tabİat unsuru olarak Şİİrİmİzde yayla ve gİresunlu Şaİrler
TRANSCRIPT
TABİAT UNSURU OLARAK ŞİİRİMİZDE YAYLA VE GİRESUNLU ŞAİRLER
Dursun ŞAHİN
ŞAHİN, D.(2015). Tabiat Unsuru Olarak Şiirimizde Yayla ve Giresunlu Şairler, Yayla Kültürü ve
Yaylacılık Sempozyumu (6-7 Kasım 2014) Bildiriler, (s. 327-350). Bilecik: Bilecik Şeyh Edebali
Üniversitesi.
ÖZET
Edebiyatımızın ilk defa Anadolu’ya açıldığı bir dönem olarak kabul edilen Milli Edebiyat
dönemi şairlerinden Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak Beni Haykırayım” adlı şiirinde şairleri
haykırmayan bir milleti, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuğa benzetir. Bu benzetmenin altında,
şairlerin içinde yaşadıkları toplumun gerçeğine duyarsız kalmaması gerektiği inancı vardır.
Edebiyatımızın başlangıç dönemi olarak kabul ettiğimiz İslamiyet öncesi Türk edebiyatı
sözlü ürünlerinden bugüne, tabiat ve unsurlarının edebi ürünlere yansıyış biçimi, şairlerin
duyarlılığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Koşuk, koşma, türkü gibi türlerle başlayarak,
çeşitli yönleriyle dile getirilen tabii hayatın önemli bir parçası da yaylalardır.
Tabiat unsuru olarak “yayla”nın şiirimizde nasıl yer aldığını ve yaylacılık faaliyetlerinin
günümüzde halen sürdürülmeye çalışıldığı Giresun’un mahalli şairlerine ne ölçüde etki ettiğini,
şiirlerde nasıl yer aldığını ortaya koymayı amaçlayan bu çalışmada, Türk edebiyatının çeşitli
dönemlerinden tabiat ve yayla konulu şiir örnekleri ışığında yayla ve yaylayla ilgili unsurlar
değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Şiir, yayla, şair, toplum, duyarlılık.
Tabiat güzelliklerini anlatarak, kırları, çoban hayatını, tabiatı tanıtıp sevdirmeyi amaçlayan
şiirler, pastoral (çobanlama) şiir olarak adlandırılmaktadır. Pastoral şiirin idil ve eglog olmak üzere
iki türü vardır. Doğrudan doğruya tabiat manzaralarını dile getiren pastoral şiirlere idil, karşılıklı
konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere de eglog adı verilir. Yunan edebiyatından
Theokritos, Lâtin edebiyatından Vergilius, pastoral şiirin önemli temsilcileridir.
İslâmiyet öncesi Türk edebiyatında “şaman”, “baksı”, “ozan”, “kam” gibi adlarla anılan
şairler, sığır, toy ve şölen törenlerinde avcılara cesaret vermek amacıyla şiirler söyleyip, dua
etmişlerdir (Banarlı 1987: 43, 44). Koşuk denilen bu şiirler, Türk Edebiyatının lirik ve pastoral ilk
şiirleri olarak gösterilebilir. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lûgâti’t-Türk adlı eserinden alınan
aşağıdaki koşuk örneklerinde tabiatın ne ölçüde yer aldığı görülmektedir.
Yay baruban erküzi
Aktı akın munduzı
Togdı yaruk yulduzı
Tıngla sözüm külgüsüz 1-96
Bahar geldi, kar suları
Aktı delice selleri;
Doğdu seher yıldızı,
Dinle sözüm, gülmeden.
Baharın gelişinden duyulan mutluluğun yanı sıra, tabiatta meydana gelen değişiklikler de
koşuklarda yer almaktadır.
Türlüg çeçek yarıldı
Barçın yadım kerildi
Uçmak yeri körüldi
Tumlug yana kelgüsüz 1-119
Türlü çiçek yarıldı,
İpek döşek serildi,
Cennet yeri görüldü,
Soğuklar geri gelmez.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonraki dönemde gerek Âşık Ömer, Bayburtlu Zihni,
Dadaloğlu, Dertli, Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre gibi şairlerin temsil ettiği
Halk Edebiyatında gerek Kadı Burhâneddin, Ahmedî, Hoca Dehhâni, Bâki, Fuzûlî, Nedim, Nef'i,
Nâbî, Latîfî, Necâtî, Neşati, Zâtî, Şeyh Galip gibi isimlerin temsilcisi olduğu Klasik Türk
Edebiyatında tabiata ait unsurların varlığı devam etmektedir.
İslamiyet öncesinde yazılan koşuk türünün bir devamı olarak kabul edilen, Halk Edebiyatı
nazım biçimlerinden koşmada, anonim ürünlerden mani, türkü, ninni gibi türlerde doğrudan ya da
dolaylı olarak dağ, bayır, dere, tepe, bağ, bahçe, yayla gibi tabiat unsurları yer alır.
Garibim bu gülşende
Baykuşlar ötüşende
Gariplik ne çetinmiş
Baş yastığa düşende
Giderim yolum dağdır
Bu ne meşeli bağdır
Ben kazanam yar yesin
Nice ki canım sağdır.
Yukarıdaki manilerde gülşen, yol, dağ, bağ gibi tabiat unsurları, dolaylı unsurdur. Şair, asıl
söylemeye çalıştığı duruma malzeme olsun diye bunlardan yararlanmıştır. Karacaoğlan da bir
koşmasından alınan aşağıdaki dörtlükte yaylayı saflığın sembolü olarak kullanmıştır.
Bir sofra isterim kimse sermedik
Bir yayla isterim kimse konmadık
Bir güzel isterim yad el değmedik
Ellenmiş de bellenmişi n’ideyim
Karacaoğlan’ın bir gelinle söyleştiği semaisinde de yayla, soğuk soğuk sularıyla gerçek bir
mekan unsurudur.
Gelin:
Yaylalara göçmedin mi
Soğuk sular içmedin mi
Güzel görüp geçmedin mi
Beni görüp delirirsin
Karacaoğlan:
Türlü yaylayı görünce
Soğuk suları içince
Kocayıp vaktin geçince
Taşlar alır döğünürsün
Pir Sultan Abdal’ın idam edilmeden önce söylediği iddia edilen aşağıdaki şiirinde yayla,
insanoğlunun gün görmeden bırakıp gittiği dünyayı simgeler niteliktedir.
Karşıda görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü Pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah´a giderim
. . .
Bir bölük turnaya sökün dediler
Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan Şah´a giderim
Yunus Emre Divanı’ndan alınan aşağıdaki beyitte de Yunus Emre’nin karamsar bir bakış
açısına sahip olduğu görülmektedir.
Yaylalar yaylamaz olmış kışlalar kışlamaz olmış
Bar dutmış söylemez olmış agızda dilleri gördüm
Yunus Emre, aşağıdaki beyitte de yaylayı benzetme amacıyla kullanmıştır.
İy dervîş diyen bana nem durur dervîş benüm
Dervîşlik yaylasında hareketüm kış benüm
Klâsik Türk şiirinde de önemli konulardan biri tabiattır. Tabiat, bu edebiyatta daha çok
mazmun olarak ortaya çıkmıştır. Klâsik Türk edebiyatı şairleri tabiattaki her bir unsuru nadiren
olduğu gibi, sık sık da ruhsal durumlarını yansıtmada bir araç olarak kullanmışlardır.
Bu edebiyat şairlerinin dikkat çeken yanlarından biri de, Nef’î’nin aşağıdaki beytinde
olduğu gibi, tabiata ait unsurlardan gül, lâle, sümbül (sünbül), yasemin (yasemen, semen), nergis,
erguvan gibi çiçeklere ve bahçelere daha fazla yer vermiş olmalarıdır.
Dâmen-i çarhı mu‘attar eder esdikçe nesim
Nükhet-i yasemen ü sünbül ü bûy-ı nesrîn (Nef’î)
Nef’î’nin yukarıdaki beytinde görülen özellikler, tenasüp sanatının da etkisiyle, Nedim’in
şiirlerinde de görülmektedir.
Can-fezâ turra-i hûbân gibi zülf-i sümbül
Dil-güsâ nazm-ı Nedîmâ gibi ruhsâre-i gül
Dün gülistanda isittim ki der idi bülbül
Müjdeler gülsene kim vakt-i çerâgan geldi (Nedim)
Bu arada, eski şiirin kalıplaşmış sevgili tipinden ve tabiat anlayışından kurtulan Tanzimat
şiiri, yaşayan kadın güzelliğine ve gerçek tabiata yönelerek, yeni bir sevgili tipi ve tabiat anlayışı
oluşturmuştur. Medeniyet, hak, hukuk, adalet, kanun, hürriyet, vatan gibi sosyal ve siyasi
unsurların edebiyatımızda ön plana çıktığı Tanzimat edebiyatında tabiat denilince ilk akla gelen
isim, Abdülhak Hâmid Tarhan’dır. Klasik Türk şairlerinin, şairin mazmun kullanmadaki
maharetini göstermeğe bir vesile olarak tabiatı kullandığını iddia eden Mehmet Kaplan, Abdülhak
Hâmid’in batılı tabiat görüşünü Türk şiirine getirdiğini belirtir (Kaplan 1992: 314).
Bir zamanlar karargâhım idi
Bedeviler gibi beyâbanlar;
Buna mucib de iştibâhım idi;
Nasıl imrar-ı vakt eder anlar.
Belde halkında görmedin hayfa
Gördüğün ünsü ehl-i vahşette!
Bedevîler sukûn u rahatte;
Sürdüğü daima ganemle sefâ.
Beledî muttasıl esir-i cefâ;
İntiâş aleminde zulmetde!
Biri endişeden aman bulmaz;
Biri endişeye zaman bulmaz. (Kaplan 1992: 322)
Hâmid’in Sahra adlı şiirinden alınan yukarıdaki dizeler, edebiyatımızda daha önce
rastlanılmayan bir tabiat anlayışının varlığını göstermektedir. Aynı yıllarda Recâizâde Mahmut
Ekrem de “Zerrâttan şümûsa kadar her güzel şey şiirdir.” düşüncesiyle tabiattaki güzelliklere
odaklanmaktan yanadır.
Recâizâde’nin düşüncesindeki “güzellik” vurgusunu kaldırarak tabiata yönelen Servet-i
Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret, “Sis”te tüm karamsarlığını dışa vururken, “Krizantem”le yeni
imgelerin kapısını aralamıştır. Cenap Şahabettin’de de tabiat, Tevfik Fikret’te olduğu gibi, iç
dünyalarının dışa aksetmiş halidir. Her iki şairde mevsimler için yazdıkları şiirlerde sonbahar ve
kış mevsimlerini tercih etmişlerdir. Cenap’ın şiirin tüm unsurlarını işitsel ve görsel açıdan bir
ahenk oluşturacak şekilde bir araya getirdiği “Elhân-ı Şitâ” adlı şiirinde tabiatın kar yağarken
aldığı hal, şairin ruh halini de yansıtır niteliktedir. Dönemin bir diğer şairi Ali Ekrem Bolayır’dır.
Şiirlerini A. Nâdir mahlasıyla da yazan şair, tabiata dair şiirlerinde daha farklı hassasiyetler taşıdığı
görülür. Böğürtlen, Gelincik, Nağme-i Bahar, Elvâh-ı Tabiattan, Ekinler gibi adlarla tabiata dair
şiirler yazan Ali Ekrem’in aşağıda yer alan “Böğürtlen” adlı şiiri bakış açısındaki farklılığı
göstermektedir.
Bâzen en sâde bir letâfetle
Kuytu yollarda taş duvarlardan,
Kâh bir itiyâd-ı gılzatle
Kayalıklardaki damarlardan,
Çalılardan büyük ağaççıklar
Görünür, dallarında cilve eder,
Öpüşür, nûr-ı şems ile parlar
Pembe, al,mor,siyah böğürtlenler.
Üns-i vahşetle perveriş bulmuş
Hepsi şâyeste-i garâm olmuş
Bedevî kızlarıyla yeksândır.
Bunları bol görüp de atmayınız;
Pek güzeldirler… El uzatmayınız,
Hepsinde bir diken nigehbândır! (Parlatır 1987: 84)
“Seyreyledim eşkâl-i hayatı
Ben havz-ı hayâlin sularında
Bir aks-i mülevvendir onunçün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı” (Hâşim 1973: 45)
dizeleriyle sanat anlayışını özetleyen Ahmet Hâşim’de de Servet-i Fünûn şairlerinde
görülen karamsar ruh hali egemendir. Gam, keder, karamsarlık, umutsuzluk gibi olumsuz
duygularıyla dikkat çeken Hâşim’in şiirlerinde tabiat ile unsurları, bu duyguların tesiriyle
yazılmıştır (Gür 2010: 328).
Gün bitti. Ağaçta neş`e söndü.
Yaprak ateş oldu, kuş da yakut;
Yaprakla kusun parıltısından
Havuzun suyu erguvana döndü (Hâşim 1973: 173)
Haşim’in üstte yer alan “Ağaç” adlı şiiriyle aşağıdaki “Orman” şiiri, şairin iç dünyasındaki
hüznün, karamsarlığın göstergesidir.
Su değil, mevsimin havası akan
Duyduğun yaprağın, dalın sesidir
Suda yıldızların parıltısıdır
Bu karanlıkta bazı bazı çakan... (Hâşim 1973: 129)
“Biz Nasıl Şiir İsteriz” adlı şiirinde şiir anlayışını,
Biz o şi'ri isteriz ki çift'e giden babalar,
Ekin biçen genç kızlarla odun keser analar,
Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler;
Başlarını açık, beyaz sinesine koysunlar;
Yüreğinin, özleriyçün çarpındığın duysunlar,
Bu çarpıntı, bu ses nedir? Neler diyor? Bilsinler.
şeklinde ifade eden Mehmet Emin Yurdakul, şiirlerinde sosyal mesaj kaygısını ön planda
tutarken, tabiata dair de öğüt vermeyi ihmal etmez. Aşağıda yer alan “Sakın Kesme” adlı şiiri, bu
durumun örneklerindendir.
Ey hemşehri, sakın kesme! Yaş ağaca balta vuran el onmaz;
Bu kütükler 'Nice yıldır, hiç birine kervan gelmez, kuş konmaz'
Bunları kes, o baltanla çürümüş ağaçları yere ser.
Bak, sizin köy şu yemyeşil koruluğun gölgesinde ne güzel!
Gönülleri açmadadır yaprakların arasından esen yel.
Yazık, günah olmaz mı ki, çıplak kalsın bu zümrüt yurt, şirin yel.
Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula,
Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orman?
Eğer böyle olmasaydı ne kalırdı oğula:
'Mirasımı artır' diye öğüt veren Atadan?
Sakın kesme! Her dalında bir güzel kuş ses versin.
Sakın kesme! Gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin.
Sakın kesme! Şu verimli köye kanat, kol gersin.
Sakın kesme! Aziz vatan günden güne şenlensin (Tevetoğlu 1986: 154)
Yaşadığı dönemde "Anadolu Şairi" olarak tanınan Ömer Bedrettin Uşaklı, Anadolu'dan
canlı tasvirler çizen şairlerimiz arasında yer almaktadır. Uşaklı’nın şiirlerinde yaylalar da önemli
bir yer tutmaktadır. Yayla Dumanı, Yayla Güneşi gibi şiirlerinde görülen yayla tasvirleri, şairin
yaylaların dünyasına hakim olduğunu göstermektedir.
Gümüş bir dumanla kaplandı her yer
Yer ve gök bu akşam yayla dumanı.
Sürüler, çimenler, sarı çiçekler
Beyaz kar, yeşil çam yayla dumanı.
Ben de duman olsam senin yerine
Yaylasam dağların şu mahşerine
Güzelim saçına ve gözlerine
Ben girsem, ben dolsam, yayla dumanı.
Beni içerine aldın ağ gibi
Doldun gözlerime bir rüya gibi
Ben de güneş gibi, yüce dağ gibi
İçinde kaybolsam yayla dumanı... (Öztop 1992: 125)
“Yayla Dumanı”nda yaylalara bağlılığını dile getiren Uşaklı, “Yayla Güneşi”nde
sevgilisini bir yayla güneşine, bir yayla dumanına benzetmektedir.
. . .
Bir duman olup doldun,
İçimden geldi sesin.
Göründün ve kayboldun
Yayla güneşi misin?
Bunaldı ruhum bugün,
Bir çam fidanı gibi
Gözümde yine tüttün,
Yayla güneşi gibi… (Öztop 1992: 158)
Sivas Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak görev yaparken Halk Şairleri Bayramı’nda
tanıştığı Âşık Veysel’in yanı sıra, Suzani, Ruhsati, Mesleki, Talebi, Karslı Mehmet gibi pek çok
halk şairini tanıtan, halk edebiyatı araştırmalarıyla dikkat çeken Ahmet Kutsi Tecer, halk kültürü
alanında çalışmaları ile tanınır. Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin hayatına dair önemli araştırmaları
da olan Tecer,
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
demişse de, Anadolu’ya uzaktan değil, içinden bakmayı başarabilmiştir. Tecer, Aşağıdaki
Yörük Hasreti adlı şiirinde yayla hayatına özlemini dile getirmektedir.
Güneyde bir avuç toprağım,
Bir evim, kışlağım olaydı.
Baharda göçseydi otağım,
Toros'ta yaylağım olaydı.
Onulmaz içimde bu yara.
Şehirler dumandan kara,
Çıkaydım dağlara dağlara,
Bulutlar çardağım olaydı.
Pınar obamızın nennisi,
Çimen yatakların en iyisi.
Elimde her gün yenisi.
Güneşler bayrağım olaydı.
N'olurdu göçseydi otağım,
Çukur da olsaydı kışlağım,
N'olurdu Toros'ta yaylağım.
Güneyde toprağım olaydı. (Tecer 2001: 97)
Ahmet Kutsi Tecer’in, Unutmam Sizi başlıklı şiiri de, yayla hayatını tüm unsurlarıyla dile
getiren oldukça uzun bir şiirdir. Sanatçı bu şiirinde koyunu, kuzusu, atları, sürüleri, menekşeleri,
kekikleri, kuşları, dereleri, kısacası her şeyiyle yaylaları, Türkmenlerin Toroslardaki yaşantılarını
gözler önüne serer ve unutulmazlığına vurgu yapar.
Güneyden gündoğuya ve kuzeye uzanan
Sançiçek yaylası, Uzunyayla, Bozoğlan
Boğa dağları vardır.
Hey, bu uçsuz bucaksız çiçeği bol yaylalar!
Bu dağlar, Toroslar'dan Kızılırmak'a kadar,
Dumanlı, sarp dağlardır.
. . .
Her yıl bütün oymaklar bu dağlara göçerler,
Uzun kervanlar geçer, geçer, geçer, geçerler,
yolları al bahardır.
Sürüler, sürülerle birlikte göçer evler,
ikişer, üçer oba, ikişer üçer evler,
ömürleri ılgardır.
Kışın Çukurova'da ağıllar sürüleri,
onların, ataların uzak gününden beri,
takvimleri davardır.
Kışın oymaklar için bahardır Çukurova
fakat abrul beşinden sonra ordaki hava,
obalara zarardır.
Ne hoştur karlar kalkıp yeşillenince dağlar,
kimi göçünü çeker, kimi yükünü bağlar,
her oba bahtiyardır.
Çığıl çığıl dolaşır obayı göç sesleri,
zaten obalar için mart dokuzundan beri
kışlaklar artık dardır.
Atlar kişner, mayalar çağrışır, sürü meler,
bütün bu kaynaşmalar, coşmalar, söyleşmeler,
göç için bir karardır.
Bir yanda yanı emlik kuzulu ak koyunlar,
Bir yanda boğa, kısrak, çeşit çeşit oyunlar,
hele taylar acardır.
Develer katarlanır bir yıl önceki yoldan,
kuşlar ötüşür, sular çağıldar, sağdan soldan
fısıldaşan rüzgârdır.
Ağır, ağır çekilir göçler yükselir dağa,
gündönümüne kadar her koyak, her konalga,
her adım bir ayardır.
Çamların kokusunu taşır rüzgâr tepeden,
güneş göçle birlikte yürür, haber vermeden
yanakları alartır.
. . .
Yayla türkülerini söyler taze gelinler,
deveci susar, kervan susar, yıldızlar dinler,
türküler ahuzardır.
Çobanın tırmandığı yerler dağlar eteği,
obanın konduğu yer lale, sümbül biteği,
menekşeler tomardır.
. . .
Oba çocuklarının vatanı yaylalardır,
gelen kim olsa olsun, ölmek vermemek vardır,
Türkmenler'de bu ardır.
. . .
Yaylalar, yaylalar, ah obaların cenneti,
orda doğmak ve ölmek... Yazık, bu saadeti
yalnız yıldızlar tanır.
. . .
Selam size obalar, yurtlar, yaylalar selam,
Siz ey yiğit insanlar, siz ulu dağlar selam,
unutmam sizi, hayır. (Tecer 2001: 119-123)
Edirne Muallim Mektebi'nde başladığı öğretmenlik görevini Kırklareli, Kars, Ardahan,
Urfa, Karaman, İstanbul ve Ankara gibi yurdun çeşitli yerlerindeki liselerde yıllarca sürdüren,
Birleşmiş Milletler tarafından "Kadın Yılı" dolayısıyla 1975’te "ümmül muharrirîn" olarak seçilen
Halide Nusret Zorlutuna da, Anadolu’ya duyarsız kalmayan şair(e)lerimiz arasındadır. Millî
duygularla kaleme aldığı “Git Bahar" adlı şiiriyle edebiyat dünyasında adından söz ettirmeye
başlamış olan Zorlutuna, Millî edebiyat akımının şiir anlayışını benimsemiştir. Aşağıda yer alan
Yayla Türküsü adlı şiirinde de milli duyarlılıklar, ön plandadır.
Bingöl yaylasında bin renktir bahar,
O güzel adına kurban yaylalar!
Bir yudum suyunda binbir şifa var,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"
Gülüne başka gül uyar mı ola?
Türküsünü Tanrım duyar mı ola?
Düşümde gördüğüm bu yar mı ola?
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"
Damarında akan Türk'ün kanıdır.
Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;
Yayla Türk'ün canı, öz vatanıdır,
Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,
"Yaylalar içinde Erzurum yayla"
Edebiyatımızda "Gurbet Şairi" olarak tanınan Kemalettin Kâmi Kamu’da, Halide Nusret
Zorlutuna gibi, sade bir dille Millî Edebiyat akımına bağlı vatan sevgisi, gurbet, aşk konularını ele
alan şairlerimizdendir. Kamu’nun, Mehmet Kaplan tarafından “santimantal” ve “romantik”
(Kaplan 1992: 42) bulunan “Bingöl Çobanları” adlı şiiri, çobanların yaylalardaki dramatik hayatını
şairin gözünden sunan bir şiirdir.
. . .
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
"Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al"
Diye hıçkırır kaval.
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Madem ki kara bahtın adını koydu: Çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla.
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına... (Kaplan 1992: 34, 35)
Hisar topluluğu şairlerinin eserleri, Anadolu’nun tüm gerçekliğiyle dile geldiği eserlerdir.
Abdurrahim Karakoç’un “Ela Gözlü Yar”, Yavuz Bülent Bakiler’in “Sen Sen Sen” ve Bahaettin
Karakoç’un “Bir Çift Beyaz Kartal” adlı şiirlerinden alınan aşağıdaki bölümler, bu şairlerde
Anadolu’da bir tabiat unsuru olarak yaylaların şiire nasıl yansıdığını da göstermektedir.
Abdurrrahim Karakoç’un şiiri, dünyadan her şeyin gelip geçici olduğuna dikkat
çekmektedir. Yaylalar da bu fanilikten kar imgesiyle nasibini almıştır.
. . .
Eştikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliği hasret yer sevda göçünde.
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.
. . .
Vakit dolar, nakit biter kasanda
Sevgi bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da...
Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr.
Bahaettin Karakoç’un “Bir Çift Beyaz Kartal” adlı şiiriyse, sadece yaylalara değil, huzurlu,
mutlu bir dünyaya duyulan özlemin şiiridir.
. . .
Hangi yayla karlı, nerde çiçek çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Bulutlar, bulutlar iç-içe girmiş
Bulutlar ki göğe perdeler germiş;
Çiğdem devşirelim, çiçek biçelim
Susayınca hep ezgiler içelim
Batmasın eline bir gül dikeni
Sen hep beni kolla, bense hep seni
Çıkıp yükseklerden taş bırakalım,
Kopan sese, kalkan toza bakalım,
Tavşanlar ürkerken bu gürültüden
Kaçan tavşanlara ıslıklar çal sen.
Hangi yayla yüce, nerde kavga yok
Gel seninle orda olalım çocuk;
İster Maraş olsun, ister Erzincan,
Sonsuzluk düşüne set değil mekan,
Başın omuzumda, omuzum gökte
Ölüm bir ak çiçek bu özgürlükte,
Yaşamaksa bir ışık cümbüşüdür,
Çağıl çağıl akan sevgi düşüdür.
Hani gökyüzünün toy vakti olur,
Kaynaşırlar yıldızlar bulgur, bulgur;
En uzak nereyse ora gidelim,
Bulutları yara yara gidelim.
. . .
Yavuz Bülent Bakiler de “Sen Sen Sen” adlı şiirinde sevdiğine duyduğu özlemi dile
getirirken, yaylaların serinliğini, dumanlarını da unutmamıştır.
. . .
Yüreğim seninle yaylalar kadar serin,
Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam,
Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam,
Sen dolsan yeter..
. . .
Edebiyatımızda şair kimliğinin yanı sıra gazeteci, senarist ve eleştirmen kimlikleriyle de
dikkat çeken Attila İlhan’ın “Türkiye” şiiri, ayrı bir öneme sahiptir. Bu şiirde Attilâ İlhan,
Duvar’daki toplumcu çizginin dışına çıkmaktadır. Şiirde ezilen insanlar, zulüm ve baskının aksine
hem ülkemize, hem de insanlarımıza bir övgü söz konusudur. “Türkiye” şiiri, toplumcu-gerçekçi
çizgiden uzaklaşarak işlediği konu açısından bir güzelleme örneğidir (Gözükaraoğlu 2011: 227).
İlhan bu şiirinde yaylaları da ihmal etmemiştir.
. .
Sen Türkiye'sin, evim barkım, köyüm obam Türkiye.
O senin çifte çarşılı harp görmüş şehirlerin,
sahilde Mersin, yayla türküsü Konya.
Adana'nın yolları taştan, yola çıkıp Maraş'tan
ezanla birlikte vardık bir akşam Urfa'ya.
Bursa'nın, ya Bursa'nın ufak tefek taşları,
uçan yıldızı dondurur Ardahan'ın kışları.
Erzincan'da bir kuş var kanadı gümüş pul pul
ve göğe kılıç gibi çekmiş minarelerini
şehirler padişahı canım İstanbul.
Türkiye, Türkiye, ay'lı yıldız'lı Türkiye,
sen Mehmed'sin omuzların Anadolu yaylası,
Aladağlar, Toros'lar dev gibi gövden,
Sen şehid oğlu, şehid babası,
sana selam olsun dünya'dan, hürriyet'ten... (Gözükaraoğlu 2011: 227)
Attila İlhan’ın “döşeme”, “cebbar oğlu mehemmed”, “sığırtmaç”, “göçmenler”, “ökkeş”,
“ibrahim’in" yıldızı” gibi şiirlerinde de yaylalara yer verildiği görülür. Bu şiirlerde yayla, kimi
zaman işgale karşı ayaklanan Yörüklerin mekânı kimi zaman da Bulgaristan’dan göç eden
muhacirlerin mekânı olarak yer alır. Aşağıdaki “göçmenler” şiirinde Bulgaristan göçmenleri
anlatılmaktadır.
benden sana selam olsun hasanbeyli yaylası
bilirim koynunda yaşayan on sekiz hane göçmeni
vardım birisine sordum sual eyledim
hilafsız anlattı maceralarını
şimdi erkân ile ben dahi nakledeyim
anasıl bulgaryalı imişler
kimisi filibe’den kimi sofya’dan
toprakları bire yirmi verirmiş
karıları hünerli çocukları kıvrak
erkekleri bin türlü marifet bilirmiş
gel o taraf bulgarlık olalı beri
bir gariplik sinmiş içlerine
altın kafesteki bülbül misali
yurt hasreti işlemiş iliklerine
gözleri hiçbir şey görmez olmuş
tarlayı toprağı satıp savmışlar
balkan dağlarında şafak sökerken
bir sabah usul usul yola çıkmışlar
anayurda doğru göçmen kafileleri
yeni bir hayat bekliyormuş onları
tunca’nın arda’nın meriç’in gerisinde
taksim edilmiş kızanları (Gözükaraoğlu 2011: 73, 74)
Oğuz Türkmen boylarının 12. yüzyıldan itibaren iskânına açılmış bir yurt köşesi olan
Giresun, o dönemden beri Türk kültürüne ait unsurları canlı bir şekilde yaşatmaktadır. Türk
kültürü içinde yer alan “yaylak-kışlak”, “konar-göçer”, “atlı-göçebe” hayat tarzı Giresun ve
çevresinde halen varlığını devam ettirmektedir.
Her yıl bahar aylarının ortalarına doğru, hayvancılıkla uğraşanlar başta olmak üzere, bölge
insanı yaylaların yerini tutmaktadır. Gidiş hazırlıkları erkenden başlamakta, göç de havası içinde
gerçekleştirilmektedir. Yaklaşık iki gün süren bu yolculukta “düşün” adı verilen, yaylayla köy
arasında orta nokta olarak nitelendirilebilecek yerlerde bir gece konaklanmaktadır. Düşün yerleri,
dinlenmenin ötesinde, bir yıl aradan sonra kavuşmaların, hasret gidermelerin de yeridir.
Yayla yürüyüşünün vazgeçilmez unsurlarından biri de “yol havaları”dır. Yolculuk
esnasında, kervan içindeki en yaşlı kişinin ya da onun müsaade ettiği kişinin yanık türküleri, yol
havalarını oluşturur.
Giresun ve çevresinde yaz ayları, sıcak ve rutubetli geçmektedir. Yaylalar, bu mevsimde
iklimiyle hayvanlar için bir rahatlık sağlamaktadır. Ayrıca kışın hayvanların bveslenmesinde
kullanılacak otlar da yayladaki otlaklardan temin edilmektedir. Yaylalar, sadece hayvanların kışlık
yiyeceklerinin stoklandığı yerler değildir. Yöre insan, hayvanlardan elde ettikleri sütlerden
çökelek, peynir, süzme, yağ gibi hayvan ürünleri elde ederek, bunları uzun süre kullanılacak
şekilde hazırlamaktadır.
Yaylada at yarışları, koç dövüşleri, gençlerin güreş tutmaları, çayırlarda koşular gibi
birtakım eğlence faaliyetleri de yer almaktadır. Bunlar arasında, özel besiye çekilen koçların
dövüştürülmesi, en çok rağbet gören eğlence çeşididir.
Yaklaşık altı ay süren yayla hayatının ardından dönüş hazırlıkları başlar. Yaylada
hazırlanan ürünler taşıma için uygun hale getirilir. Yayla evleri, karın ve yabani hayvanların zarar
vermemesi için muhafaza altına alınır. Yaylalardaki mezarlarda dualar edilir. Ardından gelişte
olduğu gibi, dönüşte de belli bir düzen içinde yaylaya veda edilir.
Giresun ve çevresinde yaklaşık bin senelik bir geçmişe sahip olan bu gelenek, yöre
şairlerinin şiirlerine de yansımıştır. ği her türlü kültürel bozulmaya rağmen hiçbir değişime
uğramadan günümüzde de devam etmektedir. Bu gelenek sadece bir kültürel faaliyet olmayıp, aynı
zamanda bölge insanının geçimini sağlamak amacıyla yıllardır devam ettirdiği bir faaliyettir.
1911 yılında Giresun'un Görele ilçesinde dünyaya gelen Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
“Türküler Dolusu” adlı şiiri, ressamlığının da etkisiyle bir Anadolu resmi çizmektedir. Türkülerin
güzelliğiyle halk tabakasının çektiği ıstırapları maharetle birleştiren (Kaplan 1990: 100) şair, bu
şiirinde yaylaları da ihmal etmemiştir.
. . .
Ah bu türküler,
Türkülerimiz,
Ana sütü gibi candan,
Ana sütü gibi temiz.
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri,
Dilimizin tuzu biberi,
Memleket ahvalini onlardan sor,
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i,
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni..
Ben türkülerden aldım haberi.
Evlilik hazırlığı yaptığı nişanlısının veremden ölümü üzerine hayatını, Giresun’un
yaylalara yakın yerleri sayılabilecek Alucra ve Şebinkarahisar ilçelerinde geçiren şair Can
Akengin, “Son Yalvarış” adlı şiirini, Giresun’un yaz kış tepesinden kar eksik olmayan en yüksek
yaylasındaki krater gölü olan Karagöl’e ithaf etmiştir. Akengin bu şiirde Abdülhak Hâmid’in
Makber’ine benzer bir üslup kullanmıştır. “Giresun Giresun” şiirinde de Giresun’un dört bir yanını
şiire aksettiren şair, yayla yolu üzerindeki Tamzara’yı da ihmal etmemiştir.
Minik birden koşarak havlayınca irkildim,
Baktım dağlar çatışmış, baktım ki aradayım,
Gelirdi bükten kağnı hışkırıkları… bildim,
Ürperen, yaprak döken mahzun “Tamzara”dayım (Akengin 2009: 44)
Şebinkarahisar doğumlu şairlerden Hikmet Okuyar, “Dereli - Kümbet Yaylalar Şenliği”
adlı şiirinde, yayla şenliklerindeki coşkuyu, şenlikte gerçekleştirilen etkinlikleri dile getirmektedir.
Buluştuk gene bugün,
Yaylalar şenliğinde.
Gönüller yaptı düğün,
Yaylalar şenliğinde.
. . .
Yeşilin en koyusu,
Gök mavisi berrak su,
Çaldı tören borusu..
Yaylalar şenliğinde.
Yiğitler güreş tuttu,
Uşaklar noron tepti,
Şerbetçi şurup sattı,
Yaylalar şenliğinde.
Sazlar, sözler açıldı,
Buzlu ayran içildi,
Yeni "Ağa" seçildi..
Yaylalar şenliğinde.
Yarışçılar at sürdü,
Kara Mehmet ad sürdü,
Kor ateşe et sürdü..
Yaylalar şenliğinde.
. . .
Kıvırcık kuzu eti,
Unutulmaz lezzeti,
Gör Dereli-Kümbet'i,
Yaylalar şenliğinde.
. . .
Bektaş'a selâm olsun,
Aksu'dan örnek alsın,
Kulakkaya şan salsın..
Yaylalar şenliğinde.
. . . (Çiçek 1997: 56)
Uzun yıllar yurt dışında yaşamak zorunda kalan Ârif Şirin de, Giresun’un yetiştirdiği
şairlerimiz arasında yer almaktadır. Giresun`un Alucra ilçesine bağlı şimdiki ismi ile Yükselen
eski adı ile Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğan şair, Karadeniz`de yaygın olan hazırlıksız
türkü söyleme sanatıyla, “Ozan Arif” olarak şöhret olmuştur.
24 Eylül 1980 tarihinde Almanya`ya gitmiş, on bir yıl sonra, 5 Kasım 1991`de geri
dönmüştür. Şairin, 16 Nisan 1982 tarihinde Frankfurt’ta yazdığı “Zamandır” adlı şiiri, yaylalara
göçün yaşandığı dönemde kaleme alınmıştır. Ozan Ârif, bu şiirinde memleket hasretini yaylalar
aracılığıyla dile getirmiştir.
Bahar geldi şimdi bizim köylerde
Kuzuların melediği zamandır.
Gelinciğin tarlaları her yerde,
Al irenge belediği zamandır.
Boz serçeler cıvıl cıvıl dilleşir
Bülbül yine gülü ile halleşir.
Güneş vurur kar suları selleşir.
Dağı taşı suladığı zamandır.
Göç zamanı şimdi Kazıkbeli’nin,
Sis basınca hükmü kalkar yolunun
Sarıyar’dan esen duman yelinin
Bacaları yaladığı zamandır.
Dikilmiştir çayırların goruğu,
Çekilmiştir bostanların karığı,
Çobanların gün doğmadan çarığı,
Dize kadar doladığı zamandır.
Kim dinlerse kavaldaki gaydayı,
Hemen anlar çobandaki sevdayı,
Gelinlerin kıştan kalma buğdayı,
Yeni baştan elediği zamandır.
Malı olan toplar tası tarağı,
Yaylalardır üç-dört aylık durağı,
İreçberin yavaş yavaş orağı,
Kösürede bilediği zamandır.
Arif değme, içi dolu sinemin,
Ağaları köye koymaz dönemin,
Yol ver sebep gelsin diye anamın,
Bin bir dilek dilediği zamandır. (Çiçek 1997: 59, 60)
Şiirlerinde yalın bir dil kullanan Vahit Kaya, Giresun’un Keşap ilçesinde doğmuştur. Daha
çok sosyal içerikli taşlamalar, insan tipleri, doğa ve insan sevgisi ağır basan duygusal şiirler
yazmaktadır (Çiçek 1997: 107).
Vahit Kaya, Orhan Veli Kanık’ın “İstanbul’u Düşünüyorum” şiirine nazire niteliğinde
kaleme aldığı “Kümbet’i Düşünüyorum” şiirinde, gurbet illerden memleketine duyduğu özlemi
dile getirmektedir. Şair, İstanbul’un yaz sıcağında, Giresun’da yayla denilince akla gelen ilk yer
olan Kümbet’in hasretini çekmektedir.
İstanbul'dayım, hava sıcak mı sıcak
Gölgede bile bunalıyor insan
Odalar fırın sanki
İş yapmak gelmiyor içimden
Orhan Veli gibi Kapatıp gözlerimi
KÜMBET'i düşünüyorum.
Şimdi diyorum, hırka giyiyor insanlar
Belki de soba yanıyor kahvelerde..
Çeşmeler akıyor gürül gürül,
Donuyor avuçlar, dudaklar.
Dört mevsim karlı dağlar
Mağrur bakıyor uzaktan.
Sürüler otluyor eteklerinde.
Sular akıyor boz çakıllı yataklardan
Çam kokusu, kekik kokusu taşıyor,
Saçları okşayan yayla yelleri.
Aymaç’ta yürüyenler
Tepeden bakıyor tığ gibi çamlara,
Orman denizlerine.
Salon Çayırı cıvıl cıvıl
Yatıp yuvarlanıyor çocuklar.
Atlı-yaya insanlar geliyor sarı çiçekli obalardan.
Yağ, yoğurt, peynir getiriyor
Katıksız, hilesiz, eşsiz...
Taa uzaklardan duyuluyor
Duman duman kebapların kokusu.
Çam dallarından çitler içinde
Yemyeşil lahanalar
Ve üstünde su damlacıkları...
Belki de yağmur yağıyor çisil çisil, şarıl şarıl
Yeşiller daha yeşil olsun diye...
Uzanıp gidiyor hayallerim Şehitler’e kadar.
Bir su içiyorum MIHLI OLUK'tan Uyanıyorum, bitiyor rüya... (Çiçek 1997: 109)
Yazdıklarını şiir olarak görmeyen, bunların birer manzume olduğunu vurgulayan (Çiçek
1997: 143) Hayrettin Günay’ın “Kümbet'e Çağrı” şiiri de, Vahit Kaya’nın yukarıdaki şiirinde
olduğu gibi, Kümbet Yaylası üzerinedir. Günay, bu şiirinde Kümbet Yaylasında her yıl temmuz
ayında gerçekleştirilen şenliklere dikkat çekmeye çalışmıştır.
Mavi denizimiz, yeşil yaylamız,
Tertemiz nefestir medeniyete.
Herkese açıktır gönül soframız,
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.
. . .
Cennet çamlıklara çadır kurulur,
Oba evlerinde yatıp kalkılır;
Yenilir içilir, davul çalınır
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.
. . .
Kemençe çalınır horon oynanır,
Karşılamalara can mı dayanır...
Çandır'la atalar rûhu canlanır,
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.
Öncelikle Türkiye'ye çağrımız,
Yurtdışından dostlara da açığız.
Çağdaş uygarlığa Otçu Göçü'yüz,
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.
Çam kokularını çek ciğerine
Kentlerdeki kirli hava yerine.
Mutluluk karışsın alın terine,
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.
Bulutu elinden tutmak istersen,
Buz gibi sulardan içmek istersen,
Ömrüne üç beş yıl katmak istersen,
Temmuz aylarında uğra Kümbet'e. (Çiçek 1997: 144, 145)
1955-1958 yılları arasında Giresun Belediye Başkanlığı da yapmış olan Ali Sâim Bozbağ,
gerek belediye başkanlığı gerek Giresun Halkevi yöneticiliği sırasında Giresun’un kültür, sanat
hayatına önemli katkılarda bulunmuş isimlerdendir. Bozbağ, “Yayla Yolları” adlı şiirinde yayla
yollarını, sevgili uğruna çekilen çileleri anlatacağı bir dost gibi görmüştür.
Gönlümü ardına takıp gidene,
Coşkun sular gibi akıp gidene,
Gözleri geride bakıp gidene,
Ulaştırın beni yayla yolları.
Dağlar bir basamak gibi önümde,
Tırmanıp çıksam bu hasret günümde.
Razıyım ölüme -tek- gördüğümde,
Dolaştırdın beni yayla yolları.
Nasibim olmadı rahat yataklar,
Süs de mi olamaz başımda aklar?
Yürütür bırakmaz yalın ayaklar,
Beli büküleni yayla yolları.
Varayım gideyim gün kararmadan,
Yanımı, yöremi gece sarmadan.
Hangi toprak saklar tan ağarmadan
Yar için öleni, yayla yolları. (Çiçek 1997: 294)
SONUÇ
İslamiyet öncesi Türk edebiyatı sözlü ürünlerinden bugüne, tabiat ve unsurları, edebi
ürünlerde doğrudan ya da dolaylı olarak hep yer almıştır. Şair kimi zaman edebi maharetini
sergilemek için tabiat ve unsurlarından yararlanmış kimi zaman da tabiat doğrudan şiirin konusunu
teşkil etmiştir.
Tabiata ait bir unsur olarak yaylalar da, özellikle halk şiirinde ön plana çıkmıştır. Yaşadığı
coğrafyanın sosyal hayatını şiirine aksettiren şairler, güzellikleriyle, zorluklarıyla bu hayatı gözler
önüne sermeye çalışmışlardır.
Anadolu’ya dair sosyal duyarlılığın özellikle Milli Edebiyat akımı sonrasında
belirginleştiği şiirimizde, bu duyarlılıktan yaylalar da nasibini almıştır. Şairler, yayla hayatının
güzelliğine vurgu yaparken, yaylalara gidiş, yaylalarda konaklama ve yaylalardan dönüş sürecinde
yaşananları şiire aksettirmişlerdir. Yaylalar, kimi zaman da şairin bakış açısına göre farklı
açılardan ele alınmış, Milli Mücadele ve Balkanlardan zorunlu göçlere dair düşünceler de
yaylalarla birlikte dile getirilmiştir.
Yaylacılık faaliyetlerinin günümüzde halen sürdürülmeye çalışıldığı Giresun’un mahalli
şairlerinin şiirlerinde yaylalar, genelden birtakım farklılıklar göstermektedir. Bunda, Giresun’un
il dışına en fazla göç veren şehirlerden biri olması ve son yıllarda yaylacılık kültüründe meydana
gelen değişimler, geleneğe ait birtakım unsurların kaybolmaya yüz tutması önemli rol
oynamaktadır. Şairler, bu gerçeklerin de tesiriyle, hasretin egemen olduğu şiirler kalem alınmıştır.
Gurbette olanlar, memleket hasreti çekerken, memlekette olanlar da giderek kaybolan değerlerin
hasretini duymaktadırlar.
Bir tabiat unsuru olarak yaylalar, şiirimizin başlangıcından bugününe hep var olmuştur.
İçinde yaşadığı toplumun meselelerine duyarsız kalamayan sanatçılar olduğu sürece de varlığını
devam ettirecektir. Özellikle, mahalli sanatçıların duyarlılığı, geleneğin yaşatılması, yarınlara
aktarılması adına önem teşkil etmektedir. Giresunlu mahalli şairlerin de bu duyarlılıkla eserler
verdikleri görülmüştür.
KAYNAKÇA
AKAR, Metin ve Diğerleri, (2013), Giresun’da Dünden Bugüne Otçu Göçü Geleneği
Üzerine Bir Araştırma, Giresun (Yayımlanmamış Bilimsel Araştırma Projesi).
AKDEMİR, Rıza, (1991), Dînî ve Millî Şiirler Antolojisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.
AKENGİN, Can, (2009), Şiirler ve Nesirler, Giresun: Giresun Valiliği Yayınları.
ALTUN, Işıl, (2013), “Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Dağ Algısı”, Turkish Studies, S. 8/4,
s. 67-80.
ATTİLA, Osman, (1964), Büyük Memleket Şiirleri Antolojisi, İstanbul: İtimat Kitabevi.
BANARLI, Nihat Sami, (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (Cilt I), İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi
ÇAMLIBEL, Faruk Nafiz, (1993), Han Duvarları, İstanbul: Meb Yayınları.
ÇELİK, Abdullah, (1996), Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı
Yayınları.
ÇELİK, Ali, (2005), Trabzon Çaykara Halk Kültürü, İstanbul: Doğu Kütüphanesi
Yayıncılık.
ÇELİK, Ali, (1999), Trabzon Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon: T. C. Trabzon Valiliği
İl Kültür Müdürlüğü Yayınları.
ÇELİK, Ali, (2005), Manilerimiz ve Trabzon Manileri, Ankara: Akçağ Basım Yayım
Pazarlama A.Ş.
ÇEPNİOĞLU, Cahit, (2014), Oğuz Çepni Boyu, İstanbul: Yazın Basım Yayın
Matbaacılık Tur. Tic. Ltd. Şti.
ÇETİN, Mehmet, (1991), Tanzimat’tan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi, Ankara: Birleşik
Dağıtım Kitabevi.
ÇİÇEK, Seyfullah, (1997), Giresunlu Şairler, İstanbul: Mamaşoğlu Yayıncılık A. Ş.
Divanu Lûgâti't-Türk Tercümesi, C. 1.. TDK. Ankara 1939.
ENGİNÜN, İnci, (1999), Cenap Şahabettin, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
GÖZÜKARAOĞLU, Didem, (2011), Attila İlhan Şiirlerinin Dili, Trakya Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Türk Dili Bilim Dalı
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
HÂŞİM, Ahmet, (1973), Şiirler, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
KAPLAN, Mehmet, (1990), Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
KAPLAN, Mehmet, (1992), Şiir Tahlilleri 2, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kaplan, Mehmet, (1992), “Tabiat Karşısında Abdülhak Hâmid I-II”, Türk Edebiyatı
Üzerinde Araştırmalar-1, İstanbul: Dergâh Yay. s.314-352.
KAYA, Mevlüt, (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Samsun: Yüksel Ofset
Matbaacılık.
KAYIKÇI, Ali, (2011), Dünden Bugüne Samsunlu Şairler ve Yazarlar Ansiklopedisi,
Samsun: Medeniyet Gazetesi Yayınları.
ÖĞÜTÇÜ, Hasan – ÖNEŞ, Mustafa, (1995), Giresun’umuzun Değerleri Ali Avni Öneş,
Giresun: Yeşil Giresun Matbaası.
ÖZTOP, Şener, (1992), Ömer Bedrettin Uşaklı, İstanbul: Meb Yayınları.
PARLATIR, İsmail, (1987), Ali Ekrem Bolayır, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları.
T.C. Giresun Valiliği, (2013), 81 İlde Kültür ve Şehir “Giresun”, İstanbul: Boğaziçi
Yayınları.
TECER, Leyla, (2001), Ahmet Kutsi Tecer’in Bütün Şiirleri, Ankara: T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları.
TEVETOĞLU, Fethi, (1986), Mehmet Emin Yurdakul, İstanbul: Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları.
TUNCER, Hüseyin – ALPASLAN, İsmet, (1995), Şiirlerle Türkiye, Ankara: T. C. Kültür
Bakanlığı Yayınları.
UÇAR, Aslı, (2008), “Karacaoğlan Şiirlerinde İmajlar”, Millî Folklor, S. 79, s. 39-44.
UMUNÇ, Himmet, (2003), “Vergilius Örneği: Rönesans İngiliz Edebiyatında Tür ve
Üslûp Sorunu”, Frankofoni, S. 15, s. 327- 340.
www.siirparki.com (Erişim Tarihi: 8 Ağustos 2014)