detay-92

28
GSÜ İletişim Fakültesi Öğrenci Yayını Ocak 2013 Doksan İki 21 Aralık 2012 Bir kapitalizm kandırmacası:

Upload: gsue-haber-ajansi

Post on 29-Mar-2016

248 views

Category:

Documents


17 download

DESCRIPTION

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Yayını Detay'ın Ocak 2013'te yayımlanan 92. sayısı.

TRANSCRIPT

Page 1: Detay-92

GSÜ İletişim Fakültesi

Öğrenci Yayını Ocak 2013Doksan İki

21 Aralık2012

Bir kapitalizmkandırmacası:

Page 2: Detay-92

5187 Sayılı Kanuna Göre Yayın Sahibi

Prof. Dr. Ethem TolgaSorumlu Genel Yayın Yönetmeni

Prof. Dr. Dilruba ÇatalbaşYayın Danışmanları

Öğr. Gör. Füsun ÖzbilgenAraş. Gör. Özgürol Öztürk Genel Yayın Yönetmeni

Ebru TepelerYayın Kurulu

Ulaş ManazoğluBarış ÇelikMuhabirler

Ediz TokabaşÇisel PınarBarış Ülker

Mehmet Erdem AksuÖzgür Erdem Uzun

Umur Burak AyazCeren ÖzbeyLaura Avadar

Hakan BilgehanMerve AteşPırıl Kalyon

Yaz Güvendi

ÇizerlerMert OktayÖner Adıyaman Tasarım ve UygulamaBarış ÇelikSercan Er BaskıPunto Baskı Çözümleri0212 231 30 67- 68AdresGalatasaray ÜniversitesiÇırağan CaddesiNo:36 Ortaköy / 34357 İstanbulTelefon0212 227 99 640212 227 44 80- 554Faks0212 227 51 480212 259 42 [email protected]/GSUDetaywww.twitter.com/GSUDetaydetay.gsu.edu.tr(Yerel Süreli Yayın)ISSN 1304- 723X

Kıyameti biz kopardık! Kızılderili Maya halkları tarafından ku-

rulan; Meksika’nın güneydoğusundan Guatemala’ya kadar uzanan Mezoa-merika bölgesinde binlerce yıl hüküm süren; astronomi, matematik, mimari ve sanat gibi birçok alanda çalışmalar yap-mış ileri bir uygarlık… Maya uygarlığı…

Mayalar, özellikle astronomi alanında mükemmele yakın tahminleri olan bir medeniyet. Ay ve gezegenlerin hare-ketleri ve de Güneş tutulmaları konu-larındaki çalışmaları ne kadar ilerlemiş olduklarının belki de en büyük kanıtı…

Yazıma neden böyle başladığımı me-rak edenler olabilir. Şöyle açıklayayım: Mayaların Haab takviminin sonuna işa-ret eden 21 Aralık 2012, tüm dünyada kıyamet senaryoları ve kaos teorilerinin doğmasına neden oldu. Özellikle Aralık ayı boyunca tüm televizyon kanalla-rı, gazete, dergi ve internet sitelerinde “sözde kıyamet günü” ile ilgili program-lara, haberlere yer verildi; sözüm ona “uzman” olarak adlandırılan birçok kişi doğru- yanlış bilgilerle gündemi meşgul etti.

Ancak, görüldüğü gibi beklenen ol-madı, birçok kişinin kıyamet senaryosu elinde patladı. Biz de bu sayının Dosya sayfalarında 21 Aralık 2012’ye ve ar-dında yaşanan gelişmelere; yanlışların doğurduğu bilgi kirliliğine yer verdik.

Bunun yanı sıra, bu sayıda Badem-ler Köyü’nden Endonezya’ya, Sao Paulo’ya uzanan birçok konuyu sizler için bir araya getirdik. Dünya sayfala-rında Filistin’in 29 Kasım 2012’de Bir-leşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapı-lan tarihi oylamada “gözlemci devlet” statüsü kazanmasının ardında yatan tarihi gelişmeleri derledik.

Kültür Sanat bölümümüzde Türkiye’de rock müzik denilince akla gelen isimlerden Cahit Kukul’la yeni al-bümü “Marduk”la ilgili –daha önce hiç yapılmamış- bir çizgi röportaj gerçek-leştirdik. Bu yepyeni deneyimi beğene-ceğinize eminiz... Ayrıca spor, teknoloji, kampüs ve portre sayfalarımızda da yepyeni haberler sizleri bekliyor...

Artılar, eksiler, hüzünler, sevinçler der-ken koca bir yılı daha geride bıraktık... İlk sayımızda göstermiş olduğunuz ilgi için sizlere teşekkür ediyor ve tüm ekip arkadaşlarım adına, yeni yılın sizlere sağlık, mutluluk, başarı ve huzur getir-mesini diliyorum.Keyifli okumalar…

Ebru [email protected]

Ocak 2013Sayı: 92

GSÜ İletişim Fakültesi Öğrenci Yayınıİç

inde

kile

rEditörden

14-17DOSYaDünya’nın sonu

2012

3KampÜS

Kentler-insanlar-tasarımlar

4KampÜS

Serbest kıyafet

5pOrtrE

Magali Boumaza6-7DÜnYa

Filistin’e “doğum sertifikası

8-9mEDYa

Reklamsız şehir

26-27 mİzah

Mütemadiyen Konuşuyorum& Dayı

13 çEvrE

Atık piller

22-23 tEKnOlOjİ

Gmail’in etkili kullanımı

10-11 EKOnOmİ

Endonezya

18-19 KÜltÜr-Sanat

“Marduk” Geliyor

20-21 KÜltÜr-Sanat

Bademler köyü

24-25 SpOr

F1 kadınları

12 ajanDa

Bu ay neler var?

28 arKa SaYFa

GSÜ, ODTÜ’lülerin yanında

Page 3: Detay-92

üç

Kentler-insanlar-tasarımlar ekibi Eskişehir’de.(Soldan sağa) Üst sıra: Günce Akpamuk, Barış Çelik, Elif Yalçın, Bahar Özseymen, Meva Akgün, Özgürol Öztürk, Yaz Güvendi, Sercan ErAlt sıra: İpek Arslan, Öner Adıyaman, Cem Selçuk

Kentler-insanlar-tasarımlar ekibi Trabzonspor Başkanı Sadri Şener’den plaket alırken (üstte)

anadolu’nun tasarımlarla buluşma noktası:

Tasarımlar

Kentlerİnsanlar

“Bizlerin burada, İstanbul’da, yapmaktan mutluluk duyduğu şeyleri insanlar kendi şehirlerinde nasıl yapıyor?” sorusuyla hayat bulan “Kentler-İnsanlar- Tasarımlar” projesi yedi kültürden yedi farklı şehri bir araya getiriyor. Araştırma görevlisi Özgürol Öztürk’ün önderliğinde gerçekleşen projeyle GSÜ İletişim Fakültesi öğrencileri, kentlerin güncel kimliğini çıkartıyorlar.

Haber: Ediz Tokabaş

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri, ekim ayında, Türkiye genelin-de yedi bölgeden yedi farklı şehri içeren “Kentler-İnsanlar-Tasarımlar” adlı projeye başladı. Kent yaşamında önemli bir yeri olan ve sadece o kültürün insanları tara-fından kullanılan mekânları tespit etmek ve kentlerin güncel kimliğini tasarım ve kavramsal sanat ögeleriyle buluşturmayı amaçlayan proje; üniversite, yerel yöne-timler ve sivil toplum kuruluşları desteğiyle gerçekleşiyor.Üniversitenin “Tasarımhane” kadrosu öğ-rencilerinin yer aldığı “Kentler-İnsanlar- Tasarımlar” projesiyle öğrenciler; farklı kültürlerden farklı şehirleri gezerek, orada yaşayan halkla röportajlar yapıyor, şehirler-den edindikleri izlenimleri ve çağrışımları konu alan yazılar yazıp proje kapsamında açtıkları blog adresinde paylaşıyor.

Proje içinde yer alan arkadaşlarımız Öner Adıyaman ve İpek Neşe Arslan projenin oluşum aşamasını ve yaşadıklarını bizlerle paylaştı:

“Hem öğrenelim hem eğlenelim”

Öner: Gaziantep’te bir proje gerçekleştirmek istiyorduk. Böyle bir fikir çıkmışken hem bir şeyler öğrenelim hem de

eğlenelim istedik. “Bu projeyi Türkiye geneline nasıl yayarız?” diye düşündük ve Türkiye’nin 7 bölgesinde 7 farklı şehir belirledik. Böylelikle projenin 7 şehirden oluşan “Kentler” kısmı ortaya çıktı. Sonrasında “Bizlerin burada, İstanbul’da, yapmaktan mutluluk duyduğu şeyleri insanlar kendi şehir-lerinde nasıl yapıyor?” diye düşündük. Bu soruyu irdelememiz projenin “İnsanlar” ayağını oluşturdu. Bir de bütün bu faaliyetleri GSÜ Tasarımhane ekibi olarak değerlendireceğimiz için kendimizi geliştirebilecek ve tasarım yönümüzü güçlendirecek bir bölüme ihtiyacımız vardı. Bu da projenin son kısmı olan “Tasarım” ayağını oluşturdu. Şehirlerdeki farklı mekânlara gidiyoruz, müşterisiyle olsun işletmecisiyle olsun ortamı kokluyoruz ve ondan sonra bu gözlemlerin bizde uyandırdığı kavram-sal tasarımları ortaya koyuyoruz.

“Bu proje bana çok şey kattı”İpek: Bu proje beş sene-lik üniversite hayatımda yaptığım en önemli aktivite. Bana daha önce gitme-diğim şehirlere gitme ve

oradaki insanların neler yaptıklarını görme fırsatı verdi. İlk defa gittiğin bir şehrin sokaklarında gezmek inanılmaz keyifli. Bir de bunu bir amaç için yapın-ca turist olarak gidip etrafa bakmaktan öte, oradaki insanlarla konuşunca o şehri gerçekten tanıdığımı hissediyo-rum. Bu nedenle projenin bana çok şey kattığını düşünüyorum ve içinde yer almaktan çok mutluyum.

“Öğrencilerle halk birbirini anlamaya çalışıyor”Projenin, kentlerdeki yerli halkın nerelerde sosyalleştiğini ve kenti nasıl kullandığını an-lamaya yönelik bir çalışma olduğunu ifade eden Araştırma Görevlisi Özgürol Öztürk; “Gittiğimiz mekanların bizde çağrıştırdığı duygu ve düşünceler üzerine kavramsal sanat çalışması geliştirmeye çalışıyoruz. Bu projede benim en çok önemsediğim şey öğrencilerimizle, gittiğimiz şehrin halkının temas etmesi ve birbirini anlamaya çalış-ması” diyor. Şimdiye kadar Gaziantep, Trabzon ve Eskişehir’e giden ekip bu şehirlerde çok sıcak karşılandıklarını ve birçok tarihi mekanı gezip gözlemlerde bulunduklarını anlatıyorlar. Eki-bin bir sonraki adresleri Manisa, Çanakkale, Mersin, Uşak ve Van olarak belirlendi.

mayıs ayında sergi Projenin somut çalışma örnekleri mayıs ayında Beyoğlu- İstiklal Caddesi üzerinde-ki Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenecek sergiyle tanıtıla-cak. Ayrıca, ziyaret edilen yedi kentle ilgili genel bilgiler, ziyaret edilen mekanlar ve öğrencilerin yaptıkları gözlemleri içeren ya-zılar, fotoğraflar ve tasarımlar bir kitap ha-linde yayımlanacak. Kitabın şimdiden çok dilli olması planlanıyor.

Proje çalışmalarını aşağıdaki adreslerden takip edebilirsiniz:kentlerinsanlartasarimlar.wordpress.com

Twitter: kent-insan-tasarımFacebook: Kentler-İnsanlar-Tasarımlar

Page 4: Detay-92

Bugün ne giysem?Okullarda yeni trend:

Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okul öğrencilerinin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmeliğe göre; belli sınırlamalar hariç okul öncesi, ilk ve orta öğrenim okullarda kılık ve kıyafet serbest bırakılıyor. Yönetmeliğin Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla birlikte çeşitli görüş ayrılıkları meydana geldi. Kimileri bunun öğrencilere “görünmez birer etiket takmak” olduğunu söylerken kimileri “rahatlık” üzerinde durdu. Gala-tasaray Üniversitesi öğrencilerine yeni kıyafet yönetmeliği hakkındaki düşüncelerini sorduk.

Haber: Çisel Pınar

İstediğin kıyafeti giyince tabii ki daha ra-hat oluyorsun, daha iyi hissediyorsun; ama bugün bu ülkede zaten herkes iste-diği kıyafeti alabiliyor mu ki giyip kendini iyi hissedebilsin? Belirli bölgelere kıyafet yardımı yapılıyor, insanlar gelecek sene de giyebilmek amacıyla büyük alıyorlar kıyafetlerini. Şu açıktır ki Türkiye’de şart-lar henüz bu gibi uygulamalara uygun de-ğil. Bu nedenle farklı bir amaç aramaktan alamıyor insan kendini. Tek tip kıyafet ol-ması istenmiyorsa; çocuk ve ailelerin fikri

alınarak iki üç tip kıyafet belirlene-bilir. Hem seçe-nek olur, hem de serbest kıyafet uygu lamas ında karşılaşılabilecek sorunlardan kaçı-nılmış olur.

mElİS alKIŞErFelsefe 3

“türkiye’de şartlar henüz bu gibi uygulamalara uygun değil “

Bilgi Kutusu 1:

Okullarda “serbest kıyafet uygula-ması” Avrupa’da da çok tartışılı-

yor. Serbest kıyafet yönetmeliğinin uygulandığı çok sayıda Avrupa ülkesi, doğurduğu sosyo-ekonomik sorunlar nedeniyle son yıllarda bu uygulamayı sorgulamaya başladı. Yapılan araştır-malar, ilk ve orta öğretim okullarda patlayan moda çılgınlığı ve marka rekabetinin, çocuklar arasında ayrım-cılık, hırsızlık, şiddet ve kimlik sorunları gibi ağır sonuçlara yol açtığını ortaya çıkardı. Buna önlem olarak çeşitli ülkelerdeki okulların birkaçında tam anlamıyla “üniforma” olmasa dahi; ön-ceden belirlenmiş, dikkat çekmeyecek, manevi ve maddi zarardan öğrenci ve aileyi korumak amaçlı kıyafetler öğrenciler için seçilmiş durumda ve öğrenciler bu bol seçenekli; ancak tam anlamıyla özgür olmayan kıyafetlerle okula gidiyorlar.

Bilgi Kutusu 2: Türkiye’de üniformanın kısa tarihi ise şöyle: İsmet İnönü’nün başbakan olduğu

1930’lardaki tek parti döneminde ‘’zengin ve fakir öğrenciler arasındaki farkın ortaya çıkmaması’’ için okullarda siyah önlük kullanıldı. Dünyada yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle, öğrencilerin kıyafetleri en basit ve ucuz kumaş olan krizetten siyah önlük, beyaz yaka ve siyah ayakkabı oldu. Yoksulluğu örten bu kıyafet, 1990’lı yıllara kadar kullanıldı. Siyah önlüğün ilköğretim çağındaki çocukları psikolojik yönden olumsuz etkilediği gerekçesiyle, okullarda siyah önlük zorunluluğuna 1989-1990 eğitim-öğretim yılında son verildi ve yerine çeşitli renk (deniz mavisi, lacivert, gri) ve modeldeki önlükler getirildi.

Bence okullarda üniforma zorunluluğu kaldırılmamalı. Serbest kıyafet, öğrenciler arasın-daki birtakım farklılıkları örtme görevi üstleniyor. Üniformaların kaldırılmasının tartışılma-sı ise, üniformanın gerekliliğinden ziyade uygulamada yapılan hatalardan kaynaklanıyor. Çok sıkı bir disiplin anlayışı işe üniformayı uygulamaya koyunca, haliyle tepki oluşuyor ve “kıyafet özgürlüğü” daha cazip geliyor. Bunun dışında, bazı öğrencilerin, özellikle lise

döneminde, kişiliklerini kıyafetleriyle var etmeye çalışması sonu-cu serbest kıyafetin de amacından çıkması söz konusu olabilir. Fransa’da serbest kıyafetin getirdiği bu durum ise tartışmalara sebep olmaktadır. Böyle bir durumda, okul yönetimi bir şekilde öğrencileri yine kıyafet konusunda disipline etmeye çalışacak ve durum eskisine benzer bir hal alacaktır. Üniformanın, öğrencinin hayatından bir şeyler eksilten bir uygulama olduğunu düşünmü-yorum. Üniformanın kaldırılmasını tartışana kadar da eğitim siste-mindeki sorunların çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.

“Eğitim sistemindeki sorunlar çok daha önemli”

aYBÜKE KUYUmCUOĞlUHukuk 1

Üniformanın kalkması kulağa ilk başta güzel, “özgürlükçü”, katı kurallardan uzak bir eğitim sisteminin çağrısı gibi gelse de daha derinlere indikçe bunun öyle olmadığını düşünüyo-rum. Küçücük çocuklara, kalın beyaz yakalı mavi önlükleri, siyah ayakkabı zorunluluğunu, biraz daha büyüklere kravatı zorla giydirmek hoş olmasa da, bir süre sonra bunun bir ay-rımcılığa dönüşeceği fikrindeyim. Çocuklar “biz özgürüz istediğimizi giyecek birer bireyiz” ayrımını yapacak yaşta değillerken bu serbest kıyafet onları daha büyük bir ayrımcılığa

sürükler. Bir arkadaşında gördüğünün kendinde olmaması, ola-mamasını fark etmesi o çocuğu daha büyük bir travmaya sokmaz mı? Maddi durumu, kıyafet tarzı, büyüdükçe de oluşan fikirleri, ideolojileri farklı olan o kadar öğrencinin kendini diğerleriyle eşit hissetmesini sağlayan şey ait oldukları okulların üniformalarıdır. Tabii ki, tek tip kıyafetle herkes fabrikadan çıkmış gibi olsun demi-yorum; ama en azından birkaç çeşit, rahat olan, okulun amblemini taşıyan formalarla küçük yaştan orta öğrenim bitene kadar “eği-timde eşitlik” sağlanabilir.

SErEn OĞUzFransız Dili ve Edebiyatı 1

“Öğrenciye eşitlik hissi veren şey ait olduğu okulun üniformasıdır”

dört

Page 5: Detay-92

“Türkiye’ye geldiğim için pişman değilim”Hagi, Alex ve Pascal Nouma gibi…

Bu topraklarda doğmadı; ama kısa süre içinde içimizden biri oldu. Son derece disiplinli, çalışmayı

ve okumayı çok seviyor. Türk yemekleriyle arası gayet iyi; en

sevdiği yemek alinazik kebabı… Okulumuzda siyaset bilimi dersleri

veren Magali Boumaza yaşam deneyimlerini özetliyor:

“Hayat kısa, keyfini sürün!”

Röportaj: Barış Ülker

Türkiye’ye geliş hikayenizle başlayalım… 2007 yılının kasım ayında Galatasaray Üniversitesi’nde işe başladım. Başlamam da Fransız Dış İşleri Bakanlığı tarafından Fransız-Türk akademik ilişkilerini geliştir-mek amacıyla görevlendirilmem sonucun-da gerçekleşti. Ama doğruyu söylemek ge-rekirse 2007’nin mayısına kadar Türkiye’ye gelmek gibi bir fikrim yoktu. Şu anda ise geldiğim için hiç pişman değilim. Buradan ayrılmak gibi bir planım yok, daha yapacak çok işim var.

Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Siz-ce “Magali Boumaza” kimdir? Sokrates şöyle demiş:” Kendini tanı!” (Gü-lüyor) Ben de hala kendimi tanımaya çalı-şıyorum. Sorduğun soru zor; çünkü sürekli başkalarının görüşleri altında yaşıyoruz. Her zaman gülümseyen, çoğunlukla iyi huylu, insanlarla iyi geçinmeye çalışan ve onlara zarar vermek istemeyen biriyim. Olaylara optimist bir bakış açısıyla yaklaş-maya çalışıyorum; fakat büyük bir kusurum var: Boğazıma düşkünüm. Ayrıca, bazen sabırsızım; ama bu durum çok hızlı düşün-memden kaynaklanıyor.

“alinazik kebabına bayılıyorum”

Boğazınıza düşkün olduğunuzu söyle-diniz. Türk mutfağıyla aranız nasıl? Burada da Fransa gibi çok çeşitli tatlar var. Her yörenin farklı tatları olması çok güzel… Annemin ve Cezayirli olan babamın yaptı-ğı iki tane favori yemeğim var: Anneminki “bouchée a la reine” , babamınki ise kus-kus. Türkiye’de Alinazik kebabına bayılı-yorum, patlıcanı çok severim. Ayrıca, Ezo-gelin çorbayı da seviyorum. Tatlı olarak ise baklava ve sütlaç derim. O kadar çok şey var ki seçim yapmak epey zor…

Merak ediyorum, Türkiye’ye alışma-nızda babanızın Cezayirli olmasının bir etkisi oldu mu sizce? Babamdan aldığım ve bu kültürde de var olan en önemli şey misafirperverlik. Biz her zaman eve geleni Fransa’da da çok iyi ağır-lardık. Babam daima bu konuda çok has-sastı, gelene kuskus yapardı. Ayrıca misa-fire mutlaka çay ikram edilirdi. Burada da bunu fazlasıyla hissettim.

Eğer Türkiye’de iktidar olsaydı-nız neleri değiştirirdiniz?Şunu kabul edelim ki insanları yö-netme sanatı çok zor bir iş. Yönet-menin çok büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum ve hiçbir zaman bunu yapmak istemezdim. Türkiye Avrupa ile bağı koparma-maya çalışıyor; aynı zamanda böl-gesel sorunların içinde debeleniyor. Bunların yanında ise sadece şunu söyleyebilirim; Türkiye genç ve dinamik bir ülke olarak yeni arzu-larla gelişiyor. Aynı zamanda fark-lılıkların gelişimini bölünemez bir cumhuriyette sağlanmaya çalışı-yor. Tıpkı Fransa’da olduğu gibi, bir-lik içinde farklılık isteyen bir sistem yürütülmek isteniyor. Herkesin eşit görülmesini sağlamak çok önemli. Ve ben bu konuda umutluyum.

Derslerde gözlemlediğim kadarıyla ol-dukça disiplinli birisiniz. Şöyle ki, sizinle iyi anlaşamayan biri bile işinizi çok iyi yaptığınızı kabul ediyor. Bunu neye bağ-lıyorsunuz? Bu kadar olduğumu bilmiyordum. (Gülüyor) Disiplinli oluşum hukuk fakültesi mezunu olmamdan kaynaklanıyor. Bu pek bilinmez; çünkü bunu çok söylemiyorum. Robert-Schumann Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Daha sonrasında ise siya-set bilimi üzerine uzmanlaştım. Sen de şu anda okumaya çalışıyorsun, bilirsin, hukuk insana analiz konusunda belli bir yetenek kazandırıyor ve ben bundan hala yararlanı-yorum. Derslerimi de bu şekilde işliyorum.

“müzik hayatımın bir parçası”

Peki, okul dışında neler yapmaktan zevk alırsınız? Örneğin, nerede yaşıyorsunuz? İlk geldiğimde 2 yıl Tophane’de oturdum. Daha sonra Tünelin oraya taşındım ve 1,5 yıl orada kaldım. Şu anda ise Üsküdar’da oturuyorum. 4 sene sonra Asya tarafına geçmek benim için değişik oldu. Bunun dışında, müzik hayatımın bir parça-sı, onsuz olmuyor. Okumayı severim, ge-nellikle tarihi romanlar okurum. Şu anda ise Ken Follett okuyorum. Aynı zamanda sosyolojik kitaplara da bayılıyorum. Sergi-leri dolaşıyorum, İstanbul’da kaliteli sergi-ler bulabiliyorum. Arkadaşlarımla da vakit geçirdiğim oluyor, tabii her zaman eğlence modunda değilim.

Bildiğim kadarıyla, aynı zamanda se-yahat etmeyi de seviyorsunuz. En çok etkilendiğiniz ülkeler hangileri? Japonya beni çok etkilemişti. Endonez-ya da çok iyiydi. Ben Endonezya’ya yeteri kadar ilgi gösterilmediğini düşünüyorum. Brezilya ve Hindistan’dan hep bahsedili-yor; ama bana göre Endonezya da gelecek için önemli bir ülke olacak. Bunun dışında Türkiye’yi de etkilendiğim ülkeler arasında sayabilirim. Kars, Antakya, Ankara, İzmir, Bodrum, Edirne, vs. hepsi çok etkileyici yerler. İnsan dolaştığında medeniyetin be-şiğinde olduğunu anlıyor.

Kadın hakları ile ilgili çeşitli çalışmalarınız bulunuyor. Bu konu hakkında neler söyle-mek istersiniz? Bu konu gerçekten önemli… Be-nim hedefim kadınların ikinci sınıf vatandaşlar kalmamasını sağla-mak. Sadece kadın veya farklı bir cinsel tercihe sahip olduğu için bir bireyin ayrıma uğraması çok yanlış. Benim hümanist felsefe-me göre bu durum vatandaşlık kavramıyla da örtüşmüyor. Bence insan, bütün çıkar-larından arınmış olarak iyilik için yaşamalı.

Herkesin eşit görülmesini sağlamak çok önemli

beş

Magali, Prens Adaları’nda

Page 6: Detay-92

Dünyanın en çözümsüz anlaşmazlıkların-dan biri olarak kabul edilen İsrail-Filistin ilişkileri, Ortadoğu’daki bütün siyasi ve in-sani tartışmaların da kilit noktasını oluştu-ruyor. Bölgenin tarihine baktığımızda şu an Ortadoğu’da bulunan ve bulunmayan bütün ülkelerin bu krizde bir şekilde varlık göster-diğini görüyoruz. Bu katılımlar, İsrail-Filistin krizini dünyaya mal eden en büyük etmen-lerden biri.29 Kasım 2012 günü BM’deki oylama Filistin’in ‘gözlemci kuruluş’ statüsünü, ‘üye olmayan gözlemci devlet’ statüsüne yükselt-ti. Aslında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), devlet olma yolunda bağımsızlığını 1988 yılında Cezayir’de ilan etmişti. O tarihten bu yana aralarında Çin, Hindistan, Rusya veTürkiye’nin de bulunduğu yüzden fazla ülke tarafından da resmen tanındı. Bu karar BM tarafından da alındığı için önem taşıyor. Filistin bağımsız bir ülke olarak tanınsa da günümüzde sadece Batı Şeria ve Gazze Şe-ridi Filistinlilerin kontrolünde bulunuyor.BM, Kasım 1947’de Filistin’in biri Yahudi öteki Arap olmak üzere iki devlet arasında

Filistin’e BM’den “Doğum Sertifikası”Filistin, Birleşmiş Milletler (BM) üyesi 193 ülkeden 138’inin ‘’Evet’’, 9’unun ‘’Hayır’’ dediği ve 41 ülkenin ise ‘’Çekimser’’ kaldığı oylama sonucunda “Gözlemci Ülke” statüsü kazandı. “Ülke” olarak tanınmanın ilk adımını atan, kendisinden önceki gözlemci ülkelerle aynı sonu; tam üyeliği paylaşmak isteyen Filistin’in yaklaşık yüz yıldır verdiği tanınma mücadelesi belki de ilk somut adımını atmış oldu. Tarihi bir dönemeç sayılan oylama gündemdeki yerini korurken, biz de meselenin tarihine göz attık ve gelecekteki adımları irdeledik.

Haber: Mehmet Erdem Aksu, Özgür Erdem Uzun

paylaşılmasına karar vermişti. Kudüs şeh-rine ise BM denetiminde milletlerarası bir bölge statüsü tanındı. Yahudiler bu kararı kabul ederken Araplar reddetti ve İsrail-Filistin Savaşı başladı.14 Mayıs 1948’de BM paylaşım planı uya-rınca İsrail Devleti’nin kuruluşu ilan edildi. 24 saat sonra, Mısır, Ürdün, Suriye, Lüb-nan ve Irak orduları saldırıya geçerek İsrail topraklarına girdiler. Ancak Araplar, İsrail’le yaptıkları savaşlarda hep yenildiler.Haziran 1992’de İsrail’de sol bir partinin ikti-dara gelmesi, kanlı savaşların üstüne barış sürecinde önemli adımlara sahne olmuştu. Oslo Görüşmeleri Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Arafat’ın ve İsrail lideri Rabin’in tarihi tokalaşmasıyla akıllara kazındı. Filistinliler, İsrail’in işgal ettiği topraklarından aşamalı olarak çekilmeyi kabul etmesi karşılığın-da, İsrail’i devlet olarak tanımayı kabul etti. Ancak bu anlaşmalar çözüme ulaşmaya yetmedi ve Filistin topraklarının bir bölümü işgal altında kalmaya devam etti.

İsrail- Filistin: Bir politika malzemesi Barış müzakereleri, krizler, anlaşmazlıklar uzayıp giderken ve sorun giderek çıkmaza girerken, Filistin-İsrail çatışmaları gittikçe bir medya malzemesi haline dönüştü. Bir-

Gözlemci Devlet statüsü nedir?

Birleşmiş Milletler bünyesinde “Daimi gözlemciler” kategorisinde,

“üye olmayan devlet ve kuruluşlar” ile “hükümetler arası kuruluşlar” yer alıyor. Gözlemcilerin, Genel Kurul’da konuşma hakları varsa da önergelerde oy verme hakları bulunmuyor. Şu anki üyelere ek olarak Birleşmiş Milletler ‘in kabul ettiği uluslararası acenteler, varlıklar ve üye olmayan devletler genel kurula gözlemci olarak katılabilirliyorlar.Gözlemci devlet statüsü Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararıyla verili-yor. Üye olmayan gözlemci devletler, egemen varlıklar olarak tanınıyorlar. Gözlemci olduktan sonra ne zaman isterlerse tam üyelik için başvurabilirler. Örneğin 10 Eylül 2002 tarihinde tam üye olan İsviçre, 1946 ile 2002 yılları arasında daimi gözlemci statüsündeydi. Şimdiye kadar bu statüye sahip olan tek devlet olan Vatikan; BM toplantılarına ve Genel Kurul çalışmalarına “gözlemci” olarak katılma hakkına sahip.

“Gözlemci Devlet” Statüsü Filistin’e Ne

Sağlıyor?Filistin’in başvurusu, Birleşmiş Millet-

ler Genel Kurulu’nun Filistin ve İsrail devletinin kurulmasıyla ilgili 1947’de çıkardığı karara dayanıyor. Filistin’in ‘’gözlemci devlet’’ olarak kabul edilme-si, BM’de hukuki, siyasi ve diplomatik yetkilere sahip bir devlet olmasına imkan sağlamakla birlikte, ‘üye devlet’ olma başvurusunda bulunmasının yolunu da açıyor.Filistin bu yeni statü ile BM ile ilişkili birçok kuruluşa başvuru hakkı kazana-cak. Bunlardan en önemlisi ise Ulusla-rarası Ceza Mahkemesi’ne başvurma hakkı olarak tanımlanıyor.

İsrail’in savaş suçuyla “yargılanma” korkusuİsrail, BM’de Filistin’e “gözlemci devlet” statüsü tanınmaması için son dakikaya kadar mücadele etti; ancak başarı şansı çok azdı. BM’ye tam üye olmak için ABD’nin ve-tosuna takılan Filistin lideri Mahmud Abbas, BM Genel Kurulu’nda çoğunluğu elde edeceğini biliyordu. Nitekim 138 ülke, Filistin’e “gözlemci devlet” statüsü için “Evet” dedi. Filistin’in “gözlemci devlet” statüsü kazanmasını engelleyemeyeceğini anlayan İsrail ise son ana kadar Abbas’tan taviz koparma peşindeydi. ABD aracılığıyla Abbas’ı ikna etmeye çalışan Netanyahu hükümeti, Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurma hakkı elde etmesini engellemek için uğraştı. İsrail’in en bü-yük korkusu, Filistin’in savaş suçu işleyen İsrailli liderleri Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet etmesi.

mUStaFa KaraKUŞNtvmsnbc- Dış Haberler Editörü

leşmiş Milletler’in girişimleri, televizyonlar-da gösterilen kanlı sahneler, Arap ittifakları, Amerikan-İsrail işbirliği... Bu sorun, herkesi Ortadoğu’da taraf olmaya, bir söz söyleme-ye yöneltti. Ortadoğu’nun petrol zenginliği de dünyanın ilgisini bu bölgesel anlaşmaz-lıklara fazlasıyla çekiyor. İsrail-Filistin soru-nu giderek insani boyutu gözlerden uzakla-şarak bir “politik sorun” olma niteliği ile öne çıktı. Kanlı çatışmaların arkasındaki insan acıları ve öyküleri istatistiklerin ve medyatik bilgilerin arkasında kayboldu.Şimdi, dünya ülkeleri bu süreçte çok acı çeken Filistin için yeni bir umut ışığı yak-

altı

Page 7: Detay-92

Dünya’dan kısa kısa• Öğretmenlere silah

eğitimiConnecticut eyaletinde 26 ki-şinin öldüğü okul baskınının şokunu atlatamayan ABD, olası okul katliamlarına karşı ilginç yöntemlere başvuruyor. ABD’nin Utah eyaletindeki Atı-cılık Federasyonu, eyaletteki okullarda görev yapan 200 öğ-retmene 6 saat boyunca silah eğitimi dersi verdi. Federasyon yetkilisi konuyla ilgili: “Benzer olaylar karşısında öğrencilerini korumak, bu trajediyi önlemek için öğretmenlere gerekli bilgi ve malzemeyi sunmak istiyo-ruz” dedi.

• Fransız aktör Rus vatandaşı oldu

Fransa’daki yüksek vergi oran-ları ve “Varlık vergisi” yüzünden Belçika’ya yerleşen ve Fransa başbakanına Fransız pasaportu ile sosyal sigorta kartını gönde-ren ünlü Fransız aktör Gérard Depardieu Rus vatandaşlığına geçti. Kremlin’in resmi internet sitesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, ünlü aktöre vatandaşlık verilmesiyle ilgili kararnameyi imzaladığı belir-tildi. Hatırlanacağı gibi Putin, daha önce de yakın arkadaşı olarak nitelendirdiği Depardieu için “Eğer Gérard Rusya’da da-imi oturma izni ya da pasaport istiyorsa bu işi oldu bilsin” de-mişti. Çeçenya Devlet Başkanı Ramzan Kadirov da ünlü aktöre oturma izni verebileceklerini açıklamıştı.

• 2,9 dolarlık silah satışı

Rusya Devlet Başkan’ı Viladi-mir Putin, Hindistan’da bulun-duğu temaslardan 2,9 milyar dolarlık silah satış anlaşmasıyla döndü. Önümüzdeki yıllarda Hindistan’a 1,6 milyar dolarlık 42 adet Sukhoi Su-30 tipi avcı uçağı ve 1,3 milyar dolarlık 71 adet Mil Mi-17 tipi askeri heli-kopter teslim edilecek.

• Clinton yerine Kerry2004 ABD seçimlerinde Oğul Bush’un karşısında demokrat-ların adayı olarak çıkan ve se-çimleri kaybeden Senatör John Kerry ‘nin, Hillary Clinton tara-fından boşaltılan ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğuna geleceği bildirildi.

maya çalışıyor. Yine bir Birleşmiş Milletler girişimiyle, bu sefer tarihi bir adım atılarak Filistin’e gözlemci devlet statüsü verildi. Bu diplomatik zafer, İsrail’in karşı atağına sebep oldu. İsrail, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimcilere 3 bin ek konut inşa-atına izin verdi. Bin yeni inşaat planına izin verilmesi için çalışmaların da hızlandırıldığı belirtildi. Konu dünya gündeminde “sorun” olarak tartışıla dursun, İsrail hükümetinin bu kararı yüzlerce Filistinliyi yine evsiz ve mül-teci bırakacak. “Filistin Sorunu’nun” büyük ve karanlık gölgesinde, “Filistinlilerin Soru-nu” bir kez daha unutulacak.

Page 8: Detay-92

Brezilya’da ticaretin başkenti kabul edi-len São Paulo’nun popülist belediye baş-kanı Gilberto Kassab önderliğinde, Eylül 2006’da çıkartılan Cidade Limpa (Temiz Şehir) yasasıyla, şehirdeki tüm Açıkha-va reklamları kaldırıldı. Ocak 2007’de yü-rürlüğe giren yasaya, daha sonra, Nisan 2007’de ek bir madde eklenerek özel mülk-lerdeki reklamlara da sınırlamalar getirildi. Buna göre; tüm iş yerleri reklam alanı ola-rak ayrılan alan her 10 metrelik tabelaların sadece 1,5 metresini reklam alanı olarak kullanabilecekler.Gilberto Kassab’ın “İnsanlar, São Paulo’daki kirliliğin şehrin ana sorunların-dan birisi olduğunun farkına varmaya baş-ladı. Kirlilikten kastımız sadece hava, su veya ses kirliliği değil; biz görüntü kirliliğini

Reklamsız Şehir: São Paulo Reklamdan arındırılmış bir şehir…

Bilboardlar, neon lambalar, dev video ekranları, posterler, otobüs

reklamları; hatta broşürler bile yok. Her şey reklam karşıtı bir

aktivistin rüyası gibi… Brezilya’nın São Paulo kentinde 2006 yılında

çıkartılan Cidade Limpa (Temiz Şehir) yasasıyla rüya, gerçeğe

dönüşmüş durumda… Haber: Umur Burak Ayaz

Henüz değil. Brezilya’nın tanınmış reklam ajanslarından JWT Brasil’in Kreatif Direk-törü Augusto Moya da yasaya destek ve-renlerden. Moya, “Reklamcı olarak yasağın bir tek olumlu şey getirdiğini düşünüyorum” diyor ve ekliyor: “Geleneksel açıkhava rek-lamcılığını daha yaratıcı örneklerle kullan-mak zorundayız. Ajanstaki birçok insan da şehrin fiziksel görünümüne müdahale et-meden Açıkhava reklamcılığını geliştirme-nin yollarını arıyor”

“Gelecek nesiller teşekkür edecek”Moya, yasanın şehrin vizyonunu geliştirdi-ğini düşünüyor: “Bir yurttaş olarak düşün-düğünüzde, gelecek nesiller Cidade Limpa yasasını yürürlüğe koyan belediyeye teşek-kür edeceklerdir. Şehirde hala hava kirliliği, toprak kirliliği ve su kirliliği gibi çözülmesi gereken sorunlar olduğu bir gerçek; ama ben, bu yasanın daha iyi bir gelecek yarat-mak için ilk adım olduğunu düşünüyorum”. Dünyanın en yaratıcı reklam ajanslarına ev sahipliği yapan São Paulo’da, reklamcılık geleneksel mecraların dışına çıkmış du-rumda. Dijital reklam ajansı Remix’in kuru-cu ortağı Lalai Luna’nın sözleri bu durumu onaylıyor: “Firmalar, markalarını ve ürünle-rini satmanın değişik yollarını aramak zo-

rundalar. Açıkhava reklamlarının yasak-lanmış olması bizi daha yaratıcı olmaya itiyor. Son yıllarda São Paulo’da gerilla marketing, viral reklam ve sosyal medya kampanyaları büyük gelişme gösterdi.”

aBD ve İngiltere’de de benzer çalışmalar var

“Reklamsız şehir” hayali Brezilya’da bir hayli ses getirdi ve ülkede 100’den fazla şehir benzer şekilde açıkhava reklamlarını yasakladı. ABD’de Alaska, Hawaii, Maine ve Vermont eyaletlerinde de billboardlara kar-şı yasaklamalar sürüyor. İngiltere’de Bristol kent meclisi benzer yasaklama için internet-ten imza topluyor. Kanada’nın Toronto ken-tinde billboardlardan vergi alınıyor, toplanan vergiler de belediyenin sanat ve kültür fonla-rını desteklemek amacıyla kullanılıyor. Tabii her değişikliğin bir kaybedeni olduğu-nu da unutmamak gerek. São Paulo’daki Cidade Limpa yasasından en çok zarar gören firmaların başında açıkhava reklam sektöründe faaliyet gösteren Clear Channel

de buna dahil ediyoruz. Görüntü kirliliğine karşı mücadeleyi de en göze batan sektör-den başlatmaya karar verdik” sözleri, São Paulo’nun görüntü kirliliğine karşı savaşın-daki gerekçesini oluşturuyor.

açıkhava reklamlarına para cezası!São Paulo Açıkhava Reklamcıları Toplu-luğu, kentin iş hacminin 133 milyon dolar küçüleceğini ve çoğu reklam sektöründe çalışan 20.000 insanın işsiz kalacağını öngörse de, yasa belediye meclisinden geçti. Cidade Limpa yasasıyla birlikte yak-laşık 10.000 küçük işletmenin reklamlarına yasaklamalar gelirken; çoğu illegal bir şe-kilde yerleştirilmiş olan 15.000 billboard, 16.000 tabela ve 1.300 ayaklı totem tabela boşaltıldı. Şirketlere açıkhava reklamlarını kesmesi için 3 ay süre tanıyan São Pau-lo Belediyesi, bu süre sonunda açıkhava reklamlarına devam eden şirketlere 4.500 dolar para cezası kesti. Toplanan cezaların 8 milyon doları bulduğu kentte yasanın be-lediyeye maliyeti neredeyse sıfır. São Paulo’daki reklamcılık ekonomisi, ara-dan geçen 6 yılda bir çöküntü yaşadı mı?

Pixação’da ekol oluşturan Os Gêmeos kardeşlerin São Paulo’daki eserlerinden bazıları

seki

z

Page 9: Detay-92

“Bu çok cesur bir karar”

2012’nin Türkiye’sinde, özellikle büyük kentlerde yaşayanlar için,

herhangi bir estetik kaygı olmadan sadece üretiyoruz ve tüketiyoruz. Bunların iletişimini yapan reklamlar da aynı şekilde gözümüzü, zihnimizi meşgul ediyor. Türkiye’de göze çarpma uğruna çok agresif bir pazarlama taktiği izleniyor. Karaköy’de, Galata’da, Beyazıt’ta öyle reklam uygulamaları var ki reklam estetiğini alıp götürüyor. Öne geçmek için aykırı renkler kullanayım, ne kadar bağırırsam o kadar duyulur imajı var. Self regülasyon yok; bol ışık, görsel kullanayım, logoyu büyüteyim, reklam yapayım mantığı var. Daha sakin, tasarımı daha düzgün, insanların hayatının bir parçası olacak reklamlar üretmek gerek. Daha basit, daha sade olmak günümüzde ayrım yaratan bir estetik zevk oldu. Biraz daha sakinliğe ihtiyacımız var. Peki, reklamsız İstanbul nasıl olur? Kuşkusuz insanların psikolo-jisi daha düzelir. Ama bu çok cesur bir

karar. Özellikle de günü-müzün özgür dünyasında kısıtlayıcı bir karar.

alİCan tUralIGSÜ İletişim Fakültesi öğretim üyesi

işsizliğe ve ekonomik durgunluğa rağmen yasaya destek veriyor. Peki; dev reklam tabelalarının, video ek-ranlarının, neon levhaların olmadığı São Paulo duvarlarında neler var? Grafitinin Brezilya’ya özgü sanatı “Pixação” şehrin duvarlarında, binalarında, otobüs durakla-rında boy gösteriyor. Yüksekliği 50 metre-yi bulan dev grafitiler, şehre dinamizm ve renk katarken São Paulo sakinleri aynı gö-rüşü paylaşmıyor. Pixação sanatında ekol oluşturmuş Os Gêmeos (Portekizce ikiz) kardeşlerden Gustavo Pandalfo bu durumu şöyle açıklıyor: “Grafiti sanatı Brezilya’nın dışında oldukça kabul gören bir sanat for-mu. Tüm dünyadan sanat galerileri ve mü-zeler bizi sergiler için davet ediyor. Fakat bi-zim São Paulo duvarlarına bir hediye olarak çizdiğimiz grafitiler çöp mualemesi görüyor”

Sao Paulo’nun en işlek caddesi (sağda)Reklamsız ve yeşillikli şehir Sao Paulo (altta)

terk edilmiş şehir izlenimi… Cidade Limpa yasası tüm güzelliklerine rağ-men madalyonun öteki tarafından bakmayı zorunlu hale getirdi. Dev reklam tabelaları-nın arkasına saklanmış olan muazzam bü-yüklükteki gecekondu mahalleleri görünür olduğunda, şehrin gelir dağılımındaki eşit-sizlikler de gün yüzüne çıkmış oldu. Şehirde artan hırsızlık ve soygun olaylarını engel-lemek isteyen belediye yönetimi artık daha sağlam adımlar atmak zorunda. Boşaltılan 1.300 ayaklı totem henüz yıkılmış değil. Işıltılı renkleri ve dikkat çeken reklamlarıyla görmeye alıştığımız ayaklı totemlerin boşal-tılması, terk edilmiş şehir izlenimi yaratıyor. Üzerinden 6 sene geçmiş olmasına rağ-men, São Paulo Açıkhava reklamları olma-dan da var olmaya devam ediyor. Şehrin; sloganlardan, dev logolardan, neon lam-balardan arındırılmış olması, zengin kent mimarisini gözler önüne çıkarmış durumda. São Paulo’nun son 6 yılda geçirdiği kentsel dönüşüm, tüm zorluklarına rağmen kültürel dönüşümün halkla bütünleşmesinin müm-kün olduğu bizlere gösteriyor.

“São Paulo’da Cidade Limpa yasa-sının benzer örneklerini Türkiye’de görmek mümkün. Yaklaşık 1 yıl önce Osmanbey’de Abdi İpekçi caddesinin çehresini değiştirmek amacıyla reklam panoları ve klimalara birtakım düzenle-meler getirilmişti. Yine de Cidade Lim-pa yasası, beni yasanın ülkemizde de uygulanması konusunda oldukça he-yecanlandırdı. İletişim Fakültesi’nden hocamız Alican Turalı’ya konuyla ilgili düşüncelerini sordum:

Communications geliyor. Clear Channel’in yasa yürürlüğe girmeden haftalar önce “Outdoor Media is Culture” sloganıyla yap-tığı reklam kampanyasının, kitleleri hare-kete geçirmek konusunda yetersiz kaldığı söylenebilir. Nitekim 2011’de yapılan bir ankete göre, kent sakinlerinin %70’i artan

Boş reklam panoları, şehre terk edilmiş izlenimi veriyor. (üstte)

Dikey gelişen şehir: Sao Paulo. (sağda)

doku

z

Şahsen ben manzaraya tutkunumdur ve reklam panolarıyla güzelleşenini hiç görmedim. Her beklentisinin gerçekleştiği yerde insan, bir reklam panosu diktiğinde en iğrenç haldedir. David OgilvyBir Reklamcının İtirafları (1963)

Page 10: Detay-92

Farklılıkların ittifakı:

Endonezya Cumhuriyeti, yürümeyi yeni öğrenmeye başlamış bir bebek gibi... Düşe kalka ilerliyor, bazen emekleme ihtiyacı hissediyor; ama geleceğe her zaman umutla bakıyor. 17.508 adanın bir araya getirdiği ülkenin başkenti Cakarta’da sosyal ve ekonomik çeşitlilik ve tezatlıklar bir arada...

Haber, Fotoğraflar: Ceren Özbey

“Farklı” kelimesinin en çok yakıştığı ülke-lerden biri Endonezya olsa gerek... Öyle ki, 2011 yılında başkent Cakarta’da bulun-duğum sırada tanık olduğum çeşitlilik beni hayli şaşırtmıştı. Ülkeyi çekici kılan özelliklerin başında farklı birçok etnik gruba ev sahipliği yapması ve ekonomik yapıları nedeniyle büyük farklılık-lar içeren bölgelerin bir arada olması geli-yor. Nüfusunun %90’lık kesimi Müslüman olsa da Budizm ve Hıristiyanlık gibi farklı inançları olan insanların da yaşadığı ülke-de 250’den fazla dil konuşuluyor. Büyük bir ada ülkesi olmanın getirdiği kültür zenginliği ise büyüleyici.Ekvatoral bölgede yer aldığından tropikal bir iklime sahip ülkede yağışlı ve kuru ol-mak üzere iki mevsim yaşanıyor. Sıcaklık değerleri yıl boyunca az bir değişim gös-teriyor ve nem oranı %80’lerde seyrediyor. Karma bir ekonomiye sahip Endonezya’da tarım ve ormancılığın yeri büyük. İklimin ılımanlığı sayesinde pirinç ve çay tarımına

ağırlık verilse de hızla artan nüfusun ihti-yaçlarını karşılamada zorluklar yaşanıyor. Tarımsal üretim genelde küçük adalarda yoğunluk gösterse de Cakarta’nın merke-zinden bir saat uzaklıkta bile çevresinde küçük restoranların bulunduğu uçsuz bu-caksız yemyeşil çay tarlalarıyla karşılaşı-yorsunuz. Kısacası, şehre yakın bu tarlalar sayesinde turizm gelirleri de arttırılıyor. En önemlisi, bu alanlar kalabalık şehrin ve iş yaşantısının verdiği yorgunluktan kaçışın ve dinginliğin sembolü olmuş durumda. Bi-yoçeşitlilik açısından çok zengin olan ülke-de, içinde kaybolabileceğiniz büyük botanik bahçeleri ve safari alanları da yer alıyor. Doğal hayat yeterince korunmuyor Ancak, ülkede doğal hayatın korunması ko-nusunda ciddi sıkıntılar yaşandığı da başka bir gerçek. Ucuz iş gücü bulmanın sıkıntı olmadığı topraklarda son yıllarda görülen hızlı sanayileşme nedeniyle çoğunlukla yasal olmayan yollarla ağaçlar kesiliyor, hayvanların doğal yaşam alanları tahrip ediliyor. Hava ve su kirliliği, çöp birikintile-rinin kontrol altında tutulamaması ve trafik tıkanıklığı problemlerden sadece birkaçını oluşturuyor. Hükümet trafik sorununu kont-rol altına alabilmek için ilginç uygulamala-ra başvuruyor. Bunlardan biri de iş başı ve çıkışı saatlerinde arabalarda sadece sürü-cü bulunuyorsa sürücülerin para cezasına çarptırılması. İnsanlar da ceza almamak için caddeler boyunca sıralanmış otos-topçulardan birkaçını ücret talep etmeden arabalarına alıyorlar. İstanbul’da yakındığı-mız trafik tıkanıklığının hiçbir şey olduğunu anlıyorum bu tabloya bakınca; arabalardan

Cakarta trafiğinin asıl suçluları motosikletler (üstte) Taman Safari Parkında hayvanları arabanızdan beslemeniz mümkün (altta)

on

Endonezya

Page 11: Detay-92

arta kalan boşlukları rengârenk motosiklet-ler dolduruyor ve saatlerce süren bekleyiş-ler sadece seyyar satıcıların işine yarıyor. Bir diğer sorun ise alt yapı çalışmalarının ye-tersizliğinden ötürü yağış mevsiminde özel-likle şehir merkezlerinde hayatın cehenne-me dönüşmesi. Hollanda sömürgesi olduğu dönemde yağmur sularının birikmesi ve sele sebep olmaması için açılan kanallar olmasa ulaşım tamamen imkansız hale gelebilirdi.

Şehirde tezat iç içe! Cakarta’da dikkat çeken bir başka şey de içinde kaybolabileceğiniz kadar devasa bo-yutlardaki alışveriş ve iş merkezlerinin yanı başındaki gecekondu mahalleleri. Bu görün-tü aslında halkın çoğunluğunun ekonomide küçük roller aldığının, sadece fiziksel işlerde kullanıldıklarının, yoksulluk oranının yüksek-liğinin bir göstergesi olarak yorumlanıyor. İkinci Dünya Savaşı öncesinde yüzyıllarca Hollanda’nın baskınlığıyla sömürgeleştiril-miş bir devlet olması ve halkın o dönemde sistemli olarak eğitimden mahrum bırakılma-sı bu durumun bir açıklayıcısı olabilir.

Gelişen Endonezya Verilen büyük bağımsızlık mücadeleleri ve halk arasındaki dini ve kültürel kökenli ay-rılıkların ekonomide büyük dalgalanmalara

sebep olmasına rağmen Endonezya, yine de Güneydoğu Asya’nın en büyük ekono-misi ve bir G20 üyesi. Ülkenin bu süreçte geçtiği yolları kısaca şöyle özetleyebiliriz: 1960’larda genç ve tecrübesiz hükümet ve politik dengesizlikler ülke genelinde fakirlik ve açlığın büyük düzeyde artmasına sebep olmuştu. 1966 yılında Başkan Sukarno’nun, yerini Başkan Suharto’ya bırakmasının ar-dından yeni bir çağ başlamıştı. Enflasyo-nun düşürülmesi, yabancı yatırımların çe-kilmesi, dış borçların tekrar ele alınıp yeni ödeme planlarının yürürlüğe sokulması, ih-racat gelirlerini arttırmaya yönelik sanayide iyileştirmelere gidilmesi Suharto hükümeti-nin attığı adımlardan sadece birkaçı. Bir OPEC ülkesi olan Endonezya’nın topar-lanıp büyümesinde şüphesiz 1973 Petrol Krizi sayesinde edindiği gelirlerin büyük payı var. 1997-1998 Asya Finans Krizi, eko-nomiyi %13.7 oranında küçültmüş; yine si-yasal sorunlar ve ekonomik reformların ya-pılmasında geç hareket edilmesi iyileşmeyi yavaşlatmıştı. Bu karamsar tablo 2000’li yılların ortalarından itibaren finans sektö-ründe atılan adımlar sayesinde değişmeye başladı. 2011 Dünya Finans Krizi’nde fazla yıpranmayan ülkede şu an sanayi sektörü ekonominin bel kemiğini oluştursa da hiz-met sektöründe son yıllarda büyük bir ge-lişme görülüyor.

Kısa kısa ekonomiYuan mı Dolar mı?2008 yılında ABD’de başlayan finans krizi ile bir yıl sonrasın-da Avrupa Birliği ekonomilerini sarsmaya başlayan borç krizi yüzünden Dolar ve Euro’ya du-yulan güven azaldı. Dünyanın en yaygın rezerv para birimleri üzerindeki bu belirsizlikler, mer-kez bankalarında ve yatırımcı-larda yeni bir rezerv para biri-mi bulma isteği uyandırdı. Son dönemde durgunluk yaşansa da, Çin ekonomisinin yeri dünya ticaretinde her geçen gün daha da sağlamlaşıyor. Bu nedenle Çin’in para birimi Yuan’a rezerv para birimi olarak sıcak bakılıyor. Yuan’ın tam konvertibl olmama-sı ve Çin’in finansal piyasalar ve bankacılık sistemi reformlarında eksikler bulunması sebebiyle yakın zamanda Yuan’ın rezerv para pirimi olması imkansız gözüküyor. Buna rağmen Çinli ekonomistler 2015’e kadar ge-lişmekte olan ülkelerle yapılan ticaretin istikrarlı bir biçimde ar-tacağına inanıyorlar.

Facebook’tan milyon dolarlık hisse bağışıFacebook’un kurucusu Mark Zuckerberg eğitim alanında ça-lışmalarıyla tanınan Silicon Val-ley Community Foundation’a 500 milyon dolar değerinde 18 milyon adet hisse bağışla-dı. Zuckerberg, daha önce de Newark bölgesindeki okulların yenilenmesi için 100 milyon dolarlık bağışta bulunmuştu. Bill Gates ve Warren Buffet’ın önderlik ettiği The Giving Pledge(Bağış Yemini) kampan-yasına katılan 92 milyarderden biri olan Zuckerberg, ortalama 9.4 milyar dolarlık servetinin en az yarısını hayır işlerine yatıra-cağının sözünü vermişti.

2012 enflasyonu açıklandıTürkiye İstatistik Kurumu’ndan (TÜİK) gelen verilere göre 2012 enflasyonu netleşti. TÜİK, 2012 yılında Tüketici Fiyatları Endeksi’nin (TÜFE) yüzde 6.16, Üretici Fiyatları Endeksi’nin (ÜFE) ise yüzde 2.45 arttığını açıkladı. Buna göre yıllık enf-lasyon TÜFE’de 2011 yılının 4.29 puan, ÜFE’de 10.68 puan altında kaldı. Konuyla ilgili ola-rak, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, TÜFE verilerinin son 29 yılın, ÜFE verilerinin de son 45 yılın en düşük oranları oldu-ğunu söyledi.

Bogor Botanik Bahçesindeki biyoçeşitlilik büyüleyici (üstte)Cakarta’nın merkezine yakın pek çok fakir mahalle yer alıyor (altta)

Page 12: Detay-92

Sinem

aKonser

Tiyatro

Etkinlik

Sergi

Bu aylarda AJANDA’da

neler var?

Kültür-sanat gündemini derlemeye devam ediyoruz. Sizler için, ocak ve şubat aylarında gerçekleşecek etkinliklerden bir seçki hazırladık. Vizyona giren filmler, konserler, sergiler ve daha birçok aktivite bu sayfada sizleri bekliyor. Hadi gelin, hep birlikte, vakit kaybetmeden ocak ve şubat ayları için ajandamızı oluşturalım…

Hazırlayan: Pırıl Kalyon

Duvar Resminden Korkuyorlar31 OcakSalt Beyoğlu/ Kat: 1-2-3

1970’lerin ikinci yarısında sanat, sanatçı hakları ve örgütlenmeleri, duvar resimleri, siyaset ve kitlesellik üzerine bir araştırma ve arşiv projesidir. Sergi kapsamında fotoğ-raflar, basılı kaynaklar sergilenecek ve dö-neme ilişkin söyleşilere yer verilecek.

Bilinmeyen Ara Güler3 Şubat’a kadarGaleri G-art

Ara Güler bu kez bilinenin aksine portre ve İstanbul fotoğraflarıyla değil daha önce hiç sergilenmemiş soyut tarzıyla sanatseverler-le buluşuyor. Sergide 1970’lerde çekilmeye başlanmış Ara Güler’in soyutluk anlayışını yansıtan 16 eseri yer alıyor.

Magdalena Abakanowicz/İnsanlık Serüveni30 Ocak’a kadarAkbank Sanat

Abakanowicz insanın 30 bin yıllık serüveni-nin sanatını, sanatın 30 bin yıllık serüveni-nin insanını üretiyor.

1+824 OcakSalt Galata/ Kat -1

Türkiye ve sekiz komşusu hakkında sekiz ekranlı bir video enstalasyonundan oluşu-yor. Her bir ekranda Bulgaristan, Ermenis-tan, Gürcistan, Irak, İran, Nahçıvan, Suriye, Yunanistan sınırlarının iki tarafındaki hayat-lar sunuluyor.

Parker Donald Westlake’in uzun soluklu roman serisinden uyarlanan film, işinde ‘merha-metiyle’ ün yapmış hırsız Parker’ı odak noktasına alıyor. Filmin yönetmenliğini Şeytanın Avukatı, Ray gibi ödüllü yapım-lara imza atmış Oscarlı sinemacı Taylor Hackford üstleniyor.

Hitchcock Yönetmenliğini Sacha Gervasi’nin üst-lendiği “Hitchcock” sinema tarihinin en etkileyici isimlerinden Alfred Hitchcock ile karısı ve ortağı Alma Reville’nin aşklarını anlatıyor.

ZincirsizQuentin Tarantino’nun 9.filmi daha gösterime girmeden çok konuşuldu. Jamie Fox, Leonardo DiCaprio gibi usta isimleri bir araya getiren film, Amerikan İç Savaşı’nın iki yıl öncesin-de geçiyor.

LincolnFilm, Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. Başkanı olan ve iç savaşa öncü-lük eden Lincoln’un son dönemlerine ışık tutuyor. İç Savaş’ın hararetli gün-leri geride kalınca, Abraham Lincoln ile kabinesi arasında fikir ayrılıkları da su yüzüne çıkacaktır. En ciddi görüş ayrı-lığı ise kölelik konusunda yaşanacak-tır. Steven Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı “Lincoln” şimdiden Oscar sezo-nu için kulislerde konuşuluyor.

Taş Mektep Kayseri Lisesi’nin son sınıfındaki 62 öğrenci 1920-1921 yıllarındaki öğretim döneminde okullarını terk ederler. Tek amaçları Sakarya Meydan Savaşı’na katılıp orduya destek olmaktır. Film, bu genç şehitlerin öyküsünü perdeye taşı-yor. Filmin oyuncu kadrosunda Melisa Sözen, Bülent İnal, Mete Horozoğlu, Tuncel Kurtiz, Meltem Cumbul, Ayşen Gruda, Altan Erkekli gibi ünlü oyuncu-lar yer alıyor.

25 O

cak

2013

1 Ş

ubat

201

38

Şub

at 2

013

15 Ş

ubat

201

3

Trio Elf22 Ocak/ 20.00Akbank Sanat: 0212 252 35 00

Paul Banks13-14 ŞubatBabylon: 0212 292 73 68

Bülent Ortaçgil26 Ocak/ 20.30Matine: 0216 355 77 91

Jessica Gall31 OcakAkbank Sanat: 0212 252 35 00

Faust22 Ocak- 23 Şubat/ 20.30 Barış Manço Kültür Merkezi: 0216 418 16 46

Doktor Faust, yeryüzündeki sınırlı ya-şamın acısından kurtulmak için ruhunu Mephisto’ya, yani şeytana satmayı kabul eder. Mephisto, bunun karşılığında Faust’u bilgi hastalığından kurtaracaktır. Nitekim bir cadının hazırladığı iksirle Faust’un genç-leşmesini sağlar. Artık genç ve yakışıklı bir adam olan Faust, Gretchen adında güzel bir kızla karşılaşıp ona aşık olur.

Babamın Cesetleri2 Ocak- 31 Ocak / 20.00Krek- Santralistanbul: 0212 311 78 24/ 0539 592 98 48

Berkun Oya oyunu bir hastane odasında başlatıp bir ailenin hayatını didik didik ediyor. Savaş fotoğrafçısı bir baba (Şerif Erol) ve iki oğul ( Kaan Taşaner, Öner Erkan) arasında-ki ilişki o kadar iyi sahneleniyor ki oyundan herkes etkilenmiş olarak çıkıyor. Babamın Cesetleri olay ve duygu dolu bir oyun…

merakla Beklenen Filmler tiyatro perdesi

Sergiler - Sergilenenler

Konserler

Okur Buluşması22 0cak - 19 Şubat/ 18.45Fransız Kültür Merkezi Medyayeğinde ayda bir kere düzenlenen etkinlik katılımcıları edebiyata adım adım yaklaştırıyor. Etkinli-ğin amacı katılımcılar arasında paylaşım ve karşılıklı fikir alışverişi sağlamak…

Müzede Mimari - Barry Bergdoll31 Ocak/ 19.00İstanbul Modern

Dünyadaki müzeler arasında ilk kez kalıcı bir Mimari Departmanı açan MoMA, çeliş-kili bir sergileme pratiği olan mimariyi geniş izleyici kitlesi ile buluşturuyor. 2006 yılında bu yana Mimari ve Tasarım Şef Küratörü olan Barry Bergdoll mimariyi müzeye taşı-mayı ve müzenin mimarlık üzerine bir izle-yici kitlesi oluşturmadaki rolünü, MoMA’nın çağdaş tasarımcılar ile uzun zamandır de-vam eden ortaklıklarının yanı sıra güncel ve gelecek projelerden örneklerle açıklayacak.Rezervasyon için: [email protected]

Etkinlik Güncesi

Page 13: Detay-92

Atık pil toplama kampanyaları, Türkiye için yeni sayılabilecek bir kavram. Çevre bilinci-nin artmasıyla birlikte atık pil kutu ve kum-baraları günlük yaşamda hemen her yerde karşımıza çıkmaya başladı. Teknolojinin gelişmesiyle zararlı metallerin nasıl kulla-nımdan kaldırılarak, doğaya daha az veren pillerin kullanıldığını Yüksek Kimya Mühen-disi Savaş Arna açıkladı.Savaş Arna, pillerin ister cihazlarda ister depolamada isterse de atık halinde olsun, hiçbir zaman insan sağlığına zarar verme-diğini ileri sürdü. Arna konuyla ilgili olarak ‘Sağlığa zarar verebilecek piller, içerisin-de yer alan metallerle ilgilidir. Yaklaşık 30 sene önce birincil pillerin yani tek kulla-nımlık, tekrar şarj olmayan pillerin içerisin-de %20-%30’lara ulaşan miktarlarda cıva bulunmaktaydı. O dönemde bu konuda Avrupa’da bazı çalışmalar yapılmaya baş-landı. Öncelikle cıvanın zararları ve azaltıl-ması üzerinde durdular. Şu an, 1 ton pilin içerisinden çıkabilecek cıva miktarı beş gramı geçmiyor. Dolayısıyla cıva kullanımı sorunu ortadan kalkmış oldu. Yine, eskiden pillerin içerisinde nikel-kadmiyum bileşimi kullanılıyordu. Kadmiyum; kanserojen, tok-sik bir ağır metal element. Kadmiyumu tek-nolojik olarak azaltmak mümkün olmadığı için başka yöntemlere başvuruldu. Zaten o metalin kullanımı da sınırlandırılmıştır. Kı-sacası en zararlı maddeler pillerden arındı-rılmıştır’ şeklinde konuştu.

atık pillere 3 tür çözümAtık pillere uygulanabilen üç tür toplama sisteminden bahseden Arna şu bilgileri ver-di: ‘Bunlardan ilki; toplanan pilleri ihraç edip yurtdışına atmaktır. İkincisi; geri dönüştür-me yani pillerin bir tesise yollanıp orada metal ve metal bileşiklerine ayrılması işle-midir. Üçüncüsü ise pilleri kontrollü biçimde yer altında depolamaktır. Biz de bu amaç-

Atık piller çöpe değil atık pil toplama kutusuna!Kansere ve pek çok hastalığa yol açabilen atık pillerin özel depolarda saklandığını biliyor muyuz? Taşınabilir Pil Üreticileri ve İthalatçıları Derneği (TAP) Teknik Eğitim Uzmanı Savaş Arna, atık pil toplama konusunda doğru bilinen yanlışları Detay Dergisi’ne anlattı.

la Çevre ve Orman Bakanlığı’nın onayıyla Kemerburgaz’da depolar yaptırdık. Depo-lar; betondan, 100 ton pil kapasiteli, 30 cm kalınlığında duvarı olan ve hem içten ve hem de dışarıdan izolasyonludur. Piller bu depolara doldurulur ve dışarıyla hava alış-verişi kesilecek şekilde kapatılır. Belirli bir süre sonra zamanla kurumaya taşlaşmaya başlar ve tamamen zararsız hale gelir’.

Geri dönüşüm, maliyeti nedeniyle tercih edilmiyorTürkiye’de, her yıl piyasaya sürülen yakla-şık 9 bin ton pilden sadece 325 tonu ber-taraf etmek ya da geri kazanmak amacıyla toplanabiliyor. Türkiye’de pil geri dönüşüm tesisi bulunmuyor. Bu sebeple toplanan pillerin yüzde 15’ine denk gelen sekonder (şarj edilebilir) bölümü geri dönüşüm için Avrupa ülkelerine gönderiliyor. Yüzde 85’i ise atık sahalarında TAP tarafından Bur-sa, İzmir gibi büyükşehirlerde inşa ettirilen gömme depolarda bertaraf ediliyor.

‘Ekonomik faktörler çevre bilincinin önüne geçiyor’Türkiye’de pillerin geri dönüşümünün yapı-lamadığını belirten Savaş Arna, ekonomik faktörlerin çevre bilincinden ön planda tutul-duğuna vurgu yaparak, ‘Pil geri dönüştür-me, kişilere çok fazla bir ekonomik getirisi olmadığından dolayı çok fazla tercih edilmi-yor’ ifadelerini kullandı. Arna ayrıca pillerin toplanmasının temel sebeplerinden biri de içerisindeki değerli metalleri geri dönüştür-mek olduğunu vurguladı.

hayatın Cebinde Kalsın!Galatasaray Üniversitesi Kurumsal Sosyal Sorumluluk Biriminin trafikte seyir halinde cep telefonu kullanımı-nın yarattığı tehlikelere dikkat çekmeyi amaçlayan “Hayatın Cebinde Kalsın” kampanyasının panel etkinliği 5 Aralık Çarşamba günü saat 11.00’da Erdo-ğan Teziç Salonu’nda gerçekleşti. Murat Kazanasmaz ve Volkan Demirkuşak’ın konuşmacı olarak katıldığı panel, imza kampanyasının başlangıcı ile son buldu. Aynı hafta TV 24’deki Moderatör prog-ramına da konuk olan birimin faaliyet-leri devam ediyor. Eğer siz de hayatın cebinde kalsın diyorsanız imza kam-panyalarına destek olunhttp://imza.la/hayatin-cebinde-kalsinNe kadar çok imza o kadar çok ses!

Bilinçlendirme kampanyalarına daha fazla ihtiyaç varAtık pil toplama konusunda Avrupa’daki ül-kelerle baş başa gittiğimizi hatırlatan Arna; ancak bilinçlendirme çalışmalarına daha fazla ihtiyaç olduğunu belirterek, ‘Türkiye’de atık pil toplamaya Avrupa’ya göre 30 sene kadar geç başlamamız bizim bu konuda geride olmamıza sebep oluyor. Büyük bir ülkede yaşadığımız için bu işlemler çok maliyetli oluyor. Bu nedenle bilinçlendirme kampanyalarını ön plana çıkartmamız ge-rekiyor’ dedi.

Atık pillerin çevreye zararları

Gerekli önlemler alınmadığında atık piller çevreye ve insan sağlığına

büyük zarar vermektedir. Enerjisi bit-miş piller, çöpe atılmaları durumunda hava, su ve toprak kaynaklarını kirleti-yor. Uzmanlara göre zamanla bozulan ve gövdesinde akıntı meydana gelen pillerin içeriğinde bulunan cıva, kad-miyum ve kurşun; kansere, nörolojik bozukluklara, akciğer hastalıklarına, beyin iltihaplanmasına ve kısırlığa yol açıyor. Çöpe atılan pillerin, katı atık depolama sahasında zamanla bozu-larak içeriğinde bulunan bazı tehlikeli ve zararlı maddelerin serbest kalma ihtimali bulunuyor. Bu yüzden katı atık depolama sahalarında denetimlerin çok sıkı yapılması gerekiyor.

AB yönetmelikleri

AB ülkelerinde geçerli olan yeni direktife (2006/66/EC) göre her

türlü pil ve akümülatörün çevre için az veya çok zararlı etkileri olduğu görüşü hâkimdir. Bu nedenle direktif kapsamı çok genişlemiş durumdadır. Ayrıca cıva, kadmiyum ve kurşun gibi zararlı maddelerin pil ve akümülatörler bün-yesinde bulunmasına müsaade edilen oranları yeni direktifte, eskiye oranla daha da düşürülmüştür.Taşınabilir Pil Üreticileri ve İthalatçıları

Derneği(TAP) Teknik - Eğitim Uzmanı Savaş Arna

Haber: Yaz Güvendi

on üç

Page 14: Detay-92

Çalışma masanızda ve kütüphane-nizde bulunan kitapların çoğu 21 Aralık 2012 üzerine... Sizi bu konuya yönlendi-ren neydi? 2012 konusunu 2008 yılından bu yana sıkı bir şekilde takip ediyorum. Bu konuyla ilgili ilk çıkan kitabım Dönüşüm Zamanı. Burada hem Maya takvimini hem de bu dönemle ilgili spekülasyonlar üzerinde çalıştım. Bu konu hakkında pozitif veya negatif ne söy-leniyorsa hepsini araştırmak istedim. İlk olarak bu konunun Batı astrolojisi ile pa-ralelliğini anlamaya çalıştım. Doğu ve Batı Astrolojisi kavramları üzerine çalıştım. Batı astrolojisiyle, yani bizim bakışımızla, böyle bir dönemden geçip geçmeyeceğimiz yö-nünde çalışmalar yaptım. Sonuçta, gerçek-ten de bu tarihin bizim için çok önemli bir döngü olduğu kanaatine vardım. Bu araş-tırmalar sırasında ikinci kitabım çıktı: Büyük Uyanış. Büyük Uyanış’ın anlamı; bu döne-min aslında bir bilinçlenme, şuurlarda bir açılma dönemi olduğunu düşünmem. Zaten bu yüzden kitabın adı “Büyük Felaket” ya da “Büyük Son” olmadı.

“mayaların 20 tane takvimi var”

21 Aralık 2012’nin hep bir “son” olma-sı üzerine konuşuldu. Oysa siz yeni bir başlangıçtan söz ediyorsunuz. Bu yanlış anlaşılma sizce nereden kaynaklanıyor? Her son yeni bir başlangıçtır. Olayı dairesel şekilde düşünürsek aslında bir “son” nok-tası yok. Her nokta bir son noktası olabilir; ama aynı zamanda o nokta bir başlangıç noktası da olabilir. Bu şuradan kaynakla-nıyor: Bizim Batılı anlayışımız (buradaki Doğu-Batı kavramını Mezo-Amerikan kül-türlerle karşılaştırıyorum) çizgisel zaman şeklinde çalışıyor. Dün vardı, bugün var, yarın da olacak. Bu düz bir çizgi… Dolayı-sıyla dün asla bir daha olmayacak. Ancak, Mayalar için zaman döngüsel; dolayısıyla bu periyodlar tekrar tekrar geliyor. Evet, belli tarihler var; ama zaman devam ediyor.

“Dünya’nın sonu diye bir ifade yok”21 Aralık 2012 Mayaların 20 farklı takvimin-den birisinin bitişi. Mayaların tek bir takvimi yok. Mayaların uzun sayım takviminin 5200 yıllık bir döngüsü bitiyor. Bizim Gregoryan takvimimize göre bu döngü 5025 yıla denk geliyor. Peki, aradaki fark nereden kaynak-lanıyor? Mayalar 360 derecelik daireyi esas

aldıkları için 1 yılı 360 gün olarak değer-lendiriyorlar; ama 1 yılın 365 gün olduğunu biliyorlar, o ayrı. 365 günlük takvimleri de var, ona “Haap” diyorlar. Tarım zamanlarını, ticareti, vs. onunla belirliyorlar. Bu 360 gün-lük sürelerin özellikle 20’nin katları olan “ka-tun” olarak tanımladığımız döngülere bölün-müş olduğunu ve 5200 yıllık bu döngünün 13 ve 20 ile bölümlenerek bir takvimin ana birimlerini oluşturduğunu görüyoruz. Aslın-da matematiksel olarak mükemmel çalış-mışlar. Neticede beş bin iki yüz yıl ya da bizim zamanımızda 5125 yıl geriye gider-seniz Maya takviminin başlangıcı olan M.Ö 3114 yılına gidersiniz. Yani, Maya takvimi-nin bizim de içinde olduğumuz uzun dön-gü periyodu M.Ö 3114 yıl önce başlıyor ve 21 Aralık 2012’de bu döngü tamamlanıyor. Ancak, hemen ertesi günden itibaren 5125 yıllık yeni bir döngü başlıyor. Mayalar bunu “Zamanların sonu” olarak tanımlıyorlar. Ma-yalarda “Dünya’nın sonu” diye bir ifade yok. Bunu bu hale getiren Batılı zihinler; çünkü Maya yazıtlarını kendi bilinçlerine göre oku-yup değerlendiriyorlar.

Tarih boyunca çeşitli medeniyetler Dünya’nın sonu ile ilgili iddialarda bu-lunmuş. Bu iddiaları nasıl değerlendiri-yorsunuz?M.Ö 2800 yıllarında bir Asur tabletine şu sözler yazılmış: “Dünyamız son günlerde dejenere olmaktadır. Dünya’nın sonunun hızla geldiğinin belirtileri vardır” Burada ina-nanların çoğu din adamları ve bu adamlar Dünya’nın sonunun geleceğini iddia ettikle-ri tarihlerle ortaya çıkmışlar. Mesela Papa Saint Clément, M.S 90 yılının Dünya’nın sonuna çok yakın olduğunu söylemiş Yine, M.S 365 yılında Hilary adında bir din ada-mı, halka o yıl içerisinde Dünya’nın sona ereceğini söylemiş. 1284, 1603, 1689, 1973, 1962 gibi bir sürü tarih var Dünya’nın sonu ile ilgili… Newton, bir bilim adamı olarak, Dünya’nın 2060 yılında sona ere-

“Kıya

meti Mayalar değil;

‘‘21 Aralık Kıyamet Günü’’ senaryoları Maya medeniyetinin belki de tarihte hiç olmadığı kadar konuşulmasına sebep oldu. Birçok araştırmacı, Maya takvimi-nin Dünya’nın sonuna işaret etmediğini belirtmesine rağmen, meşhur Haab takvimi son yıllarda en çok konuşulan konulardan biri haline geldi. Öyle ki, özel-

likle 2012’nin sonlarına doğru; Maya tabletleri, foton yılı, Nibiru, Marduk, gezegen geçişleri ve kıyamet senaryoları gündelik hayatımızın bir parçası oldu.Takvim, uzmanların farklı yorumlamalarına hayal gücünün de girmesiyle kıyamet senar-yolarına dönüştü. Peki, Maya takvimi gerçekte ne diyor? Astrolog Öner Döşer’in konuyla ilgili tavrı belli: “Mayalarda “Dünya’nın sonu” diye bir ifade yok. Bunu bu hale getiren Batılı zihinler; çünkü Maya yazıtlarını kendi bilinçlerine göre okuyup değerlendiriyorlar”

on dört

biz kopardık”

Page 15: Detay-92

“Kıya

meti Mayalar değil;

“21 Aralık ve Kıyamet Günü” geçtiğimiz yıl en çok cevabı aranan soruların başında geliyordu, hiç kuşkusuz… Televizyon programları, yazılar, filmler, belgeseller derken etrafımız kıyamet senaryolarıyla, korkularla ve bu korkuları fırsatlara çevirmeye çalışan insanlarla dolup taştı… 21 Aralık 2012’yi sağ salim geride bıraktık. Uzmanlar, artık yeni bir döneme girdiğimizi söylüyor. Peki, bu yeni dönem nelere işaret ediyor? 21 Aralık 2012’yi kimler nasıl fırsata çevirdi? İşte tüm bu soruların cevaplarını sizler için araştırdık.

Röportaj: Ebru Tepeler, Ulaş Manazoğlu

ceğini söylemiş. Nostradamus’a göre bu tarih 3797. Bununla ilgili, söylediğim gibi, çok fazla tahmin var. İşi, dini boyutundan değerlendireceksek, kıyametin kopacağı tarihi bir tek Allah biliyor. Zaten Mayalar da “kıyamet” demiyor; kıyameti koparan bizle-riz. Nedense birileri felaketleri ön görmeye meraklı. Başka birileri de bu felaketten müt-hiş korkuyorlar; ama sürekli bunu didikleyip duruyorlar.

“Büyük değişimler zamanı”

21 Aralık 2012 itibariyle Maya takvimi-ne göre yeni bir dönemin başlayacağını söylediniz. Peki, bu yeni dönem nasıl ola-cak? Bu konuyla ilgili çalışmalar var mı? Evet, çalışmalar insanoğlunun yeni bir bilinç evresine geçtiğini anlatıyor. İnsanlık tekamül sürecinde yeni bir aşamaya geçiyor; ama bu, 1-2 yılda işin hemen en son aşamasına varabileceğimiz anlamına gelmiyor. Mesela 31 Aralık’ta yıl bitti, 1 Ocak’ta yeni yıla başla-dınız. 1 Ocak’ı takip eden 360 günü bir anda bütün enerjisiyle görmüş olmuyorsunuz; gün ilerledikçe o enerjiyi anlamaya başlıyorsu-nuz; ama bunun oturması bir zaman alıyor. Mayalara göre de 21 Aralık 2012’de tamam-lanacak; ama yenisi başlayacak bu dön-günün 20 yıllık bir sonraki dönemi 2032’ye kadar sürüyor. Bu 20 yıllık döngü büyük değişimler zamanı olarak tanımlanıyor. Yani bu dönem bize bilindik ekonomik, bilimsel, kültürel; hatta inançlarla alakalı kalıpların, al-gıların, anlayışların dönüşeceği bir zamanda olduğumuzu anlatıyor.

Bu girdiğimiz yeni dönem Kova Çağı olarak adlandırılıyor, değil mi? Kova çağı; ama hemen bir günde çağlara giriş olmuyor. Çağ geçişleri; bu döngünün yüzde onu olan bir süreci içeriyor. Yani, 2100 yıllık bir geçiş döneminden bahsedi-yoruz. Biz o “Kova Çağı” enerjisini almaya

başladık zaten. Bu dönemde üstün akıl ve evrensel düşünce, amaç birliği ilkesi ön planda olacak. Özgürlük tarafsızlık ve sos-yal adalet duygusu ve toplumcu düşünce, dünyanın sadece madde ve enerjiden de-ğil; bilgiden de oluştuğunu söyleyeceğiz.

21 Aralık 2012’nin“Dünya’nın sonu” olarak görülmesi ve bunun üzerinden kıyamet senaryolarının çeşitlenmesinde özellikle medyanın ciddi bir etkisi var. Sa-dece Şirince örneği bile bunun en önemli kanıtı... Siz ne söylemek istersiniz? Tabii, kesinlikle. İnsanlar bir yerlere gitmek istiyorlarsa gitsinler. Orada manevi bir haz alacaklarsa, ruhsal anlamda kendilerine bir şeylerin iyi geleceğini düşünüyorlarsa –ister Şirince olsun- istedikleri yere gitsinler. Ben kaçarak gitmeyi doğru bulmuyorum. Bunun bu hale geldiğine de inanamıyorum. Bunun hiçbir şekilde bilimsel bir kökeni yok. Dün-yanın bir yerinde o gün doğal afetler mey-dana gelebilirdi. Birkaç depremin art arda geldiği zamanlar var, bunlar geçmişte oldu. İnsanlar en ufacık bir şeyde “Mayalar hak-lıydı” diyor. Bunun Mayaların haklı olmasıy-la bir alakası yok; çünkü Mayaların anlattığı şey bu değil. Evet, Mayalar haklıydılar; çün-kü biz bir döngü değiştiriyoruz. Günümüz-de 10 milyondan fazla Maya nüfusu var ve çoğu, buradaki tamamlanmayı bir kıyamet olarak görmez, kıyamete hazırlanmaz.

Öner Döşer kimdir?

Anadolu Üniversi-tesi Açık Öğretim

Fakültesi İş İdaresi Bölümü mezunu olan Öner Döşer, 1999 yılın-dan itibaren astroloji ile yakından ilgilen-meye başladı, 2001-

2003 yılları arasında Astroloji Birliği Derneği’nde çeşitli seminerlere katıldı. Daha sonra, 2003 yılında Ortaçağ Astroloji teknikleri üzerine Academy of Predictive Astrology’de eğitim gördü. 2005’te kurduğu AstroArt Astroloji Okulu’nda halen ders vermekte olan Döşer, burada haftanın altı günü öğ-renci gruplarına astroloji eğitmenliği yapıyor. Aynı zamanda da yeni kurulan Astroloji Televizyonu’nun yönet-menliğini üstleniyor. Şu ana dek 11 tane kitabı yayımlanan ünlü astrolog Habertürk Blog’da da astroloji üzerine yazılar yazıyor.

on beş

biz kopardık”

Page 16: Detay-92

2012 Fenomeni’nin popüler kültüre etkisiMayaların kıyamet kehaneti üzerine birçok kitap yazıldı. Bu konuda yazılan yerli

ve yabancı en çok satan kitaplardan bazıları şunlar oldu: Kutsal Maya İnancıAyşe Nilgün Arıt / Don Miguel A. Vergara Calleros,The Alignment with the Galactic Center, and the December 21 2012 Mayan Prop-hecies - Will the World End in 2012? Carol Chapman, John ChapmanMayan Calendar Prophecies | Part 1: Predictions for 2012 and BeyondGary C. DanielsMaya Evren Bilimi M S 2012: Dünyanın sonu mu Yoksa Yeni Bir Başlangıç Mı?John Mayor Jenkins,Maya KehanetleriAdrian Gilbert/Maurice M Cotterell, Maya Evrenbilimi M.S. 2012John Major Jenkins, 2012 Maya KehanetiDaniel PinchbeckMaya Takvimi ve Bilincin DönüşümüCarl Johan Calleman2012 Marduk’la randevu: Ejderhanın YılıBurak EldemKlasik Tarihin Yanılgısı Mayalar& Beklenen 2012Reha Babacan Güneşin Çocukları Maya 2012Ali Ataman

TV ve sinemada Maya KehanetiSadece kitaplarda değil;2012 Fenomeni Maya Kehaneti sinemalarda, televizyonlar-

da da kendine geniş yer buldu. Amerikan dizisi X Files’ın bir bölümünde 22 Aralık 2012 günü son uzaylı istilası olarak verildi. History Channel teorilerle ilgili; Decoding the past, End of days (2006), Last Days on Earth (2006), Seven Signs of the Apocalypse (2007) ve Nostradamus 2012 (2008) belgesellerini çekti. Yine, Discovery Channel “2012 Apocalypse” adlı 2009’da yayımladığı belgeselinde 2012 yılı senaryolarına yer verdi. Bu belgeselde büyük fırtınalar, kutuplardaki manyetik alan sorunları, süper volkan patlamaları, depremler gibi olayların yaşanılacağı iddia edildi. National Geographic kanalında da konuyla ilgili Doomsday Preppers isimli bir belgesel yayımlandı. Ame-rikan Futbol Ligi şampiyonluk karşılaşması Super Bowl’da yayımlanan bir otomobil reklamında, kıyamet sonrası mizanseni kullanıldı.

Dünya’nın sonu Hollywood’da izlenir! Dünyanın “yok oluşu” Hollywood sinemasında sıkça işlenen ve yapımcısının

gişede yüzünü güldüren bir konu olarak biliniyor. Öyle ki, Hollywood yapımı “2012” gösterime girdiği 2009 yılında en çok konuşulan filmlerden biri olmuştu. Komplo teorileriyle kehanetlerin birbirine karıştığı, dünyanın yok oluşunun bi-limsel olarak temellendirilmeye çalışıldığı kıyamet senaryosu olan film, gösterime girmeden önce başlatılan viral pazarlama çalışmaları kamuoyunda büyük endişe yaratmış, NASA da konuyla ilgili açıklama yapmak zorunda kalmıştı. 21 Aralık 2012 Fenomeni’nin adeta “resmi” görseline dönüşen film mizansenleri bu süreçte haber bültenlerinde sayısız kez gösterildi. “Bir milyar Euro verip binilen, kıyamet-ten etkilenmeyen mucizevi gemi senaryosu” bugünkü “kıyametten etkilenmeyen Bugarach ve Şirince” köylerine ne kadar benziyor, değil mi? Ayrıca, ünlü yönetmen

Lars von Trier’in 2011 yılı yapımı Melancholia adlı filminde de “Dünya’nın sonuna” göndermeler içeren sahnelere yer verildi: Dünya ve güneşin yaklaşması.

“Dünyanın sonu” temasını işleyen filmlerden bazılarının afişleri.

“Dünyanın sonu” temasını işleyen kitaplardan sadece bazıları

“Dünyanın sonu” için çekilen bazı belgeseller.

Bir kapitalizm kandırmacası:

21 Aralık 2012

Page 17: Detay-92

Kapitalist sığınaklar21 Aralık 2012 günü gerçekleşeceği iddia edilen kıyametten

etkilenmeyeceği açıklanan Dünya üzerindeki iki yerleşim yeri Fransa’daki Bugarach ile Türkiye’deki Şirince köyleri, basında çıkan haberlere oranla beklenildiği ilgiyi görmese de ekonomik olarak bir canlanma yaşadı. Kehanetlerin, turizm ve ticaretle buluştuğu bu köyler adeta ‘Mistik Pazarlama’nın yeni merkezleri oldular. ‘‘Kıyamet Günü’ne özel ürünler “Kapitalizm her şeyi sattırır” tezini doğruladı. Bugarach- Fransa2.5 milyondan fazla internet sitesi Bugarach Köyü’nü kıyamet üssü ola-rak gösterdi. Kayalıkların üzerinde olduğu iddia edilen “ezoterik işaret-ler” köyün reklamında önemli rol oynadı.Pansiyonlarda odaların gecelik fiyatı 800 Euro’ya kadar çıktı. Köye 19 km uzaklıktaki bir yerleşim yerinde oda fiyatları 500 Euro’yu buldu. Köyün tepesinde yer alan 4 odalı bir evin gecelik kirası 1.870 Euro olarak belirlen-di. Çevrede çadır kurmanın maliyeti 400 Euro’yu buldu. Köyde kalacak yer alanlara guru ile meditasyon fırsatları sunuldu. Köyden çıkan ve şifa verdiği iddia edilen bir şişe su 15 Euro’dan satıldı. Yine, otantik Bugarach Köyü taşları, gramı 1.5 Euro’dan satışa sunuldu. Bunun yanı sıra, köyde giriş ücreti 30 Euro olan “Dünya’nın Sonu” temalı partiler düzenlendi. Son olarak, köydeki Pic de Bugarach (Bugarach tepesi) UFO’ların kullanacağı bir uzay üssü olarak tanıtıldıŞirince- TürkiyeŞirince, Yeni Çağ’a geçiş için yerleşilen ikinci köy olarak dünya gündeminde yer aldı. Normal dönemde 10 kişilik jandarma timinin görev yaptığı köyde 21 Aralık’ta komando ve istihbarat birimlerinde görev yapan 300 kişi hazır bulundu. Ayrıca, kıyamet tişörtleri, kıya-met lokması gibi ürünler satıldı. 20 lira olan Kıyamet şarabı, 21 Aralık 2012 akşam saatlerinde 15 liraya indi. Bölgedeki restoranlar Kıyamet Günü’ne özel menüler hazırladı. İşte onlardan bir tanesi:Kıyamet çorbasıAteş pilavıCennet kebabıYasak elma tatlısıSon dem çayı40 TLBunun yanı sıra, “21 Aralık 2012 Kıyamet Günü’ isimli özel bir şarap piya-saya sunuldu. Yaklaşık 3bin kişinin geldiği köyde, 10 kişiye bir gazeteci düştü.Son olarak, CNBC-e, yeni dizisi Revolution ile Kıyamet Günü olarak anı-lan 21 Aralık 2012’de izleyicilerinden bir kişiye çift kişilik Şirince seyahati hediye etti.

Haberlerde “kıyamet” etkisi Medya Takip Ajansı Interpress’in Türkiye’de ulusal, bölgesel ve yerel yazılı ve gör-

sel medyada yaptığı araştırmaya göre; Şirince Köyü hakkında Eylül ayından bu yana toplam 1.138 adet haber çıktı. Televizyonda gün boyunca -haber kuşakları ve ana haberler dahil- son üç ay içinde toplam 627 haber yayımlanırken, yazılı basında ise aynı dönemde konuyla ilgili 511 haberin yapıldığı saptandı. 21 Aralık 2012 günü ve Şirince Köyü hakkında köşe yazarları, bilgi ve görüşlerini kaleme aldıkları 134 yazı ile okuyucularına seslendi.

Önümüzdeki tarihlere bakacağız Dünyanın ne zaman yok olacağı yani ‘‘son tarih bulma arayışı’’ tarih öncesine

dayanan bir olgu. Tarih boyunca kâhinler, din âlimleri, düşünce kuruluşları, bilim adamları sürekli dünyanın ne zaman sona ereceğini öngören açıklamalar yapıyorlar. Bu yıl, dünya gündemini en çok meşgul eden ‘‘21 Aralık Fenomeni’’ diğer tüm kıyamet ön-görüleri gibi gerçekleşmedi. Ancak senaryolar bitmedi. Yakın tarihte; gök taşı çarpma-ları, manyetik dengenin kaybı gibi pek çok nedenle dünyanın sona ereceğine inanılan tarihler de belli oldu: 15 Şubat 2013; 13 Nisan 2029; 13 Nisan 2036; 5 Şubat 2040

Bugarach köyü (üstte)Şirince köyü ve “Kıyamet Günü:21 Aralık 2012” için üretilmiş özel şaraplar (altta)

“Kıyamet haberleri”nden bazıları

5125 yıl döngüsü bulunan ünlü Maya takvimi dünya çapında bir fenomen yarattı. 21 Aralık 2012 tarihinde felaket ve dönüşümlerin yaşanacağına dair olan yaygın görüş aynı zamanda popüler kültürün en önemli malzemesi haline geldi; kıyamet senaryoları filmlere, belgesellere konu oldu.

on yedi

Page 18: Detay-92

onse

kiz

Page 19: Detay-92

ondo

kuz

Page 20: Detay-92

sahne seninKöy tiyatrosu, Metin Erksan, Susuz Yaz, Köy Çocuk Oyuncakları

Müzesi… Bunların hepsini bir araya getiren Bademler Köyü’nde

tiyatro denince akan sular duruyor. Genç-yaşlı demeden herkesin

sahne tozu yuttuğu köyün halkı alkışı hak ediyor…

İzmir’in batısında, Urla ilçesine yakın gü-zergahta bulunan Bademler Köyü sadece bir Ege köyü değil; su problemiyle Metin Erksan’ın ölümsüz filmi “Susuz Yaz”a konu olan, Türkiye’nin ilk “Köy Çocuk Oyuncakla-rı Müzesi”nin olduğu ve belki de en önemlisi yediden yetmişe herkesin tiyatrocu olduğu büyük bir sahne… Öyle ki, burada insanlar gündüz kendi işleriyle uğraşırken bir yan-dan da akşam sahneleyecekleri tiyatro oyu-nu için çalışıp ezber yapıyorlar… Bademler Köyü’nde yaşayan emekli memur Murtaza Uran’la köydeki tiyatro çalışmala-rını konuştuk. 1966’dan bu yana sahnede olan ve kendilerine ait Bademler Kültür ve Sanat Derneği’nin gelirleri haricinde hiçbir kurumdan maddi bir destek almadıklarını belirten, Uran’ın gözünden Bademler Köyü ve tiyatro sevgisi…

“tiyatro geleneğini kuşaktan kuşağa aktarıyoruz”

Bademler Köyü’nde 7’den 70’e herkes tiyatrocu… Köy halkındaki bu tiyatro sevgisinin temeli nedir sizce?Tiyatro sevgisinin temeli hayatın bir tiyatro olduğu gerçeğinin köylüler tarafından be-nimsenmesidir. Herhangi bir köyde 10 ki-şiyi bir araya getirsek, belki birisi sahneye çıktım der. İnanın, Bademler ’de sokakta herhangi 10 kişiye sorsanız en azından 9’u

bir oyunda rol aldığını söyler. İlla seyircinin önüne çıkmak değildir tiyatro; arka tarafta makyaj yapmaktır, öbür taraftan ışık ver-mektir. Mutfağında çalışmayı bilmek de ti-yatroya hizmet etmektir. Bademler’ in anla-yışı budur. Ben, 1966’da ilkokulu bitirdiğim yıl ilk defa sahneye çıktım. O günden beri devam ediyorum. Burada amacımız her yıl en az birini ilk defa sahneye çıkarmak. Bu şekilde tiyatro geleneğini kuşaktan kuşağa aktarıyoruz.

Köylü hem sahne önünde hem sah-ne arkasında; aynı zamanda yönetmen, oyuncu, ışıkçı oluyor. Bütün bunları ya-parken zorluklarla karşılaştığınız oluyor mu?Kültür sanat derneğimiz elinden geldiğince bu konuda bize yardımcı olmaya çalışıyor; ama bir kilo çayı, bir kilo şekeri kendi cebi-mizden para toplayıp aldığımız dönemler de oluyor. Amatörlüğün getirdiği zorluklar da var, zaman sorunu oluyor. Örneğin ”Bugün maç var, haydi çalışmayalım” dediğimiz zamanlar oluyor. Bir ara kulise ihtiyacımız vardı; ama çok şükür yapıldı. Ancak tüm bu çalışmala-rın getirdiklerinin yanında götürdüklerinin bir önemi yok. Düşünün ki 10 kişilik bir oyunu oynuyorsunuz, 3-4 aylık bir çalışma dönemi var. Bu dönemde, o 10 kişi aileniz oluyor. Bi-rinin bir sıkıntısı varsa ondan dahi haberimiz oluyor. Bir şeyler yapmış olmanın da verdiği ayrı bir mutluluk var.

“tiyatro genlerimize işlemiş’’

Ülkemizde birçok yerde tiyatroya gere-ken önem verilmiyor; ancak Bademler’de bunun tam tersini görüyoruz. Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Bence birkaç nedeni var. Birincisi, buranın

Alevi-Tahtacı topluluğu olması; yani dışa açık bir kültüre sahibiz. Tabii bu benim şah-si düşüncem... İkincisi burada uzun yıllar Rumlarla iç içe yaşanmış, Rumlardan kül-türel anlamda etkilenilmiş. Bunun dışında hani bazı şeyler insanın genlerine işler ya, işte Bademler’ de genlerimize tiyatro işle-miş. 80 yıldır tiyatro yapılan bir yerde tiyatro yaşam biçimi oluyor.

Bugüne kadar hangi oyunları sergile-diniz? Bu konuda bir arşivleme çalışması olmadığı için maalesef net bir sayı söyleyemiyorum; ancak tahmini olarak 80 yılda yaklaşık 55-60 oyun çıkmıştır. Benim rol aldığım yak-laşık 20-25 oyun oldu. Turgut Özakman’ın “Duvarların Ötesi”, Emmanuel Robles’ in “Özgürlüğün Bedeli” adlı oyunları unutama-dığım oyunlar arasındadır. Şimdilerde ise Murathan Mungan’ın “Mahmut ile Yezida” adlı oyunu üzerinde çalışılıyor. “Duvarla-rın Ötesi” ile Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali’ne gittik. Bir amatör grup olarak Ankara Ekin Tiyatrosu’nun sahnesinde oy-nadık. Turgut Özakman elinde çiçeğiyle, çikolatasıyla geldi. Düşünün, köyde yaşa-yan bir insan için bu çok büyük bir olay. Bu duyguyu bize sağlayan tiyatro olunca, çifte mutluluk oluyor.

Peki, Bademler Köyü’nde, hayatını kaybeden köylülerin mezarlarına gerçek isimlerinin yanında tiyatrodaki lakapları da yazılıyormuş. Bu nasıl ortaya çıktı?Evet, rahmetli amcamın mezarında “Mic-han” yazıyor. Lakapların en güzeli, tiyatro-da çok başarılı olduğu, akılda kalan roldür. Tiyatro da olduğu gibi normal hayatta başka bir lakabı daha varsa o da yazılır. Şu an ku-şağımızdan ölen yok; ama kendimden ör-nek vermem gerekirse ben, 72’de sahneye

Haber, Fotoğraflar: Merve Ateş

yirm

iBademler Köyü;

Page 21: Detay-92

koyduğumuz oyunda “Ethem Dayı” idim. O yıl sahneye çıktığımız insanlar bana hala “Ethem Dayı” diyor.

“Karamsar değilim” Tiyatro hakkındaki son gelişmeleri na-

sıl değerlendiriyorsunuz?Genel anlamda gazetelerde okuduğumuz, televizyonda izlediğimiz kadarıyla karam-sar bir bakış var. ”Oyun yazılmıyor, oyun çıkmıyor” gibi şeyler diyorlar; ama tiyatro-ların repertuarlarına baktığınızda çok geniş bir yelpaze var. Oyunlar halka inebilen ko-nular olduktan sonra, tiyatro konusunda o kadar karamsar değilim. Devletin olumsuz anlamda yaptığı baltalamalar insanı bazen umutsuzluğa düşürebiliyor; ama inanın biz bunlardan etkilenmiyoruz, rutin çalışmaları-mıza devam ediyoruz.

Bademler gibi çalışmalar yapan bildi-ğiniz başka köy tiyatroları var mı?Mersin-Arslanköy’ de kadınların oluşturdu-ğu bir tiyatro grubu var. Hatta onların tanı-tımı fazla oldu, Frankfurt’ta dahi oynadılar. Son zamanlarda Kaş’ta Yeşilköy var. Orada çok yakın tanıdıklarımız var. Onlar buraya gelir, bazen de biz gideriz. Ankara’ya gittiği-mizde, birlikte oyunlarımızı seyrettik. Yine, Urla’nın Balıkova köyü var. 9 Eylül Üni-versitesi Konservatuarı dekanlığı yapmış; Sevinç Çelenk orada bir köy tiyatrosu oluş-turmaya çalışıyor. “Rumuz Goncagül” isimli bir oyun hazırlamışlardı; izlerken çok büyük zevk almıştım.

Kısa kısa kültür-sanatBeyoğlu’nun sinemaları AVM’lere yeniliyorİstiklal Caddesi’nde “Ceride-i Kebir Sinemaları” olarak anılan tarihi si-nemalar, AVM sinemalarıyla rekabet edemeyerek kapanmaya yüz tuttu. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Kurucu Üyesi ve Onursal Başkanı Atilla Dorsay, gidişatın kötü oldu-ğunu; ama geleceğe dair umutlarını koruduğunu söyledi. Adı Beyoğlu ile özdeşleşen sinemalardan olan Sine-pop, kasım ayında kapısına kilit vu-rarak AVM’lere yenilen “tarihi sine-malar” arasında yerini aldı. Beyoğlu Sineması da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya…

Dubai’den Yeraltı’na ödül Zeki Demirkubuz, son filmi “Yeral-tı” ile 9. Dubai Uluslararası Film Festivali’nin Muhr Asya Afrika Uzun Film Yarışması bölümünde En İyi Film ödülünü kazandı. Filmdeki per-formansıyla Engin Günaydın da En İyi Erkek Oyuncu ödülünü aldı. 9- 16 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen festivalde, Demirkubuz’un yanı sıra, Rezan Yeşilbaş’ın kısa filmi “Sessiz” de Muhr Asya Afrika Kısa Film Yarış-ması bölümünde En İyi Film ödülüne layık görüldü.

“Afgan Kızı” fotoğrafına rekor fiyat!National Geographic dergisinde Haziran 1985’te yayımlanan ve Afganistan’ın simgesi olan “Afgan kızı” fotoğrafı, New York’ta düzen-lenen müzayedede tahmin edilenin üç katı fiyata alıcı buldu. Christie’s Müzayede Evi’nde düzenlenen açık artırmada Steve McCurry’nin çektiği fotoğraf, 147 bin dolara satıldı.

Türk-Fransız Edebiyat Ödülü Tahsin Yücel’e verildi Yazar, çevirmen ve edebiyat eleştir-meni Tahsin Yücel, her yıl düzenle-nen Fransız-Türk Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Türk edebiyatına kat-kılarının yanı sıra Fransız edebiyatını da Türkiye’ye tanıtan Yücel, törene rahatsızlığından ötürü katılamayın-ca, ödülü yazar adına kızı Halime Yücel aldı.

Uğur Yücel’in kitabı çıktı: Yağmur Kesiği Oyuncu, yönetmen ve senarist Uğur Yücel’in 1980’lerden bu yana kaleme aldığı öykülerinin yer aldığı ilk kitabı “Yağmur Kesiği” okurlarıyla buluştu. Sinema tarihine birbirinden güçlü filmler ve canlandırdığı karakterler-le adını yazdıran Yücel, yazdıklarıyla yeni bir dönemin kapılarını aralıyor.

“her hafta gazeteci konuk ediyoruz”

Bir de her yıl düzenlenen “Badem-ler Şenlikleri” var. Burada, ‘‘derme-devşirme’’ gibi unutulmaya yüz tutmuş gelenekleri yaşatmaya çalışıyorsunuz. Şenliğin içeriğinden söz edebilir misi-niz?Bu uygulamaya, 1972 yılında “6 Mayıs Ba-demler Günü” çerçevesinde başladık. Bir ara projeden vazgeçildi, duraksadı; ama 3 yıldır yeniden Bademler Köyü’ndeki bütün toplumsal kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla çalışmalara de-vam ediyoruz. Hatta Kalkınma Kooperatifi-mizin 50. kuruluş yılı nedeniyle bu yıl çok büyük işler yapıldı. Spordan, sanata, birçok aktivite gerçekleştirildi. Tiyatromuzun bah-çesinde şiir geceleri, söyleşiler, konserler düzenlendi. Ataol Behramoğlu, Musa Eroğ-lu gibi isimler bizlere eşlik etti. İzmir Beledi-yesi Türk Halk Müziği korosunu ağırladık. Devlet Senfoni Orkestrası’nın önümüzdeki günlerde gelme durumu var. Basın sürekli Bademler Köyü’nde. Neredeyse her hafta bir televizyoncu, gazeteci konuk ediyoruz.

Son olarak, Türkiye’nin ilk “Köy Çocuk Oyuncakları Müzesi” de burada yer alı-yor. Müzenin kurulma hikayesinden bi-raz bahseder misiniz? Çocuk Oyuncakları Müzesi bizim köylümüz olan Arkeolog Doktor Musa Baran tarafın-dan oluşturuldu. Musa Bey, 1970’li yıllarda araştırmalar yaparken, kalıntıların arasında bize özgü oyunların oyuncaklarından bazı örnekler buluyor. Araştırmalardan elde ettiği oyuncakları, Bademler Köy Alanı’ndaki evin-de kurduğu müzede sergilemeye karar ve-riyor. İçeride uçurtmadan sapana, kargıdan yapılmış silahlardan, telden yapılmış araba-lara kadar onlarca oyuncak bulunuyor.

Sesle ve müzikle Koray Eti ilgileniyor (üstte)Oyundan bir görüntü (sağda)

Oyunculardan Gülsüm Ertaş (üstte)Dekor hazırlanıyor, oyunun dekorunu yine

Bademler’de yaşayan Aslıhan Işık yapıyor (sağda)

Page 22: Detay-92

tüm e-postalarınızı tek adresten kontrol edinÇoğumuz okul veya iş gibi zorunluluklar sebebiyle birden fazla e-posta adresi kulla-nıyoruz. Her seferinde birden fazla sekme açıp bu hesapların hepsini ayrı ayrı kontrol etmek de haliyle zor bir iş. Gmail kullana-rak bütün hesaplarınızı tek adres üzerinden kontrol edebilirsiniz. Bunun için yapmanız gereken Gmail>Ayarlar bölümünden “He-saplar ve İçe Aktarma” paneline giderek “Postaları şu adresten gönder” bölümüne ve “Diğer hesaplardaki postaları kontrol et” bölümüne gerekli bilgileri girmek. E-posta alma ve gönderme işlemleri farklı protokol-ler sayesinde gerçekleştiği için iki bölümü de ayrı ayrı doldurmak zorundayız. He-men belirtelim, başka hesaptaki e-postaları alabilmeniz için diğer hesabınızın POP3 destekli olması gerekiyor. Ayrıca yine “He-saplar ve içe aktarma” panelinde “iletiyi gönderildiği adresten yanıtla” seçeneğini işaretleyerek gelen e-postalarınızı aynı ad-resten cevaplayabilirsiniz. Gerekli işlemleri gerçekleştirdikten sonra bütün hesaplarınız Gmail’e entegre edilmiş olacak ve yapılan anlık POP3 kontrolleri sayesinde başka he-sabınıza gelen e-postalar otomatik olarak Gmail hesabınıza yönlendirilecek.

Oturum açma bilgilerinizi denetleyinGmail’e giriş yaptıktan sonra sayfanızın en altında sağda gözüken “Ayrıntılar” bağlan-

2004’de hayatımıza giren ve gün geçtikçe daha çok yer kaplayan Gmail hizmeti, Google’ın biz kullanıcılarına sunduğu bir e-posta servisi. Ancak sürekli gelişmesi ve artan eklentileri sayesinde artık basit bir e-posta yazılımından daha fazlası olmuş durumda. Google’ın diğer hizmetleriyle de entegre olarak kullanıldığında internet yaşantımızı oldukça kolaylaştıran Gmail’e gelin yakından bakalım…

Hazırlayan: Barış Çelik

tısına tıklayarak oturum açma bilgilerinizi inceleyebilirsiniz. Bilginiz dışında bir giriş veya deneme yapılmışsa şifrenizi değiş-tirmeniz yararlı olabilir. En alttaki “sıra dışı etkinlik için uyarı göster” kutucuğunu işaret-leyerek hesabınıza yapılan anormal girişleri haber alabilirsiniz. Eğer başka bir cihazda oturumunuzu kapatıp kapatmadığınızı ha-tırlamıyorsanız “Diğer oturumları kapat” tu-şunu kullanarak diğer cihazlarda açık olan bütün oturumlarınızı kapatabilirsiniz. Ayrıca https://www.google.com/settings/security adresini tıklayarak geleceğiniz sayfadan “iki aşamalı oturum açma” özelliğini etkin-leştirerek her oturum açışınızı cep telefonu-nuza gelecek olan kodla sağlayarak daha güvenli hale getirebilirsiniz. Şifre kurtarma seçenekleri bölümünde ise yine “cep tele-fonu mesajı ile kurtarma” seçeneği bir diğer hayat kurtaran özellik.

Etiketleri ve filtreleri etkin kullanın

Yıllardır Gmail kullanıyorsanız ve “bir gün lazım olur” diyerek e-postalarınızı silmek-ten kaçınıyorsanız birkaç yılın ardından özellikle aradığınız e-postalarınızı bulmakta zorluklar yaşayabilirsiniz. Gmail’in sunduğu “Etiketler” özelliği bu kargaşaya son vere-cek nitelikte. Ayarlar>Etiketler panelinden oluşturacağınız etiketlerle e-postalarınızı etiketleyebilir, daha sonrasında soldaki panelde gözüken etiketlerden istediğinizi seçerek, aradığınız e-postalara ulaşabilirsi-niz. Ayrıca etiketlerinizi iç içe düzenleyerek de e-postalarınız arasında belli bir hiyerarşi kurabilirsiniz.Etiketler eski postalarınızı bulmanızda büyük bir yardımcı, ancak günde onlarca hatta yüzlerce e-posta alıyorsanız Gmail’in

Sayfanın altındaki “Ayrıntılar” bağlantısından oturum açma bilgilerinizi görebilirsiniz.

Etiketler ve filtrelerle e-postalarınızı kolayca sınıflandırın.

Tüm hesaplarınızı tek adresten kontrol etmek Gmail ile çok kolay.

’ietkili kullanın

Güvenliğinizi artırmak için “iki aşamalı doğrulama” seçeneğini kullanın.

yirm

iik

i

Page 23: Detay-92

filtreleme özelliğini de kullanarak sadece istediğiniz e-postaları okuyabilir, hatta onla-rın otomatik olarak etiketlenmesini sağlaya-bilirsiniz. Ayarlar>Filtreler panelinden “Yeni filtre oluştur” tuşuna tıkladığınızda karşını-za çıkacak olan pencerede gerekli bilgileri girerek yeni bir filtre oluşturabilir, dilerseniz bu filtreyi bir etikete bağlayabilirsiniz. Böy-lece gelen e-postalarınız otomatik olarak etiketlenir, gelen onlarca posta arasından istediğinize rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

EKlEntİlErlE Gmaİl’E rEnK KatInE-posta eklerinizi buluta gönderin - attachments.meGmail kullanıcılarına 10GB alan sunuyor. Bu alan büyük boyutlu dosyaları depola-mak için de kullanılabilir ancak Drive veya Dropbox gibi başka kullanıcılara direkt link vermeniz mümkün değil. Bunun için e-posta eklerinizi bilgisayara indirip diğer servislere tekrar göndermeniz gerekiyor, bu da gerek internet hızı, gerekse birden fazla işlem yapmanız dolayısıyla zaman alıcı olabiliyor. Attachments.me eklentisi tam olarak bu so-runa çözüm yaratan bir eklenti. Google Web Mağazası’ndan (chrome.google.com/webs-tore) uzantılar bölümünden edinebileceğiniz bu eklenti, Gmail penceresinin sağ tarafın-da yeni bir panel oluşturarak eklentilerinizi Drive, Dropbox v.b servislere tek tıklamayla göndermenize olanak sağlıyor. Böylece dos-yaları indirip tekrar gönderme derdinden kur-tuluyor ve hızlı bir biçimde işinizi halledebili-yorsunuz. Ayrıca attachments.me sayesinde oluşturduğunuz e-postalara da otomatik ola-rak Drive’dan veya diğer servislerden dosya ekleyebilirsiniz.

İletilere hızlı gözatınHer gün onlarca e-posta alıyor ve hangile-rinin gerekli hangilerinin gereksiz olduğunu içeriğe bakmadan anlayamıyorsanız, ileti-lere hızlı gözatma eklentisi tam size göre. Ayarlar>Labs bölümünden ulaşabileceğiniz “İletiye Hızlı Göz At” eklentisi e-postalarınızı açmadan sadece üstüne sağ tıklayarak, açılan flash pencerede ileti içeriğine hızlı-ca göz atmanızı sağlıyor. Böylece tek tık-lamayla postalarınızı okuyabiliyor ve işe yaramaz olanları silebiliyorsunuz.E-postanın gönderilmesini beklemeyinÖzellikle büyük boyutlu eklentilere sahip e-postalar gönderirken yükleme uzun sürü-yor ve aktarımı beklemek zorunda mı kalı-yorsunuz? “Arka planda gönderme” eklen-tisi sayesinde, e-postanız gönderilirken siz Gmail içinde istediğinizi yapabilirsiniz. Yine Ayarlar>Labs bölümünden ulaşabileceğiniz eklentiyle beraber Gmail’den çıkış yapmadı-ğınız sürece bütün e-postalarınızı başka şey-lerle uğraşırken arka planda gönderebilirsiniz.

hazır yanıtlarla hızınızı artırınAyarlar>Labs bölümünden “Laboratuvar ara:” bölümüne “Hazır Yanıtlar” yazarak ulaşabileceğiniz eklenti, e-posta cevaplama panelinizin üstüne “Hazır yanıtlar” kutucuğu koyarak, oradan önceden hazırladığınız bir mesajı hemen posta gövdesine eklemenize olanak sağlıyor. Bu sayede, cevap yaza-

İnternet’e kim girer, hayatımız İnternet!*

Ulaştırma Bakanı Binali Şimşek’in dediği gibi aslında: “Kullanacaksın,

nimetlerinden kullanıp, yararlanıp işini göreceksin...”. Hayatımızı kolay-laştırmak için kullandığımız internet artık hayatımızı ele geçirmiş durumda. Fotoğraflarımız, yazışmalarımız, arka-daşlarımız, o an ne yaptığımız veya nerede olduğumuz... Gelişen teknoloji ile beraber, bu bilgilerimiz artık büyük firmaların da elinde. Bilinçli internet kullanıcılarını göz önünde bulundu-racak olursak, bu bilgilerin hepsini aslında kendi isteğimizle bu şirketlere veriyoruz. Ancak internetin hayatımıza girmesinden çok bizim internete dahil olmamız haline gelen bu süreç zaman zaman korkutucu olabiliyor. Detay’ın son iki sayısında aktardıklarımız ve gelecek iki sayısında teknoloji sayfala-rından size aktaracaklarımız da aslında bilgilerimizi büyük şirketlerle paylaş-mamızın önünü açıyor. Tabii ki çocuk oyuncağı olmayan bu işte, büyük şirketler de belirli güvenlik politikala-rına sahip. Kişisel bilgilerinizin isteği-niz dışında kullanılması durumunda -başınıza gelen herhangi bir hırsızlık vakasında olduğu gibi- mahkemelere başvurabilme şansınız var. Yani kısaca-sı, her konuda bilinçli olmak, internet konusunda ise biraz daha bilinçli olmak gerekiyor.*Ferhan Şensoy’un 1986’da prömiyerini yaptığı “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” oyunundan.

mayacak kadar acil durumlarda, önceden tanımladığınız mesajları seçerek gönder-meniz sadece iki saniyenizi alıyor.

E-postanın gönderilmesini beklemeyinÖzellikle büyük boyutlu eklentilere sahip e-postalar gönderirken yükleme uzun sürü-yor ve aktarımı beklemek zorunda mı kalı-yorsunuz? “Arka planda gönderme” eklen-tisi sayesinde, e-postanız gönderilirken siz Gmail içinde istediğinizi yapabilirsiniz. Yine Ayarlar>Labs bölümünden ulaşabileceğiniz eklentiyle beraber Gmail’den çıkış yapmadı-ğınız sürece bütün e-postalarınızı başka şey-lerle uğraşırken arka planda gönderebilirsiniz.

Tek bir sağ tıklamayla ileti içeriklerini görüntüleyin

E-postalarınzdaki ekleri hemen Drive’a atabileceğiniz gibi (üstte), Drive’daki dosyalarınızı da ek olarak kullanabilirsiniz. (altta)

Hazır yanıtlar en yoğun anlarınızda yardıma koşuyor. (solda)Siz gelen kutunuzu kontrol edin, bırakın E-postanız arka planda gönderilsin. (altta)

yirm

iüç

Page 24: Detay-92

Rekabet sınırlarının her geçen gün daha da zorlandığı Formula 1’de son dönemde-ki gelişmeler, kadın pilotlara bakış açısında büyük bir devrimin habercisi. Marussia ta-kımının test sürücüsü İspanyol pilot Maria de Villota ve İskoç pilot Sussie (Williams takımının yeni geliştirme sürücüsü) takım-larıyla katıldıkları test programlarıyla kadın yarışçılara olan bakışı değiştirme yolunda büyük birer adım attılar.Milyar dolarla ifade edilen marka değeriyle dünyanın en önemli organizasyonlarından biri olan Formula 1 dünyasında büyük bir dönüşüme tanıklık ediyoruz. FIA (Uluslara-rası Otomobil Federasyonu) çatısı altındaki alt serilerde yarışan birçok kadın pilottan ba-şarı öyküleri gelmeye devam ediyor. Trident

takımıyla anlaşma imzalayarak GP3’te yarışacak ilk kadın pilot olma unvanı-nı elde eden Vicky Piria ve 2009’da Formula Renault Şampiyonası’nın en genç pilotu olan (16 yaş) ve 2010 Formula Renault BARC serisinde şampiyon olan Ali-ce Powell bunlar yalnızca birkaçı…

Geri dönüyorlar, daha fazlası için!Formula 1, motor sporlarının zirvesi… Bir yarış takviminde sadece 24 pilot için ayrılmış büyüleyici bir dünya... Uzun bir sessizlik döneminden sonra, o dünyaya şimdi kadın pilotlar da dahil oluyor.

Haber: Ulaş Manazoğlu

Kadın pilotlara karşı önyargı kırılıyor‘‘Eğer bir kadın pistte iyi işler çıkarırsa daha fazla kadın izleyici spora ilgi duyacaktır. Hiç kadın pilot modeli yok ve aileler bu sporu kızları için tehlikeli buluyorlar “ diyen Powell’ın bu sözleri meselenin, kültürel ba-kış açısıyla ilgili bir sorun olduğunu göste-riyor. Wolff, Williams ekibine katıldığında konuyla ilgili olarak ‘‘Motor sporlarında bir önyargı var. Bu yavaş yavaş değişiyor ve spora daha fazla kadın pilot dahil oluyor. Er geç bu değişecek. Gelecek 10 yıl içinde ka-dın pilotların motor sporlarında daha fazla boy gösterecek ve bunu yapan takımın bü-yük bir sıçrama gerçekleştirecek’’ demişti.Çoğu pilotun söylediği gibi kadın rol model eksikliği bu değişim sürecinin yavaşlamasına sebep oluyor. For-mula 1’de bugüne kadar yarışan ka-dınlardan yalnızca İtalyan pilot Lella Lombardi 1975 yılında İspanya’da al-tıncı olarak yarım puan kazanmış ve puan kazanan ilk ve tek kadın pilot olmuştu. Maria de Villota’nın ‘‘Başarılı olabi-lecek birçok kadın pilot var. Önemli olan bunun sıra dışı bir şey olma-dığını diğerlerine göstermek için kapıyı açmak’’ cümlesi tüm mese-leyi özetliyor.

F1 tarihinin ilk kadın pat-ronu

2009 yılında FIA Kadın ve Motor Sporları Komisyonu kuruldu. Komisyon; motor spor-larının tümüyle kadınlara açık olduğunu göstermek ve organizasyonların her kade-mesinde kadınların katılımını teşvik etmek için çalışıyor. Motor sporları kültürüne ka-dınları da dahil etmek için bir sürü projeye imza atıyor. Komisyonun başında 1974–1986 arasında yarışan ve 4 ralli şampiyon-luğu bulunan Michèle Mouton bulunuyor. Mouton, üst seviye rallilerde başarılı sonuç-lar alan en son kadın pilot olarak biliniyor.Değişim rüzgârları sadece bununla da sınırlı değil. Bu yıl, Monisha Kaltenborn, Formula 1 takımlarından Sauber’in takım patronu Peter Sauber’in görevi devretmesinin ardından ta-kımın yeni patronu olarak atandı. Sauber ta-kımına 2000 yılında katılan Kaltenborn, 2010 yılından bu yana takımın CEO’su olarak gö-rev yapıyordu. Formula 1 tarihinin ilk kadın pilotu olarak tarihe geçen Kaltenborn aynı

zamanda FIA Kadın ve Motor Sporları Komisyonu’nun da üyesi.

1996 yılı Formula 1 şampiyonu İngiliz pilot Damon Hill: ‘‘Belki bunlar sadece istatistik, belki yeterince kadın kariyerini bu yönde iler-letmeyi tercih etmedi. Fakat er ya da geç biri gelip, gridde kadınların da iyi olduğunu göste-recek’’

yirm

idö

rt

Marussia takımının test sürücüsü Maria de Villota (üstte)Williams Formula 1 takiminin geliştirme sürücüsü Susie Wolff (solda)

62 yıllık organizas-yonda, bugüne

kadar sadece 5 kadın

pilot, motor sporlarının

zirvesindeki o en özel

koltuğa oturma şansına

sahip oldu. En son 1992

yılında, bir kadın pilotu

Formula 1 koltuğunda

gördük. Formula 1

dünyasındaki son ge-

lişmeler, kadın pilotlar

adına yeni bir döneme

girdiğimizi gösteriyor.

Page 25: Detay-92

Formula 1’de kadın hareketi başladı

“Son dönemde, Formula 1’de bir kadın hareketinden söz edebiliriz. Bunların en

popüler olanları kuşkusuz Susie Wolff. Sadece dünyanın en çekişmeli motor sporları orga-nizasyonundan biri olan DTM’de uzun yıllar

yarıştı. Burada geçirdiği 7 yılın ardından F1’de kendisine yer buldu. Elbette onun tam bir

sezon geçirmesi oldukça zor; ama F1’e girmek isteyen veya hayal eden kadın sürücülerin

önünü açtığı bir gerçek. Monisha Kaltenborn ise, büyük egosu olan pilotları yöneten başarılı

bir CEO. Sauber F1 takımında hisse sahibi oldu. Şu anda takımın yüzde 33’ü onun elinde.

Bu, Formula 1’de bir ilk… Her ne kadar F1, yenilikçi ve teknoloji anlamında en üst düzey

spor olsa da bazı geleneksel yanları da var. Bunlardan birisi de tamamen erkeklere ait

bir dünyaymış gibi görünmesi. Geçmişte az sayıda kadın F1 pilotu oldu ve pek fazla başarı yakalayamadılar. Ancak son birkaç yıldır F1’de adeta bir kadın pilot akımı var. Aslında bu sa-dece Formula 1’de değil diğer motor sporları

serilerinde de yaşanan bir durum.

FIA’nın attığı adımçok önemli

FIA’nın Dünya Kadın Motor Sporları Konseyi’ni kurmasındaki ana amaç, motor sporlarına

daha fazla kadın kazandırmak. Bunu sadece pilot olarak düşünmemek gerek; bu çok geniş

çaplı bir çalışma. Sadece bir reklam faaliye-ti değil. Hem yönetim kademesinde, hem

mühendis hem de pilot olarak yakın dönemde pek çok kadın görebiliriz. Pilot için biraz daha

vakit var ama diğer alanlarda yaygınlaşaca-ğına hiç şüphe yok. Mesela şu anda Audi’nin Le Mans takımının otomobil geliştirme işinin

başında Leena Gade var. Onun yönettiği ekip, ilk kez Le Mans’da bir hibrid otomobil ile yarış

kazandı. Pilotların zihniyetinin biraz daha değişmesi

gerekecek. Birçok F1 sürücüsü, kadınların üst düzey performanslarda yarışamayacağını düşünüyor. Oysa IndyCar’da ve Nascar’da

yarışan Danica Patrick gibi bir örnek var. Hem reklamını iyi yapıyor hem de pistte harikalar yaratıyor. Üst düzey yarışta galibiyet alan ilk

kadın sürücü olarak o var karşımızda. 2008’de Indy’de kazanmıştı ve geçtiğimiz yıl Nascar’da

bir pol pozisyonu da elde etti. F1’de kısa vadede yapılacak olan adımı Willi-ams takımı yaptı. Bundan sonra belki sadece

kadın sürücülere yönelik bir akademi yapa-bilirler. Mesela başında emekli olmuş bir F1

pilotunu yerleştirebilirler. Test yapma şansları da olur, FIA da bunu destekler. Normalde o yıl

kullandığınız otomobille resmi birkaç testin dışında test yapamıyorsunuz. Ama mesela

kadın pilot olduğu zaman daha fazla teste izin verilebilir”

Alt serilerde daha fazla kadın pilotaihtiyaç varSöz konusu pilotaj olduğunda motor sporlarında kadın pilot sayısının çok az olduğunu görüyoruz. Otomobil sporlarını yapan kadın sayısı az. Toplam sürücü sayısına bakarsak kadın pilotların sayısı %10’un altında. Yani alt serilerde daha az kadın bu işe başlıyor. Örneğin, geçtiğimiz sene Türkiye Karting Şampiyonası’nda sadece üç genç kızımız start aldı.Formula 1, dünyanın en iyi 24 pilotunun yarıştığı bir seri. Bu noktaya gelene kadar on binlerce genç sürücü acımasız bir doğal eleme süre-cinden geçiyor. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru şartları yakalaya-mayan tüm genç pilotlar bir şekilde eleniyor.

Komisyon, yeni bir vizyon geliştirdiFIA (Dünya Otomobil Sporları Federasyonu) 2009 yılında Dünya Kadın ve Motor Sporları Komisyonu’nu kurdu. Komisyonun başkanı Michèle Mouton eski bir rallici ve son 30 yılda en başarılı sonuçlar almış kadın sürücü. Komisyonda, TOSFED eski genel sekreteri Banu Başeren de bulunuyor. Komisyon çalışmalarının etkisini göstermesi belki uzun sü-recek; ama motor sporlarında kadın sürücü konusunun üstüne gidildiği, yeni bir vizyon geliştirildiği açık.

Formula 1, kadın pilotlar için örnek bir platformBir kadının Formula 1’de yarışması Bernie Ecclestone’un (Formula 1’in patronu) en çok istediği şeylerden birisi. Kadınlarla erkeklerin aynı plat-formda yarıştığı spor sayısız çok az. Turnuvalarda kadınlar ve erkekler ligi ayrıdır. Formula 1’de bir kadın sürücünün olması motor sporları an-lamında önemli bir farkındalık yaratacaktır. Sponsorluk anlamında yeni sektörlerin spora dahil olduğunu görebiliriz. ABD’nin en çok tanınan sü-rücülerinden Danica Patrick, Indy Car ve Nascar’daki performansından çok daha fazla ilgi çeken bir sürücü. Eğer Formula 1’de bir kadın sürücü yer alırsa medya ve seyircilerin ilgisini kazanmak avantaj yaratacaktır.Sussie Wolf ve Maria de Villota’nın bu yıl Formula 1 aracı kullanmaları çok önemli. Zaten testler çok sınırlandırıldığı için bu imkanı yakalamak önemliydi. Testlerin sınırlandırılması alt serilerden gelen sürücüler için de büyük dezavantaja neden oluyor. De Villota çok talihsiz bir kaza ge-çirdi* İleride 3. pilottan bir yer boşalsa yarışa katılabilecek bir sevideydi.*Maria de Villota sene içerisinde takımıyla yaptığı düzlük testi sırasında çok ciddi bir kaza geçirmiş, kaza sonucunda sağ gözünü kaybetmişti.

Motor sporlarının ekonomi-politiğiKartingden Formula 1’e giden yol ortalama 10 yıllık bir süreç. Bu süreç-te pilotların her geçen sene daha fazla finansal destek bulması gere-kiyor. Kartingde iyi bir sezon çıkarmanın 100 bin Euro’luk bir maliyeti oluyor. Pilotların; Formula BMW serisinde 250 bin, Formula 3 serisinde 500 bin Euro, GP3’te 1 milyon Euro’ ya yakın para bulunması gerekiyor. Şu an Formula 1’de orta-alt sıra takımlarında yarışmak için pilotların takıma 5- 10 milyon Euro aralığında sponsor bulmaları gerekiyor. Son yıllara baktığımızda; Red Bull, Ferrari, McLaren, Mercedes ve RedBull desteğiyle yarışan Toro Rosso dışındaki takımlar cebinden para koyma-sa da takıma bir şekilde sponsor bulan pilotlara yönelmeye başladılar.

Rol modeller yaratılmalıŞu an için daha fazla kadını bu işi çekecek, teşvik edecek bir rol model yok. Örneğin, efsanevi Alman pilot Micheal Schumacher’in jeneras-yonunun yarattığı hava çok önemliydi. Bir ara gridin dörtte biri Al-man pilotlardan oluşuyordu. Bugün belki dünya şampiyonu Vettel’in yarışması, o dönemki atmosfere bağlı. Kadınlar için de ilham kaynağına ihtiyaç var”

SErhan aCarTürkiye Otomobil Sporları Federasyonu (TOSFED) Sportif DirektörüSmart Spor Formula 1 Sunucusu

YElDa CanCI TRT Haber Süper Spor programı sunucusuSabah Gazetesi - Padokta adlı köşenin Formula 1 yazarı

yirm

ibe

ş

Page 26: Detay-92

• Geçengünotobüsteyaşlıbirteyzeyeyervermekiçinkalkmamlabendenboşalankoltuğacamiyapılmasıbiroldu.Vayarkadaş...

• GalatasarayLisesi’ninönündenhergeçişimdebirşeyleriprotestoediyo-rum.Türbeninönündengeçerkenduaokumakgibibirşeybu.Sorgulamayın,üzerim.

• Liberté,égalité,frappé.Fraternitéyok,yemişimkardeşliği.

• Vücudununturistikyerlerinigörücüyesunan,adetahalkaarzedenkişiye‘’teşhirci’’denir.

• Lisedenüniversiteyegeçişisomut-laştırmakistesem,worddosyasındanpdfdosyasınageçişolaraksomutlaş-tırırdım.Bilenbilir..

• HemSaithemFaikolunmaz.YaSaitolacaksınyaFaik.

• OrhanPamukiletekortakyönümotobüsebindiğimzamaninsanlardantiksiniyorolmam.Haohayatındabirkezbindi,benhergünbiniyorumoayrı.Orhanyatıpkalkıpfakirliğimeduaetsinzira‘’OtobüsKullanmayaMahkûmEdilmişBirMizantropistinHatıraDefteri’’adlıkitabımıbastıra-cakparayıbulduğumzaman

kendisiniedebiyatdünyasındankokulusilgiylesileceğim.

• Oyunisteğiyollayanarkadaşlar,sizGreenpeaceçileriiplemezken,dünyaiçinbirdakikanızıayırmazkeniyiydi!Peygamberefendimizindedediğigibi,kimneyiyadırgarsaonuyaşamadanölmeyecektir.Şimdisizidetakmasın-lardagörünbakalım!!!!!1111birbir

• SOSOKOiçinçizdiğimampüldesub-liminalmesajarayanlarvar.Arkadaş-larsizevinizdeampuldeğiştirirkenhükümetiyenidenkurduğunuzufalandadüşünüyormusunuz?

Mert Oktay

Mütemadiyen konuşuyorum

yazan - çizen

yirm

ial

Page 27: Detay-92

Öner Adıyamançizen

yirm

iye

di

Page 28: Detay-92

Galatasaray Üniversitesi öğrencileri, ODTÜ’lü öğrencilerin yanlarında olduklarına dikkat çekmek amacıyla okul bahçesinde dayanışma eylemleri düzenledi. Rektörlük binasının önünde toplanan öğrenciler, ODTÜ’de yaşanan olayların ardından yayımlanan ortak bildiriye imza atan rektöre tepki gösterdi.

GSÜ öğrencileri rektörlük binası önünde eylemde

Basın mensuplarının içeri girmesine izin verilmeyince öğrenciler onların yanına gitti

Okul kantininde yapılan forum

Fotoğraflar: Aysel Öztürk

GSÜ’de eylem zamanı!