editör’den - somuncu baba dergisi - İlim, kültür, edebiyat, tasavvuf ve … · 2017-08-16 ·...

19

Upload: others

Post on 02-Jun-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her
Page 2: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

Bizim her konudaki örneğimiz Sevgili Peygam-berimiz (s.a.v.), yüce dinimiz İslâm’ın ortaya koymuş olduğu ilkeler çerçevesinde, yaratılış amacına uygun bir hayat yaşanmasını ashab-ı kirama bizzat kendi hayatında tatbik ederek göstermiştir. Böylece ümmet-i Muhammed’in Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyan olgun insanlar olmaları-nı sağlamaya çalışmıştır. Bu yüzden Allah Rasûlü, “Müslüman, dilinden v e elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” diye tanımladığı Müslümanın davranışlarının anlamlı olmasını istemiş ve kişinin Müslümanlığının güzelliğini, anlam-sız hareketlerden kaçınmasıyla ilişkilendirmiştir. “Mâlâyanîyi (kendisini ilgilendirmeyen şeyleri) terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” buyuran Allah Rasûlü (s.a.v.), insanın boş şeylerle meşgul olmadığı ölçüde inancına lâyık bir ahlâka sahip olabileceğini bildirmiştir. İmanın kemale erebilmesi ve ihsan makamının elde edilebilmesi mâlâyânînin terkiyle ilişkilendirilmiştir. Nitekim bulunduğu ahlâk ve fazilet makamına kendisini neyin yükselttiği Hz. Lokman’a (a.s.) sorulduğunda, “Doğru sözlü olmak, emanete riayet etmek ve mâlâyânîyi terk etmek.” demiştir.

Sevgili Peygamberimiz, insanlara verilen ömrün hakkının verilmesi gerektiğini her fır-satta hatırlatmış, “İki nimet vardır ki insanların çoğu onlar(ı değerlendirme) hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” buyurarak bu nimetlerin değerine işaret etmiştir.

Günümüz insanının en çok ihtiyaç hissettiği, çoğu kez yokluğundan yakındığı bir husus vakti değerlendirememektir. Her insan zaman bulamamaktan şikâyetçi olmakla birlikte, en çok zaman sıkıntısı çekenlerin onu iyi planlayamayıp boşa geçirenler oldu-ğu görülür. Özellikle bugün, iletişim araçlarının çeşitlenip çoğalması, teknolojik aletlerin yaygınlaşması ile zaman sıkıntısı daha çok hissedilir olmuştur. Bazen birer zaman tuzağı olabilen bazı televizyon programları, internet siteleri, oyunlar, diziler, magazin ha-berleri âdeta bir mâlâyânî sektörü meydana getirmiştir. Bir eğlence kültürü imiş gibi gösterilerek, özellikle gençlere özendirilen bu boş işler, farkında olmadan kişinin ömrünü çalmakta, insanî ve ahlâkî değerleri yozlaştırırken, insanı kendi-sine yabancılaştırmaktadır. Aklıselim Müslüman, za-rarlıya veya faydasıza değil, her iki âleme de yararlı olan amellere yönelmeli ve “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” buy-ruğunun farkında olmalıdır.

Editör’den...

Page 3: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

Aile EkiYıl: 3 Sayı: 32

Somuncu Baba Dergisi’nin Ücretsiz Ekidir.

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Ali YILMAZ

Prof. Dr. Sebahat DENİZ, Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN,

Prof. Dr. Ali AKPINAR

Grafik Tasarım ve Uygulamaİrem BAYRAKTAR

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Baskıİhlas Gazetecilik A.Ş.Tel: 0 (212) 454 30 00

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.No: 71 (44700) Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79

AĞUSTOS 2017 / YIL: 24 - SAYI: 202

04

08

12 1822

26

1420

24 30

Televizyon ve Aile

Çocuklarla Anı Yaşayamamak

Aşırı Televizyonİzlemenin Zararları

Darende Sevdalıları

Dinlemek

Televizyona Vakit Ayırmamak İçin

5 Neden

LüferKontrollü

Televizyon İzleyiciliği

Kurbanın İslâm’daki̇Yeri ve Önemi

İnsan Sorumlu VarlıktırSümeyye Büşra YILDIZ

Ayşe Gül PINAR Emine Büşra YÜKSEL

Hanife IŞIK

Cansever DOKUZ

M. Emin KARABACAK

Halide YENEN

Raziye SAĞLAM

Elif SÖNMEZIŞIK

Hilal OTYAKMAZ

Page 4: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

TELEVİZYON VE AİLESümeyye Büşra YILDIZ

Televizyonun Aile İçi İlişkilere ve Çocuklara Etkisi

20. yüzyılın en büyük buluşları arasında kitle iletişim araçları yer alır. Bunlar içinde şüp-hesiz en önemli yeri de televizyon almaktadır. Günümüzde televizyon, hemen her yerde bu-lunan hatta artık her odaya bir tane konulan bir iletişim aracıdır. Ve artık hayatımızın bir parça-sı haline gelmiş durumdadır. İnsanlar evlerine gelir gelmez televizyonu açarlar. Koltuklar bile televizyona dönük şekilde konumlandırılmıştır.

Günümüzde, televizyonlar sayesinde, dün-yanın başka yerlerinde meydana gelen geliş-meleri canlı izlemek mümkündür. Televizyon, diğer insanlarla olan fikirlerimizi karşılaştırabil-diğimiz, bunların yanında ortak konular üze-rinde konuşmamızı sağlayan (diziler, maçlar haberler vb.) bir cihazdır. Her türlü bilgiyi artık televizyonlardan alabiliyoruz (hava durumu, ekonomi vb.) hatta artık yeni çıkan televizyon-larda internet bile vardır. Televizyon varken doğmuşsak onsuz yaşamayı düşünmek çok

zor gelir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2012 yılında yapmış olduğu araştırma sonuç-larına göre, Türk toplumun % 91,9’u televiz-yon izlemektedir. Aileler, işlerinden arta kalan zamanı büyük çoğunlukla televizyon başında geçiriyorlar. Televizyon izlemek neredeyse bağımlılık yapacak seviyelerdedir. Eve gelir gelmez televizyonu açıyorsak televizyon sey-rederken araya giren birilerine sinirleniyorsak, yemek yerken televizyon izliyorsak, televizyon programlarını kaçırmamak için ailecek yapıla-cak planlarımızı erteliyorsak televizyona ba-ğımlı olduğumuzu düşünmeye başlayabiliriz.

Gelişme çağındaki çocuklar hayata karşı meraklıdırlar, öğrenmeye açıktırlar. Büyükler, televizyonu eğlenmek için kullanırlarken ço-cuklar daha çok televizyonda gösterilen dün-yayı anlamaya ve tanımaya çalışırlar. Çocukla-rın televizyondan etkilenme düzeyleri çocuk-ların yaşlarına, gelişimlerine, ailesel ve çevresel faktörlere, izledikleri programların içeriklerine bağlıdır. ABD’de çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, çocuklara “Babanızın mı tele-

vizyonun mu evden gitmesini istersiniz?” diye sorulduğunda çocukların % 70’i, babam gitsin televizyon kalsın cevabını vermiş. Bu örnek, çocuğun üzerinde televizyonun ne derece etkili olduğunun göstergesidir. Çocuğun dış dünyayı tanıması ve anlamlandırmasında te-levizyonun olumlu etkileri vardır ancak yanlış kullanıldığında aile içi ilişkileri ve toplumsal iliş-kilerini en aza indirebilmesi bakımından çocu-ğun düşmanı olabilir.

Yarınların geleceği çocuklarımızın iyi bir gelişme gösterebilmeleri için anne-baba ve ço-cuklar arasında etkili bir iletişim kurulması ge-rekmektedir. Peki, ama etkili bir iletişim neden gerekli? Etkili bir iletişim, aile üyelerinin karşılık-lı olarak birbirlerinin düşüncelerini ve duygula-rını anlamalarını sağlar. İşbirliği, yardımlaşma ve paylaşma davranışlarına yol açar. Çocukla-rın gelişmesi için uygun bir ortam oluşmasına neden olur. İyi bir iletişimin gerçekleştiği aile ortamında çocuklar daha bağımsız bir kişilik geliştirirler. Düşünme, düşünce ve duygularını açıklama özgürlüğü ve alışkanlığı kazanırlar. Buna karşılık etkili bir iletişimin oluşturulama-dığı, iletişim engellerinin yer aldığı bir ortamda çocukların gelişimi engellenir. Çocuklar öz-gürce düşünemeyen, düşünce ve duygularını açıkça dile getiremeyen bağımlı bir birey olur-lar. İleride çeşitli problemlerle karşılaşırlar. Bu nedenle aile bireyleri arasında, özellikle anne-baba ile çocuklar arasında etkili bir iletişimin kurulması oldukça önemlidir.

Televizyondaki Şiddetin Çocuklar Üzerindeki Etkileri

Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her alanında karşımıza çıkmaktadır. Özellikle aile bireyle-ri arasında, arkadaş ilişkilerinde, okullarda, iş yerlerinde ya da medyada sıklıkla rastladığımız şiddet olgusu insan yaşamı açısından oldukça önemli bir konudur. Şiddet, güç ve baskı uygu-

“Gelişme çağındaki çocuklar hayata karşı meraklıdırlar öğrenmeye açıktırlar. Büyükler televizyonu eğlenmek için kullanırlarken çocuklar daha çok televizyonda gösterilen dünyayı anlamaya ve tanımaya çalışırlar. Çocukların televizyondan etkilenme düzeyleri çocukların yaşlarına, gelişimlerine, ailesel ve çevresel faktörlere, izledikleri programların içeriklerine bağlıdır.”

6 7

Page 5: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

layarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya top-lumsal hareketlerin tümüdür.

Öte yandan, çocukların televizyon izleyebi-lecekleri saatlerde, şiddeti özendirici program-lar yayınlanmaktadır. Çocuklar şiddet içeren görüntülerden çok fazla etkilenmektedirler. Sözlü ve görüntülü şiddet, yabancı sinema ve çizgi filmlerde daha çok yoğunlaşmaktadır. Çocuklar bedensel saldırı, korkutma, yıkma, yakma, patlama gibi şiddet türünden daha çok etkilenmektedirler. Ne yazık ki çocuklara yönelik her türlü program seçiminde konuyla ilgili uzman görüşüne yer verilmemektedir ve aileler çocuklarının şiddet içeren programları izleyip izlemediğini kontrol edememektedirler.

Çocukları televizyonun olumsuz etkile-rinden korumak için ailelere, yasa koyucula-ra ve yayıncılara son derece önemli görevler düşmektedir. Çocuğun televizyon program-larından olumsuz etkilenmemesi için ailelere önemli görevler düşmektedir:

Çocuğun televizyon izleme davranışını günde bir-iki saatle sınırlandırmak, televizyon-da neyi seyrettiğinden haberdar olmak için içerikleri kontrol etmek, televizyonda gördüğü ve anlayamadığı şeyleri açıklamak, televizyon önünde yalnız kalmasını önlemek, televizyonu bir ödül-ceza aracı olarak görmesine zemin hazırlamamak, televizyondan bir çocuk bakı-cısı olarak yararlanmasına fırsat vermemek, te-levizyon izleyerek bütün boş zamanını doldur-masına izin vermemek... (Şiddet, haberlerden filmlere, dizilerden çizgi filmlere dek her yerde yaşamın bir parçası olarak sunulmaktadır. Bu da şiddetin sıradanlaştırılması ve önemsen-memesi gibi çok tehlikeli bir gelişmeyi de be-raberinde getirmektedir.) Televizyonda sadece reklam ve video kliplerle uyarılmasına izin ver-memek, televizyon eşliğinde yemek yeme alış-kanlığını kazandırmamak, televizyonda izlediği

belirlenmiş programın bitiminde televizyonu kapamak...

Ancak bütün bunlar yerine getirilirken anne ve babalara büyük sorumluluk düşmek-tedir. Anne-babalar her şeyden önce çocuk-lara model olduklarını ve gereken durumlarda kendi alışkanlıklarını çocuklarının gelişimlerine bağlı olarak düzenlemeleri gerektiğini unut-mamalıdırlar.

Çocuklar Dizilerde İstismar Ediliyor

Televizyondaki programlar gençlerin kör-pe dimağlarını bombardıman ederken, ahlâk, karakter, akıl-mantık ve ruh sağlığı zafiyeti içindeki yayınları takip etmek, ne olduğu belir-siz kişileri örnek almak toplum için büyük bir tehlike değil midir? Hangi aklı başında, sağ-duyu sahibi insan bunlara zaman ayırır? Cep telefonu, bilgisayar ve internet, gençleri yalnız-laştırarak sosyal ilişkilerini azaltıyor. Özellikle televizyon ve bilgisayar dikkat eksikliğine yol açıyor, chat/sohbet kültürü çocuklarımızı anti sosyal yaparak onların bencil ve benmerkezci olmalarına yol açıyor. Bunun sonucu olarak da gençlerde yardımlaşma ve merhamet duygula-rı köreliyor. Şiddet içeren filmler, çocuklarımızı şiddete karşı duygusuzlaştırıyor. Çocuk, şiddet uygulayan kişileri, katilleri ve sapıkları örnek alabiliyor. Çocuklarımızı yarışmacı bir kültürle yetiştiriyoruz. Kendisini öne çıkarmayı, başka-sını geçmeyi, rakibinin sırtına basıp biraz daha yukarı çıkmayı öğretiyoruz. Yarışmayı öğretiyo-ruz ama yardımlaşmayı/dayanışmayı ve merha-meti öğretmiyoruz.

18 yaşın altındaki kız ve erkek çocuklar suça itilmekte ve mağdur olmaktadır. Çocuk pornografisiyle ilgili birçok olayın aniden orta-ya çıkmasını kabul etmek yerine bütün bunları bardağı taşıran son damla şeklinde düşünme-nin toplum sağlığı ve toplum düzeni açısından

daha iyi olacağı bir gerçektir. Ülkemizde yayın yapan pek çok televizyon kuruluşunun yaptığı dizi programları etkili olmaktadır. Dizilerde or-taya konan senaryolarda, sosyal çarpıklıklara rastlamaktayız. İlköğretimin birinci kademe-sinde okuyan öğrenciler arasında bile; “flört etme, sevgili değiştirme, sevgiliyi kıskandır-ma veya sevgiliyi bir başkasının elinden alma” şeklinde senaryolar üretilmektedir. Daha ileri yaşları konu alan, lisede geçen olayları anlatan dizilerde ise öğrencilerin alkol alması ve kızlı erkekli gruplar halinde aynı evi paylaşması şek-lindeki senaryolar, özendirici bir şekilde toplu-ma sunulmaktadır. Bu televizyon dizileri çocuk istismarına zemin hazırlamaktadır. Türk Ceza Kanunu, reşit olmayan yani on sekiz yaş altı ço-cukları cinsel obje olarak görmeyi ve istismar etmeyi suç saymaktadır. Çocukları cinsellik peşinde koşan cinsel objeler şeklinde takdim etmek, öncelikle çocuklarda çok büyük psiko-lojik yıkım meydana getirmektedir. Dizilerden etkilenen çocuklar, potansiyel bir ruh hastalığı için bir zemin oluşturmaktadır. Aile, okul ve toplumca bu tür dizilerin çocuklar tarafından izlenmesinin engellenmesi yanında ilgili yerle-re şikâyet edilmesi gerekmektedir.

İnsanlar, her sabah güne başlarken kendisi-ni gerçek ya da sanal şiddetin içinde buluyor. En başta medyanın şiddeti körükleyen yayınları başta olmak üzere, insanların ilişki kurduğu di-ğer iletişim araçları açık veya gizli şiddet uygu-luyor. En azından evlerdeki şiddete dur diyebi-lir, şiddetin zararlarını en aza indirebiliriz.

Madem çocuklar her şeyi televizyondan görüp öğreniyor, o halde onları yalnız bırak-mamalıyız. Çocuğumuzla birlikte izleyerek olumsuz yayınları yorumlayarak olumluya çe-virmemiz mümkündür. Olumsuz görülen bir şey eleştirilip yargılanarak, onun öyle olmaması gerektiği güzel bir ifade ve üslup ile söylene-bilir. Uygun görülmeyen yerlerde müdahale

edilip çocuğa fark ettirmeden uygun mesajlar verilebilir.

Çocuğumuzun başarılı olmasını istiyorsak kesinlikle televizyonu kontrolsüz izlettirmeme-liyiz. Televizyonu kontrolsüz izlemek, çocuk için en büyük tehlikedir. Kontrollü seyretmek fayda sağlar. Çocuğumuzu televizyonla baş başa bırakmamalıyız. “Benim işimi engellemi-yor, kendi kendine oynuyor.” düşüncesiyle ço-cuğumuzu televizyonla baş başa bıraktığımız zaman o anda hangi kanalda hangi program, hangi film, hangi dizinin gösterildiğini bilmiyo-ruz. En iyisi çocuğumuzla birlikte programları izlemek, izledikleri hakkında yorum yaptır-mak en güzel, en iyi yoldur. Ayrıca televizyon, çocuğun geç yatmasına neden olmaktadır. Buna asla izin verilmemelidir. Geç yatan çocuk sağlıksız olur. İlkokul çağı çocukları, kış mevsi-minde en geç saat 21.00’da, yazın ise 22.00’da yatmalıdır.

Televizyon; çocuğum evden gitmesin, et-rafı dağıtmasın, ayakaltında dolaşmasın dü-şüncesiyle saatlerce seyrettirilmektedir. Çocuk yanlış şeyler yapınca da çocuk bunları nereden öğrendi diyoruz. Anne-babaların çocuklarına zaman ayırması, özellikle 0-3 yaş çocukları-nın kucağa alınması, okşanması, gezdirilmesi gerekir. Ayrıca çocuklarımızla konuşmanın yanında onlarla oynamak çocuğumuzu mutlu edecektir. Eğer anne-baba olarak bu sevgi ve ilgiyi gösteremezsek sonuçlarına da katlanmak zorunda kalacağız demektir. Sevgi ve ilgisizlik, çocuğun da çevresine karşı ilgisizlik duyması-na sebep olur. Bunun yanında, insanlarla göz teması kuramama, seslenildiğinde bakmama, içine kapanarak konuşmama, söyleyeceklerini ifade edememe gibi bazı psikolojik sorunlar olmaktadır. Çocuklarımızla ne kadar çok ilgi-lenirsek, birlikte yapılacak çalışmalar ne ka-dar çok olursa çocuk o oranda televizyondan uzaklaşacaktır.

8 9

Page 6: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmış-tır…”1

“… İnsan çok acelecidir!”2

İnsanların yapısında, yaradılışları gereği, bir acelecilik vardır. Sanki ölümden kaçarken ölüme koşarcasına bir hareket ve acelecilik içindedir. Mutluluğu Allah’a kul olmakta de-ğil de başka değerlerde arayan insan, onu da yakalama adına hep koşturma içindedir. Dünyanın arkasından koşma adına ömür sermayesinden yediğinden haberi olmayan bu insanlar, yıllar sonra arkasına baktığı za-man sanki o kadar ömrü kendisi yaşamamış gibi, “Bu ömür denen şey de ne kadar kısay-mış!” diye hayıflanırlar.

Bu dünyayı Allah’a kul olarak yaşayarak değil, boş emellerle geçiren ve hâlâ emelleri-nin peşinden koşan bu insanlar, ne ânı yaşa-yabilecekler ne de mutluluk adına kulluğun bilincine varacaklardır.

İçinde bulundukları ortam ve zamanı fark etmek yerine, geçmişle gelecek arasın-da gidip gelmektedirler. Bu da insanın ânı en güzel şekilde değerlendirememesine ve anı dolu dolu yaşayamamasına neden olmakta-dır.

Daha iyi gelecek ve daha iyi yaşantı için sürekli çaba içinde olan bu insanlar, içinde bulunduğu zamanı yaşayamadığı gibi, ken-disinden ilgi ve sevgi bekleyen aile üyelerinin de ânı yaşamalarına fırsat vermez.

Akşam eve gelen anne ya da babanın; kendisinden ilgi ve sevgi bekleyen çocuğu-na karşı tavrı, ânı yaşayıp yaşamadığını en iyi şekilde göstermektedir. Çocuğuyla nitelikli zaman geçirmek ve ânı yaşamak yerine; aya-ğımın altında dolaşma, çekil başımdan gibi

cümleler, kişiye ileride yaşanmayan anlar ve

pişmanlık olarak geri dönecektir. Bu duru-

mu, çocuğuna daha iyi bir gelecek hazırlama

gerekçesiyle açıklamaya çalışan anne baba-

lar, hem çocuğun hem de kendisinin ânı en

güzel şekilde yaşamasından mahrum kala-

caklardır.

Çocuğa; “Ben senin yaşında olsaydım…”

diyerek geçmişinde anı yaşayamamanın sı-

M. Emin KARABACAK

ÇOCUKLARLA ÂNI YAŞAYAMAMAK

“Daha iyi gelecek ve daha iyi yaşantı için sürekli çaba içinde olan bu insanlar, içinde bulunduğu zamanı yaşayamadığı gibi kendisinden ilgi ve sevgi bekleyen aile üyelerinin de ânı yaşamalarına fırsat vermez.”

10 11

Page 7: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

kıntısını dile getirirken yine içinde bulundu-

ğu anda çocuğuyla birlikte olmanın mutlulu-

ğunu yaşayamamaktadır.

“Ne güzel günlerdi, o günler!” diyerek

geçmişini yâd eden bu insanlar, aynı hatayı

yineleyerek gelecekte yine bu günler için de

“Neydi o günler!” diyecek şekilde dolu dolu

yaşayamamanın ezikliğini hissedecektir.

Geçmişle gelecek arasında gidip gelen

bu insanlar, çocukların iş güç sahibi olması

ve evlenip evden ayrılmasıyla eşiyle yalnız

kaldıkları zaman bazı şeylerin farkına varır-

lar. Fakat bu sefer de iş işten geçmiş olur. Ne

kendisi o zamanın anne babası ne de çocu-

ğu o zamanın çocuğudur. Bunun sonucun-

da, çocuk da anne baba da ânı yaşayamama-

nın ezikliğini hissedeceklerdir. Çocukların

ve anne babaların bu ezikliği hissetmemeleri

için Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Çocuğu

olan, çocuklarla çocuklaşsın.”3 buyurmuşlar-

dır.

Sonuç olarak, insan hayata hazırlanmak için o kadar zaman harcar ki; hayatını yaşa-madan ömrünün sonuna geldiğinin farkına varır. Özlem ve pişmanlık arasında gidip ge-len insan, içinde bulunduğu yaş ve zamanın da farkına varamadan, içinde bulunduğu ânı yaşamadan ölür gider. İnsanoğlu kullukta ve ânı yaşamada hâlâ elinde fırsatlar varken onu değerlendirmek yerine geçmişiyle geleceği arasında gidip gelmektedir. Oysa kullukta ve yaşamda mutluluk ânı yaşamaktır. Dün geç-miştir, yarın belki gelmeyecektir. Ama bulun-duğu an insanın kendi elindedir. Mutluluk; “şu an”ın farkına varıp kullukta ve yaşamda ânı yaşamaktır. Ne güzel söylemiş Mevlana Hazretleri: “Dün ve düne dair ne varsa dün-de kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söy-lemek lazım.”

Anneler Çiçektir

Yavrular ÇiçekAnneler çiçektir, yavrular çiçekYüreğe sığmayan sevgiler gerçek,Böyle bir duyguya var mı diyecek? Anneler çiçektir, yavrular çiçek.

Yüreğin goncası şemidir gülü,Güle sevdalıdır gönül bülbülü,Pembe karanfili, sarı sümbülü,Anneler çiçektir, yavrular çiçek.

Anneye özgüdür gönül duygusu,Bitmez yüreğinde özlem kaygusu,Sevgiden yanadır derin saygısı,Anneler çiçektir, yavrular çiçek.

Anne yüreğinde sevgidir inci,Sevgiyi süsleyen yavrudur inci,Dünyaya bedeldir bir tek sevinci,Anneler çiçektir, yavrular çiçek.

Anneler çiçektir, yavrular çiçek,Hadisle kutludur bilinen gerçek,O can nur tacından sevgi giyecek,Anneler çiçektir, yavrular çiçek.

Rabia BARIŞDipnot

1- 21/Enbiya, 37.2- 17/İsra, 11.3- Deylemi.

12 13

Page 8: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

kayalıklardan attığı oltasına takılanlar süsler-di sofralarını. Bazen üç beş istavrit, bazen de birkaç tane dip balığı. Ama eğer Allah lüfer verirse, o zaman iş başkaydı. Babası, midesine düşkün biri olmamasına rağmen lüfere daya-namaz ve adeta bayram yapıp:

- Bu balık, mutlaka cennetten gelmiş, derdi.

Hastalığı ilerlediğinde, yaşlı adam yemek yiyemez oldu. İki kaşık çorba bile içemiyordu. Aradan bir hafta geçtiğinde, ağzından bir keli-me çıkarıverdi: Lüfer!..

Delikanlı, hiçbir şey olmasa bile, babasının sadece bu balığı yiyebileceğine, hatta aldığı ilk lokmada şifa bulacağına inanmıştı. Ama onun bu isteği karşısında duyduğu sevinç, biraz sonra bir kâbusa dönüştü. Çünkü sık sık olta attığı halde, en son lüferini aylar önce-sinde yakalamıştı. Evlerine bir saat uzak olan köyde ise, “balık tutmak” diye bir âdet yoktu. Delikanlı, babasının birkaç lokmayla doyaca-ğını bildiği için, en küçük lüfere bile razıydı. Onun yatağını pencere önüne çekerek kaya-lıklara geldi. Yaşlı adam onu uzaktan görür ve fazla meraklanmazdı.

- Ya Rabbi, diye dua etti. Bu güne kadar ba-bamı kırmadım. Ve benden ne istediyse hemen yaptım. Ama benim sözüm denize geçmez. Onun istediği şey, senin hazinende elbette var-dır. Ve o şey, belki de babamın son yemeğidir.

Denizin hafif bir poyrazla ürperen açık-larındaki martılar, art arda yaptığı dalışları ve çığlık çığlığa bağrışlarıyla bir balık akınını haber vermesine rağmen, oltaya bir teki bile gelmedi. Güneş batmak üzereyken, delikanlı kayalıktan ayrıldı. Ayakları geri geri gidiyor-du âdeta. Kulübeye yaklaştığında, çimen-lerin arasında bir hareket fark etti. Ve ona doğru yavaş yavaş sokuldu. Aman Allah’ım!.. Ayaklarının dibinde, canlı bir lüfer vardı. Orta boyda, kıpır kıpır bir lüfer. Genç adam, rüya gördüğünü sandı ilk önce. Bitmesinden korkup kımıldamadı. Ama hemen sonra ken-dine geldi. Sağa sola bakındı. Ortalıkta hiç kimsecikler yoktu. Deniz ise, aşağıda köpü-rüp duruyordu. Yukarıdaki martıların sesini duyduğunda, başını kaldırıp onlara baktı. Lüferi denizden çıkartan martı, diğerlerinin hücumuyla balığı düşürmüştü.

Delikanlı, anne ve babasından aldığı terbi-yeyle, Allah’a her fırsatta şükrederdi. Ama bu sefer, iki damla gözyaşıyla yetindi. Tek bildiği şey, yerdeki balıktan da fazla titrediğiydi. Onu yavaşça alarak kovaya koydu. Kulübeye girdi-ğinde, babası uyanmıştı. Üstelik de renk gel-mişti yüzüne. Oğluna gülümseyip:

- Rüyamda yine anneni gördüm, dedi. Her zamanki gibi cennette idi. Ve bana güzel bir yemek yapıyordu.

Delikanlı, kovadaki balığı mukaddes bir emanet gibi çıkartırken:

- Annemin seçtiği yemek lüfer olmalı, dedi. Onu kızartmam için bana attı.

Delikanlı, babasının hızla kilo kaybetti-ğini fark etmiş ve bu durumdan kork-maya başlamıştı. Yaşlı adam, onun için

bir arkadaş gibiydi. Çeyrek asra yaklaşan bera-berlikleri sırasında onu her zaman yanında bul-muş, bütün sırlarını ona açmış ve hiç kırmadan hizmetini görmüştü. Bu yüzden de evlenmeye yanaşmıyordu.

Zaman “ahir zaman” olduğu için, alacağı kız, belki de babasıyla geçinemezdi. Oysaki hayatları, insanlardan çok uzak bir sahilde ve küçücük bir kulübede geçmesine rağmen, mükemmel sayılırdı. Hiçbir şeyin sıkıntısı du-yulmuyordu. Denizden gelen kütük ve tahta

parçaları, yakacak ihtiyaçlarını bol bol karşılı-yordu. Bütün dağ ve tepeler, bahçeleriydi. Üç beş tane koyunları vardı sağılan. Bir düzine kadar tavukları ve de süzme peynirleri, yumur-taları.

Babası, iyi olduğu günlerde bahçe işleri ile uğraşır, mısır, sebze ve meyve yetiştirirdi. Ye-mek, çamaşır ve bulaşık işleri ise, annesinin vefatıyla kendisine kalmıştı. Bir de balık tutma işi elbette. Fakat avlanmak için, havanın güzel olması gerekiyordu.

Çocukluk yıllarından beri kullandıkları emektar sandalları artık kalafat tutmadığı için,

LÜFERAyşe Gül PINAR

“Çocukluk yıllarından beri kullandıkları emektar sandalları artık kalafat tutmadığı için, kayalıklardan attığı oltasına takılanlar süslerdi sofralarını. Bazen üç beş istavrit, bazen de birkaç tane dip balığı. Ama eğer Allah lüfer verirse, o zaman iş başkaydı.”

14 15

Page 9: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

AŞIRI TELEVİZYONİZLEMENİN ZARARLARI

Halide YENEN

büyüğüyle her gün televizyonun, internetin sunduğu bir dünyaya açıyoruz gözlerimizi. Ta-biattan, elimizle dokunabildiğimiz, koklayabil-diğimiz mekânlardan, insanlardan daha yakın hale geldi ekranlardaki mekânlar, insanlar.

Hem öyle çok para da, emek de gerektir-miyor televizyon izlemek; bir şey yapmamak yeterli. Elit bir kültüre sahip olmayı, okurya-zarlığı da gerektirmiyor. Her türden izleyici-sini aynı kültürel referans içinde bir araya ge-tiriyor. Politikadan edebiyata, köy hayatından metropol yaşamına, aşktan şiddete her türlü içerik sansür edilemez bir şekilde evimizin içine giriyor. Bireysel ve toplumsal deneyim-lerimizi arttırıyor, bizi, belki de ömrümüz bo-yunca göremeyeceğimiz yaşam çeşitliliğine tanık ediyor televizyon. Bize sunduğu bu kolay ulaşılabilirliğe karşılık mutluluğumuza, yaşam tarzımıza, hayata kendimizce anlam

vermemize de ipotek koyuyor; kendi hedef-lerimizi belirleyip onlara ulaşabilme değil, bu araçlarla pazarlanan gündelik yaşama uyum kabiliyetimiz, tüketim mallarına ula-şabilme imkânımız ölçüsünde mutlu olabi-liyoruz. Bizim için tasarlanan binlerce alter-natiften birini seçip ona kavuşursak mutlu olabiliyoruz.

Televizyonun bilgi aktaran, iletişim kap-samını genişleten, eğiten, algıyı geliştiren tarafını görmezden gelemeyiz. Elbette te-levizyon aracılığıyla malumatımız artmakta, dünyanın dört bir köşesinden haberdar ol-maktayız. Ancak bu malumat, bu haberdar-lık bize ne katıyor yahut bizden ne eksiltiyor, duyarlılığımızı ne derece canlandırıyor yok-sa köreltiyor mu gibi konular üzerinde kafa yorup gerçekçi çıkarımlarda bulunmamız gerekmekte.

K itle iletişim araçlarının en yaygını olan televizyon, önceleri sadece evlerimiz-deydi; evlerimizin vazgeçilmez eşya-

larından biri olmasının üzerinden uzun zaman

geçmemişti ki onu her yerde görmeye başla-

dık. İnternetle ve cep telefonlarının yaygınlaş-masıyla birlikte dağda bayırda, karada denizde, toplu taşıma araçlarında, alışveriş merkezlerin-de her durum ve şartta kolayca ulaşabilir olduk. Toplum olarak, yaşlısıyla genciyle, çocuğuyla

“Televizyonun bilgi aktaran, iletişim kapsamını genişleten, eğiten, algıyı geliştiren tarafını görmezden gelemeyiz. Elbette televizyon aracılığıyla malumatımız artmakta, dünyanın dört bir köşesinden haberdar olmaktayız. Ancak bu malumat, bu haberdarlık bize ne katıyor yahut bizden ne eksiltiyor, duyarlılığımızı ne derece canlandırıyor yoksa köreltiyor mu gibi konular üzerinde kafa yorup gerçekçi çıkarımlarda bulunmamız gerekmekte. ”

16 17

Page 10: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

“Aile ilişkilerini tamamıyla etkileyip belir-

liyor mu yoksa toplumsal değerleri yeniden

üretip yansıtan bir ayna mı televizyon?”, so-

rusu tartışıladursun, her odada bulunur hale

gelmesiyle o eskiden bütün aileyi, suspus ek-

ranın karşısında tutan saltanatı da sarsılmış

durumda televizyonun. Önceleri bu eylem-

sizlik içine aynı odada dâhil olurken şimdi

farklı farklı mekânlarda, bir başımıza ekran-

dan açılan dünyayla temas kurmaktayız. Bir

başımıza, dokunmadığımız, değmediğimiz,

solumadığımız bir dünyayla iletişime geçerek

toplumsallaşmaya çalışmaktayız. Bir simü-

lasyondan ibaret kurguların içinde yaşaya-

madığımız duygularımızı deneyimlediğimiz

için belki de dizilerin bağımlısı olmaktayız.

Nasıl eğleneceğimiz, nerede güleceğimiz,

nerede üzüleceğimiz dahi belirlenmekte bu

dizilerde. Heyecan, merak, merhamet, sabır,

aşk, intikam, hırs, kin, nefret, acıma, çaresiz-

lik, kudret… Evet, bütün bu duygularımızı ek-

ranlarda gördüğümüz kişiler üzerinde tecrü-

be edebilir hale geldik. Bilhassa yaşamadığı-

mız bir hayatı ekranlardaki simüle hayatların

içinden yaşayarak tatmin olmaya başladık.

Ekranlarda tecrübe ettiğimiz bu tatmini ger-

çek hayatta deneyimleyemediğimizde yaşa-

mın kendisinden uzaklaşmaya başladık. Bu

durum, bizi sosyal paylaşım sitelerine bağım-

lı hale getirdi.

Anne babamızla, eşimizle, çocuklarımız-

la, kardeşlerimizle kuramadığımız yakınlıkları,

paylaşamadığımız duyguları sosyal paylaşım si-

Kaynak

http://ailetoplum.aile.gov.tr/data/54293dab369dc32358ee2b0f/kutupha-ne_19_turkiye_de_televizyon_ve_aile.pdf

“Aile ilişkilerini tamamıyla etkileyip belirliyor mu yoksa toplumsal değerleri yeniden üretip yansıtan bir ayna mı televizyon?’ sorusu tartışıladursun, her odada bulunur hale gelmesiyle o eskiden bütün aileyi, suspus ekranın karşısında tutan saltanatı da sarsılmış durumda televizyonun.”

telerinin sağladığı arkadaş ortamlarında aradık. Tek başımıza, bir ekranın arkasından kurduğu-muz ilişkilerle sosyalleşmeye çalışırken aynı zamanda yalnızlaştık. Bir evin içinde birbirini tanımaya muhtaç yabancılar haline geldik.

Sorun da çözüm de bu araçlarda, aslında bu araçlarla sunulan programlarda görül-mekte. Ama ben sorun da çözüm de bizde demek istiyorum. Şu tür bağımlılıktan, yani duygularımızın, davranışlarımızın sebebini hep başkalarıyla ilişkilendirme bağımlılığın-dan kurtulabildiğimiz, düşünce, duygu ve davranışlarımızın sorumluluğunu üzerimize alabildiğimizde bu araçları da daha sağlıklı bir şekilde değerlendirebilecek, daha işlevsel olarak kullanabileceğiz.

Örneğin aile içinde kurulan yakınlığın, bağın, iletişimin, paylaşımın, dayanışmanın verdiği tatmini başka bir şey veremez. Aile-deki birlik ve dayanışmanın, mutluluk ve can-lılığın, ahlak ve duyarlılığın toplumun yapısını oluşturduğunu ise hepimiz bilmekteyiz ve tabii ki ferdin iç bütünlüğünün, tutarlılığının aile bütünlüğünde ne kadar önemli olduğu-nu da. Evet, bunu her birimiz çok iyi bilirken eylemlerimizin hedefi hep dışarıdadır. Hep ötekini düzeltmeli, ötekini eğitmeli, ötekini kontrol etmeli üzerinden açılımlarla büyür hedefler. Oysa önce kendi iç dünyamızda, sonra ailemizde, sonra yakın çevremizden açılarak büyümelidir hedefimiz. Kendi bakı-şının, kendi duygularının, kendi düşüncele-rinin, kendi davranışlarının yöneticisi olmayı başarabilmiş fertlere dışarıdan gelecek za-rarların etkisi sınırlı olur. Kendini, menfaat-lerini terbiye etmeyi başarabilmiş fertlerden oluşan toplumun üreteceği ve o topluma su-nacağı değerler de sömürücü değil yapıcı ve geliştirici olur.

O halde, başta kendimizi Hak ile terbiye ettikten sonra şu dünyadaki en değerli varlı-ğımız olan ailemize karşı gösterdiğimiz ilgi, şefkat, merhamet, sevgi, bağışlama en kıy-metli ameldir bizim için. Onlarla geçirdiğimiz zaman, en dolu dolu geçirdiğimiz zamandır. Sayın Dücane Cündioğlu’nun şu sözü yer etmiştir belleğimde: “Kendini meşgul edeme-yeni başkaları işgal eder.” Biz, kendimizi ve ai-lemizi Hak ile, hakikat ile, iyilik ve güzellik ile, sevgi ve merhamet ile, şefkat ve yumuşaklık ile, hak ve adalet ile meşgul edemezsek eğer bunların zıddı olan durumlar işgal edecektir orayı. Ailemiz cennetimizdir, koruyalım.

18 19

Page 11: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

KONTROLLÜTELEVİZYON İZLEYİCİLİĞİ

Emine Büşra YÜKSEL

T elevizyon; son yarım asırda hayatı-mıza girdi, evlerimizin başköşesinde yer aldı, hayatın merkezine oturdu,

fert ve toplum hayatını yönlendirmeye baş-

ladı. Televizyonun faydasından çok zararının

olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

1970’li yıllarda, televizyonun olumsuz

yanından hareketle, bu cihazın eve sokulma-

ması ve asla kullanılmaması öğütlendi fakat

kimsenin bu cihaza kayıtsız kalamayacağı

zamanla anlaşıldı. Bu defa, iyi yönde kullanıl-

ması, eğitici ve öğretici programlarla yararlı

hale getirilmesi gerektiği konuşuldu. Tele-

vizyonculuğun hem çok maliyetli bir sektör

olması hem de bu işi yapacak profesyonel

eleman azlığı sebebi ile film, dizi, belgesel

ve eğitici program üretiminin pek de kolay

olmadığı anlaşıldı. Bizim de bir televizyonu-

muz olsun düşüncesiyle bağış yaparak TV

kanalı kurulmasına katkı yapan mütedeyyin

insanlardan bir kısmı kanalının satıldığını, bir

kısmı da daha önce eleştirdiğimiz pespaye

filmlerin 10. tekrarını ve Hint dizilerini gö-

rünce hayal kırıklığına uğradı.

Devlet kaynakları ile yayın yapan TRT

sayesinden, son yıllarda Yunus Emre, Diriliş

Ertuğrul, Payitaht Abdülhamit gibi dizilerle

ve eğitici belgesellerle televizyon denilen ci-

hazın aile ve toplum için yararlı olabileceğini

de görmüş olduk.

Kitap göze, akla ve kalbe hitap ediyordu;

televizyon göze, kulağa, beyne ve kalbe hi-

tap etti. İnsanları eğlendirici yönünün ağır

basması, maalesef kitabın ikinci planda kal-

masına yol açtı. Son on beş yılda internetin

hayatımıza girmesi ise televizyonun ikinci

planda kalması, kitabın da neredeyse unu-

tulması sonucunu doğurdu.

Bu noktada şu hayati soruyu sormamız gerekiyor: Allah’a kulluk yapma sorumluğu taşıyan bizler, bizim dışımızda üretilen cihaz ve programlara kendimizi kaptırarak en de-ğerli varlıklarımızı bir kenara mı bırakacağız? Elbette ki hayır. Televizyon da internet de bilgiye kolay ulaşma araçları olarak ve gerek-tiğinde başvuracağımız bir kaynak olarak eli-mizin altında kontrollü bir şekilde hazır bek-lemelidir. Televizyon ve internetin hayatımızı bütünü ile kuşatmasına yönlendirmesine, zi-hin ve kalbimizin gündemini tayin etmesine asla izin vermemeliyiz.

İnsanlar genellikle gündüzleri işinin pe-şinde olduğundan televizyon daha çok ak-şamları izleniyor. Aile fertlerinin daha çok akşamları bir araya gelip kaynaştığı en de-ğerli saatlerde televizyon izlenmesi ve inter-netle meşgul olunması, aile içi iletişimi iyice zayıflatıyor. Bu sebeple, televizyon izleme ve internete girme konusunda belli bir program takip etmek ve çok seçici olmak gerekiyor. Akşamları, televizyon izleme ve internette dolaşma işlemi haberler dâhil iki saati geç-memelidir. Akşam 20.00 ila 22.00 arası en az bir saat televizyonun ve internetin kapalı olduğu, aile içi sohbetin canlı ve yüz yüze yapıldığı bir çay saatimiz olmalıdır. Sohbetin tatsız bir mecraya kayması durumunda tele-vizyondan dikkat çekici bir kanal ve program seçilmesi konuyu değiştirme bakımından isabetli olur.

Bugüne kadar izlediğimiz televizyon prog-ramları bize ne kazandırdı, sorusuna birçoğu-muz olumlu cevap veremeyiz. O halde tele-vizyondan günlerimizi ve zamanımızı israf et-mesine izin vermeden daha bilinçli bir şekilde yararlanmaya çalışmalı, bu hususta inisiyatifi hiçbir zaman elden bırakmamalıyız.

“Kitap göze, akla ve kalbe hitap ediyordu; televizyon göze, kulağa, beyne ve kalbe hitap etti. İnsanları eğlendirici yönünün ağır basması, maalesef kitabın

ikinci planda kalmasına yol açtı.”

20 21

Page 12: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

Bu yazıyı hazırlarken Ramazan Bay-ramı’ndan henüz çıkmıştık. Yurdun dört bir yanından Darende’yi ziya-

rete gelen, “Darende Sevdalıları”nın sosyal medyada paylaştıkları fotoğraflara bakarken, muhabbet ve hizmetin anlamını bir kez daha görmüş olduk. Tasavvufun mihenk taşı olan hizmet duygusu Allah ve Rasûl’üne olan mu-habbetle birleşince, muhteşem güzellikler çıkıyor ortaya. Başta H. Hamideddin Ateş Efendi olmak üzere, Osman Hulûsi Efendi Hazretleri, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri ve burada adını sayamayacağımız gönül sultan-larının hepsi, hayatının odak noktasına hiz-meti koymuşlardır. Gerek insanların gönülle-rini âbad ederek orayı gül bahçesine çeviren manevî hizmetlerde bulunmak gerek hayatı-nı kolaylaştıracak hastane, okul, öğrenci yur-du vs. gibi maddî hizmetlerde bulunurken insanları da bu halkaya dâhil ederek yaratılış gayesine uygun davranmalarına sebep ol-mak gönül sultanlarının tabiatındandır. Zira tasavvuf erbabı, “Hizmet eden (halis niyetle ve benlikten uzak olarak), muhabbet satın alır.” der ve insanoğlunun yaratılış gayesini şöyle açıklar: “Allah’ın emir ve yasaklarını bi-lip hayatımıza tatbik etmek ve bütün mahlû-kata hizmet etmek.” Abdulhalık Gücdüvanî Hazretleri, Bahaeddin-i Şah-ı Nakşbend Hazretleri’ne “Oğlum Bahaeddin; zikr-i ilahi-den uzak durma. Mahlûkata halisane hizmet et. Çünkü Hakk’a giden yol, hizmetten geçer. Allah yar ve yardımcın olsun.” der.

H. Hamideddin Ateş Efendi de, Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’ni anlatırken bu ko-nuya şu cümlelerle dikkati çeker:

“İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.’ prensibi ile insanlığa hizmeti Hakk’a hizmet olarak kabul etmiş ve bu yolda sev-

gili ceddi Hazreti Muhammed (s.a.v.)’i ör-

nek almış, onun yolunu takip etmiştir. İhlas

ve samimiyetin eseri olarak insanlara karşı

yardımsever ve hoşgörülü, içinde yaşadığı

topluma karşı güven verici ve barışı sağlayıcı

bir manevi görevi üstlenmiş olduğu açıkça

müşahede edilir.”

Sözümüzü Bayezid-i Bestamî Hazretle-

ri’nin bir kıssasıyla bağlayalım:

Mübarek zat, bir davete katılır. Yemekler

yenir ve akabinde yatsı namazı için hazırlık

yapılırken Hazret, bir köşede yaşlı birinin

kendi başına abdest almaya çalıştığını görür.

Etraf kalabalıktır ama kimse o zata yardım

etmemektedir. Bayezid-i Bestamî Hazretleri

yanına varır ve ibrikle suyu dökerek abdest

almasına yardımcı olur. En son ayaklarına

suyu dökerken yavaşça “Efendi Baba; sen

gençliğinde hiç hizmet etmedin mi ki şimdi

buradakilerin hiçbiri sana hizmet etmiyor.”

diye sorar. Yaşlı adam gülümser ve “Oğul,

zamanında şeyhime, ihvana ve mahlûkata

elimden geldiği ve gücümün yettiğince hiz-

met ettim. Hizmet etmeseydim senin gibi bir

kutb-i âlem gelip ayaklarıma su döker miy-

di?” der.

Raziye SAĞLAM

DARENDE SEVDALILARI

“Tasavvuf erbabı, ‘Hizmet eden (halis niyetle ve benlikten uzak olarak) muhabbet satın alır.’ der ve insanoğlunun yaratılış gayesini şöyle açıklar: ‘Allah’ın emir ve yasaklarını bilip hayatımıza tatbik etmek ve bütün mahlûkata hizmet etmek.”

“H. Hamideddin Ateş Efendi de, Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’ni anlatırken bu konuya şu cümlelerle dikkati çeker: “İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı

olandır.’ prensibi ile insanlığa hizmeti Hakk’a hizmet olarak kabul etmiş ve bu yolda sevgili ceddi Hazreti Muhammed (s.a.v.)’i örnek almış, onun yolunu takip etmiştir. İhlas ve samimiyetin eseri olarak, insanlara karşı yardımsever

ve hoşgörülü, içinde yaşadığı topluma karşı güven verici ve barışı sağlayıcı bir manevi görevi üstlenmiş olduğu açıkça müşahede edilir.”

22 23

Page 13: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

Hanife IŞIK

KURBANIN İSLÂM’DAKİ

YERİ VE ÖNEMİ

Yine Hz. Musa (a.s.) zamanında bir mu-cize olarak taze, güçlü, parlak sarı renkli bir sığır kurban edildiği anlatılmaktadır.3 Peygam-ber Efendimiz, Mekke’den Medine’ye Hicret ettikten sonra, Medine sakinlerinin İran’dan alınma Nevruz ve Mihrican Bayramlarını kutladıklarını gördü. Ve “Allah, sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, Ramazan ve Kur-ban Bayramlarıyla değiştirmiştir.” mealindeki hadisiyle İran menşeli o iki bayramın kutlan-masını yasaklamış, yerine ise o gündür bu gün kutladığımız bu iki bayramı koymuştur.

Kurban: Hicret’in 2. yılında meşru kılın-mıştır. İbadet niyetiyle, vakt-i mahsusada, mu-ayyen hayvanı kesmektir. Kendisine fitre vacip olana -İmam-ı Azam’a göre- kurban kesmek de vaciptir. Diğer imamlara göre ise sünnet-i müekkettir. Vacip olan kurban, kesmek ve kan akıtmakla olur. Diri diri tasadduk etmekle, de-ğerini bağışlamakla borç ödenmiş olmaz.

Kurban kesmenin meşrûiyeti Kitap, sün-net ve Müslümanların icmâı ile sabittir.

Cenâb-ı Hakk; “Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes.”4 buyurmuştur. Kevser Suresi’nde-ki bu hüküm kat’î değil zannîdir. Kat’î olsa farz olurdu, zannî olduğu için vacip denilmiştir.

Bu konuda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de şöyle buyurmuşlardır:

“Kim bir geçim genişliği bulur da kurban kesmezse mescidimize gelmesin.”

“Âdemoğlu Kurban Bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş ile yüce Allah’a yaklaşabilmiş değildir.”

“Üç şey vardır ki bana farz, sizin için sün-nettir. Vitir, kuşluk namazı ve kurban kesmek.”

“Ben kurban kesmekle emrolundum, bu sizin için bir sünnettir.”

“Ey İnsanlar! Her aile halkına her sene bir kurban düşe.r”

Ayrıca Peygamber Efendimiz’in semiz, boynuzlu, beyazı siyahından çok iki adet ko-çun birini ümmeti adına, diğerini de kendisi ve aile halkı adına kestiği bilinmektedir.

Kurban vacip midir, sünnet midir, tartışıla-bilir. Cumhur-u ulemaya göre sünnet, İmam-ı Azam’a göre ise vaciptir. Kurban, sünnet de olsa asla hafife alınmamalıdır.

Kurban, ayrıca bin dört yüz küsur senedir sosyal dayanışmayı sağlayan en canlı bir iba-dettir.

Hac mevsiminde hacıların kestikleri kur-banlarla hacca gitmeyen Müslümanların kes-tikleri kurbanları birbirine karıştırmamalıyız.

K urban kesmek, ilk insan ve ilk pey-gamber Hz. Âdem (a.s.)’le başlamış, hatta iki oğlu Hâbil ve Kâbil arasında-

ki ihtilâf kurbanla çözüme kavuşmuştur.1

Hz. İbrahim (a.s.) ile oğlu Hz. İsmail (a.s.)

arasında cereyan eden olayla, insanın kurban

edilemeyeceği vurgulanmış, onun yerine bir

koç hediye edilmek suretiyle bu sünnet baş-

latılmıştır.2 Zira eski Mezopotamya, Hint, Ye-men, Mısır ve Yunan efsanelerinde ve destan-larında bâkire kızların, gelinlik kadınların ve genç yakışıklı delikanlıların kurban edildiğini görmekteyiz. Mısır’da Nil Nehri’nin bolluk ve bereket ilâhı sayıldığı da yine Mısır mitoloji-sinde geçmektedir. Kâhinlerin, Nil’in coştuğu nisan ayında ona üç veya yedi bâkire kız kur-ban ettikleri bilinen bir gerçektir.

Dipnot

1 5/ Mâide, 27.2 37/Saffat, 99-107.3 2/ Bakara, 67-73.4 108/Kevser, 2.

“Peygamber Efendimiz’in semiz, boynuzlu, beyazı siyahından çok iki adet koçun birini ümmeti adına, diğerini de kendisi ve aile halkı adına kestiği bilinmektedir.”

24 25

Page 14: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

DİNLEMEKElif SÖNMEZIŞIK

da “kulağından beslemek” diye deyimleşen bir Hz. Mevlâna sözü var mesela. Hazret, insanın asıl beslenme organının kulak olduğunu açıkça ifade eder, “İnsan, karnından değil kulağından beslenir.” der. Yani dinleme işi, bünyeye, yemek-ten faydalıdır.

Tahirü’l-Mevlevî, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin şerhinde, dinleme bahsini geniş ola-rak ele alır. “Dinle, bu ney neler hikâyet eder/Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.” beytinden yola çıkar ve “Şu kadar söylenilebilir ki tasavvufta şart-ı âzam ve sebeb-i akdem; söylemek değil, dinlemektir.” diyerek konuya açıklık getirir. Din-leyen ile dinlemeyen arasındaki uçuruma dair, hem ayetler nazarında hem de dinleme gele-neğinin temellerine ilişkin anlatımlarında net bir izah sunar. Zira “Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.” (20/Taha, 13) ayetini özellikle alıntılar ve “En-biyâ ve evliyâ hazerâtının yüksek sözleri mahz-ı nasihattır.” der.

Eskiler, kıymete değer insanların konuş-tuklarını önemsemişler ve onların dinlenesi olduğuna dikkat çekmişler. Dinlemeye değme-yenler; birikimsiz, eski tabirle ilimsiz, tecrübe-siz, irfan yoksunu olanlardı. Buradaki dinleme meselesi, kazanım ve öğrenmeye dair sadra şifa sohbetler içindi.

Türkiye’de özel kanallar devri başladığından bu yana, bir türlü tatmin olamayan konuşma ihtiyacımızı keşfettik. Bugün bu ihtiyacı sos-yal medya daha kestirme yollardan karşılıyor. Herkesi katılımcı olmaya iten ve yalnızca bak-ma-görme temelli sosyal ağ prensipleri var. Şimdilerde beden dili ya da iletişim psikolojisi eğitimlerinde iyi dinleme bir fazilet ya da ahlak numunesi olarak kabul görmese de kapıları açan, başarıya götüren, iddiayı destekleyen bir anahtar olarak ilk maddeler arasında yer alıyor.Siz konuşmayı çok sevseniz de bu yönünüzü dinleme ile dengelemek yerine işinizi göre-cek kadar gerekli yerlerde dinlemeniz yeterli.

Bir alışkanlığa dönüşmese de olur. Gençlerin zamana ve hayata tutunmak için dinlemeyi iş-levsel olarak değerlendirmeleri gerekiyor. Yani bir nevi eğitim semineri öğretisi, diplomaya eklenecek artı değer olarak görüyorlar. Günü-müz kariyer planlama stratejisi olması dışında, dinleme eyleminin hayata dair bir karşılığı pratik manada neredeyse yok gibi. Okullarda, içinde öğretmen olduğundan şüphe edilen -aslında içinde öğretmen olan- gürültülü dershanelerin artık kronik vaka olması ve normal algılanması da bu yüzden. Aile içi eğitimde, ebeveyn ve ço-cuk ilişkisinde konuşma ve dinleme hiyerarşisi belirsizliği, çoğu kere yapıp-etme ile aşılmaya çalışılıyor. Misal; çocuk huysuzlandığında ho-şuna gidecek bir şey alma ya da eline tablet tu-tuşturma gibi…

Bunlar hayatın en tabanını ve en geniş alanı tutan basit meseleler… Yukarıya doğru çıktığı-mızda ve eğitim, iş ve aile bahsinde özel du-rumlara eğildiğimizde dinlemeye verilen değe-rin azalarak hayatımızdan çekildiğini anlıyoruz.

Dinleme, artık bir disiplin adı olarak karşımı-za çıkamıyor. Okul, cami ve kültür sanat mah-filleri gibi alanlar, bu disiplinin anlaşılması ve uygulanması için sayılabilecek belli başlı mer-kezler… Dinleyeni olduğu müddetçe her işin ehli, ilim ve irfan sahibi zevat, konuşmaya hazır olacaktır. Arz-talep dengesi, kurumların teşviki, halkın iştiraki ile mümkün. Giderek yaygınlaşan kültür etkinliklerine dinleyici olarak dâhil ol-mazsak, bu alandaki çalışmaların yeterliğini de sınayamayız.

“Kulak mollaları” bahsi, daha kaliteli bir top-lum olma, ilmin ve yerel tecrübenin hızla yay-gınlaşması ve yararlı okumaların yapılabilmesi adına; konuşmanın, hatta çok konuşmanın ma-rifet sayıldığı şu zamanda bir hatırlatma olarak başköşemizde, bir misal olarak şöyle bir dursun istedik.

Sohbeti bir kültür olarak her zemine ye-dirmiş bir medeniyetin devamıyız. Bu durum, bilhassa şehir merkezi dışında

kalan bölge ve yörelerde yazılı kültürün önüne geçecek kadar kuvvetli bir damar oluşturmuş. Dolayısıyla bizde dinlemek bahsi, adaba dâhil-dir ve bir ananedir.

Konuşma, dinlemenin zıddı sayılır. Dinleyen olmadıkça konuşmanın, konuşan olmadıkça dinlemenin mümkün olmadığı bir hakikat.

Osmanlı devrinde bilhassa medrese adabı, bu iki fiilin birbiri ile iyi geçinmesiyle temellen-

miş. Hatta “kulak mollası” diye bir molla meşre-bi de o zamanlardan bize yadigâr. Bu tabir, ilim tahsili sırasında üstadının yanında gezinen ve onun ağzından çıkacak ilmî ve hikmetli sözleri takip ederek ezber yapan bir grup talebe ya da hocayı ifade ederdi. Onlar ilmi yalnızca dinleye-rek tahsil ederdi, yani öğrenirdi. Osmanlı’ya dair bilgisi geniş sohbetçilerimiz, sık sık kulak molla-larına gönderme yapmayı ihmal etmezler. Çün-kü bu gelenek, ilim erbabının hayatının parça-sıydı. Eski devirlerden bu yana, dinlemeye ve kulağa dair bunca deyim ve özdeyişin gelmesi boşuna değil elbet. “Kulağı ile beslenmek” ya

26 27

Page 15: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

İNSAN SORUMLU VARLIKTIRCansever DOKUZ

mak üzere güvenilir birinin yanına bırakılan kıymetli şey demektir. Müfessirlerin çoğun-luğuna göre, ayette geçen emanet kelimesi dinin emrettiği bütün görev ve sorumluluk-ları kapsamaktadır. Elmalılı: “Emanet, kişinin gerek Allah’ın kendisi ile gerekse yaratılmış-ların hukuku ile ilgili emir ve yasakları yerine getirmesidir.” der. Fazlu’r-Rahman ise ayette geçen emaneti şöyle tarif etmektedir: “Ema-net, Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak yara-tılmış olan insanın, asıl itibariyle Allah’ın ka-nunlarına dayalı eşitlik, liyakat ve hak temel-leri üzerine oturmuş, adaleti esas alan sosyal bir sistem kurma ve bu sitemi yeryüzünde hâkim kılma yükümlülüğüdür.”3

Yani insanın sorumlu bir varlık olması esastır. Bu durum, aklın gelişmesiyle orantılı olarak, şahıslara kendilerinin ve yönetiminde olanların geliştirilmesi ve yetiştirilmesi so-rumluluğunu yükler.

Nitekim “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”4 ayeti, müminlere aile sorumlu-luğu ile ilgili bir uyarı yapmakta, bir Müslü-manın manevî mesuliyetinin sırf kendi kişisel hayatıyla sınırlı olmadığını vurgulamaktadır. Çünkü aile sahibi, kendisinden sorumlu ol-duğu gibi, ailesinden de sorumludur. Ebu Hayyan’ın naklettiğine göre, bu ayet nazil ol-duğu zaman Hz. Ömer; “Ya Rasûlallah! Ne-fislerimizi koruruz, fakat ehlimizi nasıl ko-ruyabiliriz?” diye sormuş; Allah Rasûlü: “Al-lah’ın size yasakladığı şeyleri onlara yasaklar ve Allah’ın size emrettiği şeyleri onlara emre-dersiniz. İşte bu, onları korumak demektir.”5 buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin al-tındakilerden sorumlusunuz. Yönetici, bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Ka-dın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yap-tıklarınızdan sorumlusunuz.”6

Fakat sadece aile içi tedbirlerle, aile fert-lerini ateşten korumak mümkün değildir. Ai-lenin dışındaki çevre de bu konuda önemli bir faktördür. O halde aile fertlerini doğru

Y üce Allah: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (so-

rumluluğundan) korktular. Onu insan yük-lendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”1 buyurmaktadır.

Ayette temsilî bir anlatımın söz konusu olduğunu ifade eden son dönem müfessir-ler, ayeti şöyle yorumlamışlardır: Emanet; ilk bakışta insandan daha güçlü, büyük ve daya-nıklı gibi görünen göklerin, dağların ve yerin taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Fa-

kat insan bir yandan bunu yüklenecek kabili-yet ve yetenektedir, öte yandan neyi yüklen-diğinin farkında değildir. Yani insan, şuursuz ve cahil olmamalı; kimliğinin, kabiliyetinin ve yüklendiği emanetin farkında olmalıdır. Taşıdığı emanetin hakkını yerine getirmeye gayret göstermelidir, onun hakkını yerine ge-tirmemek büyük bir zulümdür.2

Ayette geçen “emanet” tabiriyle neyin kastedildiği, müfessirler arasında yorum farklılıklarına sebep olmuştur. Kelimenin lü-gat manası; geri alınmak ya da sorumlu ol-

“Emanet; ilk bakışta insandan daha güçlü, büyük ve dayanıklı gibi görünen göklerin, dağların ve yerin taşıyamayacağı kadar ağır ve önemlidir. Fakat insan bir yandan bunu yüklenecek kabiliyet ve yetenektedir, öte yandan neyi yüklendiğinin farkında değildir.”

28 29

Page 16: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

birbirine benzeyen bu tür program format-ları aile kurumumuz için ciddi bir tehdit arz etmektedir.10

Bayrak, vatan ve çeşitli dinî değerlere yer verilen dizilerdeki sevilen karakterlerin vurdulu kırdılı sahneleri, gençler arasında şiddetin meşrulaşmasına sebep oluyor. Ni-tekim Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-tüsü’nde Zeynep Gültekin’in hazırladığı yük-sek lisans tezinde ele alınan bir dizinin 55 bölümünün faaliyet raporunda ortaya çıkan sonuç oldukça dikkat çekicidir; 411 cinayet, 152 yaralama, 137 saldırı, 147 dayak, 155 to-kat, 175 kavga, 110 işkence, 3 tecavüz, 191 taciz, 145 silahlı çatışma, 3 bombalama çık-mıştır.11

Televizyon, en çok çocuklara zarar veri-yor. Anneler, çocuklarına modern bir dadı bulmanın keyfini çıkarttıklarını zannediyor-lar. Annelere sormak lazım: “Çocuğunuzu oturduğunuz mahallenin en ayyaş, en çok içki içen adamına emanet eder misiniz? Ço-cuğunuzu mahallenizdeki katil adama ema-net eder misiniz? Çocuğunuzu mahallenizin en ahlaksız ailesine gönderir misiniz? Çocu-ğunuzu mahallenizdeki hırsız ailenin yanına yerleştirir misiniz?” Anneler! Kendinize ge-lin! Çocuğunuzu kötü, cani, katil, ahlaksız ve hırsız insanların elinden alın ve kendiniz ye-tiştirin. Unutmayın ki kötü dadı iyi çocuk ye-tiştiremez.12 Çoğunluğu Batı medeniyetinin ürünü olan çizgi filmleri izlediğimiz zaman hep kavganın ön plana çıktığını görüyoruz.

Netice olarak; insanoğlu dağların, yerin ve göğün yüklenmediği emaneti yüklenmeyi kabul etmiştir. “İç bade, sev güzel var ise akl u şuurun. Dünya var imiş, yok imiş ne umu-run.” veya “Ne atom bombası, ne Londra konferansı; Bir elinde cımbız, bir elinde ayna; Umurunda mı dünya” anlayışı, bir Müslüma-nın hayat felsefesi olamaz. Müslüman bilir

ki: “Kıyamet gününde hiçbir kul, ömrünü ne için tükettiği, ilmi ile ne yaptığı, malını nere-den kazanıp nerede harcadığı, bedenini ne uğurda yıprattığının hesabını vermedikçe Al-lah’ın huzurundan ayrılamaz.”13 Müslüman; “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmenin kişiye günah olarak yeteceğini”14

bilen ve bu sorumluluk bilinciyle yaşayan kimsedir.

yoldan saptırma gayreti içinde olan inan-mayanlara, özellikle de ikiyüzlülere/müna-fıklara dikkat edilmeli; maddeten ve manen ifsat edici müfsitlere karşı toplumu koruma savaşı verilmelidir. Sosyal ahlak ve adaba aykırı davranışlara ve insanlara kötü örnek olabilecek hiç kimseye fırsat verilmemelidir. Çünkü Allah’ı tanımayan düşünce yeryüzün-de egemen olduğu zaman yeryüzünde fesat çıkarır, ekini (hars) ve bir de nesli bozar.7 Aile değerlerini bozarak nesli ifsat etmeye çalışır. Bunun zararı sadece çağdaşlarına değil, çağ-lar ötesi kuşaklara kadar uzanır; fesadı yalnız insanları bozmakla kalmaz; mala, hayvana, ekine her şeye sirayet eder. Dil, din, kültür gibi insanlığın hayatındaki bütün değerleri alt üst eder.

Bugün tüm dünyada çeşitli kitle iletişim araçları aracılığıyla, ailenin değersizleştiril-mesi, yeryüzünde egemen olan bu bozgun-cu düşüncenin nesli ifsat etme projesinin bir parçasıdır. Son yıllarda özellikle televizyon dizilerinde, parçalanmış aileler, gençlik di-zileri formatında sunulan, aynı evi paylaşan ve sivil birliktelik yaşayan öğrenciler, birlikte yaşayan tek ebeveynli aileler, boşanan ama aynı evi paylaşmaya devam eden erkek ve ka-

dınlar gibi çok çeşitlendirebilecek konular, özellikle sevimli diyaloglarla normalleştirile-rek seyre sunulmaktadır.

Gittikçe seviyesizleşen adeta tiyatro sah-nesinin acemi oyuncularına dönüştürülerek şovlaşan arabulucu evlendirme programla-rı, aile için çok önemli bir değer ifade eden yemek kültürümüzün kutsal değerlerini yer-den yere vuran yarışma programları, kişilerin ve ailelerin mahremiyet sınırlarına saldıran hatta ortadan kaldıran magazin programla-rı, düğün salonlarında oynamaktan çekinen kadınların milyonlarca kişinin gözü önünde kendinden geçercesine coşkulu eğlenceleri gibi pek çok örneğin sunulabileceği, gelenek ve kültürel değer yargılarının ve kişisel mah-remiyetin aşındırılmasına yönelik programla-rın bugün aile kurumu için özellikle de zayıf bağları olan aileler için bir risk alanı oluştur-duğunu belirtmemiz gerekir.8

Geçtiğimiz yıllarda televizyonda oynatı-lan “Aşk-ı Memnu” (Yasak Aşk) dizisi, Cum-huriyet’in ilk yıllarında yazılan bir romandan uyarlandı. Bu roman, bir devlet projesiydi ve özellikle irtica ile mücadeleyi din ile mücade-le olarak algılayan kişilerin toplumdaki ahlâkî değişimi Batı tarzında yapmak için özellikle geliştirdiği proje kitaplardan biriydi. Bu pro-je aynı şekilde 1990’lı yıllarda resmî olarak devlet desteği ile Doğu bölgelerimiz için de kullanıldı.9

Sıra dışı örnekleri anormali ön plana çı-kartan, doğru bilginin arada kaynadığı, eme-ğin güzelliği yerine kişisel hikâyelerle şansı ön plana çıkaran, eğlence ve tüketimi körük-leyen, mahremiyeti “şeffaflık” ve “dürüstlük” adına pervasızca ortaya döken aile trajedi-lerinin taraftar duygusu ile anlamsız şekilde tartışılmasına yol açan, ama en önemlisi, bilgisiz ve cahil sunuculara teslim edilen ve medyanın tekelleşmesi dolayısıyla da gittikçe

Dipnot

1 33/Ahzâb, 72.2 Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, IV, DİB Yay.,

4/405.3 Fazlu’r-Rahman, Kur’an’ın Ana Konuları, Çev.

Alpaslan Açıkgenç, Ankara.4 66/Tahrîm, 6.5 Zemahşerî, Keşşaf, IV, 128.6 Buharî, Nikâh, 91.7 2/Bakara, 205.8 Küreselleşen Dünyada Aile, TDV Yay., Ayşenur

Kurtoğlu. “Aileyi Tehdit Eden Unsurlar”, 250 vd.9 Nevzat Tarhan, Aile ve Eğitim (Tartışmalı İlmî

Toplantılar Dizisi), Ensar Yay., İstanbul 2010, s. 226.

10 Küreselleşen Dünyada Aile, TDV Yay., Ayşenur Kurtoğlu. “Aileyi Tehdit Eden Unsurlar”, 250 vd.

11 Kadın ve Aile Dergisi, Nisan 2011, Dizi Filmle-rin Aile Hayatına Olumsuz Etkileri.

12 Sait Çamlıca, Çocuk Eğitiminde 33 Hata, Oku-yorum Yay., 127.

13 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 1.14 Ebû Dâvûd, Zekât, 45.

30 31

Page 17: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

na da geçemeyiz. Hep geçmiş ile yaşarız. O ânımızı da kaybederiz. Gerçek mücahede; geçmişte bir saniyemizi dahi Rabb’imizden uzak, gaflet ile geçirdiklerimiz için tevbe, ız-dırap, gözyaşı ile birlikte, an-ı hayırlarla devam ettirebilmek için ilim, zikir, tefekkür ile uğraş-maya devam etmektir. Nefis, zamanda boşluk bıraktırmayı çok sever. Bu boş geçen boşluk-larla heva, heves, arzu gibi nefsani özellikleri dünyaya meylettirir. Hâlbuki bu arzular dahi Rabb’imizin istediği şekilde yaşanmalıdır ki, güzelliklerle dolu hikmetlere kapılar açılsın. Bu ifadeler önce nefsimedir. Bu satırları oku-duktan sonra ‘Bismillah’ deyip, Rabb’imsiz geçen her ânıma tevbe ve Rabb’imin yolunda an-ı daim olmak için nefsimle mücahedeye girme niyetiyle iki rekât namaz kılarak başla-yabiliriz. O zaman, hayatımızdaki vaktimizi boşa alan her türlü varlıktan yavaş yavaş uzak-laşmaya başlayabiliriz. İş yanmada canlar... Yürek yansın ki, Rabb’im boşa giden zaman-ları hayra dönüştürsün. Diğer güzellikler de zamanla gelecektir. Boşa geçen zamanların en büyük dostu sizce nedir diye sorsam? Şüp-hesiz ki televizyon, internet dersiniz. Boş la-

kırdı, boş gezinme gibi diğer şahsi boşluklara girmeyeceğim. Genel olarak hayatımızda var olan ve varlığını kaldırmada diğer alışkanlık-larımıza göre çok daha zorlandığımız ‘Büyük Boşluklar=Televizyon, İnternet.’ Lütfen bu sa-tırları bir daha ömrümüzün geri verilmeyece-ğini ve gidenin gittikten sonra geri gelmeye-ceğini düşünerek okuyalım. Rabb’im kalbimiz ile uygulamayı cümlemize nasip etsin…

1- Yukarıda bahsettiğimiz gibi zaman mef-humunun akla, kalbe ve diğer uzuvlara da hakkıyla idrak ettirilmesidir. Bunun için zaman ile ilgili kitaplar okunabilir. İnsan, öğrenmediğine cahil kalır. Zaman kavra-mının ne kadar önemli bir kavram olduğu-nu ilim ile öğrendikçe; zamanı yanlış kul-lanmaya başladığın anda, Rabb’inin izniyle içten bir dürtü seni uyarı mekanizmasına alır. Rabb’im, seni daimi doğru âna çevirir. Açık televizyonu kapatırsın ve ‘Zamanım boşuna geçiyor. Buna izin vermeyeceğim.’ dersin. Telefonuna zamanın önemi ile ilgili uyarılar ekleyebilirsin. Herkes nefsinin is-teklerine göre burada tercihini yapmalıdır.

Hilal OTYAKMAZ

TELEVİZYONA VAKİT AYIRMAMAK İÇİN 5 NEDEN

D ünya işte… Bizden asırlar önce, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve as-hab-ı güzini de bizim yaşadığımız

dünyanın zaman kavramında yaşadı. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan diğer peygamberlerin kavimleri de zaman içinde kondu ve göçtü. Kimileri zamanda şer ile helak oldu, kimileri Kur’an-ı Kerim’de anılmaya layık zaman için-de hayırlara erişti. Her hayır ya da şer, zaman kavramı içinde gerçekleşti, gerçekleşmekte-

dir. Rabb’imiz, kulları için hiçbir zaman şer yaratmaz. Kul, kendi seçimi ile şerlere ya da hayırlara yönelir. Bu yüzden Rabb’imiz Asr Suresi’nde, ‘Asra’ yemin etmektedir. Zamana yemin ile birlikte: “İnsan, gerçekten hüsran içindedir.” açıklamasını yapmaktadır. Her iş, oluş zamana dönmektedir ve kul için zaman an-ı daim olmak ile açıklanmaktadır. Nefis ile bilinçsiz muhasebemizde, geçmiş zaman ile ilgili üzülürüz, ibret almayız ve yeni zama-

“Facebook ve twitteri doğru düzgün kullanmıyorum. Çünkü insanları gördüğüm yazılarla değerlendirmek istemiyorum. İnsanlara karşı daimi hüsnü zannımın olması için bu sosyal medya bağlarını yoğun kullanmıyorum. Bunun yerine insanlık için dua etmeyi tercih ediyorum. Başına oturduğum zaman beni benden alıp, ömür denilen kıymetli vaktimi bitiren, beni Rabb’imden gaflete düşüren her ne ise onun bana hayrı yoktur.”

32 33

Page 18: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her

2- Televizyonda benim için faydalı olmayan herhangi bir dizi, program için harcadığım saatlerim ile kendimi maddî-manevî ola-rak ilerletecek kitaplardan mahrum etmiş oluyorum. Evli isem eşim ile çocuklarım ile yaşadığım ufak problemlerde ne yapacağı-mı bilemiyorum. Nefsî hareketler ile yanlış yönlendirmelere giriyorum. Bu, televizyo-nun bendeki cehaletini göstermiş oluyor. Vaktimi; çocuk eğitimi, ailede huzur vb. konularda düzgün, İslâmî kitaplara ayır-sam, hem bedenim hem de ruhum huzura kavuşacaktır.

3- Televizyonda izlediğim, kişisel gelişimime faydası olmayan her boş kare beynimde ayrı yer edinmektedir. Günlük hayatım-da yapmam gereken işlerim, gerekli olan derslerim vb. durumlar için motive olmamı farkında olmadan engelliyor. O boş kareler durduk yere gözümün önüne gelerek veri-mimi azaltıyor. İzlediğim dizi ise, devamın-da ne olacak düşüncelerine dalıyorum. Sonra yapmam gereken işin hakkını vere-miyorum. Küçük sorun, büyük sorunlara doğru yelken açıyor. En iyisi başlangıcında nefse sed koyarak, uzak durmaktır. Uzak

duramıyorsam da, zamana hâkim olarak, yarım saat izlediğimi on beş dakikaya dü-şürmek şeklinde nefsi yavaş yavaş terbiye etmeye çalışabilirim.

4- Bu birinci madde ile de birleşmektedir ki, kul olduğumuzu daimi akıldan çıkar-mamaktır. Rabb’imizin verdiği emanetler içinde hesaba çekileceğimiz en önemli hesaplardan birisi zaman ise, dikkat ötesi dikkat! Beni yaratan Rabb’im ise; her işimi, rızkımı ayarlayan, hazırlayan O ise, O’nun istediğini âcizane yapmak da bana düş-melidir. Her maddeyi geçtim, bu madde televizyondan uzak durmam için yeterli-dir. Rabb’ime olan muhabbetim, aşkım için O’nun istemediklerini istememeliyim.

5- Beynimizi, yapmamız gereken güzellik-ler ile yani zaman tanzimimiz ile düzen-ledikten sonra o tanzimde boşluğa yer vermeyeceğiz. İnsanın hayatında boşluk yoktur. ‘Bir iş bitince, başka işe koyul.’ de-nilir. Hızlıca akan, işlerimizin dahi zor ye-tiştiği zamanlarda televizyona ayırdığımız vakitlerimiz ile asıl yapmamız gerekenleri yapamadığımız zaman vicdan azabı ile iki büklüm olmamak için, sinirli olmamak için yapmamız gereken önceliğimize yönele-ceğiz. Önceliklerimizi iyi belirleyeceğiz ki, hayatımızda boşluklar bırakmayalım. Ayrıca; televizyon izlemek yerine; sinema, bisiklet, yürüyüş, spor, piknik, gezi ve daha birçok güzel tefekkürlük yapılması gere-ken güzelliklerden mahrum kalmamak gerekir. İnsanlar ile sohbet etme, dertlerini dinleme ve onlara bildiklerin ile yardımcı olma gibi sünnet olan güzellikler ile kıy-metli vakitlerimizi televizyon boşluğu yeri-ne kıymetlendirebiliriz.

İş seçtiklerinde! Rabb’im daimi, O’nun rı-zasını seçmeyi nasip eylesin. An-ı daim olan-lardan eylesin. Vesselam.

34

Page 19: Editör’den - Somuncu Baba Dergisi - İlim, Kültür, Edebiyat, Tasavvuf ve … · 2017-08-16 · Günümüzde şiddet olgusu, toplumsal bir sorun olarak günlük yaşamın her