buhara tasavvuf dergisi

44
B UHARA www.buhara.org Aşkın Başladığı Yer Tasavvuf Dergisi Yıl:1 Sayı:3 Nisan /Mayıs/Haziran 2012 Türkiye-Kıbrıs Fiyatı 6 TL Jahrg:1 Ausgabe:3 April/Mai/Juni 2012 Deutschland Preis 5 Euro İbadet Hayatımız Hz. Peygamber’in ibadet hayatı Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır Sufi gözüyle namaz Müridin akaidi Allah’tan kork! İslam’da ticaret ahlâkı Üç aylar ve fazileti Hz. Aişe’ye inen yağmur Hastalıklarda hikmetler gizlidir

Upload: halilurrahman

Post on 15-Mar-2016

272 views

Category:

Documents


10 download

DESCRIPTION

3 Aylık çıkan Buhara Tasavvuf Dergimizin Nisan Mayıs Haziran 2012 sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: Buhara Tasavvuf Dergisi

BUHARAww

w.b

uhar

a.or

g

Aşkın Başladığı Yer

Tasa

vvuf

Der

gisi

Yıl:1

Sayı:3 N

isan /M

ayıs

/Haziran 2012 T

ürk

iye-K

ıbrı

s F

iyatı 6

TL Jahrg

:1 A

usgabe:3

A

pril/M

ai/Juni 2012 D

euts

chla

nd P

reis

5 E

uro

İ b a d e t Ha y a t ı m ı zHz. Peygamber’in ibadet hayatı

Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır

Sufi gözüyle namaz

Müridin akaidi

Allah’tan kork!

İslam’da ticaret ahlâkı

Üç aylar ve fazileti

Hz. Aişe’ye inen yağmur

Hastalıklarda hikmetler gizlidir

Page 2: Buhara Tasavvuf Dergisi
Page 3: Buhara Tasavvuf Dergisi

28

30

32

33

34

36

38

25

22 Hakkanî TecellilerŞeyh Muhammed Nazım

el-Kıbrısi, el-Hakkani

Müridin AkaidiŞeyh Ahmed Yasin

El-Buhari, El- Bursevi, El- Hakkâni

İslamda TicaretAhlakı

Prof.Dr.Hamdi DÖNDÜREN

U.Ü.İlah.Fak.İsl.Huk.Ana.Dl.Ö.Ü

Dr.Oktay BABUNA

Hikmetli Sözler Fulya ÖZBEKLER

Hadis i ŞerifDr.Abdullah KARAHAN

U.Ü.İlah.Fak.Had.An.Dl.Öğr.Ü.

Hacamat Dr.Kasım ALTINDAŞ

Çocuğa İbadetler Nasıl

Anlatılmalı ve ÖğretilmeliYazar Aylin ATMACA

Hizmetlerimiz

Sosy. Hizm. Uzm. Ayşe ÇOLAK MOL

Nurten ÜSTÜNGÖREl-Mucib

4

5

6

8

9

10

12

14

17

18

HZ. MUHAMMED'İ (S.A.S) ANLAMAK VE SEVMEK

HZ. PEYGAMBER'İN (SAS)

İBADET HAYATI

Prof.Dr.Adem APAK

U.Ü.İlah.Fak.İsl.Tar.Ö.Ü.

Nurten ÜSTÜNGÖR Âşıkların Buluşma Anı Namaz

ASHAB-ı KİRAM'IN NAMAZI Hacer AYDEMİR

“İttiki'llâhe” Prof.Dr.Süleyman ULUDAĞ

U.Ü.İlah.Fak.Tas.An.(Emekli)Ö.Ü.

Doç.Dr.Abdurrezzak TEK

U.Ü.İlah.Fak.Tas.Ana.Dalı Ö.Ü.Sufilerin Gözüyle Namaz

Emre MOLHızır (A.S) ve Hikmet

Nurten ÜSTÜNGÖRHz.Aişe (R.A) ve Gayb Yağmuru

Arzu MARALÜç Aylar ve Fazileti

İçindekiler

Şeyh Ahmed Yasin El-Buharî, El-Bursevî, El-Hakkânî

Ş. Muhammed Nazım el- Kıbrısî, el-Hakkânî

ALLAH HASTALIKLARIN ARDINDA BİRÇOK HİKMET GİZLEMİŞTİR

Page 4: Buhara Tasavvuf Dergisi

UTKU MATBAACILIKKıbrıs Şehitleri Cad.Filiz Sk. No:5/C Osmangazi/BURSA

Gsm:0.539 615 2394Tel.:0.224. 256 7844

İmtiyaz SahibiOsman ERGÜN

[email protected]

Genel Müdür ve Yayın Yönetmeni

Emre [email protected]

Genel Koordinatör ve Avrupa Temsilcisi

Serdar KOLDERE+1632104545-015147023318

EditörAyşe ÇOLAK MOL

[email protected]

Yayın Kuruluİsmail BAYRAKKubilay ORUÇ

Erdoğan PARTALEmre MOL

Ayşe ÇOLAK MOL Seçil YILMAZArzu MARAL

İşletme Müdürüİsmail BAYRAK

[email protected]

Muhasebe,Reklam ve Grafik TasarımErdoğan PARTAL

0532. 305 [email protected]

Abone Dağıtım İsmail BAYRAK - 0532 350 07 73

Emre MOL - 0539 615 2394

BaskıGül-Mat Ofset

www.gulmat.com

Abone ŞartlarıYurt İçi Yıllık : 30 TL

Yurt Dışı Yıllık: 20

Banka HesabıYapı Kredi Bankası

İsmail BAYRAKŞube: Küçük Sanayi Sitesi

Hesap Numarası : 71909233 Posta Çeki

Hesap Numarası : 9180063

Avrupa Aboneliği için Banka HesabıSerdar KOLDERE

PostbankBLZ: 66010075

Konto: 339942758

Yayın TürüSüreli Yayın

KünyeISNN :2146-5819

ilmek ve anlamak farklı anlamlar içerir. İnsanın her Banladığı aynı zamanda

bildiğidir ama her bildiği anladığı olmayabilir. Anlamak, bildiğinin farkında olmaktır. Anlamak, sevgiye gebedir. Resûlullah'ı anlamak, sevgiyi anlamaktır. O sevgidir çünkü.

Onu anlamak ve sevmek; aşka kapı açar. Bu kapıdan geçmek kul luğu yükümlülükten çıkarıp aşka dönüştürür.

Âlemler varlığını onun sevgisinden almıştır. O, Allah'ın peygamberleri ve kulları içindeki sevgilisi, Allah'ın, isminin yanına ismini yazdığıdır, kâinatın efendiliğine seçtiğidir. O sevgiyi yaşamak ve öğretmek için seçilmiştir. Onun izinde olanlar, ondaki Allah aşkına ulaşmak ve Allah'ın sevgisine mazhar olmak için “onun gibi olmaya” çalışır.

Onun aşk ıy la yanan Veyse l KARANİ'yi, Resûlullah'ı görmediği halde Yemen illerinden yollara düşüren onun aşkıd ı r. Yı l la rd ı r beklediğ i f ı r sa t ı değerlendirip de üç günlük ziyareti sonunda annesine verdiği sözü tutma uğruna onu göremeden, hasretini gideremeden dönmeyi seçişi de âşık Veysel'in onu sevmenin hakkını verme, onun gibi olma, onun gibi sevme anlayışının yansımasıdır.

Aynı şekilde Resûlullah onun gelişinden haberi olmadığı halde hane i saadetlerine geldikleri ilk anda “Yemen illerinden Üveysi'nin kokusu var burada, o gelmiş.” deyişi de aşkın yolunun kalplerden geçtiği, aşkın sınır tanımadığıyla asırların ümmetine örnek teşkil etmiştir. Bu, aynı zamanda (şeriatın hal ile yaşandığı yol olan) tasavvuftaki kalpten kalbe bağın (rabıta), Efendimiz'in yaşamından asrımıza uzanan bir yansımasıdır. Sevgi sınırları aşar. Ebu Bekir'in ciğerini yakan onun aşkı, çocuklarına mirası,

Allah ve Resûlü değil midir? İşte bu, sevgiyi muhabbetten ayıran ince ama keskin bir çizgidir. Aynı şekilde belki de daha fazla bir tutkuyla doğar doğmaz ümmetim deyi

merhametlidir.” (Tevbe,128)

Resûlullah'ın ümmetine düşkünlüğü kadar Sahabe de onu “anam, babam, canım feda olsun” düsturuyla sevdi. Peki, bizdeki muhabbeti onlarda aşk olarak tezahür ettiren ne idi?

Onların candan, anadan vazgeçirten sevgisini bizim muhabbetimizden ayıran en büyük unsur, kâinata lider olarak gönderilenin sorumluluğunun, -Hz. Âdem (a.s) ile başlayıp gelişen ahlak olgusunun-, gönderilen son peygamber ile zirveye ve olgunluğa ulaştığının farkında olmaları idi. Kuran'ın (“Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” (Kalem, 4)) tasdikini yaşamlarıyla doğrulamalarıydı. Peygamberimiz' in (sas) “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” (Malik, el-Muvatta, 2/904) şeklindeki vurgulamaları da ümmetine “benim gibi olmak, beni sevmek istiyorsanız, siz de ahlakınızı güzelleştirin” çağrısıdır.

şi de Efendimizin ümmetine düşkünlüğünden, sevgisindendir.

Efendimiz ümmetinin aynasıdır, hem

de Allah aşkının yansıdığı en parlak ayna. Biz

de onun gibi olmalı, günahlarımızın kararttığı

gönül aynalarımızı, onun öğretileriyle

parlatmalı, Allah'ın tecelli ettiği saflık ve

parlaklığı yakalamalıyız.

Özümüze dönmeliyiz

ama

Üveysi'nin aşkı, Ebu Bekir'in (r.a)

sadakatiyle, sahabenin sevgi düsturuyla...

Mirasımızın Allah ve Resûlü olacağı aşka

ulaşmak dualarımızla…

Sosy. Hizm. Uzm. Ayşe ÇOLAK MOL

HZ. MUHAMMED'İ (S.A.S) ANLAMAK VE SEVMEK

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Editörden

BUHARAwww.

buha

ra.or

g

Aşkın Başladığı Yer

Tasav

vuf D

ergisi

Yıl:

1 S

ayı:3

Nis

an /M

ayıs

/Haz

iran

201

2 Tü

rkiy

e-K

ıbrıs

Fiy

atı 6

TL

J

ahrg

:1 A

usga

be:3

Apr

il/M

ai/J

uni 2

012

Deu

tsch

land

Pre

is 5

Eur

o

İ b a d e t Ha y a t ı m ı zHz. Peygamber’in ibadet hayatı

Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır

Sufi gözüyle namaz

Müridin akaidi

Allah’tan kork!

İslam’da ticaret ahlâkı

Üç aylar ve fazileti

Hz. Aişe’ye inen yağmur

Hastalıklarda hikmetler gizlidir

Page 5: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 5

Nurten ÜSTÜNGÖREsma i Hüsna

En güzel isimler Allah'ındır (Esma-i Hüsna, O isimlerin işaret ettiği özellikler, Tek, Samed Allah'a işaret eder. Bu isimler ve bu isimlerin işaret ettiği anlamlar sadece O'nundur; beşer anlayışı ile kayıt altına giremez) O'na isimlerin manaları ile yönelin. O'nun esmasında ilhada sapanları (şirke düşenleri) terk edin! Yapmakta olduklarının karşılığını göreceklerdir. Yarattıklarımızdan (öyle) bir topluluk var ki, Hak olarak hakikate erdirir ve O'nun ile her şeyin hakkını verirler”

“El-MUCİB” “Duaya İcabet Eden”

"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki, irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar." (Bakara, 186)

El- Mucib, dua edene yakın olduğu ve kullarının duasını

işittiği için icabet eden demektir. O isteyenlerin istediğini

yerine getirmek, dua edenlerin duasını kabul etmek, sıkıntıya

düşenlerin ihtiyaçlarını görmek suretiyle onlara mukabele

edendir. Hatta kendisine seslenilmeden ikram eder, daha

yakarışta bulunmadan lütuf ve kereminden verir. Bu vasıfları

kendisinde toplayan zat ancak şanı yüce olan ALLAH

(C.C)'tır. Şüphesiz O henüz istenilmeden muhtaçların

ihtiyacını bilir, daha ezelde bilmiştir.

Yemeklerle azıkları yaratmak, bütün mühim işlere

ulaştıran aletleri kolaylaştırmak suretiyle ihtiyaçlara kifayet

edecek vesileleri yaratmıştır.

BİR TENBİH

Allah'ın (c.c.) bu isminden nasibini almış olan kullar

her şeyden önce şanı yüce olan Rabbinin emirleri ve yasakları

konusunda O'na icabet eder, yap dediklerini eksiksiz yapar.

Yapma dediklerinden de şiddetle sakınır. Allah'ın (c.c)

kendisine ikram ettiği nimetlerden gücü yettiğince her imdat

isteyenin imdadına yetişir. Gücü yetmediği takdirde imdat

isteyeni terslemez. Nitekim şanı yüce Allah(c.c) şöyle

buyurmaktadır:

“ İsteyiciye gelince, onu da azarlayıp kovma.” (Duha, 10)

Duaya karşılık verenin kulun isteklerini yerine getirip

getirmeyişi dua eden ile icabet eden arasındaki rabıtanın

gücüne bağlı olabilir. Kulun ilahi kat ile olan ilişkisi mühimdir.

Kaynakçaİmam Gazali (1982); Esmâ'ül Hüsna İlahi Ahlak, Elifbe Yayınları, İstanbul Elmalılı Hamdi Yazır; Kur'an Meali

Bismillahirrahmanirrahim

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım.

Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm.Öyleyse, onlar da Benim çağrıma

cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki, irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar.

(Bakara, 186)

«

«

Page 6: Buhara Tasavvuf Dergisi

6 I BUHARA

Prof.Dr.Adem APAKU.Ü.İlah.Fak.İsl.Tar.Ö.Ü.

Efendimizin Yaşamından

Seçkin kabiliyet ve şahsiyetleriyle çok sayıda insan bu dünyadan geçmiş olmakla birlikte hiçbirinin yaşantısı, günlük hayatının tüm teferruatına kadar bilinmemektedir. Hatta, Hz. İbrahim Hz. Musa ve Hz. İsa gibi tarihi seyrini değiştiren ve insanlığın hayatını tevhidî dinleri ve şahsî örnek hayatlarıyla etkileyen peygamberlerin dahi hayatlarından gelecek nesillere bıraktıkları, bilinen fazla bir şey yoktur. Gerçekten de onların öğretileri kaybolmuş veya değişerek hakikî hüviyetlerini kaybetmiştir. Hayatları, söz ve davranışları hakkındaki kayıtlar ise son derece sınırlıdır. Her şeyden önce onların hayat hikayeleri tamam olmayıp, milyonlarca insanın hayranlık ve saygı duyduğu mükemmel hayat ve şahsiyetlerini yeterince göstermemektedir. Öğretilerinin bazı kısımları zamanla tahrif olmuş ve başka düşüncelerle karışmış olduğundan, gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde intikal ettirilememiştir. Hiçbir din, hatta öğreti, bir peygamber veya uygulayıcısı olmadan insanlığa telkin olunamamıştır. Muhakkak ki öğreticinin şahsiyeti ve fiilî örnek verebilme kabiliyeti, öğreti ve misyonun başarısı bakımından çok önemlidir.

Bütün bu hususlar dikkate alındığında, hayatı bütün teferruatıyla kaydedilebilen tek insan ve tek peygamber şüphesiz Hz. Muhammed'dir (sas). Hayatında geçen önemli olaylarla birlikte ömrünün, doğumundan vefatına kadar tamamı, özellikle de risalet görevini

üstlenmesinden itibaren günlük hayatının her safhası tarih

sayfalarına geçmiştir. Bütün söz, hareket, ilişki ve karakterinin

teferruatı kaynaklarda korunmuştur. Hatta nasıl yürüdüğü,

oturması, özellikle de ibadet etmesi gibi hayat tarzının ince

detayları dahi bilinmektedir. Allah Rasûlü'nün (sas) ibadet

hayatı da hem Müslümanlar için bir örnek, hem de kendi

ibadetlerini eksiksiz yerine getirebilmeleri için bir

zorunluluktur. Zira Müslüman ibadetlerin amacını ve esasını

doğrudan Kur'ân'dan alabilmekle birlikte, şeklini ve

uygulamasını ancak Hz. Peygamber'in (sas) uygulamalarından

yani sünnetinden öğrenebilirler.

Hz. Ali'den (ra) gelen rivayete göre Hz. Peygamber (sas) biri ibadet için, ikincisi insanlar için, üçüncüsü kendi şahsı için olmak üzere günü üç kısma bölmüştür. Hz. Peygamber'in (sas) günlük hayatında en önemli faaliyetleri Allah'a kulluğun işareti olan ibadetleriydi. O, dinin temeli olan namaz, zekât, hac ve oruç gibi ibadetlere büyük ehemmiyet vermiştir. (Buhârî, Îmân, 2). Sabah namazından güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar oturmak Hz. Peygamber'in (sas) âdeti idi. Bu vakit toplantı zamanıydı. İnsanlar gelir ve Hz. Peygamber'in (sas) etrafında oturur, o da onlara tavsiyelerde bulunur, nasihat ederdi. Bu faaliyetten sonra Resûlüllah (sas) dört veya sekiz rekat namaz kılardı. Daha sonra eve gider ve ev işleri ile uğraşırdı. Bu esnada genellikle şahsî işlerini görürdü. İkindi namazından sonra, tek tek hanımlarını ziyaret eder, onlarla bir süre görüşürdü.

HZ. PEYGAMBER'İN (SAS)

İBADET HAYATI

HZ. PEYGAMBER'İN (SAS)

İBADET HAYATI

Page 7: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 7

Daha sonra, o gece sırası olan hanımına gider ve bir süre orada kalırdı. Akşam, Hz. Peygamber'in (sas) bütün hanımları buraya gelir ve yatsı namazına kadar orada birlikte kalırlardı. Allah Resûlü (sas) bunun ardından yatsı namazını kıldırmak için mescide gider, daha sonra istirahate çekilirdi. Yatsıdan sonra sohbet etmeyi pek sevmezdi.

Yatsı namazından sonra gecenin ilk yarısında dinlenmek Hz. Peygamber'in (sas) âdeti idi. Gecenin yarısında veya üçte biri geçince kalkar, dişlerini misvaklar ve abdest alarak ibadet eder, bir miktar Kur'ân okurdu. Hz. Peygamber (sas) geceleri devamlı sekiz rekat namaz kılar ve sadece sekizinci rekattan sonra otururdu. Sonra bir rekat daha namaz kılar ve rekatın sonunda otururdu. Daha sonra yine iki rekat daha namaz kılarak rekatları onbire tamamlardı. Hz. Peygamber (sas) yaşlandıkça ve vücudu ağırlaştıkça yedi rekat ve bunu takiben iki rekat kılarak rekatları dokuza tamamlamaya başladı. Bazen kendisine uyku galebe çalar ve gece namazını kılamazdı. O vakit gündüz 12 rekat namaz kılardı. (Buhârî, Teheccüd, 10, 16; Müslim, Müsâfırîn, 105, 121).

Allah Resûlü (sas) sünnet ve nafile namazlarını genellikle evde kılardı. Gece namazından sonra istirahat ve sabah namazının ezanı ile kalkıp iki rekat namaz kılardı. Fakat farz olan iki rekat namaz esnasında ise uzun bir sûre okurdu. Öğle ve ikindi namazlarında kıraati nisbeten kısa tutardı, fakat yine de ilk iki rekatta Fatiha'dan sonra, bir insanın Baki mezarlığına gidip orada işini görebileceği ve geri gelip abdest alarak ilk rekata yetişebileceği uzunlukta bir sûre okurdu. Ashabın tahminlerine göre Hz. Peygamber (sas) ilk iki rekatın kıyanımda Elif Lâm Mim, Secde veya buna eşit uzunluktaki ayetlerin okunabileceği kadar dururdu ve son iki rekatta bu süre yarıya inerdi. İkindi namazının ilk iki rekatında Hz. Peygamber'in (sas) kıyamı öğle namazının ikinci yarısındaki kıyama eşitti. İkinci yarısında ise kıyam ilk iki rekatın yarısına eşitti.

Resûl-i Ekrem (sas) Ramazan ayının son on gününde mescidde itikâfa çekilerek bütün vaktini ibadetle geçirirdi. (Buhârî, İ'tikâf, 1; Müslim, Müsâfirîn, 69, 74, 78, 79, 143). Bununla birlikte onun ibadetleri ölçülüydü. Ashabına da güçlerinin yettiği kadar ibadet yapmayı tavsiye eder, Allah katında en değerli ibadetin az da olsa devamlı yapılanın olduğunu söylerdi. (Buhârî, Îmân, 43, Savm, 52; Müslim, Müsâfirîn, 215-221).

Hz. Peygamber'in (sas) ne kadar ibadet ettiğini onun eşlerinden sorup öğrenen üç sahâbî günahları bağışlandığı için onun ibadette aşırıya gitmediğini, kendilerinin ise daha çok ibadet etmeleri gerektiğini düşünmüş, biri hayatı boyunca bütün gece namaz kılacağını, diğeri her gün oruç tutacağını, bir diğeri de ibadetini kesintiye uğratmamak için evlenmeyeceğini söylemişti. Resûl-i Ekrem (sas) ise onlara Allah'tan en çok korkan ve O'na en üstün saygıyı besleyenin kendisi

olduğunu, bununla beraber bazan oruç tutup bazan

tutmadığını, hem namaz kıldığını hem uyuduğunu, ayrıca

evlendiğini söyleyerek verdikleri kararın yanlış olduğunu

ifade etmiştir. (Buhârî, Nikâh, 1).

Genç sahâbî Abdullah b. Amr b. Âs'ı (ra) eşini bile ihmal

edecek derecede ibadete düşkünlüğünden dolayı uyarmış, ona

vücudunun, gözünün, ailesinin ve misafirlerinin de kendisi

üzerinde hakkı olduğunu hatırlatarak bazan oruç tutup bazan

tutmamasını, bazan namaz kılıp bazan uyumasını tavsiye

etmiştir. (Buhârî, Teheccüd, 20; Savm, 54-59).

Bu konuda bk. Afzalurrahman, Sîret Ansiklopedisi, III, 229-279; Kandemir, M. Yaşar, “Muhammed”,

DİA, XXX, 426-427; Dönmez, İbrahim Kafi, “Muhammed”, DİA, XXX, 441-444.

Resûl-i Ekrem (sas)

Ramazan ayının son on gününde

mescidde itikâfa çekilerek

bütün vaktini ibadetle geçirirdi.

(Buhârî, İ'tikâf, 1; Müslim, Müsâfirîn, 69, 74, 78, 79, 143).

Bununla birlikte onun ibadetleri ölçülüydü.

Ashabına da güçlerinin yettiği kadar

ibadet yapmayı tavsiye eder,

Allah katında en değerli ibadetin az da

olsa devamlı yapılanın olduğunu söylerdi.

(Buhârî, Îmân, 43, Savm, 52; Müslim, Müsâfirîn, 215-221).

Page 8: Buhara Tasavvuf Dergisi

8 I BUHARA

Nurten ÜSTÜNGÖR

Güncel Yorum

Bismillahirrahmanirrahim

Âşıkların Buluşma Anı Namaz Allah (C.c.) namaz ile kulunu huzuruna davet eder, şeref tacını başına koymak ister.Namaz, kıyam- rükû-oturuşu ve secdesiyle Subhan olan Sultan'ın kulunu ağırlamak için bir davetidir. Edep ve erkânı ile hazırlanılan bu yolculuğun sonunda, ev sahibinin misafirini en mükemmel şekilde ağırlamasıdır NAMAZ...

Kâbe i Muazzama' ya çağırılan davetlileri düşünelim bir an. Tavaf anını, İbrahim'in (a.s) makamında kılınan iki rekât şükür namazını hissedelim. Rabbi'si tarafından en güzel şekilde ağırlanan o özel kullarının başlarının secdeye varmasıyla (bir olmanın), âşığın lisanının orada bittiğini, O sükûtu bir an hissedelim. Taklit bile olsa çalışalım. Ama taklitin bir an tahkike geçeceğinden emin olalım (inşallah). İşte namazın son gayesi bu olsa gerek. Kulun maddi varlığı toprağa indikçe, alnı secdeye vardıkça ruhunun yükseklere çok yükseklere uçacağı gerçeğini düşleyelim. Namaz gerçeğinin şu ana yansıyan ışığı bu diye düşünüyorum...

Kısacası kul, namazla bakırın altın içinde eriyip yok olması, bir katrenin (damlanın) Okyanusa karışırken ki yolculuğu gibidir… Namaz, âşık bir kulun sahibine hamd ve şükür kabiliyeti inancıyle eda edildiği takdirde, kul kulluğunu takdir ettiği ve lezzetine ulaştığı anda Sultanı- Subhan'ı lütuf ve keremiyle kulunu kucağına aldığı andır... “Müminin namazı, miracı olur o zaman.”

“NAMAZLARA DEVAM EDİNİZ! BİLHASSA ORTA NAMAZA!”

Dinimizin emrine göre erkaniyle kılınan namazdan murad, zahirdeki duyguların cismani hareketlerle eda ettiği rükünler; ayakta durmak, Kuran okumak, rükûa varmak, secde etmek, sesle lafızları tekrarlamak gibi. Bu hareketlerin hepsinden bir namaz meydana gelmektedir ve bu sebeple dir ki, cem edatı ile: -“ Namazlara devam ediniz!” buyurulur.

(Şeriat usuliyle kılınan namazdır bu) Namazın Tarikat âlemindeki manası ise, “kalbin sonsuz huzurda kalmasını temindir.” diye açıklanmış Allah Dostları tarafından… Yukarıda zikri geçen ayet-i kerimedeki “Orta Namaz” anlatılmak istenendir. Çünkü o kalp namazıdır. Kalp bedenin tam ortasındadır. Sağ-sol-alt-üst; saadet ve şekavet ortasında bulunur.

“Namaz, ancak kalp huzuru ile olur.” (Hadis-i Şerif)

“Âdemoğlunun cesedinde bir et parçası bulunur; o iyilik bulunca, bütün ceset salaha erer. O kötü olunca, bütün varlık iyiliğini yitirir. Ayık olunuz! O et parçası kalptir.” Hadis-i Şerif' ini düşünürsek: Kalp asıldır; geri kalan ona tabi olur. Şeriata dayanarak erkaniyle kılınan, mescidi kalp olan namaz ile tevhidi bulur. Her iki yönü ile birleşen namazın ecri de büyük olur. Ruhani haliyle yakınlık âleminde yaşar, cismani durumu ile de derecesini bulur. Aksi takdirde, noksan olup ecri sadece derece getirir. İlahi varlık âleminde yakınlık bulamaz.

İnşallah, KALP HUZURU ile NAMAZ kılmayı ALLAH (C.c.)

Cümlemize İHSAN ve İKRAMda bulunsun.(Âmin) El-Fatiha.

KaynakçaAbdül Kadir Geylani; Sırrü'l-Esrar, Arapça aslından çeviren; Abdülkadir AKÇİÇEK, Bahar Yayınları

Kısacası kul, namazla bakırın altın içinde eriyip

yok olması, bir katrenin (damlanın)

Okyanusa karışırken ki yolculuğu gibidir…

Namaz, âşık bir kulun sahibine hamd ve şükür

kabiliyeti inancıyle eda edildiği takdirde,

kul kulluğunu takdir ettiği ve lezzetine ulaştığı

anda Sultanı- Subhan'ı lütuf ve keremiyle

kulunu kucağına aldığı andır...

“Müminin namazı, miracı olur o zaman.”

Page 9: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 9

Hacer AYDEMİRAsr ı Saadetten Esintiler

ASHAB-ı KİRAM'IN NAMAZI

"Namazı terk edenin İslam'da yeri yoktur." Hz. Osman (Ra)

Sahabe, Allah Resulü'nün zamanında yaşamış, ona iman etmiş ve onunla arkadaşlık etmiş seçkin kişilerdir. Sahabe, ayet indiğinde asla nefsini hesaba katmaksızın hemen iman etmiş ve inandığı gibi yaşamıştır. Allah ve Resulü'ne kendilerini adamış, Ümmetin Efendisi'ni “anam babam canım sana feda olsun ya Resulallah!” düsturuyla sevmişlerdir.

İşte o sahabenin namazı…Sahabeden Fudayl bin İyaz`ın (ra) anlattığına göre Ashab ı Kiram, sabah olduğunda saçları dağınık, renkleri sararmış bir şekilde bulunurlardı. Geceyi sürekli namaz kılarak geçirirler, bazen uzun müddet kıyamda kalır, bazen de uzun müddet secdeye kapanırlardı. Allah'ı andıkları zaman, rüzgârlı bir günde ağaç sallanır gibi sallanırlar; elbiselerini ıslatıncaya ve yerde abdest suyu ölçüsünde eser bırakıncaya kadar gözlerinden yaş boşanırdı. Sabah olunca yüzlerine yağ sürer, gözlerine sürme çekerler; halk arasına sanki geceyi hep uykuyla geçirmiş gibi çıkarlardı.

Hz. Ali ve NamazSavaşta Hz. Ali'nin (r.a) vücuduna saplanan okun namaz

kılarken çıkarılması meşhurdur: Bir gün Hz. Ali'nin baldırına bir ok saplanmıştı. Çıkarmak için uğraşılmışsa da çıkarılamamıştı, çok acı veriyordu. Hz. Ali'nin namaza durmasına ve okun bu arada çıkarılmasına karar verildi. Nafile Namaz kılmaya başlayan Ali Efendimiz secdeye kapanınca, oku kuvvetle çekerek çıkardılar. Namazı bitirince etrafına bakarak "oku çıkardınız mı?" diye soran Hz. Ali'ye oradakiler, “çoktan çıkardık” dedi. Hz Ali namaza durduğunda madde ve beden ile ilgisi kalmıyordu. Sadece Rabbi ile oluyordu. Bu durumda bedenine verilen acıyı asla hissetmiyordu. Çünkü Huzurullahta olduğunun, Allah ile konuştuğunun bilincindeydi.

“Namazdan başka bir şeyi hatırlatarak onu uyandıramazsınız!”Hz. Ebû Bekir (ra) namazını huşu ve kalp huzuru ile

kılardı. Hatta hançerlendiğinde baygın olarak yatmasına

rağmen, kendine gelmesine sadece namaz vesile olurdu. Misver b. Mahreme (ra) bu durumu şöyle anlatır:Ömer bin Hattab hançerlendikten sonra yanına geldim. Oradakilere durumunu sordum."Gördüğün gibi." diye cevap verdiler."Namazı hatırlatarak onu uyandırın. Namazdan daha önemli dahi olsa, başka bir şeyi hatırlatarak onu uyandıramazsınız." dedim."Ey müminlerin emiri! Namaz vakti geldi." dediler."Peki, kalkayım." dedi ve İslamda namazı terk edenin durumunu düşündü. Yarasından kan aka aka namazını kıldı. (Teberani, Hayatü's sahabe)

Ve Hz. Osman

Hz Osman (ra) bütün geceyi uyanık geçirir ve bir rekâtta tüm Kur'an'ı Kerimi hatmettiği olurdu. Hz. Osman (ra) bir suikast sonucu hançerle yaralandıktan sonra, sürekli kan kaybetmeye başladı ve komaya girdi. Bu durumda dahi namaz vakti geldiği söylenince kendine gelmiş, namazını kılmış ve şöyle demişti: "Namazı terk edenin İslam'da yeri yoktur.»

Dağların Taşımaktan Aciz Kaldığı Bir Emanet NAMAZ!

Hz. Ali`nin (ra) namaz vakti gelince, vücudu titremeye başlar ve yüzü sararırdı. Sebebini soranlara şöyle derdi: "Yerle göğün kaldıramadığı, dağların taşımaktan aciz kaldığı bir emaneti eda etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım bilemiyorum.”

KaynakçaOsman ERSAN, Gözümün Nûru Namaz, Erkam Yayınları

Page 10: Buhara Tasavvuf Dergisi

10 I BUHARA

Prof.Dr.Süleyman ULUDAĞU.Ü.İlah.Fak.Tas.An.(Emekli)Ö.Ü.

Tasavvuf

“İttiki'llâhe”

ALLAH'TAN KORK!

Takva Sahibi Ol!

“Allah takva sahibi olanların dostudur.” (Câsiye, 45/14)

Bir günah işlemek ve bir kötülük yapmak üzere olan kişiye “İttiki'llâhe” (Allah'tan kork!) denir. Buradaki “ittaki” sözü “muttaki ol”, “takva sahibi ol” yani Allah'tan kork, O'ndan çekin, sakın ve O'na saygı duy anlamına gelir. Takvanın en özlü anlamı: “Allah'tan kork!” (ittaki'llah) sözüyle dile getirilir. Ve bununla “Kötülük yapma, günah işleme, Allah'tan kork, gazabından sakın, azabından çekin, hak-hukuk gözet, âdil ve insaflı ol, insanlara saygı göster...” gibi pek çok manalar kastedilir.

“Allah'tan kork!” ifadesi Hz. Peygamber'in sıkça kullandığı bir dînî deyim olup “Kur'an-ı Kerim'in de en temel kavramlarından biridir. Yüce Allah ve O'nun Resûlü, bir mü'minin en belirgin özelliğini “takva” deyimiyle ifade etmişlerdir. Takva, bir mü'minin Allah'tan korktuğu, gazabına uğramasından çekindiği ve azap görmekten kaygılandığı için günahtan ve kötü işlerden sakınması, bu hususta duyarlı, dikkatli ve ihtiyatlı olmasıdır. Böyle olan bir mü'mine muttakî, takî, takva ehli ve takva sahibi denir.

Takva'nın zıddı ism ve fucûr, yani günah ve sefihliktir. Günahkâr ve sefih (âsim, fâcir) kişiler takvadan nasip almamış insanlardır. Allah'tan, gazabından ve azabından korkmak anlamında havf ve haşyet kelimeleri de kullanılır. Fakat takva havf ve haşyetten farklıdır. Zira takva sahibi Allah'tan ve O'nun gazap ve azabından çekindiği için, fakat daha çok da cennete girmeyi umduğu için günah işlemez, kötülük yapmaz, hayırlı, iyi ve sevap olan işlere yönelir. Günah işlememesi ve kötülük yapmaması onu cehennemden korur; sevap işlemesi ve iyilik yapması cennete girmesini sağlar. Bundan daha önemlisi takva sahibi bir mü'min cehennem korkusu ve cennete girme ümidi bahis konusu olmaksızın da sırf Allah'a derin bir saygı duyduğu

ve rızasını kazanmayı amaçladığı için de günah ve kötü olan işlerden uzak durur, sevap (hayırlı) ve iyi olan işlere, ibadet ve taate yönelir.Gazâlî takvayı:“Günah olması ihtimali olan şeyleri terk edip günah olması ihtimali bulunmayan şeylere yönelme, sakıncalı olabilir diye sakıncalı olmayan bazı şeyleri, hatta bazı mubahları terk etme” şeklinde yorumlar. (bkz. İhya, III, 153)

Takva fazilet, takva ehli de fazilet sahibidir. Takva en temel fazilet, haslet ve meziyet olduğu için “Allah katında en değerli olan mü'min en fazla takva sahibi olan müslümandır.” (bkz. Hucûrat, 49/13) Bir hadiste de mü'minlerin birbirine üstün olmalarının soya, ırka, mala ve mülke değil takvaya dayandığı ifade edilmiştir. Takvada önde olan üstünlükte de öndedir. Bir mü'min için en büyük saadet Allah'ın sevgili kulu olmasıdır. Gerçek takva insanı Allah'ın sevgilisi olma derecesine yükseltir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur: “Allah takva sahibi olanları sever” (Âl-i İmrân, 3/76)“Allah'ın bir kimsenin velisi, sahibi ve dostu olması en büyük bahtiyarlıktır” (Tevbe, 9/47) ve “Allah takva sahibi olanların dostudur.” (Câsiye, 45/14) Hak Teâlâ buyurur: “Evliyaullah ancak takva sahipleridir, ama çoğu bunu bilmez.” (Enfâl, 8/34, Ebû Dâvûd, Fiten, I) Veli, ehlullah ve ermiş demek takva sahibi mü'min demektir. “Salah ve takva üzere olanlara ne korku vardır ne de hüzün.” (Â'raf, 7/35) Şu halde takva ehli Allah'tan başka kimseden korkmayan korkusuz ve yürekli insanlardır. Çünkü hakiki cesaretin kaynağı takvadır. Takva ehli cesurdur. Çünkü bilir ve inanır ki; “Allah takva sahipleriyle beraberdir.” (Bakara, 2/194; Tevbe, 9/36, 123; Nahl, 16/128) Allah Teâlâ bir kimse ile beraber ise o kimse neden korksun?

Page 11: Buhara Tasavvuf Dergisi

Takva aynı zamanda sevabı günahtan, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırt etmeyi sağlayan iç aydınlığının ve ilâhî ışığın da kaynağıdır. Kur'an der ki: “Ey iman edenler! Eğer Allah karşısında takva sahibi olursanız, (O'nu sayar, O'ndan çekinirseniz) O size bir furkan, bir nur verir.” (Enfâl, 8/29; Talak, 65/2) İşte bu Furkan ile yani içinizi aydınlatan ilâhî ışıkla doğru olan ve hakikati bulursunuz ilâhî hakikate İlâhî ışıkla erilir. Başarıya ve mutlu sonuca takva ile erilir. Zafer takva sahiplerinindir. Neticede onlar kazançlı çıkacaklardır. “Sabret âkıbet (mutlu sonuç) takva sahiplerinindir.” (Hud, 49) mealindeki ayette bunu haber veriyor. “Âhirete götürülecek en hayırlı ve en iyi azık takvadır.” (Bakara, 2/197)

İbadetlerin temel amaçlarından biri de mü'minleri takva mertebesine ulaştırmaktır. Allah Teâlâ, takva sahibi olsunlar diye orucu farz kılmıştır. (bkz. Bakara, 2/183) En yüce değerlerden biri olan adaletin amacı bile takvadır. “Âdil olunuz; bu, takvaya daha yakındır.” (Mâide, 5/8)Takva sahiplerine Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vaat edilmiştir. (Kalem, 68/34) Bunun için bütün peygamberler insanlara takvayı tavsiye etmişlerdir. (Şuara, 106, 124, 142, 161, 177)Bir mü'minin bu yüce mertebelere ve ulvî hakikatlere ulaşabilmesi için gerçekten ve tam anlamıyla takva sahibi olması gerekir. “Ey mü'minler! Allah'la olan ilişkilerinizi gerçek bir takva üzerine kurun.” (Âl-i İmran, 3/102) Hz. Peygamber şöyle duâ etmemizi ister: “Allah'ım! Beni takva ehlinin önderlerinden kıl.” (Muvatta, Messu'l-Kur'an, 42) Bunun için Cuma günü hatip minberde cemaate hitaben “Ûsî-kum bi-takvallâhi ve taâtihî” (Allah'a saygı duymanızı ve itaat etmenizi size tavsiye ediyorum.) der. (bkz. Ebû Davud, Sünnet, 5) Mü'minler takva ve iyilik konusunda yardımlaşmakla yükümlü tutulmuşlardır. (Âl-i İmran, 3/2) Zira bu yüce erdeme ancak böyle varılır.

Takva sahibi olmanın bir yolu da nefs muhasebesi yani insanın kendisini sorgulaması, kontrol etmesi ve öz eleştiride bulunmasıdır. (bkz. Tirmizî, Kıyamet, 25) Takvadoğru eylem, dürüst davranış, iyi iştir.Ancak bunun temeliiyi niyet, samimiyet,ihlâs ve Allah'ın rızası olduğundanResûl-i Ekrem m ü b a r e k g ö ğ s ü n e i ş a r e t e d e r e k : “ T a k v â b u r a d a d ı r. ” b u y u r m u ş t u r . ( T i r m i z î , B i r , 1 8 )

T akva bir vicdan, bir gönül meselesidir. Bu konuda Ebu'l-Hasan Fârisî şöyle demiştir: “Takvanın bir zâhiri, bir de bâtını var. Zâhirdeki takva Allah'ın koyduğu sınırları aşmamak, bâtındaki takva ise niyet ve ihlâstır.” (Kuşeyrî, Risâle, 179)

Sûfîler takva ehlinin elde ettikleri kârları ve kazanımları

öve öve bitiremezler. Ebu'l-Hüseyn ez-Zencânî: “Bir kimsenin

sermayesi takva olursa onun kârı rakamlarla ifade edilemeyecek

kadar çok olur.” demiştir. (Kuşeyrî, Risâle, 280) Dindar

mü'minler takva konusunda kılı kırk yarmışlardır. Bayezid

Bistâmî Hemedan'da iken hardal tohumu satın alıp Bistâma

götürmüştü. Tohumdan iki karınca çıkınca bunları alıp

Hemedan'a götürmüş, yerlerine bırakmıştı. (Kuşeyrî, 280)

Yunus EMRE dergâha dosdoğru ve düzgün odun getirmeyi bile

takvanın gereği saymıştı.Takva sahibi olan kişi takvasını

görmez, titiz bir şekilde takva ilkesine sarılır ama yine de

takvasını eksik bulur, başkalarını daha çok takva üzerine görür.

“Ben takva sahibiyim” diyen veya kendini öyle bilen kimsede

takva yoktur. www.buhara.org I 11

Şu halde takva ehli

Allah'tan başka kimseden korkmayan

korkusuz ve yürekli insanlardır.

Çünkü hakiki cesaretin kaynağı takvadır.

Takva ehli cesurdur.

Çünkü bilir ve inanır ki;

“Allah takva sahipleriyle beraberdir.”

(Bakara, 2/194;

Tevbe, 9/36, 123;

Nahl, 16/128)

Allah Teâlâ bir kimse ile beraber ise

o kimse neden korksun?

Page 12: Buhara Tasavvuf Dergisi

12 I BUHARA

Doç.Dr.Abdurrezzak TEKU.Ü.İlah.Fak.Tas.Ana.Dalı Ö.Ü.

Erenlerin İzinden

Sufilerin

Gözüyle

Namaz

İmandan sonra temel rükün olan namaz ibadeti, ezel

bezminde Allah'a verilen sözün bizatihi yerine getirilmesidir.

Diğer tüm ibadetlerde olduğu gibi namazın Hakk'ın rızasına

uygun olarak kılınabilmesinin temel şartları vardır.

Mutasavvıflar bu şartlardan, zahiren yerine getirilmesi

gerekenlerle birlikte asıl olarak batınî şartlara riayet edilmesi

gerektiği üzerinde durmuş ve insanların dikkatini buna

çekmişlerdir. Nitekim Allah ile görüşme olarak tanımladıkları

namazın rükünlerinden her birini tasavvufî olarak yorumlayarak

şunları söylemişlerdir.

İftitah ile namaza giren derviş, kurban kesen gibi: “Allah u

Ekber” diyerek nefsini kurban etmeye hazırlanmaktadır. Kul bu

tekbirle bütün şehvetlerden, hırslardan arınmakta ve adeta

Allah'a kendini kurban etmektedir. Tekbir için ellerini

kaldırdığında gönlünde Allah'ın azametinden başka bir şey

bırakmamaya dikkat eder. Nitekim ilk dönem sufilerinden Ebû

Saîd Harrâz “Eğer bir kimse tekbir getirdiğinde, gönlünde

Allah'tan başka büyük varsa sözünde sadık değildir” diyerek

meselenin önemini vurgular

Kıyamda duran derviş, Kur'an âyetlerini gönül kulağıyla

Allah'tan dinliyormuş gibi ya da Allah'a okuyormuş gibi okur.

Bu hâliyle Allah'ın huzurunda hesap vermeye hazırlanan insan

gibidir. Gözyaşı dökerek ayakta durmak, kıyamet günü yeniden

dirilerek kabirlerinden kalkmış kimselerin mahşer yerinde

Allah'ın huzurunda ayakta durmalarına benzer.

Kıraat sırasında kul adeta rabbiyle konuşmaktadır. Allah

kuluna verdiği nimetleri hatırlatarak: “Sana verilen bu ömür

süresince neler yaptın, ne kazandın, bana ne getirdin, ömrünü

nerede harcadın? Rızkı, kuvveti nerede kullandın? İradeni

nerede harcadın?” diye sorar. Bu soruları düşünen ve yeterli

cevap bulamayan kul, nimetleri veren rabbinden utanır,

günahlarını düşünerek utancından iki büklüm rükûa varır.

Nefsini bir toz zerresinden daha küçük görür. Ayakta durmaya

mecali kalmadığından “Sübhâne Rabbiye'l-Azîm” diyerek

Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ile tazim eder.

Ardından ferman-ı ilâhî gelir ve ona denir ki: “Başını kaldır

da sorulan sorulara cevap ver!” İki büklüm olan kul hayâ ile

başını kaldırır fakat dayanamaz, utancından bu sefer yüzüstü

yere kapanır. Secdede: “Sübhâne Rabbiye'l-A'lâ” diyerek

Rabbini hicâb duygusuyla tesbîh eder. Allah'a en yakın olduğu

andır. Tekrar kendisine şöyle denilir: “Başını kaldır,

yaptıklarından haber ver.” Derviş bir kere daha başını kaldırır

ama utancından tekrar yüzüstü kapanır. Hak Teâlâ tekrar:

“Başını kaldır, yaptıklarını tek tek haber ver!” buyurur. Allah'ın

azameti ve heybeti karşısında acze düşen insan bu ağır yükle

dizüstü oturur. Cenâb-ı Hak yine: “Verdiğim nimetlere nasıl

şükrettiğini bana göster” deyince kul bu sefer yüzünü sağ

tarafına çevirir, peygamberlerin ruhlarına ve meleklere selâm

verir. Onlardan şefaat umar. Ayağının tökezlediğini ifade eder.

Peygamberler de selam veren kula derler ki: “Çare ve destek

dünyadaydı. Şimdi geçti. Orada hayırlı işler yapsaydın, ibadet

etseydin olurdu.” Kul bu sefer ümitsizce yüzünü sola çevirerek

akrabalarından, dostlarından yardım diler. Onlar da ona: “Biz

kimiz ki sana yardım edelim? Kendi cevabını Allah'a kendin ver”

derler. Ümitsiz ve çaresiz kalan kul ellerini açarak duaya başlar:

“Allah'ım herkesten ümidimi kestim. Kulun evvel ve âhir

başvuracağı ve sığınacağı sadece senin rahmet ve mağfiretindir.

Beni bağışla!” İnsan namaz kılarak rabbiyle arasında büyük bir

engel teşkil eden varlık ve benlik duvarını aşmaktadır. Çünkü bu

duvar ne kadar yüksekse baş eğmeye ve secde etmeye o kadar

engeldir. Dolayısıyla kişi topraktan yaratılan tabiat bedenini

aşmadıkça secde etmesi ve kulluk şuurunun farkına varması

mümkün değildir.

Page 13: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 13

Namaz dinin direği, âriflerin gözünün nuru, sıdıkların

süruru, mukarreblerin tacıdır. Namaz vuslat makamı, Allah'a

yakınlık, heybet, huşu, müşahede ve murakabe mahallidir.

Allah'a münacattır, O'nun huzurunda durmak, O'na yönelmek ve

O'ndan gayrı her şeyden yüz çevirmektir.Bu nedenle sufiler

namaz vakti gelmeden önce namaza hazırlanmayı önemser,

namaza başlamadan önce kalplerini her türlü havâtır ve

düşünceden, Allah'ın hatırlamanın dışındaki şeylerden

korumaya çalışırlar. Böylece sürekli namazda imiş gibi olurlar.

Namazdan önce bu hal üzere olanlar, namaza kalktıklarında

adeta bir namazdan diğerine kalkıyorlarmış gibi kalkarlar. Bu

sayede namazın dışında oldukları zaman da namazda imiş

gibidirler. Çünkü tasavvuf ehli için asıl olan daimi namazdır.

Yani namazdaki gibi sürekli Hakk'ın huzurunda bulunma

bilincine ulaşmaktır. Bunun da ancak cem mertebesine

yükselmiş olanların yapabileceği vurgulanır.

Mutasavvıfların sebep ve şartlar ne olursa olsun namaz ve

evradlarını bırakın terk etmeyi ertelemeye dahi tahammülleri

yoktur. Yaptıkları ibadetleri Allah'a olan muhabbetlerinin bir

neticesi ve manevi terakkilerinin azığı olarak görmüşlerdir. Bu

husus ta Cüneyd- i Bağdadî 'n in şu sözü o ldukça

manidardır.Cüneyd (ks) yaşlandığı zaman gençliğinde yerine

getirdiği nafile ibadet, evrad ve zikrinden hiçbir şeyi

bırakmamıştı. “Ey şeyh yaşlandın ve zayıfladın, nafile

ibadetlerinin bir kısmından el çek” dediklerinde şöyle cevap

verir:“Bunlar öyle şeylerdir ki, müritliğimin başlangıcında

bunlarla Allah'a vasıl oldum, nihayete ulaştıktan sonra nasıl olur

da bunların değerlerini unutup vazgeçerim! Bunlar benim

velinimetimdir.”Ebû Nasr es-Serrâc, el-Luma, s. 158-163; Hucvîrî, Keşfü'l-mahcûb, 436-442; Mevlana, Mesnevî, III, b. 2141-2165.

Namaz dinin direği, âriflerin gözünün nuru, sıdıkların süruru, mukarreblerin tacıdır.

Namaz vuslat makamı, Allah'a yakınlık, heybet, huşu, müşahede ve murakabe mahallidir.

Allah'a münacattır, O'nun huzurunda durmak, O'na yönelmek

ve O'ndan gayrı her şeyden yüz çevirmektir.

Bu nedenle sufiler namaz vakti gelmeden önce namaza hazırlanmayı

önemser, namaza başlamadan önce kalplerini her türlü havâtır ve düşünceden,

Allah'ın hatırlamanın dışındaki şeylerden korumaya çalışırlar.

Böylece sürekli namazda imiş gibi olurlar.

Page 14: Buhara Tasavvuf Dergisi

14 I BUHARA

Emre MOLÂşıklar Zincirinden

HIZIR (A.S.) ve HİKMETHIZIR (A.S.) ve HİKMET A l l a h Te â l â y e r y ü z ü n e g ö n d e r d i ğ i

peygamberlerden yirmi sekiz tanesini Kur`an-ı Kerim`de zikretmiştir. Yüce Rabbimiz geçmiş

peygamber kıssalarını “ibret almamız” için açıklamıştır.(1) Kur`an-ı Kerim`de bahsedilen yirmi sekiz peygamberden üç tanesinin peygamber olup olmadıkları hakkında çeşitli görüşler vardır. Bu üç kişinin kâmil, âlim ve veli zatlar olduklarından hiç şüphe yoktur. Hatta peygamber olduklarına dair görüş kuvvetlidir.(2) Bu Zatlar, Elyesa (as), Lokman (as) ve Hızır (as)' dır. Bizim itikat ve inancımıza göre, geçmiş peygamberlerden dört tanesi hayattadır. “Her nefis ölümü tadacaktır”(3) ayet-i kerimesi gereğince, bu dört peygamber de ölümü tatmıştır. Fakat ölümü tattıktan sonra tekrar hayata döndürülmüşlerdir. Bu peygamberlerden ikisi Cennet`te, ikisi dünyadadır. Cennetteki peygamberler; Hz. İdris ve Hz. İsa`dır. Dünyadaki peygamberler ise Hz. Hızır ve Hz. İlyas`tır. İlyas (a.s) denizlerden (ve havadan), Hızır (a.s) ise karalardan (ve insanlardan) sorumludur.

Hızır'ın (a.s) hayatta olduğuna dair, Muhyiddîn-i Arabî (k.s.) Fütuhât-ı Mekkiye'sinde bilgiler verir. İmam-ı Gazalî tarafından yazılmış ve Hz. Hızır'ın bazı tasavvuf erbabıyla görüşmelerini nakleden İhyâ; Hacı Bektaş Velî tarafından yazılmış ve Hz. Hızır'la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Makâlât; İmam-ı Rabbanî tarafından yazılmış ve yine Hz. Hızır'la yapılmış olan görüşmelerin yer aldığı Mektûbât adlı eserler, Hızır (a.s) ile yaşananlar hakkında yazılmış kitaplardan birkaç tanesidir.

Hızır (a.s), Hz. İbrahim`den sonra Hz. Musa döneminde yaşamış ilim ve hikmet sahibi seçilmiş bir şahsiyettir. İslam büyüklerinden isminin, Belka bin Melkan, künyesinin Ebu'l-Abbas olduğu ve soyunun Nuh'un (a.s) Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Zülkarneyn'in (a.s) ordu kumandanı ve teyzesinin oğlu olduğu da rivayetle arasındadır. İsrâiloğullarından olduğu da söylenmiştir. "Hızır" lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman,

Musa (a.s) şeriat ehli bir peygamberdi.

Hızır (a.s) ise ledün ilmi sahibi, hikmet ehli idi.

Hikmet ehli sadece Allah`ın emri ile hareket eder.

Bu yüzden şeriat ehli, hikmet ehlinin vakıf oldukları hakkında yorum yapamaz.

Yapsa bile yanlış sonuçlara ulaşır.

Çünkü şeriat ehli, bir meselenin sadece zahiri (görünen) yönüne,

hikmet ehli ise, batıni yönüne (meselenin hakikatine) de vakıftır.

Allah dostları da hikmet ehlidir. Onlarla yolculuk da

Hızır (a.s) ile yolculuk gibidir, sadece teslimiyet gerektirir.

«

«

Page 15: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 15

oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhari'de bildirilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: ''Hızır (a.s), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanır." (4)

Kur'an-ı Kerim'de Kehf Suresi'nin 60-82. ayetlerinde

yer alan Hz. Musa ile ilgili kıssada "Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul..."(5) diye sözü edilen şahıs Hızır (a.s.)'dır. Bunu Peygamber Efendimizden (s.a.s) gelen bazı sahih hadislerden açıkça anlıyoruz.(6)

Kur-an`ı kerim`de geçen kıssa şöyledir: Bir gün Hz. Musa İsrail oğulları arasında vaaz ederken ona kendisinden daha hikmet ve ilim sahibi kimsenin olup olmadığı sorulmuştu. Hz. Musa: "Hayır, yoktur!" diye cevap verince Cenab-ı Hak bir vahiyle Hz. Musa'ya Mecme'u'l-Bahreyn'de (iki denizin birleşti-

Musa (a.s) ile Hızır'ın (a.s) Yolculuğu

ği yerde) kullarından salih bir kul olan Hz. Hızır'ın kendisinden daha âlim olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Musa genç bir delikanlı ile Hızır'ı (as) bulmak üzere uzun bir yolculuğa çıktılar. Musa'nın (a.s) yanındaki bu kişinin, Yuşa (as) olduğu rivayet edilir. Nihayet iki denizin birleştiği yerde Hızır'ı (a.s.) buldular. Hızır (a.s.), yolculukta karşılaşacakları olaylara Musa peygamberin sabredemeyeceğini kendisine hatırlatmış ve ondan sabır için söz almıştır. Bundan sonra Hz. Musa'nın Hz. Hızır ile yolculuğu başlamıştır. Musa (a.s) şeriat, Hızır (a.s) ise hikmet ehlidir. Bu hikmet dolu yolculukta ilk olarak Hızır (as) ve Musa (as), yolculuk için bir gemiye binmişlerdi. Üstelik kendilerinden hiçbir ücret de alınmamıştı. Hızır (a.s) bir balta ile gemiyi delince Musa (a.s) sabredemeyip, yolculuk için kendilerinden hiçbir ücret istemeyen bu iyi insanlara karşı hainlik yaptığını söyledi."Gemiyi, yolcularını boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın."(7)

Page 16: Buhara Tasavvuf Dergisi

16 I BUHARA

Hızır (a.s) sadece güldü. Gülünce Musa (a.s) verdiği sözü hatırlayıp sustu. Gemiden indiler ve bir köye geldiler. Hangi kapıyı çaldılarsa hiç kimse onları misafir etmedi. Yıkılmak üzere olan bir binaya gelip orada sabahladılar. Sabah olunca Hızır (a.s), Hz. Musa`ya ve Hz. Yuşa`ya dedi ki: “Bana yardım edin de şu duvarları öreyim.” Duvarları ördüler ve Musa (as) sabredemeyip tekrar kızdı: “Bunun karşılığında bir ücret alabilirdik” dedi. Hızır (a.s) güldü. Gülünce Hz. Musa tekrar sustu. Yolculuklarına devam ettiler. Başka bir köye geldiler ve bir haneye misafir oldular. Hane sahipleri o kadar salih insanlardı ki, kim olduklarını ve nereden geldiklerini bile sormadılar. Allah misafirlerini yedirip, içirip yatırdılar. Evin hanımı, sabah yola çıkarlar diye bütün gece onlara yolluk hazırladı. Sabah yola çıktılar, fakat Hızır (a.s) hane sahipleri görmeden onların on yaşlarındaki çocuğunu öldürdü. Musa (a.s) bunu görünce dedi ki: “Sen katilsin!” Hızır (a.s) gülümsedi ve şöyle dedi:“Ya Musa, seni bana kim gönderdi?” Musa (a.s)”Rabbim” dedi. Hızır (a.s):“Rabbin seni ilim öğrenmek için, hain, enayi ve katile mi gönderdi?” dedi ve ekledi:“İşte bu seninle benim aramızın ayrılması demektir. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana anlatacağım" (8) Başka bir gemiye binip geri dönerlerken Hızır(a.s), Musa'ya (a.s) olayların iç yüzünü anlattı. Hızır (a.s) bu sırlı yolculukta, gemiyi yaralamasının hikmetini şöyle anlattı: "O deldiğim gemi, denizde çalışan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü gemi yolculuğa devam ederse, ileride her sağlam gemiye el koyan bir kral vardır" (9) Kral gemiye el koyduğunda on bir yetimin geçimini sağlayan bu gemi ellerinden gidecek ve yetimler aç kalacaklardı.”

Musa (a.s): “Allahu ekber!” dedi ve şaşırdı. İkinci meseleyi şöyle anlattı; “Köy halkı zalim insanlardı. Gece kaldığımız yıkık bina ise üç yetime aitti. Eğer o bina tamamen yıkılsaydı, anne babalarının miras olarak yetimlere bıraktıkları para ortaya çıkacaktı ve o halk onlara el koyacaktı. Hâlbuki çocuklar büyüdüğünde ata evlerini düzeltelim diyecekler ve o parayı bulacaklar.” Dedi. Musa (a.s) “Peki o çocuğu neden öldürdün?” dedi. Hızır (a.s): “Bizi misafir eden o hane sahiplerinden Allah razı oldu. Günahlarını affetti. Eğer o çocuk büyüseydi zalim biri olacaktı, anne babasının yaşlılıklarında onlara çok eziyetler edecekti. Bize yaptıkları hizmetten Cenab-ı Allah razı oldu. Şimdi onlara hayırlı bir evlat verecek.” dedi. (10) Musa (a.s) “Allahu ekber!” dedi. Bütün bunlar konuşulduktan sonra bir kırlangıç denize doğru uçtu ve gagasıyla bir damla su aldı. Musa'nın (a.s) eline bir damla suyu bırakıp gitti. Musa(a.s) bunu hikmetini de Hızır'a (a.s) sordu. Hızır (a.s) bunun hikmetini de şöyle açıladı:“Allah Teâlâ, sana ve bana ders veriyor. Sen Kitap sahibi, şeriatı çok iyi bilen ilim sahibi bir peygambersin. Bana da hikmeti ve ledün ilmini nasip ettiği halde, ikimizin bildikleri Rabbimiz`in ilim deryasında bir su damlası kadardır.” Üç peygamber de (Hz. Musa, Hz. Hızır ve Hz. Yuşa):“Allahuekber!” dediler.

Hızır (a.s) ve Musa (a.s) kıssasından alınabilecek birçok mesaj olmakla birlikte, birkaçı şunlardır: Musa (a.s) şeriat ehli bir peygamberdi. Hızır (a.s) ise ledün ilmi sahibi, hikmet ehli idi. Hikmet ehli sadece Allah`ın emri ile hareket eder. Bu yüzden şeriat ehli, hikmet ehlinin vakıf oldukları hakkında yorum yapamaz. Yapsa bile yanlış sonuçlara ulaşır. Çünkü şeriat ehli, bir meselenin sadece zahiri (görünen) yönüne, hikmet ehli ise, batıni yönüne (meselenin hakikatine) de vakıftır. Allah dostları da hikmet ehlidir. Onlarla yolculuk da Hızır (a.s) ile yolculuk gibidir, sadece teslimiyet gerektirir.

Ledün ilmi, velilere, salihlere bir ikram olarak bahşedilen ve ancak Allah Teâlâ'nın bildirmesi, öğretmesi ile malum olan hakikat bilgileridir. Ledün ilmine ait bilgiler akıl yoluyla, kişinin kendi çabasıyla öğrenilemez. Varlıkların ve olayların hikmetli yönleri, içyüzü ile alakalı olduğu için, ledün ilmine “bâtın ilmi” de denilmiştir. Aslında kendi çabamızla öğrendiklerimiz de dâhil, sahip olduğumuz bütün bilgiler Cenab-ı Hakk'ın sonsuz ilminden bir ihsandır. Ledün ilmi için özellikle “Allah katından bahşedilmiş ilim” denilmesi, bu ilmin bir mükâfat oluşunu, içeriğindeki sırriyyeti, varlıkların yahut hadiselerin hikmetine işaret etmesini anlatmak içindir.

Kuran`ı Kerim`de Kehf suresinin 65. ayetinde mealen, “Ona (Hızır'a) tarafımızdan bir ilim öğretmiştik” ibaresi geçer. Buradaki “min ledünnâ ilmen” lafzından hareketle söz konusu ilme 'ledün ilmi' adı verilmiştir. Bir sonraki ayette ise (11) Ledün ilmi “Rüşd” kelimesi ile anlatılır. Rüşd, doğru yolu gösteren malumat, isabetli karar, güzel tasarruf anlamına gelir. İşte böyle bir ledünnî ilme veya rüşde mahzar oldukları için, Abdülhalik Gücdüvanî hazretleri gibi Allah dostları aynı zamanda birer kâmil “mürşit”tir. Mürşid-i kâmillere kayıtsız şartsız, itirazsız teslim olmak gerekir. Çünkü biz ne kadar ilim okumuş olursak olalım, kendilerine ledün ilmi verilen hikmet sahibi kâmil mürşitler kadar bilemeyiz. Kuran'ın “Bilmediğinizi zikir ehline sorunuz” tavsiyesi (12) bu hakikatin de teyididir.

Hızır (a.s) birçok zatın tasavvufta yetişmesinde rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır'ın tasavvufta yetiştirdiği en meşhur âlim ve velilerden biri Silsile-i Nakşbendiyye'den Abdülhâlık Gücdüvâni (k.s.)'dir.

İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektûbât-ı Rabbânî adlı eserindeki bir mektupta Hızır (a.s) ile ilgili olarak şu önemli tespitler vardır: "Bir gün sabah halkasında (zikir meclisinde), Hızır ve İlyas'ı (a.s), rûhânîler suretinde hazır vaziyette gördüm. Hz. Hızır, rûhânî bir ilka (kalbime gelen bir hitap) ile şöyle dedi: "Biz, ruhlar âlemindeyiz. Hak Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, ruhlarımıza öyle kâmil bir kudret verdi ki; biz, cisimlerin şekil ve suretlerini alıp onlar gibi olabiliriz. Ve bizden de bu suret ve şekillerini aldığımız cisimlerden meydana gelen cismânî harekât ve sekenât (duruş ve davranışlar), cesede ait ibadet ve taatler de aynen meydana gelir." (13) Efendimiz (s.a.s) “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyuruyor. Hızır (a.s) ile görüşmek isteyen kişi onun gibi doğru olmalı. Allah`a itaatte kusur etmemelidir. Allah`a ibadette şeriatın verdiği ruhsatlarla ibadet etmek yerine, azimle, ihlasla Allah için ibadet edilmeli, Sünnet-i Seniyyeye çok sıkı sarılmalı ki, ledün ilminden nasiplenme ve Hızır (a.s) ile görüşme şerefine nail olunsun. Ayrıca, hali hazırda ulaştığımız Allah dostlarının kıymetini bilirsek Hızır'ı (a.s) zaten buluruz. Yani, hazırın kıymetini bilirsek, Hızır`a (a.s) ulaşabiliriz. Yüce Allah, hepimize Allah dostu Mürşitlerimizin kıymetini bilmeyi nasip etsin. Amin

(tarafımızdan bir ilim)

Hızır'ın (a.s) Sahip Olduğu Ledün İlmi

Hızır (a.s) İle Görüşmek

Dipnotlar1. Yusuf,111, 2. İbn Kesîr, Tefsir, V,179; Kehf, 65, 3. Al-i İmran, 185, 4. Tecrîdî Sarih tercümesi, IX, 144, 5. Kehf,65, 6. Buhârî, İlm: 16, 44, Tefsîru'l-Kur'ân, Tefsîru Sûrati'l-Kehf: 2-4; Müslim, Fedâil: 170-174, 7. Kehf; 71, 8. Kehf, 77,78, 9. Kehf, 79, 10. Kehf, 80, 81, 10. Kehf,66, 11. Nahl, 43, 12. Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, 2: 55KaynakçaBuhârî, İlm, 44, el-Enbiyâ, 27, Tefsîru Sûre 18/2; Müslim, Fezâil, 180; Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 311, V, 118; bilgi için bk. İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ânı'l-Azîm, İstanbul 1985,V,172-185; Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN, Ahmet ÖNKAL; Şamil İslam Ansiklopedisi

Page 17: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 17

Nurten ÜSTÜNGÖRMesnevi Bahçesinden

“Tende can oldukça,

sadık bendeyim Kur'an'a ben.

O seçilmiş Muhammed'in (s.a.v)

ayağının tozu oldum da öyle yükseldim ben.

Eğer benim hakkımda

bundan başka bir söz nakleden olursa,

O sözden de o sözü nakledenden de

şikâyetçiyim, bizarım ben.

Hz. Mevlana

HZ.AİŞE (R.A) VE GAYB YAĞMURU

“ Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir gün ashabıyla birlikte dostlarından birinin cenazesi için kabristana gitti. Mezarlıktan dönünce Hz. Aişe'nin yanına gitti, konuşup görüşmeye başladılar. Hz. Aişe'nin gözü Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) yüzüne ilişince önüne gelip eliyle sarığını, yüzünü, saçını, elbisesini ve kollarını yoklamaya başladı. Hz. Peygamber (s.a.v):- “Böyle acele ile ne arıyorsun ya Aişe?” Hz. Aişe (r.a):- “Bugün hava bulutluydu, yağmur yağdı. Ne acayiptir ki, üzerinde yağmur eseri yok, üstün başın, elbisen ıslanmamış, ona bakıyorum.”- “O sırada başını ne örtmüştün?” diye sordu Resûlullah (s.a.v).- Senin ridanı örtmüştüm, dedi Hz. Aişe.

Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki:– “İşte bu yüzden Allah (c.c) sana gayb yağmurunu gösterdi. O yağmur sizin bu bulutunuzdan değildir. O başka bir gökten, başka bir buluttandır. Hz. Aişe Efendimiz'e (s.a.v) sordu:– “Ey yaratılmışların özü, bu gün düşen yağmurun hikmeti nedir? Bu yağmur hangi mevsimin yağmurudur? Bu dökülen bir bahar rahmeti mi, yoksa bir sonbahar felaketi midir? Bana yağmur gibi görünen bir ilahi güzelliğin tecellisi mi, bir ilahi celal ve hiddet tezahürü müdür? Bana hakikati söyle ya Resûlullah. “

Efendimiz (s.a.v) bu yağmurun kederleri giderici, ruha

sükûn verici bir lütuf, bir rahmet olduğunu buyurdu. Bu yağmur

belalar yüzünden gönüllere çöken elemi yatıştırmak içindi. Eğer

âdemoğulları bu gam ve keder içinde kalsalardı bu dünya harap

olurdu. İnsanların içinde azim kalmazdı, diye devam etti.

Aslında Hz. Aişe dünya yüzünden gönlüne gam dolduğu müşkül

bir anında başına Hz. Peygamberin ridasını alarak dışarı çıkmak

isteyince, Allah'ın (c.c) hikmeti rahmet şeklinde tecelli etmişti.

Yağan yağmur değil göklerden sızan bir manevi sırdı. Bu sır Hz.

Aişe'nin (r.a) gönül gözünü manevi âleme açıp onu bir an için de

olsa dünyadan uzaklaştırarak gönlüne çöken gamı yatıştırmış

oldu.

“Gönül insanlarını bülbül gibi dile getirenler

gül misali dostlarıdır. “

KaynakçaŞerh-i Mesnevi-i ŞerifKenan-ı Rufai- Kubbealtı Neşriyatı.

Page 18: Buhara Tasavvuf Dergisi

18 I BUHARA

Arzu MARALAktüalite

"Allah'ım!

Receb ve Şaban'ı bize mübarek kıl

ve bizi Ramazan'a ulaştır."

(Hadis i Şerif)

ilindiği üzere bütün zamanlar Allah'ın tasarrufundadır. Yüce Allah bazı gün ve geceleri diğerlerinden üstün kılmıştır. Örneğin Cuma Bgünü diğer günlerden, Kadir gecesi de bin aydan daha hayırlıdır.

Rahmetin oluk oluk aktığı bu gün ve gecelerde kul ibadetler, tövbe ve manevi temizliğe vesile olacak faziletlerle Rabb`ine yaklaşmalıdır. Bu zamanlarda yüce Allah'ın özel rahmeti tecelli eder. Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) bu rahmeti şöyle haber vermiştir: “Bütün vakitlerde hayrın peşinde olun. Rabbiniz'in rahmet tecellilerinden bolca elde etmeye çalışın! Çünkü âlemde her an Allah'ın rahmeti yayılır. İsteyen ondan nasiplenir. Allah'tan ayıplarınızı örtmesini ve korkularınızdan emin kılmasını isteyin.”

Ebu Bekir el-Verrak, Letaifu'l-Mearif`inde “Receb ayı ekini ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayıdır.” demiştir. Recep, cefayı terk etmek içindir. Şaban, amel ve vefa içindir. Ramazan, sıdk ve safa içindir.

Kadir gecesinde insanlığa Kuran-ı Kerim hediye edilmiştir. Ayrıca Bakara Suresinin son iki ayetinin nüzulü ile İslam'ın beş temelinden ikisi olan namaz ve oruç ibadetleri de yine üç ayların Müslümanlara hediyelerindendir.

Bu zamanlar yaşadığımız hayatın muhasebesini yapıp, yaşayacağımız hayat için de “kulluk” bilincinin basamaklarını samimi ve azimli çıkmak için çok büyük fırsatlardır. Bu mübarek zamanları ganimet bilip, kul tevbeye sarılmalıdır. Zira “Ben günde yetmiş sefer tevbe ederim” diyen rahmet Peygamberinin (s.a.s) izinde onun tevbesiyle tevbe etmeliyiz. Zifiri bir gecede, denizin karanlıklarındaki balığın karnından “Senden başka ilah yoktur. Seni tenzih ve tesbih ederim. Ben zalimlerden oldum.” (Enbiya/87) nidasıyla Yunus Peygamber'in (a.s .) yakarışlarını kalbimizin taa derinliklerinden gelen bir pişmanlıkla tevbe etmeliyiz. “Ya Rabbi! Ben pişmanım! diyen Allah dostlarının eşiklerine gelip tevbe etmeliyiz. Ve bilmeliyiz ki, nasuh tevbesi yine Allah`ın rahmeti, merhameti ve yardımıyla mümkündür.

Mübarek üç ayların birincisi Receb-i şeriftir. Bu ayda oruç tutmak çok faziletlidir. Hz. Ali bin Ebi Talib; Resûllullah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:“Recep ayı büyük bir aydır. O ayda bir gün oruç tutan kimse için Allah bin sene oruç tutmuş gibi sevap yazar. İki gün oruç tutana, iki bin sene oruç tutma sevabı yazar. Üç gün oruç tutan kimse için, Allah üç bin sene oruç tutmuş gibi sevap yazar. Yedi gün oruç tutan kimseye, Cehennem kapıları kapanır. Sekiz gün oruç tutan kimseye Cennetin sekiz kapısı açılır. İstediği kapıdan içeri girer. On beş gün oruç tutan kimsenin günahları hasenata çevrilir. Semadan bir münadi “Geçmiş günahların af olunmuştur. Amelini yenile. Kalan ömrün için ibadetlerine devam et!” diye seslenir. Her kim Recep ayında oruç tutmayı artırırsa, Allah ta ona ihsanını artırır.”(1) Recep ayının ilk üç günü tutulacak oruçlar çok faziletlidir. Resul-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Receb-i şerifin birinci gününde oruç tutmak; üç senelik, ikinci gününde oruç tutmak; iki senelik, yine bu ayın üçüncü günü oruçlu bulunmak, bir senelik küçük günahlara keffaret olur. Bundan sonra her günü, bir aylık küçük günahın af ve mağfiretine medar olur.” (2) Dikkat ediniz! Recep ayına hürmet ve ikram ediniz ki, Allah Teâlâ bin türlü kerametle size ikram ve ihsan etsin.(3)

Selman-ı Farisi (r.a) şöyle anlatmıştır. Resûlullah (s.a.s) Selman-ı Farisi hz.`ne hitaben şöyle buyurmuştur. “Ey Selman, erkek ve kadın müminlerden biri Receb`te otuz rekât namaz kılsa, Allah Teâlâ onun günahlarını siler ve ona ayın tamamında oruç tutmuş gibi sevap verir.

Allah'ın ayı Receb-i Şerif

Recep Ayında Kılınacak Namaz

ÜÇ AYLAR VE FAZILETIÜÇ AYLAR VE FAZILETI

Page 19: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 19

Bir kişi Yaratıcı`nın emirlerini ihlâsla uygulamaya başladığında miraç yolculuğunda bir adım atmış, bir derece yükselmiş olur. Bu yolculukta "iki günü birbirine eşit olan zarardadır" ilkesine göre hareket ederek sürekli yücelmek, sürekli ilerlemek gerekmektedir. Miracın ikinci aşaması da Mescid-i Aksa`dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip ta İlahi huzura varmasıdır. Bu safha da Necm Suresinde (7–8. ayet) şöyle anlatılır:“O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O`nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Münteha`da gördü. Ki onun yanında Me`va Cenneti vardır. O zaman Sidre`yi Allah`ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki, Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.” Tasavvufta mirac, âlemi zahirden âlemi hakikate girmektir. Seyr u sülüke başlayan bir mürid, süfli âlemden ulvi âleme mirac etmek üzere manevi basamaklarını tırmanmaya başlamıştır Bu yolculuk son derece zor ve müşkillerle dolu olduğu için rehber mürşidin kâmil olması gerekir. Mutasavvıflar, miraç yolcusu olacak sufiler için miraç ayetinde geçen Mescidi Haram'ı kalp, Mescidi Aksa'yı ruh olarak yorumlamışlardır.Efendimiz(s.a.s) miraç hadisesinde Cebrail(as)ile semavatta ilerlerken her katta peygamberlerle selamlaşıp en son “sidretü'l münteha” denilen yere geldi. Sidretü`l-münteha`dan ötesi sözle anlatılması mümkün olmayan bir âlemdi.Buraya kadar beraber oldukları Cebrail de buradan öteye

zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabb`imin şu lahuti sesini işittim: “Yaklaş ey Muhammed!” Ben de `Gabe Gavseyn` miktarı yaklaştım.”ey Muhammed!” Ben de `Gabe Gavseyn` miktarı yaklaştım.”

Miraçta Hz. Peygamber'e (s.a.s.) şunlar hediye edildi: Beş vakit namaz farz kılındı, Bakara Suresi`nin son iki ayeti vahyedildi, ümmetinden şirk koşmayanların Cennete girecekleri müjdesi verildi. Hz. Peygamber'in miracı ile ilgili olarak ibn Arabî (k.s.) diyor ki: "Peygamberimiz'in 34 miracı vardır. Bunlardan sadece birisi cesed ve ruhla, diğerleri yalnız ruhla olmuştur. Ruhi olan miraçlar, peygamberlikten önce ve sonra rüya yoluyla gerçekleşmiştir.”

Miraç gecesi 12 rekât namaz kılınması dinimizce güzel görülmüştür. Her rekatta Fatiha`dan sonrabaşka bir sure okuyarak iki rekatta bir selam vermeli ve sonra 100 kere: “Subhanellahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber” tesbihi okunmalıdır.100 kere “estağfirullah el-Azim” diyerek istiğfar etmelidir ve 100 kere nebiyy-i Ekrem'e (s.a.s) salat-ü selam göndermelidir. Gündüzünde oruçlu bulunulmalıdır.

Mübarek üç ayların ikincisidir. Resûl-i Zişan Efendimiz (s.a.s) Ramazan`dan sonra en çok bu ayda oruç tutarlardı.

Ashab-ı Kiram Şaban hilalini görünce kendilerini Kur`an okumaya verirlerdi. Özellikle Şaban ayında Peygamber Efendimiz`e (s.a.s) salât-ü selamı çoğaltmalıyız. Bu ayın ortasında bulunan Beraat gecesi çok ehemmiyetli bir gecedir. Ebu Hureyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre; Resûlullah Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Şaban ayının orta gecesinin ilk vaktinde Cebrail(as) bana geldi; şöyle dedi: 'Ya Muhammed, başını semaya kaldır.' Sordum: 'Bu gece nasıl bir gecedir?' Şöyle anlattı: 'Bu gece, Allah Teâlâ, rahmet kapılarından üç yüz tanesini açar. Kendisine şirk koşmayanlardan hemen herkesi bağışlar. Meğerki bağışlayacağı kimseler büyücü, kâhin, devamlı alkollü içki içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah Teâlâ onları bağışlamaz."

Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: "Şaban ayının on beşinci gecesi oldu mu, onu ibadet ve taatle geçirin. Gündüzünde de oruç tutun. Zira Allah Teâlâ o gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder." buyurmuşlardır. Beraat gecesi aynı zamanda, Kuran-ı Kerim`in Levh-i Mahfuz`dan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Kadir gecesinde ise Peygamberimiz'e(s.a.s) ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır.

Mübarek üç ayların ikincisidir. Resûl-i Zişan Efendimiz (s.a.s) Ramazan`dan sonra en çok bu ayda oruç tutarlardı. Ashab-ı Kiram Şaban hilalini görünce kendilerini Kur`an okumaya verirlerdi. Özellikle Şaban ayında Peygamber Efendimiz`e (s.a.s) salât-ü selamı çoğaltmalıyız. Bu ayın ortasında bulunan Beraat gecesi çok ehemmiyetli bir gecedir. Ebu Hureyre'den (r.a) rivayet edildiğine göre; Resûlullah Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

Miraç Gecesi namazı

Resûlullah`ın ayı Şaban ve Beraat Gecesi

Gündüzünde de oruç tutun. Zira Allah Teâlâ o gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder." buyurmuşlardır. Beraat gecesi aynı zamanda, Kuran-ı Kerim`in Levh-i Mahfuz`dan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Kadir gecesinde ise Peygamberimiz'e(s.a.s) ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır.

İbni Abbas'tan (r.a) rivayet edildiğine göre ise, bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır.

Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. Rızıkla alakalı defterler Mikail 'e (a.s) verilir. Savaşlarla ilgili defterler Cebrail'e (a.s) verilir. Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e (a.s) verilir. Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail'e (a.s) teslim edilir.

Beraat gecesi İlâhi rahmet coşmuştur Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakk`a iletip isteklerini O`ndan talep eden ve belalardan O'na sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır.

Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.s) diğer aylara göre bu ayda daha çok ibadet ve taatte bulunurlardı. Beraat gecesinin içinde bulunduğu Şaban ayında nafile oruç tutmaya özen gösterirdi. Bunun sebebini soranlara: "Bu, Receb'le Ramazan arasında insanların gaflet ettikleri bir aydır. Hâlbuki o, amellerin Rabbü'l Alemin'e yükseltildiği bir aydır. Ben, oruçlu olduğum halde amelimin yükseltilmesini istiyorum." cevabını verirdi.

.

g e ç e m e m i ş , “benim için burası sınırdır, parmak ucu kadar dah i lerlersem yanarım…” demiştir.(5) Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz (sas): “Ya Cebrail! Buradan öteye neyle gidilir?” diye sordu. Cebrail (a.s) cevap verdi: “Aşkla…” Evet, Hz. Muhammed (s.a.s) Allah`a âşıktı ve bu aşkla O`na ulaştı . Resûl-i Ekrem “Re f r e f ” den i l en b i r vasıtayla Allah'ın dilediği yere geldi. Bir rivayette Peygamberimiz (s.a.s.) ş ö y l e b u y u r u r l a r : “Sidre`den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın üstüne baktım; ne

«Şaban ayının orta gecesinin ilk vaktinde Cebrail(as) bana geldi; şöyle dedi: 'Ya Muhammed, başını semaya kaldır.' Sordum: 'Bu gece nasıl bir gecedir?' Şöyle anlattı: 'Bu gece, Allah Teâlâ, rahmet kapılarından üç yüz tanesini a ç a r. K e n d i s i n e ş i r k koşmayanlardan hemen herkesi bağışlar. Meğerki bağışlayacağı kimseler büyücü, kâhin, devamlı alkollü içki içen, faizciliğe ve zinaya devam eden kimselerden olsun. Bu kimseler tövbe edinceye kadar, Allah Teâlâ onları bağışlamaz."

Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: "Şaban ayının on beşinci gecesi oldu mu, onu ibadet ve taatle geçirin.

“Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geriye çevrilmez.

Receb'in ilk (Cuma) gecesi, Şaban'ın ortasında bulunan gece,

Cuma gecesi, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı geceleridir.”

Page 20: Buhara Tasavvuf Dergisi

20 I BUHARA

O kimse gelecek yıla kadar namazlarını (bırakmadan) kılanlardan olur. Her gün için Bedir şehitlerinden bir şehidin ameli miktarı ameli yükseltilir. Bunu bana Cebrail (a.s) bildirdi ve şöyle dedi. “Ya Muhammed(s.a.s)! Bu namaz sizinle müşrikler ve münafıklar arasında bir alamettir. Çünkü münafıklar bu namazı kılmazlar.” Hz. Selman, Efendimiz`e (s.a.s) bu namazı nasıl ve ne zaman kılacağını sorduğunda Resûlullah: “Ya selman! Recebin başında on rekât kılarsın. Her rekâtta bir Fatiha, üç İhlâs, üç Kafirun surelerini okursun.”buyurdular. Peygamber Efendimiz (s.a.s) bu namazı Recebin başında ortasında ve sonunda kılacağını bildirdikten sonra namazın sonunda şu duayı okumasını tavsiye etti:”La ilahe illallahu vahdehu laşerikeleh. Lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyi ve yümitü ve hüve hayyün la yemütü,biyedihil hayr ve hüve ala külli şey`in kadir.” Bu duanın ardında Recebin başında kılınacak namazın ardından: “Allahümme la mania lima a`teyte vela mu`tiye lima mena`te” Ortasında kılınacak namazın ardından: “İlahen vahiden ferden sameden vitren. Ve lem yettehız sahibeten vela veleda” Sonunda kılınacak namazın ardından: “Ve sallallahu ala seyyidina muhammedin ve ala alihittahiriyne vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim” diye dua etmesini tavsiye edip şöyle buyurdu: “Bu duanın sonunda dilediğini Allah`tan iste. Duan kabul edilecektir. Kıldığın namazın her rekâtı için bir milyon rekât sevabı yazılır. Ve Cehennemden af beratı yazılır. Sırattan geçmene yol verilir.” (4)

Receb'in ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Beş gece vardır ki onlarda yapılan dualar geriye çevrilmez. Recebin ilk (Cuma) gecesi, Şaban'ın ortasında bulunan gece, Cuma gecesi, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı geceleridir. Mübarek Regaib gecesini ihya edeni, Allah Teâlâ, kabir azabından korur. Dualarını kabul eder. Yalnız yedi kimsenin duasını kabul etmez: Faizci, Müslümanları aşağı gören, ana babasına eziyet eden, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen

Regaib Gecesi

kadın, çalgıcı, livata ve zina eden, beş vakit namazı kılmayan. Bu günahlardan vazgeçmedikçe, duaları kabul olmaz.

Resûlullah Efendimiz, Receb ayına AllAh'ın ayı denmesinin sebebini şöyle açıklamıştır: Bu ayda Allah'ın mağfireti boldur, kan dökülmesine mani vardır, Allah Teâlâ Peygamberlerinin tevbelerini kabul etmiş ve onları düşmanlarından kurtarmıştır. Bir kimse recep ayını oruçlu geçirir ise Allah o kulun geçmiş günahların tümünü bağışlar, kalan ömrün temiz geçmesini temin eder, büyük huzura çıkılan kıyamet gününün susuzluğundan da emin kılar. Ayın tümünü oruçlu geçirmeye gücü yetmeyenlere ise ayın ilkinden bir gün, ortasından bir gün, sonundan bir gün tutmasını tavsiye etmiş ve böyle yapıldığı takdirde kişinin ayın tümünü oruçlu geçirmiş olacağını, yapılan iyiliklere on misli sevap verileceğini buyurmuştur.

Mirac olayı, Hicret`ten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi meydana gelmiştir. Bu ilahi yolcuğun ilk aşaması olan Mescid-i Aksa`ya kadarki safha Kur`an `da şöyle anlatılır:“Ayetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram`dan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa`ya götüren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.”(İsra, 1)Peygamberimiz (s.a.s.) ise bu olayla ilgili şöyle buyurmuşlardır: “Bir gece halam Ümmü Hani`nin evinde (bir rivayete göre Kâbe`de) iken Cebrail(a.s.) geldi. `Ey muhterem Nebi! Bağışlayıcı olan Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.` dedi. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra beyaz renkte “Burak” isminde bir bineğe bindirildim. Bu binek her adımını gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa`ya geldik. Mescid`de diğer peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selam verdiler. Ben de selamlarına karşılık verdim. Cebrail bana `Öne geç ve Nebilere iki rekât namaz kıldır!` dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım.“ Miracla ilgili bu hadisi şerifte Cebrail'in (a.s.) Resûlullah'a (s.a.s) gelerek yolculuk öncesinde onun göğsünü yarıp kalbini çıkardığı ve onu iman ve hikmetle yıkadığı bildirilmektedir. Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki; miraca önce kalple hazırlanmak gerekir. Bu bağlamda yüce makamlara ulaşmak isteyen bir mü'min, kalbinde iman ve hikmetin yerleşmesine engel teşkil eden kirleri temizlemesi gerekir.

Mirac

“Tasavvufta miraç, âlemi zahirden âlemi hakikate girmektir. Seyr u sülüke başlayan bir mürid,

süfli âlemden ulvi âleme miraç etmek üzere manevi basamaklarını tırmanmaya başlamıştır.

Page 21: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 21

Hz. Aişe'ye (r.a.) Resûlullah Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Bu gece Şaban`ın 15. gecesidir. Bu gece dünya işleri ve kulların amelleri Allah`a arz olunur. Bu gecede Allah`ın Cehennem`den azat ettiği kulların sayısı Beni kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri miktarıncadır. Sen bu gece (ibadetle geçirmem) için bana müsaade eder misin?” Hz. Aişe evet dediğini söyleyerek şöyle devam etti: “Resûlullah (s.a.s) namaz kılmaya başladı. Kıyamı hafif tuttu. Fatiha ve küçük bir sure okudu. Secdesini ise gecenin yarısına kadar uzattı. Sonra 2. Rekâta kalktı.1. rekâttaki gibi kısa okudu. Secdesi sabaha kadar sürdü. O kadar uzun süre secdede kaldı ki, Allah`ın onun ruhunu kabzettiğini sandım. Kendisine yaklaştım ve ayaklarına ellerimi sürdüm. Ayaklarının kıpırtısını görünce rahatladım. Secdede şöyle dua ediyordu. “İlahi!... Cezandan affına sığındım. Gazabından rızana, Sen`den yine Sana sığındım. Şanın yücedir. Senin kendi Zat`ını sen aettiğin gibi Seni övmekten acizim.”

Hakim bin Keysan demiştir ki: “Allah Teala Şaban ayının 15. Gecesinde mahlukatının durumlarına bakar. Her kimi o gece temiz bulur ise, ertesi seneye kadar onun temizliğini sürdürür.”(7)

Abdullah`dan (r.a) nakledilen bir hadiste: “Bir kimse Şaban ayının son pazartesi günü oruç tutarsa günahları bağışlanır.”(8)(9)* Bu ayı hiçbir mümin gafletle geçirmemelidir. Günahlarda tövbe ederek temizlenip Ramazan ayına hazırlanmalıdır. Kalbimizi masivadan arındırmaya çok özen göstermeliyiz. Beraat gecesinin gündüzünde oruçlu bulunmalıdır. Akşam namazından sonra üç Yasin-i Şerif, Beraat duası okunmalı.(10)* Yatsıdan sonra 100 rekâtlık Salât-ı Hayr (hayır namazı) diye isimlendirilen namaz kılınmalı. Abdülkadir Geylani hazretlerinin “Gunyetü`t Talibiyn adlı eserinde bu gecede 100 rekâtlık namaz kılınması ile ilgili şunlar zikredilmektedir: “Rivayet edildiğine göre Şaban ayının 15. Gecesi 100 rekât namaz kılınır. Her rekâtta Fatiha-i Şerifeden sonra 10 İhlâs okunarak kılınan bu namaza Salât-ı Hayr denir. Bu namazda pek ziyade feyiz ve bereket vardır. Hasan-ı Basri (rahmetullah) Resûlullah`ın ashabından otuz kişi bana haber verdiler ki: Bir kimse bu namazı Beraat gecesinde kılmış olsa Allah Teâlâ rahmet nazarı ile 70 defa bakar ki, her bir bakışta o kimsenin 70 ihtiyacını ona ihsan eder. Bunların en aşağısı günahlarının bağışlanmasıdır.”

On bir Ayın Sultanı Ramazan Ayı ve Kadir Gecesi“Ramazan`ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise

Cehennem`den kurtuluştur”Ramazan kelimesi, Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Son

Peygamberi hediye eden bu mübarek ayla ilgili Allah Teâlâ Kur`an-ı Kerim`de şöyle buyurmaktadır: “Ramazan ayı insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran`ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah`ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara,185)

Efendimiz`in en büyük mucizesi olan Kur`an-ı Kerim`i karşılamak için yüce Allah, oruç gibi mükâfatı hudutsuz bir ibadetle kullarını hazırlamıştır. Nitekim bir hadis-i kutside şöyle buyrulmuştur: “Her iyiliğe karşı, on mislinden yedi yüz misline kadar mükâfat vardır. Ancak orucun mükâfatı bu ölçünün dışındadır. Çünkü o Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm.” Her hayır ve ibadet için on haseneden yedi yüz haseneye kadar belli bir sevap takdir edildiği halde, oruç için sevap miktarı hudutsuz tutulmuştur. Onun mükâfatını takdir etmeyi Allah Teâlâ meleklerine bırakmayıp kendi Zat-ı Akdes`ine saklamıştır. Resûlullah (s.a.s) bu ayla ilgili şöyle buyurmuştur:“Bu ayda bir kimse emri altında bulunanların işlerini hafifletirse Allah onu bağışlar ve Cehennemden azad eder.” “Her kim bu ayda bir oruçlunun karnını doyurursa Allah Teâlâ benim havzımdan ona içirir ve o kimse bir daha ebediyen susamaz.” (11) Efendimiz (s.a.s) başka bir hadislerinde: “Eğer kullar Ramazan ayındaki faziletleri bilmiş olsalardı bütün senenin Ramazan olmasını temenni ederlerdi.”buyurmuştur.

Ramazan ve OruçOruç, nefsi tutmak ve arzularını engellemektir. Oruç, kalkandır. Oruç

tutmak sadece aç kalmak değildir. Efendimiz: “Oruç perdedir. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa; “Ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).” buyurmaktadır.(12) Sadece midenin orucuna yoğunlaşarak vücudun diğer azalarının orucu unutulmamalıdır. Aksi takdirde Efendimizin: “Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan kendilerine kalan sadece açlık ve susuzluktur.”(13) hadisinin muhatabı oluruz (maazallah). Efendimiz (s.a.s) bu konuda başka bir hadislerinde şöyle buyurur: “Oruç sadece yemekten, içmekten vs. kesilmek değildir. Kamil ve sevaplı oruç ancak faydasız laftan, boş vakit geçirmekten, kötü söylemekten, nefs i emmarenin bütün temayüllerinden de vazgeçmektir.” Bu duruma düşmememiz için Allah bize orucu kolaylaştırmıştır. Nefis ve şeytan insan sürekli kötülüğü emredeler. Ramazan ayında ise şeytanlar zincire vurulmuştur. Bunun yanı sıra Efendimiz de örnek yaşamıyla bu ayı hakkıyla eda etmemizi kolaylaştırmıştır. Zira Resûlallah, Ramazan-ı şerifte iftarı erken, sahuru ise geç yapmıştır. Hurma ile iftar etmek, teravih namazı kılmak ve Kur`an-ı Kerim`i hatmetmek Efendimizin önemli sünnetlerindendir.

Bin Aydan Daha Hayırlı Gece: Kadir GecesiKadir gecesi, Kur`an-ı Kerim`in vahiy yoluyla Efendimize

gönderilmeye başlandığı gecedir. Bu gece, Kuran`ın ifadesiyle bin aydan daha hayırlıdır. Bu gece melekler yeryüzünü öyle doldururlar ki, yeryüzü meleklere dar gelir. Bu sebeple bu geceye darlık anlamına gelen “Kadir” ismi verilmiştir. Bu gecede ihlâslı olarak Allah Teâlâ`ya münacat edildiği takdirde günahların bütününden arınma şansı vardır. Allah`ın rahmetinden ümit kesilmeyip, tam bir samimiyet ve içtenlikle Rabb`e teslim olunmalıdır. Bu gecenin faziletine o kadar değer verilmektedir ki, o vakitlerde tecelli edecek rahmetin ve ruhanî hâdiselerin anlatılması için müstakil bir sûre inmiştir. Bu sûre Kadr Süresidir: "Şüphesiz biz o Kuran'ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir bilir misin? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. O gece melekler ve ruh Rabbinin emriyle her bir iş için veya herbir kişi için inerler de inerler. O gece tan yeri ağarıncaya kadar selam ve esenliktir." Hz. Aişe`den şöyle rivayet edilmektedir: “Ey Allah`ın Rasülü! Kadir gecesini bilirsem onda nasıl dua edeyim?

'Şöyle söyle!” buyurdu: “Allahümme inneke afüvvün, tühıbbulafve fa`fü anni: Allah`ım! Şüphesiz ki Sen çok affedicisin, affı seversin. O halde beni de affet!”

Kadir gecesinde Allah kullarını af ve mağfireti ile kuşatmıştır, fakat şu dört sınıf bu rahmetten nasip alamamıştır: “Bunlar; devamlı içki içen, ana babasına asi olan, akraba ziyaretini kesen ve Müslüman kardeşine kin tutup ona üç günden fazla dargın olanlardır.”

Efendimiz Kadir gecesinin hangi gece olduğunu belirtmemiş, ancak vefat edinceye kadar Ramazanın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın". (14) Resûlullah'tan (sas) sonra zevceleri de itikâfa girdiler.

Kadir gecesinin belirtileri şunlardır: O gece açık ve hoş; yumuşak, ne sıcak ne de soğuk olmayan bir gecedir. O gece köpek havlaması duyulmaz. Kadir gecesinin sabahı güneş doğduğunda şuasız(gözü kamaştırmayan, donuk) bir tepsi gibidir.

Allah Teâlâ Kadir gecesini de, ömür ve eceller gibi bildirmemiştir. Kullarının her zaman korku ve ümit arasında bulunup, tövbeye devam etmeleri için Kadir gecesini Ramazan ayında gizlemiştir.

Kadir gecesinde nasıl ibadet edelim?Kaza namazı borcu olanlar Kadir gecesi aranan bu günlerde özellikle

kaza namazı kılma ve gece namazını artırmalıdır. Kur`an-ı kerim okumalı, tesbih, zikir ve dua ile bu gece ihya edilmelidir. Diğer yandan hakkı bulunan kimselerle helalleşmek, yoksulları gözetmeli, hayır hasenat yapmalıdır. Ubeyd bin Umey`den:“İnsanlar son derece aç, susuz ve çıplak olarak haşrolunurlar. Onlardan hangisi dünyadayken Allah için yedirmişse Allah ta onu o günde doyurur. Allah için dünyada içirene Allah orada içirir. Nihayet Allah için giydireni de Allah orada giydirir.”

Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan! Oruçlarını özledik; açların halini anlamak için. Sahurlarını bekledik; uzun yollara sabırla dayanmanın, açlığa, yokluğa, dünyalıklardan uzak durmaya başlamanın ne demek olduğunu yaşamak için. İftarlarını özledik; her zorluğun, yokluğun, açlığın ardından bir kolaylığın bulunduğunu İnşirah suresindeki gibi yaşamak için…

Ramazan BayramıEfendimiz (s.a.s) buyurmuşlardır ki: “Ramazan Bayramı için insanlar

camilere gitmek üzere yola çıktıklarında Allah Teâlâ onların hallerine bakar ve şöyle buyurur: “Ey benim kullarım! Benim için oruç tuttunuz, benim için namaz kıldınız, şimdi günahlarınız bağışlanmış olarak evlerinize dönünüz.””Bayram günleri erken kalkılır. Hoş kokular sürülür. Mübah olan elbiselerden en güzel ve en temizi giyilir. Karşılaşılan mümin kardeşlere güler yüz gösterilir. Elden geldiği kadar sadaka verilir. Duaların kabul zamanı olan bayram geceleri ibadetle geçirilir.

Dipnotlar1. Gunye 1/176, 2. Kenzü`l İrfan s:27 Süyuti; Camiü`s Sağir, 3. Gunye 1/178, 4. Gunye 1/180–181, 5. Buhari, 1/91–93 ve 4/247–250, 6. Müslim, 1/157, 7. Gunye 1/191, 8. Gunye 1/187, 9.*Son pazartesi günündenmaksat Şaban`ın son günü değildir. Zira Ramazan`ı karşılamak niyetiyle Ramazan`a bir iki gün kala oruç tutmakmen edilmiştir. 10. (Gunye 1/187), 11. * beraat duası, 12. Gunye 2/6, 11. Muvattâ, Sıyâm: 58, 13. İbn Mace, Sıyam 21, 14.Buhari, Teravih namazı, No:2017KaynakçaSELVİ Dilaver, Derdi çok, ömrü kısa Ümmet-i Muhammed'e özel bir ikram: üç aylar; YAMAN Kürşat Salih, Üç Aylara Girerken; Döngeloğlu Ömer, Ve rahmet İklimindeyiz makalesi; Camiü's-Sağır c.4, s.18, Abdülkadir Geylanî, Gunyet'üt Talibîn)/ sayfa:551; Abdülkadir Geylânî, Üç Aylar ve Faziletleri. Haz: Mustafa Güner; Aclûnî, Keşful-Hafâ, 1/423; Buhari, 1/91-93 ve 4/247-250; Tecrid Tercemesi, 218-232 (Hadis No:227) ve 10/60-80; (Hadis No: 1550-1552); Nesai, Salat 1 (1, 223-224), hadis no:5555; Müslim, 1/157, (K.el-İman, B., 76, Hadis No: 173/279); İsra Suresi, 79; Tecrid Tercemesi, 2/231-232, Hadis No: 227`nin açıklaması; Tahir Olgun, İbadet Tarihi, 28-38, İst., 1946); Şerhu`l –Emali, s.20; Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Hamdi TEKELİ-vaazı; Büyük İslam İlmihali, Ömer Nasuhi Bilmen, sayfa: 205; Saadet-i Ebediye, Hüseyin Hilmi Işık, HâzırlayanM. Sıddık Gümüş, sayfa:355; Beyhaki, Sünen, Şuabül-İman, 3/342 (Daru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1990); İbn Mace, ikame 191; Müttaki, Kenzul Ummal, XII, 316 (35184); et-Tergib vet. Terhib; Nesai Sıyam 70., kütübü sitte, hadis no: 3144; Ruhul Beyan C 8. Sh. 403; Tirmizî, Savm 37; Buharî, Savm 52; Şualar, s. 416; Keşfü'l Hafâ. 2:9; Müsned, 1:259; Tirmizı, Zekât: 28; Buhari, Savm: 51; Müslim. Sıyam: 177; İbni Mâce, Savm: 4; Nesei, Savm: 70; İbn Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizi, Savm, 38 et-Tergib, II, 119, 120; Duhan Suresi, 44/1-4; Kur`an-ı Kerim Tefsiri, Elmalılı Hamdi Yazır, Duhan Suresi 1-4 ayetler; F. Râzî, Tefsîr-i Kebîr, bkz. Duhân sûresinin tefsiri; Gunyet'üt Talibin, Abdülkadir Geylani, Sağlam Yayınevi, 1991 Çev. Abdülkadir AKÇİÇEK, sh. 578; ed-Duhân, 44/3; Kenzu'l-Ummâl, 27/238; İbn-i Mâce, İkâme 191; Tirmizî, Savm 39, (739); Buhârî, et-Tergîb ve't-Terhib, II, 118; Yazır, I, 642-644; Bakara suresi, 185; Gunye, 1 /187; Buhari, savm 2, 9, Libas 78; Muslim, Siyam; Buhari, Savm 5, Bed`ul-Halk 11, Muslim, Siyam 2 (1079); Nesai, Siyam 5 (4, 129); Ravi:Eyub, Kütüb-ü Sitte, hadis no:3157; Ravi:Ebu Hüreyre, Kütüb-ü Sitte, hadis no:4637; Kadir: 97/1-5; Kütüb-ü Sitte, hadis no:0095; Kütüb-ü Sitte, Tefsir Bölümü-Esbab-ı Nüzule Dair/Kadir Suresi, hadis no: 1852; Tirmizî; Ravi:Ebu Hüreyre, Kütüb-ü Sitte, hadis no:3027; İbn Huzeyme, Beyhakî, İbn Hibbân, bk. Münzirî, et-Tergîb ve't-Terhîb, II, 94-95. Demireşik Yusuf, Aylar Üç Aylar Mübarek Gün ve Geceler.

Page 22: Buhara Tasavvuf Dergisi

Hakkanî Tecelliler

Şeyh Muhammed Nazım el-Kıbrısi, el-Hakkani

22 I BUHARA

YERYÜZÜNDE HER İNSANIN

KENDİSİNİ BEKLEYEN

BİR HAZİNESİ VARDIR

Page 23: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 23

Bismillahirrahmanirrahim

“Rahmet ve suyun bulunduğu yerde yeşillikler biter, güller açar, sümbüller kokar.”

Hz. Mevlana Celaleddin i Rûmî

ızır (a.s) ebedi hayat çeşmesini aradı, buldu ve içti. Bu nedenle Hızır Peygamber kıyamete dek Hyaşar ve her asırda mevcuttur. Hz. Musa, Hz.

İsa ve Hz. Muhammed (s.a.v) devirlerinde de vardı, halen de vardır ve var olacaktır. Şeyhim bana: “Ey oğlum, her insanın bir manevi emaneti Hızır'da (a.s) mevcuttur. Bunu teslim alan meleküt i hayata girer ve yiyecek içecek ihtiyacı olmaz, giysileri dahi eskimez. Bundan sonra yemesi içmesi ve giyinmesi sadece Allah'ın (c.c) emirlerini yerine getirmek içindir. “ Araf suresi 31. ayette buyurulduğu gibi:

“Ey Âdemoğulları, her secde edişinizde ziynetli elbiseleri giyin, yiyin için de israf etmeyin çünkü O israf edenleri sevmez.”

Ümmet-i Muhammed'in (s.a.v) her ferdi Hızır'ın (a.s) yanında olan emanetini ya dünyada yaşarken onunla buluşup alır yahut onunla bir kez olsun dünya gözü ile görüşemediyse dünyadan çıkarken alır. Yalnız bu emaneti dünyada yaşarken alması kişi için önemlidir.

Nasıl ki Hızır (a.s.) hakiki hayat ile kıyamete kadar dünyada yaşar ise veliler de aynı sırrı taşır. Velilerin sohbeti hem fiziki bünyemize hem de kalplerimize etki eder. Velilerin sohbetinde bulunanlara inen rahmet, hem vücutlardaki ağırlığı alır, hem de kalplerde olan karanlığı ve kasaveti giderir. Böylece meclistekiler hakiki hayat sahibi olur. Bütün velilerde bu sır mevcuttur. Onlarla buluşabilenler ölmeyenlerden olur. O kişilerin kalpleri hep diridir. Allah (c.c) bizi onlarla buluştursun. Âmin. Biz de velileri arıyoruz, onlar kendilerini gizliyor, gelirler mi diye yollarını gözlüyoruz. Gafletimizden geleni gideni tanımıyor, bilemiyoruz. Allah (c.c) gafletten uyandırsın. Onlar hangi mecliste zikrolunurlarsa, bulundukları makamdan o meclise nazar ederler veya ruhaniyetleri ile o mecliste hazır bulunup meclisteki kimselere hizmet ederler.

Allah'a (c.c) ait hazineler hiçbir zaman bitmez. Allah (c.c) en cömerttir. Allah (c.c) hakkında bilgilerimizi yoklamalıyız. İnsanoğlunun en büyük hatası yaratıcının var olduğunun açıkça farkında olmamasıdır. Bir yaratıcının olduğunun farkında olmak bir seviyedir. Fakat seviyenin bu kadar olduğunu sanmakta bir hatadır. Hâlbuki seviyeler hiç bitmez, ikinci seviyeye gelmiş kişi kendisi için bu seviyenin yeterli olduğunu söyler. Allah (c.c) buyuruyor ki: “Bana ait hazineler hiçbir zaman bitmez, makamlar seviyeler sizin içindir. Bir seviyeye geldiğinizde Bana yalvarmalı, daha yüksek bir seviyeyi talep etmeli, yol almak istemelisiniz. Bana daha yakın olmak için uğraşmalısınız, sizi hazinelerimle ödüllendiririm.” Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Allah (c.c) görevlilerine soracaktır, bu kulum daha fazlasını istiyor mu, istemiyor mu? Soruyor mu, sormuyor mu?” Daha fazlasını istemeyenlere gücenecektir. Akıllı, Allah'ın (c.c) hazinelerinden, ışığından daha fazla isteyen nurlu insanlar Allah (c.c) tarafından şereflendirileceklerdir.

Ümmet-i Muhammed'in (s.a.v)

her ferdi Hızır'ın (a.s) yanında olan emanetini

ya dünyada yaşarken onunla buluşup alır

yahut onunla bir kez olsun dünya gözü ile

görüşemediyse dünyadan çıkarken alır.

Yalnız bu emaneti dünyada yaşarken

alması kişi için önemlidir.

Page 24: Buhara Tasavvuf Dergisi

24 I BUHARA

Zaman çabuk akmaktadır. Dünyanın yaratılışından beri binlerce yıl geçmiştir. Allah (c.c) bu dünyayı yüzyıllardır nuru ile nurlandırıyor ama gözüken o ki artık sonu yaklaşmaktadır. İnsanlar hala dünyanın sonunun geleceğini düşünmüyor. Şunu anlamalıyız ki ; Al lah (c .c) kul lar ının kendis ini tanımamalarından ve tanımaya çalışmamalarından dolayı gücenir. İnsanlar ise hala dünyayı sorup, dünya zevklerinin peşinde koşuyor, evler, arabalar, bahçeler, pırlantalar vs. istiyor. Allah'ın (c.c) gücenmeyeceğini sanıyorlar. Onlar kendi kendilerine “Allah (c.c) gücenmez biz daha fazlasını istiyoruz, bu dünyada yaşıyoruz, bunlarda lazım” diyorlar, zenginlik istiyorlar. Anlama kapasiteleri az, yakınlıkları yok. Onlara güzellikler, gerçek ve kalıcı hazineler sunarsın, istemezler. Akılları dünya hayatının geçici zevklerindedir. Çok az insan Al l ah ' ı n ( c . c ) söy led ik l e r in in ge rçek manas ın ı anlayabilmektedir. Allah (c.c) gerçek ve sonu olmayan hazineler sunar ama insanların çoğu bir an gelip hepsi kaybolacak olan değersiz şeyleri isterler.

Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: “İnsanlar Allah'a (c.c) şeref için yalvarmalıdırlar. Cennet hazinelerini istemelidirler. Cenneti isteyiniz. Cennetin en üstü arşın kapısındaki Firdevs cennetini isteyiniz.” Allah'ın (c.c) ilahi yetmiş bin rengi, arşın yetmiş bin rengi hayal bile edemeyeceğimiz güzelliktedir. Yetmiş bin renk açılır, sonra tekrar değişir, yeni bir yetmiş bin renk açılır, birleşirler. Allah'ın (c.c) sonsuz ışıkları döner ve yenileri gelir. Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz yaratılmışların en mükemmelidir ve bütün

yaratılmışların üstündedir. Allah'a (c.c) değerli kulluk edin, kendini en çok tanımaya çalışan, Allah'ı (c.c) tanımaya çalışan, ibadet eden en üst seviyede ödüllendirilecektir. Gözleri alçak dünyaya bakan, ucuz dünyayı isteyenler hem kazandıklarını hem de şereflerini kaybedeceklerdir. Dua edip Allah'a (c.c) kul olmaya çalışan, nefsine hâkim olanlar ise gerçek hazinelerle ödüllendirileceklerdir.

Bizler kul olmak ve ilahi hazinelere ulaşmak için yaratıldık. Bu dünyada iken Allah (c.c) için bir şeyler hazırlamak, şerefimizi yeniden kazanmaya çalışmak ve Allah'ın (c.c) hazinelerine talip olmaktır işimiz. Allah (c.c) bu hazineleri kimin için saklamaktadır? Kendisinin temsilcileri, yarattıkları, halifeleri için saklamaktadır. Efendimiz (s.a.v) bu dünyada Allah'ın (c.c) en büyük temsilcisi, halifesidir. Sıradan insanlar gibi değildir. O şereflilerin en şereflisidir. LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULALLAH beraber yazılmıştır, ayrı yazılmamıştır. Allah'ı (c.c) tanımaya, yakın olmaya çalışın. Allah (c.c) idrakimizi açsın. Yakınlık hiçbir zaman sona ermez. Yaklaşırsın, daha yakın olmak istersin, seviyeni yükseltir, daha da yükseltirsin. Daha yakın olmanın ve zevkinin sonu yoktur.

Allah (c.c) bizi affetsin, bizi şereflendirsin,

Efendimiz Hz. Muhammed'le (s.a.v) beraber olmayı nasip etsin. Âmin.

El-Fatiha.

Bizler kul olmak ve

ilahi hazinelere

ulaşmak için yaratıldık.

Bu dünyada iken Allah (c.c)

için bir şeyler hazırlamak,

şerefimizi yeniden kazanmaya

çalışmak ve Allah'ın (c.c)

hazinelerine talip olmaktır işimiz.

Page 25: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 25

Hak DostununPenceresinden

Şeyh Ahmed Yasin El-Buhari, El- Bursevi, El- Hakkâni

MÜRİDİN AKAİDİ

Varlığı aramak niyedir? İşin aslı yok olmaktır.Ahir zamandatalep edilmesi gereken makam “murat makamı”dır.Murat

Allah`ın talep ettiğidir. Allah bir kulu talep ettiği zaman, asla bırakmaz.

Cenab ı Allah insanın bu dünyada düzen içinde yaşaması ve ahrette de zarara uğrayanlardan olmaması için Şeriat adı verilen kanunlar koymuştur. Her Müslüman Allah`ın

koyduğu bu kanunlara uymak mecburiyetindedir. Fakat Allah`ın insanı yaratmasındaki asıl gaye “Allah`a kulluk” olduğu için sadece şeriat ile Allah bulunamaz, Allah`a esas manada ulaşılamaz. Çünkü Allah`a ulaşmak, O`nda yok olmak demek, kulluk sırrına ermek demektir. Bunun için öncelikle kulun Allah ve kendi hakkındaki itikadını düzeltmesi gerekmektedir. Akaid, iman esaslarıdır. Bir Müslüman'ın ilk önce nasıl inanması gerektiğini bilmesi gerekir. Kulun Allah hakkında itikadını bütün zan ve şüphelerden temizlemesi, delalet ve bidatlerden uzak durması, itikatta esasın Kuran ve Sünnete dayalı olması gerekmektedir.

Cenab ı Hak hepimizden “Kulluk” istiyor. Kişinin itikadı, Kuran ve sünnete, hadis i şeriflere ne kadar uygunsa o kadar sağlamdır. Bu da ancak Efendimiz'den (s.a.s) öğrenilir. Basit bir hesap yapılırsa, hayatımızın son beş senesinde yaklaşık 2.000 gün var. Her günde bir hadis i şerif ezberlense, 2000 hadis olur. Tembel bir kişi için bu sayıya 1.000, daha da tembeli için 500 gün diyelim. Yani beş senede çok tembel birinin 500 tane hadis i şerifi ezbere bilmesi gerekir. Şimdi düşünelim, acaba kaçımız on hadis i şerifi ezbere biliyor?

Peki, hadis i şerif bilgimiz bu kadar zayıfken neye göre amel ediyoruz? Nakşibendî tarikatının pirleri der ki: “Kul itikadı vasıtasıyla Allah'a şeksiz bağlandıktan sonra dinin hükümlerini bizzat tetkik ve tahkik yahut ilim sahiplerinden sormak suretiyle

muhakkak öğrenmesi lazımdır.” Bunun en az derecesi ise farzları doğru eda edecek kadar bilgi edinmektir. Fakat çoğumuz arkadaşlarımızın anlattığı gibi inanıyoruz. Çünkü okumuyoruz. İmam ı Rabbani hz. Şöyle buyurmuştur: “Hepimiz ikadımızı kitap ve sünnete göre doğrultmak, dini hükümlerin helal ve haramlarını, farzlarını vaciplerini bilmek, öğrendiklerini gereğince amel etmek gerekir (günlük yaşantıda tatbik edilmesi gerekir) ve kalbi tasfiye ve tezkiye yoluna gitmek lazımdır.”

Kalbi tasfiye ve tezkiye nedir? Kalpten gereksiz, boş işleri, vesveseleri, tasfiye etmek, çıkarıp atmaktır. Allah yolunda ilerleyecek olan bir yolcu (salik) bu dört rüknü dosdoğru yerine getirmeden, ne yaparsa yapsın, lüzumsuz işlerle meşgul oluyor demektir. Bir hadis i şerifte bu konu ile ilgili olarak, Resûlullah efendimiz (s.a.s) buyurdu ki: “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen (dünya ve ahiretine bir faydası olmayan) bir şeyi terk etmesi İslam'ın, dininin güzelliğindendir” buyurdu. Bu yüzden şeriat akaidini iyice bilip, eksiksiz tatbik etmeye başladıktan sonra kulluk sırrına ermek isteyen, ölmeden önce ölmek isteyen kişi, tarikat basamağına adım atar. Şeriat akaidi olduğu gibi, Tarikat akaidi de vardır. Buna müridin akaidi de denir.

Edeb lügatta “sevilen ahlak” demektir. Edeb dilimize, Arapçadan gelme bir kelimedir. Sevilen iş, gerektiği şekilde terbiye etmek, güzel ahlak ile süslenmek demektir. Tasavvuf dilinde ise edep; kişinin kendinden yüksek olana haset etmemesi, o makama çıkmaya niyet etmemesi edebtir ve de kendinden küçük makamlarda olanlara eziyet etmemesi, onları incitmemesi, onlara merhametle bir öğretmen gibi davranıp, en kibar sözlerle muhatap olması edebtir. Vatanımızda eline diline ve beline sahip olacaksın demişler.

Müridin Akaidi “EDEB”tir

Page 26: Buhara Tasavvuf Dergisi

26 I BUHARA

Bir mürid bilmelidir ki, kendi ihvanı (tasavvuf kardeşleri) arasında edebi olduğu gibi, şeyhiyle arasında da edebi vardır. Bu edebe riayet etmelidir. Bir de müridin yalnızken riayet etmesi gereken Adap vardır.

Mürid (Allah'ın rızasına nail olmayı talep eden) her şeyden önce Allah Zülcelâl hazretleri'nin onu gördüğünü bilmelidir. İnsanlar zaten Allah`ı unuttukları için yalnızken kolayca günah işliyor. İnsanı herkesten önce Allah görüyor. Bir de Allah`ın insanın bedeni üzerinde görevlendirdiği 384 tane görevli melek vardır. Bunu unutan insan, elbette Allah'a verdiği sözü, tövbesini unutur.

Bir mürid işini Allah'a sadakat üzere bina etmelidir. Allah`a sadakat ile yapılacak olan bu binanın temelini “doğruluk” oluşturur. Doğruluktan kasıt ise Kuran ifadesi ile “Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmaktır.” Tıpkı Abdulkadir Geylani Hazretleri gibi. Abdulkadir Geylani hz. ilim okumak için evinden çıktığında on iki yaşındaydı. Annesi ona dosdoğru olmasını, ne olursa olsun yalan söylememesini öğütledi. Yolda önlerini kesen eşkıyaların neyin var sorusuna doğru cevap verip kırk altınının olduğunu söyledi. Eşkıya reisi bunu neden yaptığını sorduğunda ise Allah`tan korktuğu için yaptığını söyledi. Böylece kendilerinden utanan eşkıyaların tövbe etmesine vesile oldu. Bir mürid yalan söylememeli, dosdoğru olmalıdır. Efendimiz'i (s.a.s), buyurduğu üzere ihtiyarlatan bu ayettir: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” denince Efendimiz`in saçları sakalları ağarmıştı. Bunun için şeriat ı Muhammediye'yi çok iyi bilmeliyiz ki, tarikat ve tasavvufta emin adımlarla yürüyebilelim. Büyük mürşitlerimiz şöyle demişlerdir: ”Salihler, Allah yolunda ilerlemek isteyenler, usule riayet etmedikleri için vusulü (vasıl olmayı) kendilerine imkânsız kıldılar. Kapıyı kapatan onlardır. “Mehi ibn Cerrah (r.a.) der ki: “Allah'ın yolu hidayettir, hidayete ulaşmak içindir. Ona ancak sadık olanlar nail olur.” Doğru ve sadık olmalı ki, hidayete nail olunabilsin.

Tevbe çok mühimdir. Çünkü bu yol son derece temizdir.

Bu yolda yürümek isteyen salik te temiz olmalıdır. Bu sıradan bir şey değildir. Bu yol, kâinatı yoktan var eden, bütün âlemlerin sahibi Malik el- mülk olan Cenab ı Allah`a dost olma niyetiyle çıkılan yoldur. Müridin bütün hatalardan Allah a tövbe etmesi ve bu tövbesini küçük büyük, gizli açık bütün günahları terk etmekle yerine getirmesi lazımdır. Ve tövbeye sadık olmak gerekir. Abdulkadir Geylani hazretleri tövbe ile ilgili şöyle buyurmaktadır: “Ben de etmiş olduğum o tövbeyi yerine getirmek için uğraşıyorum. Daha ikinci basamaktayım.” Hucurat suresi 11. ayette şöyle buyrulur: “Tövbe etmeyenler zalimlerin ta kendileridir” Tövbeden kasıt bir daha yapmamaktır. Yoksa tövbe edip edip, günaha geri dönmek değildir. Günde birkaç bin tane “Estağfirullah” demek değildir asıl tövbe. Gerçek tövbe, yapılan yanlışın bir daha yapılmamasıdır. Ayrıca, kişi gereğince tövbe etmedikçe, bu azimeti göstermedikçe Allah Teâlâ onu kötülüklerden korumaz. Bu yüzden insan sürekli düşer. Kişi tövbe etmeye muvaffak olduğu zaman ise ferahlamalıdır. Allah Teâlâ`nın onu her an gördüğünü, kalbine nazar ettiğini bilmelidir.

Tövbenin de şartları vardır: Günahlardan pişmanlık duymak, Allah`a tazarru ile niyaz etmek, durmadan yalvarmak, günahlardan kopup ayrılmak, bir daha o günahı işlememek, işlediği her günahı büyük görmektir.

Mürid dünya sevgisini kalbinden çıkarmak ve zaruri

Müridin Edebi 1. Sadakat

2. Tevbe

3. Dünya sevgisini kalpten çıkartmak

olmayan dünyevi meşguliyetleri terk etmek gibi mühim vazifelerini yerine getirmelidir. Dünya sevgisini kalpten çıkarmanın bir sınırı vardır. Zaruri olan dünya meşgaleleri; helalinden iş sahibi olup, maaş kazanıp,çoluğuna çocuğuna getirmektir. Bunun haricindeki her şey lüzumsuzdur, müridi ilgilendirmez ve bunları kalpten çıkarması gerekir. Bunun haricindeki dünyalıkları sevmemeli, onlarla meşgul olmamalıdır. Aksi taktirde müridin hedefe ulaşması zorlaşır. Bu yolda ilk ölçü Şeriat-ı Muhammediyedir. İlk adım şeriattır, sonra tarikat, ondan sonra da hakikattır. Daha sonra ise marifet gelir. Tasavvuf ehli marifete talip olanlardır. Marifete doğru yol almak isteyen kişi, şeriatın bütün kurallarını iyice bilip uygularken, tarikat basamağına adımını atmış ise şeriatta şu konuda şu ruhsatlar var dememelidir. Yani dünya sevgisini zaruri haller dışında kalbinden çıkarmalı ve zaruret miktarına kanaat etmelidir. Böylece, Cenab-ı Allah ona güç,kuvvet ve zenginlik verir. Çünkü Efendimiz (sav)`in de buyurduğu gibi “En büyük zenginlik kanaattir” Kanaatinin neticesi olarak, tıpkı Emirsultan Hz. gibi dereboyundan topladığı çakıl taşları altın tanesine dönüşür. Fakat derviş ona tenezzül etmez. Ebubekir Sıdık (r.a.)`ın ahlakı; neyi var neyi yoksa,hepsini vermekti. “Bana Allah ve Resulü yeter” demişti.Tarikatın temeli budur. Ayrıca lüzumsuz şeylerden kalbin kurtulması ile ilgili olarak kişiyi ilgilendirmeyen her şeyden kalbin arınması da önemli bir görevdir. Kalbi Allah ile olmaya meşgul eden her şeyden temizlemek gerekmektedir. Bu temizliğin birinci merhalesi

kalbin mal sevgisinden temizlenmesidir. Çünkü kulun haktan sapması için sadece mal sevgisi yeter de artar. Kalbinde dünya sevgisi bulunan,hiçbir mürid yoktur ki, vakti ve zamanı geldiğinde onu eski haline mal sevgisi döndürmüş olmasın. Kişi 10-15-20 sene dervişlik yapar, sonra kalbindeki mal sevgisi onu kandırarak başladığı noktaya döndürür. Allah rızası için kazanma ve hizmet yolunda harcama ile kandırır. Kur`an-ı Kerim`de Allah bize Karun`un bu halinden örnek verir. Karun Musa as.veziriydi. Tevratı ezbere bilirdi.Bir gün Musa (as)`a “Bana dua et Rabbim beni zengin etsin.” dedi. Musa (as) ona bu halinin onun için hayır olduğunu söylediyse de onu bu isteğinden vazgeçiremedi. Karun “zengin olursam kötü mü olur, kandıklarımı Allah yolunda harcarım.” dedi. Musa(as) ellerini kaldırdı “Yarabbi ummadığı yerden ver” dedi. Karun o derece zengin oldu ki akıllara durgunluk verir. Bugün hala onun hazineleri konuşulur. Şeytan onu mal sevgisi ile kandırmıştı. Karun zengin olduktan sonra, Musa as.zekat ile ilgili ayeti kerimeyi ona bildirdi. Karun ise Musa (as)`ı malında gözü olmakla suçladı.Musa (as) tekrar haber gönderdi. Malla mülkle uğraşmaktan cemaate gelmez olduğunu, bir an önce yaptığı hatayı anlamasını bildirdi. Fakat Karun daha da hırslandı. Yeni doğum yapmış, fahişe bir kadını Musa(as)` a musallat etmeye, halkın nazarında onu küçük düşürmeye karar verdi. Kadına, çocuğu alıp, Musa (as) halka sohbet ederken karşısına çıkmasını ve çocuğun Musa(as)`dan olduğunu söylemesini emretti. Kadin aynen söylendiği gibi yaptı. Musa nebiyullah, “sen kimsin beni böyle zinayla itham ediyorsun,ben Allah 'ın resulüyüm.” dedi.

Varlığı aramak niyedir? İşin aslı yok olmaktır.

Ahir zamanda talep edilmesi gereken makam “murat makamı”dır.

Murat Allah`ın talep ettiğidir. Allah bir kulu talep ettiği zaman,

asla bırakmaz

Page 27: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 27

Kadının yanına gitti, kundaktaki çocuğa “Söyle dedi, baban kim?” Çocuk dile geldi. “Benim babam filan yerdeki çobandir. Annem onunla zina etti ben dünyaya geldim.” dedi. Herkes bu mucizeyi görünce akli basindan gitti. Fakat Karun durmadı. İçindeki mal ve dünya sevgisi onu mahvetti. Dünya sevgisi insani perişan eder. Sahabe-i Kiramin icerisinde çok zenginler vardi, fakat onlar dünya malını hiçbir zaman kalbine sokmadilar ,ellerinde tuttular. Gerektigi zaman kendisi ve islam için harcadiklari o malla cenneti kazandılar.

Dünya sevgisinin ilacını ise dervişe müridi verir. .Zaman icerisinde dervişi üzmeden,sıkmadan ,vermis olduklari zikirlerle, ibadet sekilleri ile , derviş öyle bir hale gelir ki , yavas yavas dünyadan kopmaya baslar. Eğer bir kişi kalbinden dünyayı çıkarırsa, dünya onun peşinden koşar. Bir kudsi hadiste Cenab ı Allah dünyaya şöyle buyurmuştur. “Ey dünya! Benim sana emrimdir. Kim seni severse onu kendine köle et. Peşinden koştur. Kim de beni severse ona köle ol.Peşinden koş.”

Allah`a vuslat yolunda atılması gereken bir diğer adım ise makam sevgisinden kurtulmaktır.

Mal sevgisinden kurtulan derviş için sırada makam sevgisinden kurtulmak vardır. Çünkü makam sevgisi yol kesicidir. Derviş makam alıp, hemen kırklardan ve keşif sahibi olmak ister. Fakat keşfin ağır yükünü bilmez. Kesif bütün alemin her türlü halini görüp ,ona sabretmek ve o insanlara merhamet etmek demektir.Yanindaki arkadasin aslan,her an seni parcalamak için uğraşıyor,öbürki arkadaşın kurt,şu tilki,bu cebinden paranı almaya çalışıyor, kimisi senden menfaatlanmaya uğraşıyor.Hepsini görüp sabretmek keşif sahibinin işidir.Fakat işin aslı evliya olmak değil “yok” olmaktır. Varlığı aramak niyedir? Var olanin makamı olur, yok olanın makamı olmaz. Bir diğer önemli adım Riyaset sevgisinden kurtulmaktır.

Riyaset, baş olma sevdasıdır. Ahir zaman gibi zorlu bir zamanda, dervişin ganimeti insanların onu tanımamasıdır. Kimse seni tanımassa ona göre dervişliğini yaparsın. Çünkü insanların pek çoğunun yüzü, insanın hüsrana uğraması için kafidir.Büyüklerimiz buyuruyor ki:“Hangi mürit ki kalbinde herhangi bir dünya metaı (dünyalık herhangi bir şeyin sevgisi) vardır.Ona mürit demek caiz değildir.” diyo.Mürit talebedir. Ahirzamanda talep edilmesi gereken makam “murat makamı”dır.Murat Allah`ın talep ettiğidir. Allah bir kulu talep etttiği zaman, asla bırakmaz.

Müridin ilk merhalesi, alem-i halk (yaratılan madde alemi) dediğimiz bu alemde terbiye olup bütün herşeyden kesilmesi ,bitmesidir. Mürit dünya ile ilgili her şeyden ilgisini keserse, yani onda dünyalık hiçbirşey kalmazsa, artık yerçekimi onun için geçerli değildir. Fizik kanunu değişir. O yükselmeye başlar. Dünya o kişiyi çekemez. Bu o kul için manevi bir miractır. Alem-i halktan, alem-i Emire çıkan kulun, orada manevi terbiyesi yapılır. Kulun letaifleri de terbiye edildikten sonra Kur`an ifadesi ile, “Allah Adem`e bütün varlıkların isimlerini ve hakikatini öğretti.” Ayeti tecelli eder. Kul tekrar ikinci seyrinde yeryüzüne inerken, ona bütün eşyanın hakikati öğretilir. Ve gösterilir ki artık bundan sonra o kula hiç birşey tesir etmez. Her şeyi dildiği gibi kullanır. Bu noktadan sonra, Allah`ın izniyle yeryüzüne hususi bir nazarla bakmaya başlar.

Ebul Abbas En Nusri Hazretlerinin talebesi Şeyh Muhammed (ra) buyurur ki:

Bu yolda iki şey çok mühimdir ve temeldir.

1.Allah'ın razı olacağı işlere içinden gelerek, azimle koşmak.

2. Bu yolun sırlarına ve inceliklerine Allah için dikkat etmek .

Yine derler ki: “Bir kul önce dünyayı sonra ahireti terk edip, ondan sonra kemikleri çatırdarcasına başına gelen büyük bela ve musibetlere maruz kaldığı vakit Allah`tan razı olmadıktan sonra seyri suluka başlayamaz.

Nakşibendi hz. Şöyle buyurur: .”Tarikat-ı Nakşibendide hedefe ulaşmak için 4 şey lazımdır.”.

1.terki dünya ,

2.terki ukba,

3.terki bendi,

4.terki terk.

Yani derviş ilk önce dünyayı terk edecek, ondan sonra ahireti terk

4.Makam sevgisinden kurtulmak

5.Riyaset sevgisinden kurtulmak.

edecek, sonra kendini terk edecek , en son da terkedilmişi terkedecek.

Terkedilmişi terketmenin manasını şu hikaye çok güzel anlatır.

Bir gün, Hasan-ı Basri hz`nin mürşidi onu imtihan için çağırır ve çarşıya gitmesini söyler. Mübarek çarşıya doğru yola çıkar. Şeyh Efendi de, iki derviş daha çağırır ve onlara, o Hasan-ı Basri hz. `ni taşlamalarını söyler. Dervişler başüstüne der ve çıkarlar. Aynen şeyh efendinin dediği gibi yaparlar. Taşın biri Hasan-ı Basri hz`nin topuk kemiğine geldi ve canını çok acıttı. Ayağından kanlar akan Hasan-ı Basri hz. geri döndü ve şöyle dedi: “Ben sizin ne istediğinizi biliyorum ama biz onu Basra`da bıraktık.” Onlara aslında dayak istediklerini fakat onun eskiden olduğunu, şimdi ise derviş olduğunu anlatmak istedi. Sofilerde bu lafı şeyhe ilettiler.

Şeyh şöyle dedi: “Demek ki daha terki terketmemiş. Hala Basradaki padişahlığını unutmamış.”

Allah`a giden yolda bir diğer husus, mürid, bağlı bulunduğu yolun kıymetini bilmelidir.

Eğer mürid kendi tarikatını en şerefli olarak bilmez, böyle itikat etmezse nefsi ona başka bir yol aramak için vesvese verir durur. İmamı Gazali hz En el min kuzzul mined delal isimli bir eseri vardır. Bu mübarek zat bu eserinde, senelerce her türlü insanın içerisinde bulunduğunu belirtmiştr. Ticaret ehli, siyaset ehli, idareciler, alimler, felsefeciler gibi birçok topluluk içerisinde bulunduğundan bahseder. Fakat en kamil, en salih olarak sofileri buldum der. Onların saf ve temiz olduklarından bahseder. Sofiler kimlerdir diye sorduklarında , “Nesi varsa yarı yarıya bölüşenlerdir. Üstündekini çıkartıp sana giydirenlerdir. Senin işini kendi işinden önce tutanlardır diye cevap verir. Ve ekler “Sofilerin yanından ayrılmayın.”

Nakşibendi tarikatı Ebu Bekir Sıdık`a uzanır. Onun mürşidi, Muhammed Mustafa(sav)`dir. Efendimz`in (sav) mürşidi Cebrail (as) ve her şeyin sahibi ve öğreticisi alimi mutlak olan ALLAH cellecelaluhu hazretleridir. Kişi böyle bir sarayda şahindir. Hz. Mevlana`nın şu hikayesindeki gibi… Bir padişahın güzel bir şahini vardı. Padişah ona çok güzel bakar, beslerdi. Her gün en özel sabunlarla onu yıkatır kuzu etinden başka bir şey yedirmezdi. Bir gün şahin saraydan başka bir yer yok mu? Birazcık çıkayım şöyle etrafı dolaşayım daha nice güzel şeyler vardır dedi. Şahin saraydan dışarı çıktı, dolaşmaya başladı. Akşam oldu, yolunu şaşırır, bir evin camına konar. Ev sahibi bir koca karıydı. İhtiyar, doğru dürüst gözleri görmez , elleri tutmaz, ayakta duramazdı. Yaşlı şahine acıdı, evine aldı. “Aman ALLAH'IM ne kadar hain sahibin varmış senin, bak tırnaklarını kesmemiş. Dedi ki seni güzelce yıkayayım, evimde tutayim bana bülbül gibi ötersin. Kocakarı şahini ayağından iple bağladı. Masanın üzerine koydu, önüne de unlu yalamaç gibi bir şey yaptı. Hadi ye bakalım dedi. Hergün et yemeye alışmış olan şahin , bunu görünce aklı başından gitti, yemedi. Kadın, şahinin kafasını tuttu tabağın içine soktu.Sonra da aldı şahini bir güzel tırnaklarını kesti. Sonra, şimdi de seni yıkayacağım dedi ve kaynayan suyu şahinin üstüne döktü. Sıcak suyun etkisinden şahinin tüyleri döküldü. İşte bu şahin gibi elinde bulunan nimetin kıymetini bilmeyen kişinin elinden bu nimet gider. Fakat nimetin kıymetini bilen kişi için Allah o nimeti artırır. Cenab-ı ALLAH'a ne kadar şükretsek azdır ki Mehdi (as)`ın zuhuruna az kalan şu ahir zamanda bize merhamet etti. İslam ülkesinde bir Müslüman evladı olarak dünyaya geldik. Bütün bu nimetlerin ve tasavvuf yolunun kıymetini bilmeliyiz. Aksi taktirde şahin gibi rezil rüsva oluruz. ALLAH Teala cümlemize ilahi bir idrak ve anlayış versin.

6. Mürid tarikatını , tarikatların

en şereflisi olarak bilmelidir.

Her Müslüman Allah`ın koyduğu bu kanunlara uymak mecburiyetindedir.

Fakat Allah`ın insanı yaratmasındaki asıl gaye “Allah`a kulluk”

olduğu için sadece şeriat ile Allah bulunamaz,

Allah`a esas manada ulaşılamaz. Çünkü Allah`a ulaşmak,

O`nda yok olmak demek, kulluk sırrına ermek demektir.

Bunun için öncelikle kulun Allah ve kendi hakkındaki itikadını

düzeltmesi gerekmektedir.

Page 28: Buhara Tasavvuf Dergisi

28 I BUHARA

FıkıhProf.Dr.Hamdi DÖNDÜREN

U.Ü.İlah.Fak.İsl.Huk.Ana.Dl.Ö.Ü

İSLÂM'DA TİCARET AHLÂKI

“Dürüst,

sözüne ve işine güvenilen

tüccar, nebîler,

sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.

(H.Şerif)

(Soru ve Cevaplar)“Müslüman tüccarın günlük hayatta dikkat etmesi gereken

başlıca etik değerler nelerdir?”

İslâm'da ticaretle ilgili, âyet ve hadislerde yer alan ortak nitelik, ticarî ve iktisadî hayatta aldanma, aldatma ve bu yolla oluşacak haksız kazancı önlemek ve karşılıklı risk ilkesini hâkim kılmak olarak özetlenebilir. Nitekim Medine'ye hicret sırasında yolda indiği nakledilen aşağıdaki ayetlerde ilk uyarı “doğru tartı” konusunda şöyle yapılmıştır: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline! Onlar insanlardan bir şey ölçüp alırlarken, tam olarak alırlar. Fakat başkalarına ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik verirler.” Hz. Şuayb'in (a.s) kavmine olan öğütlerinde de benzer uyarı yer alır.

Başka ayetlerde de mü'minler haksız kazanca karşı şöyle uyarılır: “Karşılıklı rızaya dayanan ticaret yolu dışında, mallarınızı aranızda bâtıl (haksız ve haram) yollarla yemeyin.” ”Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir bölümünü haram yollardan yemeniz için onları, hâkimlere (ve yöneticilere) vermeyin.” “Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah'ın yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara can yakıcı bir azabı müjdele!”

Hz. Peygamber (s.a.s) kendisi de bizzat alış-veriş yapmış, borçlanmış, rehin vermiş, ortaklık yapmıştır. O, insanlar çeşitli ticaret muameleleri yaparlarken peygamber olmuş ve onları ticaretlerinde serbest bırakmıştır. Ancak ticaret hayatında faiz, karaborsacılık, yalan, hile, gabin ve garar gibi haksız kazanca yol açabilen şeyler yasaklanmış, hak sahibinin hakkını alabildiği ve haksızlık yapmak isteyenin dışlandığı bir ekonomik sistem hedeflenmiştir.

Allah elçisinin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden bazıları şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” “Bir kimse, gıda maddelerini toplayıp günün rayiç fiyatı ile satsa, sanki onu yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış gibi sadaka ecri alır.”. “Ey tüccar topluluğu! Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!”. “Dürüst, sözüne ve işine güvenilen tüccar, nebîler, sıddîklar ve şehitlerle beraberdir.”

“ İslâm'da borçlu ve alacaklının sahip olduğu hak ve görevler nedir?” Her konuda olduğu gibi ticaret hayatında da verilen

sözlerin tutulması önemlidir. Kişinin özünün ve sözünün bir olması, sözünün senet sayılması, ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün öz deyişleri, toplumun vicdanında yer etmiştir. Büyük ölçüde kul haklarının söz konusu olduğu ticaret hayatında sözünde durmak, ticarî taahhütleri gününde yerine getirmek önemlidir. Aksi halde kul hakları ihlalleri ortaya çıkar ve helalleşme olmadıkça konu ahiretteki hesaplaşmaya kalır.

Kur'an-ı Kerîm'de, karşılıklı borçlanmalarda bunun yazıyla tespiti yanında, verilen sözlere ve yapılan antlaşmalara uyulması istenmiştir. Âyetlerde şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşme hükümlerini yerine getirin.” “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” Hz. Peygamber'in aşağıdaki hadisi de yukarıdaki âyetleri tefsir eder. “Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara uyarlar. Ancak haramı helal, helalı haram kılan şart bunun dışındadır.”

Diğer yandan ödeme güçlüğü içinde olan borçluya gerekli kolaylığın gösterilmesi gerekir. Âyette şöyle buyurulur:

Page 29: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 29

Hz. Peygamber (s.a.s) kendisi de bizzat alış-veriş

yapmış, borçlanmış, rehin vermiş, ortaklık yapmıştır.

O, insanlar çeşitli ticaret muameleleri yaparlarken

peygamber olmuş ve onları ticaretlerinde serbest

bırakmıştır. Ancak ticaret hayatında faiz,

karaborsacılık, yalan, hile, gabin ve garar gibi

haksız kazanca yol açabilen şeyler yasaklanmış,

hak sahibinin hakkını alabildiği ve haksızlık

yapmak isteyenin dışlandığı bir ekonomik

sistem hedeflenmiştir.

“Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyince kadar süre vermek vardır. Bilirseniz, borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.” Ancak ödeme gücü olduğu halde, borcunu vadesinde ödemeyen kimse alacaklıya zulüm yapmış olur. Hadiste şöyle buyurulur: “Zenginin borcunu ertelemesi bir zulümdür.” Alacaklı bu varlıklı kimseden alacağını mahkeme yoluyla zorla alabilir.

Bir kimse gerek ihtiyaç yüzünden ve gerekse yatırımlarını büyütmek, daha fazla mal alarak cirosunu arttırmak gibi amaçlarla da borçlanabilir. Ödeme gücünü aşmayacak şekildeki borçlanmalarda bir sakınca bulunmaz. Nitekim Hz. Peygamber de zaman zaman ihtiyaç yüzünden borçlanmıştır. Meselâ, bir Yahudî'den veresiye buğday satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır.

Ödemek niyetiyle borçlanan kimseye Cenab-ı Hak yardımcı olur. Ebû Hüreyre'nin (r.a) naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim ödemek niyetiyle borçlanırsa, Allah onu bu borcu ödemeye muvaffak kılar. Kim de başkasının malını telef etmek niyetiyle alırsa, Allah onu telef ettirir, ödemeye muvaffak olamaz.”

Borçlanmada niyetin önemi Ebû Ümâme (r.a)'ın naklettiği şu hadiste daha açıktır: “Bir kimse ödeme için borçlanır, fakat borcunu ödeyemeden ölürse, Allah onun borcundan vazgeçer ve istediği bedeli vererek alacaklısını razı eder. Buna karşılık ödeme niyeti olmaksızın borçlanan kimse, borcunu ödemeden ölürse, Yüce Allah ondan alacaklıların hakkını alır.”

Ancak bu dua ve sakındırmalar, İslâm'da borçlanmanın caiz olmad ığı anlam ına gelmez. Borçlanmada ölçünün kaçırılmaması ve ödeme gücünü aşacak borç yükü altına girilmemesi istenir.

Cenab-ı Hak'tan

haramdan arınmış,

bereketli helal rızık nasibetmesini

dileriz.

Mutaffifîn, 83/1-3. bk. A'raf, 7/85. Nisâ, 4/29. Bakara, 2/188. Tevbe, 9/34. İbn Mâce, Ticârât, 1. İbn Mâce, Ruhûn, 16. Ebu Dâvud, Buyû', 1. Tirmizî, Buyû', 4; İbn Mâce, Ticârât, 1; Dârimî, Buyû', 8. el-Mâide, 5/ 1.

el-İsrâ, 17/ 34. Buhârî, İcâre, 14; Tirmizî, Ahkâm, 17. Hadisteki son cümle yalnız Tirmizî rivâyetinde vardır. Bakara, 2/280. Buhârî, Havâle, 1, 2, İstikrâz, 12; Müslim, Müsâkât, 33; Ebû Dâvûd, Büyû', 10; Tirmizî, Büyû', 68. Buhârî, İstikrâz, 1, Büyû', 14, 33, 37, 88, Selem, 6, Rehn, 1; Müslim, Müsâkât, 124-126. Buhârî, Zekât, 18, İstikrâz, 2; İbn Mâce, Sadakât, 11; A. İbn Hanbel, II, 361. Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarîh Terc., 7. baskı, Ankara 1984, VII, 273.

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

15

16

17

Page 30: Buhara Tasavvuf Dergisi

30 I BUHARA

İmam Hakikatleri

Dr.Oktay BABUNA

Eğer iman etmiyorsa herhangi bir hastalıkta veya bir

kaza durumunda geleceği için kendince planlar yapan kişinin

bir anda tüm yaşamı alt üst olacaktır. Çünkü yaptığı planlarda

bu kişi hastalık veya kaza gibi bir olaya hiç yer vermemiştir.

Hatta birçoğu, sağlıklı bir bedene sahipken -her gün binlerce

kişinin başına gelebilen- bu tarz olaylarla bir gün karşı karşıya

kalabileceğini düşünmemiştir bile.

Söz konusu kişiler böyle bir durum oluştuğunda hemen

isyankâr bir tutum içine girebilir. "Niye benim başıma böyle bir

olay geldi?" gibi batıl düşüncelerle kader gerçeğine uygun

olmayan bir davranış gösterebilirler. (Allah'ı tenzih ederiz)

Bu yanlış mantıkla hareket eden, din ahlakından uzak

yaşayan insanlar için bir hastalık veya kaza anında tevekkül

etmek ya da karşılaştıkları olaya hayır gözüyle bakmak

mümkün olmayacaktır. Oysa insan birçok acizlikle

yaratılmıştır. Çok çabuk hasta olabilmekte, küçük bir virüsün

etkisiyle günlerce yatakta kalabilmektedir. Kanser, sarılık, tifo

gibi hastalıklara oranla "basit" olarak nitelendirilecek bir

hastalık olan grip bile, bir insanın vücut direncinin ciddi

anlamda güçsüz kalmasına neden olabilmektedir.

Hastalığa Neden Olan Virüsleri de

Hastalığı İyileştiren İlaçları da Allah Yaratır

Kader gerçeğini kavrayamamış olan insanlar, başlarına

gelen hastalığın sebebi olarak yalnızca virüsleri veya

mikropları görür. Yine aynı şekilde bir trafik kazası

geçirdiklerinde, bunun tek sebebinin kötü araba kullanan bir

insan olduğunu zanneder. Hâlbuki gerçek böyle değildir.

Hastalığa sebep olan her mikroorganizma veya insana zarar

veren her araç, her insan Allah'ın sebep olarak yarattığı

varlıklardır. Ve bu varlıkların hiçbiri başıboş değildir; tümü

Allah'ın kontrolü ile hareket etmektedir. Eğer bir virüs

yüzünden bir insan ağır bir hastalığa yakalanıyorsa bu, Allah'ın

bilgisi dahilindedir. Eğer bir araba bir insana çarpıp onu sakat

bırakıyorsa, bu da Allah'ın yarattığı kadere tabi bir olaydır.

Hastalığı meydana getiren Allah'tır, tedaviyi yapan doktoru

yaratan, ona bildiklerini öğreten, ilacı yaratan, yutulmasını

sağlayan ve şifaya vesile eden Allah'tır.

Allah ilacı hastalıkların iyileşmesi için bir sebep

olarak yaratır. Bir ilaç aynı titizlikle uygulandığı, aynı

yöntemler kullanıldığı halde, aynı hastalığa yakalanmış

ALLAH HASTALIKLARIN ARDINDA BİRÇOK HİKMET GİZLEMİŞTİR

kişilerden birine etki edip, diğerine etki etmeyebilmektedir. Şifayı veren ilaçlar değil Yüce Rabbimiz Allah'tır.Bir insan ne yaparsa yapsın bunları değiştiremez; kaderinden tek bir anı bile çekip çıkaramaz. Çünkü kader bir bütün olarak yaratılır. Ve sonsuz kudret sahibi Allah'a teslim olan, O'nun sonsuz aklına ve rahmetine güvenip dayanan insan için hastalık da kaza da musibet gibi görünen olaylar da sonu hayırla bitecek geçici imtihanlardır. Önemli olan, Allah'a iman eden, O'nun yaratmış olduğu kadere teslim olan insanların bu tür zorluk ve hastalık anlarında gösterecekleri güzel ahlaktır.

İman eden bir insan hastalandığında, şifa için Allah'a dua eder. Bu duanın devamı ve fiili bir şekli olarak doktora gider. İlaç kullanmaya başlar ancak kesinlikle şifanın Allah'tan geldiğini

unutmaz. Allah Kuran'da bu gerçeği Hz. İbrahim'in (as)

şu sözleriyle bildirmiştir:

"Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur; bana

yediren ve içiren O'dur; hastalandığım zaman bana şifa

veren O'dur; beni öldürecek, sonra diriltecek olan da

O'dur." (Şuara Suresi, 78-81)

İlaç etki etse de etmese de iman edenler bunda bir hayır

olduğunu bilir. İlaç etki etmiyor ve kişinin hastalığı

iyileşmiyor gibi görünebilir ama o kişi Allah'a olan imanı,

tevekkülü ve güzel ahlakı nedeniyle cennete gidiyor olabilir.

Page 31: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 31

Allah ilacı hastalıkların iyileşmesi için bir sebep olarak

yaratır. Bir ilaç aynı titizlikle uygulandığı, aynı yöntemler

kullanıldığı halde, aynı hastalığa yakalanmış kişilerden birine

etki edip, diğerine etki etmeyebilmektedir. Bu, ilacın sadece

bir sebep olduğuna delildir. Hastalığı iyileştiren ilaç olsa aynı

tedaviyi aynı şekilde uygulayan hastaların tümünün iyileşmesi

gerekirdi.

Allah'a iman eden, O'nun yaratmış olduğu kadere teslim

olan insanlar her tür zorluk ve hastalık anlarında gösterecekleri

güzel ahlakla doğru yolda olacaklardır. Hastalıklar ve kazalar,

müminlerin sabırlarını ve ahlaklarının güzelliğini

gösterebilecekleri ve Allah'a yakınlaşmak için

kullanacakları çok önemli fırsatlardır. Allah Kuran'da

zorluklar karşısında gösterilecek sabrın önemini anlatırken

hastalık dönemini de belirtmiştir:

“… İyilik, Allah'a ahret gününe, meleklere, Kitaba ve

peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu

yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-

dilenene ve kölelere veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı

veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile

zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda

sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar,

doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara,

177)

Hastalıklar Allah'a Yakınlaşmaya Vesiledir

Fiziksel bir rahatsızlıkla karşılaşan insanın güzel ahlak

göstermek için bütün bunların birer imtihan olduğunu; hastalığı

da şifayı da yaratanın sadece Allah olduğunu düşünmesi gerekir.

Eğer kişi hastalığındaki veya uğradığı kazadaki hayırları ve

hikmetleri düşünürse, bunları o an için göremese bile sabır

gösterirse –Allah'ın izniyle- karşılaştığı zorluktan hem dünyada

hem de ahirette çok karlı çıkar. Dünyada geçici bir zorluk

yaşayabilir ama Allah'ın izniyle ahirette Rabbimiz'e içten teslim

olmuş olmanın sonsuz güzelliği ile mükâfatlandırılır.

Allah dilerse insan hiçbir zaman hasta olmaz, ağrı

duymaz veya acı çekmez. Ama eğer insan böyle bir zorlukla

karşılaşırsa da bilmelidir ki, bu zorluğu yaşamasının, hem

dünyanın geçiciliğini hem de Allah'ın sonsuz gücünü

anlayabilmesi açısından pek çok hikmeti vardır.

Unutulmamalıdır ki, bu gerçeği kalben kavrayabilmek ve asıl

olarak böyle bir olayla karşılaştığında güzel ahlak gösterebilmek

çok önemlidir.

Hastalıklardaki Bazı Hikmetler

—Hastalık insana acizliğini ve Allah'a muhtaç olduğunu

hatırlatır. Mikroskobik bir virüsün kendi bedeni üzerinde

meydana getirdiği zayıflığa engel olamayan insan, böyle anlarda

acizliğini ve Allah'a ne kadar muhtaç bir durumda olduğunu çok

daha iyi kavrar.

—Hastalıkla birlikte sağlıklı olmanın Allah'ın bir lütfu ve

nimeti olduğu daha iyi anlaşılır. Uzun süre hasta olmayan,

dolayısıyla bir rahatsızlık, ağrı ya da acı hissetmeyen insan bu

duruma alışır. Ama ani bir hastalık ile karşılaştığında aslında

sağlıklı olmanın Allah'ın bir lütfu olduğunun farkına varır.

—İnsan ciddi bir hastalıkta dünyanın geçiciliğini, ölümü

ve ahireti daha çok düşünür hale gelebilir. Bazı insanlar hayati

önemi olan bir hastalığa yakalandıklarında ya da bir uzuvlarını

kaybettiklerinde bunu kendileri için kötü bir olay olarak

değerlendirebilir. Oysa belki de bu kişinin hastalığı dert olarak,

bela olarak değil, ahirette kurtuluş bulması ve yalnızca Allah'a

yönelmesi için bir vesile olarak kendisine verilmiş olabilir.

—İnsanın Allah'a olan duası ve yakınlığı artar. Ciddi bir

hastalığın vücut üzerindeki belirtileri arttıkça birçok insan

düşünmekten kaçtığı ölümü düşünmeye başlar ve bu durumda

kişi tüm samimiyetiyle Allah'a dua ederek sağlıklı bir hale

gelmeyi ister.

— Hastalığı öncesinde Allah'a tam olarak teslim olmamış

bir kişi belki hastalığı sayesinde bu güzel özellikleri kazanabilir;

geçici dünya hayatındaki kısa süreli sıkıntılarının karşılığında

sonsuz cennet hayatının nimetlerine kavuşmayı umabilir.

Page 32: Buhara Tasavvuf Dergisi

Hikmetli SözlerFulya ÖZBEKLER

32 I BUHARA

“İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.“ (Hz.Ömer(r.a))

***

“Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma!

Kalp kırmak, Allah Teâlâ'yı incitmek demektir.“ (Ahmed Yesevî Hz.)

***

“Allah'a giden yolun köprüsü, malını O'nun uğruna saçmaktır.“ (Şems-i Tebrîzî)

***

“Cömertliğin aslı, kendi malından verip, başkasının malını korumaktır.“ (Hz. Ali (r.a))

***

“Senin yanında başkasını çekiştiren, seni de başkasının yanında çekiştirir.“ (İmam ı Şafî)

***

“Her şeyin bir şerefi vardır. İyiliğin şerefi de çabuk yapılmasındandır.“ (Hz.Ömer(r.a))

***

“İyilik, sana kötülük edene iyilik etmendir.

İyiliğe karşı iyilik etmek, satın aldığın bir şeyin parasını vermeye benzer.“ (Süfyan-ı Sevri)

***

“Sen bizim suretimize değil, siretimize bak.“ (Hz. Mevlana Celaleddin I Rûmi)

***

“Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile yakamaz.

Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen benliğini yakıver.“

(Hz. Mevlana Celaleddin I Rûmi)

***

“Aklı olandan korkmak gerek

Nefs elinden, hırs elinden.

Nefstir seni yolda koyan,

Yolda kalır nefse uyan.“

(Yunus EMRE)

Page 33: Buhara Tasavvuf Dergisi

Hadis i ŞerifDr.Abdullah KARAHAN

U.Ü.İlah.Fak.Had.An.Dl.Öğr.Ü.

www.buhara.org I 33

Üsame b. Zeyd şöyle nakleder: “Allah Elçisi (s.a.v)' e, “Ey Allah'ın Resûlü! Hiçbir ayda Şaban ayı kadar oruç

tuttuğunu görmedim” dedim. O da şöyle buyurdu: “Bu ay Receb ile Ramazan arasında insanların gafil bulundukları bir

aydır. Bu ay içinde ameller âlemlerin Rabbi olan Allah'a arz olunur. Ben de amellerimin oruçlu olduğum halde Allah'a

arz olunmasını isterim.” (Nesai, Sıyâm, 70)

***

“Ramazan geldiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (Buhârî, Savm, 5;

Müslim, Sıyam, 1, 2)

***

"İnanarak ve karşılığını Allah'tan umarak Ramazan'ı ibadetle geçiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır." (Buhari,

İman, 27; Müslim, Salât'ül Müsâfirîn, Kasruhâ, 174)

***

Aziz ve celîl olan Allah şöyle buyurur: “İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç ise benim içindir,

mükâfatını da ben vereceğim.” buyurmuştur. Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga

etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: 'Ben oruçluyum' desin. Canımı elinde bulunduran Allah'a yemin

ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı

vardır: Birisi, iftar ettiği zaman; diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (Buhârî, Savm 9; Müslim,

Sıyâm 163)

***

“Sahura kalkınız! Sahurda bereket vardır.” (Buharî, Savm: 20; Müslim, Sıyam: 9)

***

“Her kim inanarak ve sevabını yalnızca Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini ibadetle geçirirse, geçmiş bütün günahları

bağışlanır.” (Buhari, İman, 25)

***

Ali (r.a.)'den nakledildiğine göre: “Resûlullah (s.a.s.), Ramazan'ın son on gününde aile fertlerini ibadet etmeleri için

gece uyandırırdı.” (Tirmizi, Savm, 73)

***

“Ramazan orucunu tutan ve buna şevval ayında altı oruç daha ekleyen kişi, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur.”

(Müslim, Sıyâm 204)

***

“Oruçlu bir kimse yalanı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse, onun yemesini içmesini terk etmesine Allah'ın hiçbir ihtiyacı

yoktur.” (Buhârî, Savm, 8)

***

“Oruçlulara iftar yemeği veren kimseye, yemek yiyenlerin sevaplarının bir misli verilir. Ancak onların sevaplarından hiç

bir şey eksilmez.” (İbn Mâce, Sıyâm, 45)

***

“Azîz ve celîl olan Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için, geceleyin rahmet kapısını açık tutar. Gece

günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüz rahmet kapısını açık bekletir. Bu uygulama güneş batıdan

doğuncaya (kıyamete) kadar böylece devam eder.” (Müslim, Tevbe 31)

***

“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allah Teâlâ affeden kulunun değerini artırır. Allah rızası için alçak gönüllü olanı Allah

yüceltir.” (Müslim, Birr, 69)

Page 34: Buhara Tasavvuf Dergisi

34 I BUHARA

Tıbbi NebeviDr.Kasım ALTINDAŞ

HACAMAT

(KUPA TERAPİSİ=KAN ALDIRMAK)

zel vakumlu kupalar ile kan alma yöntemi olan hacamat damardan kan aldırma yönteminden tamamen farklı bir Öuygulamadır. Uygulandığı bölgelerin özelliği nedeniyle

klasik damardan kan aldırma yönteminden farklı etkileri vardır. Vücudun rahatlaması, yeni kan üretiminin başlaması, vücuttaki hafifleme hem damardan kan aldırma yönteminde hem de hacamatta çok kolaylıkla hissedilir. Hacamatın yapıldığı bölgelerde bulunan akupunktur noktalarının ciddi bir şekilde uyarılması sonucu farklı etkileri ortaya çıkmaktadır. Akupunktur noktalarının uyarılması nedeniyle hacamat yönteminin rahatlatıcı etkisi çok hızlı bir şekilde hissedilir. Ayrıca vücutta birikmiş toksik maddelerin atılımı sayesinde vücut yükten kurtulduğu için organ fonksiyonları da mükemmelleşmektedir.

Hangi araç ve metotla olursa olsun kan aldırma ile ilgili uygulamalar bir hekimin muayenesi ve tavsiyesi ile yapılmalıdır. Hekim tarafından uygun görüldükten sonra hacamat yapılacak bölgenin sterilizasyonu sağlanır. Ardından kupalar vakumlanarak kapatılır. Kısa bir süre vakumlama işlemi yapıldıktan sonra bölge bisturi ucu veya bir lansetle kanın çıkabileceği şekilde çizilir. Buraya tekrar kupalar vakumlanarak kapatılır. Bundan sonra kupaların içine kan dolmaya başlayacaktır. Hekimin uygun gördüğü ölçüde kan alma işlemi yapılmalıdır.

Hacamat uygulanan bölgede mikrosirkülasyon artmakta dolaşım rahatlamaktadır. Kan ve dokulardan toksinlerin atılmasını sağlar.

Uygulamanın yapıldığı akupunktur bölgesinin özelliği ile alakalı olarak ilgili organlarda lenfatik drenajlar açılmış olur. Böylelikle o organların üzerindeki stres azalır. Akupunktur etkisi hacamatın tedavi edici özelliğini açıklayabilmektedir.

Klinik çalışmalar ile ispatlanmış bir faydası da vücudun ürettiği tabii kortizonun artmasıdır. Bu da hacamat sonrası ağrılı durumların azalmasını hatta ağrıların yok olmasını sağlamaktadır.

Vücuttan kan çıkması nedeniyle yeni kan üretme mekanizmaları harekete geçmektedir.

Peygamber efendimiz 'Damardan veya deriden kan aldırmak, tedavi olduğunuz şeylerin en faydalılarındandır' buyurmuştur.

Yine Efendimiz Aleyhisselam 'Miraç gecesinde meleklerden hangi topluluğa uğradımsa bana şöyle tavsiye ediyorlardı. ''Ya Muhammed size tedavi maksadıyla kan aldırmanızı tavsiye ederiz. Ümmetine de kan aldırmalarını tavsiye ediniz.' buyurmuştur.

Kan aldırmanın en uygun olduğu zamanlarla ilgili olarak Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü vesselam 'Her kim ayın onyedi, ondokuz veya yirmibirinci günlerinde kan aldırırsa (kan hücumundan dolayı meydana gelen) birçok hastalıktan şifa bulur.''buyurmuştur. Bir diğer hadiste de ''Ayın onbeş, onyedi, ondokuz veya yirmibirinci günleri kan aldırınız. Zira bugünlerde kan hücuma geçerek sizden birinizi öldürmesin.'' şeklinde buyurarak kan aldırmanın uygun olduğu günleri ümmetine öğretmiştir.

Bu konuyla ilgili olarak Semüre b. Cündüb (r.a) demiştir ki: Ben, Peygamber Aleyhisselam'ın yanında idim. Bir hacamatçı çağırdı ve kendisinden kan alınmasını istedi. Hacamatçı da boynuzlar ve neşterler çıkardı ve kan alınacak yeri neşterin sivri ucuyla deldi. Bunun üzerine kan, yanındaki bir kaba (şişeye) dökülmeye başladı.Bu sırada Feraze oğullarından bir kimse geldi de: ”Ya Resülullah! Bu nedir? Niçin vücudunu bununla kestiriyorsun?” diye sordu. Peygamber Aleyhisselam da: “Bu kan aldırmaktır” buyurdu . Adamcağız bu defa: “Kan aldırmak nedir?” Diye tekrar sordu. Peygamber Aleyhisselam: ”Kan aldırmak, insanların tedavi oldukları şekillerin en iyilerinden (en şifalılarından) dir” buyurdu.

Yine Peygamber Aleyhisselam bir Hadis-i Şeriflerinde hacamatçıyı medhederek şöyle buyurmuştur: “Vücuttan kan alan kimse (hacamatçı) ne güzel bir insandır. Çünkü kirli kanı giderir, sırtı hafifletir, gözün görme duyusunu da kuvvetlendirir” buyurmuştur.

Peygamber Efendimizin özellikle tavsiye ettiği bir uygulama olması nedeniyle Tıbbı nebevinin önemli öğelerinden biri olan hacamat insanların ilgisini çekmekte ve yaptırmak isteyenlerin işi bilen ehil hekimleri bulmakta zorlandığı görülmektedir. Hadislerde pazar, pazartesi, salı ve perşembe günleri yapılması ve hicri ayın ikinci yarısındaki tek günlerde yapılması tavsiye edilmektedir. Bu nedenle sağlık için bir sünneti yapmak amacıyla yapılacaksa vaktine ve şartlarına riayet edilerek yaptırılmalıdır. Ancak hastalık durumunda ve tedavi amacıyla yapılacaksa vaktin önemi kalmamaktadır. Sadece hacamatın yapılacağı günlere riayet etmek uygun olabilir.

Hacamat yapılacaksa yapılacağı günden önceki gün hayvansal gıda alınmamalıdır. Tuz kullanımını da aza indirmek gerekir. Ayrıca efor gerektiren eylemlerden de kaçınılmalı dinlenmiş bir vücuda yapılmalıdır. Uygulamanın yapıldığı gün de bunlara riayet edilmeli ayrıca sıcak banyo yapılmamalıdır. Süt ve süt ürünleri tüketilmemelidir. İşlem bittikten sonra birkaç saat bir şey yenilmemesi de önemlidir. Hacamat yaptırmaya karar veren mutlaka bir hekime danışmalı ve hacamat yaptırmasına mani bir durumunun olup olmadığı da irdelenmelidir. 60 yaşından büyüklere, adet esnasında, çocuklara, kan hastalığı olanlara uygulanmaz

Özellikle İlkbaharda yani

Nisan, Mayıs, Haziran aylarında yaptırılan hacamat çok faydalıdır.

Page 35: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 35

Yine Efendimiz Aleyhisselam

'Miraç gecesinde meleklerden

hangi topluluğa uğradımsa bana şöyle tavsiye ediyorlardı.

''Ya Muhammed size tedavi maksadıyla kan aldırmanızı tavsiye ederiz.

Ümmetine de kan aldırmalarını tavsiye ediniz.'

buyurmuştur.

Yine Peygamber Aleyhisselam

bir Hadis-i Şeriflerinde hacamatçıyı medhederek şöyle buyurmuştur:

“Vücuttan kan alan kimse (hacamatçı) ne güzel bir insandır.

Çünkü kirli kanı giderir, sırtı hafifletir,

gözün görme duyusunu da kuvvetlendirir”

buyurmuştur.

Page 36: Buhara Tasavvuf Dergisi

36 I BUHARA

ÇOCUĞA

İBADETLER NASIL

ANLATILMALI VE NASIL

ÖĞRETİLMELİDİR?

BüyüteçYazar Aylin ATMACA

Çocuklara Allah korkusu ve Allah sevgisinin erken yaşlarda verilmesi gerektiği konusunda hiç kimsenin kuşkusu yoktur. Halk arasındaki tabirle

“Ağaç yaşken eğilir” sözünün doğruluğu açıktır. Ancak aileler çocuklarına bu eğitimi verirken bilinçli davranmalı, isabetli hareket etmeli ve doğru yöntemleri benimsemelidir.

Pek çok aile çocuklara verilecek din eğitiminin önemli

olduğunu düşünür ancak kimi zaman geleneksel yöntemlerle hareket ederek asıl verilmesi gereken eğitimi göz ardı eder. Örneğin çocukları yalnızca Kuran Kurslarına göndererek, Kuran'ın Arapça okunuşunu öğreterek çocuklara yeterli din eğitimini verdiklerini sanırlar. Elbette ki Kuran dilinin öğretilmesi çok faydalıdır. Ancak bu yapılırken mutlaka anlamlarının da öğretilmesi gerekir. Çocukların neyi öğrendiklerini ve neyi yaşadıklarını bilmeleri sağlanmalıdır. Verilmesi gereken en acil eğitimlerden birisi ise imanın oluşması için iman hakikatlerinin anlatılması ve ardından çocuğa ibadet bilincinin aşılanmasıdır. Bunun için yapılması gereken ise öncelikle çocukta imani temelin atılması ve bunun günden güne yapılan telkinlerle sağlamlaştırılmasıdır. Anlatımdaki tekrarlar ve kullanılan telkin metodları aslında Kuran'da da kullanılan bir yöntemdir. Bilindiği gibi Cenab-ı Allah Kuran'da birçok konuyu defalarca anlatarak, tekrarlayarak bizlere telkin etmektedir. Tekrarlar ve telkinler o konunun çok iyi anlaşılmasını ve sağlamlaşmasını sağlar. Bu nedenle çocuklara yapılacak anlatımlarda ikna, telkin ve anlatımların tekrarı son derece önemlidir. Bunun yanı sıra çocuklara karşı kullanılan üslup da büyüklere kullanılan üsluptan farksız olmalıdır. Elbette ki sadelik ve kolaylık prensibi uygulanmalı ancak ciddiyet ve muhatap almak açısından çocuğa, yetişkin bir insanla konuşuluyor hissi verilmelidir. Böylece çocuk kendisine saygı duyulduğunu ve muhatap alındığını hissedecek, o da anlatan kişiye karşı aynı şekilde saygılı ve ciddi yaklaşacaktır. Çocuk ses tonu ve çocuk üslubuyla, çocuklanarak yapılan anlatımlar

kişiye saygı duymasını engelleyecektir.

Çocuğa ibadetlerle ilgili konuları anlatırken kalpte gerçek iman oluşmadan yalnızca ibadetlerin anlatılmasının da çocuğu ters yöne itebileceği, daha da kötüsü münafıkane bir yapının gelişmesine sebep olabileceği unutulmamalıdır. Sade ve yalın bir şekilde, samimi bir kalple konunun özü çocuğa anlatılmalıdır.

Öncelikle Allah'ın büyüklüğü, gücü, insanlar üzerindeki nimetleri anlatılmalı, çocuğun kalbinde Allah inancı tesis edilmeli, en önemlisi de Allah sevdirilmelidir. Allah'ın evreni ve dünyayı kusursuz bir şekilde var ettiği, bizi ısıtması ve enerji vermesi için Güneş'i yarattığı, evrendeki her şeyi kusursuz bir denge ve uyumla halk ettiği anlatılmalıdır. Evrendeki yıldızların, bulutların, dağların, ırmakların, hayvanların, bitkilerin, var olan her şeyin Allah tarafından yaratıldığı, bütün bu varlıkların insanların faydası için var edildiği, dolayısıyla insanların sahip oldukları her şeyi, bütün güzellikleri, bütün nimetleri Allah'a borçlu oldukları ifade edilerek, bundan dolayı Allah'a minnet duyguları içinde olmaları, teşekkür etmeleri gerektiği ifade edilmelidir. Allah'a teşekkür etmenin ise O'nun emir ve yasaklarına tam uyarak, O'nu hoşnut etmeye çalışarak olacağı belirtilmelidir.

“Allah Kendisi'ni tanımamız için bize akletme ve düşünme yeteneklerini vermiştir. Bunun yanı sıra Allah, bize Kendisi'ni tanıtmak ve insanlardan neler istediğini bildirmek için kitaplar yollamıştır. Ayrıca Rabbimiz üstün ahlak özelliklerine sahip peygamberleri, isteklerini insanlara aktarmaları ve onlara örnek olmaları için görevlendirmiştir. Biz, Allah'ın beğenip bize karşılığında ödül vereceği davranışları, beğenmeyip hoşnut olmadığı ve karşılığında ceza vereceği davranışları hep Allah'ın bildirmesiyle öğreniriz. Her insan dünyada yaşadığı olaylarla denemeden geçirilir, karşılaştığı olaylara vereceği tepkiler, bu olaylar karşısında söyleyeceği sözler, zorluklara sabredip

Page 37: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 37

Çocuğa ibadetlerle ilgili

konuları anlatırken

kalpte gerçek iman

oluşmadan yalnızca

ibadetlerin anlatılmasının da

çocuğu ters yöne itebileceği,

daha da kötüsü

münafıkane bir yapının

gelişmesine sebep olabileceği

unutulmamalıdır.

Sade ve yalın bir şekilde,

samimi bir kalple

konunun özü çocuğa anlatılmalıdır.

tepkiler, bu olaylar karşısında söyleyeceği sözler, zorluklara sabredip

sabretmeyeceği diğer bir deyişle güzel ahlaklı olup olmayacağı, yani

Allah'ın beğendiği ahlakı yaşayıp yaşamayacağı ile imtihan edilir. Bu

sınavdaki başarısına göre ölümün ardından sonsuz yaşamında nasıl

bir yerde nasıl bir yaşam süreceği belirlenir.” İşte bu gerçeklerin

çocuğa yine anlaşılır ve yalın bir dille anlatılması şarttır. Tüm bunlar

detaylandırılarak, örneklendirilerek sık sık çocuğa anlatılmalı, dünya

hayatının bir imtihan yeri olduğu, insanın bu dünyada gösterdiği

davranışlara göre sonsuz hayatında cennete girmeyi hak ettiği ya da

cehennemle cezalandırıldığı ifade edilmelidir. Bu konular son derece

önemlidir, sık sık anlatılmak suretiyle beynine bu gerçekler

yerleştirilmelidir.

“Çocuğa Allah korkusu değil Allah sevgisinin verilmesi

gerektiğiyle” ilgili görüşlere itibar etmemek gerekir. Zira çocuk hem

korkuyu hem sevgiyi öğrenmelidir. Aksi takdirde korku olmadığında

Allah'ın emir ve yasaklarına titizlik, ibadetlerde istikrar gibi

konularda (Allah korusun) rahat davranabilir. Sonra da yine çocuğun

kendi hayatından örneklendirilmeler yapılmalıdır. Çocuğa

ibadetlerin nasıl yapılacağı elbette ki anlatılmalı, örneğin namazın

nasıl kılınacağı gösterilmeli ve bizzat örnek olunarak öğrenmesi

sağlanmalıdır. Fakat sadece bu ibadetleri teknik olarak öğrenmesi

yeterli görülmemeli, içinde o ibadete karşı istek uyandırılmalıdır.

Eğer Allah'ı çok severse, çok sevdiği Yaratıcısı'nı hoşnut etmek için

elinden gelen herşeyi yapacaktır. Bu yüzden her fırsatta Allah'ı

sevmesi için örnekli anlatımlar yapılmalı, çocuğun kendi günlük

hayatından misaller verilmelidir. Bunun yanı sıra Allah korkusu da en

az Allah sevgisi kadar önemli görülmelidir. Bunun için cehennem

anlatımları çok önemlidir. Cehennemin nasıl bir yer olduğuna dair

gerçekçi tasvirler yapılmalı, hatta yabancı filmlerden kıyamet

sahneleri, afet sahneleri tarzında bölümler bizzat seyrettirilerek,

cehennemin gözünde canlanması sağlanmalıdır. Korkunun nasıl bir

şey olduğunu anlaması sağlanmalı, ama bütün korkulardan

arınabilmek için sığınabileceği tek varlığın Allah olduğu bunun için

Allah'ın emir ve yasaklarına titiz olması gerektiği, aksi takdirde

varlığı kaçınılmaz, sonsuz bir azabın herkes gibi onu da

bekleyebileceği ifade edilmelidir. Bunlar yapılırken çocuk ürker,

korkar, psikolojisi bozulur diye düşünmek yanlış olur. Korku bir

gerçektir, bu yapılırken çocuğun çeşitli varlıklara ya da objelere karşı

korku duygusunu yaşaması amaçlanmamakta tam tersine Allah'tan

başka hiçbir şeyden korkmaması hedeflenmektedir.

Unutulmamalıdır ki Allah korkusu ve Allah sevgisi tam oluşmuş

ve yerleşmiş bir çocuk inşaAllah çok sağlam yetişecektir. İbadetlerini

yapma konusunda doğal olarak titiz olacak ve kimsenin teşvik ya da

takibine gerek kalmadan bunu yapacaktır.

Anne baba olmak yalnızca o çocuğu yedirip, içirip, iyi okullarda

okutup, meslek sahibi olmasını sağlamak değildir, anne baba

olmak çocuğun imanlı bir insan olarak yetişmesi için elinden gelen

her şeyi yapmak gibi önemli bir sorumluluğu beraberinde getirir.

Bütün bunlara rağmen hidayeti verecek olan yalnızca Allah'tır. Bu

nedenle sürekli Allah'a dua ederek çocuğun imanlı bir insan yani

hidayet ehli olması istenmelidir.

««

Page 38: Buhara Tasavvuf Dergisi

Hizmetlerimiz

Bursa Halilurrahman Aşevinde yapılan şadırvan Bursa`daki en büyük şadırvan olarak yerini alacaktır. Ziyaretçiler su sesi ile huzur buldukları bir ortama kavuşturulacaktır.

Halilu'r Rahman Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği olarak bu üç ayımızı da dolu dolu geçirmeye gayret ettik. Allah'ın yardımı, sultanlarımızın maddi manevi tasarrufu, sizlerin de desteğiyle günden güne daha da büyüyerek

hizmetlerimize devam etmekteyiz.Bu üç aylık çalışmalarımız ise önümüzdeki mübarek üç aylarda yardıma ihtiyacı olan kardeşlerimize yardım elimizi uzatabilmeye yönelik olmakla birlikte aşevimizi ve derneğimizi ziyarete gelen

kardeşlerimize daha rahat imkânlar sunabilmeye yönelik gerçekleşti.

Page 39: Buhara Tasavvuf Dergisi

Çankırı Gölez Köyünde Mevlid Kandili Etkinlikler le ve Kurban Kesilerek KutlandıEfendimiz`in (s.a.v) dünyaya teşrifini sevinçle yad ettiğimiz mübarek Mevlid Kandili Çankırı Gölez Köyünde adeta bayram şenliği atmosferinde kurbanlarla kutlandı. Köylüler ve Halilu'r Rahman Derneğinden ekibimiz Efendimiz`e olan sevgilerini, muhabbetlerini, Allah`ın ve Peygamber Efendimiz`in hoşnut olacağı bir ibadet olan

kurban kesimi ile gösterdiler. Hizmette yarışan sufi kardeşlerimiz el birliği ile hazırlanan kurban etlerini pişirilmeye hazır hale getirdiler. Bu sıcacık sevgi ve kardeşlik ortamında kesilen kurbanlar ve Mevlid Kandilinin manevi atmosferi ile Asr ı Saadetten tatlı bir esinti hissedildi imanlı gönüllerde.

Kesilen kurbanlar ve cömert köy halkının da katkılarıyla pişirilen yemeklere sevgi, muhabbet ve kardeşlik te eklenince yemekler yiyenlerin maddi ve manevi hastalıklarına şifa oldu. Aynı zamanda bu birliktelik neredeyse unutmaya yüztutan birlik beraberlik duygularımızı da sahabenin kardeşlik anlayışında perçinlemiş oldu.

Ecdadımızın asil bir geleneği olan köy odasında toplanan köylü kardeşler ve Halilu'r Rahman Derneğinden ekibimiz tatlı sohbetler eşliğinde muhabbetle pişen yemeklerini yedi.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Bulgaristan'da da Resûlullah âşıkları, Efendiler Efendisi Hz. Peygamber`in(s.a.v) dünyaya teşrifini kutladılar. Bu kutlu günde kalpleri Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile birlikte çarpan Bulgaristanlı Müslümanlar kurbanlar keserek,

onun sünnetini yaşatarak ona layık ümmet olmaya çalıştılar.

Muhabbetle pişen yemekler, hizmet etmek için birbiriyle yarışan kardeşlerin mütebessim yüzleriyle hanımlara ve beylere ikram edildi. Sıcacık kalplerle yenen sıcacık yemeklerden sonra, sıra ruhların da doyurulmasına geldi ve Bir Sufi kardeşimiz gecenin önemini belirten bir sohbetle dinleyenlere

Efendimiz`i (s.a.v) anlattı. Her dilden dökülen salâvatlarla gece ihya edildi, ta ki sabahın ilk ışıklarına kadar… Sohbetten sonra hanımlar da kendi aralarında ilahiler söyleyip bu kutlu gecede kutlu Peygamberi (s.a.v) yad etti.

Page 40: Buhara Tasavvuf Dergisi

40 I BUHARA

“İki günü bir olan ziyandadır”(H.Şerif)“Halka hizmet etmek, Hak'ka hizmet etmektir”

Page 41: Buhara Tasavvuf Dergisi

www.buhara.org I 41

Bursa Halilu'r Rahman Aşevi bahçesine çam ağaçları dikilerek kompleksin bahçesine özel bir sulama sistemi kuruldu.

Böylece gönle hitap eden Halilu'r Rahman Derneği,

rengârenk çiçeklerle süslü bahçesiyle gözlere de hitap ediyor.

Page 42: Buhara Tasavvuf Dergisi

FAİZ

SİZ

, K

REDİS

İZ,S

ABİT

ÖDEM

ELİ

DAİR

ELER

KİR

A Ö

DER g

ibi

EV S

AHİB

İ YAPIYORUZ.

70 A

Y V

ADELİ

DAİR

ELERİM

İZ

KAM

PAN

YAM

IZA T

ÜM

HEM

ŞERİL

ERİM

İZİ

BEK

LİY

ORUZ.

0224 2

62 5

1 0

4 -

0533 3

88 5

6 6

50533 3

42 7

7 5

1

Biz

e U

laşab

ileceğ

iniz

Tel N

o.ları

Kir

ada

Otu

ran

m K

irac

ıları

Ev

Sah

ibi Y

apm

aya

ÜR

N İn

şaat

Ltd

.Şti

.o

lara

k K

arar

lıyız

.D

aire

leri

n Ö

zelli

kler

ini ö

ğre

nm

ek is

teye

n t

üm

hem

şeri

leri

miz

iaş

ağıd

aki a

dre

se b

ekliy

oru

z.

Mrk

.: S

akary

a M

ahallesi O

rtaçeşm

e S

okak N

o:8

/A

Dem

irta

ş -

Osm

angazi / B

UR

SA

Şube: S

akary

a M

ahallesi A

tatü

rk C

addesi N

o:2

9

Dem

irta

ş -

Osm

angazi / B

UR

SA

İNŞA

AT T

AAH.

SAN.

ve

TİC.

LTD.

ŞTİ.

K a m p a n y a

K a m p a n y a

Ş İ

F A

B A

B A

Bah

ara

t-K

uru

yem

işŞ

İFA

LI Ü

NL

ER

YU

NU

SE

MA

HA

LL

E M

UH

TAR

LIĞ

ININ

YA

NIB

IND

A

Hiz

metin

izde

* K

uru

ye

miş

* Ç

ay

çe

şit

leri

* B

itk

ise

l y

çe

şit

leri

* B

ah

ara

t ç

itle

ri*

Do

ğa

l p

ek

me

z ç

itle

ri*

Bib

er-

pa

tlıc

an

ku

rus

u

* Ş

ifalı b

itkiler

* S

ıca

k ç

ere

z

* P

erf

orm

an

s a

rttı

rıcı b

itkis

el ü

rün

ler

* B

itkis

el za

yıf

lam

a k

ap

lleri

** T

a z

e k a

h v

e ç e

k i l i r

Şifalı bitkisel ürünlerHimalaya tuzu

A

K T

A R

I N

I Z şe

rin

iz i

çin

To

pta

n v

e p

era

ke

nd

e s

ipa

riş

leri

niz

in

0.5

39. 615 2

3 9

4 't

en

biz

e u

laşa

bili

rsin

iz !

Page 43: Buhara Tasavvuf Dergisi

Dergimiz Abonelik içinwww.buhara.org

Avrupa Abone SorumlusuSerkan KOLDERE

[email protected]

Emre [email protected]

0539 615 23 94

İsmail [email protected]

0532 3500773

Şeyh Ahmed Yasin El-Buhari El-Bursevi Hz.ninGönülleri Feth Eden Eseri

90 TLKargo Dahil

bize ulaşabilirsiniz

BUHARAww

w.b

uhar

a.or

g

Aşkın Başladığı Yer

Tasa

vvuf

Der

gisi

Page 44: Buhara Tasavvuf Dergisi