türk romanında kimlik bunalımı

20
Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/8 Spring 2015, p. 2095-2114 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8003 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY TÜRK ROMANINDA KİMLİK BUNALIMI Nurullah ULUTAŞ ** Emine ULU *** ÖZET 19. yy’dan sonra üstünlüğünü her alanda kabul ettirmiş Batı, gerek sosyal hayatta gerekse sosyal hayatın yansıdığı bir ayna olan roman türünde bir kimlik bunalımı yaratmıştır. Kültür ve kimliğin yüzyılları aşan bir geçmişe sahip olduğu ve geleneksel değerlerden kopmanın zorluğu gözönüne alındığında Batılılaşmanın zorunlu kıldığı hemen her alandaki değişimin doğal bir dirençle karşılaşacağı inkâr edilemez. Bu direnç doğal olarak bir medeniyet krizine yol açacaktır. Tanzimatla başlayan kültür ve kimlik bunalımının Türk romanında çok sık işlendiği görülmektedir. 21. Yüzyıla uzanan Türk edebiyatında bu değişim ve direncin hangi boyutlara eriştiği ancak sistemli bir okuma ve karakterlerin Batılılaşma akımına takındığı tavırla açıklanabilir. İlk dönem romancıları siyah ve beyaz gibi çok net karakterler kurguladığı halde son dönem romanlarında Batı kültürünü özümsemiş; hatta kendi kültürü karşısında “Öteki” konumunda kalmış karakterler de göze çarpmaktadır. Tarihi kökleri Asya’da ve İslam’da olsa bile Türklerin gözü-gönlü hep Batı’da, Batı’ya doğru olmuştur. Batılılaşma bağlamında yaşanan bu değişimin toplumun aynası olan romana değişik boyutlarla yansıması ve farklı izdüşümlerinin olması yadsınamaz. Türk edebiyatında kimlik bunalımı özellikle II. Meşrutiyet sonrası Batılı yaşam standartlarıyla yaşanan çatışmayla belirginlik kazanır. Tanzimat sonrası pozitivizmin de etkisiyle roman ve hikâyelerimizde akılcı, kendine güvenen, zeki, kültürlü, bilgi sahibi.. aydın tipi idealize edilir. Bu aydın tipi ve özenilecek yaşam birçok romanda gerek ana karakterler vasıtasıyla gerekse karakterlerin roman satırları arasına sığdırılmış sözleriyle okuyucuya bir karşılaştırma yapma imkânı sağlar. Romanların bir kısmında İngiltere ve Fransa gibi Batılı şehirlerin mimarisi ve yaşam tarzı, ev tefrişi ve eğlence hayatı sergilenirken, bazılarında görgü kuralları, aşk hayatı, evlilik, ahlâk, iş disiplini... gibi konular okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Ziya Gökalp’e göre Türk milleti, Batılılaşmanın ve teknolojik ilerlemenin getirdiği medeniyet değişikliğinde Osmanlı kimliği altında kendi ulusal değerlerini, Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü, El -mek: [email protected] *** Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, El -mek: [email protected]

Upload: bitliseren

Post on 18-Nov-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015, p. 2095-2114

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8003

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

TÜRK ROMANINDA KİMLİK BUNALIMI

Nurullah ULUTAŞ**

Emine ULU***

ÖZET

19. yy’dan sonra üstünlüğünü her alanda kabul ettirmiş Batı, gerek sosyal hayatta gerekse sosyal hayatın yansıdığı bir ayna olan roman türünde bir kimlik bunalımı yaratmıştır. Kültür ve kimliğin yüzyılları aşan bir geçmişe sahip olduğu ve geleneksel değerlerden kopmanın zorluğu gözönüne alındığında Batılılaşmanın zorunlu kıldığı hemen her alandaki değişimin doğal bir dirençle karşılaşacağı inkâr edilemez. Bu direnç doğal olarak bir medeniyet krizine yol açacaktır. Tanzimatla başlayan kültür ve kimlik bunalımının Türk romanında çok sık işlendiği görülmektedir. 21. Yüzyıla uzanan Türk edebiyatında bu değişim ve direncin hangi boyutlara eriştiği ancak sistemli bir okuma ve karakterlerin Batılılaşma akımına takındığı tavırla açıklanabilir. İlk dönem romancıları siyah ve beyaz gibi çok net karakterler kurguladığı halde son dönem romanlarında Batı kültürünü özümsemiş; hatta kendi kültürü karşısında “Öteki” konumunda kalmış karakterler de göze çarpmaktadır.

Tarihi kökleri Asya’da ve İslam’da olsa bile Türklerin gözü-gönlü hep Batı’da, Batı’ya doğru olmuştur. Batılılaşma bağlamında yaşanan bu değişimin toplumun aynası olan romana değişik boyutlarla yansıması ve farklı izdüşümlerinin olması yadsınamaz. Türk edebiyatında kimlik bunalımı özellikle II. Meşrutiyet sonrası Batılı yaşam standartlarıyla yaşanan çatışmayla belirginlik kazanır. Tanzimat sonrası pozitivizmin de etkisiyle roman ve hikâyelerimizde akılcı, kendine güvenen, zeki, kültürlü, bilgi sahibi.. aydın tipi idealize edilir. Bu aydın tipi ve özenilecek yaşam birçok romanda gerek ana karakterler vasıtasıyla gerekse karakterlerin roman satırları arasına sığdırılmış sözleriyle okuyucuya bir karşılaştırma yapma imkânı sağlar. Romanların bir kısmında İngiltere ve Fransa gibi Batılı şehirlerin mimarisi ve yaşam tarzı, ev tefrişi ve eğlence hayatı sergilenirken, bazılarında görgü kuralları, aşk hayatı, evlilik, ahlâk, iş disiplini... gibi konular okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Ziya Gökalp’e göre Türk milleti, Batılılaşmanın ve teknolojik ilerlemenin getirdiği medeniyet değişikliğinde Osmanlı kimliği altında kendi ulusal değerlerini,

Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit

edilmiştir. ** Doç. Dr. Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü, El-mek: [email protected] *** Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, El-mek:

[email protected]

2096 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

kültürünü ve kimliğini hep geri plana iten, ihmal eden Türk ulus kimliğinin inşasına ve millî bilincin oluşturulmasına ayırmıştır. Zira Osmanlı toplum yapısında ‘medeniyet’ yozlaşmış, kendi millî kimliğine yabancılaşmış, kozmopolitizmi simgelerken, ‘kültür’ ise daha çok kenarda kalmış tarihsel ve kültürel varlığını muhafaza eden Türk milletinin kimliğinde gizlidir. Batılılaşmanın, modernleşmenin, yenileşmenin imparatorlukta kendisini en fazla gösterdiği saha muhakkak ki yaşama tarzımızda olmuştur. Filhakika hiçbir ölçü, içtimai hayat kadar bir milletin, bir medeniyetin hususiyetlerini aksettiremez. Medeniyet değişmelerinde yahut yeni bir medeniyet teklifiyle karşı karşıya gelmede en kolay nüfuz edebilecek şeyler de yaşama tarzına ait hususlar olmaktadır. Yaşama tarzı dediğimiz şey millî bir üslûp karakteri gösterir. Geçmişten miras kalan değerlerin korunup yaşatılmasında yer yer dirençle karşılaşılması normaldir. Kültürün maddi ve manevi değerlerin bir toplamı değil, sentezi olduğu hatırlanırsa bu sentezin oluşturduğu organik bütün içinde çağdaş bilim ve teknolojinin getirdiği değerlerle ortak bir geçmişten alınan manevi değerlerin etkileşeceği ve aralarında bir denge kuruncaya kadar diyalektik bir mücadeleye gireceği bilimsel bir gerçektir. Tarihi kökleri Asya’da ve İslam’da olsa bile Türklerin gözü-gönlü hep Batı’da, Batı’ya doğru olmuştur. Batılılaşma bağlamında yaşanan bu değişimin toplumun aynası olan romana değişik boyutlarla yansıması ve farklı izdüşümlerinin olması yadsınamaz. Türk edebiyatında kimlik bunalımı özellikle II. Meşrutiyet sonrası Batılı yaşam standartlarıyla yaşanan çatışmayla belirginlik kazanır. Tanzimat sonrası pozitivizmin de etkisiyle roman ve hikâyelerimizde akılcı, kendine güvenen, zeki, kültürlü, bilgi sahibi.. aydın tipi idealize edilir. Bu aydın tipi ve özenilecek yaşam birçok romanda gerek ana karakterler vasıtasıyla gerekse karakterlerin roman satırları arasına sığdırılmış sözleriyle okuyucuya bir karşılaştırma yapma imkânı sağlar. Romanların bir kısmında İngiltere ve Fransa gibi Batılı şehirlerin mimarisi ve yaşam tarzı, ev tefrişi ve eğlence hayatı sergilenirken, bazılarında görgü kuralları, aşk hayatı, evlilik, ahlâk, iş disiplini... gibi konular okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Sosyal ve siyasal anlamda başlayan değişim eğitim, vergi, anayasa, kılık kıyafet, müzik, tasarım, moda, ev yaşamı... gibi toplumsal ve bireysel boyutları da olan bir dönüşüme yol açar. Bu dönüşüm yeni bir zihniyet yeni bir kültürel algı yaratır. Bu algının savaşlar ve iktidar çatışmalarıyla bir tökezleme geçirmesi o dönem için muhakkaktır; ancak hemen her alanda örnek konumunda olan Batı’ya benzeme hususunda Osmanlı’nın geçmişe ve tarihî mazeretlere sığınmadan değişimi içselleştirmesi de kaçınılmaz bir gereklilik olarak göze çarpmaktadır. İnsan bir kültürün ve toplumun parçası olarak yaşar. Ortak kimlik, ortak aidiyetin bilince çıkarılmasıdır. Buna göre kültürel kimlik de bir kültüre katılımın bilince çıkarılması ya da o kültüre ait olduğunun ilan edilmesidir. Kimlik oluşumunun genetik ve sonradan değişik kazanımlarla elde edilmiş boyutu ortak toplumsal bir bilinci de beraberinde getirir. Biyolojik ve sosyolojik bir varlık olan insanoğlu, doğduktan sonra doğduktan sonra ırk, çevre, doğal şartlar, kültür, aile yapısı, toplumsal koşullar… gibi etkenlerle kendine has bir kimlik taşımakla beraber, sonraki yıllarda psikososyal etkenler kişilerde birtakım çatışmalar yaratarak onları bunalıma sürükler. Erikson, krizleri özerkliğe karşı utanç ve şüphe gibi duygularla tanımlar. Kişilerin yetiştiği çevre, toplumsal koşullar, ego

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2097

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

kimliği, sosyal kimlik, kişisel kimlik.. gibi roller de insanlarda kimlik bunalımına yol açan etkenler olabilmektedir. Bilindiği üzere Türkler, Tanzimat’ın ilk yıllarına kadar Doğulu / Müslüman bir kimliğe sahiptir. Daha çok ilahi kurallarla ve geleneksel örflerle belirlenmiş bir hayat standardı Türk toplumunun yaşam tarzını belirlemektedir. Batılılaşmayla birlikte sosyal, siyasal, dini ve edebi anlamda Batı standartlarını önce taklit eden sonra uygulamaya çalışan bir toplumla karşı karşıyayız. Başlangıçta bir özenti tavrı içinde gelişen bu değişim sonraki yıllarda bu yeni yaşam tarzını içselleştiren bir tavra büründüğü görülecektir.

Bu çalışmada Batılılaşma’nın Türklerin sosyal yaşantısına; dolayısıyla edebiyatına yansımaları üzerinde durulacaktır. Tanzimat, Servet-i Fünûn, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’na ait birer romandan yola çıkarak karakterlerin yaşadığı kimlik bunalımı metnin ana temasını oluşturmaktadır. Bu çalışmada, bir kültürden öteki kültüre geçmenin yaratacağı krizin edebi boyutu ekseninde bireyin yabancılaşmasına da değinilecektir. İlk dönem eserlerinde giyim, kuşam, örf ve adet bağlamında yaşanan taklit sonraki dönemlerde bir kişilik çatışması doğuracaktır. Kendi kültürüne yabancılaşan bireyin sonraki dönem romanlarında felsefi ve psikolojik bir bunalım yaşaması kaçınılmazdır. Özellikle modernist ve postmodernist romanlarımızda bu tür bir kimlik bunalımının eserlere yansıması görülmektedir. James Joyce’la başlayan bu akımın edebiyatımızdaki temsilcileri Yusuf Atılgan, Oğuz Atay ve Orhan Pamuk’tur. Bu yazarların eserlerinde ilk dönem yazarlarının eserlerinde şahit olduğumuz kültürel yabancılaşma ve kimlik bunalımından ziyade; ruhsal anlamda bir kimlik değişimine şahit olmaktayız. Edebiyatımızda Batılılaşma ile ilgili çeşitli eserler yazılmış olsa da her üç döneme ayna tutan ve bireyin kültürel ve ruhsal anlamda kimlik değişimini inceleyen bir çalışma olması anlamında bu çalışma önem arz etmektedir.

Bu bildiride Tanzimat’tan günümüze romanlara yansıyan kültür ve kimlik bunalımı dört roman ekseninde irdelenmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk Romanı, Kültür, Kimlik, Medeniyet, Gelenek.

CULTURAL ALIENATION AND IDENTITY CRISIS IN TURKISH NOVELS

STRUCTURED ABSTRACT

The West which proved its superiority in every field following the19th century created an identity crisis not only in social life but also in novel genre which is the mirror of social life.

Considering the centuries-long history of culture and identity and the challenge of leaving traditional values, it is undeniable that the transition obliged by Westernization within almost every field would encounter a natural resistance. This resistance would lead to a natural civilization crisis. It can be seen that culture and identity crises which started by Tanzimat period are commonly discussed as a subject in

2098 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

Turkish novels. The dimensions that this transition and resistance expanding the 21st century reached in Turkish literature can be explained only through a systematic reading and the attitudes that characters adopted against Westernization movement. Unlike very clear characters like black-and-white fictionalized by the first period novelists, characters who internalize Western culture and even take the position of “Other” against their own culture are encountered in late period novels.

Although the historical roots of Turks are from Asia and Islam, they have always had eyes on the West. This transformation towards Westernization has undoubtedly reflections on novel being the mirror of society in different dimensions. Identity crisis in Turkish Literature became evident after the conflict started with Western life styles especially after the Second Constitutionalist Period. With the effect of post-Tanzimat positivism, reasonable, self-confident, intelligent, cultured, well-informed, intellectual characters are idealized in our novels and stories. This intellectual type and desired life enable readers to make a comparison through protagonists and their remarks between lines in many novels. In some novels, architecture of Western cities like England and France and their life styles, home order and recreational life are presented; in others, topics such as etiquette, ethics, love life, marriage, working discipline etc. make readers think. According to Ziya Gökalp, during the civilization change caused by Westernization and technologic progress, Turkish nation tried to build up national identity and national awareness which was ignored and underestimated under Ottoman Empire along with national values, culture and identity. As a matter of fact, "civilization" used to symbolize the cosmopolitism which was corrupted and alienated to national identity within Ottoman society structure; "culture" is hidden within the Turkish identity that protected its historical and cultural entity. The field which westernization presented itself most in the empire was absolutely life style. In fact, no measure can show the features of a nation and civilization as much as social life does. Things that can penetrate most easily before civilization changes or a new civilization proposal can be seen in life style as well. What we call as "life style" shows a national style. It is normal that some resistance can be seen during the protection of old values from the past. Considering the fact that culture is not the total but the synthesis of material and moral values; it is a scientific fact that moral values taken from a mutual past and the values brought by modern science and technology will interact and they will be in a dialectic fight until a balance is set within the organic whole made by this synthesis. As it is known, Turkish people had an Eastern/Muslim identity until the first years of Tanzimat. A life standard determined with mostly sacred rules and traditional customs used to shape the living style of Turkish society. As of Westernization, we have encountered a society which tries to imitate and then applies Western standards in social, political, religious and literary sense. This change which initially started as a wannabe attitude turned into a new form which internalized this new life style in following years.

This study focuses on the reflections of Westernization on social lives of Turks and thus on the Turkish literature. The identity crises of characters in a novel from each literary period of Tanzimat, Servet-i

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2099

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

Fünûn, Meşrutiyet (Constitutional) and Republic is the main theme of this study. This study touches upon the alienation of human within the axis of the literary dimension of the crisis related to passing from one culture to another one. The imitation in clothing, customs and traditions in early period works would cause an identity conflict in following periods. It is indispensable that a person who alienates to his/her own culture will face philosophical and psychological crisis in novels of following periods. Especially in modernist and postmodernist Turkish novels, we can see the reflection of such an identity crisis on the works. The Turkish representatives of this stream which started with James Joyce are Yusuf Atılgan, Oğuz Atay and Orhan Pamuk. In the works of these authors, we can see a mental identity change rather than cultural alienation and identity crisis which could be seen in the works of early period authors. Although many works have been conducted about Westernization in Turkish culture, this study is especially important as it mirrors three different periods and investigates cultural and mental identity change of humanbeing.

This paper analyses culture and identity crisis from Tanzimat period to our day within the scope of four novels.

Key Words: Turkish Novel, Culture, Identity, Civilization, Tradition

Giriş

18. yüzyılın sonundan itibaren Batının üstünlüğünü hemen her alanda kabul eden Osmanlı devleti askerî, siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel değişim planlarıyla modernleşme sürecine girer. Bu

süreç her ne kadar geleneksel değerlerle bir çatışmaya yol açsa da değişim isteğinin yönetim

vasıtasıyla üstten; aydınlar vasıtasıyla alttan gelmesi süreci hızlandırır. Sosyal ve siyasal anlamda başlayan değişim eğitim, vergi, anayasa, kılık kıyafet, müzik, tasarım, moda, ev yaşamı... gibi

toplumsal ve bireysel boyutları da olan bir dönüşüme yol açar. Bu dönüşüm yeni bir zihniyet yeni bir

kültürel algı yaratır. Bu algının savaşlar ve iktidar çatışmalarıyla bir tökezleme geçirmesi (Zürcher 2000: 186) o dönem için muhakkaktır; ancak hemen her alanda örnek konumunda olan Batı’ya

benzeme hususunda Osmanlı’nın geçmişe ve tarihî mazeretlere sığınmadan değişimi içselleştirmesi de

kaçınılmaz bir gereklilik olarak göze çarpmaktadır (Güvenç 1985:136,137). İnsan bir kültürün ve

toplumun parçası olarak yaşar. Ortak kimlik, ortak aidiyetin bilince çıkarılmasıdır. Buna göre kültürel kimlik de bir kültüre katılımın bilince çıkarılması ya da o kültüre ait olduğunun ilan edilmesidir

(Assmann 2001:134). Kimlik oluşumunun genetik ve sonradan değişik kazanımlarla elde edilmiş

boyutu ortak toplumsal bir bilinci de beraberinde getirir.1 Biyolojik ve sosyolojik bir varlık olan insanoğlu, doğduktan sonra doğduktan sonra ırk, çevre, doğal şartlar, kültür, aile yapısı, toplumsal

koşullar… gibi etkenlerle kendine has bir kimlik taşımakla beraber, sonraki yıllarda psikososyal

etkenler kişilerde birtakım çatışmalar yaratarak onları bunalıma sürükler. Erikson, krizleri özerkliğe karşı utanç ve şüphe gibi duygularla tanımlar. Kişilerin yetiştiği çevre, toplumsal koşullar, ego kimliği,

sosyal kimlik, kişisel kimlik.. gibi roller de insanlarda kimlik bunalımına yol açan etkenler

1“Bireyin kendisini tanımlamasında ve kimliğini belirlemesinde iki unsur etkilidir. Birincisi genetik unsurdur. Genetik unsur, doğuştan getirilen bireysel nitelikleri ifade eder ve bu bireysel nitelikler, bireyin içinde bulunduğu toplumsal grubu oluşturan diğer bireylerden farklı tarafı gösterir. Cinsiyet, renk, sahip olunan potansiyel yetenekler bu unsurlarla ifade edilir… Kimliği kuran ikinci unsur ise bireyde, bireysel bilincin dışında ortak bir bilinç oluşmasını sağlar. Bu bilinç, en genel olarak ortak toplumsal bir bilinçtir ki, bunu oluşturan da kültürdür. Kişi, kültürel unsur ile bireysel unsurun oluşturduğu manevi bir

varlıktır.” Ali Osman Gündoğan, “Kimlik Sorunu ve Düşünce Dünyası”, Bkz. www.aliosmangundogan.com/.../Ali-Osman-Gundogan-Kimlik-Sorunu-. 05/05/2014

2100 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

olabilmektedir.2 Tarihi kökleri Asya’da ve İslam’da olsa bile Türklerin gözü-gönlü hep Batı’da,

Batı’ya doğru olmuştur.3

Batılılaşma bağlamında yaşanan bu değişimin toplumun aynası olan romana değişik boyutlarla

yansıması ve farklı izdüşümlerinin olması yadsınamaz. Türk edebiyatında kimlik bunalımı özellikle II.

Meşrutiyet sonrası Batılı yaşam standartlarıyla yaşanan çatışmayla belirginlik kazanır. Tanzimat sonrası pozitivizmin de etkisiyle roman ve hikâyelerimizde akılcı, kendine güvenen, zeki, kültürlü,

bilgi sahibi.. aydın tipi idealize edilir. Bu aydın tipi ve özenilecek yaşam birçok romanda gerek ana

karakterler vasıtasıyla gerekse karakterlerin roman satırları arasına sığdırılmış sözleriyle okuyucuya bir karşılaştırma yapma imkânı sağlar. Romanların bir kısmında İngiltere ve Fransa gibi Batılı

şehirlerin mimarisi ve yaşam tarzı, ev tefrişi ve eğlence hayatı sergilenirken, bazılarında görgü

kuralları, aşk hayatı, evlilik, ahlâk, iş disiplini... gibi konular okuyucuyu düşünmeye sevk eder. Ali

Kemal’in Fetret, Reşat Nuri’nin Harabelerin Çiçeği, Vodinalı H. Remzi’nin Sevda-yı Medfun, Mehmet Rauf’un Eylül (1901), Genç Kız Kalbi, Mahmut Sadık’ın Tekâmül (1912), Adil Nami’nin Nur

Hayat, Moralızâde Vassaf Kadri’nin Ölüm Habercileri… Hüseyin Rahmi’nin Şıpsevdi ve Şık

romanlarının ana karakterleri (Meftun / Şatıroğlu Şöhret) ve temsil ettikleri yaşam tarzı, Batılı yaşamın ve kimlik çatışması yaşayan karakterlere örnek olması bakımından son derece önemli romanlardır.

Halide Edib’in Son Eser’indeki Mediha, Raik’in Annesi’ndeki Necibe ve Rauf, Mev’ud Hüküm’deki

Rıfat da kimlik bunalımı yaşayan karakterlerdendir. Yazar, Seviye Talip romanında yer yer kültür ve kimlik çatışması yaşayan insanları eleştirmekten de geri kalmaz (Aktaş 2011: 393- 404). Sinekli

Bakkal’da da İmam Hacı İlhami Efendi, kızı Emine ve torunu Rabia; romana üç ayrı nesil olarak

yansır. İmamla Emine arasındaki ilk çatışma genişleyerek Rabia ile devam eder.4

Hüseyin Rahmi’nin Şık (1889) ve Metres (1889), Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası (1896), Samipaşazâde Sezai’nin Sergüzeşt (1889) ve Mehmet Murat’ın Turfanda mı yoksa Turfa mı?

(1892) adlı romanlarında alafrangalığın dile olumsuz etkisi de eleştiri unsuru olarak işlenir (Çetin

2012: 171). Bu metinde üzerinde durulan kimlik, psikolojinin üzerinde tartıştığı kimlikten ziyade, kolektif kimlik dediğimiz daha çok toplumun bireye yüklediği bir aidiyet beyanı5 olan kimlik öne

çıkarılmıştır.

Bu çalışmada Tanzimat, Servet-i Fünûn, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı’na ait

birer romandan yola çıkarak karakterlerin yaşadığı kimlik bunalımı üzerinde durmayı planlamaktayız.

1. Tanzimat Dönemi : Karnaval

1881(1298) yılında yayınlanan bu romanda sosyal ilişkiler ve eğlence kültürü ekseninde bir

kimlik değişiminin yaşandığı göze çarpmaktadır. Yazarın daha romanın başında Avrupa’da düzenlenen karnaval ve eğlence kültürü hakkında ansiklopedik bilgi vermesi dikkat çekicidir:

“Maksuda şüru etmezden evvel karnaval ve balolar hakkında karilerimiz ile birkaç lakırdı etmek

2 Bkz. Hasan Atak, 2011.“Kimlik Gelişimi ve Kimlik Biçimlenmesi: Kuramsal Bir Değerlendirme (Identitiy Development and Identitiy Formation A Theoratical Assessment), Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar – Current Approaches in Psychiatry), S. 3, s. 165. 3 “Haçlılarla savaşırken Batı’yı tanımışlar. Akdeniz Ege ve Bizans kıyılarındaki (Levanten) kentlerde Batı kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Esasen üzerinde yaşadıkları Anadolu yarımadası da Batı’nın (İyonyalı, Romalı, Hıristiyan ) kültür kaynağını oluşturuyordu. Selçuklu ve Osmanlı’nın Anadolu’da bulduğu kültür mirası, Batı’nın İyon-Roma mirasıyla ortaktır. Türklerin sahip çıktığı ve temsil ettiği İslam, aslında, bir doğuya da Güney dini değil, Batı’yı Batı yapan Yahudi-Hıristiyan

geleneğinin devamıdır. Öyleyse çağdaş Türk toplumu Batı’nın kültür kaynakları üzerinde yerleşmiş, yeşermiş ve kök salıp gelişmiş bir kültür sentezidir. Türk toplumunun tarih kaynakları –Doğu(Asya)’da, Güney (İslam)’de, Anadolu’da değil- Batı’dadır. Kültürel kaynaklarımızı, Batı’da (Batı’yı besleyen Anadolu’da) aramalıyız.” (Güvenç 1985: 120) 4 Abdülkadir Hayber. 1993. Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin Romanlarında Nesil Çatışmaları, İstanbul: MEB Yayınları, s. 92. 5 Ayrıntılı bilgi için bkz. Aydın Uğur. 2010. “Kültür, Kültürel Kimlik ve Kültürel Haklar”, Uluslararası Gönüllülük Sempozyumu, 3-4 Kasım, s. 6-7.

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2101

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

isteriz. Vakıa bazı asarımızda balolar hakkındaki nazariyatımızın bir kısmını serdeylemiş isek de

Karnaval serlevhalı bir romanın en başlıca zemini balolar olacağından ol babta biraz daha vâsi malûmat itasına lüzum görmekteyiz.” (Ahmed Midhat 2000: 3). Roman, ekseninde Zekayi ve

Resmi’nin sosyal ilişkileri ve gönül maceraları üzerine kurgulanmış olsa da temelde bir zihniyet ve

yaşam değişiminin sergilenmesi üzerine kurgulanmıştır. İki arkadaşın da Hamparson Ağa’nın güzel karısı Madam Hamparson’a ilgisi vardır. Ağırbaşlı, kültürlü ve efendi bir kişiliğe sahip Resmî, züppe

karakterli ve son derece çapkın Zekayi’ye göre avantajlı durumda olmasına rağmen roman boyunca

Zekayi’nin madamın kocasıyla işbirliği yapması, karısının onu aldattığını söylemesi Resmi efendiyi zor durumda bırakır. Ahmed Midhat Efendi, roman boyunca karakterlerinin hemen hepsinin aşk

ilişkilerine projektör tutar. Düzenli aşk ilişkilerinin neredeyse hiç olmadığı romanda platonik ve yasak

aşklar dikkati çeker. Herkes bir diğerinin sevgilisine ilgi duymaktadır. İlişkiler ana karakterlerin

hizmetçilerle aşk yaşamasına kadar çetrefilleşir. Romanın önemli halkasını oluşturan karnaval zamanı düzenlenen baloya madamın Resmi efendiyle, Zekayi’nin Helena ile katılması yeni çatışmalara yol

açar. Zekayi’nin başı Helena’nın eski sevgilisi Nizami ile beladadır. Helena’yla ilişkisini sürdürürken

Madam’ın Resmi’yle olan ilişkisini de kıskanmaktadır. Zekayi’nin başlarına çorap örme gayreti boşa çıkar. Mösyö Hamparson karısını kıskanmaya başlasa da kendisini aldattığına dair ipucu olmaması

onu karısına daha çok bağlar. Karısını tuttuğu adamla takip ettiren Mösyö, bu yolla da istediğini elde

edemese de eve aniden geldiği bir gece Resmi ile buluşan karısını yakalar. Resmi efendi pencereden kaçsa da bıraktığı eşyaları onu ele verir. Karısını dövüp evden kovan Mösyö, ikinci bir kadınla evlense

de bu karısının da onu iki kez aldatmasıyla depresyona girer ve kısa bir süre sonra ölür. Mirasın

kaldığı Madam bunu kabul etmez ve rahibe olmaya karar verir. Bu süreçte amacına ulaşmaya çalışan

Zekayi, Madamdan yüz bulamaz. Sevgilisi Helena ile Paris’e kaçan Zekayi, tüm servetini yitirdikten ve sevgilisini bir Amerikalı’ya kaptırdıktan sonra İstanbul’a döner ve Şehnaz’ın elmaslarını çalarken

yakalanır. Resmi efendi ise olayın ardından kayıplara karışsa da bir süre sonra Madamla ilişkisini

yeniden sürdürür. Madamın rahibe olmaya arar vermesinin ardından Hasna ile evlenir.

Roman her anlamda bir kimlik bunalımı üzerine bina edilmiştir: “Ziya Gökalp’e göre Türk

milleti, Batılılaşmanın ve teknolojik ilerlemenin getirdiği medeniyet değişikliğinde Osmanlı kimliği

altında kendi ulusal değerlerini, kültürünü ve kimliğini hep geri plana iten, ihmal eden Türk ulus

kimliğinin inşasına ve millî bilincin oluşturulmasına ayırmıştır. Zira Osmanlı toplum yapısında ‘medeniyet’ yozlaşmış, kendi millî kimliğine yabancılaşmış, kozmopolitizmi simgelerken, ‘kültür’ ise

daha çok kenarda kalmış tarihsel ve kültürel varlığını muhafaza eden Türk milletinin kimliğinde

gizlidir.”6 Rumların düzenlediği baloya hemen tüm roman karakterlerinin katılması ve batılılara özenmesi bu bunalımının en önemli göstergesidir. Sosyal ilişki ve eğlence kültürünün romana

yansıması ahlaki dejenerasyondan başka bir şey olarak görülmez. Dönemin diğer romanlarında da bu

bozulma göze çarpar. Felatun Bey’le Rakım Efendi, Paris’te Bir Türk, Avrupa’da Bir Cevelan, Yeryüzünde Bir Melek, Bahtiyarlık, Bekârlık Sultanlık mı Dedin?, Ahmet Metin ve Şirzad, Müşahedat,

Esrar-ı Cinâyat… romanlarında otel, balo ve karnaval gibi eğlence kültürü altında yaşanan

ahlâksızlıklar yazar tarafından dile getirilir. Sosyal alandaki değişimler hiç şüphesiz Batılı yaşamı

taklitle başlar. Bernard Lewis Avrupa’da Osmanlı daimî elçiliklerinin kuruluşunu Batıya açılmış kapılardan biri sayar. Gerçekten bu elçilikler Türk toplumunun batılılaşmasına başlıca üç yoldan

yardım etmişlerdir. Batıyı tanıyan devlet adamları yetişmesine imkân vermişler, Batıdan asker ve sivil

mütehassıslar getirilmesinde vasıta olmuşlar ve Batıya gönderilen öğrencilerin işlerini düzenlemişlerdir… Islahatçı padişahlar Osmanlı İmparatorluğunu batılılaştırmak gayretlerinde asıl

yardımcılarını Avrupa’daki daimi elçiliklerde kâtiplik vazifesi görmüş olan genç memurlarda

bulmuşlardır.7

6 Celaleddin Çelik. 2006. “Gökalp’in Bir Değişim Dinamiği Olarak Kültür – Medeniyet Teorisi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 21, s. 61. 7 Ercüment Kuram. 2013. Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, Ankara: TDK Yayınları, s.12.

2102 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

18. Yüzyılda Beyoğlu’ndaki sefarethaneler veya İstanbul’a gelen yabancı gemilerde

düzenlenen balolara başlangıçta Türklerin katılmadığı; ancak 1829’daki baloya İngiltere büyük elçiliğinin Haliç’teki elçilik gemisinde tertip ettiği baloya Osmanlı devlet ricalinin ilk defa katıldığı

bilinmektedir. 1832’de ise Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa tarafından Mahmudiye kalyonunda

verilen baloya yabancı elçilerle Türk devlet ricali ve padişah da katılır. 8 Romanın ana karakterlerinden Resmi, Ahmed Midhat’ın başka romanlarında da göze çarpan klasik Doğu – Batı kutuplaşmasında

geleneği temsil eden, kültürlü biridir. Yazar, bu karakteri yasak bir aşk ilişkisine sokarak bir anlamda

bu olumlu yönünü törpüler. Zekayi ise Resmi’nin zıddına, okumamasına rağmen son derece kendini beğenmiş, züppe, ahlâksız, yalancı, hırsız, dedikoducu, müsrif bir karakterdir. Tanzimat romanında

önemli bir karakter tipi olan mirasyedi tipin temsilcisi bu romanda Zekayi’dir.9 Orhan Okay, yazarın

alafranga hayatı eleştirmek amacıyla bu romanı yazdığını söyler. Eserin ekseninde yer alan balo ve

karnavalların Osmanlı’nın toplumsal hayatına tamamen yabancı bir eğlence olduğunu özellikle ahlâki anlamda tamiri güç yaralar açtığını belirtir: “Batılılaşmanın, modernleşmenin, yenileşmenin

imparatorlukta kendisini en fazla gösterdiği saha muhakkak ki yaşama tarzımızda olmuştur. Filhakika

hiçbir ölçü, içtimai hayat kadar bir milletin, bir medeniyetin hususiyetlerini aksettiremez. Medeniyet değişmelerinde yahut yeni bir medeniyet teklifiyle karşı karşıya gelmede en kolay nüfuz edebilecek

şeyler de yaşama tarzına ait hususlar olmaktadır. Yaşama tarzı dediğimiz şey millî bir üslûp karakteri

gösterir. Binaenaleyh, başka bir medeniyeti taklit ederek bu üslupta yapacağımız her türlü değişiklik milli değerlerimizin kaybı veya değişmesi manasını da taşır.” (Okay 1991: 61). Osmanlı toplumundaki

kişiler, millî değerlerine zıt değerlerle tanıştıklarında bu durum kişilerde şaşkınlık, hayal kırıklığı,

yozlaşma gibi sorunlara yol açar. Bu sorunlar karşısında Gerek Ahmet Midhat Efendi gerekse sonraki

dönem yazarlarının zaman zaman eserlerinde olumsuz tiplerin karşısında bilgili, kültürlü Türk tipi kurgulamalarının nedenlerinden biri Oryantalistlerin genelde Müslümanları, özelde Türk milletini10

aşağılayan tavırlarına gösterilen bir tepkidir. Paris’te Bir Türk romanı bu bağlamda önemli bir yere

sahiptir (Çetin 2012: 244). Kenan Akyüz’e göre aynı dönemde yazılan diğer edebî türlerde de bu yozlaşmanın örneklerine rastlamak mümkündür: “batılılaşmanın sosyal alandaki gelişmesini ise

1860’dan sonra basın, roman ve tiyatro birlikte yürütürler. Bu üç mühim vasıta bir yandan batılı

yaşayışı bazen çok lüzumsuz ayrıntılara inerek Türk halkına tanıtırken bir yandan da çok çeşitli

konular üzerindeki batılı görüş tarzını da getirmek suretiyle yeni bir aydın nesil yetiştiriyorlardı. Sosyal alandaki bu hizmeti ile edebiyat tamamıyla Tanzimat’ın getirdiği esaslara bağlıdır. 1860 1875

yılları arasında Türk edebiyatı ara sıra bu yönden ayrılmakla beraber hemen hemen bir bütün halinde

kendisini bu esasların gerçekleştirilmesin vermiştir ve bu tutum ile daha çok sosyal bir karakter gösterir.” (Akyüz 1995: 39).

2. Servet-i Fünûn Dönemi: Aşk-ı Memnû

Servet-i Fünûn döneminde Batılı yaşam standartlarını belirleyen genellikle edebiyatçılar, özelde de Halid Ziya olmuştur. Batılılaşma sorunsalı ekseninde işlenen romanlardan farklı olsa da Aşk-

ı Memnû, batılılaşmış bir aileyi ele alır.11 Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk–ı Memnû (1900)12 adlı

8 Orhan, Okay. 1991. Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi, İstanbul: MEB Yayınları, s.103 9 Ayrıntılı tip tahlili için bkz. Özlem Kayabaşı, “Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Karnaval’ Romanını Tahlil Denemesi”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, p.659-670. 10 Millet, zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşama arzusuna sahip olan, dil kültür ve geleneksel değerler

bakımından bir birine yakın insan topluluğudur. Geçmişten miras kalan değerlerin korunup yaşatılmasında yer yer dirençle karşılaşılması normaldir. Kültürün maddi ve manevi değerlerin bir toplamı değil, sentezi olduğu hatırlanırsa bu sentezin oluşturduğu organik bütün içinde çağdaş bilim ve teknolojinin getirdiği değerlerle ortak bir geçmişten alınan manevi değerlerin etkileşeceği ve aralarında bir denge kuruncaya kadar diyalektik bir mücadeleye gireceği bilimsel bir gerçektir. (Kantarcıoğlı 2007: 40). 11 Selma, Baş. 2010. “Batıya Hayran Bir Neslin Romanı: Servet-i Fünûn Romanı”, Turkish Studies – İnternational Periodical For The Languages, Volume 5/2, s. 333.

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2103

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

romanında 50 yaşlarında, iki çocuk sahibi Adnan Bey’le 22 yaşındaki Bihter’in evliliği ekseninde

ahlaki, kültürel ve kimlik yozlaşması ve bu yozlaşmanın neden olduğu yıkımlar ele alınır. Romanın daha başında geleneksel yaşam tarzından ziyade Batılı ve lüks bir yaşam tarzı kadın karakterin evlilik

tercihini belirleyen en önemli unsur olarak belirir. 22 yaşındaki Bihter, annesi Firdevs Hanım’la

Göksu’da yaptıkları bir gezinti sırasında karşılaştıkları Adnan Bey’in evlilik teklifini kavuşacağı lüks hayatı düşünerek kabul eder:

“(...)Evet! diyordu. Buraya geliniz mutantan yalılar, beyaz kikiler, mahûn sandallar, arabalar,

kumaşlar, mücevherler, bütün o güzel şeyler, bütün o müzehheb emeller... siz, hepiniz, buraya geliniz...” (Uşaklıgil 1900: 46).

Kibarlığı ve şıklığıyla tanınan Adnan Bey’le evlenen Bihter, Nihal’le uyuşamaz. Nihal, geldiği

günden beri evde değişiklikler yapan, evdeki hizmetçilerin, dadının ayrılmasına neden olan, son olarak

kardeşi Bülent’i yatılı bir okula göndererek kendisinden ayıran bu kadından nefret eder. Bihter, romanda Batılı kültürü ve yaşam tarzını eve uygulayan kişi konumundadır.

Evlendiği günden itibaren, Batılı yaşam tarzını, diğer Servet -i Fünûn romanlarında da

görüldüğü üzere, yaymaya çalışan kişi konumundadır. Adnan Bey’in, yalıya haftada bir uğrayan Behlül adında, 20 yaşlarında serbest tavırlı, çapkın bir yeğeni vardır. Kadınlara zaafı olan Behlül,

bazen Firdevs Hanım’a, bazen Peyker’e kur yapmaktan geri durmaz. Günler geçtikçe ruhunun

sıkıldığını fark eden Bihter, yanlış bir evlilik yaptığını, evlenmesine rağmen sevme ihtiyacının giderilmediğini kendi kendisine itiraf eder ve arkasından Behlül’le aralarında yasak bir aşk başlar.

Yaptığına pişman olsa da Bihter hatasını tekrarlar. Firdevs Hanım, yalıya taşındıktan sonra Behlül ve

Nihal’in iyi bir çift oluşturacaklarını söyleyerek, Adnan Bey’i bu evliliğe ikna eder. Bu evliliğe karşı

çıkan ve kıskançlık krizlerine giren Bihter, annesine her şeyi itiraf ettikten sonra ondan bu evliliği engellemesini ister. Nişandan önce tesadüfen Bihter’le Behlül’ün konuşmalarına kulak misafiri olan

Nihal, aralarındaki ilişkiyi öğrenir ve merdivenlere yığılır. Nihal’in göz göre göre ölüme

gönderildiğine şahit olan hizmetli Beşir; odaya girip bu yasak aşka dair bildiği her şeyi Adnan Bey’e itiraf eder. Adnan Bey, öfkeyle Bihter’in odasına çıkar. Kapı kilitlidir. Adnan Bey’in yüzüne bakmaya

bile cesaret edemeyen Bihter, dile düşmüş ahlaksız bir kadın olarak anılacağını hatırladıkça bunalır ve

intihar eder.

Aşk-ı Memnû, teknik olarak birçok eleştirmen tarafından Batılı anlamda ustaca yazılan ilk Türk romanı olarak değerlendirilir. Gerek karakter yoğunluğu, gerekse karakterlerin ruh tahlillerinin

romana yansıtılması eseri değerli kılar.13 “Aşk-ı Memnû romanı, Batılılaşmanın yanlış yorumu

12 “Halit Ziya Uşaklıgil, 19. 08. 1943’te, Suut Kemal Yetkin’e yazdığı mektupta, Aşk-ı Memnû ilgili olarak şunları söylüyor: “...Bana soruyorsunuz: Aşk-ı Memnû ne gibi etkiler altında ve nasıl yazılmıştır? diye...Bunun yanıtı biraz zor. Bilirsiniz ki bir

şiir parçası, hikâye konusu belli bir kaynaktan gelen bir etkinin, yalnız bir tek etkinin ürünü değildir. Bir hava esintisi birçok karışık yaprakları savurarak şuraya buraya dağıtır, bunlardan bir kümeyi bir yana atar...İşte sanatçının gözüne, belleğine ilişen izlenimler bunlardır. Bunlardan bir toplam çıkarmak onun eczasını birbirine ekleyip yapıştırmak, ona bir biçim vererek türlü öğelerini ipliklerle bağlamak için etkinliğe geçen asıl sanatçının hayalidir, renk renk taş parçalarından bir levha çıkarmak gibi bir iş. Aşk-ı Memnu yazılırken İstanbul,’un belli çevrelerinde, özellikle Boğaziçi’nde Melih Bey takımını andıran aileler vardı. Nitekim bugün de öyledir. Yazar bunları uzaktan yakından bilir ve tanırdı. Hayalinde birikmiş karmakarışık izlenimler vardı. Bunları billûrlaştırarak bir toplam çıkarmak için imgelemini kamçılamak yeterdi. Bu demek değildir ki, Aşk-ı Memnu gerçekte var olan birtakım yüzlerden kopye edilmiştir. Eserde birçok kişiler vardır. Bunlardan hiçbiri belli birtakım kişilerin benzeri değildir. Ama genel toplamıyle birçok kişilerden eğretilenmiş dağınık eczadan bileşen

bir varlıktır. Doğruluğu da bundan ibarettir.” (Fethi Naci. 1981. “Türk Romanı Aşk-ı Memnû İle Başlar”, Gösteri, S.4, Mart, s.66. 13 “Aşk-ı Memnû, Türkçede yazılmış tekniği en kusursuz romandır belki de. Aşk-ı Memnû’nun yazılış tekniğinde en çarpıcı yanları, kişiler arası dengenin ustalıkla kuruluşu, simgelerle olayların ele alınış yöntemi, simgelerin ilerde yer alacak olayları önceden haber verecek, geçmekte olan olaylara derinlik katacak bir duyarlıkla kullanılışı ve Halid Ziya’nın bütün bu öğeleri az rastlanır bir ustalıkla her an denetimi altında tutabilmesi, böylelikle roman boyunca ‘son’un asla açıkça sezilememesi gerilimin sürekli korunabilmesi olarak sıralayabiliriz. İntihar anında bile Bihter, doğal güdüleriyle ussal kararlar arasında

2104 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

sonucunda toplumsal bir çözülmenin aile kurumunun özündeki değerleri, özgürleşme aracılığıyla yok

etmesini; kadının erkeklerin gölgesinde kalarak geçirdiği yüzyılların telafisi için toplum içinde eşit rol almalarını (Aslında doğaları gereği aralarındaki eşitliği ararken bir eşitsizlik doğmakta; bunu ahlakın

arka plana atılması ile açıklayabiliriz.) konu edinir.”14 Batılı kültürün çocuklara aşılanmasında önemli

kültür taşıyıcılarından biri olarak mürebbiyeleri gösterebiliriz ( Mlle de Courton).15 Roman geleneksel aile yapısının yerini Batılı yaşam tarzına bıraktığı bir dönemde yaşananları, dönemin izdüşümü olarak

okuyucuya aktarır: “Aşk-ı Memnû’nun diğer romanlardan farklı tarafı kişilerinin çokluğu ve her

birinin, yazarın deyişiyle “hususî ve zatî bir hayat yaşaması”dır. Diğer romanlarda olduğu gibi bu romanda da daha ziyade ferdî mutluluk meselesi ele alınır ve Boğaziçi’nde alafranga bir hayat yaşayan

aileler ile bu ailelerin fertleri arasındaki aşk ve kıskançlık duygularına dayanan çatışmalar anlatılır.

Kişiler arasındaki yoğun duygu ilişkisinin ayrıntılı bir şekilde verilebilmesi için de dar bir mekân

çevresi seçilmiştir. Bundan dolayı romanda anlatılan olayların büyük bir kısmı Boğaziçi’ndeki bir yalıda geçer.”(Huyugüzel 1995: 44). Halit Ziya Uşaklıgil, romanıyla ilgili kendisine yöneltilen bir

soruda o günün İstanbul’unda bu özellikteki ailelere sık rastlandığını ifade ederek romanın realist

yönünü ortaya koyar: “Bilirsiniz ki bir şiir parçası, bir hikâye mevzuu muayyen bir kaynaktan gelen bir tesirin, yalnız bir tesirin mahsulü değildir. (...) Aşk-ı Memnû yazılırken İstanbul,’un muayyen

muhitlerinde, hususiyle Boğaziçi’nde ‘Melih Bey Takımı’nı andıran aileler vardı. Nitekim bugün de

öyledir. Muharrir bunları uzaktan, yakından bilir ve tanırdı. Hayalinde birikmiş, karmakarışık intibalar vardı. Bunları tebellür ettirerek bir mecmu çıkarmak için muhayyilesini kamçılamak kâfi idi.

Bu demek değildir ki, Aşk-ı Memnû hakikatte mevcut birtakım temâsîlden istinsâh edilmiştir. Eserde

birçok eshâs vardır. Bunlardan hiçbiri muayyen birtakım şahsiyetlerin tasviri değildir, fakat heyet-i

mecmuası itibariyle birçok şahsiyetlerden istiâre edilmiş müteferrik eczâdan terekküb eden bir mevcuttur. Doğruluğu da bundan ibarettir. Meselâ eserin başlıca şahsiyetlerinden bir olan Behlûl,

benim, hususiyetlerini tanıdığım bir iki, belki de üç gençten toplanmış bir gençtir, filan ve falana az

çok benzer, fakat mutlaka filan değildir. Firdevs Hanım ve kızları, hele Nihal ve babası, bunlar da öyle... Vakaya gelince, o tamamıyla hayal mahsulüdür. Bir kere hayal, bu muhtelif şahısları o vakanın

içine atıp da yaşatmaya başlayınca, hele sanatkâr, vakanın muhtelif safhalarında şahısların her birine

temessül edip onları aynıyla bir sahne sanatkârı gibi oynatınca artık hikâye canlı bir levha olarak kendi

kendine bir hayat kesb etmiş olur. Bu eserin birtakım meziyetleri varsa, onların başında eşhâsın çok olması ve her birinin hususî ve zâtî bir hayat yaşamasıdır.”16

Aşk-ı Memnû’da kimlik bunalımına neden olan vasıtalardan biri de alışveriş mekânlarının

özelliğidir. Firdevs Hanım ve kızlarının yaşam tarzları ve alış veriş yaptıkları mekânlar Batılı bir görünüme sahiptir. Pygmalyon (İstiklal Caddesi ve Galata’da bir mağaza), Au Lion D’or (İstiklal

Caddesi’nde bulunan bir ayakkabı mağazası), De lion.. gibi mağazalar hep bu tür mağazalardır.

Tepebaşı gazinolarında gidilen operetler, Ode’on’un baloları.. hep bu Batılı yaşamın bir yansıması olarak romanda işlenir.17

Romanda olayların ekseninde Bihter vardır. Bihter, Melih Bey takımının odak kişisidir.

Gençliği ve güzelliği gözü her zaman dışarıda olan annesi için bir rakip olmasına neden olur. Bu

durum daha romanın başında trajik sonu haber verir. Adnan Bey’le tanışma aşamasından itibaren

bocalar. Daha alt düzeyde Bihter, Mai ve Siyah’ta allegoriyle anlatılan ruhsal ve fiziksel bölünmenin yansıtıcısıdır” (Robert P.Finn 1984: 177). 14 Sait, Maden. 2008. “Aşk-ı Memnû ve Madam Bovary Romanlarında Kadınların Yönlendirdiği Olay Örgüsü”, Türklük

Bilimi Araştırmaları, S. 24, Güz, s. 85 15 Süreyya Elif Aksoy. 2004. Aşk-ı Memnû’da Cennet İmgeleri, Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Temmuz. 16 Halit Ziya Uşaklıgil. 1943. “Suud Kemal Yetkin’e Mektup”, Ulus, Güzel Sanatlar, İstanbul, s. 5-9. 17 Mehmet Temizkan, “Yaratıcı Yazmaya Kaynaklık Etmesi Bakımından Halid Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnû Romanında Mekân Kullanımı”, JASSS (The Journal of Academic Social Science Studies, International Journal of Social Science), Volume 5, Issue 3, p. 228

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2105

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

sürekli annesiyle gizli bir savaş sürdüren Bihter, roman boyunca arzularıyla mantığı arasında iç

çatışmalar yaşar. Romanın başında saf bir genç kız olarak, ahlaklı bir görüntü çizen Bihter’in en büyük korkusu annesine benzemektir. Bihter’in bu korkusunu okuyucuya yer yer hissettiren yazar, bu

benzeyişten kaynaklanacak olumsuz sonuçları önceden fark etmemizi sağlar. Romanın ilerleyen

bölümlerinde, Bihter, annesine benzemekten kurtulamaz. Bütün çabalarına rağmen duygularının esiri olur, önce kocasına ihanet eder, sonra işlediği bu suçun utancına dayanamayarak, bunalıma girer ve

intihar eder. Tanpınar, Aşk-ı Memnû’yu değerlendirdiği bir yazısında romanı bir aile cehennemine

benzetir ve Bihter’in bu cehenneme güzelliğinin, paraya olan düşkünlüğünün ve aile terbiyesinden yoksun oluşunun kurbanı olarak düştüğünü ifade eder.18 Bihter, hem karakter olarak hem de yaşadığı

yasak aşk ve bu aşk sonucu intiharı tercih etmesiyle Madame Bovary romanının başkahramanı Emma

ve Anna Kareninna romanındaki Anna’yı da hatırlatır.19

3. Meşrutiyet Dönemi: Jön Türk

Ahmet Midhat Efendi’nin 1910 yılında yayınlanan Jön Türk romanı, siyasal bir roman

olmaktan ziyade iki ana karakterin gelenek ve medeniyet çatışmasına dayalı bir kimlik sorgulaması

üzerine kurdukları aşkı anlatır.20 Bu roman, kültürel çatışmaların yönlendirdiği bir aşkı anlatmakla beraber, II. Abdülhamid döneminin siyasî ve sosyal sorunlarına da temas eder. Ahmet Midhat

Efendi’nin Türk aile sisteminin bozulma başlangıcı örneği olarak sunduğu bu roman sonraki yıllarda

yazılacak roman tipleri için de ilk örneklerden biridir. Romanda Ahdiye ve Nurullah adlı karakterler geleneksel ve millî değerlere bağlı olumlu karakterler olarak temsil edildiği halde; Ceylan Batılı tarzda

yetişmiş, Batıya özenen, gerçek ismini (Ayşe) gizleyecek kadar, özüne yabancılaşmış, evlilikte serbest

aşkı savunan, kadın haklarında “Feminizm”i benimseyen bir tiptir. Alafranga özentisi içinde büyüyen

Ceylan, geleneksel değerler ve Batılı değerler arasında bir kimlik bunalımı yaşar. Birbiriyle çatışan

18 “Güzelliği, kadın insiyakı, biraz yabancı olan aile terbiyesi, para ihtiyacıyla ailesi için yaptığı fedakârlık, Bihter’i, etrafındaki insanlardan çok canlı, çok kuvvetli yapar. O, bu eve limonluğa düşen bir yıldırım gibi girer. Aşk-ı Memnu, küçük bir aile cehennemidir. Bir yığın karşılıklı durum, kitabın kuvvetini yapar. Kan bağları, aşk, iradesizlik, günah, romanın bütün şahıslarını birbirine kenetler. O kadar ki, ölüm, ayrılık bile bu kördüğümü çözemez. Gariptir ki, her iki roman da aynı şekilde biter. Mai ve Siyah’ta Ahmed Cemil ile annesi, Aşk-ı Memnu’da Nihal ile babası, iki çöküntü halinde kalırlar.” (Tanpınar 1992: 276-77). 19 “Emma ve Bihter arzuladıkları yaşama evlilikleri ile ulaşmak isterler ama seçtikleri eşlerle uyuşamayınca hayatlarında

oluşan boşluğu başka erkeklerle doldurmaya çalışırlar. Emma’nın zaman zaman dine sığınması Bihter’de hiç rastlanmayan bir husustur. Anna ise bu iki kadından da farklı olarak evliliğinde tatmadığı heyecanları Vronski’de tadar. Emma ve Bihter’in yapamadığını başarır ve adeta bir hayal âleminde İtalya’da ve Orta Asya’da bir kır evinde sevdiği adam ile birlikte yaşar. Ondan bir çocuk sahibi dahi olur. Anna adeta Emma ve Bihter’in gerçekleştiremedikleri hayalleri gerçekleştiren bir üçüncü şahsiyettir. Ancak onun hayatında Rus toplumunun derin etkileri görülür. Aleksey Aleksandroviç hayatını Rus toplumunun kurallarına uygun yaşayan bir erkektir. Roman ise sadece bir yasak aşkın romanı olmaktan çok Rus toplumunun değişik açılardan incelenmesine dayanan ve odak noktası olarak da değişik kesimlerden üç aileyi ve ilişkilerini ele alan bir eserdir. Oysa Madame Bovary ve Aşk-ı Memnû toplumdan sahneler vermekle birlikte birer yasak aşk romanı, aldatan kadınların

hikâyesi olarak değerlendirilebilir. Emma ve Bihter, Anna’ya göre daha sığ, gündelik yaşamın ihtiyaçlarını tatmin etmekten sonrasını düşünmeyen, sathî tiplerdir. Emma’nın Bihter’e nazaran daha serbest hareket etmesi, ilişkilerinde toplumu hiçe sayması, ait olduğu toplumun, Fransız toplumunun yapısından kaynaklanır. Oysa Bihter, Firdevs Hanım’ın kızı olmanın acısını içinde taşıyan ve annesine benzemekten, toplum tarafından yargılanmaktan korkan genç bir kadındır. Duygularını dizginleyemeyip yaptığı hatayı canıyla öder. Sosyolojik açıdan büyük önem taşıyan ve kadın ve evlilik kurumu gibi önemli bir meseleyi de irdeleyen bu üç ayrı eserde ayrı ayrı toplumları temsil eden ancak aynı acıları yaşayan üç kadın kendi iradeleri ile karar verdikleri ölümde birleşirler. Ölüm onların fırtınalı ruhları için huzur dolu bir sığınaktır.” (Emel Kefeli. 2000. “Dünya Edebiyatından Üç Roman ve Üç Kadın Tipi” , Karşılaştırmalı Edebiyat Tarihi, İstanbul: Kitabevi Yayınları, s.95). 20 Jön Türk romanı yayınlanmadan önce Tercüman-ı Hakikat’te şöyle duyurulur: “Yarından itibaren neşrine başlanılacağından vatanın sevgili hadimleri olan Jön Türk’leri seven kârilerimizin Jön Türk romanını da seve seve okuyacaklarına hiç şüphe yoktur.” (Tercüman-ı Hakikat, Nu. 9875, 10 Eylül 1324. Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Midhat Efendi) (Milli Eğitim Bakanlığı, İst. 1991, s.382) adlı incelemesinde, Jön Türk’ün İttihatçıların maddi veya manevi baskısı altında yazıldığını söylese de Alâattin Karaca eserle ilgili yazısında, bu durumu kitle psikolojisine bağlar. (Bkz. Alâattin Karaca. 1991. “Ahmet Mithat Efendi’nin Jöntürk Adlı Romanı”, A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, X, 1, s.124)

2106 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

kimlikler arasında bocalayan birey bir anlamda çoklu kimlikler arasında kimliksizleşmekte diğer bir

tanımlamayla melezleşmektedir. Başka bir açıdan kişi kendini ya da kimliğini dayatılan imajlar uğruna terk etmektedir.21 Bu anlamda Kiralık Konak’ın Seniha’sını, Peyami Safa’nın Sözde Kızlar

romanındaki Hatice (Belma)‘yı hatırlatır. Ahmet Midhat Efendi, İslam / Doğu medeniyetini

küçümseyip alafranga bir yaşamı, dolayısıyla lüks yaşama arzusunu, Batıdaki değişim fikrini bir Türk olan Ceylan’ın zihnine yerleştirir: “Ahmed Midhat, Jön Türk’de kahramanı Ceylan ve ailesinin

kimliğinde yozlaşmanın hangi boyutlara ulaştığını gösterir. Romanın karşıt gücünü oluşturan Ceylan -

ki asıl adı “Ayşe iken Fransızca biche kelimesinin Türkçesi olarak Ceylan tahallüs eden bir hanım’dır- alafranga bir ailenin tek kızıdır. Babası Kâzım Bey, bir büyük dairenin kethüdalığından yetişmiş,

eğlence düşkünü, alafrangayı güya sever, fakat hakiki yenilikten anlamaz; Fransızcayı çok sevdiği

halde “bonjur” demesini bile beceremez bir adamdır. Ama Rum, Ermeni kadınlarıyla polka oynamakta

pek mahirdir. Ceylan, yedi sekiz yaşına kadar babasının dairesinde çalışan laubali insanlar arasında, ahlaksız Çerkez cariyelerin elinde kucaktan kucağa dolaşarak onların çaldığı şarkıları ve oyunlarını

taklit ederek büyür. Daha sonra babasının teşvikiyle bu dairede görevli Fransız muallime ve

rakkaselerinden Fransızca öğrenir. Bu zeki ve afacan kız, Fransızcayı Türkçeden belki daha iyi öğrenir ama bunun yanında bu ahlaksız Fransız dilberlerinden “hukuk-ı tabiiye-i nisvaniyeye” dair her türlü

ileri feminist fikirlerinden de etkilenir. Ahlakî kayıtlara önem vermeyen ve dışarıdaki birden çok

“muhib”leriyle metres hayatı yaşayan bu kadınların erkeklere olan talepkâr ve ahlaksız konuşmalarına, nikâhsız evliliğe dair fikirlerine tanık olur. Yaşı ilerledikçe feminizme dair dergi ve

kitaplarda okuduklarını duyduklarıyla birleştirerek hayatına tatbik etmek ister. (...) Ceylan’ın

bunlardan başka meziyetleri de vardır. O, Fransız muallimeler ve dansözler arasında büyüdüğü için iyi

piyano çalar, alafranga şarkılar söyler, valstan polkaya kadar her türlü dansı bilir. Nurullah’ın karşısında baş başa şarkı okuyacak, başını bu komşu oğlunun omzuna dayayarak dans edecek kadar

serbesttir. Hafif meşrep ailesi de bu ilişkiyi ve flörtü tabiî karşılarlar.” (Gündüz 1997: 290). Bu

değişim düşüncesi sadece zihinde kalmaz, günlük hayata geçirilmeye çalışılır. Ceylan, bunun en güçlü temsilcisi olur (Karabulut 2010: 87). Ceylan’ın anne ve babası da alafranga özentisi içinde yaşayan

insanlardır.(Ahmed Mithat 2003: 62). Ceylan’ın bu kimliği Nurullah’la çatışma yaratır. Marcia’ya

göre kimlik, bireyin dürtülerinin, inançlarının ve kişisel geçmişinin dinamik bir örgütlenmesinden

oluşmaktadır. Kimlik literatürde en genel anlamıyla, bireyin ‘ben kimim?’ sorusuna verdiği yanıt olarak tanımlanır (Atak 2011: 164). Ceylan’ın da kendisini tanımladığı nitelikler, sahip olduğu milli

ve kültürel niteliklerden ayrıdır. Özüyle çelişen tavırları, intihar sürecinde yaşayacağı buhranın

temelini oluşturur.22 Yaşadığı buhran elde edemediği Nurullah’a kavuşmak amacıyla onu hile yapmaya sürükler. Onun bu çabaları Namık Kemal’in İntibah romanındaki Mehpeyker’i hatırlatır.

Berna Moran Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış-1- adlı kitabında Ahmet Midhat Efendi’nin Hasan

Mellah Yahut Sır İçinde Esrar adlı eserini incelerken İntibah’taki Mehpeyker’den yola çıkarak “ölümcül kadın tipi” çizer.23 Ceylan’ın sahip olduğu bu karakterin normal insanlardan farklı özellikleri

21 Doğan Akbulut. 2012. “Küresel Siyaset, Kimlik ve Sanat”, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi (Inonu University Journal of Art and Design), Cilt/ Volume: 2, Sayı: 6, s. 405. 22 O, “(...) aşırı feminist fikirleri, yetişme tarzı, yaşayışı ile yozlaşmış alafranga bir tiptir. Evlerinde kaç göç yoktur. Anne ve

babası eğlenceden hoşlanan, evlerinde kadınlı-erkekli misafirleri eksik olmayan kibar ve alafranga yaşayışlı bir ailedir.

Ceylan, zamanının büyük bir bölümünü babasının dairesindeki Fransız rakkaseler, oyuncular arasında geçirdiği için, iyi

Fransızca bilir. Feminizmle ile ilgili bütün kitap ve dergileri Fransızcasından okumuştur. Buradan öğrendiklerini hayatına

tatbik etmek ister. Avrupa’da bile henüz tartışılan “mariage libre”i (nikâhsız evlilik) savunur. İyi piyano çalar, resim yapar,

dönemin moda danslarını (vals, polka vb.) çok iyi bilir. Babasıyla yemek aralarında içki içer, sevdiği gence, Nurullah’a

nikâhsız evliliği teklif edecek kadar ileri fikirlidir. Nurullah’la başbaşa içki içer, karşısında şarkı söyleyip raks eder ve

odasına alarak onunla sevişir.” (Osman Gündüz 1997: 360) 23 “(...) Bu iki tipten birincisine “kurban tipi”, ikincisine de “ölümcül kadın tipi” diyebiliriz. Ayrı iki tür romanda buluruz

bunları. Kurban tipi aşkın idealize edildiği bir öyküyü anlatan romanlarda, sevgilisine ihanet etmektense ölümü tercih eden

romantik bir genç kız olarak çıkar karşımıza. Ölümcül kadın ise cinsel tutkunun egemen olduğu ve genç bir adamın bir kadın

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2107

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

vardır.24 Romanın sonunda Nurullah’ın Ahdiye ile birleşerek mutlu olması onu kıskançlık krizine

sürükler. Ceylan, kendini aldatılmış, hakkı elinden alınmış, karnında çocuğuyla terk edilmiş olarak kabul ettiği için çareyi intihar etmekte bulur.25

Jön Türk romanı Osmanlı Devleti’nin son siyasî dönemi çerçevesinde yanlış Batılılaşmayı

konu edinen bir romandır. Bu kavramın yer yer “Medeniyet” kavramıyla özdeş kullanılması kaçınılmaz olsa da Ziya Gökalp medeniyet kavramı ile bir yandan yozlaşan toplumsal sınıfları

betimlemekte, diğer yandan da Türk milletinin yeni bir medeniyete doğru yönelişini vurgulamaktadır

(Çelik 2006: 54). Ceylan, romanda Batı’yı temsil eden bir tiptir. Batı’ya körü körüne hayranlığı, hayalciliği, kendi özüne ve Doğu’ya olan nefreti, feminizm hakkındaki fikirleri onu bu kimliğe iter.

Ahmet Midhat Efendi, eserde bir anlamda yanlış Batılılaşmayı da eleştirir.26 Romanda Nurullah Doğu

/ Gelenek’i savunan, özüne bağlı, olumlu bir tiptir. Paris’te Bir Türk romanındaki Nasuh’un

karşılığıdır. Tanzimat dönemi romanlarında yerli ve yabancı kültürler karşılaştırılırken, Türk kültürü üstün yönleriyle ön plana çıkarılır. Bir milletin kültürü, onun bütün fertlerinin sahip olduğu, hadiseleri

karşılayan duyuş şekilleriyle, bütün tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümleridir (Topçu 2004:

16). Ceylan, Nurullah’a tamamen zıt bir karakterde olmasına rağmen ona âşık olmuştur. Ceylan, bu aşkta samimi olmaktan ziyade Nurullah’ı sahiplenmek ister. Nurullah, güzelliğine rağmen onu

reddetmiştir. Bu reddedişte kültürel bir çatışmadan söz edilebilir. Bu yaklaşım bizi kültürün ne olduğu

sorusuna yöneltebilir. Sosyoloji ve kültür antropolojisi ‘kültür’ü bir toplumun bütün hayatı ve yaşam tarzı olarak görmektedir. Ziya Gökalp’le birlikte öne çıkan kavram ise ‘millî kültür”dür. ‘millî’

nitelemesinin öne çıkması, çok milletlilik esasına dayanan imparatorluk yapısı çözülürken, ufukta

görünen millî devletin dayanağı olacak ‘millet’ kültürünü kurma ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu

anlamda milli kültür, ortak değerler ve amaçlar etrafında yeni bir sosyal yapılanmayı ve milleti kapsayan bir birleştiriciliği ifade eder.27

Romanın sonunda Ceylan’ın intihar etmesini, yazarın batılı eğitim ve alafranga terbiye

karşısında geleneğe bağlı kalmanın gerekliliğini sembolleştirmesine bağlayabiliriz. Oysa Doğu ve Batı kültürünü doğru bir şekilde özümseyen Ahdiye onca sıkıntıya rağmen mutluluğa ve huzura kavuşur.

Yazarın, kendisini alafranga düşüncelere kaptıran genç kızların er geç mahvolacağı; Ahdiye gibi

terbiyeli ve geleneklerine bağlı yaşayan kadınların / kızların ise mutlu olacağı tezini okuyucuya

aktarmak istediği söylenebilir.28

tarafından mahvedilişini anlatan başka bir grup romanın kahramanı olarak görülür. (...) Batı edebiyatında Clymnestra,

Cleopatra ve Carmen gibi bu kategoriye giren ünlü karakterler çoktur ve bu karakterlerin arketipi, Âdem’e elmayı yediren

Havva’ya kadar götürülmüştür.”(Bkz. Moran 1995: 32- 36). 24 Ölümcül kadın tipinin en belirgin özellikleri, kıskanç ve kurnaz olması, türlü dolaplar çevirerek gerek sevdiği erkekten,

gerekse rakibesinden öç almaya çalışmasıdır. İntibah’taki Mehpeyker’in yanısıra, Yeryüzünde Bir Melek’teki Arife ölümcül

kadın imajı bakımından; Kiralık Konak’taki Seniha, Asrîler’deki Süveyda ve Süheyla, Yaprak Dökümü’ndeki Leyla alafranga

kadın tipi bakımından Ceylan’a benzerler. (Bkz. Karaca 1991: 131- 132 ). 25 Bkz. Nurullah Ulutaş. 2011. İntihar ve Roman, Ankara: Akçağ Yayınları.

26 Ona göre bu olgu toplumumuzda iki şekilde görülür: “ a. Esaslı ve Gerçek b. Yapmacık ve Yüzeyde, Esaslı ve gerçek

Batılılaşma aydın kesimde, yapmacık yüzeyde Batılılaşma ise yarı aydın kesimde görülür. Ahmet Midhat, Batılılaşmaya karşı

değildir. Ancak aydın olarak bir davranışın iyi ve kötü yanlarını görebildiğinden Batılılaşma hareketinin yapmacık ve gerçek

yönlerini halka göstermek amacıyla yapıtlarında bu konuyu da ele almıştır.”(Olcay Önertoy. 1999. Halit Ziya Uşaklıgil

Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 20 – 21) 27 Y. Özakpınar. 1998. Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, İstanbul: Ötüken Yayınları, s. 48. 28 Yaşar Şimşek. 2012. “Ahmet Mithat Efendi’nin Jön Türk Romanında Kadına Bakış ve Feminizm Düşüncesi”, Dede Korkut Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, C.2, S.2, s. 151.

2108 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

4.Cumhuriyet Dönemi

Modernizmin Getirdiği Kimlik Bunalımı: Anayurt Oteli

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte edebiyatımıza bir kazanım olarak yansıyan yazar ve eser

artışına bağlı olarak, toplumun eğitim seviyesinin de yükselmesi, şehirleşen / modernleşen insan

tipinin romanlarımızda sık işlenmesine yol açar. Tüm bu olumlu sonuçların zıddına toplumda ve romanda kendi kültürüne, geleneğine ve benine yabancılaşan karakterler göze çarpar. 19. yüzyıl

başlarında Sanayi Devrimi’nin ardından bilim ve teknolojideki gelişmeler ve bunun sosyo-politik

yansımaları, insanın gitgide makinelerin egemenliğine girmeye başlaması; bununla birlikte toplumsal üretim düzeniyle birey arasında oluşan çelişkiler insanlar arasında iletişimsizliğe, bireyin yavaş yavaş

kişiliğini yitirmesine, topluma yabancılaşmasına yol açar. “Anlamakta güçlük çektiği bir dünyayla

kendini özdeşleştirmekte zorlanan, ona yabancılaşan insan, yabancılaşmayı sanatsal boyuta taşır, onu

bir kurgu tekniğine dönüştürür.[…]Yabancılaştırma estetiği, somut görüntüyü yabancılaştırarak yeniden kurgularken özde gerçeklikten uzaklaşmaz; […] dünyanın özünde yatan kaotik çelişkileri,

belirsizliği, anlaşılmazlığı gözler önüne serer.”29

Batı edebiyatında Dostoyevski’nin Yer Altından Notlar’ı (1864), Franz Kafka’nın Dönüşüm’ü (1915) ve Dava’sı (1925), Herman Hesse’nin Step Kurdu’su (1927), Elias Canetti’nin Körleşme’si

(1935), Jean Paul Sartre’nin Bulantı’sı (1938) ve Albert Camus’un Yabancı’sı (1942) öncü romanlar

olarak karşımıza çıkar. “Yabancılaşma”yı işleyen bu romanlar, modern yaşamın bireyi / aydını nasıl bir cendere altına aldığını vurgulamaya çalışır. Bu yazarların metinlerinde yer alan yalnızlık, korku,

iletişimsizlik, çaresizlik, ruh-madde ve akıl-duygu karşıtlıkları gibi izlekler yabancılaşma sorunsalını

destekleyici niteliktedir. Habermas’a göre modern yaşamın rasyonel ölçüleri, kurumsal yapıları ve

bürokrasi, ‘yaşam dünyasının kolonileştirilmesi’ sorununa neden olur. Bürokratik eylem sistemleri bireyi öylesine tahakkümü altına almıştır ki artık çalışanın gündelik yaşamı rasyonel ve araçsal bir hal

almıştır. Birey kendi amaç ve çıkarlarını sistemin amaçları ekseninde biçimlendirme zorunluluğunda

bırakılmıştır. Bu doğrultuda, yalnızca buna uygun kültürel değerler ve bireysel kimlikler edinebilirler. Modernizmde bireysellik kişinin kişisel özelliklerini odak noktası haline getirecek yerde, tuhaf bir

biçimde sıradanlığı ifade etmektedir.” (Tükel 2012: 37).

Türk edebiyatında ise yabancılaşma olgusunun, Tanzimat’la başladığını söylemek

mümkündür. Bu dönem romanlarında yabancılaşma, Doğu-Batı ekseninde değerlendirilerek, yanlış Batılılaşmanın getireceği sonuçlar trajikomik olarak çizilen alafranga kahramanlar aracılığıyla

verilmeye çalışılır. “Yazarlar, romanlarda bireyin iç dünyasını derinlemesine vermeyerek her fırsatta

okuyucuyu yeni ve yabancı hayat tarzına karşı uyarma ihtiyacı içerisinde hissederler.” (Ecevit 2009: 36)

1940’lı yıllarda Abdülhak Şinasi Hisar, “Fahim Bey ve Biz (1941) ile Çamlıca’daki Eniştemiz

(1944) ve Ali Nizamî Bey’in Alafrangalı ve Şeyhliği (1952) adlı üç romanında sadece kendi küçük dünyasında yaşayan ve çevre/ toplum tarafından “deli” olarak görülen üç ‘yabancı’yı, Fahim Bey’i,

Vamık Efendi’yi ve Ali Nizamî’yi anlatarak” sıradan bireyin yalnız ve yabancılaşmasını söz konusu

eder. Yine 1940’lı yıllarda Sabahattin Ali de Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve

Kürk Mantolu Madonna (1943) romanlarında yabancılaşma sorununa kimi kez doğa-kent, kimi kez de birey-toplum çatışmalarıyla yer verir. 1953 yılında, Attilâ İlhan da Sokaktaki Adam romanındaki

Kamarot Hasan karakteriyle toplumsal bir yabancılaşmaya dikkat çeker. Sonrasında Yusuf Atılgan,

Aylak Adam (1959) ve Anayurt Oteli (1973) romanlarıyla bu konuya eğilir. Yazar ilk romanında C. Adlı kahramanla toplum değerlerini reddeden ve kendi gerçeğini kurmaya çalışan entelektüel bir

yabancıyı ele alır. Ahmet Hamdi Tanpınar Yeni İstanbul gazetesinde 1954 yılında tefrika edilen ve

1961 yılında da kitap olarak basılan Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında Hayri İrdal’ın

29 Yıldız Ecevit. 2009. Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul: İletişim Yayınları, s.26.

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2109

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

yabancılaşmasını değişen sosyal hayat çerçevesinde ironik bir dille ifade etmeye çalışır. Oğuz Atay,

Tutunamayanlar (1972) romanında burjuva bir aydının yaşadığı topluma ve hayata karşı yalnızlığını irdeler. Tahsin Yücel’in Mutfak Çıkmazı (1960), Peygamberin Son Beş Günü (1992), Bıyık Söylencesi

(1995), Vatandaş (1995), Yalan (2002), Kumru ile Kumru (2005), Gökdelen (2006), Adalet

Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak (1973) ve Bir Düğün Gecesi (1979), Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim (1977), Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm (1983), Vüsat O. Bener’in Buzul Çağı’nın Virüsü

(1984), Bilge Karasu’nun Gece (1985), Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler (1995) ve Kayıp Hayaller

Kitabı (1999), Hilmi Yavuz’un Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri (1991), Orhan Pamuk’un Kara Kitap (1990) ve Kar (2002), Elif Şafak’ın Mahrem (2000) ve Araf (2004) gibi daha pek çok romanda

yabancılaşma ve kimlik bunalımı, modernizmin ve sonrasında da postmodernizmin etkisiyle Türk

edebiyatını besleyen önemli bir kaynak ele alınır. Kimlik bunalımının neden olduğu sonuçlardan biri

de ters kimliktir. (Atak 2011: 170)

Anayurt Oteli (1973), Zebercet adlı ana karakter ekseninde kurgulanan bir romandır. Romanın

bazı eleştirmenlerce Faulkner, Joyce, Dostoyevski gibi yazarların yapıtlarıyla akrabalık taşıdığı

belirtilir.30 Eser, baştan sona otelin simgesel içyapısı üzerine dizayn edilmiş ve yazarın belirlediği çeşitli sembollerden yola çıkarak; ana karakterin kişilik özelliği hakkında okuyucuyu bilgilendirdiği

bir görünüme sahiptir. Dışardan bakıldığında basit birer vak’adan ibaret olaylar karşısında yaşadığı iç

çatışmalar ve psikolojik değişimler, Zebercet’i yabancılaşmanın kucağına iter. Otel, Atılgan’ın romanında bir yalnızlık mekânı olarak anlatının en önemli karakterlerinden biridir. Adeta yazar

tarafından kurgulanıp bir kişi halini almıştır. Yapının Tanzimat’ta bir konak olarak yapılıp,

Cumhuriyet’in kuruluş yılında otele çevrilmesi ve Zebercet‘in 10 Kasım günü bu otelde intihar etmesi

tesadüf değildir. Otel tanıtılırken, üç katlı bir eşraf konağı olduğunu, sahibi yangından bir süre sonra İzmir’e yerleştiği için eski nüfus kâtibi Ahmet Efendi’nin üstlenmesiyle otele dönüştürüldüğü, Anayurt

Oteli adının verilme nedeni… gibi gereksiz ayrıntılar, romanı ilginç kılan özelliklerdir. Otel,

Zebercet’in tek sığınağı, geçmişi, bugünü, yarını ve mezarıdır, gömüldüğü bu otelden bir türlü çıkamaz.

Yedi aylık doğan, doğduğunda ebe tarafından “Pamuğa sarıp inci kutusuna yatırılır bu;

‘Zebercet’ koyun adını.” (Atılgan 2012: 13) denilerek adı konulan, bazı aceleci tavırları, anne ve

babası tarafından bile yedi aylık dogmasına bağlanarak azarlanmaktan ve alay edilmekten kurtulamayan Zebercet, hem fiziki hem de ruhsal yönden zayıftır, hastalıklıdır. Topluma

yabancılaşmasının nedenleri bu dışlanmışlıktır. Zebercet sözü edilen aşağılanmaları sadece ailesinden

görmez. İlkokulda Kürt Muhittin adlı arkadaşının Zebercet için, “Anası oğlan doğurmuş, Zebercet hamur yoğurmuş” (Atılgan 2012: 28) sözleri, yağmurlu bir günde dağ basında fırtınaya tutuldukları

sırada arkadaşlarının yanında ağlaması, askerdeyken Fatihli dediği Serdar adlı asker arkadaşının erkek

egemen kişiliği altında silinmesi, askerlik hizmeti sırasında bölük yüzbaşısı tarafından ‘emir erliğine’ ayrılarak bir ortalıkçı kadın gibi çalıştırılması gibi hiçe sayılmalar onun temel sorunudur.

Anayurt Oteli’nde romanın başlangıç zamanı olan 20 Ekim 1963 Pazar gününden itibaren,

Zebercet ‘in ölümüne değin geçen 22 günlük süre boyunca cinsel saplantılarının gitgide arttığını

görürüz. Romanda tecavüz diyebileceğimiz tek taraflı ilişki, homoseksüel yaklaşım, hayvan sevicilik, lezbiyen ilişki, ensest, fetişizm gibi bütün cinsel sapmalara göndermeler yapılmıştır. Zebercet ‘in

cinsel yönden yabancılaşmasının nedeni yalnızlık ve iletişimsizlik sorunu ile bağlantılıdır. Zebercet‘in

cinsel yönden yabancılaşmasının ilk örneği kendi kendini tatmin etmeye çalışmasıdır: “Kadının unuttuğu karaları ince, sarıları kırmızıları kalın çizgili havluyu demirden aldı; yatağın ortasına serdi;

yastığın bir ucunu havlunun altına çekip abandı; sarıldı.” (Atılgan 2012: 41). İkinci örnek ortalıkçı

30 Reyhan Tutumlu. 2002. Anlatı Bilimi Açısından Roman-Sinema Etkileşimi ve Bir Uygulama: Anayurt Oteli, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Haziran, s. 11.

2110 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

kadınla arasındaki tek taraflı ilişkidir. İletişimden yoksun bu iki insan arasındaki ilişki tek taraflıdır.

Zebercet geceleri kadının odasına girer ve o uyurken onunla sevişir. Zebercet ‘in homoseksüel ilişkiye yönelmesi horozcular kahvesinde tanıştığı Ekrem adında oğlana sinemaya gittiklerinde duyduğu cinsel

ilgiyle belirtilir. Hayvan sevicilik diye adlandırılan diğer sapkınlık Zebercet‘in ortalıkçı kadını

boğduğu gece kediye karşı duyduğu hazla ortaya çıkar: “Elini sırtına götürdü. Boynundan kuyruğuna okşadı. Kedi ön ayaklarını bacağına dayadı; okşarken elinin geçtiği yerde sırtı kabarıyor,

mırıldanıyor, ara sıra tırnaklarını bacağına batırıyordu. Elinin altında diriliğin sıcaklığını duyuyordu.

Orası kabarmaya başladı.”(Atılgan 2012: 58). Lezbiyen ilişkiye yapılan göndermeler yine Zebercet‘in Keçecilerle ilgili anılarında belirir. Keçecilerin hizmetkârlarından olan Kadriye Kalfa’nın bir besleme

ile arasındaki yakınlık bu ilişkiye örnek olarak verilir. Mesela duvarda asılı olan tablodaki kadına

bakınca: “…Belki bu kadın da uzun sıcak günlerde zenci kızların biriyle ya da ikisiyle…” (Atılgan

2012: 55). Ensest olguya verilebilecek örnek ise; ortalıkçı kadının başına gelen trajik durumdur. Kadının dayısı tarafından iğfal edildiği yazar tarafından ima yoluyla hissettirilir: “Bir gece yatmışken

kalktı, bitişik odaya girdi, ışığı yaktı. Sıcaktı, örtüsüz uyuyordu; gömleği sıyrılmış. Kapıyı kapadı,

yaklaştı. Düğmeleri çözdü. (…) sarstı. Kadın kıpırdamadı; ‘Geldin mi dayı?’ dedi uykusunda.”(Atılgan 2012: 15). Zebercet, roman boyunca tutkun olduğu kadının yattığı odaya giderek

dokunduğu eşyalara karşı fetişist bir aşkla dokunur ve yalnız kaldığında fantazmlarla yoğun bir şekilde

meşgul olmaktadır. Tüm bunlar, onun normal olmayan kişiliğini daha da aykırı bir hâle sürükler.31

Anayurt Oteli’nde Zebercet, yaptığı otel kâtipliği işi nedeniyle yaşamın ve yaşananların

dışında olduğu için topluma yabancılaşan biridir: “Romanda yalnız, çevresine yabancılaşmış,

geçmişinden kopamayan, hastalıklı bir bireyin kaçınılmaz sona doğru gidişi anlatılır.” (Tutumlu 2002:

9). Otele gelen müşterilerin kapılarını dinler veya onlar gittikten sonra odalarına girerek kolaçan eder. Zebercet kendisindeki bu eksikliği fark ettiği an gömüldüğü yeraltındaki bu otelden dışarı çıkmaya

karar verir. Berna Moran, Zebercet‘in topluma yabancılaşmasının nedenini açıklayarak su tespitte

bulunur: “Yalnız ve anlamsız bir yaşama yazgılı Zebercet‘in sığındığı iki şey var, biri maddesel, biri düşünsel: Otel ve Keçecizâde ailesine ait anılar. Romana adını veren otel, Zebercet’ i yalıtlayan,

koruyan, dışarıya kapalı, güvenceli bir sığınaktır. Gerçi yine başkalarıyla en azından ekonomik bir

iletişim içindedir ama dış dünyada basına gelenler otelde başına gelmez, çünkü ne de olsa burada

yönetici statüsünün verdiği bir saygınlığı vardır… Otelin içi ve dışı iki ayrı dünyadır ve bu karşıtlık romanın ana temasında önemli rol oynar.”32

Anayurt Oteli’nde bireyin kendine yabancılaşmasını en iyi örnekleyecek simgesel değer

bıyıktır: “Başı bedenine göre büyükçe, alnı geniş; saçları kaşları gözleri bıyığı koyu kahverengi(…)” (Atılgan 2012: 12). Romanda emekli subay olduğunu söyleyen adam bir sabah Zebercet’ e

“…bıyığınız yakışıyordu…”(Atılgan, 2012:9) der. Belli aralıklarla (dört haftada bir kez) aynı berbere

gittiğini bildiğimiz Zebercet, bu kez farklı bir berbere gider ve tıraş esnasında bıyıklarının kesilmesini ister; berberin verdiği yanıt “Çok şakacısınız.” dır. (Atılgan 2012: 22). Otelde kalan celeplerden birisi

de ona bıyıklarını kestiğini söyler. Zebercet bıyığının ne zaman kesildiğinden hâlâ emin değildir. Ona

“bu sabah var mıydı bıyığım?”(Atılgan 2012:128) diye sorar. Kimileri bu bıyık takıntısının Zebercet

‘in zihinsel fonksiyonlarının bozulmaya başladığının anlatısal bir uyarısı olduğunu düşünür. Bıyık olgusunun Zebercet ‘in bakış açısına göre, onun yetişkinler, erkekler dünyasındaki yerini belirlediği,

gücün ve iktidarın sembolü olduğu da açıktır. Her zaman gittiği berber yerine başka birine giden

Zebercet, aynı kasaba da yasadığı adama kendini tanıtırken oralı olmadığını, kasabaya bir is için geldiğini söyler. Kendini olduğundan farklı gösterme çabasına bir diğer örnek de horozcular

kahvesinde tanıştığı Ekrem’e adının Ahmet olduğunu söylemesidir.

31 Alparslan Nas. 2009. “Aylak Adam ve Anayurt Oteli’ne Psikanalitik Yaklaşım: Atılgan’ın Oidipal Roman Kişileri Olarak C. ve Zebercet”, Nota Bene Journal of Arts and Social Sciences, Vol: 2, Temmuz, s. 72-86 32 Berna Moran. 1995. Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İstanbul: İletişim Yay.

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2111

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

Anayurt Oteli’nde yaşama yabancılaşma olgusu Zebercet‘in intiharıyla doruk noktaya çıkar.

Baştan sona karmaşıklıklar üzerine kurulan romanda modern çağın getirdiği yaşam biçiminin doğurduğu Zebercet karakteri, bunalımlı ruhu, tutkulu sevdası ve istekleriyle önce çevresel şiddete

ardından intihara yol açar.33

Zaten romanda Zebercet ‘in bilinçaltında birisi dolaylı yoldan olmak kaydıyla iki intihar hadisesi vardır. Bunlardan biri Faruk, öbürü de Nureddin adlı dayısıdır. Faruk adlı dayısı kendini

konakta tavana asarak intihar eder. Nureddin dayısı ise yasak sevgilisinin ilişkiyi öğrenen doktor

kocası tarafından ağu ile zehirlenerek öldürülmesinin ardından katıldığı Halveti dergâhında kırk günlük çilenin 22. gününde ölür. Kendi cezasını kendisi vermeye karar veren Zebercet, otelde intihar

eder. Zebercet ‘in yaşama yabancılaşmasına verilecek en önemli örnekse intihar etmeden birkaç gün

önce yemek yediği aşevinin yanındaki kahvenin radyosunda kalın sesli bir erkeğin bağıra bağıra

söylediği bir türküyü dinlerken duyduğu cümledir: “…Ne ölüyüm, ne sağım.”(Atılgan 2012: 95). Yusuf Atılgan Anayurt Oteli’ni korkak ve zavallı bir karakteri eksen alarak ‘karşıtlıklar’ üzerine kurar.

Yabancılaşmayı psikolojik bir kavram şeklinde yorumlar. Roman bu yüzden esasında cinsel kökenli

bunalımları marazi bir suçluluk psikozuna dönüşen Zebercet tipi üzerine kurgulanmıştır.

Sonuç

Modernleşen dünyada bireyin kimlik inşası ve kendi kimliğini koruması son derece zordur.

Tarihî süreçte milletlerin üst kültür baskısına maruz kalarak kendi kültürlerinden soyutlanma çabalarına gerek gerçek hayatta gerekse kurgu dünyasında sıkça rastlanmaktadır. Tanzimat dönemi

Türk romanından başlayarak “alafranga züppe” tanımlamasıyla çıkarcı, kurnaz, kendi değerlerine ve

toplumsal değerlere düşman bir zihniyeti temsil eden bir “tip”le karşılaşırız. Daha çok medenileşme

kaygısıyla Batı’nın sahip olduğu her şeye bilerek ve isteyerek özenen insan tipi, aynı zamanda kimlik bunalımı yaşayan ve yaşadığı çelişkilerle “öz”üne düşman bir tavır sergiler. 18. Yüzyıldan sonra Batı

karşısında maddi anlamda her şeyini yitirmiş Osmanlı, seyahatnâmeler ve sefâretnâmeler sayesinde

moda, bahçe düzeni, ev dizaynı, davranış değişikliği… başta olmak üzere hemen her bakımdan bir taklit kültürüne sürüklenir. Bu taklit, roman karakterlerini bir komplekse ardından sahip olduğu

değerlere düşman bir kimliksizleşme sürecine sürükler. Bu bocalayış bazı romanlarda mizahi bir

yaklaşımla ele alınırken bazılarında sonu intiharla biten trajedilere yol açar. 1970 sonrası modernist ve

postmodernist romanlarda hayatın hızlı akışına uyum sağlayamadığı için kendi kimliğinden sıyrılan ve yalnızlaşan aydın tipi, romanlarda en sık işlenen konulardandır. Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar

romanından başlayarak, Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli, Aylak Adam ve sonraki dönemlerde Adalet

Ağaoğlu’nun romanlarında bu tarz yabancılaşan tiplere rastlamak mümkündür.

KAYNAKÇA

Ahmed Midhat Efendi (2000). Karnaval, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Ahmet Midhat Efendi (1.b.1910) (2003). Jön Türk, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

AKBULUT, Doğan (2012). “Küresel Siyaset, Kimlik ve Sanat”, İnönü Üniversitesi Sanat ve

Tasarım Dergisi (Inonu University Journal of Art and Design), Cilt/ Volume: 2, Sayı: 6, s.

405.

AKSOY, Süreyya Elif (2004). Aşk-ı Memnû’da Cennet İmgeleri, Bilkent Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.

AKTAŞ, Şerif (2011). Edebiyat ve Edebi Metinler Üzerine Yazılar, Ankara: Kurgan Edebiyat Yayınları.

33 Hayati Koca. 2008. “Anayurt Oteli’nin Zebercet’i veya Karamsar Bir Tip Tahlili”, Ay Vakti, S. 90, Mart, s.42

2112 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

AKYÜZ, Kenan (1995). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İstanbul: İnkılâp Yayınları.

ASSMANN, Jan, (2001). Kültürel Bellek (Çev: Ayşe Tekin), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

BAŞ, Selma (2010). “Batıya Hayran Bir Neslin Romanı: Servet-i Fünûn Romanı”, Turkish Studies –

İnternational Periodical For The Languages, Volume 5/2, Spring.

ÇELİK, Celaleddin (2006). “Gökalp’in Bir Değişim Dinamiği Olarak Kültür – Medeniyet Teorisi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 21, s. 61.

ÇETİN, Nurullah (2012). “Ahmet Mithat’ın Romanlarında Milli Özgüven Duygusu” Edebiyat

İncelemeleri, Ankara: Akçağ Yayınları.

ECEVİT, Yıldız (2009). Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İstanbul: İletişim Yayınları.

FİNN, Robert P (1984). Türk Romanı, Ankara: Bilgi Yayınevi.

GÜNDÜZ , Osman (1997). Meşrutiyet Romanında Yapı ve Tema - I, İstanbul: Millî Eğitim

Bakanlığı Yayınları.

GÜVENÇ, Bozkurt ( 1985).Kültür Konusu ve Sorunlarımız, İstanbul: Remzi Kitabevi.

ATAK, Hasan (2011). “Kimlik Gelişimi ve Kimlik Biçimlenmesi: Kuramsal Bir Değerlendirme (

Identitiy Development and Identitiy Formation A Theoratical Assessment), Psikiyatride

Güncel Yaklaşımlar – Current Approaches in Psychiatry), S. 3.

HAYBER, Abdülkadir (1993). Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri’nin Romanlarında Nesil

Çatışmaları, İstanbul: M.E. B Yayınları.

HUYUGÜZEL, Faruk (1995). Halit Ziya Uşaklıgil (Hayatı, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler),

İstanbul: Millî Eğitim Basımevi.

TÜKEL, İrem. (2012) “Modern Örgütlerde Yabancılaşma ve Kafka’nın ‘Dönüşüm’ Romanının Bu

Bağlamda Analizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.1, S. 2, s. 37.

KANTARCIOĞLU, Sevim (2007). Türk ve Dünya Romanlarında Modernizm, İstanbul:

Paradigma Yayıncılık.

KARABULUT, Mustafa (2010). “Paris’te Bir Türk ve Jön Türk Romanlarında Kültür ve Medeniyete Bakış”, Türk Dünyası Araştırmaları (Haziran), S. 186

KARACA, Alâattin (1991). “Ahmet Mithat Efendi’nin Jöntürk Adlı Romanı”, A.Ü.Dil ve Tarih-

Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi, X, 1.

KAYABAŞI, Özlem (2011). “Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Karnaval’ Romanını Tahlil Denemesi”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature

and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4.

KEFELİ, Emel (2000).“Dünya Edebiyatından Üç Roman ve Üç Kadın Tipi” , Karşılaştırmalı

Edebiyat Tarihi, İstanbul: Kitabevi Yayınları.

KOCA, Hayati (2008). “Anayurt Oteli’nin Zebercet’i veya Karamsar Bir Tip Tahlili”, Ay Vakti

(Mart) , S. 90.

KURAM, Ercüment (2013). Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, Ankara: TDV yay.

MADEN, Sait (2008). “Aşk-ı Memnû ve Madam Bovary Romanlarında Kadınların Yönlendirdiği

Olay Örgüsü”, Türklük Bilimi Araştırmaları (Güz), S. 24.

MORAN, Berna (1995). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul: İletişim Yayınları.

Türk Romanında Kimlik Bunalımı 2113

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015

NACİ, Fethi (1984). “Türk Romanı Aşk-ı Memnû İle Başlar”, Gösteri (Mart), S.4, s.66.

NAS, Alparslan (2009). “Aylak Adam ve Anayurt Oteli’ne Psikanalitik Yaklaşım: Atılgan’ın Oidipal Roman Kişileri Olarak C. ve Zebercet”, Nota Bene Journal of Arts and Social Sciences

(Temmuz), Vol: 2.

OKAY, Orhan (1991). Batı Medeniyeti Karşısında Ahmet Mİdhat Efendi, İstanbul: MEB Yayınları.

ÖNERTOY, Olcay (1999). Halit Ziya Uşaklıgil Romancılığı ve Romanımızdaki Yeri, Ankara:

Kültür Bakanlığı Yayınları.

ÖZAKPINAR, Y (1998). Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, İstanbul: Ötüken Yayınları.

ŞİMŞEK, Yaşar (2012). “Ahmet Mithat Efendi’nin Jön Türk Romanında Kadına Bakış ve Feminizm

Düşüncesi”, Dede Korkut Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, C.2, S.2, s. 151.

TANPINAR, Ahmet Hamdi (1992). Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul: Dergâh Yayınları.

TEMİZKAN, Mehmet. “Yaratıcı Yazmaya Kaynaklık Etmesi Bakımından Halid Ziya Uşaklıgil’in

Aşk-ı Memnû Romanında Mekân Kullanımı”, JASSS (The Journal of Academic Social

Science Studies, International Journal of Social Science), Volume 5, Issue 3, p. 228

TOPÇU, Nurettin (2004). Kültür ve Medeniyet, İstanbul: Dergah Yayınları, s. 16.

TUTUMLU, Reyhan (2002). Anlatı Bilimi Açısından Roman-Sinema Etkileşimi ve Bir Uygulama:

Anayurt Oteli, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Haziran.

TÜKEL, İrem (2012). “Modern Örgütlerde Yabancılaşma ve Kafka’nın ‘Dönüşüm’ Romanının Bu

Bağlamda Analizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C.1, S. 2, s. 37.

UĞUR, Aydın (2010). “Kültür, Kültürel Kimlik ve Kültürel Haklar”, Uluslararası Gönüllülük

Sempozyumu, 3-4 Kasım, s. 6-7.

ULUTAŞ, Nurullah (2011). İntihar ve Roman, Ankara: Akçağ Yayınları.

UŞAKLIGİL, Halit Ziya (1943). “Suud Kemal Yetkin’e Mektup”, Ulus, Güzel Sanatlar, İstanbul, s.

5-9.

UŞAKLIGİL, Halit Ziya (1990). Aşk-ı Memnû, Âlem Matbaası, İstanbul: Ahmet İhsan ve Şürekâsı.

ZÜRCHER, Erik Jan. (2000). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları.

Citation Information/Kaynakça Bilgisi

ULUTAŞ, N., ULU, E., Türk Romanında Kimlik Bunalımı, Turkish Studies - International

Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 10/8

Spring 2015, p. 2095-2114, ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8003, ANKARA-TURKEY

2114 Nurullah ULUTAŞ – Emine ULU

Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 10/8 Spring 2015