâlu’l-A’lâm, Yay. L. Provençal,

Kâhire, 1956.

-İbnu’l-İmâd, Abdulhayy, (ö. 1089/1678), Şezarâtu’z-Zeheb fi Ahbâri men Zeheb,

Kâhire, 1931.

-İbn İzârî, Merrakuşî (ö. 695/1295), Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-

Mağrib, I, II, Yay. L. Provençal, G. S. Colin, Beyrut, 1950.

--------- Beyânu’l-Muğrib fi Ahbâri’l-Endülüs ve’l-Mağrib, Kısmu’l-Muvahhidîn,

Yay. M. İbrahim Ketânî, M. Züneyber, M. B. Tavit, A. Zemâme, Paris, 1948.

-İbn Kesîr, İmâduddin Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer (ö. 774), el-Bidâye ve’n-Nihâye,

Beyrut, 1978.

-İbn Sâhibussalat, Abdulmelik b. Muhammed (ö. 595-600/1198-1203), el-Mennu

bi’l-İmâmeti ale’l-Mustadafîni bien Caalehumu’llahu Eimmeten ve Caalehumu’l-

Vârisîn, Yay. Abdulhâdî et-Tâzî, Bağdat, 1979.

-İbn Tûmert, Muhammed b. Abdullah (524/1130), ‘Akîde’, Mecmûatu’r-Resâil, 45-

62, Mısır, 1328.

------ Muvattaa İmam Mehdî b. Tûmert, Yay. Hafnâvî, Cezâyir, 1907.

------ Eazzu Mâ Yutlab, Yay. Abdulğânî Ebu’l-Azm, Rabat, 1997.

-İbnu’l-Verdî, Zeynuddin Ömer, Târihu İbnu’l-Verdî, Tetimmetu’l-Muhtasar fi

Ahbâri’l-Beşer, Yay. Haz. A. Rıfat Berdâvî, Beyrut, 1970.

241

242

-İdrisî, Şerif, Muhammed b. Abdullah Hammûdî, (ö. 548/1154) Sıfatu’l-Mağrib ve

Ardu’s-Sûdân ve Mısr ve’l-Endülüs, Leyden, 1863.

-İmâmuddin, S. Muhammed, Endülüs Siyâsî Târihi, Ter. Yusuf Yazar, Ankara, 1990.

-İnan, M. Abdullah, Asru’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, I-II,

Kâhire, 1964, 1965.

-İrving, Thomas B., ‘Kurtuba’, DİA, XXVI, 452.

-İzmirli İsmail Hakkı, ‘Mehdî Meselesi’, Sebîlü’r-Reşat, C. XII, Sayı, 285, 389-391,

İstanbul.

-İzzetî, Ebulfazl, İslâm’ın Yayılış Târihine Giriş, Ter. Cahit Koytak, İstanbul, 1984.

-Jamil, M. Abunnâsır, A History of The Maghrib, Campricge, 1975.

-Julien, C. A. Târihu İfrikiyya Şimâliyye (Tunus, Cezâyir, Mağribu’l-Aksâ, mine’l-

Fethi’l-İslâmî ilâ Seneti 1830 m.) Ter. M. Mezalî, Beşir b. Selâme, Tunus, 1978.

-Kallek, Cengiz, ‘Hisbe’, DİA, XVIII, 133-143, İstanbul, 1998.

-Kalkaşandî, Ebi’l-Abbas Ahmed b. Ali, (ö. 821/1418) Subhu’l-A’şâ fî Sanâati’l-

İnşâ, Yay. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Kâhire, 1963.

-Karlığa, H. Bekir, ‘İbn Rüşd’, DİA, XX, 257-292, İstanbul, 1999.

-Kazıcı, Ziya, İslâm Müesseseleri Târihi, İstanbul, 1991.

-Kennedy, Hugh, Muslim Spain and Portugal, Londra, 1996.

-Kitâbu’l-Hülelü’l-Mevşiyye fî Zikri’l-Ahbâri’l-Merrakûşiyye, müellifi mechul, Yay.

Süheyl Zekar, Abdulkadir Zemâme, Darulbeydâ, 1979.

-Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1986.

------- ‘Ribât’, Vakıflar Dergisi, Sayı-II, İstanbul, 1974.

- Kutluer, İlhan, ‘İbn Tufeyl’, DİA, XX, 418- 425, İstanbul, 1999.

-Londau, Rom, Târihu’l-Mağrib, Ter. Nikola Zeyâde, Beyrut, 1963.

-Makdîş, Mahmud, Nuzhetü’l-Enzâr fî Acâibi’t-Tevârîhi ve’l-Ahbâr, Yay. Ali Zevârî,

Muhammed Mahfuz, Beyrut, 1988.

-Marçais, Georges, ‘Rüstemîler’, İA, IX, 802-804, İstanbul, 1960.

--------- ‘Sanhâce’, İA, X, 192-194, İstanbul, 1967.

--------- ‘Merînîler’ (Benî Merîn), İA, VII, 763-766, İstanbul, 1957.

--------- ‘Zîrîler’, İA, XIII, 575-576, İstanbul, 1986.

-Matvî, M. Amrusî, el-Hurûbu’s-Salîbiyye fi’l-Meşrik ve’l-Mağrib, Beyrut, 1982.

242

243

-Mâverdî, Ebu’l-Hasan, Ahkâmu’s-Sultâniyye, İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku,

Ter. Ali Şafak, İstanbul, 1976.

-McDonald, D. B., ‘Mehdî’, İA, VII, 474-479, İstanbul, 1957.

-Medeni, Ahmed Tevfik, Târihu Cezâyir, Kâhire, 1963.

-Menûnî, Muhammed, Hadâratu’l-Muvahhidîn, Darulbeydâ, 1989.

-Merrakuşî, Abdulvahid, (ö. 647/1249), Mu’cib fî Telhîsi Ahbâri’l-Mağrib, Yay. M.

S. el-Uryan, M.A. el-Alemî, Kâhire, 1949.

-Mevdûdî, Ebu’l-Alâ, Kadiyânilik Nedir, Ter. Ahsen Batur, İstanbul, 1975.

-Miranda, A. Huici, ‘İberya Yarımadası ve Sicilya’, İslâm Târihi Kültür ve

Medeniyet, İstanbul, 1997.

-Miquel, Andre, Doğuştan Günümüze İslâm Medeniyeti, Ter. Ahmed Fidan, Hasan

Menteş, Ankara, 1991.

-Muhtaru Sahîhi Müslim, Yay. Haz. Mustafa ed-Dîb el-Biğa, Beyrut, 1996.

-Mu’nis, Hüseyin, Târihu’l-Mağrib ve Hadâratuhu, Beyrut, 1992.

-Mu’nis, Hüseyin, Vesâiku’l-Murâbıtîn ve’l-Muvahhidîn, Zahir, 1997

-Musa, İzzeddin Ömer, Muvahhidûn fi’l-Garbi’l-İslâmî Tanzîmâtuhum ve

Nuzumuhum, Beyrut, 1991.

-Nâsırî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Halid, Kitabu’l-İstiksâ li Ahbâri Düveli’l-Mağribi’l-

Aksâ, Yay. Haz. Cafer Nâsırî, Muhammed Nâsirî, Darulbeydâ, 1954.

-Neccâr, Abdulmecit, Mehdî İbn Tûmert Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah

Mağribî Sûsî, Beyrut, 1989.

-Nuveyrî, Şehabeddin Ahmed b. Abdulvahhab (677-733/1278-1333), Nihâyetu’l-

Ereb fî Funûni’l-Edeb,Yay. Hüseyin Nassar, Kâhire, 1983.

-Özaydın, Abdulkerim, ‘Abdulmümin el-Kûmî’, DİA, I, 274, 275, İstanbul, 1988.

--------- ‘Abdulâhid el-Merrakûşî’, DİA I, 278, İstanbul, 1988.

--------- ‘Abdullah b. Yâsin’, DİA, I, 142, İstanbul, 1988 .

--------- ‘Ağlebîler’, DİA, I, 475-478, İstanbul, 1988.

-Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları I, Ankara, 1994.

-------- Endülüs Müslümanları II Medeniyet Tarihi, Ankara, 1997.

-------- Endülüs Müslümanları III İlim ve Kültür Tarihi, Ankara, 1997.

-------- ‘Cebel-i Tarık’, DİA, VII, 187, 188, İstanbul, 1993.

-------- ‘Endülüs’, DİA, XI, 211-225, İstanbul, 1995.

243

244

-------- ‘Gırnata’, DİA, XIV, 52, İstanbul, 1997.

-------- ‘Hammâdîler’, DİA, XV, 489-491, İstanbul, 1997.

-------- ‘İbn Merdeniş’, DİA, XX, 183, 184, İstanbul, 1999.

-Öztuna, Yılmaz, İslâm Devletleri, I, Ankara, 1989.

-Prvençal, Lévi, Nuhabu Târihiyyetü Câmiatü li Ahbâri’l-Mağribi’l-Aksâ, Paris,

1948.

-------- Historia de la Espana Müselmana, Madrid, 1956.

-------- İslâm fi’l-Mağrib ve’l-Endülüs, Ter. S. M. Abdulaziz Sâlim, M. Salâhuddin

Hilmî, Kâhire, 1956.

-------- Hadâratu’l-Arabiyye fî İspanya, Ter. Tahir Ahmed Mekkî, Kâhire, 1994.

-------- ‘Ağmat’, İA, I, 151, İstanbul, 1950.

-------- ‘Sûsülaksâ’, İA, XI, 73-76, İstanbul, 1970.

-------- ‘Târık’, İA, XI, 770, İstanbul, 1970.

-Rakîk Kayravânî, Kitâbu’l-Mu’nis fî Ahbâri İfrikya ve Tunus, Tunus, 1286.

-Razuk, Muhammed ‘Hafsîler’, DİA, XV, 125-128, İstanbul, 1997.

-Rayyıs, Ziyauddin, İslâm’da Siyâsî Düşünce Tarihi, Ter. Ahmed Sarıkaya, İstanbul,

1990.

-Rıdvan, Muhammed, Dayle fi’l-Edebi’l-Endülüs, Dimeşk, 2000.

-Safâdî, Selahaddin Halil b. Ebik, (ö. 764) Kitâbu’l-Vâfî bi’l-Vefeyât, Yay.

Muhammed b. İbrahim b. Abdurrahman, Beyrut, 1993

-Sallâbî, Ali Muhammed Muhammed, Devletü’l-Muvahhidîn, Amman 1998.

-Sâlim, Abduaziz, Târihu’l-Muslimîn ve Âsârihim fi’l-Endülüs, İskenderiye, 1985.

-------- Tarihu’l-Mağrib fi’l-Ahdi’l-İslâmî, İskenderiye, bty.

-------- ‘Kurtuba Hadâratu’l-Hilâfeti fî’l-Endülüs’, Dirâsetu Târihiyye, Umrâniyye,

Eseriyye, fî’l-Asri’l-İslâmî, İskenderiyye, 1984.

-------- Târihu Medinetü Meriyyeti’l-İslâmiyye, Kâidetü Ustûli’l-Endülüs,

İskenderiyye, 1984.

-Sauvaget, Jean, İslâm Dünyası Kısa Kronolojisi, Ter. S. K. Yetkin, F.R. Unat,

Ankara, 1963.

-Seybold, C. F., ‘Endülüs’, İA, III, 270-273, İstanbul, 1945.

-Subkî, Takuyyuddin (ö. 771/1370), Tabâkatu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Yay. Ahmed b.

A. el-Kâdirî, Mısır, 1906.

244

245

-Şerit, Abdullah, Milî, M. Mubârek, Muhtasar Târihu Cezâyir, Cezâyir, 1985.

-Şerkavî, Mahmut, Mağribu’l-Aksâ, Merrakeş, Kâhire, bty.

-Şeyban, Lütfi, Reconqısta Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İstanbul, 2003.

-Şeyzerî, Abdurrahman b. Nâsır, İslâm Devletinde Hisbe Teşkilatı, Ter. Abdullah

Tunca, İstanbul, 1993.

-Talibî, Muhammed, Devletu’l-Ağlabî- Târihu’s-Siyâsî, Beyrut, 1995.

-Ticânî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Ahmed, (ö. 717/1317) Rıhletü’t-

Ticânî, Tunus, 1958.

-Topaloğlu, Bekir, Kelâm İlmi, İstanbul, 1981.

-Toureau, Roger, ‘Afrika ve Batı İslâmı’ İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Ter.

Hürrem Yılmaz, III, 99-124, Yay. P. M. Holy, A. K. S. Lambton, B. Lewis, İstanbul,

1977.

--------- Hareketü’l-Muvahhidiyye fi Karneyni’s-Sânî Aşer ve’s-Sâlis Aşer, Ter. Emin

Tîbî, Tunus, 1982.

-Trimingham, J. Spencer, A History of İslâm in West Africa, Oxford, 1965.

-Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1995.

-Unat, F. Reşit, Hicrî Tarihleri Milâdiye Çevirme Kılavuzu, Ankara, 1984.

-Urvî, Abdullah, Mechul Târihu’l-Mağrib, Beyrut, 1994.

- Ülgen, Hilmi Ziya, ‘İbn Rüşd’, İA, V-2, 781-798, İstanbul, 1950.

-Watt, W. M, A History of Islamic Spain, Edinburg, 1965.

-------- İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ter. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara, 1981.

-Yaltkaya, M. Şerafeddin, ‘İbn Tûmert’, DFİF Dergisi, 34-48, İstanbul, 9

Tişrînievvel, 1928.

-Yazıcı, Nesimi, ‘Klasik İslâm Döneminde Haberleşme’, AÜİFD, XXIX, 377-386,

Ankara, 1987.

-Yıldız, H. Dursun, ‘Berberîler’ DİA, V, 478-483, İstanbul, 1992.

-Yver, G. ‘Mağrib’, İA, VII, 142, 143, İstanbul, 1950.

----------- ‘Hafsîler’, İA, V, 82-84, İstanbul, 1950.

-Zağlul, Sa’d, Târihu’l-Mağrib, İskenderiye, 1979.

-Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman (ö. 748/1374), Siyerü A’lâmu’n-Nubelâ,

Beyrut, 1984.

245

246

-------- Târihu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîri ve’l-A’lâm, Yay. Ömer Abdusselam

Tedmurî, Beyrut, 1995.

-------- İber fî Haberi Men Ğaber, Yay. Ebû Hâcer Muhammed Said İbn Besyûnî

Zağlul, Beyrut, 1985.

-Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. İbrahim Levlevî, T’arihu’d-Deleteyn

Muvahhidiyye ve’l-Hafsiyye, Tunus, 1289.

-Zirikli, Hayrettin, A’lâm Kâmûsu’t-Terâcim, Beyrut,1989.

-Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, İstanbul, 1276/1859.

-Züneyber, Muhammed, Mağrib fi’l-Asrı’l-Vasît, Ribat, 1999.

246

247

(EK I) KRONOLOJİ

474 (1081) İbn Tûmert Sus Bölgesinde, Herğa’da doğdu.

494 (1101, 1102) Abdulmümin, Berberî Zenâte kabilesinin Kumye koluna

mensup bir çömlekçinin oğlu olarak Tlemsan’a bağlı Tâcert (Tacre, Tâcere, Acer)

köyünde doğdu.

511/1118 İbn Tûmert ile karşılaştı ve onun öğrencisi olarak yanında kalmaya

başladı.

514/1120 İbn Tûmert, Abdulmümin ve Arkadaşları Merrakeş’ten sürüldü.

515/1121 Şevval, İbn Tûmert ve arkadaşları Tinmellel’e vardılar.

515/1121 Ramazan, İbn Tûmert Mehdî olarak biat aldı. Ona ilk biat eden

Abdulmümin oldu.

516/1122 Şaban, İbn Tûmert on bin kişilik bir orduyla Ağmat’a kadar geldi ve

Murâbıtlarla çatışmaya girerek zafer kazandı.

517/1123 Kedmîve kabilesi ve Murâbıtlara bağlı bazı alimler İbn Tûmert’e biat

ettiler.

518/1124 Muvahhidler merkezlerini İcîlî’den Tinmellel’e naklettiler.

Murâbıtlarla çatışmalara devam edildi. Dern Vadisi ele geçirildi. Hintâte

Kabilelerinden Cenfîse ve Herğa kabileleri İbn Tûmert’e biat ettiler.

518-524/1124-1130 Murâbıtlarla çeşitli çatışmalara girişildi ve Muvahhidler

Sûsulaksâ’da yerleştiler.

524/1130 Muvahhidler Abdulmümin ve Beşir komutasında büyük bir orduyla

Merrakeş’i kırk gün süreyle kuşattılar. Merrakeş’te Buheyra savaşında ağır bir

yenilgiye uğradılar, komutan Beşir’in ölümü üzerine, Muvahhidler ordusu

Abdulmümin komutasında toparlanarak geri çekildi.

524, 14 Ramazan (1130, 21 Ağustos) İbn Tûmert öldü. Onlar Meclisi üyeleri

Abdulmümin’e gizlice biat ettiler. İbn Tûmert’in ölümünü üç yıl gizli tutuldu.

527 (1133) Muhammed İbn Tûmert’in ölümü resmen açıklandı. Tinmellel

Camii’nde bütün şehir halkının katılımıyla Abdulmümin’e halife olarak genel biat

merasimi yapıldı.

529/1135, Abdulmümin, Tinmellel dışında askerî üs olarak kullanılmak üzere

Fas’ın doğusundan Melviye ırmağı üzerinde Ribâtu Tâze şehrini kurdu.

247

248

532, Cemâziyelevvel/1138 Ocak, Taşfin b. Ali yenilmez denilecek kadar

güçlü kabul edilen bir orduyla Muvahhidlere karşı sefere çıktı.

533 (1138/1139) Abdulmumin, Sûsulaksâ’da Taşfin b. Ali ile giriştiği savaşta

onu mağlup etti.

533(1138/1139) Abdulmumin, Murâbıtlar ordusundaki Rum komutan

Rebertir’i Sûsulaksâ’da mağlup etti.

534 (1139/1140) Abdulmümin Mağribu’l-Aksâ’da yedi yıl sürecek olan uzun

bir sefere çıktı ve buradaki bazı kabileleri itaat altına aldı.

537, 3 Recep (22 ocak 1143) Ali b. Yusuf öldü. Onun yerine oğlu Taşfin b.

Ali geçti.

537/1143 Ali b. Yusuf’un ölümünden sonra, Murâbıtlara bağlı Lemtûne ve

Masûfe kabileleri arasında itilaf çıktı. Mesûfe kabilesi Muvahhidlere katıldı.

539 (1144) Abdulmümin, Taşfin b. Ali ve onun Rum asıllı Hıristiyan

birlikleri komutanı Rebertir’i Tlemsan yakınlarında mağlup etti ve bu savaşta

Rebertir öldü. Bazı kabileler Muvahhidler safına geçtiler. Taşfin b. Ali Vehran’a

sığındı. Vehran (Oran) Muvahhidler tarafından kuşatma altına alındı.

539, 27 Ramazan (1145, 23 Mart) Taşfin b. Ali Vehran’da (Oran) sığınmış

olduğu kaleden çıktı ve kaçmak isterken atından düşerek öldü. Muvahhidler onun

kafasını keserek Tinmellel’e gönderdiler. Üç gün sonra, Ramazan bayramı günü

Vehran Muvahhidlerin eline geçti. Bundan bir süre sonra Tlemsan vilayeti de

Muvahhidler tarafından istîlâ edildi. Endülüs’ün hemen her yerinde Murâbıtlara karşı

ayaklanmalar başladı.

540, 14 Zilhicce (1146, 28 Nisan) Abdulmümin dokuz aylık bir kuşatmadan

sonra Murâbıtlar’ın komutanı es-Sahravî tarafından savunulan Fas’ı ele geçirdi. Fas

surları tamamen yıktırıldı.

540 (1145/1146) Endülüs'te Muvahhidler adına ilk hutbe Kadis’te vali (daha

önce Murâbıtların donanma komutanı olan) Ali b. İsa b. Meymun tarafından okundu.

Yine Endülüs’teki bazı şehirler Murâbıtları bırakıp Muvahhidlere tabi oldular.

541, Muharrem/Haziran 1146 Muvahhidler Merrakeş kuşatmasını başlattılar.

541, 18 Şevval (1147, 23 Mart) Abdulmümin, on aylık bir kuşatmadan sonra

Merrakeş’i istilâ etti. Murâbıtlar Devleti’nin son devlet başkanı olan İshak b. Ali’yi

öldürerek Murâbıtlar Devleti’ne son verdi.

248

249

541, Şevval/Mart 1147 Muvahhidlere karşı Mâsî isyanı başladı ve bu isyan

geniş bir alana yayıldı.

542, Zihicce/1148 Mayıs, isyancı Mâsî’nin ordusuyla Muvahhidler ordusu

savaştı. Mâsî mağlup edildi ve öldürüldü. Daha sonra isyan tamamen bastırıldı.

543/1149 Muvahhidler, Sahrâvî isyanını da bastırarak bölgede sükuneti

tamamen sağladılar.

543/1148-1149 Normonlar, Mağribu’l-Ednâ’yı (Tunus, Mehdiyye, Kabes

Körfezi ve çevresini) işgal ettiler.

545/1150, Abdulmümin, Selâ şehrinin güneyinde, buraya yakın bir mesafede

ordusunun toplanma ve hareket yeri olarak kullanılmak üzere Ribâtulfeth şehrini

kurdurdu.

545/1150-1151 Endülüs’ün büyük bir kısmı Muvahhidlerin kontrolüne girdi.

Abdulmümin, Endülüs’ten gelen beş yüz kişilik ileri gelenlerden oluşan kişileri on

beş gün süreyle Ribâtülfeth’te ağırladı ve görüşmeler yaptı.

546 sonları/1152 başları, Abdulmümin, Bicâye seferi hazırlıkları için

Merrakeş’ten Ribatülfeth’e hareket etti.

547, Zilkade/1153 Ocak, Abdulmümin Bicâye’yi zaptetti. Bicâye emiri

Yahya b. Aziz önce kaçtı, sonra eman dileyerek Abdulmümin’den af diledi ve

affedildi, ailesiyle birlikte Merrakeş’e yerleştirildi. Böylece Hammâdîler Devleti’ne

son verildi.

547/1153, Bicâye seferi dönüşünde Tlemsan yakınlarında Abdulmümin’e İbn

Tûmert’in yakınları tarafından suikast planlandı. Bu planı açığa çıkaran Onlar

Meclisi üyelerinden Ebû İbrahim, Abdulmümin yerine öldürüldü. Buraya onun için

bir türbe ve anısını yaşatmak için Bethâ şehri kuruldu.

548 Safer/1153 Mayıs, İfrikiyya’daki Arap kabileleri mağlup edilerek

dağıtıldı.

549/1154 Abdulmümin, Tinmellel’e giderek İbn Tûmert’in kabrini ziyaret

etti. Bu sene aynı zamanda oğlu Muhammed’i veliaht olarak ilan etti ve

Muvahhidlerden onun adına biat aldı. Diğer oğullarını da önemli vilayetlere vali

olarak atadı.

249

250

550/1155 Abdulmümin fürûya ait kitapların yakılmasını, hüküm çıkarmak

için doğrudan Kur’ân ve Hadis kitaplarına başvurulmasını bildiren bir emirnâme

çıkardı.

550/1155 Abdulmümin, İbn Tûmert’in kabrini ziyaret için Tinmellel’e gitti.

550/1155, Endülüs’en önemli şehirlerinden olan İşbiliyye ve Kurtuba’ya yeni

valiler atandı. Yeni valiler tarafından Hıristiyanlar üzerine seferler düzenlendi.

550/1155, Endülüs’ün en önemli şehirlerinden biri olan Gırnata, valinin ileri

gelenlerle yaptığı istişâre ile aldığı bir kararla Muvahhidlere teslim edildi.

551/1156 Abdulmümin kendisinden sonra halife olacak olan Ebû Yâkub

Yusuf’u, İşbiliyye’den gelen bir heyetin isteğiyle yaşının küçük olmasına rağmen

buraya vali olarak gönderdi.

551/1156 Endülüs’teki önemli şehirlerden biri olan Gırnata’nın Murâbıtlar

tarafından atanmış olan valisi ve diğer idarecilerin aldıkları bir kararla şehir

Muvahhidlere teslim edildi.

552/1157 Endülüs’teki önemli bir liman şehri olan Meriyye on yıllık bir

Hıristiyan (Haçlı) işgalinden sonra kurtarılarak Muvahhidlere bağlandı.

553, 10 Şevval/1158, 4 Kasım, Abdulmümin, Merrakeş’te yerine vekil olarak

Ebu’l-Hafs Ömer b. Yahya’yı bırakarak Tunus ve Mehdiyye üzerine yapacağı sefer

için Selâ’ya/Ribatulfeth’e geçti.

554/1159 yılı sonları, Abdulmümin, Tunus’tan Trablus Garb’a kadar olan

bölgeyi alarak Mağrib tarihinde ilk defa Trablus’tan Sûsu’l-Aksâ’ya (Moritanya’ya)

kadar olan bölgeyi tek devlet sınırları içinde birleştirdi.

555, 10 Muharrem/1160, 21 Ocak, Abdulmümin, Normanların elinde bulunan

Mehdiyye’yi ele geçirdi. Kuzey Afrika’da Hıristiyan hakimiyeti tamamen son buldu.

Bu zafer haberi ülkede sevinç dalgaları estirdi ve kutlama törenleri düzenlendi.

555 Rebîülevvel-Zilkâde/1160 Mart-Kasım, Tanca’nın karşısına, Endülüs’te

Cebelü’l-Feth (Cebeli Tarık) şehri inşa edildi.

555/1160, Abdulmümin, Mağrib’te arazi ölçümü yaptırarak, arazileri, akar

suları, dağları madenleri kayıt altına aldı ve elde ettiği kayıtlara göre vergi

düzenlemesi yaptı.

557/1162, Abdulmümin, Endülüs’te bazı karışıklıklar çıkması ve bazı

bölgelerde Muvahhidlerin yenilgiye uğraması üzerine büyük bir orduyla Endülüs’e

250

251

geçti. İbn Hamuşk ve destekçileri tarafından işgal edilen Gırnata, Abdulmümin’in

oğulları Ebû Yâkub Yusuf ve Ebû Saîd Osman komutasındaki Muvahhidler

ordusunun anî baskını ile (28 Recep/13 Temmuz) yeniden Muvahhidlerin

hakimiyetine geçti.

557/1162, Abdulmümin, Endüklüs’ten dönüşünden itibaren, buraya

düzenleyeceği büyük bir askerî hareket için hazırlıklara başladı.

558/1163 yılı başlarında Abdulmümin çok ağır kış şartlarına rağmen son kez

Tinmellel’e giderek, İbn Tûmert’in kabrini ziyaret etti.

558, 15 Rebîülevvel/1163, 21 Şubat, Abdulmümin, Endülüs’e düzenleyeceği

Harekâtın son hazırlıkları için Merrakeş’ten Ribatulfeth’e hareket etti. Muvahhidlere

bağlı bütün kabilelere haber verilerek askerlerin burada toplanması için emir verildi.

Hazırlıklar çerçevesinde savaş için gerekli her türlü ihtiyaç maddeleri burada

toplandı ve dört yüz binden fazla asker ve dört yüz seksen gemiden oluşan bir

donanma hazırlandı.

558, 2 Cemâziyelevvel/1163 8 Mayıs, Abdulmümin, hastalandığı bu günlerde

Muvahhidlerin ileri gelenleriyle istişâre ederek daha önce kendisi için biat almış

olduğu oğlu Muhammed’i azlederek, yerine diğer oğlu Ebû Yâkub Yusuf’u veliahd

olarak tayin etti.

558, 8 Cemaziyelahir/1163, 14 Mayıs, Abdulmümin’in ordusu Endülüs’e

hareket için emir beklemekteyken, doktorların bütün çabalarına rağmen iyileşemedi,

burada (Selâ-Ribatulfeth’de) vefat etti. Onun ölümü bir müddet gizli tutuldu.

558, Şaban/1163, Temmuz, Abdulmümin’in cenazesi Tinmellel’e

nakledilerek İbn Tûmert’in mezarı yanında defnedildi.

251

252

(EK-II) İBN TÛMERT’İN VASİYETİ1

İbn Tûmert bu konuşmayı ölümünden birkaç gün önce, Onlar Meclisi ve

değişik kabilelerin temsilcilerinden oluşan Elliler Meclisi’ne hitaben yapmıştır. Onu

dinlemeye gelenlerin tamamlanmasıyla, bir yere dayanarak ayağa kalkmış ve

konuşmasına başlamıştır.

Allah’a hamdü senâ, Allah’ın Peygamberi Muhammed’e (sav) salavattan

sonra, Hulefâ-i Raşidîn’e (r.a.) dua etti. Dinlerinde sebat edenleri, işlerine sıkı sıkı

bağlananları hatırlattı. Onlardan hiç birinin Allah için çalışırken kınayıcının

kınamasından korkmadığını belirtti. Ömer (r.a.)’in içki içtiği için oğluna ceza

verdiğini ve hakka bağlılıktaki samîmiyetinden bahsetti. Buna benzer başka örnekler

verdikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:

“Allah onların yüzlerini ağarttı, çalışmalarına şükranla karşılık verdi ve

peygamberlerinin ümmeti olarak onlara en güzel karşılığı verdi. Artık onlardan

kimse kalmadı... Sonra insanlar arasında fitne çıktı. Olgun kişiler şaşkınlık içinde

kaldılar. Âlimler ise cahil gibi davrandılar ve yağcılık yaptılar. Alimler ilimleri ile

amel etmediler, bilakis ilimleriyle kralların kapısına koştular, ilimlerini onlardan

çıkar talep etmek için kullandılar. Elde ettikleri çıkarların karşılığında da insanları

onlara (krallara) yönelttiler...” Konuşmasını benzer şekilde sürdürdü. Sonra sözlerine

şöyle devam etti:

“Arkadaşlar, muhakkak ki Allah, (subhânehu ve lehu’l-hamd) yardımıyla size

ikrâmda bulundu, Tevhîd hakikatini temsil etmeniz için bu çağın insanları arasından

sizi seçti. Siz, yolunu bulamayan şaşkın, görmeyen âmâ, iyiliği bilmeyen ve kötülüğü

kötülük olarak kabul etmeyen kimselerken Allah size lütfetti. Aranızda bid’adlar

yayılmıştı, boş şeylere dalmıştınız ve şeytan size sapıklıkları süslü göstermekteydi.

Ve daha söylemeye dilimin varmadığı ve hatırlamak bile istemediğim nice

saçmalıklar içine dalmıştınız... İşte bütün bunlardan sonra, Allah sizi bu dava

sayesinde sapıklıktan kurtarıp hidayete erdirdi, körlükten kurtarıp gözünüzü açtı. Siz

bölük pörçükken sizi bir araya getirdi, birleştirdi. Aşağılanmış durumdayken sizi

onurlandırdı ve şu sapıkların sultasını üzerinizden kaldırdı. Sonra da, onların 1 Merrakuşî, 194-196; Hammade, 339, 340; Adıgüzel, 109, 110.

252

253

yerlerini ve ülkelerini de sizlere verecektir. (Sizi onlara mirasçı yapacaktır) Bu

onların elleriyle yaptıkları ve kalplerinde gizlediklerinin (kötülüklerin) karşılığıdır.

‘Allah hiçbir zaman kullarına haksızlık yapmaz2’.

Artık Allah’ın, (subhanehu) davanızı yayması, amellerinizi kabul etmesi ve

çabalarınızı temizleyerek en halis fiilî ve kavlî şükürlerinizi kabul etmesi için

niyetlerinizi kuvvetlendirin! Fırkalara ayrılmaktan, söz ve fikir ayrılığından uzak

durun ve düşmanlarınıza karşı tek yumruk olun. Eğer siz böyle yaparsanız, insanlar

sizden çekinir ve size itaate koşarlar. Böylece size katılanlar artar ve Allah sizin

ellerinizle hakkı üstün getirir. Eğer bunları yapmazsanız, işte o zaman da, zillet

içinde kalırsınız, alçalırsınız, halk sizi aşağılar ve seçkinler ise sizi korku ve panik

içine sokarlar!

Artık hiçbir işinizde yumuşaklıkla sertliği, şiddetle merhameti birbirine

karıştırmayın. Bütün bunlarla beraber şunu iyi bilin ki, bu milletin işi başlangıçta

nasıl düzelip yola girdiyse, şimdi de, aynı yol takip edilerek işler düzelip yoluna

girecektir. Şimdi içinizden birini seçmiş ve onu size emir yapmış bulunmaktayız. Bu

seçimimiz, onu bütün yönleriyle; gecesini gündüzünü, girdisini çıktısını, gizlisini ve

aşikarını izleyip denememizden ve araştırmamızdan sonra verdiğimiz bir kararla

olmuştur. Bütün bunlardan sonra gördük ki, o her yönden dinine bağlı, işinde

basiretlidir. Umarım, onun hakkındaki tahminlerim (düşüncelerim) yanlış çıkmaz!

İşte bu bahsettiğimiz kişi Abdulmümin’dir. O Rabb’inin emrini dinleyip yerine

getirdiği sürece, siz de onu dinleyin ve onun emirlerini yerine getirin. Eğer yolunu

değiştirip, dönerse, ya da işinde şüpheye düşerse, işte o zaman, Muvahhidler’de

(Allah onları kuvvetlendirsin) bereket ve çok hayır (lider olacak niceleri) vardır. İş,

(din) Allah’ın işi(dini)dir. Allah onu kullarından dilediğine lütfederek şereflendirir.”

Bundan sonra orada bulunanlar Abdulmü’min’e biat ettiler. İbn Tûmert de

onlara dua etti ve teker teker göğüslerini ve yüzlerini sıvazladı. Kısa bir başkanlık

döneminden sonra, İbn Tûmert vefat etti ve Musâmide’nin yönetimine Abdulmümin

geçti.

2 Kur’ân-ı Kerim, Fussilet suresi 67. ayet.

253

254

ÖZET

ADIGÜZEL, Adnan, Abdulmümin b. Ali Döneminde Muvahhidler Devleti,

Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, IX+255 s. Ankara 2005.

Bu çalışma giriş ve ekler dışında üç bölümden oluşmuştur. Tezin giriş bölümünde

Abdulmümin b. Ali’nin Muvahhidler tarafından halife seçilmesi öncesinde Mağrib’teki

siyasi durum ele alınmıştır. Bu çerçevede Muvahhidler Devleti’nin kurucusu olan İbn

Tûmert’in hayatı, kişiliği ve Murâbıtlarla mücadelesi hakkında kısaca bilgi verilmiştir.

Birinci bölümde, Abdulmümin’in hayatı, şahsiyeti ve halife olarak biat

almasından sonra Murâbıtlar Devleti’ne karşı savaşları incelenmiştir. Abdulmümin,

524/1130’da halife seçilmesinden sonraki ilk on yılda, Muvahhidler Devleti’nin ortaya

çıktığı Sûs bölgesindeki Musâmide kabilesi arasında devletinin kökleşmesi için siyâsî ve

askerî faaliyetlerde bulunmuştur. 534/1139’dan itibaren ise Murâbıtlara karşı büyük bir

askerî hamle başlatarak Mağribu’l-Aksâ’da Vehran, Tlemsan, Fas, Selâ gibi önemli

şehirleri ve nihayet 18 Şevval 541/24 Mayıs 1147’de Murâbıtlar Devleti’nin başkentini

istîlâ ederek bu devleti yıkmıştır.

İkinci bölümde, Merrakeş’in Muvahhidlerin eline geçmesinden sonra çıkan

isyanlar ve bu isyanların bastırılması için yapılan savaşlar, Muvahhidlerin Endülüs’ü ve

Kuzey Afrika’yı Tırablusgarb’a kadar baştan başa fethetmeleri ele alınmıştır.

Abdulmümin, bütün bu bölgeleri devletinin sınırlarına katmak için Endülüs’teki İbn

Merdeniş, İbn Hamuşk gibi Müslüman yerel liderler ve Hıristiyan güçlerle, Kuzey

Afrika’da Araplar ve Tunus çevresini işgal eden Normanlarla savaşmıştır. Abdulmümin,

yaklaşık beş yüz bin asker ve dört yüz kadar gemiden oluşan bir donanmayla, Endülüs’te

dört koldan girişeceği büyük cihad hareketi öncesinde 8 Cemaziyelahir 558/14 Mayıs

1163’de Selâ’da ölmüştür.

Üçüncü bölümünde Abdulmümin döneminde Muvahhidler Devleti’nin kültür ve

medeniyet alanında ortaya koyduğu çalışmalar incelenmiştir. Bu çerçevede, Muvahhidler

devlet teşkilatı, askerî ve sosyal yönden durumları, ilim-kültür hayatı ve imar çalışmaları

anlatılmıştır.

Bu çalışmamızın son kısmında, burada ortaya koymak istediğimiz bilgilerin daha

iyi anlaşılmasına katkıda bulunacağına inandığımız bazı ekler yer almıştır. Burada,

Abdulmümin dönemiyle ilgili kronoloji, İbn Tûmert’in Muvahhidlere Abdulmümin’i

halife olarak tavsiye ettiğini belirten bir metin ve Abdulmümin’in daha çok askerî

faaliyetlerini gösteren haritalara yer verilmiştir.

254

255

ABSTRACT

ADIGÜZEL, Adnan, Almohads State Under Abdulmümin b. Ali’s Reign, Doctoral

Dissertation, Counsellor : Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM, IX+255 p. Ankara 2005.

The present work consists of an introduction, three chapters and an appendix. In

the introduction part, the political situation before Abd al-Mu’min b. Ali was elected

Caliph by the Almohads was revised. In this connection, a brief information was provided

about Ibn Tumart’s life, personality and his struggle against the Almohads.

In the first chapter, Abd al-Mu’min’s life, character and his battles with the

Almoravid State. In the subsequent ten years after his election as Caliph in 1130 (524),

Abd al-Mu’min carried out political and military activities for the Almohads State to gain

roots among the Musamide tribe in the region of Sus, where the state had emerged.

Launching a major military manoeuvre against the Almoravids from 1139 (534), he seized

the major cities of Vehran, Tlemcen, Fes and Sela in Mağribu’l Aksa and finally invaded

the capital city of the Almoravids State on May 24th 1147 (18 Şevval 541), disestablishing

it.

The second chapter deals with the rebellions breaking out after Marakech’s

seizure by the Almohads and battles to suppress these revolts, and the Almohads’ conquest

of al-Andulus and the whole North Africa as far as Trablusgarb. In order to annex all

these territories to his state, Abd al-Mu’min, in alliance with local muslim leaders Ibn

Mardenish, Ibn Hamusk in al-Andalus and some Christian powers, fought Arabs in

North Africa and Normans who had invaded the region of Tunus. Abd al-Mu’min died

in Sela on May 14th 1163 (8 Cemaziyelahir 558) shortly before the major jihad (religious

war) through four columns consisting of about 500,000 troops and a fleet of 400 ships.

The third chapter covers works of culture and civilisation created in the

Almohads State during the reign of Abd al-Mu’min. With this regard, the state

organisation, their military and social situation, scientific and cultural life and

developmental work were included.

At the end of the present work, an appendix section is also available for all that we

have discussed to be more clearly understood. The appendixes include a chronology of the

reign of Abd al-Mu’min, a text by Ibn Tumart as a letter of recommendation to the

Almohads for them to elect Abd al-Mu’min as Caliph, maps displaying particularly the

military activities of Abd al-Mu’min.

255