avni, tuhfetul hukkampdf
DESCRIPTION
kitapTRANSCRIPT
FİLİBELİ AVNÎ
TUHFETÜ’L-HÜKKÂM
Hazırlayan Mehmet Kırbıyık
ÖZGEÇMİŞ
Doç. Dr. Mehmet Kırbıyık
Niğde’nin Ulukışla ilçesinde doğdu (1965). Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu (1987). Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde arşiv elemanı olarak çalıştı (1987-1988). Yedek subay olarak askerlik görevini tamamladıktan sonra (1989) Aksaray ve Konya Ereğli’de edebiyat öğretmeni olarak çalıştı (1990-1993). Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsüne araştırma görevlisi unvanıyla atandı (1993). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalında yüksek lisans (1994) ve doktora öğrenimini (1999) tamamladı. Kadrosu Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünde iken Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı (1997-2000) ile Türkçe Eğitimi Bölümlerinde (2000-2003) araştırma görevlisi olarak görevlendirildi ve geçici öğretim görevlisi (2000-2003) sıfatıyla dersler verdi. Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümüne yardımcı doçent olarak atandı (2003). Doçent oldu (2009).
Hâlen adı Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi biçiminde değişen aynı Fakültenin Türkçe Eğitimi Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
ÖZET Bu çalışmada, XVII. yüzyıl şairlerinden Filibeli Avnî’nin
hayatı, eserleri, edebî kişiliği ve Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsi ile ilgili hususlara temas edilmiştir. Tuhfetü’l-Hükkâm’ın metni, bulunabilen bir yazma nüshasına (Süleymaniye Kütüphanesi Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, Nu.: 1040/I) dayanarak hazırlanmıştır.
Avnî’nin asıl adı Mahmûd’dur. Rumeli’nin birçok merkezinde kadılık ve müderrislik yapmıştır. Kendisine verilen mansıpların hiç birinden memnun kalmamış; sürekli olarak bunlardan şikâyet etmiştir.
Avnî’nin mevcut Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsinin yanı sıra Şeh-nâme’sinin de olduğu kendisi tarafından belirtilmektedir.
Avnî XVII. yüzyıl klasik Türk edebiyatında mesnevî müellifi, şehnameci ve âşıkane şiirler kaleme alan şair niteliği ile karşımıza çıkmaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm, hasbihâl, sergüzeşt-name, nasihat-name özeliklerini taşıdığından tek bir türle adlandırılamamaktadır. Bu mesnevîyi tarihî olaylara yeni bakışlar kazandıracak “hissî tarih metinleri”nden kabul etmek mümkündür.
Avnî eserini yazma sebeplerini fani dünyada kıyamete kadar isminin yaşaması, hayırla anılmak, mevâlîye derdini anlatmak, kendisinin ve meslektaşları olan kadıların macerasını, hâllerini dile getirmek şeklinde açıklar.
Tuhfetü’l-Hükkâm mesnevîsi klasik tertibe uygundur; giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümüne sahiptir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 4
ABSTRACT The present study is about the life, works, literary personality,
and the mathnawi named Tuhfetü’l-Hükkâm of Filibeli Avnî (Avni from Plovdiv) among the poets of the 17th century. The transcription of Tuhfetü’l-Hükkâm is prepared based on a handwritten manuscript located at Süleymaniye Library (Hasan Hüsnü Pasha Section, No. 1040/1).
The name of Avnî is Mahmûd. He worked as a judge and a professor in many locations of Rumelia. He was never content with the duties assigned to him and complained constantly.
Avnî himself reported that he had besides his mathnawi named Tuhfetü’l-Hükkâm also a Şeh-nâme (chronicle written in verse).
Avnî is a mathnawi author, historian, and a poet writing poems of love in the 17th century Turkish Classical Literature.
As Tuhfetü’l-Hükkâm has the features of hasbihâl (talk among friends), adventure book, and advise book, it can not be placed into a single category. This mathnawi can also be accepted as a history book shedding light on the historical events of those days from a different perspective as the text can also be considered as of emotional and historical.
Avnî gives the reason for writing this particular piece as to be remembered on the earth until the judgment day with gratitude and to explain his worries to the bureaucrats in higher positions.
Tuhfetü’l-Hükkâm is compliant to the classical structure consisting of an introduction, development and conclusion.
İÇİNDEKİLER
ÖZET.............................................................................................................. 3 ABSTRACT ................................................................................................... 4
ÖN SÖZ................................................................................................................7 KISALTMALAR.................................................................................................9 I. BÖLÜM ..........................................................................................................11
AVNÎ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ ........................ 13 A. HAYATI ................................................................................................ 13 B. ESERLERİ ............................................................................................ 24 1. Tuhfetü’l-Hükkâm ................................................................................. 24 2. Şeh-nâme............................................................................................... 24 C. EDEBÎ KİŞİLİĞİ .................................................................................. 26
II. BÖLÜM.........................................................................................................33 TUHFETÜ’L-HÜKKÂM............................................................................ 35
A. ESERİN TANITILMASI ........................................................................ 35 1. Adı......................................................................................................... 35 2. Türü....................................................................................................... 36 3. Yazılış Sebebi ........................................................................................ 38 4. Yazılış Tarihi......................................................................................... 40 5. Beyit Sayısı............................................................................................ 40 B. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ .................................................................. 41 1. Tertibi ................................................................................................... 41 2. Eserde Yer Alan “Makâle”lerin Konuları ............................................ 47 3. Ayet ve Hadisler.................................................................................... 60 C. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ.......................................................................... 65 1. Vezin ..................................................................................................... 65 2. Kafiye ve Redif ...................................................................................... 69 3. Dil ve Üslûp .......................................................................................... 71
III. BÖLÜM .......................................................................................................77 METİN.......................................................................................................... 79
A. ESERİN NÜSHASI................................................................................ 79 B. METNİN HAZIRLANMASINA DAİR AÇIKLAMALAR ....................... 79 C. TRANSKRİPSİYONLU METİN ........................................................... 83
SONUÇ.............................................................................................................203 KAYNAKÇA ...................................................................................................207
DİZİN.......................................................................................................... 213
ÖN SÖZ
Asıl adı Mahmûd olan Filibeli Avnî, tahminen XVI. yüzyılın son çeyreğinde doğmuş ve H. 1075/ M. 1664-65’te vefat etmiştir. Rumeli’nin çeşitli merkezlerinde müderrislik ve kadılık görevlerini yerine getirmiştir.
Tuhfetü’l-Hükkâm adlı telif mesnevîsinde, bu görevleri yaparken başından geçenleri ve gördüklerini bazen dert yanarak bazen de eleştirerek dile getirmiş; âdeta XVII. yüzyılın başında Osmanlı coğrafyasında yaşanan olaylardan kesitler sunmuş; dönemin siyasî ve sosyal görünümü yansıtmıştır. İçinde bulunduğu ve şahit olduğu olaylardan ders alınması yolunda, özel olarak adlî ve idarî mekanizmayı işletenlere, genel olarak da dönemin aydınlarına uyarılarda bulunmuştur. Kimi zaman öz eleştiri de yapan şair, herkese hitap edecek şekilde dinî, tasavvufî ve ahlâkî öğütler vermiştir.
Tuhfetü’l-Hükkâm üzerinde bilgilerimize göre bilimsel bir çalışma yapılmamıştır. Bulunabilen bir yazma nüshasından yola çıkılarak hazırlanan bu eserle ve şairiyle ilgili olarak yaptığımız çalışma, üç bölümün yanı sıra Sonuç, Kaynakça, Dizin ve yazma nüshanın tıpkıbasımından oluşmaktadır.
I. Bölüm’de Avnî’nin hayatı, eserleri, edebî kişiliği işlenmiştir. Şairin hayatı, biyografik kaynaklardaki kısmî bilgiler ve bu bilgileri teyit eden, bazen ayrıntılı olarak veren, bazen de onlara birtakım eklemeleri ihtiva eden Tuhfetü’l-Hükkâm’ının yardımıyla ortaya konmuştur. Eserleri bahsinde, mesnevîsindeki ipuçlarından hareketle ele geçmeyen başka bir eserinin daha olması ihtimali üzerinde durulmuştur. Edebî kişiliği üzerine yapılan değerlendirmeler, çoğunlukla mesnevîsi, kısmen de tezkirelerde bulunan şiirleri dikkate alınarak yapılmıştır.
II. Bölüm, Tuhfetü’l-Hükkâm’ın tanıtılmasını, muhteva ve şekil özelliklerinin incelenmesini kapsamaktadır. Eser tanıtılırken adı, türü, yazılış sebebi, yazılış tarihi ve beyit sayısı dikkate alınmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 8
Muhteva ile ilgili olarak eserin bölümleri tespit edilmiş veya tartışılmış; bunların konuları verilmiş; metinde geçen ayet ve hadisler belirlenmiştir. Şekil özelliklerinde mesnevînin vezni, kafiye ve redifleri, dil ve üslûp bakımından nitelikleri ele alınmıştır.
III. Bölüm, eserin nüshasının tavsifi, metni hazırlanırken gözetilen esaslar ve metinden ibarettir.
III. Bölüm’ün ardından, yapılan çalışmanın sonunda ortaya çıkan hususların maddeler hâlinde sunulduğu Sonuç yer almaktadır.
Kaynakça başlığı altında yararlanılan makale ve eserler gösterilmiştir.
Bu çalışmanın inceleme kısmı ve metninde geçen özel isimleri kapsayan genel Dizin verilmiştir.
Dizin’den sonra Tuhfetü’l-Hükkâm’ın yazma nüshasının tıpkıbasımı eklenmiştir.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında hadis bilimi konusunda Doç. Dr. Mehmet Eren, Doç. Dr. Adil Yavuz, Doç. Dr. Muhittin Uysal, Dr. Fikret Karapınar; Arapça ile ilgili problemlerde Dr. Doğan Kaplan, Dr. Ayhan Erdoğan, Arş. Gör. Aytekin Şenzeybek; Farsça ile ilgili hususlarda Doç. Dr. Yusuf Öz, Yrd. Doç. Dr. İbrahim Kunt; Osmanlı tarihine dair konularda Doç. Dr. Mehmet İpçioğlu, kitabın iç düzeninde Dr. Muhammet Tasa, bazı noktaların aydınlatılmasında hocam Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çıpan, okumakta zorlandığım yerlerde hocam Prof. Dr. Hüseyin Ayan yardımcı olmuşlardır. Ayrıca hocam Prof. Dr. Emine Yeniterzi metnin tamamını gözden geçirme lütfunda bulunmuş ve birçok meselede görüşlerini belirterek ufkumu açmıştır. Emeği geçenlere teşekkür etmeyi yerine getirilmesi gereken bir görev sayıyorum.
Dr. Mehmet Kırbıyık Konya, 2008
KISALTMALAR bk. Bakınız bs. Baskı C Cilt çev. Çeviren d. Doğum tarihi H. Hicrî yıl Hz. Hazret-i hzl. Hazırlayan Kitb. Kitabevi M. Miladî yıl Matb. Matbaası mm: Milimetre Neşr. Neşriyat Nu. Numara öl. Ölüm tarihi s. Sayfa S Sayı, Tuhfetü’l-Hükkâm’ın Süleymaniye Kütüphanesi
Hasan Hüsnü Paşa Bölümü 1040/I numarada kayıtlı bulunan yazma nüshası.
vd. ve diğerleri vs. Vesaire y. Yok yy. Yer yok Yay. Yayınları, Yayınevi
I. BÖLÜM
AVNÎ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE EDEBÎ KİŞİLİĞİ
A. HAYATI Avnî’nin hayatı, biyografik kaynaklardaki kayıtların yanı sıra
bu hususta önemli bilgileri yansıtan Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsinden yola çıkılarak ele alınmaya çalışılacaktır.
Asıl adı Mahmûd olup eski Türk edebiyatında Avnî mahlasını taşıyan on dokuz şairden1 biridir. Filibe’de doğmuştur. İstanbul’da medrese tahsilini tamamladıktan sonra mülâzım2 olmuş, kadılık ve 1 Kaynaklarda Avnî mahlasına sahip olarak kaydedilen diğer şairler şunlardır: 1. Fatih Sultan Mehmed (d. H. 835/ M. 1431- öl. M. H. 886/1481)’in mahlasıdır. II. Murâd’ın oğludur. Şiirleri ata sözleri ve deyimlerle doludur. Gazelleri liriktir. Dîvân’ı vardır. 2. Osman Efendi (öl. H. 1039/ M. 1629), Akşehirlidir. Gelibolu’da kadılık yapmıştır. 3. Mehmed Efendi (öl. 1053/ M. 1643-44), Kara Ebubekir Efendi’den mülazım olduktan sonra müderris olarak tayin edildi. İstanbul’da vefat etti. 4. Ahmed Çelebî (öl. 1082/1671-72), İstanbullu olup Dîvân-ı Hümâyûn’da kâtiplik yapmıştır. 5. Hâbil-zâde Ömer Efendi bin Mehmed Efendi bin Kâdî Hâbil Efendi (öl. H. 1091/ M. 1680), Bursalıdır, Medine kadılığı yapmıştır. 6. Mehmed Efendi (öl. H. 1093/ M. 1682), Bursalıdır, kadılık yapmıştır. 7. Yûsuf Efendi (öl. H. 1121/ M. 1709), Tırnova’da doğdu. Kadı ve müderris oldu. 8. Eşref-zâde Şeref Efendi oğlu (d. H. 1120/ M. 1708- öl. 1155/1742-43), Bursa’da doğdu. Eyüp Efendi Tekkesi’ne şeyh oldu. Şiirleri tasavvufîdir. 9. Mustafa Efendi, Ataullah Efendi’den mülâzım oldu. Rumeli kasabalarında müderrislik yaptı. 10. Halîl-zâde, şiir mecmuası vardır. 11. Kevâkib-zâde Mehmed Avnî Efendi bin Mustafâ Efendi bin Ahmed Efendi (H. 1128/ M. 1715’te hayatta), müderristir. 12. Yağcı-zâde Mehmed Efendi (öl. H. 1242/ M. 1826), Bursa’da doğdu. Âşıkane şiirleri vardır. 13. Demirci-zâde Şeyh Mehmed Efendi (d. H. 1225/ M. 1810- öl. H. 1265/ M. 1810), Trabzonludur. 14. Ali Efendi (d. H. 1243/ M. 1828- öl.H. 1289/ M. 1872), Diyarbakırlıdır. 15. Hüseyin Avnî Bey (d. H. 1242/ M. 1826- öl. H. 1301/ M. 1883), Yenişehir Fenerli Mîrü’l-ümerâ Bekir Paşa’nın oğludur. Yenişehir Fenerlidir. Bahâriyye Mevlevî-hânesinde medfûndur. 16. Mustafâ Efendî, Bursalıdır. Kadılık yapmıştır. 17. Nûreddîn Bey (d. H. 1286/ M. 1866- öl. H. 1346/ M. 1927), Dâhiliyye Muhâsebe kalemi müdürü Münîr Bey’in oğludur. İstanbul’da doğdu. Üsküdar’da Karaca Ahmed Kabristânı’nda medfûndur. 18. Hüseyin Avnî Bey (d. 1297/ M. 1879’da ), Tırnovalı sâatçi Mustafâ Efendi’nin oğludur. Yenişehir Fener’de doğdu (İpekten-İsen vd., 1988: 54, 55; Tuman, 2001: 710-713). 2 Genel olarak bugünkü stajyer anlamında kullanılan bir tabirdir. İlmiye sınıfında, medreseden icazet alanlar hakkında kullanılırdı. Mülâzımların adları deftere kaydedilirdi. Yedi sene mülâzımlık müddetini dolduranlar imtihana
Tuhfetü’l-Hükkâm 14
müderrislik yapmış ve bu görevlerinden de azledilmiştir. H. 1075/ M. 1664-65’te vefat etmiştir.
Bu bilgiler biyografik kaynaklarda şöyle yansıtılmıştır:
Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘âr’da “Avnî: Kuzâtdan Filibevî Mahmûd Efendi. Bin yetmiş beş senesinde bi-avni’llâh fevt oldı.” (Abdülkadiroğlu, 1985: 361) bilgileri verilmiştir.
Vakâyi‘ü’l-Fuzalâ’da “Avnî Filibevî Mahmûd Efendidür. Ba‘de’t-tahsîlü’l-isti‘dâd ulemâ-i kirâmun birinden mülâzemetle ber-murâd olup devr-i medâris-i mu‘tâde ile kırk akça medreseye mevsûl andan dahi ma‘zûl oldukdan sonra sâlik-i semt-i kazâ ve mâlik-i ezimme-i hükm ü imzâ olmış idi. Bin yetmiş beş târîhinde fevt oldı.” (Şeyhî Mehmed Efendi, 1989: 683) kaydı düşülmüştür.
Tezkire-i Safâyî’de şair “Nâmı Mahmûd’dur. Filibe’de zuhûr itmişdür. Evâ’il-i hâlinde İstanbul’a gelüp tahsîl-i ma‘ârifden sonra mülâzım ba‘dehü tarîk-ı kazâya âzim ve nice menâsıb-ı celîle tasarruf idüp asrun şu‘arâsından ilm ü fazl ile ma‘mûr olup bin yetmiş beş târîhinde fevt olmışdur.” (Çapan, 2005: 378) şeklinde tanıtılmıştır.
Mecelletü’n-Nisâb’da “Mahmûd el-Filibevî el-kâdî teveffâ sene hamse ve seb‘în ba‘de’l-elf” (Müstakîm-zâde Süleyman Sa‘deddin Efendi, 2000: 326b) bilgileri sunulmuştur.
Sicill-i Osmânî’de “Mehmed 3 Avnî Efendi Filibelidir. Kuzâtdan olup 1075’de fevt oldı. Şâ‘irdir.” (Mehmed Süreyyâ, tarihsiz: IV/ 175) bilgileri verilmiştir.
girerler; başarılı olanlar müderris, başarısızlar da kadı olurlarlardı (Pakalın: 1993: I/612). Midhat Sertoğlu’nun verdiği bilgiye göre de müderrislik veya kadılık kadrosu boşaldığı zaman, tayinler listelerdeki isim sırasına göre yapılırmış (1986: 232 ). Ayrıca askerlik teşkilatında rütbe bakımından yüzbaşının altındaki subaylara verilen unvandı. 3 Kaynaklardan yalnızca Sicill-i Osmânî’de Avnî’nin isminin Mehmed olarak kaydedilmesi (Mehmed Süreyyâ, tarihsiz: IV/175), Tuhfe-i Nâ’ilî’de yanlış olarak değerlendirilmektedir (Tuman, 2001: 710). Bu değerlendirmeye katılmak mümkündür; çünkü Sicill-i Osmânî (basımı: I. cilt 1308, II. cilt 1311, III. cilt 1311, IV. cilt tarihsiz ) diğer kaynaklara (Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘âr, yazılışı H. 1339/ M. 1726; Vakâyi’ü’l-Fuzalâ, yazarı Şeyhî’nin ölümü H.
Tuhfetü’l-Hükkâm 15
Tuhfe-i Nâ’ilî’de “Mahmûd Avnî Efendi, Filibeli, kâdî, vefâtı H. 1075/ M. 1664, Sicill’in ismini Mehmed diye yazması yanlışdır.” (Tuman, 2001: 710) kaydı düşülmüştür.
Görüldüğü üzere bu biyografik kaynaklardaki bilgiler özet niteliğindedir. Buradaki bilgilerin pek çoğununun doğrulandığı, teferruatlı bir biçimde sunulduğu, bunlara ilavelerde bulunulduğu şairin Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsinde görülebilmektedir.
Avnî, asıl adının Mahmûd olduğuna Hz. Peygamber ile aynı adı taşıdığını söyleyerek işarette bulunur:
Eyledüñ çün beni hem-nâm-ı Resûl Nâ-murâd eyleyüben itme melûl (48)
Aşağıdaki beyitlerden memleketinin Filibe olduğu anlaşılmaktadır:
Menzile varmaga sür’at itdüm Vatana togru çekildüm gitdüm Hâsılı fakr ile mahzûn u melûl Eyledüm Filbe diyârına nüzûl (438, 439) Bir zamân Filbe diyârını meger Terk idüp kılmış idüm ‘azm-i sefer (472)
Doğum tarihi hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz. Bununla birlikte, mesnevîsini yazdığında 30 yaşında olduğunu söylediği, tarihin H. 1017/M. 1608-9’a eriştiğini belirttiği dikkate alınırsa H. 987/ M. 1579-80 veya buna yakın bir tarihte doğmuş olmalıdır:
İrdi sî sâle bu ‘ömr-i kûtâh Yine bir günce görinmez eyvâh (1087) Kevkeb-i bahtum iderken tevbîh İrdi biñ on yediye çün târîh (475)
İstanbul’da medrese öğrenimini tamamlayan Avnî, çok sevdiğini belirttiği ve öğrencisi olmakla övündüğü şairlerin sultanı unvanlı Bâkî (d. H. 933/ M. 1626-7- öl. H. 1008/M. 1600 )’yi, üstat
1145/ M. 1732; Tezkire-i Safâyî, yazılışı H. 1134/ M. 1721; Mecelletü’n-Nisâb yazılışı H. 1175/ M. 1761) göre sonradan kaleme alınmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 16
olarak anarken müderrisliğinde de ona dânişmend 4 olduğuna temasta bulunur:
Ey dil olmak diler iseñ üstâd Dâ’im üstâduñı kıl hayr ile yâd Hayr ile yâd iden üstâdını hep Kişinüñ ‘izzetine olsa sebeb Ya’nî ol Bâkî Efendi merhûm ‘İlm ü ‘irfânda nazîri ma’dûm (341-343) Aña mâ’il idi bu tab’-ı bülend Giderek oldum aña dânişmend Hidmetinde olup anuñ niçe yıl Eyledüm ‘ilm ü ma’ârif hâsıl (368, 369)
Es‘ad Efendi5 (öl. H. 1034 / M. 1625)’nin ikinci defa Rumeli kazaskerliği görevlerini yerine getirdiği yıllarda (H. 1015/ M. 1606- H. 1017/M. 1608), ona derdini arz etmek maksadıyla yazdığı üçüncü “makâle”de, babasının vefat etmiş olduğuna temas ediyor. Buna göre şairin babası, Es‘ad Efendi bu makamda iken vefat etmiş olmalıdır:
Az ‘ömrümde çeküp derd-i ke・îr Tâli’üm kıldı beni hvâr u hakîr Bu felâketde iken şâm u seher Vâlidüñ öldi diyü geldi haber (212, 213)
4 Sahn medreselerinde oda sahibi olan talebeye denir (Sertoğlu, 1986: 78). 5 Hoca Sa‘deddîn Efendi’nin ikinci oğludur. Sultan I. Ahmed (saltanatı: 1603-1617), Sultan I. Mustafa (saltanatı, I. Dönem 22 Kasım 1617, üç ay dört gün; II. Dönem 19 Mayıs 1622-10 Eylül 1623 ), Sultan II. Osman (1618-1622) ve Sultan IV. Murad (1623-1640) devirlerinde şeyhülislâmlık makamına geçmiştir. H. 978/ M. 1570’te doğmuştur. Edirne kadılığı, İstanbul kadılığı, H. 1010/ M. 1601-2’de Anadolu kazaskerliği, H. 1012/ M. 1603-4- H. 1013/ M. 1604-5’te Rumeli kazaskerliği, H. 1015/ M. 1606- H. 1017/ M. 1608’de ikinci defa Rumeli kazaskerliği görevlerini yerine getirmiştir. H. 1024/ M. 1615- H. 1030/M. 1620-21’de ilk olarak H. 1032/ M. 1623- H. 1034 /M. 1624-5’te, ikinci olarak ise H. 1032/M. 1623 -H. 1034 / M. 1625 yıllarında şeyhülislâmlık yapmıştır. Bu makamda iken H. 1034 / M. 1625’te vefat etmiştir (Şemseddîn Sâmî, 1996: 2569; Daş, 2003: 175).
Tuhfetü’l-Hükkâm 17
Hoca Sa‘deddîn Efendi’nin oğlu Sâlih Çelebî6 (d. H. 990/ M. 1582- öl. H. 1038 / M. 1629)’nin üstadı olan Filibe müftüsü Sarrâf-zâde’nin damadı olduğunu belirtiyor: Bu hakîr oldum anuñ dâmâdı K’oldı Ṣâlih Çelebî üstâdı ‘İlm ü fazl ile olup mü・te・nâ Filbe fetvâsı virilmişdür aña Görüp ‘irfânumı ol pâk-nihâd Beni kendüye idindi dâmâd (236-239)
Fazl ile şöhreti var dünyâda Filbe müftîsi o Ṣarrâf-zâde (306)
Bâkî kazaskerken, ilgi gösterdiği Avnî’yi kassâm 7 ve rûz-nâmçeci8 olarak istihdam etmiştir:
Ṣoñra her bir şeh-i ‘âlî-himmet Kıldılar Bâkîye küllî ragbet (360) Kâdî-’askerken idüp istihdâm Eyledi ba’zı diyârda kassâm Dahi rûz-nâmçecisi olmış idüm İltifâtını tamâm bulmış idüm (370, 371)
Bâkî’nin yanında memuriyette iken, Avnî’yi, akrabasından bir kadı Filibe’de yanında mülâzım etmiştir. Ancak Avnî bundan hiç memnun olmamıştır:
Eyleyüp cân ile her hidmetini Ṣoñra aldum Filibe kısmetini Yañılup kendüme çok iş itdüm Çünki merhûm yanından gitdüm Akribâdan yine bir kâdî-i şûm Bu şerefden beni kıldı mahrûm
6 Sâlih Çelebî, müderislik ve kadılık yapmıştır. Anadolu kazaskeri iken 1038/M. 1629’de vefat etmiştir. 7 Miras taksimi ile meşgul olan memura denir (Sertoğlu, 1986: 180). 8 Günlük gelir gider ve ayniyatın kaydı ile ilgili defterleri tutan memura denilir (Pakalın, 1993: III/ 60).
Tuhfetü’l-Hükkâm 18
Beni isterdi mülâzım ide ol Vaz’-ı makbûlüm idüp ol medhûl (372-375) Bâkînüñ kendü rızâsıyla hemîn Beni kıldı o mülâzım ta’yîn (380)
Avnî, şiirlerini beğenen Lala Mehmed Paşa (sadareti: 5 Ağustos 1604-21 Haziran 1606)’nın iltifatına ve ihsanına mazhar olmuş; “şehnameci”9 tayin edilmiştir. Divan kâtipliği görevine getirileceği, kendisine zeamet tevcih edileceği, “münşî-i sefer” olarak atanacağı sıralarda paşa vefat etmiş ve bunlar gerçekleşememiştir:
Sâbıkâ gerçi kebîr-i vüzerâ Ya’nî merhûm Muhammed Paşa Olup ol mâ’il-i ebyât eş’âr İltifât itdi baña bir mikdâr (217, 218)
Hidmet-i ‘asker-i İslâm[ı] tamâm Kılmaga şâh-ı cihâna i’lâm Oldı eşrâfa bu kıssa ma’lûm Beni şeh-nâmeci kıldı merhûm Baña lutf itmege ‘ahd itmiş idi Ol tekellüf aradan gitmiş idi Görmiş idi baña hem vech-i vecîh Kıla bir hûb ze’âmet tevcîh Kullanup ben kulını yanında Ya’nî kâtib ide dîvânında Nazm u ne・r ile koyup haylî e・er İde ‘Âlî10 gibi münşî-i sefer Hak bu kim kılmadı ol lâf u güzâf Va’deye ‘ömri velî kıldı hilâf Var bu da’vâya benüm i・bâtum Buldı şöhret niçe te’lîfâtum (221-228)
9 Şehnameci, tarihî olayları kaydeden memurlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Bu memurların asıl unvanı şehnâmehândı; sonradan vak‘a-nüvise çevrilmiştir. Bu vazifeye tayin olunacak kimselerin nazım, nesir, imlâ, inşâ ve hüsn-i hatta ehliyet sahibi olmaları istenirdi (Pakalın, I/318, 319). 10 Burada söz konusu edilen Gelibolulu Âlî (1541-1600) olmalıdır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 19
Avnî, Ahî-zâde Halîmî Efendi11 (öl. H. 1013/ M. 1604-5)’nin yardımıyla, Filibe’de müderrislik görevine atanmış, orada iken evlenmiştir. “Bir iki yıl” sonra geçim sıkıntısı çekmeye başlamış ve borçlanmıştır. Es‘ad Efendi tarafından Kurşunlu12 kadılığına tayin edilmiştir. Bu merkezde de mansıbını zaptedememiş, malı mülkü yağmalanmış, yine borca girmiştir. Belgrat’a gidip serdara hâlini anlatmak istemiş; ama o kendisini tezkirecisine13havale etmiştir. Tezkireci de şairle ilgilenmemiş; günlerce onu oyaladıktan sonra geliri pek az olan bir mansıba göndermiştir:
Ṣoñra ol fazl u kerem kânı14 Kâdî-i ‘asker-i Rûm ibn-i ahî Bildi derd-i dili dermân itdi Baña bir medrese ihsân itdi Çünki bu lutf u kerem kıldı zuhûr Ṣılaya gitdüm o yılda mesrûr Varıcak anda te’ehhül kıldum Rızk içün Hakka tevekkül kıldum Geçdi bu hâlet ile bir iki yıl Oldı ahvâl-i ma’âşum müşkil Deyne girdüm yine mahzûn u melûl Meskenüm oldı yine İstanbul Meger ol fâzıl u ‘allâme-i Rûm Ya’nî kim Es’ad Efendi mahdûm Kıldı Kurşunlı kazâsın ihsân Der-’akab mâ-melek oldı tâlân Baña yâr oldı çün [ol] tâli’-i bed Maraz-ı fakr ise oldı müşted Ṣılada hâsıl idüp haylî düyûn Mansıbuñ zabtına gitdüm mahzûn
11 Geniş bilgi için bk. (Bursalı Mehmed Tâhir, 2000: 228). 12 Sırbistan’da bir nahiye merkezidir. Geniş bilgi için bk (Şemseddin Sâmî, 1996: 3723) . 13 Tezkireci, sadrazamların ve vezirlerin bugünkü anlamda özel kalem müdürü olan kişiye denir (Sertoğlu, 1986: 337). 14 Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 20
Varup itdüm aña kat’-ı menzil Mansıbuñ olmadı zabtı kâbil Yine ser-dâr elemin yâd itdüm ‘Âkıbet ‘azm-i Beligrad itdüm Fakr ile mübtezel ü âvâre ‘Arz-ı hâl itdüm o dem ser-dâra Merhamet kılmadı hâlüm bildi Tezkireciye havâle kıldı Yüzüme bakmadı ibni vildân Ṣaldı ferdâya beni niçe zamân Ṣatdı mansıbları pulluk pulluk Cânuma geçdi benüm ma’zûlluk Yog idi virmege zehr-i kâtil Bir kazâ virdi baña bî-hâsıl (385-401)
Şair iyi bir mansıp için Rumeli’de serdar Kuyucu Murâd Paşa (sadrazamlığı: 1606/1611, öl. 1611)’ya gider; paşa yüzüne bile bakmaz. Tezkirecisi rüşvet ister; alamayınca da mansıp vermez. Hâline acıyan defterdar ona Trebçe 15 mansıbını tevcih eder. Giderken yolda soyulur, mansıbı zaptedemez ve azledilir. Bu azil derdine çare bulmak için serdara tekrar gider. Belgrat’ta sıkıntı içerisindeyken hizmetçisi tarafından da soyulur. Nihayet verilen düşük gelirli Srişnik16 mansıbını zarurî olarak kabul eder. O kazada bulunan üç kadı vardır. Bunlarla kavga eder ve oradan ayrılır, memleketine döner; ama alacaklıların tazyiki yüzünden duramaz, İstanbul’a gitmek zorunda kalır:
Bu felâketle geçüp ‘ahd-i ba’îd Çıkdı Rûm iline ser-dâr-ı cedîd
15 Trebçe, Vulçitrin sancağının bir kazasıdır. (Akbayar, 2003:161). Vulçitrin ise Rumeli (1455), Budin (1545), Tımışvar (1588) eyaletlerine bağlı sancaktır (Sezen, 2006: 529). 16 Srişnik, Paşa (Niş-Sofya) sancağına bağlı nahiyedir. (Akbayar, 2003: 148). Bu yerleşim birimi hakkında Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu’nda da “Sirişnik: Osmanlı nahiyesi (1590). Coğrafî durumu: Pernik ilinden akıp giden Svetlya çayı vadisi boyunca uzanan topraklarda yer alan Siriştnik köyü, nahiye merkezi.” bilgisi verilmiştir ( Acaroğlu, 2006: 888).
Tuhfetü’l-Hükkâm 21
Fakr u fâkayla yine bî-mâye Vardum aglayı Murâd Paşaya Bakmadı ol dahi aslâ yüzüme İ’tibâr itmedi ya’nî sözüme Geldi tezkireci oldı çeşmi Ṣûret ugrusı o Tañrı hışmı Rişvete meyl idüp ol gayretsüz Virmedi mansıbı hîç rişvetsüz (410-414) Gördi rahm itdi baña defter-dâr Oldı telhîs-i Trebçe nâ-çâr (417) Zorbâ esbâbumı soydı ne ki var Bir iken mihnet ü gam oldı hezâr N’eyledi gör baña bu baht-ı siyâh Zabt olınmadı o mansıb âgâh (420, 421) Derd-i ‘azle arayup bir çâre Yine gitdüm çekilüp ser-dâra (424) Çekmedi bu elemi hidmetkâr Niçe esbâbum ile kıldı firâr Nâ-gehân düşdi Srişnik mahlûl Eyledüm anı zarûretle kabûl Bir yaña yok virecek harc-ı berât Varsañ ol mansıba yok anda ・ebât (430-432) Agladum anı görince nâ-çâr Ol kazâda dahi üç kâdî var Ugradum yine ‘aceb gavgâya Yine geldüm çekilüp paşaya (434-435) Hâsılı fakr ile mahzûn u melûl Eyledüm Filbe diyârına nüzûl (439) Geldi deyn isteyi erbâb-ı düyûn Az kaldı ki idem ‘arz-ı cünûn Bilmeyen sandı gider mahlûla Yine ‘azm eyledüm İstanbula (441, 442)
Perişan bir şekilde İstanbul’a ulaşır atı ve eşyalarını hizmetçisi alıp kaçar. İstanbul’da günlerce bekledikten sonra Es‘ad Efendi’ye
Tuhfetü’l-Hükkâm 22
çektiği sıkıntıları anlatır, fakirlikten şikayet eder. O, kendisine bir miktar para verince ondan kadılık ister ve bir müddet sonra, Berenvar 17 kadılığına atanır. Fakat “beş on ay” geçirdiği bu merkezde de yeterince gelir elde edemeyince Budin’ e gider:
Bu gam u derd ile mahzûn u melûl Eyledüm çünki Sitanbula nüzûl Anda yanumca giden hidmetkâr Atum esbâbum alup itdi firâr (444-445) Ṣabr ile ba’de mürûru’l-eyyâm Yitişüp mîve-i maksûd-ı merâm (449) İnkisâr ile varup dîvâna ‘Arz-ı hâl itdüm o ‘âlî-şâna Eyledüm pây-ı şerîfin takbîl Gördi rahm eyledi ol zât-ı cemîl Fakrdan eyledüm aña şekvâ Virdi ol dem bir avuç akça baña Didüm ey efdal-i eşrâf-ı ‘ibâd Bir kazâyile kuluñ kılsañ şâd (452-455) Mansıba oldugumı gördi harîs Bernevarı baña kıldı telhîs (459) Anda kâdî bogazın besleyemez Görmeyince kişi vasfın diyemez Beş on ay anda olup subh u mesâ ‘Öşrini idemedüm deynüñ edâ ‘Âkıbet n’eyledüm ise itdüm Budine togru çekildüm gitdüm (467-469)
Başına gelenleri, çektikleri sıkıntıları, mansıp yolunda nelerle karşılaştığını, azil ile ne hâle geldiğini şöyle dile getirir: Filibe’den ayrılıp sefere çıkmış, bazen İstanbul’a bazen de serdara gide gele yorulmuştur. Bu şekilde uzun bir süre geçmiştir ve yıl H. 1017/M. 1608-9 olmuştur. Azledilmiş durumda iken Budin’e gider. Azil ile
17 Berenvar, Budin eyaletinin Peçuy (Peç) sancağına bağlı bir kazadır (Akbayar, 2003: 22, 130). Bu isim metinde, vezin icabı olarak “Bernevar” okunmuştur.
Tuhfetü’l-Hükkâm 23
dünya başına dar gelmiştir, geceden gündüzü bile fark edememektedir, görenlerin onu sarhoş zannedeceği hâldedir.
Bir zamân Filbe diyârını meger Terk idüp kılmış idüm ‘azm-i sefer Gâh İstanbula geh ser-dâra Tâkatüm kalmadı vara vara Bu tarîk ile gezüp haylî zamân Beni kılmışdı felek ser-gerdân Kevkeb-i bahtum iderken tevbîh İrdi biñ on yediye çün târîh Hikmet-i Hakk ile ol e・nâda ‘Azl ile olmag ile âzâde Kalmadı milket-i ser-hadde yirüm Budin iklîmine düşdi seferüm
‘Azl ile ‘âlem olup başuma teng Tâli’-i nahs ile eylerdüm ceng (472-478) Olmış idüm yem-i derd ü gama gark İdemezdüm giceden gündüzi fark Bilmeyen kimse iderdi bühtân Beni añlardı ki mest ü hayrân (480, 481)
İki üç defa kadı olmuştur ki bunu mihnet çekmeye razı olmakla aynı görür:
İki üç def’a ki kâzî oldum Çekilen mihnete râzî oldum (501)
Avnî naiplik de yapmış ve bu görevinden memnun olmamıştır: Müstakil olmayıcak ma’zûram Hâkimüñ emri ile me’mûram (112)
Şair, hayatının sürekli sıkıntı ile gurbette geçtiğini belirtir; kıymetinin bilinmediğinden, fakirlikten, talihsizlikten, koruyucusun olmadığından söz açar:
Çok zamândur ideli terk-i vatan Bu tarîk içre çeküp derd ü mihen
Tuhfetü’l-Hükkâm 24
Geçdi ‘ömrüm dükeli gurbetde Âteş-i fakr ise germiyyetde (234, 235) Gayrılar kıymetümi şimdiye dek Fehm itmez çekerin bunca emek (230) Kime kim tâli’-i sa’d olmaya yâr Anuñ ahvâli olur hep düşvâr Sîm ü zer alsa ele toprak olur Kadri her yirde anuñ alçak olur (405, 406) Çekme gel mansıb içün sa’y u emek Yog ise sîm ü zerüñ arka gerek Kime kim olmaya ‘âlemde zahîr Olur ol bencileyin hvâr u hakîr (408, 409)
Avnî’nin, Azîz Mahmûd Hüdâyî (d. H. 950/ M. 1543- öl. H. 1038/ M. 1628)’den kâmil mürşit olarak bahsettiği, onun kölesinin kölesi, kulu kurbanı ol dediği dikkate alınırsa, ona intisap etmiş ve onun tesis ettiği Celvetiyye tarikatına girmiş olmalıdır:
‘Âbid ü zâhid-i dergâh-ı Vedûd Nâmı ol zât-ı şerîfüñ Mahmûd (1038) Mürşid-i kâmil olan böyle gerek Görmedi nev’-i beşer şimdiye dek (1060) Var anuñ bendesinüñ bendesi ol Kulı kurbânı ser-efkendesi ol (1062)
B. ESERLERİ
1. Tuhfetü’l-Hükkâm Çalışmamızın esasını teşkil eden bu eserle ilgili bilgilere, II.
Bölüm’de genişçe yer verilmiştir.
2. Şeh-nâme
Avnî’nin Tuhfetü’l-Hükkâm’dan başka bir eserine rastlanmamıştır. Bununla birlikte aşağıdaki beyitlerden yola
Tuhfetü’l-Hükkâm 25
çıkarak onun Nusret-nâme adını taşıyan hem manzum hem de mensur olan Şeh-nâme’sinin olduğunu söylemek mümkündür.18
Ol beyâz eyledügüm Şeh-nâme Mu’teber nazm ile Nusret-nâme Ola manzûr-ı cenâb-ı şâhî Ber-murâd ide bu devlet-hvâhı (266, 267) ‘Avnî-i bî-kes ü bîçâre hemîn Dâ’î-i pâdişeh-i rûy-ı zemîn Sefer emrinde yazup şeh-nâme Tuhfe kıldı anı hâss u ‘âma Nazm u ne・ri anuñ olup kem-yâb Çün beyâz olup ola ‘arz-ı rikâb (717-719)
Burada temas edilebilecek şu noktalar da Avnî’nin şehname ile ilgisini ortaya koyacak mahiyettedir.
1. Avnî, Lala Mehmed Paşa tarafından şehnameci tayin edilmiştir:
Sâbıkâ gerçi kebîr-i vüzerâ Ya’nî merhûm Muhammed Paşa (217) Hidmet-i ‘asker-i İslâm[ı] tamâm Kılmaga şâh-ı cihâna i’lâm Oldı eşrâfa bu kıssa ma’lûm Beni şeh-nâmeci kıldı merhûm (221, 222)
2. Şair, yazdığı bir şehname dolayısıyla Sultan I. Ahmed (saltanatı 1603-1617)’in ihsanını beklemekte ve emredildiğinde her yıl şehname kaleme alabileceğini dile getirmektedir:
Devleti haşre dek olsun mümted Ya’nî kim Hazret-i Sultân Ahmed Böyle bir şâh-ı ‘azîmü’ş-şânı Böyle bir kân-ı kerem sultânı Böyle bir pâdişeh-i Cem-’azamet Böyle bir husrev-i ‘âlî-himmet (712-714)
18 Burada geçen Şeh-nâme ve Nusret-nâme kelimelerinin özel ad olmayıp tür adı olma ihtimali vardır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 26
‘Avnî-i bî-kes ü bîçâre hemîn Dâ’î-i pâdişeh-i rûy-ı zemîn Sefer emrinde yazup şeh-nâme Tuhfe kıldı anı hâss u ‘âma Nazm u ne・ri anuñ olup kem-yâb Çün beyâz olup ola ‘arz-ı rikâb Var ümîdüm kılup aña nazarı Ber-murâd ide bu ehl-i hüneri Budur âyîn-i şehen-şâh-ı cihân Şu’arâya kıla lutf u ihsân (717-721) Emr olınur ise ben nâ-kâma Nazm idem her sene bir şeh-nâme (734, 735)
C. EDEBÎ KİŞİLİĞİ
XVII. yüzyılın edebî şahsiyetlerinden Filibeli Avnî mesnevî müellifi, şehnameci ve âşıkane şiirler kaleme alan şair niteliği ile karşımıza çıkmaktadır.
Biyografik kaynaklarda edebî kişiliği hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamaktadır. Bu hususta kendini şâ‘ir-i şîrîn-kelimât (193), pâkîze-edâ, senâ-kâr-ı kibâr-ı ulemâ (165) gibi sözlerle ifade eden şair, manzum ve mensur eserleriyle tanındığını, tab‘-ı bülend diye belirttiği edebî kabiliyetinin Allah’ın lütfu olduğunu ileri sürmektedir:
Var bu da’vâya benüm i・bâtum Buldı şöhret niçe te’lîfâtum Nazm u inşâda olup bî-mânend Lutf-ı Hak mazharıdur tab’-ı bülend (228, 229)
Kendisine Allah tarafından bağışlanan şairlik yeteneğinin pek az insana nasip olacağını dile getirir:
Biñde bir kulına olur ancak Bu şekil nazm ile bahşâyiş-i Hak (320)
Sözünün şekerden tatlı, inciden değerli olduğunu belirtir:
Tuhfetü’l-Hükkâm 27
Sözümüñ lezzeti sükkerden yeg Kıymeti hod dür ü gevherden yeg (1072)
Avnî eser yazarken sözü uzatmamanın icap ettiğini, insanları çok uzun yazarak sıkmamak gerektiğini, çok söyleyenin çok yanılacağını, muhtasar eserlerin daha makbul olacağını kabul eder:
Ke・ret ile kişide olsa kelâm Ol sefâhatle bulur şöhret [ü] nâm Az ni’met olur elbette lezîz İmtilâ eyler anuñ çogı ‘azîz
Ehl-i dillerde me・eldür añılur Kim ki çok söyler ise çok yañılur Muhtasar olsa eger nazm-ı hûb Ehl-i ‘irfân görür anı mergûb (1121-1124)
Mesnevîsini de istese birkaç kitap hâlinde ve uzunca yazabileceğini beyan ederken yukarıdaki beyitlerde açıkladığı sebeplerle kısa yazdığına imada bulunur:
Ser-güzeştüm olurdı niçe kitâb Şerh olınsa bu mihnet ü âlâm (1194)
Yaşadıklarını kaleme alan Avnî’nin mesnevîsinde anlattıkları, “...Osmanlı kadılarından günümüze ulaşan şahsî hatıra, mütalaa ve gözlem gibi malzeme yok denecek kadar azdır” (Ortaylı, 2001: 69) şeklinde belirtilen nadir metinler kategorisine dâhil edilebilir. Bunları “hissî tarih metinleri” (Bilkan, 2002: 598) olarak da değerlendirmek mümkündür. Mesela aşağıdaki beyitlerde cahillerin ve güçlülerin kadı olduğu, onların halka ağır vergiler yüklediği, geliri yüksek mansıpları liyakatsiz kimselerin ele geçirdiği belirtilmektedir:
Kuvvet-i mâl ile niçe câhil Kâdî vü hâkim olur bir niçe yıl Niçesi okumadan nahv [u] sarf Mes’ele bilmez iken hîç bir harf Olmış iken cühelâdan ma’dûd Hâkim olmasını eyler maksûd Anlaruñ olsa gerek tâli’i yâr Halkdan eylemez ol gayret ü ‘âr
Tuhfetü’l-Hükkâm 28
Hâl-i ‘âlem budur ey ehl-i kemâl Şimdi basdı ‘ulemâyı cühhâl Düşdi bu derde ahâlî iñler Bu ‘asırda kim ölür kim diñler Cühelâ gün gibi rif’atde olur ‘Ulemâ hâk-i mezelletde olur İktizâsı bu mıdur dünyânuñ Rif’atı artuk ola nâ-dânuñ Kangı ‘âlim ki ola efkar-ı nâs Anı ol câhile sen itme kıyâs Ki anuñ kuvvet-i mâliyyesi var Neye sunsa eli irer her bâr (686-795) Zâhir akvâli ko bid’at zulem Oldı kâdîlar aña âlet-i zulm Hep re’âyâya tekâlîf müdâm Ṣalar emr ile kuzât [u] hükkâm (791,792) Sebeb oldur ki edânî ek・er Kıldılar mansıb-ı ‘âlîde makar Turmayup dûn u denî sadra geçer Gâlibâ irdi gibi âhir-i şer Bu ne hikmet durur ey Bâr-Hudâ ‘Ulemâ sadrına geçdi cühelâ (812-814)
Avnî yazdıklarıyla döneminin şuurlu aydını, cesur bir tanığı durumundadır. I. Ahmed döneminde meydana gelen isyanları, adaletsizlikleri, sosyal problemleri dile getirir ve bunların sebebi olarak da âlimlere karşı kötü muameleleri, üst seviyedeki yöneticilerin gafletlerini gösterir. Bu yöneticilere yaptığı tenkit ile padişahı da bilgilendirir:
Her tarafdan olup a’dâ peydâ Şerr ü şûr ile pür oldı dünyâ Anatolıda Celâlî elemi Tutdı her cânibi zulm ü sitemi Engürüs içre olan düşmen-i dîn Âteş-i zulmi olınmaz teskîn
Tuhfetü’l-Hükkâm 29
Şark ilinde dahi âl-i surh-ser Toldı hep düşmen ile bahr u ber ‘Âlemüñ fitnesine rûz u şeb ‘Ulemâya bu cefâlardur hep Âteş-i zulm ile mazlûm ider âh Âsumânı tutar ol dûd-ı siyâh Bâb-ı rişvet ise mesned olamaz Rif’ata kimse mukayyed olamaz Hak sözi her kişi hod söyleyemez Terk-i ser itmeyen anı diyemez Cem’-i mâl içün urur her kişi lâf Kimse[y]e kal[ma]dı ‘adl ü insâf ‘Ulemâ vü vüzerâ cümlesi hep Hvâb-ı gafletde yaturlar ne ‘aceb Yıkılur gitmede mülk-i ‘âlem Gelmiyor anlara hîç derd ü elem Zâhir eylese anı şâh-ı be-nâm Def’ ü ref’ine iderdi ikdâm Zulme hâşâ ki rızâsı yokdur Halk-ı dünyâya cefâsı yokdur Şark ile garba ider ‘adl ü dâd Zıll-i ‘adlinde hep efrâd [u] ‘ibâd Devleti haşre dek olsun mümted Ya’nî kim Hazret-i Sultân Ahmed (698-712)
Şair kendisinin de dâhil olduğu döneminin ilmiye sınıfının yanı sıra askeriye sınıfını da tenkit eder:
‘Askerî tâ’ifesi hod ne ki var Budur ‘âdetleri hep leyl ü nehâr Olmayup şer’e mutî’ ü münkâd Hâkimüñ hükmine eylerler ‘inâd Kâdîya cevr ü cefâ-pîşeleri ‘Ulemâ kadhıdur endîşeleri (888-890) Yazuk ol cübbe vü destârumuza Yazuk ol gayret ile ‘ârumuza
Tuhfetü’l-Hükkâm 30
Muktezâ-yı beşeriyyet bu mıdur Gayret ü ‘âr u hamiyyet bu mıdur (994-995) ‘Îş içün bir iki gün dünyâda Yatacak yir komaduk ‘ukbâda (999)
Avnî’nin mesnevîsinde hem kendisine hem de meslektaşlarına nasihat önemli derecede yer alır. Şu örnekler israftan kaçınmak, paraya karşı hırslı olmamak, dini dünyaya değişmemek, malı biriktirip akıllıca harcamak hususlarındadır:
Bezl ü sarf itmege yitmez ammâ Mâl-ı Kârûn dahi olursa saña Sende ger var ise ‘akl u idrâk Var birez rızkuñı eyle imsâk Mâluñı bir yire hep derc eyle ‘Aklı mîzânına ur harc eyle (831-833) Her kim olursa harîs-i dînâr Haşr olur mûş-sıfat âhir-i kâr (863) Gözüñ aç cânuñ uyar ey gâfil Dîni dünyâya degişmez ‘âkıl (1085)
Avnî’nin öğütlerinin bir kısmı uzleti tercih etmek, tevekkül etmek, bir mürşid-i kâmile bağlanıp ona hizmet etmek, masivadan uzak durmak, nefs-i emmâreye uymamak gibi tasavvufî mahiyettedir:
Olmak istersen eger kim râhat Eyle bu halk-ı cihândan ‘uzlet Yatacak yiri te’emmül eyle Rızk içün Hakka tevekkül eyle (824, 825) Yüri bir mürşid-i kâmil ara bul Hidmetin eyleyüp ol cân ile kul (1010) Mâ-sivâ fikrini dilden dûr it Tenüñi başdan ayaga nûr it (1014) Nefs-i emmâreye hem-râh olma Yañılup yoluñı güm-râh olma (1101)
Tezkirelerde Avnî’ye ait olarak gösterilen şu beyitler, onun âşıkane şiirler de yazdığının delili olacak özeliktedir:
Tuhfetü’l-Hükkâm 31
Olmazdı felek mihnet ile başuma zindân Habs itmese dil Yûsufın ol çâh-ı zenahdân
Çak böyle güzel gösteren âyînede aksün Hüsn-i nazarundur senün ey gözleri fettân
Gûyâ meh-i nev geldi hamel burcına Avnî Hançerle o şeh eyledi kebş-i dili kurbân” (Abdülkadiroğlu,
1985: 361, 362)
Ebr-i zülfin gün yüzinden ber-taraf kılmış o mâh Şübhe kalmadı bu gün bildüm hevâ nev-rûzdur
N’ola meyl itse meye aşk-ı cevânân ile dil Hûb olur şimden gerü âb u hevâ nev-rûzdur
Olma Avnî atlas-ı çarhun sakın âvâresi Hil‘at-ı eltâf-ı şâhı kıl recâ nev-rûzdur ” (Çapan, 2005: 378)
II. BÖLÜM
TUHFETÜ’L-HÜKKÂM
A. ESERİN TANITILMASI
1. Adı Avnî’nin, mesnevîsine hâkimlere armağan anlamına gelen
Tuhfetü’l-Hükkâm ismini verdiği kabul edilebilir. Eserin başında da bulunan bu ismi, İhtitâm-ı Nazm-ı Kitâb-ı Nâ-yâb el-Müsemmâ Bi-Tuhfeti’l-Hükkâm, 19 Târîh-i İhtitâm-ı Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm başlıklarında ve kitabının tamamlanılışına düşürdüğü tarihte de anmıştır:
Bu kitâbuñ tamâmına hâtif Târîhin didi “Tuhfetü’l-Hükkâm” (1197)
Ayrıca Arapça kurallara göre olan Tuhfetü’l-Hükkâm ile aynı anlamdaki Farsça Tuhfe-i Hükkâm tamlamasını da iki beyitte kullanmıştır:
Olıcak kalbüme Hakdan ilhâm Eyledi Tuhfe-i Hükkâm aña nâm (533) Minnet Allâha ki her subh u şâm Buldı bu Tuhfe-i Hükkâm encâm (1117)
Bir yerde de Menâkıbu’l-Hükkâm ibaresini tercih etmiştir:
Nazmı garrâ edâsı bî-hemtâ Nâmı oldı Menâkıbu’l-Hükkâm (1187)
Avnî’nin mesnevîsinin ismiyle ilgili olarak zikrettiği Tuhfetü’l-Hükkâm (üç kez), Tuhfe-i Hükkâm (iki kez), Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm (bir kez), Menâkıbu’l-Hükkâm (bir kez) sözleri, kitabıyla ilgili olarak birden çok isim kullandığını gösteriyor. Bununla birlikte, üç kez kullanılması, birinde kitabın başlığı olarak yazılması, Tuhfe-i Hükkâm sözü ile yakınlığı, ayrıca Kitâb-ı
19 Buradaki Tuhfetü’l-Hükkâm tamlaması, bi harf-i ceri sebebiyle Tuhfeti’l-Hükkâm şeklinde yazılmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 36
Tuhfetü’l-Hükkâm ibaresinde de yer alması, mesnevînin Tuhfetü’l-Hükkâm adının daha çok tercih edildiğini akla getiriyor.
Ayrıca eseri hakkındaki kullandığı tuhfe-i nev, tuhfe-i hûb, nazm-ı hûb, nazm-ı mu’teber, nazm-ı pâk gibi sözler, mesnevîsinin ismi olarak değil de onun vasfında sarf edilmiş ibareler olarak kabul edilebilir:
Bu kitâbum iricek encâma Tuhfe-i nev ola hâss u ‘âma (550) Az olur buncılayın tuhfe[-i] hûb Var ümîdüm ola mahbûb-ı kulûb (1118) Muhtasar olsa eger nazm-ı hûb Ehl-i ‘irfân görür anı mergûb (1124) Hamd-i bî-had Cenâb-ı Hakka müdâm Buldı bu nazm-ı mu’teber encâm (1186) Nîk ü bed cümle hasb-i hâlümdür Eyledüm nazm-ı pâk ile i’lâm (1188)
2. Türü
Avnî, Tuhfetü’l-Hükkâm’ın hasbihâl, sergüzeşt-name, nasihat-name olduğunu söyler. Başlık ve beyitlerde bunlarla ilgili sözleri şöyle kullanır:
Sohbet, dertleşme, dert yanma, hâlini bildirme, karşılıklı konuşma anlamlarındaki “hasb-i hâl” tamlaması bir başlığın yanı sıra beyitlerde şöyle geçer:
“Makâle-i Sâdise Bu Hakîr ü Kesîrü’t-Taksîrüñ Mansıb-ı Kazâ Sevdâsıyla Mübtelâ-i Gam u Derd-i Kesîr ve Mürûr-ı Eyyâm u Şühûr ile Bu Tarîkden Min-Ba’d Behre-gîr Olmadugumdan Mâ-’adâ Ta’n u Teşnî’-i A’dâ Sebebiyle Bakiyye-i Hasb-i Hâl-i Pür-Melâli Nazm u Ne・r ile İmlâ vü İnşâ Bu Tarîk ile Mâcerâ-[y]ı İnhâ Eyler”
Hasb-i hâlüñ yazup ey’ abd-i za’îf Eyle bir hûb kitâbı tasnîf (470)
Tuhfetü’l-Hükkâm 37
‘Arz-ı hâl itmege ikdâm idesin Hasb-i hâlüñ varup i’lâm idesin (627) Hâline vâkıf olup ragbet kıl Hasb-i hâlin okıyup şefkat kıl (726) Nîk ü bed her ne ki kıldum tahrîr Hasb-i hâlüm dur[ur] ol bî-taksîr (1128) Bu durur bâ’i・-i nazm u inşâ Hasb-i hâlüm bileler tâ ‘ulemâ (1133) Nîk ü bed cümle hasb-i hâlümdür Eyledüm nazm-ı pâk ile i’lâm (1188)
Sergüzeşt-name ile ilgili olan ve serüven, baştan geçen olay, macera anlamlarındaki ser-güzeşt kelimesi de kullanılır:
Baña mansıb zarar-ı mahz oldı Ser-güzeştüm ile dünyâ toldı (241) Ser-güzeştini yazup hükkâmuñ Sen dahi hayr ile añdur nâmuñ (527) Aglayup hâlüñi ‘arz eyleyesin Ser-güzeştüñ ne ise söyleyesin (629) Ser-güzeştüm olurdı niçe kitâb Şerh olınsa bu mihnet ü âlâm (1194)
Nasihat-name olduğunu çağrıştıracak pend, ibret, nasihat, nush kelimelerinin yanı sıra nasîhat-nâme sözüne yer verilmiştir:
Olan oldı sözümi diñle ‘azîz Saña bu pend-i letâfet-âmîz Okı gör mûcib-i ‘ibret olsun Sebeb-i zikr u nasîhat olsun (802, 803) Eylemek ister iseñ def’-i kesel Gel benüm pendüm ile eyle ‘amel (819) Lutf idüp pendümi diñleñ ihvân K’olasuz mazhar-ı lutf-ı Rahmân (840)
“Makâle-i İhdâ ‘Aşere Nüvvâb-ı Zevi’l-İhtirâm Tâ’ifesine Münâsebet ile Bir Niçe Pend-i Sûdmend Olındugıdur ki Müfîd ü Muhtasar Îrâd Olındı”
Tuhfetü’l-Hükkâm 38
‘Avniyâ kıssayı gel itme dırâz Ṣafha-i kalbe bu hoş pendümi yaz Her sözüm mûcib-i ‘ibret olsun Bî-bedel hûb nasîhat olsun (1070, 1071) Saña eylerse nasîhat te’・îr Olma bu devlet-i dünyâya esîr Göñül âyînesin idüp sâfî Bu nasîhat saña vâfî kâfî (1109, 1110) Tâ ki eglence olup hükkâma Ola ihvâna nasîhat-nâme (1127)
Avnî’nin eseri hakkında söyledikleri sözlere ve mesnevîsinin muhtevasına dikkat edildiğinde eseri bir türle vasıflandırmak mümkün görülmemektedir bk. (Eserde Yer Alan “Makâle”lerin Konuları). Çünkü Tuhfetü’l-Hükkâm, hasbihâl, sergüzeşt-name, nasihat-name özeliklerini taşımaktadır.
Burada şu hususlar da belirtilmelidir ki şair, eserde anlattıklarını kimseden almadığını, onların daha önce işitilmemiş olduğunu; kendi başına gelenleri beyan ettiğini söylemektedir:
İdemezler baña ta’n u teşnî’ Kimseden almamışam nazm-ı bedî’ (1160) Anı te’lîfe çeküp bunca ta’ab Vâkı’-ı hâli beyân itdüm hep (619)
Bu beyitlerde dile getirilen hususların çoğunlukla isabetli olduğunu söylemek mümkündür. Ancak kendisinin dışında hikâyesine yer verdiği şahsiyetlerle ilgili söylediklerini bir kimseden duymuş veya herhangi bir kaynaktan okumuş olmalıdır.
3. Yazılış Sebebi
Avnî eserini yazma sebeplerini mesnevînin muhtelif yerlerinde açıklar.
Tuhfetü’l-Hükkâm 39
Makâle-i rabi‘a (dördüncü makâle)da, eseriyle mevâlîye 20 derdini anlatma fırsatı bulmak gayesindedir:
‘Arz-ı hâl eylemedür maksûdum Açılup tâli’-i nâ-mes’ûdum Medh olan bunca mevâlî-i kibâr Bileler derd-i dili bir mikdâr (326, 327)
Makâle-i sâdise (altıncı makâle)de mesnevîsinin telif sebeplerini açıklar: Bunlar, fani dünyada kıyamete kadar isminin yaşaması, hayırla anılmak, kadıların hâllerini anlatmak, kendisinin ve meslektaşları olan kadıların macerasını dile getirmek, âlimlerin merhametini kazanmaktır:
Bilmedüñ mi çü fenâdur bu cihân Meyl ider mi aña hîç ‘aklı olan Haşre dek dirseñ ola nâmuñ ad Eyle var gülşen-i nazmı âbâd Şu’arâdan bu cihânda niçeler Nazm u ne・r ile e・erler kodılar Ki olur nâmları hayr ile yâd Kıla Hak cümlesinüñ rûhını şâd Sen de var nazm ile ey ‘Avnî-i zâr Eyle ahvâl-i kuzâtı iş’âr (517-522) Vâkı’-ı hâli yazup bir mikdâr Eyle var ‘arza-i eşrâf-ı kibâr Ser-güzeştini yazup hükkâmuñ Sen dahi hayr ile añdur nâmuñ (526, 527) Saña tâ ki ‘ulemâ ragbet ide Hâlüñe vâkıf olup şefkat ide (530)
20 Mevâlî ile yüksek rütbeli vilayet kadıları kasdedilir. Altı sınıftan oluşur: Devriye mevâlîsi (Maraş, Bağdat, Sofya, Belgrad, Antep, Konya), Mahreç mevâlîsi (Kudüs, Halep, Tırhala, Yenişehir, İzmir, Galata, Selanik, Eyüp), Bilâd-ı Hamse (Bursa, Şam, Mısır, Edirne, Filibe), Harameyn (Mekke, Medine), Galata, İstanbul kadıları (Sertoğlu, 1986: 223; Ortaylı, 2001: 71). Avnî’nin mevâlî ile öncelikle şeyhülislam ve kazaskerleri ifade ettiği söylenebilir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 40
Kitabın bitiş bölümünde, eserini muhtasar olarak telif ettiğini, onu âlimler ve hâkimler için kaleme aldığını, onlara hâlini arz etmek istediğini dile getirir:
Ben idüp ehl-i mezâka taklîd Muhtasar kıldum anuñ nazmı müfîd (1126) Bu durur bâ’i・-i nazm u inşâ Hasb-i hâlüm bileler tâ ‘ulemâ (1133) Dahi cumhûr-ı kuzâtu’l-İslâm Yâr-ı gâr eyleyeler anı müdâm (1184)
4. Yazılış Tarihi
Tuhfetü’l-Hükkâm’da söz konusu edilen en son tarih H. 1017/ M. 1608-9’dur. Buna göre, adı geçen eseri bu tarihte veya bundan sonraki bir tarihte kaleme alınmış olmalıdır:
Bu tarîk ile gezüp haylî zamân Beni kılmışdı felek ser-gerdân Kevkeb-i bahtum iderken tevbîh İrdi biñ on yediye çün târîh (474, 475)
Ayrıca mesnevînin son beytinde bitirilişine de tarih düşürülmüştür:
Bu kitâbuñ tamâmına hâtif Târîhin didi “Tuhfetü’l-Hükkâm” (1197)
Ancak buradan çıkan H. 988/ M. 1580-81 tarihini kabul etmek mümkün görülmemektedir. Çünkü bu tarihte yazılan bir kitapta yukarıda geçtiği üzere 1017/ M. 1608-9’dan bahsedilmesi beklenemez. Bu problem muhtemelen tarih mısraının imlâsından kaynaklanmaktadır.21
5. Beyit Sayısı
Tuhfetü’l-Hükkâm’ın beyit sayısı 1197’dir. Bunlara iktibas edilen şiirler yani yedi bendlik tahmîs (Filibeli Vecdî’nin olup 875. 21 Bu tarih mısraının bulunduğu manzume, tarih türleri bakımından incelenmiş; ama kabul edilebilecek bir tarih çıkarılamamıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 41
beyitten sonra yer almakta), iki matla beyti (biri Üsküblü Vâlihî’nin biri de muhtemelen bir naibinin Vâlihî’ye cevabı olup 933. beyitten sonra yer almaktadırlar) dâhil değildir.
B. MUHTEVA ÖZELLİKLERİ
1. Tertibi Avnî’nin Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsi klasik tertibe
uygundur; giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümüne sahiptir.
1197 beyitten oluşan eserin ilk 139 beyti giriş bölümüdür. Bunlardan ilk 45 beyit tevhîddir ve ilk 24 beyit için bir başlığı yoktur; 25. beyitten önce konulan “Âgâz-ı Kelâm-ı Hamdele-i Sa’âdet-Peyâm ve Bast-ı Mukaddimât-ı Mehâmid-i Magfiret-Encâm” başlığına sahiptir. Bu başlıktan sonraki beyitlerin kısmen hamdele muhtevalı görünse de çoğunlukla tevhid özlü olduğu söylenebilir. Nitekim “...birçok eserde yer alan hamdele bölümlerinin muhteva itibariyle tevhîdlerle örtüştüğünü” (İsen-Macit, 1992: X) de belirtmek gerekir.
46-56. beyitler “Münâcât u ‘Arz-ı Hâcât Be-Cenâb-ı Hazret-i Refî’i’d-Derecât” başlıklı olup münâcât niteliğindedir.
57-81. beyitler “Der-Na’t-i Cemîl-i Hazret-i Risâlet-Meâb ve Nübüvvet-Nisâb ve Menâkıb-ı Latîfe-i Bî-Hisâb Ṣalavâtu’l-lâhi ‘aleyhi ve ‘Alâ Cemî’i’l-Ashâb” başlıklı bir na‘ttir.
“Ahvâl-i Mi’râc-ı Sa’âdet-İbtihâc Medh-i Çâr Yâr-ı Güzîn Rıdvânu’l-lâhi ‘Aleyhim Ecma’în” başlıklı 82-94. beyitler, miraciye; 95-104. beyitler de dört halife ve Hz. Hasan ile Hüseyin’in medhine dairdir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 42
105-115. beyitler Hz. Peygamber’e tazarru‘ât mahiyetindedir ve “Der-Tazarru’ât-ı Bî-Şümâr Be-Cenâb-ı Hazret-i Habîb-i Kirdigâr” başlığını taşımaktadır.
116-139. beyitler İmâm-ı A‘zâm (öl. H. 150/ M. 657)’ın medhi üzerinedir ve “Der-Şeref [ü] ‘İzzet-i ‘Ulemâ-i Benî Âdem ve Muhterem-i Mezheb-i Habîb-i Ekrem A’nî Hazret-i İmâm-ı A’zam” başlığı ile başlamaktadır.
Mesnevîlerin giriş bölümünde, besmele, tevhîd, münâcât, na‘t, mi‘râc, mu‘cizât, medh-i çihâr-yâr, padişah için övgü, devlet büyüğüne övgü, sebeb-i te’lif başlıkları bulunabilir. Bunların dışında da bazı başlıklara rastlanması mümkündür (Ünver, 1986: 433, 434). Görüldüğü üzere anılan başlıkların çoğu Tuhfetü’l-Hükkâm’da vardır. Bununla birlikte birçok mesnevî’de bulunmadığını söyleyebileceğimiz İmâm-ı A‘zâm (öl. H. 150/ M. 657) övgüsünde bir başlık mevcuttur. Bunun sebebi eserin muhtevasıyla ilgili olmalıdır: Hâkimlere armağan anlamına gelen Tuhfetü’l-Hükkâm adlı eser, ilmiye sınıfını da söz konusu etmektedir ve bu sebeple İmâm-ı A‘zâm (öl. H. 150/ M. 657)’ın bu alandaki örnek kişiliğinin hatırlatılmak istenmesi de gayet tabiîdir.
Girişte eserin niçin yazıldığını arz eden sebeb-i te’lif başlığı ile karşılaşılmamaktadır. Bununla birlikte bu hususta eserin muhtelif yerlerinde beyitlerin bulunduğu da dikkati çekmektedir bk. (Yazılış Sebebi).
Bundan sonra 140-1116. beyitler arasında Makâle-i Ûlâ..., Makâle-i ・âniye... biçimlerinde başlayan ve içinde alt başlıkları da ihtiva eden 12 makâle ile eser devam etmektedir. Bu küme konunun işlendiği bölümün başladığı intibaını vermektedir. Ancak buradaki “Makâle-i Ûlâ Der-Evsâf-ı Dil-güşâ-yı Hazret-i Sultân-ı ‘Âlî-Nazar ve Hâkân-ı Rûşen-Güher Ebu’n-Nasr-ı Güzîde-Siyer Ebu’l-Feth-i Hamîde-E・er Zâbit-i Memâlik-i
Tuhfetü’l-Hükkâm 43
Rûm u ‘Arab u ‘Acem Râbıt-ı Ferâ’id-i Fevâ’id-i Ümem A’nî Sultân Ahmed Hân İbnü’s-Sultân Mehmed Hân Lâ-Zâleti’l-Ekâlîmü Ma’mûreten Bi-Râyeti’d-Dîni Vemâ Beri-Hati’l-Memâlikü Meskûneten Bi-’Adlihi’r-Razîne Âminîne Yâ Mu’în”, Makâle-i ・âniye Şeyhu’l-İslâm ve Müftî’l-Enâm Reîsü’l-’Ulemâ Üstâdü’l-Fuzalâ Ferîdü’z-Zamân ve Hayderü’d-Devrân Kıdve-i Erbâb-ı Te[d]kîk u Tavzîh ‘Umde-i Ashâb-ı Tahkîk u Tenkîh Fekâre-i ‘Ulemâ-i Müteşerri’în Atiyye-i ・eniyye-i Cihân-âferîn A’nî Bihi’l-Mevle’l-Fâzılu’l-Âmil Muhammed Efendi İbnu’l-Merhûm Hvâce Sa’de’d-dîn Yessera’l-lâhü Murâdâtihî Fî-Külli Vaktin ve Hînin” başlıklarını taşıyan iki makâleden birincisi I. Ahmed’in, ikincisi ise dönemin şeyhülislâmı Muhammed Çelebî’nin22 övgüsü üzerinedir ki bunları bu mesnevînin giriş bölümünde de değerlendirmek mümkündür.
Tuhfetü’l-Hükkâm’ın bitiş bölümü iki başlık altında yazılmıştır.
Bunlardan birincisi 1117-1185. beyitleri kapsamakta ve İhtitâm-ı Nazm-ı Kitâb-ı Nâ-yâb el-Müsemmâ Bi-Tuhfeti’l-Hükkâm başlığını taşımaktadır. Burada Avnî, eserini bitirdiği için Allah’a şükreder. Beyit sayısını vermemekle birlikte mesnevîsinin muhtasar olduğunu belirtir. Eserinin hâkim dostlarına nasihat-nâme olduğunu, hasbihâl niteliği taşıdığını, doğruyu yansıttığını beyan eder. Burada mesnevînin telif sebebine işarette bulunur. Bunlar, âlimlerin hasbihâlini bilmeleri, Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin ihsanını elde edip borçtan kurtulmak, hayır dua almaktır. “Ölmez oğul” diye tavsif ettiği kitabının haşre dek kalıcı olacağını söyler. 22 Sultan III. Mehmed (saltanatı: 1595-1603) ve oğlu Sultan I. Ahmed (saltanatı: 1603-1617) devirlerinde şeyhülislâmlık makamında bulunmuştur. İlk şeyhülislâmlığı H. 1110/ M. 1601- H. 1011/M. 1603, ikincisi ise H. 1017/M. 1608-H. 1024/ M. 1615 yıllarında olmuştur. H. 1024/ M. 1615’da vefat etmiştir (Şemseddîn Sâmî, 1996: 2568, 2569).
Tuhfetü’l-Hükkâm 44
Eserini kimseden almadığını ve orijinal olduğunu dile getirir. Eserini vezne uymayacak biçimde çoğaltacak olan cahil kâtiplere beddua eder. “Kâtib-i hûb” olarak nitelediği bilgili kâtiplere de Allah’ın rahmetini diler. Onlardan kitabını nesih veya talik ile çoğaltmalarını, yazım işleminden sonra eseri kontrol etmelerini, başlıkları kırmızı mürekkeple yazmalarını, yazının etrafına cedvel çekmelerini talep eder.
İkincisi 1186-1197. beyitlerini kapsamaktadır. Mesnevî farklı vezinde (Fe’ilâtün Mef’âilün Fe’ilün) ve farklı nazım
şeklindeki (nazm) Târîh-i İhtitâm-ı Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm başlıklı tarih manzumesi ile sona ermektedir. Burada da şair, âlimlerin büyüklerinden özellikle de kazaskerden eserini okuyup kendisine iyilikte bulunmalarını arz eder. Ve nihayet mesnevîsinin yazılışı için tarih düşer.
Mesnevîdeki başlıklar ve beyit numaraları şunlardır: 1-24 (Tevhîd) 25-45 Âgâz-ı Kelâm-ı Hamdele-i Sa’âdet-Peyâm ve Bast-ı
Mukaddemât-ı Mehâmid-i Magfiret-Encâm 46-56 Münâcât u ‘Arz-ı Hâcât Be-Cenâb-ı Hazret-i Refî’i’d-
Derecât 57-81 Der-Na’t-i Cemîl-i Hazret-i Risâlet-Meâb ve Nübüvvet-
Nisâb ve Menâkıb-ı Latîfe-i Bî-Hisâb Ṣalavâtu’l-lâhi ‘aleyhi ve ‘Alâ Cemî’i’l-Ashâb
82-104 Ahvâl-i Mi’râc-ı Sa’âdet-İbtihâc Medh-i Çâr Yâr-ı Güzîn Rıdvânu’l-lâhi ‘Aleyhim Ecma’în
105-115 Der-Tazarru’ât-ı Bî-Şümâr Be-Cenâb-ı Hazret-i Habîb-i Kirdigâr
116-139 Der-Şeref [ü] ‘İzzet-i ‘Ulemâ-i Benî Âdem ve Muhterem-i Mezheb-i Habîb-i Ekrem A’nî Hazret-i İmâm-ı A’zam
140-147 Makâle-i Ûlâ Der-Evsâf-ı Dil-güşâ-yı Hazret-i Sultân-ı ‘Âlî-Nazar ve Hâkân-ı Rûşen-Güher Ebu’n-Nasr-ı Güzîde-Siyer Ebu’l-Feth-i Hamîde-E・er Zâbit-i Memâlik-i Rûm u ‘Arab u ‘Acem Râbıt-ı Ferâ’id-i
Tuhfetü’l-Hükkâm 45
Fevâ’id-i Ümem A’nî Sultân Ahmed Hân İbnü’s-Sultân Mehmed Hân Lâ-Zâleti’l-Ekâlîmü Ma’mûreten Bi-Râyeti’d-Dîni Vemâ Beri-Hati’l-Memâlikü Meskûneten Bi-’Adlihi’r-Razîne Âminîne Yâ Mu’în
148-163 Makâle-i ・âniye Şeyhu’l-İslâm ve Müftî’l-Enâm Reîsü’l-’Ulemâ Üstâdü’l-Fuzalâ Ferîdü’z-Zamân ve Hayderü’d-Devrân Kıdve-i Erbâb-ı Te[d]kîk u Tavzîh ‘Umde-i Ashâb-ı Tahkîk u Tenkîh Fekâre-i ‘Ulemâ-i Müteşerri’în Atiyye-i ・eniyye-i Cihân-âferîn A’nî Bihi’l-Mevle’l-Fâzılu’l-Âmil Muhammed Efendi İbnu’l-Merhûm Hvâce Sa’de’d-dîn Yessera’l-lâhü Murâdâtihî Fî-Külli Vaktin ve Hînin
164-206 Makâle-i ・âli・e Hâlâ Rûm İli Kâdî-’askeri Olan Efdal-i ‘Ulemâ-i Kibâr ve Ekmel-i Füzalâ Devâyil-İştihâr Muhît-i Envâr-ı Kudsiyye Câmi’-i Kemâlât-ı Ünsiyye Fâzıl Muhakkık Kâmil Müdekkik Muhyî-[i] Sünenü’r-Resûl Havî-[i] Kavâ’idü’l-Fürû’i ve’l-Usûli Şifâ-[i] Tahrîr-i Nihrîr Lâzımu’t-Tevkîr A’nî Bihî Mevlânâ ve Seyyidinâ Es’ad Efendi İbnü’l-Merhûmi’l-Fâzıli’l-Müdekkik Hvâce Sa’de’d-dîn Tavvele ‘Ömrehû İlâ Yevmi’d-Dîn Hazretlerinüñ Vasf-ı Cemîlleridür
207-281 Şikâyet Ez-Gerdiş-i Nâ-Hemvâr ve Hikâyet Ez-Hâl-i Dil-i Pür-Melâl Ber-Vech-i İcmâl İmlâ vü İnşâ Kerd
282-300 Makâle-i Râbi’a Bi’l-Fi’l Vilâyet-i Anatol Kâdî-’askeri Olan A’lem-i ‘Ulemâ-i ‘İzâm Ekrem-i Fuzalâ-yı ‘Âli-Makâm Fâzıl-ı Fezâ’il-i ‘İrfân Kâmil-i Şemâ’il-i ‘İhsân Ser-dâr-ı Selâtîn-i Sikender-Tüvân Ser-dâr-ı Mehârîm Nâdirü’l-Akrân Hediyye-i Sübhân Atiyye-i Rahmâni’l-Müstagnî ‘Ani’l-Vasfı ve’l-Beyân ‘Abdü’l-’azîz Efendi Hazretlerinüñ Tavsîf-i latîfleridür
301-340 Bakıyye-i Edâ ki Der-Vasf-ı Cemîl-i Birâder-i Kih-ter Hvâce-Zâdegân-ı Lâzımu’t-Tebcîl A’nî Ṣâlih Efendinüñ Tavsîf-i Bî-’Adîlleridür
341-404 Makâle-i Hâmise Sultânü’ş-Şu’arâ Bürhânü’l-Fuzalâ Muktedâ-yı Şu’arâ ve Bülegâ-i Memleket-i Rûm Olan Abdü’l-Bâkî Merhûm Bu Hakîruñ Ser-Encâmın İ’lâm u İfhâmdur
405-471 Makâle-i Sâdise Bu Hakîr ü Kesîrü’t-Taksîrüñ Mansıb-ı Kazâ Sevdâsıyla Mübtelâ-i Gam u Derd-i Kesîr ve Mürûr-ı Eyyâm u Şühûr ile Bu Tarîkden Min-
Tuhfetü’l-Hükkâm 46
Ba’d Behre-gîr Olmadugumdan Mâ-’adâ Ta’n u Teşnî’-i A’dâ Sebebiyle Bakiyye-i Hasb-i Hâl-i Pür-Melâli Nazm u Ne・r ile İmlâ vü İnşâ Bu Tarîk ile Mâcerâ-[y]ı İnhâ Eyler
472- 551 Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm u Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-i ‘İlme ‘Âzim Old[uklarıdur]
552-612 Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm u Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-ı ‘İlme ‘Âzim Olduklarında Mülâzım Olınca Evvel Çekdikleri Zahmet ü İntizârı İş’ârdur
613-750 Makâle-i ・âmine Ehl-i İnsâf Hükkâm-ı Kirâm ve Kuzât-ı Enâm Hazretlerinden İ’tizâr-ı Mâ-lâ-Kelâm Eyleyüp Fî-Zamâninâ Anlara İsâbet İden Belâyâ vü Kazâyâ ki Cânibinden Menâsıb Virmekle Mansıblarında ・ebât u Devâm Olmadugın İ’lâmdur
751-771 Hikâyet-i Pür-Letâfet ki Emr-i Hidmet-i Kazâ Efdal-i Tâ’at u ‘İbâdetdür
772-789 Makâle-i [Tâsi’a] Rûm İline Sefer-i Hümâyûn Vâki’ Olaldan Berü Zümre-i Kuzât u Yâr-ı Vülât-ı Zü’l-İ’tibâr İki Ṣınf Olup Bir Ṣınfı Ser-Dâr-ı Bâ-Vakâra Bir Ṣınfı Âsitâne-i ‘İzzet-Medâra ‘Azîmet Kılmagla Mâ-Beynde Olan İhtilâli İcmâlen Beyânındadur
790-846 Makâle-i ‘Âşire Fî-Zamâninâ Kuzât u Hükkâmuñ mansıblarında ・ebât ü Devâm Olmamag ile Dünyâda Harîs Olanlar Kendülerini Bu Belâdan Tahlîs İdüp Gûşe-i ‘Uzletde Huzûr u Zâd-ı Âhiret Tahsîline Sa’y-ı Mevfûr Eylemeleri Beyânındadur
847-867 Hikâyet-i Latîfe Münâsib-i Menâkıb-ı Münîfe 868-875 Makâle-i ‘Aşere Ahvâl-i Kazâ Emr-i ‘Asîr Oldugın
Hadî・-i Şerîf ile Beyân ve Baz’ı Eşhâs-ı Nâ-dân Kâdîlara Rişvet Alur Diyü Kizb ü Bühtânlarıdur
876-905 Hâtime-i Makâle-i U’cûbetü’l-Mi・âl 906-922 Hikâyât-ı Pür-’İbret [ü] Bâ-Nikât Min-Elzemi’l-
Hikâyâti Fî-Hakkı İrtişâ’i’l-Kuzâti 923-933 Makâle-i İhdâ ‘Aşere Nüvvâb-ı Zevi’l-İhtirâm
Tâ’ifesine Münâsebet ile Bir Niçe Pend-i Sûdmend Olındugıdur ki Müfîd ü Muhtasar Îrâd Olındı
Tuhfetü’l-Hükkâm 47
Matla’-ı Vâlihi’l-Merhûmi’l-Üskübî Cevâb-ı Nâ’ibü’ş-Şer’
934- 940 İ’tirâz-ı Mergûbe-i Makâle-[i] Sâbıka 941-963 Hikâyet-i Hazret-i Kâdî Beyzâvî Rahmetu’l-lâhi
[‘Aleyh] 964- 986 Hikâyet-i Hazret-i İmâm-ı Ebû Hanîfe-i Kûfî 987- 1022 Hikâyet Tem・îl-i Cemîl ü Mev’ıza-i Bî-’Adîldür ki
Îrâd Olındı 1023-1116 Makâle-i İ・nâ ‘Aşer A’lem-i ‘Ulemâ-i Dîn ve
A’zam-ı Fuzalâ-i Râst-bîn Kutb-ı Dâ’ire-i Velâyet Merkez-i Râbıta-i Kerâmet ‘Umdetü’z-Zühhâd Kıdvetü’l-’Ubbâd Fâzıl Mutasavvıf Kâmil Mutasarrıf Ser-Halka-i Sâlikîn Ser-Çeşme-i Vâsılîn ‘Ulûm-ı Zâhirenüñ Mümtâzı Fünûn-ı Bâtınenüñ Kâşif-i Râzı A’nî Bihî Pîr-i Rûşen-Zamîr Hazret-i Şeyh Mahmûd Efendinüñ Zikr-i Cemîl ve Lâzımu’t-Tevkîrleridür
1117-1185 İhtitâm-ı Nazm-ı Kitâb-ı Nâ-yâb el-Müsemmâ Bi-Tuhfeti’l-Hükkâm
1186-1197 Târîh-i İhtitâm-ı Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm
2. Eserde Yer Alan “Makâle”lerin Konuları Asıl konunun anlatıldığı bölüm on iki makâleden oluşmaktadır.
Bunlarda işlenen hususlara şöyle temas edilebilir: 2.1. “Makâle-i Ûlâ...” başlıklı birinci makâle, 140-147.
beyitlerdedir. Sultan III. Mehmed’in oğlu Sultan I. Ahmed’in övgüsüne
ayrılmıştır.
2.2. “Makâle-i ・âniye...” başlıklı ikinci makâle 148-163. beyitlerdedir.
Şeyhülislâm Muhammed Çelebî’nin medhi dolayısıyla kaleme alınmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 48
2.3. “Makâle-i ・âli・e...” , “Şikâyet Ez-Gerdiş-i Nâ-Hemvâr...” başlıklarını ihtiva eden üçüncü makâle; birincisi 164-206. beyitleri, ikincisi de 207-281. beyitleri kapsayan iki başlık altında yazılmıştır.
İlk başlık altında Rumeli kazaskeri Es‘ad Efendi’nin, daha çok ilmî cephesiyle olmak üzere övgüsü yapılmıştır. Hakkında,
İki def’a şeh-i ferhunde-nazar Kıldı Rûm iline kâdî-’asker (179)
denildiğine ve bu makâlenin başlığında da “Hâlâ Rûm İli Kâdî-’askeri” olarak belirtildiğine göre, bu makâle ikinci defa Rumeli kazaskerliği görevlerini yerine getirdiği yıllarda yani H. 1015/ M. 1606-7- . H. 1017/M. 1608-9’de yazılmış olmalıdır.
Üçüncü makâlenin ikinci başlığı altında dert yanma, şikâyetler söz konusu edilmiştir.
Babası ölmüştür, borca girmiştir. Sadrazam Lala Mehmed Paşa onu “şehnameci” tayin etmiştir. Ancak paşa, onu divan kâtibi görevine getireceği ve ona “hûb ze‘âmet” tevcih edeceği sıralarda vefat etmiştir. Başkaları kıymetini bilmemiştir. Ömrü gurbette geçmiştir. Fakirken evlenmiştir. Kadı olmuştur, kendisine “bir iki” mansıp da verilmiştir; ama fakirlikten, sıkıntıdan kurtulamamıştır. “Yârân” dediği, muhtemelen meslektaşları olan insanlar kendisine haset duyguları besleyip düşman olmuşlardır. İşte bu taifenin karşısında küçük düşmemesi için dergâhına gelenlerin isteğine kavuştuğunu söylediği Rumeli kazaskeri Es‘ad Efendi’den mansıp, ulûfe veya ze‘âmet isteğinde bulunur.
2.4. “Makâle-i Râbi’a...”, “Bakıyye-i Edâ...” başlıklarını ihtiva eden dördüncü makâle de birincisi 282-300. beyitleri, ikincisi de 301-340. beyitleri kapsayan iki başlık altında yazılmıştır.
İlk başlık altında Anadolu kazaskeri Hoca Sa‘deddin-zâde Abdülaziz Efendi (d. H. 983/ M. 1575-öl. H. 1028/ M. 1619)’nin övgüsü yapılmıştır. Şair tarafından kazaskerden bir mansıp talebinde bulunulmuştur.
Tuhfetü’l-Hükkâm 49
İkinci başlık altında yer alanlar, Hoca Sa‘deddîn Efendi’nin oğlu ve Abdülaziz Efendi’nin küçük kardeşi Sâlih Çelebî’ye medhiyedir. Avnî bu vesileyle ona da hâlini arz etmiştir. Sâlih Çelebî’ye ders veren Filibe müftüsü merhum Sarrâf-zâde’nin damadı olduğunu belirtiyor. Kayın pederinin vasiyeti ile Çelebî’nin huzuruna geldiğini ve üstadının hakkına riayet edilerek kendisine mansıp verilmesini istiyor. Yoksa kendisine bir mansıp çok görülürse ilmini ve irfanını kıskananların karşısında perişan olacağına temas ediyor. Sefihler gibi övünmesinin uygun düşmediğini, ama şairliğin de kendisinde Allah vergisi olduğunu ve bu vasfıyla hâlini arz etme imkânı bulup talihinin açılabileceğini umduğunu söylüyor. Ayrıca aşağıdaki beyitlerden de anlaşılacağı üzere eserini, Sâlih Çelebî’ye ithaf ettiğine işarette bulunuyor:
Var ümîdüm ki olup feth-i bâb Bâ’i・-i şöhret ola işbu kitâb (324) Virdi te’lîfüme evsâfı şeref Hâk-i pâyine olınca muthaf (338)
2.5. “Makâle-i Hâmise..” başlıklı beşinci makâle 341-404. beyitlerdedir.
Bu makâlede üstadı olduğunu söylediği şairlerin sultanı Bâkî (d. H. 933/ M. 1626-7- öl. H. 1008 / M. 1600)’nin şairliğini medhetmektedir. Hayatına dair bazı hususlara temas etmektedir.
Bâkî’nin vefatından sonra yazdığı anlaşılan bu medhiye beyitlerinde, şairi “şuarânun sultanı”, “şuarâ-yı selefin Bâkî’si” olarak tavsif etmekte; onun gibi bir şairin Rûm’a gelmediği ve gelemeyeceği iddialarında bulunmaktadır. Bâkî’nin şiirini de “sihr-i helâl”, olarak değerlendirmektedir. Sözlerindeki “selâset”, “letâfet” ve “edâ”yı Allah vergisi olarak görmektedir. Kıymetinin öncelikle Kânunî Sultan Süleyman tarafından bilindiği ve diğer padişahların da ona rağbet ettiklerini hatırlatmaktadır.
Avnî, çok sevdiği ve iltifatına mazhar olduğunu belirttiği Bâkî’nin yanında bulunduğunu; müderrisliğinde iken ona dânişmend, kazaskerliğinde ise emrinde kassâm ve rûz-nâmçeci olduğunu söylemektedir. Büyük bir istekle yanında hizmette bulunurken hata edip Filibe’ye gitmek durumunda kalmıştır:
Tuhfetü’l-Hükkâm 50
Yakınlarından “kâdî-i şûm” diye tavsif ettiği kişi Avnî’yi, hiç de razı olmadığı hâlde, Bâkî’nin yanından ayırıp Ahmed adlı Kudüs kadısının aracılığıyla kendine mülâzım etmek istemiş ve bunu gerçekleştirmiştir. Bu arada Bâkî’nin ölüm haberi gelmiştir. Cenazesinde bulunmak istemiş ama itirazlarla karşılaşmış; gerekli izni alamamıştır. Sonra kazasker Ahî-zâde Halîmî Efendi’nin yardımıyla kendisine müderrislik verilmiştir. Filibe’deki bu göreve sevinerek gitmiştir. Orada evlenmiş ve bir iki yıl rahat yaşamış fakat sonra “ahvâl-i ma‘âşum müşkil” dediği üzere geçim sıkıntısı içine girmiş; borçlanmış ve tekrar İstanbul’a dönmüştür. Es‘ad Efendi tarafından kendisine Kurşunlu kazâsı ihsan edilmiştir. Burada “mansıbın zabtı” mümkün olmamış üstelik varı yoğu da talan edilmiştir. Sonra Belgrad’a gitmiş, derdini serdara anlatmış ancak o da Avnî ile ilgilenmeyerek onu tezkirecisine havale etmiştir. Tezkireci yüzüne bile bakmamış, uzun süre oyalamış neticede ona geliri çok az olan bir kazâ vermiştir. Orada da “şedd-i ramak ” bulmamış; yani ölmeyecek kadar dahi geçimini sağlama imkânına kavuşamamıştır.
2.6. “Makâle-i Sâdise...” başlıklı altıncı makâle, 405-471. beyitleri ihtiva etmektedir.
“Nazm u Nesr” ile yazıldığı ifade edilen bu makâle, bu başlığından başka mensur ifadeye sahip değildir. Başlığında da belirtildiği üzere mansıba ulaşmak yolunda çekilen sıkıntıları, yaşanan olayların hikâyesini içermektedir.
Şair beşinci makâlede zikrettiği serdar ve tezkireci ile arasında geçenleri biraz daha açıklamaktadır. İyi mansıba kavuşup sıkıntılardan kurtulmak için şair, Rumeli’de serdar Kuyucu Murâd Paşa’ya hâlini arz eder; ama paşa sözüne itibar etmez. Tezkirecisi ile muhatap olmak durumunda kalınca, o da mansıp karşılığında rüşvet ister. Çaresiz kaldığını ifade eden Avnî, defterdârın lütfu ile Trebçe’de bir mansıp alır. Bu kez de zorbalar tarafından yolda soyulur ve gittiği yerde de azledilir. Tekrar serdara azilden kurtulmak üzere ulaşır. Bu arada yanındaki hizmetçisi de eşyalarını çalıp kaçar. Yeni bir mansıp olarak Srişnik’i alır ve o merkezde de kadılarla kavgaya tutuşur ve oradan ayrılır. Memleketi Filibe’ye tekrar döner ve alacaklıları borç tahsiline gelip onu zor durumda
Tuhfetü’l-Hükkâm 51
bırakırlar. İstanbul’a dönmek isterken atını ve eşyalarını hizmetçisine çaldırır. Hâlini Es‘ad Efendi’ye anlatır ve ondan nakdî yardım ile Berenvar’ın kadılık mansıbını alır. Verilen bu görevde de yeterince kâr elde edemeyince borçlarını bile ödeyemez ve Budin’e doğru yol alır.
2.7. “Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm ü Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-i ‘İlme ‘Âzim Old[uklarıdur]”
“Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm u Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-ı ‘İlme ‘Âzim Olduklarında Mülâzım Olınca Evvel Çekdikleri Zahmet ü İntizârı İş’ârdur” başlıklarında görüldüğü üzere yedinci makâle, birbirine çok benzeyen iki başlığa sahiptir.
Birinci başlık altında 472-551. beyitlerler yer almaktadır.
Avnî, burada kadılık mesleğinde başına gelenleri özetliyor ve kadıların hâlinden bahsediyor. Eserini yazma sebebini, yazmaya nasıl başladığını, onda nelerden bahsettiğini belirtiyor.
Filibe’yi terk edip seferlere çıktığını, kâh İstanbul’a kâh serdara gittiğini, takatinin kalmadığını ve böylece tarihin H. 1017/M. 1608-9 yılını bulduğunu dile getiriyor. Talihinin kendine yar olmadığını, azil ile âlemin başına dar olduğunu, geceden gündüzü fark edemeyecek duruma geldiğini, borç içinde bocaladığını, çektiği mihnetin haddi ve hesabının bulunmadığını, “iki üç def‘a” kadı olarak mihnete razı olduğunu söylüyor.
Kadılık mesleğine girenlerin hâllerinin kendisi gibi perişan olduğunu, sabit kalmayıp su gibi bir yerde durmayıp dolaşacağını, ailesine hasret kalacağını, mansıp alsa bile zabtında zorlanacağını dikkatlere sunuyor.
Aklı olanın fani dünyaya meyletmemesinin icap ettiğini, kanaat hazinesi ile yetinmesini öğütlüyor. Bu fani dünyada ancak eser vererek insanların kendilerini hayırla yâd ettirebileceklerini, dolayısıyla o da kadıların hâllerini ortaya koymak için bu eseri yazdığını vurguluyor. Eserini yazarken öncelikle mevâlîyi
Tuhfetü’l-Hükkâm 52
medhettiğini, kadıların hâllerini bir bir ortaya koyduğunu, kendisinin ve onların başlarından geçenleri anlattığını, âlimleri övdüğünü, cahilleri de yerdiğini söylüyor.
Eline kâğıt kalem alıp besmeleyle eseri yazmaya koyulduğunu, istihareye yatıp kalbine Hak’tan gelen ilhamla adını koyduğunu bildiriyor. Mesnevîsinde görülebilecek hatalarının affedilmesini de söyledikten sonra, eseri sebebiyle hayırla yâd edilmek isteğini tekrarlıyor ve maksadının Hakk’ın rahmetine kavuşmak olduğunu vurguluyor.
İkinci başlık ise 552-612. beyitleri kapsamaktadır.
Şair bu ikinci başlık altında, ilmiye sınıfı mensuplarının öğrencilikten yükselinceye dek çektikleri sıkıntıları özetlemeye çalışıyor.
Döneminde cahillerin şerefinin arttığını, hâkimlerin yani ilim ehlinin avamın mağlubu olduğunu söylüyor. İlmiye sınıfının daha öğrenciliklerinden itibaren uyumaksızın zamanını, parasını, paye elde edebilmek için harcadığını dile getiriyor. Dânişmend olup İstanbul’a gidebilenlerin ise geçim sıkıntısı ile mustarip olduğunu, mülâzım olabilmek yolunda mihnet yükü ile bellerinin büküldüğünü belirtiyor. Mülâzım olanların da medreseden ya da kadılıktan mansıp almalarının gerektiğini, aldıklarında da dertlerinin bitmeyeceğini ve azledilebileceklerini işliyor.
Mülâzımların üç sınıfa ayrıldığını bildiriyor: Birincisini zayıf ve fakirler, ikincisini zenginler, üçüncüsünü ise büyük ve tanınmış ailelerden gelenler oluşturuyor. Kendisini de zayıf ve fakirlerin yer aldığı birinci sınıftan sayıyor.
2.8. “Makâle-i ・âmine...” , “Hikâyet-i Pür-Letâfet...” şeklindeki iki başlıktan oluşan sekizinci makâle, birincisi 613-750. beyitleri, ikincisi de 751-771. beyitleri kapsayan iki başlık altında yazılmıştır.
Şair, birinci başlık altında, kadıların başına gelebilecekleri, ülkedeki problemleri ve sebeplerini; yaşadıklarından, gördüklerinden yola çıkarak söz konusu ediyor.
Tuhfetü’l-Hükkâm 53
“Hükkâm-ı kirâm” dediği kadıların büyüklerinden, hâkim payesindekilerin tamamının göreve tayininin yapılmasını ümit ediyor. Atama yapıldığında da bu yolda oldukça sıkıntı çekmek, emek vermek gerektiğini söylüyor. Mansıp almakla bin türlü bela ile karşılaşmayı aynı sayıyor. Geliri olmayan mansıpla karşılaşmanın, borca girmenin, azledilmenin hep başa gelebilecek işlerden olduğuna temas ediyor. Kazancı bol bir mansıp verildiğinde kazaskerin, onu güçlü ve nüfuzlu bir kimseye göreceği baskı sonucu vereceğini söz konusu ediyor. Aldığı mansıpta yeterli geliri elde edemeyenlerin helal ve haram demeksizin mal biriktirmeye girişebileceklerini belirtiyor ve böylece ulemanın adını da kötüye çıkaracaklarından endişe ediyor. Bu tür davranış içine girebilecek olanları kadılarla ilgili bir hadisle uyarmak istiyor. Kadıların adının zulümle çıktığından yakınıyor. Ancak zalim kadıların cahil olduğuna ve âlimlere suizanda bulunmamak gerektiğine dikkatleri çekiyor. Hâkim olanların cahil olamayacağını iddia edeceklere, ilmin sarıktan ibaret olmadığını, mâlî kuvvetle nice cahilin hâkimlik yaptığını söylüyor. Cahillerin itibar gördüklerinden, buna karşılık olarak âlimlerin ise ilgisizlikle karşılaştıklarından şikâyet ediyor. Ona göre Anadolu’daki Celâlî elemi, Engürüs’teki din düşmanlarının söndürülemeyen zulüm ateşi, Doğu’daki kızılbaş meselesi kısacası âlemi dolduran fitne ve şer; âlimlerin maruz kaldığı cefalardan, adaletsizlikten kaynaklanmaktadır. Ülkede mazlum inlemektedir. Rüşvet alınıp verilmektedir. Herkes mal kazanma peşindedir.
Âlimleri, vezirleri gaflet uykusunda yatan kimseler olarak nitelendiriyor. Onları “mülk-i âlem”in yıkılması karşısında bile dertsiz, kedersiz, ilgisiz kimseler olarak görüyor ve I. Ahmed’e şikâyet ediyor. Padişahı medhettikten sonra ondan yevmî kırk akça olan bir vazifeye tayinini ya da divan kâtibi olarak görevlendirilmesini talep ediyor. Emredildiği takdirde her sene şehname de yazabileceğini arz ediyor.
Bu makâlenin ikinci başlığındaki beyitlerde Taşköprî-zâde İsameddin Efendi (d. H. 901/ M. 1495- öl. H. 968/ M. 1561)’den bir hikâyeyi naklediyor.
Tuhfetü’l-Hükkâm 54
Takva sahibi bir kişi zühd yolunda iken Hz. Peygamber’i rüyasında görmektedir. Köşesine çekilip ibadetle meşgul olduğundan ona verilen kadılık görevini kabul etmez ve bunun sebebi olarak da Hz. Peygamber’in yüzünü bir daha rüyasında göremez. Hatasını sezip kadı olunca onu eskiden olduğu gibi rüyasında tekrar görür. Özür beyan ederek hatasını sorduğunda, sen kadılık yaparken ümmetimin işini adaletle görürdün, sonra bu görevi terk edip kendi başına bir köşeye çekilince hizmetimden uzaklaştın. Bundan başka senin kusurun yoktur, cevabını alır.
Bu hikâyenin sonunda, “hizmet-i şer‘-i nebevî” olarak ifade edilen kadılık görevinin ibadetten daha faziletli olduğu mesajı veriliyor.
2.9. “Makâle-i [Tâsi’a]...” başlıklı dokuzuncu makâle, 772-789. beyitlerdedir.
Avnî burada kadıları iki sınıfa ayırıp onların hâllerini, davranışlarını ortaya koyuyor.
Bunların birincisi arpalıkları23 olan ve giderek çoğalan mevâlî kısmıdır. Onlar arpalıkların bulunduğu merkeze gitmeye tenezzül etmezler; naiplerini gönderirler. Rüşvet alıp verirler, helal ve haram ayırt etmezler, mansıbın daima iyisini alırlar. İkincisi ise mansıp alamayan, alsa da faydasını bulamayan, çaresizlik içinde kıvranan kadılardır. Onların ömürleri daima azil ile geçer. Kadı Şüreyh24 mertebesinde âlim ve adil olsalar da fakirlikten kurtulamazlar.
2.10. “Makâle-i ‘Âşire...”, “Hikâyet-i Latîfe..”, “Makâle-i ‘Aşere”, “Hâtime-i Makâle-i U’cûbetü’l-Mi・âl”, “Hikâyât-ı
23 Yüksek devlet memurlarına saray mensuplarına ve ilmiye sınıfının ileri gelenlerine ilave tahsisat olarak bağlanan gelirlerin adına arpalık denir. Bir kaza veya sancağın yıllık gelirinin bir kısmı ayırılarak veya hazineden belli bir gündelik verilerek olurdu (Sertoğlu, 1986: 18). 24 Hz. Ömer tarafından Kûfe’ye kadı tayin edilmiştir. Altmış yıldan fazla kadılık görevini yerine getirmiştir. Verdiği kararlarla adaletin sembolü olmuştur. Aynı zamanda tabiîn devrinin ileri gelen fakihlerindendir. Ölüm tarihi hakkında H. 78 M. 697-8, H. 80/ M. 699 gibi farklı tespitler vardır. (Bilmen, tarihsiz: 459; Özen: 2001: 119-121)
Tuhfetü’l-Hükkâm 55
Pür-’İbret..” şeklindeki beş başlığa sahip onuncu makâle, on birinci makâle ile birlikte bu mesnevînin ve konunun işlendiği bölümün en çok alt başlığa sahip parçalarından birini oluşturuyor.
Onuncu makâlede kadıların haksızlığa alet olduklarından, geliri iyi olan mansıplarda ilmen değil de madde ve nüfuz bakımlarından güçlü olanların bulunacağından bahsediliyor. Kanaat etmenin önemi ve dünya malına ve mansıbına önem vermemek gerektiği, israftan kaçınmanın şart olduğu işleniyor. Cimriliğin insanı ahirette düşüreceği duruma bir hikâye ile temas ediliyor. Kadılık mesleğinin zorluklarından; kadıların daima rüşvetle itham edildiklerinden söz açılıyor. Ayrıca adil diye bilinen bazı kadıların, gerçekte zalim olabilecekleri de bir hikâye ile dile getiriliyor.
Birinci başlık 790-846. beyitlerden oluşuyor.
Şairin temas ettiği noktalar şunlardır: Kadılar bidat ve zulme aracı olmuşlardır. Defterdarın emri ile halka daima nüzl (konaklama vergisi) ve avârız 25 gibi vergiler yüklemişlerdir. Kadıların çoğu fakirlik içindedirler ve onlara kazaskerin de çare bulması zor görünmektedir. Bazılarına mansıp verildiğinde fakirlikleri sebebiyle gidecek hâlleri yoktur ve gitseler de mansıplarını zabt edemezler. Bu meyanda bu kişilerden birinin de kendisi olduğunu beyan ediyor. Fukaradan olan kadılar mansıbında bir iki ay bile duramazlar; güçlü bir kimse hiç hak etmediği hâlde ne yazık ki gelip “hâdim-i şer‘-i nebevî” diye vasfettiği kadı oluverir. Hem ahlakî hem de ilmî bakımdan zaafiyet içerisindeki kimseler yüksek mertebelere kavuşurlar. Bu yüzden dünyanın mansıbında safa yoktur ve ondan el çekmelidir. Uzlet edip kanaat etmelidir. Biraz tutumlu olmalı, malı mülkü boş yere harcamamalıdır. Aşırı dert ve elem çekip bir kuru unvanın esiri olmamalıdır. Ahiret mansıbına talip olmalıdır.
İkinci başlığın ilgili bulunduğu 847-868. beyitlerde bir hikâye anlatılmaktadır.
25 Halka olağanüstü hâllerde yüklenen aynî veya nakdî vergidir. Zamanla daimî olmuştur (Sertoğlu, 1986: 23).
Tuhfetü’l-Hükkâm 56
Ömrü boyunca altın ve gümüş biriktiren cimri bir kişi, bunları varislerinden gizlice bir yere gömer. Öldüğünde mirasın yerini bilmeyen varisleri mahzun olurlar. Salihlerden biri bir gece rüyasında o cimri kimseyi görür: Cimri kimse fareye dönüşmüştür ve daima bir deliğin içine girip çıkmaktadır. Salih kişi ona durumunu sorduğunda, şöyle cevap alır: Dünyada altın ve gümüş toplayan ahirette işte bu hâle düşer; daima ah u zar edip delikten bir fare gibi paralarıma bakıyorum. Acaba onların yerini bir kimse buldu mu diye aklım fikrim onlardadır. İşte kim paraya karşı hırslı olursa fare olarak haşrolur.
Avnî, altın ve gümüşe meyledenin bu hikâyeden ders alması icap ettiğini söyleyip kıssadan hisse verir:
Sîm ü zer cem’ idene işte delîl Virse biñ yıl aña Hak ‘ömr-i tavîl ‘Âkıbet çünki helâk olsa gerek Beden-i nâzüg[i] hâk olsa gerek Kalsa dünyâ tolusı genc-i nihân Ol ‘azâbın çeker ‘ukbâda hemân (864-866)
Üçüncü başlık 868-875. beyitleri kapsamaktadır. Bu başlık “Makâle-i ‘Aşere Ahvâl-i Kazâ Emr-i ‘Asîr Oldugın Hadî・-i Şerîf ile Beyân ve Baz’ı Eşhâs-ı Nâ-dân Kâdîlara Rişvet Alur Diyü Kizb ü Bühtânlarıdur” şeklinde olup on makâle anlamındaki
“Makâle-i ‘Aşere” ibaresi ile başlamaktadır.26
Konusu, kadılık mesleğinin zorluğu ve rüşvet almayan kadıların bile rüşvet aldıkları ithamıyla karşılaştıklarına dairdir. Bu hususa delil olarak Hz. Ali (R.A)’den rivayet edilen “Kim hâkim tayin edilirse sanki bıçaksız bir şekilde kesilmiş gibidir.” mealindeki hadis de gösterilmiştir.
26 Bu başlık, onuncu makâlenin alt başlığı olmasına rağmen on makâle
anlamındaki “Makâle-i ʿAşere” ibaresi ile başlamaktadır. Bunun sebebi belirlenememiştir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 57
Daha sonra, yine kadılık mesleğinin zorluklarına dair görüş destek mahiyetinde, kadı Filibeli Vecdî (öl. H. 1008/ M. 1599 veya H. 1010/ M.1601)’nin kadı Edirneli Ubeydî (öl. H. 980/ M. 1572)’nin bir gazelini tahmîsine yer verilmiştir
Dördüncü başlık, 876-905. beyitleri kapsıyor.
Burada Avnî, hakkına razı olanların az olması hasebiyle kadıların mesleklerini icra ederken zorlanacaklarını, zan altında kalacaklarını, almadıkları hâlde bile rüşvetle suçlanacaklarını belirtiyor. Yine de onların adaletten ayrılmamalarını tavsiye ediyor. Çünkü hizmetin makbul olması için istikamet yeri “şer‘-i Resûl”dür. Malının bereketli olmasını isteyenin rüşvetten uzak durması gerektiğini belirttikten sonra, bu suçla ilgili olarak “Allah’ın Resulü (SAV), rüşveti verene, alana ve ona aracılık edene lanet etmiştir.” mealindeki hadisi hatırlatıyor.
Beşinci başlık altında 906-923. beyitler bulunuyor.
Burada adaletleriyle tanınan hatta Kadı Şüreyh mesabesindeki kadıların bile gerçek hâlinin farklı olabileceğine dair bir hikâye anlatıyor: Adaletiyle şöhret bulan bir kadı, kendisine ölüm yaklaştığında görev merkezinde yaşayan ve bir türlü engellenmeyen kefen soyucuyu minnetle davet eder. Ona, kefenin kıymetini benden peşin olarak al ve benim kabrimi açma, der. Kefen soyucu bunu kabul edince aralarında anlaşırlar. Nihayet kadı ölür. Kefen soyucu sözünde durmaz; kadı efendinin kabrini açar. Hâkimin ahiret suallerine cevap veremediğini, ateşler içinde azaba uğradığını hayretle görür ve “zamanın kadılarının şerrinden ve imtihan sırasındaki gerçek hâlinin ortaya çıkışından Allah’a sığınırım.” diyerek tövbe eder. Kadıların adili böyle azap görürse zaliminin hâli nasıl olur, der.
2.11. “Makâle-i İhdâ...”, “İ’tirâz-ı Mergûbe-i Makâle-[i] Sâbıka” , “Hikâyet-i Hazret-i Kâdî Beyzâvî...” , “Hikâyet-i Hazret-i İmâm-ı Ebû Hanîfe-i Kûfî”, “Hikâyet Tem・îl-i Cemîl..” şeklindeki beş başlığa sahip on birinci makâle, onuncu
Tuhfetü’l-Hükkâm 58
makâle ile birlikte bu mesnevînin ve konunun işlendiği bölümünün en çok alt başlığa sahip parçalarından birini oluşturuyor.
Burada kadı vekili olan naiplerin durumu ele alınıyor. Kadı Beyzâvî (öl. H. 685/ M. 1286) ile İmâm-ı A‘zâm Ebû Hanîfe (öl. H. 150/ M. 767)’nin şahsiyetleri üzerinde duruluyor ve onlarla ilgili bazı hadiseler anlatılıyor. Bir kısım kadılar çeşitli açılardan eleştiriliyor.
Birinci başlık altında 923-933. beyitler bulunuyor.
Naiplerin, kadıların rütbe bakımından altında oldukları belirtiliyor. Tesirlerinin bulunmadığı, esas yetkili kişinin “hâkim-i asl” diye tavsif edilen kadı efendi olduğuna temas ediliyor. Üsküblü kadı Vâlihî (öl. 1008/ M. 1599)’nin, kadıların miskin olsa da naibinin nüfuzlu olması gerektiğine dair bir matlaı aktarılıyor. Ona adı verilmeyen bir naibin, kadıların miskin olduğu yerde naibin de tesirsiz kalacağını vurgulayan cevabî mahiyetteki matlaına yer veriliyor.
İkinci başlık 934-940. beyitleri kapsıyor.
Naip yukarıda söylediklerinde haklı bulunuyor ve bütün işleri gören kimsenin kadı olduğu tekrarlanıyor. Güzel isim bırakmak isteniyorsa adaletli davranmanın, haram yememenin, tamahkâr olmamanın gerektiği tavsiye ediliyor.
Üçüncü başlık altında 941-963. beyitler yer alıyor.
Burada, Kadı Beyzâvî ile ilgili bir hadise anlatılıyor: Kadı Beyzâvî, şeyhinin ısrarı üzerine Kur’an tefsiri 27 yazar. Tefsiri beğenen şeyh, kitabı sultana sunacağını ve ondan ne murat edeceğini sorar. Kadı Beyzavî, şeyhine kadılıktan başka bir şey istemediği söyler. Şeyh, onun dileğini sultana iletince sultan iki kadılık görevini birleştirip ona verir ve o benden cehennemde mekân istemiş, der. Şeyh bunu Kadı Beyzavî’ye nakledince, o bu sözlerin tesiriyle kadılık hevesinden vazgeçer.28
27 Bu eser, bir îcâz harikası olarak görülen ve Beyzâvî’nin tefsirciliğini gösteren en önemli kaynak Envâru’l-Tenzîl olmalıdır (Yavuz, 1992: 100). 28 Bu olayla ilgili “...Şeyh Muhammed b. el-Kutahtaî’den (veya el-Kühcânî) kadılığa tayin için vezir nezdinde teşebbüste bulunmasını rica etmiş, o da
Tuhfetü’l-Hükkâm 59
Dördüncü başlık altında 964-986. beyitler bulunuyor.
Bu beyitlerde İmâm-ı A‘zâm Ebû Hanîfe söz konusu ediliyor, onun ilmî derinliği övülüyor. “Şâh-ı Bağdâd” dediği Halife Mansûr’un kadılık teklifini kabul etmediği, onun tarafından hapse atıldığı, hapishanede ruhunu teslim ettiği dile getiriliyor. Bu arada hapisten çıktıktan bir müddet sonra vefat ettiği rivayetine de yer veriliyor.29 İmâm-ı A‘zâm’ın gerektiğinde ölümü göze alıp kadı olmayarak kadıları irşat etmiş olduğu ifade ediliyor.
Dördüncü başlık altında 987-1022. beyitler yer alıyor.
Avnî, kendisi ve meslektaşlarının İmâm-ı A‘zâm’a tabi olacakları yerde zulme, zevke, mansıba, mala, meylettikleri eleştirisinde bulunuyor. Akıllı kimselerin bunlardan uzak durmalarını, uzleti tercih edip köşelerine çekilmelerini, kendilerine bir kâmil mürşit bulmalarını, mâsivâ (insanı Allah’tan uzaklaştıran herşey)yı gönülden silmelerini, öğütlüyor.
2.12. “Makâle-i İ・nâ ‘Aşer...” başlıklı on ikinci makâle, 1023-1116. beyitleri ihtiva etmektedir.
Bu makâlede Azîz Mahmûd Hüdâyî’den söz edilmektedir.
Avnî, tarîkat ilminin âlimi, hakîkat hazinesinin kâşifi, ledün ilminin vâkıfı, hadis ve tefsir ilminin nakledicisi, âbid, zâhid gibi birçok isim ve sıfatla andığı Azîz Mahmûd Hüdâyî’nin medhine kendisini ziyarete gelen vezire Beyzâvî’yi göstererek ‘şu yanındaki adam cehennemden seccade kadar bir yer talep etmektedir’ diyerek kadılığa iade edilmesini istemiş, vezir de şeyhin emrini derhal yerine getireceğini söylemiştir. Ancak Beyzâvî şeyhin sözlerinden etkilenerek talebinden vazgeçmiş ve tasavvuf yoluna girip kalan ömrünü Tebriz’de eser telif etmekle geçirmiştir.” Şeklinde de rivayet vardır (Yavuz, 1992: 100). 29 Bu hususlara bazı farklılıklarla şöyle yer verilmektedir: “...Halife Mansûr, Ebû Hanîfe’nin kendisine bağlılığını da denemek amacıyla yeni kurulan Bağdat şehrinin kadılığını ona teklif etmiştir. Bu teklifi kabul ettiğini ve görevinin çok kısa sürdüğünü söyleyenler varsa da daha sağlam rivayete göre kadılığı kabul etmemiş, bunun sonucu olarak Bağdat’ta hapse atılmış, işkence edilmiş ve dövülmüştür. Ebû Hanîfe, 150 yılının Şâban ayında (Eylül 767) Bağdat’ta vefat etti. Zehirlenerek öldürüldüğü ve hapisten cenazesinin çıktığı da söylenir... Ebû Hanîfe’nin hapisten çıktıktan bir süre sonra öldüğü şeklindeki rivayeti tercih etmek gerekir. ” (Uzunpostalcı, 1994: 133).
Tuhfetü’l-Hükkâm 60
yer vermektedir.30 Kâmil mürşid olarak gördüğü Hüdâyî’ye intisap etmenin icap ettiğini vurguluyor. Dünya mansıbını, çocukların helva zannettikleri zehre benzetiyor. Kısa olan ömrün süratle geçtiğini söyledikten sonra tûl-i emelden, mâsivâdan nefs-i emmâreden uzak durmayı öğütlüyor.
3. Ayet ve Hadisler Tuhfetü’l-Hükkâm’da, ayet ve hadisler, anlatılmak istenenlere
delil teşkil ettirilmek üzere hem nazmen hem de beyit aralarında lafzen iktibas edilir. Eserde tam veya nakıs olarak aktarılan ayetler ve hadisler, aşağıya anlamları ile birlikte alınmıştır:
3.1. Ayetler a. فيکون کن Bakara Sûresi 2/117; Âli İmrân Sûresi 3/47, 59;
En‘âm Sûresi 6/73, Nahl 16/40; Meryem Sûresi 19/35; Yâ-Sîn Sûresi 36/82; Mü’min (Gâfîr) Sûresi 40/68: “...ol (der ve o hemen) olur.”
Budur ol emr-i sa’âdet-makrûn Didi kevneyne hemân “kün fe-yekûn” (28)
b. و لقد کرمنا İsrâ Sûresi 17/70: “Gerçek şu ki biz âdem oğullarını üstün ve onurlu kıldık.”
Âdemüñ ‘izzet ü şânında Hudâ Buyurupdur “ve lekad kerremnâ” (30)
30 Burada Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye yer verilmesinde onun kadılık yapmış olmasının da tesirinin olduğu düşünülebilir. Bu görevden ve bir müddet yaptığı müderislikten şikâyetini –âdeta Avnî’ye tercüman olurcasına- şöyle dile getirmiştir: İlâhî çün halâs etdin müderrislik kazâsından Visâlin lutf edip kurtar bizi varlık azâbından ... Müderrislik gam u derd ü belâdır Kazâ hod cânib-i Hak’dan kazâdır (Tezeren, 1987: 8; Ertan:2001, 23).
Tuhfetü’l-Hükkâm 61
c. فتدلی Necm Sûresi 53/8: “ Ve sonra yaklaşarak yanına geldi”, ,Necm Sûresi 53/9: “İki yay mesafesi kalıncaya kadar قاب قوسين او ادناhatta daha da yakınına.”
“Kâbe kavseyni ev ednâ”da Habîb Oldı kurb-ı “fetedellâ”ya karîb (89)
d. ک ھم اظالمونلئومن لم يحکم بما انزل هللا فاو Mâide Sûresi 5/45: “Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
Cem’ ola buncılayın mâl-ı habî・
Gûşuña girmeye âyât u hadî・ (662) Kâle’l-lâhü ta’âlâ ve tebârek “Ve men lem yahküm bi-mâ
enzela’l-lâhü fe-ülâ’ike hümü’z-zâlimûn”
Olmaduñ emr-i Hudâya münkâd N’eyler âyâ seni bu Hakk-ı ‘ibâd (663)
e. بغير حسابءان هللا يرزق من يشا Âli İmrân Sûresi, 3/37: “Allah dilediğine hesapsız rızık bağışlar”
Bâb-ı rızkuñ senüñ olmaz mesned Kulınuñ rızkına zâmin ol Ahad (827)
Kâle’l-lâhu’l-melikü’l-vehhâb “İnne’l-lâhe yerzüku men yeşâ’ü bi-gayri hisâb”
Rızk içün gam yime ey ehl-i kemâl Hırs ile olma mi・âl-i Deccâl (828)
f. کلوا واشربوا وال تسرفوا انه ال يحب المسرفين A‘râf Sûresi 7/31: “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
Bil ki sevmez bu cihânda o Ganî Mâlını yok yire sarf eyleyeni (834)
Kâle’l-lâhü’l-mu’în “Külû ve’şrabû ve lâ-tüsrifû innehû lâ-yuhibbü’l-müsrifîn”
Tuhfetü’l-Hükkâm 62
Saña lâzım mı cihân içre varup Başuña halk-ı cihânı üşürüp (835)
3.2. Hadisler
a. هللاول رسصدق يلئ بنی اسراء امتی کانبياءقال عليه السالم علما “Allah’ın Resulü –selam üzerine olsun- buyurdu: “Ümmetimin âlimleri İsrail Oğulları’nın peygamberleri gibidir.” Allah’ın Resulü doğru söyledi.” 31 (Aclûnî, 1988: 64).
‘Ulemânuñ şerefine bu delîl Bu hadî・ ile olındı tebcîl (123)
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “ ‘Ulemâ’ü ümmetî ke-enbiyâ’i Benî İsrâ’îl” sadaka Resûlu’llâh
Bilinür ‘ilm ile cehlüñ şerefi Nitekim dürr-i ‘Adenle harfi (124)
b. وبه افتخرالفقر فخری “Fakirlik iftiharımdır, ben onunla övünürüm.”32 (Aclûnî, 1988: 87).
Fahr idüp fakr ile ek・er ‘ulemâ Kıldılar devlet-i dünyâdan ibâ (125)
c. قال عليه السالم يشيب ابن ادم يشب فيه حصلتان الحرص و طول االمل
“Allah’ın Resulü –selam üzerine olsun- buyurdu: İnsanoğlu yaşlanır; ama onunla birlikte şu iki haslet genç kalır: hırs ve tükenmez arzu.” 33 (Wensincks, 1988: I/105.)
Bâr-ı mihnetle olur kâmeti ham Olayın diyü mülâzım her dem (577)
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “Yeşîbü [ibnu] Âdem ve yeşibbü fîhî hasletânı el-hırsu ve tûlu’l-emeli”
Fakr u fâka cigerin hûn eyler 31 Bu hadis hakkında, İbn Hacer ve Zerkeşî “aslı yoktur” değerlendirilmesini yapmışlardır (Şevkânî, 1407: 286). 32 Bu hadisin kesin olarak uydurma olduğuna dair geniş bilgi için bk. (Uysal, 2001: 354). 33 Benzer metin için bk. (Ahmed bin Hanbel, 1992: 119)
Tuhfetü’l-Hükkâm 63
Gam u mihnet anı mahzûn eyler (578) d. ة ابی طالب کرم هللا وجھه انه قال رسو عليه السالم قضاروی عن علی ابن
امتی ثالثت اصناف قاضيان فی النار وقاضی فی الجنت صدق رسول هللا يعنی قاض قضی بالھوا فھو فی النار و قاض قضی الحق و ھو عالم فی الجنت نقل من جامع Hz. Ali (R.A)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber“ الصغير(SAV) şöyle buyurdu: ‘Ümmetimin kadıları üç kısımdır. Bunlardan iki kısmı cehenneme, bir kısmı da cennete gidecektir.’ Allah’ın Resulü doğru söyledi. Yani heveslerine uyarak hükmeden cehennemde, meselelere vakıf olup da hakka göre hükmeden de cennettedir. Câmi‘u’s-Sağîr’den nakledildi.” (Aclûnî, 1988: 64).
Anı gûş itmek olur farz-ı ‘ayn Böyle buyurdı Resûlü’・-・akaleyn (672)
Ruviye an-’Alî ibni Ebî Tâlib kerrema’l-lâhü vechehü ennehü kâle Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm “Kuzâtü ümmetî ・elâ・etü esnâfin kadiyâni fi’n-nâri ve kâdin fi’l-cenneti” sadaka Resûlu’llâh ya’nî kâdin kadâ bi’l-hevâ fe-hüve fi’n-nâr ve kâdin kadâ’l-hakka ve hüve ‘âlimün fi’l-cenneti nukıle min-Câmi’u’s-Ṣagîr
Kimde kim var ise ‘adl ü insâf Yok yire eylemez ol lâf u güzâf (673)
Buradaki hadisin bazı kelimelerinin eksik olarak aktarıldığı
dikkati çekmektedir. Alındığı kaynak olarak gösterilen Câmi‘u’s-Sağîr’de bu metne rastlanamamıştır (Süyutî, 2006). Ancak bu hadis, alanında daha güvenilir olarak kabul edilen Sünen’de şu mealde geçmektedir: “Kadılar üç sınıftır: bir kısmı cennette, iki kısmı ise cehennemdedir. Cennette olan hakkı bilip ona göre hüküm verendir. Diğer iki kısımdan biri hakkı bilip verdiği hükümle zulmeden kimsedir ki cehennemdedir. Bir diğeri ise cehaletle insanlar arasında hüküm verendir ki o da cehennemdedir. ” (Ebû Dâvud, 1994: 288).
e. روی عن علی ابن طالب رضی هللا عنه انه قال قال رسول هللا صلی هللا عليه و Hz. Ali“ فکانما ذبح بغير سکين صدق رسول هللا ء من جعل علی القضاسلم
Tuhfetü’l-Hükkâm 64
(R.A)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ‘Kim hâkim tayin edilirse sanki bıçaksız bir şekilde kesilmiş gibidir.’ Allah’ın Resulü doğru söyledi.” (Aclûnî, 1988: 43)
Taleb-i mansıbı kılma tedbîr Kâdîlık oldı katı emr-i ‘asîr Esedu’l-lâh ‘Alîden mervî Nakl olındı bu hadî・-i nebevî (871, 872)
Rüviye ‘an-’Alî ibni Ebî Tâlib radıya’llâhü ‘anh ennehû kâle kâle Resûlu’llâh salla’l-lâhü ‘aleyhi ve sellem “Men cuile ‘ale’l-kazâ’i fekeennemâ zübiha bi-gayri sikkînin” sadaka Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm
Şu’arâdan iki eşrâf-ı kuzât Pend [ü] şi’r[i] niçe rengîn kelimât (873)
f. شی رضی هللا عنه انه قال لعن رسول هللا عليه السالم الراةعن ابی ھرير Ebû Hüreyre (R.A.)’den rivayet“ والمرتشی والرايش صدق رسول هللا edildiğine göre, Allah’ın Resulü (SAV), rüşveti verene, alana ve ona aracılık edene lanet etmiştir.” (Aclûnî, 1988: 43).
Bu hadî・ ile olup nakl-i sahîh Kıldı Peygâmber o kavli tasrîh (905)
‘An-Ebî Hüreyrete radıya’llâhu ‘anhü ennehû kâle: “La’ane Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm er-râşî ve’l-mürteşî ve’r-râ’iş” sadaka Resûlu’llâh”
Bir kefen soyucı şahs-ı bî-’âr Bu imiş kârı anuñ leyl ü nehâr (906)
g. ين و السبعين قال عليه السالم اکثر اعمار امتی بين الست “Ümmetimin çoğunluğunun ömrü, altmış ila yetmiş yıl arasında olacaktır”
Server-i ümmet [ü] hayru’l-bülegâ Bu hadî・inde buyurmış zîrâ (1092)
Tuhfetü’l-Hükkâm 65
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “Ek・erü a’mâri ümmetî beyne’s-sittîne ve’s-seb’îne”
Yetmişe varmadılar ek・er-i nâs Ek・ere n’ola ekal olsa kıyâs (1093)
C. ŞEKİL ÖZELLİKLERİ
Tuhfetü’l-Hükkâm’da, yer yer beyitlerden sonra ayet ve hadislerin metnine ve bazı sözlere mensur olarak yer verilmiştir. Bu da esere hem manzum hem de mensur olma niteliğini vermiştir. Nitekim şair, eserinin nazım ve nesir karışık hâlde bulunduğuna da işaret etmiştir:
Nazm u inşâda bulurlarsa hatâ ‘Afv ide anı kibâr-ı ‘ulemâ (549) Nazm u ne・ri anuñ olup kem-yâb Çün beyâz olup ola ‘arz-ı rikâb (719)
Bu hususa da temas edildikten sonra eser vezin, kafiye, dil ve üslûp özellikleri bakımlarından şöyle ele alınabilir.
1. Vezin
Avnî’nin Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsi aruzun “Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün” kalıbı ile yazılmıştır. Bu kalıbın farklı bir özelliği ilk tefilesinin “Fâ’ilâtün”, son tefilesinin de “Fâ’lün” şeklini alabilmesi ile şairlere dört ayrı biçimde kullanma imkânı sağlamasıdır. Bu kalıp kısalığı ve kolaylığı sebebiyle uzun mesnevîlerde çok kullanılmıştır. Taşlıcalı Yahyâ (öl. 1582)’nın Gencîne-i Râz’ı, Hâkânî (öl. öl. 1606-7)’nin Hilye’si, Nev‘î-zâde Atâyî (öl. 1634-35)’nin Sohbetü’l-Ebkâr’ı, Nâbî (öl. 1712)’nin Hayriyye’si, Sünbül-zâde Vehbî (öl. 1809-10)’nin Lutfiyye’si; Enderunlu Vâsıf ( öl. 1809)’ın Hûbân-nâme, Zenân-nâme ve Defter-i Aşk mesnevîlerinde bu kalıp kullanılmıştır. Bu kalıpla az da olsa kasîde, gazel, şarkı yazılmıştır (İpekten, 1997: 233).
Tuhfetü’l-Hükkâm 66
Tuhfetü’l-Hükkâm’da azımsanamayacak kadar imale ile karşılaşmak mümkündür. Bunların bir kısmı ağırlığı az hissedilen ı, i, u, ü ünlüleri üzerinde; diğer bir kısmı da vezni ağırlaştıran a, e, o, ö ünlülerindedir. Hatta tabiî karşılanmayacak biçimde baş ve orta hecelerde de vardır. 34 Aşağıda bu hususlara örnek teşkil eden beyitlerdeki hecelerin altı çizilmiştir:
Mü’min olana yiter pend-i kavî Nass-ı Kur’ân u hadî・-i nebevî (10) Sâlik olan kişiler ol râha Buldılar togru yolı Allâha (12) ‘Abd-i fermânı Kırım hânıdur Cân u dilden kulı kurbânıdur (147) Şehd-i ‘irfânumı görüp her kes Üşdiler başuma mânend-i meges (317) Gâh İstanbula geh ser-dâra Tâkatüm kalmadı vara vara (473) Kangı birin diyeyüm mihnet çok Şerh ü tahrîre anı hâcet yok (496) Cümle ahvâli gören kâdîdur Her kes anuñ sözine râzîdur (935)
Birkaç örnekle sınırlı olsa da makbul sayılmayacak bir biçimde Arapça ve Farsça kelimelerin kısa hecelerinde bile imâle yapıldığı görülmektedir.35
İki def’a şeh-i ferhunde-nazar Kıldı Rûm iline kâdî-’asker (179)
34 Burada, imale hususunda ortaya konulan “ Dehhânî, Ahmedî, Ahmed Paşa, Necâtî, Fuzûlî, Bâkî, Nâ’ilî, Neşâtî ve Nedîm gibi şairlerin asırlarca hata işlediklerini sanmak, Türk Divan Şiiri’ni kendi doğuş ve yükseliş estetiği içinde tanımak ve anlamaktan uzak kalmaktır. Kısaca, Divan Şiiri’nde ve onun estetiğinde imâle hatta zihaf, her zaman hata değildir... Klasik estetiğe Türkçe kelimelerde de uymaktan başka birşey değildir.” (Banarlı, 1983: I/158), “ ...Türkçe kelimelerin baş ve orta hecelerindeki uzatmaların, tabiî olduğunu iddia etmek ne kadar mümkün değilse, bu tasarrufu bütünüyle aruz hatası saymak, hele buna göre şairlerin başarısını ölçmeye kalkmak da o derece yanlıştır ” (Şafak, 2003: 32) şeklindeki görüşlere yer verilebilir. 35 Burada sadece Arapça ve Farsça kelimelerin hecelerinde bulunan imalelere dikkat çekilmiştir. Türkçe kelime ve eklerde yer alanlar gösterilmemiştir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 67
Merhamet kılmadı hâlüm bildi Tezkireciye havâle kıldı (398) Geldi tezkireci oldı çeşmi Ṣûret ugrusı o Tañrı hışmı (413) Gösterür çünki kazâya o rızâ Medresedür yolı anuñ ya kazâ (582) Turma kasr-ı suhana ur bünyâd Tâ güşâde ola ebvâb-ı murâd (1026)
Mesnevîde zihafa daha az rastlanmaktadır. Aşağıdaki beyitlerde görüleceği üzere, zihafla kısa okunan Arapça ve Farsça kelimelerdeki hecelerinin çoğunun bugün kısa olarak telaffuz edildiği ve kulağı rahatsız etmediği söylenebilir. Yalnız bu beyitlerde geçen “dünyâ” kelimesinin ikinci hecesinin, bugün de uzun olarak söylendiği ve kısa okunmasının kulağı tırmaladığı belirtilmelidir:
Ne sa’âdet bu ki ‘âlim olasın ‘Adl ile kâdî vü hâkim olasın (16) Sâbıkâ gerçi kebîr-i vüzerâ Ya’nî merhûm Muhammed Paşa (217) Ya’nî ol Bâkî Efendi merhûm ‘İlm ü ‘irfânda nazîri ma’dûm (343) Var durur dünyâda çok â・ârı Lîk meşhûr olan eş’ârı (348) Ṣıhhat ü devlet ise bir ândur Menzilüñ vâdî-i hâmûşândur (1103)
Birçok beyitte, iç ahengi sağlayacak biçimde med yapılmıştır:
Medh iderken anı Hâlik bi’z-zât Hîç mahlûka düşer mi kelimât (94) Fârig ol gel bu hevesden ‘Avnî Medhden zâtı anuñ müstagnî (199) Bu hakîre olup anlar meyyâl Hâkden ref’ ideler sâye-mi・âl (335)
Birkaç kelimede kusur sayılan medd-i nun görülmektedir: Bir yañadan irişüp vakt-i şitâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 68
Hadden efzûn olur anda belâ (461) Sen Süleymân-sıfat ben mûram İşbu ma’nâya ‘aceb mesrûram (724) Degül insân hatâdan hâlî Añma dilde elem ü eşgâli (1164)
Pek az Türkçe kelimede de med yapılmıştır: Anuñ ednâ kulı begler begidür Baylar hep kapusında segidür (145) Az ‘ömrümde çeküp derd-i ke・îr Tâli’üm kıldı beni hvâr u hakîr (212)
Mesnevinin pek çok beytinde, aruz geleneğine uygun olmayan vasl-ı ayndan uzak durulmamıştır:
Kılma ‘Avnî kuluñ ‘âlemde melûl Eyle hep hayr du’âsın makbûl (55) Size bu hasleti virmişdür Hak Kadrüñ ‘âlî ola göñlüñ alçak (192) ‘Avniyâ niçeye dek tûl-i emel Kendü haddüñ bil ‘abe・ söyleme gel (279) Şehlerüñ olur ‘atâsı mebzûl Kimse olmaz der-i ‘adlinde melûl (727)
Ayrıca bitiş bölümündeki “Târîh-i İhtitâm-ı Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm” başlıklı, 12 beyitli nazımda “Fe’ilâtün Mef’âilün Fe’ilün” kalıbı kullanılmıştır. İktibas edilen şiirlerin de vezni farklıdır: Yedi bendlik tahmîs (Filibeli Vecdî’nin olup 875. beyitten sonra yer almakta), “Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün”; iki matla beyti (biri Üsküblü Vâlihî’nin biri de muhtemelen bir naibinin Vâlihî’ye cevabı olup 933. beyitten sonra yer almakta), “Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün” kalıplarıyla yazılmıştır.
Netice itibariyle, Avnî eserinde dört ayrı biçimde kullanma imkânı olan, kısalığı ve kolaylığı sebebiyle mesnevîlerde tercih edilen “Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün” kalıbını kullanmıştır. Makbul sayılabilecek ve sayılmayacak imale ve zihaflar yapmıştır. Arapça kelimelerde iç ahengi temin eden medlerin yanında birkaç örnekte de olsa medd-i nundan ve Türkçe kelimelerde medden
Tuhfetü’l-Hükkâm 69
kaçınmamıştır. Birçok beyitte aruz kusuru sayılan başında ayın harfi bulunan kelimelerde ulama da yapmıştır.
2. Kafiye ve Redif
Tuhfetü’l-Hükkâm’da kafiyelerin kullanımı hususu, genellikle klasik şiirin kafiye anlayışına uygundur. Kafiye yapılan kelimelerin oranları Arapça için % 80, Farsça için % 10, Türkçe için ise %10 dolayındadır. Bu da klasik şiirde “kafiye yapılan kelimeler daha çok Arapça ve Farsçadır.” (Saraç, 2007: 275) tespitine uymaktadır. Eserde aynı türden ve dilden kelimelerin kafiye yapılması kuralına her zaman uyulmaz. İsim ile ismin, fiil ile fiilin; Türkçe kelimelerle Türkçe kelimelerin, Arapça kelimelerle Arapça kelimelerin, Farsça kelimelerle Farsça kelimelerin aralarında kafiyelendirilmeleri her zaman söz konusu değildir. Göz için kafiye anlayışına 36 bazen riayet edilmeyip kulak için kafiye anlayışı doğrultusunda kafiye yapılır.
Eserde dikkati çeken bazı kafiye özelliklerine şu örnekler verilebilir:
Türkçe isimlerle yapılmış kafiyeler: Hâdim-i şer’-i şerîf olsa kişi İstikâmetde anuñ dâ’im işi (896) Ger mü’ellif kıla te’lîfi büyük Dâ’imâ ellere olur bir yük (1125)
Türkçe fiillerle yapılmış kafiyeler: Ṣakalı yog iken anuñ agarur Dahi ol kendüsini tâze sanur (576) Ehl-i dillerde me・eldür añılur Kim ki çok söyler ise çok yañılur (1123)
Türkçe isim ve fiillerle yapılmış kafiyeler: Fukarâdan olanı bir bir say
36 Klasik şiirde göz için kafiye anlayışının yanlış olduğunu gösteren bir husus için bk. (Saraç, 2007: 275)
Tuhfetü’l-Hükkâm 70
Mansıbında turamaz bir iki ay (804) Yüri bir mürşid-i kâmil ara bul Hidmetin eyleyüp ol cân ile kul (1010)
Türkçe ve Farsça kelimelerle yapılmış kafiyeler: Anuñ ednâ kulı begler begidür Baylar hep kapusında segidür (145) ‘Âleme sen niye geldügüñi bil Arayup bul yüri bir ehl-i dil (1009)
Türkçe ve Arapça kelimelerle yapılmış kafiyeler: Emr-i ma’rûf ile hem ‘âmil ola Nehy-i münkerden ide cümle ibâ (9) Kullanup ben kulını yanında Ya’nî kâtib ide dîvânında (225)
Farsça kelimelerle yapılmış kafiyeler: ‘Azl ile ‘âlem olup başuma teng Tâli’-i nahs ile eylerdüm ceng (478) Andadur ‘akl ile fikrüm her gâh ‘Acebâ kimse aña buldı mı râh (862)
Arapça kelimelerle yapılmış kafiyeler: Eyledüñ çün beni hem-nâm-ı Resûl Nâ-murâd eyleyüben itme melûl (48) Ben idüp ehl-i mezâka taklîd Muhtasar kıldum anuñ nazmı müfîd (1126)
Arapça ve Farsça kelimelerle yapılmış kafiyeler: Yañılup kej giden ol yola müdâm Oldılar iki cihânda bed-nâm (13) Olmış ol halk-ı vilâyet ‘âciz Anı men’ idememişler hergiz (908)
Kulak kafiyesi örnekleri birkaç beyitte de olsa vardır. Aşağıdaki örneklerde ze ve zel harfleriyle kafiye yapılmıştır:
Rişveti virmek olur mı câ’iz Râşînüñ hükmi degülken nâfiz (903) Az ni’met olur elbette lezîz
Tuhfetü’l-Hükkâm 71
İmtilâ eyler anuñ çogı ‘azîz (1122) Eyledüm ‘ucb u riyâdan perhîz Suhanum anuñ içün hûb u lezîz (1132)
Bazen iki kafiyesi bulunan (zü-kafiyeteyn) beyitlere de
rastlanmaktadır: Hamd-i bî-had o Hudâ-yı ezele Şükr-i bî-’add ni’am-ı Lem-yezele (25) Kangı birin diyeyüm mihnet çok Şerh ü tahrîre anı hâcet yok (496)
Aşağıdaki beyitte de cinaslı kafiye var gibi görünüyorsa da anlamca ve sesçe aynı olan “bahâne” kelimesinin redif olabileceği düşünülebilir:
Şâhlar lutfa bahâne ister Lutf-ı şâha ne bahâne ister (725)
Eserde redif kullanma oranı % 20 civarındadır. Bunların da yaklaşık olarak % 55’i ek, % 45’i kelime hâlindedir. Kelime hâlindeki redifler çoğunlukla Türkçedir. Bunların da çoğu yardımcı fillerin çekimli şekillerinden oluşmaktadır. Kullanım sıklığı bakımından da yardımcı fiiller diğer kelimelerden daha çoktur.
Kelime hâlinde kullanılan redifler şunlardır: altında, ancak, anda, añlar, bize, bu mıdur, çok, döne, eyle, eyler, eyleyeler, geçer, gerek, hakkı, içün, ide, idegör, ideler, idemez, iden, ider, idüm, idüp, iken, isem, ister, itdi, itdüm, itme, itsün, kaldum, kıl, kıldı, kıldum, kılduñ, kılmış, kılsam, kimdür, koyup, niçe bir, niçeler, ol (emir), ola, ola ol, olam, olamaz, olana, olasın, oldı, oldum, oldur, olıgör, olıñuz, olma, olmaz, olmış, olsun, olup, olur, söyle, sultânı, var, yeg.
3. Dil ve Üslûp
Tuhfetü’l-Hükkâm’da şairin kendi hâlini arz etmesi, başından geçenleri anlatması ve mesaj vermek istemesi söz konusu olduğundan genellikle çok ağır bir dil kullanılmamış; tam olarak sade olmasa da ona yakın bir dil tercih edilmiştir. Yer yer iki kelimeden meydana gelen Farsça tamlamalara rastlansa da Arapça
Tuhfetü’l-Hükkâm 72
ve Farsça kurallara göre yapılmış zincirleme tamlamalardan genellikle uzak durulmuştur:
Bakmadı ol dahi aslâ yüzüme İ’tibâr itmedi ya’nî sözüme (412) ‘Arz-ı hâl itmege ikdâm idesin Hasb-i hâlüñ varup i’lâm idesin (627)
‘Avn-i Hakdan dile maksûduñı hep Şâhdur gerçi ki zâhirde sebeb (738)
Bazen oldukça duru Türkçe ile yazılmış beyitler de göze çarpmaktadır:
Yañılup kendüme çok iş itdüm Çünki merhûm yanından gitdüm (373) Vara gele usanup kapusına Tura tura yorılup tapusına (624) Ṣakalı yog iken anuñ agarur Dahi ol kendüsini tâze sanur (576)
Başlıklarda çoğunlukla ağır bir dil ve münşiyâne üslûp dikkati çeker bk. (Tertibi).
Şair konuya uygun bulduğu ayetleri, hadisleri ve Arapça sözleri bazen beyitlerde nazmen bazen de beyitlerin arasında lafzen iktibas eder bk. (Ayet ve Hadisler).
Tuhfetü’l-Hükkâm’da az da olsa arkaik Türkçe kelimeler ve ekler kullanılmıştır. Bunların yer aldıkları beyitler şunlardır:
artuk: Başka, gayrı; fazla, ziyade (734) birle: İle (292), (809), (860), (876) buncılayın: Bunun gibi, böyle (185), (662), (1118) dükeli: Hep, hepsi, bütün (86), (235) eydürmek: Çevirmek, döndürmek (776) genez: Kolay (249) irgürmek: Ulaştırmak, eriştirmek (1116) kaçan: Ne zaman, ne zaman ki (382), (951), kangı: Hangi (602) katı: Çok (557), (816), (871), (881),
Tuhfetü’l-Hükkâm 73
kopmak: Ayağa kalkmak, haşrolmak (860) tapu: Huzur, makam (624) üşmek: Üşüşmek (317) -gıl, -gil: olmagıl (937) -ısar, -iser: gelmeyiser (353), olısar (518), geliser (633) madın, -medin, -m: bilmedin (292), (826) -uban, -üben: idüben (1064)
Dikkati çekecek derecede çok olmasa da anlatımda deyimlerden, atasözlerinden ve kelam-ı kibar denilecek ibarelerden yararlanılmıştır.
Mesnevîde tespit edilebilen deyimler ve geçtikleri beyitlerin numaraları şunlardır:
aklı gitmek (1150) alçak gönüllü olmak (192) aklını başına devşirmek (1108) bahtı açılmamak (403) başına bela gelmek (513), (633) baştan aşmak (462) baştan ayağa (901) bir avuç (29), (454) boğazını beslemek 467) borca (deyne) girmek (390), (634) canına kâr etmek (794) canından usanmak (612) ciğeri dağlanmak (cigerin hûn eylemek ?) (578) derde düşmek (691) cihân başına dar (teng) olmak (502) el çekmek (820) el uzunluğu (1167) emek çekmek (230), (408), (622), (830) fırsatı fevt etmemek (eylememek) (916) görmezden gelmek (iğmâz-ı ayn) (928) gözünü açmak (1088) haddini (haddin, haddüni) bilmek (279), (536) imana gelmek (79) kendini (kendüni) bilmek (602)
Tuhfetü’l-Hükkâm 74
kul kurban olmak (1062), (1077) suret uğrusu (?) (423) takati kalmamak (473) Tanrı hışmı (?) (413) yele yalamak (?) (425) yok yere (834) yüzüne bakmamak (399), (412) yüz göstermek ( 560) yüz sürmek (168), (252), (276), (308), (1046), yüzü kara (siyâh) olmak yüzü ak olmak (1185) yüz tutmak (600) yüz vurmak (urmak) (272), (1112) yüzüne bakmamak (412), (1114)
Tespit edilebilen atasözlerinin bulunduğu beyitler de aşağıdadır.
Elçiye zeval olmaz: Sözüme vâkıf olur ehl-i kemâl Bu me・eldür ki yok elçiye zevâl (544)
Kurunun yanında yaş da yanar: Oldı rûşen bu me・el ehl-i dile Ki yanar yaş kurı yanınca bile (682)
Çok söyleyen çok yanılır: Ehl-i dillerde me・eldür añılur Kim ki çok söyler ise çok yañılur (1123)
Bostancıya tarhun satmak: Kıymeti çokdur bu hamâkat el-hak 37 Ya’nî bostancıya tarhun satmak (1147)
Kaza erdikte kişi âmâ olur38: Bu me・eldür ki dimişler ‘ukalâ Kişi a’mâ olur irdükde kazâ (584)
37 Mısra vezne uymamaktadır. 38 “Kaza görünerek gelmez” veya “Kaza gelince us pusar” atasözlerinin değişik bir biçimi olmalıdır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 75
Şu sözleri de kelam-ı kibar olarak kabul etmek mümkündür: Ehl-i diller bu sözi söylerler Ka’r-ı deryâda dürer cîfe zeber (559) Anı iz’ân idemez her ahmak Fukarâ kalbi durur Ka’be-i Hak (605)
Eserde, yeni bir konuya başlarken, nasihat edilirken konuşma üslubu, dikkati çeken hususlardandır. Bunların çoğunda ikinci şahsa hitap edilir:
Söyle ey tûtî-i şîrîn-kelimât Böyle bîhûde geçürme evkât (164) Cûş idüp ey dil-i bî-sabr u karâr Hâlüñi söyle yine bir mikdâr (207) Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-edâ Turma kıl yine ser-âgâz-ı ・enâ (301) Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-kelâm Eyle tavsîf-i mevâlî-i ‘ızâm (148) Lutf idüp pendümi diñleñ ihvân K’olasuz mazhar-ı lutf-ı Rahmân (840) İster iseñ bu makâlâta delîl Diñle bir nâdire tem・îl-i cemîl (940) ‘Akluñı başuña devşür yâ hû Başuña gelse gerek bir gün bu (1108)
Şair bazı insanlardan şikâyet ederken, onları eleştirirken bile bayağılığa düşmez; müstehcen ve kaba sayılabilecek kelimeleri ve deyimleri kullanmaz. Bununla birlikte öfkesini ifade ederken biraz aşırılığa kaçtığı beyitlerden birkaçı şunlardır:
Geldi tezkireci oldı çeşmi Ṣûret ugrusı o Tañrı hışmı Rişvete meyl idüp ol gayretsüz Virmedi mansıbı hîç rişvetsüz (413, 414)
Görüldüğü üzere rüşvet almadan mansıbı vermeyen, kendisini çok zor durumlara düşüren tezkireciyi hicvederken bile seviyeyi düşürmemiştir.
III. BÖLÜM
METİN
A. ESERİN NÜSHASI Araştırmalarımız sonucunda Tuhfetü’l-Hükkâm’ın bir yazma
nüshasını tespit etmiş bulunmaktayız. Bu nüsha Süleymaniye Kütüphanesi Hasan Hüsnü Paşa bölümündedir.
Bu nüshanın tavsifini şöyle yapabiliriz:
Süleymaniye Kütüphanesi Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, Nu.: 1040/I. (Kısaltması:S).
41 varak, 1197 beyit, 195x110 (145x60) mm, çift sütun, çoğunlukla 17 satır (bazı satırlar farklı sayıda: 18b, 32a, 18 satır; 33b, 13 satır; 34a, 9 satır; 34b 16 satır), ta‘lik yazı, istinsah tarihi kaydı yok, müstensih belirtilmemiş, başlıklar kırmızı; fligranlı, krem renkli, âhârlı kâğıt; sırtı meşin, kapakları mukavva cilt içindedir.
Eserin ilk ve son beyitleri şunlardır: İftitâh-ı suhan-ı ehl-i kemâl Nâm-ı a’lâ-yı Hudâ-yı müte’âl
Bu kitâbuñ tamâmına hâtif Târîhin didi “Tuhfetü’l-Hükkâm”
B. METNİN HAZIRLANMASINA DAİR AÇIKLAMALAR
1. Tuhfetü’l-Hükkâm’ın transkripsiyonlu metni, Süleymaniye Kütüphanesi Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, Nu.: 1040/I’de bulunan yazma nüshasından yola çıkılarak hazırlanmıştır. Bu nüshanın kısaltması da “S” harfi ile gösterilmiştir.
2. İlmî çalışmalarda kabul gören transkripsiyon işaretleri kullanılmıştır. Vâv-ı ma‘dûleler hvâb, ebced-hvân, hvâce-zâde kelimelerinde olduğu üzere üst simge olarak yazılmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 80
3. Her beyte numara verilmiştir. Ancak iktibas edilen ve farklı kalıplarla yazılmış yedi bendlik tahmîs (Filibeli Vecdî’nin olup 875. beyitten sonra yer almakta) ile iki matla beyti (biri Üsküblü Vâlihî’nin biri de muhtemelen bir naibinin Vâlihî’ye cevabı olup 933. beyitten sonra yer almakta) numaralandırılmamıştır.
4. Varak numaraları metnin başında ve sol tarafında verilmiştir.
5. Okunuşunda tereddüt edilen kelimelerin karşısına (?) yazılmıştır. Anlam veya vezin düşünülerek metne eklenen harf ve kelimeler [ ] işareti içerisinde gösterilmiştir. Aynı düşüncelerle yazma nüshada olduğu hâlde bazı kelimeler metinden çıkarılıp yerine uygun bulunanlar konmuştur. Metne alınanlardan sonra yazma nüshada bulunduğu hâlde metne alınmayanlar, dipnotta gösterilmiştir.
6. Metinde iktibas edilen Arapça ibareler “ ” işaretleri içerisine alınmış ve bunların anlamları da dipnotta verilmiştir.
7. Hadis iktibaslarında yazmada kısaltılarak yazılan ayın ve mîm ‘Aleyhi’s-Selâm (22b, 30b, 37a); re, dâd ve he, Radıya’llâhü ‘Anh (29a, 30b); , sâd, lâm, ayın ve mîm Ṣalla’l-lâhü ‘Aleyhi ve Sellem (29a) olarak açıkça yazılmıştır.
8. Vezne uymayan mısralara, bir düzeltmede bulunulamayınca dipnotlarda “Mısra vezne uymamaktadır.” şeklinde işaret edilmiştir.
9. Nüshada çoğunlukla hemze ve ye harfleriyle birlikte istinsah edilen câ’iz, nâ’ib, mâ’il, dâ’imâ gibi kelimeler hemzeli şekilleriyle yazılmıştır.
11. Yazma nüshada müstensihten kaynaklanan ve devamlı tekrarlanan harf yazımı hatalarına, anlam değişmediği takdirde dipnotlarda temas edilmemiştir. Bu tür hatalar da genellikle hâ ile hı, ze ile zel arasında yapılmıştır.
C. TRANSKRİPSİYONLU METİN TUHFETÜ’L-HÜKKÂM Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün
1b 1 İftitâh-ı suhan-ı ehl-i kemâl Nâm-ı a’lâ-yı Hudâ-yı müte’âl
2 Hâlik u Rezzâk u Rahmân u Rahîm
Kâdir ü Nâsır u ‘Allâm u ‘Alîm
3 Hâlik-ı ‘âlem olan Hak oldur ‘Âleme Hâkim-i mutlak oldur
4 Hâlikuñ zikr-i cemîli her ân
Kimde kim dâ’im ola vird-i lisân
5 Olup ol mazhar-ı lutf-ı Bârî Hatm olur hayr ile cümle kârı
6 Her sözüñ evvelidür nâm-ı Hudâ
Zikr-i Hak dilde gerek subh u mesâ
7 Reh-nümâ olmag içün hûb u latîf Bize Hak kıldı ‘atâ şer’-i şerîf
8 Kula oldur gice gündüz lâzım
Hidmetinde ola dâ’im kâ’im
9 Emr-i ma’rûf ile hem ‘âmil ola Nehy-i münkerden ide cümle ibâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 84
10 Mü’min olana yiter pend-i kavî Nass-ı Kur’ân u hadî・-i nebevî
11 Ümmet-i Ahmed iseñ kılma ‘inâd
Yüri ol şer’e mutî’ u münkâd
12 Sâlik olan kişiler ol râha Buldılar togru yolı Allâha
13 Yañılup kej giden ol yola müdâm
Oldılar iki cihânda bed-nâm
14 Sâlik-i râh-ı şerî’at olıgör Vâsıl-ı bahr-i hakîkat olıgör
2a 15 Hâssa-i şer’e idenler hidmet
Buldılar iki cihânda ‘izzet
16 Ne sa’âdet bu ki ‘âlim olasın ‘Adl ile kâdî vü hâkim olasın
17 Gözedüp kavl-i Resûl ü Mevlâ
Eyleyüp şer’-i şerîfi icrâ
18 Bî-sebeb ol tama’-ı hâmı koyup Cem’-i mâl itmege ikdâm[ı] koyup
19 Rızk-ı maksûmuña kâni’ olasın
Zâlimüñ zulmine mâni’ olasın
20 İki ‘âlemde seni Hazret-i Hak Bahr-i lutfına ider müstagrak
Tuhfetü’l-Hükkâm 85
21 Efdal-i tâ’at-i Rabbü’l-’izzet ‘Adl ile şer’e olupdur hidmet
22 Er iseñ ‘adl ile bir nâm eyle
Müstakîm olmaga ikdâm eyle
23 Dâ’imâ ‘ilm ile ‘âmil olıgör ‘Adl ü dâd itmege mâ’il olıgör
24 Rahmet aña ki ‘adâletle gide
Nâmını haşre degin zinde ide Âgâz-ı Kelâm-ı Hamdele-i Sa’âdet-Peyâm ve Bast-ı Mukaddemât-ı Mehâmid-i Magfiret-Encâm
25 Hamd-i bî-had o Hudâ-yı ezele Şükr-i bî-’add ni’am-ı Lem-yezele
26 Ol ki halk eyledi bu nüh felegi
Pür idüp ins ile cinn ü melegi
27 Yog iken ‘âlemi ol var itdi Kudret ü hikmetin izhâr itdi
28 Budur ol emr-i sa’âdet-makrûn
Didi kevneyne hemân “kün fe-yekûn”39
29 Bir avuç balçuga kıldukda nazar Oldı anda suver-i nev’-i beşer
39 “...ol (der ve o hemen) olur.” Bakara Sûresi 2/117; Âli İmrân Sûresi 3/47, 59; En‘âm Sûresi 6/73, Nahl Sûresi 16/40; Meryem Sûresi 19/35; Yâ-Sîn Sûresi 36/82; Mü’min (Gâfîr) Sûresi 40/68.
Tuhfetü’l-Hükkâm 86
30 Âdemüñ ‘izzet ü şânında Hudâ
Buyurupdur “ve lekad kerremnâ”40
2b 31 Çünki Hak Âdeme tekrîm itdi Kendü esmâsını ta’lîm itdi
32 Âdeme oldı melâ’ik mescûd
Kıldı şeytân[ı] ‘inâdı merdûd
33 Vahdeti ke・rete bâ’i・ oldı Yir yüzi nev’-i beşerle toldı
34 Enbiyâ geldiler olmaga delîl
Kıldılar ni’meti gufrân-ı sebîl
35 Kimine bâ’i・-i rahmet oldı Kiminüñ kârı şekâvet oldı
36 Hâlik-ı41 ‘âlem odur hikmeti çok
Râzık-ı ‘âlem odur ni’meti çok
37 Ne durur hikmet-i Rabbü’l-müte’âl Müte’âkıb bu cemâl ü bu celâl
38 Ugradur derde dil-i Eyyûbı
Gam-ı hecre düşürür Ya’kûbı
39 Kimini ‘âşık-ı dîdâr eyler Kimini derde giriftâr eyler
40 “Gerçek şu ki biz âdem oğullarını üstün ve onurlu kıldık.” İsrâ Sûresi 17/70. 41 36a Ḫâliḳ-ı: Ḫâliḳı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 87
40 Kudret ü hikmeti çok Kâdir-i pâk İremez künhine ‘akl ü idrâk
41 İder ednâ kulını şâh-ı cihân
Halk-ı dünyâya olur hükmi revân
42 Lutf ider bir kulına taht ile tâc Bir kulın habbeye eyler muhtâc
43 Kiminüñ câmesi dîbâ vü harîr
Kimi bulmaz geye bir köhne hasîr
44 Bu ne hikmet bu ne kudret ‘acebâ Bir gedây[ı] şeh ider şâhı gedâ
45 Gerçi kim lutf ile kahrı mevcûd
Her kişi hâline râzî hoşnûd Münâcât u ‘Arz-ı Hâcât Be-Cenâb-ı Hazret-i Refî’i’d-Derecât
46 Yâ İlâhî o Habîbüñ hakkı Cümle derdlüye tabîbüñ hakkı
3a 47 Cümle ahvâlüme ‘ârif sensin Zâhir ü bâtınuma vâkıfsın
48 Eyledüñ çün beni hem-nâm-ı Resûl
Nâ-murâd eyleyüben itme melûl
49 Enbiyânuñ şeref ü ‘izzetiçün Evliyânuñ kerem ü rütbetiçün
50 Yâ Rab ol ism-i Kerîmüñ hakkı
Rif’at-i ‘arş-ı ‘azîmüñ hakkı
Tuhfetü’l-Hükkâm 88
51 Vuslat-ı Âdem ü Havvâ hakkı ‘İzzet-i kurb-ı Mesîhâ hakkı
52 Yûsufa vuslatıçün Ya’kûbuñ
Mihnete sabrıçün Eyyûbuñ
53 Şeref-i Hazret-i Mûsâ hakkı Tûrdaki nûr-ı tecellâ hakkı
54 Enbiyâ hâtemi Ahmed hakkı Yâ Rab ol nûr-ı Muhammed hakkı
55 Kılma ‘Avnî kuluñ ‘âlemde melûl
Eyle hep hayr du’âsın makbûl
56 Cümle maksûdını hâsıl eyle Rahmetüñ bahrine vâsıl eyle
Der-Na’t-i Cemîl-i Hazret-i Risâlet-Meâb ü Nübüvvet-Nisâb ve Menâkıb-ı Latîfe-i Bî-Hisâb Ṣalavâtu’l-lâhi ‘aleyhi ve ‘Alâ Cemî’i’l-Ashâb
57 Ba’de hamd-i ni’am-ı lutf-ı Hudâ Kılalum na’t-ı şeh-i her dü serâ
58 A’zam u ekrem-i şâhân-ı rüsül
Enbiyâ hâtem[i] hâdî-i sübül
59 Efdal ü eşref-i nesl-i Âdem A’lem ü ekmel-i halk-ı ‘âlem
60 Mebde’-i her dü cihân asl u usûl
Hazret-i Ahmed ü Mahmûd u Resûl
Tuhfetü’l-Hükkâm 89
61 Ümmetinden ola ol şâha müdâm
Rûh-ı pâkine tahiyyât u selâm
3b 62 Şerefine dü cihân nüh eflâk Halk olındı didi ol Kâdir-i pâk
63 Geldi ‘izzetle cihâna ol nûr
Oldı halka sebeb-i zevk u sürûr
64 Çihl sâl eyledi çün sabr-ı cemîl Geldi Hakdan aña bir gün Cibrîl
65 Didi lutf ile kılup ‘izzet-i nâm
Yâ Muhammed saña Hak kıldı selâm
66 Halkı var da’vet-i İslâm eyle Hak Resûl olduguñ i’lâm eyle
67 Gûş idüp anı Resûlü’・-・akaleyn
Oldı envâr-ı nübüvvet ile zeyn
68 Cebre’îl’üñ haberi virdi sürûr Kıldı ol hidmete sarf-ı makdûr
69 Hânedânına kılup anı beyân
‘Arza kıldı aña evvel îmân
70 Dahi Bû Bekr ü ‘Ömer ‘O・mâna Hazret-i Haydara hep ihvâna
71 Kıldı İslâm ile ‘arz-ı ikbâl
Geldi îmâna işiden f’il-hâl
Tuhfetü’l-Hükkâm 90
72 Çâr yârı gelicek İslâma Hep salâ eyledi hâss u ‘âmma
73 Her kese ‘arza-i İslâm itdi
Hâlikuñ birligin i’lâm itdi
74 İşiden geldi müselmân oldı Mazhar-ı rahmet-i Rahmân oldı
75 Çün ‘inâd itdi Ebû Cehl-i la’în
‘Âkıbet gitdi cahîme bî-dîn
76 Aña tib’iyyet idüp çün küffâr Kıldılar Hakkı Resûli inkâr
77 Mu’cizât istedi niçe ahmak
Bir işâret ile mâh oldı dü şak
78 Söyledi bunca cemâdât u tuyûr Böyle çok mu’cizeler kıldı zuhûr
4a 79 Gördiler gelmediler îmâna
İ’timâd itmediler Kur’âna
80 Kıldılar küfr ü ‘inâda ısrâr Oldılar cümle muhalled fi’n-nâr
81 Eyledi anları şeytân igvâ
La’netu’llâhi ‘Aleyhim ebedâ Ahvâl-i Mi’râc-ı Sa’âdet-İbtihâc Medh-i Çâr Yâr-ı Güzîn Rıdvânu’l-lâhi ‘Aleyhim Ecma’în
Tuhfetü’l-Hükkâm 91
82 Allâh Allâh bu zehî lutf-ı42 ‘azîm Bize ihsân ola cennât-ı na’îm
83 Nûr-ı Ahmed ki delîl oldı bize
Ol şefî’ olsa n’ola cümlemüze
84 Bu kamu zikr olınan mevcûdât Şeref-i Ahmed içün buldı ・ebât
85 Yine fânî ider ol âfâkı
Zât-ı pâki durur ancak bâkî
86 Leyle-i Kadr idi bir gice meger Buldı ‘âlem dükeli zînet ü fer
87 Cebre’îl itdi Burâk ile nüzûl
Tâ ki mi’râc ide ol gice Resûl
88 Rûh-ı kudsî gibi mahbûb-ı Vedûd Kıldı bir ânda semâvâta su’ûd43
89 “Kâbe kavseyni ev ednâ”44da Habîb
Oldı kurb-ı “fetedellâ”45ya karîb
90 Söyleşüp Hakk ile bî-savt u hurûf Oldı mi’râcı Resûlüñ ma’rûf
91 Menzileyne yine nâzil oldı
42 82a luṭf-ı: luṭf u S. 43 88b ṣuʿūd: suʿūd S. 44 “İki yay mesafesi kalıncaya kadar, hatta daha da yakınına.” Necm Sûresi 53/9. 45 “ Ve sonra yaklaşarak yanına geldi” Necm Sûresi 53/8.
Tuhfetü’l-Hükkâm 92
Bu haber halk-ı cihâna toldı
92 ‘Akl-ı kâsır anı ta’bîr idemez Kalem evsâfını tahrîr idemez
93 Aña kâdir degül insân-ı za’îf
Kıla evsâf-ı Resûli ta’rîf
94 Medh iderken anı Hâlik bi’z-zât Hîç mahlûka düşer mi kelimât
4b 95 Çâr yâr oldı güzîn-i ashâb Ya’nî Bû Bekr ‘Ömer İbnü’l-Hattâb46
96 Hâssa kim Hazret-i ‘O・mân u ‘Alî
Yazdı levh üzre kalem hatt-ı celî
97 Fi’l-me・el lafz-ı nübüvvetde fakat Çâr yâr oldı hemân çâr nukat
98 Hâssa kim seyyid-i şübbân Haseneyn47
Zînet-i cennet olan mazlûmeyn
99 Sâ’ir etbâ’ı kamu ashâbı Tâbi’în ümmet olan ahbâbı
100 Bahr-i medhinde olur diller güm
Radıya’llâhu ta’âlâ ‘anhüm
101 Şerefine o Habîbüñ yâ Rab Ber-murâd eyle kamu ümmeti hep
46 95b İbnü’l-Ḫaṭṭâb: Bin el-Ḫaṭṭâb S. 47 98a Ḥaseneyn: cinnīn S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 93
102 Hâssa ki ‘Avnî-i bî-mikdârı
Ki anuñ cürm ü günehdür kârı
103 Sâlik-i râh-ı şerî’at eyle Vâsıl-ı bahr-i hakîkat eyle
104 O Habîb-i Medenî hürmetine
Vâsıl eyle dü cihân ‘izzetine Der-Tazarru’ât-ı Bî-Şümâr Be-Cenâb-ı Hazret-i Habîb-i Kirdigâr
105 Ey Habîb-i Medenî vü Kureşî48 V’ey nübüvvet meyinüñ cur’a-keşi
106 Ey ‘usât-ı ümeme şefkat iden
Mûcib-i magfiret ü rahmet iden
107 Çünki zâhir ola rûz-ı mahşer Lutfuñı kıl baña anda reh-ber
108 Cürm ü ‘isyânuma ol anda şefî’
Mertebem eyle cinân içre refî’
109 Dahi dünyâ şerefin hâsıl idüp ‘Ulemâ zümresine dâhil idüp
110 Beni kıl şer’-i şerîfe hâdim
Niyyetüm hayradur Allâh ‘âlim
5a 111 İstikâmet ile her subh u mesâ İdeyin şer’-i şerîfüñ icrâ
48 105a Kureşī: Kureyşī S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 94
112 Müstakil olmayıcak ma’zûram
Hâkimüñ emri ile me’mûram
113 Tama’-ı hâm ider ek・er süfehâ İstikâmet idemezler aslâ
114 Beni ol zümreden itme yâ Rab
İderem ‘adl ile insâf taleb
115 Bu durur saña recâmuz tahkîk Ehl-i insâfa bizi eyle refîk
Der-Şeref [ü] ‘İzzet-i ‘Ulemâ-i Benî Âdem ve Muhterem-i Mezheb-i Habîb-i Ekrem A’nî Hazret-i İmâm-ı A’zam
116 Minnet ol Hâlik-ı kevneyne müdâm ‘İlm ile kullarına virdi nizâm
117 Oldı Hakkuñ bize tevfîkı refîk
Gün gibi rûşen olup togru tarîk
118 Gelüp ol efdal-i halk-ı ‘âlem Mûcid-i mezheb İmâm-ı A’zam
119 Anuñ i・rine gidüp hep ‘ulemâ
Kıldılar şer’-i Resûli icrâ
120 ‘Ulemâdandur olan kâdîlar Hükmine halk-ı cihân râzîlar
121 Şerefi ‘ilm ile buldı ‘ulemâ
Hased eylerse ‘aceb mi cühelâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 95
122 ‘İlm ider sâhibin elbette şerîf
Nûr olur tâ ser ü pâ cism-i ke・îf
123 ‘Ulemânuñ şerefine bu delîl Bu hadî・ ile olındı tebcîl
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “‘Ulemâ’ü ümmetî ke-enbiyâ’i Benî İsrâ’îl” sadaka Resûlu’llâh49
124 Bilinür ‘ilm ile cehlüñ şerefi Nitekim dürr-i ‘Adenle harfi
125 Fahr idüp fakr ile ek・er ‘ulemâ
Kıldılar devlet-i dünyâdan ibâ
5b 126 İki ‘âlemde bulup fevz ü felâh Kimisi tutdı reh-i zühd ü salâh
127 Mürşid-i kâmile idüp hidmet
Buldılar iki cihânda ‘izzet
128 Fakr u fâkayla kimisi muztar ‘Ömri zilletde geçer şâm u seher
129 Kimisi kâdî-i ‘asker kimi mîr Kimisi ya’nî ganî kimi fakîr
130 Halka Hak nûrı tecellî kılmış
Hâllü hâlince tesellî kılmış
49 Hadis: Allah’ın Resulü –selam üzerine olsun- buyurdu: “Ümmetimin alimleri İsrail Oğulları’nın peygamberleri gibidir.” Allah’ın Resulü doğru söyledi.
Tuhfetü’l-Hükkâm 96
131 Eyleseñ halka su’âli bir bir
Her kişi hâline râzî şâkir
132 ‘Avniyâ kılma sözi tûl u dırâz ‘Ulemâ ‘ilm ile oldı mümtâz
133 ‘Ulemâdur şeref-i mezheb ü dîn
Nâkıl [ü] hâfız-ı Kur’ân-ı mübîn
134 ‘İlm ile buldı bular hep şerefi ‘Ulemâdur o Habîbüñ halefi
135 Virdiler ‘ilm ile dünyâya nizâm
Geldiler bunca mevâlî-i ‘ızâm
136 Haşre dek ide Hudâ-yı bî-çün ‘Ulemânuñ şerefini efzûn
137 Hâsıl olup iki ‘âlemde murâd
Şeref-i ‘ilm ola gitdükçe ziyâd
138 ‘Ulemânuñ bilinüp evsâfı Yâr olur kimler ise eşrâfı
139 Lâzım olan bu mahalde hâlâ
Evvelâ şâha gerek medh ü ・enâ Makâle-i Ûlâ
Der-Evsâf-ı Dil-güşâ-yı Hazret-i Sultân-ı ‘Âlî-Nazar ve Hâkân-ı Rûşen-Güher Ebu’n-Nasr-ı Güzîde-Siyer Ebu’l-Feth-i Hamîde-E・er Zâbit-i Memâlik-i Rûm u ‘Arab u ‘Acem Râbıt-ı Ferâ’id-i Fevâ’id-i Ümem A’nî Sultân Ahmed Hân (6a) İbnü’s-Sultân Mehmed Hân Lâ-Zâleti’l-Ekâlîmü
Tuhfetü’l-Hükkâm 97
Ma’mûreten Bi-Râyeti’d-Dîni Vemâ Beri-Hati’l-Memâlikü Meskûneten Bi-’Adlihi’r-Razîne Âminîne Yâ Mu’în
140 Ehl-i îmâna du’â lâzım u farz
Aña kim oldı halîfe fi’l-’arz
141 Zıll-i Hak ekrem-i nev’-i insân Eşref ü efdal-i âl-i ‘O・mân
142 Emr-i ma’rûf ile ‘âmil ‘âdil
Hazret-i pâdişeh-i deryâ-dil
143 Âl-i ‘O・mândan olan hayru’l-âl Ya’nî Hân Ahmed-i ferhunde-hısâl
144 Ki odur pâdişeh-i bahr u ber
‘Âleme hükmi revân ser-tâ-ser
145 Anuñ ednâ kulı begler begidür Baylar hep kapusında segidür
146 Bir kulın Mısra ki eyler sultân
Biri bahre gider olur kapudân
147 ‘Abd-i fermânı Kırım hânıdur Cân u dilden kulı kurbânıdur
Makâle-i ・âniye Şeyhu’l-İslâm ve Müftî’l-Enâm Reîsü’l-’Ulemâ Üstâdü’l-Fuzalâ Ferîdü’z-Zamân ve Hayderü’d-Devrân Kıdve-i Erbâb-ı Te[d]kîk u Tavzîh ‘Umde-i Ashâb-ı Tahkîk u Tenkîh Fekâre-i ‘Ulemâ-i Müteşerri’în Atiyye-i ・eniyye-i Cihân-âferîn A’nî Bihi’l-Mevle’l-
Tuhfetü’l-Hükkâm 98
Fâzılu’l-Âmil Muhammed Efendi İbnu’l-Merhûm Hvâce Sa’de’d-dîn Yessera’l-lâhü Murâdâtihî Fî-Külli Vaktin ve Hînin
148 Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-kelâm Eyle tavsîf-i mevâlî-i ‘ızâm
6b 149 Ya’nî kim Hazret-i hvâce-zâde Şerefi fazl ile hark-ı ‘âde
150 Câmi’-i fazl u hüner Sa’de’d-dîn
Hvâce-i pâdişeh-i rûy-ı zemîn
151 Fazl ile olmış idi mefhar-ı Rûm Ya’nî kim ol sadef-i bahr-i ‘ulûm
152 Kodı birkaç dür-i pâkîzesini
Gûş-ı cân u dili âvîzesini
153 Her biri lü’lü’-i şeh-vâr oldı Efser-i şâha sezâ-vâr oldı
154 Eyleyüp her biri tahsîl-i kemâl
Buldılar kadr ü şeref Sidre-mi・âl
155 Kıldı lâyık görüp [ol] Hayy u Kavî Anları vâri・-i ‘ilm-i nebevî
156 Her biri eşref-i eşrâf-ı kibâr
Her biri sâhib-i temkîn ü vakâr
157 Ṣadr-ı fetvâ aña kim oldı makâm Fahr-ı kevneyn ile olmış hem-nâm
158 Zâtı pâkini ne hâcet ta’rîf
Tuhfetü’l-Hükkâm 99
Ṣadr-ı fetvâ[y]ı kılupdur teşrîf
159 Hak bu kim ‘âlim ü hem fâzıldur
Dâ’imâ ‘ilmi ile ‘âmildür
160 Ehl-i ‘ilmem diyüben da’vî kılan Meclisinde olımaz ebced-hvân
161 Niçe evsâfını idem tahrîr
Eylemez aña vefâ ‘ömr-i kasîr
162 ‘Avniyâ eyle hemân Hakka niyâz ‘Ömrini devletini ide dırâz
163 Haşre dek ‘izzet ile var olsun
‘Avn-i Hak aña nigeh-dâr olsun Makâle-i ・âli・e Hâlâ Rûm İli Kâdî-’askeri Olan Efdal-i ‘Ulemâ-i Kibâr ve Ekmel-i Füzalâ Devâyil-İştihâr Muhît-i Envâr-ı (7a) Kudsiyye Câmi’-i Kemâlât-ı Ünsiyye Fâzıl Muhakkık Kâmil Müdekkik Muhyî-[i] Sünenü’r-Resûl Havî-[i] Kavâ’idü’l-Fürû’i ve’l-Usûli Şifâ-[i] Tahrîr-i Nihrîr Lâzımu’t-Tevkîr A’nî Bihî Mevlânâ ve Seyyidinâ Es’ad Efendi İbnü’l-Merhûmi’l-Fâzıli’l-Müdekkik Hvâce Sa’de’d-dîn Tavvele ‘Ömrehû İlâ Yevmi’d-Dîn Hazretlerinüñ Vasf-ı Cemîlleridür
164 Söyle ey tûtî-i şîrîn-kelimât
Böyle bîhûde geçürme evkât
165 Demidür ey dil-i pâkîze-edâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 100
Ol ・enâkâr-ı kibâr-ı ‘ulemâ
166 Hâlüñi agla birez ey hâme Merhamet ola dil-i nâ-kâma
167 Nazm ile hâl-i dili şerh eyle
Levh-i dilden kederi tarh eyle
168 Sen o dergâha varup sür yüzini Rahm ide şâyed işidüp sözini
169 Hazret-i Es’ad Efendi ki müdâm
Oldı mümtâz-ı mevâlî-i ‘ızâm
170 ‘İlm ü fazl ile ferîdi ‘asruñ ‘Adl ü dâd ile vahîdi dehrüñ
171 Bahs-i ‘ilm oldugı dem ger aça fem
‘Ulemâ sâkit olur hem mülzem
172 Gayrlar hâli anuñla ma’lûm Mâh-ı tâbân ile gûyâ ki nücûm
173 Âb-ı rûy-ı ‘ulemâdur el-hak
Melce’-i bay u gedâdur mutlak
174 Tab’-ı pâki nitekim âb-ı zülâl Dilleri kendüye kıldı meyyâl
175 Kâdî-i ‘asker-i Rûm olsa ne var
Câmi’-i şehr-i ‘ulûm olsa ne var
7b 176 Ana nisbet ne durur mansıb [u] câh Belki yanında degül berg-i giyâh
Tuhfetü’l-Hükkâm 101
177 ‘İzz ü câh ile degüldür magrûr
Mansıb anuñ şerefiyle mesrûr
178 Hak bilür gaybını bî-çün u çirâ Münhasır anlara emr-i fetvâ
179 İki def’a şeh-i ferhunde-nazar
Kıldı Rûm iline kâdî-’asker
180 Şâd olup cümle kuzât u hükkâm Lutfına mazhar olurlar çü tamâm
181 ‘Ulemâ zümresi hep şâkirler
Nâm-ı cûd u keremin zâkirler
182 Lutf u ihsânına olup mu’tâd Aldı her bir kişi hâlince murâd
183 Gerçi olmaz bu cihânda kâbil
Halk-ı dünyâyı ziyâfet müşkil
184 ‘Ulemâdan birin itse mesrûr K’ola zâtı vü zamânı ma’mûr
185 Mansıbı ehline tevcîh itmek
Olmadı buncılayın şimdiye dek
186 Her kesüñ zannı budur kim tahkîk Kıla sultânumı ıslâh-ı tarîk
187 Anı mezmûm-ı cihân kıl her dem
Tuhfetü’l-Hükkâm 102
Zâlim ü câhil olan bir ben isem
188 İdüp anı ‘ulemâdan ifrâz
Buyur ana dahi var sen okı yaz
189 ‘İlm ü ‘irfândur anuñ âlâtı İmtihân ile bilinsün zâtı
190 ‘Ulemâ cümle degüldür yeksân
Ehl-i ‘ilm olana eyle ihsân
191 Bî-garaz ‘âlim ü hem ‘âdilsin Hak söze râzî vü hem kâ’ilsin
192 Size bu hasleti virmişdür Hak
Kadrüñ ‘âlî ola göñlüñ alçak
8a 193 Bendeñe merhamet eyle bi’z-zât Menem ol şâ’ir-i şîrîn-kelimât
194 Pey-rev olup50 şu’arâ-yı selefe
N’ola ‘irfân ile irsem şerefe
195 Çünki ben nâzım-ı evsâfuñ olam Umaram mazhar-ı eltâfuñ olam
196 Sâbıkâ derd-i dili icmâlen
Eyledüm bir iki def’a inhâ
197 Gayrılardan kuluñı kıl takdîm Olmışam muntazır-ı lutf-ı ‘azîm
50 194a Pey-rev olup: Pīr olup ben S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 103
198 Tâkatüm yok suhana lâl oldum
Gam ile münkesiru’l-bâl oldum
199 Fârig ol gel bu hevesden ‘Avnî Medhden zâtı anuñ müstagnî
200 Medh ideydüm ger olurdum gırra
Bahrden katre güneşden zerre
201 Fikr idüp eyle dilâ insâfı Cümleten halk-ı cihân vassâfı
202 Niçe vasf itsün anı bu dil-i zâr
İdemez midhatin eş’âr iş’âr
203 Medhden hayr du’âdur maksûd ‘Ömrin efzûn ide ol Rabb-i Vedûd
204 Dilerem her şeb u rûz [u] meh ü sâl
Ṣolmasun ol gül-i gülzâr-ı kemâl
205 Kıla Hak körpe budaklarını var Eyleye haşre degin ber-hûrdâr
206 Asl u fer’ine Hudâ ola mu’în
Bu durur hayr du’âmuz âmîn Şikâyet Ez-Gerdiş-i Nâ-Hemvâr ve Hikâyet Ez-Hâl-i Dil-i Pür-Melâl Ber-Vech-i İcmâl İmlâ vü İnşâ Kerd
207 Cûş idüp ey dil-i bî-sabr u karâr
Hâlüñi söyle yine bir mikdâr
Tuhfetü’l-Hükkâm 104
8b 208 Yañılup eylemez iseñ tasdî’
Belki eşrâf-ı kibâr ola şefî’
209 Gerçi kim derdüme yok hadd ü hisâb Cümlesin yazsam olur niçe kitâb
210 Derdümüñ biñde birin ideyin ‘arz
Merhamet hâmile tâ kim ola farz
211 Gün mi geçdi ‘acebâ tâli’-i dûn Bagrumı eylemeye kahr ile hûn
212 Az ‘ömrümde çeküp derd-i ke・îr
Tâli’üm kıldı beni hvâr51 u hakîr
213 Bu felâketde iken şâm u seher Vâlidüñ öldi diyü geldi haber
214 Bu musîbet beni kıldı mecnûn
Zabt ider mülkümi erbâb-ı düyûn
215 Hâlümi kime varup aglayayın Nâr-ı gamla cigerin daglayayın
216 Aglamakdan degülem hîç münfek
Kimse rahm eylemedi şimdiye dek
217 Sâbıkâ gerçi kebîr-i vüzerâ Ya’nî merhûm Muhammed Paşa
218 Olup ol mâ’il-i ebyât eş’âr
İltifât itdi baña bir mikdâr 51 212b ḫvâr: ḫor S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 105
219 Engürüs iline olan seferi N’eydügin Nemçe kıralı haberi
220 Anda şevketle varan ser-dârı Her sene zâhir olan â・ârı
221 Hidmet-i ‘asker-i İslâm[ı] tamâm
Kılmaga şâh-ı cihâna i’lâm
222 Oldı eşrâfa bu kıssa ma’lûm Beni şeh-nâmeci kıldı merhûm
223 Baña lutf itmege ‘ahd itmiş idi
Ol tekellüf aradan gitmiş idi
224 Görmiş idi baña hem vech-i vecîh Kıla bir hûb ze’âmet tevcîh
9a 225 Kullanup ben kulını yanında
Ya’nî kâtib ide dîvânında
226 Nazm u ne・r ile koyup haylî e・er İde ‘Âlî gibi münşî-i sefer
227 Hak bu kim kılmadı ol lâf u güzâf
Va’deye ‘ömri velî kıldı hilâf
228 Var bu da’vâya benüm i・bâtum Buldı şöhret niçe te’lîfâtum
229 Nazm u inşâda olup bî-mânend
Lutf-ı Hak mazharıdur tab’-ı bülend
230 Gayrılar kıymetümi şimdiye dek Fehm itmez çekerin bunca emek
Tuhfetü’l-Hükkâm 106
231 Umaram ‘avn-ı Hudâdan ki henûz
Açıla gün gibi baht-ı fîrûz52
232 Bu hakîre ‘ulemâ ragbet ide Hâlüme merhamet ü şefkat ide
233 Bir benüm gibi perîşân-ahvâl
Görmedi hîç bu çarh-ı kattâl
234 Çok zamândur ideli terk-i vatan Bu tarîk içre çeküp derd ü mihen
235 Geçdi ‘ömrüm dükeli gurbetde
Âteş-i fakr ise germiyyetde
236 Bu hakîr oldum anuñ dâmâdı K’oldı Ṣâlih Çelebî üstâdı
237 ‘İlm ü fazl ile olup mü・te・nâ
Filbe fetvâsı virilmişdür aña
238 Görüp ‘irfânumı ol pâk-nihâd Beni kendüye idindi dâmâd
239 Fakr u fâkayla te’ehhül kıldum
Bilmeyüp togrusına yañıldum
240 Vüs’at ümmîdine oldum kâzî Geçdi mihnet ile hâl-i mâzî
241 Baña mansıb zarar-ı mahz oldı
Ser-güzeştüm ile dünyâ toldı 52 231b fīrūz: fürūz S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 107
9b 242 Bir iki mansıb olındı taklîd
Fakr u fâka giderek oldı mezîd
243 Baña her mansıb olup mûcib-i gam Ne kazâ belki kazâ-i mübrem
244 Beni çok soydı bu cellâd-ı felek
Diledi defter-i ‘ömrüm kıla hak
245 Ya’nî kim hâl-i diliyle bî-reyb Böyle pend itdi baña hâtif-i gayb
246 Çekme53 bu mihnet-i ‘azl ü nasbı
Mansıb alınması müşkil hasbî
247 Mansıbuñ şimdi safâsı gitdi ‘Ukalâ ‘uzleti tercîh itdi
248 Saña yok çünki kazâdan behre
Mübtelâ olma bu derd ü kahra
249 Ola dirseñ bu ma’âş emri geñez Tâli’üñ tecribe kıl bir niçe kez
250 Bir tarîke dahi var sâlik ol Mısr-ı maksûd-ı dile mâlik ol
251 Lutf-ı Hak şâyed ola anda delîl Kıla bu kevkeb-i bahtuñ tahvîl
252 Var o dergâh-ı refî’u’ş-şâna
Yüz sürüp muntazır ol ihsâna 53 246a çekme: çekmege S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 108
253 Gerçi kim mâni’ ü mu’tî Hakdur
Cidd ü cehd eylemeyen ahmakdur
254 Kime şekvâ ideyin tâli’-i şûm Beni halk içre kılupdur mezmûm
255 Bu temâşâsını gör yârânuñ
Hasedi hep bañadur dünyânuñ
256 Bî-sebeb niçeleri oldı ‘adüv Eylediler benüm üstüme gulüv
257 Cühelâdan niçesi fevka’l-had
Ehl-i ‘irfâna ider bugz u hased
258 Ne kadar eyleseler bugz-ı ‘azîm Dergehüñde kuluña yokdur bîm
10a 259 Ben tevekkül idüp Allâha müdâm
Dergeh-i ‘adlüñe geldüm nâ-kâm
260 Her tarîk ile ki ben ma’zûram Lutfuñ ümmîdi ile mesrûram
261 Oldı ihvân cevâsîs-i ‘uyûb
Bendeñi kılma bu kavme maglûb
262 Ne zamânuma ne hod zâtuma bak Ne kemâliyle mübâhâtuma bak
263 Bendeñi eyle çerâg-ı rûşen
Nâ-murâd olmaz o dergâha gelen
Tuhfetü’l-Hükkâm 109
264 Dest-i lutf ile beni kıl infâk Mansıba yog ise ger istihkâk
265 Şimdi hâtırda budur endîşe
Gel eyâ fâzıl-ı himmet-pîşe
266 Ol beyâz eyledügüm Şeh-nâme Mu’teber nazm ile Nusret-nâme
267 Ola manzûr-ı cenâb-ı şâhî
Ber-murâd ide bu devlet-hvâhı
268 Ya ‘ulûfe ya ze’âmetle hemîn Ola ihsân-ı şeh-i Cem-âyîn
269 Himmet eylerseñ eger kâbildür
Kime sordumsa dimez müşkildür
270 Lutf iderse şeh-i rub’-ı meskûn Bu ri’âyet çün olupdur kânûn
271 Oldı şâha bu ‘atâ şey’-i kalîl
Lîk lâzım anı bu hayra delîl
272 Var iken bâb-ı re’îsü’l-’ulemâ
Gayrı dergâha yüz urmak ne revâ
273 Ni’am-ı lutfı cihâna mebzûl Hâşe li’llâh ki seni ide melûl
274 Bu cihân halkına lutf eylerken
Seni itmez mi çerâg-ı rûşen
Tuhfetü’l-Hükkâm 110
275 Lutf u ihsân ile oldı ma’rûf
Hâlüñe eyledi tahsîl-i vükûf
10b 276 Seni agyâr ile ol bir görmez Gayrı kapulara yüz[üñ] sürmez
277 Bilüp ahvâlüñi54 eşrâf-ı kibâr
Nâ-murâd itmek olur anlara ‘âr
278 Saña lutf eyler ise ma’bûduñ Bir kelâm ile olur maksûduñ
279 ‘Avniyâ niçeye dek tûl-i emel
Kendü haddüñ bil ‘abe・ söyleme gel
280 Dâ’im Allâha tevekkül eyle Gam yime sabr u tahammül eyle
281 Ṣabr idüp olma umûruñda ‘acûl
Eylemez Hak seni mahzûn u melûl
Makâle-i Râbi’a Bi’l-Fi’l Vilâyet-i Anatol Kâdî-’askeri Olan A’lem-i ‘Ulemâ-i ‘İzâm Ekrem-i Fuzalâ-yı ‘Âli-Makâm Fâzıl-ı Fezâ’il-i ‘İrfân Kâmil-i Şemâ’il-i ‘İhsân Ser-dâr-ı Selâtîn-i Sikender-Tüvân Ser-dâr-ı Mehârîm Nâdirü’l-Akrân Hediyye-i Sübhân Atiyye-i Rahmâni’l-Müstagnî ‘Ani’l-Vasfı ve’l-Beyân
54 277a aḥvâlüñi: aḥvâlini S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 111
‘Abdü’l-’azîz Efendi Hazretlerinüñ Tavsîf-i latîfleridür
282 Râbi’an bahr-i ‘atâ ‘Abd-i ‘Azîz
Ol dahi fazl ile şöhret-âmîz
283 Gül-i gülzâr-ı şeri’at oldur Bülbül-i bâg-ı fazîlet oldur
284 Halk olaldan berü bu çarh-ı kebûd
Gelmedi ‘âleme bir böyle vücûd
285 ‘İlm ü fazl ile bulupdur şöhret ‘Ulemâ içre sezâ-yı ‘izzet
286 Oldı bu ‘izzet ü rif’at ile ol
Kâdî-i ‘asker-i mülk-i Anatol
11a 287 Hâline göre kuzât u hükkâm Oldılar vâsıl-ı maksûd u merâm
288 Kim gelüp eylese maksûdını ‘arz
Ber-murâd itmek olur kendüye farz
289 Olıcak lutf u kerem böyle gerek Görmedi nev’-i beşer şimdiye dek
290 Gâ’ibâne idüp evsâfını gûş
Şevk ile bahr-sıfat kıldum cûş
291 Bir kasıd ile varup bî-icmâl Aglayup kıldum aña ‘arz-ı melâl
292 Bilmedin baña terahhum kıldı
Tuhfetü’l-Hükkâm 112
Tesliyet birle tekellüm kıldı
293 Hasb-i hâlüm birez itdüm teblîg Kılmadı lutf ile ihsânı dirîg
294 Dest-gîr olsa n’ola bendesine
İltifât eylese efkendesine
295 Âsitânında idüp bende-i hâs Fakrdan eylese mansıbla halâs
296 Var liyâkat kulına ihsâna
Degülem ol kapuda bîgâne
297 Var ümîdüm ki himâyetler ide Baña hâlümce ri’âyetler ide
298 Her kesüñ hâsıl iken me’mûli
Nâ-murâd ide mi hîç ben kulı
299 Degül ol kâbil-i medh ü ta’rîf İhtisâr it sözi ey ‘abd-i za’îf
300 Dâ’î-i devleti ol subh u şâm
Tâ ki hâsıl ola maksûd u merâm
Bakıyye-i Edâ ki Der-Vasf-ı Cemîl-i Birâder-i Kih-ter Hvâce-Zâdegân-ı Lâzımu’t-Tebcîl A’nî Ṣâlih Efendinüñ Tavsîf-i Bî-’Adîlleridür
301 Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-edâ Turma kıl yine ser-âgâz-ı ・enâ
11b 302 Ah-i kih-terleri Ṣâlih Çelebî
Tuhfetü’l-Hükkâm 113
Niçe vasf idem o ‘âlî-lebeni
303 Hûb ahlâkı vü iz’ânı latîf Vasfa kâbil degül ol zât-ı şerîf
304 Vechi var kılsam aña ‘arz-ı hulûs
Lutf u ihsânı fakîre mahsûs
305 Bunca yıl anlara olan üstâd Kıldı çün kim bu fakîri dâmâd
306 Fazl ile şöhreti var dünyâda
Filbe müftîsi o Ṣarrâf-zâde
307 Dâr-ı ‘ukbâya çü rıhlet itdi Bu sözi baña vasiyyet itdi
308 Didi var sür yüzüñ ol dergâha
Ki pür oldı keremi efvâha
309 Umaram kim o mehâdîm-i kirâm Hâtırıyçün ideler lutf-ı tamâm
310 Aradan geçdi bu deñlü meh ü sâl
Olmadı gerçi mülâkâta mecâl
311 Şimdi lutf u kerem itseñ demidür Kıl şefa’ât kuluña mevsimidür
312 Mâ-sadakdur bu mahalde Çelebî
Ma’nî-i “el-veledü sırrı ebî”55
313 Beni bir mansıb ile eyleñ şâd 55 “Oğul babaya çeker.”
Tuhfetü’l-Hükkâm 114
Tâ ri’âyet ola hakk-ı üstâd
314 Ben o dergâha çün oldum mensûb Olam a’dâya revâ mı maglûb
315 Virdi hussâd elemi tab’a fütûr
Komadılar baña bir lahza huzûr
316 Baña bir mansıbı çok gördiler Ta’n u teşnî’ ile öldürdiler
317 Şehd-i ‘irfânumı görüp her kes
Üşdiler başuma mânend-i meges
318 Nîze-i nazmu[mı] görmez düşmen Oldum a’dâ gözine şimdi diken
12a 319 Gerçi bir ‘abd-i hakîrem ammâ
Oldum ‘irfânum ile mü・te・nâ
320 Biñde bir kulına olur ancak Bu şekil nazm ile bahşâyiş-i Hak
321 Kılmaga vâki’-i hâlüm ta’rîf
Tercemândur baña bu nazm-ı latîf
322 Ka’r-ı deryâda olan gevher-vâr Kıymetüm añlayamaz her hâs u hâr
323 Korkaram ben kulın ol eşref-i nâs
Bilmeyüp eyledi agyâra kıyâs
324 Var ümîdüm ki olup feth-i bâb Bâ’i・-i şöhret ola işbu kitâb
Tuhfetü’l-Hükkâm 115
325 Lîk bunuñla mübâhât itmem Süfehâ gitdügi yola gitmem
326 ‘Arz-ı hâl eylemedür maksûdum
Açılup tâli’-i nâ-mes’ûdum
327 Medh olan bunca mevâlî-i kibâr Bileler derd-i dili bir mikdâr
328 Bulına ya’nî ki bu derde ‘ilâc
Olmayam gayrı kapuya muhtâc
329 ‘Avniyâ himmetüñi eyle bülend ‘Avn-i Hakk ile olursın hursend
330 Kıl tevekkül yüri Allâha müdâm
Kona bir gün ele şâh-bâz-ı merâm
331 Olan ol rûz-ı ezelde kısmet Vâsıl olur saña hep bî-minnet
332 İhtisâr it sözi uzatma henûz
Başla var hayr du’âya şeb ü rûz
333 Yâ İlâhî bu mehâdîm-i kirâm
Olalar ‘izz ü sa’âdetde müdâm
334 Dilerüz her birine Rabb-i celîl Vire tâ haşre degin ‘ömr-i tavîl
Tuhfetü’l-Hükkâm 116
335 Bu hakîre olup anlar meyyâl Hâkden ref’ ideler sâye-mi・âl
12b 336 Budur ancak garazum dünyâda
Beni gâlib ideler hussâda
337 Ya’nî ‘âlî-nazarı rûz u şeb Şeref ü ‘izzetüme ola sebeb
338 Virdi te’lîfüme evsâfı 56 şeref
Hâk-i pâyine olınca muthaf
339 Nazar-ı lutfını57 kılmaya dirîg Belki ihsâna ide sa’y-ı belîg
340 Çünki evsâfına yokdur encâm
Hasb-i hâli birez eyle i’lâm Makâle-i Hâmise Sultânü’ş-Şu’arâ Bürhânü’l-Fuzalâ Muktedâ-yı Şu’arâ ve Bülegâ-i Memleket-i Rûm Olan Abdü’l-Bâkî Merhûm Bu Hakîruñ Ser-Encâmın İ’lâm u İfhâmdur
341 Ey dil olmak diler iseñ üstâd
Dâ’im üstâduñı kıl hayr ile yâd
342 Hayr ile yâd iden üstâdını hep Kişinüñ ‘izzetine olsa sebeb
343 Ya’nî ol Bâkî Efendi merhûm
56 338a evṣâfı: evṣâfını S. 57 339a luṭfını: luṭfuñı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 117
‘İlm ü ‘irfânda nazîri58 ma’dûm
344 Meclis-i ‘ilm ü hüner sâkîsi Şu’arâ-yı selefüñ Bâkîsi
345 Eyledi dâr-ı bekâya rıhlet
Rûhına ola Hudâdan rahmet
346 Şu’arânuñ ol idi sultânı Haşre dek şimdi turur dîvânı
347 Nazmına halk-ı cihân ‘âşıkdur
Medh olursa ne kadar lâyıkdur
348 Var durur dünyâda çok â・ârı Lîk meşhûr olan eş’ârı
349 Anuñ eş’ârı olup sihr-i helâl
Eyledi halk-ı cihânı meyyâl
13a 350 Şeyh Sa’dî vü Nizâmî Câmî Her ne kim var şu’arâ aksâmı
351 Rûma Bâkî gelicek darb-ı dest
Câm-ı nazmı bularuñ buldı şikest
352 Bu selâset bu letâfet bu edâ Dâd-ı Hakdur aña bî-çün u çirâ
353 Şu’arâdan aña beñzer bir er
Gelmedi Rûma ve hem gelmeyiser
354 Şu’arâ hayline ser-defter iken 58 343b ʿirfânda naẓīri: ʿirfân u naẓarı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 118
Yâ’nî kim böyle suhan-perver iken
355 İtmedi kimse kemâlin ma’lûm Bildi Ṣultân Süleymân merhûm
356 Didi bu gevher-i nâ-yâb ancak
Lâyık-ı meclis-i ahbâb ancak
357 Ol suhan-perveri ihyâ kıldı Hünerin ‘âleme ifşâ kıldı
358 Kîmyâdur nazar u himmet-i şâh
Baksa sîm ü zer 59 olur hâk-i siyâh
359 Bâkîye ol şeh-i ferhunde-hısâl İltifât itdi virüp mansıb u mâl
360 Ṣoñra her bir şeh-i ‘âlî-himmet
Kıldılar Bâkîye küllî ragbet
361 Kadri günden güne efzûn oldı Meh-i nev gibi kemâlin buldı
362 İki üç def’a sa’âdetle meger
Oldı Rûm iline kâdî-’asker
363 Pîrlik kıldı mizâcın tahrîf Ol[ma]dı hidmet-i fetvâ teklîf
364 Nazm ile şâh-ı cihâna her bâr
Pîrlik ‘özrin ider idi iş’âr
365 Eyledi çünki ecel câmını nûş 59 358b zer: zere S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 119
Bülbül-i ‘âlem iken oldı hamûş
366 Mazhar-ı rahmet-i Rahmân olsun Hûr u gılmân ile mihmân olsun
13b 367 Eylesün Hazret-i Hak rûhını şâd
Budur el-hâsılî maksûd u merâm
368 Aña mâ’il idi bu tab’-ı bülend Giderek oldum aña dânişmend
369 Hidmetinde olup anuñ niçe yıl
Eyledüm ‘ilm ü ma’ârif hâsıl
370 Kâdî-’askerken idüp istihdâm Eyledi ba’zı diyârda kassâm
371 Dahi rûz-nâmçecisi olmış idüm
İltifâtını tamâm bulmış idüm
372 Eyleyüp cân ile her hidmetini Ṣoñra aldum Filibe kısmetini
373 Yañılup kendüme çok iş itdüm
Çünki merhûm yanından gitdüm
374 Akribâdan yine bir kâdî-i şûm Bu şerefden beni kıldı mahrûm
375 Beni isterdi mülâzım ide ol
Vaz’-ı makbûlüm idüp ol medhûl
376 Hak bilür ben degül idüm râzî Olan ol Kuds-i şerîfe kâzî
Tuhfetü’l-Hükkâm 120
377 Nâmı ol zât-ı şerîfüñ Ahmed İltimâsını anuñ kılmaz red
378 Dökmeci (?) başınuñ ol dâmâdı
Baña lutf ile ider imdâdı
379 Aña tevcîh olıcak Kuds-i şerîf Oldı kânûn alınur üç (?) şerîf
380 Bâkînüñ kendü rızâsıyla hemîn
Beni kıldı o mülâzım ta’yîn 381 Bâkî merhûm yine itdi kayd Aña hep vâkıf olup ‘Amr ile Zeyd
382 Geldi mürde60 haberi çün[ki] anuñ
Gitdi Bâkîsi kaçan dünyânuñ
383 Vâkı’-ı hâli didüm monlâya Dâhil olmak diledüm mevtâya
14a 384 Gayrılar baña mu’ârız oldı
Bu haber gûşına halkuñ toldı
385 Ṣoñra ol fazl u kerem kânı61 Kâdî-i ‘asker-i Rûm İbn-i ahî
386 Bildi derd-i dili dermân itdi
Baña bir medrese62 ihsân itdi
60 382a mürde: müjde S. 61 385a Mısra vezne uymamaktadır. 62 386b medrese: medrese-i S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 121
387 Çünki bu lutf u kerem kıldı zuhûr Ṣılaya gitdüm o yılda mesrûr
388 Varıcak anda te’ehhül kıldum
Rızk içün Hakka tevekkül kıldum
389 Geçdi bu hâlet ile bir iki yıl Oldı ahvâl-i ma’âşum müşkil
390 Deyne girdüm yine mahzûn u melûl
Meskenüm oldı yine İstanbul
391 Meger ol fâzıl u ‘allâme-i Rûm Ya’nî kim Es’ad Efendi mahdûm
392 Kıldı Kurşunlı kazâsın ihsân
Der-’akab mâ-melek oldı tâlân
393 Baña yâr oldı çün [ol] tâli’-i bed Maraz-ı fakr ise oldı müşted
394 Ṣılada hâsıl idüp haylî düyûn
Mansıbuñ zabtına gitdüm mahzûn
395 Varup itdüm aña kat’-ı menzil Mansıbuñ olmadı zabtı kâbil
396 Yine ser-dâr elemin yâd itdüm
‘Âkıbet ‘azm-i Beligrad itdüm
397 Fakr ile mübtezel ü âvâre ‘Arz-ı hâl itdüm o dem ser-dâra
Tuhfetü’l-Hükkâm 122
398 Merhamet kılmadı hâlüm bildi Tezkireciye havâle kıldı
399 Yüzüme bakmadı ibni vildân
Ṣaldı ferdâya beni niçe zamân
400 Ṣatdı mansıbları pulluk pulluk Cânuma geçdi benüm ma’zûlluk
14b 401 Yog idi virmege zehr-i kâtil
Bir kazâ virdi baña bî-hâsıl
402 Bulmadum anda varup şedd-i ramak Geçdi gurbetde zamânum ancak
403 Çünki açılmadı bu baht-ı siyâh
Oldı63 dil âteş-i fakr ile tebâh
404 Dâr-ı gurbetde zelîl ü nâ-kâm Geçdi bir niçe şühûr u eyyâm
Makâle-i Sâdise Bu Hakîr ü Kesîrü’t-Taksîrüñ Mansıb-ı Kazâ Sevdâsıyla Mübtelâ-i Gam u Derd-i Kesîr ve Mürûr-ı Eyyâm u Şühûr ile Bu Tarîkden Min-Ba’d Behre-gîr Olmadugumdan Mâ-’adâ Ta’n u Teşnî’-i A’dâ Sebebiyle Bakiyye-i Hasb-i Hâl-i Pür-Melâli Nazm u Ne・r ile İmlâ vü İnşâ Bu Tarîk ile Mâcerâ-[y]ı İnhâ Eyler
405 Kime kim tâli’-i sa’d64 olmaya yâr 63 403b Oldı: Olmadı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 123
Anuñ ahvâli olur hep düşvâr
406 Sîm ü zer alsa ele toprak olur Kadri her yirde anuñ alçak olur
407 Acır iseñ acı ol bî-mededi
Ki anuñ olmaya hergiz senedi
408 Çekme gel mansıb içün sa’y u emek Yog ise sîm ü zerüñ arka gerek
409 Kime kim olmaya ‘âlemde zahîr
Olur ol bencileyin hvâr65 u hakîr
410 Bu felâketle geçüp ‘ahd-i ba’îd Çıkdı Rûm iline ser-dâr-ı cedîd
411 Fakr u fâkayla yine bî-mâye
Vardum aglayı Murâd Paşaya
412 Bakmadı ol dahi aslâ yüzüme İ’tibâr itmedi ya’nî sözüme
15a 413 Geldi tezkireci oldı çeşmi
Ṣûret ugrusı o Tañrı hışmı
414 Rişvete meyl idüp ol gayretsüz Virmedi mansıbı hîç rişvetsüz
415 Vaz’ı mekr ü hîle66 ol türk-i denî
Görecek gözleri yog idi beni
64 405a saʿd: bed S. 65 409b ḫvâr: ḫor S. 66 415a ḥīle: hele S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 124
416 Ber-murâd oldı çogı yârânuñ Nazarı olmadı baña anuñ
417 Gördi rahm itdi baña defter-dâr
Oldı telhîs-i Trebçe nâ-çâr
418 Anı tebdîl ile kıldukda kabûl Gitdi nem var ise harc-ı ma’kûl
419 Bu felâket ile ‘avdet itdüm
Mansıba togr[u] çeküldüm gitdüm
420 Zorbâ esbâbumı soydı ne ki var Bir iken mihnet ü gam oldı hezâr
421 N’eyledi gör baña bu baht-ı siyâh
Zabt olınmadı o mansıb âgâh
422 Anda cem’ olmag ile üç kâzî Birisi olmadı ‘azle râzî
423 Âsitâne tarafı oldı kavî
Oldı ol hâdim-i şer’-i nebevî
424 Derd-i ‘azle arayup bir çâre Yine gitdüm çekilüp ser-dâra
425 Esb-i maksûdum ‘özr-i leng itdi67
Yele yalayalı kuyruk gitdi
426 Fakr u fâkayla varup niçe zamân 67 425a Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 125
Eyledüm şehr-i Beligradı mekân
427 Aglayup derd-i dili ‘arz itdüm Ehl-i diller revişine gitdüm
428 Fakruma vâkıf olınca zaleme
Beni suhriyye kılup bir kereme
429 Oldılar ya’nî fakîre düşmen Şerhe kâbil degül anda çekilen
15b 430 Çekmedi bu elemi hidmetkâr
Niçe esbâbum ile kıldı firâr
431 Nâ-gehân düşdi Srişnik mahlûl Eyledüm anı zarûretle kabûl
432 Bir yaña yok virecek harc-ı berât
Varsañ ol mansıba yok anda ・ebât
433 Çünki ol mansıba oldum dâhil Zabt u rabtında olup müsta’cil
434 Agladum anı görince nâ-çâr
Ol kazâda dahi üç kâdî var
435 Ugradum yine ‘aceb gavgâya Yine geldüm çekilüp paşaya
436 Kâdî-’askerden alan zabt itdi
Beni bu gurbet ü gam incitdi
437 Şükrdür zâhir işi nâ-çâruñ Yine düşdüm yanına ser-dâruñ
Tuhfetü’l-Hükkâm 126
438 Menzile varmaga sür’at itdüm Vatana togru çekildüm gitdüm
439 Hâsılı fakr ile mahzûn u melûl
Eyledüm Filbe diyârına nüzûl
440 Bir yaña hüzn [ü] gam-ı ehl ü ‘ıyâl Bir yaña ta’n-ı ‘adû virdi melâl
441 Geldi deyn isteyi erbâb-ı düyûn
Az kaldı ki idem ‘arz-ı cünûn
442 Bilmeyen sandı gider mahlûla Yine ‘azm eyledüm İstanbula
443 Turmadum n’eyledüm ise itdüm
Âsitâneye çekildüm gitdüm
444 Bu gam u derd ile mahzûn u melûl Eyledüm çünki Sitanbula nüzûl
445 Anda yanumca giden hidmetkâr
Atum esbâbum alup itdi firâr
446 Nâ-gehân mâluma geldi bu ziyân Aradum turdum anı niçe zamân
16a 447 Buldılar gayrıları matlûbın
Aldı ser-dârı olan mektûbın
448 Mansıba gitdi safâlar sürdi Beni bu mihnet ü gam öldürdi
Tuhfetü’l-Hükkâm 127
449 Ṣabr ile ba’de mürûru’l-eyyâm Yitişüp mîve-i maksûd-ı merâm
450 Hazret-i Hakdan ‘inâyet oldı
Ṣabr ile def’-i kasâvet oldı
451 Vakt-i es’adda meger kim bir rûz Açılup gün gibi baht-ı fîrûz
452 İnkisâr ile varup dîvâna
‘Arz-ı hâl itdüm o ‘âlî-şâna
453 Eyledüm pây-ı şerîfin takbîl Gördi rahm eyledi ol zât-ı cemîl
454 Fakrdan eyledüm aña şekvâ
Virdi ol dem bir avuç akça baña
455 Didüm ey efdal-i eşrâf-ı ‘ibâd Bir kazâyile kuluñ kılsañ şâd
456 ‘Arz-ı hâl idüp aña şâm u seher
İltifâtına olurdum mazhar
457 İntizâr üzre iken subh u mesâ Geldi irdi giderek vakt-i kazâ
458 Âşikâr oldı bu sırr-ı mübhem
Geldi yaklaşdı kazâ-i mübrem
459 Mansıba oldugumı gördi harîs Bernevarı baña kıldı telhîs
Tuhfetü’l-Hükkâm 128
460 Maraz-ı gam yine olup müşted Oldı nâ-gâh mekânum ser-had
461 Bir yañadan irişüp vakt-i şitâ
Hadden efzûn olur anda belâ
462 Başdan aşdı yine erbâb-ı düyûn Çeküp endûh u belâ gûn-â-gûn
463 Niçe derd ü gam ile ve’l-hâsıl
Giderek mansıba oldum dâhil
16b 464 Mansıbuñ sorar mısuñ fâ’idesin Saña nakl eyleyeyin ‘â’idesin
465 Anda yeksân görinür sûd u zarar
Bir sicill olmaz anuñ hefte geçer
466 Bir palankanuñ içinde neferât Cû’ u zilletle geçürür evkât
467 Anda kâdî bogazın besleyemez
Görmeyince kişi vasfın diyemez
468 Beş on ay anda olup subh u mesâ ‘Öşrini idemedüm deynüñ edâ
469 ‘Âkıbet n’eyledüm ise itdüm
Budine togru çekildüm gitdüm
470 Hasb-i hâlüñ yazup ey’ abd-i za’îf Eyle bir hûb kitâbı tasnîf
Tuhfetü’l-Hükkâm 129
471 Nazar idince kibâr-ı ‘ulemâ İdeler hüccet-i zâtuñ imzâ
Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm u Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-i ‘İlme ‘Âzim Old[uklarıdur]
472 Bir zamân Filbe diyârını meger Terk idüp kılmış idüm ‘azm-i sefer
473 Gâh İstanbula geh ser-dâra
Tâkatüm kalmadı vara vara
474 Bu tarîk ile gezüp haylî zamân Beni kılmışdı felek ser-gerdân
475 Kevkeb-i bahtum iderken tevbîh
İrdi biñ on yediye çün târîh
476 Hikmet-i Hakk ile ol e・nâda ‘Azl ile olmag ile âzâde
477 Kalmadı milket-i68 ser-hadde yirüm
Budin iklîmine düşdi seferüm
478 ‘Azl ile ‘âlem olup başuma teng Tâli’-i nahs ile eylerdüm ceng
479 Yâr olmamag ile tâli’-i dûn
Mihnet-i dehri çeküp gûn-â-gûn
68 477a milket-i: memleket-i S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 130
17a 480 Olmış idüm yem-i derd ü gama gark İdemezdüm69 giceden gündüzi fark
481 Bilmeyen kimse iderdi bühtân
Beni añlardı ki mest ü hayrân
482 Kâmet70 olsa irişüp vakt-i namâz Nâleye eyler idüm ben âgâz
483 Sünnet-i zuhra ger itsem niyyet
Hâtırumda yog iken cem’iyyet
484 Öyleye kılsa mü’ezzin kâmet Ben ikindüye iderdüm niyyet
485 Bilmez idüm71 ne kırâ’at itdüm
Zuhra mı ‘asra mı niyyet itdüm
486 Yirini bulmayup erkân-ı salât Rûz u şeb böyle geçerdi evkât
487 Yog idi Hâlika lâyık ‘amelüm
Çog idi hâsılî tûl-i emelüm
488 Ya’nî kim gâlib idi nisyânum Oldı nisyâna sebeb ‘isyânum
489 Dir idüm aglayup ey Hudâ72
Neye müncerr ola73 hâlüm ‘acebâ
69 480b İdemezdüm: İdemezem S. 70 482a Ḳâmet: Tâ mest S. 71 485a Bilmez idüm: Bilmezdüm S. 72 489a Mısra vezne uymamaktadır. 73 489b ola: olur S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 131
490 Bir yaña tûl-i emel hırs-ı dırâz Kime varup ideyin keşf-i râz
491 Bir yaña nâvek-i bühtân-ı hasûd
Bir yaña bâb-ı murâdum mesdûd
492 Bir yaña derd ü gam-ı ke・ret-i deyn Bir yaña ta’n-ı ‘adû ‘ırzuma şeyn
493 Bir yaña âteş-i fakr u fâka
Bir yaña yok ‘amelüm Hâllâka
494 Bir yaña hecr ü gam-ı hvîş ü tebâr Tatlu cânumdan idüpdür bî-zâr
495 Bir yaña hecr ü gam-ı ehl ü ‘ıyâl
Bir yaña havf-ı Hudâ-yı müte’âl
496 Kangı birin diyeyüm mihnet çok Şerh ü tahrîre anı hâcet yok
17b 497 Çarha irişmiş idi feryâdum
Aglamak olmış idi mu’tâdum
498 Dileyüp Hakka münâcât müdâm Dir idüm aglayup ey Rabb-i enâm
499 Niçe sabr eyleyeyin hâl harâb
Çekdügüm mihnete yok hadd ü hisâb
500 Gayrıya mansıb olur dâfî’-i gam Baña ammâ ki kazâ-i mübrem
Tuhfetü’l-Hükkâm 132
501 İki üç def’a ki kâzî oldum Çekilen mihnete râzî oldum
502 Teng olup başuma bu mülk-i cihân
Olmışam fakr ile mezmûm-ı mihân
503 Mihnetüm artuk olup rûz-be-rûz Hîç açılmadı bu baht-ı fîrûz
504 Bilmezem aslı nedür şimdiye dek Dogmadı74 kutb-ı murâdumca felek
505 Gayrıya mihr [ü] vefâlar eyler
Baña her gûne cefâlar eyler
506 Çok zamândur ki tahammül kıldum Fikr idüp şimdi ta’akkul kıldum
507 Gezerin bunca zamândur nâ-kâm
Gelmedi hâlüme el-kıssa nizâm
508 Oldum ahvâl-i kazâya nâzır Fukarâ çogı perîşân-hâtır
509 Ek・erî bencileyin müflis ü ‘ûr
İhtiyâc ile ider ‘ömri mürûr
510 Lâ-mekân olup ider geşt ü güzâr İdemez su gibi bir yirde karâr
511 Görmege ehl ü ‘ıyâlin hasret
İşleri güçleri fakr u zillet
74 504b Doġmadı: Doġdı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 133
512 Mansıb alınca geçer bir niçe yıl Alsa zabtında olur lâ-ya’kıl
513 Tecribem geçdi niçe def’a aña
Niçe kez başuma geldi bu belâ
18a 514 Bu tarîkuñ olıcak pâ-mâli Sa’y idüp kâle getürdüm hâli
515 Eyledüm kendüme ol demde hitâb
Didüm ey gâfil [ü] ser-mest ü harâb
516 Ne durur mansıb-ı dünyâ didügüñ Bî-bekâ mansıb içün gam yidügüñ
517 Bilmedüñ mi75 çü fenâdur bu cihân
Meyl ider mi aña hîç ‘aklı olan
518 ‘Ukalâya bu cevâb-ı şâfî Olısar genc-i kanâ’at kâfî
519 Haşre dek dirseñ ola nâmuñ ad
Eyle var gülşen-i nazmı âbâd
520 Şu’arâdan bu cihânda niçeler Nazm u ne・r ile e・erler kodılar
521 Ki olur nâmları hayr ile yâd
Kıla Hak cümlesinüñ rûhını şâd
522 Sen de var nazm ile ey ‘Avnî-i zâr Eyle ahvâl-i kuzâtı iş’âr
75 517a Bilmedüñ mi: Bilmedüñ âḫir S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 134
523 Evvelâ medh-i mevâlî kılduñ Suhanuñ kasrını ‘âlî kılduñ
524 ・âniyen hâl-i kuzâtı bir bir
Getürüp nazma vü eyle tahrîr
525 ‘Ulemâdan olanı medh eyle Cühelâdan olanı kadh eyle
526 Vâkı’-ı hâli yazup bir mikdâr
Eyle var ‘arza-i eşrâf-ı kibâr
527 Ser-güzeştini yazup hükkâmuñ Sen dahi hayr ile añdur nâmuñ
528 Yañılup eylemez iseñ tasdî’
Belki eşrâf-ı kibâr ola şefî’
529 Ehl-i diller nazar idüp her çend Hak-şinâs olan ide belki pesend
530 Saña tâ ki76 ‘ulemâ ragbet ide
Hâlüñe vâkıf olup şefkat ide
18b 531 Ele kâgıd kalem alup nâ-gâh Başladum nazma hemân bi’smi’llâh
532 İstihâreyle tefe’ül kıldum
Dergeh-i Hakka tevekkül kıldum
533 Olıcak kalbüme Hakdan ilhâm Eyledi Tuhfe-i Hükkâm aña nâm
76 530a tâ ki: nâ-geh S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 135
534 Başladuñ gerçi ki bu nazma dilâ Seni ilzâm ide şâyed ‘ulemâ
535 Sen de fikr it hele bî-lâf u güzâf
Sözüñe ragbet ider mi eşrâf
536 Bu mübâhâtı koyup haddüñi bil Saña düşmez bu mübâhât ey dil
537 Sende ol deñlü bîzâ’a yokdur
‘Ulemâdan aña kâdir çokdur
538 Var iken nazma kemâl-i kudret Birisi kılmadı aña cür’et
539 Zerrece yokdur aña inkârum
Bilürem gerçi ki ben mikdârum
540 Ma’rifet bahrine olup gavvâs Bulımazdum bu kadar cevher-i hâs
541 Haberüñ togrusı budur ammâ
Kılmasunlar zurefâ haml-i riyâ
542 Tab’uma lâ’ih olurdı bî-reyb Ögredürdi sanasın hâtif-i gayb
543 Yog idi nazma benüm mikdârum
Bir kitâbdı [benüm] ancak kârum
544 Sözüme vâkıf olur ehl-i kemâl Bu me・eldür ki yok elçiye zevâl
Tuhfetü’l-Hükkâm 136
545 Bu makâlât-ı sa’âdet-encâm ‘Avn-i Hakk ile bulınca itmâm
546 Dilerem senden eyâ Rabb-i Vedûd
Nazır olmaya aña çeşm-i hasûd
547 Kej nazar idenüñ ey Rabb-i Gafûr Dîdesi ola mekânından dûr
548 Sehv ile var ise de anda kusûr
Ehl-i insâf anı tutsun ma’zûr
19a 549 Nazm u inşâda bulurlarsa hatâ ‘Afv ide anı kibâr-ı ‘ulemâ
550 Bu kitâbum iricek encâma
Tuhfe-i nev ola hâss u ‘âma
551 Yâd olup hayr ile nâmum mutlak Garazum rahmet-i Hakdur ancak
Makâle-i Sâbi’a Kuzât-ı Enâm u Vülât [ü] Hükkâm Kazâya Rızâ Virüp Tarîk-ı ‘İlme ‘Âzim Olduklarında Mülâzım Olınca Evvel Çekdikleri Zahmet 77 ü İntizârı İş’ârdur78
552 Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-kelâm
Eyle ahvâl-i kuzâtı i’lâm
77 zaḥmet: raḥmet S. 78 işʿârdur: ez- şiʿârdur S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 137
553 ‘Ulemânuñ şerefin yâd eyle Dil-i gam-dîdemüzi şâd eyle
554 Eyledüñ medh-i mevâlîyi tamâm
Niçedür hâl-i79 kuzât u hükkâm
555 Bildür anı dahi i’lâm eyle Vâkı’-ı hâl-i yâr u ikdâm eyle 80
556 Gâlibâ şimdi kuzât u hükkâm
Oldılar haylîce maglûb-ı ‘avâm
557 Bunlaruñ hâli dîger-gûn oldı Bî-kes olan katı mahzûn oldı
558 ‘Ulemânuñ ne ‘aceb tâli’i dûn
Cühelânuñ şerefi gûn-â-gûn
559 Ehl-i diller bu sözi söylerler Ka’r-ı deryâda dürer cîfe zeber
560 Yine göstermeye mir’ât-ı felek
‘Adl ü dâduñ yüzini şimdiye dek
561 Aña ba’i・ ne durur eyle beyân Bilmeyenler kıla tâ kim iz’ân
562 Kat’ idem kişi diyü pâyesini
Cerh ider ‘ömr-i girân-mâyesini
19b 563 ‘İlme şugl eyleyüp ol şâm u seher Nakdînesin81 hep aña sarf eyler
79 554b ḥâl-i: ḥâli S. 80 555b Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 138
564 Hâsıl idince mebânî-i ‘ulûm
Nâr-ı fakr ile yanar niteki mûm
565 Ne ise cümle-i ‘ilm-i şer’î Tab’-ı pâküñde olur hep ber’ î
566 Olsa bir mes’ele82 fethe muhtâc
Ol mahallinde ider istihrâc
567 Çalışup bunca meh ü sâl o fakîr ‘İlm-i şer’îden olur cümle habîr
568 Ṣubha dek bir gice mânend-i nücûm
Uyumaz eyler o tahsîl-i ‘ulûm
569 Kendüye himmeti olursa bülend İsteyen kişi olur dânişmend
570 Varup İstanbula eyler hareket
Ders okınur kanda k’ola cem’iyyet83
571 Ol tarîk içre olup çok menzil Niçe cem’iyyete olur dâhil
572 Gerçi kim ‘ilm ü hüner hâsıl ider
Fakr u fâka anı lâ-ya’kıl ider
573 İhtiyâc ile virür câna hırâş Muztarib eyler anı fikr-i ma’âş
81 563b Nakdīnesin: Nakdin ben S. 82 566a mes’ele: mes’ele-i S. 83 570b Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 139
574 Dâ’imâ ‘ömri felâketle geçer Gicesi güni riyâzetle geçer
575 Bekleyüp niçe mevâlî-i ‘ızâm
Medrese künci olur aña makâm
576 Ṣakalı yog iken anuñ agarur Dahi ol kendüsini tâze sanur
577 Bâr-ı mihnetle olur kâmeti ham
Olayın diyü mülâzım her dem
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “Yeşîbü [ibnu] Âdem ve yeşibbü fîhî hasletânı el-hırsu ve tûlu’l-emeli”84
578 Fakr u fâka cigerin hûn eyler
Gam u mihnet anı mahzûn eyler
20a 579 Ol tarîkuñ ne ise erkânı Getürür yirine bir bir anı
580 O murâdına irince her bâr
Gam ile ‘ömri geçer leyl ü nehâr
581 Tutalum işte mülâzım oldı Mansıb almak aña lâzım oldı
582 Gösterür çünki kazâya o rızâ
Medresedür yolı anuñ ya kazâ
583 Hevesi bu dil-i nâlânında 84 Hadis: Allah’ın Resulü –selam üzerine olsun- buyurdu: İnsan oğlu yaşlanır; ama onunla birlikte şu iki haslet genç kalır: hırs ve tükenmez arzu.
Tuhfetü’l-Hükkâm 140
Devleti bula kazâ yanında
584 Bu me・eldür ki dimişler ‘ukalâ
Kişi a’mâ olur irdükde kazâ
585 Her kim olursa kazâya râzî Hep gider85 zahmet-i hâl-i mâzî
586 Âtîye hâle ider gerçi nazar
Bu tasavvurdan ider çogı zarar
587 Gâyet az olur olursa mâ-beyn İder ‘azl ile mürûr-ı seneteyn
588 Ne kadar zahmet ise sabr eyler
Bu ümîd ile dile cebr eyler
589 Kasdı bu mansıba çün vâsıl ola Gide gam zevk u safâ hâsıl ola
590 Iztırârî heves-i mansıb u câh
Düşürür anı bu hırsa nâ-gâh
591 Kâdî-’asker kapusın rûz u şeb Bekler ol vird-i lisânı matlab
592 Bu mülâzımları bir tab’ı selîm
Cümle üç kısma kılupdur taksîm
593 Oldı bir sınfı anuñ lâgar u zerd Fakr u fâka ile olmış pür-derd
85 585b gider: giderür S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 141
594 Bulmayup kendüye cây-ı râhat
Za’f ile bî-meded ü bî-tâkat
595 Def’-i gam diyü86 yir afyon sıkılur Şöyle lâgar ki tokınsañ yıkılur
20b 596 Agniyâdan dahi bir sınfı hep
Cem’-i mâla çalışur rûz u şeb
597 Feth olup anlara bâb-ı tahsîl Eylemişler o ‘ulûmı tekmîl
598 Bulup anlar maraz-ı fakra ‘ilâc
Eylemiş her biri tahsîl-i mizâc
599 Oldı bir sınfı da mensûb-ı kibâr Bir mansıb[ı] alur senedi var87
600 Bezl ider mansıb içün mâl u menâl
Yüz tutar anlara ‘izz ü ikbâl 601 Ol iki sınfı kamu bî-gamdur
‘Azl ile nasbları tev’emdür
602 Kangı sınıfdan iseñ kendüñi bil Ṣınf-ı evvelde88 menem ve’l-hâsıl
603 Agniyâ zümresine yok sözümüz
86 595a diyü: diyüp S. 87 599b Mısra vezne uymamaktadır. 88 602b evvelde: evvelden S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 142
Fukarâ hâlini görse gözümüz
604 Hak söze merdüm iseñ gûş itseñ
Fukarâ hâtırını hoş itseñ
605 Anı iz’ân idemez her ahmak Fukarâ kalbi durur89 Ka’be-i Hak
606 Devlet [ü] zilleti viren Hakdur
Anı fehm eylemeyen ahmakdur
607 Aña rahm eyle ki nâ-çâr ola ol Fakr ile bî-kes ü bî-şkâr ola ol
608 Ṣabr ider fakrını halka diyemez
Şîşe-i ‘ırz u vakârın sıyamaz
609 Kalur elbette hicâb altında Gencdür san ki türâb altında
610 Sâye-veş hâk ile olur yeksân
Der-be-der şöyle gezer ser-gerdân
611 Âteş-i fakr anı niçe meh ü sâl Pûte-i mihnet içinde ide kâl
612 Fakr [anuñ] dûr ola yârânından
Bi’z-zarûrî usana cânından 21a Makâle-i ・âmine
Ehl-i İnsâf Hükkâm-ı Kirâm ve Kuzât-ı Enâm Hazretlerinden İ’tizâr-ı Mâ-lâ-Kelâm
89 605b ḳalbi durur: ḳalbidir S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 143
Eyleyüp Fî-Zamâninâ Anlara İsâbet İden Belâyâ vü Kazâyâ ki Cânibinden Menâsıb Virmekle Mansıblarında ・ebât u Devâm Olmadugın İ’lâmdur
613 Diñleñ ey zümre-i hükkâm-ı kirâm Ehl-i insâf-ı kuzâtü’l-İslâm
614 Vechi olmaya şu söz ki hâşâ
Ola ‘âkıl olana hâtır-sâ
615 Sizi tahmîk ise ger maksûdum Nâ-murâd ide beni ma’bûdum
616 Bî-sebeb siz baña düşnâm itmeñ
Bu söz ile beni ilzâm itmeñ
617 Söyledüñ sen bu makâlâtı sahîh Dimesünler zurafâ hem-çü melîh
618 Nazm u inşâya gelen tahrîrât
Olmadı kizb ü riyâ taksîrât
619 Anı te’lîfe çeküp bunca ta’ab Vâkı’-ı hâli beyân itdüm hep
620 Cümleñüzden bu durur hep me’mûl
‘Özrümi ehl-i kerem ide kabûl
621 Ya’nî el-kıssa bu cumhûr-ı kuzât Yek-be-yek cümle-i hükkâm ü vülât
622 Kâdîlık alsa gerekdür giderek
Çekmek ister aña da haylî emek
Tuhfetü’l-Hükkâm 144
623 Kâdî-’askerlere varmag ile El urup karşuda turmag ile
624 Vara gele usanup kapusına Tura tura yorılup tapusına
625 Fakr ile hâlüñ ola şöyle harâb
Ṣatmaduk kalmaya esbâb u kitâb
21b 626 Rûz u şeb eyleyesin sa’y-ı cemîl Âsitâneñ dahi idüp tekmîl
627 ‘Arz-ı hâl itmege ikdâm idesin
Hasb-i hâlüñ varup i’lâm idesin
628 Önine90 havf u recâyile varup Fakrdan haylî şikâyetler idüp
629 Aglayup hâlüñi ‘arz eyleyesin
Ser-güzeştüñ ne ise söyleyesin
630 Nazar eylerse de gâhî yüzüñe Mültefit olmaya çokluk sözüñe
631 Bâr-ı gam91 ide elif kaddüñi nûn
Giderek hâlüñ ola dîger-gûn
632 Mansıba vâsıl olınca her dem Çekmesin bir iki yıl derd ü elem
633 ‘Âkıbet mansıb alursın ammâ
90 Önine: Öñüne S. 91 631a Bâr-ı: Yâr-ı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 145
Geliser başuña biñ dürlü belâ
634 Giresin deyne niçe mihnetle Varasın mansıbuña devletle
635 Mansıbuñ olur ise bî-hâsıl
Olasın bu gam ile lâ-ya’kıl
636 Tutalum müddetüñ itdüñ tekmîl Bir iki akça idersin tahsîl
637 İtmeye ol dahi deynüñe vefâ
Çekdügüñ derd ü elem kala saña
638 Eyü olursa eger ol mansıb Çok olur aña bilürsin tâlib
639 Bir kavî kimse ala kâzîlıguñ
Yok durur gerçi aña râzîlıguñ
640 Bî-kes olmag ile sen ‘âlemde Olasın bunca belâ vü gamda
641 Seni ma’zûl ideler ya tebdîl
Müddetüñ kalmaga anda tekmîl
642 Zâhir ol mansıb olupdur mercûh Olasın bu gam ile sen mecrûh
22a 643 Ger kabûl eyler iseñ sen anı
Kazanursın bir iki ‘O・mânî
644 Yañılup varur iseñ İstanbula 92 92 644a Mısra vezne uymmamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 146
Anda ragbet mi olur ma’zûle
645 Sözüñi eyleyüp evvel ez-ber Varacaguñ yine kâdî-’asker
646 Diyesin nâle-künân hvâr93 u zelîl
Ne içün mansıbum itdüñ tebdîl
647 Ne durur cürmümi ben de bileyin Tâ ki anuñla tesellî olayın
648 Saña dir gerçi ki cürmüñ yokdur
Lîk ol mansıba tâlib çokdur
649 Kıldılar anı şefâ’at n’ideyin Kangısınuñ sözini redd ideyin
650 Bir kavî kimseye mensûb imiş ol
Kuvvet-i kâhiresiyle makbûl
651 Mansıbuñ eylediler aña murâd Virmeyüp idemedüm ben de ‘inâd
652 Hâsılî mansıbuñı virdüm aña
Bilürem gerçi zulüm oldı saña
653 Gayrısına seni itdüm tebdîl Müddetüñ eyle var anda tekmîl
654 İhtiyârî ya olursın ma’zûl
Ya varup mansıbuñı eyle kabûl
655 Böyle virince su’âl ile cevâb 93 646a ḫvâr: ḫor HS.
Tuhfetü’l-Hükkâm 147
Viresin âyîne-i fikrete tâb
656 ‘Azlden ise kılup re’y-i sahîh Mansıbı eyler iseñ sen tercîh
657 Varup ol mansıba dâhil olasın
Nukre tahsîline mâ’il olasın
658 Çünki ol mansıb ola bî-hâsıl Her ne deñlü olur iseñ ‘âdil
659 Bi’z-zarûre94 tama’-ı hâm idesin
Cem’-i mâl itmege ikdâm idesin
22b 660 Dimeyesin bu helâl ü bu harâm Ekl idüp vakf ile mâl-ı eytâm
661 Diyesin kimine resm-i kısmet
Nısf-ı mâlın alasın bî-minnet 662 Cem’ ola buncılayın mâl-ı habî・ Gûşuña girmeye âyât u hadî・
Kâle’l-lâhü ta’âlâ ve tebârek “Ve men lem yahküm bi-mâ enzela’l-lâhü fe-ülâ’ike hümü’z-zâlimûn”95
663 Olmaduñ emr-i Hudâya münkâd
N’eyler âyâ seni bu Hakk-ı ‘ibâd
664 Eyleyüp kendüñi maglûb-ı ‘avâm
94 659a Biʿż-żarūre: Biʿż-żarūrī S. 95 Allahü Teala buyurdu: “Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Mâide Sûresi 5/45.
Tuhfetü’l-Hükkâm 148
Olasın rûz-ı cezâda bed-nâm
665 Hırs ile zâlim olasın eyvâh Yüzüñ ola iki ‘âlemde siyâh
666 Hayf ol ‘akl ile idrâküñe hayf
Sîret ü tînet-i nâ-pâküñe hayf
667 Saña lâyık mı bu gûne a’mâl ‘Ulemâ nâmın idesin pâ-mâl
668 Zulm olur mı ‘ulemâdan sâdır
Olup ‘ilm ile ‘amelde kâsır
669 Zulm iderse ‘aceb olmaz cühelâ Def’-i zulm itmek içündür ‘ulemâ
670 ‘Âlim olan kişi icrâ eyler
Emr-i ma’rûf ile nehy-i münker
671 Kılma inkâr ile kizb ü telbî・ Saña yitmez mi bu mazmûn-ı hadî・
672 Anı gûş itmek olur farz-ı ‘ayn
Böyle buyurdı Resûlü’・-・akaleyn
Ruviye an-’Alî ibni Ebî Tâlib kerrema’l-lâhü vechehü ennehü kâle Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm “Kuzâtü ümmetî ・elâ・etü esnâfin kadiyâni fi’n-nâri ve kâdin fi’l-cenneti” sadaka Resûlu’llâh ya’nî kâdin kadâ bi’l-hevâ fe-hüve fi’n-nâr ve kâdin (23a)
Tuhfetü’l-Hükkâm 149
kadâ’l-hakka ve hüve ‘âlimün fi’l-cenneti nukıle min-Câmi’u’s-Ṣagîr96
673 Kimde kim var ise ‘adl ü insâf
Yok yire eylemez ol lâf u güzâf
674 Zulm iden câhil olandur ek・er Bu hadî・i ne okur ne diñler
675 Bu hadî・ ile kim olmaz ‘âmil
Zâhir ol kimse olupdur câhil
676 Kâdî olmag ile ba’zı ‘âmî Zulm ile çıkdı kuzâtuñ nâmı
677 Kâdî kim hâsılî ol ‘âlim ola
İhtiyârıyla varup zâlim ola
678 Zâlim olan kişiler câhildür ‘İlmden ek・eri hep gâfildür
679 Kâdî kim câhil ola zâlim ola
Anı rüsvây ide mahşerde Hudâ
680 ‘Âlim ü ‘âdil ola şol kâdî Hazret-i Hakk ola andan râzî
681 ‘Âkıl iseñ gel eyâ merd-i suhan
‘Ulemâya sakın itme sû’-i zan 96 Hadis: “Hz. Ali (R.A)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ‘Ümmetimin kadıları üç kısımdır. Bunlardan iki kısmı cehenneme, bir kısmı da cennete gidecektir.’ Allah’ın Resulü doğru söyledi. Yani heveslerine uyarak hükmeden cehennemde, meselelere vakıf olup da hakka göre hükmeden de cennettedir. Câmi‘u’s-Sağîr’den nakledildi.” Bu hadisin benzeri için bk. (Ayet ve Hadisler).
Tuhfetü’l-Hükkâm 150
682 Oldı rûşen bu me・el ehl-i dile
Ki yanar yaş kurı yanınca bile
683 Bilmez anı niçe nâ-dân añlar ‘Âlim ü câhil[i] yeksân añlar
684 Saña dir kâdî olur ‘âlim olan
Hâkim olur mı cihânda nâ-dân
685 Bu söz ‘âkıllara ne lâyıkdur Ṣanur ol ‘ilmi kabâ sarıkdur
686 Kuvvet-i mâl ile niçe câhil
Kâdî vü hâkim olur bir niçe yıl
687 Niçesi okumadan nahv [u] sarf Mes’ele bilmez iken hîç bir harf
688 Olmış iken cühelâdan ma’dûd
Hâkim olmasını eyler maksûd
23b 689 Anlaruñ olsa gerek tâli’i yâr Halkdan eylemez ol gayret ü ‘âr
690 Hâl-i ‘âlem budur ey ehl-i kemâl
Şimdi basdı ‘ulemâyı cühhâl
691 Düşdi bu derde ahâlî iñler Bu ‘asırda kim ölür kim diñler
692 Cühelâ gün gibi rif’atde olur
‘Ulemâ hâk-i mezelletde olur
Tuhfetü’l-Hükkâm 151
693 İktizâsı bu mıdur dünyânuñ
Rif’atı artuk ola nâ-dânuñ
694 Kangı ‘âlim ki ola efkar-ı nâs Anı ol câhile sen itme kıyâs
695 Ki anuñ kuvvet-i mâliyyesi var
Neye sunsa eli irer her bâr
696 Geymesün ‘örf ü izâfet her dem Hasm olur aña İmâm-ı A’zam
697 Meded öldürdi bizi bu gayret
Zâhiren bunda [da] vardur hikmet
698 Her tarafdan olup a’dâ peydâ Şerr ü şûr ile pür oldı dünyâ
699 Anatolıda Celâlî elemi
Tutdı her cânibi zulm ü sitemi
700 Engürüs içre olan düşmen-i dîn Âteş-i zulmi olınmaz teskîn
701 Şark ilinde dahi âl-i surh-ser
Toldı hep düşmen ile bahr u ber
702 ‘Âlemüñ fitnesine rûz u şeb ‘Ulemâya bu cefâlardur hep
703 Âteş-i zulm ile mazlûm ider âh
Âsumânı tutar ol dûd-ı siyâh
Tuhfetü’l-Hükkâm 152
704 Bâb-ı rişvet ise mesned olamaz Rif’ata kimse mukayyed olamaz
705 Hak sözi her kişi hod söyleyemez97
Terk-i ser itmeyen anı diyemez
24a 706 Cem’-i mâl içün urur her kişi lâf Kimse[y]e kal[ma]dı ‘adl ü insâf
707 ‘Ulemâ vü vüzerâ cümlesi hep
Hvâb-ı gafletde yaturlar ne ‘aceb
708 Yıkılur gitmede mülk-i ‘âlem Gelmiyor anlara hîç derd ü elem
709 Zâhir eylese anı şâh-ı be-nâm
Def’ ü ref’ine iderdi ikdâm
710 Zulme hâşâ ki rızâsı yokdur Halk-ı dünyâya cefâsı yokdur98
711 Şark ile garba ider ‘adl ü dâd
Zıll-i ‘adlinde hep efrâd [u] ‘ibâd
712 Devleti haşre dek olsun mümted Ya’nî kim Hazret-i Sultân Ahmed
713 Böyle bir şâh-ı ‘azîmü’ş-şânı
Böyle bir kân-ı kerem sultânı
714 Böyle bir pâdişeh-i Cem-’azamet Böyle bir husrev-i ‘âlî-himmet
97 705a söyleyemez: söylemez S. 98 710b yoḳdur: çoḳdur S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 153
715 Görmedi dîde-i hurşîd-i cihân
Devr-i Âdemden ilâ hâzâ’l-ân
716 Bu durur aña du’âmuz ki müdâm Haşre dek var ola ol şâh-ı be-nâm
717 ‘Avnî-i bî-kes ü bîçâre hemîn
Dâ’î-i pâdişeh-i rûy-ı zemîn
718 Sefer emrinde yazup şeh-nâme Tuhfe kıldı anı hâss u ‘âma
719 Nazm u ne・ri anuñ olup kem-yâb
Çün beyâz olup ola ‘arz-ı rikâb
720 Var ümîdüm kılup aña nazarı Ber-murâd ide bu ehl-i hüneri
721 Budur âyîn-i şehen-şâh-ı cihân
Şu’arâya kıla lutf u ihsân
722 Tuhfesi mûr-ı za’îfüñ her dem Serverâ pây-ı meleh bîş ü kem
24b 723 Bîş ü kem her ne ise tuhfe-i mûr
Lâyık oldur ola şâhâ ma’zûr
724 Sen Süleymân-sıfat ben mûram İşbu ma’nâya ‘aceb mesrûram
725 Şâhlar lutfa bahâne ister
Lutf-ı şâha ne bahâne ister
Tuhfetü’l-Hükkâm 154
726 Hâline vâkıf olup ragbet kıl Hasb-i hâlin okıyup şefkat kıl
727 Şehlerüñ olur ‘atâsı mebzûl
Kimse olmaz der-i ‘adlinde melûl
728 Hîç ol bâba gelen redd olmaz Bâb-ı ihsânı şehüñ sedd olmaz
729 Kulına kılsa şeh-i rûy-ı zemîn
Yevmî kırk akça vazîfe ta’yîn
730 Bu tekâ’üdle kanâ’at kılsam Gâhî dîvânda99 kitâbet kılsam
731 Hak virüp hâsıl olursa bu murâd
Mansıbuñ eylemeyem nâmını yâd
732 ‘Avniyâ kim bilür ol şâh-ı kerîm Kulını eyleye şâyed ki za’îm
733 Bâb-ı şeh maksim-i erzâk-ı enâm
Sen de var bekle o dergâhı müdâm
734 Eylese şâh-ı ‘adâlet-’unvân Baña bu vech ile lutf u ihsân
735 Emr olınur ise ben nâ-kâma
Nazm idem her sene bir şeh-nâme
736 Okıyup dinleyicek şâh-ı cihân Eyleye ben kulına istihsân
99 730a dīvânda: dīvânında S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 155
737 ‘Avniyâ ‘avn-i Hudâ ger ola yâr Bu murâda iresin âhir-i kâr
738 ‘Avn-i Hakdan dile maksûduñı hep
Şâhdur gerçi ki zâhirde sebeb
739 Ne diyem ol şeh-i bahr u berre Bahrden katre güneşden zerre
25a 740 Anda hatm oldı ‘adâlet anda
Anda hatm oldı sahâvet anda
741 Anuñ ‘asrında geleydi Cemşîd Hidmetin eyleyüp olurdı ferîd
742 Meclis[in] görse eger Rüstem-i Zâl
Pây-mâl olur idi sâye-mi・âl
743 Çü degül kâbil-i medh ü ta’rîf Kıl du’â dâ’im eyâ ‘abd-i za’îf
744 Yâ İlâhî o şehen-şâh-ı be-nâm
Tura turdukca cihân mülki müdâm
745 ‘Ömrin efzûn ide ol Hayy u Kadîr Ola a’dâsı kamu hvâr100 u hakîr
746 İrişüp ‘avn-i Hudâ-yı müte’âl
Ṣına hep cümle melâ’în ü kıral
747 Mu’cizâtıyla Resûlu’llâhuñ Düşmeni münhezim olsun şâhuñ
100 745b ḫvâr: ḫor S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 156
748 Haşre dek şâh-ı cihân var olsun ‘Avn-i Hak aña nigeh-dâr olsun
749 Sâyesinde olalum âsûde Rûz u şeb hamd idelüm ma’bûda
750 Dilerüz Hazret-i Hak’dan her gâh
Müstecâb ide du’âmuz Allâh Hikâyet-i Pür-Letâfet ki Emr-i Hidmet-i Kazâ Efdal-i Tâ’at u ‘İbâdetdür
751 Câmi’-i zümre-i erbâb-ı ‘ulûm İbni Taşköprî Efendi merhûm
752 Böyle nakl itdi Şakâyık içre
Söylenür ehl-i hakâyık içre
753 Fuzalâdan biri sâbıkda meger Anlara böyle hikâyet eyler
754 Şâh tevcîh-i kazâ eyler aña
Ki ide şer’-i Resûli icrâ
755 Degül imiş garazı ‘izzet ü câh Hükm ider her ne ise emr-i İlâh
25b 756 Zühd ü takvâda olup kâmeti lâm
İhtimâm üzre iken subh u şâm
757 Gâhî rü’yâda Nebiyyü’l-muhtâr Eyler iken aña ‘arz-ı dîdâr
758 Ṣoñra ol fârig olup mansıbdan
Tuhfetü’l-Hükkâm 157
Gûşe-i ‘uzleti eyler mesken
759 Ol kazâdan olıcak âzâde
Hazreti hîç göremez rü’yâda
760 İdemez aña takarrüb hâsıl Mey-i fürkatle olur lâ-ya’kıl
761 Bu hatâsından idüp i’râzı
Yine ‘avdet kılup olur kâdî
762 Der-’akab maksad-ı aksâyı bulur Hazretüñ bende-i makbûli olur
763 Yine rü’yâda görüp ke’l-evvel
Diler ol müşkilini eyleye hall
764 İ’tizâr ile o hayru’l-a’mâl İdicek cürm ü hatâsını su’âl
765 Bu cevâbı buyurur aña Resûl
Sen kazâyâya olurken meşgûl
766 Şer’ ile ümmetümüñ subh u şâm Hidemâtını iderdüñ itmâm
767 İtmeyüp ‘adl ile dâduñda kusûr
Şer’ ile görür idüñ haylî umûr
768 Olup anuñ ile me’cûr u me・âb Müntefi’ olur idi şeyh ile şâb
Tuhfetü’l-Hükkâm 158
769 Terk idüp soñra teferrüd itdüñ101 Kendü nefsüñle takayyüd itdüñ
770 Hidmetümden niçe gün olduñ dûr
Bundan özge saña yok cürm ü kusûr
771 Efdal-i tâ’at imiş leyl ü nehâr Hidmet-i şer’-i Nebiyyü’l-muhtâr
Makâle-i [Tâsi’a] Rûm İline Sefer-i Hümâyûn Vâki’ Olaldan Berü
26a Zümre-i Kuzât u Yâr-ı Vülât-ı Zü’l-İ’tibâr İki Ṣınf Olup Bir Ṣınfı Ser-Dâr-ı Bâ-Vakâra Bir Ṣınfı Âsitâne-i ‘İzzet-Medâra ‘Azîmet Kılmagla Mâ-Beynde Olan İhtilâli İcmâlen Beyânındadur
772 Ey suhan gevherinüñ sarrâfı
Vireyin saña cevâb-ı şâfî
773 İki sınf oldı kuzât [u] ‘ulemâ Diñle bir bir sebebin icmâlâ
774 Oldı bir sınfı mevâlî kısmı
Şöhre-i dehr olup ism ü resmi
775 Çünki çogaldı mevâlî giderek Kalmadı anlara âhar meslek
776 Bir niçe mansıbı bir eydürüp ol
Arpalık nâmı ile itdi kabûl
777 Kendü varmaga tenezzül itmez Anda nüvvâb ile hod iş bitmez
101 769a teferrüd itdüñ: teferrüdâtuñ S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 159
778 Arpalıkları silinmiş102 niçe bir Eyledi şer’-i Resûli tahkîr
779 Arturur gün olıcak rûz-ı cezâ
Ne cevâb idebilür bilsem aña
780 Rûmda niçe menâsıb yek-sû Arpalık oldı mevâlîye kamu
781 Anuñ erbâbı gezer âvâre
Def’-i gam derdine bulmaz çâre
782 Yâr olup bir niçe rişvet bedeliye (?)103 Dir ki ol al gididen vir gidiye
783 Birdür anlara helâl ile harâm
Vardugı yirüñ olur işi tamâm
784 Mansıbuñ eyüsini anlar alur Bî-kes olan kişi yâbânda kalur
785 Şüfe’âsı yog ise bir kişinüñ
Birisi ilerü gelmez işinüñ
26b 786 Bî-kes olan kişi mansıb alımaz Eger alursa da nef’in bulımaz
787 Oldı bir sınfı da bî-kes fukarâ
‘Azl ile ‘ömri geçer subh u mesâ
788 ‘İlm ile yog ise ger akrânı ‘Adlde olsa Şüreyh-i ・ânî104
102 778a silinmiş: söylenmiş S. 103 788a Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 160
789 Ne kadar eylese sa’y u ilhâh
Bulımaz fakr ile el-kıssa felâh
Makâle-i ‘Âşire Fî-Zamâninâ Kuzât u Hükkâmuñ mansıblarında ・ebât ü Devâm Olmamag ile Dünyâda Harîs Olanlar Kendülerini Bu Belâdan Tahlîs İdüp Gûşe-i ‘Uzletde Huzûr u Zâd-ı Âhiret Tahsîline Sa’y-ı Mevfûr Eylemeleri Beyânındadur
790 Ey suhan gevherinüñ sarrâfı Vireyin saña cevâb-ı şâfî
791 Zâhir akvâli ko bid’at zulem
Oldı kâdîlar aña âlet-i zulm
792 Hep re’âyâya tekâlîf müdâm Ṣalar emr ile kuzât [u] hükkâm
793 Cem’ olan nüzl ü ‘avârız ne ki var
Kâdîdan ister anı defter-dâr
794 Elem ü mihneti İstanbuluñ Kâr ider cânına her ma’zûlüñ
795 Fakr u fâka ile pür-gam her kes Bulımaz matlabına [hîç] dest-res 796 N’eylesün anlara kâdî-’asker
Virse ba’zılarına mansıb eger
104 788b Şüreyḥ-i: şerʿ-i S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 161
797 Fakr ile mansıba varup gidemez Varsa mansıblarını zabt idemez
798 Söylesem hak sözi n’ola bî-bâk
Bu cefâlar ider insânı helâk
27a 799 Cümleden biri bu ‘abd-i nâ-çîz Bu me・eldür kişinüñ nefsi ‘azîz
800 Çok zamândur bu tarîke gireli
Nakd-i ‘ömri o metâ’a vireli
801 Açılup tali’-i nâ-mes’ûdum Hâsıl olmadı ebed maksûdum
802 Olan oldı sözümi diñle ‘azîz
Saña bu pend-i letâfet-âmîz
803 Okı gör mûcib-i ‘ibret olsun Sebeb-i zikr u nasîhat olsun
804 Fukarâdan olanı bir bir say
Mansıbında turamaz bir iki ay
805 Zûr-ı bâzûsı olan merd-i kavî Olıyor hâdim-i şer’-i nebevî
806 Ne durur zann u kıyâsuñ ‘acebâ
Ṣabr ider mi bu cefâya ‘ukalâ
807 Saña ey ‘âkıl u dânâ ne ‘aceb Bu şekil mansıb içün bunca ta’ab
808 Mansıb içün bu rezâlet niçe bir
Tuhfetü’l-Hükkâm 162
Bu meşakkat bu felâket niçe bir
809 Hele maglûb-ı ‘avâm olmışsın Bu tamâ’ birle tamâm olmışsın
810 ‘Aklı olan çeke mi bunca ta’ab
Buña sabr iden edânîdür hep
811 Nev-hevesdür niçesi yârânuñ Bu cefâsını çeker dünyânuñ
812 Sebeb oldur ki edânî ek・er
Kıldılar mansıb-ı ‘âlîde makar
813 Turmayup dûn u denî sadra geçer Gâlibâ irdi gibi âhir-i şer
814 Bu ne hikmet durur ey Bâr-Hudâ
‘Ulemâ sadrına geçdi cühelâ
815 Cühelâ kat’-ı merâtib itdi ‘İlme ragbet anuñ içün gitdi
27b 816 Tâli’-i câhil ise hûb ancak
Hâ’iziyle katı mergûb ancak
817 ‘Ulemâ mansıba olmasun esîr Kılmasun kendülerin hvâr105 u hakîr
818 Kalmadı mansıb-ı dünyâda safâ
‘Azl ü nasbına bulınmaz ihsâ
105 817b ḫvâr: ḫor S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 163
819 Eylemek ister iseñ def’-i kesel Gel benüm pendüm ile eyle ‘amel
820 Mansıbından bu cihânuñ el çek Sözüñ evlâsı budur eyleme şek 821 Bu cihân mansıbını itme kabûl
Olmamak ister iseñ soñra melûl
822 İste ol mansıbı kim ey dânâ Ebedî olsa o106 mansıbda bekâ
823 Kangı mansıb ki degüldür bâkî
‘Ukalâ olmaz anuñ ‘uşşâkı
824 Olmak istersen eger kim râhat Eyle bu halk-ı cihândan ‘uzlet
825 Yatacak yiri te’emmül eyle
Rızk içün Hakka tevekkül eyle
826 Seni halk eylemedin dahi Hudâ Rızkuñı eyledi takdîr saña
827 Bâb-ı rızkuñ senüñ olmaz mesned
Kulınuñ rızkına zâmin ol Ahad
Kâle’l-lâhu’l-melikü’l-vehhâb “İnne’l-lâhe yerzüku men yeşâ’ü bi-gayri hisâb”107
828 Rızk içün gam yime ey ehl-i kemâl
106 822b o: ol S. 107 Allah Teala şöyle buyurdu: “Allah dilediğine hesapsız rızık bağışlar” Âli İmrân Sûresi, 3/37.
Tuhfetü’l-Hükkâm 164
Hırs ile olma mi・âl-i Deccâl
829 Eyle âyîne-sıfat kalbüñi sâf Rızkuñı yok yire kılma isrâf
830 Lâzım olan yire sarf eyleyicek
Rızkı tahsîle çekilmez çok emek
831 Bezl ü sarf itmege yitmez ammâ Mâl-ı Kârûn dahi olursa saña
28a 832 Sende ger var ise ‘akl u idrâk
Var birez rızkuñı eyle imsâk
833 Mâluñı bir yire hep derc eyle ‘Aklı mîzânına ur harc eyle
834 Bil ki sevmez bu cihânda o Ganî
Mâlını yok yire sarf eyleyeni
Kâle’l-lâhü’l-mu’în “Külû ve’şrabû ve lâ-tüsrifû innehû108 lâ-yuhibbü’l-müsrifîn”109
835 Saña lâzım mı cihân içre varup
Başuña halk-ı cihânı üşürüp
836 Cem’ idüp bir niçe mangur-ı harâm İdesin anı dahi bezl-i ‘avâm
837 Çekesin bunca gam u derd-i ke・îr
108 innehū: inne’l-lâhe S. 109 Allah Taalâ buyurdu: “Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” A‘râf Sûresi 7/31.
Tuhfetü’l-Hükkâm 165
Olasın bir kurı ‘unvâna esîr
838 İl yiyüp ide safâ dünyâda Sen cevâbın viresin ‘ukbâda
839 Ne sefâhat ne kabâhat eyvâh
İhtiyâr eyleyesin bunca günâh
840 Lutf idüp pendümi diñleñ ihvân K’olasuz mazhar-ı lutf-ı Rahmân
841 Tâlib-i mansıb-ı ‘ukbâ olıñuz
Râgıb-ı rahmet-i Mevlâ olıñuz
842 Gelüñüz eyleyelüm Hakka niyâz Yâd idüp cürmümüzi tûl u dırâz
843 Kalmaya cürm ile ‘isyânumuza
Bakmaya defter [ü] dîvânumuza
844 Lutf u ihsâna kılup müstagrak Bahr-i gufrâna bizi eyleye gark
845 Yâ İlâhî bize çekdürme hicâb
Koma hayretde bizi rûz-ı hisâb
846 Dahi ‘Avnî kulını şâd eyle Lutf u ihsânuña mu’tâd eyle
Hikâyet-i Latîfe Münâsib-i Menâkıb-ı Münîfe
28b 847 Sâbıkâ var idi bir şahs-ı hasîs Aña sîm ü zer idi yâr u enîs
Tuhfetü’l-Hükkâm 166
848 Mâl u câh eyleyüp anı magrûr Bir nefes itmedi ‘ömrinde huzûr
849 Sîm ü zer cem’in idüp rûz u şeb
Bir yire defn ide idi anı hep
850 Olmayup râgıb-ı hayr u hasenât Aña nâ-gâh irişür vakt-i memât
851 O mahilde zer aña olmaz yâr
Terk-i dünyâ ider âhir nâ-çâr
852 Olmayınca aña lutf-ı Bârî Kodugı yirde kalur dînârı
853 Tama’ u hırs ile gör ol bed-nâm
Eylemez vâri・e anı i’lâm
854 O mahalde olıcak zer medfûn Vârî・ olanlar olur[lar] mahzûn
855 Ṣulehâdan biri ol gice meger
Vâkı’asında görür sâhib-i zer
856 Sûreti olmış anuñ niteki mûş Zer olan yire tutar çeşm ü gûş
857 Görüñüz mûş-sıfat ol tarrâr
Geh girer ol delüge gâh çıkar
858 Aña ol sâlih ider çünki su’âl Bile tâ kim ne durur vâkı’-i hâl
859 Virür ol sâlihe bu gûne cevâb
Tuhfetü’l-Hükkâm 167
Dir ki zer cem’ idenüñ hâli harâb
860 Sîm ü zer cem’in iden dünyâda Bu ‘amel birle kopar ‘ukbâda
861 Dâ’imâ eyleyüp âh u zârı
Gözedür gözlerüm ol dînârı
862 Andadur ‘akl ile fikrüm her gâh ‘Acebâ kimse aña buldı mı râh
863 Her kim olursa harîs-i dînâr
Haşr olur mûş-sıfat âhir-i kâr
29a 864 Sîm ü zer cem’ idene işte delîl Virse biñ yıl aña Hak ‘ömr-i tavîl
865 ‘Âkıbet çünki helâk olsa gerek
Beden-i nâzüg[i] hâk olsa gerek
866 Kalsa dünyâ tolusı genc-i nihân Ol ‘azâbın çeker ‘ukbâda hemân
867 Mâ’il-i sîm ü zer olan her çend
Bu hikâyetle olur fâ’idemend
Makâle-i ‘Aşere Ahvâl-i Kazâ Emr-i ‘Asîr Oldugın Hadî・-i Şerîf ile Beyân ve Baz’ı Eşhâs-ı110 Nâ-dân Kâdîlara Rişvet Alur Diyü Kizb ü Bühtânlarıdur
868 Diñle ey mâ’il-i erbâb-ı hüner
110 Eşḫâṣ-ı: Eşḫâṣ u S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 168
Dir iseñ gûşuñ ola pür-gevher
869 Nakl olındı saña çün bu kıssa Kıssadan ‘ârif iseñ al hisse
870 Bil ki ‘akluñ saña yâr ise hemîn
Mansıba tâlib olup olma yakın
871 Taleb-i111 mansıbı kılma tedbîr Kâdîlık oldı katı emr-i ‘asîr
872 Esedu’l-lâh ‘Alîden mervî
Nakl olındı bu hadî・-i nebevî
Rüviye ‘an-’Alî ibni Ebî Tâlib radıya’llâhü ‘anh ennehû kâle kâle Resûlu’llâh salla’l-lâhü ‘aleyhi ve sellem “Men cuile ‘ale’l-kazâ’i fekeennemâ zübiha bi-gayri sikkînin” sadaka Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm112
873 Şu’arâdan iki eşrâf-ı kuzât
Pend [ü] şi’r[i] niçe rengîn kelimât
874 İdüp ahvâl-i kuzâtı ma’lûm Bir gazel dimiş ‘Ubeydî merhûm
29b 875 Ṣoñra Vecdî anı eyler tahmîs
Diñlesünler anı ihvân-ı enîs
111 871a Ṭaleb-i : Ṭâlibi S. 112 Hadis: “Hz. Ali (R.A)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: ‘Kim hâkim tayin edilirse sanki bıçaksız bir şekilde kesilmiş gibidir.’ Allah’ın Resulü doğru söyledi.”
Tuhfetü’l-Hükkâm 169
Gazel-i Merhûm ‘Ubeydi’l-Edirnevî
Tahmîs-i Merhûm Vecdi’l-Filibevî
Mef’ûlü Fâ’ilâtü Mefâ’îlü Fâ’ilün I
Mülk-i cihânuñ âhiri bildüm harâb imiş Me’vâsı mîr ü şâh u gedânuñ türâb imiş Ma’nâ yüzinde devlet-i dünyâ ‘itâb imiş
Mansıb didükleri elem ü ıztırâb imiş Cân-ı ‘azîz-i ‘ârife ‘ayn-ı ‘azâb imiş
II
Kosa ‘adâlet itmek içün her biri işin Ṣarf itse dâda cümleten etvâr u cünbişin Döndürse seyle girye ile gözleri yaşın
Zâlimlerüñ söyündüremez zulmi âteşin
Kâdîlaruñ bu derd ile bagrı kebâb imiş
III
Halka medâr u merci’ olur sözi diñlenür Tenfîz-i hükm-i şer’-i şerîf ile eglenür El tarlugı gider gibi bir hâlet el virür
Bir iki mangur ellerine gerçi kim girür Çekdükleri belâlar evet bî-hisâb imiş
IV
Tuhfetü’l-Hükkâm 170
Alur eline hükmini şâh-ı yegânenüñ Eydür ki haylî za’fı var imiş hızânenüñ Hâlin sorar mı âteş-i zulm ile yananuñ
‘Azmi musâlahayla kuzât-ı zamânenüñ
Ahvâl-i âhiretleri gâyet harâb imiş
V
Benden nasîhat ister iseñ diñle Vecdiyâ Hırsı eyle şey’-i kalîle iktifâ113 Olmaz kanâ’at eylemeden özge kîmyâ
Sözüñ muhassalın diyeyüm mi ‘Ubeydiyâ
‘Uzlet iden kimesne şeh-i kâm-yâb imiş
30a Hâtime-i Makâle-i U’cûbetü’l-Mi・âl
876 Hûb tahmîs ü gazel birle saña
Kıldılar hâl-i kuzâtı inhâ
877 Sen bu ahvâli iderseñ âşikâr Diñle tafsîl idelüm bir mikdâr
878 Olmaz ahkâm-ı şerî’at icrâ
Zeyd ile ‘Amr ider olsa da’vâ
879 Şer’ ile virseñ eger Zeyde cevâb ‘Amra dirsen saña hükm itdi kitâb
880 Zeyd aña olmaz ise ger114 râzî
113 V Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 171
N’eylesün ya baña diyor kâzî
881 Şimdi ‘âlemde eyâ vâkıf-ı râz Hakka râzî var ise var katı az
882 Zeyde hükm itseñ eger şer’ ile sen
Saña ‘Amr itse gerekdür sû’-i zan
883 Baña hükm itmedügine hikmet Zeydden kâdî alupdur rişvet
884 Rişveti sen gerek alma gerek al
İder elbette ‘Amır böyle hayâl
885 Hazret-i Hakdan idüp şerm ü hicâb Hîç dimez böyle imiş kavl-i kitâb
886 Yok yire kâdîya bühtân eyler
Meskenin âteş-i sûzân eyler
887 ‘Adl iderseñ eyâ efdal-i nâs Ne belâdur ideler böyle kıyâs
888 ‘Askerî tâ’ifesi hod ne ki var
Budur ‘âdetleri hep leyl ü nehâr
889 Olmayup şer’e mutî’ ü münkâd Hâkimüñ hükmine eylerler ‘inâd
890 Kâdîya cevr ü cefâ-pîşeleri
‘Ulemâ kadhıdur endîşeleri
891 Eyleme mü’min iseñ lâf u güzâf 114 880a ger: eger S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 172
Saña lâzım durur ‘adl ü insâf
30b 892 Yüri insâf ile kıl her işüñi Tâ ki her kes begene cünbişüñi
893 İstikâmet yiridür şer’-i Resûl
Hidmetüñ ola dir iseñ makbûl
894 ‘Âdil olmasa eger bir mikdâr Olımaz saña dahi hidmetkâr
895 Müstakîm olsa eger hidmetde
Ṣâhibi anı tutar ‘izzetde
896 Hâdim-i şer’-i şerîf olsa kişi İstikâmetde anuñ dâ’im işi
897 İstikâmetle iden hidmetini
İki ‘âlemde bulur ragbetini
898 Ṣâhibi aña ri’âyet eyler Rûz-ı mahşerde şefâ’at eyler
899 Saña yâhû dahi gelmez mi yakîn
Oldı insâf didügüñ nısfu’d-dîn
900 Diler iseñ bula mâluñ bereket İhtirâz it sakın alma rişvet
901 Mürteşî olma vü rişvet virme
Başdan ayaga günâha girme
902 Rişvet ile sakın olma hâkim Rûz-ı mahşerde olursın nâdim
Tuhfetü’l-Hükkâm 173
903 Rişveti virmek olur mı câ’iz
Râşînüñ hükmi degülken nâfiz
904 Oldılar bu üçi mezmûm-ı cihân Râşî vü mürteşî vü râ’iş olan
905 Bu hadî・ ile olup nakl-i sahîh Kıldı Peygâmber o kavli tasrîh
‘An-Ebî Hüreyrete radıya’llâhu ‘anhü ennehû kâle: “La’ane Resûlu’llâh ‘aleyhi’s-selâm er-râşî ve’l-mürteşî ve’r-râ’iş” sadaka Resûlu’llâh 115 Hikâyât-ı Pür-’İbret [ü] Bâ-Nikât Min-Elzemi’l-Hikâyâti Fî-Hakkı İrtişâ’i’l-Kuzâti
31a 906 Bir kefen soyucı şahs-ı bî-’âr
Bu imiş kârı anuñ leyl ü nehâr
907 Kangı meyyit ki olursa medfûn Kefenin soyar alurmış mel’ûn
908 Olmış ol halk-ı vilâyet ‘âciz
Anı men’ idememişler hergiz
909 Ol vilâyetde meger bir kâdî Kavl ü fi’linden olup Hak râzî
910 ‘Adl ile san ki Şüreyh-i ・ânî
115 “Ebû Hüreyre (R.A.)’den rivayet edildiğine göre, Allah’ın Resulü (SAV), rüşveti verene, alana ve ona aracılık edene lanet etmiştir.”
Tuhfetü’l-Hükkâm 174
Hidmetinde yog imiş noksânı
911 Va’desi irişür anuñ nâ-gâh Ol kefen soyucıdan eyler âh
912 Bu gün ahbâbını hep da’vet ider
O kefen soyucıya minnet ider
913 Aña dir rıfk ile ey merd-i garîb Baña şimden girü mevt oldı karîb
914 Kefenüñ kıymetini benden al
Kabrümi açma idüp kasd-ı vebâl
915 Böyle anuñla idüp kavl ü karâr Kâdî [ki] defn olıcak âhir-i kâr
916 O kefen soyucı hod ba’de’l-mevt
Çâre mi var kıla ol fursatı fevt
917 Kâdînuñ kabrini açar ol şeb Eylemez ‘ahde turup havf u ta’ab
918 Her su’âle viremez kâdî cevâb
Aña âteş ile eylerler ‘azâb
919 Tevbe ider görüp anı nâ-çâr Bu sözi vird idinür leyl ü nehâr
E’ûzü bi’l-lâhi min-şerri ‘azâbi’l-kuzâti’z-zamâni zahara hâlihüm116 ‘inde’l-imtihâni117
116 ḥâlihüm: ḥâlihī S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 175
920 Bir ‘azîz işidicek kıldı su’âl
Bile tâ kim ne durur vâki’-i hâl
921 O kefen soyucı ahvâli didi Havf idüp san ki vücûdı eridi
31b 922 ‘Âdil olan göricek böyle ‘azâb Zâlime niçe olur ekl-i ‘ikâb
Makâle-i İhdâ ‘Aşere Nüvvâb-ı Zevi’l-İhtirâm Tâ’ifesine Münâsebet ile Bir Niçe Pend-i Sûdmend Olındugıdur ki Müfîd ü Muhtasar Îrâd Olındı
923 Söyle ey vâkıf-ı ahbâr-ı enâm Nâzım-ı hâl-i kuzât u hükkâm
924 Oldı mâ-dûnı kuzâtuñ nüvvâb
Kılma hâlin bularuñ istigrâb
925 Kâdîda ‘adle ise ger niyyet Aña nüvvâbı ider tib’iyyet
926 Ne vücûdı var ola nüvvâbuñ
Kavm ü hüddâm u kamu küttâbuñ
927 Zulm anlardan olupdur merfû’ Hayr ile şerri ider asla rücû’
117 Zamanın kadılarının şerrinden ve imtihan sırasındaki gerçek hâlinin ortaya çıkışından Allah’a sığınırım.
Tuhfetü’l-Hükkâm 176
928 Eylese zulmine igmâz-ı ‘ayn Kendü ‘ırzına virür kâdî şeyn
929 Def’-i zulm itmek aña lâzımdur
Gâfil ise soñucı nâdimdür
930 Rûz-ı mahşerde Hudâ-yı müte’âl Cümle etbâ’ın ider aña su’âl
931 Olsa zulm itmege kâdî mâ’il Nef’i yok fâ’il olursa ‘âdil
932 ‘Âdil olursa eger hâkim-i ‘asl
Tîg-ı şer’ ile ider bâtılı fasl
933 Vâlîhîden bu latîfe meşhûr Eylemiş nâ’ibi hakkında sudûr
Matla’-ı Vâlihi’l-Merhûmi’l-Üskübî
Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün Zaleme zulm ider ise n’ola teskîn gerek Kâdî miskîn olıcak nâ’ibi keskin gerek
32a Cevâb-ı Nâ’ibü’ş-Şer’
Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün Tîg-ı şer’ ile kesüp fasl idemez bâtılı hak Kâdî miskîn olıcak nâ’ib olur künce bıçak
İ’tirâz-ı Mergûbe-i Makâle-[i] Sâbıka
934 Vâlihînüñ sözi haylî medhûl
Tuhfetü’l-Hükkâm 177
Nâ’ibüñ lîk cevâbı ma’kûl
935 Cümle ahvâli gören kâdîdur Her kes anuñ sözine râzîdur
936 ‘Âkıl iseñ ide gör ‘adl ile dâd
Tâ ki senden kala bir yahşı ad
937 Olmagıl ekl-i harâma mu’tâd Ṣanma ki sende kalur hakk-ı ‘ibâd
938 Saña takdîr olan olur vâsıl
N’oldı ya bunca tama’dan hâsıl
939 Ma’siyet bahrine olmışsın gark İdemezsin hakkı bâtıldan fark
940 İster iseñ bu makâlâta delîl
Diñle bir nâdire tem・îl-i cemîl
Hikâyet-i Hazret-i Kâdî Beyzâvî Rahmetu’l-lâhi [‘Aleyh]
941 Böyle nakl itdi biri râvînüñ Hazret-i Kâdî[-i] Beyzâvînüñ
942 Var idi bir ulu şeyhi meşhûr
Mürşid-i nâs idi ol pîr-i vakûr
943 Bî-riyâ ‘âlim-i Rabbânî idi Ehl-i ‘ilm idi kerem kânı idi
944 Her kime eylese bir kez nazarı
‘Âlemüñ olur idi gerçek eri
Tuhfetü’l-Hükkâm 178
945 ‘İlm-i tefsîre olurken meşgûl
Didi Kâdîya meger bir gün ol
946 Ahsen-i vech ile idüp tahrîr Eyle Kur’ân-ı Şerîfi tefsîr
947 Şeyhden kâdî idüp118 şerm ü hicâb
İ’tizâr ile virür aña cevâb
32b 948 Şeyh defa’ât ile eyler teklîf Tâ ki kâdî yaza tefsîr-i şerîf
949 ‘Âkıbet eyleyüp emrini kabûl
Oldı tahrîrine anuñ meşgûl
950 Kalbine münkaş olınca119 mefhûm Himmet-i şeyh ile ol kân-ı ‘ulûm
951 Rûz u şeb eyledi sa’y u ikdâm
Kıldı tefsîri kaçan kim itmâm
952 Al gidüp şeyhe sunınca anı Okıyup eyledi istihsânı
953 Didi ithâf idelüm sultâna
Tâ ki mazhar olasın ihsâna 954 Ne murâduñ var ise eyle beyân Tâ ki ihsân ide ol şâh-ı cihân
955 Didi kim hidmet-i şer’e mahzâ 118 947a idüp: idüm S. 119 950a olınca: olup S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 179
Dilerem kim ola taklîd-i kazâ
956 Şeyh tefsîri ki şâha sundı Her mahalde açılup okundı
957 Kıldı ta’zîm ile çün anı kabûl
Didi şeyhüm ne diler benden ol
958 Didi kim istemez illâ ki kazâ İhtiyâr ile aña virdi rızâ
959 İltimâs[ı] idüp ol demde kabûl
Didi dûzahda120 mekân istemiş ol
960 İki kâdîlıgı bir eyledi şâh Aña te’bîd ile virdi nâ-gâh
961 Nakl idicek anı şeyh-i murtâz
Eyledi kâdî kazâdan i’râz
962 Bâreka’l-lâh o şeh-i pâk-nijâd Kıldı kâdîyı bu gûne irşâd
963 Dir iseñ keşf ola sırr-ı mübhem
N’eyledi diñle İmâm-ı A’zam
Hikâyet-i Hazret-i İmâm-ı Ebû Hanîfe-i Kûfî
33a 964 Böyle nakl eyledi bir ehl-i yakîn
Meger ol muhteri’-i mezheb-i dîn
965 Muktedâ-yı ‘ulemâ-yı âfâk 120 959b dūzaḫda: dūzaḫdan S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 180
Müşkil-âmûz-ı Ṣıfâhân u ‘Irâk
966 ‘İlm ile halk-ı cihândan a’lem Ya’nî merhûm İmâm-ı A’zam
967 Ki taleb kılsa [da] sâ’il sâ’il
Mezhebine olur anuñ kâ’il
968 Gerçi olınmaz İmâmeyn tahfîf Lîk mezhebleridür kavl-i za’îf
969 Emr ider hâke (?) şâh-ı ‘âlem
Mezheb ü kavl-i İmâm-ı A’zam
970 Ki odur mes’elenüñ akvâsı Râzî olmakdur aña evlâsı
971 Aña şâkird iken efrâd u ‘ibâd
Kıldı da’vet anı şâh-ı Bagdâd
972 Eyledi anlara teklîf-i kazâ İdeler şer’-i Resûli icrâ
973 Oldı meşhûr degüldür bu hafî
Ya’nî kim ol dür-i ‘ilmüñ sadefi
974 Künc-i ‘uzletde o şeyh-i murtâz Eyledi emr-i kazâdan i’râz
975 Oldı şâhuñ sözine haylî melûl
Kılmadı ya’nî ki emrini kabûl
976 Didiler kıssayı şâha nâ-gâh
Tuhfetü’l-Hükkâm 181
Bî-huzûr oldı işitdükde o121 şâh
977 Habs olınmasın anuñ emr itdi Ol kadîmî olan ülfet gitdi
978 Geçdi ol hâl ile niçe meh ü sâl Bulmadılar anı ıtlâka mecâl
979 Aña üç def’a olındı teklîf
Râzî olmaz idi hîç zât-ı şerîf
980 İhtilâf üzredür anda akvâl Kimi dir olmadı ıtlâka mecâl
33b 981 Şâha söz kılmadı aslâ te’・îr
Müddeti habs122 iken oldı takdîr
982 Habs iken rûhı ider ‘azm-i cinân “Rahima’l-lâhü lehû bi’l-gufrân”123
983 Kimisi dir ki olındı ıtlâk
Şâh ile olmadı ortada vifâk
984 Ya’nî el-kıssa o muhtâr-ı ‘ibâd Kıldı esnâf-ı kuzâtı irşâd
985 Geçdi zahmet ile hâl-i mâzî
Olmadı gitdi ölince kâdî
986 Allâh Allâh ne ‘aceb rây-ı sahîh Eyledi habs[i] kazâdan tercîh
121 976b o: ol S. 122 981b ḥabs: maḥbūs S. 123 “Allah ona merhamet etsin.”
Tuhfetü’l-Hükkâm 182
Hikâyet124 Tem・îl-i Cemîl ü Mev’ıza-i Bî-’Adîldür ki Îrâd Olındı
987 Bu hikâyet ki olındı îrâd Nedür andan bize aksâ-yı murâd
988 Muktedâmuzken İmâm-ı A’zam
Aña tâbi’ degülüz biz her dem
989 Aña hod lâzım iken tib’iyyet Mesleginden niçün itdüñ nefret
990 Başka bir başumuza çekdük boy
Eylemez anı meger nâ-cins soy
34a 991 Biz ki nâ-kâbil-i mâder-zâduz Zulme meyl eylemişüz bî-dâduz
992 Hayf ol mübtezel-i nâ-halefe
Vaz’ın uydurmaya kâr-ı selefe
993 Mâl tahsîlini idüp ümmîd Komışuz biz dahi bir vaz’-ı cedîd
994 Yazuk ol cübbe vü destârumuza
Yazuk ol gayret ile ‘ârumuza
995 Muktezâ-yı beşeriyyet bu mıdur Gayret ü ‘âr u hamiyyet bu mıdur
996 Gün gibi rûşen iken işbu delîl
124 Bu kelime, bu başlığın sonunda tekrar yazılmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 183
Hayf kim görmez anı çeşm-i ‘alîl
997 Dâ’im idüp taleb-i zevk u sürûr Olmışuz mansıb u mâla magrûr
998 N’oldı bu hırs u tama’dan hâsıl
Cümle maksûd ele girmek müşkil
999 ‘Îş içün bir iki gün dünyâda Yatacak yir komaduk ‘ukbâda
34b 1000 Hırs ile sürdügüñ ol mansıb u mâl Oldı Fir’avn ile Kârûna mi・âl
1001 Niçe bir mansıb ile mâla bu meyl
Cem’ ider nitekim ol hâtıb-ı 125 leyl 1002 Mansıba ‘âkıl iseñ olma harîs Nefsüñi kıl bu cefâdan tahlîs
1003 Var ise zerrece sende gayret
Ehl-i dünyâ ile kılma ülfet
1004 Ehl-i dünyâda hakîkat yokdur Ülfetüñ hod zararı artukdur
1005 Şimdi nâs oldı cevâsîs-i ‘uyûb
Ne kadar senden olursa mahcûb
1006 Bî-huzûr olsa kaçan bir mikdâr İder ol cümle ‘uyûbın izhâr
125 1001a ḥâtıb-ı: ḫâṭib-i S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 184
1007 Mansıbuñ almag içün şâm u seher Katlüñe bulsa şehâdet eyler
1008 Bârî ‘uzlet kılup ol gûşe-nişîn
Olma ‘âkıl iseñ anlara yakın
1009 ‘Âleme sen niye geldügüñi bil Arayup bul yüri bir ehl-i dil
1010 Yüri bir mürşid-i kâmil ara bul
Hidmetin eyleyüp ol cân ile kul
1011 Âb-ı tevbeyle seni pâk itsün Menzilüñ safha-i eflâk itsün
1012 Bu me・eldür ki añılur her ân
Da’vîye ma’nî vü ‘uşşâka nişân
1013 Ehl-i dilden taleb eyle mededi Bulasın tâ ki hayât-ı ebedi
1014 Mâ-sivâ fikrini dilden dûr it
Tenüñi başdan ayaga nûr it
1015 Gide tâ126 sîret-i hayvâniyyet Saña hâsıl ola rûhâniyyet
35a 1016 Ya İlâhî kıl anı pîşe bize
Zikr ü fikrüñ ola endîşe bize
1017 Ehl-i dünyâdan idüp sen bizi dûr Künc-i ‘uzletde nasîb eyle huzûr
126 1015a Gide tâ: Gide ḳalmaya S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 185
1018 Ni’met-i lutfuña şâkir eyle Dilimüz sıdk ile zâkir eyle
1019 ‘Avnî-i ‘âciz ü dil-haste mizâc
Olmasun gayrı kapuya muhtâc
1020 Eyleyüp her yañadan feth ü fütûh Kıl anuñ bâb-ı murâdın meftûh
1021 Vir aña ni’met-i bî-pâyânı
Dil-i mecrûhına kıl dermânı
1022 Ṣon nefesde virüp îmân ile dîn Meskenin eyle anuñ huld-ı berîn
Makâle-i İ・nâ ‘Aşer A’lem-i ‘Ulemâ-i Dîn ve A’zam-ı Fuzalâ-i Râst-bîn Kutb-ı Dâ’ire-i Velâyet Merkez-i Râbıta-i Kerâmet ‘Umdetü’z-Zühhâd Kıdvetü’l-’Ubbâd Fâzıl Mutasavvıf Kâmil Mutasarrıf Ser-Halka-i Sâlikîn Ser-Çeşme-i Vâsılîn ‘Ulûm-ı Zâhirenüñ Mümtâzı Fünûn-ı Bâtınenüñ Kâşif-i Râzı A’nî Bihî Pîr-i Rûşen-Zamîr Hazret-i Şeyh Mahmûd Efendinüñ Zikr-i Cemîl ve Lâzımu’t-Tevkîrleridür
1023 Söyle ey ‘âşık-ı sâdık söyle
Niçe esrâr u hakâyık söyle
1024 Söyle ey ‘ârif-i pâkîze-hüner Kadrüñ añlar bilür erbâb-ı nazar
1025 Söyle ey bülbül-i gülzâr-ı suhan
Açıla tâ gül-i gülzâr-ı suhan
Tuhfetü’l-Hükkâm 186
1026 Turma kasr-ı suhana ur bünyâd Tâ güşâde ola ebvâb-ı murâd
35b 1027 ‘Ukalâ yok yire açmaz deheni
‘Arz ider ehline dürr-i suhanı
1028 Kim ola dürr-i suhan sarrâfı Bilür ol kıymetin urma lâfı
1029 Lâyık oldur niçe esrâr u rümûz
Fursat el virmiş iken söyle henûz
1030 Tûtî-i tab’-ı hümâ-pervâzuñ Ehline keşf ide gizlü râzuñ
1031 Kufl-ı ebvâb-ı ma’ânîsin sen
Vâkıf-ı sırr-ı nihânîsin sen
1032 ‘Âlim-i ‘ilm-i tarîkat kimdür Kâşif-i genc-i hakîkat kimdür
1033 Kimdür ol bay u gedâ sultânı
Kişver-i fakr u fenâ sultânı
1034 Kalbi gencîne-i sırr-ı ihlâs Dergeh-i Hakda olan bende-i hâs
1035 Pîşvâ-yı reh-i zühd ü takvâ
Vâkıf-ı ‘ilm-i ledün sırr-ı hüdâ
1036 Dergehi melce’-i her bay u fakîr Nâkıl-ı ‘ilm-i hadî・ ü tefsîr
Tuhfetü’l-Hükkâm 187
1037 Kâşif-i sırr-ı tarîkat nebevî ‘Âkif-i zâviye-i Mustafavî
1038 ‘Âbid ü zâhid-i dergâh-ı Vedûd
Nâmı ol zât-ı şerîfüñ Mahmûd
1039 İsminüñ mîmi olupdur el-ân Merkez-i dâ’ire-i kevn ü mekân
1040 Hâsı hırz-ı harem-i nusretdür
Mîm-i âhir ‘alem-i rif’atdür
1041 Vâvı hâdî-i reh-i kurb [u] visâl Dâlı zühd ü verâ’-ı ‘izzete dâl
1042 Giceler kâ’im ü gündüz sâ’im
Zikr u tesbîh-i Hudâda dâ’im
1043 Nûr-ı Yezdânî yüzinde lâmi’ Gün gibi ‘âleme nâmı şâyi’
36a 1044 Gül-i gülzâr-ı şerî’at oldur
Bülbül-i bâg-ı tarîkat oldur
1045 Niçe ta’bîr idem ammâ el-hak Kutb-ı ‘âlem disem aña elyak
1046 Mâ’-i cârî gibi turmaz her ân
Yüz sürer ayagına halk-ı cihân
1047 Ol durur hüsrev-i mülk-i melekût Kılmaz ifşâ ider ammâ ki sükût
Tuhfetü’l-Hükkâm 188
1048 Lutf ile her kime olsa nazarı Bilür ol ‘ilm-i ledünden haberi
1049 Mürşid-i kâmil odur kim tahkîk
Eylemez ‘Amr ile Zeyde ta’lîk
1050 Nush u pendi olup insâna müfîd İrişür menzil-i maksûda mürîd
1051 Dâ’imâ emr-i Hak ile ‘âmil
Aña dirsem n’ola şeyh-i kâmil
1052 Nazar-ı127 pâki ider hâki güher Hâk ile birdür aña sîm ile zer
1053 La’l ü mercân olur alsa ele seng
Kîmyâ işte budur eyleme ceng
1054 Lîk her kânda bulınmaz o güher Üsküdar oldı meger aña makar
1055 Fukarâ Ka’be’si oldur hâlâ
Dü makâm oldı anuñla ihyâ
1056 Kim k’olur anda niçe şeyh ile şâb Bulınur anda safâ-yı ashâb
1057 Hâsılî cümle mürîdânı hep
Mâ’-i cârî gibi sâfî-meşreb
1058 Oldılar bunca fezâ’il kânı Sâkinân-ı harem-i Sübhânî
127 1052a Naẓar-ı: Naẓarı S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 189
1059 Âsumân-ı hünere kendüsi şâh Ol mürîdân aña gûyâ [ki] sipâh
1060 Mürşid-i kâmil olan böyle gerek
Görmedi nev’-i beşer şimdiye dek
36b 1061 Medh ü ta’rîfe ne hâcet ol zât Kıl sükût eyleme zâ’id kelimât
1062 Var anuñ bendesinüñ bendesi ol
Kulı kurbânı ser-efkendesi ol
1063 Sevegör cân ile anı seveni K’oldılar târik-i dünyâ-yı denî
1064 Mâ-sivâdan idüben kat’-ı recâ
Kıldılar ‘azm-i reh-i kurb-ı Hudâ
1065 Bâreka’l-lâh ne güzel rây-ı sahîh Kurb-ı Mevlâyı kılanlar tercîh
1066 Oldılar zikr-i Hudâya meşgûl Buldılar devlet-i dâreyne vusûl
1067 Gûşîş ü sa’y ile dikkatler idüp
Mürşid-i kâmile hidmetler idüp
1068 Eyleyüp kat’-ı menâzil niçeler Kıldılar tayy-ı merâhil niçeler
1069 Oldılar menzil-i maksûda yakın
Buldılar magfiret-i Rabb-i mu’în
1070 ‘Avniyâ kıssayı gel itme dırâz
Tuhfetü’l-Hükkâm 190
Ṣafha-i kalbe bu hoş pendümi128 yaz
1071 Her sözüm mûcib-i ‘ibret olsun Bî-bedel hûb nasîhat olsun
1072 Sözümüñ lezzeti sükkerden yeg
Kıymeti hod dür ü gevherden yeg129
1073 Nush u pendüm tutagör itme karâr Ayagına düş o sultânuñ var
1074 Nâle idüp yakañı çâk idegör
Dergehinde yüzüñi hâk idegör
1075 Basa âyende revende yüzüñe Tâ safâ hâsıl ola kendüzüñe
1076 Vâki’-i hâlüñi eyle aña ‘arz
Hidmet itmek kapusında saña farz
1077 Kulınuñ kulı olursañ da eger Müjdegâne vir aña cân u ser
37a 1078 Hîç ihmâl ile taksîr itme
Gel meded hayr işi te’hîr itme
1079 Niçe bir mansıb-ı dünyâyı ümîd Dîn ü dünyâña degül çünki müfîd
1080 Senüñ ol mansıba meylüñ gûyâ
128 1070b pendümi: bendümi S. 129 Bu beytin yanına “lâyıḥa-i maḳbūle der-naṣīḥat-i ḫod gūyed” notu yazılmıştır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 191
Aldanur görse sabîler helvâ
1081 Zehr-i kâtildür o helvâ didügüñ Korkaram hazm idemezsin yidügüñ130
1082 Gele ey fehm ü firâset kânı
Koya bu mel’abe-i sıbyânı
1083 Râygân çün ele girmez mansıb Aña ‘âkıl olan olmaz râgıb
1084 Dîn ü dünyâ virüben zulm ü fesâd
İhtiyâr it bulasın tâ ki murâd
1085 Gözüñ aç cânuñ uyar ey gâfil Dîni dünyâya degişmez ‘âkıl
1086 Rûz u şeb görme misin ‘ömr-i ‘azîz
Bâd-veş sür’at ile geçmede şîz
1087 İrdi sî sâle bu ‘ömr-i kûtâh Yine bir günce görinmez eyvâh
1088 Gözüñ aç irmeden ey dil saña mevt
Tevbe vü tâ’atüñi eyleme fevt
1089 Niçe bir mansıb içün tûl-ı emel Saña mühlet mi virür irse ecel
1090 Olmaduñ mı bu haberden âgâh
Müddet-i ‘ömr ise şast u pencâh
1091 Altmış üç olmag ile ‘ömr-i Habîb 130 1081b yidügüñ: didügüñ S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 192
Ümmetüñ ek・erine oldı nasîb
1092 Server-i ümmet [ü] hayru’l-bülegâ Bu hadî・inde buyurmış zîrâ
Kâle ‘aleyhi’s-selâm “Ek・erü a’mâri ümmetî beyne’s-sittîne ve’s-seb’îne”131
1093 Yetmişe varmadılar ek・er-i nâs
Ek・ere n’ola ekal olsa kıyâs
37b 1094 Yetmişe yitse kaçan bir âdem Erzel-i ‘ömre basar soñra kadem
1095 Düşer a’zâsına küllî ‘illet
Kalmaz aslâ bedeninde kuvvet
1096 İder ol Hâlıka tâ’atde kusûr Dir ki ma’lûl olan olur ma’zûr
1097 Kılmasun nefs ile şeytân igvâ
Tâzelük tâ’at-i Hakka evlâ
1098 Eylemek ister iseñ zevk u sürûr Mâ-sivâ fikrini dilden kıl dûr
1099 Nakş olınca dilüñde her gâh
Zikr ü fikrüñ senüñ olsun Allâh
1100 Saña günden dahi rûşen bu delîl Zıll-ı zâ’il gibidür ‘ömr-i kalîl
131 Hadis: “Ümmetimin çoğunluğunun ömrü, altmış ila yetmiş yıl arasında olacaktır.”
Tuhfetü’l-Hükkâm 193
1101 Nefs-i emmâreye hem-râh olma Yañılup yoluñı güm-râh olma
1102 Gâfil olma ele girmez fursat
Mürşid-i kâmile eyle hidmet
1103 Ṣıhhat ü devlet ise bir ândur Menzilüñ vâdî-i hâmûşândur
1104 Nef’i132 yok saña bu tûl-i emelüñ
Gelmeden eyle tedârük ecelüñ
1105 Sen bu gün niçün olursın bî-bâk Meskenüñ yarın olur zîr-i megâk
1106 Gelüp anda saña Münkir ü Nekîr
İdeler çünki su’âli bir bir
1107 Ne virürsin ‘acebâ anda cevâb Olmaz ise saña ‘avn-i Vehhâb
1108 ‘Akluñı başuña devşür yâ hû
Başuña gelse gerek bir gün bu
1109 Saña eylerse nasîhat te’・îr Olma bu devlet-i dünyâya esîr
1110 Göñül âyînesin idüp sâfî
Bu nasîhat saña vâfî kâfî
38a 1111 Yüri şimden girü ‘Avnî ta’cîl Kâli hâle idegör sen tebdîl
132 1104a Nefʿi: Nefy S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 194
1112 Uralum yüz eyüce dergâha Dâ’imâ yalvaralum Allâha
1113 Bizi göndermeye ‘ukbâya garîb
Eyleye tevbe vü tevfîki nasîb
1114 Rûz-ı mahşerde Habîb-i Mevlâ Umaruz yüzümüze togru baka
1115 Umaruz ide Habîb-i Rahmân
Cennet içinde civârında mekân
1116 Ola Hak kullarına cümle mu’în İrgüre işbu murâda âmîn
İhtitâm-ı Nazm-ı Kitâb-ı Nâ-yâb el-Müsemmâ Bi-Tuhfeti’l-Hükkâm
1117 Minnet Allâha ki her subh u şâm
Buldı bu Tuhfe-i Hükkâm encâm
1118 Az olur buncılayın tuhfe[-i] hûb Var ümîdüm ola mahbûb-ı kulûb
1119 Nitekim Şâh [u] Gedâ-yı Yahyâ
Muhtasar oldı kitâbum zîrâ
1120 Okıyup yazmaga iden niyyet Çekmeye aña ziyâde zahmet
1121 Ke・ret ile kişide olsa kelâm
Ol sefâhatle bulur şöhret [ü] nâm
1122 Az ni’met olur elbette lezîz
Tuhfetü’l-Hükkâm 195
İmtilâ eyler anuñ çogı ‘azîz
1123 Ehl-i dillerde me・eldür añılur Kim ki çok söyler ise çok yañılur
1124 Muhtasar olsa eger nazm-ı hûb
Ehl-i ‘irfân görür anı mergûb
1125 Ger mü’ellif kıla te’lîfi büyük Dâ’imâ ellere olur bir yük
1126 Ben idüp ehl-i mezâka taklîd Muhtasar kıldum anuñ nazmı müfîd
38b 1127 Tâ ki eglence olup hükkâma
Ola ihvâna nasîhat-nâme
1128 Nîk ü bed her ne ki kıldum tahrîr Hasb-i hâlüm dur[ur] ol bî-taksîr
1129 Bugz idüp kimseye dahl eylemedüm
Kasd ile ya’nî yalan söylemedüm
1130 Kılmadum hîç kelâm-ı zâ’id Ṣâdıku’l-kavlem aña Hak şâhid
1131 Togru söz gün gibi hod rûşendür
Egriye halk-ı cihân düşmendür
1132 Eyledüm ‘ucb u riyâdan perhîz Suhanum anuñ içün hûb u lezîz
1133 Bu durur bâ’i・-i nazm u inşâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 196
Hasb-i hâlüm bileler tâ ‘ulemâ
1134 Var ümîdüm ki mürüvvet ideler Nazm-i pâkîzeme ragbet ideler
1135 Kavl ü fi’lümde eger sâdık isem
Nazar-ı merhamete lâyık isem
1136 Mefhar ü melce’-i efrâd-ı beşer Hâlüme vâkıf olup şefkat ider
1137 Hâşe li’llâh o mürüvvet kânı Kılmaya bendesine ihsânı
1138 Ben çekem bunca gam-ı âfâkı
Bu melâlet kala bende bâkî
1139 Hâlüme vâkıf olınca Monlâ Var ümîdüm ide ihsânı baña
1140 Kâdî-i ‘asker-i Rûm u Anatol
Lutf u tab’ ile olupdur mecbûl
1141 Anlara cûd u kerem farz-ı ‘ayn Gele hiffet gide bu ・iklet-i deyn
1142 Evvelâ deyni edâdur ‘ahdüm
Ba’dehû gûşe-i ‘uzlet cehdüm
1143 Bu durur dilde olan hüzn ü melâl Levh-i dilde yazılupdur bu hayâl
39a 1144 ‘Avn-ı Hakdan umaram rûz u şeb
Tuhfetü’l-Hükkâm 197
Vâsıl olam bu murâdâta hep
1145 Ger mu’în ola baña ma’bûdum Ne ise hâsıl olur maksûdum
1146 Sözi uzatma yeter lâf u güzâf
Cevherin kıymetin añlar sarrâf
1147 Kıymeti çokdur bu hamâkat el-hak 133 Ya’nî bostancıya tarhun satmak
1148 Olur itmâm bu nazm-ı medhûl
‘Ulemâ eyler ise anı kabûl
1149 Âh kim havfum odur kim ola red Olup ebvâb-ı murâdum münsed
1150 Şimdi bu havf u recâda kaldum
Gitdi ‘aklum bu arada kaldum
1151 Kesmezem rişte-i maksûdı hele Ko ne dirlerse disünler cehele
1152 N’ola eylerse hasûd istihzâ
Belki rahm ide kibâr-ı ‘ulemâ
1153 Olıcak vâki’-i hâlüm ma’lûm Beni hâşâ kıla anlar mahrûm
1154 Oldı mahsûs havâssa bu kelâm
Fehm ü idrâk idemez anı ‘avâm
1155 Fehm ider sözümi ehl-i diller 133 1147a Mısra vezne uymamaktadır.
Tuhfetü’l-Hükkâm 198
Gam degül añlamasa câhiller
1156 Rahmet ol ehl-i kemâle ki müdâm Bir e・er komaga ide ikdâm
1157 Ṣâ’-ı ‘akl ile anı keyl ideler
Ehl-i diller okıyup meyl ideler
1158 Haşre deñlü turur â・ârumdur Zâde-i tab’ durur bârumdur
1159 Baña bir ölmez oguldur bu kitâb Süfehâ kısmı olur bunda hicâb
1160 İdemezler baña ta’n u teşnî’
Kimseden almamışam nazm-ı bedî’
39b 1161 Vâki’-i hâli bilür ma’bûdum Serika olmadı hîç maksûdum
1162 Hâni・ olmam kasem eylersem eger
Ola sehv ile tevârüd ya meger
1163 Ol dahi var ise ger şey’-i kalîl Yañılup yazmayan ol Rabb-i celîl
1164 Degül insân hatâdan hâlî
Añma dilde elem ü eşgâli
1165 Sehv ü noksânını idüp maksûd Aña dahl eyler ise ba’zı hasûd
1166 İki ‘âlemde anı ma’bûdum
Tuhfetü’l-Hükkâm 199
Nâ-murâd ide budur maksûdum
1167 Şu’arâ nâmına ba’zı süfehâ El uzunlugını eylerse aña
1168 Şâh-ı desti kalem-âsâ kurısun
Huşk olup berg-i lisânı çürisün
1169 İre ol kâtibe biñ derd sarîh Yazdugın eylemez ise tashîh 1170 La’net ol kâtib-i nâ-ehl olana Har-ı nâ-kâbil-i pür-cehl olana 1171 Bilmeyüp kâ’ide-i hattı fakat
Yaza imlâsını ma’lûl u galat
1172 Niçe tiryâkî vü bengî mecnûn Gâh olur nazmı yazar nâ-mevzûn
1173 Kâtibüñ ek・eri hod câhil olur
Ehl-i keyf ise eger134 mühmil olur
1174 Veznden nazmı ider cehl ile dûr Okıyan kimse bulur anda kusûr
1175 Rahmet-i Hak bula ol kâtib-i hûb
Yaza hem-vâr ü sahîh ü mergûb
1176 Ola hattı ya nesih ya ta’lîk Yazup anı kıla soñra tatbîk
134 1173b eger: ek・er S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 200
1177 Yaza hem surh ile her ser-suhanı Gül ile pür kıla bu encümeni
40a 1178 Yaza her satrı mukâbil ide ol
Belki etrâfına cedvel ide ol
1179 Beyti bir dil-ber-i ra’nâya döne Cedveli ‘âşık-ı şeydâya döne
1180 Fi’l-me・el sînesini idüp çâk
Yârı koynına koyar ‘âşık-ı pâk
1181 Râyegân vâsıl olup ol gence Rûz u şeb aña olur eylence
1182 Var ümîdüm ide ragbet ‘ulemâ
Ola şâyed sebeb-i medh ü ・enâ
1183 Hayr ile ‘Avnî[y]i yâd eyleyeler Dil-i gamgînini şâd eyleyeler
1184 Dahi cumhûr-ı kuzâtu’l-İslâm
Yâr-ı gâr eyleyeler anı müdâm
1185 Okıyup yazan anı sag olsun İki ‘âlemde yüzi ag olsun
Târîh-i İhtitâm-ı Kitâb-ı Tuhfetü’l-Hükkâm
Fe’ilâtün Mef’âilün Fe’ilün
1186 Hamd-i bî-had Cenâb-ı Hakka müdâm Buldı bu nazm-ı mu’teber encâm
1187 Nazmı garrâ edâsı bî-hemtâ
Tuhfetü’l-Hükkâm 201
Nâmı oldı Menâkıbu’l-Hükkâm
1188 Nîk ü bed cümle hasb-i hâlümdür Eyledüm nazm-ı pâk ile i’lâm
1189 Umaram okıyup terahhum ide
Kâdî-i ‘asker-i huceste-kelâm
1190 İhtiyârî kazâya virdi rızâ Bunca yıllardur nâ-kâm135
1191 Nâr-ı fakr ile yandı ser-tâ-pâ
Mihnet ile geçüp şühûr a’vâm136
1192 Munsaba oldı aña mansıblar
Gelmedi hâline cihânda nizâm
40b 1193 Bir yaña intizâr-ı ehl ü ‘ıyâl Bir yaña ta’n-ı düşmen-i bed-nâm
1194 Ser-güzeştüm olurdı niçe kitâb
Şerh olınsa bu mihnet137 ü âlâm
1195 ‘Ulemâ-i kibârdan umaram İltifât ideler fakîre müdâm
1196 Hak nasîb eyleyüp ola hâsıl
Dünyevî v’âhirî138 cemî’-i merâm
135 1190b Mısra vezne uymamaktadır. 136 1191b şühūr aʿvâm: şühūr u ʿavâm S. 137 1194b miḥnet: ṣoḥbet S. 138 1196b v’âḫirī: vü uḫrâ S.
Tuhfetü’l-Hükkâm 202
1197 Bu kitâbuñ tamâmına hâtif Târîhin didi “Tuhfetü’l-Hükkâm”
SONUÇ
XVII. yüzyıl şairlerinden Filibeli Avnî’nin hayatı, eserleri, edebî kişiliği ve Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsi ile ilgili çalışmamızda elde edilen sonuçlar şöyle dikkatlere sunulabilir:
1. XVI. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu söylenebilecek Avnî, XVII. yüzyılın ikinci yarısında (öl. H. 1075/ M. 1664-65 ) vefat etmiştir. Şuara tezkirelerine göre eski Türk edebiyatında yer alan Avnî mahlaslı on dokuz şairden biridir. Asıl adı Mahmûd’dur. İstanbul’da medrese tahsilini tamamladıktan sonra mülâzım olmuş, Rumeli’nin birçok merkezinde kadılık ve müderrislik yapmıştır. Kendisine verilen mansıpların hiç birinden memnun kalmamış; sürekli olarak bunlardan şikâyet etmiştir. Şairlerin sultanı unvanlı Bâkî’nin dânişmendi olan Avnî, sonraki yıllarda da yanında kassâm ve rûz-nâmçeci olarak görev yapmıştır. Şiirlerini beğenen Lala Mehmed Paşa’nın iltifatına ve ihsanına mazhar olunca şehnameci tayin edilmiştir. Mesnevîsinden hareketle, Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye ve onun kurduğu Celvetiyye tarikatine bağlı olduğu düşünülebilir.
2. Avnî’nin mevcut Tuhfetü’l-Hükkâm adlı mesnevîsinin yanı sıra Şeh-nâme’sinin de olduğu kendisi tarafından belirtilmektedir. XVII. yüzyıl klasik Türk edebiyatında mesnevî müellifi, şehnameci ve âşıkane şiirler kaleme alan şair niteliği ile karşımıza çıkmaktadır.
3. Şair, mesnevîsi ile ilgili olarak birbirlerine benzeyen birden çok isim kullanmıştır. Kitabın başlığı olarak yazılması ve daha çok zikredilmesi sebepleriyle biz de Tuhfetü’l-Hükkâm adını kullanıyoruz.
4. Tuhfetü’l-Hükkâm, hasbihâl, sergüzeşt-name, nasihat-name özeliklerini taşıdığından onu bir türle adlandırmak mümkün görülmemektedir. Şair de eseri hakkında hasbihâl, sergüzeşt-name, nasihat-name sözlerini sarf etmektedir.
Tuhfetü’l-Hükkâm 204
5. Avnî eserini yazma sebeplerini fani dünyada kıyamete kadar isminin yaşaması, hayırla anılmak, mevâlîye derdini anlatmak, kendisinin ve meslektaşları olan kadıların macerasını, hâllerini dile getirmek şeklinde açıklar.
6. Tuhfetü’l-Hükkâm’ın tamamlanmasına son beytinde H. 988/ M. 1580-81 tarihi düşürülmüştür. Ancak bu yılı kitabın bitirildiği tarih olarak kabul etmek mümkün görülmemektedir. Bu eserde söz konusu edilen en son tarih H. 1017/ M. 1608-9’dur. Dolayısıyla kitap da H. 1017/ M. 1608-9 yılında veya bu yıldan sonra yazılmış olmalıdır.
7. Tuhfetü’l-Hükkâm mesnevîsi klasik tertibe uygundur; giriş bölümü, konunun işlendiği bölüm ve bitiş bölümüne sahiptir.
8. Metni hazırlanan Tuhfetü’l-Hükkâm’da ilmiye sınıfına mensup bir kadı olarak yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları kaleme almakta; çağının tanığı gibi davranmakta, öncelikle ilmiye sınıfı olmakla birlikte çağdaşı aydınları ve idarecileri cesurca uyarmaktadır. Onlara İmâm-ı A‘zâm Ebû Hanîfe, Kadı Beyzâvî, Azîz Mahmûd Hüdâyî gibi şahsiyetlerin özellikle kadılık mesleğindeki tutumlarını örnek olarak göstermektedir. Herkese hitap edecek şekilde israftan kaçınmak, paraya karşı hırslı olmamak, dini dünyaya değişmemek gibi hususlarda nasihat da vermektedir. Nasihatlerinin bir kısmı da tevekkül etmek, mürşid-i kâmile tabi olup ona hizmet etmek, masivadan uzak durmak, nefs-i emmâreye uymamak gibi tasavvufî mahiyettedir. Öğüt verirken ayet ve hadisleri de delil olarak göstermektedir.
9. Tuhfetü’l-Hükkâm’ın vezni, kısalığı ve kolaylığı sebebiyle uzun mesnevîlerde çokça tercih edilen “Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün” kalıbıdır. Bu mesnevîde makbul sayılabilecek ve sayılamayacak imale ve zihaflar yapılmıştır. Arapça kelimelerde iç ahengi temin eden medlerin yanında birkaç örnekte de olsa medd-i nundan ve Türkçe kelimelerde medden kaçınılmamıştır. Birçok beyitte aruz kusuru sayılan başında ayın harfi bulunan kelimelerde ulama da yapılmıştır. Eserde kafiyelerin kullanımı, genellikle klasik şiirin kafiye anlayışına uygundur. Kafiye yapılan kelimeler, çoğunlukla Arapçadır. Göz için kafiye anlayışına bazen riayet edilmez; kulak için kafiye anlayışı doğrultusunda da kafiye yapılır. Aynı türden ve
Tuhfetü’l-Hükkâm 205
dilden kelimelerin kafiye yapılması kuralına her zaman uyulmaz. Eserde redif kullanma oranı % 20 civarındadır. Bunların da yaklaşık olarak % 55’i ek, % 45’i kelime hâlindedir. Kelime hâlindeki redifler çoğunlukla Türkçedir.
10. Mesnevîde genellikle sadeye yakın ve anlaşılması kolay bir dil kullanılmıştır. Bununla birlikte başlıklarda çoğunlukla ağır bir dil, münşiyâne üslûp dikkati çeker. Az da olsa arkaik Türkçe kelimeler ve eklerle karşılaşılmaktadır. Anlatımda yer yer deyimlerden, atasözlerinden ve kelam-ı kibar denilecek ibarelerden yararlanılmıştır. Eleştiri yapılırken dahi kaba sayılabilecek kelimeler ve deyimlere yer verilmemiştir.
11. Tuhfetü’l-Hükkâm’ın hazırlanan metni, bulunabilen bir yazma nüshasına (Süleymaniye Kütüphanesi Hasan Hüsnü Paşa Bölümü, Nu.: 1040/I) dayanmaktadır.
12. Avnî’nin Tuhfetü’l-Hükkâm’ını tarihî olaylara yeni bakışlar kazandıracak “hissî tarih metinleri”nden kabul etmek mümkündür. Bu sebeplerle bu mesnevînin özellikle Osmanlı tarihi ve Türk hukuk tarihi araştırıcılarının bakış açılarıyla da değerlendirilmesinin önemine işaret etmek istiyoruz.
KAYNAKÇA Abdülkadiroğlu, Abdülkerim, (1985), İsmail Belîğ Nuhbetü’l-Âsâr
Li-Zeyli Zübdeti’l-Eş‘âr, Ankara: Gazi Üniversitesi Yay. Acaroğlu, M. Türker, (2006), Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları
Kılavuzu, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yay.
Aclûnî, İsmail bin Muhammed, (1988), Keşfü’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs ve Ammeştehare Mine’l-Ehâdîs Alâ-Elsineti’n-Nâs, C II, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 3. bs.
Ahmed bin Hanbel, (1992), Müsned, C III, İstanbul: Çağrı Yay. Akbayar, Nuri, (2003), Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yay., 2. bs. Aksoy, Ömer Asım, (1988), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, C I, II,
İstanbul: İnkılâp Kitb. Avnî, Tuhfetü’l-Hükkâm, Süleymaniye Ktp. Hasan Hüsnü Paşa
Böl., Nu.: 1040. Aydın, Abdullah, (tarihsiz), Kur’an-ı Kerim ve Meâl-i Celîlesi,
İstanbul: Aydın Yay. Banarlı, Nihad Sâmi, Resimli Türk Edebiyatı Târihi Destanlar
Devrinden Zamanımıza Kadar, C I, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yay.
Batislam, Hanife Dilek, (2003), Hasbıhâl-i Sâfî İnceleme-Metin-Tıpkı Basım, İstanbul: Kitabevi.
Bilkan, Ali Fuat, (2002), “İki Sulhiyye Işığında Osmanlı Toplumunda Barış Özlemi”, Türkler, C 12, s. 598-605.
Bilmen, Ömer Nasuhi, (tarihsiz), Hukukı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, C I, İstanbul: Bilmen Yay.
Bursalı Mehmed Tâhir, (2000), Osmanlı Müellifleri, C I, İstanbul: Bizim Büro Yay.
Çağbayır, Yaşar, (2007), Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı Ötüken Türkçe Sözlük, C I-VII, İstanbul: Ötüken Neşr.
Tuhfetü’l-Hükkâm 208
Çapan, Pervin, (2005), Safâyî Efendi Tezkire-i Safâyî (Nuhbetü’l-Âsâr Min Fevâ’idi’l-Eş‘âr)İnceleme –Metin-İndeks, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yay.
Danişmend, İsmail Hami, (1961), İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C III, İstanbul: Türkiye Yay.
Daş, Abdurrahman, (2003), “Hoca Sa‘deddin Efendi’nin Hayatı ve Eserleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S 14, s. 165-208.
Devellioğlu, Ferit, (1993), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat Eski ve Yeni Harflerle, Ankara: Aydın Kitabevi Yay.
Dilçin, Cem, (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
Döndüren, Hamdi, (2003), İnsanlığa Son Çağrı Kur’ân-ı Kerîm Meâl-Tefsir-Ansiklopedik İndeks, C I, II, İstanbul: İmaj.
Ebû Dâvud, Süleyman bin Eş’as es-Sicistânî, (1994), Sünen, C III, Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Erkan, Arif, (2004), el-Beyân Büyük Arapça Türkçe Lügat, C II, İstanbul:Yasin Kitb.
Ertan, Mehmet Emin, (2001), Aziz Mahmud Hüdâyî, İstanbul: Şûle Yay.
Gülensoy, Tuncer, (2007), Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi, C II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
Hüseyin Kâzım Kadrî, (1945), Türk Dillerinin İştikâkı ve Edebî Lügatleri, C IV, İstanbul: Cumhuriyet Matb.
İbrahim Enîs-Abdülhakîm Muntasır-vd., (1972), el-Mu‘cem el-Vâsıt, C I, Kâhire:2. bs.
İpekten, Haluk, (1997), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergâh Yay. , 2. bs.
İpekten, Haluk-İsen, Mustafa-vd., (1988), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Tuhfetü’l-Hükkâm 209
İsen, Mustafa- Macit, Muhsin, (1992), Türk Edebiyatında Tevhidler, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Kanar, Mehmet, (1993), Büyük Farsça-Türkçe Sözlük, İstanbul: Birim Yay.
Macit, Muhsin, (1996), Divân Şiirinde Âhenk Unsurları, Ankara: Akçağ Yay.
Mehmed Süreyyâ, (1311), Sicill-i Osmânî Yâhûd Tezkire-i Meşâhîr-i Osmânîye, , C. III İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Mehmed Süreyyâ, (tarihsiz), Sicill-i Osmânî Yâhûd Tezkire-i Meşâhîr-i Osmânîye, , C. IV, İstanbul: Matbaa-i Âmire.
Muallim Nâci, (1987), Lugat-ı Nâci, İstanbul: Çağrı Yay. Muhammed Ebu Zehra, (tarihsiz), İslâm’da İtikadî, Siyasî ve Fıkhî
Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbğatullah Kaya), İstanbul: İmaj. Muhammed Fuad Abdülbâkî, (1990), el-Mu’cemü’l-Müfehres Li-
Elfâzı’l-Kur’ânı’l-Kerîm, İstanbul: Çağrı Yay. Müstakîm-zâde Süleyman Sa‘deddin Efendi, (2000), Mecelletü’n-
Nisâb Fi’n-Neseb ve’l-Künâ ve’l-Elkâb, Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi Böl., Nu.: 628’den Tıpkı Basım, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
Mütercim Âsım Efendi, Burhân-ı Kâtı‘, (hzl. Mürsel Öztürk-Derya Örs) Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.
Ortaylı, İlber, (2001), “Osmanlı Devletinde Kadı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 24, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Özen, Şükrü, (2001), “Kâdî Şüreyh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 24, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Pakalın, Mehmet Zeki, (1993), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I-III, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yay., 4. bs.
Pala, İskender, (1995 ), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yay.
Parlatır, İsmail, (2006), Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Yargı Yay.
Saraç, M. A. Yekta, (2007), Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-Kafiye, İstanbul: 3F Yay.
Tuhfetü’l-Hükkâm 210
Sehâvî, (1979), el-Makâsıdu’l-Hasene, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Sertoğlu, Midhat (1986), Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul: Enderun Kitb.
Sezen, Tahir, (2006), Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla), Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yay.
Süyutî, Celâleddin bin Ebî Bekr, (2006), Câmi‘u’s-Sağîr, C I, II, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 3. bs.
Şafak, Yakup, (2003), Aruz Terimleri, Konya: Saye Yay. Şemseddîn Sâmî, (1992), Kâmûs-ı Türkî, İstanbul: Çağrı
Yay. Şemseddîn Sâmî, (1996), Kâmûsu’l-A‘lâm, C I-VI Ankara:
Kaşgar Yay. Şevkânî, (1407), el-Fevâ’idü’l-Mecmû‘a Fi’l-Ehâdîsü’-
Mevzû‘a, C I, Beyrut: Mektebü’l-İslâmî, 2. bsk. Şeyhî Mehmed Efendi, (1989), Vakâyi’ü’l-Fuzalâ
(Şakayıku’n-Numaniye ve Zeyilleri), (hzl. Abdülkadir Özcan), C. I, İstanbul: Çağrı Yay.
Tezeren, Ziver, (1987), Aziz Mahmud Hüdayi Hayatı-San’atı-Fikriyâtı, çağdaşları İçindeki Yeri ve Ünlü Eserleri, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Tuman, Mehmet Nâil, (2001) Tuhfe-i Nâilî Divân Şairlerinin Muhtasar Biyografileri, C II, (hzl. Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatçı), Ankara: Bizim Büro Yay.
Unat, Faik Reşit, (1984), Hicrî Tarihleri Milâdîye Çevirme Kılavuzu, Ankara:Türk Tarih Kurumu Yay.
Uysal, Muhittin, (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis Tasavvufî Kaynaklarındaki Tartışmalı Rivayetler, Konya: Yediveren Yay.
Uzunpostalcı, Mustafa, (1994), “Ebû Hanîfe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 10, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Ünver, İsmail, (1986), “Mesnevî”, Türk Dili Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı II (Dîvan Şiiri ), S 415-416-417, s. 430-563.
Tuhfetü’l-Hükkâm 211
Wensinck, A. J., (1988), Concordance et Indice de la
Tradition Musulmane, C I, IV, İstanbul: Çağrı Yay. Yavuz, Yusuf Şevki, (1992), “Beyzâvî”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C 6, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Yeniterzi, Emine, (2001), Behiştî’nin Heşt Behişt Mesnevîsi, İstanbul: Kitb.
Yılmaz, Mehmet, (1992), Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük), İstanbul: Enderun Kitb.
Zavotçu, Gencay, (2006), Divan Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, Ankara: Aydın Kitb.
DİZİN ʿAbdü’l-ʿazīz Efendi, 45, 110
Ādem, 86, 94, 139 Hz. Âdem, 86, 88, 152
ʿAden, 95 Ahî-zâde Halîmî Efendi, 19, 49 Aḥmed, 84, 120
Hz. Peygamber, 84, 88, 91 Ahmed Çelebî, 13 Aḥmed Ḫān
I. Ahmed, 43, 44, 96 Ahmed Paşa, 65 Ahmedî, 65 Akşehir, 13 ʿAlī
Hz. Ali, 92 ʿĀlī, 105 Ali Efendi, 13 ʿAlī ibni Ebī Ṭālib, 168
Hz. Ali, 148 ʿAlīm, 83
Allāh, 66, 84, 91, 93, 110, 115, 156, 181, 192, 193
ʿAllām, 83 Anadolu, 53 Anaṭol, 110, 111, 196
Anaṭolı, 28, 151 Antep, 39 Ataullah Efendi, 13 Avnî, 7, 13, 14, 26, 27, 28, 30, 35, 56,
59, 68 ʿAvnī, 25, 26, 39, 67, 68, 88, 93, 96, 99,
103, 133, 153, 154, 165, 184, 193, 200
Azîz Mahmûd Hüdâyî, 24, 59, 203, 204 Baġdād, 180 Bağdat, 39, 59 Bahâriyye Mevlevî-hânesi, 13 Bâkî, 15, 17, 49, 65, 203 Bāḳī:, 16, 17, 67, 116, 117, 118, 120
Bārī, 166 Bekir Paşa, 13 Belgrad, 19, 20, 39, 50 Beliġrad, 20, 121, 124
Benī İsrā’īl, 95 Berenvar, 22, 50 Bernevar
Berenvar, 22, 127 Beyzâvî, 57, 58, 204, 211 Bū Bekr
Hz. Ebu Bekir, 92 Budin, 20, 22, 23, 50, 129 Burāḳ, 91 Bursa, 13, 39 Cāmī, 117 Câmi‘u’s-Sağîr, 63, 149, 210 Cāmiʿu’ṣ-Ṣaġīr, 63, 148
Cebrā’īl, 89, 91
Celālī, 28, 151 Celvetiyye, 24, 203 Cem, 25, 109, 152
Cemşīd, 155
Cibrīl, 89
Deccāl, 163 Defter-i Aşk, 65 Dehhânî, 65 Demirci-zâde Şeyh Mehmed Efendi, 13 Diyarbakır, 13 Ebū Cehl, 90 Ebû Hanîfe, 57, 58, 59, 204, 210 Ebû Hüreyre, 173 Ebubekir Efendi, 13 Edirne, 16, 39 Enderunlu Vâsıf, 65 Engürüs, 28, 53, 105, 151 Envâru’l-Tenzîl, 58 Es‘ad Efendi, 16, 21, 50 Esʿad Efendi, 19, 45, 99, 100, 121
Tuhfetü’l-Hükkâm 214
Esedu’l-lāh ʿAlī Hz. Ali, 168
Eşref-zâde Şeref Efendi, 13 Eyüp, 39 Eyüp Efendi Tekkesi, 13 Eyyūb
Hz. Eyyûb, 86, 88 Fatih Sultan Mehmed, 7, 13 Filbe
Filibe, 15, 21, 23, 126, 129 Filibe, 13, 14, 15, 17, 19, 22, 39, 48, 49,
50, 51, 119 Filibevî Mahmûd Efendi.Bakın Avnî Firʿavn, 182 Fuzûlî, 65 Galata, 39 Ġanī, 164 Gelibolu, 13 Gelibolulu Âlî, 18 Gencîne-i Râz, 65 Ḥabīb, 87, 91, 92, 93, 94, 191, 193 Hâbil Efendi, 13 Ḥaḳ, 23, 26, 29, 30, 35, 39, 68, 83, 84,
86, 89, 90, 91, 94, 95, 97, 99, 101, 102, 103, 105, 107, 110, 114, 115, 119, 121, 129, 131, 133, 134, 136, 142, 147, 149, 152, 154, 155, 156, 163, 165, 167, 173, 186, 187, 193, 195, 196, 199, 201
Hâkânî, 65 Ḥākim-i muṭlaḳ, 83 Halep, 39 Halife Mansûr, 58, 59 Ḫāliḳ, 67, 83, 86, 90, 92, 94, 130 Halîl-zâde, 13 Ḥān Aḥmed
I. Ahmed, 97 Ḥaseneyn
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, 92 Ḥavvā
Hz. Âdem'in eşi, 88 Ḥay, 98, 155
Ḥaydar
Hz. Ali, 89 Hayriyye, 65 Ḥażret-i Aḥmed ü Maḥmūd, 88
Ḥażret-i Mūsā, 88
Ḥażret-i ʿOsmān, 92 Hilye, 65 Hoca Sa‘deddîn Efendi, 16, 17, 48 Hûbân-nâme, 65 Ḫudā, 28, 70, 83, 85, 86, 88, 96, 103,
130, 131, 147, 149, 154, 155, 162, 163, 175, 189
Hüseyin Avnî Bey, 13 Ḫvāce Saʿde’d-dīn, 43, 45, 98 Hz. Ali, 56, 62, 63, 148, 168 Hz. Ömer, 54 Hz. Peygamber, 15, 42, 53, 62, 63, 148,
168 I. Ahmed, 16, 25, 28, 43, 47, 53 I. Mustafa, 16 II. Murâd, 13 II. Osman, 16 III. Mehmed, 43, 47 ʿIrāḳ, 179 IV. Murad, 16 İbn-i aḫī
Kazasker Ahî-zâde Halîmî Efendi, 120
İmāmeyn Hz. İmâm-ı ebû Yûsuf ve İmâm-ı
Muhammed, 179 İmâm-ı A‘zâm, 42, 57, 58, 59, 204 İmām-ı Aʿẓam, 44, 94, 151, 179, 181
İmām-ı Ebū Ḥanīfe-i Kūfī İmâm-ı A‘zam, 179
İslām, 18, 25, 40, 89, 90, 97, 105, 143, 200
İsrail Oğulları, 95 İstanbul, 13, 14, 20, 21, 22, 23, 51, 52,
66, 121, 126, 129, 138, 145, 160 İzmir, 39 Kaʿbe, 188
Kaʿbe-i Ḥaḳ, 142 Kadı Beyzavî, 58
Tuhfetü’l-Hükkâm 215
Ḳāḍī Beyżāvī, 177
Ḳadīr, 155
Ḳādir, 83, 87, 89 Kânunî Sultan Süleyman, 49 Ḳārūn, 30, 164, 182
Ḳavī, 98 Kevâkib-zâde Mehmed Avnî Efendi, 13 Konya, 39 Ḳuds-i şerīf, 119, 120 Kudüs, 39, 49 Kûfe, 54 Ḳur’ān, 66, 84, 90, 96 Kurşunlu, 19, 50 Ḳurşunlu, 19, 121 Lala Mehmed Paşa, 18, 25, 48, 203 Lutfiyye, 65 Maḥmūd
Azîz Mahmûd Hüdâyî, 24, 186 Maraş, 39 Mecelletü’n-Nisâb, 14, 15 Medine, 13, 39 Mehmed Efendi, 13 Mekke, 39 Menāḳıbu’l-Ḥükkām, 35, 200
Mesīḥā, 88
Mevlā, 84, 165, 189, 193 Mısır, 39 Mıṣr, 97
Muḥammed Hz. Peygamber, 88, 89
Muḥammed Efendi, 97
Muḥammed Paşa Sadrazam Lala Mehmed Paşa, 18,
25, 67, 104 Murâd Paşa
Kuyucu Murâd Paşa, 20, 50 Murād Paşa
Kuyucu Murâd Paşa, 21, 123 Mustafa Efendi, 13 Mustafâ Efendî, 13 Mustafâ Efendi bin Ahmed Efendi, 13
Münîr Bey, 13 Münkir ü Nekīr, 193 Nâ’ilî, 65 Nâbî, 65 Nāṣır, 83
Nebiyyü’l-muḫtār Hz. Peygamber, 156, 158
Necâtî, 65 Nedîm, 65 Neşâtî, 65 Nev‘î-zâde Atâyî, 65 Niş, 20 Niẓāmī, 117 Nuhbetü’l-Âsâr Li-Zeyli Zübdeti’l-
Eş‘âr, 14 Nûreddîn Bey, 13 Nusret-nâme, 25 Nuṣret-nāme, 25, 109 Osman Efendi, 13 ʿÖmer
Hz. Ömer, 89 ʿÖmeribnü’l-Ḫaṭṭāb
Hz. Ömer, 92 Peçuy, 22 Pernik, 20 Peyġāmber
Hz. Peygamber, 172 Rab, 85, 86, 87, 92, 94, 103
Rabb-i celīl, 115, 198
Rabb-i Ġafūr, 136
Rabb-i muʿīn, 189
Rabb-i Vedūd, 136
Raḥīm, 83
Raḥmān, 83, 90, 119, 165, 193
Resūl, 70, 84, 87, 88, 89, 91, 92, 94, 99, 156, 157, 171, 180
Resūlu’llāh, 95, 148, 155, 168, 173
Resūlü’s-saḳaleyn, 148
Rezzāḳ, 83
Tuhfetü’l-Hükkâm 216
Rūm, 20, 96, 98, 99, 100, 116, 117, 118, 120, 121, 123, 158, 159, 196
Rūm ili, 20, 66, 101, 118, 123, 158 Rumeli, 7, 13, 16, 20, 43, 47, 48, 50,
203 Rüstem-i Zāl, 155
Saʿde’d-dīn
Hoca Sa‘deddin, 98
Saʿdī, 117 Sâlih Çelebî, 17, 48 Ṣāliḥ Çelebī, 17, 106, 112
Ṣāliḥ Efendi, 112 Sarrâf-zâde, 17, 48 Ṣarrāf-zāde, 17, 113 Selanik, 39 Sırbistan, 19 Sicill-i Osmânî, 14, 209 Sidre, 98 Sirişnik, 20 Siriştnik köyü, 20 Sitanbul
İstanbul, 22, 126 Sofya, 20, 39 Sohbetü’l-Ebkâr, 65 Srişnik, 20, 21, 50, 125 Sulṭān Aḥmed
I. Ahmed, 25 Sulṭān Meḥmed Ḫān
III. Mehmed, 96
Ṣulṭān Süleymān Kanûnî, 118
Süleymān Hz. Süleyman, 67, 153
Sünbül-zâde Vehbî, 65 Svetlya çayı, 20 Şāh [u] Gedā, 194
Şaḳāyıḳ Şakâyıku'n-Nu'mâniyye, 156
Şam, 39 Şeh-nâme, 25
Şeh-nāme, 25, 109
Şeyḫ Maḥmūd Azîz Mahmûd Hüdâyî, 185
Şeyh Muhammed b. el-Kutahtaî, 58 Şeyhî, 14 Şüreyh, 54, 57, 209 Şüreyḥ, 159, 173
Ṭaşköprī Efendi Taşköprî-zâde Isâmedin Ahmed,
156 Taşköprî-zâde Isameddin Efendi, 53 Taşlıcalı Yahyâ, 65 Tezkire-i Safâyî, 14, 15 Tımışvar, 20 Tırhala, 39 Tırnova, 13 Trabzon, 13 Trebçe, 20, 21, 50, 124 Tuhfe-i Nâ’ilî, 14, 15 Tuhfetü’l-Hükkâm, 7, 8, 9, 13, 15, 24,
35, 36, 38, 40, 41, 42, 43, 60, 64, 65, 68, 71, 72, 79, 203, 204, 205, 207
Tuḥfetü’l-Ḥükkām, 35, 79, 194, 201
Ṭūr, 88 Ubeydî, 56 ʿUbeydī, 168, 169, 170 Üsküdar, 13, 188 Vakâyi’ü’l-Fuzalâ, 14 Vâlihî, 41, 58, 68, 80 Vālihī:, 176 Vecdî, 40, 56, 68, 80 Vecdī, 168, 169, 170
Vedūd, 24, 91, 103, 186
Vehhāb, 193 Vulçitrin, 20 Yağcı-zâde Mehmed Efendi, 13 Yaḥyā
Taşlıcalı Yahyâ, 194 Yaʿḳūb
Hz. Yakup, 86, 88 Yenişehir, 39 Yenişehir Fener, 13 Yūsuf
Tuhfetü’l-Hükkâm 217
Hz. Yusuf, 88 Yûsuf Efendi, 13
Zenân-nâme, 65