tabİat unsuru olarak Şİİrİmİzde yayla ve gİresunlu Şaİrler

17
TABİAT UNSURU OLARAK ŞİİRİMİZDE YAYLA VE GİRESUNLU ŞAİRLER Dursun ŞAHİN ŞAHİN, D.(2015). Tabiat Unsuru Olarak Şiirimizde Yayla ve Giresunlu Şairler, Yayla Kültürü ve Yaylacılık Sempozyumu (6-7 Kasım 2014) Bildiriler, (s. 327-350). Bilecik: Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi. ÖZET Edebiyatımızın ilk defa Anadolu’ya açıldığı bir dönem olarak kabul edilen Milli Edebiyat dönemi şairlerinden Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak Beni Haykırayım” adlı şiirinde şairleri haykırmayan bir milleti, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuğa benzetir. Bu benzetmenin altında, şairlerin içinde yaşadıkları toplumun gerçeğine duyarsız kalmaması gerektiği inancı vardır. Edebiyatımızın başlangıç dönemi olarak kabul ettiğimiz İslamiyet öncesi Türk edebiyatı sözlü ürünlerinden bugüne, tabiat ve unsurlarının edebi ürünlere yansıyış biçimi, şairlerin duyarlılığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Koşuk, koşma, türkü gibi türlerle başlayarak, çeşitli yönleriyle dile getirilen tabii hayatın önemli bir parçası da yaylalardır. Tabiat unsuru olarak “yayla”nın şiirimizde nasıl yer aldığını ve yaylacılık faaliyetlerinin günümüzde halen sürdürülmeye çalışıldığı Giresun’un mahalli şairlerine ne ölçüde etki ettiğini, şiirlerde nasıl yer aldığını ortaya koymayı amaçlayan bu çalışmada, Türk edebiyatının çeşitli dönemlerinden tabiat ve yayla konulu şiir örnekleri ışığında yayla ve yaylayla ilgili unsurlar değerlendirilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Şiir, yayla, şair, toplum, duyarlılık. Tabiat güzelliklerini anlatarak, kırları, çoban hayatını, tabiatı tanıtıp sevdirmeyi amaçlayan şiirler, pastoral (çobanlama) şiir olarak adlandırılmaktadır. Pastoral şiirin idil ve eglog olmak üzere iki türü vardır. Doğrudan doğruya tabiat manzaralarını dile getiren pastoral şiirlere idil, karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere de eglog adı verilir. Yunan edebiyatından Theokritos, Lâtin edebiyatından Vergilius, pastoral şiirin önemli temsilcileridir. İslâmiyet öncesi Türk edebiyatında “şaman”, “baksı”, “ozan”, “kam” gibi adlarla anılan şairler, sığır, toy ve şölen törenlerinde avcılara cesaret vermek amacıyla şiirler söyleyip, dua etmişlerdir (Banarlı 1987: 43, 44). Koşuk denilen bu şiirler, Türk Edebiyatının lirik ve pastoral ilk şiirleri olarak gösterilebilir. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lûgâti’t-Türk adlı eserinden alınan aşağıdaki koşuk örneklerinde tabiatın ne ölçüde yer aldığı görülmektedir. Yay baruban erküzi Aktı akın munduzı Togdı yaruk yulduzı Tıngla sözüm külgüsüz 1-96 Bahar geldi, kar suları Aktı delice selleri; Doğdu seher yıldızı, Dinle sözüm, gülmeden. Baharın gelişinden duyulan mutluluğun yanı sıra, tabiatta meydana gelen değişiklikler de koşuklarda yer almaktadır. Türlüg çeçek yarıldı Barçın yadım kerildi Uçmak yeri körüldi Tumlug yana kelgüsüz 1-119 Türlü çiçek yarıldı, İpek döşek serildi, Cennet yeri görüldü, Soğuklar geri gelmez. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonraki dönemde gerek Âşık Ömer, Bayburtlu Zihni, Dadaloğlu, Dertli, Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre gibi şairlerin temsil ettiği

Upload: giresun

Post on 18-Nov-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

TABİAT UNSURU OLARAK ŞİİRİMİZDE YAYLA VE GİRESUNLU ŞAİRLER

Dursun ŞAHİN

ŞAHİN, D.(2015). Tabiat Unsuru Olarak Şiirimizde Yayla ve Giresunlu Şairler, Yayla Kültürü ve

Yaylacılık Sempozyumu (6-7 Kasım 2014) Bildiriler, (s. 327-350). Bilecik: Bilecik Şeyh Edebali

Üniversitesi.

ÖZET

Edebiyatımızın ilk defa Anadolu’ya açıldığı bir dönem olarak kabul edilen Milli Edebiyat

dönemi şairlerinden Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak Beni Haykırayım” adlı şiirinde şairleri

haykırmayan bir milleti, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuğa benzetir. Bu benzetmenin altında,

şairlerin içinde yaşadıkları toplumun gerçeğine duyarsız kalmaması gerektiği inancı vardır.

Edebiyatımızın başlangıç dönemi olarak kabul ettiğimiz İslamiyet öncesi Türk edebiyatı

sözlü ürünlerinden bugüne, tabiat ve unsurlarının edebi ürünlere yansıyış biçimi, şairlerin

duyarlılığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Koşuk, koşma, türkü gibi türlerle başlayarak,

çeşitli yönleriyle dile getirilen tabii hayatın önemli bir parçası da yaylalardır.

Tabiat unsuru olarak “yayla”nın şiirimizde nasıl yer aldığını ve yaylacılık faaliyetlerinin

günümüzde halen sürdürülmeye çalışıldığı Giresun’un mahalli şairlerine ne ölçüde etki ettiğini,

şiirlerde nasıl yer aldığını ortaya koymayı amaçlayan bu çalışmada, Türk edebiyatının çeşitli

dönemlerinden tabiat ve yayla konulu şiir örnekleri ışığında yayla ve yaylayla ilgili unsurlar

değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Şiir, yayla, şair, toplum, duyarlılık.

Tabiat güzelliklerini anlatarak, kırları, çoban hayatını, tabiatı tanıtıp sevdirmeyi amaçlayan

şiirler, pastoral (çobanlama) şiir olarak adlandırılmaktadır. Pastoral şiirin idil ve eglog olmak üzere

iki türü vardır. Doğrudan doğruya tabiat manzaralarını dile getiren pastoral şiirlere idil, karşılıklı

konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere de eglog adı verilir. Yunan edebiyatından

Theokritos, Lâtin edebiyatından Vergilius, pastoral şiirin önemli temsilcileridir.

İslâmiyet öncesi Türk edebiyatında “şaman”, “baksı”, “ozan”, “kam” gibi adlarla anılan

şairler, sığır, toy ve şölen törenlerinde avcılara cesaret vermek amacıyla şiirler söyleyip, dua

etmişlerdir (Banarlı 1987: 43, 44). Koşuk denilen bu şiirler, Türk Edebiyatının lirik ve pastoral ilk

şiirleri olarak gösterilebilir. Kaşgarlı Mahmud’un Dîvânu Lûgâti’t-Türk adlı eserinden alınan

aşağıdaki koşuk örneklerinde tabiatın ne ölçüde yer aldığı görülmektedir.

Yay baruban erküzi

Aktı akın munduzı

Togdı yaruk yulduzı

Tıngla sözüm külgüsüz 1-96

Bahar geldi, kar suları

Aktı delice selleri;

Doğdu seher yıldızı,

Dinle sözüm, gülmeden.

Baharın gelişinden duyulan mutluluğun yanı sıra, tabiatta meydana gelen değişiklikler de

koşuklarda yer almaktadır.

Türlüg çeçek yarıldı

Barçın yadım kerildi

Uçmak yeri körüldi

Tumlug yana kelgüsüz 1-119

Türlü çiçek yarıldı,

İpek döşek serildi,

Cennet yeri görüldü,

Soğuklar geri gelmez.

Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonraki dönemde gerek Âşık Ömer, Bayburtlu Zihni,

Dadaloğlu, Dertli, Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre gibi şairlerin temsil ettiği

Halk Edebiyatında gerek Kadı Burhâneddin, Ahmedî, Hoca Dehhâni, Bâki, Fuzûlî, Nedim, Nef'i,

Nâbî, Latîfî, Necâtî, Neşati, Zâtî, Şeyh Galip gibi isimlerin temsilcisi olduğu Klasik Türk

Edebiyatında tabiata ait unsurların varlığı devam etmektedir.

İslamiyet öncesinde yazılan koşuk türünün bir devamı olarak kabul edilen, Halk Edebiyatı

nazım biçimlerinden koşmada, anonim ürünlerden mani, türkü, ninni gibi türlerde doğrudan ya da

dolaylı olarak dağ, bayır, dere, tepe, bağ, bahçe, yayla gibi tabiat unsurları yer alır.

Garibim bu gülşende

Baykuşlar ötüşende

Gariplik ne çetinmiş

Baş yastığa düşende

Giderim yolum dağdır

Bu ne meşeli bağdır

Ben kazanam yar yesin

Nice ki canım sağdır.

Yukarıdaki manilerde gülşen, yol, dağ, bağ gibi tabiat unsurları, dolaylı unsurdur. Şair, asıl

söylemeye çalıştığı duruma malzeme olsun diye bunlardan yararlanmıştır. Karacaoğlan da bir

koşmasından alınan aşağıdaki dörtlükte yaylayı saflığın sembolü olarak kullanmıştır.

Bir sofra isterim kimse sermedik

Bir yayla isterim kimse konmadık

Bir güzel isterim yad el değmedik

Ellenmiş de bellenmişi n’ideyim

Karacaoğlan’ın bir gelinle söyleştiği semaisinde de yayla, soğuk soğuk sularıyla gerçek bir

mekan unsurudur.

Gelin:

Yaylalara göçmedin mi

Soğuk sular içmedin mi

Güzel görüp geçmedin mi

Beni görüp delirirsin

Karacaoğlan:

Türlü yaylayı görünce

Soğuk suları içince

Kocayıp vaktin geçince

Taşlar alır döğünürsün

Pir Sultan Abdal’ın idam edilmeden önce söylediği iddia edilen aşağıdaki şiirinde yayla,

insanoğlunun gün görmeden bırakıp gittiği dünyayı simgeler niteliktedir.

Karşıda görünen ne güzel yayla

Bir dem süremedim giderim böyle

Ala gözlü Pirim sen himmet eyle

Ben de bu yayladan Şah´a giderim

. . .

Bir bölük turnaya sökün dediler

Yürekteki derdi dökün dediler

Yayladan ötesi yakın dediler

Ben de bu yayladan Şah´a giderim

Yunus Emre Divanı’ndan alınan aşağıdaki beyitte de Yunus Emre’nin karamsar bir bakış

açısına sahip olduğu görülmektedir.

Yaylalar yaylamaz olmış kışlalar kışlamaz olmış

Bar dutmış söylemez olmış agızda dilleri gördüm

Yunus Emre, aşağıdaki beyitte de yaylayı benzetme amacıyla kullanmıştır.

İy dervîş diyen bana nem durur dervîş benüm

Dervîşlik yaylasında hareketüm kış benüm

Klâsik Türk şiirinde de önemli konulardan biri tabiattır. Tabiat, bu edebiyatta daha çok

mazmun olarak ortaya çıkmıştır. Klâsik Türk edebiyatı şairleri tabiattaki her bir unsuru nadiren

olduğu gibi, sık sık da ruhsal durumlarını yansıtmada bir araç olarak kullanmışlardır.

Bu edebiyat şairlerinin dikkat çeken yanlarından biri de, Nef’î’nin aşağıdaki beytinde

olduğu gibi, tabiata ait unsurlardan gül, lâle, sümbül (sünbül), yasemin (yasemen, semen), nergis,

erguvan gibi çiçeklere ve bahçelere daha fazla yer vermiş olmalarıdır.

Dâmen-i çarhı mu‘attar eder esdikçe nesim

Nükhet-i yasemen ü sünbül ü bûy-ı nesrîn (Nef’î)

Nef’î’nin yukarıdaki beytinde görülen özellikler, tenasüp sanatının da etkisiyle, Nedim’in

şiirlerinde de görülmektedir.

Can-fezâ turra-i hûbân gibi zülf-i sümbül

Dil-güsâ nazm-ı Nedîmâ gibi ruhsâre-i gül

Dün gülistanda isittim ki der idi bülbül

Müjdeler gülsene kim vakt-i çerâgan geldi (Nedim)

Bu arada, eski şiirin kalıplaşmış sevgili tipinden ve tabiat anlayışından kurtulan Tanzimat

şiiri, yaşayan kadın güzelliğine ve gerçek tabiata yönelerek, yeni bir sevgili tipi ve tabiat anlayışı

oluşturmuştur. Medeniyet, hak, hukuk, adalet, kanun, hürriyet, vatan gibi sosyal ve siyasi

unsurların edebiyatımızda ön plana çıktığı Tanzimat edebiyatında tabiat denilince ilk akla gelen

isim, Abdülhak Hâmid Tarhan’dır. Klasik Türk şairlerinin, şairin mazmun kullanmadaki

maharetini göstermeğe bir vesile olarak tabiatı kullandığını iddia eden Mehmet Kaplan, Abdülhak

Hâmid’in batılı tabiat görüşünü Türk şiirine getirdiğini belirtir (Kaplan 1992: 314).

Bir zamanlar karargâhım idi

Bedeviler gibi beyâbanlar;

Buna mucib de iştibâhım idi;

Nasıl imrar-ı vakt eder anlar.

Belde halkında görmedin hayfa

Gördüğün ünsü ehl-i vahşette!

Bedevîler sukûn u rahatte;

Sürdüğü daima ganemle sefâ.

Beledî muttasıl esir-i cefâ;

İntiâş aleminde zulmetde!

Biri endişeden aman bulmaz;

Biri endişeye zaman bulmaz. (Kaplan 1992: 322)

Hâmid’in Sahra adlı şiirinden alınan yukarıdaki dizeler, edebiyatımızda daha önce

rastlanılmayan bir tabiat anlayışının varlığını göstermektedir. Aynı yıllarda Recâizâde Mahmut

Ekrem de “Zerrâttan şümûsa kadar her güzel şey şiirdir.” düşüncesiyle tabiattaki güzelliklere

odaklanmaktan yanadır.

Recâizâde’nin düşüncesindeki “güzellik” vurgusunu kaldırarak tabiata yönelen Servet-i

Fünûn şairlerinden Tevfik Fikret, “Sis”te tüm karamsarlığını dışa vururken, “Krizantem”le yeni

imgelerin kapısını aralamıştır. Cenap Şahabettin’de de tabiat, Tevfik Fikret’te olduğu gibi, iç

dünyalarının dışa aksetmiş halidir. Her iki şairde mevsimler için yazdıkları şiirlerde sonbahar ve

kış mevsimlerini tercih etmişlerdir. Cenap’ın şiirin tüm unsurlarını işitsel ve görsel açıdan bir

ahenk oluşturacak şekilde bir araya getirdiği “Elhân-ı Şitâ” adlı şiirinde tabiatın kar yağarken

aldığı hal, şairin ruh halini de yansıtır niteliktedir. Dönemin bir diğer şairi Ali Ekrem Bolayır’dır.

Şiirlerini A. Nâdir mahlasıyla da yazan şair, tabiata dair şiirlerinde daha farklı hassasiyetler taşıdığı

görülür. Böğürtlen, Gelincik, Nağme-i Bahar, Elvâh-ı Tabiattan, Ekinler gibi adlarla tabiata dair

şiirler yazan Ali Ekrem’in aşağıda yer alan “Böğürtlen” adlı şiiri bakış açısındaki farklılığı

göstermektedir.

Bâzen en sâde bir letâfetle

Kuytu yollarda taş duvarlardan,

Kâh bir itiyâd-ı gılzatle

Kayalıklardaki damarlardan,

Çalılardan büyük ağaççıklar

Görünür, dallarında cilve eder,

Öpüşür, nûr-ı şems ile parlar

Pembe, al,mor,siyah böğürtlenler.

Üns-i vahşetle perveriş bulmuş

Hepsi şâyeste-i garâm olmuş

Bedevî kızlarıyla yeksândır.

Bunları bol görüp de atmayınız;

Pek güzeldirler… El uzatmayınız,

Hepsinde bir diken nigehbândır! (Parlatır 1987: 84)

“Seyreyledim eşkâl-i hayatı

Ben havz-ı hayâlin sularında

Bir aks-i mülevvendir onunçün

Arzın bana ahcâr ü nebâtı” (Hâşim 1973: 45)

dizeleriyle sanat anlayışını özetleyen Ahmet Hâşim’de de Servet-i Fünûn şairlerinde

görülen karamsar ruh hali egemendir. Gam, keder, karamsarlık, umutsuzluk gibi olumsuz

duygularıyla dikkat çeken Hâşim’in şiirlerinde tabiat ile unsurları, bu duyguların tesiriyle

yazılmıştır (Gür 2010: 328).

Gün bitti. Ağaçta neş`e söndü.

Yaprak ateş oldu, kuş da yakut;

Yaprakla kusun parıltısından

Havuzun suyu erguvana döndü (Hâşim 1973: 173)

Haşim’in üstte yer alan “Ağaç” adlı şiiriyle aşağıdaki “Orman” şiiri, şairin iç dünyasındaki

hüznün, karamsarlığın göstergesidir.

Su değil, mevsimin havası akan

Duyduğun yaprağın, dalın sesidir

Suda yıldızların parıltısıdır

Bu karanlıkta bazı bazı çakan... (Hâşim 1973: 129)

“Biz Nasıl Şiir İsteriz” adlı şiirinde şiir anlayışını,

Biz o şi'ri isteriz ki çift'e giden babalar,

Ekin biçen genç kızlarla odun keser analar,

Yanık sesin dinlerlerken gözyaşların silsinler;

Başlarını açık, beyaz sinesine koysunlar;

Yüreğinin, özleriyçün çarpındığın duysunlar,

Bu çarpıntı, bu ses nedir? Neler diyor? Bilsinler.

şeklinde ifade eden Mehmet Emin Yurdakul, şiirlerinde sosyal mesaj kaygısını ön planda

tutarken, tabiata dair de öğüt vermeyi ihmal etmez. Aşağıda yer alan “Sakın Kesme” adlı şiiri, bu

durumun örneklerindendir.

Ey hemşehri, sakın kesme! Yaş ağaca balta vuran el onmaz;

Bu kütükler 'Nice yıldır, hiç birine kervan gelmez, kuş konmaz'

Bunları kes, o baltanla çürümüş ağaçları yere ser.

Bak, sizin köy şu yemyeşil koruluğun gölgesinde ne güzel!

Gönülleri açmadadır yaprakların arasından esen yel.

Yazık, günah olmaz mı ki, çıplak kalsın bu zümrüt yurt, şirin yel.

Hem dünyada en birinci borç değil mi her kula,

Bir tohumu fidan yapmak, fidanı da bir orman?

Eğer böyle olmasaydı ne kalırdı oğula:

'Mirasımı artır' diye öğüt veren Atadan?

Sakın kesme! Her dalında bir güzel kuş ses versin.

Sakın kesme! Gölgesinde yorgun çiftçi dinlensin.

Sakın kesme! Şu verimli köye kanat, kol gersin.

Sakın kesme! Aziz vatan günden güne şenlensin (Tevetoğlu 1986: 154)

Yaşadığı dönemde "Anadolu Şairi" olarak tanınan Ömer Bedrettin Uşaklı, Anadolu'dan

canlı tasvirler çizen şairlerimiz arasında yer almaktadır. Uşaklı’nın şiirlerinde yaylalar da önemli

bir yer tutmaktadır. Yayla Dumanı, Yayla Güneşi gibi şiirlerinde görülen yayla tasvirleri, şairin

yaylaların dünyasına hakim olduğunu göstermektedir.

Gümüş bir dumanla kaplandı her yer

Yer ve gök bu akşam yayla dumanı.

Sürüler, çimenler, sarı çiçekler

Beyaz kar, yeşil çam yayla dumanı.

Ben de duman olsam senin yerine

Yaylasam dağların şu mahşerine

Güzelim saçına ve gözlerine

Ben girsem, ben dolsam, yayla dumanı.

Beni içerine aldın ağ gibi

Doldun gözlerime bir rüya gibi

Ben de güneş gibi, yüce dağ gibi

İçinde kaybolsam yayla dumanı... (Öztop 1992: 125)

“Yayla Dumanı”nda yaylalara bağlılığını dile getiren Uşaklı, “Yayla Güneşi”nde

sevgilisini bir yayla güneşine, bir yayla dumanına benzetmektedir.

. . .

Bir duman olup doldun,

İçimden geldi sesin.

Göründün ve kayboldun

Yayla güneşi misin?

Bunaldı ruhum bugün,

Bir çam fidanı gibi

Gözümde yine tüttün,

Yayla güneşi gibi… (Öztop 1992: 158)

Sivas Lisesi'ne edebiyat öğretmeni olarak görev yaparken Halk Şairleri Bayramı’nda

tanıştığı Âşık Veysel’in yanı sıra, Suzani, Ruhsati, Mesleki, Talebi, Karslı Mehmet gibi pek çok

halk şairini tanıtan, halk edebiyatı araştırmalarıyla dikkat çeken Ahmet Kutsi Tecer, halk kültürü

alanında çalışmaları ile tanınır. Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin hayatına dair önemli araştırmaları

da olan Tecer,

Orda bir köy var, uzakta,

O köy bizim köyümüzdür.

Gezmesek de, tozmasak da

O köy bizim köyümüzdür.

demişse de, Anadolu’ya uzaktan değil, içinden bakmayı başarabilmiştir. Tecer, Aşağıdaki

Yörük Hasreti adlı şiirinde yayla hayatına özlemini dile getirmektedir.

Güneyde bir avuç toprağım,

Bir evim, kışlağım olaydı.

Baharda göçseydi otağım,

Toros'ta yaylağım olaydı.

Onulmaz içimde bu yara.

Şehirler dumandan kara,

Çıkaydım dağlara dağlara,

Bulutlar çardağım olaydı.

Pınar obamızın nennisi,

Çimen yatakların en iyisi.

Elimde her gün yenisi.

Güneşler bayrağım olaydı.

N'olurdu göçseydi otağım,

Çukur da olsaydı kışlağım,

N'olurdu Toros'ta yaylağım.

Güneyde toprağım olaydı. (Tecer 2001: 97)

Ahmet Kutsi Tecer’in, Unutmam Sizi başlıklı şiiri de, yayla hayatını tüm unsurlarıyla dile

getiren oldukça uzun bir şiirdir. Sanatçı bu şiirinde koyunu, kuzusu, atları, sürüleri, menekşeleri,

kekikleri, kuşları, dereleri, kısacası her şeyiyle yaylaları, Türkmenlerin Toroslardaki yaşantılarını

gözler önüne serer ve unutulmazlığına vurgu yapar.

Güneyden gündoğuya ve kuzeye uzanan

Sançiçek yaylası, Uzunyayla, Bozoğlan

Boğa dağları vardır.

Hey, bu uçsuz bucaksız çiçeği bol yaylalar!

Bu dağlar, Toroslar'dan Kızılırmak'a kadar,

Dumanlı, sarp dağlardır.

. . .

Her yıl bütün oymaklar bu dağlara göçerler,

Uzun kervanlar geçer, geçer, geçer, geçerler,

yolları al bahardır.

Sürüler, sürülerle birlikte göçer evler,

ikişer, üçer oba, ikişer üçer evler,

ömürleri ılgardır.

Kışın Çukurova'da ağıllar sürüleri,

onların, ataların uzak gününden beri,

takvimleri davardır.

Kışın oymaklar için bahardır Çukurova

fakat abrul beşinden sonra ordaki hava,

obalara zarardır.

Ne hoştur karlar kalkıp yeşillenince dağlar,

kimi göçünü çeker, kimi yükünü bağlar,

her oba bahtiyardır.

Çığıl çığıl dolaşır obayı göç sesleri,

zaten obalar için mart dokuzundan beri

kışlaklar artık dardır.

Atlar kişner, mayalar çağrışır, sürü meler,

bütün bu kaynaşmalar, coşmalar, söyleşmeler,

göç için bir karardır.

Bir yanda yanı emlik kuzulu ak koyunlar,

Bir yanda boğa, kısrak, çeşit çeşit oyunlar,

hele taylar acardır.

Develer katarlanır bir yıl önceki yoldan,

kuşlar ötüşür, sular çağıldar, sağdan soldan

fısıldaşan rüzgârdır.

Ağır, ağır çekilir göçler yükselir dağa,

gündönümüne kadar her koyak, her konalga,

her adım bir ayardır.

Çamların kokusunu taşır rüzgâr tepeden,

güneş göçle birlikte yürür, haber vermeden

yanakları alartır.

. . .

Yayla türkülerini söyler taze gelinler,

deveci susar, kervan susar, yıldızlar dinler,

türküler ahuzardır.

Çobanın tırmandığı yerler dağlar eteği,

obanın konduğu yer lale, sümbül biteği,

menekşeler tomardır.

. . .

Oba çocuklarının vatanı yaylalardır,

gelen kim olsa olsun, ölmek vermemek vardır,

Türkmenler'de bu ardır.

. . .

Yaylalar, yaylalar, ah obaların cenneti,

orda doğmak ve ölmek... Yazık, bu saadeti

yalnız yıldızlar tanır.

. . .

Selam size obalar, yurtlar, yaylalar selam,

Siz ey yiğit insanlar, siz ulu dağlar selam,

unutmam sizi, hayır. (Tecer 2001: 119-123)

Edirne Muallim Mektebi'nde başladığı öğretmenlik görevini Kırklareli, Kars, Ardahan,

Urfa, Karaman, İstanbul ve Ankara gibi yurdun çeşitli yerlerindeki liselerde yıllarca sürdüren,

Birleşmiş Milletler tarafından "Kadın Yılı" dolayısıyla 1975’te "ümmül muharrirîn" olarak seçilen

Halide Nusret Zorlutuna da, Anadolu’ya duyarsız kalmayan şair(e)lerimiz arasındadır. Millî

duygularla kaleme aldığı “Git Bahar" adlı şiiriyle edebiyat dünyasında adından söz ettirmeye

başlamış olan Zorlutuna, Millî edebiyat akımının şiir anlayışını benimsemiştir. Aşağıda yer alan

Yayla Türküsü adlı şiirinde de milli duyarlılıklar, ön plandadır.

Bingöl yaylasında bin renktir bahar,

O güzel adına kurban yaylalar!

Bir yudum suyunda binbir şifa var,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

Gülüne başka gül uyar mı ola?

Türküsünü Tanrım duyar mı ola?

Düşümde gördüğüm bu yar mı ola?

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

Damarında akan Türk'ün kanıdır.

Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;

Yayla Türk'ün canı, öz vatanıdır,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

Edebiyatımızda "Gurbet Şairi" olarak tanınan Kemalettin Kâmi Kamu’da, Halide Nusret

Zorlutuna gibi, sade bir dille Millî Edebiyat akımına bağlı vatan sevgisi, gurbet, aşk konularını ele

alan şairlerimizdendir. Kamu’nun, Mehmet Kaplan tarafından “santimantal” ve “romantik”

(Kaplan 1992: 42) bulunan “Bingöl Çobanları” adlı şiiri, çobanların yaylalardaki dramatik hayatını

şairin gözünden sunan bir şiirdir.

. . .

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,

Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.

"Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al"

Diye hıçkırır kaval.

Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,

Daima eğeceksin başkalarına boyun;

Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!

Madem ki kara bahtın adını koydu: Çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,

Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden

Anlattı uzun uzun.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun

Nadir duyabildiği taze bir heyecanla.

Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla

Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,

Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına... (Kaplan 1992: 34, 35)

Hisar topluluğu şairlerinin eserleri, Anadolu’nun tüm gerçekliğiyle dile geldiği eserlerdir.

Abdurrahim Karakoç’un “Ela Gözlü Yar”, Yavuz Bülent Bakiler’in “Sen Sen Sen” ve Bahaettin

Karakoç’un “Bir Çift Beyaz Kartal” adlı şiirlerinden alınan aşağıdaki bölümler, bu şairlerde

Anadolu’da bir tabiat unsuru olarak yaylaların şiire nasıl yansıdığını da göstermektedir.

Abdurrrahim Karakoç’un şiiri, dünyadan her şeyin gelip geçici olduğuna dikkat

çekmektedir. Yaylalar da bu fanilikten kar imgesiyle nasibini almıştır.

. . .

Eştikçe iş çıkar işin içinde;

Gençliği hasret yer sevda göçünde.

Bilmez misin, dört mevsimin üçünde

Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.

. . .

Vakit dolar, nakit biter kasanda

Sevgi bir kitaptır gönül masanda;

Okusan da olur, okumasan da...

Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr.

Bahaettin Karakoç’un “Bir Çift Beyaz Kartal” adlı şiiriyse, sadece yaylalara değil, huzurlu,

mutlu bir dünyaya duyulan özlemin şiiridir.

. . .

Hangi yayla karlı, nerde çiçek çok

Gel seninle orda olalım çocuk.

Bulutlar, bulutlar iç-içe girmiş

Bulutlar ki göğe perdeler germiş;

Çiğdem devşirelim, çiçek biçelim

Susayınca hep ezgiler içelim

Batmasın eline bir gül dikeni

Sen hep beni kolla, bense hep seni

Çıkıp yükseklerden taş bırakalım,

Kopan sese, kalkan toza bakalım,

Tavşanlar ürkerken bu gürültüden

Kaçan tavşanlara ıslıklar çal sen.

Hangi yayla yüce, nerde kavga yok

Gel seninle orda olalım çocuk;

İster Maraş olsun, ister Erzincan,

Sonsuzluk düşüne set değil mekan,

Başın omuzumda, omuzum gökte

Ölüm bir ak çiçek bu özgürlükte,

Yaşamaksa bir ışık cümbüşüdür,

Çağıl çağıl akan sevgi düşüdür.

Hani gökyüzünün toy vakti olur,

Kaynaşırlar yıldızlar bulgur, bulgur;

En uzak nereyse ora gidelim,

Bulutları yara yara gidelim.

. . .

Yavuz Bülent Bakiler de “Sen Sen Sen” adlı şiirinde sevdiğine duyduğu özlemi dile

getirirken, yaylaların serinliğini, dumanlarını da unutmamıştır.

. . .

Yüreğim seninle yaylalar kadar serin,

Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam,

Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam,

Sen dolsan yeter..

. . .

Edebiyatımızda şair kimliğinin yanı sıra gazeteci, senarist ve eleştirmen kimlikleriyle de

dikkat çeken Attila İlhan’ın “Türkiye” şiiri, ayrı bir öneme sahiptir. Bu şiirde Attilâ İlhan,

Duvar’daki toplumcu çizginin dışına çıkmaktadır. Şiirde ezilen insanlar, zulüm ve baskının aksine

hem ülkemize, hem de insanlarımıza bir övgü söz konusudur. “Türkiye” şiiri, toplumcu-gerçekçi

çizgiden uzaklaşarak işlediği konu açısından bir güzelleme örneğidir (Gözükaraoğlu 2011: 227).

İlhan bu şiirinde yaylaları da ihmal etmemiştir.

. .

Sen Türkiye'sin, evim barkım, köyüm obam Türkiye.

O senin çifte çarşılı harp görmüş şehirlerin,

sahilde Mersin, yayla türküsü Konya.

Adana'nın yolları taştan, yola çıkıp Maraş'tan

ezanla birlikte vardık bir akşam Urfa'ya.

Bursa'nın, ya Bursa'nın ufak tefek taşları,

uçan yıldızı dondurur Ardahan'ın kışları.

Erzincan'da bir kuş var kanadı gümüş pul pul

ve göğe kılıç gibi çekmiş minarelerini

şehirler padişahı canım İstanbul.

Türkiye, Türkiye, ay'lı yıldız'lı Türkiye,

sen Mehmed'sin omuzların Anadolu yaylası,

Aladağlar, Toros'lar dev gibi gövden,

Sen şehid oğlu, şehid babası,

sana selam olsun dünya'dan, hürriyet'ten... (Gözükaraoğlu 2011: 227)

Attila İlhan’ın “döşeme”, “cebbar oğlu mehemmed”, “sığırtmaç”, “göçmenler”, “ökkeş”,

“ibrahim’in" yıldızı” gibi şiirlerinde de yaylalara yer verildiği görülür. Bu şiirlerde yayla, kimi

zaman işgale karşı ayaklanan Yörüklerin mekânı kimi zaman da Bulgaristan’dan göç eden

muhacirlerin mekânı olarak yer alır. Aşağıdaki “göçmenler” şiirinde Bulgaristan göçmenleri

anlatılmaktadır.

benden sana selam olsun hasanbeyli yaylası

bilirim koynunda yaşayan on sekiz hane göçmeni

vardım birisine sordum sual eyledim

hilafsız anlattı maceralarını

şimdi erkân ile ben dahi nakledeyim

anasıl bulgaryalı imişler

kimisi filibe’den kimi sofya’dan

toprakları bire yirmi verirmiş

karıları hünerli çocukları kıvrak

erkekleri bin türlü marifet bilirmiş

gel o taraf bulgarlık olalı beri

bir gariplik sinmiş içlerine

altın kafesteki bülbül misali

yurt hasreti işlemiş iliklerine

gözleri hiçbir şey görmez olmuş

tarlayı toprağı satıp savmışlar

balkan dağlarında şafak sökerken

bir sabah usul usul yola çıkmışlar

anayurda doğru göçmen kafileleri

yeni bir hayat bekliyormuş onları

tunca’nın arda’nın meriç’in gerisinde

taksim edilmiş kızanları (Gözükaraoğlu 2011: 73, 74)

Oğuz Türkmen boylarının 12. yüzyıldan itibaren iskânına açılmış bir yurt köşesi olan

Giresun, o dönemden beri Türk kültürüne ait unsurları canlı bir şekilde yaşatmaktadır. Türk

kültürü içinde yer alan “yaylak-kışlak”, “konar-göçer”, “atlı-göçebe” hayat tarzı Giresun ve

çevresinde halen varlığını devam ettirmektedir.

Her yıl bahar aylarının ortalarına doğru, hayvancılıkla uğraşanlar başta olmak üzere, bölge

insanı yaylaların yerini tutmaktadır. Gidiş hazırlıkları erkenden başlamakta, göç de havası içinde

gerçekleştirilmektedir. Yaklaşık iki gün süren bu yolculukta “düşün” adı verilen, yaylayla köy

arasında orta nokta olarak nitelendirilebilecek yerlerde bir gece konaklanmaktadır. Düşün yerleri,

dinlenmenin ötesinde, bir yıl aradan sonra kavuşmaların, hasret gidermelerin de yeridir.

Yayla yürüyüşünün vazgeçilmez unsurlarından biri de “yol havaları”dır. Yolculuk

esnasında, kervan içindeki en yaşlı kişinin ya da onun müsaade ettiği kişinin yanık türküleri, yol

havalarını oluşturur.

Giresun ve çevresinde yaz ayları, sıcak ve rutubetli geçmektedir. Yaylalar, bu mevsimde

iklimiyle hayvanlar için bir rahatlık sağlamaktadır. Ayrıca kışın hayvanların bveslenmesinde

kullanılacak otlar da yayladaki otlaklardan temin edilmektedir. Yaylalar, sadece hayvanların kışlık

yiyeceklerinin stoklandığı yerler değildir. Yöre insan, hayvanlardan elde ettikleri sütlerden

çökelek, peynir, süzme, yağ gibi hayvan ürünleri elde ederek, bunları uzun süre kullanılacak

şekilde hazırlamaktadır.

Yaylada at yarışları, koç dövüşleri, gençlerin güreş tutmaları, çayırlarda koşular gibi

birtakım eğlence faaliyetleri de yer almaktadır. Bunlar arasında, özel besiye çekilen koçların

dövüştürülmesi, en çok rağbet gören eğlence çeşididir.

Yaklaşık altı ay süren yayla hayatının ardından dönüş hazırlıkları başlar. Yaylada

hazırlanan ürünler taşıma için uygun hale getirilir. Yayla evleri, karın ve yabani hayvanların zarar

vermemesi için muhafaza altına alınır. Yaylalardaki mezarlarda dualar edilir. Ardından gelişte

olduğu gibi, dönüşte de belli bir düzen içinde yaylaya veda edilir.

Giresun ve çevresinde yaklaşık bin senelik bir geçmişe sahip olan bu gelenek, yöre

şairlerinin şiirlerine de yansımıştır. ği her türlü kültürel bozulmaya rağmen hiçbir değişime

uğramadan günümüzde de devam etmektedir. Bu gelenek sadece bir kültürel faaliyet olmayıp, aynı

zamanda bölge insanının geçimini sağlamak amacıyla yıllardır devam ettirdiği bir faaliyettir.

1911 yılında Giresun'un Görele ilçesinde dünyaya gelen Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun

“Türküler Dolusu” adlı şiiri, ressamlığının da etkisiyle bir Anadolu resmi çizmektedir. Türkülerin

güzelliğiyle halk tabakasının çektiği ıstırapları maharetle birleştiren (Kaplan 1990: 100) şair, bu

şiirinde yaylaları da ihmal etmemiştir.

. . .

Ah bu türküler,

Türkülerimiz,

Ana sütü gibi candan,

Ana sütü gibi temiz.

Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla

Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.

Ah bu türküler,

Köy türküleri,

Dilimizin tuzu biberi,

Memleket ahvalini onlardan sor,

Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i,

Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni..

Ben türkülerden aldım haberi.

Evlilik hazırlığı yaptığı nişanlısının veremden ölümü üzerine hayatını, Giresun’un

yaylalara yakın yerleri sayılabilecek Alucra ve Şebinkarahisar ilçelerinde geçiren şair Can

Akengin, “Son Yalvarış” adlı şiirini, Giresun’un yaz kış tepesinden kar eksik olmayan en yüksek

yaylasındaki krater gölü olan Karagöl’e ithaf etmiştir. Akengin bu şiirde Abdülhak Hâmid’in

Makber’ine benzer bir üslup kullanmıştır. “Giresun Giresun” şiirinde de Giresun’un dört bir yanını

şiire aksettiren şair, yayla yolu üzerindeki Tamzara’yı da ihmal etmemiştir.

Minik birden koşarak havlayınca irkildim,

Baktım dağlar çatışmış, baktım ki aradayım,

Gelirdi bükten kağnı hışkırıkları… bildim,

Ürperen, yaprak döken mahzun “Tamzara”dayım (Akengin 2009: 44)

Şebinkarahisar doğumlu şairlerden Hikmet Okuyar, “Dereli - Kümbet Yaylalar Şenliği”

adlı şiirinde, yayla şenliklerindeki coşkuyu, şenlikte gerçekleştirilen etkinlikleri dile getirmektedir.

Buluştuk gene bugün,

Yaylalar şenliğinde.

Gönüller yaptı düğün,

Yaylalar şenliğinde.

. . .

Yeşilin en koyusu,

Gök mavisi berrak su,

Çaldı tören borusu..

Yaylalar şenliğinde.

Yiğitler güreş tuttu,

Uşaklar noron tepti,

Şerbetçi şurup sattı,

Yaylalar şenliğinde.

Sazlar, sözler açıldı,

Buzlu ayran içildi,

Yeni "Ağa" seçildi..

Yaylalar şenliğinde.

Yarışçılar at sürdü,

Kara Mehmet ad sürdü,

Kor ateşe et sürdü..

Yaylalar şenliğinde.

. . .

Kıvırcık kuzu eti,

Unutulmaz lezzeti,

Gör Dereli-Kümbet'i,

Yaylalar şenliğinde.

. . .

Bektaş'a selâm olsun,

Aksu'dan örnek alsın,

Kulakkaya şan salsın..

Yaylalar şenliğinde.

. . . (Çiçek 1997: 56)

Uzun yıllar yurt dışında yaşamak zorunda kalan Ârif Şirin de, Giresun’un yetiştirdiği

şairlerimiz arasında yer almaktadır. Giresun`un Alucra ilçesine bağlı şimdiki ismi ile Yükselen

eski adı ile Hapu köyünde 10 Haziran 1949`da doğan şair, Karadeniz`de yaygın olan hazırlıksız

türkü söyleme sanatıyla, “Ozan Arif” olarak şöhret olmuştur.

24 Eylül 1980 tarihinde Almanya`ya gitmiş, on bir yıl sonra, 5 Kasım 1991`de geri

dönmüştür. Şairin, 16 Nisan 1982 tarihinde Frankfurt’ta yazdığı “Zamandır” adlı şiiri, yaylalara

göçün yaşandığı dönemde kaleme alınmıştır. Ozan Ârif, bu şiirinde memleket hasretini yaylalar

aracılığıyla dile getirmiştir.

Bahar geldi şimdi bizim köylerde

Kuzuların melediği zamandır.

Gelinciğin tarlaları her yerde,

Al irenge belediği zamandır.

Boz serçeler cıvıl cıvıl dilleşir

Bülbül yine gülü ile halleşir.

Güneş vurur kar suları selleşir.

Dağı taşı suladığı zamandır.

Göç zamanı şimdi Kazıkbeli’nin,

Sis basınca hükmü kalkar yolunun

Sarıyar’dan esen duman yelinin

Bacaları yaladığı zamandır.

Dikilmiştir çayırların goruğu,

Çekilmiştir bostanların karığı,

Çobanların gün doğmadan çarığı,

Dize kadar doladığı zamandır.

Kim dinlerse kavaldaki gaydayı,

Hemen anlar çobandaki sevdayı,

Gelinlerin kıştan kalma buğdayı,

Yeni baştan elediği zamandır.

Malı olan toplar tası tarağı,

Yaylalardır üç-dört aylık durağı,

İreçberin yavaş yavaş orağı,

Kösürede bilediği zamandır.

Arif değme, içi dolu sinemin,

Ağaları köye koymaz dönemin,

Yol ver sebep gelsin diye anamın,

Bin bir dilek dilediği zamandır. (Çiçek 1997: 59, 60)

Şiirlerinde yalın bir dil kullanan Vahit Kaya, Giresun’un Keşap ilçesinde doğmuştur. Daha

çok sosyal içerikli taşlamalar, insan tipleri, doğa ve insan sevgisi ağır basan duygusal şiirler

yazmaktadır (Çiçek 1997: 107).

Vahit Kaya, Orhan Veli Kanık’ın “İstanbul’u Düşünüyorum” şiirine nazire niteliğinde

kaleme aldığı “Kümbet’i Düşünüyorum” şiirinde, gurbet illerden memleketine duyduğu özlemi

dile getirmektedir. Şair, İstanbul’un yaz sıcağında, Giresun’da yayla denilince akla gelen ilk yer

olan Kümbet’in hasretini çekmektedir.

İstanbul'dayım, hava sıcak mı sıcak

Gölgede bile bunalıyor insan

Odalar fırın sanki

İş yapmak gelmiyor içimden

Orhan Veli gibi Kapatıp gözlerimi

KÜMBET'i düşünüyorum.

Şimdi diyorum, hırka giyiyor insanlar

Belki de soba yanıyor kahvelerde..

Çeşmeler akıyor gürül gürül,

Donuyor avuçlar, dudaklar.

Dört mevsim karlı dağlar

Mağrur bakıyor uzaktan.

Sürüler otluyor eteklerinde.

Sular akıyor boz çakıllı yataklardan

Çam kokusu, kekik kokusu taşıyor,

Saçları okşayan yayla yelleri.

Aymaç’ta yürüyenler

Tepeden bakıyor tığ gibi çamlara,

Orman denizlerine.

Salon Çayırı cıvıl cıvıl

Yatıp yuvarlanıyor çocuklar.

Atlı-yaya insanlar geliyor sarı çiçekli obalardan.

Yağ, yoğurt, peynir getiriyor

Katıksız, hilesiz, eşsiz...

Taa uzaklardan duyuluyor

Duman duman kebapların kokusu.

Çam dallarından çitler içinde

Yemyeşil lahanalar

Ve üstünde su damlacıkları...

Belki de yağmur yağıyor çisil çisil, şarıl şarıl

Yeşiller daha yeşil olsun diye...

Uzanıp gidiyor hayallerim Şehitler’e kadar.

Bir su içiyorum MIHLI OLUK'tan Uyanıyorum, bitiyor rüya... (Çiçek 1997: 109)

Yazdıklarını şiir olarak görmeyen, bunların birer manzume olduğunu vurgulayan (Çiçek

1997: 143) Hayrettin Günay’ın “Kümbet'e Çağrı” şiiri de, Vahit Kaya’nın yukarıdaki şiirinde

olduğu gibi, Kümbet Yaylası üzerinedir. Günay, bu şiirinde Kümbet Yaylasında her yıl temmuz

ayında gerçekleştirilen şenliklere dikkat çekmeye çalışmıştır.

Mavi denizimiz, yeşil yaylamız,

Tertemiz nefestir medeniyete.

Herkese açıktır gönül soframız,

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.

. . .

Cennet çamlıklara çadır kurulur,

Oba evlerinde yatıp kalkılır;

Yenilir içilir, davul çalınır

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.

. . .

Kemençe çalınır horon oynanır,

Karşılamalara can mı dayanır...

Çandır'la atalar rûhu canlanır,

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.

Öncelikle Türkiye'ye çağrımız,

Yurtdışından dostlara da açığız.

Çağdaş uygarlığa Otçu Göçü'yüz,

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.

Çam kokularını çek ciğerine

Kentlerdeki kirli hava yerine.

Mutluluk karışsın alın terine,

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e.

Bulutu elinden tutmak istersen,

Buz gibi sulardan içmek istersen,

Ömrüne üç beş yıl katmak istersen,

Temmuz aylarında uğra Kümbet'e. (Çiçek 1997: 144, 145)

1955-1958 yılları arasında Giresun Belediye Başkanlığı da yapmış olan Ali Sâim Bozbağ,

gerek belediye başkanlığı gerek Giresun Halkevi yöneticiliği sırasında Giresun’un kültür, sanat

hayatına önemli katkılarda bulunmuş isimlerdendir. Bozbağ, “Yayla Yolları” adlı şiirinde yayla

yollarını, sevgili uğruna çekilen çileleri anlatacağı bir dost gibi görmüştür.

Gönlümü ardına takıp gidene,

Coşkun sular gibi akıp gidene,

Gözleri geride bakıp gidene,

Ulaştırın beni yayla yolları.

Dağlar bir basamak gibi önümde,

Tırmanıp çıksam bu hasret günümde.

Razıyım ölüme -tek- gördüğümde,

Dolaştırdın beni yayla yolları.

Nasibim olmadı rahat yataklar,

Süs de mi olamaz başımda aklar?

Yürütür bırakmaz yalın ayaklar,

Beli büküleni yayla yolları.

Varayım gideyim gün kararmadan,

Yanımı, yöremi gece sarmadan.

Hangi toprak saklar tan ağarmadan

Yar için öleni, yayla yolları. (Çiçek 1997: 294)

SONUÇ

İslamiyet öncesi Türk edebiyatı sözlü ürünlerinden bugüne, tabiat ve unsurları, edebi

ürünlerde doğrudan ya da dolaylı olarak hep yer almıştır. Şair kimi zaman edebi maharetini

sergilemek için tabiat ve unsurlarından yararlanmış kimi zaman da tabiat doğrudan şiirin konusunu

teşkil etmiştir.

Tabiata ait bir unsur olarak yaylalar da, özellikle halk şiirinde ön plana çıkmıştır. Yaşadığı

coğrafyanın sosyal hayatını şiirine aksettiren şairler, güzellikleriyle, zorluklarıyla bu hayatı gözler

önüne sermeye çalışmışlardır.

Anadolu’ya dair sosyal duyarlılığın özellikle Milli Edebiyat akımı sonrasında

belirginleştiği şiirimizde, bu duyarlılıktan yaylalar da nasibini almıştır. Şairler, yayla hayatının

güzelliğine vurgu yaparken, yaylalara gidiş, yaylalarda konaklama ve yaylalardan dönüş sürecinde

yaşananları şiire aksettirmişlerdir. Yaylalar, kimi zaman da şairin bakış açısına göre farklı

açılardan ele alınmış, Milli Mücadele ve Balkanlardan zorunlu göçlere dair düşünceler de

yaylalarla birlikte dile getirilmiştir.

Yaylacılık faaliyetlerinin günümüzde halen sürdürülmeye çalışıldığı Giresun’un mahalli

şairlerinin şiirlerinde yaylalar, genelden birtakım farklılıklar göstermektedir. Bunda, Giresun’un

il dışına en fazla göç veren şehirlerden biri olması ve son yıllarda yaylacılık kültüründe meydana

gelen değişimler, geleneğe ait birtakım unsurların kaybolmaya yüz tutması önemli rol

oynamaktadır. Şairler, bu gerçeklerin de tesiriyle, hasretin egemen olduğu şiirler kalem alınmıştır.

Gurbette olanlar, memleket hasreti çekerken, memlekette olanlar da giderek kaybolan değerlerin

hasretini duymaktadırlar.

Bir tabiat unsuru olarak yaylalar, şiirimizin başlangıcından bugününe hep var olmuştur.

İçinde yaşadığı toplumun meselelerine duyarsız kalamayan sanatçılar olduğu sürece de varlığını

devam ettirecektir. Özellikle, mahalli sanatçıların duyarlılığı, geleneğin yaşatılması, yarınlara

aktarılması adına önem teşkil etmektedir. Giresunlu mahalli şairlerin de bu duyarlılıkla eserler

verdikleri görülmüştür.

KAYNAKÇA

AKAR, Metin ve Diğerleri, (2013), Giresun’da Dünden Bugüne Otçu Göçü Geleneği

Üzerine Bir Araştırma, Giresun (Yayımlanmamış Bilimsel Araştırma Projesi).

AKDEMİR, Rıza, (1991), Dînî ve Millî Şiirler Antolojisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları.

AKENGİN, Can, (2009), Şiirler ve Nesirler, Giresun: Giresun Valiliği Yayınları.

ALTUN, Işıl, (2013), “Karacaoğlan’ın Şiirlerinde Dağ Algısı”, Turkish Studies, S. 8/4,

s. 67-80.

ATTİLA, Osman, (1964), Büyük Memleket Şiirleri Antolojisi, İstanbul: İtimat Kitabevi.

BANARLI, Nihat Sami, (1987), Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (Cilt I), İstanbul: Milli

Eğitim Basımevi

ÇAMLIBEL, Faruk Nafiz, (1993), Han Duvarları, İstanbul: Meb Yayınları.

ÇELİK, Abdullah, (1996), Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ankara: T. C. Kültür Bakanlığı

Yayınları.

ÇELİK, Ali, (2005), Trabzon Çaykara Halk Kültürü, İstanbul: Doğu Kütüphanesi

Yayıncılık.

ÇELİK, Ali, (1999), Trabzon Şalpazarı Çepni Kültürü, Trabzon: T. C. Trabzon Valiliği

İl Kültür Müdürlüğü Yayınları.

ÇELİK, Ali, (2005), Manilerimiz ve Trabzon Manileri, Ankara: Akçağ Basım Yayım

Pazarlama A.Ş.

ÇEPNİOĞLU, Cahit, (2014), Oğuz Çepni Boyu, İstanbul: Yazın Basım Yayın

Matbaacılık Tur. Tic. Ltd. Şti.

ÇETİN, Mehmet, (1991), Tanzimat’tan Bugüne Türk Şiiri Antolojisi, Ankara: Birleşik

Dağıtım Kitabevi.

ÇİÇEK, Seyfullah, (1997), Giresunlu Şairler, İstanbul: Mamaşoğlu Yayıncılık A. Ş.

Divanu Lûgâti't-Türk Tercümesi, C. 1.. TDK. Ankara 1939.

ENGİNÜN, İnci, (1999), Cenap Şahabettin, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

GÖZÜKARAOĞLU, Didem, (2011), Attila İlhan Şiirlerinin Dili, Trakya Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Türk Dili Bilim Dalı

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.

HÂŞİM, Ahmet, (1973), Şiirler, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

KAPLAN, Mehmet, (1990), Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Ankara: Kültür Bakanlığı

Yayınları.

KAPLAN, Mehmet, (1992), Şiir Tahlilleri 2, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Kaplan, Mehmet, (1992), “Tabiat Karşısında Abdülhak Hâmid I-II”, Türk Edebiyatı

Üzerinde Araştırmalar-1, İstanbul: Dergâh Yay. s.314-352.

KAYA, Mevlüt, (2007), Bir Çepni Köyü Tarihi ve Kültürü, Samsun: Yüksel Ofset

Matbaacılık.

KAYIKÇI, Ali, (2011), Dünden Bugüne Samsunlu Şairler ve Yazarlar Ansiklopedisi,

Samsun: Medeniyet Gazetesi Yayınları.

ÖĞÜTÇÜ, Hasan – ÖNEŞ, Mustafa, (1995), Giresun’umuzun Değerleri Ali Avni Öneş,

Giresun: Yeşil Giresun Matbaası.

ÖZTOP, Şener, (1992), Ömer Bedrettin Uşaklı, İstanbul: Meb Yayınları.

PARLATIR, İsmail, (1987), Ali Ekrem Bolayır, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları.

T.C. Giresun Valiliği, (2013), 81 İlde Kültür ve Şehir “Giresun”, İstanbul: Boğaziçi

Yayınları.

TECER, Leyla, (2001), Ahmet Kutsi Tecer’in Bütün Şiirleri, Ankara: T.C. Kültür

Bakanlığı Yayınları.

TEVETOĞLU, Fethi, (1986), Mehmet Emin Yurdakul, İstanbul: Kültür ve Turizm

Bakanlığı Yayınları.

TUNCER, Hüseyin – ALPASLAN, İsmet, (1995), Şiirlerle Türkiye, Ankara: T. C. Kültür

Bakanlığı Yayınları.

UÇAR, Aslı, (2008), “Karacaoğlan Şiirlerinde İmajlar”, Millî Folklor, S. 79, s. 39-44.

UMUNÇ, Himmet, (2003), “Vergilius Örneği: Rönesans İngiliz Edebiyatında Tür ve

Üslûp Sorunu”, Frankofoni, S. 15, s. 327- 340.

www.siirparki.com (Erişim Tarihi: 8 Ağustos 2014)