dem - albaraka.com.tr · film analizi: dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir...

28
dem Sayı 8 - 2018

Upload: others

Post on 06-Sep-2019

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

dem Sayı 8 - 2018

Page 2: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

dem dergisi

KÜLTÜR & EDEBİYAT KULÜBÜ

yayınıdır.

Sosyal Medya Adresleri

dergidem

Dem Dergi

PDF Nüsha: https://www.albaraka.com.tr/dem-dergisi.aspx

Page 3: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

iii

Gölgelerin büyüdüğü bir çağda, dingin bir suyun kenarında kendisiyle yeniden tanışma-nın yolunu düşlüyor insan. Tüm köpürtmeler söndükten sonra geriye bir tek adı kalır insanın, bunu biliyor. Her birimizin içinde sürekli kendi adımıza çağıran bir ses var hâl-buki. Adımız, birden çok harfin kaynaşması değil midir? İnsan, sadece bir harfin bir notanın peşine düşse hakikatine yol bulur. İnsanın bir diğerini anlamaktan çok kopyalamayı seçtiği bir zamanda, herkes biliyor as-lında önyargıların, nefretlerin, küslüklerin, boş vermişliklerin sadece kendini ‘anlam’a kapamak olduğunu. Bu yüzden her defasında ve ne de erken unutuyoruz faniliğimizi yani ölümü. Ölüm, bir başkasının kaderidir insan için. Seslerin, kelimelerin, yazının, incirin ve zeytinin ve de karşımızdakinin bize söylediği her sözün anlamı kısa oluyor ömrü bizde bu yüzden. Halbu ki, ne yaparsan yap "sen ve yağmur geriye dönemezsiniz.... yağmur yalnız yağar-ken yağmurdur, sen yalnız senken sensin..." Bir yarası olmalı insanın. Yarasından iyileşir insan, bir ufuk bulur tutunur hayata. Bazen bir kibrit çöpüdür insanın tutunduğu, bazen bir ses, bir güzel söz… Oradan yol bulur yü-rür ve büyür. Tutunurken yalnızdır ve ölürken çırılçıplak kendisidir insan. Her şey olup biterken başını ufka çevirip ve gökyüzüne de bakabilmeyi başarmak dile-ğiyle...

talip tosun

Fotoğraf: Fatma ULU

Editör’ün Notu…

Page 4: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

İÇİNDEKİLER

Editör’ün Notu ………………………………………….…………………………………………………………………….………………………..…..….………….. iii

Evler …………..……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….….…….……5

Büşra Yağmur YILDIZ

Gökyüzünden İnerken ………………………………….…..……………………………………………………………………..……………….….6

Muhammed ACAR

Erik Ağacı …………………………………………………………………………………………………………………………………………………..…………………….………8

Harun SELVİ

Kahve …..……………………………………………………………..………………………..……………………………………….…………………...………...……..…...….….12

Orhan GÜNEŞ

Söyleşi :

Mehmet Ali VERÇİN İle ‘Sinema’ Üzerine Konuştuk...........................14

dem

Kitap:

“Yılkı Atı” ……………………………………………………………………………………………………………………………..…………………..………..….…..….. 20

Sinan PER

Yapay Zeka …………………………………….………………………………………….………………………………..…………………..………….………….……...21

Nebi PINAR

Saklı (Şiir) ……………………...…………………………………..……………………….………………………………..…………………………………..….……….…...23

İnciser ÜNVER

Film Analizi: Dunkirk …….……………………………………………………………..………………………….……..….……………………………………….………….…….….………..24 Ufuk KAYA

Kaçak Dövüş (Şiir) ……………………...………………………………………….………………………………..…………………………………….....26

Mehmet Sabri ÇIRAK

Arka Kapak Şiiri: Meyl.…………………………………………………………………………..………………………….……..….………………………………………….………….…….….………..28 Talip TOSUN

Yönetim

Fatih BOZ

Yayın Yönetmeni

Talip TOSUN

Yazarlar Kurulu

Nezih DOLMACI

Harun SELVİ

Talip TOSUN

Yasin DEDEBEKİROĞLU

Ahmet Çağrı GÖKALP

Mustafa KILIÇ

Sosyal Medya

Büşra Yağmur YILDIZ

BASKI

İdari İşler Müdürlüğü

Yazılarınızı

Paylaşabilirsiniz

Bankamız çalışanları olarak

kültür, sanat ve edebiyat

üzerine çalışmalarımızı

dem’de

paylaşıyoruz

KÜNYE

Page 5: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

5

Evlerin pencerelerine,

Kapılarına, duvarındaki çatlağına, bahçesindeki kuş yuvalarına, ağaçlarındaki kırık

dallarına…

Aşınmış ömürler gibi misafirperverdir evler; zamanı salise salise kucağında besler.

Mevsimleri eritir pencerelerinde, aralık perdeleri nice şiirlere, şarkılara misafirlik

etmiştir.

Düşüncelerimiz, düşlerimiz evlere göç halindedir.

Kimilerimiz uzak diyarlardaki evlere, kimilerimiz geniş evlere, balkonlara bahçelere…

Yorgun argın işten dönerken, huzuru bulduğumuz evlerimize.

Sokağın başından eve kadar olan ayak sesleri, yaşamın tınısı bu sesler değil mi?

Dünyanın neresine giderse gitsin evini özlerdi insan. Bir evi yuva yapanın da tuğlaları,

taşları, bahçesinde ki erik dalları değil de; kimi zaman daracık penceresinden,

dünyaya açılan ümidi olduğunu zamanla idrak ediyordu insan.

Elleri ceplerinde mahalle çocukluğundan, eve girmek istemeyen gençliğe kadar her

birimizin hikâyesi evde pişen yemeğin kokusuyla son buluyordu.

Koridorlardan, duvardaki fotoğraflardan, saat tik taklarından fazlası olmalıydı ev.

Kaşık sesleri, çay fısıltısı, ikindi huzuru, sabah ayazı…

Sahi, ev neresidir?

Büşra Yağmur Yıldız

Foto

ğraf

: Er

tuğr

ul G

azi B

UD

UR

Page 6: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

6

Sabah çayını yudumlarken, zamanın geçmiş

olduğunu bilen insan, gözlerindeki özlemi

hisseder. Çarpıtma haberlerden sıkılmış,

gerçeklerin özlemini

çeken, dünyanın vur-

dumduymazlığından

kendinin çekmek ister-

cesine göğe yükselmek

ve yaşadığı anı değiştirmek ister. Topyekûn,

sanal bir dünyanın çemberinde mengene mi-

sali sıkılmış olmakla birlikte bundan da zevk

duyan, paradigmasını değiştirmiş ve ironik

bir durumla da yaşamak isterken…

Zahmetin bile rahmetten önce geldiğini sor-

gulamadan asla bu dünyadaki varlığını sor-

gulayamazsın. Veran olmuş düşünce dünya-

sını arıtma cihazında bile düzeltemeyeceği-

miz günler gelecek, belki de bu gündür o

gün?

Savrulan fikirlerden önce şahsiyetlerin, sa-

hilde savrulan ağırlıksız eşyalar gibi savrul-

duğu bir dönemdir bu zaman. Görmeyi ve

bakmayı bilmeyen ama gördüklerinin gerçek

olmasını ümit eden, dünyanın karmaşıklığını

çözümlemek uğruna kendi dünyasını kilitle-

yip başkasından medet uman biçare. Gelme-

mişlerin verdiği rahatsızlıkların nerede olma-

sını istersin? Koluna takıldığın uykusuz gece-

lerin vermiş olduğu bedbahtsızlığına mı ya-

nacaksın yoksa kalkıp yürekten gelen sesine

kulak verip dünyayı de-

ğiştirmeyi mi arzulayıp

bağıracaksın avazın çık-

tığı kadar…?

Kahreden yokluğun için-

den gelen mazi sayfalarını karıştırmak ve sü-

rekli geçmişine takılıp kalmak mı zorladı

seni? Dünyanı değiştirecek kadar cesaret

gösterebilmek mi yıpratır benliğini? Sayfala-

rın arasında kaybolduğun hayatını, hikâye ki-

tabı gibi okumak mı değiştireceğini zannet-

tin geleceğini? Küflenen zihinlerin önüne

gelmiş yeni dimağların eriyip, kaybolup, silik-

leştiğini izlemekten bıkmadın mı? Sarhoş ol-

muş bir ruh haliyle ayık gezen zihinlerle mi

yarışacaksın, kendini bilmişlik edasıyla…?

Kutsandığı anda kendi kutsallığını putlaştıra-

madığına üzülmek isteyenler kadar bedbaht

bir zihin olamaz. Görmek isteyen ama gör-

mekten de korkan bir zihniyet olmak mı

yoksa kendi bilgi darağacında idama

mahkûm olmayı yeğleyen bir bezirgân olmak

mı yordu seni? İşlediği günahlardan yoksun

Gökyüzünden İnerken

Muhammed Acar

Page 7: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

7

bir zihnini hayal eden ama gördüğü dünya-

sında günahsız bir hayatı hayal etmeye bile

üşenen bir insan mı olmak mı paradoks olur?

Günlerin kalıcı etkisini silmek istemekle,

günlerin getirdiğini kabulleniş (ama diren-

meden/ mücadele etmeden) aynısı olsa ge-

rek. Yaprakların göklerdeki ihtişamından

dem vurarak bir gün sararıp düşeceğini he-

saplamamak insanoğlunun aymazlığından

olsa gerek. Korkusuzca kendi dünyasını sa-

ran bu çerçeveyi, korkmadan kırabilmek ce-

saretini bulmak için kendi bünyesinden ama

kendisine zıt karakterlerden mevcut olmalı.

Konunun muhalifi olmak, olabildiğince eleş-

tirel bakabilmek kolaycılık olsa gerek. İnsan-

lığın eyleme ve iyilik hareketinde fedakârlık

yapabilecek fedailere ihtiyacını hissetme-

yen, bu yolda olması gerekenlerden değildir.

Farklı meclislerde oturup aynı türküyü çalan

ve aynı hikâyeyi anlatan insanların ağlayıp,

sızlanıp gündeme oturmak istemelerinden

zuhur ediyor. Koşmak için ayaklarını sürün-

dürmekten acizlenen ama koşanları da dü-

zene karşı geldikleri için şikâyet etmekten

geri durmayan fikir oluşumuna çokça kapılan

bu anaforda boğulmuş demektir. Karşısına

çıkan farklı dünyaları mevcut halleriyle ka-

bulleniş yapamamaktan acizlenmeyip kendi

kabullenişini kabullenmeyenlerden şikâyet

etmek ortak akla aykırıdır.

Savrulan zamanın ucundan tutmaktan bıkıp,

kendini savuran rüzgâra kaptırıveren bir boş

vermişlik var. Yoksulu doyuran yetimi kolla-

yan biz medeniyetin nesli iken, muhacirler-

den insanlık adına nasiplenmişliklerini gö-

zardı edip nefret şarkıları söylemeye başla-

yan birileri oluverdik.

Karar vermek için düşünmek yetisini kullan-

mak var iken, konuşmak için düşünmemeyi

tercih etmek olası sahiplenme duygularını

bastırmaktan kaynaklansa gerek. Koşulsuz

olarak inanmak isteyenin, inancını sorgula-

mak bir tarafa göstermelikte olsa teyit et-

meyi bile lüzumsuz görmek isteyecektir.

Hakkına razı insanların, tamahkâr güruhların

saldırışına aldırış etmeden kendi dünyaları-

nın sınırlarını iyi keşfetmişe benziyorlar. Yo-

koluş istekleriyle birlikte, yoktan var oluş

gerçeklerini aynı anda yaşamak istemek in-

sanın hayati karar verdiği anlardan birini

gösterir. Sorumsuzca kaldırılan ellerin gele-

cekte ki bir günün geleceğini idrak etmek bir

yana, anın yaşanmasında bile “ Bu gidiş ne-

reye” emrine muhalif oldukları bir gerçektir.

Zamanın önceliklerinden, göreceli bir tercih

yapmak istemek, insanın ufkunun yadsına-

mayacak kadar küllerinden doğması ve naif

emellerin hayalini yaşatır.

Korkularımızın bizi savurduğu, umutlarımızın

esir aldığı, beklentilerimizin kişiliğimizi yanlış

coğrafyalara göç ettirdiği, hayallerimizin si-

yah-beyaz olmaktan öte geçemediği, doğru-

larımızın yanlışlarımızı doğrular hale geldiği,

örneklediklerimizin başka medeniyetlerde

başkalarını örneklediği bir dünyaya, daha

doğrusu oluşturulana itiraz etmediğimiz,

edemediğimiz bir mecraya atıldık...

Kum fırtınalarını, çöl bedevilerin nasıl atlattı-

ğını bilir misin? Kutuplardaki, penguenlerin

nesillerini kurtarmak ve sürdürmek için öde-

diği bedeli ödeyebilir misin?

Evet mi …

İşte hayatın.

Page 8: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

8

f

ERİK AĞACI

Babamın nihayet Acısu mahallesindeki

evimizin yıkılması için verdiği karar, o

gün başta annem olmak üzere evde bü-

yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-

lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-

cin, tarifi imkânsız buruk bir mutluluğun

filizlenmesine engel olamamıştı.

Zira ahşap pencere doğramaları çoktan

çürümüş, çatısının kırmızı renkli kiremit-

leri, yağmur suyu olukları etrafa savrul-

muş, isli bacaların, sıvası kabarmış du-

varların, boyası dökülmüş tavanın ince-

cik çatlakları arasından sızan kirli suların

odaların beton zemininde tıpkı bir harita

gibi iz bıraktığı bu eski ev, bu terkedil-

miş ve öksüz haliyle bir harabeyi andırı-

yordu.

Annemin pencere önlerine dizdiği sar-

dunyalar, bir yoğurt kâsesinin içine di-

kilmiş karanfiller, sümbüller, cam güzel-

leri, akşam üzeri iş dönüşlerinde elinde

bir teneke gaz yağı yada bir file dolusu

portakal ile sokağımızın başında beliren

babam, okul çantamı bir kenara fırlatıp

rengi artık iyice solmuş siyah önlüğümü,

buruşmuş beyaz yakalığımı, daha yeni

alınmış iskarpinlerimi dahi çıkarmadan

akşamın geç saatlerine kadar plastik bir

topun peşinde koşturduğum mahalle-

mizin boş arsası, o soğuk kış günlerinde

evlerimizin üstüne adeta bir sis bulutu

gibi çöküveren, burnumuzun direğini

sızlatan, gözlerimizi yakan kömür du-

manları arasında kaybolup giden soka-

ğımız ve şimdi bir gölge gibi peşimde

dolaşıp duran bu hatıraların, bütün bu

çocukluk yıllarımın özeti olan köhne evi-

miz, yıkılacak ve tarihe karışacaktı işte

sonunda.

Bindokuzyüzyetmişüç yılının sonlarına

doğru, İstanbul’un bu ücra mahalle-

sinde başımızı soktuğumuz, bir ana ku-

cağı gibi sığındığımız yuvamız yani.

Şimdilerde, adına kentsel dönüşüm de

denilen, ama aslında ömrünü tüketmiş,

HARUN SELVİ

Foto

ğraf

: Sev

il G

ÜN

Page 9: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

9

miadını doldurmuş emektar evlerin bü-

yük bir vefasızlıkla yıkılarak yerlerine ye-

nilerinin yapılması furyasında, babamın

da nihayet bu eski evin bir müteahhide

verilip yerine bir apartmanın yapılması

konusunda ikna

edilmiş olması,

doğrusu ya o

güne kadar, "ço-

cuklar, ben öldük-

ten sonra ne ya-

parsanız yapın,

evi ister yakın, is-

ter yıkın” diyen

birinden aile-

mizde hemen hiç

birimizin bekle-

mediği, ihtimal

dahi vermediği,

hatta ümidini kes-

tiği bir geliş-

meydi.

Oysa son zamanlarda, babamın da artık

yaşının iyice ilerlediğinin kendisinin de

farkına varması, uzun yıllardır kirada

oturan biz çocuklarının küçük de olsa

başlarını sokacakları bir yuvaya sahip ol-

maları gerektiğini düşünmesi, sanırım

asıl işi tekstilcilik olan yeniyetme bir mü-

teahhidin o hiç de yabana atılamayacak

cazip teklifinin babam tarafından da ne-

den kabul edildiğinin ve neden büyük

bir arzuyla benimsendiğinin izahına ye-

tip de artsa gerekir.

Eski oturduğumuz sokağın hemen ba-

şında, tatlı bir yokuşun sonlarında bulu-

nan bu ilk evimiz, önce ablamın, daha

sonra da benim evlenerek oradan ayrıl-

mamızdan sonra, ilk zamanlar, o eski

günlerin ruhunu bir süre daha koru-

maya çalışmış olsa da, sonraları, evin

eski eşyalarına, duvarlarına, mobilyala-

rına ve rengi solmuş perdelerine varın-

caya kadar sinmiş tarifi imkansız bir yal-

nızlıkla, yavaş yavaş büyüyen derin ve

kederli bir sessizliğe bürünmüş, anne ve

babamın gittikçe ihtiyarlayan zayıf be-

denlerinden, onları arada bir ziyarete

gelen biz çocuklarından, torunlarından,

komşuların ve diğer gelip giden yakınla-

rımızın o bir görünüp bir kaybolan var-

lıklarından başka doğru dürüst bir hayat

belirtisine de sahip olamamıştı.

Yozgat’ın bir köyünden İstanbul’a doğru

çıkılan bir yolculuğun en sonunda, tıpkı

benden iki yaş büyük olan ablam gibi

benim de çocukluk günlerimi geçirece-

ğim, içinde acı ve tatlı birçok hatırayı bi-

riktireceğim bu küçük ev, Akdağma-

deni’nin ücra bir köyündeki yok paha-

sına satılan tarlaların, eski üzüm bağları-

nın, ata yadigârı mümbit bahçelerin pa-

raları ile Gümüşhaneli bir inşaat ustasına

yaptırılmıştı yetmişli yılların ortalarında.

Önceleri eskilerin, nohut oda bakla sofa

Foto

ğraf

: Ert

uğr

ul G

azi B

DU

R

Page 10: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

10

dedikleri tarzda ve ancak bir kaç kişinin

başını sokabileceği genişlikte yapılan bu

küçük ev, daha sonraki zamanlarda ilave

edilen odalarla genişletilmiş, zaten bü-

yük olan bahçesi ile mütenasip, ferah bir

görünüme kavuşturulmuştu.

Evin arka tarafında bulunan kavaklar, ön

bahçeye doğru belli aralıklarla dikilmiş

türlü meyve ağaçları, ama en çok da ba-

har aylarında giyindiği bembeyaz bir

gelinlikle bahçemizi süsleyen genç bir

erik ağacı da evimizi adeta cennetten bir

köşeye çevirmiş, yaklaşmakta olan yaz

mevsiminin, denizin ve büyük bir sabırla

gelmesini beklediğimiz tatil günlerinin

habercisi olmuştu o yıllarda.

İkindi vakti balkonlarda, fokurdayan bir

semaverden, ya da için için kaynayan bir

çaydanlıktan süzülen tavşankanı çaylar,

mis kokulu kahveler, içimizi serinleten o

buz gibi limonatalar da, o güzel günlerin

komşu oturmalarında yapılan tatlı soh-

betlere eşlik eder, kendi halinde bir dere

gibi akıp giden mütevazı hayatımızı

renklendirir, gönlümüzdeki ağır yükü,

kalbimizdeki derin kederi birdenbire,

buharlaşıp giden bir su damlası gibi ha-

fifletirdi yazın o bunaltıcı günlerinde.

Evin etrafını çeviren bahçe duvarların-

dan aşağıya eğilmiş sarmaşıklar, elma,

incir, kiraz ve dut ağaçlarının gölgesinde

oturduğumuz geniş avlu, suyu kuru-

maya yüz tutmuş, tulumbası bozulmuş

eski bir su kuyusu ve bir söğüt ağacının

yakınındaki ihtiyar bir asmanın sağa sola

uzanmış yemyeşil dalları, bütün bunlar,

çocukluğumun ve ilk gençliğimin geç-

tiği bu köhne evin paha biçilmez birer

incisi gibiydi adeta.

Bahçemizin uzak bir köşesinde, çürü-

müş gövdesini karıncaların mesken tut-

tuğu yaşlı bir ceviz ağacı da, dallarına

kurulmuş salıncakların verdiği sonsuz

bir mutlulukla rüzgârda salınır, gölge-

sinden kaçan genç ve mağrur bir ıhla-

mur ağacına sitem eder, ömrünün bu

sonbaharını büyük bir sükûnet ve geçip

gitmekte olan zamana duyduğu derin

bir hasret içerisinde geçirirdi.

Bu ilk zamanlarda, babamın nihayet bir

porselen fabrikasında iş bulması ile baş-

layan büyük şehir maceramız, oturdu-

ğumuz mahalledeki komşularımızın,

Bakkal Muhittin Amcanın, Terzi Eşref’in,

Kunduracı Cevdet ve Salih Abilerin o ha-

miyetperver kanatları altında daha da

bir renklenmiş, daha da bir şenlenmişti

üstelik.

O yıllarda, evimizin hemen yakınlarında

oturanlar arasında Çankırılılar, Sivaslılar

ve Karslılar bulunuyor olsa da, komşula-

rımızın büyük bir çoğunluğunu tıpkı bi-

zim gibi Balkan muhaciri olan aileler

oluşturuyordu.

Uzun ve soğuk kış günlerinde, gecenin

o geç vakitlerine kadar sürüp giden

Foto

ğraf

: Ert

uğr

ul G

azi B

UD

UR

Page 11: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

11

komşu oturmalarında, üzerindeki yaş

meyve kabuklarının, iri kestane taneleri-

nin harlı ateşin etkisiyle kıvrılarak türlü

şekillere girdiği bir kömür sobasının ba-

şında toplanır, annelerimizin soyup di-

limlediği elmaları, portakal ve mandali-

naları, komşularımızın kendi bahçelerin-

den koparıp getirdikleri ekmek ayvala-

rını büyük bir iştahla yiyerek vakit geçi-

rir, kimi zamanları da, elektriklerin bir-

denbire kesiliverdiği o yaz akşamla-

rında, gaz lambalarının, lüküslerin yada

kendisine bile faydası olmaktan aciz tit-

rek bir mum ışığının aydınlattığı loş mi-

safir odalarında oturur, Philips marka

radyolarımızın başında arkası yarınlar,

radyo tiyatroları, akşam ajansları dinler-

dik büyük bir merak duygusuyla.

Gece öksürük sesleri arasında ciğerleri

sökülen, otuzdokuz derece ateşler içeri-

sinde yanan çocukların, sanki hiç bir şey

olmamış gibi ertesi sabah, o çelimsiz el-

lerinde bir külah çilekli dondurmayla

yada bir ellerinde kaymaklı bisküvi, bir

ellerinde soğuk gazoz şişeleriyle sokak

aralarında koşturmaları da, o yıllarda,

hayatla ölüm arasında kurulan incecik

bağın, mutluluk ve keder arasındaki o

büyüleyici hakikatin, nasıl olup da haya-

tın büyük bir sırrına dönüştüğünü, nasıl

olup da görünmez bir elin parmaklarını

çocukların saçlarında dolaştırıp şefkat

ve merhametle onlara dokunarak başla-

rını usulca okşadığını bütün anne ve ba-

balara gösterirdi.

Şimdi eski bir resim albümündeki siyah

beyaz bir fotoğrafa sığınmış arkadaşla-

rım, bahçemizdeki söğüt ağacının al-

tında annemle birlikte oturan komşu

teyzeler ve artık çoğu bu dünyadan gö-

çüp gitmiş olan sokağımızın bilge ihti-

yarları, bir ikindi vakti toprağa düşen

yağmur gibi aklıma geliyor olsalar da,

meğer birer hatıraya dönüşüyormuş so-

nunda insanlar, hala ilkokul beşinci sı-

nıfa gitmekte olan bir çocuğun ruhunda.

Ömrünü tamamlamış evler de

tıpkı insanlar gibi meğer ölürmüş.

Geriye bir tek bir erik ağacı kalır-

mış yoldaş olarak yalnızca insana.

Foto

ğraf

: Ayg

ül D

EMİR

BA

Ş

Page 12: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

12

Geçtiğimiz sayıda çay

ile alakalı bir yazı

yazmıştım.

Çaya o kadar

methiyeler dizip

anlatırken, Türk

kahvesine

değinmemek olur mu hiç?

Ee ne demişler bir fincan kahve olsam,

kırk yıl hatırım var…

Namı dünyanın dört yanına yayılan Türk

kahvesinin tarihine kısaca bir göz atalım.

Kahveyle tanışıklığımız aslında çok çok

eskiye dayanıyor.

Binbeşyüzonyedi Yemen Valisi Özdemir

Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi

İstanbul’a getirir.

Türkler tarafından bulunan ve daha sonra

dünya mutfağına giren çok farklı

hazırlama yöntemi sayesinde kahve,

cezvelerde pişirilerek Türk kahvesi adını

aldı.

İlk olarak Tahtakale’de

açılan ve tüm şehre hızla

yayılan kahvehaneler

sayesinde halk kahveyle

tanıştı.

Saray yaşamında kahve

ikramının, merasim havası

ile özenle yapıldığı, bu amaçla sarayda

kahvecibaşılık teşkilatının kurulduğunun

bilinmesi bile kahvenin önemini

anlatmaya yeterli.

Pişirmesi, ikramı, içmesi, içtikten sonra

fal muhabbeti…

Kime sorsan fala inanmıyor fakat kimse

de falsız kalamıyor.

Bu keyfi dünyanın herhangi bir yerinde

herhangi bir içecekte bulamazsınız.

Ki zaten Türk kahvesi içecek olmaktan öte

çok farklı bir lezzettir.

Bakır cezvesiyle, gümüş tepsisiyle, soğuk

Bir fincan

kahve olsam

Orhan Güneş

Page 13: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

13

suyuyla ve çifte kavrulmuş lokumuyla

adeta bir sanattır Türk kahvesi…

Fakat nedense kahve denildiği zaman

akla Türk kahvesi gelmez, illa ki belirtiriz

Türk Kahvesi olacak diye.

Bunun nedenini ise Okka Kahve makinesi

mucidi Arzum ’un CEO’su Murat Kolbaşı

şu şekilde açıklıyor:

‘’Dünyada her gün bir buçuk milyar fincan

kahve içiliyor ve bunun ancak yüzde onu

Türk kahvesi. İnsanlar espresso bazlı

kahvenin hâkim olduğu yeryüzünde Türk

kahvesi daha az beğeniliyor değil. Sadece

yapımı daha zor ve uğraştırıcı olduğu için

çok fazla yaygın değil.’’

Aslına bakarsanız haksız da sayılmaz,

bugün kahve çok mu içiliyor tabi ki hayır.

Dünyada en yaygın içilen filtre kahve,

ardından ise neskafe geliyor, içilen her iki

yüz kahvenin sadece biri cezvede

pişiyormuş.

Belki de kahveyi özel kılan, kahve ile

özdeşleşen fanatiklerinin olması sırf bu

yüzdendir…

İngilizlerin beş çayı meşhur olsa da bizim

kahvemizin de bir zamanı vardır.

İlk öğün yemek anlamına gelen

kahvaltı kelimesi kahve içimi

öncesinde bir şeyler yemek

demektir.

Dini Bayramlarımızın ve kız

isteme törenlerinin geleneksel

bir parçası olmuştur Türk kahvesi.

Mesela tuzlu Türk kahvesi içilmeden kız

almak mümkün değil…

O güzelim Türk kahvesinin içine bir kaşık

tuz atarak damat adayının ekşiyen

yüzünü görmeden olmuyor.

Telvesi ile beraber ikram edilen tek kahve

türü olan Türk kahvesi yalnızlara dost,

âşıklara umut olmuştur.

İlk buluşma bahanesi olarak herkesin

elinde bulunan bir koz, bazen de geleceğe

dair bir şeyler söyler mi acaba diye

düşünecek kadar etkileyici olmuştur Türk

kahvesi.

Kahvehanelerin kurulmasına, bir

fincanının kırk yıl hatır bırakmasına

neden olan bu güzel mirasımız sonunda

uluslararası bir değer kazandı.

Türk kahvesi, ikibinonüç’te UNESCO’nun

‘’Somut Olmayan Kültürel Miras’’

listesine kabul edildi hem de bu alanda

korunmaya alınan ilk içecek olma

özelliğini taşıyor.

İngiliz çayı, Alman birası, Fransız şarabı,

İrlanda viskisi bu listede yer bulamazken

Türk kahvesi tüm ihtişamıyla Topkapı

Sarayı Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor.

Page 14: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

14

Her ekran bir pencere hayata açılan. Şüphe-

siz bu ekranların en önemlilerinden birisi de

sinema. Bu sayımızda otuz yılını sinema izle-

meye vermiş değerli büyüğümüz Mehmet

Ali Verçin ile sinema üzerine konuştuk.

Sinema resminin bütününe hâkim, film izle-

meyi seviyor ve severek anlatıyor Mehmet

Ali Bey. Biz de sohbetin akışına bıraktık ken-

dimizi. Sinemayı, sinema üzerinden dünya si-

nemasını ve sinemanın çağımızda önemi

üzerine konuştuk.

Buyurun sohbetimize siz de katılın…

dem: Mehmet Ali Bey, sizin filmlere olan il-

gilinizi çok duyduk, bir de sizden dinleyebilir

miyiz film izleme hikayenizi?

Mehmet Ali Verçin: Ankara’dan döndükten

sonra, entelektüel ilgileri olan hem An-

kara’dan tanıdığım hem de yeni tanıştığım

bir çevrem olmuştu. Yani, yeniden İstanbul’a

ilk geldiğim zamanlardı. 1988 yıllarıydı. Film

Festival olduğunu duyduk. İlk defa orada üç-

beş tane film seyrettik. Amaç festivale git-

mek değil, o zamanlar İran filmleri meşhur, o

filmler için gidiyoruz, galiba. Sonra denk

geldi, hoşuma gitti o zamandan beridir, yani

otuz yıldır, bütün film festivallerine katıldım.

Festival boyunca tüm seanslara bilet alıyo-

rum. Diyelim ki festival on bir gün sürecek,

bir günde en fazla beş seans var, her gün tüm

seanslara bilet alıyorum…

Benim gibilere “Sinefil” diyorlar. Bu konuda

bana eşlik eden, istikrarlı, hiç arkadaşım ol-

madı. Bir tek Sırrı Süreyya Önder vardı, O da

artık gelmiyor. O zamanlar O efsane bir sine-

macı.

Siyasete atılmadan evvel festival yönetimi

tarafından birkaç kez de Juri üyeliği yaptı.

Bazen, iki film arası yandaki çay ocaklarında

“Bugün kendi öz sineması olmayan milletler, belki de düşman-

larının hikâyelerini dinliyorlar. Başka dinlerin kutsallığıyla huşu

buluyorlar…”

MEHMET ALİ VERÇİN

İle

SİNEMA Üzerine

Konuştuk

Söyl

eşi

: ta

lip tosu

n

Fo

toğr

afla

r: M

usta

fa

K

ılıç

Page 15: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

15

oturur film eleştirileri yapardık. Henüz siya-

sete atılmamış ama nerede tanıştık hatırla-

mıyorum. Galiba bizim cenahın kahvelerinin

birinde, mesela “ESKİ KAFA” olabilir.

dem: Bir anınız var mı?

Onunla ilgili size de anlatabileceğim, bir

anım var: Semih Kaplanoğlu’nun “Bal” fil-

miyle ödül aldığı yıldı. Semih Kaplanoğlu’nun

filmi de festivalde oynuyordu ama hiç bilet

kalmamış. Ben zaten kart sahibi olduğum

için benim biletim var ama salon öyle kala-

balık ki, bana da kötü bir yer de düşmüş.

Baktım yan sinemada festival dışı bir salonda

“Bal” filmi oynuyor, yandaki salona gittim

orada dört kişi izledik filmi.

Bu film hakkında konuşurken, söz döndü do-

laştı, Mecid Mecîdi’nin filmlerine geldi. İki-

mizin de seyrettiği bir filmi var “Cennetin

Rengi” diye. Ama bir çocuğun hikâyesini an-

latıyor film. Film arasında konuşuyoruz; Sırrı

Süreyya’ya dedim ki: “hangi film daha iyi Sırrı

bey, Cennetin Rengi mi,

Bal mı?” Bana dedi ki,

“Nitelikleri farklı filimler

birbiriyle mukayese

edilmez. Ama Mecîdi

çok usta ve başarılı

dedi.

Cennet’in rengi filmi

çok güzel dedi. Bu filmle

ilgili sana bir sahne so-

racağım eğer bilirsen

sana, festival tarafın-

dan, en iyi seyirci ödülü

verdireceğim dedi. Ben

de ödül istemiyorum

abi sen sorunu sor, de-

dim.

dem: Ödülü hak etmişsiniz gerçekten.

Mehmet Ali Verçin: Evet. “Bu kadarda zor

sorma alt tarafı gelip seyrediyoruz” dedim.

Dedi ki, “Mecîdi’nin filmindeki en önemli

sahne hangisidir?” Dedim ki “söyleyeceğim

ama ister kabul et ister etme kesinlikle de

caymam söylediklerimden” dedim.

Bu arada size sorayım Talip Bey siz filmi sey-

rettiniz mi?

dem: Seyrettim.

Mehmet Ali Verçin: Filmin bir sahnesi var,

baba ile oğul, yanlarında katırları çocuk da

katırın birinin sırtında, bir dereden geçiyor-

lar.

Aniden, bir sel geliyor, sel geldiğinde yönet-

men babanın gözüne iki saniyeliğine şu ifa-

deyi yerleştirmiş; “hayatı boyunca, bana

ayak bağı olmuş, evliliğime mani olmuş ve

bundan sonrada bana ayak bağı olacak olan

bu kör oğlumdan kurtuluyorum galiba…”. İki

saniyeliğine babanın gözünden bu niyeti an-

layabiliyorsunuz. İki saniye

sonra simasında bir pişmanlık

ifadesi ve oğlunu kurtarmak

için kendini gelen selin içine

atıyor.

Bana göre iki saniyelik bu

kare filmin en iyi sahnesidir

dedim. Kalk seni bir kutlaya-

yım hocam dedi, demek ki

sen de mi fark ettin? Yaa

bunu daha önce kaç kişiye

sorduysam kimse fark ede-

memiş, sen nasıl fark ettin?

dedi.

Dedim ki sosyal hayatta hep

olan bir şey; Bazı ailelerde

Page 16: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

16

ölse de kurtulsak dediği aile üyeleri olan yaş-

lılar, sakatlar, kötü yola düşmüşler, zalim ve

gaddar kocalar, babalar ağabeyler var. Ya da

parası var ve paylaşmıyor, bu tip insanlar

var. İnsanların çoğu bu tip insanlar ölse de

kurtulsak diye ara ara “kafalarından geçirir”;

yatalak anne babasını, kötü yola düşmüş kı-

zını, suç işlemiş oğlunu kendisine zulüm

eden kocasını falan filan, neyse insan aklın-

dan geçirse bile bundan pişman olur ve iyi

bir insan olarak hayatına döner. Yoksa her

kurtulmak isteyen kurtulmaya kalkarsa ol-

maz.

“Hocam biliyor musun benim bununla ilgili

senaryom var dedi”. Bu senaryoyu biraz ko-

nuştuk.

“Yaa hocam sen hakiki sinefilsin” dedi.

dem: Ama orda ki sahneyi daha etkili kılan

bu düşünceye maruz kalan kişinin bir çocuk

olması yani masum birisinin olması galiba?

Mehmet Ali Verçin: Evet evet, Mecîdi’nin

gücü oradan geliyor, bana sorarsan Mecîdi

sadece o iki saniye için çekmiş o filmi…

dem: Tekrar başa dönecek olursak,

1988’den bu günü kadar çok film izlemişsi-

niz, hikâyesini veya dilini özellikle sevdiğiniz

yönetmenler var mı?

Mehmet Ali Verçin: Zor sorular bunlar, me-

sele bu sene İsveç’li efsane yönetmen İng-

mar Bergman filmleri festivale dokuz filmle

geliyor, onların hepsine gideceğim inşallah.

İngmar Bergman iyi bir yönetmen.

Yalnız Andrey Tarkovsky varken daha büyük

bir adam var dememem lazım. İngmar Berg-

man da büyük bir adam. Şimdi yaşayanlar-

dan “Lars Von Trier” var adamın “dogville”

diye bir filmi var. Başka filmleri de var ve

hepsi, bence, şaheser. Ayrıca Rusların “GEL

VE GÖR” diye bir savaş filmi var tarihin yaz-

dığı en acımasız ve en gerçekçi en başarılı

film BENCE. Üç saat süren savaş filmi…

Yalnız şimdilerde mümkün olduğunca Avru-

palı ve Amerikalı filmler tercih etmiyorum.

Çok film üretmeye başladılar ve çoğu çok ka-

litesizler, çiğnenmişi çiğniyorlar. Festival-

lerde hiç bilmediğim bir ülkenin diyelim ki

Birmanya’nın bir filmi var, hiç önemli değil

hemen alıyorum. Şöyle düşünüyorum: se-

naryo iyi olmasa bile kamera bilmediğim bir

ülkede dolaşıyor, dolayısıyla değişik insanlar

gösteriyor. İnsan aklı ve ruhunda yeni kapılar

açıyor.

dem: Yeni bir dil, yeni bir göz...

Mehmet Ali Verçin: Her şey her şey… O yüz-

den ben mesela Hindistan sanat filmlerini

seviyorum. “Wasseypur Çeteleri ” diye bir

film var. Marlon Brando’nun meşhur “Baba”

filminden daha başarılı. “Baba” Amerikalı ol-

duğu için başarılı. Yoksa “Wassypur Çeteler”i

neredeyse on saatlik bir film ve eşi benzeri

olmayan bir başarısı var, müthiş bir film.

Sinemada, mesela, Koreliler de çok iyi bir ba-

şarı sağladılar. Korelilerin senaryolarında çok

enteresanda bir şey var; diyelim ki normal

ilerleyiş içerisinde öyle bir geri dönüş yapı-

yorlar ki normalde olsa kızarsın, böyle bu ka-

dar tutarsızlık olur mu, diye, ama bu seyir-

ciye şirin geliyor, hoşunuza gidiyor.

Mesela, “Boş oda” diye bir film var. Adam,

broşür dağıtıcısı, evi yok, tatile çıkmış insan-

ların boş evlerini takip ediyor. Boş evlere gi-

riyor orada yaşıyor. Hiç zarar vermediği gibi

temizliyor, musluktu, pencereydi, alet ede-

vattı tamir ediyor. Hatta çamaşırları bile yı-

Page 17: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

17

kayıp ütülüyor. Gönüllü olarak her şeyi yapı-

yor. Birisi gelip eve girdiğinde onlara görün-

meden de evden çıkıyor. Kızamıyorsun ve

suçlayamıyorsun adamı. “Beklenmedik Şa-

şırtıcılık” Kore sinemasının bir özelliği.

Japonlar sinemada, artık, çok geride. Orta sı-

nıfların yoz ve sıradan hayatını aşamıyorlar.

Oradan film de çıkmıyor maalesef.

Çinliler, yavaş yavaş gelmeye başladılar.

İranlılar ise dünyada itibarı en yüksek sine-

macılardan. Onlardan daha çok merak uyan-

dıran sinemacı yok. Bir İran filmi geldiği za-

man festivalde herkes bilet alıyor. Tüm dün-

yada bu böyle.

Çok ünlüleri şöyle dursun, gençler bile ses

getiriyor. Mesela, Ünlü sinemacı Muhsin

Mahbelbaf’ın kızı, Genç sinemacı Muhsine

Mahmelbaf’ın “İki Bacaklı At” diye bir film

var. Mutlaka seyredin. Hem sinemada başarı

nereden geliyor anlıyorsunuz hem de Afga-

nistan’ın sosyal yapısıyla ilgili bir izlenim edi-

niyorsunuz.

Bahman Ghobadi’nin “Kaplumbağalar da

Uçar”, Sarhoş Atlar Zamanı” ve son seyretti-

ğim filmi “Yarım

Ay”.

Yarım Ay filmin ya-

pılış hikâyesi şöyle:

Mozart’ın anısına

Avusturya hükü-

meti Bahman Gho-

badi’ye bir “Müzik

Hakkında” bir film

projesi veriyor. Ya kardeşim diyor İran’da

müzik yasak nasıl çekeyim? Nasıl çekersen

çek diyorlar… Film çekiliyor ama filmde doğ-

rudan bir müzik yok. Ancak film müzik gibi.

Müzik çalsa diyeceksin ki müziğin kalitesi

şöyle böyle, hiç o konulara girmeden gerçek-

ten çok iyi bir müzik filmi çekiyor.

dem: Müzikleri de çok güzel İran’lıların.

Mehmet Ali Verçin: Tabi. Moğol Hükümdarı

Hülagu Han’a Tebriz’in güneyinde bir Rasat-

hane kurduruyorlar. Adı Merağa. Burada

aynı zamanda çok şümullü bir Medresesi de

açılıyor. Bu günkü Amerika’nın NASA’sı

neyse o gün de MERAĞA aynı işlevi görüyor.

O medreseye İslam dünyasının her yerinden

ve Çin’den Finlandiya’ya kadar tüm dünya-

dan öğrenciler gelip burada eğitim görüyor.

Orada eğitim alan bir Çin’linin hatıratından

kısımlar okudum. Mesela diyor ki, biz Çin’li-

lerin adam olabilmesi için önce Müslüman

olmamız gerekiyor. Çünkü ancak tevhid di-

liyle bilim öğrenilebilir, öyle bir kanaate var-

dım diyor. Neyse anlatmak istediğim o değil.

Şimdi Merağa medresesine matematiçiler

de geliyor astronomlar geliyor. O tarihlerde

matematikçiler matematik ile müzik, nota

arasında bir ilişki olduğunu fark ediyorlar. Ve

Merağa’da bütün İslam coğrafyasında söyle-

nen müziklerin notalarını çıkarıyorlar. O yüz-

den mesela

bizde “Ace-

maşiran” di-

yoruz. Nere-

den geliyor?

Bizim, Tür-

kiye’de

acemle, aşi-

ranla ne alakamız var diyoruz. Merağa’dan

geliyor. “Kürdili Hicazkâr” diyoruz. O gün için

o müzik makamının hem Kürtlerle hem de

Hicaz’la alakası var demek ki.

Çinliler, yavaş yavaş gelmeye başladılar.

İranlılar ise dünyada itibarı en yüksek sine-

macılardan. Onlardan daha çok merak

uyandıran sinemacı yok. Bir İran filmi gel-

diği zaman festivalde herkes bilet alıyor.

Tüm dünyada bu böyle.

Page 18: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

18

O zamanlar, diyelim ki iki üç bin makam bu-

luyorlar. Yani, 1259 yılında kurulan bu med-

reselerdeki müzik bilgisinin ve birikiminin, o

tarihte, dünyada eşi benzeri yok, Yani, mü-

zik, notalara matematikçiler tarafından dö-

külmüş. İran’lılar, bu kültürün, bu bilginin

esas mirasçısı. Çünkü Merağa dünyanın ilk

en büyük bilimsel müzik üniversitesi aynı za-

manda…

dem: İhsan Fazlıoğlu bir konferansında şöyle

diyor: Biz diyor, İbn-i Sina’ın tıpla ilgili kitabı-

nın (El-Kanun Fi’t-Tıp) yazılışının 1000. yıl dö-

nümü nedeniyle (2013 yılında) konferans

düzenlemeyi düşünüyorduk. Türkiye’de hep

tıp bilecek hem tıp tarihini bilecek, o za-

manla bu zamanın kitaplarını karşılaştıracak

birini arıyoruz. Türkiye’de aradık bulamadık.

Yurt dışından araştırdık diğer ülkeleri bir ke-

nara bırak sadece İsrail’de dört kişi bulduk

diyor. Tıp dünyamızı kendi eserimizi Türk-

çeye bile çevirmemişiz diyor. Yani, Basra böl-

gesindeki kültür daha bu tarafa/bize gelmiş

değil.

Mehmet Ali Verçin: Evet gelmedi, bırak ta-

rihi/kültürü insanların isimlerini bile yeni

yeni duyuyoruz.

dem: Türk filmlerine gelecek olursak, gördü-

ğüm kadarıyla Türk filmlerinde düşünce ve

olay geçişleri Kore filmlerinin aksine çok sert.

En son Ahmet Uluçay’ın “Karpuz Kabuğun-

dan Gemiler Yapmak” çok naif bir dil kullanı-

lıyor bu filmde örneğin.

Mehmet Ali Verçin: Ben, birkaç yönetmen

hariç, Türk filmlerini pek seyretmiyorum. Bi-

zim sinemacılar genellikle Beyoğlu ve Cihan-

gir etrafındaki insanların hayatlarıyla kesişen

filmler çekiyorlar hep onlarla ilgili yani. Bakış

açıları o… İnsan Yılmaz Güney’i dört gözle

arıyor. Hiç değilse adam hakiki toplumsal so-

runlarla uğraşıyordu.

Bu gün sinema kadar insan etkileyen ve

hatta yönlendiren ikinci bir sanat alanı yok.

Bir Müslüman olarak, üçüncü kişilere, İslam

ahlakını, en güzel şekilde sinema filmlerinin

içkin özüyle anlatılabileceğine inanıyorum.

Büyük paraların, sinemaya yatırılması başa-

rıyı daha da kesinleşti-

rir. Bu gün ÇAĞRI filmi-

nin oluşturduğu algıyı

ve ifade gücünü hangi

dil anlatabilir.

Bu gün kendi öz sine-

ması olmayan millet-

ler, belki de, düşmanla-

rının hikâyelerini dinli-

yorlar. Başka dinlerin

kutsallığıyla huşu bulu-

yorlar. İyi sinemacılar,

iyi senaristler, iyi yö-

netmenler bulup adam

gibi filmler çekmeliyiz.

Page 19: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

19

Bu konu bir hayat memat meselesidir. Bir

güvenlik konusudur.

Çağrı filmine yetiştiniz mi, seyredebildiniz

mi?

dem: Biz televizyondan izleyebildik.

Mehmet Ali Verçin: Çağrı filmi sinemalarda

gösterildiği zamanlarda, sinemalar, sine-

maya hiç gitmeyen insanlarla dolup taştı. Bu

film sayesinde, hidayete ermiş insanlar oldu-

ğunu duyduk, lakayt Müslümanların da İs-

lam’a dönüş yaptığını gördük ve yaşadık.

Dindar Müslüman kişiler de, hayatlarında

kendilerine çekidüzen vermeye başladılar.

Bu değişiklikte çağrı filminin çok etkisi oldu.

Sonuçta dünya İslam’a daha sempatik bak-

maya başlamıştı ki, BATI bunu engellemek

için “islami terörizm orduları ve kavramla-

rıyla saldırıya geçip bu imajı yıktı.

Bazen artık ülkemizde cami ihtiyacı kalmadı,

‘camiye yardım der’ gibi, Sinemaya yardım

parası toplayıp film mi çeksem diye düşünü-

yorum.

Toplumu dönüştürmek gibi, toplumu yenile-

mek gibi bir şey yapacaksan oturup bahset-

miş olduğumuz İbni Sina’nın fikirlerini ve ya-

şadığı dönemin sosyal ve ilim geleneği hak-

kında merak ettirecek şekilde film yapmak

lazım. Zamanının toplumsal yapısı, bulun-

duğu ülkelerdeki sosyal sorunları, sorumlu-

luğu, savaşları işin içerisine katarak arada

İbni Sina’nın görüşlerini serpiştirerek, İbni

Sina’ya merak uyandırmak. Kimdir İbni

Sina herkes onu tanımak isteyecek. Avru-

palı’lar bunu yapıyor. Mesela, matematik-

çinin hayatını çekiyor. .

dem: John Nash’i örneğinde olduğu gibi biz

“akıl oyunları” filmini merakla izledik.

Mehmet Ali Verçin: Film, John Nash’i öyle

bir senaryo ile anlattı ki yani John Nash’in

gerçek hikâyesi gölgede kaldı. Film daha

başarılı John Nash kendisinden...

Eğer biz bu işlerle ilgili bir başarı gösterebi-

lirsek… örneğin Avrupa’da sanayide çalı-

şan işçi oranı %10’a düşmüş. Bizde %20. Gö-

rülüyor ki, insanlar için hizmet ve eğlence

sektörü çok önemli bir hal aldı. Bizde de öyle

ama gelecekte daha da önemli olacak. Mesaj

taşıyıcı filmler olacak, diziler olacak, kitap

olacak zaten öyle olmalı. Diyelim uluslararası

dış ticaretle ilgili bir kitap okuyoruz kitapta

yazar, kendi ülkesinin uluslararası ticarette

nasıl daha avantajlı olabileceğini anlatıyor.

Sanat alanında, örtük ve iddialı kültürel sa-

vaşlar yapılıyor ve bu aynı zamanda ekono-

mik geleceği de olan bir alan. Önümüzdeki

dönemde filmler artık, Milyar Dolar ciro ya-

pabilecek bir sektöre dönüşecek.

dem: Güzel sohbetiniz için çok teşekkür ede-

riz.

Mehmet Ali Verçin: Ben teşekkür ederim

ayağınıza sağlık.

Page 20: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

20

Yılkı Atı. Belki de birçoğumuzun daha önce

duymadığı bir kelimedir Yılkı kavramı.

Anadolu da çocukluğunu geçiren hele de

köylü çocuğu olanlar bu kelimenin anlamını

muhakkak ki biliyorlardır. Yılkı, bir başlarına

dağlarda gezen atlara verilen bir isimdir.

Aslında belki benim içinde çok ehemmiyeti

olmayan bir kelimeydi yılkı. Ta ki Abbas

Sayar’ın Ötüken yayınevinden çıkan aynı

isimli kitabını görene dek…

Kendisi Yozgatlı olan Abbas Sayar Yılkı Atını

anlatırken muhteşem bir Anadolu

ve bozkır tasviri yapıyor.

Çocukluğunun geçtiği yerleri

öylesine müthiş bir gözlemle tasvir ediyor ki

kendinizi bir anda Anadolu’nun bozkırlarında

buluyorsunuz. Bu betimlemeler benim hiç

sevemediğim bazı Rus yazarlarının bazen bir

sayfayı bulan uzun tasvirleri gibi değiller. On,

bilemediniz on beş kelimelik ama sizi

oradaymışçasına sarıp sarmalayan tasvirler.

Hikâyemiz Doru isminde bir kısrağın etrafında

geçiyor. Doru tam bir Anadolu şivesiyle

söylenen Üssüğünoğlu İbraam (Hüseyin oğlu

İbrahim) efendinin atıdır. Üssüğünoğlu

yaşlanan Doru kısrağı yiyeceği bir kap samanı

hesap etmesinden ötürü yılkılığa ayırmıştır.

Doru bir kış günü yayımdan (otlamadan)

gelen diğer hayvanlarla birlikte ahıra alınmaz

ve taşlanarak kovalanır, dağlara terk edilir.

Dağlara terk ediliş esnasında; Doru’yu

çocukların dağa götürüp bırakması,

arkalarından geri gelen atın çocuklar

tarafından babalarının tembihlemesi üzerine

taşlanarak geri döndürülmeye çalışılması, iki

kardeşin o anda yaşadıkları duygusal

kırılmalar tek kelimeyle enfes bir okuma zevki

veriyor.

Hikâye bu aşamadan sonra hüzünlü bir o

kadar da empatik olmaya başlıyor. Bir atın

gözünden dünya nasıl görünür diye hiç

düşünmemiş olabilirsiniz. Bizim gibi hedef

peşinde koşturan, bir dünya meşgalesi olan

insanların bunları düşünecek vakitlerinin

olmaması da doğal karşılanabilir, tabi kitabı

okuyana dek. Ondan sonrasında kış günü

sıcacık ahırından çıkan bir hayvanın neler

yaşayabileceğini çoğunlukla hüzünle

okuyorsunuz. Hüzün derken kitabın sizi

daraltıp bunaltacağını sanmanızı istemem. Bu

usta bir kalemden çıkınca sizi merakla hüzün

arasında götürüp getiriyor. Yüzonbir sayfalık

bir kitapta bundan çok daha fazlasını

buluyorsunuz. Soğukla mücadeleyi, sıcacık

ahırından çıkan Doru kısrağın bilmediği

dağlarda titreyişlerini, sonrasında bir yılkı

sürüsüne dâhil oluşunu, en dehşetli

sahnelerle kurtlarla savaşlarını, hayatta

kalma mücadelelerini okuyacaksınız

Bozkırı Cengiz Aytmatov’un kitapları ile tanımış

ve sevmiştim. Dişi Kurdun Rüyası isimli

kitabında da bir kurt ailesinin başından

geçenler, yavrularını yitiren bir anne kurdun

gözünden anlatılmıştı. Cengiz Aytmatov’da

tasvirleri son derece güçlü bir yazar.

Okumayanlar için bozkırın bu güçlü kalemini de

tavsiye ediyorum. Yıllar sonra kendi bozkırımızı

kendi yazarlarımızdan birinin kaleminden

okumak beni çok mutlu etti. Abbas Sayar’ı da

rahmetle yâd ediyorum.

SİNAN PER

Page 21: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

21

Nebi Pınar

ilim kurgu filmleri ile ilk defa kar-

şımıza çıkıp sonrasında hayatın

her alanında yükselen ivmesi ile

birçok sektörün gözdesi haline gelen yapay

zekâ nedir? Temel olarak canlı olmayan ma-

kinelere aktarılan insan davranışlarını anla-

yıp taklit edebilen yazılımlara yapay zekâ de-

nir. Bu yazılımlar düşünebilen, karar verebi-

len, mantıklı hamleler yapan ve bu hamleler

sonucunda neler olabileceğini hesaplayabi-

len yazılımlardır. Basit bir örnek vermek ge-

rekirse; bir çocuk elini sobaya ilk defa dokun-

durduğunda elini yakar. İki gün sonra tekrar-

dan sobaya dokunacağı zaman daha önce

dokunduğunda ne olduğunu hatırlar, dokun-

madan önce sıcak olup olmadığını anlamaya

çalışır ya da dokunmaz. Aslında yapay zekâ

algoritmalarının yaptığı da tam olarak budur.

Önceki deneyimleri belli algoritmalar kulla-

narak değerlendirip alacağı aksiyona karar

vermesidir.

Buradaki en önemli hususlardan biri; yapay

zekânın sürekli olarak öğrenerek her dene-

yimden sonra daha doğru ve mantıklı karar-

lar alabilmesidir. Öyle ki, yapay zekâ dünya-

nın en zor oyunu olarak bilinen Go’da, dünya

şampiyonu olan Lee Sedol’u yenerek herkesi

şaşkınlığa uğratmıştır. İlginç olan ise bu ya-

pay zekâ algoritması yalnızca bir Go sunucu-

sundaki amatör oyuncuların maçları kaydet-

miş, sonrasında kendi kendine yaptığı maç-

larla kendisini geliştirmiştir. Sonuç olarak, in-

sanoğlunun bu strateji oyunundaki binlerce

yıllık birikimini kırk gün gibi bir sürede kendi

kendini eğiterek alt edebilmiştir.

YA

PA

Y ZEKÂ

B

Page 22: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

22

İnsan davranışları ve eğilimlerinin tespiti

başta olmak üzere özellikle askeri alandaki

uygulamaların vazgeçilmezi olan yapay zekâ,

bunun yanı sıra bankacılık, otomotiv, elekt-

ronik, eğlence, sigortacılık, üretim, sağlık,

petro kimya, robotik, uzay, telekomünikas-

yon ve güvenlik gibi geniş bir kullanım yel-

pazesine sahiptir.

Peki, yapay zekâ insanlığın sonunu

mu getirecek? Aslında bu soruların

cevabını verebilmek çok mümkün

değil. Fakat yapay zekâ algoritmala-

rının bir oyunda kaybedeceklerini

anladıkları zaman öfkelendikleri ve

kazanmalarını sağlayacak daha sal-

dırgan stratejiler geliştirdikleri bili-

niyor.

Bunun yanında pazarlama yapması için eğiti-

len iki chat-bot’un, insanları bir kenara bıra-

kıp kendi aralarında oluşturdukları bir dil ile

iletişim kurmaya başlamaları üzerine kapa-

tılmak zorunda kalınması da yakın zamanda

karşılaşılan bir durum.

Aslında iki botun, topları, şapkaları ve kitap-

ları alıp satmayı öğrenmesi, eşyalara değer

ataması ve ardından bunları kendi aralarında

takas etmesi gerekiyorken, okunduğunda

“anlamsız konuşmuşlar” denilen ancak bot-

lar tarafından gayet iyi anlaşıldığı fark edilen

konuşmalar yüzünden sistemin fişi çekilmiş.

Şu an emekleme aşamasına bile gelememiş

olan yapay zekâ, insanoğlunun ileriye gide-

bilmesi için kaçınılmaz gözüküyor. Milyar-

larca olasılıkları saniyeler içinde gören, de-

ğerlendiren ve karşı tarafı alt etmek için stra-

teji kurgulayan bir yapay zekâ, insan neslini

günün birinde “fazlalık” olarak görebilir

mi? Belki…

Stephen Hawking şöyle diyor: “Güçlü bir ya-

pay zekânın yükselişi insanlığın başına gelen

en iyi ya da en kötü şey olabilir. Hangisi ola-

cağını bilmiyoruz”.

İyi olması dileğiyle…

Önerimizdir:

http://www.acikbilim.com/2014/05/dosyalar/robot-da-olsa-insan-insandir.html

Page 23: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

23

SAKLI

Bir sevdaya düştüm sandım

Sevdanın kendi düşürmüş beni

Aşk deryasına daldım sandım

Derya aşka daldırmış beni

Ben sana varırım sandım

Varan vardıran sarmış beni

Senden ayrım gayrım var sandım

Varım yoğum birde saklı

Bir ben var sandım bir de sen

Benim senim bir zan imiş

Bilen gören bir sandım

Görmeden bilen marifet ehli

Gidemem yorulurum

Zamanı yetiremem sandım

Gitmek te hayal, zaman da hayal imiş

Bir an varmış gerisi hayalmiş

Gidilen giden de var imiş.

İnciser Ünver

Foto

ğraf:

Ert

uğru

l G

azi B

UD

UR

Page 24: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

24

“Hayatta Kalmak En Büyük Zaferdir”

Ufuk Kaya

Hani bazı yönetmenler vardır öve öve bi-

tirilemeyen, yere göğe sığdırılamayan,

eline kamera alıp uçan kuşları çekse izle-

nir denilen işte Christopher Nolan öyle

birine dönüşüverdi sinema dünyasında.

İlk uzun metrajlı filmi Takip (Following)

den onuncu filmi Dunkirk e kadar muh-

teşem işlere imzasını attı. Farklı türlerde

filmler çekme cesareti gösterip hepsinde

de mükemmeliyeti yakalamayı başarıyor

ve ona yapılan 2000 yılların Stanley Kub-

rick’i yakıştırmasını boşuna çıkarmıyor.

Çok sıradan bir senaryodan muhteşem

bir filmin nasıl olacağını ders niteliğinde

anlatan Akıl Defteri (Memento) gibi bir

sinema mucizesini yaratan Nolan, izleyi-

cinin zekâsına da güvenerek film çeki-

yor. Kara Şovalye (Dark Knight) üçlemesi

ile süper kahraman filmlerine yeni bir

soluk getirerek Batman karakterini çizgi

film tiplemesinden çıkarıp gerçek dün-

yaya sokarak baştan tasarladı adeta.

Prestij (The Prestige), Başlangıç (Incep-

tion) ve Yıldızlarası (Interstellar) filmleri

onu bir Star haline getirdi. Çektiği her

film kurgusundan müziklerine hikâyesin-

den kamera açılarına kadar hep bir bü-

tün olmayı başarmıştır. Bu yüzdendir ki

Dunkirk her karesinde Nolan’ın sihirli

dokunuşlarını hissettiren çok belirgin bir

yönetmen filmi ve bu filmi Nolan’ın fil-

mografisinden bağımsız değerlendirmek

mümkün değildir.

Film İngiltere, Fransa ve Belçika'ya ait

müttefik ordularından yaklaşık 400 bin

askerin, Fransa'nın İngiltere'ye çok yakın

Dunkirk bölgesinde Alman Ordusu tara-

fından karadan tamamen kuşatılmasını

anlatıyor.

Almanlar bu askerleri hava bombardı-

manlarıyla yok etmeyi planlarken, İngiliz

Başbakanı Churchill'in yönlendirmesiyle

askerleri kurtarabilmek için çok tehlikeli

ve savaşın gelişimi açısından hayati

önemde bir tahliye operasyonu başlatılı-

yor.

İkinci Dünya Savaşı'nın kaderini belirle-

yen olaylardan ve dünya savaş tarihine

Page 25: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

25

geçmiş en büyük geri çekilişlerden birini

askerlerin gözünden ele almaya çalışan

film “Hayatta kalmak en büyük zaferdir”

düşüncesini referans alarak ne ucuz kah-

ramanlık hikâyesine soyunuyor nede soy-

kırım propagandası yapma derdine düşü-

yor. Nazi askerlerinden kaçıp Dunkirk li-

manına sığınmış müttefik askerlerin can-

larını kurtarma mücadelesine seyircinin

tanık olmasını istiyor. Bu mücadeleye ta-

nık olurken tek bir düşman askeri bile

göstermeyi tercih etmiyor. Ölüm kor-

kusu, çaresizlik, hayatta kalma içgüdüsü

gibi hislere odaklanılmasını istediği için

çok fazla diyaloğa yer vermeyi ve karak-

terleri derinleştirmeyi tercih etmiyor. Az

diyalog ve yüzeysel karakter tercihi belki

de tek eksi taraf olarak görülebilir ama bu

durum filmin başarısına gölge düşürmü-

yor.

Geniş açılı kullanılan kameraların etkisi

ve karakterleri takip eden çekim yöntemi

ile film izleyiciyi ilk açılış sahnesinden iti-

baren filmin içine sokmayı başarıyor ve

bir buçuk saat boyunca da çıkartmıyor bir

daha. Tempo hiç yavaşlamadığı için seyir-

cinin çıkmasına müsaade etmiyor as-

lında.

Hikâye örgüsünü üç farklı mekânda ve

üç farklı zaman dilinde ele alan film, ka-

rada yaşanan olayların bir haftasını de-

nizde yaşanan olayların bir gününü ve

havada yaşanan olayların bir saatliğini iç

içe geçmiş kurguyla seyircinin kafasını

karıştırmadan ve rahatsız etmeden an-

latmaya çalışıyor. Basit hikâye doğrusal

olmayan bir zaman kurgusuyla muhte-

şem bir filme dönüşüyor. Filmlerinde di-

jital efekt kullanmayı tercih etmeyen

Nolan’ın gerçek mekanlar kullanarak

çektiği sahneler Hans Zimmer’ın harika

müzikleriyle o kadar uyumlu kurgulan-

mış ki film boyunca gerilim bir saniye

azalmıyor ve ortaya müthiş bir seyir

zevki çıkıyor. Filmin en büyük kozu mü-

zikleri demek yanlış olmaz.

Dunkirk, Nolan filmleri içinde belki en

iyisi değil ama son yılların en farklı, en

özgün, müzikleri, kurgusu ve sinematog-

rafisiyle en izlenesi savaş filmi.

İyi Seyirler,

Page 26: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

26

KAÇAK DÖVÜŞ

Büyüklük geniş olmakla kaim olsa gerek

Tıpkı denizler gibi

Irmakların, nehirlerin denize dökülmesi

Bir övgüdür kente

Biliyorum

Benim evimin değildir

Irmağın denize taşıdığı kum tanecikleri

Bilmek te yetmiyor bazen

Çünkü ırmak boyuna akıp gidiyor

Budur maviliğin derdi

Budur ırmağın bildiği gerçek

Şehirler köyler kasabalar insanlık

Doldurur nehirleri ölmüş bilinen o yığıntıyla

Onca vebalin yükü zor gelir elbet

Daracık vadiler engin kayalıklar

Daraltır akışkanlığı

Page 27: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

27

İnsanlığın gizli tarihi doldurdukça nehri

Veba gibi sarar suyun rengini

Kara kapkara bir çamur rengidir gözyaşları nehrin

Köylü çıldırdıkça çıldırır

Gece hatırlatır kendini meydanlarda

Aşkın bataklığı kururken

Dört duvarın arasına sıkışır ölüm duygusu

Attığım her adım

Bakışlarımdan çıkan her bir göz hamlesi

Yersiz bir sevinçle birlikte kenti kuşatır

Sonra merak duygusu öfkeye

Öfkeli ilahların bolca olduğu bir kentte

Saat kuleleri eksik gösterir zamanı

Işıklar takınmış

Yaşlı bir masanın etrafında

Kimilerine bir şarkı gibi gelmektedir,

Denizden kente övgüler.

Her şey istenildiği gibidir oysa

Aldığımız hava tebessümlerimiz yaşamak duygusu

Her şeyin sınırlarını patronlar belirler

Eve giden yoların yönü sararmış bir ot yığını gibidir.

Bahse girerim

Bir şairin uyarıları olmasa

Zihnimdeki sakallı adamların hepsi zorbalaşır

Bozulur adımın anlamı.

Mehmet Sabri ÇIRAK

Fotoğraflar: Mustafa KILIÇ

Page 28: dem - albaraka.com.tr · Film Analizi: Dunkirk ... gün başta annem olmak üzere evde bü-yük bir hüzünle karşılanmış olsa da, ab-lam gibi benim de içimde gizli bir sevin-cin,

meyl

söz bir tohumdur bir kuşanmadır,

ve aşk bir yanma şeklidir.

insan, neye meylederse onu sever,

nereye bakarsa oraya gider

yine de döner kendi hikâyesine küser.

talip tosun

Fotoğraf: Rabia DURSUN