detay projesİbingolarge.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_05/08170417...detay projesİ mayis ayi...
TRANSCRIPT
DETAY PROJESİ
MAYIS AYI ÖYKÜ VE ETKİNLİKLER-ORTAOKUL
AR-GE
2018-2019
ORTAOKULLAR YÖNERGESİ
Mayıs ayı süresince okuma saatlerinde her hafta iki öykü
okunması ve öğrencilerle öykü değerlendirmesinin
yapılması önerilir.
Okuma saatinden sorumlu öğretmenler girdikleri sınıflarda
yaptıkları çalışmaları Değerler Eğitimi temsilcimize bildirir.
Her sınıfın kayıtlarını ayrı ayrı tutan değerler eğitimi
temsilcimiz ayın son haftası kendi çizelgesinden Bingöl
MEM AR-GE ‘nin gönderdiği FORM’a bilgileri aktarır. Aylık
Rapor Formunu AR-GE’ye ulaştırır.
1. ÖYKÜ
SATRANÇ BİRİNCİSİ KİM?
Otobüs gecikmiş, otogarda bekleşen kalabalıkta bir
telaş baş göstermişti. Yolcuları uğurlamaya gelenler
bile ara sıra saatlerine bakmaya başlamışlardı. Nihayet
otobüs firmasının, otobüsün iki saat rötarlı otogara
ulaşacağı duyurusu yapılmış, bekleyen yolcu yakınları
da yavaş yavaş yolcularla vedalaşmaya başlamışlardı.
Gençlik Spor Bakanlığının düzenlemiş olduğu
ortaokullar arası satranç yarışmasında il birincisi olan
İlhami, Gençlik Merkezindeki satranç antrenörü ile
birlikte bölgede yapılacak müsabakaya katılmak üzere
ailesi, öğretmenleri, okul idaresi ve arkadaşları
tarafından uğurlanıyordu. İlhami’nin babasının
gecikmek üzere olduğu bir randevusu vardı. Oğluna
başarılar dileyip onu okul müdürü ve öğretmenine
emanet ederek pazartesi okul sonrası buluşmak üzere
oğlu ile vedalaştı. Gidiş-dönüş yolculuklarında ve bölge
yarışmasında, yani bir hafta sonu boyunca İlhami’ye
okul müdürünün yanısıra okulun Beden Eğitimi dersi
öğretmeni eşlik edecekti. Arif Öğretmen bu sene okula
yeni atanmış heyecanlı ve idealist bir öğretmendi.
Adalet ve dürüstlük onun bütün davranışlarına yön
veren ilkelerdi. İlhami okul arkadaşları ve
öğretmenlerle de vedalaştıktan sonra, okul müdürü
Tarık Bey otobüste oturup kitap okumaya başlamış,
İlhami, Arif Öğretmen ile başbaşa kalmıştı. Arif
Öğretmen İlhami’yi alıp otobüsün kalkış saatini
beklemek üzere otogarın çay ocağına gitti. İlhami sırt
çantasından satranç takımını çıkarmış, belli ki vakit
kaybetmeden antrenman yapmak istiyordu. Arif
öğretmen onun bu isteğini, yüzüne yayılan bir
gülümseme ile karşıladı ve oyun başladı:
- Öğretmenim oyun boyu dikkatimi nasıl uyanık
tutabilirim, bana ne önerirsiniz?
- Her hamleden önce o hamle ile neyi elde etmek
istediğini düşün ancak senin hamlene karşılık
benim hangi hamleleri yapabileceğim
ihtimallerini de hesapla ve sağlam hamle yap.
Unutma, hesaplamadan yaptığın her hamlede,
birdenbire, kendini her taraftan kuşatma altına
alınmış olarak görebilirsin!
- O halde hamle yapmadan önce mutlaka
düşünmeli ve hatta birkaç hamle ötesini bile
hesaplamalıyım!
- Yaşam da böyle İlhami; düşünmeden attığımız
adımlar her vakit bizi zor durumda bırakır, öyle
ki bu durumdan sadece biz değil yakınlarımız
bile olumsuz etkilenir.
- Anladım öğretmenim. Yani insan olarak hem
kendimizi hem de yakınlarımızı zor durumda
bırakacak adımlar atmaktan kaçınmalıyız.
- Çok güzel anlamışsın, tebrik ederim! Bu arada
sanırım beni lafa tuttun ve müthiş bir plan
kurarak beni fena sıkıştırdın! Demek “hodri
meydan!” diyorsun ha? Ne yapsam? Ne
yapsam?
-
Bu şekilde otobüs gelinceye kadar oynayıp güne beyin
jimnastiği yaparak başlamış oldular. Bölge yarışması
Malatya’daydı. İlhami Ortadoğu Anadolu Bölgesinde
bulunan 7 ilin birincileri ile yarışacak; ardından 12
bölgeden finale kalan bölge birincileri Türkiye
birinciliği için yarışacaktı. Cumartesi günü illerin
birincileri arasında ön elemeler yapıldı. Ön elemede
dört il elenmiş ve pazar günü yapılacak birinciyi
belirleme yarışmasında İlhami’nin ili ilk sırada
yarışmaya hak kazanmıştı. İşte kıyasıya mücadelenin
yaşandığı ve bölge birincisi ilin belirleneceği an
gelmişti. Sabahki oturumda puan sırasına göre
rakiplerin belirlendiği ilk karşılaşma gerçekleşmiş ve
geriye son iki il kalmıştı. Bingöl ve yarışmaya ev
sahipliği yapan Malatya. Heyecan doruktaydı! Arif
Öğretmenin dün sabahki telkinleri İlhami’nin beyninde
sürekli yankılanıyordu. Evet, elinde hassas bir cam
vazo taşıyor gibi dikkatli olmalı ve zihnini sürekli uyanık
tutmalıydı! Bir anlık gaflet, kuşatılması ve yenilmesi
anlamına geliyordu. Öncelikle sakin olmalıydı, aksi
takdirde yüksek dozda yaşadığı heyecan onun keskin
bakışını perdelerdi. İlhami derin bir nefes aldı ve
içinden bildiği duaları okuyup “besmele” çekerek final
oyununa başladı. Rakibi 8. sınıfa devam eden
Malatyalı, Rihem isimli bir kız çocuğuydu. Oyunun bir
yerinde İlhami, Rihem’in oldukça zekice tasarladığı ve
geriden yapmış olduğu kuşatmayı fark etti ve “Zararın
neresinden dönülürse kârdır.” mantığıyla tasarladığı
birkaç hamleden vazgeçip yeni bir strateji geliştirmeye
karar verdi. Ancak nereye yönelse tam bir kuşatma
altına alınmıştı, neredeyse kıpırdayamıyordu. Aman
Allah’ım! Panikledi, eyvah! Şimdi ne yapacaktı? Sakin
ve soğukkanlı bir duruşla İlhami’nin hamlesini
bekliyorken Rihem’in bir anda başı dönmeye
başlamıştı; şimdi de gözleri kararıyordu ve sanki hafif
bir baygınlık hissi… Rihem’in, “Kendimi iyi
hissetmiyorum.” diye hafifçe mırıldanması ve
sandalyenin dayanma yerine yığılması bir oldu. Bunu
ilk İlhami farketti ve hemen Arif Öğretmen ve diğer
görevlilere seslendi. Bir anda gelen sağlık ekipleri ve
görevli doktorun müdahalesi derken oyun yarım
kalmıştı. Güvenlik görevlileri oyuna herhangi bir
müdahalenin olmaması için, jüri ve komisyon
üyelerinin incelemesine sunmak üzere oyun alanının
boşaltılmasını sağladı. Alınan puanların eşit olduğu
tespit edilince -olağanüstü bu gibi durumlar için,
yarışma öncesi komisyonca alınan karara dayanarak-
Türkiye Satranç Federasyonunun (TSF) atadığı
komisyon başkanı tarafından Malatya yarışmacısına 15
dakika ek süre tanındı. Doktor müdahalesinin sonuç
vermesi beklendi. Rihem 15 dakika içinde kendine
geldiği halde baş dönmeleri devam ettiğinden oyuna
devam edemedi. Tanınan ek sürenin dolmasıyla da
Malatya ilini temsilen Rihem hükmen mağlup sayıldı.
Yani Bingöl ilini temsilen İlhami kazanmıştı. Sonuçta
kazanmıştı ama hiç mutluluk hissedemiyordu. İçinde
hazmedemediği ters giden bir duygu vardı sanki. “Ama
haksızlık bu!” diyordu kendi kendine. “Ben kendi
hakkımla kazanmadım ki, tam tersine, neredeyse
yeniliyordum. Ne yapıp edip bu yanlışın önüne
geçmeliyim! Allah’ım bana yol göster!” diye düşünüyor
ve durmaksızın dualar ediyordu. Ettiği dualara icabet
olunduğunu hissetti İlhami bir an ve gözleri parladı.
Evet, kararını vermişti! Resmiyette madem bu yanlışın
önüne geçemeyecekti, en azından herkese ilan edilmiş
nezih bir yolla bu vicdan azabından kurtulacak ve
adalet yerini bulacaktı. Bölge birinciliği ödülünü almak
üzere İlhami, okul müdürü Tarık Bey ve Arif Öğretmen
ile birlikte ödüllendirme alanına yöneldi. Ev sahipliği
yapan Malatya şaşkındı. Öğrencileri Rihem kendine
gelmiş, yarışmaya katılan diğer 7 ilin yarışmacı
öğrencileri arasında yerini almıştı. Oldukça üzgün
görünüyordu. Onu gören İlhami kendini daha da kötü
hissetti ve “Allah’ım lütfen bu haksızlığın önüne
geçebilmem için bana yardım et!” diye bir dua
mırıldandı. Yapılan teşekkür konuşmalarının ardından
Birincilik ödülünü almak üzere İlhami sahneye çağrıldı
ve kendisine altın madalya takıldı. Kendisine
konuşması için mikrofon uzatıldı. İlhami satranç
oynamanın kendisine nasıl bir mutluluk hissettirdiğini
ve aslında satrançtaki hamlelerle hayatımızda attığımız
adımların bizleri başarıya ulaştırma veya başarısızlığa
uğratma noktasında nasıl da birbirine benzediğini
söyledi. Konuşmasının devamında, “Her oyunun bir
kuralı var! Satranç oyunundaki en önemli kuralın da
tıpkı yaşantımızdaki gibi “dürüstlük” olduğuna
inanıyorum. Davranışlarının temelinde “dürüstlük”
olan bir insan kaybetse de aslında hem bu dünyada
hem de ötelerde kazanır diye düşünüyorum. Bundan
dolayı şu an size bir şey itiraf etmek istiyorum.
Malatya’yı temsilen benimle final oyununu oynayan
Rihem arkadaşım bayılmadan önce, benim kesinlikle
karşı koyamadığım bir kuşatma altına almıştı beni!
Herhangi bir hamlemde en önemli taşlarımı yutacak ve
beni birkaç hamleyle “MAT” edecekti. Ben bu durum
karşısında epey paniklemişken nasıl olduysa Rihem
bayıldı. Yarışmaya devam edemediği için de hükmen
mağlup sayıldı. Ama emin olun kendi adıma hiç mutlu
olamadım. Çünkü bu madalyayı benim değil Rihem
arkadaşımın hakettiğine inanıyorum.” diyerek
kürsüden indi ve boynundaki madalyayı Rihem’in
boynuna geçiriverdi. Rihem dinledikleri ve İlhami’nin
bu hareketi karşısında oldukça şaşkın bir şekilde
gülümsedi. Bir anda tezahüratlar eşliğinde büyük bir
alkış koptu. İlhami’yi gözleri yaşlı dinleyen Okul
Müdürü Tarık Bey, Arif Öğretmen, tüm illerin yarışmacı
öğrenci ve idarecilerinin yanısıra Gençlik Spor Bakanlığı
TSF Komisyon ve jüri üyeleri durmaksızın İlhami’yi
alkışlıyor, dua ve övgü içerikli sözcüklerle
teşekkürlerini haykırıyorlardı. “İşte bu! Ruhsuz bir
şekilde ihtiraslarının esaretinde spor yapan bir
“Gençlik” değil; dürüstlük ve adalet ilkesiyle kendini
yoğurup şekillendiren bir “Gençlik” bu!” Türkiye
Satranç Federasyonu başkanının en son yaptığı
konuşmada Türkiye Gençliğinden ne denli umutlu
olduklarını bu sözcüklerle dile getirmişti. Ayrıca TSF
Başkanı, İlhami’yi, Tarık Beyi, Arif Öğretmeni ve
İlhami’nin bu bilinç düzeyine ulaşmasında emeği geçen
tüm öğretmenleri ve ailesini kutladı. İlhami derin bir
nefes aldı ve “Bu haksızlığa göz yummadan; haklıya
hakkını ulaştırma noktasında bana yardım ettiğin için
Yüce Rabbim, sonsuz şükürler olsun sana…” şeklinde
gözleriyle dua etti.
2. ÖYKÜ
YERLİ MALI SAVUR-ma-MALI!
“Halkımızın çeşitli STK ve yardım kuruluşlarıyla
oluşturdukları; un, pirinç, mercimek, tuz, şeker, sıvı
yağ gibi acil gıda malzemeleri ve temizlik ürünleri,
çocuk bezi, battaniye vs. yardım paketleri bu cuma
Arakan’a ulaştırılmak üzere İstanbul’dan yola çıkıyor.”
“Yardımlarınızın en geç 14 Aralık Perşembe günü
merkezde toplanmış olmasına özen göstermeniz
önemle duyurulur!” şeklindeki televizyon haberini
duyan Hülya mutfakta kahvaltı hazırlığı yapan
annesine sordu:
- Anneciğim, aylardır Arakan’daki Müslümanlarla
ilgili haberler yayınlanıyor. Ordularında bulunan
farklı dindeki insanların onlara işkence ettikleri
ve onları öldürdükleri anlatılıyor. İşleri
ellerinden alınmış, çalışmalarına izin
verilmiyormuş. Ülkemizde de bazı yardım
kuruluşları onlara yardım ulaştırıyormuş. Bu
sefer tüm yardım kuruluşları bir araya gelmiş,
bütün ülkeden topladıkları yardımlarla cuma
günü yola çıkıp ülkemizi temsilen Arakan’a
gidecekmiş. Gerçi Bingöl İstanbul’dan çok uzak
ama biz de bir yardım paketi oluştursak, cuma
günü yola çıkacak olan yardımlarla birlikte
onlara ulaştırsak nasıl olur anneciğim?
- Ne güzel düşünce böyle! Elbette harika olur! Bu
çorbada bizim de tuzumuz olsun.
- Bugün 9 Aralık Cumartesi. Yerli Malı Haftası’nın
başladığı salı gününe kadar, bizim çocuk
kulübünde bu çalışmayı tamamlayabiliriz diye
düşünüyorum. O halde kahvaltıdan sonraki
kulüp saatinde bu fikrimi arkadaşlarımla
paylaşayım, bakalım neler yapabileceğiz. Müdür
Bey bu yılki Yerli Malı Haftası etkinliğini 8A
sınıfının hazırlamasını istemiş. Zeynep
Öğretmenim de beni görevlendirdi. Ben de Yerli
Malı Haftasının kutlanma sebeplerini araştırdım.
Düşündüm de, yapacağımız yardım
çalışmalarına, Yerli Malı Haftası çalışmalarını da
dahil edebiliriz.
Annesi gülerek, “Neler çıkacak bakalım ortaya!
Doğrusu çalışmalarınızın sonuçlarını şimdiden merak
ettim!” deyip Hülya’dan tüm ev halkını kahvaltıya
çağırmasını istedi. Kahvaltı sonrası Hülya kulüp
saatinde tüm sınıf arkadaşlarıyla bir araya gelip
düşündüklerini açıkladı. Yerli Malı Haftası ve Arakan’da
yaşananlar ile ilgili internetten topladığı bilgileri
arkadaşlarıyla paylaştı. Arakan’ın coğrafi konumunu,
komşu ülkelerini, Türkiye’ye ne kadar uzak olsa da
orada yaşanan soykırımın tüm dünya ülkeleriyle
birlikte bizleri de nasıl etkilediğini anlattı. Arkadaşları
da Hülya ile aynı görüşte idiler. Hafta sonu yapılan
kulüp çalışmalarına Selma da katılıyordu. Sınıf başkanı
olarak yapılacak tüm çalışmalarda görevli
arkadaşlarına yardımcı oluyordu. Yardım paketlerini
nasıl hazırlayacakları konusunda görüş alışverişinde
bulundular. Anlaşılan büyük çaplı bir çalışma olacaktı.
Bu çalışmayı sitenin derneği organize etse daha iyi
olacaktı. Durumu Zeynep Öğretmen’le paylaşmaya
karar verdiler. Zeynep Öğretmen duyarlılıklarından
dolayı hepsini tebrik etti. Derneğin yönetim kurulunu
ve site yönetimini toplayıp öğrencilerinin bu fikirlerini
paylaştı. Hepsi onay verince çalışma için kollar sıvandı.
Kışın zorlu soğukları her tarafı sarmışken, Arakan’daki
kardeşlerimiz üşümesin diye “Her Haneden Bir
Battaniye” kampanyası başlatmışlardı. Tüm site (11
blok / 220 daire) bu kampanyaya olumlu cevap verince
Bingöl’den bir tır dolu battaniyeyi İstanbul’a
göndermektense, her aileden derneğin makbuzu
karşılığında, bir battaniye, içinde gıda ve temizlik
ürünlerinin olduğu bir yardım paketi değerinde (200 tl)
para toplandı. Hafta sonu ve pazartesi devam eden bu
çalışmalar salı sabahı tamamlanmıştı. Toplanan 44.000
tl ilgili hesap numarasına aktarılmış ve İstanbul’daki
yardım kuruluşundan perşembe akşamına kadar bu
parayla 220 aile adına 220 yardım paketi oluşturması
istenmişti. Ayrıca hazırlanan tüm yardımların da,
derneğin WEB adresinde yayınlanmak üzere
fotoğraflanması da istenmişti. İşte okulca üç gündür
hazırlığını yaptıkları gün gelip çatmıştı. Tüm sınıflar
okulun konferans salonunda toplanmış ve oldukça
sessiz, programın başlamasını bekliyordu. Müdür
Bey’in açılış konuşmasıyla program başlamıştı.
Ardından, Hülya bu haftanın anlam ve önemini
belirten kısa bir açıklama yapmış, dört günlük etkinlik
programının içeriğini sunmuştu. Hafta boyu
yapılacakları arzettikten sonra Hülya haber sitesinden
almış olduğu bir bilgi notunu arkadaşlarına okumuştu:
“Her yıl 12-18 Aralık tarihleri arasında bütün okullarda
kutlanan Yerli Malı Haftası'nın çıkış noktası aslında
1929 yılında yaşanan ekonomik kriz olmuş. Kriz
zamanında Türkiye, büyük bir ekonomik bunalım
yaşamış, piyasada mal dolaşımında büyük azalmalar
meydana gelmiş. Bunun üzerine halkın yerli mallarına
olan talebinin arttırılarak ekonomik darboğazın
aşılması hedeflenmiş ve bunun için okullarda Yerli Malı
Haftası kutlanarak yerli malı tüketiminin ülke
ekonomisine yaptığı olumlu katkılardan bahsedilmiş.
Ayrıca öğrencilere sıkıntılı zamanlarda paranın ve
eşyaların bilinçli tüketimi konusunda da eğitim
verilmesi hedeflenmiştir. 1983 yılında ilgili kanundaki
değişiklikle Yerli Malı Haftası'nın ismi, “Tutum, Yatırım
ve Türk Malları Haftası” olarak değiştirilmiştir.” Hülya
okuduklarına devamla:
- Değerli Öğretmenlerim ve Sevgili Arkadaşlar!
Gördüğünüz gibi Yerli Malı Haftası aslında bizi,
kendi ürettiğimiz malları tutumlu kullanmaya
teşvik ediyor! Ancak maalesef bu haftada her
sene çok fazla israf yapılıyor ve her
zamankinden çok, çılgınca bir tüketim yapılıyor!
Peki sizce ne adına?
- (...)
“Ülke olarak bu haftanın kutlanma amacının tamamen
dışına çıkmış durumdayız. Birçoğumuzun ağabeyi ve
ablaları var. Onların Yerli Malı Haftası'nda her sene
okulda parti varmış gibi evden ne çok yiyecek
götürdüklerini ve neredeyse patlayıncaya kadar
yiyerek eve döndüklerini hatırlamayan yok herhalde!”
Salonda başlayan kıkırdamaları durdurmak için eliyle
bir işaret yapmış ve konuşmasına devam etmişti. “Şu
durumda az önce okuduklarımla günümüzde okullarda
yapılanlar birbirine hiç uyuyor mu? Bundan dolayı
okulca bu sene Yerli Malı Haftası'nı, anlamına uygun
kutlama kararı aldık. Bunda, site olarak Arakan’a
yaptığımız yardım çok etkili oldu. Arakan’a yardım
kampanyasına verdiğiniz destek ve Yerli Malı Haftası'nı
gerçekten anlamak için gösterdiğiniz çabadan dolayı
teşekkür ediyorum. Şimdi sırada, günün anlam ve
önemini vurgulayan bir tiyatro oyunumuz var.
Arkadaşlarımız Arakan’da yaşanan durumları sahnede
canlandıracak. Biz belki bu sahneleri televizyonda
izleyerek veya sahnede görerek bile çok ağır
etkileniyoruz; ancak bilelim ki sadece Arakan’da değil
dünyanın birçok ülkesinde Müslüman insanlar veya
başka mazlumlar bu acıları bizzat yaşıyor. Biz izlemeye
dayanamazken onların bizzat yaşaması nasıl da yürek
parçalayıcı! Biz yaşantımızdaki savurganlığa ve
haksızlıklara devam ettikçe emin olun dünyadaki
zalimler de bu zulümlere devam etme cesareti
bulacak. İbret alan bir gözle seyretmek dileğiyle…”
Alkışlar eşliğinde sahne açılır.
Sahnede; neredeyse kemikleri sayılan bir çocuğu
kucaklamış; yüreğindeki hüzün ve çaresizliğin
gözünden okunduğu bir anne belirir. Gözyaşları içinde,
yalvaran bir ses tonuyla insanlığa seslenir. Bu
yaşadıkları katliamın durdurulmasını ister. Sahnenin
öte tarafında; yapılan işkenceler esnasında kolunu
kaybetmiş 18-20 yaşlarında bir genç çığlık çığlığa
arkasından koşturan işkencecilerden kaçmaktadır.
Diğer tarafta bu karışıklıktan faydalanıp çocukları
kaçıran organ mafyalarının sinsi görüntüleri… Öte
taraftan, zulümden kaçarken bindikleri tekneleri
batmış olup Bangladeş kıyılarına vuran onlarca cansız
yetişkin, genç ve çocuk bedeni… Bir yandan da
dünyanın her tarafından gönderilen yardımların
sahiplerine (Arakan Eyaletine) ulaştırılmasını
engellemeye çalışan Myanmar Hükümetinin o zorba
yüzlü yetkilileri. Öte yandan sahnenin birkaç yerinde
bu görüntüleri canları pahasına dünyaya izletmeye ve
Arakanlıların çaresizliklerini dünyaya işittirmeye
çalışan birkaç TV kanal spikeri… Sürekli yeni katliam ve
işkence haberleri vs… Dün Ortadoğu bugün Arakan…
Zalim el değiştirdi; ancak zulmün mantığı hep aynı
kaldı. Dünyada barış içinde yaşamak varken neden
bütün bu kıyımlar? İnsanların paylaşamadığı ne?
Tiyatronun bitiminde öğrenciler sınıflarına geçerken
her birinin zihnindeki fırtına gözlerinden okunuyordu.
Sanki “Nimeti kaybetmeden kıymetini bilmeli! Açlık
yaşayan bunca insan varken israf etmemeli” diyordu.
3. ÖYKÜ
TOHUMLAR YEŞERDİ 1
Öğlen zili çalmış, Zeynep Öğretmen herkese afiyet
olsun dileklerinde bulunup sınıftan çıkmıştı. Sınıf
nöbetçisi, öğretmenin arkasından yavaşça sınıf kapısını
kapatmış, sınıf başkanı olan Selma masaya oturmuştu.
Nöbetçi sınıfa kimse girmesin diye kapıda beklerken,
Selma arkadaşlarına hitaben:
- Merhaba arkadaşlar. Bildiğiniz üzere,
önümüzdeki hafta cuma günü olacak Öğretmenler
Günü'nde öğretmenimize nasıl bir hediye alacağımızı
belirlemek için toplandık. Görüşlerinizi almak
istiyorum.
İlk parmak kaldıran Rumeysa olmuştu. “Arkadaşlar,
hepinizin bildiği gibi Zeynep Öğretmen kitap okumayı
çok seviyor. Bence bu hafta boyu, okumaktan en çok
hoşlandığı konuları öğrenelim, sevdiği türden bir kitap
seti hediye edelim, ne dersiniz?” Sınıf birbirine bakmış,
Selma bunu ilk öneri olarak tahtaya yazmıştı. “Hepiniz
görüşlerinizi belirttikten sonra toplu olarak
değerlendirip karar verelim, olur mu arkadaşlar?”
Sinan, “8D sınıfı, taktıkça kendilerini hatırlasın diye
öğretmenlerine çok güzel bir kolye alacaklarmış,
kuzenim söyledi.” Engin, “Manzara resimlerini çok
seviyor Zeynep Öğretmen, evinin salonuna asabileceği
büyüklükte bir tablo almaya ne dersiniz? Böylece biz
liseye geçince de bizi hiç unutmaz, tabloya baktıkça
hatırlar.” Ömer, “Resim çizmeyi de seviyor, acaba
tablonun yanında bir tuval de mi hediye etsek?”
Derya: “Tamamen bitkisel içerikli bir cilt bakım ve öz
bakım setinin yanında sağlıklı bir parfüme ne
dersiniz?” Mehmet: “Taktıkça bizi hatırlayacağı bir
başörtü, yüzük ve bileklik alsak?” liste bu şekilde uzadı
gitti. Son olarak Selma oldukça düşünceli görünen
Suna’dan görüş alacaktı. “Önceki yıllar hediyelerimizi
teker teker veriyorduk; bu sene ise mezun olacağımız
için bizi hep hatırlatacak toplu ve farklı bir şey yapalım
dedik. Biliyoruz ki hediyeleşmek sevgiyi arttırır, ancak
alınan şey ne olursa olsun yıpranır ve insan, ömrünce
onu taşıyamaz. Ama yaşatılan güzel bir anı ömür boyu
hatırlanır, kişi unutmaz! Şu durumda öğrettiklerini
uyguladığımızı görmek, Zeynep Öğretmen için en güzel
hediye olacaktır. Bundan dolayı takım ruhuyla
yaptığımız iyi bir işi tiyatro yapıp kendisine
canlandıralım bence! Ayrıca bize; ahlaklı bir şekilde
değerlerimizle yaşamayı öğreten, Allah’ı çok seven
öğretmenimize “Allah” yazılı bir tablo hediye edelim.
Böylece tabloya her baktığında Allah’ı hatırlar, Allah’ı
hatırladıkça da bize dua eder, ne dersiniz?” O zamana
kadar fikir belirtmeyen Selma da “Bence harika olur
arkadaşlar, dilerseniz bu fikri oylamaya sunalım.
“Tamam diyenler?” Tüm sınıf parmak kaldırmıştı.
Selma:
- Şu durumda tam olarak ne yapacağımıza da
karar vermek için biraz daha düşünelim arkadaşlar.
Öğretmenimizle toplu olarak yaşadığımız bir anıyı
canlandıran bir çalışma yapsak daha iyi olur sanki, ne
dersiniz?
Öğrenciler genellikle Zeynep Öğretmenin kendileriyle
geçirdiği özel anıları hatırlıyor; sınıfça yaptıkları,
herkesin payı olan bir çalışmayı hatırlamak için de
hafızalarını zorluyordu. Suna, dört senedir yaptıkları ve
hala sürmekte olan bir çalışmayı hatırlamış ve
“Buldum!” diyerek parmak kaldırmıştı. “Sosyal
Yardımlaşma Vakfından listesini aldığımız; ilimizde,
özellikle de yakın mahallelerde yaşayan ihtiyaç
sahiplerine ve yetimlere yardım ulaştırma
çalışmalarında hepimiz bulunduk, değil mi?” Selma,
“Bildiğim kadarıyla 24 kişi olduğumuz için her sene 24
haftalık ziyaret planlayıp gerçekleştirdik. Yani her sene
birer defa bu ziyaretlerde bulunduysak arkadaşlar şu
ana kadar her birimiz en az üç defa Zeynep
Öğretmenle birlikte bu ziyaretlere gittik. Değil mi?
Gitmeyen varsa parmak kaldırsın.” deyince hiç parmak
kaldıran olmamıştı. Selma fikrini açıklaması için sözü
yine Suna’ya vermişti. “Hepimiz yalnız başımıza bir
hediye aldığımız takdirde ne kadar harcayacaksak o
parayı sınıf kumbarasına koyalım. Kumbarada biriken
parayla şu ana kadar ulaştığımız 75 aile için minik
hediyeler alalım. Bingöl Kültür Merkezinin 450 kişilik
kapasitesi var. Kutlamayı yapmak üzere 24 Kasım
Cuma günü için Kültür Merkezine şimdiden
rezervasyon yaptıralım. Zeynep Öğretmen’le birlikte
biz 25 kişiyiz. Annelerimiz-babalarımız 48 kişi, 75 aileyi
de ortalama 5 kişiden hesaplarsak 375 kişiyle birlikte
ortalama 450 kişi oluyoruz. O gece müsaitlerse müdür
ve müdür yardımcımızı da kutlamaya davet ederiz.
Gelen herkese dürüm, ayran, kek ve su dağıtırız.
Sınıfça yemek servisini yapar, boşları toplar,
davetlilerin ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı oluruz.
Şu durumda bu hafta boyu; yemek ücretini ve 75
ailenin evden alınıp eve bırakılması için 22 servisin
ücretini, yani ortalama 4000 tl’yi karşılayabilecek
“sponsor” aramalıyız. Ama bunu dernek üzerinden
yapamayız, yoksa sürpriz olmaz! Organizasyondan
haberi olsa da Zeynep Öğretmen’in 24 Kasım Cuma
gününe kadar kesinlikle o 75 aile ve yapacağımız
tiyatronun konusundan haberi olmamalı!
Organizasyon tamamen ailelerimizin çalışması olursa
ve davetli listesini Zeynep Öğretmen görmezse,
böylece sürprizimizi öğrenemez inşallah. Bu yüzden
durumu babalarımızla görüşelim. Onlar sponsor bulma
konusunda bize yardım etsinler. Sponsor bulduktan
sonra rezervasyonu kesinleştirelim. Ardından servisle
taşınacaklarını söyleyip, kutlamaya mutlaka
katılmalarını rica ederek 75 ailenin tamamına
ailelerimizin de yardımıyla davetiye ulaştıralım.
Davetliler kutlama yemeğini sinevizyon gösterileri
eşliğinde yedikten sonra birkaç şiir okur ve
tiyatromuzu sergileriz; programın sonunda da aileler
için aldığımız minik hediyeleri dağıtır, programımıza
katıldıkları için teşekkür ederiz, ne dersiniz?” Selma,
“Doğrusu gerçekleştirebilirsek müthiş olur!” demiş ve
saatine bakmıştı, saat epey ilerlemişti, öğlen arası
bitmek üzereydi, artık evde yemek yemeğe
yetişemeyeceklerdi, namaz kılacak kadar zaman
kalmıştı sadece. “Arkadaşlar, dilerseniz bugün ders
çıkışında yine sınıfta toplanıp devam eder, tiyatro
konusu ve organizasyona ilişkin son kararlarımızı alırız,
ne dersiniz? “Tamam” deyip dağıldılar. Zeynep
Öğretmen derse, elinde koca bir tepsiyle gelmişti.
Bugün kayınvalidesi İstanbul’dan kendilerini ziyarete
gelmiş; oğluna, Zeynep Öğretmen'e, torunlarına ve çok
sevdiğini bildiği için öğrencilerine kendi elleriyle
tepsilerle poğaça, börek ve baklava yapmıştı. Zeynep
Öğretmen de teneffüste yemek isterler diye
öğrencilerine getirmişti. “İnanılır gibi değil!” diye
düşünmüştü neredeyse bütün sınıf. Öğlen yemek
yemedikleri için kurt gibi acıkmışlardı. İlk ders bir öykü
inceledikleri için zamanın nasıl geçtiğini
anlayamamışlardı. Teneffüste de Zeynep Öğretmen’in
ısmarladığı çay eşliğinde evden getirdiklerini yemiş,
bayağı bir enerji toplamışlardı. Bütün öğrenciler
Allah’ın kendilerini nasıl gözettiğini bir kez daha
görmüş, şükretmişlerdi. Güzel bir niyetle yola çıkana
Allah işte böyle ikramlarda bulunurdu.
4. ÖYKÜ
TOHUMLAR YEŞERDİ 2
Okulun çıkış zili çalmış, Zeynep Öğretmen iyi tatiller
dileyerek sınıftan çıkmıştı. Ders sonrası toplantıları
olduğunu söyleyerek temizlik görevlisine önceki
teneffüste sınıfı temizletmiş olan sınıf başkanı Selma,
şimdi toplantıyı başlatmıştı.
- Tekrar hoşgeldiniz arkadaşlar. Biliyorsunuz,
öğlen arası olan toplantımızda ihtiyaç sahibi
ailelerin de olduğu bir kutlama programı
hazırlamaya karar vermiştik. Dilerseniz şimdi de
tiyatro konusuna karar verelim.
Gülseren parmak kaldırmıştı, “Okuduğum bir öyküde
ihtiyaç sahibi insanların, kendilerinden daha zor
durumdaki insanlara yardım ettiklerinde kendi
dertlerini unutup mutlu olduklarını, hatta böylece
kendi ihtiyaçlarını da karşılama yolları bulduklarını
yazıyordu. Anlatılanlara hem çok şaşırmış, hem de
anlatılanlardan çok etkilenmiştim. Bir şeyi çok isteyip
de onu elde edemediğimde ihtiyacı olan birini bulup
ihtiyacını gidermeyi artık alışkanlık haline getirmiştim.
Gerçekten bu rahatlama ve huzur duygusunu ben de
hissettim. Yapacağımız drama bu 75 aileye de mesaj
vermeli. Öyle bir mesaj vermeli ki; en çok ihtiyaç
duydukları “kanaatkarlık” duygusuyla tanışsınlar. Yine
öyle bir mesaj vermeli ki; yaşadıkları ağır şartlardan
dolayı hissettikleri hüzün ve üzüntüden kurtulsunlar.
Bildiğiniz gibi Suriye Savaşı'yla ülkemize çok fazla
Suriyeli göçmen geldi. Hatırlarsanız geçenlerde Zeynep
Öğretmen söylemişti; Bingöl’de de şu an 95 Suriyeli
aile bulunmakta. Bunların sadece 20’si sahip oldukları
meslekleriyle çalışıp para kazanmakta geriye kalan 75
aile oldukça zor durumda ve halktan gelen yardımlarla
geçinmekte. Bizim ziyaret ettiğimiz Bingöllü 75 ihtiyaç
sahibi aile ile Bingöl’e sığınan 75 Suriyeli ailenin kardeş
aile olduklarını hayal ediyorum da… İşte bu hayalden
yola çıkıp bir tohum atalım arkadaşlar; kimbilir tohum
yeşerir, filizlenip dal budak sarar, ağaç olur da günün
birinde biz de bu ağacın altında gölgeleniriz. Zeynep
Öğretmen hep şöyle demiyor mu: “Bütün büyük işler,
ufacık bir hayal ile başlar; siz de iyi işler yapmayı hayal
edin ve sonra planlayıp küçük adımlarla yol alın
yavrularım.” Yapacağımız tiyatronun senaryosu ise
şöyle olsun: “Suriyeli bir aile, Bingöllü ihtiyaç sahibi bir
aileye komşu oluyor. Birbiriyle yaşıt küçük kızları da
aynı okulda 1. sınıfa devam ediyordu. Dilini
bilmedikleri için sınıfta hiç kimse Serra ile arkadaşlık
kurmak istemiyordu. Ancak Nurdan, her sabah ve
öğlen Serra ile okula gidip geliyor, teneffüslerde de
Serra ile oynuyordu. Bu şekilde Serra artık Türkçeyi,
anlaşabilecek kadar konuşabiliyordu. Yol arkadaşlıkları
sınıfta sıra arkadaşlıklarına dönüştü. Artık Nurdan,
ödevlerinde de Serra’ya yardımcı oluyordu. Nurdan’ın
yardımıyla Serra da arkadaşlarıyla birlikte okuma-
yazmaya geçmiş, bu şekilde dostlukları da giderek
artmıştı. Nurdan evde annesi ve kardeşlerine
Serra’dan bahsediyor, annesinin yatalak kardeşine
baktığını, babasının da bel fıtığı olduğundan ağır iş
yapamadığını, bundan dolayı Sosyal Yardımlaşma
Vakfının üç ayda bir verdiği yardım ve komşuların
getirdiği erzaklarla geçindiklerini anlatıyordu.
Sığındıkları ev için de belediye tarafından yıkım kararı
alındığından şimdi ne yapacaklarını, nereye
gideceklerini bilemediklerini üzülerek anlatıyordu. “En
azından bizim elhamdülillah, devlet tarafından kiramız
karşılanıyor, ve babam henüz işten çıkarıldığı için
işsizlik maaşı alıyor anneciğim.” diyerek ağlıyordu.
Bunun üzerine evlerinde kullanmadıkları bir odayı bu
Suriyeli aile ile paylaşmaya karar vermişlerdi. Sokakta
kalmalarına göz yumamazlardı. Sığındıkları evden
komşuların kendilerine verdiği döşek-yorganları, özel
birkaç parça eşyaları ve küçük tüplerini alarak
Nurdanların evine yerleşmişlerdi. Nurdan’ın annesi
Serra’nın annesine dikiş-nakış öğretmiş, mahalleden
gelen siparişleri beraber yapmaya başlamışlardı. Şimdi
iki kişi oldukları için Nurdan’ın annesi daha fazla sipariş
alıyor, kazançlarını paylaşıyorlardı. Bir süre sonra
Nurdan’ın babası Serra’nın babasını alıp fırın sahibi
olan kuzeniyle tanıştırmış, ikisi de fırına çırak olarak
yerleşmişlerdi. Bir yıl sonra fırın işini iyice öğrenmiş
eşlerinin de sermayesiyle küçük bir poğaça-gözleme-
simit büfesi açmışlardı. İşlek bir yerde olduğundan çok
satış yapıyor, oldukça fazla kazanıyorlardı. Artık her iki
aile de refaha kavuşmuş, ayrı ayrı evlere yerleşecek
kadar para kazanmışlardı. Ancak birbirlerini o kadar
çok sevmişlerdi ki ayrılmak istemiyorlardı. Biraz daha
çalışıp kazanarak altlı üstlü bahçeli bir ev satın almaya,
böylece bir ömür kardeşçe yaşamaya karar
vermişlerdi. Nurdan ile Serra da birbirlerine destek
olarak ilkokulu bitirmiş ve babalarının aldıkları şirin
bahçeli evde iki kardeş gibi yaşamışlardı.” Bu minik
öykü bize “Bir elin nesi var iki elin sesi var.” atasözünü
hatırlattı değil mi arkadaşlar? Yani “Birlikten kuvvet
doğar.” Şu durumda oraya gelen tüm ihtiyaç sahibi
ailelere bir pencere açmış olacağız. Varlığa ulaşabilmek
için, öncelikle yüreklerinin zengin olması gerektiğini
görecek ve kendilerine acımak yerine kendilerinden
daha ihtiyaç sahibi insanları bulup onlara yardım
etmeleri gerektiğine karar verecekler. O gece, o
ailelere verebileceğimiz en güzel mesaj bu olur diye
düşünüyorum arkadaşlar, ne dersiniz? Eklemek veya
çıkarmak istedikleriniz olursa görüşlerinizle tiyatro
konumuzu daha da zenginleştirebiliriz.” Gülseren’in
senaryosu herkesin hoşuna gitmiş hiçbir değişiklik
yapmadan bunu oynama kararı almışlardı. Hafta sonu
boyunca çocuk kulübünün kendilerine ayrılan
saatlerinde kapıları sıkı sıkı kapatıp bu oyunun
provalarını yapmışlardı. Hafta içi provalar devam
etmiş, bir yandan da organizasyonu tamamlamışlardı.
İhtiyaç sahibi aileleri teker teker ziyaret etmiş,
hepsinden de kutlamaya gelme sözü almışlardı.
Nihayet 24 Kasım Cuma günü gelip çatmıştı. Bütün
sınıflarda öğretmenlere hediyeler verilmiş, öğrenciler
öğretmenlerine olan sevgilerini şiirlerle dile
getirmişlerdi. 8A sınıfında ise heyecan doruktaydı.
Öğrenciler hemen ilk derste Zeynep Öğretmen’in
öğretmenler gününü kutlamış ve Zeynep Öğretmen’e
büyük bir tablo hediye etmişlerdi. “Lütfen
öğretmenim, bu gece Kültür Merkezinde yapacağımız
program bitiminde, yani eve döndükten sonra bu
tabloyu açın, olur mu?” deyip programdan önce
açmaması için ısrar etmişlerdi. Zeynep Öğretmen de
gülümseyerek “tamam” demişti. Kültür Merkezindeki
kutlama programı akşam 17.00-19.00 arasıydı. Yani
ders 14.30’da bitince, program öncesi tüm
organizasyonu gözden geçirmek ve son bir prova
yapmak için sadece iki buçuk saatleri vardı. Tüm
tiyatro ekibi Kültür Merkezine geçip provaya
başlamıştı. Aileleri taşıyacak servislere adresler
verilmiş, salona konukların ağırlanacağı şekilde bir çeki
düzen verilmiş, kapıda çikolata ve kolonyayla konuklar
karşılanmaya başlanmıştı. Hem alt kat hem de üst
katta beşer öğrenci gelen konukların oturma düzenini
belirliyor, aileler çocuklarıyla rahatça oturabilecekleri
yerlere yerleştiriliyordu. 8A sınıfı öğrencilerinin anne
babaları en ön sırada değil, davetli ailelerin arasına
gelişigüzel oturmuşlardı. Protokol oturma düzeni
olmayınca programa gelen müdür ve müdür yardımcısı
da öğrencilerin yönlendirdiği yerlere oturmuşlardı.
Zeynep Öğretmen’in de çocuklarıyla birlikte geldiğini
görünce 8A sınıfının sevinci katlanmıştı. Nihayet
saatler 17.00'yi gösteriyordu. Selma sunucu olarak
tüm konukları selamlayıp program akışını arz etti.
Ardından sinevizyon gösterileri başlamış ve yemek
dağıtımı yapılmıştı. Sinevizyon gösterileri iki bölümden
oluşmaktaydı. Yemek eşliğinde izlenecek ilk bölüm
genellikle öğretmenlerin öğrencileriyle iletişimini konu
alıyordu. Videolarda öğrencilerin okulda edindikleri
becerilerle kendi yakınlarına ve topluma sağladıkları
faydalar işleniyordu. Yemek sonrası öğrenciler
tarafından bütün boşlar toplanmış, o arada da birkaç
şiir okunmuştu. Yemekten sonraki sinevizyon
gösterilerinin ikinci bölümünde ise Suriye Savaşı'nın
başından bu yana sınırdan geçmeye çalışırken
öldürülenlerin görüntüleri ve sınırdan geçmeyi başarıp
Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin yaşadıkları zor durum
konu alınmıştı. Konukların kendilerinden daha zor
durumda olanlara yönelik farkındalık geliştirmeleri
sağlanmıştı. Zeynep Öğretmen sinevizyon sonrası şöyle
bir etrafına bakındı ve bu ailelerin hepsini tanıdığını;
öğrencileriyle onları ziyaret ettiklerini hatırladı. “Allah
Allah! Hem de neredeyse hepsi oradaydı, ne olmuştu
ki acaba, buraya niçin ve nasıl gelmişlerdi? Bu yemeğin
sponsoru da kimdi?” şeklinde zihninde bir yığın soruyla
şaşkın şaşkın etrafı gözlüyordu. “Bu ihtiyaç sahibi
ailelerin dışında öğrenci olarak bir tek kendi sınıfı ve
velileri vardı salonda. Halbuki belediyenin
sponsorluğunda herkese açık bir organizasyon
sanıyordu bu kutlamayı. Gündüz azıcık rahatsızlandığı
için evde dinlenmeyi tercih edecekti ama, öğrencilerini
kıramadığı için dört yavrusunu da alıp gelmişti. Neler
oluyordu acaba?” diye düşünürken sunucu olarak
Selma; Zeynep Öğretmen’in Öğretmenler Günü'nü, en
zor zamanlarında kendilerini ziyaret ettiği dostları
arasında kutlamak istediklerini belirten bir giriş
yapmıştı. Bu şekilde Zeynep Öğretmen’in zihnindeki
tüm sorular cevabını bulmuştu. Aman Allah’ım! Nasıl
bir duyarlılıktı bu böyle ya! Duydukları ve gördüğü
manzara karşısında ancak, “Maşaallah!” diyebilmişti.
Az sonra perde açılmış, tiyatro başlamıştı. Bütün
oynayanlar da 8A sınıfıydı! Şimdi de ancak
“Subhanallah!” diyebilmişti. Bu yavrular neler
düşünebiliyor, neler yapabiliyorlardı böyle! Tiyatroyu
sonuna kadar çocuklarıyla birlikte pür dikkat izlemiş ve
nutku tutulmuştu. Bizim “çocuk” ve “küçük” olarak
gördüğümüz yürekler, ne de “büyük” yüreklermiş!
Programın tamamı hem Zeynep Öğretmen’e, hem
müdüre hem de müdür yardımcısına tam bir sürpriz
olmuştu. Altlı üstlü salon hınca hınç doluydu.
Tiyatronun bitiminde bir alkış tufanı kopmuş ve
seyirciler tarafından öğrenciler ayakta alkışlanmıştı.
Ailelerin de öğrencilere bir sürprizi vardı. Tiyatro dahil
tüm program kamerayla kayda alınmış ve CD olarak
tüm öğrencilere dağıtılacaktı. Alkışlar hala devam
ediyordu. Aman Allah’ım! Ne muhteşem bir gece
geçirmişti! Yüreği yerinden fırlayacak gibi atarken,
“Demek ki tohumlar yeşerdi Rabbim!” diyerek
yutkundu ve mutluluk gözyaşlarını artık tutamadı.
Programın tamamına konuklar bayılmıştı. Gözyaşları
içinde, “Biz almamız gereken mesajı aldık Hoca Hanım,
artık hazır balık beklemeyecek; balık avlamayı öğrenip
bizim durumumuzdakilere öğreteceğiz!” türünden
ifadeler kullanarak öğrencilerin nasıl da amaçlarına
ulaşmış olduklarını göstermişlerdi. “Yüzlerce seminer
onlara bu duyguyu veremez, bu kararı aldıramazdı. Ya
öğrenciler? Hangi ara bu kadar olgunlaşıp
derinleştiler? Allah’ım, kuşlarım yuvadan uçuyor, sen
onların kolu ve kanadı ol!” türünden yürek dolusu
sevgiyle dua ediyor ve öğrencileriyle kucaklaşıyordu.
Rüya gibi “2 saat” geçirmişti. Yeryüzünde alabileceği
en harika hediyeyi almıştı; tüm ektiği tohumların
eksiksiz ve kusursuz çiçek açtıklarına şahit olmuştu bu
gece. Rabbinden daha ne dileyebilirdi ki? Bu
düşünceler arasında evinin yolunu tutmuş, yavrularını
uyutmuştu. Yatsı namazını kıldıktan sonra tam
uyuyacakken “hediye tabloyu” hatırlamış; salona geçip
asacağı uygun bir yer ayarlamaya çalışmıştı. Tabloyu
hediye paketinden sıyırıp da “Allah” lafzını görünce
boğazı düğümlenmiş ve artık hıçkırıklara boğulmuştu.
Tüm bu değerlerin temelindeki ana gayeyi anlamıştı
“yavrucakları”. Evet! Her şey Rabbin rızası, yaradan
aşkı, yani “Allah” içindi. Tabloyu astığı yerden “Allah”
lafzına takılı kalan gözlerinin önünden teker teker tüm
öğrencileri geçmiş, “Rabbimin kucaklayışıyla kalın
yavrucaklarım.” diye usulca dua etmişti.
5. ÖYKÜ
LATİF'İN HEYECANI
Latif saatlerce kitap okumuş, gözlüğünü çıkarıp azıcık
gözlerini ovuşturmuş ve esneyerek yatağına uzanmıştı.
İnternetten siparişini verdiği yeni kitaplığı bugün
gelmişti. Kitaplığı monte edip tüm kitapları yeniden
yerleştirince epey yorulmuş, kitap okuyarak
yorgunluğunu atmaya çalışmıştı. Latif sitenin
yakınındaki Merkez Ortaokulunun 8. sınıfına devam
ediyordu. Lise hazırlıklarına rağmen kitap okumayı hiç
aksatmayan Latif, deyim yerindeyse tam bir kitap
kurduydu. Evlerindeki kütüphanenin yarısından fazlası
Latif’e aitti. 1. sınıftan itibaren alıp bir çırpıda okuduğu,
sayısını kendisinin bile bilemediği kitap setleri vardı.
Kitaplarına neredeyse her şeyden çok önem veren
Latif’in gün geçtikçe kitap sayısı artıyordu. Bu aralar
sitenin ortaokulunda bütün sınıflar için sınıf kitaplığı
oluşturulduğunun farkında olan Latif; geçtiğimiz hafta
annesine danışıp kardeşi Halil’den de izin isteyerek
5.sınıfa uygun kitap setlerinin tamamını 5C sınıfına
bağışlamıştı. Bu şekilde sadece Halil değil tüm 5C sınıfı
bu kitaplardan faydalanmış olacaktı. Her biri en az 10
kitaptan oluşan 20 kitap setinin yanısıra Latif, bağımsız
tekli kitaplar da bağışlamış; sınıf öğrencilerinden gelen
kitaplarla da 5C sınıfının kitaplığı oluşturulmuştu.
Ancak annesinin sınıfı olan 8A sınıfının kitaplığının
oluşturulabilmesi için 55 kitaba daha ihtiyaç vardı.
Kardeşinin sınıfına olduğu gibi annesinin sınıfına da
katkıda bulunmak istiyordu. Ne yapsam, ne etsem diye
düşünürken, en çok sevdiği kitap serisine gözü takıldı.
Geçen seneden bu yana annesinin her hafta kendisine
hediye ettiği “EBA Tarih”, “EBA Matematik”, “EBA
Coğrafya” vs. bilgilerini içeren “EBA Bilgi” isimli kitap
serisi tam da bu hafta 55 kitaba ulaşmıştı. Üzerine
titrediği bir seriydi bu. Her hafta heyecanla yeni kitabı
almayı bekliyor ve test aralarında mola verirken
pasajlar halinde oldukça keyif alarak okuyordu.
Hafifçe gözlerini kısmış, “Mmmm, ayrılık vakti geldi
galiba.” diye iç geçirmişti. Nihayet, annesine de
danışarak 8A sınıf başkanı Selma ile görüşüp tüm “EBA
Bilgi” kitap serisini annesinin sınıfına bağışlamıştı. 8A
sınıfı öğrencilerinden Kütüphanecilik Kulübü Başkanı
Abdullah; yardımcıları Sezgin, Hülya, Derya ve İlhami
ile birlikte tüm kitapları kayıt altına almışlardı. Kitaplar,
okumaları için öğrencilere bir haftalığına ödünç
veriliyordu. Aralık ayının son iki haftasında, 8. sınıflar
arasında münazara yarışması yapılacaktı. İlk hafta 8A-
8B sınıfı ile yarışırken 8C-8D sınıfı ile yarışacaktı.
Kazanan sınıflar ikinci hafta karşı karşıya gelecek, bu
şekilde münazarayı kazanacak olan sınıf, ortaokullar
arasında il çapında ikinci dönem boyu yapılacak olan
münazaralarda okulu temsil edecekti. Münazara
konuları belli olmuştu ancak konuları savunacak
taraflar henüz belirlenmemişti. Öğrencilerin her iki
tarafta olabilme ihtimaliyle her iki konuya da
hazırlanmaları istenmişti. 1. dönemin ikinci yazılıları da
bitmiş, öğrenciler bütünüyle münazara yarışmasına
odaklanmışlardı. Bu aralar hem sınıf kitaplığı hem de
okul kütüphanesi 8. sınıf öğrencileri tarafından sık sık
kullanılıyordu. Bu şekilde öğrenciler okuma saatleri ve
teneffüslerini sürekli okuyup araştırarak
değerlendiriyorlardı. Evde ailelerinden fikir alıyor, o
fikirleri geliştiriyor, mini münazara grupları oluşturup
çeşitli konularda fikir alışverişinde bulunuyor ve bu
şekilde ön hazırlık yapıyorlardı. Ön elemenin yapılacağı
münazara gününde heyecan doruktaydı! Grupların
savunacağı konular kurayla belirlenmiş ve her konuya
hazırlanmaları sağlanan öğrenciler yarışmaya
başlamışlardı. Aileler de kendilerini izliyor, öğrencilerin
fikirleri savunma yeteneklerine hayran oluyorlardı.
Tartışma ve sözel şiddetten uzak; yarışma havasından
ziyade oldukça düzeyli bir sohbet havasında geçen her
iki münazara da sonuçlanmış ve kazanan taraflar
belirlenmişti. 8B ve 8D sınıfları kazanmış, ancak
yarıştıkları tüm arkadaşlarını da fikirlerini çok güzel
savunduklarını belirterek tebrik etmişlerdi. Bir sonraki
hafta yapılan final yarışmasında ise 8D sınıfı kazanmış
ve okulu temsil etmeye hak kazanmıştı. Tüm sınıflar
8D sınıfını tebrik etmiş ve diğer okullarla yapılacak
yarışmalarda kendisine başarılar dilemişti. Öğrencilerin
bu yaşta bu denli olgun davranmaları öğretmenleri de
velileri de oldukça mutlu etmişti. Öyle ya bütün
öğrenciler şu gerçeğin farkında idi: “Önemli olan
yarışma sonucunda kazanmaları değil; yarışma
süresince ne “kazandıkları” idi.” Hem kendi
kazanımları hem de arkadaşlarının kazanımları onlar
için önemliydi. Öğrencilerin bu amaca odaklanmaları
onların nitelikli bir iletişim içerisine girmelerini ve
arkadaşlarına gerçekten saygı duymalarını sağlamıştı.
Kütüphanecilik Kulübü’nün aralık ayı için yaptığı
toplantıda Abdullah arkadaşları arasında yaptığı
gözlemi dile getirmiş; tuttukları kayıtlara göre bu ay
kitap okuma oranının %65 arttığını, hatta sınıf kitaplığı
dışında arkadaşlarının 8B, 8C ve 8D sınıfı ile de kitap
okuma halkaları oluşturduklarını, birbirleriyle kitap
alışverişinde bulunduklarını dile getirmişti. Her sınıf
öğretmeni, ayın en fazla kitap okuyan öğrencisini
idareye bildiriyor ve sınıflar arası en fazla kitap okuyan
öğrenci tespit edilip idare tarafından okulun tören
gününde ödüllendiriyordu. Aralık ayı töreninde sürpriz
bir konuk vardı. Sınıf kitaplıkları genellikle öğrenciler
tarafından satın alınan kitaplarla oluşturulmuş ve
oldukça sınırlı sayıda iken 8A ve 5C sınıflarının kitaplığı
hem çok çeşitli hem de oldukça zengindi. Bu durum
sınıf kitaplıklarının içerik ve sayısını inceleyen müdür
beyin dikkatini çekmişti. 8A sınıf başkanı Selma ve 5C
sınıf başkanı Halil’den, kendi sınıflarına kitap bağışı
yapan öğrencinin ismini ve okuduğu okul bilgisini
almıştı. Zeynep Öğretmen’e de sürpriz olması için
kendisine bildirmemiş, aynı zamanda Latif’i de kendi
okul müdürü ile birlikte okula davet etmişti. Bu seferki
ödül töreninde Latif’i de görmek Zeynep Öğretmen’i
şaşırtmıştı. Tam yanına gidecekken müdür beyin
“bekle” işaretini almış ve durmuştu. Az sonra bu ayın
sınıflar arası en çok kitap okuyan öğrencisi açıklanmış
ve ödüllendirilmişti. Hemen ardından müdür bey bu
dönem boyu hem bilgi yarışması hem de münazaralar
konusunda gösterdikleri tüm çabalar için öğrencileri
tebrik etmiş ve “Şimdi, en çok sevdiği şeyi, yani
kitaplarını, sizlerle paylaşan bir arkadaşınızı sizlere
takdim etmek istiyorum.” diyerek kendi okul müdürü
eşliğinde alkışlar arasında Latif’i öğrencilerin karşısına
çıkarmıştı. Aslında bu durum Latif’e de tam bir sürpriz
olmuştu; çünkü okula neden çağrıldığını bilmiyordu;
bugün son derste müdür tarafından alınıp buraya
getirilmişti sadece. Zeynep Hanım’ın gözleri dolmuştu.
Latif’in hiçbir karşılık beklemeden yaptığı bu iyilik ne
de güzel ödüllendirilmişti. Kendilerine kitap bağışlayan
kişinin, Zeynep Öğretmenin oğlu olduğunu öğrenen 8A
sınıfı tezahüratlarla hem Zeynep Öğretmenlerini hem
de Latif’i onurlandırmışlardı. O gün Latif oldukça farklı
duygular yaşamış ve yaşadıklarını hatıra defterine;
değer verdiği, anlamlı bulduğu okul anılarının arasına
kaydetmişti. “Paylaşmak ne yüce bir duyguymuş!
İnsanı mutlu etmek aslında kendini mutlu etmekmiş.”
şeklindeki derin hisler içinde, derin hayallere dalmıştı.
6. ÖYKÜ
YUVAYA DÖNÜŞ
Nermin Hanım Malatya’dayken, üç ay boyunca hafta
sonları Elazığ’daki Zühre abla Emine ninenin yanına
gelmiş, Zişan teyzenin yokluğunda ona eşlik etmişti.
Eşini kaybettikten sonra Emine nine iyice içine
kapanmış ve kendi ölümüyle eşine kavuşacağı anın
hayalini kurup durmuştu. Ancak Emine nine için Bilal’in
rahatsızlık süreci tam bir dönüm noktası olmuştu.
Kendi verdiği ilikle o yavrunun tekrar hayata
tutunduğunu görmek, Emine ninenin de tekrar hayata
dönmesini sağlamıştı adeta! Bilal’in Bingöl’e geleceği
gün; eşinin ölümünden bu yana girmediği mutfağa
girmiş ve heyecanla Bilal’in en çok sevdiği yemeği ve
tatlıları diyetine uygun bir şekilde hazırlamıştı. Bilal
yanakları tombullaşmış bir şekilde kapıda belirince bir
çocuk heyecanıyla kapıyı açmış, doya doya torununa
sarılmış,torununu öpmüş, koklamıştı. “Canım
torunum, Bilalim benim” En son onu Malatya’da
gördüğünden çok daha iyi görmüştü. Bilal gerçekten
iyileşiyordu. Sağ olsun Aynur yenge ve Zülfü dayı onun
her ihtiyacını yavruları gibi karşılamış, yetim ve hasta
olduğundan dolayı da her anlamda hassas
davranmışlardı. Kuzenleri de aynı duyarlılıkla ona
yaklaşmıştı. Emine nine bu kadar vefakar evlatlara ve
torunlara sahip olduğu için Rabbine şükretti.
Kaybettiği bir hazineyi bulmuş gibi tekrar tutunmaya
başlamıştı bu hayata. “Nihayetinde o kadar da yaşlı
sayılmazdı. Elini eteğini her şeyden çekerek yaşamak
olmaz!” diye düşünüyordu artık. Daha torunlarının
büyüdüklerini ve yeni hayatlar kurduklarını görecekti.
Rabbi eşini almıştı ama onun ölümüyle hayat da son
bulmamıştı ki; tüm hızıyla devam ediyordu. Onun
sevgisine ve ilgisine ihtiyacı olan evlatları ve torunları
vardı. Şu durumda olumsuz duygulara artık izin
vermeyecek ve hayata dair hep olumlu duygular
besleyecekti. Bilal’inin tombik yüzüne derin derin
bakarken düşünmüş tüm bunları ve yeniden
doğmuşçasına koca bir “Merhaba” demek istemişti
hayata. Bu rahatsızlık süreci Bilal’e de çok şey
kazandırmıştı. Eski mızmız halinden eser yoktu ve daha
sabırlıydı artık. Kolay mı, o yaşta o ağır tedavi süreci!
Hem bedensel bir yenilenme hem de duygusal bir
olgunluk kazandırmıştı Bilal’e. “Canım anneannem
benim!” deyip sarılmıştı Emine nineye. Doğrusu
mutfaktan gelen o muhteşem kokular bir anda karnını
acıktırmıştı. İçeri girdiklerinde doğru mutfağa yöneldi
ve mutfak kapısını kaplayan Zişan teyzenin,
“Sarılmadan geçmek yok küçük bey!” diyen tatlı sesiyle
irkildi. Ne çok özlemişti Zişan teyzesini!
Malatya’dayken tek bir defa görmüştü anneannesiyle
teyzesini. Bilal’i dışarıdan gelebilecek mikroplardan
korumak için Zülfü dayı ve Aynur teyze iki ay boyunca
eve hiç misafir almamıştı. Ne kadar özlese de tüm
sevdikleri, Bilal’in Bingöl’e dönmesini bekleyeceklerdi.
Şimdi artık ziyaretler sıraya konulmuş, her hafta sonu
sadece bir ziyaretçi kabul edebileceklerdi. Bilal
yemekten sonra dışarı çıkmak istemişti ancak hava çok
soğuk olduğu ve azıcık yürüdüğü halde çok yorulduğu
için eve dönmüşlerdi. O vakit, Bilal eski gücüne ve
sağlığına kavuştuğunu, köy çocuklarının arasına
karıştığını, koşup eğlendiğini ve köyünün o tertemiz
havasını içine çeke çeke karda kızakla kaydığını hayal
etti bir an. İçi burkulsa da sabredecekti, sabrın sonu
selametti, o günler de gelecekti elbette, sabreden
kuluna Rabbi o günleri de yaşatacaktı inşallah.
Hafta sonu bitmiş, nihayet çok özlediği arkadaşları ve
öğretmenini görecekti. Sınıfın kapısına “Allah’ın izniyle
“Sevgi ve duanın koruması”yla aramıza HOŞGELDİN
Bilal.” yazısı giydirilmişti. Bilal yazıyı görünce hafifçe
gülümsedi. Annesi ve Zeynep Öğretmen ile birlikte
sınıfa girdiğinde ise gözlerine inanamadı. Sınıfın
tavanları baştan başa balon ve rafya kağıtlarıyla
süslenmiş, 23 arkadaşı üç sene boyunca onunla
geçirdikleri anıları kısa kısa süslü ve renkli harflerle
yazıp sınıfın dört bir yanına asmışlardı. Bu ne harika bir
karşılama töreniydi böyle! Doğrusu Zeynep Öğretmen
bile bu kadarını beklemiyordu. Bilal, ağzını ve burnunu
kapatan maskeli haliyle bir an sınıf kapısında kalakaldı.
Sonra kendine gelmiş gibi, yokluğunda hep boş duran,
bugüne özel karşılama çıkartmaları yapıştırılmış
sırasına oturdu. Oldukça duygulanmış, mutluluktan ne
diyeceğini şaşırmıştı. Herkesin artık onun sesini
duymak istediğini farketmiş, kendini zorlayarak
konuşmaya başlamıştı:
- İnsanın ailesinin, arkadaşlarının ve
öğretmenlerinin olması ne güzel! Bu üç ay boyu
sizleri görmeyi çok istedim. Doktor yolculuğu
yasakladığı için gelemedim. Ama nedense sizleri
hep yanımda hissettim. Hep benimle
konuşuyordunuz sanki. Daha önce hiç böyle
hissetmemiştim. Yanınızda olmayı çok istediğim
için miydi bu hissim bilemiyorum ama neden
böyle hissettiğimi bir türlü anlayamadım.
O an bütün sınıf birbiriyle ve özellikle de Zeynep
Öğretmen’le bakışıp gülüştü. “Bunun nedenini
merak ediyorsan biz biliyoruz ama söyleyemeyiz,
bu bir sır!” dedi Çiğdem. Bu söz üzerine bu sefer
sınıf kıkırdamaya başladı. Zeynep Öğretmen Bilal’in
merakını giderme ihtiyacı duydu ve, “Yavrucuğum,
biz de seni hep aramızda hissettik, neden mi diye
sorarsan, sen hiç aramızdan ayrılmadın ki, sürekli
aklımızda, dilimizde ve duamızdaydın. Böylece Allah
sana, yanında olduğumuzu hissettirdi; senin de
bizim aramızda olduğunu bize hissettirdi. Yani
dualarda buluştuk. Arkadaşlarının kendi
aralarındaki gülüşmeleri bundan dolayıydı. Ayrıca
seninle ilgili olan her durumda seni andık, seninle
geçirdiğimiz anıları biriktirdik ve kitap yazdık.”
diyerek gözüyle Selma’ya bir işaret verdi. Selma
hediye paketi ile sarmalanmış kitabı “Aramıza hoş
geldin Bilal; bu sana 8A sınıfı olarak bizim ve
Zeynep Öğretmen’in hediyesi” diyerek Bilal’e
uzatınca Zeynep Öğretmen “Şu duvarlarda
gördüklerin ise kitapta yazdığımız, sınıfça
geçirdiğimiz anıların minik bir özeti Bilalciğim” diye
devam etti. Bu yoğun ilgi ve sevgi hali Bilal’i çok
etkilemişti. Bir süre Bilal ne diyeceğini bilemedi;
nutku tutulmuş gibi sustu, sonra yutkunarak usulca
“Teşekkür ederim.” diyebildi. Annesi tüm bu
olanları gözleri yaşlı takip etmişti. Bir anda; lösemi
tanısı aldıkları an, kemik iliğinin nakledildiği an,
hastanede geçirdikleri zorlu bir ay ve Malatya’daki
ağabeyinin evinde geçirdikleri iki ay gözlerinin
önünden bir film şeridi gibi geçti. “Bizleri darlıktan
sonra ferahlığa kavuşturan Allah’ım, sana şükürler
olsun.” diye geçirdi içinden. Bu süreçte Zeynep
Öğretmen’in her anlamda çok desteğini görmüştü.
Öncelikle; Bilal’in doktorunun yanı sıra kendi eşi ve
Dr. Nevzat Bey’den doğal beslenme tekniklerini ve
nakil sonrası enfeksiyondan korunmak için
yapılması gerekenleri içeren bir liste almış ve
Nermin Hanımların daha hassas davranmalarını
sağlamak için, onlara ulaştırmıştı. Doktorlar, “Asıl
olan Bilal’in sağlığı; bu sene iyice dinlensin, istiyorsa
sadece kitap okusun, seneye ortaokulu tamamlar.”
dediği halde Bilal’in ne kadar arkadaş canlısı
olduğunu bilen Zeynep Öğretmen, “Bilal güçlü bir
çocuk, bu süreci en iyi, çok sevdiği arkadaşlarının
destek ve dualarıyla; en önemlisi de üç senedir aynı
sınıfta okuduğu arkadaşlarıyla birlikte mezun
olmanın mutluluğuyla aşar.” deyip Bilal’e haftalık
sınıfında çekilen tüm ders anlatım videolarını
göndermiş, EBA’dan takip etmesi gereken konuları
listelemiş ve EBA öğretmen sisteminden çözdüğü
testleri ve başarı durumunu takip etmişti. Ayrıca
kasım ve aralık aylarında çocuklarını yardımcısının
eşliğinde Emine ninenin köyüne bırakmış; 1. ve 2.
yazılıları almak için Malatya’ya Bilal’i iki kez ziyarete
gitmişti. Zeynep Öğretmen’in bu çabası Bilal’in
kendini sağlıklı gibi hissetmesini sağlamış ve
derslerine çalışırken de hasta olduğunu düşünüp
üzülmeye hiç zamanı olamamıştı. Aynur yengesi de
bir yandan Nermin Hanım’a moral verirken öte
yandan her gün Bilal’in diyetine uygun çeşit çeşit
yemekler hazırlamıştı. Şen şakrak yapısıyla sürekli
anne ve oğulu güldürüyordu. Lise 2. sınıfa devam
eden kuzeni Said de Bilal’le birlikte bulmaca
çözüyor ve çoğu zaman da anlamadığı konuları
anlatarak ona ödevlerinde yardımcı oluyordu.
Muayenelerin giderek seyrekleştiği ve her günün
gırgır-şamatayla geçtiği bu iki ayın doğrusu nasıl
geçtiğini hiçkimse anlayamamıştı. Ayrılık günü gelip
çattığında Aynur yenge görümcesine birinci
dönemin sonuna kadar evlerinde kalıp yarıyıl
tatilinde birlikte Bingöl’e dönmeyi teklif etti. Ancak
doktorun yolculuğa izin verdiğini duyan Bilal durur
mu hiç? Bir an önce sınıfına ve arkadaşlarına
kavuşma isteğini o kadar çok dile getirmişti ki,
Aynur yenge fazla ısrar edememişti. Tabi Bilal’in
okula döneceğini duyan Müdür Bey derhal
öğretmenleri ve tüm okul personelini Dr. Nevzat
Bey eşliğinde toplantıya çağırmıştı. Dr. Nevzat Bey
onlara; nakil sonrası Bilal’in nasıl hassas bir
süreçten geçtiğini ve Bilal’e okulca nasıl
davranmaları gerektiğini anlatan bir seminer
vermişti. Öğretmenler de kendi sınıflarını
bilgilendirmiş, löseminin kesinlikle bulaşıcı
olmadığını, zaten arkadaşlarının da artık lösemi
rahatsızlığını atlatmış olduğunu, ancak en az bir yıl
boyunca enfeksiyon kapmamak için maske takması
gerektiğini anlatmışlardı. Onun taktığı maske ile
dalga geçmemeleri gerektiğini ifade etmişlerdi.
Böylece teneffüslerde Bilal’in karşılaşacağı tüm
öğrenci ve personelin bilinçlenmesi sağlanmıştı.
Öte yandan yine Zeynep Öğretmenin rehberliğinde
site derneğindeki çocuk kulüpleri ve tüm site
sakinleri yaş ve düzeylerine uygun
bilgilendirmelerin yapıldığı broşürlerle Bilal’i nasıl
karşılamaları gerektiğine ve lösemiye dair
bilinçlendirilmişlerdi. Sitenin üstün çabasıyla Baz
istasyonunun kaldırılmış olması ve tüm bu
yapılanlar; Rabbinin emaneti olarak gördüğü yetim
oğlu Bilal’e Allah’ın bir hediyesiydi sanki. İlginçtir bu
“hediye süreci” büyük bir üzüntüyle karşıladıkları
lösemi tanısıyla başlamıştı. Ayette geçen “Her
zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” ifadesi tam da
bu yaşadıklarını anlatıyordu sanki. ”Bilal için
hazırlanmış; diyetine uygun, özel ve tamamen
organik olan pastayı kesmek üzere Bilal’in çektiği
“besmele” sesiyle Nermin Hanım daldığı bu derin
düşüncelerden ayılmıştı. Evet her hayırlı işin başı
besmele idi. Oğlunun arkadaşları arasına dönüşünü
hayırlı kılsın diye Rabbine içten içe dua etmişti.
7. ÖYKÜ
SEVMEK YAŞATMAKTIR 1
Kar tanesi döne döne yere düşüyor, o taneyi diğer bir
tane takip ediyor, bir diğeri ve diğeri... Hayret! Çok sık
ve lapa lapa yağdığı halde hiçbir kar tanesi havadayken
bir birine çarpmıyor! Kar tanelerinin ardı sıra ve hızla
inişini izlemekten yorulmuş ve gözleri derinlere dalmış;
dün sınıfta yaşadığı heyecanlı anları hatırlayıp yüzüne
sıcak bir gülümseme yayılmıştı. Birden kaşları çatılmış,
“Bugün de okula gitsem, ne olurdu sanki!” diye iç
geçirmişti. Güneşin doğuşunun mükemmel gözlendiği
şehir, Bingöl… Açık ve güneşli günleri geride bırakan
Bingöl yeni yılı karla karşılamış, Bilal’in yuvasına
döndüğü ertesi gün kar tatili olmuştu. Bingöl’ün
dağları karla kaplıydı; şimdi de sıra tüm şehrin beyaz
bir örtüyle kaplanmasındaydı. “İnşallah kar tatili fazla
uzamaz, kapanan yollar çabuk açılır ve tekrar okula
gideriz.” diye içinden dua eden Bilal yanı başına kadar
sokulan annesini henüz fark edebildi. Başını okşayıp,
yürek dolusu bir sevgiyle evladına bakıyordu Nermin
Hanım. Oğluyla başbaşa zaman geçireceğinden dolayı,
okulların tatil olması onun için bir nimetti. Az sonra
dinledikleri radyo haberinde ise, yılın ilk karı yoğun
yağdığı halde belediyenin gösterdiği üstün bir çabayla
şimdiden tüm yolların açıldığı ve an itibariyle artık
ulaşım sorunu yaşanmadığını bildiriyordu. Buzlanma
olmasın diye gerekli tüm çalışmaların da
tamamlandığını söylüyordu. Bu şekilde tüm ilde yarın
itibariyle okulların tekrar başlayacağı haberini bile
vermişti. “Allah’ım şükürler olsun!” Nermin Hanım’ın
şaşkın bakışları arasında, “Ne güzel değil mi anneciğim,
kar tatili bu sene uzamayacak!” deyip sarılıvermişti
annesine. Şefkatle yavrusunun başını okşayan Nermin
Hanım, “Olsun, bugün de bana yeter, diye geçirmişti
içinden. Sabah heyecanla çantasını hazırlayıp okula
gitmişti Bilal. Öyle heyecanlıydı ki, bu hayata yeniden
gelmiş gibi hissediyordu. Arkadaşları ve öğretmeni için
taşıdığı anlamı hatırladıkça kalbi heyecanla çarpıyordu.
İşte gerçek “Sevgi” bu olsa gerek, diye düşünüyordu.
İçeri zili çalmış ve herkes yerine oturmuştu. Zeynep
Öğretmen içeri girdiğinde öncelikle tüm öğrencilerini
sevgi dolu bakışlarla süzmüş, derin bir nefes almış ve
“Tekrar birlikte olmak ne güzel!” diye düşünerek selam
vermişti. Hepinizi çok seviyorum yavrularım! Sizlerle
bu dönemi çok özel bir çalışmayla tamamlamak
istiyorum, var mısınız?” Sınıf hep bir ağızdan, “Varııııızz
Öğretmenim!” deyince söze başladı: “O halde beni
dikkatle dinleyin! Artık Bilal de aramızda olduğuna ve
takım tamamlandığına göre yarıyıl tatiline kadar, yani
bu üç hafta boyunca ikişer kişilik gruplara ayrılıp bir
çalışma yürütebiliriz. Az önce Müdür Bey tüm
öğretmenlere bir duyuru yaptı. Bingöl İl Milli Eğitim
Müdürlüğünün tüm okullarımızda yürütmüş olduğu
“Değerler Eğitimi” çalışmalarının bu ayki konusu
“Sevgi!” Bildiğiniz gibi her ay bir okul bu çalışmaların
koordinatörlüğünü yapıyor ve ayın sonunda hazırladığı
programa tüm okulları davet ediyor. Bu ayki
koordinatör okul da biziz!” deyince tüm sınıfın
gözündeki coşkuyu okuyabilmişti. Bu isteklilikleri onu
çok mutlu etmişti. Sözlerine devamla, “Ben de; biraz
da sizin adınıza konuşarak, bu çalışmayı 8A sınıfı olarak
bizim yürütebileceğimizi söyledim. Müdür Bey ve diğer
öğretmen arkadaşlar da her anlamda bize destek
vereceklerini belirttiler. Bu çalışmayı beraber
yapabiliriz değil mi canlarım?” deyince, “Yaparııızz
Öğretmeniiim!” şeklinde karşılık almış ve “İnşallah…”
diyerek sözlerine devam etmişti. “Şimdi sırayla neler
yapacağımızı anlatacağım, dikkatle dinlemeye devam
edin! “2016 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın
düzenlemiş olduğu “Eğitim-Öğretimde Yenilikçilik
Ödülleri Yarışması”nda ilimiz bölge ödülü almıştı.
Hangi çalışmayla? Hatırlıyor musunuz?” “Değerler
Bahçesiii!” “Peki bu çalışmayı yapan okulumuzu
hatırlıyor musunuz?” “Atatürk Anadolu Lisesiii!” Aferin
benim canlarım. Hatırlarsanız okul koridorunda
bulunan 10 sütuna 10 değer ve o değerlere uygun özlü
sözler giydirilmişti. Ayrıca koridordaki genişçe bir
kolonun bir yüzüne "Lokman Hekim'in Oğluna
Vasiyeti", diğer yüzüne ise "Mevlana'nın 7 Öğüdü"
yazdırılmıştı. İşte programımızın büyük bir bölümü, bu
koridorda çekimlerini yapacağımız tiyatro
çalışmalarından oluşacak.” Gülümseyerek, “Tiyatro
alanında kendinizi ıspatladınız, kendiniz her şeyi
düzenliyor, uyumlu bir çalışma ortaya
çıkarabiliyorsunuz. Bu konuda size güveniyorum. Peki
neden o mekanı tercih ediyoruz? Çünkü bu çalışma; 8.
yüzyıla ait olup Türklerin belge niteliği taşıyan ilk yazılı
eserleri Göktürk Yazıtları’ndan esinlenilerek yapılmış
bir çalışmadır. Dikili sütunlara o dönemde yaşanan
siyasi ve sosyal olaylar kazındığı için bu sütunlar tarihi
önem taşımaktadır. Yani diğer bir deyişle o dönemin
tarihini o sütunlardan öğreniyoruz. İşte Değerler
Bahçesi’nde de okulun koridorundaki sütunlara
değerlerimizin tarihi kazınmış adeta! Muhteşem
simetrik duruşuna hayran kalıyor; sütunlar içinde
dolaşınca kendimizi gerçekten Değerler Bahçesi’nde
hissediyoruz. Bu 10 sütuna giydirilmiş değerlerimiz ise
şunlar: “Adalet, Doğruluk-Dürüstlük, Sevgi-Saygı,
Hoşgörü, Yardımseverlik, Güzel Ahlak, Şefkat-
Merhamet, Barış-Kardeşlik, Empati, Dostluk-Arkadaşlık
ve Sabır”. Dikkat ederseniz buradaki tüm değerler,
bizim programda işleyeceğimiz “Sevgi” değerine bizi
ulaştırıyor. Yani sevgi olunca saygı oluyor; sevgi olunca
adalet oluyor; sevgi olunca doğruluk-dürüstlük oluyor;
sevgi olunca hoşgörü oluyor; sevgi olunca
yardımseverlik oluyor; sevgi olunca güzel ahlak oluyor;
sevgi olunca şefkat-merhamet oluyor; sevgi olunca
barış-kardeşlik oluyor; sevgi olunca empati oluyor;
sevgi olunca dostluk-arkadaşlık ve sabır oluyor. Sevgi
olmadan bu değerler yeşeremeyeceği gibi, bu değerler
de olmadan sevgi yeşerip gelişemiyor. Sevgi nasıl bir
çatı değerse, diğer tüm değerlerimiz de bizi sevgiye
ulaştıran basamaklardır. Bu değerler sevgiyi yeşertir,
sevgiyi besler ve sevgiyi büyütür. Yani sevgiyi; koruyup
kuşatan bir çatıya dönüştürür. Canlarım, işte bundan
dolayı çekimlerimizi bu mekanda yapmamız isabet
olacaktır. Çalışmayı yaparken, ikişer kişilik gruplar
oluşturacak, 20 kişi olarak 10 değeri temsil
edeceksiniz. Geriye kalan 4 kişiden 2’si "Lokman
Hekim'in Oğluna Vasiyeti", diğer 2’si de "Mevlana'nın
7 Öğüdü’nü temsil edecek. Her gün okul sonrası 2 saat
ve bu iki hafta sonu kulüp saatlerinde çalışıp programı
oluşturmaya çalışacağız. İlk provaları okulun konferans
salonunda, son provayı ise bizzat Atatürk Anadolu
Lisesi’nde çekimler eşliğinde yapacağız. Programın
sadece tiyatro çalışması kısmı maksimum 1 saat
sürmeli. Yani beşer dakikalık kısa 12 piyes yapacağız.
Programın diğer bölümleri için, okulumuzdaki diğer
sınıflarla, hatta diğer okullarla işbirliği yapacağız.
Çünkü bu sadece bizim okulun programı değil, tüm
okullarımızın programı! İzlemeye gelen herkes kendine
ait bir bölüm bulup mutlu olmalı! Diğer
arkadaşlarınızın çalışmaları arasına, yapmış olduğunuz
piyes çekimlerini koyacağız. Programın tamamı 2 saat
sürecek. Okullar ve veliler de davet edileceğinden
programı Kültür Merkezi’nde karneden önceki gün,
yani perşembe okul sonrası 17.00-19.00 arası
yapacağız. Bundan dolayı okulun son haftası pazartesi,
salı, çarşamba günleri dörder çekim yaparak 12 piyes
çekimini tamamlamış olmalıyız. Evet, genel hatlarıyla
çalışmanın bize düşen kısmı bu kadar. Ayrıca
çalışmanın sunuculuğunu da Selma yapsın derim,
geçen programda oldukça başarılıydı, siz ne dersiniz?”
“Selma olsun!”, “Peki çalışmaya ne zaman
başlayalım?” diye sorunca “Hemen bugüüünn!”
cevaplarını almıştı. Tenefüste Zeynep Öğretmen
Müdür Bey’e programın kabataslak içeriğinden
bahsetti. Programa destek verecek sınıfları beraber
belirledikten sonra Müdür Bey okul müdürleriyle
oluşturdukları mesaj grubundan diğer müdürlere
durumu anlattı. Etkinlikleriyle programa destek
vermek isteyen okulları belirledi ve onları Zeynep
Öğretmen’e yönlendirdi. Bugün öğlen arası söz konusu
okullar ile de görüşülmüş ve görev dağılımı
tamamlanmıştı. Eşzamanlı olarak tüm okullar
çalışmaya başlamıştı. Programın içeriğinde; 12 piyes, 3
şiir, 1 sinevizyon gösterisi, 1 röportaj ve 2 anı paylaşımı
olacaktı. Ayrıca programın başında, müzik dinletisi
eşliğinde dönem boyu değerler eğitimi yarışmalarında
ildeki tüm ilkokul öğrencilerinin dereceye giren
resimleri dijital ekrana yansıtılacaktı. Okul sonrası
Zeynep Öğretmen sınıfı ile yapmış olduğu toplantıda
öğrencileri işleyecekleri değerlere göre gruplandırmış
ve oynayacakları piyesin kurgusunu oluşturmak üzere
onları 15 dakika yalnız bırakmıştı. O arada eve uğrayıp
sabah öğrencileri için hazırladığı ve bir saat önce
yardımcısının pişirmesini istediği kek ve pizzaları ayran
ve şalgam eşliğinde aldı. Kantinden de su istedi.
Elindekilerle sınıfa girdiğini gören öğrenciler hemen
öğretmenlerine yardım edip ortamı düzenlediler.
Zeynep Öğretmen, yemek eşliğinde bütün gruplardan
hazırladıkları kurguları dinledi. “Yalnız çocuklar, bu
programın bir ismi olsun; “Sevgi” ifadesinin içinde
olduğu birer slogan söyleyin isterseniz.” deyince;
“Sevgi Emektir!”, “Sevgi Paylaşmaktır!”, “Sevgi
Fedakarlıktır!”, “Sevgi Güvenmektir!”, “Sevgi
Dürüstlüktür!”, “Sevgi Hoşgörmektir!”, “Sevgi
Adalettir!” “Sevgi Empati Kurmaktır!”, “Sevgi
Sabretmektir!”, “Sevgi Değer Vermektir!” , “Sevgi
Umut Vermektir!” şeklinde birbirinden güzel sloganlar
söylendi. Karar vermek çok güçtü. O zamana kadar
sessizce arkadaşlarını ve öğretmenini dinleyen Bilal:
“Sevmek Yaşatmaktır!” dedi.
8. ÖYKÜ
SEVMEK YAŞATMAKTIR 2
Bilal’in “Sevmek Yaşatmaktır!” sloganı üzerine bir an
herkesin kanı donmuştu sanki! Gözleri dolmuş,
lokmalarını zor yutkunmuşlardı. Bu durumun yaşayan
bir örneğiydi Bilal. Arkadaşlarının ve öğretmeninin can
dostu, annesinin ciğerparesi, Emine ninenin duasıydı
Bilal. Gönüllerin sultanı İslam Peygamberi ile aynı
kaderi paylaşan, Yaradan’ın özel ve yetim bir kuluydu
Bilal.
- Hatta bir fikrim var! Hepiniz kabul ederseniz
bunu sadece slogan olarak bırakmayıp sitenin
genelinde bir kampanyaya dönüştürelim.
- Nasıll?
diye sormuştu tüm sınıf. Bilal’in Zülfü dayısı öğretmen
olduğu halde senelerdir sigarayı bırakamıyordu. Bu
durum eşini, çocuklarını ve hatta Bilal’i çok üzüyordu.
Kuzenleriyle defalarca anlatmayı düşündükleri halde
sigaranın tüm zararlarını kendilerinden çok daha iyi
bilen dayısına bu durumu nasıl ifade edeceklerini
bilememişlerdi. Gerçi evinde kaldığı üç ay boyunca
evde hiç sigara içmemişti ama sigarayı da
bırakmadığını nefesinden anlıyorlardı. Çok fazla
konuşmaz, her şeyi içinde yaşardı Zülfü dayı. Onun
sigarayı bırakmak isteyip istemediğini bile anlamak
güçtü. Bilal’in kuzenlerinin ve yengesinin bildiği tek bir
şey vardı; o da Zülfü dayının artık evin sınırları
içerisinde sigara içmemesi, kesinlikle yeğenine olan
sevgisindendi! Zihninden geçen bu düşünceler
eşliğinde: “Biliyorsunuz, aslında sigara yavaş yavaş
öldüren bir zehir! Ancak, yasal olarak engellenmediği
için, büyüklerimiz bu zehri terk etmiyor. Paketlerin
üzerinde “Sigara Öldürür!” ibaresi olduğu halde,
büyüklerimiz bu ibareyi okuya okuya sigara içmeye
devam ediyor. Uygun görürseniz bu slogana bir ifade
daha ekleyip sitemizde sigarayı bırakma kampanyası
başlatabiliriz. Sitemizdeki insanları seviyorsak onları
ölüme sürükleyen zararlı alışkanlıklarından
kurtarmalıyız! Yaşama sağlıklı bir şekilde dönmelerini
sağlamalıyız değil mi?” Tüm sınıf hayranlıkla Bilal’i
dinliyordu. Bilal de, “Eğer sitede böyle bir kampanya
başlarsa karne haftası Bingöl’e ailece gelecek olan
Zülfü dayısı da bu kampanyaya belki katılırdı. Belki de
sigarayı bırakır, sağlıklı yaşama dönerdi. Kimbilir…”
diye geçiriyordu içinden. Bu düşüncelerle sözlerine
devam etti: Hem bu şekilde okulda öğrendiklerimizi
sadece okulda bırakmamış, bizzat yaşama aktarmış
oluruz. En önemlisi sitemizin üzerinden sigara dumanı
uzaklaşmış olur. Yani, “Baz İstasyonu”ndan sonra
“Sigara Dumanı” da sitemizi terk etmiş olur! Kampanya
sloganımız da: “Sevmek Yaşatmaktır! Yaşama Yol Ver!
Sigarayı Terket!” olsun, ne dersiniz?” Öğretmenlerinin
de onaylayan bakışlarını gören sınıf, büyük bir coşkuyla
Bilal’i alkışlamıştı. Elif Zümra heyecanla bir şeyler
eklemek istiyordu: “Öğretmenim, bizim aileler de
bizim bu programa gelecek nasılsa, acaba o programda
iki hafta içinde sigarayı bırakanların kısa anılarına da
yer versek mi? Ayrıca sigarayı bırakanlara sürpriz
hediyeler sunsak nasıl olur? Böylece o hediyeyi her
gördüklerinde bir daha asla sigaraya yaklaşmamaları
gerektiğini hatırlarlar, ne dersiniz?” Zeynep Öğretmen
düşünceli bir edayla “olabilir” diye işaret edince, bir
alkış da Elif Zümra için gelmişti. Elif Zümra’nın da
babası doktor olduğu halde yıllardır sigara içerdi. Evin
içinde içmezdi, ama yine de kendisine sinen sigara
kokusundan dolayı tüm aile bireyleri pasif içici
durumundaydı. Bu yüzden üst solunum yollarından
çok sık hasta oluyorlardı. Rumeysa’nın, Sevgican’ın,
Abdullah’ın, İlhami’nin, hatta Derya’nın babası bile
sigara içiyordu. Bu kampanya fikriyle epey canlanan
sınıf bugün ikişer gruplara ayrılmış piyeslerini yazmaya
başlamışlardı bile. Kampanya fikrine ilişkin eşinin de
onayını alan Zeynep Öğretmen kampanya ile ilgili
ortak bir karara varmak üzere akşam site yönetimini
ve derneğin yönetim kurulunu toplamıştı. Yönetimin
uygun görmesi üzerine akşamdan basılan pankartlar
perşembe sabahı sitenin girişine, güvenlik
pencerelerine ve tüm blokların giriş kapısına asılmıştı.
Kampanya detayları ve sürpriz hediyeler ile ilgili bilgiler
de sitenin web sayfasında ilan edilmişti. Web sitesinde
kampanyaya özel bir sayfa oluşturulmuş ve sigaranın
tüm zararları ve sigarayı bırakma yöntemleri (İlaç
tedavisi ve nikotin yerine koyma tedavisi, bireysel
psikoterapi, motivasyonel görüşme, BDT ve
Mindfullness odaklı terapi gibi yöntemler) ile ilgili
internetten toparlanan uzman görüşleri ayrıntılı olarak
yayınlanmıştı. Sigarayı bırakmak isteyen kişinin
ulaşmak istediği tüm bilgiler artık bu sitede mevcuttu.
Bu sayfada site sakinlerinden sigarayı bırakan kişilerin
kendi isimlerini girecekleri bir alan da oluşturulmuştu.
Sigarayı bırakanlar bu alana isimlerini, beklentilerini,
umut ve anılarını yazacaktı. Ayrıca sigaraya hala
devam edenler için de ayrı bir alan oluşturulmuş,
neden hala bırakamadıklarını ve bırakmak için neye
ihtiyaç duyduklarını yazmaları istenmişti. Kimsenin
kimseyi olumsuz etkilememesi için de oraya yazılacak
yorumlar ile ilgili kriterler (ölçütler) başta verilmişti.
Sayılı günler çabuk geçmiş; tüm hazırlıklar
tamamlanmış ve program günü gelmişti! Selma
program içeriğini arzetmiş, şimdi artık müzik dinletisi
eşliğinde, il çapında Değerler Eğitimi Yarışmasında
dereceye giren resimler sahneye yansıtılıyordu.
Öğrenciler, kendilerinin veya arkadaşlarının dereceye
giren resimlerini görünce alkışlayıp tezahürat
ediyorlardı. Tüm değerlerin ılık esintisinin herkesi
kuşattığı bu salonda herkes artık günün anlam ve
önemini hissedecek bir kıvamdaydı. Kültür
Merkezindeki her iki salon bütünüyle dolmuş, hatta
neredeyse 200 kişi oturacak yer bulamadığı için
programı ayakta izlemişti. İzleyicilerin hayranlık dolu
bakışları arasında tüm program sunulmuştu. Eş, kardeş
ve evlat sevgisini dorukta yaşayan farklı iki okulun
velisi konuşmuş ve salonu duygu seline boğmuştu.
Okunan şiirler aynı şekilde izleyicileri bambaşka
diyarlara taşımıştı. Hele öğrencilerin sergilediği
piyesler… Her biri ölü yürekleri diriltecek nitelikte
mesajlarla yüklüydü. Programın bitiminde sitenin
dışından gelen okul öğrencileri ve veliler salondan
ayrılmıştı. Kampanyanın değerlendirme toplantısı için
site sakinleri 1 saat daha kalacaktı salonda. Şimdi artık
bu çalışmanın meyvelerini toplamaya; yani sitede
sigarayı bırakan 28 kişiye sürpriz hediyeler sunmaya ve
onların anılarını dinlemeye sıra gelmişti. Kampanya
esnasında 149 sigara içen tespit edilmiş, bunlardan
28’si kesin olarak sigarayı bırakmış, 35’i bırakmak için
tedavi almaya başlamış, 83’ü sigarayı bırakmak için
düşünme aşamasındaydı. 3 kişi ise kesinlikle sigarayı
bırakamayacağını, ancak site sakinlerine olan
saygılarından ötürü evde veya sitenin herhangi bir
yerinde sigara içmeyeceklerini belirtmişlerdi. Özellikle
sigarayı bırakan 28 kişinin web sayfasındaki ortak
paylaşımları bu çalışmayı birlikte yapmanın onları daha
çok motive ettiği yönündeydi. Defalarca bırakmaya
teşebbüs ettikleri halde sürekli olumsuz örneklerle
karşılaştıklarından bir türlü vazgeçemediklerini
söylemişlerdi. Ama artık kendilerini oldukça güçlü
hissettiklerini, sigara içme isteğiyle başa çıkmak için
sitenin derneğinde “Sigarayı Bırakanlar Kulübü”
oluşturduklarını belirtmişlerdi. Kulüp faaliyetleri olarak
ney kursuna başlamış, Gençlik ve Spor Merkezinin
olimpik havuzunda haftada iki gün yüzmeye
başlamışlardı. Sigarayı bırakmak için tedaviye başlayan
35 kişi ise izleyicilere tedavi sürecinde kullandıkları
yöntemler ile ilgili bilgi vermiş, bir an önce, sigarayı
bırakanlar kulübündeki arkadaşlarının arasına katılmak
istediklerini belirtmişlerdi. Programda sigarayı
bırakmayı düşünen 83 kişi ise bu iki gruptaki
gelişmeleri heyecanla takip ettiklerini ve olumlu karara
epey yaklaştıklarını; kimbilir belki de 9 Şubat Dünya
Sigarayı Bırakma Günü'nde sürpriz bir kararla sigarayı
terk edebileceklerini bile belirtmişlerdi. Yalnız, onlar
da, bırakmayı hiç düşünmeyen üç kişi gibi site sınırları
içinde kesinlikle sigara içmeyeceklerini ilan etmişlerdi.
Şu durumda sitenin seması sigara dumanından da
temizlenmişti. Tüm bunlar “birlik” olmanın ve
“sevgi”nin verdiği güç ile gerçekleşmişti. Henüz karar
vermeyen 83 kişi arasından kurayla seçilen onur
konukları sürpriz ödülleri dağıtmak üzere yerlerini
almıştı. Sigarayı bırakan 28 kişiye ve tedavi alan 35
kişiye sürpriz hediyeler dağıtılmıştı. Son olarak anons
edilen isimler arasında sitede ikamet etmeyen sürpriz
bir isim de vardı. Bu ismi duyunca gözleri parlayan Bilal
oturduğu yerden heyecanla doğrulmuştu! Bu onun
Zülfü dayısıydı. Zülfü dayı kürsüye çıkmış ve titreyen
bir sesle konuşmaya başlamıştı: “Bir topluluğa kendimi
anlatmak belki de yapabileceğim en son şeydir. Ancak
şu an diyebileceğim tek şey; yaşamına yol verdiğiniz
kişi ile aranızda öyle bir çekim alanı oluşuyor ki, onun
sevdiğini sevmeye başlıyor, onun sevmediklerinden de
uzaklaşıyorsunuz. Bilal’in Malatya’da, evimizde
bulunduğu iki ay sadece onun iyileşmesine
odaklanmış, bütün yaptıklarımızı da bunun için
yapmıştık. O vakit ciddi bir tiryaki olduğum halde,
sadece onun zarar görmemesi için içerde sigara içmeyi
bırakmıştım. Ama burada bulunduğum bu bir hafta,
sitedeki bu hareketlilik ve Bilal’in sadece bakışlarından
okuduğum “Ah, sen de bir bırakabilsen dayıcığım!”
şeklinde yeğenimin hissettiğim duyguları beni de
harekete geçirdi. Öyle ya, seviyorsan, sevdiğinin makul
düzeydeki isteklerini önemsersin! Seviyorsan bu
isteklere elinden geldiğince olumlu cevap verirsin.
Hele de bu istekler senin yaşamına yol verecekse;
yaşam kaliteni arttıracaksa! Yıllardır sigara tiryakiliğine
kilitlenmişçesine hipnotize olmuş gibiydim. İşte beni
bu hipnozdan uyandıran Bilal’in gözlerinden
okuduğum o istek olmuştu! Evet bu sevginin gücüyle
uyanmış, kendime gelmiştim. Onun sevgisi beni tekrar
gerçek yaşam alanına döndürmüştü! Çünkü “Sevmek
Yaşatmaktı.” şimdi de yaşatma sırası Bilal’ime
geçmişti!” deyince Zülfü dayının boğazı düğümlenmiş
daha fazla konuşamayıp kürsüden inmişti. Bilal’in
yaşadıklarını yakinen bilen salondaki herkes
dinledikleri karşısında epey içlenmiş ve Zülfü dayıyı
alkışlarla yerine uğurlamışlardı. Bilal artık
dayanamayıp o ana kadar tuttuğu gözyaşlarını
korkusuzca salmış ve dayısına doğru koşmuştu. Dayı-
yeğen uzun süre salondakilerin sessiz bakışları
arasında birbirlerini kucaklamış, yürekleri arasındaki
sevgi akımını dakikalarca hissetmişlerdi.
İşte! “Sevgi”, kainatın yaratılma sebebiydi. “Sevgi”,
tüm varlığa can bahşeden, onları birbirine bağlayan en
temel bağdı. “Sevgi Yaşatmaktı!” Ve yaşattığı anda
yaşama enerjisi bulmaktı.