eski dünya'nın İlk köyleri: yerleşik avcılar / 2013

8
2013 MART ATLAS 83 82 ATLAS MART 2013 ESKİDÜNYA’NIN İLK KÖYLERİ Yerleşik Avcılar Dicle Havzası’nın son avcıları, yerleşik yaşama ilk adımı atanlardı. Barınakları konuta dönüştürdüler, avcıların zengin inanç dünyasını evlerin içine taşıdılar. Onlar yabani hayvanların kafataslarını duvarlarına asıyor, ölülerini dağkeçisi motifleri ile süslü taş kaplarla, binlerce boncukla uğurlayarak evlerin altına gömüyorlardı. YAZI: NECMİ KARUL* İki büyük akarsu; Batman ve Botan çaylarının Dicle Nehri’ne yakınlaştığı yerler, tarihöncesi için ideal yerleşim alanları olmuştu. Körtik Tepe, Batman Çayı’nın (Uluçay) Dicle’ye kavuştuğu yerde kurulurken Gusir Höyük, Botan ile Dicle’nin birbirine iyice yaklaştığı bir alandadır. Botan derin kanyonlardan geçerek Siirt yakınlarında, Dicle’nin güneye dönüş yaptığı bir noktada onunla birleşir. NECMİ KARUL

Upload: istanbul

Post on 17-Nov-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

2013 MART ATLAS 8382 ATLAS MART 2013

ESKİDÜNYA’NIN İLK KÖYLERİ

Yerleşik AvcılarDicle Havzası’nın son avcıları, yerleşik yaşama ilk adımı atanlardı. Barınakları konuta dönüştürdüler, avcıların zengin inanç dünyasını evlerin içine taşıdılar. Onlar yabani hayvanların kafataslarını duvarlarına asıyor, ölülerini dağkeçisi motifleri ile süslü taş kaplarla, binlerce boncukla uğurlayarak evlerin altına gömüyorlardı.YAZI: NECMİ KARUL*

İki büyük akarsu; Batman ve Botan çaylarının Dicle Nehri’ne yakınlaştığı yerler, tarihöncesi için ideal yerleşim alanları olmuştu. Körtik Tepe, Batman Çayı’nın (Uluçay) Dicle’ye kavuştuğu yerde kurulurken Gusir Höyük, Botan ile Dicle’nin birbirine iyice yaklaştığı bir alandadır. Botan derin kanyonlardan geçerek Siirt yakınlarında, Dicle’nin güneye dönüş yaptığı bir noktada onunla birleşir.

NE

CM

İ KA

RU

L

2013 MART ATLAS 8584 ATLAS MART 2013

Havadan Gusir HöyükGusir Höyük’te kazı alanının en üst kesiminde açığa çıkarılan yapı kalıntıları yerleşim düzeni hakkında fikir verir. Burada köşeleri yuvarlatılmış, kareye yakın planlı merkezi bir yapı ve ona eklemlenmiş dikdörtgen planlı mekânlar görülmektedir. Bu görünümü ile adeta bir yoncayı andıran yapılardan merkezdekinin çapı 10 metreyi bulur. Büyüklüğü kadar, küçük mekânlardan merkezdeki yapıya geçişlerin olması bu yapının özel bir işlevi olduğunu düşündürür. Mekânın içindeki dikilitaşlar da bu görüşü destekler. Göl kenarında, teraslar halinde yapılan kazılar, Gusir Höyük’te farklı zamanlara tarihlenen birçok tabakanın olduğunu ortaya koyar. Bu tabakalar yuvarlak planlı yapılardan dörtgen planlı yapılara geçişin izlenebildiği örnekler barındırmaktadır.

2013 MART ATLAS 8786 ATLAS MART 2013

kısmında yapılan arkeolojik araştırmalar bu neden-sonuç ilişkisinin belki de tam tersinden okunması gerektiğini gözler önüne serdi. Sadece bu bölgede değil gerek Anadolu, gerekse Yakındoğu’nun genelinde ilk yerleşik toplumlara ilişkin veriler başlangıçta, tümüyle çiftçiliğe ve üretime dayalı bir geçim ekonomisinin olmadığını işaret ediyordu. Bu döneme ilişkin çalışmaların yoğunlaştığı Dicle kıyısındaki Körtik Tepe ve Hasankeyf Höyük ile Siirt’in hemen güneyinde, Dicle ile Botan ırmaklarının çatağında yer alan Gusir Höyük, önceki yıllarda yine aynı bölgede bulunan Hallan Çemi, Demirköy ve Çayönü ile birlikte üretime dayalı bir geçim ekonomisinin yerleşik yaşama geçişin sebebi değil belki de bir sonucu olduğunu gösterecek keşiflere sahne oldu.

Eldeki veriler yerleşik yaşamın Anadolu’yu da içine alan Yakındoğu’da, günümüzden 11-11500 yıl kadar önce ortaya çıktığını gösterir. İlk yerleşme-ler daha çok büyük nehirler üzerine

D iyarbakır-Ergani yakınlarında bulunan Çayönü yerleşiminde 1964 yılında başlayan kazılar ve o dönem Yakındoğu’daki

ilk çalışmalar avcı toplayıcı ve göçer bir yaşamdan yerleşik ve üretici bir düzene geçişin, beklenildiği gibi basitten kar-maşığa doğru evrilen bir yapı sergileme-diğinin ilk işaretlerini verdi. Bölgenin genelinde kazısı yapılan “ilk yerleşimler” dinamik bir şekilde değişen, içerisinde hızlı bir teknolojik gelişimi de barındı-ran köylerdi. Dönemin yaşam biçimi-ni yansıtan tüm buluntular doğaya ve çevresine hâkim, zengin bir sembolizm ile temsil edilen üst yapıya sahip, ol-dukça organize toplumları yansıtıyor-du. Yerleşik yaşamın başlangıcına ilişkin araştırmaların yoğunlaştığı bu dönem-de, toprağa bağımlı bir yaşamın, ancak tahılların tarıma alınarak hayvanların evcilleştirildiği, üretime dayalı bir geçim ekonomisi dolaysıyla başlamış olacağı da yaygın kabul görüyordu. Bugün, baraj-lar nedeniyle Dicle Havzası’nın Anadolu

Kavaközü Deresi’nin suladığı vadi ve pınarlar Gusir Höyük’ün bulunduğu arazide bahçecilik yapma olanağı sağlarken, höyüğün bulunduğu araziyi üzüm bağları ve bahçeler kaplamakta. Höyüğün doğusunda bulunan Gusir Gölü’nün ise tarihöncesi dönemde olup olmadığı henüz bilinmiyor (üstte). Gusir Höyük’te mezarlarda en çok karşılaşılan buluntular arasında boncuklar gelir. Çoğu sert bir kayaçtan yapılmış, çift delikli boncuklardan oluşan dizilerin, iskeletlerin kalça kısmında bulunması kemer olarak kullanıldıklarını akla getirir (karşı sayfada).

2013 MART ATLAS 8988 ATLAS MART 2013

katmanları Dicle Nehri Hav-zası’ndaki son avcı toplayıcılar ile ilgili ilk verileri oluşturdu.

Çayönü ve Yukarı Dicle Havzası’ndaki diğer yerleşim-lerde oluğu gibi, bu dönemde insanlar henüz dörtgen plan-lı bir strüktürü ayakta tuta-cak teknolojiye sahip değildi ve yapımı daha basit yuvarlak planlı yapılar inşa ediyorlardı. Çapları 3-5 metre arasında de-ğişen bu yapılar çukur tabanlıy-dı; başka bir anlatım ile, küçük yassı dere taşları döşeli zemin, dış düzlemden genelde 1 met-re kadar aşağıdaydı. Böylelikle

oluşturuyordu. O yıllarda tari-höncesi arkeolojisi için önemli bir keşif gerçekleşti ve İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana-bilim Dalı’ndan Halet Çambel ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü’nden Ro-bert J. Braidwood, Diyarbakır-Ergani’deki Çayönü kazılarını başlattı. Bu çalışmalar aynı za-manda farklı alanlardan gelen bilim insanlarını arkeolojik bir araştırma kapsamında bir araya getirmiş ve Anadolu’da yerleşik yaşam, ilk tarım ve hayvancılık ile ilgili sorulara yanıt aranmış-tı. Çayönü’nün en eski yerleşim

kenarına kuruludur. Bu yerleşimlerin bir yüzü akarsulara bakarken sırtlarını, o dönemde ormanlarla kaplı olduğunu bildiğimiz dağlara dayadıkları görülür. Kuşkusuz yer seçiminde geçim kaynak-ları da belirleyiciydi ve farklı ihtiyaçların karşılanabileceği ortamlara yakın olmak önem taşıyordu.

Bütün bu yerleşmelerin Toros Dağları’nın eşik bölgesinde olması ise daha can alıcı bir ortaklığı ifade eder. Ne-olitik yaşam biçiminin ortaya çıkışı ile il-gili ilk kuramların tartışıldığı 60’lı yıllar-da, çiftçiliğe dayalı yaşamın gelişimi için tarıma elverişli ya da çevre koşullarının zorlayıcı, besin kaynaklarının kısıtlı ol-duğu bir ortam, tartışmaların iki ucunu

kurulan barajlar dolayısıyla arkeolojik açıdan araştırılan bölgelerden bilinmek-tedir. Bu nedenle yer seçiminde görülen benzerlikler, araştırma alanlarının seçi-mi ile de ilişkilendirilebilir. Söz konusu yerleşimler genellikle akarsu kenarında ve özellikle iki akarsuyun buluşma nok-tasında yer alır. Artık kurumuş bir de-renin kenarındaki Hasankeyf Höyük’ün hemen güneyinden Dicle Nehri akar. Bu durum Gusir Höyük için de geçerlidir. Gusir, Botan ve Dicle’ye eşit mesafede, Botan Çayı’na kavuşan ve halen yaz kış suyu olan Kavaközü Deresi’nin kena-rındadır. Körtik Tepe, Dicle ile Batman Çayı’nın temas noktasında, Hallan Çemi ve Demirköy ise Batman Çayı’nın hemen

Gusir Höyük’te 2009 yılında yapılan kazılarda, göl kenarındaki teraslarda çalışıldı ve bu sayede farklı dönemlere ait tabakalara ulaşıldı. Yerleşmede arkeolojik dolgu kalınlığı yaklaşık 8 metreyi bulurken, bu dolgunun tamamının Neolitik Çağ’ın başlarına ve hemen öncesine ait olduğu anlaşılıyor (üstte).

Botan Çayı Vadisi sadece Neolitik Çağ’da değil Osmanlı dönemine kadar da önemli yerleşmelere sahne oldu. Bunlardan Gusir Höyük yerleşik yaşamın başlangıcına ışık tutarken, Botan’ın Dicle Nehri ile birleştiği noktada yer alan Çattepe özellikle ortaçağda Dicle üzerindeki önemli limanlardan biriydi (üstte). Gusir Höyük Neolitik Çağ buluntuları arasındaki kemik takı, ayakları birleşik bir insanın belden aşağı kısmını canlandırmaktadır. Benzeri figürler kabartma halinde taş kaplar üzerinde de görülür (solda).

NE

CM

İ KA

RU

LA

TLA

S K

AR

TOG

RA

FYA

SE

RV

İSİ

2013 MART ATLAS 9190 ATLAS MART 2013

İlk aşamalarda yapıların birbirine ya-kın, bazen bitişik olarak inşa edildiği ve kısa bir süre sonra planlanmış yerleşme-lerin ortaya çıktığı söylenebilir. Gusir ve Hasankeyf Höyük bunun iki iyi örneğini oluşturur. Bu köylerin son evrelerin-de yerleşme, bir yapı etrafında şekil-lenir. Merkezdeki yapı boyutları ve iç donanımları ile de diğerlerinden ayrılır. Olasılıkla bu yapı yine Neolitik Çağ’ın başlarına tarihlenen, boyut, inşa teknik-leri ve iç donatıları ile yerleşmedeki di-ğer yapılardan rahatlıkla ayırt edilebilen

yapıların geçici barınak olmaktan çok konut olduğunu kanıtlar. Nitekim du-varların özenle sıvanması, tabanlara taş döşenmesi, tamirat izleri, büyük öğütme taşları ya da farklı mevsimlerde avlanan hayvanlara ait kemikler gibi yapı içlerin-de karşılaşılan buluntular ile taban altına yapılan gömüler bu mekânların yıl boyu kullanıldıklarını gösterir. Bu haliyle in-sanın yaşadığı maceranın büyük bir kıs-mına tanıklık eden konutun Anadolu’da bilinen ilk örneklerinin Yukarı Dicle Havzası’nda olduğu söylenebilir.

boşlukta kendini ve damı taşıyacak bir duvar örgüsünden önce, toprağa yaslı duvarlar inşa edilmişti. Bu tür yapılar-da ya da daha sığ çukurların içine inşa edilenlerde üst yapı, dal örgü adını ver-diğimiz kalınca dikey direklerin zirvede birleştiği ve yatayda ince dallarla örüldü-ğü ahşap bir iskeletle oluşturuluyordu. Ayrıca ilk aşamalardan itibaren ahşap iskeletin çamur ile sıvandığını gösteren örnekler vardır. Zeminin hazırlanmasın-dan farklı malzemelerin bir arada bilinçli olarak kullanımına kadar pek çok şey bu

GUSİR HÖYÜK

Siirt’e 40 kilometre mesafede, Eruh’a bağlı Ormanardı köyünün batısında yer alan Gusir Höyük 1989 yılında bulun-du. 2009 ve 2012 yıllarında iki dönem kazı yapılabilen yerleşme Dicle Nehri ile Botan Çayı’nın birbirine yakınlaştığı bir noktada yer alır. Yaklaşık 150 metre çapında bir alana yayılan höyükteki ar-keolojik dolgu kalınlığı 8 metre kadardır ve radyokarbon ölçümleri buradaki yer-leşimin İÖ 10. binyılın ikinci yarısına, Neolitik Çağ ve hemen öncesine tarih-lendiğini gösterir.

Yerleşmedeki en yeni verileri tah-rip olmuş tabakalardan inen mezarlar sağlar. Mezarlar büzülmüş pozisyonda yatırılmış bireylere aittir ve ölülerin yanında çift delikli taş boncuk dizileri gibi hediyelere rastlanır. Korunagelen en yeni mimari katmanda merkezi bir yapı ve ona eklemlenmiş mekânlar gö-rülür. Çapı 10 metre kadar olan bu yapı, dörtgene yakın yuvarlak planlıdır ve tabanı dış düzlemden 1 metre kadar derindedir. Başka bir deyiş ile çukur tabanlı olan yapıya, duvar dönüşüne uygun bir koridor ile inilir. Yapı içinde duvar boyunca uzanan seki, taş tekne ve öğütme taşlarının bulunduğu alanlar ile üç dikilitaş ve dördüncüsünün bu-lunduğunu gösteren bir yuva vardır. Yapıya eklenen mekânlar, köşeleri yuvarla-tılmış dikdört-gen planlıdır. Bu yapılardan ana yapıya geçişin oldu-ğunu gösteren alanlar bulunmakta ve taban altlarında gömülere rastlanmaktadır.

Bu tabakanın hemen altında çapları 5 metreye ulaşan, yine çukur tabanlı ve içlerinde dikilitaşlar bulunan yapılara rastlanır. Duvar önlerinde ve dikilitaş-ların etrafındaki, olasılıkla yabani ko-yunlara ait kafatasları ritüellerle ilgili diğer buluntulardır. Ayrıca yapıların iş-levi tamamlandıktan sonra bilinçli ola-rak gömüldüklerine işaret eden veriler bulunmaktadır.

Yerleşimdeki bir diğer tabaka, yine

çukur tabanlı yapılar ile temsil edilir. Ancak bu yapılar duvar teknikleri ile diğerlerinden farklılık gösterir. Zemine 70-80 santimetre kadar gömülen bir örnekte yapı çukurluğunun çeperi yassı büyük taşlar ile çevrelenmiş, üst yapı ise yine diğer katmanlarda olduğu gibi dal-örgü yöntemi ile inşa edilmiştir. Zemini küçük yassı taşlar ile kaplanırken, özen-le biçimlendirilmiş bir altlık üzerinde yükselen 1,2 metre yüksekliğinde bir dikilitaş yine mekân içindeki donatılar arasındadır.

Yamaçta açığa çıkarılan bir diğer kat-manda ise çapları 10 metreyi bulan büyük yapılar görülür. Yer yer 2 met-re yükseklikte korunagelen duvarlara sahip yapılar yakın mesafelerde inşa edilmişlerdir ve birinde duvarların iç içe tekrar örülerek alanın giderek daraltıl-mış olması dikkat çeker.

Buluntuların büyük kısmını bazalt-tan öğütme taşları oluşturur. Ayrıca bol miktarda havan eli, vurgu ve ezgi taşlarına rastlanır. Bazı havan elleri-nin üst bitimi olasılıkla dağkeçisi başı şeklindedir. Körtik Tepe ve Hasankeyf Höyük’ün aksine burada, üzeri kabart-ma bezekli birkaç kalker taşından taş

kap dışında klorit kaplar henüz bi-linmemektedir. Kaplardan

birinin üzerindeki, bel ve bitişik halde ayak-ları ile insanı betim-leyen kabartma figü-rün kemikten biçim-

lendirilmiş benzerleri de bulunmaktadır. Bun-

ların dışında ateş yakma için kullanıldıkları öngörülen taş çubuk-

lar, taş tıkaç adı verilen nesneler, ka-bartma bezekli taş levhalar ve kemik delicilere rastlanır.

Yontmataş buluntu topluluğu çoğun-lukla çakmaktaşı aletlerden oluşmakla birlikte, Bingöl kaynaklı obsidiyen alet-ler de vardır. Yerleşmede beslenme ile ilgili analizler henüz tamamlanmamış olmakla birlikte her evrede yoğun ola-rak ok uçlarına rastlanması avcılığın beslenmede önemli bir yer tuttuğuna işaret eder.

FOTO

ĞR

AFL

AR

YU

SU

F A

SLA

N/G

US

İR H

ÖY

ÜK

KA

ZI A

İVİ

YAZI: NECMİ KARUL

Gusir Höyük’de en üst tabakaya ait yapı, yerleşmede bulunan diğer mekânlardan boyut ve donanımları ile ayrılır. Çukur tabanlı yapıya, duvarın içine açılan ve onun dönüşüne uyumlu bir koridor ile girilmektedir. Dikilitaşlar, taş tekneler ve duvar boyunca uzanan bir seki bu yapının ayırt edilmesini sağlar (üstte). Gusir Höyük’te mezarlarda bulunan, içine küçük serpantin taşlarından yapılmış kakmalar konmuş, sert bir kayaçtan şekillendirilmiş nesne Neolitik Çağ’ın ünik buluntuları arasında (karşı sayfada).

2013 MART ATLAS 9392 ATLAS MART 2013

oyularak hazırlanan bir taş altlığın kaide olarak kullanıldığı görülür. Bazılarında basit bezemelere de rastlanırken bu uy-gulama Neolitik Çağ’ın daha ileriki aşa-malarında, özellikle Nevali Çori ve Gö-bekli Tepe’den bilinen dikilitaşların ilk örneklerini oluşturur. Bu yerleşmelerde açığa çıkarılan dikilitaşlar çoğunlukla “T” biçimlidir ve geniş yüzeylerinde ge-nelde vahşi hayvan türlerini yansıtan ka-bartmalar görülür. Bunlar animist özel-likler taşıyan ve geniş bir bölgede ortak özellikler gösteren bir inanç sistemini yansıtır. Bazı örnekler açık bir şekilde insan şeklinde betimlenmiştir. Boyun ya da gövde kısmında kuşak benzeri ka-bartmalar bulunan bu betimler iki eliyle erkeklik organını tutar. Toplum içindeki ayrıcalıklı erkekleri ya da eril bir gücü

temsil eden bu “heykeller” kamu-sal nitelik taşıyan özel yapılarda bulunmaları itibarı ile de hem idari hem de inanca ilişkin sembolizmalar olarak düşü-nülebilir. Bu dikilitaşların Ne-olitik Çağ’ın daha ileriki aşa-malarında sıkça karşılaşılan “Ana Tanrıca” imgesine karşıt

bir “Baba Tanrı” kavramından

kamusal yapılara dönüşecektir. Söz ko-nusu merkezi yapı başta büyüklüğü ve içerisindeki dikilitaşlarıyla dikkat çeker. Gusir Höyük’te yerleşmenin tüm ev-relerinde karşılaşılan dikilitaşlardan bu yapıda dört tane bulunur ve yapının merkezinde kare bir alanın köşelerini belirleyecek şekilde konumlandırıldıkla-rı anlaşılır. Bu yerleşimdeki kimi örnek-lerin oldukça özenle biçimlendirildiği, bazen büyük bir taş teknenin ya da içi

KÖRTİK TEPE / DİYARBAKIR

Körtik Tepe, Batman’ın yaklaşık 30 ki-lometre batısında, Batman Çayı ile Dicle Nehri’nin buluştuğu noktadaki konumuy-la, Dicle’nin hayat verdiği yerleşimlerden biridir.

Diyarbakır, Bismil ilçesinin Ağıl (Anco-lini) köyüne bağlı Pınarbaşı mezrası yakı-nında yer alan Körtik Tepe, Batman Çayı ile Dicle Nehri’nin buluştuğu noktadadır. Ova seviyesinde 5,5 metre kadar yükse-len höyük yaklaşık 100x150 metrelik bir alanı kaplar. 1989 yılında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında tespit edilen ve ilk başta Demir Çağı ve Ortaçağ’a tarihle-nen bir yerleşim olduğu düşünülen Körtik Tepe, 2000 yılında başlatılan kazılarla, Neolitik Çağ arkeolojisi için önemli keşif-lere sahne oldu.

Kazılan alanın 3 bin 600 metrekareye ulaştığı yerleşmede yüzeyden 5,5 met-re derinliğe kadar arkeolojik katmanlar ile karşılaşılmıştır. Radyokarbon tarihleri höyükte İÖ 10400-9250 yılları arasında kesintisiz yerleşim olduğunu gösterirken, bazı yontma taş aletler de buradaki yaşa-mın Neolitik Çağ’ın hemen öncesine, Epi-Paleolitik döneme uzandığını gösterir.

Sadece bulunduğu bölge için değil tüm Yakındoğu’da Neolitik yaşamın başlangıcı ile ilgili yeni yaklaşımların gelişmesini sağ-layan Körtik Tepe, avcı toplayıcı gezgin ya-şam biçiminin terk edilerek yerleşik düze-ne geçen, buna uygun besin üretim tekno-lojileri geliştirmiş bir topluluğun yaşadığı en eski yerlerden biridir. Gerek mima-ri düzen, gerekse gömü gelenekleri ya da mezarlara bırakılan armağan-ların nitelikleri gibi buradaki yerle-şimin karakterini belirleyen öğeler Körtik Tepe’de yaşayan topluluğun çağdaşlarından farklı, oldukça ge-lişkin bir kültürün temsilcisi ol-duğunu ortaya koyar. Yerleşimde açığa çıkarılan konutlar çağdaşla-rından belirgin bir farklılık gös-termemekte, ancak özellikle ölü gömme gelenekleri ve mezarlar-da saptanan buluntular buradaki sosyokültürel yapıyı ve gelişimini algılama olanağı sunmaktadır.

Körtik Tepe’de açığa çıkarılan

mimari kalıntılar, bölgede diğer çağdaş yerleşmelerde olduğu gibi tek mekândan oluşan yuvarlak planlı yapılar ile tem-sil edilir. Çapları 2,3 – 3 metre arasında değişen çukur tabanlı yapıların zeminle-ri sıkıştırılmış topraktandır. Yapılar tek sıra ve birkaç diziden oluşan temellere sahiptir ve iç yüzeyleri kerpiç sıvalıdır. Duvarların dal-örgü, sazdan üst kısım-ları bu taş temellerin üzerinde yükselir. Yerleşmede tespit edilen ikinci bir yapı grubu, boyutları ile diğerlerinden ayrılır. Özel yapılar olarak adlandırabileceğimiz bu gruptaki yapıların çapları 3,40 – 3,80 metre arasında değişir. Bu yapıların du-varlarında çamur harç kullanılmıştır ve topraktan tabanların altında gömülere rastlanır. Ölülerin cenin pozisyonunda yatırıldığı anlaşılan mezarlarda, alçı ile sıva ve kemiklerin üzerinde aşıboyası ile yapılmış bezemeler görülür.

Buluntular arasında tüm Yakındoğu ile karşılaştırıldığında gerek sayıca, gerek-se ustaca yapımları ve bezemeleri ayırt edilen taş kaplar öne çıkar. Kırılarak me-zarlara bırakılan bu kaplar ölü gömme adetlerinin önemli bir parçasıdır. Bunla-rın dışında mezarlarda, üst kısımları ola-sılıkla yırtıcı kuş ve dağkeçisi şeklinde bi-çimlendirilmiş havan elleri sıkça görülür. Neolitik Çağ’ın ilk aşamaları ve hemen öncesine ait yontma taş aletler çoğunluk-ta çakmaktaşındadır. Bingöl bölgesinden getirildiği anlaşılan obsidiyen aletler ise

aynı zamanda uzak mesafeli ileti-şimin göstergelerindendir.

Körtik Tepe yerleşik yaşamın başlangıcını temsil eden bir yer olmanın yanı sıra özellikle döne-min inanç sitemini en iyi yansıtan yerlerden biri olarak da öne çıkar. Ayrıca bazı buluntu türlerinin Kör-tik Tepe’ye özgü olması bu dönem-de çağdaş yerleşimler arasındaki farklılığı ortaya koyarken dönemin kültürel çeşitliliğini de kanıtlar.

(*) PROF. DR. VECİHİ ÖZKAYA, DİCLE

ÜNİVERSİTESİ, EDEBİYAT FAKÜLTESİ, ARKEOLOJİ

BÖLÜMÜ

(**) YARD. DOÇ. DR. AYTAÇ COŞKUN, DİCLE

ÜNİVERSİTESİ, EDEBİYAT FAKÜLTESİ, ARKEOLOJİ

BÖLÜMÜ

Dicle ile Batman Çayı’nın birleşme notasında yer alan Körtik Tepe özellikle Neolitik Çağ ölü gömme âdetleri ile ilgili eşsiz bilgiler sunuyor (üstte). Mezarlarda bulunan çok sayıda klorit kabın geometrik çizimlerle ve başta dağkeçisi olmak üzere hayvan betimleri ile bezendikleri görülüyor (altta).

YAZI: VECİHİ ÖZKAYA* - AYTAÇ COŞKUN**

FOTO

ĞR

AFL

AR

: KÖ

RTİ

K T

EP

E K

AZI

AR

ŞİV

İ

Körtik Tepe buluntuları arasında, dağkeçisi motifleri ile bezeli kemik plakalar (en üstte) ile üzerlerinde, baş kısmı köpeğe, gövdesi ise arı ya da böceğe benzeyen kabartmalarla bezeli küçük taş levhalar yer alıyor (üstte ve solda).

ŞE

NİZ

ÖZB

EY

2013 MART ATLAS 9594 ATLAS MART 2013

kafatasının eksik olduğu görülür. Kafa-tası kültü olarak bilinen bu uygulamaya Neolitik dönemin ilk aşamalarından iti-baren rastlanır ve kafataslarının vücut-tan ayrılarak başka bir yere gömülmesi inanç sisteminin güçlü bir yansıması olarak yorumlanır.

Körtik Tepe ve Hasankeyf Höyük’te bulunan ve oldukça iyi korunagelen bazı iskeletler boyalıdır. Körtik Tepe’de alçı ile sıvalı örneklerle birlikte her iki yerleşim-de de iskeletlerin aşıboyası ile geometrik motiflerle adeta bezendikleri görülür. Ölüler aynı zamanda zengin hediyelerle, takıları ile uğurlanmaktadır. Hediyeler arasında en büyük grubu taş kaplar oluş-turur ve Körtik Tepe gerek motifleri, ge-rekse işçilikleriyle öne çıkan klorit kap-ları ile ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Sıkça rastlanan bir başka grup ise, mezarlarda-ki konumları itibari ile kolye ya da kemer olarak kullanılmış olan, çoğu çift delikli taş boncuk dizileridir. Ayrıca mezarlarda kırık öğütme taşları, havan elleri, obsidi-yen parçaları gibi farklı buluntulara da bol miktarda rastlanır.

Mezarlara bırakılan hediyelerin yanı sıra ilk köylerde karşılaşılan buluntu-lar işlevsellikleri kadar biçimlenişleri ve üzerlerindeki bezeklerle de büyük bir çeşitlilik yansıtır. Özellikle üzerin-de dağkeçisi, yengeç, akrep ve örümcek gibi betimlerin kazınarak işlendiği ke-mik plaklar ya da üst kısmı olasılıkla yine dağkeçisi başı şeklinde biçimlendi-rilen havan elleri, üzerlerinde kabartma olarak betimlenen hayvan ya da insan figürleri bulunan küçük taş plakalar ile yine üst kısmı hayvan başı şeklindeki taş çubuklara da rastlanır. Hayvan dişinden yapılan boncuklar, içine minik taşların kakıldığı, delikli taş levhalar ve üzerinde geometrik desenlerin yanı sıra yılan gibi hayvanların betimlendiği küçük taşlar buluntular arasındadır. Aletlerin hayvan motifleri ile bezenmesi ya da bir kısım-larının hayvan başı şeklinde üçboyutlu olarak biçimlendirilmesi yine şamanist bir dünyanın yansıması olarak yorum-lanabilir. Ancak bu dışavurum biçimi giderek önemini kaybedecek, aletlerdeki bu zengin bezeme anlayışı tamamen or-tadan kalkmamakla birlikte yerini yine Neolitik Dönem ilerleyen aşamalarında

söz etmemize olanak sağlar. Gusir, Hal-lan Çemi ve Hasankeyf Höyük’ten bi-linen dikilitaşlar gerek form, gerekse bezemeleri itibarı ile bu denli tanımlı değildir, ancak özellikle Gusir Höyük’te bulunan bir örnek biçim itibarı ile “T” biçimli dikilitaşları çağrıştırır.

Yine Gusir Höyük’te bir yapının için-deki dikilitaşın etrafında çok sayıda boy-nuz bulunmuştur. Bu uygulamaya başka yapılarda da rastlanır. Hallan Çemi ve Hasankeyf Höyük’te de yapı içine, du-var diplerine bırakılan ya da asılı ol-dukları duvardan düşen yabani koyun boynuzları bulunmuştur. Ana Tanrıça gibi yabani koyun boynuzlarının yerini Neolitik Çağ’ın ileri aşamalarında, en iyi örneklerini Çatalhöyük’ten bildiğimiz boğa başları almış olmalıdır. Bugün bile

Anadolu’da hayvan başları ile ilgili ritüel-lerin yaşıyor olması, bu tür geleneklerin biçim ve etkilerinin değişmesiyle birlikte ne kadar eskiye de uzandığını düşündü-rür. Neolitik Çağ’ın her aşamasında hay-vanların inanç dünyasındaki önemini gösterecek örnekler çoğaltılabilir ancak bu tür ritüellerin gelişiminde mekân kul-lanımının da değiştiği görülür. Özellikle dikilitaş ve yabani hayvan kafatasları ilk aşamalarda konutların içinde bulunur-ken, daha sonra ilk tapınaklar olarak da görülebilecek özel yapılara taşınır; daha ileriki dönemlerde ise animalizm yerini giderek anthropomorfizme bırakır ve Neolitik Çağ’ın son aşamalarında stilize insan betimlemeleri inanç sembolleri olarak daha çok karşımıza çıkmaya baş-lar. Bu süreçte yabani, yırtıcı hayvanlar sembolik dünyada yerlerini korumakla birlikte daha sembolize ve minimalize edilir.

İlk köylerdeki sembolik dünyanın yansımaları arasında, taş kaplar üzeri-ne yapılan betimler de bulunur. Kaplar üzerinde geometrik desenlerin yanı sıra yine Şamanist bir dünya anlayışını yan-sıtan figürler ile karşılaşılır. Bu durum benzeri motiflerle süslenmiş kemik ve taş plakalarda da kaşımıza çıkar. Burada dikkat çeken bir diğer husus, söz konusu motifler arasında dağkeçisi gibi tekrar eden figürlere rastlanmakla birlikte, aynı malzeme ve teknik kullanılarak yapı-lan farklı motiflerdir. Bu durum köyler arasında farklılık gösteren ritüellerin, beğenilerin ya da aidiyet göstergelerinin olabileceğini düşündürür.

İnanç dünyasının bir diğer yansıması ise ev içlerine yapılan gömülerdir. Kişi öldükten sonra yerleşme içinde tutul-makta, hatta konutların tabanlarının al-tına gömülerek birlikte yaşamaya devam edilmektedir. Gusir Höyük’te olduğu gibi bazı evlerin taban altlarında, bir duvar boyunca çok sayıda iskeletin gömülme-si ölüm ile yaşamın ne kadar yakın ve iç içe olduğunu gösterir. Bu dönemde ölülerin büyük bir çoğunluğu büzülmüş vaziyette, bir çocuğun anne rahmindeki duruşunda yatırılmaktadır. Ancak ilk aşamalardan itibaren bağdaş kurmuş ya da çömelmiş bir insan pozisyonunda gömülere rastlanırken bazı iskeletlerde

Gusir Höyük buluntu toplulukları içerisinde öğütme taşları önemli bir yer tutuyor. Ayrıca bu aletler özenle biçimlendirilmiştir (en üstte, solda). Olasılıkla örümcek motifiyle bezeli kemik levha (en üstte, sağda) ile üzerinde insana benzeyen bir kabartmanın olduğu küçük taş plaka türü nesneler Gusir Höyük buluntuları arasında (üstte).

Anıt TaşGusir Höyük’te açığa çıkarılan her katmanda karşılaşılan dikilitaşlar, bu geleneğin en az birkaç yüzyıl devam ettiğini gösteriyor. Kabaca şekillendirilmiş örneklerin yanı sıra büyük bir öğütme taşının ya da hazırlanmış bir altlığın içine yerleştirilen örnekler de bulunmaktadır. Birkaç dikilitaşın da bezendiği görülür. Bunlardan birinin üzerinde, kazınarak yapılmış birkaç küçük daire şekline rastlanırken, bir örnekte de küçük delikler açılmıştır. Bu dikilitaş aynı zamanda özenle biçimlendirilmiş kenarları ve belirli bir seviyeye kadar kilden bir yatağın içinde olması ile de dikkat çeker. Yaklaşık 1,5 metre yükseklikteki dikilitaş özellikle Göbeklitepe ve Nevali Çori yerleşmelerinden bilinen anıtsal dikilitaş geleneğinin öncülerinden sayılabilir (üstte).

daha çok işlevselliği ile öne çıkan aletlere bırakacaktır.

Soyut dünya ve inanç sistemini yansı-tan verilerin üzerinde birkaç milyon yıl süren avcı gelenekten kalanlarla birlikte yaşanılan ortam ve beslenme kaynakları da belirleyicidir. Örneğin Hallan Çemi ve Hasankeyf Höyük’te en çok rastlanan hayvan kalıntılarını koyun, keçi, yaban-domuzu, köpek, geyik, ayı gibi küçük memeliler oluşturur. En çok tüketilen türler ise koyun ve geyiklerdir. Bulunan kemiklerin tümü yabani hayvanlara ait olmakla birlikte domuzlarda evcilleştir-me denemeleri de görülür. Yerleşmeler-de kuş ve sürüngen kemiklerine de rast-lanırken bol miktarda balık kemiğinin

2013 MART ATLAS 9796 ATLAS MART 2013

Obsidiyene yapılan ilk analizler bunların Bingöl bölgesinden getirildiğini gösterir ve uzak mesafelerle iletişimi işaret eder. Yontma taş alet teknolojisinin ortaya koyduğu bir diğer durum ise yaklaşık aynı döneme tarihlenen Doğu Akdeniz bölgesindeki diğer yerleşimler ile ben-zerliklerin oldukça az olmasıdır.

Özellikle beslenme ile ilgili veriler avcı toplayıcı ekonomiden yerleşik ya-şam tarzına ve besin üretimine dayanan ekonomilere geçişi hızlandırmada tahıl tüketiminin merkezi bir rol oynadığı görüşlerinin en azından bu coğrafyada doğruyu yansıtmadığını, buradaki ilk sabit köylerin avcılık ile geçindiklerini gösterir. Dicle kıyısının bu son avcıları, ilk köyleri kurmakla kalmadıkları gibi, yapı teknolojisindeki ilk önemli adım-ları, ilk evcilleştirme denemelerini ve sembolleri geniş bir bölgede tekrar eden, belki de bir din olarak tanımlanabilecek ortak inanç ile ritüellerini gerçekleştire-rek bugünkü yaşam biçiminin temelleri-nin atıldığı bir ortamı var etmişlerdir n

DOÇ. DR. NECMİ KARUL, İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, EDEBİYAT

FAKÜLTESİ, ºPREHİSTORYA ANA BİLİM DALI

bulunması, özellikle Dicle Nehri’nden yoğun olarak faydalanıldığını gösterir.

Bitki kalıntıları arasında kamışlar, ba-dem ve fıstık gibi kabuklu yemişler ile mercimek gibi baklagiller varken külti-ve edilen tahıllara rastlanmaz. Bu, Fırat Havzası’ndaki ilk yerleşimlerden farklı bir durumu işaret eder. Yukarı Dicle Havzası’ndaki bu yerleşimlerde bulu-nan çakmaktaşı ve obsidiyenden üreti-len aletler arasında tarıma işaret edecek orak bıçaklarına da rastlanmaz. Yontma taş aletlerin çoğunluğu çakmaktaşından yapılmaktadır ve ilk aşamalarda geomet-rik adı verilen minik aletler ile zaman içerisinde farklı tipleri ortaya çıkan uçlar ve kazıyıcılar çoğunluktadır. Uçların çok sayıda olması da avcılığın beslenme-deki öneminin bir başka göstergesidir.

HASANKEYF HÖYÜK / BATMAN

Dicle Nehri’nin kuzey kıyısında, Orta-çağ kenti Hasankeyf’in hemen doğusun-daki Hasankeyf Höyük yaklaşık 200 x 160 metrelik bir alanı kaplar ve ovadan 8 met-re kadar yükselir. Prof. Dr. Abdüsselam Uluçam başkanlığındaki Hasankeyf ekibi tarafından bulunan höyükte Ilısu Barajı nedeni ile 2009 yılında kurtarma kazıları başlatıldı. Çalışmalar Hasankeyf kazıları kapsamında, 2010 yılından bu yana Ja-ponya Tsukuba Üniversitesi’den bir eki-bin katılımı ile sürdürülüyor.

Çanak Çömleksiz Neolitik, Demir ve Hellenistik Çağ buluntularına rastlanan höyükteki ana kültür dolgusunu, en az 6,5 metre kalınlıktaki Neolitik Çağ katman-ları oluşturur. Radyokarbon ölçümleri de Neolitik Çağ’a tarihlenen bu tabakaların İÖ 10. binyılın ikinci yarısına ait olduk-larını gösterir. Bu tarihler yerleşmenin, Yukarı Dicle Havzası’nda bulunan diğer Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ yerleşme-leri Hallan Çemi, Demirköy, Körtik Tepe ve Gusir Höyük ile hemen hemen çağdaş olduğunu ortaya koyuyor. Bu yerleşmeler arasında mimariden, ölü gömme adetleri-ne, taş aletlerden küçük buluntulara ka-dar, birçok yönde ortak kültürel öğelerin paylaşıldığı da bilinmektedir.

Yerleşmede konut olarak tanımlaya-bileceğimiz yapılara, çok sayıda gömüye ve kalın bir dolgu içinde bol miktarda ta-şınması güç büyüklükte alete rastlanması yerleşik yaşama geçmiş bir topluluğun varlığına işaret eder. Höyükte çok sayıda yuvarlak planlı, çukur tabanlı yapı bulun-maktadır. Çapları 4-5 metre arasında olan bu yapıların, iyi korunmuş örneklerden anlaşıldığı kadarı ile zeminleri dış düzlem-den 1,2 metre kadar aşağıdadır ve bu sevi-yeye kadar taşla örülü duvarlar sarı renkli bir kil ile sıvalıdır. Bazıları bitişik düzende inşa edilen bu yapılardan birinde, duvara asılı oldukları düşünülen iki yabani koyun boynuzu dikkat çeker. Yapı tabanlarının altında, ayakları karına çekik şekilde yatı-rılan ölülere ait iskeletlere ve onların yan-larına bırakılan hediyelere rastlanmakta-dır. Bunlar arasında taş kaplar, bezekli taş plakalar ve boncuklar öne çıkar.

Yerleşmenin en üst kesiminde daha

sonraki bir evreyi temsil eden, köşeleri yuvarlatılmış büyük, dörtgene yakın plan-lı bir yapı bulunmaktadır. Özel bir işlevi olduğu düşünülen bu yapının taban altı ve çevresinde çok sayıda iskelet vardır. Çoğu yine büzülmüş halde olanlarla birlikte düz yatırılmış bireylere ait iskeletler de görü-lür. Mezar hediyelerinin yanı sıra bir iske-lette siyah renkli boya izlerine rastlanır. Ayrıca bu yapıya ait, uzunluğu 1,5 metre kadar olan dikilitaşlar bulunmaktadır.

Hasankeyf Höyük’te karşılaşılan bitki ve hayvan kalıntıları arasında evcil ve ta-rıma alınmış türler yoktur. Tespit edilen bitki türlerinin hemen hemen tümü fıstık, badem ve çitlembikten oluşur. Hayvan kemikleri ise yabani koyun, keçi, yaban domuzu, kızıl geyik, tavşan, ceylan ve tilki gibi memeli hayvanlara aittir. Ayrıca bol miktarda balık kemiğine rastlanmak-tadır. Eldeki veriler Hasankeyf Höyük’te tarıma alınmış bitki ya da evcilleştirilmiş hayvanların olmadığı sabit bir köyün ku-rulduğunu gösterir. 12 binyıl kadar önce iklimdeki değişikliklere paralel Yukarı Dicle Havzası’nda kurulan ilk yerleşim-lerden biri olan Hasankeyf Höyük tarıma dayalı yeni yaşam biçiminin ortaya çıktığı dönemde çekirdek bölge içinde dahi fark-lılıkların olduğunu ortaya koyar.

(*) DOÇ. DR. YUTAKA MİYAKE, TSUKUBA ÜNİVERSİTESİ,

ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ, JAPONYA

YAZI: YUTAKA MİYAKE*

FOTO

ĞR

AFL

AR

: HA

SA

NK

EY

F H

ÖY

ÜK

KA

ZI A

İVİ

Körtik Tepe’de ölüler büzülerek gömülüyor, bazen iskeletler boyanıyordu ama hemen hemen her zaman taş kap gibi hediyeler ile uğurlanıyorlardı (en üstte). Hasankeyf Höyük’te de mezarlara taş kap ve binlerce boncuktan oluşan hediyeler bırakılıyordu (üstte), bazı konutlarda bulunan yabani koyun kafatasları ise Neolitik Çağ’ın bir diğer ritüelini yansıtmaktadır (üstte, sağda).

Hasankeyf Höyük’te çapları beş metreye varan, kimileri bitişik düzende inşa edilmiş çok sayıda yapı açığa çıkarıldı. Yapılar çukur tabanlıydı ve dış düzleme kadar yükselen taş duvarlar sarı renkli bir kil ile sıvanıyordu (en üstte). Dönemin seçkin buluntuları arasında yer alan küçük klorit plakalar üzerinde geometrik desenlerin yanı sıra yılan olabilecek motiflere de rastlanmaktadır (üstte).