bilim ve teknolojideki gelişmişliğin matematiksel temeli necdet_bildik_davetli_konusmaci 96 sayfa
DESCRIPTION
fizikTRANSCRIPT
BİLİM VE TEKNOLOJİDEKİ GELİŞMİŞLİĞİN
MATEMATİKSEL TEMELİ
Prof.Dr.Necdet BİLDİK
CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ
MATEMATİK BÖLÜMÜ
OCAK, 2012
BİLİM VE TEKNOLOJİDEKİ GELİŞMİŞLİĞİN MATEMATİKSEL
TEMELİ
1.1. BİLİM NEDİR?
Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgisel
bilgi.
Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir ereğe yönelen
bir süreci
Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel
yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan
düzenli bilgi.
Türlü duygusal yaşantıların mantıkça bir örnek düşünce dizgesine
uydurulması için gösterilen çabalara verilen ad.
Neden, merak ve amaç besleyen bir olgu olarak günümüze kadar
birçok alt dala bölünmüş, insanların daha iyi yaşam koşullarına
kavuşmasına, var olmayan olguları bulmasına ve yeni şeyler
öğrenmesine ön ayak olan genellemedir.
Sanat tarafından temelleri atılmış olan ve her aşamada sanat ve
yaratıcılıkla beslenerek insanların hayat koşullarını iyileştirmek için
yapılan çalışmaların bütünüdür.
Temelde, deney ve gözleme dayalı bilgi bütünüdür.
Araştırma bulgularına dayanarak, neden-sonuç niteliğinde ilişkiler
bulmaya çalışan, olay ve olguları yöntemlere dayalı olarak
çözümleyip genellemelere ulaşmaya çalışan sistematik bilgiler
bütünüdür.
Her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler
arasında uygunluk sağlama çabasıdır.
Gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin
olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabasıdır.
1.2. TEKNOLOJİ NEDİR?
“Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak
(construct ) anlamına gelir ).
İnsanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı
rasyonel bir disiplindir (Simon, 1983, s.173 ).
Somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli
küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri
kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb. ) üzerinde denetimi
sağlamasıdır (McDermott, 1981, s.142 ).
Bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir.
Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul
tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir.
O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak
görmüş ve bu technique’nin ancak küçük bir bölümünün makine
tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik
sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel
uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç
olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal
bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile Sağlık
teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır” (Saettler, 1968,
ss. 5-6 ).
Sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem
insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların
zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına ve ekonomik
değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır (Finn,
1960, s.10 ).
Bilim ve Teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı
yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover
şöyle söylüyor: “Bilim ve Teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim
doğadaki görüngülerin (fenomenlerin ) gözlenerek, zaten var olan doğru
ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen
verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya
konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite
olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak
için geliştirilecek aletler, teknikler ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel
yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki;
gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya
sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna
çalışmaz. Diğer yandan teknoloji fikir (bilim) değil de hareket
olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir
sonuca da yol açabilir (Knezevich & Eye, 1970, s.17 ).
İnsanlık tarihi matematiğin tarihi ile birlikte başlamıştır. Eğer matematik
tarihi içerisinde gelişmemiş olsa idi bu gün muhtemelen insanlık da
yerinde sayıyor olacaktı. Matematik; aklın kullanımında önemli bir araç
olup hem aklı disipline etmekte önemli bir oynar hem de bütün bilimlerin
yol göstericisi rolündedir. Sonuçta matematiğin gelişmesi insan aklının
gelişmesine neden olmaktadır.
Günümüz ileri teknolojisine ancak matematik sayesinde
ulaşılabilmektedir. Örneğin uzaya ve gezegenlere gidiş, uydular aracılığı
ile dünyanın her tarafı ile ses ve görüntü bağlantısı, her türlü geometrik
dizaynda planları çizilen evler, gökdelenler, vb.
Ancak tüm teknolojik gelişmeler genelde matematiğin önemli bir dalı
olan uygulamalı matematik sahasında sürdürülebildiği gibi fizik, kimya,
biyoloji, ekonomi, sosyalbilimler, tıp(psikiyatri, kardiyoloji,
mühendisliğinin çeşitli dallarında (fizik, kimya, jeoloji, jeofizik, harita,
bilgisayar, elektik-elektronik, endüstri, çevre, vb.) alanların yanı sıra
askeri alanlarda da yer almaktadır. Diğer yandan teorik ve soyut
matematik sahasında yapılan bazı çalışmaların uygulama alanları
bulunmaya çalışılmakta hatta beklenmedik bir anda uygulanabileceği
ortaya çıktığında ise tartışılmaktadır. Bunlara yine somut bir örnek ise
Topoloji sahasında son zamanlarda oldukça önem kazanmaya başlayan
digital topolojinin ortaya çıkışıdır. Bunun yanında topolojide oldukça
önemli olan sabit nokta teorisi ekonomi sahasında uygulama alanı
bulmaktadır. Teorik olarak yapılan çoğu araştırmalar uygulama alanı
bulunmayan veya olduğu düşünülmeyen çalışmalar olarak kalmaktadır.
Hangi bilim dalında olursa olsun yapılması istenen çalışmalar önce kâğıt
üzerinde düşünülmekte daha sonra uygulamada yerini almaktadır.
HİÇBİR ARAŞTIRMA, MATEMATİK İSPATTAN GEÇMEDİKTEN
SONRA BİLİM ADINI ALMAYA LAYIK OLAMAZ.
LEONARDO DA VINCI
MATEMATİK NEDİR?
Matematik Terimleri Sözlüğü'nde Matematik; "Biçim, sayı ve
çoklukların yapılarını, özelliklerini ve aralarındaki ilişkilerini akıl bilim
yoluyla inceleyen, sayı bilgisi, cebir, uzay bilim gibi dallara ayrılan bilim"
olarak tanımlanmaktadır. Ancak Matematik nedir? sorusunu tek bir
tanımla tam olarak yanıtlamak oldukça güçtür.
O halde evrensel bir dil olan Matematiği tanımını bir cümle ile ifade
etmek o kadar da kolay olmasa gerek!
Bu düşünüş ile;
Matematik bir disiplindir.
Matematik bir bilgi alanıdır.
Matematik, bir iletişim aracıdır. Her bir bilim dalının bir dili olduğu
gibi matematiğinde kendine özgü bir dili vardır.
Matematik, ardışık ve birebirine bağlı bir zincirdir. Dolayısı ile birbiri
üzerine kurulur.
Matematik, varlıkların kendileriyle değil, aralarındaki ilişkilerle
ilgilenir.
Matematik, birçok bilim dalının kullandığı bir araçtır.
Matematik, insan yapısı ve insan beyninin yarattığı bir
soyutlamadır.
Matematik, bir düşünce biçimidir.
Matematik, mantıksal bir sistemdir.
Matematik, matematikçilerin oynadığı bir oyundur.
Matematik, kapalı bir kutu olup, içine girilmeyi bekleyen bir
hazinedir.
Matematik, bir anahtardır.
Matematik, bir değerdir.
Matematik; dil, ırk, din ve ülke tanımadan uygarlıklara
zenginleşerek geçen sağlam, kullanışlı evrensel bir dildir. Birey
için, toplum için, bilim için, teknoloji için vazgeçilmez değerdedir.
Yayılma alanına ve derinliğine sınır konamayan bir bilimdir, bir
sanattır.
Matematik, insan aklının yarattığı en büyük ortak değerdir. Evrenselliği
onun gücüdür. Çağları aşarak bize ulaşmıştır. Çağları aşarak, yeni
kuşaklara da ulaşacaktır. Büyüyerek, gelişerek, insanlığa hizmet edecek;
her zaman taptaze ve doğru kalacaktır.
Matematik, insanın düşünce sistemini düzenler.
Matematik, insanın doğru düşünmesini, analiz ve sentez
yapabilmesini sağlar.
Matematik, doğruyu, gerçeği görmek, iyi düşünmek, sonuca
giderek kazanmak, yani rahat bir hayat geçirmek demektir ve
hayatımızda devamlı olarak mevcuttur.
Kısaca Matematik bir yaşam biçimidir.
MATEMATİK VE YAŞAM
Öğrenciler genelde oldukça sıkıcı olduğu iddia edilen matematik
hakkında "Hali hazırda öğretilen ya da öğretilmeye çalışılan bu soyut
bilgiler ileride ne işime yarar? " diye düşünür. Hatta kimi zaman bazı
soruları anlayarak çözme yerine, daha kolay nasıl sonuca ulaşılır
tarzında pratik yollar aramaya çalışılır. Bazen problemin sonuçları arzu
edildiği gibi çıkmadığında yani çözüme ulaşılamadığında ise öfkelenir,
hatta sık olmasa da o problemi bir daha ele bile almayız. Ama gerçekte
durum hiç de öyle olmamalıdır. Mantıksal bir zincir takip edilebilinirse
problemin çözümü rahatlıkla yapılabilecektir. Buradan hareket ile
matematik hayatın ta kendisidir diyebiliriz. İnsanoğlunun genlerinde,
DNA’ların dizilişinde bile matematiksel bir düzen vardır. Terzi elbiseyi
diker iken bir model ortaya koymakta, fırıncı ekmeği yaparken tüm katkı
malzemelerini belli bir ölçüde katmakta, ayakkabıcı kalıbı belli boyutta
yapmakta, tornacı tüm hünerini göstererek ve geometri ve simetriyi
kullanarak malzemelere şekil vererek üretmektedir. Adını sayamadığımız
onlarca mesleklerin hepsinde matematik iyi bilinmek zorundadır. Tüm
alışverişlerimizde ödenecek tutarlarda ve onların karşılaştırmalarında
hep ölçülerle karşılaşırız. Zaman birimleri ise tamamen hayatımızın bir
parçası durumuna gelmiştir. Hatta ordularımızın onluk düzeni bile başlı
başına bir matematiktir.
Evlerimizin mimarisi, trafik akışı, köprü, kanalizasyon ve su şebekeleri,
elektrik-su tesisatı bile matematiğe bağlıdır. Tıpta Sinirbilim alanında üç
boyutlu uzayda fonksiyonel beyin görüntülemesi yine matematik ile
gerçekleştirilmektedir. Yani matematiğin felsefesi hayatın ta kendisidir.
Sonuçta matematik böyle bir bakış açısından değerlendirilerek ortaya
konulmalı ve tüm öğrenicilere bu tarzda aktarılmalıdır. Bu yönde bir
uygulama gerçekleştirildiği takdirde bir pek çok yanlış da kendiliğinden
ortadan kalkacaktır.
Bilindiği üzere uygulamalı bilim dallarının pek çoğunda, örneğin,
mühendislik, fizik v.b. pek çok dalda ele alınan problemlerin
matematiksel modellenmesine bir diferansiyel denklem karşılık gelir.
Ayrıca, pek çok fiziksel olayda bir sistemin mevcut andaki durumu
geçmiş durumuna bağlı kalınarak da ifade edilebilir. Söz konusu
sistemin hareketi hakkında yorum yapabilmek için onu temsil eden
diferansiyel denklem ve denklemin çözümleri hakkında bilgi sahibi olmak
gerekir. Aşağıdaki denklemler gecikmeli diferansiyel denklemler için birer
örnektir:
GENEL ÖRNEKLER
( ) ( , ( ), ( ( ))x t f t x t x t t ; ( ) 0t
1 2( ) ( , ( ), ( ))x t f t x t x t ; 1 2, 0
( ) ( , ( ), ( ), ( ( ), ( ( ))x t f t x t x t x t t x t t
ÖRNEKLER
2
3'( ) 2 ( ) ( 1)
2
'( ) ( cos ) 1
'( ) 5 ( ) 2 ( )2
''( ) 3 '( 2) 7 ( 3) 2 5
x t x t x t
x t x t t
tx t x t x
x t x t x t t
Yukarıdaki örneklere bakıldığında gecikmeli diferansiyel denklemler,
bilinmeyen fonksiyon ve onun türevleri (en yüksek türev hariç) t ve t
anından önceki anlara bağlı olarak ortaya çıkan diferansiyel
denklemlerdir. Bu saha ile ilgili matematik literatürüne bakıldığında
1960’lardan bu yana gecikmeli diferansiyel denklemlerin çözümlerinin
kararlılık ve sınırlılık durumlarını ele alan değişik çalışmalar yapılmıştır.
Krasovskii(1963),Yoshizawa(1966),Hala(1977), Burton(1985), …
Ancak literatür tarandığında bu uygulama alanlarının çok daha geniş
alana yayıldığı rahatlıkla görülebilir. Bulaşıcı hastalıkların yayılımını
inceleyen modellemesiyle Kermack ve McKendrick (Hairer et al.2000),
makinelerin çalışırken çıkardığı gürültülerin giderilmesi amacıyla yaptığı
modellemeyle (Asl & Ulsoy, 2003), enzimlerin kinetiğini inceleyen
çalışmalarıyla Okamoto ve Hayashi (Hairer et al.2000), bir virüs tipine
karşı bağışıklık sisteminin gösterdiği tepkiyi modelleyen çalışmasıyla
Marchuk (Hairer et al. 2000), Solow (1966)’un bir şehrin ekonomik
büyümesini inceleyen çalışması (Boucekkine et al. 1996), Grossman
(1998)’ın HIV’in bulaşıcılığını modelleyen çalışması (Baker et al. 1999),
Glass ve Mackey (1979)’in memelilerde solunum bozukluğundan
kaynaklanan rahatsızlıklar üzerindeki çalışmalarında yaptıkları
modellemeleri (Kuang,1993), Caberlin (2002), biyolojik sistemlerin
matematiksel modellemeleri ile ilgili çalışması gibi pek çok uygulama
alanı mevcuttur.
UYGULAMA ALANLARI
Bu kısımda gecikmeli diferansiyel denklemlerin kullanıldığı fiziksel
ve biyolojik sistemler üzerine örnekler verilerek neden gecikmeli
diferansiyel denklem teorisine ihtiyaç duyulduğu açıklanmaya
çalışılacaktır. Literatürde sıkça kullanılan örnekler üzerinde durulacaktır.
Gecikmeli diferansiyel denklemlerin nümerik çözümleri için pek çok
yazılım gerçekleştirilmiştir. [Paul,1991, 1995,2000; Shampine
&Thompson,2000a,b]
KARIŞIM PROBLEMİ
Gecikmeli diferansiyel denklemler üzerinde literatürde yapılacak
araştırmalarda karşımıza ilk çıkacak problem, Driver(1964)’ın tuzlu su
karışım problemidir. İçinde B litre tuzlu su karışımı bulunan bir tank
düşünelim. Tankın üstünden dakikada q litre saf su tanka
boşaltılmaktadır. Karışım sürekli karıştırılıp, tankın altında bulunan bir
musluktan, yine dakikada q litre olmak üzere dışarı akmaktadır. ( )y t , t
anında karışımdaki tuz miktarını ( )kg olarak göstersin. Karıştırma
işleminin sürekli ve tank içinde homojen bir biçimde gerçekleştiği kabul
edilirse, tank içinde litre başına ( )
( )y t
kgB
oranında tuz bulunur. Dakikada q
litre karışım tanktan boşaltıldığına göre, belli bir t anında tank içindeki
tuz miktarının değişimini ( )
( ) ,y t
y t qB
diferansiyel denklemi ile
modelleyebiliriz.
Ancak Driver’ın da belirttiği üzere, gerçekte karıştırma işlemi yapılırken
depo içinde her yerde tuz oranının sabit olmayacağı, yani homojen bir
dağılımın asla mümkün olmayacağı açıktır. Bu durumda t anında
depoyu terk eden tuz oranı da daha önceki bir andaki ( ) , orana bağlı
olacaktır. Sistem yeniden modellendiğinde,
( )( )
y ty t q
B
gecikmeli denklem elde edilir.
POPÜLASYON DİNAMİĞİ
İzole edilmiş bir ortamda, bir hayvan kolonisinin herhangi bir t anındaki
popülasyonu ( )y t ile gösterilirse, popülâsyonun büyümesi matematiksel
olarak aşağıdaki gibi belirlenir.
0
0 0
'( ) ( ) ,
( )
y t y t t t
y t y
(3)
Bu diferansiyel denklemin çözümü, 0( ) . ty t y e şeklindedir ve
popülasyonun üstel sınırsız artış sağladığı açıkça görülmektedir. Bundan
dolayı, belli bir zaman sonra aşırı artan popülasyon sonucu kıtlık
oluşacak ve kolonide ani ölümler görülecektir. Bu popülasyon
modellemesinin sadece doğumlarla ilgili olduğu düşünülmektedir. Ancak
kolonideki ölümlerin popülasyon dinamiğini etkileyeceği düşünülmelidir.
Bu nedenle sistemi,
0
0 0
( )'( ) 1 ( ) ,
( )
y ty t y t t t
p
y t y
(4)
biçiminde modellemek daha doğru olacaktır. (4) denkleminde ( )
1y t
p
değeri, biyolojik anlamda sistem dengesini sağlayan faktör olarak verilir.
Bu başlangıç değer probleminde ve p değerleri pozitif sabit olarak
kabul edilirse çözüm aşağıdaki gibi olacaktır.
0
0
( ).( )
1 ( 1)
t
t
y t ey t
ye
p
(5)
bu çözümde 0 1y
p ise, 0t iken çözümün 0( ) ty t y e haline dönüştüğü
kolaylıkla görülebilir. Ancak 0 0y başlangıç değeri için t iken ( )y t
denge noktası p ’ye yakınsar.
Şimdi topluluktaki nüfus değişiminin o andaki nüfus ile değil de, belirli
bir süre ( ) önceki nüfus ile orantılı olduğunu kabul edelim. Bu durumda
aşağıda verilen gecikmeli diferansiyel denklem elde edilir.
0
0 0 0 0
( )'( ) ( ) 1 ,
( ) ( ) , , 0
y ty t y t t t
p
y t t t t t
(6)
Bu denklemi literatürde sıkça geçmektedir. Wright (1946), 1 ve 1p
için bu denklemin özel halini aşağıdaki gibi alarak incelemiştir.
0
0
'( ) ( ) 1 ( 1) ,
( ) ( ) , 0 , 0
y t y t y t t t
y t t t
(7)
Burada Wright (1946), ’nın almış olduğu özel değerler için, (7)
denkleminin bir çözümünün bulunabileceğini göstermiştir.
Diğer yandan 1
0,e
için, (7) denkleminin çözümlerinin monoton
olduğu görülür. Ayrıca 1
,2e
olduğunda bu 1p etrafında salınım
göstermektedir. Her iki durumda da t iken çözüm p ’ye yakınsar.
Şekil 1 ve Şekil 2 bu iki durumu açıkça göstermektedir. Bunun yanında
Wright (1946), ’nın her değeri için çözüm bulmanın da mümkün
olmadığını ispatlamıştır.
Şekil1 ( ) 0.1y t ve ( ) 2y t ve 1
0,e
için (7) Denkleminin Çözümleri
Şekil2 ( ) 0.1y t , ( ) 2y t ve 1
,2e
için (7) Denkleminin Çözümleri
Popülâsyon dinamiğinde av-avcı problemi olarak tanımlanan
modellemeler içinde gecikmeli diferansiyel denklem sistemleri kullanılır.
Şimdi izole bir ortam içerisinde, belli bir t anındaki av olarak belirlenen
bir türün popülâsyonu 1( )y t ile avcı popülasyonu da 2 ( )y t ile gösterilsin.
Eğer ortamda avcı olarak belirlenen türün hiç bulunmadığı farz edilirse,
av olarak belirlenen türün popülâsyonunda bir artış olacağı mutlaktır.
Eğer artış oranı 11 0c olarak kabul edilirse av türünün popülasyondaki
değişimi
1 11 1'( ) ( )y t c y t
ile ifade edilebilirdir. Şimdi avcı olarak belirlenen türün, besin
kaynağının av olarak belirlenen tür olduğunu varsayalım. Bu durumda
avcı olarak belirlenen türün popülasyondaki artışı, av olarak belirlenen
türün popülasyonuyla ters orantılıdır. Bu durumda modelleme 12 0c
olmak üzere,
1 11 1 12 1 2'( ) ( ) ( ) ( )y t c y t c y t y t
biçiminde yazılabilir. İzole ortamda av olarak belirlenen türün hiç
olmadığı varsayılırsa, buna karşın avcı olarak belirlenen türün
popülâsyonunda mutlak bir azalma olacaktır. Bu durum 21 0c olmak
üzere 2 21 2'( ) ( )y t c y t şeklinde ifade edilebilirdir. Benzer biçimde av-avcı
popülâsyonu arasındaki ilişki göz önünde bulundurulduğunda 11c , 12c , 21c
ve 22c pozitif sabitler olmak üzere
1 11 1 12 1 2
2 21 2 22 1 2
'( ) ( ) ( ) ( )
'( ) ( ) ( ) ( )
y t c y t c y t y t
y t c y t c y t y t
biçiminde gösterilir.
Böylece en basit haliyle av-avcı probleminin modellemesi bu diferansiyel
denklem sistemi ile yapılmış olur. Bu denklemde 1(0) 0y ve 2 (0) 0y dır.
Son olarak av-avcı türlerinin sadece belli bir t anındaki popülâsyonlarını
değil de, belli bir süre önceki popülâsyonları göz önüne alınırsa, daha
gerçekçi bir modelleme yapılmış olur. Bu durumda denklem sistemi
11 11 1 12 1 2
2 21 2 22 1 2
( )'( ) 1 ( ) ( ) ( )
'( ) ( ) ( ) ( )
y ty t c y t c y t y t
p
y t c y t c y t y t
(8)
şekline dönüşür.
TIP
American Cancer Society’e göre sadece Amerika’da her yıl bir
milyonun üzerinde insana kanser teşhisi konulmakta ve 500.000’in
üzerinde insan kanser nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle
tüm dünyada bilim adamlarının kanser hücrelerinin çoğalmasını ortaya
koyan modelleme yapma çalışmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Bu konuda
Villasana & Radunskaya(2003) tarafından yapılan bir çalışma, kanser
hücrelerinin çoğalması ve bağışıklık sistemi hücreleri ile Hy-droxy AraC
ve Paclitaxel gibi özel bazı ilaçların kanser hücrelerinin çoğalması
üzerindeki etkilerini inceleyen bir matematiksel modelleme sunmaktadır.
Bu çalışmanın daha önceki çalışmalara göre en önemli farkı, modelleme
yapılırken gecikmeli diferansiyel denklemlerin kullanılmasıdır.
KONTROL SİSTEMLERİ
Geri beslemeli kontrol sistemlerinin hemen hemen tümünde gecikme
zamanı bulunur. Bu nedenle kontrol sistemlerinin tasarımında gecikmeli
diferansiyel denklemlerin kullanılması çok sık rastlanılan bir durumdur.
Gecikmeli diferansiyel denklem kullanılarak bir kontrol sisteminin
modellenmesine ilk örneklerden biri, Minorsky’nin II. Dünya Savaşı
sırasında gemilerin dalgalardan dolayı sağa sola yalpalanmasını
önleyebilmek için yaptığı çalışmadır. Bu modele göre, , geminin denge
durumunda bulunduğu normal pozisyon ile yana yatma durumunda ki
pozisyonu arasındaki açıyı göstermektedir. Ayrıca Minorsky’nin yaptığı
modellemeye göre; gemi, denge durumunda kalabilmek için ağırlık
sağlaması amacıyla içi suyla doldurulup boşaltılabilen tanklar
içermektedir. Bununla birlikte geminin yana yatmasını engelleyebilmek
için suyun bir tanktan diğerine pompalanarak boşaltılmasını sağlayan bir
mekanizma bulunmaktadır. Böylece dalgaların gemi üzerindeki etkisi
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Doğal olarak, bu mekanizmanın
çalışması belli bir t anında aniden gerçekleşen bir olay değildir. Yani
suyun bir tanktan diğerine boşaltılabilmesi için belli bir süre geçmesi
gerekir. Bu süre ile gösterilecek olursa, geminin dengede kalabilmesi,
geminin t anındaki durumuna bağlıdır. Minorsky, tüm bunları göz
önünde bulundurarak yapmış olduğu modelleme sonucu aşağıdaki
denklemi elde etmiştir.
( ) ( ) ( ) ( ) 0 , 0
( ) ( ) , 0
m t b t q t k t t
t t t
ELEKTRODİNAMİK
Aralarında belli bir mesafe bulunan iki elektronun birbiriyle etkileşimi ele
alındığında elektronların ışık hızıyla ( )c , bir yörünge etrafında hareket
ettiklerini düşünelim. Bundan dolayı elektronların hareketlerini belli bir t
anında gerçekleşen anlık bir olay gibi düşünmek mümkün değildir. Bu
nedenle belli bir t anında elektronlardan birinin diğeri üzerindeki etkisi,
daha önceki bir t anındaki etkisi tarafından üretilir. Daha kolay
anlaşılabilmesi için, bu iki elektronun yörüngelerinin sadece x ekseni
doğrultusunda olduğunu düşünelim ve sırasıyla 1( )x t ile 2 ( )x t de bu iki
elektronun t anındaki konumlarını belirtsin. Şimdi ikinci elektronun birinci
elektron üzerindeki etkisini inceleyelim.
Şekil3 İki Elektronun Birbirleri Üzerindeki Etkisi
Şekil’de gösterildiği gibi t anında, ikinci elektronun etki alanı, bu
elektronun 21t anındaki konumunun etkisiyle 1( )x t konumuna erişir.
Burada 21 gecikme miktarının sabit olmadığı ve t ’ye bağlı olarak
değiştiği açıktır. Bu durumda aşağıdaki denklem sağlanır.
21 1 2 21. ( ) ( )c x t x t
Aynı şekilde birinci elektronun ikinci elektron üzerindeki etkisi göz önüne
alındığında benzer bir denklem üretilir. Bu durumda 12 , birinci
elektronun ikinci elektron üzerindeki etkisini üreten gecikme miktarı ve
21 de ikinci elektronun birinci elektron üzerindeki etkisini üreten gecikme
miktarı ise bu takdirde modelleme aşağıdaki gibidir.
21 1 2 21
12 2 1 12
. ( ) ( ) ( )
. ( ) ( ) ( )
c t x t x t
c t x t x t
TOPOLOJİ NEDİR, BİLİM VE TEKNOLOJİYE NASIL UYGULANIR?
Topoloji matematiğin tümünde en aktif alanlardan biridir. Geleneksel
olarak, topoloji, cebir ve analizin yanı sıra teorik matematiğin üç önemli
alanından biri olarak kabul edilmektedir. Topoloji kısa bir süre önce
uygulamalı matematiğin önemli bileşenlerinden biri haline gelmiş ve pek
çok matematikçi ve bilim adamı gerçek dünyadaki yapıları ve
fenomenleri modellendirmek ve anlamak için topoloji kavramlarından
faydalanmaya başlamışlardır.
Topoloji kelimesi Yunanca bir yer anlamındaki ó (topus)
kelimesinden türetilmiştir. Matematik teki topoloji eskiden yer çalışması
olarak tanımlanırdı; diğer adı da analysus situstu. Kelime anlamıyla
topoloji pozisyonun veya lokasyonun incelenmesi anlamındadır. Topoloji
şekilleri ve bu şekillerin özelliklerini, bunlara uygulanan deformasyonları,
bunların arasındaki eşlemeleri ve bunlardan oluşan kompozisyonları
inceler.
Başlangıçta topoloji, Geometrinin branşı olarak kabul edilmiş ve
ilerlemesini de bu dalda gerçekleştirilmeye çalışmıştır. Geometride katı
cisimler üzerinde çalışılırken topolojide esneyebilen köşesi kesin
olmayan şekiller üzerinde yoğunlaşmıştır. Geometride mukayese
yapmak için önce iki cismin büyüklüğü göz önüne alınır. Geometride iki
cisim eğer yer değiştirme sonucunda aynı kalıyorsa iki cismin denk
olduğunu söylenir. Bir cisim; yırtmadan, kesip çıkarma yapmadan eğerek
bükerek esneterek veya büzerek bir şekilden diğer şekle
dönüştürülüyorsa bu takdirde topolojik olarak bunların denk olduğu ifade
edilir. Böylece günümüzden bir örnek verecek olursak evlerimizde
kullanılan çamaşır makineleri ve fırınlarda yapılan ekmekler birer
topolojik yapılardır. Topoloji genellikle lastik-levha geometrisi olarak
tanımlanır. Geleneksel geometride çemberler, üçgenler, düzlemler ve
polihedralar gibi nesnelerin sert olduğu ve noktaların arasında iyi
tanımlanmış mesafeler ve kenarları veya yüzeyleri arasında iyi
tanımlanmış açılar olduğu kabul edilir. Ancak topolojide mesafelerin ve
açıların konuyla ilgisi yoktur. Topolojide nesneler deforme olabilen
lastikten yapılmış gibi kabul edilir. Nesnelerin eğrilmesine, bükülmesine,
esnetilmesine, küçültülmesine veya bir şekilde deforme olmasına
müsaade edilir ancak nesnelerin parçalanmasına müsaade edilmez.
Şekil1.1’de geometrik açıdan birbirinden çok farklı dört şekilde
görülmektedir, ancak topolojide bu dört şekil de birbirine eşdeğer kabul
edilir. Lastikten yapılmış olursa bu dört şekilden herhangi biri
deformasyonla diğeri haline gelebilir.
Şekil4 Bir topolog açısından bu dört nesne denktir
Şekil 5’de topolojik açıdan farklı iki nesne (halka ve küre) yer almaktadır.
Müsaade edilen topolojik bir şekilde bir küreyi bir halka haline
getiremeyiz bu yüzden bu iki nesne topolojik açıdan birbirinin eşdeğeri
değildir.
Şekil5 Halka ve küre topolojik açıdan denk değildir.
Genellikle bir topoloğun bir simit ile bir kahve fincanını birbirinden ayırt
edemediği söylenir. Burada söylenmek istenen, topolojide bir kahve
fincanının bir simidin şeklinde deforme edilebileceğidir (Bkz. Şekil 6). Bu
nesneler topolojik açıdan denktir.
Şekil6 Bir kahve fincanı ve bir simit topolojik açıdan denktir.
Bu lastik-levha geometrisinin gerçek dünya uygulamalarında nasıl bir işe
yarayabileceğini merak edilebilir bir konudur. Buradaki fikir son derece
basittir. Genellikle, belli bir durumda, önemli olan özellikler, bir nesneyi
sert kabul ettiğimizde muhafaza olan özelliklerin aksine bir nesneyi
deforme edilebilir bir nesne olarak kabul ettiğimizde muhafaza edilen
özelliklerdir. Bir topolog bir simit ile bir kahve fincanını birbirinden ayırt
edemez ancak bir topolog bu şekillerin ortak olan özelliklerini tespit
edebilir ve kullanabilir.
Şimdi kısaca topolojideki birkaç konuya ve bu konuların bu metinde
sunulan uygulamaların bazılarında nasıl bir rol oynadığına bakalım.
Topolojik Uzaylar ve Fenotip Uzaylar: Topolojide incelenen nesneler
topolojik uzaylar olarak adlandırılır. Bu uzaylar, açık cümleler ile noktalar
arasındaki yakınlık kavramının ele alındığı noktalar kümeleridir. Doğru,
çember, düzlem, küre, halka ve Mobius şeridi topolojik uzayların
örnekleridir (Bkz. Şekil 7).
Şekil7 Farklı topolojik uzaylar.
Evrimsel biyolojide genotip ve fenotip kavramları önemli kavramlardır.
Her canlı organizma, içeriden kodlanmış, kalıtsal bilgilerin (genotip)
fiziksel gerçekleşmesidir (fenotip). Bir fenotipten diğerine evrimsel
değişim, karşı gelen genotiplerde meydana gelen ve mutasyon adını
alan değişikliklerle ortaya çıkar. Bir fenotipin diğerine ne kadar yakın
olduğunu ve bir genotip mutasyonunun bir fenotipi bir başka fenotipe
dönüştürmesi ihtimalinin ne olduğu sıkça ele alınan problemlerdir.
Bir Coğrafi Bilgi Sistemindeki İç Sınır ve Bölge İlişkiler: Bir topoloji
uzayında verilen bir küme ile bağlantı kurulan iki önemli küme, o
kümenin içi ve sınırıdır. X uzayında bir A kümesi varsa A kümesinin
içini A ’daki yakın noktaların çevrelediği noktalar olarak düşünürüz, A ’nın
sınırını ise hem A ’nın içindeki noktaları hem de A ’nın dışındaki noktalar
cümlesini düşünürüz. (Bkz. Şekil 1.5).
Şekil8 A kümesinin içi ve sınırı
Bir coğrafi bilgi sistemi (GIS)(Geographic Information System), coğrafi
verileri saklayan ve manipüle eden bir bilgisayar sistemidir. Bir GIS,
“Planlanan Coltonian Deponisi Alexandria koruma alanı ile çalışmakta
mıdır?” gibi soruları yanıtlayabilmelidir. Bir GIS’in böyle bir soruya yanıt
verebilmesi içinde GIS’in arazi bölgeleri arasındaki ilişkiler spektrumunu
ayırt edebilmesi ve belli bir bölge çiftinin yerine getirdiği belli bir ilişkiyi
tespit edecek araçlara sahip olması gereklidir. Örneğin A ve B
kümelerinin yalnızca sınırları kesişiyorsa bu takdirde A ve B ’nin birbirine
“temas ettiğini” söyleriz. Şekil 8’ de bu ilişki açıkça gösterilmektedir.
,A B ’den ayrıdır.
,A B ’ye temas eder.
,A B ’ye eşittir.
,A B
’nin içindedir.
,A B ’yi içerir.
A ile B çakışır.
Şekil9 A ve B kümeleri arasındaki muhtemel ilişkiler
MANİFOLDLAR VE KOZMOLOJİ
Bir n boyutlu manifold yerel olarak n boyutlu Öklid uzayına benzeyen bir
topolojik uzaydır. Örneğin, 1 boyutlu manifold yerel olarak bir doğruyu, 2
boyutlu manifold yerel olarak bir düzlemi ve 3 boyutlu manifold ise yerel
olarak 3 boyutlu uzayı andırır ve bu şekilde devam eder.
2 boyutlu manifolda yüzey de denir. Küre ve halka yüzeye örnek
olarak verilebilirdir. Bir yüzeydeki her bir nokta topolojik olarak
düzlemdeki bir açık kümeye eşdeğer olan bir açık kümenin içindedir
(Bkz.Şekil 10).
Şekil10 Yerel olarak bir yüzey ve bir düzlem aynı görünürler.
Yüzeylerde yaşayanlar, aslında bir düzlemde yaşadıklarını
düşünebilirler. Çünkü yerel olarak onların gördükleri düzlemde olmasına
rağmen yüzeyde de bulunmalarıdır. (Bu durum, Edwin Abbot’un
eğlenceli On Dokuzuncu Yüzyıl kitabı Flatland: A Romance of Many
Dimension’da incelenmiştir). Bununla birlikte, yüzeyde yaşayanlar,
dünyalarının özelliklerini incelemiş olsalardı genel şeklini anlayabilir ve
bu yüzden bir yüzeyin düzlemden farkını düşünebilirlerdi.
Aynı şekilde, yaşadığımız evreni üç boyutlu Öklid uzayı olarak
hissetmemiz doğaldır. Çünkü bu evreni yerel olarak bu şekilde algılarız.
Kozmologlar, evrenin genel yapısının görünümünün tüm özelliklerini
inceleyerek tam şeklini tespit etmeye çalışırlar.
DNA
Deoksiribonükleik asit (DNA), milyonlarca atomdan meydana gelmiş
uzun, ince bir moleküldür. Bu uzun dizi hücrenin çekirdeğinin içine
doldurulur ve bu durum 200 kilometrelik dolaşmış bir misinanın bir
basket topunun içine doldurulmasına benzer.
Temel yaşam süreçlerinin işlemesi için hücrenin biyolojik
mekanizmasının DNA molekülüne erişmekte ve bu molekülü manipüle
etmekte serbest olması gereklidir. Bu nedenle, hücrenin DNA’yı etkin bir
şekilde çözme kabiliyeti beka açısından elzemdir. Hücrenin çekirdeğinin
içinde enzim adı verilen ve biyolojik araç görevini gören moleküller
vardır. Bu enzimlerden bazıları DNA içinde geçiş değişiklikleri yaparak
çözülmesine imkân tanırlar. Bir enzim, DNA dizisini kendi üzerinden
geçtiği bir yerde keser ve sonra tekrar kendisine bağlar ve bu şekilde
karşı türden bir geçiş olur. Son dönemde bulunan ve enzimlerin hareket
etmesini engelleyen yeni kemoterapi (kimyasal tedavi) maddeleri
kanserli DNA’ların kendilerini yeniden yaratmalarını önlemektedir.
SABİT NOKTALAR VE EKONOMİ
Uzayda kendisine fonksiyon ile eşleştirilmiş belli bir nokta varsa bir
topolojik uzayı kendisine eşleştiren bir fonksiyonun sabit bir noktası
vardır. Örneğin, Şekil 1.10’daki p noktası, aynı şekilde yer alan f
fonksiyonunun sabit noktasıdır.
Şekil11 Bir f fonksiyonunun p sabit noktası vardır.
Sabit nokta teorisi, topolojinin önemli bir alanıdır ve “Bir topolojik uzayı
kendisine eşleştiren hangi fonksiyonların sabit bir noktası vardır?” ve “
Hangi topolojik uzaylarda, uzayı kendisine eşleştiren her sürekli
fonksiyonun sabit bir noktası vardır?” gibi sorulara yanıt arar. Bu alanda
en iyi bilinen sonuç Brouwer Sabit Nokta Teoremidir. Bu teorem kapalı
bir n boyutlu topun üzerindeki her sürekli fonksiyonun sabit bir noktası
olduğunu ileri sürer. Örneğin, birinci boyutta kapalı bir aralıktan
kendisine giden her fonksiyonun sabit bir noktası olduğunu, ikinci
boyutta bir diskten kendisine giden her sürekli fonksiyonda sabit bir
nokta olduğunu söyler ( bkz. Şekil 12).
Şekil12 Aralığı aralığa veya diski diske eşleştiren sürekli fonksiyonların
sabit bir noktası olmalıdır.
Örnek bir ekonomi sisteminde tüketiciler ve mallar ve bunlarla
bağlantılı bir değişkenler kümesi vardır ve bu kümede malların arzı,
malların fiyatı ve mallara yönelik talep yer alır. Genel olarak,
değişkenlerin değerleri, şu andaki değerlerine bağlı olarak yakın
gelecekte değişir. Örneğin, uygulamalı topoloji metinlerinin şu anda az
miktarda bulunması yakın gelecekte bu metinlerin fiyatının daha yüksek
olması ile sonuçlanabilir. Ekonomistler, bir ekonomik sistemin dengede
olup olamayacağını daha açık bir ifadeyle tüketicilerin yeterince memnun
olduğu, her malla ilgili arz, fiyat ve talebin değişmediği bir durum olup
olamayacağını öğrenmek isterler. Bu ancak ekonomik modele Brouwer
Sabit Nokta teoremi uygulanarak denge durumlarının incelenmesi ile
mümkündür.
Geniş açıdan bakıldığında, topoloji şekillerin ve özelliklerini genel
olarak inceleyen bir alandır. Bunlar, gerçek dünyadaki sistemleri
incelerken ve bu sistemler hakkında sonuçlara varırken tespit ettiğimiz
ve incelediğimiz uygulamalı problemlerin topolojik yönleridir.
Sonuçta teorik açıdan bakıldığında topoloji, matematiğin soyut bir
dalıdır.
TOPOLOJİNİN TARİHİNE BİR BAKIŞ
Topolojinin, Leonhard Euler’in (1707-1783) ünlü Königsberg köprüleri
sorununa getirdiği çözümle başlamış olduğu düşünülmektedir.
On sekizinci yüzyılda, Pregel nehri, Prusya’nın Königsberg (şimdi
Rusya’daki Kaliningrad şehri) şehrinin içinden akarak şehri dört ayrı
bölgeye ayırıyordu. Şekil 1.12’de gösterildiği gibi nehrin üzerinde
bulunan yedi köprü bölgeleri birbirine bağlıyordu.
En sevilen eğlencelerden biri de Königsberg köprülerinin üzerinden
geçerek gezinmekti. İnsanlar “Her köprüden sadece bir kez geçerek tüm
şehri gezebilir misin?” sorusunu birbirlerine soruyorlardı. Şaşırtıcı bir
şekilde hiç kimse şehri bu şekilde, her köprüden sadece bir kez
geçmenin yolunu bulamamıştı.
Şekil13 Königsberg köprüleri ([New]’de yer alan bir çizimden adapte
edilmiştir.)
Köprülerden en fazla bir kez geçmek koşuluyla tüm köprüleri kullanmak
üzere başlangıç noktasına dönecek şekildeki seyahat yolu bulunur.
Köprüler Köşe, Yollar Kenar ise: Tüm köşelerden geçmek üzere en az
kenar kullanma problemine Hamilton Problemi denir.
Euler(1736) bu probleme denk olan: Köprüleri yol, yolları köşe olmak
üzere değiştirdi.
Soru (Euler Yolu): Her köşeden tam bir kez geçmek üzere tüm köşeleri
içeren, başlangıç noktasına dönmek koşuluyla en kısa seyahat nasıl
gerçekleşir?
Bu problem, Leonhard Euler’in dikkatini çekmiş ve bu problemin
“konumun geometrisi” adı verilen yeni bir matematik yaklaşımını
içerdiğini fark etmişti. Euler bu konu hakkında;
Kısa bir süre önce kesinlikle geometri problemi olarak gözükse de
büyüklük tespiti gerektirmediğinden ve niceliksel hesaplama ile
çözülemediğinden dolayı bu problemi bir konum geometrisi problemi
olarak adlandırmakta tereddüt etmedim, zira çözümü bulmak için
yalnızca konumun dikkate alınması gerekiyor ve hesaplama yapılmasına
hiç gerek yok diyordu.[New]
MATEMATİKSEL MODELLER
Bir matematiksel model aşağıdaki yöntemleri içerir:
1. Bir gerçek-dünya probleminin matematik formüllerle ifade edilmesi
yani bir matematiksel modelin kurulması.
2. Ortaya çıkan matematiksel problemin çözümü veya analizi
3. Matematiksel sonuçların, orijinal gerçek-dünya olayı açısından
yorumu; örneğin, orijinal olarak konulmuş soruların cevaplandırılması.
Matematiksel modelleme süreçleri.
MATEMATİK VE MÜZİK
Bağlamanın tellerinden bizi bize bağlayan, aramızda gönül bağı
oluşturan ezgiler çıkar. aynı sesler başka bir çalgıda tınılasa aynı
duyguyu uyandırmayabilir, ama değişik bir tını müziğe bambaşka
anlamlar, duygular yükleyebilir. İnsanlığın bir parçası ve yaşamımızın
rengi olan müzik, bayramlarda çalan marşlarda, statlarda coşturan
tezahüratta, savaşta cesaretlendiren trampette, argo deyişle “damardan
vurup” geçerek içkimize kimi zaman zevk kimi zaman acı veren
şarkılarda, görselliğe fon olarak sanatsal etkinliklerde, ağıtlardaki sızıda,
ninnilerdeki huzurda, aşktaki heyecanda, ezan ya da çan seslerindeki
çağrıda, kıvrak Roman ezgilerinde ve burada sayamadıklarımdadır…
Yani insanın bulunduğu her yerde vardır müzik. İnsanı insan yapan en
önemli kültürel öğelerden biridir.
İnsanın en önemli keşiflerinden biri olan müzik yalnızca sanatsal
bir öğe midir? Sanatın ötesinde acaba müziğin müzik olmasında
matematiksel bir öğe, herkesin sezemediği bir başka ahenk yok mudur?
Kaçımız piyano tuşlarının ya da mırıldandığımız ezgilerin oluştuğu süreci
merak etmiştir? Ezgilerdeki notalar hangi diziler içinde, hangi tanım
aralığında dolaşırlar?
Tarihsel olarak, ilk önce ritim, daha sonra müziğin ikinci önemli
unsuru olan ezgi keşfedilmiştir. Modern müziğin temelini oluşturan
armoni ise geçen bir yılın ikinci yarısında olgunlaşmıştır. Yıllar yılı müzik
kimi sanatçının ekmek kapısı, kimi antropologun araştırma konusu, kimi
meraklı fizikçi ve matematikçinin kafasını kurcalayan gizemli bir problem
olmuştur.
Ne ilginçtir, müziğin tarihsel gelişimiyle matematiğin tarihsel gelişimi
paralellik göstermektedir. Her ikisi de önce somut bir düşünceyle ortaya
çıkmış daha sonra soyut-somut arasında salınıp durmuştur. Örneğin
matematik nesne saymayla başlamışken, müzik, ilkel toplumlarda dinsel
ayinlerde çalınan ritim olmuştur. Kimbilir belki de o zamanın müzisyenleri
sayı saymayı ilk keşfedenlerdi!
Kimi görüşe göre tanrı tamsayıları, insan da matematiği
yaratmıştır. Müzikte, seslerle notalar arasındaki ilişki bu görüşe
benzetilebilir. Ancak birinin bir sanat diğerinin ise bir bilim dalı olduğunu
da kabul etmek gerekir. İnsan, müziğin ham maddesi olan sesleri
yüzyıllar içinde yoğurarak günümüz tonal müziğini oluşturmuştur. Bu
tarihsel gelişimde dönemin büyük matematik dehalarına taş çıkaracak
matematiksel zekâya sahip J.S. Bach ve W.A. Mozart’ın payı büyük
olmuştur. Özellikle Bach’ın en büyük hobisinin matematik olması ilginç
bir tespittir. Bach müzikte devrimsel nitelikli füg sanatını geliştirirken
matematiksel yaklaşımlardan destek almış ve müzikte yeni bir çığır
açmıştır. Öte yandan matematik tarihinde müzisyen matematikçilere de
rastlamak mümkündür. Örneğin matematikçiliğinin yanında iyi bir
müzisyen olduğu da bilinen Pisagor oktavı bulmuştur; bir teli iki eşik
parçaya bölerek aynı sesin incesine (ince DO-kalın DO) elde ettiğini
gözlemiştir.
Çok az kişi besteciyle tanışma fırsatı bulmuştur. Bu fırsatı bulanlar,
eğer matematikçileri biraz tanımışlarsa aralarındaki benzerlikleri hemen
fark ederler. Besteciler, yakaladıkları ezgiyi düzenlerken sürekli sayarlar,
dillerinden düşmeyen rakamlar mırıldandıkları ezgiye güfte olurken
parmak hesabı bir şeyler sayıp ince bir tahtanın üstünde dengede
durmaya çalışan birinin psikolojisini sergilerler. Eminim o sırada
beyinlerinin matematikle uğraşan bölümünü yoğun olarak
kullanıyorlardır. Gündelik hayatları da matematikçilerinkine çok benzer,
analiz yetenekleri çok kuvvetlidir.
Kötü şarkı söyleyen birinin sesinin kötü olmasının asıl nedeni çoğunlukla
ton dışına çıkması ya da, matematiksel bir ifadeyle, kullanılan tanım
aralığının dışındaki notaları kullanmasıdır. Şarkılardaki ezgiler belirli
dizileri takip ederler. Bu dizilerin çok bilinen bazı matematiksel dizilere
benzediklerini söyleyebiliriz. Modüler aritmetiğin güzel uygulamalarından
olan müzik dizileri toplumdan topluma değişiklik gösterir. Örneğin batıda
tam ve yarım seslerden oluşan majör ve minör diziler kullanılırken,
doğuda komalı seslerden de yararlanılarak oluşturulmuş makamlar
kullanılır. Müzikal çeşitlilik açısından oldukça şanslı olan Anadolu hem
doğu hem de batı dizilerini kaynaştırarak kendi ezgilerini oluşturmuş,
doğuyla batı arasında müzikal bir köprü olmuştur. Ancak hızla
küreselleşen dünyamızda müzik için de değişim kaçınılmaz olmuş,
yavaş yavaş özgünlüklerini kaybetmeye başlayan etnik müzikler modern
armoniyle kaynaşarak yeni müzik formlarına dönüşmeye başlamışlardır.
Heyecan uyandıran bir diğer önemli nokta LA notasıdır. Fiziksel
olarak 440 khz frakanslı ses dalgası olarak bilinan LA “doğanın sesi”
olarak bilinir. Telefonu ilk açtığınızda kesiksiz düüüt sesi ya da elektrik
tellerindeki uğultu genellikle LA notasıdır. Doğada birçok yerde rastlanan
bu özel ses müzikte referans nota olarak kabul edilmiştir. Bunun içindir ki
müzisyenler akortlarını bu değişmez referans sese göre yaparlar. Öyle ki
klasik müzik konserleri başlamadan önce, başkemancı ayağa kalkarak
tüm orkestraya LA sesini vererek ona olan saygısını gösterir ve böylece
orkestranın bütünlüğünü ve uyuşumunu sağlar.
Basit sayısal matematiğin müzikteki varlığını ilkokulda müzik dersi
almış hemen hemen herkes bilir. Rakamları bu kadar aşikâr kullanan tek
sanat dalı olan müziğin asıl ilgi çekici yönü, armoninin gelişmesiyle
ortaya çıkmıştır. Farklı seslerin aynı andaki birlikteliğinden doğan uyum
anlamına gelen armoni, aslen doğanın içinde hep vardır. Karar sesle
uyum içinde bulunan bu seslere doğuşkanlar adı verilir. Doğanın
muhteşem geometrisi içinde söz sahibi olan armoniyi iyi müzik kulağına
sahip herhangi biri, doğanın birçok seslenişinde, belki kuşların ötüşünde
ya da elektrik tellerinin uğuldamasında bu doğuşkan sesleri sesleri
duyabilir. Örneğin tınılayan bir gitar telinin ardına daha az şiddetteki
armonik sesleri (doğuşkanları) iyi müzik kulağına sahip herkes
algılayabilir. Örneğimizi daha somut bir hale getirmek için deneysel
müzik tekniklerinden yararlanalım: Eğer karar sesimiz DO notasıyla
başlayan majör diziyse, ilk önce en şiddetli olarak DO, ince DO, SOL,
tekrar ince DO ve Mİ notalarını duyarız. Aslında bu dizi sonsuza kadar
ıraksar, ancak biz diğer sesleri duyamayız. Peki bu ne demek? Bu
durumu matematiksel olarak nasıl ifade ederiz ve matematik, armoniyi
geliştirmede ne işimize yarar? Doğadaki bu ahenkli seslenişi keşfeden
müzisyenler, yaptıkları matematiksel yaklaşımlarla ve gönüllerinin de
sesini dinleyerek modern armoninin temellerini attılar. Yukarıdaki
deneysel müzik sonuçlarına göre armonide 1-3-5 kuralı gelişmiştir. Yani
basit bir akort oluşturmak için dizinin birinci, üçüncü ve beşinci seslerini
tınlatmamız gerekir. Eğer evinizde bir müzik aleti varsa DO-Mİ-SOL
seslerini aynı anda tınlatarak siz de basit bir akort oluşturabilirsiniz. Ya
da derinlik hissi uyandıran modern bir caz akordu elde etmek isterseniz
buna bir de Sİ notasını eklemenizi öneririm. Öte yandan DO-FA sesi (1.
ve 3. sesler) ise uyumsuz sesler olduğundan insanda bir gerilim hissi
uyandırır. Orta çağda kilise tarafından yasaklanan bu gerilimli uyumsuz
sesler şeytan sesleri olarak nitelendirilmiştir. Ancak günümüz müziği,
kuralları yıkan bir yaklaşımla, uyumsuz sesleri güncel kültürümüzle
uyuşturmayı başarmıştır. Bugün profesyonel müzisyenler modern
müzikte kullanılan akortların hepsini basit matematiksel gösterimlerle
ifade ederek anlaşmaktadırlar.
Matematik ve Müzik, herkes ayrımsayamasa da tarih boyunca el
ele dünyamızı güzelleştirmişlerdir. Kimi matematikçilerin matematiğin bir
çeşit sanat, kimi müzisyenlerin ise müziğin bir çeşit bilim olduğunu iddia
etmeleri, herhalde birbirlerine duydukları hayranlıktan
kaynaklanmaktadır. Matematik yüzyıllar boyunca kendi evrensel dilini
oluşturarak akla hitap etmiş, müzikse aynı evrensellikte gönüllerin ortak
dilini oluşturmuştur. Bir de matemüzikçiler vardır: Hem gönülden hem de
akılla aynı anda konuşurlar, ya da en azından konuşulanları
dinleyebilmek isterler. Ne mutlu onlara…
ŞİFRELEME VE ASAL SAYILAR
Herkesin gizliliğe ve özel yaşama ihtiyacı vardır. Kimse, yazdığı bir
mektubun alıcısından başkası tarafından okunmasını istemez. Şifreleme
bilimi ve kriptoloji bu aşamada devreye girer. Yunanca gizlim anlamına
gelen kryptos sözcüğünden gelen kriptoloji, iletilecek bir mesajın, bir
fonksiyon kullanılarak değiştirilmesi ve sadece bu fonksiyonu bilen alıcı
tarafından okunabilmesi üzerine yapılan çalışmaları kapsar.
Bilinen en eski şifreleme yöntemi Sezar şifrelemesidir.
Komutanlarına göndereceği mesajların düşmanları tarafından
okunmasını istemeyen imparator, mesajlarında “harf atlama” yöntemi
kullanmıştır.
Jül Sezar (MÖ 100-MÖ44)
Her harfin yerine bir başka harf kullanan Sezar’ın mesajlarını,
sadece yöntemi bilen komutanları okuyabiliyordu. Sezar’ın yöntemini, “1
harf atlama” ile örneklendirelim. İletilecek mesaj “herkes matematik
dünyası okusun” ise, her harfi bir atlayarak yazdığımızda,
BİLİM VE TEKNOLOJİDE MATEMATİĞİN ÖNEMİ
CJMJNEFYF UFLOÖMÖKJEF NBUFNBUJHJO POFNJ
gibi anlaşılmaz bir cümle çıkar ortaya. Daha da karmaşık hale getirmek
istersek, aradaki boşlukları silip, mesajımızı
CJMJNEFYFUFLOÖMÖKJEFNBUFNBUJHJOPOFNJ
şeklinde yazabiliriz.
M yollayacağımız mesajı, E de şifreleme algoritmasını
simgeliyorsa, karşı tarafa, M yerine,
E(M)=C
mesajını yollarız. C, mesajın şifreli halidir. Deşifreleme algoritması, yani
şifreli mesajı anlamlı mesaja dönüştürme yöntemimizi de D ile
gösterelim. M mesajını E(M), yani C olarak alan kişi, E(M)’ye D
algoritmasını uygulayarak M’y bulmalı, yani,
D(E(M))=M
olmalı.
Sezar yöntemini alfabemize uygulayalım.
0, 1, 2,..., 28A B C ZM M M M
olsun. Atlama değerini p kabul edersek (yukarıdaki örnekte 1p idi;
p yi 1’den 28’e kadar herhangi bir tamsayı alabiliriz), o zaman, şifreleme
algoritması olan E ,
( ) (mod 29)i iE M M p
kuralıyla yazılabilir. Deşifreleme algoritması da aynı biçimde
açıklanabilir. Yukarıdaki p yi 29q p ile değiştirin:
( ) (mod 29)i iD M M q
olsun. Böylece, her i harfi için
( ( )) (mod 29)i iD E M M
olur.
Bu yöntemle en fazla 28 farklı şifreleme yapılabilir. ama her dilde
daha çok kullanılan harflerin ve bazı kalıpların olduğunu düşünürsek, bu
şifreleme yöntemini çözmek o kadar zor değildir.
Sezar, bu şifreleme yönteminin yeterli olmadığını düşünerek,
başka bir yöntem geliştirme çabasına girmiştir. Bulduğu ikinci yöntem,
ilkine göre daha güvenli olan, bir anahtar kullanarak metni şifrelemektir,
örneğin, anahtar 265314 olursa, birinci harfi ikinci konuma, ikinci harfi
altıncı konuma, üçüncü harfi beşinci konuma... koyarak mesaj
şifrelenecektir. BİLİM kelimesi bu anahtar ile MBİVLİ haline dönüşür.
Sezar’ın biraz önce komutanlarına gönderdiği mesajı anahtarla şifreler-
sek elde edeceğimiz metin, sözcükler arasındaki boşlukları kaldırırsak
MBİVLİNEKOETDLİEJOMMEATANTİÖĞİNİME gibi “anlamsız” bir şifreli
mesaj çıkar karşımıza. Elbette ki Sezar’ın komutanlarının 265314
anahtarına sahip olduğunu biliyoruz.
Sezar’ın devrini geride bırakıp günümüze dönelim. Bilgisayar çağında
şifreleme ve deşifreleme, bir bilgisayar ağında haberleşmede ve bilgi
güvenliğinde kullanılır. Hepimiz az çok interneti kullanıyoruz. İnternette
yol alan veri paketleri halka açık birçok ağdan geçer. Bu da, aktarılan
veri paketlerini ulaşılabilir kılar. Bu yüzden gönderilen verinin
şifrelenmesi gerekir. Ancak bu şifreleme yönteminin güvenilirliği de
önem kazanır. Çünkü günümüzün güçlü bilgisayarları, Sezar’dan kalma
şifreleri çözmekte hiç zorlanmıyorlar.
Günümüzde kullanılan modern ve güçlü şifreleme algoritmaları,
şifreleme yöntemi bilinmesine rağmen kolay çözülememektedir. Bu
algoritmaları güçlü kılan da budur. Bu algoritmalar, güvenliklerini farklı
uzunluk ve yapılardaki anahtarlarla sağlar. Hemen hemen tüm modern
algoritmalar şifrelemede ve şifre çözmede anahtarları kullanır.
Kullanıcı mesajını (M) göndermeden önce bir anahtar ile (K1) şifreler.
Şifreli mesaj (ŞM) ulaşılabilir kanallardan alıcıya gider. Alıcı mesajı
okumak için (K2) anahtarıyla şifreyi çözer ve (M) mesajını elde eder.
Kötü niyetli dinleyiciler şifreli mesaja erişebilirler ancak, kimileyin K1’e
sahip olsalar dahi, K2 ‘ye sahip olmadıkları sürece mesajı okuyamazlar.
Eğer K1 ve K2 eşitse sistem simetriktir. Aksi taktirde asimetrik sistem
olarak adlandırılır. Asimetrik sistemler daha güvenlidir elbet. Güvenliğin
garantilenmesi için K2 her zaman gizli olmalıdır. Eğer K1 kullanılarak K2
kolay kolay elde edilemiyorsa, K1 in açıklanmasının da bir sakıncası
yoktur. Bu durumda sisteme açık anahtarlı sistem adı verilir.
Mesajda kullanılan her simgeye (harfe) karşılık gelecek bir doğal sayı
bulunursa, yollanacak mesajın bir doğal sayı olduğunu varsayabiliriz.
Harflere karşılık gelen doğal sayıları dünya âlem bilebilir, bu önemli
olmayacak.
Birçok açık anahtarlı şifreleme yöntemi vardır. En yaygın kullanılanı
1977’de Ron Rivest, Adi Shamir ve Len Adleman tarafından yaratılan
RSA algoritmasıdır. RSA bu üç kişinin soyadlarının ilk harflerinin
biraraya getirilmesiyle oluşturulmuştur. RSA algoritmasıyla anahtar
üretme yöntemi şöyledir:
1. Birbirinden farklı iki p ve q asal sayı seçilir. Bu asallar ne kadar
büyük olursa, şifrenin kırılması da o kadar zor olacaktır.
2. n = pq çarpımı hesaplanır.
3. (p -1 )(q - 1) tane n’den küçük ve n’ye asal olan doğal sayı vardır.
( ) ( 1)( 1)n p q olsun.
4. 1 < e < < ( )n eşitsizliğini sağlayan ve ( )n ’ye asal olan bir e sayısı
bulunur. (Eğer p = 2, q = 3 ise, ( )n = 2’dir ve böyle bir e sayısı yoktur,
ama dediğimiz gibi p ve q büyük asallar olacak.)
5. de = 1 (mod ( )n ) denkliğini ve 1 < d < ( )n eşitsizliğini sağlayan
bir d doğal sayısı bulunur. Bu özellikleri olan bir ve bir tek d doğal sayısı
vardır.
Böylece p ve q asallarından, n, ( )n , e ve d sayılarını türetilir. Bu
sayıların özelliği şudur: x, hangi tamsayı olursa olsun, (mod )edx x n
denkliği sağlanır. Mesajı yollayan kişi, x yerine xe (mod n) sayısını yollar.
Mesajı alan kişi de aldığı xe (mod n) sayısının e’inci gücünü modülo n
hesaplayarak x’e en azından modülo n ulaşır. Eğer x < n ise o zaman
tam olarak x’i bulabilir, (p ve q çok büyük olduklarından, n de çok çok
büyüktür, örneğin Çin alfabesi de dahil olmak üzere, tüm dünya
dillerinde kullanılan simge sayısından çok daha büyüktür ve böylece
yollanacak x sayısının n'den küçük olmasını sağlamak sorun yaratmaz.)
Yollanan xe (mod n) mesajına/sayısına ulaşan kişi, n’yi bilse bile, eğer
d’yi bilmiyorsa x’i bulamaz.
Şifreleme için kullanılan anahtar (açık anahtar) n ve e yi içerir. Şifreyi
çözmek için kullanılan özel anahtar ise n ve d yi içerir.
Aslında n ve e yi bilen biri, teorik olarak kolaylıkla d yi bulabilir. Şöyle
yapar: n yi asallarına ayırarak p ve q yü bulur. Sonra ( )n yi hesaplar.
SERBEST SÖNÜMSÜZ HAREKET
Eğer biz sadece ne sönümlü ne de dış kuvvet etkisi olan, bir yaya
bağlı bir kütleye sahipsek, (3) denklemi,
0mx kx
basit formunu alır. Genellikle
0
k
m
alınıp (8) denklemi
2
0 0x x
formunda yeniden yazılır. (8’) denkleminin genel çözümü
0 0( ) cos sinx t A t B t
olur.
SERBEST SÖNÜMLÜ HAREKET
Üzerinde çalıştığımız diferensiyel denklem dış kuvvetsiz, sönümlü
hareket durumunda 0mx cx kx şeklini alır. Alternatif olarak,
2
02 0x px x (15)
dir. Burada 0 /k m karşılık gelen sönümsüz dairesel frekans ve
02
cp
m
(16)
dir. (15) denkleminin 2 2
02 0r pr karakteristik denkleminin kökleri
2 2 1/2
1 2 0, ( )r r p p
(17)
dir. Bu kökler,
2 2
2 2
0 2 2
4
4 4
c k c kmp
m m m
ifadesinin işaretine bağlıdır. crc kritik sönümü, 4 /crc k m ile verilir ve
crc c , crc c veya crc c için üç durum vardır.
SÖNÜMSÜZ ZORLANMIŞ SALINIMLAR
0( ) cosF t F t dış kuvveti altında sönümsüz zorlanmış harmonik
hareketi incelemeye, (1) ile verilen denklemde 0c konduğunda elde
edilen
0 cosmx kx F t (4)
denklemi ile başlayabiliriz. Bu denklemin tamamlayıcı çözümü
1 0 2 0cos sincx c t c t dir. Burada
0
k
m
kütle yay sisteminin (dairesel) doğal frekansıdır. Öncelikle, dış ve doğal
frekansların eşit olmadığını varsayalım. 0 . Özel çözümü bulmak için
(4) denkleminde cospx A t koyalım ( px de sinüslü terime ihtiyaç yoktur.
Çünkü (4) denkleminin sol tarafında x nü içerek terim yoktur). Buradan
2
0cos cos cosm A t kA t F t
ve böylece
0 0
2 2 2
0
/F F mA
k m
(5)
elde edilir. Sonuç olarak
0
2 2
0
/( ) cosp
F mx t t
(6)
dir. Dolayısıyla c px x x genel çözümü
01 0 2 0 2 2
0
/( ) cos sin cos
F mx t c t c t t
(7)
ile verilebilir. Denklemdeki 1c ve 2c sabitleri 0x ve 0x başlangıç
değerlerinden hesaplanabilirdir. Denklem yeniden düzenlenirse
00 2 2
0
/( ) cos( ) cos
F mx t C t t
(8)
elde edilir. Sonuçta elde edilen hareketin, doğal dairesel frekansı 0 ve
dış kuvvet frekansı da olan iki salınımın üst üste eklenmesi olduğu
görülür.
UZAY GEMİSİNİN İNİŞİ
Uzay gemisi sabit V hızıyla dünyadan uzakta M kütleli ve R
yarıçaplı bir gezegene yaklaşıyor. Fren sistemi harekete geçtiğinde
gezegenin yüzeyine çarpana kadar sabit T itme kuvveti sağlanmaktadır.
Frenleme sırasında gezegenin merkezine olan ( )x t uzaklığı
2
2 2
d x GMT
dt x (1)
diferensiyel denklemini sağlamaktadır. Burada 116.6726 10G N.(m/kg)2
dir. Burada şu soru karşımıza çıkmaktadır: Yüzeyden ne kadar
yükseklikte frenleme sistemi harekete geçsin ki yumuşak bir iniş
yapılabilsin? Makul bir problem için
24
6
4
2
5.97 10 ( )
6.38 10 ( )
10 ( / )
( / )
M kg
R m
V p km h
T g q m s
alınabilir. Burada 2/g GM R gezegenin yerçekimi ivmesidir. Kimlik kartı
numaranızdan p yi sıfır olmayan en küçük ondalık sayı q yu sonraki sıfır
olmayan en küçük ondalık sayı olarak seçilirse, doğru “ateşleme
yüksekliği” metre yakınlığında ve “iniş zamanı” ise saniyenin onda biri
yakınlığında olmak üzere bulunmuş olur.
KEPLER’İN GEZEGENLERİN(VEYA UYDULARIN) HAREKET
KANUNU
M kütleli bir gezegenin çevresine eliptik yörüngeli bir uyduyu göz
önünde bulundurunuz ve fiziksel birimlerin GM=1 (Burada G yerçekimi
sabiti) olacak şekilde seçildiğini kabul ediniz. Eğer gezegen xy-
düzleminde orijinde ise uydunun hareket denklemleri
2 2
2 2 2 3/2 2 2 2 3/2,
( ) ( )
d x x d y y
dt x y dt x y
(2)
dir. T, uydunun dönme periyodu olsun. Kepler’in üçüncü kanununa göre
T nin karesi, uydunun eliptik yörüngesinin büyük yarı ekseninin kübü ile
orantılıdır. Eğer özel olarak GM=1 ise
2 2 34T a (3)
dür. Böylece uydudaki sistem dört tane birinci mertebeden diferensiyel
denkleme sahip olan bir sisteme dönüşür.
a) 4 X 4 lük bir sistemi
(0) 1, (0) 0, (0) 0, (0) 1x y x y
başlangıç şartları ile sayısal olarak çözebiliriz. Bu teorik olarak 1a
yarıçaplı dairesel yörüngeye karşılık gelir. Böylece Denklem (3), 2T
sonucunu verir.
b) Şimdi sistemi
1
(0) 1, (0) 0, (0) 0, (0) 62
x y x y
başlangıç şartları ile sayısal olarak çözülebilirdir. Bu, 2a büyük yarı
eksenli bir eliptik yörüngeye karşılık gelir. Böylece Denklem (3), 4 2T
ifadesini verir.
HALLEY KUYRUKLU YILDIZI
Halley kuyruklu yıldızı yörüngesindeki güneşe en yakın noktaya en
son 9 Şubat 1986’da ulaşmıştır. O andaki kuyruklu yıldızın konumu ve
hız bileşenleri sırasıyla
0
0
(0.325514, 0.459460,0.166229)
( 9.096111, 6.9116686, 1.305721)
p
v
şeklindeydi. Burada konum AU’daki konum ve (Astronomik birim, ki
burada birim uzaklık, dünyanın yörüngesinin büyük yarı eksenidir) ve
zaman ise yıl bazındadır. Bu sistemde kuyruklu yıldızın hareketinin üç-
boyutlu denklemleri
2 2 2
2 3 2 3 2 3, ,
d x x d y y d z z
dt r dt r dt r
(4)
şeklinde olup, burada
24 ve 2 2 2r x y z
dir.
KUYRUKLU YILDIZ
1997 de doğum gününüzden bir gece önce, teleskopunuzu bir
dağın tepesine yakın bir yere yerleştiriniz. Eğer o gece hava açık ise o
takdirde şans size güldü demektir: Saat 00:30’da yeni bir kuyruklu yıldız
gördüğünüzü kabul edersek, onu takip eden gecelerdeki
gözlemlerinizden sonra, kuyruklu yıldızın ilk gecedeki 0 0 0 0( , , )p x y z
güneş sistemi koordinatlarını ve 0 0 0 0( , , )v vx vy vz hız vektörünü
hesaplayabilirsiniz. Bu bilgileri kullanarak;
Kuyruklu yıldızın yörüngesi üzerinde güneşe en yakın olduğu
perihelyon nokta ve güneşten en uzak olduğu afelyon nokta,
Kuyruklu yıldızın güneşe en yakın ve en uzak olduğu noktadaki
hızı,
Kuyruklu yıldızın güneş etrafındaki dönme periyodu ve
Kuyruklu yıldızın güneşe en yakın iki geçiş tarihi belirlenebilirdir.
ALTIN ORAN
Altın orana ilişkin matematik bilgisi ilk kez İ.Ö. 3. Yüzyılda Öklid’in
Stoikheia ("Öğeler") adlı yapıtında "aşıt ve ortalama oran" adıyla kayda
geçirilmiştir. Eldeki veriler, bu bilginin geçmişinin aslında Eski Mısır’da
İ.Ö. 3000 yılına kadar dayandığını göstermektedir. Grek dünyasına da
Pythagoras ve Pythagoras’cular tarafından tanıtıldığı ileri sürülür.
Altın oran, (Fi) sayısı olarak bilinir. Bu sayı, Eski Yunan düşünürleri
tarafından bulunmuştur, ancak Fi sayısını kimin tanımladığı kesin olarak
belli değildir. Eski Yunan düşünürlerinin bazılarının, Fi sayısının yerine
(to) sayısını kullandıkları da bilinmektedir.
İ.Ö. 500’lü yıllarda yaşamış olan tüm zamanların en büyük
matematikçilerinden biri olan Pisagor, altın oranla ilgili aşağıdaki
düşüncelerini dile getirmiştir:
Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin
oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin
uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir?
Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük
parçaya oranına eşittir.
Altın oran, günlük yaşantımızda, matematiğin estetik güzelliğe etki
ettiği her alanda karşımıza çıkan bir kavramdır. Altın oranın çok çeşitli
tanımları verilebilir ama altın oran, neticede matematiksel bir kavramdır
ve değeri de 1,618033.... olarak devam eden ondalık bir sayıdır. Altın
oranın matematiksel anlamına geçmeden önce altın oranın karşımıza
çıktığı bazı alanlara değinelim.
Altın oran, örneğin bir dikdörtgenin göze en estetik gözükmesi için
uzun kenarı ile kısa kenarı arasındaki orandır. Buna benzer olarak, bir
doğru parçasının ikiye ayrıldığında göze en hoş gelen ikiye ayrılma
oranıdır. Altın oran, sadece dikdörtgen ve doğru için değil, neredeyse
tüm geometrik cisimler ve yapılar için kullanılabilir.
Altın oranın matematiksel açıdan basit bir tanımı şu şekilde yapılabilir:
Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki
sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden ondalık
sayıdır. 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan diğer sayı da -
0,618033... olarak devam eden ondalık sayıdır.
Altın Oranın Görüldüğü ve Kullanıldığı Yerler:
1) Ayçiçeği: Ayçiçeği'nin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve
soldan sağa doğru tane sayılarının birbirine oranı altın oranı verir.
2) Papatya Çiçeği: Papatya Çiçeğinde de ayçiçeğinde olduğu gibi bir
altın oran mevcuttur.
3) İnsan Kafası: Bildiğiniz gibi her insanın kafasında bir ya da birden
fazla saçların çıktığı düğüm noktası denilen bir nokta vardır. İşte bu
noktadan çıkan saçlar doğrusal yani dik değil, bir spiral, bir eğri yaparak
çıkmaktadır. İşte bu spiralin ya da eğrinin tanjantı yani eğrilik açısı bize
altın oranı verecektir.
4) İnsan Vücudu: İnsan vücudunda Altın Oran'ın nerelerde
görüldüğüne bakalım:
a) Kollar: İnsan vücudunun bir parçası olan kolları dirsek iki bölüme
ayırır.(Büyük(üst) bölüm ve küçük(alt) bölüm olarak). Kolumuzun üst
bölümünün alt bölüme oranı altın oranı vereceği gibi, kolumuzun
tamamının üst bölüme oranı yine altın oranı verir.
b) Parmaklar: Ellerimizdeki parmaklarla altın oranın ne alakası var
diyebilirsiniz. İşte size alaka... Parmaklarınızın üst boğumunun alt
boğuma oranı altın oranı vereceği gibi, parmağınızın tamamının üst
boğuma oranı yine altın oranı verir.
5) Tavşan: İnsan kafasında olduğu gibi tavşanda da aynı özellik vardır.
6) Mısır Piramitleri: İşte size Altın Oran'ın en eski örneklerinden biri...
Şimdi ne alaka Altın Oran ve Milattan Önce yapılan Mısır Piramitleri?
Alaka şu; Her bir piramidin tabanının yüksekliğine oranı evet yine altın
oranı veriyor.
7) Leonardo da Vinci: Bilindiği gibi Leonardo da Vinci Rönesans devri
ünlü ressamlarındandır. Şimdi bu ünlü ressamın çizmiş olduğu tabloları
inceleyelim.
a) Mona Lisa: Mona Lisa'nın başının etrafına bir dikdörtgen çizdiğinizde
ortaya çıkan dört kenar bir altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgeni, göz
hizasında çizeceğiniz bir çizgiyle ikiye ayırdığınızda yine bir altın oran
elde edersiniz. Resmin boyutları da altın oran oluşturmaktadır.
b) Aziz Jerome: Yine tablonun boyunun enine oranı bize altın oranı
verir.
8) Picasso: Picasso da Leonardo da Vinci gibi ünlü bir ressamdır. Ve
resimlerinde bu oranı kullanmıştır.
9) Çam Kozalağı: Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit
bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru
spiraller (eğriler) oluşturarak çıkarlar. İşte bu eğrinin eğrilik açısı altın
orandır.
10) Deniz Kabuğu: Denize çoğumuz gitmişizdir. Deniz kabuklarına
dikkat edenimiz, belki de koleksiyon yapanımız vardır. İşte deniz
kabuğunun yapısı incelendiğinde bir eğrilik tespit edilmiş ve bu eğriliğin
tanjantının altın oran olduğu görülmüştür.
11) Tütün Bitkisi: Tütün Bitkisinin yapraklarının dizilişinde bir eğrilik söz
konusudur. Bu eğriliğin tanjantı altın orandır.
12) Eğrelti Otu: Tütün Bitkisindeki aynı özellik Eğrelti Otu'nda da vardır.
13) Salyangoz: Salyangozun Kabuğu bir düzleme aktarılırsa, bu
düzlem bir dikdörtgen oluşturur. İşte bu dikdörtgenin boyunun enine
oranı yine altın oranı verir.
15) Mimar Sinan: Mimar Sinan'ın da birçok eserinde bu altın oran
görülmektedir. Mesela Süleymaniye ve Selimiye Camileri'nin
minarelerinde bu oran görülmektedir.
MOİRE MOTİFLERİ
Moire motiflerinin, matematiksel çözümlemesi en basit olanları, paralel
doğrulardan oluşan iki şablonun üst üste getirilmesiyle elde edilenlerdir.
Hesap yaparken, bu türden bir şablon için bilmemiz gereken tek şey,
paralel doğruların adımı, ya da bir başka deyişle, dalga boyudur. Bunu g
simgesiyle adlandıralım. Bir adım, siyah çizgilerden birinin başlangıcıyla,
bir sonrakinin başlangıcının aralığıdır. Siyah çizgiler ve boşlukların eşit
kalınlıkta olduğu alışıldık şablonlar için g, siyah çizgilerin kalınlığının iki
katına eşittir.
Elimizde, adım değerini bilmediğimiz bir şablon varsa, olabildiğince
hassas bir cetvelle, bize tam sayı ölçümü veren en az sayıdaki çizgiyi
ölçelim: Cetvelin sıfır noktası, siyah çizgilerden birinin başlangıç
sınırında olmalı. Çizgilerin cetvele tam dik olmalarına da dikkat etmeliyiz.
Sıfırdan sonraki birkaç çizgiyi atlayıp, milimetre ya da santimetre
işaretlerinden biriyle tam olarak çakışan ilk siyah çizgi başlangıcını
bulalım. Önceki e sonraki çizgileri incelediğimizde, gözümüze
kestirdiğimiz çizginin, en iyi çakışanı olduğundan emin olabilmeliyiz.
Cetvelden okuduğumuz uzunluğu, saydığımız adım adedine bölerek, bir
adımın uzunluğunu yani g değerini bulabiliriz.
Paralel doğru şablonlarıyla elde edilebilecek en basit moire motifi,
adım değerleri arasında biraz fark olan iki şablonun üst üste
bindirilmesiyle oluşur. Küçük adım değerine g1 ve bundan biraz daha
büyük olana da g2 diyelim. Ortaya, adım değeri daha büyük olan, yeni
bir paralel doğru motifi çıkar. Elde ettiğimiz motifin adım değerine de G
diyelim. Sağduyumuz, G değerinin, g1 ve g2 üzerinden
h9esaplanabileceğini söylüyor. Gerçekten de öyle… Ama, öncelikle
neler olup bittiğine biraz daha yakından bakalım: Testere dişi grafiği,
elimizdeki moire motifinin katmanlarını gösteriyor. Grafiğin tepe noktaları
beyaz, çukurları siyah alanlar. En alttaki grafik, elde edilen motife aittir.
Başlangıçta, iki şablonun siyah alanları çakışmış. Bu, aralıklardan
beyaz alanların kolayca seçilebildiği anlamına geliyor. İlerledikçe, siyah
çizgiler yaklaşıp, beyaz alanları kapatıyor. Siyahın en yoğun olduğu
noktadan sonra, beyaz yavaş yavaş yeniden beliriyor. Her şeyin başa
döndüğü nokta, iki şablonun yeniden kesiştiği noktadır.
Bunu daha hızlı koşan bir atın, diğerine tekrar tekrar tur
bindirmesine benzetebiliriz. Tur bindirme noktaları, en beyaz alanlardır.
Bizim Örneğimizde tur bindirme noktaları, aynı zamanda, yarışın
başlangıç noktasına denk geliyor. Bir tur süresi de, oluşan motifin
adımına, yani G değerine. Bir tur boyunca uzun adımlı şablonlarda n
adım atılmışsa, kısa adımlıda, n+1 adım atılmıştır. Bunun matematiksel
gösterimi basitçe şudur:
G=ng2 = (n+1)g1
Burada 1/g2 = n/G ve 1/g1 = (n+1)/G olduğuna dikkat edip n’lerden
kurtulursak:
1/G = 1/g1 -1/g2
eşitliğini elde ederiz. Peşinde olduğumuz matematiksel ilişkiye ulaştık.
Ama bunu daha şık biçimde yazmak hala olası. Eşitlikteki g’lerin adımı,
yani dalga boyunu gösterdiğini hatırlayalım. Hemen aklımıza
gelebileceği gibi, dalga boyunun tersi, frekansı verir. Eşitliği, frekans
ifadeleriyle yeniden yazarsak:
F = f1 – f2
eşitliği ortaya çıkar. Kolayca akılda kalacak ve güzel görünen bir ilişki…
Farklı adımlara sahip paralel doğru şablonlarıyla oynayacak
olursanız, ilk olarak dikkatinizi çekecek şeylerden biri, şablonlardan birini
hafifçe ilerlettiğinizde, oluşan motifteki çizgilerin çok daha hızlı hareket
edeceğidir. Moire motiflerinin ününün, küçük sapmaları büyüterek
yansıtmaları olduğunu başta zaten söylemiştik. Acaba, şablonlardaki
kadarlık bir kayma, oluşan motifte ne büyüklükteki bir harekete yol açıyor
dersiniz?.. Demin başvurduğumuz testere grafiğine yeniden göz atıp,
ikinci şablonu g2/2 kadar oynattığımızı düşünürsek, motifin, G/2 kadar
oynayacağını öngörebiliriz. Şablonu, g2/4 kadar oynatırsak, bu kez de
motif G/4 kadar ilerleyecektir. Bunu genelleyecek olursak, şablondaki
kadarlık hareketin, motifteki ∆ kadarlık hareketle ilişkisi
2( / )G g
olur.
MONTE CARLO YÖNTEMİ
Tarihçesi 16. yüzyıla kadar uzanan olasılık teorisi, 20. yüzyılda
temellendirilmiştir. Ancak bu yüzyılda, fizikçiler ve mühendisler, gerçel
dünyada ve doğada meydana gelen rastgele olayların ve bunları
yöneten yasaların öneminin farkına vardılar.
sayısı, diğer tüm matematik dallarında olduğu gibi, olasılık
teorisinde de sıklıkla görülür. “Buffon’un İğne Deneyi” buna iyi bir
örnektir.
Buffon kontu G. Louis Leclerc, 1777’de şu problemi ortaya attı:
“L uzunluğunda bir iğne, üzerinde iğne uzunluğundan daha uzun
bir d aralığında çizgiler olan yatay bir düzleme rastgele atılsın. İğnenin
çizgilerden birine değme olasılığı nedir?” (Burada “rastgele”, iğnenin orta
noktasının, her konumunun eşit olasılıkta olduğu anlamındadır).
İğnenin orta noktasının en yakın çizgiye uzaklığı x, ve iğnenin
çizgilere göre yönü olsun (Şekil a). Şekilden anlaşılacağı gibi
1sin
2x L
koşulu sağlandığında iğne çizgiye değer. x in bu koşulu
sağlama olasılığını bulmak için ( , )x Kartezyen koordinat sisteminde,
0<x<d/2 ve 0< < koşullarını sağlayan noktalardan oluşan bir
diktörtgen tanımlanabilir (Şekil b). İğne rastgele atıldığı için, diktörtgen
içindeki her nokta eşit olasılıktır. İğnenin çizgiye değmesi ise
1sin
2x L
eğrisinin altındaki noktalarda olasıdır.
Tercih edilen olayların, tüm olaylara oranı P’yi, yani olasılığı
verirse:
lgtaralı bö enin alanıP
diktörtgenin alanı
yani:
0
1sin
2 2
2
L dL
Pd d
ve bu bağıntıdan
2L
dP
elde edilir.
P, deneyin sürekli yinelenmesiyle ve çizgiye değen iğnelerin tüm
deney sayısına bölünmesiyle bulunabilir. L ve d bilindiğine göre, için
yaklaşık bir değer hesaplanabilir.
Pek çok uygulama alanı bulan bu tür yöntemlere, şansa
dayanması nedeniyle “Monte Carlo Yöntemi” adı verilir.
PERVANE NİYE KENDİNİ YAKAR?
Işık kaynağı etrafında dönerek uçuş yapan böcek pervane,
uçuşunu yönlendirmek için Ay ışığından istifade eder. Pervane bu
özelliğini uzun bir evrimsel süreç sonucunda kazanmıştır. Bilinen odur ki,
pervanenin gözü çok sayıda borucuklardan meydana gelmiştir. Bu
borucuklardan her biri ışığı yalnız bir yönden alır. Pervane uçtuğu
zaman, Ay’ı bir borucuğun içinde muhafaza eder, yani uçmak istediği
yön ile Ay7a olan yön arasındaki açıyı sabit tutar. Bu yüzden, pervane A
noktasından F noktasına uçarken uçuş yörüngesinin her noktasında
(Şekil 1) açısı sabittir. Ay olabildiğince uzakta olduğu için yörüngenin
her bir noktasından Ay’a doğru istikametler birbirine paraleldir. buna
göre pervanenin A noktasından F noktasına uçuşu en kısa mesafede
düz bir hat olur.
Şekil 1
Ancak pervane uçuşunu yönlendirmek için yanlışlıkla Ay yerine başka bir
ışık kaynağını (örneğin, mum veya lamba) seçerse o zaman pervanenin
uçuş yörüngesi artık düz bir hat olmaz. Çünkü ışık kaynağı yakın
mesafede olduğu ve uçarken pervane açısını sabit koruduğu için uçuş
yörüngesi eğrilik.
Şekil 2
Açıktır ki, pervanenin uçuş yörüngesi üzerinde alınmış herhangi M
noktasında;
, tan( ) tan( ) tan( ) ,
tan tan( ) tan , tan , tan( )
1 tan tan
m
yy x
x
Bunları dikkate alırsan sonuncu formülden pervanenin hareket
yörüngesinin aşağıdaki şekilde diferansiyel denklemini buluruz:
(1 )y y
y m yx x
Bu denklem, y-değişkenini u = y/x ile değiştirmekle değişkenlerine
ayrılan diferansiyel denklem haline gelir:
2
(1 )
(1 )
mu duy dx
m u x
Bu denklemde her iki tarafın integralini alarak,
2 21arctan ln ln
yx y C
m x
elde edilir. Polar koordinat sistemine geçip,
2 2 , arctany
r x yx
C sabitini pervanenin başlangıç anında, yani 0 da A noktasında
olması şartından bulabiliriz. C = OM.
Pervanenin ışık kaynağı (lamba, mum, vb.) etrafında böyle
uçuşlarını pek çok kez görmüşüzdür. Bu uçuş esnasında sprilavari
yörüngeden bazen sapmaların meydana geldi dikkatimizi çekmiş olabilir.
Bunun sebebi, pervane ışık kaynağına yaklaştıkça, ışık kaynağında bazı
değişikler olduğunu hissediyor. Işık kaynağının büyüklüğüyle beraber
sıcaklığının da arttığını fark edince uçuş açısını değiştiriyor. 90
seçerek ışık kaynağından uzaklaşır. Sonra 90 seçerek pervane
muma yaklaşır. Işık kaynağına olan mesafe azalınca açışı değiştirerek
tekrar ışık kaynağından uzaklaşır ve bu olay böyle devam eder. Işık
kaynağına veya ateşe karşı “aşkı” sonsuz olan pervaneler ise uçuş
yörüngelerini değiştirmezler ve kendilerini ateşe atıp yakarlar. Spiralvari
yörüngeden pervaneyi uzaklaştıran diğer bir sebep ise, eğri hat boyunca
uçan pervaneye etki eden eylemsizlik kuvvetidir.
alırsak bu durumda hareket yörüngesinin denklemi aşağıdaki şekle dönüşür: r = C exp(- j / m) (Bu formül ile belirlenen eğriye “logaritmik spiral” denir. Eğer pervane hareket açısını a > 90 alarak uçuşa başlarsa ışık kaynağından uzaklaşır. a > 90 alırsa spiral eğrisi boyunca ışık kaynağına yaklaşır. a > 90 alırsa ışık kaynağı etrafında çember boyunca döner).
ORGANİK BİR “YAP BOZ” DNA
Yıllardır, bilim adamları bir atomdan pek de büyük olmayan
cisimler tasarlamayı ve yapmayı hayal ediyor. Kimilerine göre, bilim
adamları bunu başardıklarında, ortaya çıkacak mucizelerin listesi sonsuz
olacak: tek bir molekülün içine bilgi depolayabilen mikroskopik
bilgisayarlar, kendilerini milyarlarca kez çoğaltabilen makineler, virüsleri
yok etmek için hastanın vücudunda dolaşan minyatür tıbbi robotlar…
Seeman’ın basit DNA düzenlemeleri, geleceğe ait bu tür
uygulamalardan oldukça uzak, ancak belki de bu uzak hedefe
ulaşabilmek için atılacak en önemli adımdır.
Çok küçük yapıtaşları olan yapım projelerinde DNA kullanımını uygun
yapan bir özellikler vardır: DNA kendi kendine birleşiyor. Uygun koşullar
altında doğru DNA zincirleri bir deney tüpüne koyulduğunda
kendiliğinden birbirlerine tutunacaklardır. Gerçekten de, test tüpüne
konulan DNA miktarına bağlı olarak milyonlarca ya da milyarlarca farklı
yapı kendiliğinden oluşuyor. DNA’nın genetik şifreyi taşıyabilme
becerisinin temelinde bu kendiliğinden birleşmenin getirdiği kolaylıklar
vardır. Her biyoloji öğrencisinin bildiği gibi, DNA doğal olarak ikili sarmak
şeklindedir –birbirine fermuar gibi tutunarak, sarmal bir merdiven
biçiminde kıvrılmış olan iki uzun molekül. Hücre bölünmesi sırasında ya
da DNA’nın kopyalanmasının gerektiği özel durumlarda, bu çift sarmak
fermuar açılarak iki zincire ayrılır; ancak bu zincirler ilk fırsatta
kendiliğinden birbirlerine bağlanır. bu karşılıklı çekim, zincirlerin
yapısından kaynaklanır. Her bir DNA zinciri baz olarak adlandırılan
birimlerden oluşan diziler içerir. A, T, G ve C (adenin, timin, guanin ve
sitozin) olarak adlandırılan bu dört çeşit bazdan A ile T arasında ve G ile
C arasında kimyasal bir çekim vardır.
Ünlü Problemler
Yeryüzünde henüz cevabını kimsenin bilmediği sorular şunlardır.
Goldbach Kestirimi
Asal Sayılardan Karışık
Mükemmel Sayı Sorusu
Palindromik Sayılar
Collatz Problemi
Riemann Hipotezi
Binyılın Problemleri
Goldbach Kestirimi
1742′de Goldbach, Euler’e yazdığı bir mektupta “2′den büyük her çift
sayı, iki asal sayının toplamı şeklinde ifade edilebilir” önermesinin, ya
doğru olduğunu ispatlamasını ya da bunu sağlamayan bir örnek
göstererek yanlış olduğunu ispatlamasını istedi. Goldbach kestirimi
olarak bilinen bu hipotezle asal sayılar dünyasına yeni bir heyecan geldi.
Bu heyecan o gün bugündür tüm matematik severleri sardı. Yine de
henüz bir cevap bulunamadı.
Ayrıca, 2′den başlayarak her çift sayıya 3 sayısı (ki bu bir asal sayı)
ekleyerek tek sayılar kümesi elde edilebildiğine göre (örneğin:5=2+3;
7=4+3; 9=6+3…) her çift sayı 2 asal sayının toplamı ise her tek sayı da
üç asal sayının toplamıdır denilebilir. Bu ifade de zayıf (ya da tek)
Goldbach kestirimi olarak bilinir. Henüz bunun da bir yanıtı yoktur.
Asal Sayılardan Karışık
Asal sayılara ilişkin pek çok bilgi henüz gün ışığına çıkmadı. Bunun yanı
sıra ortaya atılmış ama ispatlanmamış pek çok da kestirim var. İşte
bunlardan birkaçı:
* n2 ve (n + 1)2 arasında daima bir asal var mıdır?
* İkiz Asallar: İkiz asallar yani aralarındaki fark 2 olan asallar sonsuz
tane midir?
(3, 5), (5, 7), (11, 13), (17, 19), (29, 31), (41, 43). ..???
* Bugün hala sonsuz tane elemanı olduğu kesin olarak ispatlanmayan
(ama öyle olduğu tahmin edilen) bir diğer küme de farkı 2n olan asal
çiftlerinin oluşturduğu kümelerin hepsinin sonsuz tane eleman içerdiği
sanısı.Bu kestirimi ortaya atarak problemi genel bir boyuta taşıyansa da
Alphonse de Polignac (1849). Örneğin Kuzen asallar olarak bilinen
aralarındaki fark 4 olan asal sayıların oluşturduğu küme sonsuz eleman
içerir mi?
* (n2 +1) formunda yazılabilen sonsuz tane asal var mıdır?
* Fermat Asalları: 17. yüzyılda amatör matematikçi ünvanı ile bilinen
Fermat asal sayılar konusuna oldukça önemli katkılarda bulundu. Bu
katkılar arasında doğru olduğunu iddia edip ispatlayamadığı kestirimler
de vardı. Örneğin + 1 biçimindeki sayıların her n doğal sayısı için bir
asal verdiğini iddia etti. Bu biçimdeki sayılara Fermat sayıları asal
olanlara da Fermat asalları denir. Gerçekten de 5′e kadar tüm doğal
sayılar için asal değer veren ifadenin yanlış olduğu ancak 100 yıldan
fazla zaman sonra anlaşılabildi. n=5 için 232 + 1 = 4294967297 sayısının
641 ile bölündüğünün farkına varansa Euler oldu. Bugün ispatı yapılması
beklenen önermelerden bir diğeriyse “Fermat asalları sonlu tanedir”
kestirimi. Bu ifadenin en güçlü gerekçesiyse şimdiye kadar sadece 5
tane Fermat asalının bulunmasıdır.
*Mersenne Asalları: Fermat’ın sıkça fikir alışverişinde bulunduğu
çağdaşı Mersenne 2n – 1 şeklindeki sayılar üzerinde çalışıyordu.
Mersenne sayıları (Mn) adı verilen bu sayıların başlangıçta n asal
olduğunda asal değer verdiği düşünüldü. Gerçekten de n=11′e kadar
doğru çalışan fikir 11′de asal olmayan bir değer alınca bu düşüncenin de
yanlış olduğu anlaşılabildi ama 2n – 1′in asal olması için n’nin asal
olması gerektiği şartı doğrudur. Yine de matematikçiler bu sayıların
peşini bırakmadı. Sonsuz tane olup olmadıkları hala merak edilen
Mersenne sayılarından Aralık 2005 itibariyle 43.sü bulundu.
Mükemmel Sayı Sorusu
Mükemmel sayı kendisi haricindeki tüm çarpanlarının toplamı kendisini
veren sayıdır. Örneğin 6 bir mükemmel sayıdır çünkü kendisi haricindeki
çarpanları yani 1, 2 ve 3 toplanınca kendisini verir: 1 + 2 + 3 = 6. Diğer
örneklerse 28, 496, 8128 şeklinde gidiyor. Şimdiye kadar hiç tek
mükemmel bir sayıya rastlanmamış. Merak edilen böyle bir sayının var
olup olmadığı. Eğer vardır diyorsanız bu sayıyı, saklandığı yerden bulup
çıkarmalı, ya da olmadığını iddia ediyorsanız bunu ispatlamalısınız.
Palindromik Sayılar
Kapak, kütük, sus, yay, kepek kelimeleri ilginç bir ortak özellik ile dikkat
çekiyor: düzden ve tersten okunduğunda aynı. Benzer bir yapıya sahip
olan palindromik sayılar da düzden ve tersten okunduğunda aynı olan
sayılardır:
1991, 10001, 12621, 79388397, 82954345928.
Bu alandaki açık soru ise şöyle:
Hem asal hem de palindromik olan sonsuz tane asal sayı bulunabilir mi?
Collatz Problemi
Önce bir pozitif tamsayı seçin. Bu sayıya yapılacak işlem şu:
Sayı tekse 3 katını alıp 1 ekleyin. Sayı çiftse 2′ye bölün.
Aynı işleme çıkan sayıya uygulayın. En sonunda elde edeceğiniz
sayı1′dir.
Örneğin 8 sayısını ele alalım:
8-(2′ye böl)-4-(2′ye böl)-2-(2′ye böl)-1
5-(3 katını al 1 ekle)-16-8-4-2-1
Seçtiğiniz sayıya dikkat edin. Örnek olarak 27 sayısını seçtiyseniz 1
sayısını bulmanız için 112 basamak ilerlemeniz gerektiriyor. Tabi kaç
basamak alacağı sayının büyük veya küçük olmasıyla ilgili değil. Sadece
bu algoritmanın her zaman 1 cevabını verdiğini ispatlamanın peşinde
koşmayın. Unutmayın ki sonunda 1 vermeyen bir sayı da var olabilir ve
bu da, sorunun cevaplandığı anlamına gelir.
Riemann Hipotezi
Bilindiği gibi asal sayılar düzenli bir dağılıma sahip değiller. Alman
matematikçi G.F.B. Riemann (1826 – 1866) asal sayıların dağılımlarının
Riemann-Zeta adını verdiği bir fonksiyon ile çok yakından ilişkili
olduğunu gözlemledi. Söz konusu olan fonksiyon şöyle:
Bu fonksiyon s’nin 1 dışındaki her kompleks sayı değeri için tanımlıdır.
Riemann Hipotezine göre bu fonksiyonun, (s) = 0 ifadesini sağlayan tüm
önemsiz olmayan s değerleri, reel kısmı ½ olan düşey doğru üzerine
düşer (bu doğruya kritik doğru deniyor). İlk 1 500 000 000 değer için bu
doğruluk tespit edilmiş olsa da asıl istenen, söz konusu tüm değerler için
doğru olduğunun ispatlanması. Bu sorunun başında 1 milyon dolar ödül
konulduğunu unutmayın!
Binyılın Problemleri: 1 milyon dolar kazanmak isteyenlere!
1 milyon dolar, yani bugün yaklaşık 1,5 milyon YTL (1,5 trilyon TL)
kazanmak ister misiniz? Bunun için yapmanız gereken tek şey,
belirlenmiş 7 sorudan birinin doğru cevabını vermeniz lazım. Defter,
kitap serbest; süre sınırlaması da yok! Cevabı ilk veren siz olun da
isterseniz aradan 100 yıl geçsin. Dikkatli olun, çünkü söz konusu sorular,
yeryüzünde henüz yanıtını kimsenin bilmediği ve uzun yıllar boyu
çözülmeye ısrarla direnen cinsten sorular. Aynı zamanda, cevabı
bulanın da yaşam standartlarını değiştirecek sorular bunlar. İlginç olansa
başarıya ulaşan insanlar, özellikle de matematikçiler, bu paranın hayalini
kurdukları için değil matematik yapmayı sevdikleri ve bu alanda başarı
istedikleri için kolları sıvıyorlar. Para, bu başarının sonunda gelen bir
ödülden başka birşey değil, onlar için.
Cambridge Massachusetts ‘de kurulan Clay Matematik Enstitüsü, 24
Mayıs 2000′de çözülmekte inatçı, matematiğin farklı branşlarındaki 7
problemini Milenyum Problemleri olarak adlandırdığını ve her bir
problemi ilk çözen kişiye 1′er milyon dolar vereceğini ilan etti. Bu soruları
anlamak, bir parça matematik temeli gerektiriyor. Bu durum matematiğin,
hızla büyümesinin ve lise eğitiminin onu yakalamaya yetmemesinin bir
sonucu olabilir. Soruları anlamak için üniversitede matematik okumak
şart değil elbette, sadece Fermat’ın son teoremini, Goldbach ya da ikiz
asallar kestirimini anlamaktan daha fazla çaba sarf etmek lazım. Eğer
Riemann Hipotezi, P, NP’ye karşı Hodge Kestirimi, Yang-mills Kuramı,
Poincare Kestirimi, Navier Stokes denklemleri, Birch ve Swinnerton-Dyer
Kestirimi başlıklı sorulardan birinin yanıtını bulduysanız bu
organizasyonu yapan Clay Matematik Enstitüsü’ne yollamadan önce
uluslararası kabul gören hakemli bir dergide yayınlamanız gerekiyor.
Daha ayrıntılı bilgi için www.claymath.org
*Clay Enstitüsü’nün belirlemiş olduğu bu 7 problemin 1 tanesi, Pointcaré
Kestirimi 2006′da resmi olarak teorem haline geldi. Petersburg’daki
Steklov Enstitüsü matematikçilerinden Grişa Perelman’ın 2002′de
yayınladığı ispatın doğru olduğu resmen 2006 Dünya Matematikçiler
Birliği’nin Madrid’teki kongresinde açıklandı. Diğer taraftan, Navier-
Stokes Denklemleri’nin de 2006 içinde çözüldüğü duruldu. Ancak
değerlendirmeler devam ediyor. Şu an için 1000 yılın problemlerinden
çözüm bekleyenlerin sayısı 5 taneye düşmüş gözüküyor.
GÖRÜNTÜNÜN MATEMATİĞİ
Grafik yazılımı, kullanım amacına göre ikiye ayrılır. Bunlar genel
grafik paketleri ve özel amaçlı uygulamalar için kullanılan paketlerdir.
Genel grafik program paketleri geniş kapsamlı grafik uygulamaları için
kullanılır. Bunlar C veya benzeri üst düzeyli programlama dilleri inden
kullanılırlar. Genel grafik program paketleri için bir örnek Silicon
Graphics iş istasyonlarında bulunan GL (Graphic Library) sistemidir.
Genel amaçlı paketlerin sağladığı işlemler temelde şunlardır: Düz
çizgiler, çokgenler, daireler, diğer geometrik şekil örneklerini oluşturmak,
renk ve yoğunluk değerleri, görüntülerin seçimi ve dönüşüm
uygulamaları. Boyama-tonlama-aydınlatma yöntemlerinden bir kısmı da
artık genel amaçlı yazılım sistemlerinde bulunmaktadır. Bu tür yazılımları
kullanacak kişinin bilgisayar grafiği ile programlama bilgisi olması
beklenir. Özel amaçlı grafik yazılımları ise kullanıcılardan grafik
işlemlerinin nasıl yapılacağı ve nasıl program yazılacağı bilgisini
beklemeden rahatça kullanılmak üzere hazırlanmıştır. Bu tür paketlerde
ara birimler, kullanıcının kendi istekleri doğrultusunda programlarla
bağlantı kurmasını sağlar. Bu uygulamalara boyama-aydınlatma
programları, çeşitli işletmecilik, tıbbi ve bilgisayar destekli tasarım (CAD)
yazılımları örnek verilebilir.
Koordinat Tanımları
Genel grafik paketleri, ç k azı dışında, kartezyen koordinatları ile
kullanılmak üzere tasarlanmışlardır. Eğer koordinat değerleri başka
şekillerde (küresel, parabolik, vb.) alındıysa, bu değerler grafik
paketlerine girilmeden önce kartezyen koordinatlarına çevrilmelidir. Özel
amaçlı paketler, uygulamalara elverişli hale getirilmiş diğer koordinat
türleri kullanma olanağı verir. Genelde ekranı oluşturmak ve
görüntülemek için değişik hiyerarşik koordinat düzenlemeleri kullanılır.
Ekranda gösterilecek ağaç, mobilya gibi birçok nesne, önce model veya
yerel koordinat ile şekillendirilebilir. Nesnenin şekli belirlendikten sonra
“dünya” veya gerçek koordinat olarak adlandırılan sistem içinde alması
gereken uygun konuma getirilir. Son olarak gerçek koordinat sistemi
ekranda görüntülenmek için ekran koordinat sistemine dönüştürülür.
Ekran koordinat sistemi, ekranı oluşturan görüntü elemanları
birimindedir. Model veya gerçek koordinatlar ise, uzunluk birimleri,
zaman birimleri gibi gösterilecek nesnelerin hakiki boyutları ile ilintilidir.
Grafik Fonksiyonları
Genel amaçlı grafik yazılımlar çeşitli işlemler kullanarak resimleri
yaratmayı ve uyarlama yapmayı sağlar. Bu işlemler girdi, çıktı, özellikler,
dönüşümler, bakış, gösterim veya genel denetimleri içerir.
En temel yapı blokları çıktı işlemleri olarak adlandırılırlar. Bunlar
bazı karakter biçimleri, noktalar, düz çizgiler, eğri çizgiler ile bazı alanlar
(çokgenler, daireler) gibi geometrik şekilleri ve renkli noktalarla
doldurulabilen alanları içerirler. Çıktı işlemleri resimlerin ortaya
çıkarılması için en temel yazılım parçalarıdır.
Özellikler, çıktı işlemleri öğelerinin nasıl gösterileceğini açıklar.
Bunlar yoğunluk ve renk bilgileri, çizgi türleri, yazı stilleri ve alan
doldurma desenleri içerir. Bu kategorideki işlemler her bir çıktı öğesi için
gerekli vasıf ve özellikleri oluşturmayı sağlar.
Geometrik dönüşümler kullanarak ekran içinde nesnenin boyutu,
konum veya yönlerini değiştirebiliriz. Benzer olarak, model dönüşümleri,
model koordinatlarındaki nesne tanımları kullanılarak ekranının içinde
nesnenin boyutu, konum veya yönlerini değiştirebiliriz. Benzer olarak,
model dönüşümleri, model koordinatlarındaki nesne tanımları
kullanılarak ekranın oluşturulması için kullanılır.
Model ve gerçek koordinatlarda görüntülenecek sahne
hazırlanınca, grafik yazılımlar bakış yönü ve bakış uzaklığına göre
gösterim dönüşümlerini yaparlar. Bu dönüşümler ortaya çıkacak
görüntüleri, kullanılacak çıktı aygıtına göre izdüşüm alarak ekran veya
ekran parçasına yerleştirirler.
Resimler gerekirse belirli parçalara bölünebilirler. Bu parçalara
yapı, bölüm veya nesne adı verilir. Her bir yapı, resmin bir mantıksal
birimini tanımlar. Bu birimler bölüm veya nesne diye tanımlanan alt
birimlerden oluşur.
Apollonius
YAKAN AYNALAR
Diocles de konikleri çalışmıştır. Eserinin adının “Yakan Aynalar”
olması boşu boşuna değildir. Parabolün odak noktasından çıkan bir ışık
huzmesini eksenine paralel olarak yansıttığını (araba farlarının modelini)
ilk o keşfetmiştir. Ayrıca parabolün odak noktası ve doğrultmanla
tanımını da ilk o bulmuştur.
Apollonius’un da “Yakan Aynalar Üzerine” başlıklı bir kitabı vardır.
Apollonius’tan önce küresel bir aynanın güneş ışınlarını tek bir noktaya
yansıtacağı düşünülüyordu. Bu kitabında Apollonius bunun yanlış
olduğunu göstermiştir. Doğru yanıtı (parabol ayna) her ne kadar
Apollonius’un bulduğu söylense de Diocles’in bulduğu kesindir.
Apollonius’un Konikler’i yeryüzünün en uzun süre okunan
kitaplarındandır. En azından 17’nci yüzyıla kadar, yani 2000 yıl boyunca
okunmuştur.
REFERANSLAR [1] Doç. Dr. Ali MUTLU, Genel Topolojiye Giriş Ders Notları, Celal Bayar Üniversitesi, 2011. [2] Meryem AYGÜN, Gecikmeli Diferansiyel Denklemlerin Farklı Tipte Nümerik Çözümleri, Yüksek Lisans Tezi, 2012, Manisa. [3] C. Henry Edwards, David E. Penney’den çeviri, Bilgisayar Destekli Matematiksel Modellemeli Diferansiyel Denklem ve Sınır Değer Problemleri, 2006, Palme Yayıncılık, Ankara. [4] Matematik Dünyası Dergisi. [5] Bilim ve Teknik Bilim Dergisi. [6] L. Adleman. Molecular computation of solutions to combinatorial problems. Science v.266, Nov.1994, 1021– 1024. [7] L. Adleman. On constructing a molecular computer, DNA computers, tomorrow’s reality. Lila Kari.
Bu çalıştayı düzenleyen Sayın Prof. Dr. Mehmet AY ile Ekibine ve destekleri için TÜBİTAK-BİDEB’e, bununla
birlikte dinleme zahmetini
gösteren sizlere
Teşekkür Ederim.