asİfe Ünal

340
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ) ANABİLİM DALI TÜRKİYE’DE ÖRTÜNME ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA ( DİNLER TARİHİ AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM ) DOKTORA TEZİ ASİFE ÜNAL ANKARA 2004

Upload: hamien

Post on 12-Jan-2017

324 views

Category:

Documents


2 download

TRANSCRIPT

Page 1: ASİFE ÜNAL

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ)

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE ÖRTÜNME ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

( DİNLER TARİHİ AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM )

DOKTORA TEZİ

ASİFE ÜNAL

ANKARA 2004

Page 2: ASİFE ÜNAL

II

ÖNSÖZ

Bu çalışma, Türkiye’de mensubu bulunan ilâhî kaynaklı üç dindeki

örtünme anlayışını, özellikle de kadının örtünmesini konu

edinmektedir. Konunun seçiminde, ülkemizde gündemden düşmeyen örtünme

meselesinin çözümüne, bu konuda objektif kriterlerle hazırlanan ve farklı

dinlerin anlayış ve uygulamalarını karşılaştırma imkânı veren bir Dinler Tarihi

çalışmasının getireceği katkı dikkate alınmıştır.

Örtünme anlayışını Türkiye örneğinde tespit edebilmek için doğrudan

kaynağına gitmek, alana inmek tercih edilmiştir. Araştırmalar için diğer din ve

mezhep mensuplarının yoğun olarak yaşadığı İstanbul pilot gölge olarak

seçilmiş, bunun yanında Tokat başta olmak üzere başka yörelerde de örnekleme

araştırmalar yapılmıştır. Bu çerçevede Müslümanlar yanında, Türkiye’deki

Musevî ve Hıristiyan cemaatlerin temsilcileri ile de görüşülerek doğrudan

onların yorumlarını alma yolu benimsenmiştir. Bu bilgi ve yorumlar

gözlemlerle birleştirilerek ilgili dinin kutsal kitabı ışığında senteze ulaşmaya

çalışılmıştır. Konunun önemine binaen elde çok hacimli bir malzeme

toplanmış, ancak bunların hepsini tez sınırları içinde kullanmak mümkün

olamamıştır.

Giriş ve üç bölüm halinde hazırlanan tezin “Giriş” bölümünde örtünme ve

kaynağı ile ilgili genel bilgiler verilmiş, dinlerin örtünme anlayış ve

uygulamaları örneklendirilmiştir.

Birinci Bölümde; Türkiye’deki Yahudilerin örtünme anlayışı ele

alınmıştır. Yahudilikte örtünme anlayışına genel bir bakıştan sonra,

ülkemizdeki Yahudi cemaatlerinde örtünmenin tarihî gelişimi ile

bugünkü durum tespit edilmeye çalışılmıştır. Türkiye’deki Yahudilerin

örtünme anlayışlarında sayıları yok denecek kadar azalmış olan Karailerden de

kısaca söz edilmiştir.

İkinci Bölümde; Türkiye’deki Hıristiyan grupların örtünme anlayışı

konu edinilmiştir. Hıristiyanlıkta genel olarak var olan örtünme anlayışının

kaynağı incelenmiş; Türkiye’deki Hıristiyan mezhep ve gruplarının örtünmeye

Page 3: ASİFE ÜNAL

III

bakışları ile mevcut ve geçmiş uygulamaları ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu

çerçevede Ermeni, Süryani, Keldani, Rum ve Türk Ortodoks, Latin Katolik ve

Protestan Kiliselerinin örtünme anlayışları ele alınmıştır.

Üçüncü Bölümde ise, Türkiye’deki Müslümanların örtünme anlayışları

incelenmiştir. İslâm’ın örtünme konusuna bakışı, geleneksel uygulamanın

gerekçeleri araştırılmış, tarihî gelişim üzerinde örnekler verilmiştir. Türklerin

İslâm’dan önce ve İslâm’dan sonraki inanç ve uygulamalarında örtünmenin

yeri tespit edilmeye çalışılmıştır.

Tanzimat’tan itibaren devam eden yenileşme hareketlerinin giyim ve

örtünme boyutu, arka planı ile ele alınmış, günümüzde örtünme konusundaki

görüş farklılıkları örneklerle ortaya konmuştur. Türkiye’deki farklı bölge,

mezhep, grup ve cemaatlerin örtünme anlayışları da inceleme konusu edilmiş

ve bu farklılıkların sebeplerinde dinin yeri ortaya konmaya gayret edilmiştir.

Sonuç bölümünde Türkiye’de mensubu bulunan bu dinlerin örtünme

anlayışlarıyla ilgili genel bir değerlendirme yapılmış, örtünmede dinin ve örfün

yeri ile konu hakkındaki kanaatlerimiz ifade edilmiştir.

Çalışmalarım sırasında yoğun ilgisi ve desteğini hep yanımda bulduğum

değerli hocam Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’e, aileme ve katkı sağlayan

herkese teşekkür ediyorum.

Asife ÜNAL

Ankara 2004

Page 4: ASİFE ÜNAL

IV

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...................................................................................................II

İÇİNDEKİLER ....................................................................................IV

KISALTMALAR ..................................................................................VI

GİRİŞ ......................................................................................................1

A. Metodolojik Bilgi ...............................................................................1

B. Kelime ve Terim Olarak Örtünme ...............................................4

C. Örtünmenin Kaynağı Üzerine Yaklaşımlar .........................................7

D. Dinlerde Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ......................10

I.BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİ GRUPLARDA ÖRTÜNME

ANLAYIŞI ............................................................................................16

a. Yahudilikte Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ...............17

aa. Tefillin,Tallit ve Tzitzit Kullanılması .........................................17

ab. Yahudilikte Erkeğin Başını Kapatması(Kippa) ..........................20

ac. Yahudilikte Kadının Örtünmesi .................................................24

1. Tanah’ta Örtünme ile İlgili İfadeler..........................................24

2. Talmud’da Örtünme ile İlgili İfadeler ......................................29

b. Türkiye’de Yahudi Cemaatinde Örtünmenin Tarihi Gelişimine

Genel Bir Bakış ..................................................................................35

c. Günümüzde Türkiye’deki Yahudi Gruplarda Örtünme

Anlayışı .............................................................................................46

ca. Musevî Cemaatinde Örtünme Anlayışı .....................................46

cb Karailerde Örtünme Anlayışı ..................................................55

II.BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ HIRİSTİYAN GRUPLARDA

ÖRTÜNME ANLAYIŞI ....................................................................58

a. Hıristiyanlıkta Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ..........59

b. Türkiye’de Hıristiyan Toplumunda Örtünmenin Tarihi

Gelişimine Genel Bir Bakış ...........................................................67

Page 5: ASİFE ÜNAL

V

c. Günümüzde Türkiye’deki Hıristiyan Gruplarda Örtünme

Anlayışı ............................................................................................72

ca. Gregoryen Ermenilerde Örtünme Anlayışı ..........................72

cb. Ortodokslarda Örtünme Anlayışı ..........................................86

1. Rum Ortodokslarda Örtünme Anlayışı .....................................87

2. Türk Ortodokslarda Örtünme Anlayışı ...................................92

cc. Süryanilerde Örtünme Anlayışı ............................................102

cd. Keldanilerde Örtünme Anlayışı ..........................................116

ce. Latin Katolik Kilisesinde Örtünme Anlayışı .........................131

cf. Protestanlarda Örtünme Anlayışı ...........................................136

III. BÖLÜM

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMANLARIN ÖRTÜNME ANLAYIŞI ..139

a. İslam’da Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış.....................139

aa. Kur’an’da Örtünme ile İlgili Ayetler ..........................................141

ab. Örtünme ile İlgili Hadisler ..........................................................148

ac. İslâm Hukukçularına Göre Örtünme ...........................................155

ad. Müslümanlar Arasında Örtünmenin Tarihi Gelişimi ..................159

b. Türklerde Örtünmenin Tarihi Gelişimine Genel Bir Bakış..170

ba. İslam’dan Önce Türklerde Örtünme ..................................172

bb. İslam’dan Sonra Türklerde Örtünme .................................180

c. Günümüzde Türkiye’de Müslümanların Örtünme Anlayışı ....237

d. Türkiye’de Örtünme Modelleri ve Anlayışları ............................246

da. Bölgelere Göre ......................................................................247

db. Mezheplere Göre ...................................................................252

dc. Cemaatlere, Gruplara ve Kişilere Göre ..................................263

SONUÇ ................................................................................................305

BİBLİYOGRAFYA ............................................................................311

SUMMARY .........................................................................................325

Page 6: ASİFE ÜNAL

VI

KISALTMALAR

AAK Aile Araştırma Kurumu

AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

AÜSBF Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

b. ibn

Bkz. Bakınız

C. Cilt

çev. Çeviren

ERE Encyclopedia Religion and Ethics

haz. Hazırlayan

Hz. Hazreti

İ.Ü. İstanbul Üniversitesi

MEB MillîEğitim Bakanlığı

MÖ. Milattan önce

MS. Milattan sonra

neşr. Neşreden

s. Sayfa

S. Sayı

sad. Sadeleştiren

şerh. Şerheden

TB Talmud Babilion(Babil Talmudu)

TDV Türk Diyanet Vakfı

ty. Basım tarihi yok

tyy. Basım tarihi ve yeri yok

yay. Yayınları

yy. Basım yeri yok

Page 7: ASİFE ÜNAL

VII

Page 8: ASİFE ÜNAL

1

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ (DİNLER TARİHİ)

ANABİLİM DALI

TÜRKİYE’DE ÖRTÜNME ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA

( DİNLER TARİHİ AÇISINDAN BİR YAKLAŞIM )

DOKTORA TEZİ

ASİFE ÜNAL

ANKARA 2004

Page 9: ASİFE ÜNAL

2

ÖNSÖZ

Bu çalışma, Türkiye’de mensubu bulunan ilâhî kaynaklı üç dindeki

örtünme anlayışını, özellikle de kadının örtünmesini konu

edinmektedir. Konunun seçiminde, ülkemizde gündemden düşmeyen örtünme

meselesinin çözümüne, bu konuda objektif kriterlerle hazırlanan ve farklı

dinlerin anlayış ve uygulamalarını karşılaştırma imkânı veren bir Dinler Tarihi

çalışmasının getireceği katkı dikkate alınmıştır.

Örtünme anlayışını Türkiye örneğinde tespit edebilmek için doğrudan

kaynağına gitmek, alana inmek tercih edilmiştir. Araştırmalar için diğer din ve

mezhep mensuplarının yoğun olarak yaşadığı İstanbul pilot gölge olarak

seçilmiş, bunun yanında Tokat başta olmak üzere başka yörelerde de örnekleme

araştırmalar yapılmıştır. Bu çerçevede Müslümanlar yanında, Türkiye’deki

Musevî ve Hıristiyan cemaatlerin temsilcileri ile de görüşülerek doğrudan

onların yorumlarını alma yolu benimsenmiştir. Bu bilgi ve yorumlar

gözlemlerle birleştirilerek ilgili dinin kutsal kitabı ışığında senteze ulaşmaya

çalışılmıştır. Konunun önemine binaen elde çok hacimli bir malzeme

toplanmış, ancak bunların hepsini tez sınırları içinde kullanmak mümkün

olamamıştır.

Giriş ve üç bölüm halinde hazırlanan tezin “Giriş” bölümünde örtünme ve

kaynağı ile ilgili genel bilgiler verilmiş, dinlerin örtünme anlayış ve

uygulamaları örneklendirilmiştir.

Birinci Bölümde; Türkiye’deki Yahudilerin örtünme anlayışı ele

alınmıştır. Yahudilikte örtünme anlayışına genel bir bakıştan sonra,

ülkemizdeki Yahudi cemaatlerinde örtünmenin tarihî gelişimi ile

bugünkü durum tespit edilmeye çalışılmıştır. Türkiye’deki Yahudilerin

örtünme anlayışlarında sayıları yok denecek kadar azalmış olan Karailerden de

kısaca söz edilmiştir.

İkinci Bölümde; Türkiye’deki Hıristiyan grupların örtünme anlayışı

konu edinilmiştir. Hıristiyanlıkta genel olarak var olan örtünme anlayışının

kaynağı incelenmiş; Türkiye’deki Hıristiyan mezhep ve gruplarının örtünmeye

Page 10: ASİFE ÜNAL

3

bakışları ile mevcut ve geçmiş uygulamaları ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu

çerçevede Ermeni, Süryani, Keldani, Rum ve Türk Ortodoks, Latin Katolik ve

Protestan Kiliselerinin örtünme anlayışları ele alınmıştır.

Üçüncü Bölümde ise, Türkiye’deki Müslümanların örtünme anlayışları

incelenmiştir. İslâm’ın örtünme konusuna bakışı, geleneksel uygulamanın

gerekçeleri araştırılmış, tarihî gelişim üzerinde örnekler verilmiştir. Türklerin

İslâm’dan önce ve İslâm’dan sonraki inanç ve uygulamalarında örtünmenin

yeri tespit edilmeye çalışılmıştır.

Tanzimat’tan itibaren devam eden yenileşme hareketlerinin giyim ve

örtünme boyutu, arka planı ile ele alınmış, günümüzde örtünme konusundaki

görüş farklılıkları örneklerle ortaya konmuştur. Türkiye’deki farklı bölge,

mezhep, grup ve cemaatlerin örtünme anlayışları da inceleme konusu edilmiş

ve bu farklılıkların sebeplerinde dinin yeri ortaya konmaya gayret edilmiştir.

Sonuç bölümünde Türkiye’de mensubu bulunan bu dinlerin örtünme

anlayışlarıyla ilgili genel bir değerlendirme yapılmış, örtünmede dinin ve örfün

yeri ile konu hakkındaki kanaatlerimiz ifade edilmiştir.

Çalışmalarım sırasında yoğun ilgisi ve desteğini hep yanımda bulduğum

değerli hocam Prof. Dr. Abdurrahman Küçük’e, aileme ve katkı sağlayan

herkese teşekkür ediyorum.

Asife ÜNAL

Ankara 2004

Page 11: ASİFE ÜNAL

4

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...................................................................................................II

İÇİNDEKİLER ....................................................................................IV

KISALTMALAR ..................................................................................VI

GİRİŞ ......................................................................................................1

A. Metodolojik Bilgi ...............................................................................1

B. Kelime ve Terim Olarak Örtünme ...............................................4

C. Örtünmenin Kaynağı Üzerine Yaklaşımlar .........................................7

D. Dinlerde Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ......................10

I.BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİ GRUPLARDA ÖRTÜNME ANLAYIŞI

............................................................................................16 a. Yahudilikte Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ...............17

aa. Tefillin,Tallit ve Tzitzit Kullanılması .........................................17

ab. Yahudilikte Erkeğin Başını Kapatması(Kippa) ..........................20

ac. Yahudilikte Kadının Örtünmesi .................................................24

1. Tanah’ta Örtünme ile İlgili İfadeler ..........................................24

2. Talmud’da Örtünme ile İlgili İfadeler ......................................29

b. Türkiye’de Yahudi Cemaatinde Örtünmenin Tarihi Gelişimine

Genel Bir Bakış ..................................................................................35

c. Günümüzde Türkiye’deki Yahudi Gruplarda Örtünme

Anlayışı .............................................................................................46

ca. Musevî Cemaatinde Örtünme Anlayışı .....................................46

cb Karailerde Örtünme Anlayışı ..................................................55

II.BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ HIRİSTİYAN GRUPLARDA

ÖRTÜNME ANLAYIŞI ....................................................................58

a. Hıristiyanlıkta Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış ..........59 b. Türkiye’de Hıristiyan Toplumunda Örtünmenin Tarihi Gelişimine

Genel Bir Bakış ...........................................................67

Page 12: ASİFE ÜNAL

5

c. Günümüzde Türkiye’deki Hıristiyan Gruplarda Örtünme Anlayışı..............................................................

ca. Gregoryen Ermenilerde Örtünme Anlayışı ..........................72

cb. Ortodokslarda Örtünme Anlayışı ..........................................86

1. Rum Ortodokslarda Örtünme Anlayışı .....................................87

2. Türk Ortodokslarda Örtünme Anlayışı ...................................92

cc. Süryanilerde Örtünme Anlayışı ............................................102

cd. Keldanilerde Örtünme Anlayışı ..........................................116

ce. Latin Katolik Kilisesinde Örtünme Anlayışı .........................131

cf. Protestanlarda Örtünme Anlayışı ...........................................136

BÖLÜM TÜRKİYE’DE MÜSLÜMANLARIN ÖRTÜNME ANLAYIŞI ..139

a. İslam’da Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış .....................139

aa. Kur’an’da Örtünme ile İlgili Ayetler ..........................................141

ab. Örtünme ile İlgili Hadisler ..........................................................148

ac. İslâm Hukukçularına Göre Örtünme ...........................................155

ad. Müslümanlar Arasında Örtünmenin Tarihi Gelişimi ..................159

b. Türklerde Örtünmenin Tarihi Gelişimine Genel Bir Bakış ..170

ba. İslam’dan Önce Türklerde Örtünme ..................................172

bb. İslam’dan Sonra Türklerde Örtünme .................................180

c. Günümüzde Türkiye’de Müslümanların Örtünme Anlayışı ....237

d. Türkiye’de Örtünme Modelleri ve Anlayışları ............................246

da. Bölgelere Göre ......................................................................247

db. Mezheplere Göre ...................................................................252

dc. Cemaatlere, Gruplara ve Kişilere Göre ..................................263

SONUÇ ................................................................................................305

BİBLİYOGRAFYA ............................................................................311

SUMMARY .........................................................................................325

KISALTMALAR

AAK Aile Araştırma Kurumu

Page 13: ASİFE ÜNAL

6

AÜİFD Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

AÜSBF Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi b. ibn

Bkz. Bakınız

C. Cilt

çev. Çeviren

ERE Encyclopedia Religion and Ethics

haz. Hazırlayan

Hz. Hazreti

İ.Ü. İstanbul Üniversitesi

MEB MillîEğitim Bakanlığı

MÖ. Milattan önce

MS. Milattan sonra

neşr. Neşreden

s. Sayfa

S. Sayı

sad. Sadeleştiren

şerh. Şerheden

TB Talmud Babilion(Babil Talmudu)

TDV Türk Diyanet Vakfı

ty. Basım tarihi yok

tyy. Basım tarihi ve yeri yok

yay. Yayınları

yy. Basım yeri yok

Page 14: ASİFE ÜNAL

7

GİRİŞ

A. Metodolojik Bilgi

“Türkiye’de Örtünme Anlayışı Üzerine Bir Araştırma” başlıklı bu

çalışma, Türkiye’de mensubu bulunan Yahudilik, Hıristiyanlık ve ülke

nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan İslâm’ın örtünme anlayışını konu

edinmiştir. Bu dinlerin örtünmeye bakışlarını kaynaklarıyla birlikte ortaya

koymak, geçmişteki ve günümüzdeki uygulamaları inceleyerek farklılıkların

sebeplerini bulmak, örtünmeye yüklenen anlamın arka planını inceleyerek bir

anlam kayması yaşanıp yaşanmadığını tespit etmek hedeflenmiştir. Ayrıca

dinlerin birbirine etkisinin olup olmadığı; anlayışların zaman, zemin, ülke

ve bölgelere göre değişip değişmediği de ortaya konmak istenmiştir.

Örtünme, hem erkekleri hem de kadınları ilgilendiren bir fenomendir.

Bu sebeple örtünmenin geniş bir alanı bulunmakta; değişik anlayışlara,

bakışlara, yorumlara açık duruma gelmektedir. Bu kadar geniş bir alanı

kapsayan “örtünme” , dönemlere, zamanlara, bölgelere, ülkelere ve

milletlere göre anlayış farklılaşmasına yol açmaktadır. Bu anlayış

değişikliklerinde ve farklılıkların oluşmasında, dinlerin mesajları da etkili

olmaktadır.

İnsanoğlu var olduğundan bu tarafa bazı fenomenleri öne çıkarmış ve

bu fenomenler tam anlaşılamadığı veya kavranamadığı için hep tartışma

konusu yapılagelmiştir. Bu tartışmalar da, hem aynı toplum içindeki

Page 15: ASİFE ÜNAL

8

gruplar, cemaatler arasında hem de farklı milletler , hatta dinler arasında

sürtüşme ve çatışma konusu olabilmiştir.

Ülkemizde de “örtünme” ; tartışmaların, çatışmaların ve farklı

anlayışların kendini gösterdiği bir “fenomen” haline gelmiştir. Bu noktaya

gelinmesinde dinin ve din içinde örfün, kültürün yerinin tam olarak ayırt

edilememesinin rolü büyüktür. İnsanları çatışmaya, sürtüşmeye götüren,

ülkemizde de bazılarınca dinin “olmazsa olmaz”ı gibi algılanan “örtünme

anlayışı”nı gerçek boyutlarıyla, ortaya çıkarmak bu araştırmanın amacı

olmuştur.

Dinlerde örfün önemli bir yeri vardır. Her din, ortaya çıktığı

toplumun örfünü dikkate almaktadır. Yayılırken de, yayıldığı bölgelerin

örfüne göre değişik biçimde şekillenebilmektedir. “Anlayış kayması”,

farklı yorumların ortaya çıkması da bu şekilde gerçekleşmektedir. Kimi

zaman örfî bir hükmün , dinin vazgeçilmez emri haline gelmesi; bazen de

bunun tersi olarak, dini bir emrin geçerliliğini kaybedip, uygulanırlığının

ortadan kalkması söz konusu olabilmektedir.

Bölge, iklim veya kültür şartlarına göre değişiklik gösterebilen

“örtünme”, toplumlardaki anlayış farklılaşmasının en bariz örneklerinden

birisidir. Bir toplumda kadının sosyal statüsünün, asaletinin göstergesi

olan “örtünme” özellikle de “başörtüsü”, bir başka toplumda erkeğin

kadın üzerindeki hakimiyetinin işareti kabul edilebilmektedir. Bütün bu

tespitlerin sağlıklı biçimde ortaya konulabilmesi ciddi çalışmalar

yapılmasına bağlıdır.

“Örtünme”nin dinlerde, toplumlarda nasıl anlaşıldığının, nasıl

yorumlandığının ve nasıl uygulandığının ortaya konulması büyük önem

taşımaktadır. Bugüne kadar ülkemizde dinlerin örtünme anlayışı ile ilgili

müstakil ilmî bir çalışma yapılmamış; doğrudan Dinler Tarihi konusu

olarak ise hiç ele alınmamıştır. Yapılan bazı çalışmalar da, konuyu

bilimsel ve objektif olarak ele almaktan ziyade, kabul edilen görüşün

temellendirilmesine yönelik tek taraflı çalışmalar olmakta; dolayısıyla da

meselenin bütün yönleriyle ortaya konulmasını engellemektedir. Bundan

dolayı tamamen objektif olarak yapılan bu çalışma; ülkemizde dinî

Page 16: ASİFE ÜNAL

9

konuların ön sıralarında yer alan “örtünme” meselesine, diğer dinlerle

karşılaştırma yapılarak, farklı açılardan bakabilme yönünde katkı

sağlayacaktır.

“Örtünme Anlayışı” üzerine yapılan bu araştırmada konu ile ilgili

bazı kavramların neyi ifade ettiğinin açıklanması, çalışmanın kavramsal

çerçevesini oluşturmuştur. Bu kavramların Türk kültüründeki yerinin

ortaya konulması, farklı örtülerin kullanılmasındaki nüansların

belirlenmesi, “örtünme anlayışının” tespiti için faydalı olmuştur.

Kültürel, siyasi veya ideolojik olarak başlayan bir uygulamanın

sonradan şekil değiştirebildiği yahut daha önce var olan bir uygulamanın

din ile yeni bir muhteva kazandığı da bilinmektedir.

Hangi mezhebe, gruba veya cemaate mensup olursa olsun Müslümanların

benimsedikleri bir anlayışı, Kur’an ve hadislere bağlama gayreti içinde

oldukları bilinmektedir. İnanış veya yaşayış kurallarına ait herhangi bir

konunun dinî temele dayandırılması, o kuralın hem benimsenmesini ve

uygulanmasını kolaylaştırmakta hem de o konuda şartlanılmasını

sağlamaktadır. Herhangi bir konu iman/inanç veya dinin temel meselesi olarak

ele alındıktan sonra artık o konu “dogma” haline gelmekte, adeta “tabu”ya

dönüşmektedir. Bu hale gelmiş bir konunun sağlıklı bir zeminde tartışılması

zorlaşmakta ve böyle bir konuya bilimsel olarak yaklaşmakta da sıkıntılar

oluşmaktadır. Deyim yerindeyse o konu “iki tarafı keskin bir kılıç”, “kor

halindeki bir ateş”, “dokunanı yakacak bir mesele” konumuna gelmektedir. Bu

durumda o konunun ilim-akıl ve toplum menfaati üçgeninde objektif olarak ele

alınması zorlaşmakta, inanç ve duygu ön plana çıkmaktadır.

Başörtüsü konusu da Türkiye’de bu konuma getirilmiştir.Konunun bu hale

gelmesinde; İslâm’ın özünü, toplum menfaatini öne almasını, diğer dinlerin

gelişim çizgisini, din-kültür, din-toplum, toplum-hukuk ilişkisini dikkate

almayan, “tek taraflı” veya siyasî/ideolojik yaklaşımların rolü olduğunu

söylemek mümkündür. Böyle bir konunun çözümü; Dinler Tarihi’nin

deskriptif/nitelendirici metodu yanında Din Fenomenolojisi’nin

yöntemlerinden de yararlanılarak, inançlar, ön yargılar, peşin hükümler bir süre

kenara bırakılarak ortaya konulacak bilimsel çalışmalarla olabilecektir. Zaten

Page 17: ASİFE ÜNAL

10

bu araştırmanın nihai hedefi de Türkiye’de örtünme anlayışını bütün yönleriyle

ele alan objektif bir bilimsel çalışma ortaya koyabilmek, böylece konunun

çözümüne katkı sağlayabilmektir.

B. Kelime ve Terim Olarak Örtünme :

Örtünme, üzerine farklı anlamlar yüklenen bir kelimedir. Kimilerine göre

kadının el ve yüz dışında bütün vücudunun örtülmesi anlamına gelen örtünme,

kimilerine göre sadece vücudun mahrem bölgelerinin örtülmesinden ibarettir.

Örtünmenin dinlere, toplumlara, gruplara, kişilere göre nasıl anlaşıldığına

geçmeden önce kelime ve terim anlamlarını ortaya koymak uygun olacaktır.

Türkçe’de “örtmek”, üstüne bir şey çekip görünmez etmek, gizlemek

için üzerine bir şey koymak, saklamak, gizlemek, kapamak, korumak,

kaplamak, belli etmemek, anlamlarına gelmektedir.

“Örtünme” ise, kendi üstüne bir şey örtmek, yüzüne örtü veya yaşmak

tutunmak, erkeğin görmemesi için başını ve yüzünü örtmek, (kız) kaçmaya

başlamak, ferace yaşmak veya peçe tutunmak, örtbas edilmek olarak

açıklanmaktadır.1

Arapça’da, örtmek, gizlemek anlamında “s-t-r” kökünden tesettür2 ve

men etmek, engel olmak, araya girmek, örtmek anlamında “h-c-b” kökünden

hicab3 kelimeleri kullanılmaktadır. Tesettür kelimesi örtünme anlamında

Türkçe’de de yaygın olarak kullanılmaktadır.4 Hicap ise, Batı dillerinde

Arapça’da olduğu gibi İslâm’ın örtünme anlayışı için kullanılmakla birlikte5,

Türkçe’de utanma, sıkılma anlamı daha yaygın olup, örtü, perde anlamında da

1 Şemseddin Sami, Temel Türkçe Sözlük, Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş Kamus-ı Türkî,

İstanbul 1986, III/1036; Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu yay., Ankara 1998, II/1738. 2 Bkz. İbn Manzur, Lisanü’l Arab, Beyrut 1988, VI/168-170; Ahteri Mustafa b. Şemsüddin

Karahisarî, Ahterî Kebir, haz. İ.İlhami Ulaş- Abdulkadir Dedeoğlu, İstanbul 1978, s.232-233.

3 Lisanü’l Arab, III/50-52; Ahterî Kebir,148 4 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara 1992, s.1310; Büyük

Larousse, “Tesettür”, İstanbul, ty., XXII/ 11453. 5 Bkz. Nadia Karmous, “Le Hijap ( La Tenue Vestimentaire Pour Les Femmes Musulmanes)”,

Presidente de l’Association Culturelle des Femmes Musulmanes de Suisse, http:// www.femme-musulmane.

Page 18: ASİFE ÜNAL

11

kullanılmaktadır.6 Arapça’dan dilimize geçmiş olan örtünme anlamındaki Setr-

i avret de, dinen örtülmesi gereken yerleri örtmek anlamında daha çok namaz

için kullanılan bir tabirdir.

İngilizce’de örtünme karşılığında, örtü, peçe, yaşmak, perde; tül, duvak,

bahane, maske; cenin zarı; f. peçe ile örtmek, üstünü kapamak, gizlemek,

maskelemek, rahibe olmak anlamlarında veil kelimesi7 ile örtmek, sarmak,

kaplamak, gizlemek, örtbas etmek, yol almak, giydirmek, korumak, içine

almak ; kapak, örtü, kılıf, maske, perde, battaniye anlamlarında cover kelimesi8

kullanılmaktadır.

Fransızca’da örtünme karşılığında, başı ve çoğunlukla da yüzü örten

kumaş9 anlamında voile kelimesi kullanılmaktadır. Voile; kendini gizlemeye

yarayan kumaş parçası, bir şeyi saklayan, bir açıklığı kapatan şey, yüzü

saklamaya yarayan şey, Müslümanlarda yüzün alt kısmını saklayan sadece

gözleri açıkta bırakan örtü, başı örten kadın örtüsü, kadının bütün vücudunu

örten elbise, saçları örten kumaş örtü olarak açıklanmaktadır.10

Grekçe’de örtünme için, örtmek anlamındaki “kalyptô” dan gelen

“kalymma” kelimesi kullanılmaktadır.11

Örtünme fiilini karşılayan bu kelimelerin dışında örtü, başörtüsü

anlamında kullanılan birçok kelime vardır:

Türkçe’de başörtüsü, yaşmak, eşarp, türban, fular, şal, bürgü/bürük,

çarşaf, ferace, car, ehram, yemeni, yazma, tülbent, namaz örtüsü, peçe gibi

birçok kelime değişik başörtüsü ve örtü amaçlı giysiler için kullanılmaktadır.

Arapça’da hımar, nikâp, burka‘, kına‘, mikne‘a gibi baş ve yüz örtüsü

isimleri vardır. Yüz örtüsünün, dudakları örterse lisam, burun ucuna kadar

örterse lifam, gözlere kadar örterse hımar, daha fazla örterse vesvas ismini

aldığı ifade edilmektedir.12 Arapça’da ayrıca dış giysi anlamındaki cilbab

kelimesi kimi zaman başı da içine alan örtü anlamında kullanılmaktadır.

6 Devellioğlu, 436-437. 7 Active Study Dictionary of Englısh, Editoryal Director Susan Maingay, England 1991, s.743;

Golden Dictionary, İstanbul 1989, s.848. 8 Active Study, 168, Golden Dictionary, 234-235 9 Xavier Leon-Dufour, Dictionnaire du Nouveau Testament, Paris 1975, s.549. 10 Paul Robert, Dictionnaire de la Langue Francaise, Paris 1978, s.2108. 11 Xavier Leon-Dufour, s.549. 12 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II/1130.

Page 19: ASİFE ÜNAL

12

İngilizce’de head-dres genel anlamda başörtüsü için kullanılan kavram

olmakla birlikte scarf , foulard, shawl, bonnet gibi değişik başörtüleri ifade

eden kelimeler de kullanılmaktadır.

Fransızca’da örtü ve başörtüsü karşılığı kullanılan voile dışında

coiffure13, chale14, fichu15, turban16, foulard17, taile18, costume, echarpe, coure-

chef, bonnet kelimeleri de kullanılmaktadır.

Başörtüler için kullanılan kelimeler, her bölgeye özgü türleri ifade

edebildiği gibi, türban, şal, bone, eşarp, fular gibi Batı dillerinde kullanılan

kelimeler, Türkçe’de de aynı tür örtüler için kullanılmaktadır. Ancak

Türkçe’de türban kelimesine yüklenen anlam farklılaşmıştır. Türbanın aslı

Fransızca olup, başın etrafını saran uzun kumaş banttan yapılmış erkek

başörtüsü demektir. “Şark türbanını çağrıştıran kadın başını örtmeye yarayan

şey ve başın etrafını çevreleyen her şey” 19 olarak da açıklanan türban,

Türkçe’de daha çok Hindistan’da erkeklerin kullandığı saçları örten ancak

boynu açıkta bırakan bir başlık olarak bilinmekteydi. Bu anlamda hala bone

kelimesi ile birlikte kullanılmakla birlikte, son 15-20 yıldır anlam kaymasına

uğramış ve daha çok “geleneksel tarzda olmayan” başörtüler için kullanılan bir

kavram haline gelmiştir.

Örtünme, ansiklopedilerde örtünmek eylemi, Müslüman kadın ve

erkeklerin, İslâm dininin kural ve geleneklerine göre giyinmeleri; İslâm’da

akıllı ve ergenlik çağına girmiş kadın ve erkek her Müslüman’ın bedenlerinin

‘avret mahalli’ denilen bölümlerini kapatmaları olarak açıklanmaktadır.20

İslâm’da Örtünme Anlayışı bölümünde açıklanacağı üzere erkek ve kadınlar

için birtakım örtünme sınırları getirilmiştir. Bununla birlikte örtünmenin İslâm

Dini ile sınırlı olmadığı bilinmektedir.

Fransızca’da örtünme için kullanılan voile kelimesinin açıklamasında din

görevlilerinin örtüleri, elbise, rahibin kutsal içki bardağının üstüne örttüğü örtü

13 Robert, 333. 14 Robert, 281. 15 Robert, 778. 16 Robert, 2039. 17 Robert, 815. 18 Robert, 1972. 19 Robert, 2039. 20 Büyük Larousse, “Örtünme”, XVII/ 9055.

Page 20: ASİFE ÜNAL

13

anlamlarının yanında rahibelerin örtünmesinden şu şekilde söz edilmektedir:

IV.yüzyılın başından beri kendilerini Tanrı'ya adamış kızlar, Kilisede

şereflenmiş özel bir sınıfı oluşturduklarının göstergesi olarak örtünürlerdi.

Onlar kutsal bakireler veya kilise bakireleri diye adlandırılmaktadır. Basit

forma ve siyah renkli elbise ile bir örtü rahibelerin giydikleri özel kıyafetlerdir.

Daha sonraki yüzyıllarda bu örtünmede çeşitlilik oldu. Son yüzyıllarda örtülere

yeni renkler ve anlamlar yüklendi.21

C. Örtünmenin Kaynağı ÜzerineYaklaşımlar

Kutsal kitaplar ve bütün kaynaklar ilk insandan beri örtünmenin bütün din

ve toplumlarda var olduğunu göstermektedir. Ancak örtünmenin niteliği

toplumdan topluma, bölgeden bölgeye değişebildiği gibi, farklı zamanlarda

aynı bölge ve toplumun örtünme anlayışında da değişiklikler olabilmiştir.

Genel anlamda sosyal, ahlakî ve kültürel bir özellik taşıyan örtünmenin, zaman

zaman “dinî bir niteliğe büründüğü” de olmuştur. Bu nitelik, ortaya çıkan bir

dinin ya temel kaynağında veya yorumlarında kendini göstermiştir. Toplumlar

bir dini benimserken ya kendi giyim-kuşam ve örtünme modellerini,

benimsedikleri yeni dinin kuralları ile bütünleştirmeye ya da o dinin

kurallarını, kendi gelenek ve görenekleriyle bütünleştirmeye gayret etmişlerdir.

Bu durum zamanla dinîleşmiş ve toplumlarda değişik örtünme modellerinin

oluşmasını sağlamıştır. Örtünmenin ortaya çıkışını dinî yaklaşımla izah

edenlerin yanında, pozitivist yaklaşımla izah edenler de bulunmaktadır.

Ziya Gökalp, örtünmenin bir ihtiyaç olduğunu, cinsel ahlâkın diğer ahlâk

kuralları gibi dinin gelişimini takip ettiğini belirtmekte, dinin gelişimini de

Durkheim benzeri bir yaklaşımla ele alıp değerlendirmektedir. Örtünme

konusundaki görüşünü “kadının ergenlik, regl ve lohusalık halinde iken tabu

kabul edilmesi” çerçevesinde ele almakta ve bunun klan içerisinde birtakım

kurallar oluşmasını sağladığını ileri sürmektedir. Gökalp’e göre, “Kadının tabu

olmasının doğurduğu sonuçların birincisi aynı klan içinde olan erkek ve

kadınların birbirine yasak olması, yani evlenmelerinin yasaklanmasıdır.

21 E-H.Vollet, “Voile”, La Grande Encyclopedie, Paris 1902, XXXI / 1089-1090.

Page 21: ASİFE ÜNAL

14

Kadınların tabu tanınmasının ikinci sonucu, toplumdaki erkek ve kadının

birçok konularda birbirinden ayrılması, sosyal bir ikilik oluşturmasıdır. Bu

olaylar ilkel toplumlarda bir tür harem hayatının varlığını göstermektedir.

Kadının tabu olmasının üçüncü sonucu da; ayıp yerlerini gizleme ve

kapanmadır. Kadında tabu olan başlangıçtaki kanlı görünüşlerinin kaynağı

olan organdır. Bu kan tabu olduğu için, güneş ve bakışlarla karşılaşmaması,

toprağa ve kullanılacak eşyaya dokunmaması gerekir. Bunun içindir ki, ilk kez

olarak bu organ regl ve lohusalık zamanlarında örtülmüştür. Görülüyor ki, ayıp

yeri denilen vücut bölgesi bu ayıplığı, kanın tabu olmasından almıştır. İlk

örtünme ihtiyacı, bu kanın görülmesinden ve çevreye dokunmasının

yasaklanması ihtiyacından doğmuştur. Tabu, kararlaştırma veya benzeme

yoluyla yaygınlaştığından; kadın üreme organından, erkek üreme organına

yayılmıştır. Bundan dolayı, erkekler için de ayıp yerinin örtülmesi gereği

oluşmuştur. Toplum genişleyip, toplum bilincinin etkisi arttıkça tabunun gücü

de artmakta ve giderek kadın ve erkekte ayıp olan yerler çoğalmaktadır. Sonuç

olarak kadında bütünüyle örtünme, erkeklerde ise bugünkü giyim şekli ortaya

çıkmıştır. Bundan dolayı kadınlardan gelen kanın tabu olması, bir yandan

harem hayatını oluşturmuş, diğer yandan da örtünme ve kapanmayı, erkekle

kadınların başka sistemlerde elbiseler giymesini gerektirmiştir. Kadının tabu

olmasının dördüncü sonucu da: bundan doğan sosyal ayrılık kadının, medenî,

politik ve sosyal hukukuna tesir etmiştir.”22 Örtünmenin Pozitivist yaklaşımla

açıklandığı bu anlayışta, görüldüğü gibi, dinin herhangi bir etkisinden söz

edilmemektedir. Örtünmeyi dinî yaklaşımla izah eden anlayış ise, referansını

kutsal kitaplardan almaktadır.

İnsanın örtünmesi ile ilgili olarak kutsal kitaplarda verilen ilk bilgi Hz.

Adem ve Hz. Havva’nın örtünmesidir. Tevrat’a göre Allah, Adem’i yaratmış

sonra onun yalnız kalmaması için Havva’yı yaratmıştır. “Ve adam ve karısı,

ikisi de çıplaktılar ve utançları yoktu.”23 ifadeleri, onların çıplak olduklarını,

ancak bunun bilincinde olmadıklarını yani henüz giyinme ihtiyacı içinde

olmadıklarını göstermektedir. Bundan sonra yasak ağacın meyvesinden yeme

22 Ziya Gökalp, Türk Ahlâkı, İstanbul 1992, s.43-48. Ayrıca bkz. Ziya Gökalp, Türk

Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1989, s.270-278. 23 Tekvin, 2/25.

Page 22: ASİFE ÜNAL

15

olayı gerçekleşir. Tevrat’a göre Havva yılanın aldatması sonucu Allah’ın

yemelerini yasakladığı ağacın meyvesinden yer ve kocasına da yedirir. Olayın

devamı Tevrat’ta şu ifadelerle anlatılmaktadır: “İkisinin de gözleri açıldı ve

kendilerinin çıplak olduklarını bildiler. Ve incir yaprakları dikip kendilerine

önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezmekte olan Rab Allah’ın

sesini işittiler. Ve adamla karısı Rab Allah’ın yüzünden bahçenin ağaçları

arasına gizlendiler. Ve Rab Allah adama seslenip dedi: Neredesin? Ve o dedi:

Senin sesini bahçede işittim ve korktum, çünkü ben çıplaktım ve gizlendim. Ve

dedi: Çıplak olduğunu sana kim bildirdi? Ondan yeme diye sana emrettiğim

ağaçtan yedin mi? Ve adam dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan verdi ve

yedim.”24 Allah’ın yılanı, Havva’yı ve Adem’i cezalandırdığını anlatan

ifadelerden sonra “Rab Allah, Adem için ve karısı için deriden kaftan yaptı ve

onlara giydirdi.”25 ifadesi yer almaktadır. Bu ifade, insanoğlunun giydiği ilk

giysinin, bizzat Allah tarafından hazırlandığını haber vermektedir. Buna göre

Cennette iken çıplak olan insanoğlu, yeryüzüne gönderilmeden Allah

tarafından giydirilmiştir. Bu da giyinmenin/örtünmenin insanın sosyal yönü ile

ilgisine dikkat çekmektedir.

Kitab-ı Mukaddes’in Yeni Ahit (İncil) bölümünde ilk insanın giyimi ile

ilgili ayrı bir bilgiye rastlanmazken, bu konuda Kuran’da verilen bilgiler ise şu

şekildedir: “Allah: ‘Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden

yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa haksızlık edenlerden olursunuz’ dedi.

Şeytan, onlara kendilerinden gizlenmiş olan ayıplarını (birbirine kapalı ayıp

yerlerini) göstermek için onlara fısıldadı. ‘Rabbinizin sizi bu ağaçtan

menetmesi, melek olmanızı ve burada temelli kalmanızı önlemek içindir’ dedi.

‘Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim’ diye ikisine yemin etti. Böylece onları

kandırdı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü ve

cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye koyuldular. Rableri o ikisine ‘Ben

size o ağacı yasaklamamış mıydım? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu

söylememiş miydim’ diye seslendi.”26 Kur’an’da bunun üzerine şeytana uyarak

yasak meyveyi yiyen insanın yeryüzüne indirmekle cezalandırıldığı

24 Tekvin,3/7-12. 25 Tekvin,3/21. 26 Araf,19-22.

Page 23: ASİFE ÜNAL

16

belirtilmekte ve hemen arkasından da şu ayetler gelmektedir: “Ey

İnsanoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler

gönderdik. Takva elbisesi ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri

öğüt almanız içindir. Ey insanoğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine

göstermek için ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.

Çünkü o ve yandaşları sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.

Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların dostları kıldık.”27

Kuran ve Tevrat’ın ilk insanların örtünmesi ile ilgili olarak verdiği

bilgilerde giyinmenin iffet ve sosyal boyutunun öne çıktığı görülmektedir. İlk

insanın Allah tarafından giydirildiğini ve giyinme/örtünme içgüdüsü ile

yeryüzüne gönderildiğini kabul eden dinî yaklaşımın ifade edilmesinden sonra

genel olarak dinlerin giyim- kuşam ve örtünme biçimleri ile ilgili bilgiler

değerlendirilebilir.

D. Dinlerde Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış

Toplumlarda giyim kuşam ve örtünme anlayışlarını belirleyen faktörlerden

birisi dindir. Ancak araştırmalar, dinin bu konudaki etkisinin, sosyo-kültürel,

millî, coğrafî etkilerle birlikte bir anlayış oluşmasına yardım etmekten ibaret

olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, tamamen dinî özellik gösteren bir

kuralın arka planında dinin dışındaki faktörleri bulmak her zaman mümkün

olmaktadır. Bununla birlikte örtünmeye Dinler Tarihi bakış açısıyla yaklaşılan

bu çalışmada dinlerin örtünme anlayışları ve giyim kuşam kuralları üzerinde

örnekler vermek yerinde olacaktır.

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dışındaki yaşayan dinlerin,

mensuplarının örtünmeleri konusunda dini kaynağa dayalı kesin kurallarına

pek rastlanmamaktadır. Bu dinlerde genellikle toplumun genel kuralları ile

gelenek ve görenekler belirleyici olmaktadır. Ancak din görevlilerinin

giyinmesi/örtünmesi konusunda bazı kuralların olduğu dikkati çekmektedir.

Sümer tapınaklarında rahibelerin kutsal fahişelik görevi yaptıkları ve

bundan dolayı diğer kadınlardan ayrılmak için başlarını örttükleri

27 Araf,26-27.

Page 24: ASİFE ÜNAL

17

belirtilmektedir. M.Ö. 1500 yıllarında bir Asur Kralının yaptığı kanunla, evli

ve dul kadınların başlarını örtmelerini emrettiği; kızların, cariyelerin ve

fahişelerin ise başlarını örtmelerini yasakladığı kaydedilmektedir. Bu geleneğin

Yahudilere geçtiği ve dindar Yahudi kadınlarının, evlenince saçlarını traş

ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmelerinin buna dayandığı ileri

sürülmektedir.28

Arkeolojik bulgulardan elde edilen sonuçlara göre Hitit kadın giysisi iki

parçalı uzun elbise ve mantodan oluşmaktadır. Mantonun kapşonu başı

örtmektedir. M.Ö. 2000 yıllarında Hitit kadınlarının başlıklarında şehir

surlarına benzeyen silindirik poloslar daha önce kullanılan sivri bonelerin

yerini almıştır. Hitit kadınlarının alnı açıkta bırakan, arkaya atılmış dümdüz

saçlarını giyilen başlık gizlemiştir. Bunun altından enseyi örterek bele kadar

inen kalın örgü görülür. Yazılı belgeler, Hitit kadın kıyafetlerini erkeklerden

ayırarak zikretmektedir. Bu kaynaklarda Hitit kadın giysisinin başlıca parçaları

‘bir yukarı çekilmiş elbise, bir işlemeli tunika, bir(üste örtülen) manto, bir

başlık, bir iç elbisesi, bir takım kemerli tunika, bir takım gümüşten göğüs süsü’

olarak sıralanmaktadır. Yazılarda TUGseknu denilen bir giysiden söz

edilmektedir. Bu, sırt üzerinde taşınan ve başı da örten giysi aksesuarı,

genellikle ‘şeffaf örtü’ olarak anlaşılmıştır. Lupanni ise hem erkek hem kadın

için kullanılan bir başlık olup, özellikle kralın tören giysileri arasında

zikredilmiştir.29

Hindistan kökenli dinlerde “Hint kültürü” ağırlıklı anlayış etkisini

hissettirmektedir. Giyim-kuşamda, inanç ve kültürün temel unsurları arasında

“kast sistemi” etkisini göstermektedir. Her kastın kendisine özgü giyim ve

örtünme kuralları vardır. Hinduizme tepki olarak ortaya çıkan Sihizm

dışındaki Buddizm ve Caynizm’de “ruhbanlar sınıfı” hariç genel kurallar

devam ettirilmiştir. Sihizm, İslâm’dan etkilenen ve Hinduizm-İslâm karması

senkretik bir dinî hareket olduğu için örtünme kurallarında Müslümanların

etkilerinden söz edilebilir. Mahabharata gibi kaynaklarda “kadın erkeğin

28 Bkz. Mebrure Tosun-Kadriye Yalvaç, Sümer, Babil, Asur Kanunları ve Ammi-Aduga Fermanı, Ankara 1975, s.252 ; Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, İstanbul 2004, s.29.

Page 25: ASİFE ÜNAL

18

yarısı” kabul edildiği için Hint kültüründe hangi kasta, hangi sosyal sınıfa

dahil olursa olsun kadının konumu, bu kural çerçevesinde değerlendirilmekte

ve “evin/ocağın” bekçisi kabul edilmektedir. Dinî törenlerde ve “genel halk

günlerinde” kadın olsun erkek olsun herkes tarafından temiz elbiseler

giyinmeye ve sosyal statülerine göre örtünmeye dikkat edilmektedir.30

Hindistan’da, Ganj’ın ötesindeki geleneğe göre gençlerin, prenslerin bile, en

azından üç ay için “keşiş elbisesi” giymesini öngörmektedir.31

Çin dinlerinde temel felsefe “ahlakî faziletleri yerine getirmek”tir,

“erdemlilik”tir. Erdemli olmanın kuralları arasında “atalar kültü”nün ve

geleneklerin önemli yeri vardır. Bundan dolayı Çin’de giyim- kuşam ve

örtünmede geleneklere uyulmaktadır. Ancak Çin’deki dinlerden

Konfüçyüsçülük “aydınların dini”, Taoizm ile Buddizm ise “alt tabakanın

dinleri” kabul edilmektedir. Bu fark, giyim-kuşam ve örtünmede de kendini

hissettirmektedir.32

Buddizm’de, Budda’nın “Sekiz Dilimli Yolu” olarak bilinen felsefesi

etrafında oluşan kurallar dışında Sangha(rahiplik/dervişlik) teşkilatı ile ilgili

kurallar bulunmaktadır. Sangha teşkilatına mensup olanlar için, özellikle de

erkekler için, yeme-içmeden giyinmeye kadar uzanan kurallar bulunmaktadır.

Genel olarak herkesten “Buddist Öğretisi”nin gereklerini yerine getirme

istenmektedir. Sangha üyeleri, Buddizm’in yayıldığı yerlerin gelenek ve

göreneklerini de dikkate alarak, Budda’yı taklit edip saç ve sakallarını kestirir,

bölgesel renkte giyecekler giymeyi tercih ederler. Örnek olarak; Burma’dakiler

turuncu, Tayland ve Seylan’dakiler sarı giysiler giymektedir. Japonya dışındaki

Buddist ekollerde kadın görevliler yoktur. Bazılarına Budda’nın eşi örnek

alınarak kadınlar dahil edilse bile, onlar da erkeklerle aynı kurallara

tâbidirler ve saçlarını kesip gerekli elbiseyi giyerler. Japonya’da Sangha

29 Bkz. A. Muhibbe Darga, Eski Anadolu’da Kadın, İstanbul 1976, s.85-88. 30 Bkz. Louis Revel, Les Routes Ardentes de L’Inde, Paris 1948, s.235-240; Maurice

Queguıner, Introductions L’Hındouisme, Paris 1958,80-82; Jean Varenne, “L’Hindouisme Contemporain”, Histoire des Religions, Editions Gallimard 1972, III/185-193.

31 Bkz.H.Oldenberg,Le Bouddha (Sa Vie, Sa Doctrine, Sa Communauté), Almanca’dan Fransızca’ya çev. A.Foucher, Paris 1921, s.346, 2.dipnot.

32 Geniş bilgi için bkz. Konfüçyüs’ün Konuşmaları, Çev.Muhaddere Nabi Özerdim, Ankara 1963; Lao-tzu, Taoizm, çev. M.N.Özerdim, Ankara 1963; Salomon Reinach, Orpheus/Histoire Generale des Religions, Paris 1976, I/217-220; Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 2002, s.58 –71.

Page 26: ASİFE ÜNAL

19

teşkilatında hem erkek hem kadın üyeler bulunmakta ve bunlar da evlenip

aile kurabilmektedir. Hem kadın hem erkek üyeler siyah kimono giymekte,

saçlarını usturayla dibinden kazıtmakta ve boyunlarına hangi “ekol”e

mensup olduklarını gösteren bir önlük takmaktadırlar.33

Din adamlarının kıyafetleri de her din ve dönemde farklı özellikler

taşımaktadır. Örneğin, Buddizmde rahip yetiştirmek amacıyla üniversiteye

benzer manastırlar kurulduğu ve rahip adaylarının buraya 16 yaşını geçtikten

sonra alındığı ve saçlarının kazıtıldığı kaydedilmektedir. Burada kendilerine

öğretilen on Buddist emrinden birisi; “Süslü elbiseler giymeyecek ve süs

eşyası, koku kullanmayacaksın” şeklindedir. Adaylar 20 yaşını geçtikten sonra

sağlıklı, borçsuz ve bekâr iseler rahip(bhikhu) olmakta, kendilerine sarı veya

turuncu üç bez elbise, bir ustura, bir dikiş iğnesi, bir su süzgeci ve bir sadaka

çanağı hediye edilmektedir.”34

Asya dinlerinden Jainizmin iki mezhebi olduğu, bunlardan birinin ‘gök

yüzü/hava giyenler’ anlamında Digambara, diğerinin ‘beyaz giyenler’

anlamında Svetambara olduğu; çok eskiden çıplak gezen Jaina rahiplerinin

sonradan beyaz elbise giymeye başladıkları ve kendilerine beyaz giyenler

dedikleri kaynaklarda yer almaktadır.35 Dinlerde beyaz elbisenin, seçilmişlerin

varlığını sembolize ettiği belirtilmektedir.36

Tibet Buddizmindeki önemli tarikatların isimlerinden birisinin Yeşil

Şapka(Geluppa) , diğer birisinin ise Kırmızı Şapka(Nyingmapa) olması da

dinlerde giyim konusunun öneminin bir başka örneğidir.37

Japonya’nın yerel dini Şintoizm’de neyin, nasıl ve ne zaman olacağı

kurallara bağlanmıştır. Bu kurallara bağlılık esastır. Bağlayıcı kurallara “töre”

denilmektedir. Töre, kültürel değerlerin kanunlaşmış şeklidir. Çünkü bu

kurallar, dinden daha çok “geleneksel halk inançları”nın bir yansımasıdır.

Halkın genel giyim kuşamında ve örtünmesinde, gelenekler hakimdir.

İbadetlerde durum farklıdır. Tapınak işlerini, dinî törenleri “rahipler”

33 Bkz.H.Olderberg, Le Bouddha, 346-367; İlhan Güngören, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1981,s.14-155.

34 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim yay., İstanbul,ty., III/687. 35 Felicien Challaye, Dinler Tarihi, çev. Semih Tiryakioğlu, İstanbul 1972, s.87; Dinler Tarihi

Ansiklopedisi, III/697. 36 Xavier Leon-Dufour, 541. 37 Dinler Tarihi Ansiklopedisi, III/704.

Page 27: ASİFE ÜNAL

20

yapmaktadır. Kadınlardan da tapınak görevlileri olmuştur. Evlenen kadınlar

tapınak görevlerinden çekilmektedir. Şintoist rahipler, özel okullarda

yetiştirilmektedir. Rahipler evlenebilmektedir. Rahipler, ibadet esnasında,

beyaz bir şapka ve beyaz bir cübbe giymektedirler. İmparator da “birinci

derece de rahip” kabul edilmekte ve rahip giysisiyle tasvir edilmektedir.38

Bazı toplumlarda birtakım özel giyim eşyaları, inananları, toplumun

genelinden ayrı tutmakta ve farklı görünmelerini sağlamaktadır. Örneğin,

Zerdüştîlerin beyaz giyinmeleri saflığın sembolü sayılmıştır. Zerdüştilerin

Hindistan’daki devamı olan Parsîlerde, beyaz gömlek ve beyaz yün şerit özel

bir kostüm niteliği kazanmıştır.

Toplumlarda saç biçimleri bilhassa önemli sembollerden kabul

edilmektedir. Doğu Asya’da saçları tepeden veya arkadan bağlayarak

toplamak kentlileşmiş güneylileri, tıraşlı kafalı veya örgülü saçlı kuzeyli

göçebelerden ayırmaktadır. Başın tepesinin tıraş edilmesi ve saç kuyruğu

bırakılması ise Mançu hükümdarlarınca 17. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına

kadar politik ve kültürel hakimiyetin bir sembolü olarak zorla yaptırılmıştır.

Başın tepesinin tıraş edilmesi aynı zamanda Budist manastır

uygulamalarına bağlı olmayı göstermektedir. Diğer saç şekilleri de halkın

inanışlarını yansıtmaktadır. Örneğin, saçlarının dört ayrı tutama ayrılması Çinli

çocukların tehlikede oldukları gibi anlamlara gelmektedir...

Batı Asya’da saçı tıraş etmenin veya belirli kısımlarının uzatılmasının

Müslüman ve Yahudi toplumların ayrılmasına yardım ettiği ifade edilmiştir.

Ayrıca Müslümanların hakimiyetindeki toplumlarda başörtülerin renginin de,

cemaatleri ayırt etmeye yaradığı belirtilmiştir. Beyaz başörtünün Müslümanlar

için, sarı başörtünün Yahudiler için, mavi başörtünün de Hıristiyanlar için

kullanıldığı; Yahudilerin giydikleri şapkanın da, dışarıda yapılması gereken

dinî bir emir olmadığı halde, dinî ve politik bir simge haline geldiği ifade

edilmiştir.39

38 Reinach,I/221-223; Gaston Renondeau, “Le Syncrétisme Japonais”, Histoire des Religions,

III/506-551; G.Renondeau, “Le Shinto d’Etat”, Histoire des Religions, III/514-517; Tümer-Küçük,76-78.

39 John E. Vollmer, “Clothing: Religious Clothing in the East”, The Encyclopedia of Religion, New York 1987, III/540.

Page 28: ASİFE ÜNAL

21

Batı’da yalnız İslâm’a özgüymüş gibi görülen örtünme ve yüzü peçe ile

örtmenin, çok gerilere giden bir tarihi vardır. Örtünme ve peçe, İslâm’dan çok

önce Yahudilerde, Yunanlılarda ve Bizans’ta, yani tüm Doğu Akdeniz

uygarlığında özellikle üst sınıflar arasında yaygın olan bir uygulama

olmuştur.40

Dinlerin örtünme anlayışları hakkında verilen bu genel bilgilerden sonra

Türkiye’de mensubu bulunan Yahudilik ve Hıristiyanlık ile halkın % 98’inin

mensup olduğu İslâm’ın, örtünme anlayışı incelenecektir.

40 Fatmagül Berktay, Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul 1996, s.84.

Page 29: ASİFE ÜNAL

22

I. BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİ GRUPLARDA ÖRTÜNME ANLAYIŞI

Türkiye’de Yahudiler hemen hemen Türklerle aynı dönemde yaşamış bir

toplumdur. Yahudilerin kitleler halinde Türk topraklarına yerleşmesi 1453

yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinden, özellikle de 1492

yılından sonra olmuştur. İspanya Kralı ve Kraliçesi’nin, 1492 yılında

Yahudilerin, üç ay içinde ya Katolik Hıristiyan olmaları veya ülkeyi terk

etmeleri yönünde yayınladıkları ferman üzerine Yahudiler, kendilerine kucak

açan Türkiye’ye sığınmışlardır. Ancak bu tarihten önce de Anadolu’nun

değişik yerlerinde az da olsa Yahudilerin bulunduğu belirtilmektedir. Orhan

Bey, 1324’lerde Bursa’yı fethettiği zaman orada Yahudilerle karşılaşmıştır.

Babil Sürgünü sonrasında dünyaya dağılan Yahudilerden Anadolu’ya

gelenlerin de olduğu, burada “Yahudi gruplara” ve Tevrat Musevîliğini din

olarak benimsemiş Hazar Türklerine rastlanmış olmasından anlaşılmaktadır.

Türkiye’de Türklerle Yahudilerin bir arada yaşaması, bazı konularda olduğu

gibi giyim ve örtünme konusunda da karşılıklı etkileşime yol açmıştır. 41

Türklerin Yahudilerle ve diğer din mensuplarıyla bir arada yaşadığı

Osmanlı Devletinde dinî inançlara, farklı grup ve cemaatlere göre giyim

biçimleri vardır. Osmanlı Devleti, ilerde görüleceği üzere, asıl Müslüman Türk

unsur ile gayrimüslimlerin tanınmasını kolaylaştırmak için bazı giyim ve

örtünme kuralları getirmiştir. Bazen de bunun tersine aradaki farklılıkların

kaldırılmasına yönelik girişimler olmuştur. Farklı giyim ve örtünme

biçimlerinin uygulanması açısından en “renkli” yer Selanik olmuştur. Mithat

Paşa, Selanik Valiliği sırasında Müslüman, Hıristiyan, Yahudi,

Sabatayist/Dönme dinî cemaat ve gruplar arasındaki farklı giyim tarzlarını

41 Bkz. Abraham Galanti, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947, s.8-16; Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul 1979, I/74-128; Moşhe Sevilla-Sharon, Türkiye

Page 30: ASİFE ÜNAL

23

kaldırmış, herkesin aynı biçimde giyinmesini sağlamaya çalışmıştır. Mithat

Paşa’nın bu uygulaması “azınlıklar”ın tanınmasını önlemeye ve onları

korumaya yönelik bir hareket olarak yorumlanmıştır. Ayrıca Türkler arasında

ilk “açılma” ve “Batı tarzı giyinme”nin de Selanik’te başladığı, hatta bunun

öncülüğünü Sabatayist/Dönme kızların yaptığı belirtilmektedir.42

Türkiye’deki Yahudiler, devletin belirlediği resmî giyim kuşam kuralları

dışında, dinî inanış ve yaşayışlarında Yahudiliğin kurallarını uygulamaya özen

göstermiştir.

a. Yahudilikte Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış

Yahudiliğin giyim kuşam ve örtünme anlayışını anlayabilmek için

öncelikle bu konuda Yahudi Kutsal Kitabı’nda43 getirilen herhangi bir hüküm

olup olmadığına bakmak gerekmektedir. Tanah’ta Yahudilere tefillin ve

tzitzit44 kullanma emri getirilmiş olmasının dışında örtünme ile ilgili açık bir

hükme rastlanmamaktadır.

aa. Tefillin,Tallit veTzitzit Kullanılması

Kılık kıyafet konusunda Tevrat’ta Yahudilere getirilen en önemli

emirlerden biri, Allah’a olan sevginin ve bağlılığın sembolü olarak ona ait

işaretleri üzerinde taşımaktır. Tevrat’ta bu emir şu ifadelerle geçmektedir:

“Dinle, Ey İsrail: Allahımız Rab bir olan Rabdir. Ve Allah’ın Rabbi bütün

yüreğinle ve bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin. Ve bugün sana

emretmekte olduğum bu sözler senin yüreğinde olacaklar. Ve onları

oğullarının zihnine iyice koyacaksın. Ve evinde oturduğun ve yolda yürüdüğün

ve yattığın ve kalktığın zaman bunlar hakkında konuşacaksın. Ve onları alâmet

olarak elinin üzerine bağlayacaksın ve onlar gözlerinin arasında alın bağı

Yahudileri, Jeruşalem 1982, s.9-25; Abdurrahman Küçük, Dönmeler/Sabatayistler Tarihi, 6. bsk., Ankara 2003, s.56-63,86-100.

42 Bkz. Küçük, Dönmeler/Sabatayistler Tarihi, 383, 403-410. 43Yahudi kutsal kitabı, Tevrat(Tora/Şeriat), Neviim(Peygamberler) ve Ketuviim (Kitaplar)

bölümlerinden oluşan TANAH’tır. Hıristiyanlar,Yahudi kutsal kitabını Eski Ahit olarak adlandırmaktadır, ancak bu niteleme Yahudiler tarafından kabul edilmemektedir. Müslümanlar arasında Yahudi kutsal kitabı olarak bilinen ve Hz. Musa’ya verildiği kabul edilen Tevrat, Tanah’ın Tora kısmıdır. Tora; Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye bölümlerinden oluşur. Geniş bilgi için bkz. Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Seba yay., Ankara 1997.

44 Yahudilerin günlük hayatlarında ve ibadetlerinde ‘Tsitsit ve Tefillin’in yeri için bkz.E. Gugenheim, Le Judaisme Dans La Vie Quotidienne, Paris 1970, s.13-20; Rabbi Yaacov Vainstein, The Cycle of Jewish Life, Jeruşalem 1990, s.33-40; Malka Drucker, Celebrating Life, NewYork 1984, s.40-46.

Page 31: ASİFE ÜNAL

24

olacaklar. Ve onları evinin kapı süveleri üzerine ve kapılarının üzerine

yazacaksın.”45

Bu emir, tefillin adı verilen kol ve alın üzerinde Tevrat bölümlerinin yazılı

olduğu kutucuklar ve bunların bağlı olduğu kayışlar takma şeklinde

uygulanmıştır. Yahudiler için büyük önem taşıyan bu emir, bugün de devam

ettirilmekle birlikte zorluklar sebebiyle Yahudilerin çoğunluğu tarafından

sadece ibadette uygulanır hale gelmiştir. Evlerin kapı üstlerine Tevrat

bölümlerinin yazılı olduğu mezuza asma uygulaması ise yaygın bir biçimde

devam etmektedir.46

Tefillin’in neyi simgelediği Tevrat bölümlerinin yazılı olduğu kutucukların

vücudun neresinde durduğuna bağlı olarak yorumlanmaktadır. Bu yoruma

göre; baş, insanın zekâsının bulunduğu yerdir. Kol, gücün ve insan faaliyetinin

kaynağıdır. Tefillini, Tanrı’nın hatırlatıcısı olarak her ikisinin üzerine

koymanın, zekânın ve eylemlerin Tanrı’nın hizmetine sunuluşunu sembolize

ettiği düşünülmektedir. Tefillinin zayıf kabul edilen sol kola takılması ise Tanrı

karşısında insanın zayıflığını göstermektedir. Koldaki tefillin kutusunun,

dirseğin altından itibaren yedi kez sarılan siyah bir şeridi vardır. Arta kalan

şerit parçası, avucun etrafına, Tanrı’nın isimlerinden birini yazacak şekilde

sarılır. Şeritin orta parmağın etrafında çevrilmesi ve bu esnada nişan sözleri

okunmasının, mecazi bir yüzükle Tanrı ile evlenmeyi sembolize ettiği iddia

edilmektedir.47

Tevrat’ta giyim kuşam konusunda Yahudilere getirilen bir diğer emir de

elbiselerinin eteklerine saçaklar yapmalarıdır. Bu emir Tevrat’ta şöyle

geçmektedir:

“İsrailoğullarına söyle ve onlara de ki:Nesillerince esvaplarının eteklerine

saçak yapsınlar ve her eteğin saçağı üzerine lacivert kordon koysunlar ve onu

göresiniz ve Rabbin bütün emirlerini hatırlayasınız ve onları tutasınız ve

ardınca zina etmiş olduğunuz yüreğinizin ve gözlerinizin ardınca gitmeyesiniz

45 Tesniye,6/ 4-9; Hemen hemen aynı ifadelerle Tesniye 11/18-20. 46 Bkz. E.Gugenheim, 16-21; Vainstein, 76-78. 47 Bkz. Benjamin Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval Vali, Gözlem

Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ., İstanbul 2003, s.337-338.

Page 32: ASİFE ÜNAL

25

diye sizin için saçak olacak; ta ki bütün emirlerimi hatırlayıp tutasınız ve

Allah’ınıza mukaddes olasınız.”48

İbranice tzitzit denilen bu saçaklara mistik birtakım anlamlar yüklenmiştir.

Tzitzit sözcüğünün sayısal değeri 600’dür. Geleneksel olarak saçaklarda sekiz

iplik ve beş düğüm vardır. Bu sayısal değer olan 600’e sekiz ve beş ilave

edildiğinde 613 sayısı elde edilir ki bu da Tora’daki emirlerin sayısıdır.

Dolayısıyla tzitzite bakmak bu emirlerin hatırlanmasını sağlar.49

Yahudiler elbiselerin eteklerine tzitzit takmanın zorluğunu gidermek için

tallit denilen büyükçe bir şal giyme yoluna gitmişlerdir. Köşelerine tzitzit

bağlanan bu şallar genel olarak kişinin sarınmasına imkân verecek

büyüklüktedir. Tallit, günümüzde genellikle sadece dua esnasında

giyilmektedir. Bununla birlikte Tora emrinin yerine getirilmesini sağlamak

amacıyla Geleneksel Yahudiler, gün boyunca giysilerin altından tallit katan

olarak bilinen küçük bir tallit giymektedir. Tora’da “onu göreceksiniz” dendiği

için tallit sadece doğal ışıkla görmenin mümkün olduğu gündüzleri

giyilmektedir.50

Türkiye Hahambaşılığı Dinî Yüksek Kurul Üyesi Leon Adoni’ye göre,

“Tallit giyinmenin birinci amacı Allah’ın adını üzerinde taşımaktır. Şöyle ki bu

püsküllerin her boğumunu oluşturan sayılardan on; yud harfini, beş; e harfini,

altı; vav harfini ve tekrar beş; e harfini gösterir. Bu yud, vav ve e harfleri

Allah’ın adını teşkil eder(Yehova/Yahve). Kişi tallitin ucundaki tzitzitler ile bu

şekilde Allah’ın adını üzerinde taşır.” Leon Adoni’ye göre, tallitin bir başka

amacı duada, ibadette eşitliği temsil etmesidir. Bu, ibadete farklı giysilerle

gelen zengin, fakir her insanın beyaz tallit altında eşit oluşunu sağlamaktadır. 51

Dindarlar arasında tallitin bir başka amacı da; öldükten sonra kişinin

hayatta iken kullandığı tallit ile gömülmesi geleneğidir. Bu, öteki dünyada

Tanrı’nın huzuruna, yeryüzünde huzuruna çıktığı kıyafetle gittiğini

göstermenin bir yolu kabul edilmiştir.

48 Sayılar,15/38-40. 49 Bkz. Blech,334-335. 50 Blech,335-336. 51 Türkiye Hahambaşılığı Dinî Yüksek Kurul Üyesi Leon Adoni ile 12 Haziran 2003 tarihinde İstanbul’da Türkiye Hahambaşılığı’nda yaptığımız röportajdan.

Page 33: ASİFE ÜNAL

26

Tallite bürünürken edilen “Bu tallite sarınırken ruhum, 248 uzvum ve 365

damarım, 613 olan tzitzitin ışığına sarınsın” duası ile uzuvların ve damarların

da, tzitzit gibi, Tora’nın kanunları ile sayısal eşdeğere (613) sahip olduğu

vurgulanmaktadır.52

Tallitin saçaklarından birinin mavi/lacivert olması emri bugün yerine

getirilmemektedir. Günümüzde İsrail bayrağının renkleri olarak benimsenen

bu mavi-beyaz kombinasyonu, insanın kutsal ile cismaniyi birleştirmesi ve

gündelik faaliyetlerine kutsallık getirmesi gerektiğini simgelemektedir.53

Tevrat’ta getirilen bu emirlerde erkek kadın ayırımı yapılmamış olmakla

birlikte tefillin, tzitzit ve talit kullanımı ibadet gibi sadece erkeklere has

kılınmıştır. Ancak günümüzde Yahudilerde genel olarak tallit ve tefillini

yalnızca erkekler kullanırken, bazı Konservatif (muhafazakâr) ve Reformist

Yahudilerde, Bat Mitzvah töreninde54 bunları kızlar da kullanmaktadır.55

ab. Yahudilikte Erkeğin Başını Kapatması(Kippa)

Yahudilikte başın örtülmesini kadın ve erkekler için ayrı ayrı

değerlendirmek gerekmektedir. Yahudi kutsal kitabı Tanah’ta açık bir emir

olmamakla birlikte Yahudi erkekler başlarını kapalı tutmaktadır. Bunun sebebi

üzerinde birtakım yorumlar yapılmaktadır.

Vainstein, başın örtülü olmasını, Talmud’daki56 “Tanrı’nın, senin

üzerinde olduğunun göstergesi olarak başın kapalı olsun”emrine

bağlamaktadır. Roma dönemi ve sonraki toplumlarda başın örtülü olmasının,

kölelerin aşağı statülerinin bir göstergesi olduğunu hatırlatan Vainstein,

Yahudilerde Tanrı karşısında kul oluşun, tevazunun göstergesi olarak başın

kapalı olması gerektiğini ifade etmekte ve “Yahudiliğin eski zamanlarından

beri Tanrı’ya olan hürmeti gösterme gayesiyle dua ederken, Tanah, Talmud

52 Blech,336. 53 Blech,334.(“İsrail bayrağının, tallite dayanarak mavi ve beyaz olmasını öneren ünlü filozof

ve tarihçi David Wolffsohn’un ‘Dua ederken sarınılan’ ritüelin, ulusal gurur simgesi olması gerektiğini düşündüğü” bildirilmektedir. Bkz. Blech 334)

54 Yahudilerde kızların 12 yaşında dinî sorumluluğa erdiğini gösteren tören. 55 Drucker, 40-41. 56 Talmud, Tanah’ın açıklaması ve yorumlaması olup Yahudilerce büyük önem taşımaktadır.

Page 34: ASİFE ÜNAL

27

veya diğer kutsal kitapları çalışırken veya ezberden okurken başımız kapalı

olmuştur.” demektedir.57

Leon Adoni’ye göre de, “Erkeğin başını kapalı tutması kutsallıkla,

Allah’ın huzurunda oluş ile ilgilidir.” Leon Adoni, bu hususu şöyle

açıklamaktadır: “Allah’ın huzurunda olunca başın örtülü olması, Allah’a olan

bir saygı ifadesidir.Yahudi başı açık dolaşmaz. Bunun (kippanın) anlamı

şu: İnsan boyu kadar mevcuttur. Benim boyum buraya kadar, bundan

üstü Allah’ındır. Ben şimdi başımı açarsam kendimi daha yükseklerde

görürüm. Bu sınır oluyor. Yani Allah’la bizim aramızda bir sınır teşkil

ediyor. Erkeğin kippası bunu ifade ediyor.”58

Leon Adoni, Yahudi erkeğin başını örtmesi konusundaki diğer

sorularımıza şöyle cevap vermiştir:

- Kippa konusunda Yahudi erkeği daha katı tabi?

- Yahudi erkeğinin kippa giyme zorunluluğu yok. Yahudi erkeğinin

başını örtme zorunluluğu var.

- Kippa değil de mesela şapka ile?

- Evet mesela biz sokakta şapka giyiyoruz, yaz kış. Silindir şapka da iş

görür, fötr şapka da iş görür. Tığla on beş dakikada örebileceğiniz

küçücük sembolik bir şey de olur.

- Benim başımda bir şey var, ben sınırı çizdim, diyor.

- Bir de şapka örtse de altında kippa vardır, diye duymuştum.

- Öyleleri de var. O da niye, bir yere girdiğinde şapkayı çıkarıp diğerini

takarken açık kalmasın diye. Açık dört adım atamaz.59

Tzitzit ve tefillin, Tora’dan kaynaklanmasına rağmen şapka/kippa takmak

çok daha sonra oluşan bir gelenektir. Ancak Ortodoks Yahudiler için çok

önemlidir. Kişinin kendini dindar bir Yahudi olarak tanımlamasının gözle

görülür yoludur. Günümüzde Ortodoks ve Konservatif(Muhafazakar)

Yahudiler, baş örtmeyi Tanrı’ya duyulan saygının bir sembolü olarak kabul

etmektedir. Ortodoks Yahudiler, başın sürekli örtülü olmasını isterken

Konservatif Yahudiler için kippa, bir sinagog kıyafetidir ve başın sadece dua

57 Vainstein,114. 58 Leon Adoni ile yaptığımız 12 Haziran 2003 tarihli röportajdan. 59 Leon Adoni ile yaptığımız 12 Haziran 2003 tarihli röportajdan.

Page 35: ASİFE ÜNAL

28

anında kapalı olması yeterlidir. Reformcu Yahudiler için baş örtme isteğe ve

mabede bağlıdır. Bazıları şapka takılmasını şart koşar, bazıları yasaklar,

bazıları da bu konuyu kişilerin tercihine bırakır. The Universal Jewish

Encyclopedia’da yer alan ve sinagogta başı açık kişileri gösteren bir resim de

sinagogta başın açık olabildiğine bir örnektir.60

Talmudik zamanlarda baş örtmenin bir yas işareti olduğu, matemli kişiler

ile cüzzamlı ve cemaatten uzaklaştırılmış kişilerin başlarını örtmek zorunda

oldukları da bildirilmektedir. O dönemde bu kişiler, başlarını ve yüzlerini sarıp

örterlerken daha sonraki dönemlerde dua veya ibadet ederken başı örtmek,

Tanrı’ya duyulan saygının bir sembolü olmuştur.

Günümüzde kippa, geleneklerin dinî nitelik kazanması ve dinî

emirlere dönüşmesinin bir örneğini teşkil etmektedir. Yahudi kimliğini

belirten kippa/şapka, dışarıda yerine getirilmesi gereken dinî bir emir olmadığı

halde dinî ve politik bir simge haline gelmiştir.61

Tora’dan çok sonra ortaya çıkan bir geleneğin böylesine kabul

görebilmesini simgesel anlamına bağlamak mümkündür. Bu hususta Blech

şöyle demektedir: “Bir kere simgesel anlamı çok kişiyi etkiler.

‘Yukarımızda’ birinin olduğunu kabul etmenin yoludur. Tanrı’nın bir

simgesi olarak kippa, konumuyla Tanrı’nın bizden daha zeki olduğunu

belirtir. Ayrıca sürekli kafada taşınan ve kişiyi Yahudi olarak tanımlayan

tefilinin takılmamaya başlamasıyla kippa, kendimizi artık yerine

getirmeye layık görmediğimiz biblik bir kanunun simgesi olmuştur...

Başın örtülmesi biblik bir kanun olmamakla birlikte, Ortodoks Yahudiler

için, başlarının üzerindeki ‘daha kuvvetli güç’ü kabul ettiklerini

simgeleyen önemli bir gelenektir.”62

“Yahudilerin kullandıkları bu başlıklar her türlü şekil ve boyda olabilir.

Sıradan bir şapka ya da kadife veya saten kippot (tekil hali kippa,takke)

60 Bu konuda farklı görüşler ve resim için bkz. The Universal Jewish Encyclopedia, “Head,

Covering Of” Ed. Isaac Landman, New York ty., V/262-263. 61 John E. Vollmer, “Clothing: Religious Clothing in the East”, The Encyclopedia of Religion,

New York 1987, III/540; Blech, 339-340. 62 Blech,340.

Page 36: ASİFE ÜNAL

29

takılabilir. Yahudilerin genellikle bir büyük başlık koleksiyonu olur çünkü

düğün, Bat Mitzva ve Bar Mitzva gibi özel vesilelerle başlık armağan edilir.”63

Blech, kippaların biçiminin giyen kişinin politik görüşünü gösterdiğini

belirtmekte ve şöyle söylemektedir: “Küçük örme bir kippa, ‘kippa s’rugah’

modern bir Ortodoks’u tanımlar. Özellikle mavi ve beyaz renklerde geniş

bir ‘kippa s’rugah’, İsrail Devleti ile özdeşleşmenin bir ifadesidir. Kadife

bir kippa veya siyah şapka, Ortodoksluğun sağ fraksiyonu olan ve laik bir

devlet olarak peygamberlerin Mesihsel vizyonunu yerine getirmediği için

İsrail Devleti’ne karşı olan Haredi’nin başlığıdır.”64

Galip Atasagun, “İlahi Dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da)

Dinî Semboller” isimli kitabının Sinagog maddesinde, kippa konusunda şu

yorumu yapmaktadır: “Kanaatimce kipanın başa giyilmesi insanın Tanrı

huzurunda kendini alçaltması ve başını öne eğmesi anlamına gelir ve kipa tam

bir takke olmayıp başın arka tarafına doğru giyilir. Başı tam dik tutmak onun

düşmesine yol açabilir bu yüzden onun baştan düşmemesi için başın öne doğru

eğik tutulması gerekir. İşte kipa, insanın, Tanrı önünde unutarak başını dik

tutmasını engellemek amacıyla kullanılıyor olabilir.”65 Bu kanaatin geçerliliği

başın sadece kippa ile örtülmesini gerekli kılar. Oysa böyle bir kural yoktur.

Yahudilikte esas olan başın örtülmesidir. Kippa giymek bunun sadece bir

biçimidir. Şapka giyen kişi gayet rahat şekilde kafasını dik tutabilir. Ayrıca

kippanın küçük bir toka aracılığıyla başa tutturulduğu ve böylece baş dik

tutulsa da düşmediği görülmektedir. Şu halde kippanın maddî olarak başın eğik

tutulmasını sağladığı düşüncesi doğru olmasa gerektir. Bununla birlikte başı

örtmek, araya konulan sınır ile Tanrı karşısında kulun durumunu ifade

etmektedir.

Sonuç olarak kippa, Tanrı’ya karşı duyulan saygı ve tevazu ile O’nun

üstünlüğünün kabul edilmesinin bir sembolüdür. Dinî nitelik kazanmasının

sebebini, Tora emri olan tefillinin günümüzde kullanılmasının zorluğu

nedeniyle onun yerine ikame edilmiş olmasında aramak mümkündür.

63 Blech,339-340. 64 Blech, s.347. 65 Galip Atasagun, İlâhi Dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da) Dinî Semboller, Konya

2002, s.87.

Page 37: ASİFE ÜNAL

30

Yahudi erkeğinin başını örtmesi ile ilgili Tora emri bulunmamakla birlikte

bu uygulama, görüldüğü gibi, Tanrı’ya olan saygı ve bağlılığın sembolü ve

Yahudi olmanın göstergesi olarak yaygın biçimde devam ettirilmektedir.

Yahudilikte erkek ve kadının başını örtmesi konusunu ayrı ayrı değerlendirmek

gerekmektedir. Çünkü Yahudilikte erkek ve kadının baş örtmesine yüklenilen

anlam farklıdır.

ac. Yahudilikte Kadının Örtünmesi

Yahudi kutsal kitabı Tanah’ta açıkça kadının başını örtmesi ya da

örtmemesi gerektiğine dair açık bir ifade bulunmamaktadır. Bununla birlikte

başörtüsüne atıf yapan ifadeler mevcuttur. Tanah’ın açıklama ve yorumları

demek olan Talmud’da ise bu hususa daha açık ifadelerle yer verilmiş ve

kadının başının örtülü olması gerektiği ileri sürülmüştür.

1. Tanah’ta Örtünme ile İlgili İfadeler

Tanah’ta örtünme ile ilgili olarak geçen ilk ifade, Hz. Adem ve Hz.

Havva’nın örtünmesi ile ilgilidir. Tevrat’a göre Allah’ın yemelerini yasakladığı

ağacın meyvesinden yiyen Hz. Havva ve Hz. Adem, çıplak olduklarının farkına

varıp incir yapraklarından önlükler yaparak örtünürler.66 Bunun üzerine Allah,

yasağa uymadıkları için onları cezalandırır.67Bunun yanında Adem ve karısı

için deriden kaftan yaparak onlara giydirir.68 Tevrat’ta bu olay, Giriş

bölümünde bir kısmı verildiği üzere, şöyle anlatılmaktadır:

“...Adam ve karısı, ikisi de çıplaktılar ve utançları yoktu. Ve Rab Allah’ın

yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekarı olan yılandı. Ve kadına dedi:

Gerçek Allah bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi? Ve kadın

yılana dedi: Bahçenin ağaçlarının meyvesinden yiyebiliriz fakat bahçenin

ortasında olan ağacın meyvesi hakkında Allah: Ondan yemeyin ve ona

dokunmayın ki ölmeyesiniz, dedi. Ve yılan kadına dedi: Katiyen ölmezsiniz;

çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi

kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi ve

gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı ve onun

66 Tekvin, 3/1-8. 67 Bu konu ile ilgili olarak bkz. Mustafa Erdem, Hazreti Adem(İlk İnsan), Ankara 1993. 68 Tekvin,3/ 9-21.

Page 38: ASİFE ÜNAL

31

meyvesinden aldı ve yedi ve kendisiyle beraber kocasına da verdi ve o da yedi.

İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler ve incir

yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede

gezmekte olan Rab Allah’ın sesini işittiler ve adamla karısı Rab Allah’ın

yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler. Ve Rab Allah adama seslenip

ona dedi: Neredesin? Ve o dedi: Senin sesini bahçede işittim ve korktum, çünkü

ben çıplaktım ve gizlendim. Ve dedi: Çıplak olduğunu sana kim bildirdi?

Ondan yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi?Ve adam dedi: yanıma

verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi ve yedim....Ve Rab Allah Adem için ve

karısı için deriden kaftan yaptı ve onlara giydirdi.”69 Tevrat’a göre,

insanoğlunun ilk giysisi bu şekilde Allah eliyle hazırlanmış ve giydirilmiştir.

Örtünme konusunda Tevrat’ın verdiği bir başka bilgi bizzat Hz. Musa’nın

bir yüz örtüsü kullandığına ilişkindir. Hz. Musa, Sina dağında Allah’tan “On

Emri” alıp halkının yanına döndükten sonra yüzünü bir peçe ile örtmüştür. Bu

konu Tevrat’ta şöyle anlatılmaktadır:

“ Musa Sina dağından indiği zaman vaki oldu ki, dağdan inerken

şehadetin iki levhası kendi elinde idi. Ve Musa Rab ile söyleştiğinden yüzünün

derisinin parladığını bilmiyordu. Ve Harun ile bütün İsrailoğulları Musa’yı

gördüler ve işte yüzünün derisi parlıyordu ve ona yaklaşmaya korktular.Ve

Musa onları çağırdı ve Harun’la cemaatin bütün reisleri onun yanına döndüler

ve Musa onlara söyledi. Ve ondan sonra bütün İsrailoğulları yaklaştılar ve

Rabbin Sina dağında kendisiyle söyleşmiş olduğu bütün şeyleri onlara emretti.

Ve Musa onlarla söyleşmeyi bitirince yüzüne bir peçe koydu. Fakat Musa

söyleşmek için Rabbin önüne girdiği zaman, çıkıncaya kadar peçeyi

kaldırırdı; ve dışarı çıkıp kendisine emrolunan şeyi İsrailoğullarına söylerdi.

Ve İsrailoğulları Musa’nın yüzünü ve Musa’nın yüzünün derisinin

parladığını gördüler; ve Musa Rab ile söyleşmek için içeri girinceye kadar

tekrar peçeyi kordu.”70

Tevrat’ta ayrıca Harun ve onun soyundan gelen kahinlerin giyeceği

birtakım giysilerden söz edilmektedir. Göğüslük, efod, entari, nakışlı gömlek,

sarık ve kuşak olarak sıralanan bu giysilerin hangi malzemelerden ne şekilde

69 Tekvin,2/25, 3/1-21.

Page 39: ASİFE ÜNAL

32

yapılacağı ve kimlerin nasıl giyeceği ayrıntılarıyla anlatılmaktadır71. Harun’un

kendisinden sonra zürriyeti için de ebedî kanun72olan bu mukaddes kahinlik

giysilerinin Harun’dan sonra kahin olan oğulları tarafından mabette yedi gün

boyunca giyilmesi emredilmektedir. Bugün mabet olmadığı için yerine

getirilmeyen bu emir Tevrat’ta şu ifadelerle yer almaktadır:

“ Harun’un mukaddes esvapları, kendisinden sonra onları giyerek mesh ve

takdis olunmak üzere oğullarının olacaktır. Oğullarından onun yerine kahin

olan makdiste ibadet etmek için toplanma çadırına girdiği zaman yedi gün

onları giyecektir.”73

Örtünme konusunda Tevrat’taki bir diğer ifade, İshak’ın hanımı ve

Yakub’un annesi olan Rebeka’nın örtünmesidir. İshak için ailesinden istenip

gelin olarak getirilen Rebeka’nın, İshak’ı gördüğü zaman peçesini alıp

örtünmesini anlatan ifadeler şöyledir:

“ Rebeka genç kadınları ile kalktı ve develer üzerine bindiler ve adamın

ardınca gittiler ve köle, Rebeka’yı alıp yürüdü. Ve İshak Beer-lahay-roi

yolundan geldi; çünkü cenup diyarında oturuyordu. Ve İshak akşama doğru

düşüncelere varmak için tarlaya çıktı ve gözlerini kaldırıp gördü, ve işte

develer geliyordu. Ve Rebeka gözlerini kaldırıp İshak’ı görünce, deveden indi.

Ve köleye dedi: Bizi karşılamak için tarlada yürüyen bu adam kimdir? Ve

köle:Efendimdir, dedi; ve Rebeka peçesini alıp örtündü.” 74

Tevrat’ta zikredilen Yakub’un evlenmek istediği ve karşılığında yedi sene

hizmet ettiği Laban’ın küçük kızı Rahel yerine büyük kızı Lea’yı vermesi de

gelinin yüzünü kapatma adeti olduğunun bir göstergesi kabul edilmektedir.

Yakub’un ancak ertesi gün evlendiği kızın Rahel değil de Lea olduğunu

anlamış olması,75 gelinin yüzünü görmediğini ve bu da gelinin yüzünün örtülü

olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak burada, gelinin “akşam” verilmiş

olmasının ve gerçeğin ancak “sabah” anlaşılmış olmasının vurgulanması,

70 Çıkış, 34/29-35. Bu konuda ayrıca bkz.Pavlus’un Korintoslulara II. Mektubu, 3/13-18. 71 Çıkış,28/1-43; 29,1-9. 72 Çıkış,28/43. 73 Çıkış,29/29-30. 74 Tekvin, 24/64-66. 75 Tekvin, 29/16-30.

Page 40: ASİFE ÜNAL

33

gelinin görülmeyişinin yüzünün örtülü olmasından değil karanlıktan dolayı

olabileceğini de akla getirmektedir.

Örtünme ile ilgili olarak zikredilebilecek diğer bir ifade ise Yahuda ile

gelini Tamar’ın hikayesinde geçmektedir. Tamar, eşi Er öldükten sonra Yahudi

“levirat” kuralı gereğince evlendiği kayınbiraderi Onan da ölünce küçük

kayınbiraderi Şela ile evlenmesi gerekirken evlendirilmemiştir. Tamar,

muhtemelen bunun intikamını almak için kayınpederi Yahuda ile birlikte

olmuştur. Ancak bu sırada Yahuda, kadının gelini Tamar olduğunu

bilmemektedir. Tevrat’a göre Tamar yüzünü peçeyle örtmüş ve kayınpederinin

onu fahişe zannetmesini sağlamıştır. Tevrat’ta bir de dulluk giysisinden söz

edilen bu ifadeler şu şekildedir:

“Ve Yahuda gelini Tamar’a dedi: Oğlum Şela büyüyünceye kadar kendi

babanın evinde dul kal, çünkü o da kardeşleri gibi ölmesin... Ve işte kaynatan

sürülerini kırkmak için Timnat’a çıkıyor diye Tamar’a bildirildi. Ve üstünden

dulluk esvabını çıkardı,peçesiyle örtündü ve Timnat yolu üzerinde olan Enaim

kapısında sarınıp oturdu. Çünkü Şela’nın büyüyüp kendisinin ona karı olarak

verilmediğini gördü. Ve Yahuda onu görünce kötü kadın sandı; çünkü yüzünü

kapamıştı. Ve yolda onun yanına inip dedi: Rica ederim gel senin yanına

gireyim; çünkü onun kendi gelini olduğunu bilmedi...Ve kadın ondan gebe

kaldı. Ve kalkıp gitti ve üzerinden peçesini çıkardı ve dulluk esvabını

giydi...”76

Tevrat’ta, evli iken zina eden ya da kocası tarafından şüphelenilerek

kıskanılan kadına yapılan bir uygulamadan söz edilmektedir. Kıskançlık şeriati

denilen bu uygulamaya göre kocası tarafından takdime ile kahine getirilen

kadına birtakım işlemlerden sonra yemin ettirilerek acı bir su içirilir ve

gerçeğin böylece ortaya çıkacağına inanılır. Tevrat’taki bu ifadeler şu

şekildedir: “ Eğer bir adamın karısı sapar ve ona karşı tecavüz ederse...yahut

kocasına kıskançlık gelir ve karısı murdar olmadığı halde karısını kıskanırsa o

zaman adam karısını kahine getirecek...Ve kahin kadını Rabbin önünde

durduracak ve kadının başını açacak ve onun avuçlarına anılma ekmek

Eşi ölen kadının kayınbiraderi ile evlenmesi. Bu kural için bkz.Asife Ünal,Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Evlilik, Ankara 1998,s.27-30.

76 Tekvin, 39/ 6-24.

Page 41: ASİFE ÜNAL

34

takdimesini koyacak, kıskançlık ekmek takdimesidir ve lanet getiren acılık

suyu kahinin elinde olacak...Kıskançlık şeriati budur...”77 Bu uygulamada

kahinin kadının başını açtırması, Yahudilikte evli kadının başının örtülü

olduğunun bir başka göstergesidir.

Tevrat’taki şu ifadeler de, her ne kadar Tanrı ile Yahudiler arasında geçen

ironik anlatımlar olsa da, kızların giysi ve örtünme biçimi hakkında ayrıntılı

bilgiler ihtiva etmektedir:

Ve Rab dedi:Madem ki Sion kızları kibirlidir ve boyunlarını ileri uzatarak

göz edip yürüyorlar, gezerken kırıtarak gidiyorlar ve ayaklarının halkalarını

çıngırdatıyorlar: bundan ötürü Rab, Sion kızlarının tepesini kel ile vuracak ve

Rab onların gizli yerlerini açacak. Ayak halkalarının güzelliğini ve fileleri ve

mehçeleri; ve küpeleri ve bilezikleri ve peçeleri; alın çatkılarını, ve ayak

zincirlerini ve bel kemerlerini ve hoş koku şişelerini ve muskaları ve yüzükleri

ve burun halkalarını; bayram esvaplarını ve örtüleri ve şalları ve keseleri; el

aynaları ve gömlekleri ve baş sargılarını ve atkıları Rab o gün kaldırıp

atacak.”78

“Ey sen ere varmamış Babil kızı, aşağı in de toprakta otur; ey Kildanilerin

kızı, taht yok, yere otur; çünkü artık sana nazik ve nazlı demeyecekler. İki

değirmen taşı al da un öğüt; peçeni aç, eteği kaldır, baldırı aç, ırmaklardan

geç. Çıplaklığın açılacak, evet ayıbın görülecek, ben öç alacağım ve kimseyi

esirgemeyeceğim.”79

Bu ifadelerden kızlar için örtülerinin açılmasının ceza olarak görüldüğü,

dolayısıyla örtünmenin iyilik ve asaletin göstergesi olduğu sonucunu çıkarmak

mümkündür.

Neşideler Neşide’sinde geçen “...Niçin yüzünü örten bir kadın gibi

olayım...” 80 “...Peçen arkasında gözlerin güvercinler..”81 ve “..Peçen

arkasında yanakların sanki nar parçası...”82 ifadeleri de örtü ve peçe

kullanıldığını göstermektedir. Bununla birlikte aynı pasajlarda yer alan

77 Sayılar, 5/ 11-31. 78 İşaya, 3/16-23. 79 İşaya, 47/1-3. 80 Neşideler Neşidesi, 1/7. 81 Neşideler Neşidesi, 4/1. 82 Neşideler Neşidesi,4/3; 6/7.

Page 42: ASİFE ÜNAL

35

“Gilead dağının yamaçlarında yatan keçi sürüsü gibidir saçın”83 ve “Başı saf

altın ;kıvrılır kakülleri, kuzgun gibi siyah..”84 ifadelerinin de, saçın açık

olmasına kaynak teşkil edebileceğini göz ardı etmemek gerekir.

Tevrat’ta örtünme ile ilgili olarak zikredilen son örnek dışındaki bütün bu

pasajlarda görüldüğü gibi kadının örtü veya peçe kullandığına dair ifadeler yer

almakla birlikte bunu emreden bir hüküm bulunmamaktadır. Hz Musa’nın

peçesinin, Allah’ın nuruyla yüzünün parlaması sebebiyle ve sadece ona ait bir

uygulama olduğunu düşünürsek peçe kullanımı iki yerde geçmektedir.

Bunlardan biri Rebeka’nın peçesidir. Bunun gelinlerin yüzünün kapatılmasına

ve Yahudi düğünlerinde “örtme” diye bilinen duvak uygulamasına kaynak

teşkil etmiş olması muhtemeldir. Vainstein de, bu bağlantıya dikkat çekmekte

ve örtme adetinin Mişna(Ketubot 7,6)’daki evli Yahudi kadınların dışarı

çıkarken başlarını örtmeleri gerektiğini bildiren emirden kaynaklandığını

belirtmektedir.85

Peçe kullanma ile ilgili diğer emir ise Tamar’ın peçesidir ki bu peçe de

onun fahişe zannedilmesine sebep olmuştur. Leon Adoni’ye göre Tamar’ın bu

davranışı “Tevrat’ın tefsirinde ‘tanınmaması için’ şeklinde açıklanmaktadır.

Zira eskiden hanımlar kocalarını kaybettikleri zaman koyu veya siyah

giymektedir.”86 Ancak gelinde temizliğin, saflığın ve iffetin bir göstergesi

kabul edilen örtünün, başka bir kadının fahişeliğinin göstergesi olması87 ciddi

bir çelişki oluşturmaktadır. Bu ancak farklı örtme biçimleri ile izah edilebilir.

Tevrat’ta kadının örtünmesi konusunda açık ve kesin bir hüküm

bulunmadığına göre bu konuyu Talmud’da aramak gerekmektedir. Çünkü

Yahudiler için Talmud’un açıklaması ve yorumlanması olan Talmud en az

Tevrat kadar kutsal ve geçerli kabul edilmektedir.

2. Talmud’da Örtünme ile İlgili İfadeler

83 Neşideler Neşidesi,4/1;6/5. 84 Neşideler Neşidesi,5/11. 85 Vainstein,51. 86 Leon Adoni ile yaptığımız 12 Haziran 2003 tarihli röportajdan.Yahudilikte matem kuralları

için ayrıca bkz.Vainstein, 120-123. 87 Türkiye Hahambaşılığı’ndan Yusuf Altıntaş’a göre de buradan Yahudi fahişelerin peçe

kullanmakta olduğu ortaya çıkmaktadır. (09 Haziran 2001 tarihinde Ankara’da yaptığımız röportajdan)

Page 43: ASİFE ÜNAL

36

Yahudilerde Tanah/Tevrat’ın yanında Talmud’un dinî yorumlar

bakımından büyük önemi vardır. Tevrat’ta yer almayan veya açık olmayan

konular için Talmud’a başvurulmaktadır. Talmud’da yer alan bir hükmün

yerine getirilmesine de büyük bir özen gösterilmektedir. Örtünme konusunda

da Yahudiler, Talmud’a ve ondan çıkarılan hükümlere itibar etmektedir.

Leon Adoni’nin ifadesine göre Talmud’da kadının saçını göstermemesi

Talmud Berahot S.25 1.sayfa (sütun 1) de geçmektedir. Burada “Tefah beişa

ervah/Sok beişa ervah/ Kol beişa ervah/ Sear beişa ervah” denilmektedir.

Tefah(kol,bir karış), sok(bacak), kol(ses), sear(saç)’ın ervah yani üryan/çıplak

olması yasaktır.88

Talmud’da Mişna’nın yazıldığı dönemde kadınların dışarıya başlarını

örterek çıktıklarından söz edilmektedir. Bu ifade şu şekildedir: “Erkekler

başlarını bazen kapatırlar bazen de kapatmazlardı, fakat kadınların başları

daima kapalı idi ve çocuklar ise her zaman baş açıktı.”89 Bu cümlenin dip

notunda ise “Kadınlardan söz ederken ‘saçları örtülüler’; çocuklardan söz

ederken de ‘başı açıklar’ denilirdi. Mişna zamanlarında kadınların başlarını

kapatmaları genel bir uygulamaydı.”90 denilmektedir.

Talmud’da kadının başını açmasını yasaklayan hükümler bulunmaktadır.

Bunlardan biri şu şekildedir: “Geleneksel Yahudi uygulamasına göre, kadına

başı açık olarak dışarı çıkması yasaklanmıştır.”91

Baş örtme uygulamasının evli kadınlar için kesin bir emir teşkil ettiği ise

şu ifadelerden anlaşılmaktadır: “Evli bir kadının başını açması çirkin bir

davranıştır.”92 Aynı biçimde “Kadınların baş örtme geleneğinin ihlali,

ketubası ödenmeksizin boşanması için yeterli bir gerekçe olarak kabul

edilirdi.”93ifadesi de evli kadınlar için baş örtünün önemini göstermektedir.

Çarşıda bir kadının başındaki örtüyü çekip çıkarmanın cezalandırılması da

Yahudilikte kadının başını örtmesine verilen önemi göstermektedir.

88 Leon Adoni ile 04 Eylül 2003 tarihinde Türkiye Hahambaşılığı’nda yaptığımız röportajdan. 89 Talmud Babylonian (TB), Nedarim, 30b ( Talmud metinleri için eas alınan İngilizce nüsha:

Jews’ College (Sancino) Babylonian Talmud; The Babylonian Talmud edited by Rabbi Isidore Epstein of Jews’ College, London, www. come-and-hear. com/ talmud )

90 TB, Nedarim, 30b, dipnot 3. 91 TB, Kethuboth, 72b. 92 TB, Yoma, 47a, dipnot 23. Ayrıca bkz.TB, Gittin 90a, 90b. 93 TB, Nedarim, 30b, dipnot 3.

Page 44: ASİFE ÜNAL

37

Talmud’da; “Eğer bir adam çarşıda bir kadının başının örtüsünü çıkarırsa

bunun için dört yüz zuz ödeyecektir.”94 hükmü getirilmiştir. Bu hükmün

uygulandığını gösteren ifadeler ise şöyledir: “...Bir adam çarşıda bir kadının

başörtüsünü çekip çıkardı. Bunun üzerine kadın R. Akiba’ya geldi. O da bu

suçu işleyen kişiye dört yüz zuz ödemesini emretti.”95

Talmud’da bekâr veya nişanlı kızların da başlarını örtmelerinin istendiğine

dair ifadeler mevcuttur: “R. İshmael’in okulunda öğretilenler arasında İsrail

kızlarının ‘başları açık bir şekilde sokağa çıkmamaları’ konusunda

uyarılmaları da yer almaktaydı.” ifadeleri kızların da başlarının örtülü

olmasının tercih edildiğini göstermektedir. Nişanlanan kızlara babasının evinde

iken kullanması için verilen hediyeler arasında başörtülerin bulunması96da

Yahudilikte kadının başörtüsünün sadece evli kadınlar ile sınırlı olmadığının

bir başka göstergesidir. Ancak Talmud’da “Bu pasajlardan evli olan veya evli

olmayan kadınlar için bir farklılık olmadığı görülmekle birlikte sonraları

bekar kızlarla ilgili olarak bu geleneğin daha yumuşatıldığı”97 da ifade

edilmektedir.

Yahudilikte kadının başını örtmesi emri sadece dışarı çıkarken geçerli ise

de Talmud’da bunun “her zaman” söz konusu olduğunu gösteren bilgiler de

mevcuttur. Yedi oğlunu da değerli birer din adamı olarak yetiştiren bir kadına

bu başarısının sırrı sorulduğunda;“Hayatım boyunca evimin direkleri asla saç

örgülerimi görmemiştir.” şeklinde cevap verdiğinden söz edilmektedir. Bu

olayın yorumunda ise “Özellikle evli bir kadın, iffetinin bir işareti olarak, her

zaman başını kapatmalıydı.” denilmektedir.98

Rabbinik kanunlara göre, başı açık evli bir kadının bulunduğu mecliste dua

ve ibadet yapmak yasaktır. Zira başı açık bir kadın çıplak kabul edilmiştir.

Çıplak insanın yanında ibadet etmek caiz olmadığı gibi başı açık kadının

yanında da dua ve ibadet yapmak uygun bulunmamaktadır. 99

94 TB, Baba Kama, 90a. 95 TB, Baba Kama, 90b. 96 TB, Kiddushin, 50b; Baba Bathra, 146a. 97 TB, Nedarim, 30b, dipnot 3. 98 J. A. Macculoch, “Head”, Encyclopedia of Religion and Ethics(E.R.E.), New York 1951, V /

538. 99 Bu husus, ilerde görüleceği üzere, Türkiye Yahudi Hahambaşısı İsak Haleva tarafından da

ifade edilmiştir.

Page 45: ASİFE ÜNAL

38

Tevrat’ta Hz. Musa’dan çok önceki olaylar anlatılırken başörtüsü ve

peçeden söz edilmesi, örtünmenin Yahudilikten önce var olan eski bir gelenek

olduğunu açıkca ortaya koymaktadır. Tevrat’ın bu şekilde başörtüsüne atıfta

bulunması bu geleneğin dinî bir mahiyet kazanmasını sağlamıştır. Bundan

dolayı Talmud’da bu hususa daha açık bir biçimde yer verilmiş ve böylece

kadının örtünmesi dinî bir emir niteliğine bürünmüştür. Vainstein, evli Yahudi

kadınların sinagogta başlarını örtmeleri gerektiğini söylemektedir. Bununla

birlikte, Talmud’a atıf yaparak “Kadının, iffetli olduğunun göstergesi olarak

toplum içinde daima peruk veya başka bir tür başlıkla başlarının örtülü

olması gerektiğini” ilâve etmektedir.100 Burada kadının daima örtülü

olmasının gayesi erkeklerinkinden tamamen farklı bir sebebe, iffetli oluşun

sembolize edilmesine bağlanmaktadır.

Yahudilikte kadının başını örtmesine yüklenilen anlamların farklılık arz

etmesi de uygulamanın farklı olmasının bir sebebini teşkil etmektedir.

Yahudilik’te kadının başını örtmesi şu gerekçelere bağlanmaktadır:

Kimilerine göre başörtüsü iffetin sembolüdür. Bir kadının başının açık

olması iffetsizlik olarak değerlendirilmiştir. Bunun erken dönem İbranilerdeki

uygulamadan kaynaklanmış olması muhtemeldir.101

Bazılarına göre başörtüsü kadının evli oluşunun işaretidir. Kocasına ait

olduğunun göstergesi olarak kadının başını örtmesi gerekmektedir.

Rebeka’nın İshak’ı gördüğünde örtünmesi buna kaynak teşkil etmiş olabilir.

Evlenirken gelinin yüzünün duvakla örtülmesi saflığın ve temizliğin

sembolü olma yanında gelinin bekaretinin simgesi kabul edilmektedir.

Bekar kız evlenirken duvakla örtülmesinin aksine dul veya boşanmış kadın

evlenirken duvak kullanılmamaktadır. Duvak, kadının bekaretinin simgesi gibi,

duvakla evlenmemiş olması da gerektiğinde evlenirken bekar olmadığının

ispatı olabilmektedir.102 Gelinin duvakla örtülmesine hem Rebeka’nın örtüsü

hem de Yakup’la evlenilirken Rahel yerine verilen Lea’nın örtüsü kaynak

teşkil etmektedir.

100 Vainstein, 114. 101 J.A.Macculloch, “Head”, E.R.E., V/538. 102 Leon Adoni ile yaptığımız 12 Haziran 2003 tarihli röportajdan.

Page 46: ASİFE ÜNAL

39

Kimilerine göre başörtüsü Yahudi kadınların saygınlık, soyluluk

işaretidir. Tevrat’ın bazı soylu kadınlardan söz ederken başörtü ve

peçelerinden söz etmesi böyle bir anlayışı doğurmuş olabilir. Bununla birlikte,

Tamar’ın peçesinin onun fahişe zannedilmesini sağladığı unutulmamalıdır.

Eski tarihlerden beri hür olmayan kadınlar ile fahişe kadınların hür ve

iffetli kadınlara göre daha açık giyindikleri bilinmektedir. Durum böyle

olunca aynı şeyin Yahudi kadınlarca da geçerli olması ve fahişe kadınların

örtülü, özellikle de peçeli olmamaları gerekmektedir. Ancak Tamar örneğinde

uygulamanın böyle olmadığı görülmektedir. Konunun anlatıldığı pasajlarda

görüldüğü gibi Tamar’ın kayınpederi, yolda gördüğü kadınla birlikte olabilmek

için para teklif etmiştir. Gelini olduğunu bilmese de bu teklifi yapabilmesi için

kadının fahişe olduğunu düşünmesi gerekmektedir. Bu yanılgının peçe

sebebiyle olduğu zaten Tevrat’ta açık olarak zikredilmiştir. Şu halde Yahudi

fahişelerinin peçe kullandığını söylemek mümkündür. Bu durumda örtü ve

peçenin, aynı zamanda iffetin ve saygınlığın sembolü olması arasında ciddi bir

çelişki söz konusudur. Bu çelişkinin kimilerince bazı fahişe kadınların soylu

ve iffetli görünme amacıyla başlarını ve yüzlerini örtme yoluna gitmeleri ile

açıklanması103 da uygun değildir. Alt tabakadan kadınların soylu görünmek

için örtünmek istemelerini normal kabul etmekle birlikte fahişelerle ilgili bu

çelişkiyi ancak farklı giyim ve örtü biçimleri ile izah etmek mümkün olabilir

kanaatindeyiz. Muhtemelen Tamar’ın giyimi ile kullandığı örtü ve peçe diğer

kadınlardan farklı olarak fahişelerin kullandığı bir biçimdedir. Açık olsa

kayınpederi tarafından tanınacak iken böylece hem tanınmamış hem de fahişe

zannedilmiştir.

Sonuç olarak Yahudilikte kadının başörtüsüne yüklenilen anlam

erkeğinki gibi Tanrı’ya olan saygı, tevazu ve bağlılık olarak görülmese de,

Yahudi kadının yüzyıllarca uyguladığı örtünmeyi dinî bir gelenek olarak

telâkki ettiğini söylemek mümkündür.

Yahudi kadınlar, baş örtme emrini yüzyıllar boyunca titizlikle yerine

getirmiştir. Ancak başın örtünme biçiminde değişiklikler olmuştur.

Türkiye’deki Yahudilerin örtünme tarihçelerinde de görüleceği üzere

103 Mehmet Görmez, “İlahi Dinlere Göre Başörtüsü”, İslamiyat, IV/2, s.22.

Page 47: ASİFE ÜNAL

40

başlangıçta geniş, büyük başörtüleri ve şallar kullanılırken zamanla bu örtülerin

boyutları ve kapattıkları alanlar daralmıştır. Önceleri yüz dışında bütün baş

bölgesi kapalı iken zamanla boyun, saçların bir kısmı açıkta kalır hale

gelmiştir. 19. yüzyıldan sonra başörtülerin yerini giderek önce şapkalar daha

sonra da peruk almaya başlamıştır. Peruk konusunda farklı yaklaşımlar olmakla

birlikte bugün Yahudi kadınların bir kısmı türban yahut saç üzerine veya saçın

tamamen kazıtılması ile doğrudan baş üzerine peruk kullanmaktadır. Bu

şekilde saçların görünmemesi ile örtünme emrinin sembolik de olsa yerine

getirildiği düşünülmektedir.

Bir gazete haberine göre aşırı dinci Şas Partisinin ruhanî lideri İsrailli

Haham Ovadia Yosef, katıldığı kadın haklarıyla ilgili bir konferansta

kadınların türban üzerine peruk takmasını eleştirmiştir. Habere göre “Peruk

takmak dinimizce yasaktır. Tevrat’ın gösterdiği yolu izleyin, peruktan uzak

durun” diyen Haham Yosef, “Bir kadın sokakta perukla dolaşırsa erkek

onu boşama hakkına sahip olur” açıklamasında bulunmuştur. Haham Yosef,

Yahudi kadınların karşı cinsin ilgisini çekmemek için saçlarını örtmek

zorunda olduklarını belirterek “Türbanın üzerine takılan peruk da,

normal saç gibi erkeklerin cinsel dürtüsünü artırıyor. Bu yüzden saçı açık

dolaşmaktan hiçbir farkı yok” demiştir. Haberde ayrıca “İsrail’de birçok

radikal dinci kadın saçını örtmek için şapka ya da peruk kullanıyor. Ancak son

aylarda ülkede peruk satışları da ciddi bir artış gösterdi. Maariv gazetesi ise

‘Türban takan kadınlar genelde 1950’li yılların stili peruk kullanıyor. Ancak

son zamanlarda sarı peruklar bile yaygınlaşmaya başladı’ diye yazdı. Şas ‘ın

lideri Yosef’in sözleri partili milletvekillerini de zora soktu. Çünkü birçok aşırı

dinci milletvekilinin eşi türban üzerine peruk takıyor.”104 denilmektedir.

The Jewish Encyclopedia’da farklı dönem ve yerlerdeki Yahudi baş

kapatma biçimlerine örnekler verilmiştir. 13. yüzyıldan modern dönemlere

kadar erkek veya kadın baş kapatma biçimlerinden verilen 39 örneğin hepsinde

değişik şekillerde de olsa başın kapalı olduğu görülmektedir. Bunlardan 2.

resim 13. yüzyıl İngiltere, 12. resim 15. yüzyıl İtalya, 18. resim 16.yüzyıl

Worms, 27. resim 1825 Warsay ve 37. resim modern dönem Tunis Yahudi

104 Sabah Gazetesi, 11.7.2001, s.18.

Page 48: ASİFE ÜNAL

41

kadın başlık biçimlerine aittir. Bu resimlerdeki kadın başlıkların İngiltere ve

Vorms örneğinde yüzü açıkta bırakan bir başörtüsü biçimi, İtalya örneğinde

kavuk biçimi ve Warsaw örneğinde taç biçimi başlıklar görülmektedir. Modern

dönem Tunis örneğinde ise, hotoz biçimindeki başlığın üzerine çene altından

geçirilen başörtüsü görülmektedir.105 Vainstein, Kuzey Afrika ve Sephardi

kadınlarının peruğun dışında başörtüsü kullandıklarını iletmektedir.106

Günümüzde Yahudilerin çoğunluğu tarafından başın örtülmesi sadece

sinagogla sınırlandırılmış ve bunun dışında başın açılması yaygınlaşmıştır.

Bununla birlikte dünya üzerinde örtü, şapka veya peruk takmaya devam eden

Yahudi kadınlar da bulunmaktadır.

Yahudilikte giyim-kuşam kurallarından birisi de giysilerde kullanılacak

kumaşın cinsidir. Şöyle ki bu kumaşın bitkisel ve hayvansal olanı aynı anda

kullanılmamaktadır. Örneğin keten ile yün bir kumaşta bir arada

kullanılmamaktadır. Kadını da erkeği de bağlayan bu kuralı Leon Adoni şöyle

açıklamıştır: “...Meselâ kumaşlar var. Şimdi ne erkek ne de kadın yünlü ve

keten karışımı kumaş giyemez. Ya yün olacak ya keten olacak, nebatî ve

hayvanî bir arada olmayacak. Keten nebatîdir, yün hayvanîdir. Ve bunu da

biraz açayım. Bunun nedeni Tevrat yasasıdır. Yün ve keten giymeyeceksin, der

ve devam eder. Fakat bizim tefsir hocalarımız her ne kadar Tevrat’ta yoksa da

bir neden çıkarmaya çalışırlar, çünkü insanlar merak eder neden diye. Bu

konuda tek bir açıklama vardır: İlk cinayet dünyada Habil ile Kabil arasındaki

olaydır. Biri bitkilerden sunum yapmıştı, diğeri hayvanlardan ve neticede bir

cinayet ortaya çıkmış. Bir cinayeti teşkil eden iki maddeyi birbirine karıştırıp

üstünüze giymiyorsunuz. Tevrat yasaklamıştır.”107

b. Türkiye’de Yahudi Cemaatinde Örtünmenin Tarihi

Gelişimine Genel Bir Bakış

Türkiye’de Yahudi cemaatinde örtünmenin tarihi gelişimini anlayabilmek

için Yahudiliğin bu topraklardaki tarihçesine108 ve Osmanlı Yahudilerinin

kıyafetlerinin gelişimini etkileyen unsurlara bakmak gerekmektedir.

105 The Jewish Encyclopedia, “Head-Dress”, New York 1904, s.292-293 106 Vainstein,114. 107 Leon Adoni ile 12 Haziran 2003 tarihinde yaptığımız röportajdan. 108 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Naim Güleryüz, Türk Yahudileri Tarihi , İstanbul 1993.

Page 49: ASİFE ÜNAL

42

Yahudilerin Anadolu topraklarındaki varlığının M.Ö. 4. yüzyıla kadar

geriye gittiği ileri sürülmektedir.109 “Bizans döneminde İstanbul’da ilk olarak

M.S. 318’de bir sinagogun varlığından bahsedilmektedir. İstanbul’un Türkler

tarafından fethi sırasında şehirde üç farklı Yahudi grubu vardı: Varlıkları erken

Bizans döneminde saptanan Geleneksel(Rabinik) ve Karay cemaatlerinin

oluşturduğu Romaniyotlar; bağlı bulundukları şehirlerin hukuk kurallarına

göre yaşayan Genova ve Venedik kökenli Yahudiler ile Orta Avrupa kökenli

Aşkenazlar.

İstanbul’un Türkler tarafından fethinden sonra, 15. yüzyılın ortalarında

Fatih Sultan Mehmed, savaşlar nedeniyle nüfusu azalmış şehri yeniden

canlandırmak amacıyla hem Anadolu’dan hem de Rumeli’den Müslüman ve

Hıristiyanlarla beraber, Yahudileri de İstanbul’a getirtmişti. Buraya gelen her

gruba bir mahalle kurma ve kendi sinagoglarını inşa etme izni verilmişti.

Böylece İstanbul’da geldikleri şehrin ismiyle anılan şu Yahudi cemaatleri

oluştu: Büyük ve Küçük İstanbul(Bizans Yahudilerinden ibaretti), Antalya,

Bursa, Sinop, Tire, Edirne, Ohri...

1492 yılında, Kral Ferdinand ve Kraliçe İsabella’nın emriyle İspanya’dan

kovulan Yahudilerin Osmanlı’ya sığınmasıyla, İstanbul’da demografik yapı

değişmişti. Şehre gelen İspanyol ve Portekizli göçmenler de kendi

mahallelerini oluşturdular: Kordoba, Katalan, Aragon, Portekiz...

İlk başta her biri kendi içinde kapalı bir ‘kainat’ olan bu cemaatler arasında

zamanla bir yakınlaşma olmuştu. Padişahların ılımlı yaklaşımı sonucu,

cemaatler arasındaki ilişki, evlilik yoluyla da artmıştı. Öte yandan, tahta evlerin

çoğunlukta bulunduğu mahallelerin yangınlar sonucu yok olması, kimi

zamanda yerel halkın baskısıyla 18. yüzyıldan itibaren cemaatlerin özgün

yapısı değişmiş ve artık şehirde İspanyol kökenli Sefarad Yahudileri egemen

hale gelmişti.”110

İstanbul dışındaki Osmanlı topraklarında Yahudiler, Balkan şehirleri, Ege

bölgesi, Ege Adaları, Anadolu’nun bazı şehirleri (Ankara, Amasya, Tokat),

109 Güleryüz, I /17,41. 110 Amalia S. Levi, “Gravürlerle Osmanlı’da Yahudi Giyimi”,Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri,

Türkiye Hahambaşılığı’nın katkılarıyla Gözlem yay., tyy., s. XI-XII.

Page 50: ASİFE ÜNAL

43

Selanik, Safed(günümüzde İsrail’in kuzeyinde bulunan bir şehir), Bursa, Şam

ve Kahire’de yerleşmişlerdir.111

Amalia S. Levi’ye göre Osmanlı Yahudilerinin kıyafetlerinin gelişiminde

üç ayrı unsur etkili olmuştur:

“1. Anadolu topraklarında M.Ö. 4. yüzyıldan beri varlıklarını sürdüren

Bizans Yahudilerinin (Romaniyot) geleneksel kıyafetleri.

2. İberik Yarımadası’ndan Osmanlı topraklarına sığınan Yahudilerin

beraberlerinde getirdikleri İspanyol giyim şekli.

3. Katı kuralları ve yaptırımlarıyla farklı etnik grupları giyim/kuşam

tarzıyla sınıflandıran Osmanlı-Türk gerçeği. Bu üç unsur fetih sonrasındaki ilk

yüzyıllarda belirgin olmakla birlikte 19. yüzyılın başında İspanyol giyim

tarzından Osmanlı giyim tarzına geçişin tamamlandığı görülür.”112

Osmanlı Devleti’nde Zımmîler(Kendi dinlerine bağlı kalarak yaşayan

gayrimüslimler) giyim kuşam yönünden bazı kurallara tâbi tutulmuşlardır.

Zımmîlerin Müslümana benzer kıyafet giymesi yasak olduğu gibi,

Müslümanların da Zımmî gibi giyinmeleri yasaktır. Ancak, Osmanlı

Devleti’nde hakim unsur Müslümanlar olduğu için, Müslümanlar Zımmîlerin

giyimlerine özenmemiş, bundan dolayı da onları ikaz edici fermanlar

yayınlanmamıştır.

Gayrimüslimler, giyim konusundaki kurallara uymadıkları ve Müslümanlara

benzer giyinerek dolaştıkları için, zaman zaman kadılara ve subaşılara

gönderilen hükümlerle ikaz edilmişlerdir. Gayrimüslimlere giyim konusunda

sınırlama getirmek için gerekçe, gayrimüslimlerle Müslümanların kolayca ayırt

edilebilmesini sağlamaktır. Osmanlı Devleti’nde bununla toplum düzeninin

sağlanması amaçlanmıştır.

Osmanlı Devleti tarafından yapılan kıyafet düzenlemelerine

gayrimüslimlerce de olumlu bakıldığı durumlar olmuştur. Gayrimüslimlerin

bununla ‘millî kimlik’lerini korumayı amaçlamış olmaları mümkündür.

Yahudilerin din adamları da, kendi cemaatlerine mensup insanların başka

dinden olanların kıyafetlerine benzer kıyafet giymelerini hoş görmemiştir.

111 Bu konuda geniş bilgi için bkz.Ahmet Hikmet Eroğlu, Osmanlı Devleti’nde Yahudiler

(XIX. Yüzyılın Sonuna Kadar), Ankara 2000, s.94-108. 112 Amalia S. Levi, XII.

Page 51: ASİFE ÜNAL

44

1526’da, İstanbul Hahambaşısı Elie Mizrahi, Yahudilerin bir kısmının

giydikleri cübbeleri, Hıristiyanlara özgü kıyafetleri andırdığı gerekçesi ile

yasaklamıştır.113

Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlere getirilen kıyafet düzenlemelerine

birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:

İstanbul Kadısına hitaben yazılmış 976/1568 tarihli bir hükümde Yahudi

ve Hıristiyanların kıyafetleri ile ilgili olarak şu hatırlatmalar yapılmaktadır:

“İstanbul Kadısına Hüküm ki, Bundan akdem Yehûd ve Nasara ve sair kefere

taifesi âlâ ve fahir libas giymeyüp men‘ oluna deyu Hükm-ü Hümayunum

virülüp men‘ olundukları ecilden, Yehûd taifesinden ba‘zı Rikab-ı

Hümayünüma rik‘a sunup, libas babında âdet-i kadîme mugâyir telebbüs

iderler deyu şekva eyleyüp husûs-ı mezbur görülmek emrim olmağın, Yehûd ve

sair keferenin ferâceleri sürmayi karaca çuha olup, damgaları kumaş olmayup

boğası ola ve içine giydikleri boğası olup legendelü olmaya ve kuşakları yarı

penbe ve yarı harir olup kıymette otuz ve kırka ola, ziyadeye olmaya ve

sarındıkları dülbent Denizli ola. Ol dahi çok olmaya ve başmakları siyah ve

yassı yüzlü ve içi astarsız ola, gayri renk olmaya ve iç edindikleri siyah

meşinden olup sahtiyan olmaya ve avretleri(kadınları) ferace giymeyeler. Eski

kanunları üzre fahir ve Bursa kutnusundan fistan giyeler ve çakşırları asümanî

olupgayri renk olmaya ve avretleri başmak giymeyüp eski kanun üzre kundura

ve Şirvânî giyeler ve Müselmanlar hatunları giydikleri gibi seraser yaka ve

arakiye giymeyeler, giydikleri takdirde atlastan kutnu giyeler ... Yahuda ve

kefere sarman siyah ferace giyeler, ol dahi boğasu saçaklu ola ve içlerine

giydikleri dolamaları siyah ve sürmâyi Bursa kutnusu ola. Legendelü ve ütülü

olmayup sade ola ve fahir giydikleri takdirde ol dahi siyah ve sürmâyi olup

gayri renk olmaya...Bu babda muhtesib mübaşir olup hilâf-ı emr-i şerîf vaz‘

ettirmekten hazer edesin. Temerrüd edeni sekidüp muhtac-ı arz olanı yazup

bildiresin.”114

Buradan ayrıca, kıyafet konusunda verilen emirlere uyulmadığı hususunda

şikayetin bizzat Yahudiler tarafından yapıldığı da anlaşılmaktadır.

113 Bkz. Eroğlu, s.12-15. 114 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BAO), Mühimme Defterleri(MD), C. 7, S.1989, s.726.

Page 52: ASİFE ÜNAL

45

985/1577 tarihli bir başka hükümde İstanbul’daki Yahudi ve

Hıristiyanların giysilerinin renklerinde değişiklikler yaptıkları, Müslümanlara

benzer davrandıkları belirtilmiş ve eskisi gibi giyinmeleri istenmiştir. Bu

ferman şu şekildedir: “İstanbul Kadısına Hüküm: İstanbul’da sakin Yahudi ve

Nasaranın eskiden giydikleri elbise ve dülbend ve pabuçlarda nevi ve renk

değişikliği ve tezyinat yapıldığı ve ilama benzer evza’ ve etvatarı olduğu ve bu

hususun evvelce de men edildiği bildirildiğinden badema Yahudi ve Keferenin

giydikleri çukaları, iskarlad ve kaftanları atlas ve kemha gibi ipek olmayup ve

feracelerine ipek sencef ettirmeyüp cümlesinin boğasiden olmasını ve

dülbentlerinin ince olmayup başlarına sardıklarında kurebî ettirilmemesini

hülasa Ehl-i İslâm’a müşabih surette giyinmeyüp sabıkı gibi giyinmelerini ve

muhalefet edenlerin siyaset edileceklerini ilan etmesi ve dinlemeyenleri

tutturup arzeylemesi...”115

Manisa kadısına gönderilen 986/1578 tarihli hükümde de, Yahudi ve

Hıristiyanların Müslümanlardan ayırt edilmesi için ak tülbend sarınmasının

yasak olduğu şu ifadelerle hatırlatılmıştır: “Manisa kadısına Hüküm:

Manisa’daki Hıristiyan ve Yahudilerin şehirde ve yollarda ak dülbend sarınıp

Müslümanlardan tefrik edilemedikleri Manisa’da Çınar zaviyesi Şeyhi

Bedreddin arzettiğinden mezkurların ak dülbend sarınmalarını men edip

dinlemeyenleri tedip eyle...” 116

Diyarbakır Beylerbeyine ve Âmid Kadısına gönderilen 986/1578 tarihli

hükümde ise gayrimüslimlerin Müslümanlardan ayırt edici biçimde giyinmeleri

şu şekilde emredilmektedir: “Yahudi ve Nasara taifesinin hariçte giydikleri

libaslar İslâm libasından tefrik olunmadığı gibi hamamlarda dahi alâmet

taşımadıklarından İslâm olmadıkların bilinemediği ila olunmakla hariçte

kefereye mahsus libas giyüp hamamlarda alaca futa‘ tutunmaları...” 117

Yahudilerin de etkilendiği diğer karar ve yasaklardan bazılarını da şöyle

özetlemek mümkündür:

115 BOA MD, C.31, S.487, s.220. 116 BOA MD, C.35, S.973, s.382. 117 BOA MD, C.36, S.129, s.42.

Page 53: ASİFE ÜNAL

46

1702’de Sadrazam Daltaban Mustafa Paşa, Yahudilerin (ve

Hıristiyanların), sarı ayakkabı ve kırmızı kalpak giymelerini yasaklayarak

ancak siyah şapka ve ayakkabıya izin vermiştir.

1730’da III. Ahmed, kavukçulara gönderdiği emirle kavukları Yahudilerin

giydiği başlıklara benzer şekilde dikmelerini yasaklamıştır.

III.Mustafa, 1758’de çıkardığı bir fermanla, şeriata göre zimmilerin,

Yahudi ve Hıristiyanların giysilerinin Müslümanlarınkine benzememesi

gerektiği halde buna uymadıklarını vurgulamış; onların giyebilecekleri kürk

cinslerini sınırlamış, sadece mavi veya koyu renk kumaştan elbise ve kısa

kalpaklara müsaade edildiğini söylemiştir.118

Osmanlı döneminde ticaretin içinde olan ve bohçacılık yapan Yahudi

kadınlar hakkındaki şu sözler ilgi çekicidir: “Hepsi Avusturya Yahudisi...

Bunların yaşı da 40 ile 50 arasında. Başlarında hasırdan bir şapka, üstünde

gerdana kadar siyah tül; arkada yine siyah neftîye çalmış tayyör. Elde siyah

tireden yarım eldiven, bilekte çanta, belden aşağı uzun etek, ayaklarında 45

numara iskarpinler...”119

19. yüzyıl öncesi Yahudi kıyafetleri ile ilgili olarak o dönemi anlatan

seyahatnameler ve mektuplarda birtakım bilgiler bulmak mümkündür. Kanuni

devrindeki İstanbul hayatını anlatan ve 1557’de adı bilinmeyen bir İspanyol

tarafından yazılarak İspanya Kralı II. Filip’e takdim edilen bir esere göre

“(Yahudî erkeklerin) Başlarına giydikleri şey Türklerinki gibi. Yalnız onlarınki

ufak ve tanınmalarının kolay olması için rengi sarı, safran sarısı”120dır.

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey “Eski İstanbul’da Musevî kadınlar sokağa

çıktıklarında mavi terlik giyerlerdi.” 121 demektedir.

1655-1656 yıllarında 9 ay süreyle İstanbul’da kalan ve daha sonra da

Bursa, İzmir ve bazı Ege adalarına seyahat eden Jean Thevenot,

Seayahatnamesinde o dönemle ilgili olarak Türklerle birlikte Osmanlı

topraklarındaki gayrimüslimler hakkında da bilgiler vermiştir. Thevenot’a göre

118 Güleryüz, 173; Betül Gedik, Eski İstanbul Hayatı ve İstanbul Yahudileri, Pera Orient yay., İstanbul 1996, s76-77.

119 Gedik, s.66. 120 Türkiye’nin Dört Yılı- 1552-1556, Manuel Serrano Y. Sanz’ın el yazmasından çev. A.

Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, s.140. 121 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser, s.199.

Page 54: ASİFE ÜNAL

47

“Türkiye’deki Yahudiler, Türkler gibi giyinirler, ancak yeşil ve beyaz elbise

giymeye ve beyaz sarık takmaya cesaret edemezler; onlar mor renkli elbiseler

giyerler, fakat mecbur oldukları için aynen bir şapka gibi yapılmış ve aynı

yükseklikte olan bir mor başlık taşırlar ve sarık bağlama durumunda olanlar

bunu şapkalarının alt kısmına çepeçevre sararlar. Onlar ayrıca mor renkli

ceketler ve pabuçlar giymek zorundadırlar.”122

Amalia S. Levi, Osmanlı dönemi Yahudi kıyafetleri ile ilgili şu bilgileri

vermektedir: “XVI. yüzyılın ortalarında Hans Derncshwam gördüklerini şöyle

kaleme almaktadır: ‘Türkiye’de Yahudiler, lisanını konuştukları yöreye uygun

giyim tarzını benimsemektedirler. Genelde uzun kaftanlar giyerler...Bazı

yabancı kökenli Yahudiler ise halâ siyah İtalyan birettalar giyiyorlar.’

Yahudi erkekler, Yahudi olmayanlardan sadece elbiselerinin rengi ve

taktıkları başlıklarla ayırt edilmekteydiler. Başlarına yukarı doğru genişleyen

silindir şeklinde bir başlık takmaktaydılar. Başlığın alt kısmı renkli bir türbanla

çevriliydi. Bu tür başlıklar boneta veya kaveze diye adlandırılıyordu. Geniş bir

kuşakla bağlanan bol şalvarla sade bir elbiseden oluşan erkek giysilerini üste

giyilen geniş kollu, mor veya koyu renkli cübbeler tamamlamaktaydı.

Gravürlerde dönemin Yahudi kadınlarını, daha ziyade sokak giysileri

içinde görmekteyiz. Koyu renk cübbe, başlarını örten geniş şal ve

ayakkabılarının rengi Yahudi olduklarını belli etmekteydi. Gün içinde Yahudi

kadınlar rahat giysiler olan şalvar, elbise gibi kıyafetler giyerlerdi. Bu

giysilerin türleri yörelere göre değişirdi. Bazı çevreler Avrupai giyim tarzını

tercih ederlerdi.”123

19. yüzyıldan itibaren Yahudi kıyafetlerinde de değişiklikler olmuştur. Bu

dönemde erkeklerin kıyafetleri şu parçalardan oluşmaktaydı: 1829 tarihinde

Sultan II. Mahmud, daha önce kullanılan türban ve şapkaları kaldırmak

amacıyla, fes giyme zorunluluğu getirmişti. Böylece fes yavaş yavaş daha önce

giyilen boneta’nın yerini almıştı. Elbisenin altından ucu gözüken ve koyu renk

koyu renk kumaştan yapılmış uzun ve geniş şalvar giyilmekteydi. Tüm

Osmanlı topraklarında giyilen entari, önü açık evaze kesilmiş üst üste binen iki

122 Jean Thevenot, 1655-1656’da Türkiye, çev. Nuray Yıldız, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1978, s.198.

123 Amalia S. Levi,XIII.

Page 55: ASİFE ÜNAL

48

ön parça, omuzlara düz olarak iliştirilen kollar, boyun kısmı dik ve dar bir

yakadan ibaretti. Kumaşı sade, çizgili ve çiçekli olabilirdi. İki yanı da

yırtmaçlıydı.Uzun geniş bir kumaştan yapılan kuşak, hem entariyi yerinde tutar

hem de tütün ve para saklamaya yarardı.Yelek entarinin üzerine

geçirilirdi.Entarinin üstüne, önü açık ve geniş kollu cübbe giyilirdi. Kışın

ayrıca kürklü bir kırın giyilirdi. Mestlerin üstüne arkası açık koyu renkli geniş

ayakkabılar giyilirdi.

Hahamların kıyafeti de aynıydı. Sadece cübbeleri (biniş) daha geniş ve

kaliteli kumaştan yapılırdı. Hahambaşı tayin edilen bir hahama, tayin edildiğini

belirten bir ferman ile nişan ve mührün yanı sıra, yakası dik, önü gümüş dival

işiyle işlenmiş geniş kollu bir cübbe verilirdi. Fesler pahalı bir türbanla

sarılıydı.

Yahudi kadınların giyimi ise kısaca şöyleydi: Kadınlar sokağa çıkarken

Müslüman kadınların açık renk feracelerinin aksine, koyu, genelde de

kahverengi feraceyi tercih ederlerdi. Feracenin yakası işlemeliydi; arkadan

bileğe kadar uzanırdı. Zamanla ferace yerini Avrupai tarz mantoya bırakmıştır.

Sokaktayken başlarını örtmek için mahrama veya makrama denen geniş

bir şal kullanmaktaydılar. 18. yüzyıldan itibaren Müslüman, Hıristiyan ve

Yahudi kadınların ev içi elbiseleri birbirine benzemekteydi; en önemli ayırım

baş örtülerinde görülmekteydi.

Yahudi dini kuralları Halakha’ya göre saçını örtmek zorunda olan

evli kadınlar, başlarına oyalı yemeni bağlarlardı. Pamuklu, çiçekli

kumaştan yapılmış yemeniye iğne işi oyayı, genelde kadının kendisi

iliştirirdi.

İstanbul, Bursa ve Kudüs’teki Yahudi kadınların karakteristik

başörtüsü, saçları tamamen örten hotoz’du( halebi olarak da

bilinmektedir). Top şeklindeki başlık, başın tepesine oturtulur,

genişletmek için etrafı bir veya birçok şalla sarılırdı.

O dönem kadın giyimindeki diğer unsurlar şunlardır: Dizlik denen çok

geniş iç çamaşır; bazen entarinin altında gözüken uzun ve geniş

şalvar,çintiyan; yaka ve kol kısmında oya ile süslenmiş, pembezar, bürümcük

gibi kumaşlardan yapılmış uzun kollu bir iç çamaşırı olan gömlek kamiza;

Page 56: ASİFE ÜNAL

49

kamizayı gösterecek şekilde önü açık uzun veya kısa kollu, bele oturan, iki

tarafı yırtmaçlı üç etek entari; uzun geniş şaldan yapılan veya önü metal

tokalarla kapanan dokuma kuşak; bele veya kalçalara kadar uzanan, genelde

sırma işli ceket (cepken)ve değişik uzunluklarda yün, pamuk veya satenden

yapılmış, kürkle süslenen palto veya pelerinler.

Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın kıyafetleri bölgesine göre ufak çapta

farklılıklar göstermekteydi.

İstanbul: İmparatorluğun başkenti olan İstanbul’da, Avrupai giyime

geçiş, diğer yerler nazaran erken olmuş, örneğin 19. yüzyılın ortalarında hotoz

yerini oyalı yemeniye bırakmıştı.

Selanik: Selanikli Yahudi kadın kıyafetinin en karakteristik öğesi olan

başörtüsü (kofya) birçok parçadan oluşmaktaydı. Başın ortasına oturtulan

şapka, mendil ve dantelle süslenir, arkasındaysa, saç örgüsünün girdiği uzun

bir kılıf bulunurdu. Bu kılıfın ucuna üstünde tılsımlar bulunan kadife kaplı kare

bir deri parçası dikilirdi. Şapka çenenin altından geçirilen ve başın üstünde

birleşen iki kayışla bağlanırdı. Kofya, 15. yüzyıl İspanyası’nda kullanılan

birçok kattan oluşan ve saç örgüyü örten bir başlık olan Cofia de Tranzado’yu

andırmaktaydı. Selanikli kadınlar kamizanın üstüne, pecadura denen ve

genelde çok ince beyaz bir kumaştan yapılmış, göğüs kısmını paralel veya

çapraz örten bir nevi önlük giyerlerdi. Ayrıca, diğer yörelerden farklı olarak

kamizanın üstüne entari adı verilen kolsuz ve önü kapalı elbise giyerlerdi.

Osmanlı’daki entarinin yerine, sayo denen dar, önü açık, uzun kollu bir elbise

giyerler, elbiseyi arkadan alıp ters tarafındaki cebe tuttururlardı. Bu şekilde,

hem entarinin kumaşı hem de sayonun iç tarafındaki kumaş gözükürdü. Yunan

halk kıyafetlerinde sıkça rastlanılan, ancak Osmanlı kıyafetlerinde yer almayan

önlük (devantal,delantal) bileklere kadar uzanmaktaydı. Selanikli Yahudi

kadın kıyafetindeki yeri de bu mahalli kostümlerde olduğu gibi dekoratif

amaçlıydı. Kelime olarak da 16. yüzyıl İspanyol elbisesinin ön kısmı olan

delanterayı çağrıştırmaktadır.

İzmir-Rodos: İzmir’deki Yahudi kadınların kıyafetini diğer yörelerden

ayıran en önemli unsur, tokado denen şapkaydı. Tokado ufak, silindir,

kadifeden bir şapkaydı. Saçlar, takodonun altında bir mendille saklanırdı. 19.

Page 57: ASİFE ÜNAL

50

yüzyıl sonuna doğru tokadonun şekli değişti. Alnın önündeki bölüm daha

çarpıcı hale getirildi. Evli kadınlar tokadonun ortasına toka takarken, dullar

toka kullanmazdı. Rodoslu Yahudi kadınların kıyafeti, İzmirli kadınlarınkine

çok benzemekteydi. En karakteristik öge tokadonun üzerine giyilen ve sarı

renk iplikle, zincir nakış işi pamuklu, kare bir şal olan cizai idi.124

Osmanlı döneminde Yahudi kıyafetleri ile ilgili bu bilgilere ait görsel

malzeme değişik kaynaklarda bulunmakla birlikte toplu olarak görülme imkanı

Silvyo Ovadya’nın organizesiyle İstanbul’da düzenlenen bir sergi ile

sunulmuştur. Sergide gösterilen malzemenin daha sonra kitap olarak da

ilgililerin istifadesine sunulması ile bu resimlere kolayca ulaşmak mümkün

hale gelmiştir. Kitapta İstanbul, Edirne, Selanik, Larissa, Rodos, Bursa, İzmir,

Kudüs, Halep ve Diğerleri bölümleri ile Osmanlı döneminde Yahudi kıyafetleri

orijinal resimler ve illustrasyonları ile verilmiştir. Bu resimler sadece Yahudi

kadının baş örtüsü bakımından incelendiğinde şu veriler elde edilmektedir:

X-XI. yüzyıllarda Bizanslı Yahudi kadınlar, başlarına yüzü açık bırakan

bir iç başörtü takmakta ve onun üzerine neredeyse vücudun tamamını

kapatacak biçimde aşağıya kadar uzanan büyük bir örtü örtmektedir.125

1574 yılında İstanbul’da evli Yahudi kadınlar başlarını, saçlarının

toplandığı bir iç başlık üzerine örtükleri omuzlarından aşağıya kadar serbest

biçimde bırakılmış beyaz şal ya da başörtü ile kapatıyorlardı. Bu örtünme

biçiminde boyunun tamamen kapalı olmadığı dikkati çekmektedir. 1574

yılında İstanbul’da Yahudi bir dul kadın ise başını aynı biçimde olmakla

birlikte biraz daha kalın kumaştan yapılmış ve boynu tamamen kapatan bir

başörtü ile örtmektedir.126

1648 tarihli bir İstanbul Yahudi kadını resminde ise başa oturtulan

silindirik hotoz ve onun üzerine çene altından bağlanacak biçimde örtülen

başörtüsü kullanıldığı görülmektedir.127

1714 yıllarının İstanbul Yahudi kadını, başını yüzü açıkta kalacak şekilde

iyice örten bir iç örtü üzerine konulan tepsi gibi yuvarlak bir başlık ve onun da

124 Amalia S. Levi, s.XIV-XVI. 125 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri-Jewish Costumes in the Ottoman Empire, Türkiye

Hahambaşılığı’nın Katkılarıyla Gözlem yay., tyy., s.2. 126 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.5,6. 127 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.8.

Page 58: ASİFE ÜNAL

51

üzerine serbest biçimde omuzların üzerine doğru uzanacak şekilde örtülen bir

başörtü ile kapatarak sokağa çıkmaktadır. 1714 İstanbul’una ait bir başka

örnekte de tören giysileri içindeki Yahudi kadınının aynı biçimde başını

kapattığı ancak tepsi şeklindeki metalik başlığı örtünün içine değil üzerine

takmış bulunduğu görülmektedir.128

1783 yılına ait bir İstanbul Yahudi satıcı kadın resminde başın yine aynı

biçimde sadece yüz açıkta kalacak şekilde iç örtü, tepelik ve omuzlara kadar

uzanan bir başörtüsü ile örtüldüğü dikkati çekmektedir.129

1842 tarihli İstanbullu Yahudi kadın resminde saçı örtmek için top

şeklindeki başlık (hotoz,halebi) üzerine sırttan aşağı doğru uzanacak biçimde

örtülen bir şalın kullanıldığı, bu örtünün öncekilerin aksine desenli olduğu ve

boynun açıkta kaldığı görülmektedir.130

1835 tarihli bir resimdeki İstanbul Yahudi kadını ise külah gibi yukarıya

doğru sivrilen hotozun üzerine serbest biçimde bırakılarak omuz üzerinden bir

parçasının arkaya atıldığı bir şal ile örtünmüştür. Bu resimde saçın önden az da

olsa göründüğü, kulağın bir kısmının ve boynun açıkta kaldığı dikkat

çekmektedir.131

1865 İstanbul’una ait bir dul Yahudi kadın resminde başın iç örtü üzerine

dolanarak yüzü açıkta bırakacak şekilde örtülen ve bir ucu ön bir ucu arka

taraftan bele doğru uzanan büyükçe bir şal(makrama) ile kapatıldığı

görülmektedir.132

1873 tarihli bir resimde de İstanbul ‘da Yahudi kadınların artık

halebi/hotoz yerine oyalı yemenilerle başlarını örtmeye başladıkları

görülmektedir. Bu örtünün arkadan bağlandığı ve boynun açıkta kaldığı da

dikkat çekmektedir.133

İstanbul dışındaki Osmanlı topraklarındaki Yahudi kadın kıyafet ve

başlıklarının genellikle İstanbul’daki Yahudilerle aynı özellikleri taşıdığı

anlaşılmaktadır. Önceleri başı tamamen örten büyük örtü ve şallar kullanılırken

128 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.9,11. 129 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.14. 130 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.15. 131 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s,17. 132 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.19. 133 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.20.

Page 59: ASİFE ÜNAL

52

zamanla bu örtülerin küçüldüğü, 17-18. yüzyılda hotoz/halebi kullanımının

yaygın olduğu görülmektedir. Ancak Selanik Yahudilerinin kadın başlıkları

diğerlerinden farklı özellikler taşımaktadır. Selanik’in karakteristik

başörtüsü(kofya), birkaç parçadan oluşmakta, başın üzerine oturtulan şapka ve

saç örgüsünün içine girdiği kılıf, çene altından dolaşarak başın tepesinde

birleşen kayış ile bağlanmaktadır.134

Yahudilerin kılık kıyafet tarihçesinin görüldüğü bütün bu örneklerden

Türkiye’de Yahudi kadınların 20. yüzyıla kadar başlarını örttükleri ve bu

konuda titiz davrandıkları anlaşılmaktadır.

c. Günümüzde Türkiye’deki Yahudi Gruplarda Örtünme Anlayışı

Türkiye’de her ne kadar Yahudi ve Musevî kavramı eş anlamlı kullanılıyor

olsa da Türkiye’de Karailerin de bulunması dolayısıyla bu bölümde asıl Yahudi

grup Musevî Cemaati olarak ele alınmıştır.

ca. Musevî Cemaatinde Örtünme Anlayışı:

Günümüzde Türkiye’deki Musevîlerin örtünme anlayışı diğer

Yahudilerden farklı değildir. Osmanlı döneminde sıkı bir şekilde uygulanan

başın örtülmesi kuralı günümüzde gevşetilmiş, Yahudi erkeklerin kipa veya bir

şapka kullanarak başını örtülü tutması uygulaması devam ederken, kadınların

başörtüsü genellikle ibadetle sınırlı duruma gelmiştir. Bu durum, Yahudi erkek

ve kadının baş örtme gerekçelerinin farklı olmasından kaynaklanmış olabilir.

Türkiye’deki Yahudi cemaatinin örtünme anlayışını tespit edebilmek

amacıyla Türkiye Musevi Hahambaşılığı yetkilileriyle ve bizzat Hahambaşı ile

muhtelif görüşmeler yaptık. Bu görüşmelerin yanında katılma iznini

alabildiğimiz bir bar-mitzva töreninde Yahudi kadınların bugünkü giyim ve

örtünme şekilleriyle ilgili araştırma ve gözlem yapma fırsatı bulduk. Bütün bu

çalışmalardan elde edilen sonuçlara geçmeden önce Yusuf Altıntaş, Leon

Adoni ve Yahudi Hahambaşı İsak Haleva ile yaptığımız görüşmelerin

örtünme konusu ile ilgili olan kısımlarını vermeyi uygun buluyoruz.

134 Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri, s.21-62.

Page 60: ASİFE ÜNAL

53

12.06.2003 tarihinde İstanbul’da Türkiye Hahambaşılığı’nda kendisiyle

yaptığımız röportajın bir bölümünde Hahambaşılık Genel Sekreteri Yusuf

Altıntaş, “baş bağlamak” ve “serbest” terimlerine değişik bir yorum

getirmiştir. Yusuf Altıntaş’ın verdiği bilgiye göre “Başı bağlama konusu

Doğuda, Doğu dinlerinde, İran’da, Ermenilerde, Şamanizm’de bir başka özellik

taşımaktadır.İzdivaç töreni esnasında yani kadınla erkeğin ayrı ayrı olmadığı

kültürlerde gelin ve damat ayakta, alınlarından yapışık şekilde, birbirlerine

alınlarını dayamış şekilde bağlanır, o iki kafa bir şeritle bağlanır, sonra iki

kafanın arasından şeridin, kurdelenin ucu sarkıtılır. Başı bağlama budur. Bugün

Ermeni düğünlerinde bu uygulama devam etmektedir. Kafalar gelir ve baş

bağlanır. Serbest ise ‘başı bağlı’ demektir. Serbest sözcüğünün ‘özgür’

anlamında kullanılması doğru değildir. Bir disipline, bir şeye bağlı

anlamındadır.

12.06.2003 Tarihinde İstanbul’da Türkiye Hahambaşılığı’nda Dinî

Yüksek Kurul Üyesi Leon Adoni ile Yaptığımız Röportajın Bir Bölümü:

- Bizim düğünlerimiz Sinagogda olduğu için biz çaba harcıyoruz hiç

olmazsa oraya biraz daha kapalı gelsinler hanımlarımız diye. Fakat

normal ibadetlerde muhakkak ki başını örtmesi gerekir. Giysisi de

biraz kapalı olması gerekir. Bu kutsallıkla ilgili, Allah’ın huzurunda

oluş ile ilgili.

- Yani Allah’ın huzurunda olunca başın örtülü olması, Allah’a olan bir

saygı ifadesi mi?

- Evet buradaki bir saygı ifadesi. Yahudi başı açık dolaşmaz. Bunun

(kippanın) anlamı şu: İnsan boyu kadar mevcuttur. Benim boyum

buraya kadar, bundan üstü Allah’ındır. Ben şimdi başımı açarsam

kendimi daha yükseklerde görürüm. Bu sınır oluyor. Yani Allah’la

bizim aramızda bir sınır teşkil ediyor. Erkeğin kipası bunu ifade

ediyor.

- Kadındaki örtü de aynı şeyi mi ifade ediyor?

- Hayır, herhalde değil. Kadındaki değil. Kadındakini saçını

göstermemeye bağlayacağız. Yalnız enteresan bir şey; genç kız başını

Bu bilgi için bkz. S. Kaloustian, Saints and Sacraments of the Armenian Church, America

Page 61: ASİFE ÜNAL

54

örtmez bizde. Evlendikten sonra, evli hanımların başlarını örtmesi

gerekir.

- O zaman bir nevi evlilik işareti oluyor.

- Bir nevi evlilik işareti evet. Çünkü o artık bir erkeğin karısı oluyor.

Fakat genç kız, evlenmemiştir, ona mecburiyet koymuyor,

örtmeyebilir, başını örtmeyebilir. Dulla genç kızın evlenme şekli vardır

burada Talmud’da: genç kız mutlaka duvakla örtülmesi gerekir.

Bakire evlenirken duvakla örtülmesi gerekiyor. Dul veya boşanmış

bir kadın duvak yoktur, duvak koymaz. Bu da bir şehadet şeyi

oluyor. Mesela kadın çıkıp “ben evlendiğim zaman bakire idim” der.

Bir şahit çıkıp ta “hayır, ben onu düğüne girerken duvaksız gördüm,

duvağı yoktu” derse kabul edilir ki değildi. Bu da adaleti tesis etmek

için kullanılan bir şeydir. Demek ki bir genç kız evlendiği zaman

yüzünü örtüyor, aynen Rifka(Rebeka)’daki gibi. Hani Rifka İshak’ı

gördüğü zaman yüzünü örtüyor. Burada bir ilave yapmak istedim size.

- Kadının başını örtmesi, saçının görünmemesi emri var dediniz

Talmud’da. Hiç saçını göstermeyecek biçimde mi oluyor bu

örtünme?

- Evet. Saçın bir telini bile göstermemesi gerekiyor. Sear deyince...

- Şu anda Yahudi hanımı öyle mi?

- Burada yok. Göremezsiniz İstanbul’da böyle bir kişiyi göremezsiniz.

İsrail veya Amerika’ya giderseniz görürsünüz. Tamamen böyle

tamamen örtülmüş, hatta Eşkenaz toplumunda bizim, saçlarını bile

kesiyorlar, usturaya vuruyorlar kadınlar ve peruk takıyorlar.

- İstanbul’da da peruk takan Yahudi hanımların olduğunu duydum.

- Evet var. Saçını göstermek istemeyen, kendi saçı var ama üstüne peruk

koyuyor. Kendi saçı değil. Ancak saçından daha güzel bile olabiliyor.

- O zaman bunu uygun görmüyorsunuz?

- Ben şahsen görmüyorum. Ben hiçbir yerden okumadım ama benim

mantığıma ters düştü. Bu konuda Rav Yehovade Yosef, İsrail’in en

büyük hahamlarından biridir, İsrail’in Hahambaşılığını yapmıştır ve

1969, s.53-54.

Page 62: ASİFE ÜNAL

55

çok kitapları vardır, sözü kural sayılan bir kişidir. O da aynı şeyi

söyledi: “Ben bunu kabul etmiyorum” dedi. Ben onu duymadan,

işitmeden kendi mantığıma ters geldi bu.

- Peki İstanbul’da bir hanımın ya da Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir

Yahudi hanım ibadete giderken örtündüğü başörtüsü öylesine sembolik

incecik bir örtü mü?

- Evet evet eşarp dediğimiz bir örtü ile öylesine başını kapatır, saçının

önü görünür, arkadan görünür. Maksat örtmek.

- Yani bazı Müslüman kadınların ibadete girerken yaptığı gibi bir şey.

- (Yusuf Altıntaş) Hani televizyonlarda gösterir. Kadın her zaman açıktır

da mevlit dinlerken öylesine bir örtü alır başına. Öyle bir şey.

- Cenazelerde falan olur hani öylesine örterler öyle mi?

- Evet.

- Bunun dışında herhangi bir şekilde örtünme yok öyle mi?

- Evet.

- Bir de Musa’nın yüzünü örtmesi olması lazım.

- Buradaki şey değil. Bir deri örtü ile örtüldüğünü görüyordu halk.

Yüzünü görmüyorlardı Hz. Musa’nın. Halkın huzurunda olunca

örtünüyordu. Bu da tamamen bu nura insanların tahammül

göstermemesinden.

- Bu da sadece Hz. Musa’ya özel bir uygulama olduğu için diğer

erkeklerin uygulaması gerekmiyor herhalde. Erkeklerde bir başka peçe

örneği de yok değil mi?

- Yok... Bir de sinagoga ayakkabı ile girilmez. Bunun yerini istiyorsanız;

Çıkış 3/5...

- Bir şey daha sormak isterim. Şu anda kadınların ibadete gelirken

örtünmeleri gerektiğini hatta her zaman örtünmeleri gerektiğini

söylediniz. Bildiğim kadarıyla Yahudi toplumu inançları ve gelenekleri

konusunda son derece hassastır, biz öyle biliyoruz, bu konuda nasıl bir

gerekçe bulunuyor?

- Hassastır demeyelim de hassas idi diyelim.

Page 63: ASİFE ÜNAL

56

- Hassas idi, diyorsunuz böylece cevap verilmiş oluyor. Yani herhangi

bir zorlama yapmanız söz konusu değil, ibadete gelsin de, diyorsunuz?

- İbadete gelsin tabi. Şöyle de gelsin böyle de gelsin değil de. Mesela biz

gelen hanımları görmüyoruz. Hanımlar ayrı kapıdan giriyor. Yukarıda

bulunan hazara dediğimiz, hanımların bölümünde bulunan bazı

hanımlar bunlar çok hassastır, böyle gelenleri onlar ikaz ediyorlar. Bir

sepet var, orada eşarplar var. Böyle bir hanım alıyor, al şunu başına

koy diyor.

- Onun dışında da herhangi bir zorlama falan yok.

- Zaten ben size bir şey söyleyeyim mi? Genellikle hanımlar Cumartesi

gelirler. Alışkın olan her Cumartesi gelen hanımlar, onlar örtülü.

Gereklerini yerine getiriyorlar. Ama mesela bar mitzva oluyor. Bu bar

mitzvaya davetliler geliyor. Bu davetliler arasında senede bir defa bile

ibadete gelmemiş hanımlar oluyor. Onlar tabi terzilerde elbise

diktirmiş, berberde başını da yaptırmıştır, öyle geliyor. Onlar pek fazla

söz geçirmek olamıyor. Berberde saçını yaptırmış bir hanıma ‘al bu

beyaz örtüyü başına koy’ diyemezsiniz.

- Bir soru daha sormak istiyorum: Mütedeyyin, dindar bir Yahudi kadını

olduğunu farzedelim, başını örtmesi gerektiğini düşünüyor ama bu

kadın aynı zamanda herhangi bir resmi kuruluşta da görevli.

Bulunduğu ülkenin kanunları onun örtülü olarak görev yapmasını

istemiyor. Bu durumda o kadına ne önerirsiniz, ne yapması gerekir.

- Ben bu durumda hiçbir şey öneremem. Bizde bir şey vardır:

Bulunduğun ülkenin yasalarına saygılı olacaksın, der.

- Sizin gibi dünyanın bütün ülkelerine dağılmış bir toplum olursa değil

mi?

- Biz daima bu hayatı uygun gördük. Eğer uyamıyorsan uyabileceğin bir

yere git. Yoksa uy.

- (Yusuf Altıntaş) Devletin yasası yasadır.

- Türkiye’deki Müslüman insanlar için de bugün bir türban problemi

var, aynı şeyi mi tavsiye edersiniz?

- Tavsiye hakkımız olmaz.

Page 64: ASİFE ÜNAL

57

- (Yusuf Altıntaş) Buranın yasası izin vermiyorsa bu yasa burada kalır,

izin veren ülkeye gidersiniz. Yahudi geleneğinde devletin yasasıyla

çatışmamak temel kuraldır. Bir de bizde örtünme İslamiyet’teki gibi

tartışılmaz değildir, yani olmazsa olmazlardan değildir. Eğer tabi setri

avrette yani afedersiniz bedeninin utanç yerlerini açıkta bırakma söz

konusu değil.

Türkiye Yahudi Hahambaşısı İsak Haleva ile 04.9.2003 Tarihinde

İstanbul’da Türkiye Hahambaşılığı’nda Yapılan Görüşme:

- ...Bizde evli olup da saçları açık olan bir kadının önünde bazı dualar

söylenmez. ‘Sear beişa ervah’: Sear saç demektir. Kadında saç avrettir.

Ervah, avrettir. Nasıl ki bir avret(çıplak/üryan) önünde dua söylemek

yasağı varsa, mesela ben çıplaksam başkasının önünde dua söylemek

yasağı varsa aynı şekilde kadının saçı da bunun gibi kabul ediliyor.

Ama ne var ki modern din adamları derler ki ‘bir zamanlar

toplum tamamen kapalı olduğu için, açık olması bir avret gibi

sayılabilirdi. Ama toplum artık o kadar açık oldu ki onu bu

dereceye kadar sürdürmenin bir önemi yoktur.’ Bu da bir görüştür.

Neden eskiden böyle idi. Çünkü bir kadını açık başla tasavvur

edemezdin. Şimdi tasavvur edemezsin diye bir şey yok. Tersine oluyor

maalesef. Öyle ki bu görüşten ilham alarak o zaman avret olarak kabul

edilmiyor. Ancak Ortodoks din adamlarında pazarlık yok, değişiklik

yok. Mademki öyle aldık o zaman öyledir. Daha modern çağlar

geliyor, peruk takıyorlar.

- Peruk konusuna nasıl bakıyorsunuz?

- Şimdi bakın esasına bakarsanız Yahudilikte bir şey var ki mesele

prensibi muhafaza etmek. Tora ne diyor buna? Tora demeyelim

din diyelim, saç diyor. Eee bu saç değil ki. Başka saç, kendi saçı

değil ki. Ama mantıksal yönden düşünecek olursanız ‘aynı şeyi

yapıyor, neden kötü düşünceyi aksettirsin.’ Ama madem ki bu budur

yani saç yasaktır, perukla kapatırsın, kendi saçın değil ki?

Page 65: ASİFE ÜNAL

58

- Yani peruk olabilir, sembolik olarak saç kapatılmış olur diyorsunuz?

- Olabilir. Çok din adamları bu görüşte.

- Sizin şahsî görüşünüz?

- Vallahi ne kadar hafifletirseniz daha iyi diyorum. Yani bu

kadınlarımıza artık biraz da...Kendi yaşamı artık biraz daha tahditli

diyelim. Önce tesettür konmuştur. Bu gün tesettüre bazı yerlerde

mesela hasidilik durumu olan yerlerde o kadar ağıra gidiyorlar ki

mesela saçlarını bile tıraş ettiriyorlar. Hasidiler de taviz vermezler.

Ne aldılarsa aynı uygularlar. Babasından ne aldıysa, giyiniş,

gelenek görenek. O Polonya’daydı, yok ne aldılarsa uygulanır.

Taviz yok. Bir konuda taviz olursa başka konularda da olur

diyorlar. Bu bir görüştür.

- Erkeğin başının örtülmesi Tanrı karşısında kişiliğinin bir yerde

sınırlandırılması. Kadının ki nedir?

- Kadının ki biraz daha âdap.

- Yani kadının Tanrı karşısında saygı için başını kapatması söz

konusu değil?

- Bilakis, kadın tek başına ise saçı açık olabilir. Allah huzurunda

dahi açık olabilir.

- İbadetini tek başına yaparken açık olabilir mi?

- Evet ibadet ederken dahi açık olabilir. Serbesttir. Ama demek

oluyor ki bu dışa dönük bir hareketten esinlenip...

- İslâm’daki gibi?

- Olabilir. Ama erkeklerde bir şey var mesela köylü, bir köye gidin

kasketsiz köylü görebilir misiniz?

- Artık var ama...

- 20 sene önce yoktu. Edep dışı kabul edilirdi. Aynı şekilde erkeklerde

de o devirlerde başı açık olmazdı. Bizde eskiden neyse o devam eder.

Şapka çıktı takke devam eder. Göreceksiniz ufacık bir takke,

portakal kabuğu kadar. Prensip işte. Ama dinsel olarak bakıldığında

bazı şeyler var ki toplum onu sosyal olarak kabul ettiğinde, dinî bir

kaide olarak benimsemiştir. Bu dinsel bir şey değil sosyal bir şey

Page 66: ASİFE ÜNAL

59

değiştirelim dediğinizde sıra öteki şeylere de gelecektir. Madem ki bu

değiştirme hakkını tanıyorsun kendine, haydi ötekini de değiştirelim,

denir.

- Taviz tavizi getirir diyorsunuz?

- Taviz tavizi getirir. Bundan dolayı kadınların başı örtülü gezmesi

bizde esastır. Ama burada dediğim gibi bazı Avrupa ülkelerinde

kadınların çoğu artık bu şekilde gezdiğine göre artık gerekmez, bir

nevi adaba mugayir bir şey sayılmaz. Tek oldu mu bu sefer ters etki

yapıyor, tuhaf kaçıyor. Din ister mi insanın tuhaf bir şekilde bir

görüntüsü olsun? Çünkü bizim görüntümüz daima insanlarla beraber,

koparak değil. Ondan dolayı biraz daha modern mi diyelim? Artık çağa

uyduk diyelim. Esas mesele insanlarla bütünleşmek. Dualarda benim

çok hoşuma giden bir şey var. Duanın sonunda ... denilerek üç adım

geriye gidiliyor. Sembolik olarak şimdiye kadar Tanrının

huzurundaydın, üç adım geriye gidersen kraldan ayrılıyorsun gibi.

Ama üç adım geriye giderken söylenen sözler önemli yani insanlarla

beraber oluyorsun. Yani verdiğin taviz eğer insanlar için iyiyse olabilir

diye düşünüyorum... Tesettür hakkında şu anda söyleyebileceklerim

bunlar. Setere gizlilik demek. Sütur, gizlilik... Bir sadaka vereceksen

gizli ver. O zaman tanrısal olur. Setri avret, Semitik bir sözcük zaten...

15 Haziran 2003 tarihinde İstanbul Göztepe Sinagogunda yapılan bir

şabat ve bar mitzva törenine katıldım. Beni önceden aldıkları kimlik

fotokopimle dış kapıda bekleyen bir yetkili refakatinde son derece iyi

korunduğu belli olan Sinagoga girdim. Sinagogun yan tarafında hanımların

girmesi için ayrılan kapıdan doğrudan üst kata çıkarıldım. Görevli beni birkaç

hanıma tanıtarak oturmamı sağladıktan sonra aşağıya indi. İbadet saatlerce

devam etti. Hanımların çoğu izleyici durumunda idi. Çok az bir kısmı

ellerindeki kitaplarla aşağıda ibadet eden erkekleri takip ediyordu. Hanımların

son derece şık giyindiklerini ve çoğunun giysilerini tamamlayan şapka ile

Şabat; Yahudilerce kutsal olan cumartesi günü.

Bar-mitzva;Yahudilikte erkeğin 13 yaşında ergenlik çağına girmesini ve dinî emirlerden sorumlu olmaya başlamasını gösteren tören.

Page 67: ASİFE ÜNAL

60

başlarını kapatmış olduklarını gözlemledim. Sonradan bar-mitzva töreni

yapılan çocuğun yakınları olduğunu anladığım birkaç bayan ön sırada

oturuyorlardı. Aşağıdaki erkeklerde olduğu gibi hanımların da zaman zaman

kendi aralarında konuştukları veya hareket ettikleri oluyordu. Bazı kadınların

şapka veya düzgünce örtülmüş başörtüleri dışında erkeklerin kippasına benzer

başlıklar ile hatta küçük bir mendili başına koyarak da olsa, başlarını örtmeye

çalıştıklarını gözlemledim.

İbadete katılmama izin verilmiş olmakla birlikte, fotoğraf veya kamera ile

kayıt yapmam uygun bulunmadı. Sinagogun alt katındaki ibadeti sonuna kadar

izledim. Erkeklerin hepsinin başlarında kippaları ve üstlerinde tallitleri

olduğunu, ayrıca tallitlerini Sinagogun içine girerken giyip, dışarı çıkarken

çıkardıklarını gözlemledim. Tören sonrası Sinagogun bahçesinde düzenlenen

kahvaltıya Sayın Leon Adoni’nin davetlisi olarak katıldım. Burada aynı

masada oturduğumuz hanımlarla, çok ilgi gösterdikleri araştırma konumuz

hakkında sohbet ettik. Gözlemlerimizi teyit eden açıklamalar yaptılar.

Hanımlar bahçede şapka dışındaki örtülerini çıkarılmışlardı. Böylece İstanbullu

Yahudi kadınların ibadet esnasındaki kılık kıyafet uygulamasını da yakından

görme imkânı bulmuş oldum. Üniversite sınavına girecek gençler için dua

edilmesi de enteresandı. Sinagog içinde kız ve erkek öğrencilerin etrafını

sardığı Sayın Adoni, onların başarısı için yüksek sesle dua ediyordu.

Bütün bu bilgilerin ışığında Türkiye’de Yahudi Cemaatinin örtünme

anlayışı konusunda şunları söylemek mümkündür:

Bugün Türkiye’de Yahudi kadınların çoğu günlük hayatta başını

örtmemektedir. Yaşlı hanımlar genellikle, eskiden olduğu gibi, başlarını

örtmeye devam etmektedir. Baş örtmenin sadece evli kadınlar için

gerektiği inancının yaygın olmasından dolayı genç kızlar, başlarını hiçbir

şekilde örtmemektedir.

Sinagogda örtünme konusunda da farklı uygulamalar vardır. Her hafta

sinagoga giden dindar hanımlar burada başlarını örtmektedir. Sinagoga sadece

evlenme, bar-mitzva gibi törenler dolayısıyla giden Yahudi kadınların çoğu da

sinagogda şapka, başörtü veya küçük bir mendille de olsa sembolik olarak

Page 68: ASİFE ÜNAL

61

başlarını kapatmaya gayret etmektedir. Bununla birlikte bu tür törenlerde başı

açık olan kadınlar da bulunabilmektedir.

Bazı Yahudi kadınların başörtü yerine peruk kullandıkları da

bilinmektedir. Peruk konusunda Yahudiler arasında farklı yaklaşımlar vardır.

Kimilerine göre asıl amaç saçın gösterilmemesi olduğu için perukla da olsa

gerçek saç kapatılarak bu emir yerine getirilmiş olur. Bazılarına göre ise başın

kapatılması konusunda yapay saç ile gerçek saçın farkı olmadığı için peruk

kullanmanın hiçbir anlamı yoktur.

Yahudi erkekler, ibadet sırasında mutlaka kippa denilen başlığı giymekte

ayrıca tallit denilen dua atkısına bürünmektedir. Erkekler ibadet dışında da bir

biçimde başlarını kapalı tutmaya özen göstermektedir.

Bunların dışında Yahudilerin özel bir kılık kıyafeti bulunmamaktadır.

Yahudi erkek ve kadınlar günün modasına, zevklerine, ekonomik ve sosyal

durumlarına göre istedikleri biçimde giyinmektedirler.

cb. Karailerde Örtünme Anlayışı

Karailerin(Karay/Karaim) örtünme anlayışlarına geçmeden önce bu

Yahudi mezhebi hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır.

Türkiye’de Musevî inancını kabul eden ve Yahudilerle ortak inanç

paydasında buluşan bir cemaat de Hazar ve Karaylardır. Hazarların

Yahudilerin on üçüncü kabilesi olduğunu iddia eden Arthur Koestler’in bu

görüşü Batıda ve Doğuda çok tartışılmıştır.135 Karailerin diğer Yahudilerle

temel ortak paydası Tevrat’ı kabul etmeleridir. Tevrat’ı çok okudukları için

kendilerine “çok okuyan” anlamında Karai denildiği zannedilmektedir.

Karailik, Tevrat’a olağanüstü değer atfederek ve sadece Tanah’a dayanıp

“Sözlü Geleneği”, Talmud’u ve buna bağlı yorumları kabul etmeyerek

Rabbinik Yahudiliğe karşı VIII. Yüzyılda oluşturulmuş bir “reaksiyoner

hareket, cemaat” olarak görülmektedir.136 Karailer ile diğer Yahudi mezhepleri

135 Bkz. Arthur Koestler, 13. Kabile, çev. Belkıs Çorakçı, İstanbul 1977. Koestler’in bu görüşü

üzerindeki tartışmalara son bir örnek olarak bkz. Ahsen Batur, “Hazarların Yahudiliği Üzerine”, Yeniçağ,10 Ağustos 2004, s.14.

136 Bkz. Ernest Gugenheim, “Le Judaisme Apres La Revolte de Bar-Kokheba”, Historie des Religions, II/706; Dominique de La Maisonneuve, “Karaites”, Dictionnaire des Religions, Paris 1983, s.892.

Page 69: ASİFE ÜNAL

62

arasında hem temel inanış hem de uygulamada önemli farklılıklar

bulunmaktadır. Bu farklılıklar nedeniyle Yahudiler uzun asırlar Karaileri

kendilerinden saymamış ve onlara yakınlık duymamışlardır.137

Dünyanın değişik ülkelerine dağılmış bulunan Karailerin tamamına

yakınının Türk olduğu kabul edilmektedir.138 Kırım'dan ayrılan Karayların bir

kısmı direkt olarak İstanbul'a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım'dan , önce

Romanya'ya, oradan Edirne'ye ve oradan da İstanbul'a gelip yerleşmişlerdir.

Dolayısı ile İstanbul'da da bir Karay cemaati oluşmuştur. 1917 Ekim ihtilaline

kadar bütün Rusya'daki Karaylar çok rahat idiler, ancak ihtilalden sonra

bunların rahatları kaçtı ihtilal sonrası bir kısım Karaylar Kırım ve Rusya'yı terk

ederek Avrupa ülkelerine, Amerika'ya ve Mısır'a göç ettiler. Mısır'a göç

edenlerin hemen hemen tamamı 1947 Kanal savaşından sonra İsrail'e giderek

Ramle lydda bölgesine yerleştiler. Bugün İsrail kaynaklarının verdiği bilgiye

göre İsrail'de 15 bin civarında Karay Türkü yaşamaktadır.139

Türkiye’deki Karailerin büyük çoğunluğu İstanbul’a yerleşmiştir.Ancak

başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin değişik illerinde bulunan Karailerin bir

kısmı İsrail’e, Amerika’ya ve bazı Avrupa ülkelerine göç etmiştir. Göç

etmeyenler ise kendi cemaatleri içerisinde evlenme kurallarındaki

hassasiyetler dolayısıyla cemaat dışı evlenme yoluyla bir kısmı Müslüman

Türklerle, bir kısmı Yahudilerle ve az bir kısmı da Hıristiyanlar ile karışmıştır.

Bu sebeplerden dolayı Türkiye’deki Karaailerin sayısında yıldan yıla azalma

olmuştur.Örnek olarak 1979 yılında İstanbul’da 150 kişi civarında olan

Karailerin 1992 yılında 100140, 1993 yılında 95141 rakamına gerilediği yapılan

araştırmalarla tesbit edilmiştir. Günümüzde bu sayı çok aşağılara düşmüş,

Hasköy’deki Kenesa’leri (Yahudilerde Kneset) cemaatin azlığı ve dağınık

olması yüzünden çok faal bir fonksiyon icra edemez noktaya gelmiştir. Bu

Kenesa açık olmakla birlikte yeteri kadar cemaat olmadığı için mutat

137Karailerin temel inançları için bkz. Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul 1979,I/115-123.

138Bkz. Şaban Kuzgun, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara 1993, s.231. 139 “Hazarlar ve Karaylar”, http:// www.öztürkler.com/data/0002/0002.htm. 140 Bkz. Kuzgun,232. 141 “Hazarlar ve Karaylar”, http:// www.öztürkler.com/data/0002/0002.htm.

Page 70: ASİFE ÜNAL

63

Cumartesi ayinleri yapılmamakta; ancak yılda birkaç kez kendilerine özgü gün

ve törenler için ayinler icra edilmektedir.

İstanbul Karaileri’nin Hahambaşılık gibi ne dini bir kurumları ne de Türk

Devletince resmen tanınan bir “dini liderleri” vardır.Onların resmi kuruluşu

kabul edilebilecek sadece “Türk Karaim Vakfı” bulunmaktadır. Bu vakfın

merkezi olarak Hasköy’deki Karaim Kenesa’sı gösterilmektedir. Karaim

Vakfı, Hahambaşılık gibi dini bir fonksiyona sahip değildir; Kenesa’nın

ihtiyacını karşılamak ve Karaimlere ait kabristanı korumak gibi işlerle meşgul

olmaktadır.142

Tevrat dışındaki kaynaklarda yer alan inanç ve uygulamaya yönelik

hususlarda Karailer, kendi anlayış ve geleneklerine uymaktadır. Aile anlayışı

ve evlenme törenleri, Yahudilerden farklı olup, Türk törelerine benzerlik

göstermektedir.143

Karailerde “ruhbanlık” bulunmamaktadır. İbadethanelerde yapılan dini

törenleri yönetmek için özel görevliler yetiştirilmektedir. Bu görevlilere

Kırım’daki gibi “Hazan” denilmektedir. Bunlar da genellikle gönüllüdür.

Bundan dolayı ne kadınlar ne de erkekler için özel bir kıyafet ve örtünme

tarzından bahsedilmemektedir. Bununla beraber Kenesalardaki ibadetler

için belirli kurallar belirlenmiştir. Kenesaya girişte ayakkabılar

çıkarılmakta, kadın ve erkekler başlarını örtmektedirler. Mabede girişte

baş örtmek mecburi kabul edilmektedir. İbadete başlarken dua mantosu

ile takkesi giyilmektedir.144

İstanbul Hasköy Mahlül Sokak’taki Kenesa’da yaptığımız araştırmalarda

Kenesa’nın kapalı olduğu, bir süre önce tadilattan geçirildiği, en son 2004

baharında bir düğün yapıldığı öğrenilmiştir. Çevre halkından edinilen bilgilere

göre artık kenesaya çok az sayıda insan gelmekte, gelenler ibadete girerken

başlarını kapatmaktadır.

Bu bilgilerin ışığında Karailerin, Tevrat’ın özel emri olan hususlar

dışındaki diğer konularda olduğu gibi, giyim-kuşam ve örtünme konusunda da

142 Bkz. Kuzgun,238. 143 Tanyu, I/116,120. 144 Bkz Kuzgun,241-244,321-322.

Page 71: ASİFE ÜNAL

64

geleneksel “Türk inanış ve töreleri”ni dikkate aldıklarını; örfe, zaman ve

çevreye uyum gösterdiklerini söylemek mümkündür.

II. BÖLÜM

TÜRKİYE’DEKİ HIRİSTİYAN GRUPLARDA ÖRTÜNME ANLAYIŞI

Türkler, Anadolu’ya girdikleri tarihten Türkiye’nin tamamına hakim

oldukları döneme kadar Hıristiyan Dünyası’nda bilinen hemen hemen bütün

Hıristiyan gruplarla karşılaşmışlardır. Bu karşılaşmalarda hiçbir Hıristiyan

grubu diğerinden ayırmamış, ihanet etmedikleri ve aleyhte plânlar içinde

olmadıkları sürece onların inanış ve yaşayış tarzlarına müdahale etmemiş; dinî

ayin ve törenlerinde, kendi iç işlerinde ve giyim kuşamlarında mecbur

olmadıkça belirleyici rol üstlenmemiştir. Hemen hemen bütün Süryani,

Ermeni ve Rum kaynakları Türklerin yönetimleri altındaki başka din ve ırka

mensup kimselere iyi davrandıklarında, dinî inanç hürriyeti yanında, yaşayış

tarzlarında ve adetlerinde hoşgörü gösterdiğinde ittifak etmiştir. Bu hoşgörü

anlayışının zirvesi İstanbul’un fethiyle ortaya çıkmıştır. İstanbul

fethedildiğinde bütün Hıristiyan gruplar “ne olacağız” korkusu içindedir ve

Fatih Sultan Mehmed’in tavrı merak edilmektedir. Fatih Sultan Mehmed:

“Hepinize söylüyorum ki tebaam sıfatıyla artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz

için gazabımdan korkmayınız” açıklamasıyla herkesi rahatlatmıştır. Bunun

göstergesi olarak da boş bulunan Ortodoks Patrikliğine patrik seçtirip atamış;

Gregoryen Mezhebinde olan Monofizit Ermeniler için Ermeni Patrikliğini

kurdurmuş ve hepsine iç işlerinde serbestlik tanımıştır. Fatih’in bu hoşgörülü

anlayışı, günümüze kadar devam etmiştir. Günümüzde Türkiye’de özellikle

Page 72: ASİFE ÜNAL

65

de İstanbul’da yaşayan Hıristiyan topluluklar vardır. Bunların kendilerine özgü

ibadethaneleri, dinî kurum ve kuralları, yaşayış tarzları ve örtünme biçimleri

bulunmaktadır. Bütün bunlar Türklerin onlara sağladığı dinî hoşgörünün ve

insanlara verdiği değerin bir göstergesidir.145

Günümüzde Türkiye’de, Ortodoks, Katolik, Monofizit, Protestan

Hıristiyanlar ve bunların alt grupları bulunmaktadır. Bu gruplardan her birinin

giyim-kuşam ve örtünme anlayışı genelde Hıristiyanlığın özelde de

benimsedikleri mezhebin ve getirdikleri kültürün özelliklerini yansıtmaktadır.

a. Hıristiyanlık’ta Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış

Hıristiyanlık’ta örtünme anlayışını tespit edebilmek için Hıristiyanlığın

bir yandan içinden çıktığı Yahudi kültürünün diğer yandan da yayıldığı Grek-

Roma kültürünün etkisi altında kaldığını hatırlamamız gerekmektedir.146

Hıristiyanlar; İnciller, Resullerin İşleri, Mektuplar ve Vahiy bölümlerinden

oluşan kendi kutsal kitapları Yeni Ahit’in yanında, Eski Ahit dedikleri Yahudi

Kutsal Kitabı Tanah’ı da kabul etmektedir. Bu durum bir çok konuda Yahudi

Kutsal Kitabını esas almalarına yol açmaktadır. Örtünme konusunda Yahudi

Kutsal Kitabında açık ve net bir hüküm bulunmaması, dikkatlerin

Hıristiyanlığın kutsal kitabı Yeni Ahit’e çevrilmesine yol açmıştır.

Yeni Ahit’in asıl bölümü olan İncillerde örtünme hususunda herhangi bir

hüküm bulunmamaktadır. Örtünme konusu sadece Pavlus’un Korintoslulara I.

Mektubu’nda geçmektedir. Hıristiyan teolojisinin oluşmasında büyük rolü olan

Pavlus’un Korintoslulara yazdığı I. Mektubun bir bölümünü bu konuya

ayırması, Hıristiyanların örtünme anlayışının kaynağı olmuştur.Yeni Ahit’te bu

bölüm şu şekildedir:

“Ben Mesih’e uyduğum gibi, siz de bana uyun. İmdi her şeyde beni

hatırladığınız ve size teslim ettiğim gibi talimleri tuttuğunuz için sizi

methederim. Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih ve kadının

başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden veya

145 Bkz. Abdurrahman Küçük, “Türklerin Anadolu’da Azınlıklara Dinî Hoşgörüsü”,Asya’dan

Anadolu’ya Taşınanlar, Ankara 1997, s.20-45. 146 Hıristiyanlığın gelişimi, ilk Hıristiyanlar ve Kilise ile Hıristiyan kültürünün oluşumu için

bkz. Albert Houtin, “Hıristiyanlığın Kısa Tarihi” çev. Abdurrahman Küçük, AÜİFD., Ankara 1981, XXV/437-455.

Page 73: ASİFE ÜNAL

66

peygamberlik eden her erkek başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz

olarak dua eden yahut peygamberlik eden her kadın başını küçük düşürür;

çünkü tıraş edilmekle bir ve aynı şeydir. Çünkü bir kadın örtünmüyorsa

saçı da kesilsin. Fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise,

örtünsün. Çünkü erkek, Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için başını

örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil

fakat kadın erkektendir. Çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek

için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden kadın, başı üzerinde

hakimiyet alâmetine malik olmalıdır. Bununla beraber Rabde ne kadın

erkeksiz ne de erkek kadınsızdır. Çünkü kadın erkekten olduğu gibi böylece

erkek de kadın vasıtası iledir; fakat her şey Allah’tandır. Siz kendi nefsinizde

hükmedin;kadının örtüsüz Allah’a dua etmesi yakışır mı? Tabiat bile size

öğretmiyor mu ki, erkeğin uzun saçlı olması kendisi için hürmetsizlik, fakat

kadının uzun saçlı olması kendisine izzetdir? Çünkü saçı kendisine örtü olarak

verilmiştir. Fakat eğer bir kimse çekişici olmak istiyorsa, bizim böyle bir

adetimiz yoktur, ne de Allah’ın kiliselerinin vardır.”147

The New Testament-İncil adlı İngilizce ve Türkçe İncil’de ilgili bölüm

“Baş örtme konusu” başlığı ile şöyle verilmiştir:

“Her durumda beni hatırladığınız ve size ilettiğim öğretileri olduğu gibi

koruduğunuz için sizi övüyorum. Ama şunu bilmenizi isterim: her erkeğin başı

Mesih, kadının başı erkek ve Mesih’in başı Tanrı’dır. Başı örtülü olarak dua

eden ya da peygamberlik eden her erkek başını küçük düşürür. Ama başını

örtmeden dua eden ya da peygamberlik eden her kadın, başını küçük

düşürür. Böylesinin başı tıraş edilmiş bir kadından farkı yoktur. Eğer kadın

örtünmüyorsa saçını kestirsin. Ama kadının saçını kestirmesi ya da tıraş

etmesi ayıpsa, başını örtsün. Erkek başını örtmemelidir. Çünkü erkek

Tanrı’nın benzeyişinde olup Tanrı’nın yüceliğini yansıtır. Kadın ise erkeğin

yüceliğini yansıtır. Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı.

Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler

uğruna kadın, bir yetki işareti olarak başını örtmelidir.

147 Pavlus’un Korintoslulara I. Mektubu ( I. Korintoslulara), 11/1-16, Kitabı Mukaddes, Kitabı

Mukades Şirketi, İstanbul 1988, s.177.

Page 74: ASİFE ÜNAL

67

Ne var ki, Rab’de ne kadın erkekten, ne de erkek kadından bağımsızdır.

Çünkü kadın erkekten yaratıldığı gibi, erkek de kadından doğar. Ama her şey

Tanrı’dandır. Siz kendiniz karar verin: kadının örtüsüz başla Tanrı’ya dua

etmesi uygun mu? Doğa bile erkeğin uzun saçlı olmasının kendisini küçük

düşürdüğünü ama kadının uzun saçlı olmasının kendisini yücelttiğini

öğretmiyor mu? Çünkü saç kadına örtü olarak verilmiştir. Bu konuda çekişmek

isteyen biri varsa, şunu bilsin ki, bizim ya da Tanrı’nın topluluklarının başka

geleneği yoktur.”148

Kitab-ı Mukaddes’ten yaptığımız alıntıları Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin

yayınladığı klasikleşmiş çeviriden yapmakla birlikte bu yeni çeviriyi de

kullanmamız günümüzde ilgili pasajlara farklı bir anlam verilip verilmediğini

görebilmek amacına yöneliktir. Görüldüğü gibi kadının örtünme konusu

yaratılışa ve kadının konumuna bağlanmaktadır.

Aynı konu ile dolaylı da olsa ilgili olarak Petrus’un mektuplarından bir

bölümü de zikretmek gerekmektedir:

“Ey kadınlar, ayni suretle siz kendi kocalarınıza tabi olun, ta ki bazıları

kelâma itaat etmezlerse, korku içinde iffetli yaşayışınızı görerek, karılarının

yaşayışı ile sözsüz kazanılsınlar. Sizin süsünüz dışardan, saç örme ve altınlar

takma ve esvaplar giyinme değil, fakat Allah indinde çok kıymetli olan halim

ve sakin ruhun fena bulmaz süsü, yüreğin gizli insanı olsun.Çünkü bir

vakitler Allah’a ümit bağlayan mukaddes kadınlar da kendi kocalarına tâbi

olarak kendilerini böyle süslerlerdi; nitekim Sara İbrahim’e efendi çağırarak

ona itaat etti; siz de iyilik ederek ve hiçbir dehşetten korkmayarak onun

çocukları olursunuz.

Ey kocalar, siz ayni suretle daha zayıf kaba, ve hayat inayetinin

hemvarislerine hürmet eder gibi, kadına hürmet ederek karılarınızla beraber

akıl dairesinde oturun, ta ki dualarınıza mani olmasın. ”149

Petrus’un mektubu da “Karı-koca ilişkileri” başlığı altında yeni çeviri ile

şu şekildedir:

148 I. Korintlilere, 11/ 2-16, The New Testament-The New King James Version-İncil, Yeni

Yaşam yay., 2. baskı, İstanbul 2000, s.187-188. 149 I. Petrus, 3/1-7, Kitabı Mukaddes, s.245.

Page 75: ASİFE ÜNAL

68

“Ey kadınlar, aynı şekilde siz de kocalarınıza bağımlı olun. Öyle ki

bazıları Tanrı sözüne inanmasa bile, tanrı korkusuna dayanan temiz

yaşayışınızı görerek kendilerine hiçbir şey söylenmeden siz kadınların

yaşayışıyla kazanılsınlar. Süsünüz, örgülü saçlar, altın takılar ve güzel

giysiler gibi dıştan olmasın.Gizli olan iç varlığınız, sakin ve yumuşak bir

ruhun solmayan güzelliğiyle sizin süsünüz olsun. Bu Tanrı’nın gözünde çok

değerlidir. Çünkü geçmişte ümidini Tanrı’ya bağlamış olan kutsal kadınlar da

kocalarına bağımlı olarak böyle süslenirlerdi. Nitekim Sara, İbrahim’i

‘Efendim’ diye çağırarak sözünü dinlerdi. İyilik yapar ve hiçbir korkuya

kapılmazsanız, siz de Sara’nın çocukları olursunuz.

Ey kocalar, aynı şekilde siz de daha zayıf varlıklar olan karılarınızla

anlayış içinde yaşayın. Tanrı’nın lütfettiği yaşamın ortak mirasçıları oldukları

için onlara saygı gösterin. Öyle ki, dualarınıza bir engel çıkmasın.”150

Hıristiyanlık’ta örtünme konusunda esas alınan ifadeler, görüldüğü gibi

örtünmeyi kadının ve erkeğin yaratılışına bağlamaktadır. Burada kadının,

erkekten sonra, onun yalnız kalmaması için ve ondan alınan bir parçadan

yaratıldığı şeklindeki Tevrat ifadelerinden hareket edildiği anlaşılmaktadır.

Tevrat’ta bu konuda; “Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir;

kendisine uygun bir yardımcı yapacağım...Ve Rab Allah adamın üzerine derin

bir uyku getirdi, ve o uyudu, ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve

yerini etle kapadı; ve Rab Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın

yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden

kemik ve etimden ettir; buna nisa denilecek, çünkü o insandan alındı.”151

denilmektedir. Bu ifadeler ve devamındaki daha önce zikredilen yasak meyve

yemenin getirdiği aslî günaha152 kadının sebep olduğu şeklindeki ifadeler,

Yahudi ve Hıristiyanlarda kadının statüsünü belirlemekte kaynak teşkil

etmiştir. Olumsuz olan bu statü, Pavlus tarafından da referans alınmış ve

kadının örtünmesi buna bağlanmıştır.

Pavlus’un sözlerindeki kadının erkeğin yüceliğini yansıttığı; erkekten ve

erkek için yaratılmasından dolayı bir hakimiyet işareti olarak başını örtmesi

150 I. Petrus, 3/1-7,The New Testament-İncil, s.265-266. 151 Tekvin, 2/18-23.

Page 76: ASİFE ÜNAL

69

gerektiği ifadeleri tevile imkan vermeyecek kadar açıktır ve istense de tevil

edilememektedir. Bu sebeple Hıristiyanlar, bu pasajları metin yönünden değil,

anlam ve tarihsel bakış açısıyla değerlendirme yoluna giderek bir çıkış noktası

bulmaya çalışmaktadır. Hıristiyanları rahatlatan bir başka şey; kadının

hakimiyet alâmeti olarak başını örtmesi istenirken bir yandan da bunun

özellikle ibadet ve dua zamanında olması gerektiğinin vurgulanması olmuştur.

Bu durumda önceleri baş örtme, o dönem geleneğinin de tesiriyle her zaman

için geçerli iken sonradan ibadetle sınırlandırılmıştır. Bu da zamanla sadece

rahibelerin yerine getirdiği bir uygulama haline dönüşmüştür.

Petrus da yukarıda zikredilen ifadelerinde kadınların süslerinin, takılarının

hatta örgülü saçlarının görünmemesini istemiştir. Kadınları kocalarına tabi

olmaya çağıran Petrus’a göre, onların bu korku ve iffetli yaşayışları ile kocaları

kurtulmuş olacaktır. Kocalar da daha zayıf olan karılarına anlayışlı

davranırlarsa dualarında engel ile karşılaşmayacaklardır.

Yahudi-Hıristiyan kadın telâkkisinin oluşmasında Tekvin’in I. Babı’ndaki;

“Ve Allah dedi: Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım ve denizin

balıklarına ve göklerin kuşlarına ve sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde

sürünen her şeye hakim olsun. Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu

Allah’ın suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı. Ve Allah onları

mübarek kıldı ve onlara dedi. Semereli olun, çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve

onu tabi kılın...” ifadeleriyle erkeğe yaratılışta herhangi bir ayrıcalık

tanınmadığını, insanın erkeği ve kadınıyla Allah’ın suretinde yaratıldığını ve

kainatın insanın emrine verildiğini açık biçimde gösteren ifadelerin göz ardı

edildiği anlaşılmaktadır.

Xavier Leon-Dufour, Eski ve Yeni Ahit’teki pasajları esas alarak

Yahudilerde kadınların evlenmeden önce haya(edep), tanınmamak,

evlendikten sonra ise bir kocaya ait olmak gayesiyle örtündüklerini;

Hıristiyanlarda bu adetin devamının Putperest kültüre muhalefet etmek

için Pavlus tarafından istendiğini, ayrıca birinden korunmak veya Hz.

152 Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da günah, aslî günah ve tövbe anlayışı için bkz. Mehmet

Katar, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâmda Tövbe, 2. Baskı, Ankara 2003.

Page 77: ASİFE ÜNAL

70

Musa’nın yaptığı gibi Tanrı’nın yansımasını maskelemek için de örtü

kullanıldığını belirtmektedir.153

Hıristiyan Kutsal Kitabında örtünme konusunda başka bir ifade olmadığı

için, görüldüğü gibi, bu konuda Pavlus’un sözleri esas alınmış ve Hıristiyan

kadınların örtünmesi kuralı getirilmiştir. Eski Yunan, Roma ve Bizans

dönemine ait kalıntılardan kadınların başlarını örttükleri anlaşılmaktadır.

Değişen sadece örtünün biçimidir.154 Yüzyıllarca sıkı bir şekilde uygulandığı

anlaşılan örtünme, zamanla sadece rahibelere has bir uygulamaya dönüşmüştür.

Bugün dünyanın birçok bölgesinde rahibelerin dışında çoğu Hıristiyan kadının

başı açıktır. Hıristiyanlıkta örtünmenin tarihçesini anlayabilmek için yukarıdaki

pasajlar üzerindeki farklı yorumların ortaya konmasında fayda vardır:

Hıristiyanların bir kısmına göre, Hıristiyanlıkta İnciller esastır. Pavlus’un

Mektupları o dönemin gerçeklerini yansıtmış olmakla birlikte kutsallık

taşımamaktadır. Böyle olunca da bu görüşe göre, örtünme konusunda

Pavlus’un sözleri bugünkü Hıristiyanlar için bağlayıcı değildir.

İncillerin esas kabul edilmesi yanında Yeni Ahit’in diğer bölümlerinin de

Kutsal Ruh’un ilhamı ile yazıldığı ve bağlayıcı olduğu görüşünde olan

Hıristiyanların155 bir kısmına göre ise, Pavlus’un örtünme konusundaki sözleri

sadece Korintosluları ilgilendirmektedir. Diğer bir kısmı ise, bu kuralın bütün

Hıristiyanlar için bağlayıcılık taşıdığı görüşündedir.

Hıristiyanlığın örtünme anlayışını Türkiye örneğinde tespit edebilmek için

yine doğrudan kaynağa gitmeyi tercih ettik. Türkiye’deki Hıristiyan

Cemaatlerin temsilcileri ile görüşerek onların yorumlarını aldık. Bu

cemaatlerin görüşleri ilgili bölümlerde geniş biçimde açıklanacak olmakla

birlikte burada, sadece genel olarak örtünme konusuna bakışlarından örnekler

vermeyi uygun buluyoruz.

İstanbul Ermeni Patriği II. Mesrop Mutafyan, örtünme ile ilgili emrin

İncillerde olmadığı, Hz. İsa şeriatini yansıtmadığı, Pavlus’un bu konudaki

153 Xavier Leon-Dufour, 549. 154 Bu dönemlerde örtünme örnekleri ve yorumları için bkz. Hakkı Şah Yasdıman, Yahudilikte

Tesettür, İzmir 2002, s.210-255. 155 Hıristiyanların kendi kutsal kitapları ile ilgili farklı görüşleri için bkz.P.Xavier Jacob- P.

Luigi İannitto- Nilay Hıdıroğlu, Hıristiyan İnancı, çev. Leyla Alberti, İstanbul 1994, s.389-395; Sebastian P. Brock, Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut, İstanbul 2000.

Page 78: ASİFE ÜNAL

71

sözlerinin söylendiği dönemi bağladığı, örtünmenin ve bunun da kadının ikincil

oluşuna bağlanmasının o dönemin Yahudi geleneğinin sonucu olarak ortaya

çıkmış sosyolojik bir vakıa olduğunu ifade etmiştir. Mesrop Mutafyan’ın bu

konudaki sözleri şöyledir: “...Hıristiyanlarda özellikle ilk başlarda büyük bir

sorun olmuştur. Örtünmeli mi örtünmemeli mi hanımlar diye... Pavlus’un

yazdıkları, mektuplarında değindiği birkaç yer var. Onlar şeriat olarak kabul

edilmiyor. Çünkü onlar İncil’in parçası değil, Yeni Ahit’teki Mektuplar onlar.

Ve orada da dikkatle okunacak olursa zaten Yahudi geleneklerinden söz

ediyor, Hz. İsa’nın koyduğu geleneklerden bahsetmiyor... Pavlus kadınların

başlarını kapatmalarını istiyor. Şimdi kilise, bugünkü kilise nasıl yorumluyor

bunu: Pavlus’un bu yazdıklarından yola çıkarak çok belli ki sosyolojik bir

şeyin önündeyiz orda...”156

Katolik Kilisesi’nin görüşlerini alabilmek için görüştüğümüz Latin

Katolik Kilisesi Vatikan İstanbul temsilcisi George Marovitch, kadının

başörtüsünü tamamen geleneğe bağlamaktadır. Marovitch; “...İşte, eski

zamanlarda kadınların örtünmesi lâzımdı. Yalnız dua ederken değil, meselâ

Yahudilerde de örtülür. Bunlar iman esası değildir. İnsanlar konuşarak, jestlerle

şey ediyor. O zaman hürmet şeyi böyleydi. Şimdi değişti...” şeklinde

değerlendirme yapmaktadır.157

İstanbul Süryani Kadim Kilisesi Metropoliti Yusuf Çetin, Pavlus’un

mektuplarını bağlayıcı kabul etmektedir. Yusuf Çetin’in Hıristiyanlık’ta

örtünme konusundaki sözlerinin bir kısmı şöyledir: “...Sonra bayanlar başlarını

bağlarlardı. Dua esnasında ayin esnasında. Çünkü bu İncil’de de yazılı Pavlus

diyor ki, elçi Pavlus mektubunda diyor ki: Bayanlar dua ederken başlarını

bağlamaları lazım. Bazıları ‘efendim saçları var ne fark eder’ diyor. Hayır saç

ayrı, başlarını bağlamaları ayrıdır. Bu saygıdan kaynaklanıyor. Tanrı önünde

duruyorlar, başları bağlı. Erkekler ise başları açık şekilde duruyor...”158

156 04 Eylül 2003 tarihinde İstanbul’da Ermeni Patrikhanesi’nde Patrik II.Mesrop Mutafyan ile

yaptığımız röportajdan. 157 03 Eylül 2003 tarihinde İstanbul Vatikan Konsolosluğu’nda Vatikan İstanbul Temsilcisi

George Marovitch ile yaptığımız röportajdan. 158 06 Haziran 2003 tarihinde İstanbul Süryani Metropolitliğinde Metropolit Yusuf Çetin ile

yaptığımız röportajdan.

Page 79: ASİFE ÜNAL

72

İstanbul Keldani Kadim Kilisesi Lideri François Yakan ise, örtünme

konusunda dinî bir hüküm olmadığını, kadınların geleneksel olarak ibadet

esnasında örtünmelerinin, kutsallığı yüceltmek amacını taşıdığını şu sözleri ile

ifade ediyor: “...Bu giyiş tarzı ile ilgili kesin bir kural yok. O günden bu güne

serbesttir. Dinî bakımdan Ortaçağ tesiriyle Hıristiyanlıkta (genel olarak

konuşuyorum) ayine gittiği zaman, kurban aldığı zaman onun üzerinde bir

eşarp olacak... Bayan için, başka hiçbir şey yok. O da neden? Saygıyı

göstermek için. Öyle yani kapanış şu bu değil, kutsallığı daha yüceltmek

için....Saygı deyince belki yanlış anlaşılır. Saygı ile kutsallığı daha öne

çıkarmak, yüceltmek...Tanrıdan gelen bir nimeti yüceltmek...”159

Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın sözcüsü ve III. Patrik Selçuk

Erenerol’un kızı Sevgi Erenerol, bütün Ortodoksların Bizans geleneğiyle

şaşaalı bir giyim biçimi benimsediklerini söylüyor. Kadının örtünmesinin

Pavlus’un bu konudaki sözlerinden kaynaklandığını belirtmesine rağmen

bunun, kadının ikincilliğini yansıtmasının kabul edilemez olduğunu

savunuyor.160

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak görülüyor ki Hıristiyanlar

için örtünme konusunda Pavlus’un sözleri farklı anlamlar taşımaktadır.

Bununla birlikte ister Yahudi geleneğinin devamı olarak, ister erkeğin

hakimiyetinin sembolü olarak, isterse başka bir sebeple olsun Hıristiyanlıkta

kadının örtünmesi yüzyıllar boyunca uygulanmış bir gelenek olmuştur. Ancak

zamanla sadece rahibelere has bir uygulama şekline dönüşmüştür.

Rahibelerin başörtüsü giyme törenleri rahibeliğin önemli bir

aşamasıdır.161 Konu ile ilgili olarak görüştüğümüz ancak isminin verilmesini

istemeyen Katolik bir Rahibe, başörtüsünün Rahibelik yemini ile bir nevi İsa

ile evliliğin sembolü olduğuna işaret etmiştir. Ona göre Rahibeler İsa’nın

gelinleridir ve bunun bir göstergesi olarak da başlarını örtmektedir. Bu Rahibe

ayrıca başörtüleri ile toplumda kendini dine adama konusunda örnek teşkil

159 03 Haziran 2003 tarihinde İstanbul Keldani Kadim Kilisesi’nde Keldani Kadim Kilisesi Lideri François Yakan ile yaptığımız röportajdan.

160 02 Haziran 2003 tarihinde İstanbul Türk Ortodoks Patrikhanesi’nde Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü ve III. Patrik Selçuk Erenerol’un kızı Sevgi Erenerol ile yaptığımız röportajdan.

161 Bkz. Therese de I’Enfant-Jesus, Ruhumun Öyküsü, çev. Dominik Pamir, İstanbul 1995, s.135.

Page 80: ASİFE ÜNAL

73

ettiklerini ve bu gerekçe ile Papa’nın başlarını örtmelerini istediğini ifade

etmiştir.

Vatikan’ın teşrifat kurallarına göre de başa siyah dantela başörtüsü almak

gerekmektedir.162 Rahibelerin başlarını örtmeleri Hz. Meryem’e de

dayandırılmaktadır. Hz. Meryem’in bütün resim ve heykellerinde başörtülü

olması, bir taraftan Hıristiyanların o zamanki uygulamaları hakkında bilgi

verirken, diğer yandan sonraki uygulamalara da kaynak teşkil etmektedir.163

Bugün dünyanın birçok bölgesinde başlarını geleneksel biçimde örten

Hıristiyan kadınlar da bulunmaktadır. Özellikle kırsal kesimde örtünme kuralı

devam ettirilmektedir. Toktamış Ateş, 16. 01. 2004 Tarihli Ceviz Kabuğu

Programında ‘Dinlerde toplumun altyapısı değiştikçe dinî hükümlerin

değişebileceğini’ söylemiş ve buna örtünme anlayışını örnek vererek şöyle

demiştir: “Bütün dinler örtünmeyi getirmiştir. Hıristiyanlıkta zamanla bir

yandan moda, bir yandan toplumun altyapısının değişmesiyle örtünme sadece

din adamlarına has hale getirilmiştir. Hıristiyanlıkta bugün İtalya’da Sicilya’da

bazı Katolik kadınlar öyle bir örtünür ki, bizim Müslüman kızlar bunların

yanında zayıf kalır. Ben Katolik okulunda okudum. Hz. Meryem’in hiçbir

resmi, heykeli başı açık değildir...”164

b. Türkiye’deki Hıristiyan Toplumunda Örtünmenin Tarihi

Gelişimine Genel Bir Bakış

Osmanlı Devletinde gayrimüslimlerin kıyafetlerine zaman zaman müdahale

edildiği ve onların Müslümanlara benzer şekilde giyimlerinin yasaklandığı

Yahudilikte Örtünme bölümünde zikredilmişti. Bu müdahalelere Yahudiler

gibi Hıristiyanların da muhatap oldukları, belgelerden anlaşılmaktadır. Daha

önce verilen ve “İstanbul Kadısına hüküm ki” diye başlayan 976/1568 tarihli

belgede Ermeniler ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: “...Ermeniler dahi

Yahudi giydiğin giyeler, amma başlarına alaca kuşak sarınalar, ol dahi az ola

ve Ermeni avretleri(kadınları) ferace giymeyeler, ferace yerine fahir ve terlik

162 Therese de I’ Enfant-Jesus, s.111. 163 Hz. Meryem’in resim ve heykelleri tarafımızdan birçok kilisede incelenmiş; örnek olarak

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Aziz Stefenos Kilisesi’nde kamera kaydı yapılmıştır. Yetkililerce de aynı görüş paylaşılmıştır.

164 Star TV, 16.01.2004 tarihli Ceviz Kabuğu Programı.

Page 81: ASİFE ÜNAL

74

giyeler ve içlerine siyah ve sürmâyi Bursa kutnusu giyeler ve ayaklarına mai

çakşır ve meşin iç edik ve Şirvânî başmak giyeler...”165

Geçmişle ilgili bilgiler için en önemli başvuru kaynaklarından biri de

seyahatnamelerdir. Meşhur seyyahlardan İbn Batuta, seyahatnamesinde birçok

konuda olduğu gibi Hıristiyanların giyim kuşamı hakkında da bilgi

vermektedir. İbn Batuta, XIV. yüzyılda Denizli’de dünyada eşi, emsali

olmayan altınla işlemeli pamuklu elbiselikler dokunduğunu, şehirde Rum

nüfusunun çokluğu sebebiyle bu işi yapanların çoğunun Rum kadınları

olduğunu söyledikten sonra Rum erkeklerinin beyaz ve kırmızı renkteki uzun

külâhları ile Rum kadınlarının da başlarına doladıkları iyi başlıkları ile

tanındıklarını zikretmektedir.166

İbn Batuta, Bizans döneminde, İmparatorun kızı ve Türk Hakanı

Mehemmed Özbek Han’ın eşi olan Bjellon Hatun’un maiyetinde

gerçekleştirdiği İstanbul seyahatinden söz etmektedir. İmparatorun oğlu

Prensin, kardeşini karşılamaya geldiğinde beyaz bir elbise giymiş olduğunu ve

başında mücevherlerle süslü bir şapka bulunduğunu; Bjellon Hatun’un ise nah

veya nesic denilen kumaştan yapılmış ağır bir elbise giydiğini ve başına da

murassa bir taç koyduğunu haber vermektedir. Bu seyahatinde İmparatorun

özel izniyle gezdiği manastırlarda mesvahlara bürünmüş, saçları kesilmiş ve

başlarına keçe külâh geçirilmiş bakire kızlar gördüğünden söz etmektedir.

Mesvahı kıldan dokunmuş bir hırka olarak tarif eden İbn Batuta, Bizans

İmparatorlarından çoğunun yaşlandıklarında bir manastır yaptırıp mesvah

giyerek yönetimi oğluna terk ettiğini ve ölünceye kadar bu manastırda bir keşiş

gibi ibadetle meşgul olduklarını haber vermektedir. İbn Batuta; ayrıca Bizans

döneminde İstanbul halkının çoğunluğunu rahiplerin, zahitlerin ve keşişlerin

teşkil ettiğini; halkın büyük olsun, küçük olsun, asker olsun, sivil olsun

herkesin, yaz kış şemsiye kullandığını; kadınların büyük hotozlu başlıklar

giydiklerini zikretmektedir.167

165 BOA MD, C.7, S.1989, s.726. 166 İbn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bak.yay.,

Ankara 1981,s12. 167 İbn Batuta, s.100-111.

Page 82: ASİFE ÜNAL

75

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, “Eski İstanbul’da Hıristiyan kadınlar

sokağa çıktıklarında yaşmak yerine, ince tülbentten baş örtüsü örterlerdi.

Ayaklarına Ermeniler kırmızı, Rumlar siyah ... terlik giyerlerdi.”168 demektedir.

M. de M. d’Ohsson’un, “Tableau General de l’Empire Ottoman” adlı yedi

ciltlik büyük eserinin dördüncü cildinin önemli bir kısmının tercümesi olan

“18. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler” isimli kitabında o dönemin

Hıristiyanları hakkında geniş bilgi bulmak mümkündür. D’Ohsson’un verdiği

bilgilere göre; “Ülkedeki Hıristiyan kadınlar, bilhassa Rumlar, özel

hayatlarında hemen hemen Avrupalılar gibi serbest olmakla beraber, bazen

Türk modasına uyar ve aynen kırmızı, beyaz renkleri kullanırlar. Ama bunun

dışında ecnebî kadınların hal ve tavırlarını kopya ederler. Ancak halk içindeki

kılıkları Müslüman kadınlarınkinin aynıdır. Başka bir kılıkla çıkamazlar.

Eski Yunan ve Romalılarda olduğu gibi sadece yüze örtülen tülü

taşımakla kalmaz aynı zamanda koyu renkli feraceler ve siyah

ayakkabılar da giyerler.

Umumiyetle İmparatorlukta yaşayan kadınlar, hangi milletten olursa olsun,

gerek davranış gerekse giyim bakımından, sokakta azami derecede edebe

uygun hareket etmeye mecburdur. Daima örtülü olmalarına rağmen,

sokakta da yüksek başlıklarını giyerler. Bazılarının giyiminde dikkatli bir

göz, şaşaalı bir zarafet sezer. Polis bu hususta çok ciddidir. Arada bir yasakları

tazeler; bu yasaklar, şehrin mahallelerinde münâdîler tarafından ilân edilir. Bu

yasakları bozmaya cesaret eden kadınlar, alenen hakarete uğrar. İstanbul

sokaklarında sık sık zaptiye memurlarının, kadınlara sert ikazlarda bulunduğu,

hatta gerekenden uzun yahut değişik biçimdeki geniş yakaları yırttığı görülür.

Bu derece sıkı bir disiplin, şüphesiz Avrupalıları şaşırtır, ancak hükûmetin

müspet örf ve ananeleri yaşatmak için devamlı olarak halka nezaret ettiği bir

ülkede ve buna alışkın insanlar arasında olunca işin bir fevkalâdeliği kalmıyor.

Bu disiplin, erkeklerde ve bilhassa Müslüman olmayan tebaa üzerinde daha

fazladır. Bunların elbiselerinin son derece sade olması, göze batıcı olmaması ve

koyu renkli olması şarttır. Zaptiye bu mevzuda çok titiz davranır. Bu titizlik

bilhassa yeni padişahların tahta çıkışında artar. Tahta çıkan her padişah

168 Bir Zamanlar İstanbul, s.199.

Page 83: ASİFE ÜNAL

76

tebaasıyla yakından ilgilenir, eski nizamları canlandırır ve bunların

aksatılmadan tatbiki için en sert emirleri verir. Bununla da kalmaz, otoritesini,

en sert biçimde gösterir...

İlk bakışta kanunları tazelemek için yayınlanan emirnameler her iki cinsten

vatandaşın bütün sınıflarını içine alıyor gibi görünür. Ancak kadın ve erkekle

alâkalı hususlarda daima farklar vardır. Müslümanlarla alâkalı emirler, onlar

arasındaki edep kaidelerini sağlamayı, israf ve lüksü önlemeyi ve muhtelif

sınıftan vatandaşlar arasındaki farkları belirtmeyi hedef tutar.

İmparatorluğun diğer tebaasıyla alâkalı olanlar ise dinî ve siyasî kaidelere göre

düzenlenir. Bunların asıl hedefi, hakim olan milletle, Müslümanlığa yabancı

olan tâbi halklar arasındaki farkı ortaya koymaktır. Bu emirnamelerin

umumiyetle kadınlarla alâkalı olanlarında ise hedef, örf ve ananelerin

muhafazasıdır.

Bu kaideler hükûmet merkezinde titizlikle tatbik edilir. Eyaletlerde ise

bunların tatbikindeki sertlik derecesi valilerin, kadıların ve mühim devlet

memurlarının tutumuna bağlıdır. Diğer birçok hususta olduğu gibi bunda da

Ege Denizi adalarında oldukça büyük serbestlik göze çarpar. Oralarda

oturanların çoğu Rum’dur; bilhassa adalı kadınlar memleketlerinin eski

kıyafetlerine çok düşkündür. Örtüsüz sokağa çıktıkları bile olur.

İmparatorluğun muhtelif eyaletlerine yerleşmiş olan Avrupalılar onlardan da

rahattır. Bilhassa bulundukları mahalleden çıkmadıkları takdirde. Bunların

giyimleri de çeşitli kılıkların bir karışımı olarak dikkati çeker ve göze hoş

görünür. Bazıları ferace giyer, buna mukabil yüzlerini örtmez ve başlarına

bir Hint şalı sararlar. İzmir ve Selanik’te, Müslümanların az uğradığı

semtlerde oturan kadınlar sadece, kenarı dört parmak enliliğinde sırma

yahut sim işlemeli muslin tül örterler; ancak Müslüman mahallelerine

gitmeleri gerektiği zaman, hakim millet olan Türkler gibi giyinmeye

mecburdurlar. Ecnebî oldukları halde Müslüman gibi giyinmelerine kimse bir

şey demez. Yeşil hariç olmak üzere aynı biçim ve renkte elbise

kullanabilirler.”169

169 M. D’Ohsson, 18. Yüzyıl Türkiye’sinde Örf ve Adetler, çev. Zerhan Yüksel, Tercüman

1001 Temel Eser, s.103-105.

Page 84: ASİFE ÜNAL

77

Türkiye’de Hıristiyanların kıyafet tarihçesi ile ilgili araştırmalarımız

sırasında elde ettiğimiz önemli bir kaynak da Arakel Patrik’in 1983’de

Erivan’da İngilizce, Ermenice ve Rusça olarak basılan “Armenian National

Costumes-From Ancient Times to Our Days” (Ermeni Millî Kıyafetleri-Eski

Zamanlardan Günümüze) isimli eseridir. Eserde Urartulardan itibaren Ermeni

giysileri Ermenice, Rusça ve İngilizce açıklamalar ve resimlerle verilmektedir.

Resimler incelendiğinde ilk dönmelerden itibaren Ermeni kadınların başlarının

örtülü oldukları görülmektedir. Osmanlı döneminden 1590 tarihli bir resimde

Ermeni kadını vücudunun başı dahil tamamını örten bir kıyafet içindedir.

Sadece yüzün açıkta kaldığı bu örtünme biçiminde; örtünün altında alnın

üzerinden öne doğru bir güneş siperliği gibi uzayan ayrı bir başlık olduğu

görülmektedir. Ön ve arkadan yukarıya doğru yükselen bu başlığın üzerinde

çene altından sarılarak boynu, omuzları ve kolları örtüp dizlere kadar uzanan

büyükçe bir örtü bulunmaktadır. Bu örtü, ayaklara kadar uzanan alttaki

giysinin üzerinde iki parçalı bir Osmanlı feracesi görünümündedir.170

Kitabın içindeki resimlerin bir harita üzerinde ilgili bölgeye yerleştirilmiş

haliyle kitabın sonuna konulması inceleyenin işini kolaylaştırmaktadır.

Türkiye’nin Tokat, Sivas, Kayseri ve Adana’nın doğusunda kalan bölgelerine

yerleştirilen resimler bu bölgelerde Ermenilerin yaşadığı izlenimi vermek gibi

bir gayeyi güdüyor olabilir. Bununla birlikte bunu araştırma konumuzun

dışında tutarak bu bölgelerdeki Ermeni giysilerinin yerli halkın giysileri ile

büyük benzerlikler gösterdiğini söylememiz mümkündür.

Ermeni milli giysilerinin hepsinde ortak nokta uzun olmaları ve başın kapalı

olmasıdır. Başın örtünme biçimleri farklılıklar gösterse de genellikle başın

üzerine konulan başlığın üzerine örtülen bir örtüden oluşmaktadır. Bu örtü

yüzü çevrelemekle birlikte genellikle çeneyi ve ağzı da kapatmaktadır. Genç

kızların örtüleri, ağızlarını ve boyunlarını açık bırakması yanında saçlarının

önden bir kısmının ve arkadan uzanan çok sayıda saç örgüsünün görünmesine

170 Arakel Patrik, Armenian National Costumes-From Ancient Times to Our Days, Yerevan

1983, s.87.

Page 85: ASİFE ÜNAL

78

de imkan verecek biçimdedir.171 Erkeklerin de başlarının kapalı olduğu ve

folklorik Türk kıyafetlerine benzer biçimde giyindikleri dikkat çekmektedir.172

Daha önce örnekleri verilen Hıristiyan cemaat liderlerinin de belirttiği gibi

Türkiye’de yaşayan Hıristiyanların bulundukları bölgenin halkı gibi giyindiği

bu resimlerden de anlaşılmaktadır. Yukarıda zikredilen eserin önsözünde

Ermeni kıyafetlerinin o yöre insanının kıyafetlerine olan benzerliği,

Ermenilerin terzilik ve dokumacılıkta ilerlemiş olması, Müslümanların benzer

kıyafet giymeyi yasaklamış olmaları sonucu millî kıyafetlerin muhafaza

edilmiş bulunması ve Orta Doğu halklarının karşılıklı olarak etkileşimi ile

açıklanmaktadır.173

Türkiye’de Hıristiyanların örtünme anlayışının tarihî gelişimi şüphesiz bir

yandan ülkenin örtünme anlayışı ile paralel olarak değişirken, diğer yandan da

dünyadaki gelişmelerden etkilenmiştir. Dünyada sanayi devrimi sonucu

kadınların çalışma hayatına katılmasının, yaşayış biçimleri ile birlikte

giyimlerinde de büyük değişikliklere yol açmış olduğu bilinmektedir.

c. Günümüzde Türkiye’deki Hıristiyan Gruplarda Örtünme

Anlayışı

Türkiye’deki Hıristiyan gruplar; Ermeniler, Rum ve Türk Ortodokslar,

Süryaniler, Keldaniler olarak sıralanabilir. Bunların dışında Katolikler ve

Protestanlar bulunmaktadır. Bunların örtünme anlayışlarını ve günümüzdeki

durumu öğrenebilmek için başvurduğumuz yol, belirtildiği gibi, doğrudan

kaynağa gitmek olmuştur. Burada, kendi anlayışlarını en doğru biçimde yine

kendilerinin anlatabileceği anlayışından hareket edilmiştir. Mümkün

olabildiğince dinî en yetkili kişi başta olmak üzere görüşmeler yapılmıştır.

Görüşmeler örtünme dışındaki bir çok konuyu kapsamakla birlikte burada

sadece bu konu ile ilgili bölümler ele alınmıştır. Yahudilikte olduğu gibi, genel

bir bilgi verme dışında, görüşmelerin konu ile ilgili bölümlerinin orijinal

şekliyle aktarılması yolu benimsenmiştir.

171 Örnek olarak bkz. Armenian National Costumes, s.81,95,101,135,137. 172 Bkz. Armenian National Costumes, s.1-202. 173 Armenian National Costumes, s.16.

Page 86: ASİFE ÜNAL

79

ca. Gregoryen Ermenilerde Örtünme Anlayışı

Ermeniler, en az bin yıldan beri Türklerle beraber yaşamış bir “Hıristiyan

Grubu”dur. Sahip oldukları inançlar, yerine getirdikleri uygulamalar ve yaşayış

tarzlarıyla diğer Hıristiyan gruplardan farklı bir anlayış sergilemektedirler.

Ermeniler, Hz. İsa’da ilâhî ve insanî tabiatın birleşmesi anlayışını öne çıkaran

Monofizit Hıristiyanlığın önde gelen temsilcisidir. Batılıların, Türk kökenli

kurucusunun vaftiz ismi Kirkor/Gregoir’den dolayı Gregoryen, kendilerinin ise

Lusavorçagan Ermeni Kilisesi diye isimlendirdikleri bu kilise, ilk üç Konsili

kabul etmekte, geleneklere önem vermekte ve kendi inanç formüllerini devam

ettirmektedir.174

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettiği 1453 yılı ve sonrası

Ermeniler için dönüm noktası olmuştur. Çünkü Fatih, 1461 yılında İstanbul

Ermeni Patrikliği’ni kurdurmuş ve başına Bursa’dan tanıdığı Hovakim’i

getirtmiştir. Hovakim’e, diğer “dinî liderler”e tanıdığı imtiyazları tanıyarak ve

yakınlık göstermiş, gücüne güç katmıştır. Ermeniler, 1800’lü yılların başına

kadar, yani diğer Hıristiyan gruplara mensup misyonerler Ermeniler arasında

faaliyete başlayıncaya kadar, “Millet-i Sadıka”(güvenilir millet) olarak kabul

edilmiş ve en önemli görevlere getirilmişlerdir. Ermenilerle Türkler arasındaki

bu güven için farklı birkaç görüş bulunmaktadır. Bunlardan biri de Gregoryen

Ermenilerin “Hıristiyan Türk” oldukları iddiasıdır. Ermenilerin gelenek ve

görenekleriyle, yaşayış tarzlarındaki Türk kültürüne ait özellikler aynı kökün,

aynı kültürün insanları olmalarına bağlanmaktadır.175 Türkiye’de

Hıristiyanlığın örtünme tarihçesi anlatılırken de vurgulandığı gibi Ermeni millî

giysileri ile Türk millî giysileri arasında da büyük benzerlik bulunmaktadır.176

Ermenilerde177 örtünme diğer Hıristiyanlardan daha fazla önemle üzerinde

durulan bir konu olmuş, Batıdaki Hıristiyanların aksine son zamanlara kadar

Ermeni kadınların başlarını örttükleri görülmüştür. Günümüzde ise

174 Bkz. Malachia Ormanian, The Church of Armenia, Oxford 1955; Abdurrahman Küçük,

Ermeni Kilisesi ve Türkler, 2. bsk, Ankara 2003. 175 Bkz. Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, 19-20,119-120, 281-283. 176 Bkz. A.Patrik, Armenian National Costumes. 177 Türkiye’deki Ermenilerin inançları, ibadetleri ile diğer Hıristiyan cemaatlerden farklılıkları

için bkz. Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, 199-280.

Page 87: ASİFE ÜNAL

80

Türkiye’deki durum, diğer Hıristiyanlardan farklı değildir. İstanbul dışında

yaşayan Ermeniler örtünme kuralını devam ettirmeye, en azından kiliseye

giderken örtünmeye çalışmaktadır. İstanbul’da yaşayan Ermeni kadınlar ise,

genellikle özel hayatlarında başlarını açmakta; kilisede de kominyon alacakları

zaman örtmektedir. Yaşlı ve orta yaşlı hanımların Türkiye genelinde olduğu

gibi başlarını sembolik de olsa örttükleri bilinmektedir.

Yahudilikte Örtünme bölümünde zikredilen Ermeni düğünlerinde gelin ve

damadın başlarını bağlamaları geleneğinin Ermenilerde devam ettiği

anlaşılmıştır. Bu gelenekte kutsal evlilik bağıyla bağlanmanın bir sembolü

olarak gelin ve damat yüz yüze başlarını birbirlerine yaklaştırmakta ve ikisinin

başı etrafından bir şerit veya kurdele bağlanarak baş bağlanmış olmaktadır.178

Ancak bunun günümüzde Türkiye Ermenileri tarafından uygulandığından söz

edilmemiştir.

Türkiye Ermeni Patriği II. Mesrop Mutafyan; örtünme konusunun

sosyolojik bir özellik taşıdığını, Yahudi geleneğinden ve diğer Ortadoğu

geleneklerinden kaynaklandığını, Pavlus’un mektuplarındaki ifadenin

geleneğin devam ettirilmesine yönelik olduğunu ve bir insanın ruhani hayatına

tökez olunuyorsa başın örtülmesi gerektiğini ifade etmektedir. Sayın

Mutafyan’a göre bugün saçlar artık bir tahrik unsuru değildir. Bir Ermeni

hanım, Allah’a olan saygısından dolayı başını örtmek isterse, bunu kendi kararı

ile yapmalı, kilise bu konuda herhangi bir baskı oluşturmamalıdır. Sayın

Mutafyan’ın bu konudaki ifadeleri şöyledir:

- Genel çizgileriyle Yeni Ahit’te, İncil’de şeriat olmadıkça, Eski Ahit’teki

o örtünme Hıristiyanlarda özellikle ilk başlarda, büyük bir sorun

olmuştur. Örtünmeli mi örtünmemeli mi hanımlar diye. Ve erkekler o

zaman eskiden mabede girdiklerinde Yahudiler özellikle duaya

girdiklerinde başlarına bir şal kaparlardı. Bu gelenek bizim kilisemizde

şu anda devam ediyor, özellikle rahiplerde.179 Rahiplerin başlarında

bizimkiler sivri, Ortodokslarda silindir bir şapkaları vardır. Üzerine de

bir şal vardır siyah. Bu 11- 12. yüzyıla kadar Anadolu’da beyazdı.

178 S. Kaloustian, Saints and Sacraments of the Armenian Church, America 1969, s.53-54. 179 Ermeni Kilisesinde ruhban sınıfının kıyafetleri için ayrıca bkz. Küçük, Ermeni Kilisesi ve

Türkler, s.240-244.

Page 88: ASİFE ÜNAL

81

Özellikle şefler, seyitler, piskoposlar beyaz bir şal koyarlardı. Daha

sonra rahiplerle birlikte onlar da siyah kullanmaya başladılar. Evli

papazlar ise başları açık olur kilisede. Erkekler böyle.

Şimdi hanımlar, rahibeler her zaman örtünür. Ama sivil hanımlar

örtünmeli mi örtünmemeli mi? 2003’e kadar devam ediyor bu

münazara. Pavlus’un yazdıkları, mektuplarında değindiği birkaç yer

var. Onlar şeriat olarak kabul edilmiyor. Çünkü onlar İncil’in parçası

değil, Yani Ahit’teki mektuplar onlar. Ve orada da dikkatle okunacak

olursa zaten Yahudi geleneklerinden söz ediyor, Hz. İsa’nın koyduğu

geleneklerden bahsetmiyor. Neydi o: Kadın sadece kocasına, kardeşine,

aile üyelerine başını açabilirdi. Onun dışındaki kim eve girseydi,

Yahudiler kapalı. Aslında bugüne kadar tüm Ortadoğu’da süregelen bir

uygulama bu. Kadının saçını teşhir etmesi müstehcen sayılırdı

Yahudilikten gelen o gelenekte. Ve bu yüzden kadın çok yakınları

dışındaki herkese muhakkak örtünmeliydi.

Şimdi madem ki ilk Hıristiyanlar, ilk Hıristiyan kadınlar da ‘biz artık

şeriat altında değiliz, biz artık Yahudi değiliz, Hıristiyanız’ kafasıyla

özellikle Filistin’de başlarını açmaya başladılar. Onun üzerine

kargaşalar başladı. İnsanların bazıları onları hırpaladılar, taşladılar.

Onun üzerine Pavlus onlara yönelik bir öğüt yazdı ve dedi ki: Yani

Hıristiyanız diye yaşadığımız ortamın geleneklerini biz yok sayamayız.

Tam aksine eğer o geleneğin içinde olan bir insanın ruhani hayatına

tökez olacaksak başımızı açarak, başımızı o zaman kapatmalıyız. Yani

şeriatten özgür olmak, şeriatçi olmamak demek değil ki yaşadığımız

ortamın zıddına gitmeliyiz ve insanların ruhani hayatında şeriat

önemliyse onları imanlarından etmemiz yanlış. Bu anlamda Pavlus

kadınların başlarını kapatmalarını istiyor, bu anlamda. Şimdi kilise,

bugünkü kilise nasıl yorumluyor bunu? Pavlus’un bu yazdıklarından

yola çıkarak, çok belli ki sosyolojik bir şeyin önündeyiz orda.

Şimdi bugünkü yaşam tarzımızda kadınlar bize soruyorlar: Kapayalım

mı kapamayalım mı? Bu soru. Kapamak isteyenler var, kapamak

istemeyenler de var. İki taraf da çok güçlü. Ve Kilise’den son sözü

Page 89: ASİFE ÜNAL

82

istiyorlar. Ve tamamıyla iki ordu var böyle önümüzde. İkisinden biri

saldıracak üzerimize. Politika da yapamayız bu konuda. Onun üzerine

ruhani meclislerin çoğu değişik ülkelerde şöyle yaklaşıyorlar, bizde

aynı tutum içindeyiz bugün: Çünkü bazı kadınlar sokakta açık olurlar.

Kiliseye gelince kapatırlar saçlarını. Bazıları da kilisedeyken de açık

olurlar ama mihraba yaklaşırken belli bir yerden sonra birbirlerinden

başörtü isteyip başlarını kaparlar. Bizde onlara deriz ki : Bunu yaparken

çok komik oluyorsunuz. Çünkü Tanrı her yerde, yalnız mihrapta değil,

evinizde de, sokakta da, her yerde. Bunu itaat ruhuyla yapıyorsanız

ve eğer Rabbin önündeyken başınızın kapalı olmasını doğru

buluyorsanız bunu her zaman yapmanız lazım. Evinizdeki ev

ortamından, aile ortamından çıktığınız zaman her zaman kapatmanız

lazım. Öyle yapıyorsanız o zaman kilisede de kapalı olmanız normal ve

doğru. Ama siz sokağa yirmi santimlik bir elbise ile çıkıyorsanız, her

tarafınız açıksa, başınız açıksa herkesin önünde. Ve ne bileyim rahatsız

olmuyorsanız, denize girmeyi herkesin önünde böyle minicik sicimler

içinde, o zaman kilisede örtünmenizin de hiçbir anlamı yok. Çünkü

tamamıyla takiyye yapıyorsunuz. Yani biz kendilerine bırakıyoruz.

Onların vicdanını biraz rahatsız kılıyoruz. Ve diyoruz ki eğer gerçekten

din ve ahlâk içinse, Tanrı içinse ve bunun böyle olmasını gerekli

buluyorsanız, öyle hissediyorsanız, öyle duyuyorsanız içinizin ta

derinliğinden, Tanrı beni her zaman görüyor, Tanrı’nın önündeyim her

zaman ve Tanrı’nın önünde benim itaatkâr olmam lazım diye

düşünüyorsanız, o zaman her zaman başınızı kapatmanız lazım, yalnız

kilisede değil.

- Bu durumda ‘Tanrı aslında benim örtünmemi mi istiyor?’ diye

soruyorlar mı?

- Tabi soranlar var. Ben Tanrı’yı içimde taşıyorum, bunu ille de

göstermem gerekmez, diye düşünen insanlar var.

- Şöyle sorayım: Size göre Tanrı kadının örtünmesini istiyor mu?

- Tanrı... Yeni Ahit’te öyle bir şey yok. Yeni Ahit’te sadece Pavlus’un

sözleri var. Pavlus da tekrar ediyorum sosyolojik bir yaklaşım

Page 90: ASİFE ÜNAL

83

gösteriyor ve tökez olacaksa başkalarına, o zaman başını kapatsın,

diyor.

- Ancak Pavlus kadının erkeğe itaatine bağlıyor değil mi? Erkek kadına

hakimdir ve bu hakimiyetin alâmeti olarak kadın başın örtmelidir,

diyor.

- Birçok dinî şey gibi o da es geçiliyor tabi. Erkeklerin birincilliği zaten

bugün çok zayıflayan bir şey, kanunlarda olduğu gibi kilisede de. Biz

meselâ erkekler ve kadınlar ayrı otururuz kilisede. Ve pazar günleri anı

yemeği olarak, anı vecibesi olarak şarapla ekmek dağıtılıyor,

kominyon dağıtılıyor. Eskiden bize Anadolu’dan gelen şeylerden birisi

de, önce erkekler gider, sonra kadınlar yaklaşır mihraba. Şimdi yüzde

altmış öyle, şimdi başı açık olsun veya kapalı olsun, ben öyle olsun

veya olmasın da demiyorum, ben görüyorum pazar günleri, o

gelenekleri hiç kaale almadan ilk başta bazı hanımlar gidiyor.

Devirmişler o tabuları, tabu mu diyelim o gelenekleri... Kelimelerle

oynamayayım o bu gün kaale alınmayan ‘Erkek izzetlidir. Kadının

itaat etmesi lazım. Onun için de başını kapatması lazım.’ Orda bile bir

aile reisi erkektir. Erkek her yerde birincildir, öğretisi var. Ama Kutsal

Kitap’ta başka yerlerde bu fazla destekli değil. Bu da demektir ki o

zamanın geleneği ile ilgilidir. Yöresel bir şey aynı zamanda. O yüzden

bugün o kadar da insanların tatbik ettikleri bir şey değil.

- Yani size göre bir Ermeni hanımı başını örtecekse bu, erkekleri tahrik

etmeme amacına yönelik ve ahlâkî bir gerekçe ile değil de, doğrudan

doğruya Tanrı....

- Tabi o bütün dinlerde var da, ben artık onun geçerliliği olduğunu hiç

sanmıyorum. Çünkü bugünkü yaşam tarzımızda, basından tutun

televizyona kadar ve aile hayatına kadar, bence artık bir hanımın

başının açık olması hiç de insanları cinsel açıdan tahrik edecek bir

şey değil. Hatta bence bugün bir hanımın tesettür dışı giyiminde bile

insanların kolay tahrik olacağını sanmıyorum. Çünkü artık bu alışılmış

bir şey olmaya başladı ve erkeklerin de o kadar hayvansal olduklarını

sanmıyorum. Gittikçe bir daha çok insanlar okuyor. Gerçi insan her

Page 91: ASİFE ÜNAL

84

zaman insandır da hayvansal içgüdüleri açısından. Sonuçta şimdi daha

eğitimliyiz, daha bir değişik açık hayata yaklaşıyoruz.

Ben çocukken benim annem, çok iyi hatırlıyorum, pencereyi silmek için

bile böyle perdeler açık bir şekilde ortaya çıkamazdı. Muhakkak biri

gelecekti yanına, ya bir erkek olacaktı yanında ya anneannem olacaktı.

Çok mutaassıptı. Bizim ailemiz de öyleydi, etraf da öyleydi. Veya tek

başına annem sokaklara çıkmazdı. Kız kardeşlerim de belli bir saatten

sonra çıkamazlardı okul saatleri dışında. Bence bu bütün ülkede olan bir

şeydi. 1960’lara kadar falan sürdü bu. Ondan sonra şehirde bir devrim

oldu. Şimdi o sadece çok çok mutaassıp çevrelerde, bazı köylerde

görüyorum. İstanbul’da çok çok az. Kırsal kesimden gelenlerde var, o

da evde birkaç kişinin üniversiteye girişine kadar. Ondan sonra

çoğunlukla o da değişiyor.

- Biraz önce baş örtme konusunda ‘Ben insanlara bırakıyorum, kararı

kendiniz verin, Allah huzurunda kendinizi ne şekilde hissediyorsanız,

diyorum’ dediniz. Yani sonuçta ‘Ben Allah huzurunda kapalı olmam

gerektiğini hissediyorsam her zaman kapalı olmalıyım’ demeleri

gerektiğini mi söylüyorsunuz?

- Şöyle söyleyeyim ben dinî birçok konuya karar konusunda kilisenin

doğmalarla insan hayatına çok kesin şekilde yön vermesine şahsen

karşıyım. Sabah şunu ye, akşam şunu iç gibi çok kesin, bu Katolik

Kilisesi bunu çok yapar, biraz engizisyon şeyleri, insanların hayatları

hakkında verdikleri kararlar falan, bunlara hem şahsen karşıyım hem

de kilise kavramında kilisenin ruhanî bir devletmiş gibi insanların

hayatına bu kadar...Yani özgür iradeyi kaldırmasına karşıyım.

Kilisenin teolojisindeki veya ruhaniyatındaki en önemli şey özgür

irade. Allah’ın bize verdiği en önemli şey özgür irade. Eğer insan

kendisi karar vermeyecekse ve bunu dinî bir baskı altında yapıyorsa

zaten geçersiz... Ben başıma bir şey koymazsam bizim cemaatte hiç

kimse niye koymadı demez. Ama bizim Medeni Kanun kabul edilene

kadar her bir papaz (papazlar evli olanlar, rahipler evli olmayanlar) her

bir din adamı diyeyim başı kapalı olurdu sokakta da. Medeni Kanuna

Page 92: ASİFE ÜNAL

85

kadar sokağa böyle çıkıyorlardı zaten başları da kapalı olurdu. Bunun

siyahını koyuyorlardı papazlar. Bu seyitler (seyit Arapça efendi.

Süryaniler metropolitlere seyit der ya. Seyitna: başımız, şefimiz

demek) mor kullanırdı. Medeni kanundan sonra Avrupa şapkalarını

kullanmaya başladılar, fötr şapkaları. Sonra o da yavaş yavaş kalktı.

1970’lerin sonuna doğru o da artık kalktı. İhtiyarlar tek tek vefat

edince gençler kullanmamaya başladı. Şimdi sokakta sivil giysi ile

hepsinin başları açıktır. Kilise içinde ibadette de evli olanların başları

açıktır. Evli olmayanların başları her zaman kapalıdır. İtaat anlamında

yani dünyadan ayrılmayı, dünyevi hayattan feragat etmeyi ve inzivaya

verilmeyi veya ruhaniyata verilmeyi, daha çok manastır keşişlerinde

olur bu. İstanbul’da şimdi manastır yok ama rahip rütbesi olan din

adamları var. Onlar başlarını kaparlar. Bizde de yine o eskiden kalıntı

olarak patrikler başlarını kapar. Benden önceki kapamazdı. Ben

dışarda, içerde bunu kullanıyorum. Kilisede de bunun üzerine şal gelir

siyah. Bunun anlamı atların gözlerine bir şey koyarlar ya başka tarafa

bakmasın diye. Tek yol...Tarikat o demek zaten, tek yol. Sadece

önündeki kitabı görürsün veya mihrabı görürsün onun sembolü o zaten.

Dünyadan feragat etmek, kapanmak, itaat etmek, itaat kurallarını kendi

özgür iradenle kabul etmek. Hiçbir rahip hayatının sonuna kadar rahip

kalmak zorunda değil. İsterse ayrılabilir. Ama itaatini devam ettirmek

isterse devam ettirir...

- Yeni yetişen bir genç kız olduğunu varsayalım, onbeş yaşında bir

Ermeni kızı. O güne kadar Ermenilerle ilgili hiçbir şey de öğrenmemiş.

Ne yapması gerektiğini bilmiyor. Bir şekilde size ulaşıyor ve diğer

konuları sorduktan sonra diyor ki: Efendim ben ne yapacağım? Bazı

Müslüman kadınlar görüyorum kapalılar. Arada Yahudi kadınları

görüyorum kapalılar. Bizde kiliseye gelen kadınları görüyorum

kimileri açık, kimileri kapalı. Ben nasıl giyinmeliyim?

- Açık açık benim ona diyeceğim: İlk önce İncil oku. Ve eğer diyanete

ilgisi varsa hemen yapacağımız şey; onu kilise korosuna almak. Kilise

koroları bir ekol gibidir zaten, orda geleneği öğrenir. Kitapta

Page 93: ASİFE ÜNAL

86

yazmayanı, yaşananı öğrenirler, ilahileri öğrenirler. Bu kilise

korosundaki kızlar, kilisede başını kaparlar. Renkli bir cübbe giyerler

kilisede. Evlenmemişlerse beyaz bir şal alırlar. Evlenmişlerse zaten

kilisede cübbe giymezler. Evlenen kadınların çoğu kilisede siyah

örtünür, evlenmemişler ise beyaz örtünürler. Tabi arada bir bunu

karıştıranlar olur. Yüzde on kadar karışıklık olur. Kilisede koroya girip

özel koro cübbesi giyenler evlenmemişler olur. Evlendikten sonra

ortalıklarda giymezler, onların beyaz genelde.

- Böylece zaman içinde dışarıda ne yapacağına kendisi karar verir

diyorsunuz?

- Evet. Kendisi dışarıda ne yapacağına karar verir.

- Peki örtünenlerin örtüsü böyle sembolik şal gibi bir örtü mü? Saçın

hepsinin örtülmesi gibi bir kural var mı? Mesela incecik bir tül olabilir

mi?

- Yok saçın hepsinin örtülmesi yok. Mesela Hatay’da yılda bir iki kere

giderim ben oraya bayramlarımızda. Dikkat ederim köyde nasıl

giyiniyorlar? Eskiden ben daha gençken bakardım hepsi kapalı

giyiniyor. Ve belki de göremezdiniz saçı. Köyde herkes öyleydi.

Sonra folklorda gördüğünüz gibi bir şey onun üzerine de beyaz bir şey

bağlarlardı. Şimdi son yıllarda bakıyorum tamamıyla açık olanlar var.

Giden gelenler var İstanbullular gibi olmayı isteyenler oldu. Ve

köydeki o saflık halâ var. Dikkat ediyorum kiliseye gelen herkes başını

kapıyor köyde. İçeri girdiği anda avluya hemen kapatıyor.

- Çevre faktörü mü?

- Çevre de olabilir. Ama sanıyorum kilisede bir itaat mecburiyeti

hissediyor. Bu konuda bir şey öğretildiğini sanmıyorum, öyle gördüğü

için yapıyor olabilir. Bir kere dinî eğitim zaten had safhada sıfıra inmiş

durumda onu da söyleyeyim...

- Sonuç olarak Gregoryan Monofizit Ermenilerin örtünme konusunda

tavrı nedir?

Page 94: ASİFE ÜNAL

87

- Uygulasınlar veya uygulamasınlar yine de kiliseye girince baş

kapatılır. İbadet esnasında kadının başı örtülür. Ama buna meydan

okuyan açık açık meydan okuyanlar var.

- Bunu, örtünme kuralını böyle anladığı için mi, kiliseye karşı olduğu

için mi yapıyor?

- Kiliseye karşı olduğu için değil. Burada başka bir şey söyleyeyim.

Bunu çok samimi olarak ifade edeyim: Türkiye’deki genel din karşıtı

propoganda, medyadaki, bizimkiler tarafından da böyle hemen

tutuluyor. Ve bizim cemaatimize de ters tepki yapıyor ve mesela biz

eski zamandan beri burada Osmanlı kanunlarından beri din işi ile

dünyevi işler karışıktı. Ulus devlet başlayınca bu sefer durumu

kotarmak için hem devlet hem biz ne demeye başladık: Biz millî bir

cemaat değiliz, etno-dinî etnolojist bir cemaatiz. Patrik patriktir, fakat

esnaftır aynı zamanda ama dinî bir papazdır. Kimdir Türkiye

Ermenisi? Türkiye Ermenisi, Ermeni kilisesine mensup ve Ermeni

Kilisesinin üyelerinden oluşan Türkiye vatandaşlarına verilen addır.

Türkiye Ermenileri Cemaati. Şimdi bu durumda tek seçilen kişi, bütün

Ermeniler adına, Patrik’tir. Öteki seçimlerde hepsi, kilise bazındadır.

Bu durumda kilise üyelerini temsil eden de cemaatin adına Patrik’tir...

- Rahibeler var mı sizde?

- Bir tane var.

- Onlar nasıl örtüyorlar?

- Bir tane örtü koyarlar, şöyle üzerine de ikinci örtü örterler.

- Saçları, boyunları falan görünmeyecek şekilde öyle mi?

- Şimdilerde boyunlarını kapamıyorlar... 180

18004 Eylül 2003 tarihinde İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nde Ermeni Patriği II. Mesrob

Mutafyan ile yaptığımız görüşmeden.

Page 95: ASİFE ÜNAL

88

İstanbul Ermeni Üç Horon Kilisesi Mugannisi Nişan Çalgıcıyan,

örtünmeyi geleneğe bağlamakta ve Meryem Ana’nın bütün resimlerinde

başının örtülü olmasından kaynaklandığını düşünmektedir. Ayrıca Ermenilerde

genç kızların eskiden de şimdi de başlarını örtmediğini söyleyen Nişan

Çalgıcıyan'la yaptığımız görüşmelerin konu ile ilgili bölümü şöyledir:

- Nişan Bey, Ermenilerde kadınların örtünmesi konusunda bilgi verebilir

misiniz?

- Esasta kiliselere kadınların başörtülü gelmesi ve erkeklerin de

şapkalarını çıkarması gerekiyor. Tabi zamanla bu kanunlar gevşedi.

Şimdi kadınlarda örtünen de olabiliyor, örtünmeyen de olabiliyor.

Fakat erkeklerde muhakkak baş açıktır. Şapka çıkarılır. Şapka ile

girilmesi saygısızlık sayılır. Ancak bayramlarda kominyon alacak

olanın mutlaka başını örtmeye dikkat etmesi gerekir.

- Kominyon alırken mutlaka başın örtülü olması lazım yani?

- Evet buna dikkat edilmesi lazım.

- Peki birisi geldi kiliseye ve açık olarak kominyon almak istiyor, ne

yapıyorsunuz?

- Başörtülerimiz var bizim, onlardan veriyoruz.

- Açık olduğunu gördüğünüz anda, ayin esnasında müdahale etmeseniz

bile, kominyon almak isterse örtü veriyorsunuz?

- Evet, ayin esnasında etmiyoruz ama kominyon alırsa ediyoruz.

- Bu örtünmede başın örtülmesinde kullanılan örtü sembolik bir şey mi

yani saçın hiç görünmemesi gibi bir şey söz konusu mu?

- Saçın hiç görünmemesi gibi bir şey yok. Ama örtüldüğü zaman zaten

görünmüyor.

- Belli bir özellik taşıması, belli bir renk olması falan gerekmiyor,

incecik bir örtü de olabilir yani?

- Evet,tabi tabi.

- Peki kilise dışında kadınlar örtünüyor mu? Örtünür müydü geçmişte

Ermenilerde?

- Kilise dışında yaşlılar, orta yaşlı kadınlar ekseriye örtünürler. Şu anda

da örtünürler. Genç kızlar tabi örtünmüyorlar. Durum böyle.

Page 96: ASİFE ÜNAL

89

- Geçmişte de böyle miydi? Yoksa geçmişte örtünme daha mı yaygındı?

- Evet genç kızlarımızın haricinde daha yaygındı örtünme. Ama zaman

öyle getiriyor. Zamana uymaları gerekiyor herhalde.

- Bu erkeklerin mutlaka başının açık olması, kadınlarında ibadet

esnasında hiç olmazsa kominyon alırken başlarının örtülü olmasının

gerekçesi, sebebi nedir? Kaynağı nedir? İncil’de böyle bir şey var mı?

Bir emir var mı Kutsal Kitapta?

- Hayır. Böyle bir emir yok.

- Neden kaynaklanıyor o zaman acaba?

- Bu eski zamanlardan gelen bir gelenektir. Meryem ananın bile başı

örtülüdür. Çizilmiş resimler baş örtülüdür. Ondan gelen bir adettir bu.

- Sizde rahibeler var mı?

- Rahibelik var idi. Ama kalmadı. 10-15 sene öncesinde 6-7 rahibe

vardı. Yaşlı insanlardı onlar, vefat ettiler. Kala kala bir tane kaldı. Ve

yetişmiyor da.

- Niye yetişmiyor acaba? Rahibe olmak isteyen...

- İsteyen gençler bulunmuyor.

- Sizde rahibeler evlenmiyor değil mi?

- Evlenmez.

- Örtünmenin herhangi bir kaynağı var mı, diye sormuştum. Ben

Pavlus’un mektuplarında kadınların örtülü, erkeklerin açık olması

gerektiğine dair bir emir olduğunu hatırlıyorum.

- İncil’de yok ama mektuplarda olabilir, bakmam, okumam lazım.

- Ben hepsini kutsal kitap kabul ettiğinizi düşündüğüm için, İncillerde

Mektuplarda, Resullerin İşlerinde ya da Vahiy bölümünde bunların

hepsini birden Yeni Ahit olarak hatta Eski Ahitle birlikte tamamını

Kitabı Mukaddes olarak kutsal kitap kabul ettiğinizi bildiğim için

oradaki herhangi bir emri hüküm olarak alabileceğinizi düşünüyorum

ama esasta İnciller midir öne çıkan?

- Evet hepsi öyle. Ama Yeni Ahit olarak.

- Peki Nişan Bey, sizi diğer Hıristiyanlardan ayıran en önemli fark

nedir?

Page 97: ASİFE ÜNAL

90

- Niçin ayrılmış, niçin fark edilmiş doğrusu onu ben bile

cevaplayamayacağım.

- Siyasi birtakım sebeplerle de ayrılma olmuş olabilir ama özellikle

uygulamada, inançta, ayinde bir fark var mı?

- Mesela şöyle bir şeyler olmuş. Birtakım toplantılar olmuş. O

toplantılarda bazı şeyleri bir kısmı kabul etmiş, bir kısmı etmemiş,

böylece ayrılıklar baş göstermiş. Kendi mezheplerini kurmuşlar.

- Çok bariz farkı diğerlerinden diyelim ki Katoliklerden veya İstanbul

için bakarsak Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nden farkı?

- Farkı yok. Her mezhebin başkanı diyelim başı ufak bir değişiklik

yapmış, ondan kendini ayırmak için, ayrıldığının ispatı olsun diye

muhakkak bir değişiklik yapmış ama genelde aynıdır. O şeyden

şaşmamaları lazım. Şaşamazlar da zaten.

- Patriğin kıyafetini hatırlıyorum. Siyah cüppe gibi bir giysi ve üzerinde

şapka gibi bir şey var. O nasıl?

- O şu vaziyette bir şapkadır. Onun üzerine o giyildiği vakit tabi ki

üçgen şeklinde oluyor.

- Siyah bir pelerin üstü gibi bir şey. Bu sadece patriğe mahsus bir kıyafet

mi?

- Patrik, despot, üst kademedekilerin hepsi bunları giyer.

- Papazdan sonraki ruhanîler yani?

- Evet. Bunlar daimî kıyafetleridir. Ayini yönetirken giydikleri başka

kıyafetler var.

- Onlarda da başlık var mı? Şapka türü bir şey?

- Var var . “Çatal tak” tak yani kralın giydiği taç, çatal şeklinde taç

demek anlamındadır. Onu giyerler. Değişik giysileri var onları

giyerler. Değişik takıları var.

- Değişik renkler kullanılıyor mu?

- Evet, değişik el işlemeli kıyafetler var. Bir gün düğünde mesela

piskoposun olduğu bir düğünde bulunursanız bunu görme imkanınız

olur.

- Papaz ayini yaparken başı açık mıdır?

Page 98: ASİFE ÜNAL

91

- Hayır, onun da ayin giysileri var ve başı kapalı.

- Ama ayini idare edenin dışında herkesin başı açıktır, mesela sizlerin,

mugannilerin ?

- Evet, açıktır. Ama ayin esnasında özel kıyafetimiz var. Onları giyerek

icra ederiz.

- Onlar tamamen geleneksel şeyler mi? Bir şey ifade ediyor mu yani bir

şeyleri sembolize ediyor mu?

- Hayır. Muganniler olarak öyle giyeriz.

- Mesela o çatal tak dediğiniz neyi sembolize ediyor?

- Piskoposun giydiği şapkası.

- Bu şapka bir şeyleri mi sembolize ediyor. Belki Tanrının krallığını mı

sembolize ediyor. Bir nevi kral gibi mi? Belki Tanrı’nın yeryüzündeki

temsili gibi mi?

- Ben bunu bilemeyeceğim. Bununla ilgilenenler var mutlaka.

- Nişan Bey, gelin evlenirken gelinliğinde diğer şeylerden farklı

herhangi bir özellik var mı?

- Gelinlik tamamen örtülmüştür. Yüzü dahi örtülmüştür.

- Gelinin giydiği kıyafetin üzeri mi örtülüyor?

- Evet. Beyaz olur kıyafet.

- Gelinliğin kendi tül duvağı olabilir mi?

- Evet evet o şekilde gelir, ayin bittikten sonra sağdıcın hanımı, sağdıç

düğünde başlarına haç tutan, yani şahit olmuş oluyor, sağdıcın hanımı

bir kenarda durur. Ayin bittiği zaman o, gelinin yüz örtüsünü açar.

Ondan sonra tabi geriye doğru hareket edilir. Ayin bitmiştir artık.

Kilisenin ortasında sıralanılır. Davetliler tebrik eder sırayla bu şekilde

tören biter.

- Gelin niye yüzünü ve başını örtüyor acaba?

- Geleneksel.

- İbadet esnasında kadın ve erkeklerin oturuş düzeni nasıldır?

- Erkekler sağ tarafta, kadınlar sol tarafta. Yer kalmazsa erkekler veya

kadınlar birbirinin tarafına geçebilir. Evli de olsalar ibadet esnasında

ayrı otururlar. Düğün davetlileri geliyor. Erkek tarafından davetliler

Page 99: ASİFE ÜNAL

92

erkeklerin bulunduğu yere gelirler. Kız tarafından davetliler ise kadın

tarafına gelirler.

- Orda da kız tarafı erkek tarafı o şekilde ayrılır demek. Çok teşekkür

ederim Nişan Bey181

Görüldüğü gibi Ermenilerde örtünme anlayışı kendine has özellikler

taşımaktadır. Günümüzde Ermenilerde kadının örtünmesi, diğer

Hıristiyanlarda olduğu gibi, ibadete has hale gelmiştir.

cb. Ortodokslarda Örtünme Anlayışı

Hıristiyan dünyasında kilise isimleri büyük önem taşımaktadır. Her kilise

kendi özelliklerini ve diğerlerinden farkını belirtmek için bazı isimler/sıfatlar

benimsemiştir veya başkaları tarafından öyle nitelendirilmiştir. Ortodoks

Kilisesi de bunlardan biridir. Bizans Kilisesi’nin Ortodoks ismini alması,

1054’deki Doğu ve Batı ayrılmasından sonra olmuştur. Batı Hıristiyanlığının

merkezi Roma, Doğu Hıristiyanlığının merkezi ise İstanbul’dur. Bu iki merkez

farklı anlayışları benimsemiş ve kendisinin üstünlüğünü öne çıkararak diğerine

hakimiyetini kabul ettirmek istemiştir. Yedinci Konsil olan II.İznik

Konsili(787)182 görüşmelerinden sonra iki kilise arasındaki rekabet su yüzüne

çıkmıştır. Bu sürtüşme, 1054 tarihinde, Doğu ve Batı Kiliselerinin kesin olarak

ayrılmasına yol açmıştır. Roma Kilisesi, o güne kadar sıfat olarak kullandığı

“evrensel” anlamına gelen Katolik; Bizans Kilisesi de “öze bağlı” anlamına

gelen Ortodoks Kilisesi olarak nitelendirilmiştir. Roma’nın üstünlük iddiasına

karşı Bizans Patrikliği, kendisinin “doğru yol”da bulunduğunu ve “üstün”

olduğunu ispatlamak için Ortodoks nitelemesini benimseyip günümüze kadar

getirmiştir. Ancak Rus Ortodoks Kilisesi de ortaya çıkıp patriklik haline

181 06.06.2003 tarihinde İstanbul’da Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Mugannisi Nişan Çalgıcıyan

ile yaptığımız görüşmeden. 182 Hıristiyanlığın tarihçesi ve konsiller için bkz. Mehmet Aydın, Hıristiyan Kaynaklarına

Göre Hıristiyanlık, Ankara 1995.

Page 100: ASİFE ÜNAL

93

gelince İstanbul Merkezî Ortodoksluk, Fener Rum Patrikliği, Rum Ortodoks

Patrikliği veya Kilisesi olarak anılmıştır.183

Türkiye’deki Ortodoks Hıristiyanlar temel iki grupla temsil

edilmektedir. Bunlardan biri, Rum Ortodoks Kilisesi veya Fener Patrikhanesi,

diğeri Türk Ortodoks Kilisesi/Patrikhanesidir. Süryaniler de kendilerini

Ortodoks diye nitelemekle birlikte İstanbul Ortodoks Kilisesine bağlı

olmadıkları ve Monofizit oldukları için onları Süryaniler olarak ayrı bir

kategoride değerlendirmek uygun olacaktır.

Rum Ortodoks Hıristiyanların büyük çoğunluğu günümüzde İstanbul’da

bulunmaktadır. Bu Hıristiyanlar asırlardır Türklerle beraber yaşamakta ve dinî

kurallar dışında kalan konularda Bizans-Grek kültürü ile Türk kültürünün

etkisini yansıtmaktadır. Türk Ortodokslar ise Türk kültürünü yansıttıkları için

“özel dinî konular” dışında Türk milleti ile aynı gelişim çizgisini

sürdürmektedir.

1. Rum Ortodokslarda Örtünme Anlayışı

Türkler, Anadolu’ya geldikleri XI. yüzyıldan itibaren Ortodoks

Hıristiyanlarla, özellikle de Rum Ortodoks Hıristiyanlarla karşılaşmışlar ve bin

yıldan beri Türkiye’nin değişik bölgelerinde bir arada yaşamışlardır.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, kenti yeniden

canlandırmak gereğini duydu. “Kentin nüfusu zaten fetihten önce de iyice

azalmıştı; Rumların sayısı 50.000 kadardı. Yeni sakinler Müslüman Türkler ile

çeşitli Hıristiyan topluluklardan oluştu. Rumlar genel olarak denize yakın ve

Müslüman halkın yaşadığı merkezlerden uzak yörelerde yerleştirildiler.

Sonradan İstanbul'a gelen Rumlar da aynı yörelere yöneldiler. Bu yerleşim

bölgeleri eski kiliselerin bulunduğu yerlerden saptanabilir. Beyoğlu'nun daha

oluşmadığı 19. yy öncesinde Epirliler (genelde ekmek fırını işletirlerdi ya da

öğretmendiler) Ayios Demetrios ve Ayios Yeoryios kiliselerinin etrafında, yani

183 Ortodoks Hıristiyanlık, özellikleri ve diğer kiliselerden farkları için bkz. Günay Tümer-

Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ankara 2002, s.267-270,300-301; Mehmet Aydın, “Batı ve Doğu Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”, AÜİFD., Ankara 1985, XXVII/123-148; Ahmet Hikmet Eroğlu, “Doğu Batı Kiliselerinin Ayrılış Sebepleri”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Ankara 1999, S.5, s.389-413; Münir Yıldırım, Günümüz Yunan Kilisesi Üzerine Bir Araştırma, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2003, s.39-54.

Page 101: ASİFE ÜNAL

94

Edirnekapı'da Fevzi Paşa Caddesi ile surlar arasındaki Sarmaşık'ta yaşardı.

İnşaat işçileri Vianga'da (Yenikapı'da) Ayios Teodoros Kilisesi civarında;

Kaşıkadalı (Marmara Adası'nın yakınındadır) kayıkçılar Hasköy'de Ayia

Paraskevi yakınında; Sakızlı tüccar ve gemiciler Galata'da İoannes Prodromos

Kilisesi etrafında ve ayrıca Tatavla'da (bugün Kurtuluş), Haliç'te Yemiş

İskelesi'nde; Manililer de (Güney Moralı) Tatavla'da; içkili aşevlerini işleten

Konyalılar da Galata'nın Ayios Nikolaos Kilisesi yakınında bulunurdu.

Kapadokyalı Karamanlılar Samatya'nın batısında Ayios Konstantinos Kilisesi

civarında, Midillililer Kondoskali'de (Gedikpaşa), On İki Adalı kayıkçılar,

Simi Adalı dalgıçlar ve Kalimnoslu süngerciler Galata'nın Balıkpazarı'nda

yaşarlardı. Fener bölgesi ise daha çok bir tür "Bizans'' nüfusunu barındırırdı.

Surlar dışındaki kimi İstanbul yörelerinde Rumlar, nüfusun önemli bir

kesimini ya da çoğunluğunu oluşturdu. Galata'da Batılı tüccarlar ve gene ticaret

yapan Yahudilerle Rumlar yarışırdı. Yarış hem ticaret alanında hem de "lüks"

bir yaşam sürdürme alanında oldu. Üsküdar'da Rumlar, Anadolu ticareti

alanında çalıştılar. 17. yüzyılda Rum tüccarlar, Fransız tüccarlarıyla rekabet

etti, Rumlar ayrıca Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya, Büyükdere,

Çengelköy gibi yörelerde de yoğun olarak yaşadılar.

Osmanlı Devleti içinde Rumların en yoğun yaşadıkları bölge İstanbul'du.

Kenar semtlerdeki genellikle küçük ve gösterişsiz olan kiliselerin etrafında

barınan Rumların üst ve daha zengin kesimini, 18. yüzyılda tüccarlar, inşaat

ustabaşıları, doktorlar, kuyumcular, saatçiler, tercümanlar oluşturdu. Bütün bu

insanlar Rum milleti olarak "millet başı" olan patriğin yönetimi ve sorumluluğu

altında yaşamakla birlikte kendilerine özgü "yerel cemaatler" de(koinotes)

oluşturdular. Bu yerel cemaatlerle ilişkili bize varan bilgiler özellikle 18. ve 19.

yüzyıldaki cemaatlerle ilgilidir. Kendilerine özgü bir örgütlenme ve yönetim

biçimi sergileyen bu cemaatler mahallelerde, köylerde ve adalarda görüldü. Bu

yerel cemaatlerin kökeni hakkında farklı görüşler vardır. Kimi tarihçilere göre

antik dönemlerden beri süregelen bir toplumsal örgütlenme biçimiydi;

kimilerine göre Osmanlı yönetimi sırasında genellikle vergilerin toplanmasını

daha kolay kılmak için oluşturulmuş bir yönetim birimiydi; ya da Bizans

döneminde yerel gereksinmeleri karşılamak için oluşturulmuşlardı. Kökenleri

Page 102: ASİFE ÜNAL

95

ne olursa olsun, bu küçük toplumsal birimler çok önemliydi. Rumlar yerel

cemaatler içinde kimi alışkanlıklar ve inançlar edindiler; Ortodoks olmaları,

millet sistemi içinde öteki milletlerden ve özellikle Müslüman topluluklardan

ve devletten ayrı bir kimlik taşımaları, toplumsal bir birim olarak var olmak ve

etkili olmak için örgütlü olmak gerektiği gibi. Bu yerel cemaatler vergi

toplayan, yaşlılarını, yoksullarını koruyan, üyeleri arasındaki davaları halleden

bir tür küçük özerk toplumsal birimler gibi çalıştılar.

Rumlar içinde yerel cemaatlere paralel olarak loncalar da gelişmişti. Dar

meslek çıkarlarını korumak için kurulan bu loncalar, din gruplarına göre ayrı

ayrı örgütlenmişti. Ancak bu bir kural olmayıp, örneğin kürkçülerde olduğu

gibi Müslüman ve Hıristiyan ortak loncalar da vardı.”184

Giyim kuşam bakımından Rum Ortodokslar, diğer konularda olduğu gibi

Bizans kültürünün kaynak teşkil ettiği bir anlayış ve uygulama içindedir.

Osmanlı döneminde Rumların giyim kuşamları ile ilgili olarak, Yahudiler

bölümünde söz edilen, birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Yayınlanan bazı

emirnameler Yahudiler gibi Hıristiyan tebanın da giyim kuşamını

düzenlemiştir. Ancak bu düzenlemeler genellikle renk sınırlaması ile olmuş,

burada da çoğu zaman kadın giysisine müdahale edilmemiştir. Belirtildiği gibi,

gayrimüslim kadınlar dilerlerse Müslüman kadınlar gibi giyinebilmekte idi.

Zaten o dönemin giyim kuşamı genellikle aynı özellikler taşımakta idi. Daha

önce sözü edilen Osman Hamdi Bey’in hazırladığı Osmanlı Döneminin

giysilerini anlatan sergi ve albümde Rum giysilerinden de örnekler verilmiştir.

Osmanlı Döneminin 1552-1556 yılarını anlatan “Türkiye’nin Dört Yılı”

adlı kitapta Rumların mor renkte giydiklerinden söz edilmektedir.185

Thevenot da, 1655-1656 yıllarının İstanbul’undaki Rumların kıyafetleri

ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “Hükümdarın Müslüman olmayan

tebaası Hıristiyan ve Yahudilerdir. Hıristiyanların en büyük grubu, ne

başlarında ne de ellerinde kullanmaya cesaret edemedikleri bazı renkler hariç

Türklerle aynı tip elbiseleri giyen Rumlardır. Yalnız onlar değil, fakat aynı

zamanda genellikle bütün Türk olmayanlar da ister Hıristiyan ister Yahudi,

Hükümdarın tebaası olsun ya da olmasınlar ne başlarına giydikleri

184 miniDEV - Farklı Renkler Farklı Kültürler - Rum Kültürü - Rum Cemaatleri.htm.

Page 103: ASİFE ÜNAL

96

serpuşlarda ne de elbiselerinde yeşil kullanmaya cesaret

edemezler...Hıristiyanlar beyaz sarık giymeye de cesaret edemezlerdi... Fakat

onlar yeşilin dışında bütün renkleri kullanabilirler, kırmızı ve sarı kullanmaları

da onlar için tehlikelidir çünkü askerler bu renklere düşkündürler.

Hükümdarın tebaası olan Hıristiyanlar sarı pabuç giymeye de cesaret

edemezler...sadece kırmızı giyerlerdi.

Rum papaz ve rahipleri daima siyah renkte elbise giyerlerdi. Siyah bir

başlıkları vardır, bunun çevresinde ise beyaz bezden bir şerit bulunur ve sırt

üzerinde asılmış olan siyah bir kumaş parçası başlığa tutturulmuştur. Uzun

saçları vardır...Rumlarda kızlar evlenmeden önce gösterilmezler, sonra da

uzun zaman saklı tutulurlar, akrabalarını görmeye izin verilmez, görülmek

korkusu ile kiliseye gitmezler. Ben Rodos’ta henüz evlenmemiş iki kız kardeşi

olan bir kızın evlendiğini gördüm. Onlar merasime de düğün şenliklerine de

görülme korkusu ile gelmediler”186

Günümüzde İstanbul’da yaklaşık 3500 civarında Rum Ortodoks Hıristiyan

yaşamaktadır. Bunların hayat tarzları ve giyim kuşam biçimleri Grek

kültürünün ve kendi mezhep anlayışlarının izlerini taşımaktadır. Rum

Ortodoks anlayışına, ilk dönem Grek anlayışının Doğu’ya özgü karakteriyle

Hıristiyan kültürünün birleşmesi demek mümkündür. Bu anlayış; İstanbul’un

Türkler tarafından fethinden sonra, günümüze “millî bir kilise anlayışı” içinde

ulaşmıştır.

Türkiye’deki Rum Ortodoksların evlenme, ölüm ve diğer gelenek ve

göreneklerini Rum Kilisesi kurallarına ve kendi adetlerine göre yapacakları

Fatih Sultan Mehmed’in Ferman’ında belirtilmiştir. Rumların örtünme kuralları

da bu Ferman’ın ve sonraki fermanların verdiği imkân ile Rum adet ve

kurallarına göre uygulanmıştır.187

Süreyya Şahin’in verdiği bilgiye göre Papaz (ve -bilhassa Doğu ve Roma

Kiliselerinde- onun yanında çalışan diakonlar) özel elbiseler giymektedir; o

elbiselerin şekil ve renkleri özel bir kanuna tabidir. Mesela oruç ve tövbe

zamanlarında menekşe renklidir; normal pazar günlerinde yeşil vs. Sunakta

185 Türkiye’nin Dört Yılı- 1552-1556, s.140. 186 Thevenot, 193-194,196. 187 Bkz. M.Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul 1980, s.44-85.

Page 104: ASİFE ÜNAL

97

bulunan örtülerin renkleri bazen, eski usullere tâbi, kilise yılının gereklerine

göre değişmektedir.188

Günümüzde dinî giysilerle ilgili kurallar devam ettirilmekte, papaz ve

rahibeler genellikle siyah bazen de lacivert giymektedir. Siyah cübbe üzerine

genellikle büyük bir kolye takılmaktadır. Baş mutlaka kapalı olmakta, bunun

için erkekler üst kısmı daha geniş olup hafifçe sivrilen silindirik yüksekçe bir

başlık ve üzerine arkaya doğru atılan siyah büyük örtüler kullanmaktadır.

Rahibelerin örtüleri de siyah veya laciverttir.

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ile yapılan mükerrer görüşme ve

yazışmalardan sonra yaptığımız ziyarette görüştüğümüz Yorgo Benlisoy,

öncelikle Fener Rum Ortodoks Patrikliği isminin kullanılmasının doğru

olmadığını doğrusu Ekümenik Patrik olmakla beraber bunu

kullanamadıklarını189 belirterek “ Rum Ortodoks Patrikliği tabiri yanlıştır. Rum

Roma’dan gelmektedir. Rum Ortodoksluk Roma’dan kalma bir tabirdir ama

etnik bir kimlik değildir. İstanbul Patrikliği demek daha genel bir anlam ifade

eder. Osmanlı zamanında Bulgarlar da Slavlar da herkes buraya yani İstanbul

Kilisesi’ne bağlı. Burası millî/ulusal bir kilise değil. Ulusal kiliseler Fransız

İhtilalinden buradan ayrılıp kurulan kiliseler Bulgar Kilisesi gibi millî kimlikle

çalışan kiliseler. Biz istesek de ulusal olamayız, milliyetçi olamayız. Çünkü

milletler üstü ve daha geniş anlamda hizmet veren bir kurumuz.” demiştir.

Yorgo Benlisoy “Katolikler için Vatikan ve Papa gibi mi?” sorumuza tam

olarak çakışmadığını söyleyerek cevap vermiş ve şöyle devam etmiştir:

“Hıristiyan dünyasında Katolik Kilisesi çok merkeziyetçidir. Bütün din

adamları direkt Papa’ya bağlıdır. Bizde ise yerel din adamları, yerel

yöneticiler, episkoposlar -ki müftüye tekabül eder- kendi bölgelerinde, kendi

alanlarında güçlüdürler. Onlar kendi bölgelerinde Patriği seçerler, bölge için

kendileri karar verirler. O kadar merkeziyetçilik yoktur. Protestanlarda

merkeziyetçilik ve organizasyon hiç yoktur. Protestanlarda her cemaat ayrıdır.

188 Şahin, 115. 189 Bu konuda bkz. Mehmet Çelik, Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi, İzmir 1998;

Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesinin Ökümeniklik İddiasının Tarihi Seyri(325-1453), İzmir 2000.

Page 105: ASİFE ÜNAL

98

Ortodokslarda 15 tane birbirinden bağımsız, ast üst ilişkisi olmayan kilise

vardır. Burası onlardan bir tanesidir fakat eşitler arasında birinci sıradadır.

Manevî olarak yukarıda ama oy hakkı hep eşit olur.”190

Ortodoks Kilisesinde kadınların örtünmesi konusunda Hz. Meryem’in

kapalı olması kaynak gösterilmektedir. Fener Patrikhanesi içinde bulunan Aziz

Stefenos Kilisesi’nde hemen girişin sağında bulunan Meryem Ana ikonunun

başının iki başörtüyle kapalı olması yetkililer tarafından dikkatlerimize

sunulmuştur. İki başörtü ile başın kapatılmasına rağmen boynun bir kısmının

açıkta kalmış olması, muhtemelen Hıristiyanlara bu konuda örnek teşkil

etmiştir. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce üzerine bağlanıp kırbaçlandığına

inanıldığı için kutsal kabul edilen bir taşın da bulunduğu Fener Patrikhanesi

Aziz Stefenos Kilisesinde diğer kiliselerden ayrıca üç azizeye ait lahitler yer

almaktadır. İçlerinde kemiklerinin bulunduğu belirtilen üç tabuttan birisinin

Azize Efimiya’ya ait olduğu belirtilmiştir. Azize Efimiya ile ilgili bir rivayet

anlatılmıştır. Kadıköy Konsilinde yapılan tartışmalar üzerine oluşan tezler, iki

rulo halinde Kilise içinde muhafaza edilen Azize Efimiya’nın yanına konur.

Ertesi gün tabut açıldığında tezin biri Azize Efimiya’nın elinde, diğeri

ayaklarında bulunur. Bunun üzerine elindeki tez kabul edilir. Bu tezi kabul

etmeyen Nesturi, Süryani kiliseleri ayrılır. Her birinin kemiklerinin muhafaza

edildiğine inanılan tabutlarının başında resimlerinin de bulunduğu ve

resimlerde üç azizenin de örtülü oldukları görülmüştür. Aziz Stefenos

Kilisesi’nde önceleri kadınların kullandığı belirtilen üst kat, şimdi alt katta yer

kalmaması durumunda erkek veya kadın karışık olarak kullanılmaktadır.

Günümüzde İstanbul’da yaşayan Rum Ortodoks kadınlar günlük hayatta

başları açık olabildiği gibi yaşlı kadınların örtü kullanabilmekte, ibadet

esnasında başın kapalı olunmasına özen gösterilmektedir.

2. Türk Ortodokslarda Örtünme Anlayışı

Türklerden bir kesim Ortodoks Hıristiyanlığı benimsemiş ve 1921 yılına

kadar da İstanbul Ortodoks Patrikliğine bağlı olarak varlıklarını

sürdürmüşlerdir. TBMM, Anadolu Hıristiyanlarının büyük bir kısmının Türk

190 Yorgo Benlisoy ile 13 Haziran 2003 tarihinde Fener Patrikhanesi’nde yaptığımız

Page 106: ASİFE ÜNAL

99

olmasını dikkate almış, yapılan müracaatları ve gelişmeleri de değerlendirerek

1921 yılında Türk Ortodoks Patrikliğinin kurulması kararını almıştır. Türk

Ortodokslar ile Rum Ortodokslar arasında temel inançlarda ve ibadetlerde

benzerlik olsa da yaşayış biçimlerinde ve bazı uygulamalarda farklılıklar

bulunmaktadır.

görüşmeden.

Page 107: ASİFE ÜNAL

100

Türk Ortodokslar bir yandan daha önce bağlı oldukları Rum

Patrikhanesi’nin Bizans kaynaklı ritüel ve geleneklerini devam ettirirken bir

yandan da Türk örf ve adetlerini uygulamaya çalışmaktadır. Bugün Erenerol

ailesinin fertlerinin oluşturduğu Türk Ortodokslara göre, dinin temelinde var

olan ve Pavlus’un Mektuplarında istenen başın örtülmesi, erkek egemen

toplumların kadına dayatması olarak uygulanmıştır. Bununla birlikte bugün

kadının örtünmesi, özellikle de bunun erkeğin hakimiyetine bağlanması kabul

edilebilir bir şey değildir.

Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü ve III. Patrik Selçuk

Erenerol’un kızı Sevgi Erenerol’a göre, Türk Ortodoksların Anadolu’da

yaşadıkları dönemde yaşlı kadınlar yörenin giysilerine uygun giyiniyorlardı.

Ancak Cumhuriyetle birlikte başın örtülmesi tamamen terkedilmiştir.

Cumhuriyetten bu yana Türk Ortodoks kadınları kilise içinde de, özel

hayatlarında da başlarını örtmemektedir. İlk Türk Ortodoks Patriği Papa Eftim,

kilise dışında dinî kıyafetlerini giymemiş ve kisve kanun çıkmadan önce191

tüzüklerine rahiplerin dışarıda dinî kıyafetlerini giymemeleri hükmünü

yazmıştır.

Türbanın Hıristiyanlıktan geçme olduğunu ve bugün Türk milletini

bölmek, parçalamak için kullanılan siyasî bir simge olarak kullanıldığını

savunan Sevgi Erenerol’a kız kardeşi, günümüzde kadının başını örtmesini

çağ dışı olarak nitelendirerek katılmaktadır. Türk Ortodoks Kilisesinin bu

konudaki görüşlerini, bizzat yetkilisi Sevgi Erenerol’un sözleriyle sunmak

uygun olacaktır:

- Sayın Erenerol, Türk Ortodoks Patrikhanesinin örtünme anlayışı ile

ilgili bilgi verebilir misiniz?

- Türk Ortodoks Patrikhanesinde örtünme konusu tabi genel

Hıristiyanlık çerçevesinde ele alacak olursak, Hıristiyanlıkta erkeğin

başı Mesih’tir, kadının başı da erkektir. Dolayısıyla erkeğin nasıl

Mesih’i yüceltmesi gerekirse, kadının da erkeğini yüceltmesi gerekir,

denildi ve o yüzden bu türban kelimesi de zaten Hıristiyanlıktan

191 Kisve kanunu ve Türk Ortodokslar için bkz. Elçin Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul

Rum Patrikhanesi, İstanbul 2003; Süleyman Yeşilyurt, Atatürk’ten Bugüne Bilinmeyen Yönleriyle Türk Ortodoks Patrikhanesi, Ankara,ty., II. Baskı.

Page 108: ASİFE ÜNAL

101

gelmiştir Müslümanlığa da; dolayısıyla kadının başının örtülü olması

söz konusudur. Fakat ne yazık ki bu olay sadece başlangıçta

kabullenildi. Ama zamanla Batı’da yapılan Rönesans girişiminden

sonra tamamıyla bu olay kalktı. Ama bizler Türk Ortodokslar olarak

Anadolu’da yaşadığımız zaman zarfında Türk örf ve adetlerine uygun

olarak bizim de yaşlılarımız bilhassa başını örterlerdi.

- Bulundukları yöredeki Anadolu kadını nasıl örterse öyle mi?

- Tabi, aynı şekilde yöresel olarak örtünürlerdi. Gördüğüm kadarıyla

Gagavuzlarda yine mabede, kiliseye girerken baş örtülüyor. Ruslarda

aynı şekilde kiliseye girerken baş örtülüyor. Fakat biz Cumhuriyetten

beri kiliseye girerken başımızı örtmüyoruz. Normal yaşantıda da kati

surette hiçbirimiz baş örtmüyoruz.

- Yaşlı, genç...

- Yaşlı, genç Cumhuriyetten sonra herkes başını açmıştır. Dediğim gibi

bu Hıristiyanlığın temelinde olan bir şeydir. Birazda herhalde dinlerin

hep erkekler tarafından ortaya çıkması ve erkek egemenliğinin sürmesi

için kadına böyle bir baskı uygulandığını düşünüyorum.

- Pavlus’un Mektuplarında geçtiği gibi değil mi?

- Tabi, Pavlus’un Korintoslulara yazdığı mektupta aynı şekilde bunu,

kadınların başlarını örtmesi gerektiğini söylüyor.

- Türk Ortodoks Patrikhanesinde erkekler her halükarda açık mıdır?

Kiliseye girerken başları açık mıdır?

- Evet.

- Rahip konumunda olan, ayini yöneten kişi veya kişilerin giydiği

herhangi bir başlık var mıdır?

- Patriğin başına giydiği bir taç veya bu şekilde bir başlık (arkasında

asılı resmi gösteriyor) var ama...ismi...

- Bu başlığın özel bir ismi var mı?

- Özel bir ismi var ama Rumca bir ismi var ama ben onu bilmiyorum.

Öyle bir şapka...

- Kolej şapkasına benzer şekilde silindir bir şapka, üst tarafı biraz daha

geniş...

Page 109: ASİFE ÜNAL

102

- Evet, öyle silindir bir şapka...Daha çok Patrik zamanlarında bu şeyler

kullanılıyor. Sıradan papazların hiçbirisi şapka kullanmaz, baş

tamamen açık olur.

- Giysi nasıl olur?

- Giysi...Pazar günlerinde, dini günlerin anlamına istinaden çeşitli

renklerde giysiler vardır. Siyah özel olmayan genel bir kıyafet olarak

hem papaz giyer hem patrik giyer. Bir de tabi cenaze ayinleri

olduğunda herkes siyah giyer. Onun dışında herhangi bir şey yok...

- Mesela beyaz giyebilir?

- Beyaz şöyle bizde var, sırmalarla işli olarak var, düz beyaz bir kıyafet

hiç olmuyor. İşlemeli,sırmalı şekilde beyaz olur, aynı şekilde kırmızı

var, mor var, yeşil var. Patriklerin üstüne böyle kralların taktığı gibi

şeyler vardır ya pelerin türü, o tür şeyler kullanıyorlar.

- Bunların gerekçesini biliyor musunuz?

- Bilmiyorum. Herhalde Bizans İmparatorluğunun verdiği şeyler bunlar.

İhtişam...Dikkat ederseniz, Ortodoks mezhebinde şaşaa çok önemli.

Kiliselerin iç yapısı olsun, mimarisi olsun, papazların kılık kıyafeti

olsun hepsi o Bizans’ın şaşaasını tanıyan bir görünümde devam ediyor.

- Türk Ortodokslarda da öyle mi?

- Tabi. Biz zaten Anadolu’da iken direkt olarak Patrikhaneye bağlı idik.

Osmanlı’nın bütün Hıristiyanları Batıda Rum Patrikhanesi’ne

Doğudakilerde Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı idi. Dolayısıyla biz bütün

rituelleri, ayinleri, görenekleri hepsini temeli Bizans olan kaynaktan

aldık. Ama bizim bir farkımız biz bunu Türkçe olarak, ibadeti

yaparken Türkçe’ye çevirdik ama bütün şeyler, dinî anlamdaki

konular, ayinler hepsi Bizans rituelleriyle yapılıyor.

- Bu şekilde de devam ediyor, diyorsunuz?

- Evet aynı şekilde hiçbir ayrıcalık yok sadece işte milliyet farkı var.

- Kilise dışında hanımların başörtü dışındaki giyim kuşamları da

tamamen kendi kültürleriyle, bulundukları ortamın, tahsilin, görgünün,

iklimin tesiriyle oluşur diyorsunuz? Yani zevke göre değişir?

- Evet evet tamamen öyle, hiçbir zorlama yok.

Page 110: ASİFE ÜNAL

103

- Yani bugün bir Müslüman Türk kadını ne giyiyorsa bir Türk Ortodoks

kadını da aynı şekilde giyebilir?

- Evet aynı şekilde giyebilir, hiçbir zorlama yok. Hatta Dedem Kisve

Kanunu çıkmadan önce kendi rahipleri için giydikleri kilise

kıyafetlerini mabet dışında kullanmamak üzere bizim kilise

tüzüğümüze yazmıştı. Sadece dedi, kilise içinde bu kıyafeti

giyebilirsiniz. Kendisi de, ben çok iyi hatırlıyorum, yazlıkta otururken

Pazar günü bu tarafa ayine geleceğinde siyah kostümünü giyerdi.

Kravatını gömleğini giyerdi, o şekilde gelirdi. Dedem o dinî kıyafetini

ancak çok büyük resmî törenlere davet edildiğinde kullanırdı. Onun

dışında normal kıyafetini giyerdi. Zaten böyle bir mecburiyet yok. Dinî

açıdan illâ da papaz kıyafetiyle dolaşacak diye bir şey yok. Herkes

normal kıyafette. Hatta bir kısım dinî adamların başka meslekleri de

vardır. Dedem onu da aynı şekilde tüzüğümüze koymuştu. Herkesin

kendi mesleğinde çalışmasına müsaade edilir ama ruhban sınıfına

girerek ruhaniyetle de ilgilenenlerin ayin zamanından sonra kalkıp o

şeyi uygulayabilirler. Meslek sahibi olmalarında hiçbir engel yok.

- Türk Ortodoks Kilisesi’nde rahibeler var mı?

- Hayır. Hiçbir şekilde yok.

- Başlangıçtan beri yok mu?

- Evet başlangıçtan beri hiçbir şekilde yok, hiç olmadı.

- Ruhban sınıfı erkeklerden oluşuyor yani. Peki ruhban sınıfını diğer

Ortodoksların ruhbanlarından ayıran özellikler, mesela evlilik?

- Bizde evlilik en üst seviyedeki ruhbana kadar serbesttir. Evlenmeme

diye bir şey yoktur. Dedemin en büyük özelliği biz bir cemaate hitap

ettiğimiz için, cemaatin sorunlarına cevap vermemiz gerektiğinden,

ben şayet bir aile ortamını bilmezsem bir evlat sevgisi nedir, hanım

nedir bunu bilmezsem benim o cemaate yardım etmem mümkün

değildir. Onun ne hissettiğini, ne istediğini anlayabilmem için benim

kendim bu tecrübeyi yaşamış olmam lazım. O yüzden Dedem kati

surette ruhbanlar evlenemez, diye bir tahdit koymamıştır. Bu zaten

Hıristiyanlıkta da yoktur. Ruhban evlenmeyecek, bekar kalacak diye.

Page 111: ASİFE ÜNAL

104

Bunu sonradan kiliselerdeki birtakım rahipler o da büyük ihtimalle

kendi art fikirlerinden kaynaklanarak böyle bir mecburiyeti getirdiler.

Bugün normalde Protestanlarda bu yoktur, serbesttir; onlar da

rahatlıkla evlenebiliyorlar. Katoliklerle Ortodoksluğun bir bölümünde

bu mecburiyet devam ettiriliyor. Bunun da tabi çok yanlış

yönlendirmeleri oluyor. Bir kere tabiata aykırıdır, doğaya aykırı bir

oluşumdur. Dolayısıyla bunun bir an önce zaten ortadan kaldırılması

gerekiyor.

- Biraz önce Pavlus’un Korintoslulara mektubundan söz ettiniz ve

oradaki, kadının erkeğe tâbi olması ve tâbiyetin alâmeti, işareti olarak

da örtünmesi gerektiği şeklindeki ifadeleri hatırlattınız. Genelde

kadınlarla erkeklerin ilişkileri nasıldır Türk Ortodokslarında, yani

geçmişteki diğer toplumlarda da genellikle gördüğümüz gibi erkeğin

kadına tam bir tahakkümü söz konusu mudur? Erkeklerle kadınların

ilişkileri nasıldır? Kadın ikinci sınıf vatandaş gibi midir? Bizi bu

konuda aydınlatabilir misiniz?

- Yok öyle bir şey. Ben mesela babaannemle dedemin ilişkisini

biliyorum. Kati surette her zaman babaannem söz sahibi idi, dedem

Türk Ortodoks Patriği olmasına rağmen babaannem söz sahibi idi,

bütün yönetim onun kontrolünde idi. O nasıl isterse o şekilde

yönlendirildi. Evde hakimiyet her zaman babaannemin idi.

- Türk Ortodokslarda asli suç, asli günah var mı? Vaftiz?

- Vaftiz var.

- Niye oluyor vaftiz?

- Hıristiyanlığa kabul için.

- Biliyorsunuz vaftizin bir Hıristiyanlığa kabul yönü var, bir de

Hz.Adem ve Hz. Havva’nın işlediği ve onlar aracılığı ile bütün

insanlığa geçtiğine inanılan aslî günahtan kurtulma yönü var bir çok

Hıristiyan grupta. Sizdeki vaftiz bu şekilde bir anlam taşıyor mu? Türk

Ortodokslarda da doğuştan bir çocuk bu aslî suçu taşıyarak mı

doğuyor?

Page 112: ASİFE ÜNAL

105

- Tabii. Türk Ortodokslar, Hıristiyanlığın bütün temellerini kabul eder,

bir ayrım yoktur. O günahla doğuyor, ondan arınıyor. Ama benim şahsî

fikrimi sorarsanız bu mümkün değildir. Çocuk günahla doğup da daha

o günahın ne olduğunu dahi bilmeden nasıl ben onu o günahtan

arındırıyorum? Sonra o yetkiyi bana kim veriyor? O bence doğru bir

olay değil. Öyle bir şey varsa bile en azından çocukken arındırma

yapılmasın da belirli bir yetişkin duruma gelir, bazı şeyleri anladıktan

sonra o günahtan kendisinin affedilmesini, bu uğurda çalışacağını, iyi

bir Hıristiyan olacağını söylesin, o şekilde bir tören yapılarak

arındırılması daha mantıkî gibi geliyor.

- Sizde vaftiz töreni ne zaman yapılır?

- Çocukken.

- Bir gelenek gibi mi devam ediyor?

- Gelenek gibi. Önemli olan Hıristiyan ancak vaftiz olduktan sonra olur.

Çocuk vaftiz olmazsa Hıristiyan kabul edilmez. Hıristiyan olması için

çocuğun vaftiz edilmesi şarttır.

- Bu aslî suça itenin kadın olduğu inancı kadının, Ortaçağ dönemi için

söylüyorum, ikinci sınıf insan görülmesine yol açmış olduğu kabul

edilir.

- Tabi, kadını şeytan olarak görürlerdi. O yüzden de kadın her türlü

haktan mahrumdu. Kocası ne derse o olurdu. 15-16. yüzyıla kadar

Avrupa’da gayet normaldi. Hatta kadın şeytan kabul edildiği için

İncil’e dahi el sürdürülmezdi. Çünkü İncil kutsaldı ve kadın şeytandı.

Bir yerde insanlar olayları öyle bir duruma getirdiler ki resmen

Tanrı’nın yarattığı kadını aşağılayarak, onu yok sayarak sadece bir

cinsel araç olarak gördüler. Çok şükür medeniyet geliştikçe beyinler bu

tür şeyleri kabul etmez hale geldi. Doğrusu da budur yani ikisinin

arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de Tanrı tarafından yaratılmıştır.

Zaten Tanrı’nın yarattığı her şey çok değerlidir. Bizim insan olarak tek

yapacağımız şey o yarattığı değerlere daha fazla değer vermek.

- Sevgi Hanım, ülkemizdeki türban problemi ile daha doğrusu türban

problemi olarak dillendirilen konu ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

Page 113: ASİFE ÜNAL

106

Türban bir problem midir? Başörtüsü de diyebilirsiniz. Genel anlamda

soruyorum.

- Türk toplumunu parçalamak için, devamlı bir çatışma ortamında

tutmak için her şey kullanılıyor. Ne yazık ki türban da aynı şekilde bir

simge olarak, bir meydan okuma olarak ortaya çıkarıldı. Halbuki biraz

önce de söylediğim gibi Anadolu’dayken benim ailemin de yaşlıları

başörtüsü kullanıyorlardı. Bu toplumda gayet normal karşılanan bir

şeydi. Kimse başörtüsü kullanan bir kimseye ne yan gözle bakardı, ne

bir laf söylerdi. Tam tersine saygı duyulurdu. Özellikle Anadolu’daki

köylü kadınlarımızın o güzel başörtülerini bağlayış şekilleri hepimizin

gözünün önündedir. Ben başörtü denince o köylü kadının kulağının

arkasına atarak veya o tertemiz pırıl pırıl oyalı başörtüsü gelir aklıma.

Bu da kimseyi rahatsız etmiyordu. Ama birileri bunu Cumhuriyete

karşı, Atatürk’e karşı bir simge olarak kullandığı için ister istemez bir

tepki yarattı. Bunu da o tepkiyi yaratmaktan menfaat sağlayan insanlar

devamlı üstüne gide gide bunu bir dinsel olay olarak dayatarak,

kadınımızı da buna mecbur ettiler. Halbuki ben zannetmiyorum ki

türban, demin de söylediğim gibi türban Hıristiyanlıktan gelme bir

olaydı, Kur’an-ı Kerim’de türban diye bir şeyden bahsedilmez. Sadece

bir örtünme olayı söz konusudur. Bunu birileri sırf bu toplumda

devamlı bir ikilik yaratmak, bir karşı duruma getirdiler. Aklı selim olan

bence hiç bu duruma getirmeden çözebilirdi. Çarşaf, kara çarşaf olayı

bile biliyorsunuz Abdulmecid’in bir fermanıyla Türk kadınına empoze

edildi. Bu da demek ki dinsel bir olay değil. Aydınlarımız, ama hakiki

Türk aydınından bahsediyorum, Türk kadınına olan saygısını

göstermek için bu meseleye bir an önce el atıp bu işi bitirmesi lazım.

- Örtünmek istiyorum bu benim inancımın gereği, diyen hanımlar ne

yapmalı? Mesela “Herhangi bir simge olarak düşünmüyorum, hiçbir

şekilde başkaldırı da düşünmüyorum. Ben ülkemin kurallarına da

uygun hareket etmek istiyorum ama ben inanıyorum, benim

Kur’an’ımdaki ayet böyle söylüyor dolayısıyla ben örtüyorum” diyen

bir hanım ne yapmalı? Mesela bir öğrenci, bir memur?

Page 114: ASİFE ÜNAL

107

- Anneannesi, babaannesi, annesi nasıl örtünüyorsa o şekilde örtünsün.

- Diğer Hıristiyanlarda rahibelerin kıyafeti ile ilgili neler

söyleyebilirsiniz?

- Biliyorsunuz rahibelik müessesesinin en güçlü olduğu kurum

Vatikan’dır. Vatikan bile 1967 senesinde yanılmıyorsam bir karar

çıkararak bundan böyle artık rahibelerin de o geleneksel

kıyafetlerinden, normal yaşamın gerektirdiği kıyafetler giyebilecekleri

hatta başlarını da açabileceklerine dair bir izin çıkmıştı. Ben o seneler

bir rahibe okulunda öğrenci idim. Birçok rahibe öğretmenim normal

kıyafetleriyle ama başlarında o meşhur şeylerini takarak derse

giriyorlardı.

- Başlarını örtüyorlardı ama kıyafetleri normaldi öyle mi?

- Evet başlarını örtüyorlardı, kıyafetler normal bizim giyindiğimiz

kıyafetler gibiydi.

- Tamamen başını açan rahibe oldu mu?

- Tamamen başını açan olmadı benim okulumda görmedim ama

normalde izin çıkmıştı...Bakın Atatürk ne diyor: “Kimi yerlerde

kadınlar görüyorum ki başına bir bez ya da bir peştamal ya da buna

benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen

erkeklere karşı ya arkasını çevirir ya da yere oturarak yumulur. Bu

davranışın anlamı, kavramı nedir? Efendiler uygar bir ulusun anası,

ulus kızı bu garip şekle, bu vahşi görünüme girer mi? Bu hal ulusu

çok gülünç gösteren bir görünümdür, hemen düzeltilmelidir.”

(30.Ağustos.1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, s.217). Zaten

en tehlikeli olay da Türk insanının Türklüğünü ortadan kaldırıp, ümmet

şuuruyla İslâmiyet çatısında yok etmek.

- Bunun ardındaki asıl gerekçe bu diyorsunuz?

- Evet, asıl gerekçe Türk insanındaki Türklük şuurunu, bilincini ortadan

kaldırmak. Türk kadını asırlardan beri biliyorsunuz hakanla beraber

aynı şeylere imza atardı. Onun imzası olmadan hakanın imzası geçerli

sayılmazdı. O devirden Cumhuriyette kadını yine utanılacak bir simge,

Page 115: ASİFE ÜNAL

108

bir varlık haline getirdiler. Bence hiçbir Türk kadını bunu kabul

etmemeli.

- Etmemeli ve biraz önce dediniz ki “Hiçbir Türk kadını bu oyuna

gelmemeli, ben inanıyorum ki dinini, inancını yüreğinde yaşayacaktır,

ama asla bunun görünmesi için gösterişe sapmayacak, birtakım

davranışlar içerisinde olmayacaktır”, diyorsunuz?

- Evet, olmayacaktır. Kırzıoğlu, Kıpçaklar kitabında diyor ki; İskender

Doğuya savaşa gidiyor ve oradaki Türk topluluklarıyla karşılaşıyor. Bu

topluluklar Kıpçaklar ve Kumanlar dediğimiz ve hakikaten Türk

ırkının en güzeli bu Kıpçaklar boyu imiş, özellikle de kadınları sarışın

mavi gözlü. İskender’in ordusunda bir hareketlilik başlamış, İskender

olayı fark etmiş. Toplumun yaşlılarına yönelerek “Lütfen sizinle

görüşmek istiyorum” demiş. Yaşlılar buyur etmişler. “Hanımlarınız

çok güzel benim askerlerim hareketlendi. Lütfen hanımlarınız

örtünsünler” diyor. Yaşlılar; “Peki bir görüşelim kendi aramızda”

diyorlar. İskender çıkıyor. Onlar hemen yaşlılar heyetini topluyorlar ve

tartışıyorlar aralarında ve diyorlar ki; “Türk örf ve adetinde kadının

örtünmesi diye bir şey söz konusu değildir. Nasıl ki biz bu zamana

kadar böyle bir şey yaptırmadıysak bundan sonra da yaptırmamız

doğru olmaz. Bizim kadınımızın utanılacak bir tarafı yoktur.”

İskender’e içlerinden biri geliyor, diyor ki; “Bizim kadınımız, bugüne

kadar örtünmedi, bugünden sonra da örtünmeyecektir. Dolayısıyla sen

askerlerine hakim ol”. Geçmişte Türk kadınının bu şekilde kabul

gördüğünün en güzel örneği bence.

Sevgi Erenerol’un söz ettiği bu konu Kırzıoğlu’nun kitabında şu şekilde anlatılmaktadır:“Deşt-i Kıpçak’a gelen İskender, Bozkır’da Kıpçak topluluklarını gördü: Ak tenli, pembe yüzlü, ay ve güneşten daha parlak çehreli, dar gözlü (gözleri çekikçe), insanları baştan çıkaracak kadar ve meleklerde bile bulunmayan güzellikte kimseler. Yüzlerinde hiç örtü olmayan ve bakanları yakan bu güzel kadınlar, erkeklerden çekinmiyorlardı. İskender, bu peri-peykerleri, gümüş gövdelileri görünce, askerlerinin gençlik coşkunluğu ile taşkınlık yaparak kendilerini tutamayacaklarından (ve savaşta bozulacaklarından) korktu. Ertesi gün ta‘zimat için huzuruna gelen ‘Kıpçak Uluları’na dedi ki: Kadınların örtünmeleri daha hayırlıdır; kadın takımı, taş ve demirden de olsa yine kadındır. Yabancıdan çekinmeyen bir kadın, kendi şerefini koruyamadığı gibi, kocasından da utanmıyor demektir. Bunun üzerine Kıpçak’ın Yaşlıları dedi ki: Bu bir töre ve gelenek işidir; sizlerdeki kadınlar örtünük ise, bizde açıktır; örtünmenin namus ve şerefe ne faydası var? Bizim bu adetimizi bırakmamız elimizde değildir.” Bkz. Nizamî, İskendername, Bombay 1887, s62-63, 71-75, 99-101’den

Page 116: ASİFE ÜNAL

109

- Burada zannediyorum özellikle yüz örtme söz konusudur.

- Herhalde, yani kıyafet olarak açık saçık kıyafet giymiyorlardı o

devirlerde muhakkak.

- Güzelliğinin görünmemesi için peçe tarzı bir örtü olsa gerek ki Türk

toplumu hiçbir zaman peçe örtmemiş. Baş örtülmüş, değişik biçimlerde

örtü kullanılmış, ama peçe örtülmemiş. Peçe özellikle Bizans

döneminde çok yaygın olan belki eski toplumlarda yaygın olan bir şey

ve bize oradan gelmiş. Çok teşekkür ederim Sayın Erenerol.

- Ben teşekkür ederim efendim.192

Günümüzde Türk Ortodoks Patrikhanesi yetkililerinin, örtünme

konusundaki düşünceleri, röportajdan da anlaşıldığı üzere, tamamen dinî

anlayış çerçevesi dışında olduğu gibi uygulamada da hayli serbest bir biçim

tercih ettikleri görülmüştür.

cc. Süryanilerde Örtünme Anlayışı:

Patriklik merkezi Şam’da bulunan ve en eski Hıristiyan cemaatlerden biri

olan Süryani (Ortodoks) Hıristiyanların193 örtünme anlayışı, diğer

Hıristiyanlardan biraz daha katı olmakla birlikte değişimden onların da

paylarını aldıkları bir gerçektir.

Süryanilere göre örtünme Tanrı’nın emridir. Süryani Kilisesi’nden

Samuel Akdemir’e göre, Allah’a saygı dışında örtünmenin gerekçeleri

erkeğin ibadetine engel olunmaması ve erkeğin karısını kıskanmasıdır.

Geleneksel olarak eskiden bütün kadınlar başlarını örterken şimdilerde diğer

kiliselerde olduğu gibi Süryani kadınlarında da açıklık tercih edilmektedir.

Ancak rahibeler eskiden olduğu gibi örtünmeye devam etmektedir.

nakleden Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı- Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Türk Tarih Kurumu yay., Ankara 1992, s.101-102.

192 02.06.2003 tarihinde İstanbul’da, Türk Ortodoks Kilisesi’nde, Kilisenin Basın Sözcüsü ve III. Patrik Selçuk Erenerol’un kızı Sevgi Erenerol ile yaptığımız görüşmeden.

193 Süryani Kilisesi’nin teşekkülü ve diğer kiliseler arasındaki konumu ile Süryani kültürü için bkz. Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul 1987; Kenan Altınışık, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul 2004.

Page 117: ASİFE ÜNAL

110

Rahibeler sadece siyah giyinebilmektedir. Çünkü Süryanilere göre siyah yası

simgelemektedir. Diğer din adamları gibi rahibeler de asli günah ve insanların

günahları için yas tutmuş olmaktadır. Ayrıca siyah giyerek hem kendilerine

hem de onları görenlere iffetli davranmak gerektiğini hatırlatmış

olmaktadırlar. Metropolitin giydiği kırmızı elbise İsa’nın insanlığın günahına

kefaret olarak dökülen kanını simgelemektedir. Giysinin arkaya atılan kapşonu

ise evlenmeyen ruhban sınıfının dünya nimetlerini arkasına atışını, önem

vermeyişini sembolize etmektedir.

Süryanilerin görüşlerini194 almak için İstanbul’da Süryani Metropoliti

Yusuf Çetin ve bir kaç defa Süryani Kilisesi temsilcisi Samuel Akdemir ile

görüştük. İstanbul’da Metropolitlik içindeki Tarlabaşı Meryem Ana

Kilisesi’nde de bir duaya katıldık. Müslümanlarla birçok benzerliklerinin

olduğunu müşahade ettiğimiz Süryanilerin İstanbul Metropoliti Yusuf

Çetin’in konu ile ilgili sözleri şöyledir:

- Süryaniler Doğuda asırlarca yaşadı. Topraklarımız, Mezopotamya,

genelde Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda yaşıyorduk. Daha

sonra Suriye, Lübnan, Irak, Hindistan ve bizim Süryani din

adamlarımız ilk asırdan başlamak üzere Arabistan’a kadar gittiler.

Sonra Azerbaycan’a kadar, Çin’e kadar, Rusya’ya kadar gittiler;

Allah’ın kelamını yaydılar. Ve siyaset, politika hiçbir çıkarları yoktu.

O dönemlerde oralara gitmek çok zordu. Şartlar çok zordu. Ve bazıları

ulaşamadan vefat ediyorlardı; açlıktan, susuzluktan, sıcaktan,

soğuktan. Bazıları hayvanlar tarafından parçalanıyorlardı; bazıları

denizlerde boğuluyorlardı. Kimisi bu Allah’ın kelamını yayarken

putperestler tarafından öldürülüyordu, cezaevlerine atılıyordu. Ama

yılmadılar. Sonra bizde mesela, eskiden kiliselerde kanepeler yoktu,

sandalyeler yoktu ve kiliselerde halılar serilirdi böyle, halı üzerine

otururlardı, kadın olsun erkek olsun ama yerleri ayrı, iç içe değil.

- Şimdi nasıl?

- Şimdi de genelde kiliselerimizde ayrı. Kadınlar ayrı oturur, erkekler

ayrı oturur. Daha önce biz Doğudayken, mesela hatırlıyoruz elli sene

Page 118: ASİFE ÜNAL

111

öncesine kadar erkekler önde bayanlar arkada, erkeklerle bayanları

ayıran tahtalardan bir delikli perde, paravan yapılırdı. Sonra genelde

bayanlar ayakkabıları çıkarırlardı, hatta erkekler bile ayakkabısız

girerlerdi. Sonra bayanlar başlarını bağlarlardı. Dua esnasında ayin

esnasında. Çünkü bu İncil’de de yazılı Pavlus diyor ki elçi Pavlus

mektubunda diyor ki: Bayanlar dua ederken başlarını bağlamaları

lazım. Bazıları “Efendim saçları var ne fark eder” diyor. Hayır saç

ayrı, başlarını bağlamaları ayrıdır. Bu saygıdan kaynaklanıyor. Tanrı

önünde duruyorlar, başları bağlı. Erkekler ise başları açık şekilde

duruyor.

- Korintoslulara Mektupta “Kadının başı erkek, erkeğin başı Mesih’tir.

Nasıl ki Mesih’i yüceltmek erkeğin görevi ise aynı şekilde kadın da

erkeği yüceltsin. Bunun için de başında bunun işareti, alâmeti olarak

örtü bulundursun. ” diyor. Doğru mu anlıyorum?

- Evet, Biz diyoruz ki, elçi Pavlus diyor ki; “İsa Mesih kilisenin başı

olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Biz tüm Hıristiyanlar İsa

Mesih’in manevî bedeninde her birimiz birer üyeyiz. Başımız İsa

Mesih’tir. O yüzden İsa Mesih kilisesine sevdiği gibi, kilisesi uğruna

kanını verdiği, kendini kurban ettiği gibi aynı şekilde erkek de karısını

sevmeli ve kilisenin de İsa Mesih’i sevdiği gibi kadın da kocasını

sevmeli. Yani bu kutsal bir antlaşmadır. Birbirlerine sadık olmaları

lazım, birbirlerini aldatmamaları lazım. Yani yapmacık, göstermelik

değil, formalite değil...

- Pavlus’un biraz önce söylediğim mektubundaki özel olarak başın

örtülmesi erkeğin kadına hakimiyetine, tahakkümüne bir gösterge, bir

sembol olabilir mi, kadının başının örtülmesi hakimiyetin sembolü

müdür?

- Şimdi bizde aslında hakları eşittir. Birbirlerini sevecekler, sayacaklar.

Erkek karısına saygı gösterdiği zaman kendisine de saygı gösterir.

Çünkü neden diyeceksiniz, mesela bizde Tanrı ilk önce babamız

Adem’i yarattı. Bize göre, erkek ruhsallığı simgeliyor, gelecek yaşamı

194 Süryani Kilisesi’nin ibadetleri için bkz. Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisenin Kutsal

Page 119: ASİFE ÜNAL

112

simgeliyor; kadın bu dünyamızı simgeliyor. O yüzden aile reisi

erkektir. Çünkü bize göre mesela İsa, Tanrının kelamı- ki Kur’an-ı

Kerim’de de bu vardır; Kelamullah, ruhullah, nurullah- O erkek olarak

dünyamıza geldi, dişi olarak değil. Genelde peygamberler öyle mesela.

Sonra erkek kadının başıdır. Aile reisidir ve Tanrı annemiz Havva’yı

onun kaburga kemiğinden yarattı diye okuyoruz. Mesela onun

ayağından bir parça alıp yaratmadı. O zaman karısını hor görürdü

erkek. Ya da erkeğin başından bir parça alıp yaratmadı. O zaman belki

kadın kocasını hor görürdü. Ne dedim kaburga kemiğinden, yüreğine

yakın bir yerden, ortada, haklar eşit. Sonra yüreğe yakın bir yerden,

birbirlerini sevsinler. O yüzden diyor, etimden ettir, kemiğimden

kemiktir diyor, bir bütün evlilikte, nikahta bunu söylüyorlar, bir bütün

oluyorlar, tek parça oluyorlar, birbirlerini tamamlıyorlar.

- Sizin giysinizin ya da diğer ayin giysilerinin dinî bir boyutu var mı,

tamamen kültürel mi?

- Vardır. Bizde mesela din adamlarımız siyah giyerler. Siyah yası

simgeliyor biliyorsunuz. Ama ölü için yas değil. İmanlılar için,

imanlıların günahları için. Bu dünyada günah dünyasında yaşıyoruz,

çünkü Tanrıdan başka günahsız yok. İnsan büyük küçük mutlak bu

bedeni taşıdığı zaman hata işleyebilir, günaha meyillidir. O yüzden,

hem imanlılar bu giysileri gördükleri zaman sanki aynada kendilerini

görüyorlarmış gibi bu dünyanın boş olduğunu, fani olduğunu, gelecek

yaşamı düşünsünler, tövbeli bir yaşam sürdürsünler diye. İkincisi o din

adamı bizde kutsallığı simgeliyor, iffeti simgeliyor. Kutsallığı

simgelediği için onun da o giysilere göre kendine çeki düzen vermesi

lazım. Toplumun aynasıdır. Siyah, sakal o da bir yas simgesidir

aslında, günahları düşünmek, iffeti düşünmek, iffetli yaşamak. Allah

kutsal olduğu için kutsallığı sever Tanrı. Bir de bizde ruhsal çobanlar

vardır. Mesela ruhsal çoban: Episkopos, metropolit, baş episkopos,

daha sonra caplik, batıda katalikos diyorlar biz matriyan diyoruz,

matriyano caplik, Ortodoks olduğumuz için patrikle metropolit

Yedi Gizi, İstanbul 2002.

Page 120: ASİFE ÜNAL

113

arasında kalıyor, O da bizim Hindistan’da şimdi. Patriğimiz bizim en

büyük dinî liderimiz o da şimdi Şam’da. Patriklik merkezimiz 37

yılında kurulmuş, İlk patriğimiz Sen Piyer dedikleri Petrus diyoruz,

‘On ikiler’den biri... Şimdi kırmızı kanı simgeliyor. Ruhsal çoban.

Çünkü İsa diyor ki ben iyi çobanım diyor. Çünkü iyi çoban koyunları

uğruna canını verir. Ruhsal koyun, ruhsal çoban. Çünkü yürekli olan

diyor, kurtları gördüğü zaman sürüyü bırakıp kaçar, çünkü onun için o

kadar önemli değil, sürünün sahibi olmadığı için kendini kurtarır. Ama

gerçek çoban ise mümkün derecede kesinlikle koyunlarını kurtlara

yedirmez. Ve onu yalnız konuşmasıyla değil de icraatlarıyla ispatladı.

Bizim uğrumuza kanını akıttı, haça çakıldı, kurban oldu, fidye oldu,

bağışlamalık oldu. Şimdi episkopos, metropolit on ikilerden birini

temsil ediyor. Ruhsal çobandır, o yüzden giysileri kırmızı, hem kendi

kanını hem İsa’nın kanını simgeliyor. Gerektiğinde manevî ruhsal

yönden imanlıların kurtulması için kanını bile esirgememesi gerekir.

Ruhsal yönden uyanık olması lazım. Çünkü Tanrıya o ruhsal sürüsü

için hesap verecek.

- Her zaman kırmızı mı giyerler?

- Ayin giysileri ayrı tabi. Normal olarak dışarıda cüppe var siyah. Bu

entari de siyah da olabilir, kırmızı da olabilir; ama siyah olduğu zaman

düğmeler kırmızı olur, bazı bölümleri kırmızı oluyor.

- Başınızda bir şey var.

- Bu başımızdaki din adamları bizde iki sınıftır: Papazlık; papazlar evli

oluyor. Rahiplik; rahipler bekar oluyor. O yüzden bizde papazlar

genelde köylerde, şehirlerde görev alırlar. Cemaatla iç içe, çoluk çocuk

sahibi. Mesela peder evli. Herkes de peder dediği için hanımı vefat

ettiğinde papazın bir daha evlenemez. Aynı şekilde -buradan uzak-

kendisi vefat ettiğinde hanımı bir daha evlenemez. Çünkü herkes onun

eşine anne diyor, ona peder diyor. Ruhsal manevî yönden. Şimdi bizde

metropolitler, patrikler ruhban sınıfından geliyor, evli olmayan sınıftan

geliyor. Çünkü bunlar evli olmadıkları için çoluk yok, çocuk yok, eş

yok, ev yok. Daha fazla zamanları oluyor cemaata hizmet edebilmeleri

Page 121: ASİFE ÜNAL

114

için. O yüzden bizde rahipler tahsilli olursa, idareci olursa rütbeleri

yükseliyor, askerlikte kurmaylık olduğu gibi, ta patrikliğe kadar

yükselebiliyor. Metropolitler, katalikoslar, patrik rahiplikten gelme. O

yüzden bu rahiplik simgesidir. Dünyayı arkalarına atıyorlar, bu

dünyada mesela evlenmiyor, çoluk çocuk sahibi olmuyor, mal mülk

sahibi olmuyor, her şeyi bırakıyor. Ama ne için? Tanrı için. Çünkü İsa;

‘Benim öğrencim olmak isteyen annesini, babasını, kardeşini, kız

kardeşlerini, her şeyini bırakıp haçını alıp ardım sıra gelsin diyor. Bunu

yapmayan bana layık değildir, diyor. Bunu söylerken onlardan nefret

etsin demiyor ama beni hepsinden daha fazla sevmesi lazım’ diyor. O

yüzden bunu (başındaki kapşonu göstererek) başına koyuyor, her şeyi

bırakıyor, gelecek yaşamı düşünüyor veyahut kendini kurtarmak için.

Ama metropolit, patrik bunlar ruhsal sürü var; hem kendileri hem

ruhsal sürüden sorumlular.

- Rahibelik müessesesi var mı ?

- Rahibeler de rahipler gibi, evlenmiyorlar. Aynı şekilde kendilerini

Tanrıya ibadete, insanlığa hizmete adıyorlar. Kendilerini de kurtarmak

için.

- Onların giysileri nasıl?

- Onlar da siyah giyinirler. Başlarını bağlarlar. Onlar da başlarına

bundan koyuyorlar ama kapatıyorlar ayrıca.

- Batı Katolik kilisesinin rahibelerinin kıyafetlerini görüyoruz filmlerde.

Onların kıyafetlerinden farklı mı sizin rahibelerinizin kıyafetleri?

- Biraz değişik. Onlar bazen beyaz giyiyorlar. Bizimkiler siyah giyer.

Sonra başları bizimkiler bağlı tamamen.

- Saçların hiç görünmemesi mi esas sizde?

- Şimdi bizde son zamanlarda bazıları başlarına bunu koyuyorlar,

bazıları da tamamen bağlıyorlar.

- Şu anda İstanbul’da da var mı rahibeleriniz?

- İstanbul’da bir tek rahibemiz var o kadar. Diğerleri, bizim

Güneydoğu’daki manastırlarda, onlar genelde manastırlarda kalıyorlar.

Manastırlarda hizmet ediyorlar, daha iyi oluyor tabi. Maalesef bizim

Page 122: ASİFE ÜNAL

115

hastanelerde, Katoliklerde olduğu gibi, bizim öyle bir imkanımız yok.

Öyle fazla rahibemiz de yok zaten.

- Hala rahibe olmak isteyen genç kızlar var mı? Görüştüğüm birisi –

Ermenilerde zannediyorum- gençlerde kalmadı artık, gençler talip

olmuyor rahibe olmaya, dediler.

- İstanbul’da şimdilik yok ama başka yerlerde oluyor. Mesela Arap

ülkelerinde, Irak’ta, Suriye’de, Avrupa ülkelerinde bu son zamanlarda

epey olan oluyor. Rahip de rahibe de...

- Çok teşekkür ediyorum.

- Rica ederim.195

Süryani Kilisesi Temsilcisi Samuel Akdemir’in örtünme anlayışı ile ilgili

sorularımıza verdiği cevaplar şöyledir:

- Sayın Akdemir, Süryanilerde örtünme anlayışı ile ilgili bilgi verebilir

misiniz?

- Ben hatırlıyorum yaşım 78’e geldi. Annem, ablam...tabii biz Doğuda,

Güneydoğuda doğduk. Ve biz Süryaniler ne yaparız. Bu insanları, ister

Hıristiyan’ı, ister Müslüman’ı aynı kültürü paylaşıyor. Cinsi

bakımından, örf ve adetler bakımından aynı kültürü paylaşıyor. Son

zamanlarda biz Avrupa’ya açılınca, İstanbul’a geldikten sonra baktık

ki, tabii orası İstanbul, Avrupa sayılır biliyorsunuz. Genç kızlarımıza,

toplumumuza cazip geldi, tesettürü bir kenara bıraktılar. Biz biraz da

kopyacıyız, anladınız mı? Kendi cemaatımızı tenkit ediyoruz ama...biz

bunu yapamıyoruz artık.

- Yani kadınlar için olması gerekir mi diyorsunuz ve niçin?

- Şimdi biliyorsunuz şöyle bir durum vardır. Aslında Hz. İsa dağdaki

vaazında diyor ki: ‘Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Önemli olan

kişinin yüreği temiz olsun, düşünceleri temiz olsun. Bazı insanlar

kapalı olduğu halde bedensel duygularına hakim olamıyor. Bazı

insanlar da açık olduğu halde kalbi temizdir, dürüsttür, efendim,

namusludur. Bu kişinin ahlâkına bağlı bir şeydir. Şimdi bu tesettür, ilk

Page 123: ASİFE ÜNAL

116

çağlarda insanlar örtünmüyordu. Ve daima kadınları eziyorlardı.

Onlara seçim hakkı yoktu, toplantılarda yer yoktu. Efendim

mutfaktadır, geri işlerdedir. Sonra erkekler kıskanç olduğu için

diyelim ki, hanımına diyor ki; senin–affedersin- güzelliğin bana

aittir. Sen evden çıktığın zaman kapanacaksın, kapalı giyeceksin ki

yoksa senin yüzünden –güzelse- senin yüzünden beni öldürür seni

kaçırırlar. Nitekim Hz. İbrahim aynı şeyi yaptı. Mısır’a gittiği zaman

Sare’ye dedi ki; “Sen güzel bir hanımsın, korkarım senin yüzünden

beni öldürürler, seni almak için.” “Eee ne yapalım” dedi. Diyor ki;

“Sen diyeceksin ki; ‘benim ağabeyimdir’; ben de diyeceğim ki; ‘benim

kız kardeşimdir’” Öyküyü biliyorsunuz. Bu konuyu biliyorsunuz zaten,

söylemeye gerek yok. Sonra iki kez bunu yaptı İbrahim korkusundan.

Firavun çağırdı, dedi ki; “Niye beni aldattın? Sen iyi, hüsnü niyetle

bunu yapmak istedin.” Ama tabii Rabb’in meleği ona dedi ki; “Adamın

karısını ona geri ver, o bir peygamberdir. Ona dokunma, senin hayatını

mahveder, kökünü kazırım.” O tuttu, ona artık develer falan verdi ve

ona Hacer’i de verdi. Ve Hacer’den İsmail oldu. Çünkü Sare kısır bir

kadındı, çocuğu olmuyordu. Sare’nin izniyle İbrahim Hacer’le oldu.

Sonra İsmail 13 yaşına gelince...

- Yani örtünme kıskançlıktan mı diyorsunuz? Bunun Kutsal Kitap’taki

yeri nedir?

- Kutsal Kitap’ta diyor ki; Tabii Resul Pavlus, Aziz Pavlus diyor ki;

“Kadınlar ibadette örtünsün. Çünkü başkasına şey... tökez olmasın

diye...

- Peki ibadet dışında?

- İbadet esnasında örtünmelidir. Erkekler baş açık olmalı, kadın

tesettürlü,diyor.

- Yalnız orda bir cümle hatırlıyorum ben; “Nasıl ki erkeğin başı

Mesih’tir, Mesih’in başı Allah’tır. Kadının başı da erkektir. Ve kadın,

erkeğin kendisine hakim olduğunun alâmeti olarak, işareti olarak,

sembolü olarak başında örtü bulundursun” diyor cümlede. O tarz bir

195 06 Haziran 2003 tarihinde İstanbul Süryani Metropolitliğinde Metropolit Yusuf Çetin ile

Page 124: ASİFE ÜNAL

117

şey hatırlıyorum. Yani bu, erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetinin bir

sembolü olarak da görülebilir mi, yoksa o hakimiyeti kıskançlıkla mı

ele almak lâzım ?

- Şimdi Kitap öyle diyor. Diyor ki “Erkek kadının başıdır. Nasıl ki Hz.

İsa toplumun başı ise, erkek de kadının başıdır.” Bunlar sembolik

şeylerdir. Bugünkü Medenî Kanunda, bugünkü adalet hükmünde erkek

ve kadın eşittir. Eşit haklara sahiptir. Bugün Amerika’da mesela evli

bir kadın, kocasının malı mülkü ne varsa hepsi müşterektir, söz

sahibidir. Yani zemin ve zamana göre kurallar değişiyor, kanunlar

değişiyor. Şimdi mesela bizde kural sakal bırakmak, yuvarlak sakal

bırakmak aynıdır. Bugün İslâm aleminde nasıl ki böyle, buraya kadar

yuvarlak sakal... Ama ben İstanbul’da yaşıyorum, şuraya-buraya

gidiyorum, uygun olmuyor, mümkün olmuyor. Bu daha hafiftir, daha

şeydir, semboliktir.

- Giyimleriniz?

- Rahmetli anam ‘niye sakalı uzatmıyorsun?’ diyor. Yaşlı kadın, onu

kıramam. Dedim ki; ‘Ana sen biliyor musun, uzun sakal ile senede ne

kadar vergi veriyorum devlete?’

- Kılık- kıyafet, erkek veya bayan olabilir, bunlarla ilgili

bilgilendirebilirseniz çok memnun olurum.

- Bizde ruhanilik iki sınıfa ayrılıyor. Biri papaz sınıfı, diğeri ruhban

sınıfı. Ruhban veya rahibeler, bunlar manastırlarda yaşar. Bunlar kendi

yaşamlarını artık iyice Allah’a adamış oluyor ve evlenmiyor. Ve kapalı

oluyorlar, özellikle rahibeler kapalıdır.

- Peki onların kapalılığı Pavlus’un cümlelerine mi dayandırılıyor?

Gerekçe olarak?

- Tabi.

- Peki rahibelerin dışındakiler bu toleransı nasıl bulabiliyorlar? Bizde de

herkes yapmıyor veya bizde rahibelik gibi bir durum söz konusu

olmadığı için belki her Müslüman bundan kısmen kendini sorumlu

hissediyor, yerine getirmeye çalışıyor olabilir. Ben sizdeki o farklılığın

yaptığımız röportajdan.

Page 125: ASİFE ÜNAL

118

sebeplerini öğrenmek istemiştim ama siz biraz önce dediniz ki biraz da

topluma uyduk... zor geldi.

- Bu bir gerçektir.

- Modern hayatın getirdiği şeyler...

- Biz her zaman söylüyoruz, biz Türk’üz, biz Türkler olarak biraz

kopyacıyız. Bakın affedersiniz, meselâ Avrupa’dan bir hippi geliyor.

Ee.. adam şeydir geziyor, belki tıraş olmaya vakit bulamıyor, bilmem

ne saç uzatıyor, bilmem ne falan. Biz o Avrupa’dan, Amerika’dan

geldi diye onu taklit etmeye çalışıyoruz. Biz kopyacıyız. Süryaniler

daha ..., Süryaniler daha.... Ama tabi her toplumun ayrı bir kültürü

vardır. Biz dediğim gibi, ben gözümü açtım, Mardin, Midyat,

Diyarbakır o yöredeki insanlarımız, annelerimiz, haminelerimiz hepsi

başı örtülüdür.

- Giyim tarzı olarak da aynı mı giyiyorlar? Bulundukları yörede ne

giyiliyorsa, Müslüman kadınlar ne giyiyorlarsa onlar da öyle mi

giyiniyorlar?

- Evet evet.

- Erkekler? Erkeklerin giyim tarzında bir farklılık var mıydı? Şimdi var

mı?

- Erkekler eskiden şalvar giyiyordu fakat Atatürk geldi. Korktuk. Takım

elbise giydik.

- Şimdi herkes o şekilde mi giyiyor?

- Aynı.

- Peki şimdi ibadet ederken ruhban olmayan, rahibe olmayan kadınlar

başlarını örtüyorlar mı?

- Yine kapalı. İbadet ederken, tabi tabi. O da aynı secde kılıyor, rekat

kılıyorlar ama kapalı.

- Peki rahiplerinizin giysileri? Özel bir gerekçesi var mı, o niye öyle

oluyor acaba?

- Onlarda... şimdi meselâ ayinde tabi, ayin takımı ayrıdır. Dışarıdaki bir

cüppe. Meselâ Suriye’de yahut Arap ülkelerinde hanımlar çarşaf

kullanır biliyorsunuz. Ben Irak’ta 1956’larda orada İlahiyat

Page 126: ASİFE ÜNAL

119

Fakültesinde Arapça’yı okudum. Şimdi oradaki hanımları gördüm;

çarşaf giyiyorlar, aba...

- Halâ da öyle giyiyorlar.

- Halâ da öyle. Sen farkına varamazsın, bu Müslüman’dır, Hıristiyan’dır,

farkında değilsin. Onların kılık kıyafeti öyle. Rahipler de dışarıda

cüppe giyiyorlar. Biz burada cüppe kullanmıyoruz. Atatürk bu şeyleri

... Atatürk inkılaplarına uyduk; takım giyiyoruz o kadar. Yalnız

bölgede en yüksek din lideri cüppe ile kalabilir. Meselâ geçenlerde

Cumhurbaşkanımızı ziyaret ettik. Bizim dinî liderimiz o cüppesiyle

geldi. Biz böyle gittik.

- Başlarına özel bir şey kullanıyorlar mı? Erkeklerde başa bir şey

takılıyor mu?

- Onun özel bir kıyafeti vardır. Böyle taç gibi. Onun giysisi odur. Cüppe,

taç giyiyor, asa alıyor.

- Deylüzzafferan’da Cebrail Bey’e şöyle bir soru sorulmuş; ‘Siz bu

cüppelerinizi yalnız ibadet esnasında ya da ibadet ettiğiniz mekanlarda

mı giyiyorsunuz yoksa dışarıda da böyle mi devam ediyorsunuz?’ diye

sorulmuş ‘Biz Cumhuriyetten önce dışarıda da böyleydik. Ama

Cumhuriyet döneminde kanunlardan dolayı sadece ibadet esnasında

böyle’ demiş.

- Evet doğru, aynen böyle. Dedim ya Atatürk inkılaplarına uyduk. Yoksa

meselâ Arap ülkelerinde papazlar, rahipler dışarıda da cüppe giyiyor.

Ama biz o cüppeyi yalnız kilisede kullanıyoruz. Dışarıda

kullanmıyoruz. Ayin yapacak papaz olsun, rahip olsun kiliseye

geldiğinde evvelâ bir yıkanır. Mutlaka duş alması lâzım.

- Peki boy abdesti ile o duşun bir benzerliği var mı? Müslümanlardaki

gusül var ya sizdeki yıkanmanın şekli öyle mi?

- Yıkanmanın şekli... biz tabi bir dua okuyoruz meselâ. Yarabbi benim

günahlarımı yıka,diyoruz meselâ.

- Yani sizdeki yıkanma sembolik bir yıkanma değil de, baştan aşağıya su

ile bir ciddî bir yıkanma mı?

Page 127: ASİFE ÜNAL

120

- Şimdi bizde ibadete gelen ruhen ve bedenen temiz olması lâzım.

Bunun için ister sembolik olsun, ister şey olsun temizliğini mutlaka

yapar, yıkanır ve gelir, bu bir. İkincisi; ibadet yapacağı, ayin yapacağı

zaman da beyaz gömlek giyer. Onun üzerine pelerin koyar. Ayini

yapacak kişi.

- Pelerin ne renk?

- O artık kırmızı olur, başka bir renk olur, bu değişebilir.

- Peki bu niye pelerin, başka bir şey değil de? Niye cüppe başka bir şey

değil de?

- Şimdi kabileden çıkamayız özel birlik var. Çünkü kutsaldır, kutsal bir

yerdir. Meselâ bu ayakkabı ile ayine katılamayız. Çünkü icabında

tuvalete falan giriliyor.

- Ayine katılanlarda mı çıkarıyor ayakkabıyı?

- Hayır, sadece ayini yapacak olan rahip veya papaz çıkarıyor. Onların

özel bir yeri var. Halk aşağıdadır. Onların ki birkaç basamak daha

yukarıdadır.

- Altar falan var kiliselerde, onların olduğu bölüm?

- Evet.

- Bu giysilerin ,diyordum, öyle olmasının özel bir sebebi var mı?

- ........

- Tabii bunun net bir cevabını bilmiyor da olabilirsiniz. Yüzyıllardan

beri öyle gelmiş olabilir de diyebilirsiniz.

- Şimdi biz yüzyıllardır bu kültürü böyle gördük. Bu insanlar böyle

giyiyorlardı. Ve tabii hanımın hal ve hareketleri açık saçık olduğu

zaman icabında nefsine hakim olmayan zayıf iradeli erkekler

mesela o zaman eğer dua ediyorsa icabında düşüncesi karışır,

olabilir. Çünkü İncil’de diyor ki; “Senin gözün sürçmene sebep

oluyorsa onu çıkar.” Meselâ iki gözle cehenneme gitmekten tek gözle

cennete gitmek iyidir. Onun için bu çok önemlidir.

- Peki Sayın Akdemir, bunu uygulamayan bir hanım -erkeklerde sizde

bir problem yok, bizim erkeklerimizde de yok; herhangi bir şekilde

giyinebiliyorlar- ama bir hanım başı aslında örtülü olmalıdır

Page 128: ASİFE ÜNAL

121

diyorsunuz, dinen böyle gerekir ama bugün uygulanmıyor, diyorsunuz.

Uygulamayanlara bir ceza olacak mı inancınıza göre?

- Yapamıyoruz.

- Hayır şimdi yok. İlerde olacak mı?

- Şimdi affedersiniz, meselâ ben Amerika’ya gidiyorum, çocuklarım

orada. Cemaatimiz çok var orada. Gidiyorum bakıyorum ki erkekler

hanımlar bir arada oturuyorlar. Meselâ ailedir, bir aradadır. Ama

burada Doğu kiliselerinde kadınlar bir tarafta erkekler bir taraftadır.

Ayrı oturuyorlar.

- Kilisenin içinde mi ayrı oturuyorlar?

- Evet evet.

- Normal ev düzeninde,gezmelerde şurda burda ayrılar mı?

- Yok.

- Yani kilisede ayin esnasında

- Evlerde, toplantılarda hep beraberdirler. Ayin esnasında bir Doğu

kilisesine mensup kişiler bu şekilde hanımlar ayrı erkekler ayrı oturur.

Onlar bize gülüyor; siz eski kafasınız, diyorlar.

- Ayin esnasında kadınlar ilahilere de katılabiliyorlar mı?

- Evet. Koroda hanımlar ve erkekler bütün toplum beraber okuyor.

- Pavlus’un bir cümlesini hatırlıyorum: “Onlara kilisede söylemek için

izin yoktur. Onlar sussunlar” gibi. Buna dayanarak konuşmamak, bir

şeylere katılmamak mı oluyor. Yoksa bugün yorumlanıyor, katılınıyor

mu?

- Şimdi Kilise babaları ya da senatosu diyor ki; o zaman Aziz Pavlus o

zamana göre bunu söylemiş. Nasıl ki bugün teknoloji büyük bir

değişiklik yapmış, bugünkü kültürde bugünkü bilgide biliyorsunuz

hanımlardan başbakan oluyor, oluyor, oluyor...Yani artık ayırım

yapmıyoruz. Bu zamanda önemli olan kişinin kültürüdür, bilgisidir.

Bizim için önemli olan budur.

- Peki son bir soru Sayın Akdemir?

- Buyrun estağfirullah.

Page 129: ASİFE ÜNAL

122

- Bugün ayin esnasında kadın başını örtüyor, dediniz. Bu örtünün

şimdiki tarzı nasıl? Şimdiki zamanda meselâ İstanbul’da ayine gelen

bir hanım başını ne tarzda örtüyor, ne şekilde örtüyor?

- Şimdi, eşarp koyuyor. Hemen hemen Müslümanlarınki gibi. Bazıları

da ufak bir eşarp koyuyor sembolik olarak.

- Yani hiçbir saç teli görünmeyecek gibi bir şey yok? Hani Rahibelerde

öyle ya.

- Yok yok... Meselâ genç hanımlar, genç kızlar hiç örtünmüyor. Hatta

hatırlıyorum bizim bir ruhanimiz Diyarbakır’a gelmişti köyden. Dedi

ki; ‘Bu ne biçim ibadettir. Korkmuyor musunuz, utanmıyor musunuz?

Nedir bu, mini etekle geliyorsunuz.’ Bir hanım ona cevap verdi ve dedi

ki; ‘Sen şehir papazı olamazsın, git köyünde bu vaazı ver.’ Şimdi biz

yapamıyoruz artık. Fazla da zorlayamıyoruz. Çünkü bunları fazla

sıkıştırdığımız vakit kiliseden kopacak. Şimdi biz de madem ki usûl

böyle, erkek, kadın, çocuk ailece gelir. Eee hanımların evde, ailede

rolü vardır. Hanımı işlersek böyle, kocasını da uzaklaştırırız. Maalesef,

bu da bir mecburiyettir. Zamana uyuyoruz. Zaman sana uymazsa sen

zamana uy, demişler.

- Örtmeyenlerin Allah tarafından cezalandırılacağı, cehenneme gideceği

gibi bir düşünce var mı?

- Kesinlikle yok. Allah merhametlidir, Allah sevgi doludur, sevgi

kaynağıdır.

- Peki bugün bir genç kız öyle bir ceza olmayacağına göre ben niye

örteyim, niye kendimi sıkıntıya sokayım diye düşünebilir rahatlıkla.

- Onu sadece saygı bakımından biz diyoruz ki; Madem ki Allah’ın

huzurundasınız topluma saygı bakımından, Allah’ın tabi burası,

ruhani bir makamdır. Bunun için örtünmeniz lâzımdır.

- Peki Allah öyle istedi diye mi Allah’a saygı gösteriyor, yani o istek

oradan geldiği için mi saygı gösteriyor, yoksa Allah’a saygının

başörtüyle tam bir alâkası, ilgisi nedir?

- Şimdi bunların bazıları aileden aldığı ilk terbiyeye bağlı kalıyor, eski

kurallara bağlı kalıyor. Bazıları da açılıyor. Eee meselâ 750 Milyon

Page 130: ASİFE ÜNAL

123

Katolik var Avrupa’da Amerika’da, onlar örtünmüyor. Bu insanların

hepsi cehenneme mi gidecek? Onlar birbirinden aşılanıyor maalesef

böyle.

- Çok teşekkür ederim.

- Rica ederim.196

06 .06.2003 tarihinde İstanbul Süryani Kadim Kilisesi

Metropolitliği içindeki Tarlabaşı Meryem Ana Kilisesi’nde akşam

duasına katıldım. Biri papaz, üç erkek vardı. Papaz; sakallı, siyah cüppeli,

siyah takkeli idi. Çoğunlukla elini dua eder gibi açıyor, arada dolaşıyor,

Haç işareti yapıyordu. Birlikte, kürsü önünde ayakta, yüksek sesle dua

veya ilahi okuyorlardı. Arkada sonradan papazın eşi olduğunu öğrendiğim

bir kadın cemaat vardı. Kadının başı yarı örtülüydü. Yanındaki çocuk

Papazın çocuğu olduğu için olsa gerek çok rahat davranıyordu. Hatta kadın

bir ara çocuğu götürüp kürsüye ve papaza dokundurdu.197

Bütün bu bilgiler ışığında Süryanilerde örtünmenin, dinî kural

olmanın ötesinde örfe ve geleneğe bağlı olarak sıkı bir şekilde

uygulandığını, ancak günümüzde çevre ve zaman etkisiyle bu

uygulamanın gevşediğini söylemek mümkündür. Yapılan açıklamalar

Süryanilerde yaşanılan yörenin örfüne bağlılığın vurgulanması dikkat

çekicidir. Mesela Arap ülkelerindeki Süryani kadınların giyim biçiminin o

yörenin diğer kadınları ile aynı olması örtünme konusunda örfün ve

geleneklerin önemini açıkça ortaya koymaktadır.

cd. Keldanilerde Örtünme Anlayışı:

Hıristiyanlık Doğuda yayılışı sırasında ilk önce Suriye, Antakya ve Urfa’da

o devirde Asurlar veya Aramîler olarak tanınan Keldanilerle karşılaşmış ve

bunun sonucunda Nesturilik olarak adlandırılan akım Keldaniler arasında

196 Süryani Kilisesi Temsilcisi Samuel Akdemir ile 09.06.2001 tarihinde Ankara’da yaptığımız

röportajdan. 197 Süryani Kiliseleri için bkz.Gabriel Akyüz, Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul

1998; Gabriel Akyüz, Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi’nin Tarihçesi-MS.3.Yüzyıl, İstanbul 2000.

Page 131: ASİFE ÜNAL

124

tarafar bulmuştur. Keldaniler daha sonra Hz. İsa’da insanî ve ilahî olmak üzere

iki tabiat kabul eden Nesturilerden Hz. Meryem’in konumundaki görüşleriyle

ayrılmış198, 1553’de Keldani Katolik Kilisesi resmen kurulmuş daha sonra da

Roma Kilisesine bağlanarak Katoliklerin Doğu’daki temsilcisi olmuştur.

Günümüzde Türkiye dışında Irak, İran, Suriye, Ürdün, Lübnan gibi

Ortadoğu ülkeleriyle Fransa, İsveç, Almanya, ABD ve Avustralya’da yaşayan

Keldaniler Osmanlı Devleti’nde “millet” statüsüne bağlı olarak yaşamışlar ve

azınlık haklarından faydalanmışlardır. Osmanlı Devleti’nde Diyarbakır,

Mardin, Maraş, Bitlis gibi yerlerde yaşayan Keldaniler, günümüzde Türkiye’de

sadece İstanbul, Diyarbakır, Mardin ve Mersin’in bazı ilçelerinde

bulunmaktadır. Türkiye’de beş yüz dolayında Keldani olduğu, onların da batı

ülkelerine göç etmeye devam ettikleri bilinmektedir. 199

İstanbul Keldani Kilisesi Lideri François Yakan’a göre, kadının başını

örtmesi saygının, kutsallığın yüceltilmesi içindir. Allah kadın ve erkek arasında

bir ayrım yapmamış ancak Yahudilikte o zaman sinangoga sadece erkekler

gittiği için Pavlus erkekleri muhatap edinmiştir. Kadınlara da erkeklerin yoldan

çıkmalarına yol açmamalarını, böyle bir durum olacaksa ya başlarını

örtmelerini ya da saçlarını kesmelerini söylemiştir.

Hıristiyanlığın asıl temsilcisi olduklarını düşünen Keldanilerde rahibeler

genellikle Latinler gibi giyinir ve başları örtülüdür. Bununla birlikte açık olan

ancak kominyon alırken başını örten rahibeler de vardır. Rahibe olmayan

kadınlardan bazıları da kominyon alırken başlarını örtmektedir. Bu durumun

tamamen isteğe bağlı olduğu Keldani Kilisesi tarafından herhangi bir problem

oluşturmadığı ifade edilmiştir. İstanbul Katolik Keldani Kadim Kilisesi

Lideri François Yakan ile uzun bir görüşme yaptık. Kendi ifadeleriyle

aktarmayı uygun bulduğumuz François Yakan’ın görüşleri şu şekildedir:

- Sayın Yakan Keldani Kilisesi’ni diğer Hıristiyanlardan ayıran en

önemli fark nedir? Kısaca özetleyebilir misiniz?

- Her şeyden önce hoş geldiniz. İyi çalışmalar.

- Teşekkür ediyorum.

198 Hz. Meryem’in Hıristiyanlıktaki konumu ile ilgili olarak bkz. Baki Adam,Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Kur’an’ın Tartışmalı Konuları, İstanbul 2003, s.73-94.

Page 132: ASİFE ÜNAL

125

- Keldani Kilisesi bu adı 15. asırda aldı. Daha önce Nesturi Kilisesi

adına adlandırılıyordu bu kilise. Doğu Kilisesi ile Batı Kilisesi arasında

asırlarca süren savaşlar oldu. Hatta Haçlı savaşları dahi bunda çok

etkisi olmuştur. Yani Haçlı savaşları Osmanlı İmparatorluğuna karşı

değildi aslında, ben öyle bir tez ileri sürüyorum. Gerçekten ileri

sürüyorum Osmanlılara veya başka halklara karşı değildi. Doğu

Kilisesine karşı gerçekten büyük savaşlar vermiştir Batı Kiliseleri, Batı

İmparatorlukları, Batı halkları... Bildiğiniz gibi Katolik kelimesi,

Ortodoks kelimesi 1054’lerde ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla o zamana

kadar ne Ortodoks vardı, ne Katolik vardı. Hıristiyanlık vardı. Peki bu

Hıristiyanlar ikiye bölünmüştü. Batı kilisesi bugün konuştuğumuz

Latinler, Bizanslar, Bizans İmparatorluğu vs. Doğu kilisesi ise Pers

İmparatorluğu ve Doğu kiliselerinde yani Doğu ülkelerinde olan tüm

Hıristiyanlıkları teşkil ediyordu. Dolayısıyla Doğu kilisesinin varlığını

devam ettiren tek kilise Keldani kilisesidir.

- Bunun için asıl biziz diyorsunuz?

- Asıl biziz diyorum. Herkes öyle söyler kendisi için, ben de kendim için

öyle söylüyorum. Neden öyle söylüyorum: Arami dilini yaşatan, İsa

Mesih’in liturjisini aynı adetlerini, örf ve geleneklerini yürüten bu güne

kadar sadık kalan, yürüten tek kilisedir.

- Gelelim asıl konumuza Sayın Yakan! Keldani Kilisesinin giyim-

kuşam kuralları ana hatlarıyla nelerdir? Giyim-kuşam gerek

erkeklerde gerekse bayanlarda, ruhban sınıfına ait olan ve

olmayanlarda nasıldır?

- Gerçeği söyleyecek olursak bu giyim kuşam Asurlulara MÖ. 700-800.

asra kadar dayanıyor. O tarihlerde kralların nasıl giyinip ve nasıl

taçlarını giyeceklerini, birtakım giysiler var, kumaşlar var hatta. Bunlar

nereden alınacak, nasıl dikilecek, nasıl kuşanacak...O tarihten bu güne

kadar birtakım modeller vardı ve bunlar devam ediyor. Bugün

ruhanilerin giydikleri cüppeler o kralların giydiklerinin bir simgesi

oluyor. Ama halk nasıldı. Halk da o törene hazırlanmak için değişik

199 Keldani Kilisesi’nin oluşumu, inançları ve uygulamaları için bkz. Kadir Albayrak,

Page 133: ASİFE ÜNAL

126

değişik yörelerden giyinip geliyorlardı kutlamaya...Bu giyiş tarzı ile

ilgili kesin bir kural yok. O günden bu güne serbesttir. Dinî bakımdan

Ortaçağ tesiriyle Hıristiyanlıkta (genel olarak konuşuyorum) ayine

gittiği zaman, kurban aldığı zaman onun üzerinde bir eşarp

olacak.

- Bayan için?

- Bayan için, başka hiçbir şey yok. O da neden? Saygıyı göstermek

için. Öyle yani kapanış şu bu değil, kutsallığı daha yüceltmek için.

- Sizce örtünün saygıyla nasıl bir ilişkisi vardır?

- Saygı deyince belki yanlış anlaşılır. Saygı ile kutsallığı daha öne

çıkarmak, yüceltmek...Tanrıdan gelen bir nimeti yüceltmek.

- Peki bu yüceltme sadece hanımlara mahsus mu, erkekler böyle bir

yüceltme ihtiyacı içinde olmuyor mu? Bunun kaynağı nedir?

- Yok, erkeklerde böyle bir şey yok. Daha sonra şapka giyinmesi...

Eskiden krallar da taç giyerlerdi ama kral yemin töreninde olduğu

zaman tacı dahi çıkarıyor. Erkek için.

- Erkekte tam tersine açık öyle mi?

- Evet erkekte tam tersine açık. Yemin etmeden önce açık kafası. Ondan

sonra tacı koyuyorlar. Bunlar milattan önce olan şeyler. Ama şimdi de

bazı devletlerde oluyor bu şeyler.

- Kutsal kitapta bunun dayanağı var mıdır?

- Kutsal kitapta var bu şeyler. Krallar nasıl giyinecekler, nasıl liturji

törenine, nasıl ayine katılacaklar, nasıl sinagoga girecekler, nasıl

çıkacaklar hangi giyim-kuşamla girip çıkacakları var. Hakikaten

Tevrat’ta aradığınız zaman kralların tahta çıkışları böyle hep

gözüküyor. İsa Mesih gibi bir kral, o da İsrailliler için bir kraldı,

Kudüs’e girdiği zaman nasıl girdi? Bir kral gibi ama basit bir kral gibi.

Neyle? Bir sıpaya binip girdi. Çocuklar “ozanna, ozanna” diye

bağırmaya çalıştılar. Onlar bağırmasa idi başka halklar bağıracaktı.

Tabi ozanna/hoş geldin, o İsrailin beklediği kraldı, Mesih... Daha

doğrusu Aramice “minşmeyye teyli mezkâh” budur yani göklerden

Keldaniler ve Nesturiler, Ankara 1997.

Page 134: ASİFE ÜNAL

127

gelen kral. Yerdeki kralı istemiyoruz. Kudüs’e girdiği zaman çocuklar

diyorlar ki ; minşimeyye, oşana... göklerde olan yücelik, krallık. Bakın

o da girdiği zaman üzerinde bugün papazların veya valilerin giydiği

cüppelere benzeyen cüppe giymişti. O zamanın giyiniş tarzı idi,

kralların giydiği şeyler vardı... Dalot diyorlar ona. Daha sonra kırmızı

oldu. Havrada giydikleri şey vardı, kipa. Kipa Aramice’den gelme. Biz

Keldaniler ona kepa diyoruz.

- Musevilerde kipa. Onlara benzememek adına mı Hıristiyanlarda daha

sonra Yahudilerden ayrıldıktan sonra erkeklerde baş açık oldu acaba?

Malum Yahudilerde sinagogta kapalı, ibadet ederken mutlaka baş

kapalı, Hıristiyanlarda açık.

- Evet. Benzememekten değil de bir ilahiyat meselesi var burada,

teolojik...

- Asıl anlamaya çalıştığım bu zaten.

- İncil’in neresinde hatırlamıyorum ama diyor ki İsa Mesih’in kendisi

konuşuyor Yahudi din adamlarına o günkü bilim adamlarına sinagogta

konuşuyor, diyor ki; Bu sözler Tanrı sözleridir. Tanrı’nın varlığını

bilmeyen, görmeyen insanlara keşfetmek için geldi. Ve keşfedilen

şeyin kapalı kalmaması lazım. Kafanızda ne kadar saç olduğunu Tanrı

biliyor, çünkü sizleri yaratmıştır.

- Bu hitabın muhatabı erkekler herhalde?

- Tabi zaten o zaman sinagogta erkekler var sadece.

- Pavlus’un Korintoslulara mektubunda bir ifade var; Keldani Kilisesi

nasıl bakıyor tam olarak bilemiyorum şu anda. Pavlus Korintoslulara I.

Mektupta, 11. Babta zannediyorum şöyle diyor: “Kadının başı erkek,

erkeğin başı Mesih, Mesih’in başı Allah’tır. Nasıl ki Mesih Allah’ı

yüceltiyorsa, aynı şekilde kadın da erkeği öyle yüceltsin ve (mealen

söylüyorum, cümle bu şekilde değil) bunun işareti olarak da başında

örtü bulundursun.” Bugün rahibelerin örtülü olmasının kaynağı buna

dayandırılıyor genel olarak Hıristiyanlıkta. Burada doğrudan doğruya

başörtüsü, erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetinin bir sembolü olmuş

oluyor. Keldaniler buna nasıl bakıyor?

Page 135: ASİFE ÜNAL

128

- Yanlış. Keldani felsefesinde kadın erkek hiçbir zaman ayrı olmadı.

Yahudilik geleneklerine en çok yakın olan Keldanilerdir. Çünkü dilleri

de zaten çok benzer, yakındır. Ve o geleneklerden alınarak Keldani

kiliselerine baktığınız zaman onlar sinagog mimarlığına benzer şekilde

kurulmuştur. Benziyor, gerçekten benziyor. Kadınlar kapısı var,

erkekler kapısı var. Çünkü o zaman sinagoglara zaten kadın

girmiyordu. Ama İsa’nın gelişiyle kadınlara bu sefer tam anlamıyla her

bakımdan yaratılışta var olan eşitliği yeniden ortaya koydu.

- Peki kadınların Hıristiyanlık’taki asli suça meylettirmesi, Havva’nın bu

suça teşvik etmesi ve bu günahın onlar aracılığıyla insanlığa geçmesi,

bundan ancak vaftizle temizlenilebilmesi inancı var. Buna kadının

sebep olduğunun düşünülmesi kadının ikinci sınıf insan muamelesi

görmesine yol açmış. Buna ne dersiniz? Demin zikrettiğim Pavlus’un

Korintoslulara mektubunda “erkek kadın için değil ama kadın erkek

için yaratıldı” diyor.

- Çok önemli bir nokta bu. (İncil’den ilgili kısmı açıp okuduktan sonra)

Bakın buradaki baş, Tanrı’nın kendisidir. Hem erkek için hem kadın

için. Orda erkek dediğimiz zaman İsrailoğullarının sadece erkek olan

kesimine hitap ediliyor.

- Ama kadını ayırmış...

- Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek. Ama birbirlerine bağlı.

Yaratılışı gösteriyor burada.

- Bölümü sonuna kadar devam eder misiniz?

- (Korintoslulara I. Mektup 11. Bab 17. Ayete kadar okuduktan sonra)

Tekvin’e de bakmak lazım. Yaratılış... kadın erkek eşitliği var.

- Sayın Yakan, niye Pavlus böyle söylemiş ve buna dayanarak

Hıristiyanlıkta çok uzun yıllar boyunca...? Keldanilerde rahibeler var

mı? Varsa nasıl örtüyorlar?

- Var tabi , sivil örtülüyor. Bir de giysileri var.

- Ben onların gerekçesi buna dayandırılıyor diyebiliyorum. Keldaniler

de farklı ise sizden de bunun açıklamasını rica ediyorum.

Page 136: ASİFE ÜNAL

129

- Yok. Keldanilerde gerçekten kesin kural yok, serbest. Aziz Pavlus

burada zaten söylüyor; ayıpsa, başkasına neden oluyorsa, başkasını

düşürüyorsa o halde ya saçını kes, ya saçını ört.

- Burada kadının saçının kesilmesinde başka bir anlam var mı?

Zihnimde bir bilgi var ancak çok net değil; fahişelerin saçının

kesilmesi ve dolayısıyla kadınların saçlarının kısa kesilmesinin onların

iffetsizliğine delil olması. Eğer örtmeyecekse saçını kısa kessin diyor.

Böyle bir şeyle açıklanmıştı bir yerde, kaynağı şu anda

hatırlamıyorum.

- Olabilir ama fahişelikle hiçbir alakası yok. Çünkü o zaman

Romalılarda, Yunanlılarda bu gibi çalışmalar vardı. İsa Mesih ve Aziz

Pavlus bunlara karşı koydu. Bir nevi ticaretti, sanki bu gün öyle bir şey

yok mu?

- Var tabi, saçı kısa kesme ile ilgili olarak söyledim.

- Senin saçların veya giyinişin başka birisine bir zarar veya kötülük gibi

gösteriliyorsa onu sarın.

- İslâm’daki bir yoruma göre kadın örtülmelidir çünkü kadının saçları,

açık ifadesiyle söylüyorum bilimsel konuşuyoruz zira, erkek için cinsel

anlamda tahrik edici bir unsurdur, deniliyor. Öyle bir şey var mı

Hıristiyanlık’ta?

- Yok alakası yok.

- İslam’daki de bir yorum tabi...

- Bence siz daha iyi bilirsiniz, o da biliyorsunuz V. ile VII. asır arasında

Ortadoğu bir de Afrika, Ege dediğimiz Balkan ülkeleri ile ilgili

birtakım etnolojik çalışmalar yapılmıştı. Ve o etnolojik çalışmalarında

diyorlardı ki insan, erkek üç tane açan bir nevi nedendir kızların

saçlarını, uzun kısa hiç şey değil ama kadının saçları bir nevi iştah

açıcıdır diye... Ben bunu bulursam gerçekten çok güzel olurdu. Ve bu

işte İslâm’ın güzel bir şeyi; ört ve bu gibi kötü şeylere izin verme.

Bakın güzel bir şey olur çok güzel bir şey olur. Ama Hıristiyanlıkta

açık bir tavır yok. Aziz Pavlus bunu söylüyorsa biliyor musunuz bunu

söylediği zaman putperestlere hitap ediyordu. Putperestler her şeyi

Page 137: ASİFE ÜNAL

130

yapıyorlardı. Ama diyor, Mesih’i baş olarak kabul ediyorsanız o zaman

ne erkek ne kadın fark etmez.

- Yani o zaman muhatap erkek olduğu için erkek denilmiş diyorsunuz?

- Âlma diyoruz Aramice Âlma halk, insandır. Biz kadın erkek

demiyoruz Aramice’de.

- Bunun orijinali öyle mi yani?

- Tabi öyle.

- Peki buraya niçin böyle yazılmış?

- Normal. O zaman bu Yunanca veya Latince yazılmış. Aramice’de

Zalama erkek. Bunu söylemiyoruz dualarımızda. Ne söylüyoruz;

insanlar...insanlar...Biz kadın erkek ayırmıyoruz. Tabi şekliyle kadın

erkek ayrılıkları var. Ama bu erkekte bütün vücut organları ayrı değil

ki. Gerçekten burada Aziz Pavlus’un bu parçasında anlaşılamayan çok

şey var. Çok kötü bizim için. Bugün insanlar nasıl olur böyle şey diyor,

ama o zaman çok iyi karşılanmış. Kabul ettiler hatta. Bakın kadın

saçını örtmüyorsa kestirsin. Niye kestirsin? Örtünmüyorsa saçını

kestirsin o zaman ne farkı var erkekle? Burada da bakın güzel şeyler

var. Yine bizim teolojiye geldik. Erkek kadın fark yok.

- Başka bir anlam taşıyorsa kadının saçını kestirmesi...

- Bu cinsel ya da başka bir nedenle bir alakası yok.

- Gelenek olarak fahişeliğin bir göstergesi olarak saçların kısa kesilmesi

söz konusu ise eğer, o zaman sizin teolojiye gelmemiş oluruz.

- Bir kere bir insana fahişe veya başka bir şey diyemeyiz.

- Tabi geleneksel olarak ...

- Bizim teolojimizde, Keldani felsefesinde milattan önce, milattan sonra

ve bu güne kadar insanlıkta olan kutsallık herkeste aynı şeydir.

Erkekte de kadında da aynı kutsallık var. Ben nasıl erkeğe kötü bir şey

söyleyemem, aynı şekilde kadına da kötü bir şey söyleyemem, yaptığı

işten dolayı da fahişe diyemem. Diyemem hakkım yok, çünkü

kutsaldır. Ama kötülük yapıyorsa, başka insanlara kötülüğe

yönlendiriyorsa, başka insanlara neden oluyorsa saçını kes.

Page 138: ASİFE ÜNAL

131

- Keldanilerde rahibelik müessesesi var dediniz. Onların kıyafetlerinden

bahsedebilir misiniz?

- Değişiyor. Aynı Latinler gibi giyiyorlar. Bazıları da sivil sizin, bizim

gibi giyiniyorlar.

- Saçları?

- Saçları açık.

- İbadet esnasında?

- İbadet esnasında da açık ama kominyon alırken üzerlerine bir şey

koyuyorlar. İsteyen koyar ... kesin bir kural yok.

- Bu sembolik bir şey, mesela bir şapka olabilir mi? Veya küçük bir şey?

- Şapka olabilir. Herhangi bir şey olabilir. Saint Antuan’ın altında ayin

yapıyoruz. Bazıları açık gidiyor, bazıları kapalı gidiyor. Bazıları hiçbir

şey yok bazıları ellerinde kominyon alırken... Neden çünkü bu

böyleydi ve böyle kalacak.

- Kişiye özel.

- Bu hürriyeti biz vermedik Tanrı vermiş. İsa Mesih herhangi bir şey

söylememiş bu konuda. Aziz Pavlus da neden olursan saçlarını kes,

diyor. Ne nedeni? Kötülük nedeni olursan, diyor.

- Ben Keldani cemaatinden bir hanımım diyelim, size geliyorum ama

cahilim. Diyorum ki; “Peder bakıyorum insanlara rahibeler kapalı,

Müslümanlara bakıyorum, tartışıp duruyorlar. Nedir bunu aslı benim

örtmem gerekiyor mu gerekmiyor mu? Ne derseniz onu yapacağım bu

konuda.” Ne dersiniz?

- Ben de size diyeceğim siz bu ayine niçin katılıyorsunuz? Tanrının

sofrasına katılıyorsunuz. Tanrının sofrasında değişik değişik giysiler

var, değişik değişik insanlar var. Bütün insanlar da aynı değil, herkes

katılabilir. Herkes istediğini giyebilir. İsterse başını örter, isterse

örtmez. Ben size bir Keldani olarak diyebilirim ki siz kendinize saygılı

olmak istiyorsanız istediğiniz gibi yapın. Kutsallığınızı korumak istiyor

musunuz? Demin söylediğim gibi bizim felsefemizde bütün insanlarda

kutsallık var.

- Vaftiz olmakla ilgisi yok mu?

Page 139: ASİFE ÜNAL

132

- Yok alakası yok. Bu Tanrının kutsallığıdır. Bende de var, sizde de var.

- Genelde Hıristiyanlarda bu düşünce var mı, size özel mi?

- Var. İncil’de var hepsi. İnsan ....

- İnanan olma şartı koymuyorsunuz yani.

- Evet. İsa Mesih bize böyle öğretti. O insan bu kutsallığını nasıl

kullanacağını nasıl melekutuna gireceğini (gök cennetine yani) nasıl

gireceğini ben size yol gösteriyorum. İsa Mesih yol gösteriyor. İstersen

yürü istersen yürüme...İster takip et istersen etme. Ben diyorum ki şu

yoldan giderseniz iki saatte gidersiniz öbür yolda belli değil...

- Sayın Yakan şu anda cemaatiniz kadınları ister rahibe olsun isterse

olmasın istedikleri gibi geliyorlar dediniz. Herhalde rahibelerde biraz

daha farklı ama istiyorsa sivil de olabiliyor dediniz. Geçmişte de böyle

miydi? Yani eski tarihlere dönersek diyelim ki sizin büyükanneniz

hiçbir rahibe falan değilse kiliseye açık mı gidiyordu?

- Oradaki geleneklere, örf ve adetlere göre.

- Yaşadığı yerdeki geleneklere göre?

- Gerçekten öyle. Bugün Irak’taki Zaho’yu ele aldığımız zaman oradaki

kadınlarımız kiliseye girdiklerinde ufak bir şey koyarlar ve bütün

duaları esnasında kalır o.

- Bugün?

- Bugün evet. Ama çıktıkları zaman açarlar.

- İstanbul’dakiler açık.

- İstanbul’da da aynı şekilde bazıları yine koyuyorlar.

- Koymayanlara siz herhangi bir şey söylemiyorsunuz?

- Söyleme hakkımız yok. Neden? Çünkü böyle bir kural yok. Tarihte

olabilirdi. Çünkü yörelere göre, Piskoposluk bölgelerine göre birtakım

kaideler, kanunlar, kilise kanunları koyabiliyorlardı.

- Hatırlayabildiğiniz böyle bir kural var mı eskiden? Mesela bundan

sonra isteyen istediği gibi giyebilir diyen bir kanun var mı?

- VII. Asırda her şey insanın özgür iradesine göre bırakılmıştır. Jillhelm

liturji reformu yaptı, bir kilise kanunları çıkardı ortaya. Ve Jilhelm

büyük bir patrikti. İslâm bilginleriyle oturup konuştu, çalıştı, birtakım

Page 140: ASİFE ÜNAL

133

felsefeler yazdılar beraber. Bu adam büyük bir reform yapmıştı

Hıristiyanlıkta, Doğu Kiliselerinde. Bunu o günden bu güne bir ruhani

nasıl davranacak, bir sivil nasıl davranacak, nasıl giyinecek, nasıl

kiliseye gidilecek, nasıl girip çıkacak, gizemleri nasıl alacak hepsini

yeniden kaleme almış ve yazdırmış ve bir nevi kaideler, kanunlar

anayasasını, kilise anayasasını yazdı. Biliyorsunuz XI. asırda yine

bizim burada Türkiye’deki Nesturiler, Keldaniler, Doğu kilisesi yani

ne yazdılar? Bugünkü Vatikan’ın kullandığı duakanan diyorlar

anayasası kanunlarını yazdılar. Ne Latinler yazmış, ne Bizanslılar

yazmış. Yine Doğu kilisesi yazmış bunları. Açık bir şekilde, kaideler

hep burada tamam mı? Daha sonra misyonerlik kurumları çıktı ortaya,

onlar kendi giysilerini attılar ortaya. Rahibeler olsun, rahipler olsun,

bunlar kendi yörelerine göre kendi giysilerini çıkardılar ortaya.

- Bir nevi dayattılar mı?

- Öyledir. Dominikenler beyaz cüppeleriyle gidiyorlardı. Cizvitler bir

zamana kadar farklı geziyorlardı. Şimdi hiçbirisini tanımazsınız. Sivil

bir şekilde geziyorlar. Rahibeler öyleydi. Manastırlardan çıkmazlardı

onlar. Ama şimdi hepsi her tarafta sivil şekilde. Yani bu zamana,

meskene, kültüre göre değişir.

- Sayın Yakan, son bir soru: Bugün Türkiye’deki türban tartışmaları ile

ilgili neler söyleyebilirsiniz?

- Çok zor bir soru.

- Bu tartışmalar İslâm boyutunda gibi görünüyor. İslâm’ın dışından bu

tartışmalara nasıl bakılıyor bunu öğrenmek istedim.

- Biz dışardan gerçekten Kuran’da bu var mı , bunu öğrenmek isteriz.

- Bunun cevabını, en azından buna verilen cevabı bildiğinizi

düşünüyorum da bu tartışmalar bugünkü haliyle gerçekten inanç

boyutunda mıdır, sizce nasıl olmalı, örtünmeli mi, bırakılmalı mı?

Emir olduğunu kabul edenlerin açısından bakarsanız, “Kur’an-ı

Kerim’de bu konuda ayetler var, bu İslâm’ın emridir, onun için

örtünüyorum” diyenlerin gözlüğü ile bakarsanız nasıl olmalı? Laik bir

ülkede yaşayan bir insan bu konuda ne yapmalı?

Page 141: ASİFE ÜNAL

134

- Gerçekten Kur’an-ı Kerim’de çok güzel şeyler var. Devamlı okuyorum

gerçekten iki dilde var bende, devamlı okuyorum. Kur’an-ı Kerim bir

nevi bu modern dünyamıza ışık açıyor. Bugünkü insanlara ışıklar

veriyor, gösteriyor. Bunu devamlı okumamız lazım. Tevrat öyle, İncil

öyle ... Bunlar insanın refahını,insanın barışını, insanın iç barışını –

önemli olan insanın iç barışıdır biliyor musunuz, diğer şeylerden daha

önemli; insanın iç barışı oldu mu kötülük düşünmez- insanın iç barışını

sağlamıyorsak her şeyi yapsak yine de boş. İnsanın kendi hürriyetine

engeller koyarsak, kendi isteğine göre hareket etmesini engellersek o

zaman iç barışı sağlamış olur muyuz? Ben de size soruyorum.

- Tabi ki hayır.

- Ama İslâmiyet’te değil bütün dinlerde öyle. Bugünkü duruma gelirsek

gerçekten bence çok konuşuyoruz bu konuyu ve boşuna. Neden? Bunu

din meselesine getiriyoruz, olmaz. Ben başımı örtüyorsam, bir dini

neden ise aslında bunu sadece kilisede göstermesi lazım başka yerde

gösteremez. Ben kiliseden başka yere gidip vaaz veremem. Bana soru

sormasanız konuşmam. Aynı şekilde kilise haricinde benim giysilerimi

giymem.

- Erkek mesela Cuma günü hatibin, müftünün giydiği bir kıyafet varsa

onu orda giyiyor, çıkarken giymiyor. Problem olmuyor. O giysi onun

dininin bir gereği değil, bir nevi sembolik bir şey, ne diyelim... törenin

gerekliliği...Yapmasa da olur. Ama kadın için dininin gereği gözüyle

bakarsanız, Müslüman kadın bu benim dinimin gereği derse dışarıda da

yapmak zorunda kalmayacak mı? Yani laik bir ülkede yaşarken

bulunduğunuz ülkenin kanunları sizin açık olmanızı gerektiriyor,

dininiz ise kapalı olmanızı gerektiriyorsa bu durumda bu şekilde

düşünen bir insana ne tavsiye ederseniz bir din adamı olarak?

- Laik ülke bir kere şöyle bir şey var laik yönetim nedir, dine dayalı

yönetim nedir? Bunları tartışmayacağız.

- Tabi

- Evet çünkü laikliği tartışmaya hiç gerek yok çünkü tüm insanlar dindar

insanlardır ve tüm insanlar da laik insanlardır. Ben size saygılı

Page 142: ASİFE ÜNAL

135

olduğum zaman hem laikim hem dindarım. Başka bir insana herhangi

bir kötülük yaparsam - bir amaçla ideolojik bakımdan herhangi bir

kötülük yaparsam o zaman hem insanlığımdan çıkmış olurum hem de

dindarlığımdan çıkmış olurum.

- Laikliği kelime anlamıyla aldığınız için bu şekilde söylediniz. Kişinin

laikliği ile ilgili bir problem yok. Ülkenin yönetim şeklinin herhangi

bir dine dayalı olmayışı, dinlere eşit mesafede oluşu şeklinde izah

edersek yani Türkiye’deki yaygın tabirle din ve devlet işlerinin

birbirinden ayrı ayrı yürütülmesi olarak alırsak, gerçi Türkiye’nin

laikliği Türkiye’ye özgü bir laikliktir ama ben zaten Türkiye’deki

durumla ilgili görüşünüzü almak istiyorum.

- Ben diyorum ki iç huzurumuzu bozmayalım. Demin dedim ki insanın

iç huzuru bozulduğu zaman her şey bozulur. Eğer biz Türkiye’de bunu

bir sorun olarak yaşıyorsak buna muhakkak bir çare bulmak lazım.

Nasıl bilmiyorum çünkü ne bu tür işlerle uğraşıyoruz biz, ne de

sorumluyuz. Bence din kelimesini bu gibi şeylerden ayırmak lazım.

- Benim gelmek istediğim nokta siz Hıristiyanlık’ta, İncil’de bu konuda

açık ifade olduğu halde bunu bir şekilde yorumlayarak genel olarak

Hıristiyan dünyada kadının örtünmesinin problem olmasını ortadan

kaldırmışsınız.

- Kesinlikle, çoktan beri böyle.

- Çoktan beri bunu bir şekilde gerçekleştirmişsiniz. Müslümanlar için bu

problem olmaya devam ediyor bütün ülkelerde, ülkemizde de öyle. Bu

konuda ne yapmak lazım, bunu Hıristiyanlık nasıl gerçekleştirmiş? Bir

Hıristiyan din adamı bana: “Evet örtünme Hıristiyanlık’ta kuraldır,

Pavlus’un söylediği gibi ama ne yapalım biz bu konuda taviz vermek

zorundayız. Kiliseye gelen cemaatime ben git geri diyemem, erkeğine

dersem ‘karını örtte getir’ diye, kimse gelmez. Cemaatim zaten ortadan

kalkıyor, ben ona Mevlâna gibi ne olursan ol yine gel, açık ol, örtülü ol

yeter ki gel demek zorundayım” demişti. Hıristiyanlık bu şekilde var

olan emri yorumlayarak, taviz vererek, olmasa da olur diyerek bir

açılım mı gerçekleştirdi? Gerçi Hıristiyanlık’ta Pavlus aracılığıyla

Page 143: ASİFE ÜNAL

136

birçok konuda açılım yapılmış bildiğim kadarıyla, yoksa Yahudi

gelenekleriyle, şeriatıyla Hıristiyanlığın bu kadar yayılması mümkün

olmazdı. Birçok konuda bulunulan konuma göre özellikle de Pavlus’un

açılımıyla tavizler verilmiş( sünnet gibi). Bunun gibi bir açılım mı bu,

ya da bir taviz mi?

- Yine bir ilahiyat, bir felsefe sorusu sordunuz. Çünkü bu Yahudilikte

olsun, Hıristiyanlıkta olsun, Müslümanlıkta olsun bu bir tek şeyi

düşünmemiz lazım. Tanrı insanları yarattı, herkes kabul ediyor, eşit bir

şekilde yarattı. Ona gidilecek yollar değişik. Ben belki giyinmiş bir

şekilde gideceğim belki de çıplak bir şekilde gideceğim bilmiyorum.

Peki ben niye sorun yapayım bunu. Tarih boyunca kutsal kitapta olsun,

Tevrat’ta olsun, İncil’de olsun sorunlar sık sık ortaya atıldı ama

bölgesel bir şekilde atıldı ortaya ve yine bölgesel bir şekilde çözüldü.

Bir Konstantin veya bir Pers İmparatoru bütün Hıristiyan halkına böyle

giyineceksin diyemedi, diyemez. Bunu demiş olsaydı kendi halkının

insan haklarını çiğnemiş olurdu. İnsan hakları böyle 47’lerde 40’larda

Avrupalılar çıkarmamış, insanın yaratılmasıyla beraber yaratılmış bu

insan hakları. Ha ben insana sahip çıkmak istiyor muyum, o zaman o

insana hürriyetini vereceğim. Ben sadece onu iyi yollara

yönlendirmeye çalışacağım. Eğer bugün burada bir sorunumuz varsa

çünkü biz iyi bir yönetim verdiğimiz yok, iyi bir eğitim verdiğimiz

yok. Kur’an-ı Kerim’de açık açık yazıyorsa çünkü Kur’an-ı Kerim

dün için yazılmamış, bugün için yazılmamış, yarın için yazılmamış

hepsi için yazılmış. Yani daha doğrusu ben hep söylerdim bunu.

Tevrat’ı eleştirme konularında bazı forumlara katılıyorum ben hep

bunu söylüyorum: Tevrat olsun, İncil olsun bunlar yalnız dün için

yazılmamış, bugün için de geçerli, yarın için de geçerli olacak. Ama

onların nasıl yaşayacakları değişir. Ben Afrika’da iken değişik bir

şekilde yaşıyordum, Avrupa’da değişik bir şekilde yaşıyordum, başka

bir yerde değişik bir şekilde yaşıyorum.

- Konumuza tekrar dönersek örtünme anlayışı ile ilgili de aynı şekilde

bakılabilir. Bulunulan yere göre, konuma göre, yaşanılan zamana göre,

Page 144: ASİFE ÜNAL

137

şartların gerektirdiği ne ise yapılır. Şartlar öyle gerektiriyorsa o

uygulanır, gerektirmiyorsa uygulanmaz diyorsunuz?

- Barışı, huzuru böyle sağlamış oluruz.

- Önemli olan barış diyorsunuz?

- İç barış önemli olan. Bakın ben size bir şey daha hatırlatayım, bu çok

önemlidir, bütün herkes için geçerli: İşaya Peygamberden alınmış bir

tavır. Yahudiler her tarafta gezerlerdi, birtakım sunaklar verirlerdi,

hediyeler verirlerdi. Kalktı ve onlara dedi ki : Tanrı sizi yarattığına

göre ne olduğunuzu biliyor. Eğer sizi bugün çağırıyorsa sizin malınızı,

mülkünüzü, giyinişinizi, tavrınızı istemiyor. Kalbinizi istiyor,

kalbinizin temiz olmasını istiyor. Müslümanlıkta bizim Mevlâna’mız

var. O ne diyor: ne olursan ol gel, ne demektir o? Neye inanmış

olursan, ne giyinmiş olursan gel, gel , gel ... Çünkü aynı babanın

çocuklarıyız. Sorun yapmayalım. İslâm’a zarar veriyoruz bu konularda.

- Çok teşekkür ediyorum Sayın Yakan.200

François Yakan’ın da belirtiği gibi Keldaniler arasında bugün kılık

kıyafette net birtakım hükümlerden söz etmek mümkün olmamakla birlikte

ayin ve törenler esnasında giyilen giysiler hakkında şunları söylemek

mümkündür. Keldani cemaatinde giysilerin tarzı daha çok Doğu toplumlarının

özelliklerini yansıtmakla beraber Batı’ya doğru gidildikçe bu durum

değişmektedir. Cemaat üyelerinin giysileri yaşlarına, cinsiyetlerine, sosyal

statülerine ve ekonomik durumlarına göre değişebilmektedir. “Erkekler

bilhassa gençler spor ayakkabı, kot pantolon ve gömlek giyebilmekte olup

başları açıktır. Kadınlar için de aynı şey geçerli olmakla birlikte orta yaş ve

üzeri kadınların ibadet esnasında başörtüsü kullandıkları bilinmektedir.

Din adamlarının giysileri oldukça basit olup keten cübbe, beyaz bir

gömlek ve genişçe bir pantolondan ibarettir. Ayin giysileri Doğuda ve Batıda

giyilen giysilerin bir karışımı şeklindedir.Genellikle papazın bir cübbesi ve

cübbenin üzerinde ipekten bir askısı vardır. Katolik papazlar ayrıca bir kolluk

takarlar. Ayin sırasında giydikleri beyaz elbisenin üzerinde üç kırmızı vaya

Page 145: ASİFE ÜNAL

138

siyah haç bulunmaktadır. Papaz ve piskoposun ayin ve törenler esnasında

giydiği elbisenin adı Macapra(gizlemek)dır.

Keldanilerin giysilerinin Türk, Kürt ve Arap giysilerinin bir karışımı

olduğu ve Mezopotomya’da yaşayan toplulukların tamamından etkilendiği ileri

sürülmektedir. Erkeklerin kılık kıyafet bakımından Kürtlerden tek farkının

başlarına poşideğil de küçük bir külah takmalarıdır. Dağ köylerinde bu giysiler

yaşamakla birlikte kasabalarda yaşayanların çoğu Avrupaî giysileri

benimsemişlerdir. Kadınlar yüzlerini örtmezler ve madenî paralar ve

boncuklarla süslenmiş küçük yassı bir kep giyerler. Çok uzun olan saç

örgülerine, üzerine iliştirilmiş mavi boncuklarıyla siyah yün örgüler

eklerler. Günümüzde İstanbul’da St Antuan Kilisesi’nin alt katında yapılan

ayinlerde uzun entarileri, yemenileri, kalın yün çorapları, kasketleri, yelekleri

ile diğer Latin Katoliklerden farkları göze çarpmaktadır.”201 İki Katolik grup

içindeki bu farklı giyim biçimi çok açık bir şekilde giyim kuşamda dinden çok

örf ve adetlerin, yaşanan coğrafî kültürün etkisinin olduğunu göstermektedir.

ce. Latin Katolik Kilisesinde Örtünme Anlayışı

Doğu ve Batı Hıristiyanlığın 1054’de ayrılması ile Batı Kilisesi Katolik

Kilisesi olarak adlandırılmıştır. Katolik Hıristiyanlık, genelde Batı/Latin

Kültürü merkezli bir Hıristiyanlıktır. Katolik Hıristiyanlar nerede bulunursa

bulunsun Vatikan’a bağlıdır. Hıristiyanlıkta en sıkı hiyerarşi Katoliklerde

uygulanmaktadır. 202

Katoliklerde örtünme anlayışı da diğer Hıristiyanlar gibi büyük bir değişim

göstermektedir. Başlangıçta özellikle rahibelerce baş örtme kuralı katı bir

biçimde uygulanmıştır. Rahibelerin örtünme biçimi ise vücudu tamamen

kapatan rahibe giysisi üzerine genellikle siyah veya alta beyaz üzerine siyah

sadece yüzün açıkta kalacağı şekilde başın bütünüyle kapanması şeklinde

200 03.06.2003 tarihinde İstanbul Keldani Kadim Kilisesi Lideri François Yakan ile

yaptığımız röportajdan. 201 Kadir Albayrak, Keldani Kilisesi, Doktora Tezi, Kayseri 1995, s.116-119. 202 Katolik Hıristiyanlık için bkz. Thomas Michel, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, İstanbul

1992; Katolikliğin diğer Hıristiyan mezheplerinden farkları için bkz. Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, 299-300.

Page 146: ASİFE ÜNAL

139

olmuştur. Yüzyıllar boyunca bu şekilde uygulanan örtünme II. Vatikan

Konsili’nden sonra biraz daha serbest bir biçime dönüşmüştür. Bugün

Türkiye’deki rahibelerin hastanelerde görevli olanları başlarını örterken,

okullarda görevli olanlar örtmemeye başlamıştır. Bugün İstanbul sokaklarında

Katolik bir rahibeyi, başını arkadan bağlamış, saçlarının bir kısmı ve boynu

açık, üzerinde ancak dizaltına kadar gelen bir giysi ile görmek mümkündür.

Rahibelerin dışındaki Hıristiyan kadınlar ise önceleri kilisede en azından

kominyon alırken başlarını örterken günümüzde örtünmemeye başlamıştır.

Orta yaşlı ve yaşlı Hıristiyan kadınlar bu konuda biraz daha geleneksel

davranırken genç kadınlar açık olarak kiliseye gelebilmekte hatta ayine bizzat

katılarak okuma bile yapabilmektedir. Katolik Hıristiyanların kadınlarda

gösterdiği bu değişim erkek din adamlarına fazla yansımamış olduğu, onların

ibadet esnasında geleneksel kıyafetlerini giymeye devam ettikleri

görülmektedir.

Katolik Hıristiyanlarda kılık kıyafet konusunda farklı görüşler

bulunmaktadır. Kimileri örtünme konusunda verilecek tavizin diğer tavizlere

yol açacağından endişe ederek daha katı bir tutum izlemektedir. Kimileri ise,

bu konuda daha toleranslı davranılması gerektiği kanaatindedir. Uygulamada

insanları kiliseden uzaklaştırmamak adına zorunlu olarak tolerans gösterildiği

görülmektedir. Katoliklerin giyimi ile ilgili olarak yaptığımız gözlemlere

örnek olarak şunları söyleyebiliriz:

01.06.2003 Pazar günü Saat 19.00’dan itibaren İstanbul Beyoğlu İstiklâl

Caddesindeki Saint Antuan Kilisesi’nde akşam ayininin tamamını izledim.

Ayine üç rahibe katıldı. Bu rahibeler başlarına saçlarının bir kısmı görünecek

şekilde arkadan bağlanmış koyu mavi başörtü örtmüşlerdi. Ayine katılan diğer

bütün bayanların başları açıktı. Hatta genç bir bayan, üzerinde dar bir kot

pantolon ve bir tişörtle birkaç kez kürsüye çıkarak İncil/Mektuplar’dan

bölümler okudu. Erkeklerin tamamının başı açıktı. Rahiplerin de başları açık ve

ayin elbiseleri beyazdı.

Katoliklerin örtünme anlayışı ile ilgili olarak kendileriyle görüşmek

istediğimiz rahibeler bu konuda oldukça çekingen davranmıştır. Başı örtülü ve

açık olan birçok rahibenin bulunduğu bir toplantıda sadece bir rahibe, isminin

Page 147: ASİFE ÜNAL

140

yazılmaması şartıyla, görüşme talebimize olumlu cevap vermiştir. Buna

gerekçe olarak da daha önce yaptıkları bazı röportajların çarpıtılarak basında

yer alması gösterilmiştir. Bu rahibenin giysisi de beyaz gömlek üzerine koyu

mavi/lacivert etek ve ceketile arkadan bağlanmış aynı renk başörtüden

oluşmaktaydı. Bu rahibe, hastanelerdeki rahibelerce önceden öne doğru uzayan

kep tarzı örtü kullanıldığını ancak bunun kendilerinin ve doktorların

çalışmasını zorlaştırmasından dolayı zamanla bu biçime dönüştüğünü

söylemiştir.

09.02.2004 tarihinde TRT 1’de yayınlanan Ezan-Çan-Hazzan

Programında gösterilen Antakya’da Katolik kilisesindeki bir ayinde katılan

kadınların başı açıktı. Ortodoks Kilisesindeki ayinde ise komünyon almak için

sıralanmış kadınların hepsinin başı örtülüydü. Aynı programda ayinden sonra

kilisenin arka bahçesinde yapılan bir sohbet gösterildi. Kadınlar ‘Biz eskiden

kiliseye gelirken başımızı örtüyorduk ama baktık ki büyükler bile yavaş yavaş

örtmemeye başladılar, bunun üzerine biz de başımızı örtmeyi bıraktık’ dediler.

Buna Papazın izin verdiği söylenince de Papaz: ‘ Ne yapayım cemaatimi

kaybetmemek için tolerans göstermem gerekiyor. Önemli olan kalp temizliği’

diye cevap verdi.

Aynı programda Antakya Altınözü Tokaçlı köyünde bir Noel sabahı

gösterildi. Kadınların hepsinin başları aynen Müslüman köylü kadınların

başları gibi örtülüydü.

Samandağı Vakıflı köyünde bir Pazar ayini görüntüleri verildi. Ermeni köyü

olduğu belirtilen bu köyün kadınlarının ayinde başları açıktı. Bazılarında saç

bandı takılı idi ki başörtüsünü sembolize etmek için takılmış olabileceği

intibaını verdi. 203

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte burada Türkiye’deki

Katoliklerin örtünme anlayışı üzerine görüştüğümüz Vatikan İstanbul

Temsilcisi George Marovitch’in sözlerini aktarmayı uygun buluyoruz:

- Sayın Marovitch, Latin Katolik Kilisesinde örtünme anlayışı ile ilgili

bilgi verebilir misiniz?

203 Ezan-Çan- Hazzan Programı, TRT-1 , 09.02.2004.

Page 148: ASİFE ÜNAL

141

- Ben bu konularda uzman değilim ama yine de bildiğim kadarıyla

anlatayım.

- Latin Katolik Kilisesini bu hususta diğer Hıristiyanlardan ayıran

özellikler nelerdir?

- Bütün Katolikler diyelim. Çünkü Katolikler federasyon gibidir. Latin,

Ermeni, Süryani Katolik. Hatta Şarklılar bunu daha fazla, Süryaniler

mesela bu örtülere daha fazla gidiyorlar. Bizde Vatikan Konsili’nden

sonra başladılar yani hiç Konsilde böyle bir karar alınmadı. Denmedi

ki artık başörtüsüz kiliseye gidilecek. Fakat öyle oldu ki artık karşı

gelemedik. Mesela eskiden bir kadın örtüsüz gelseydi, bizde kominyon

vardır (mukaddes kurbana iştirak) verilmiyordu. Diyordu git, örtün,

ondan sonra. Ancak Vatikan Konsili’nden sonra öyle oldu ki artık

tolerans oldu. Şimdi mesela kadınlar başını örtmeden geliyor. Kısa kol

da olsa demiyoruz bir şey. Ama St Piyer’de şortla falan gidilmez,

bırakmıyorlar.

- Saint Antuan’da bir ayine katıldım Sayın Marovitch geçen geldiğimde.

Pantolonlu, zannediyorum kısa tişörtlü ve açık saçlı bir bayan kürsüye

çıkıp, ayine bizzat katıldı, kutsal metinleri falan okudu. Sadece izleyici

konumunda değildi. Bu konu bu kadar rahatladı artık yani?

- Evet ama ne var ki tutucular var. Bir de Konsil’den sonra diyorlar; ya

bunlar zamanı geçti, ne demek. Bir de eskiden kadın giremiyordu,

ayinin yapıldığı sadece rahiplerin girdiği kutsal bir yer vardı.

- Altar değil mi?

- Evet merdivenler vardı. Altara gelemiyorlardı kadınlar. Şimdi

geliyorlar, okuma da yapıyorlar. Konsilden bitince dediler; okuma da

yapsalar ama şeyin dışında. Ama şimdi yavaş yavaş adet oluyor, karşı

gelinemiyor. Böyle gitti. Şimdi başörtüsüz okuma da yapıyorlar ancak

tabi ayinleri rahiplerin yaptıklarını yapamıyorlar.

- Rahibeleriniz örtülü?

- Rahibelerin ayrı ayrı bir disiplini var. Ayrı ayrı kongregasyonları var,

tarikatlar diyelim. Onlar kurulduğu zaman onların disiplini ayrı.

Mesela bazıları kendilerini eğitime adadılar. Bazıları hastabakıcı, zaten

Page 149: ASİFE ÜNAL

142

kep giyiyorlar mesela. Bizim hastanelerde görevli olanlar daima kep

giyiyorlar. Okullarda görevli olanlar dediler ki kanunda yasaktır

biliyorsunuz, ondan da istifade şimdi berbere de gidiyorlar Nötr Dam

de Siyon rahibeleri, artık bitti, kiliseye de böyle geliyorlar. Eskiden

rahibeler berbere gitmezlerdi. Kapalıydı rahibeler. Ama şimdi

Türkiye’de öğretmen olanlar böyle. Ama hastanelerimize gitseniz,

Saint George Hastanesi’ne gitseniz rahibeler hepsi baş örtülü, rahibe

elbiselidirler. Okulda olanlar büsbütün sivil giyiniyorlar. Zaten rahibe

olarak Nötr Dam de Siyon ve bir de Saint Denoda(?) var o rahibeler.

Kilisenin bir genelgesi yok bu hususta. Herkes şey ediyor. Bazıları

diyor yapmam. Fakat Şark kiliselerinde dediğim gibi hürmeten

kadınlar başörtüsü ile geliyor.

- Neye hürmeten?

- İşte eski zamanlarda kadınların örtünmesi lazımdı. Yalnız dua ederken

değil, mesela Yahudilerde de örtülür. Bunlar iman esası değildir.

İnsanlar konuşarak jestlerle şey ediyor. O zaman hürmet şeyi böyleydi.

Şimdi değişti.

- İncil’de bu konuda bir şey var mı?

- İncil’de kadının kilisede sussun diyorlar ama çünkü St Paul’un şeyinde

bu geçiyor.

- Yine St. Paul’un Korintlilere Mektubunda 1. Mektup 11. Bab

sanıyorum, kadın erkeğin ona hakim olduğunun göstergesi olarak

başını örtsün, diyor.

- Bu başörtüsü hakkında bunu araştırmadım ama erkek nasıl ki vücudun

başıdır. Kadın da ama onu öyle sevmesi lazımdır ki onun parçasıdır

yani. Bu evlilik şeyinde okunuyor bunlar.

- Bütün rahibeler örtülü değil yani?

- Evet dediğim gibi Nötr Dam de Siyon rahibeleri ayine açık olarak

geliyorlar. Okulda açık oldukları için değişmeden kiliseye de öyle

geliyorlar. Hastanelerdekiler kapalı. Mesuliyet isteyen o tarikata gider,

istemeyen diğerine, böyle.

Page 150: ASİFE ÜNAL

143

- Latin Katolikler olarak bu konuya genel bakışınız nedir? (İstanbul için,

Türkiye için)

- Genç rahipler olarak diyorlar; yok burada problem değildir, hepsi

eşittir. Daha yaşlılar olarak diyorlar; bu güzel şey değildir. Çünkü

bilmiyorsun ne zaman bitecek. Çünkü kollar burdaydı indi, indi. Şimdi

kolsuz geliyor. Vatikan’da da özel nöbetçiler var. Pantolonlu kadınları,

şortlu erkekleri almıyorlar. Diyorlar git. Burada bir ara cüppe

veriyorlardı,girsin diye. O da yok çünkü binlerce kişi gidiyor. Dışarıda

şeyler var zaten içeri alınmıyor. Ama başını örtmeye mecbur değil.

Gidin St Piyer’i görün. Sadece üstü şey olması lazım.

- Çok teşekkür ederim Sayın Marovitch.204

cf. Protestanlarda Örtünme Anlayışı

Protestan kelimesi, itiraz eden, baş kaldıran, isyan eden anlamına gelmekte

ve Hıristiyanlıkta bir “Reform Hareketi”ni ifade etmektedir. Bu hareket

Protestanlık olarak adlandırılmış ve günümüze kadar da böyle gelmiştir.

Protestanlık, içinden çıktığı halkların, toplumların karakterini yansıtan bir

harekettir. Bu hareket Hıristiyan Kutsal Kitabı’nın öğretilerini temel alarak,

Almanya’da mistik veya kişisel bir dindarlık, İngiltere ve Amerika’da

ahlâklılık veya toplumsallık, Fransa ve İsviçre’de ilâhî irade veya ilâhî

seçkinlik gibi özellikleri öne çıkararak “Reform”u geliştirmiştir. Protestanlıkta

ülkeden ülkeye, o ülkenin insanlarının konumuna, diline ve geleneklerine göre

Kutsal Kitap yorumlanarak cemaatler oluşturulmaktadır.205

Türkiye’de, Almanya, İngiltere ve Amerika’nın desteğiyle Gregoryen

Ermeniler arasında da Protestanlık yayılmış ve 1847’de Protestan Ermeni

Cemaati resmen tanınmıştır. Günümüzde Yedinci Gün Adventistinden

Methodistine, Ermeni Protestanından Türk Protestanına ulaşan çok çeşitli

cemaatler oluşmuştur. Bundan dolayı tek bir “tip” Protestanlıktan bahsetmek

204 03.9.2003 Tarihinde (Latin Katolik Kilisesi) Vatikan İstanbul Temsilcisi George Marovitch

ile yapılan görüşmeden. 205 Protestanlığın temel felsefesi, Almanya, Fransa, İsviçre, Amerika, İngiltere gibi ülkelerde

çıkışı ve çıkışını hazırlayan şartlar için bkz. G. Welter, Historie des Sectes Chretiennes, Paris 1950, s.126-170.

Page 151: ASİFE ÜNAL

144

zordur.Her birinin kendi geçmişine, dinî ve kültürel birikimine göre

oluşturduğu kendilerine özgü özel kuralları vardır.206 Ancak bazı konularda

ülkenin yasaları ve dünyanın “geçer şartları” dikkatten uzak tutulmamakta ve

“ortak anlayış” geliştirilmektedir.

Türkiye’de son zamanlarda, özellikle 2003 yılında yapılan yasal

değişiklikler çerçevesinde sayıları artmış bulunan Protestanların, özel bir

giysisi bulunmamaktadır. Giyim kuşam ve örtünme konusunda diğer

Protestanların yolunu izlemektedirler. Din adamlarının dışındaki Protestanların

giyim biçimlerini yaşadıkları yer belirlemektedir. Günümüzde Türkiye’de

Protestan Hıristiyan kadınlar, başlarını örtmemektedir.

Geçmişte Protestanlarda rahip olmayan erkek ve kadınlar için belirli

dinsel semboller bulunmamaktaydı. Belirli gruplar, kıyafetleri ile dinsel

durumları hakkında ip ucu verebiliyorlardı. Örneğin 1960’larda muhafazakâr

Protestan kadınları, popüler olduğu halde mini etek giymemişlerdir. Hatta

giydikleri etek boyları ile büyük annelerini bile şaşırtabildikleri zikredilmiştir.

Onlara göre beyaz gelin duvağının saflığı ifade ettiği gibi, gösterişsiz ve sade

giyinmek de İncil’e bağlılığı göstermekteydi. 1963 yılında Piskopos Jacob

Amman’ın liderliğindeki bir reform grubunun, eski moda tarzında giyinmenin

onları modern dünyadan uzaklaştırdığını savunması üzerine bu görüş doğru

bulunmuş ve giyim tarzı değiştirilmiştir.207

Protestan rahiplerin kıyafetleri bulundukları tarikata göre

değişebilmektedir. Kimileri ibadet esnasında özel bir kıyafet giyerken kimileri

herhangi bir özel kıyafet kullanmamaktadır. Örneğin, Anglikan rahipler ayin

esnasında alta uzun ve beyaz bir giysi ,üzerine kuşak ve en üste yeşil renkli bir

giysi giymektedirler.208

Bugün büyük şehirlerdeki Protestan kadınların giyimlerinde dinî bir

özellik ve örtünme şekli dikkati çekmemektedir. İstanbul’da görüştüğümüz

206 Protestanların diğer Hıristiyan Mezheplerinden farkları ve genel özellikleri için bkz. G.

Barker, O’nun İzinde(Hıristiyanlık ve Laiklik Tarihi), İstanbul 1985; Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, 301-303,311-327; Roger Mehl, Hıristiyan İlahiyatı(Protestanlık Mezhebi), çev. Mehmet Aydın, Konya 1983.

207 Deborah E. Kraak, “Clothing: Religious Clothing in the West”, The Encyclopedia of Religion, New York 1987, III/545.

208 Bkz. Murat Avcı, İzmir’deki Hıristiyan Dinî Cemaatler, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2001.

Page 152: ASİFE ÜNAL

145

İzmir’li bir Protestan kadın gündelik giysisi ile katıldığı bir toplantıdan sonra

aynı giysi ile başı açık olarak ayine katılmıştır. Bu örnek, diğer

Hıristiyanlarda da oldukça gevşeyen baş örtme kuralının Türkiye’deki

Protestanlarca hiç uygulanmadığının göstergesidir. Protestanlarda ibadet dili

gibi birçok konu toplumun kendi tercihine bırakılmış olduğu için, giyim-kuşam

ve örtünme konusunun da toplumların kendi geleneklerine, örf ve adetlerine,

tercihlerine bırakılmış olması son derece normal görünmektedir.

Page 153: ASİFE ÜNAL

146

III. BÖLÜM

TÜRKİYE’DE MÜSLÜMANLARIN ÖRTÜNME ANLAYIŞI

Yeryüzünde bütün milletlerin olduğu gibi Türklerin de kendilerine has

örtünme anlayışı olmuş ve bu anlayış devirden devire, bölgeden bölgeye

değişiklik göstermiştir. Türkler arasında İslâm’ı kabul etmeden önceki

örtünme anlayışı ile İslâm’ı kabul ettikten sonraki anlayış farklı olduğu gibi,

Bizanslılarla ve Batı kültürü ile karşılaşmadan önceki ve sonraki örtünme

anlayışları da birbirinden farklıdır. Bu değişimde başka medeniyetler ve

kültürlerle etkileşim yanında, İslâm’ın ve geleneklerin doğru anlaşılmasının,

doğru yorumlanmasının büyük önemi bulunmaktadır.

Günümüzde diğer Müslümanlar arasında olduğu gibi, Müslüman Türkler

arasında da örtünme biçim ve anlayışlarında farklılıklar bulunmaktadır. Bu

farklılıkların ortaya çıkışı, büyük oranda dünyadaki gelişim ve değişimler ile

örtünme ayetleri ve kurallarına getirilen yorumlarla paralellik göstermektedir.

Türklerin İslâm’dan önceki ve İslâm’ı kabul ettikten sonraki örtünme

anlayışları ile günümüzde Türkiye’deki örtünme anlayışına geçmeden önce

genel olarak İslâm’ın örtünme anlayışını ortaya koymaya çalışmak yerinde

olacaktır.

a. İslam’ın Örtünme Anlayışına Genel Bir Bakış

Müslümanlar arasında “örtünme anlayışı” genelde aynı olsa da, özelde

ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye farklılık göstermektedir. Bu farklılık, ayet ve

hadislerin yorumuna, yorum döneminin anlayış biçimine ve toplumların örfüne

bağlanmaktadır. Ayetlerin yorumlanmasında, geldiği ve yorumlandığı dönemin

şartları, hitap edilen toplumun algılayış biçimi, geçer kabul ettiği örf ve adetler

ile yorumlayanın kendi anlayışı etkili olmaktadır.

İslâm, geldiği toplumun bütün değerlerini reddetme gibi bir anlayışı

benimsememiş, akıl, bilim ve toplum menfaatini esas almıştır. Hz. Muhammed

Page 154: ASİFE ÜNAL

147

de, Araplar arasında yaşayan her gelenek ve göreneği ortadan kaldırmamış;

sadece ilme, akla, mantığa ve İslâmî öze aykırı olanları yasaklamış; bunlardan

da düzeltebildiklerini düzeltmiş ve İslâm’ın ruhuna aykırı olmayanların

yaşatılmasını teşvik etmiştir. Kan bedeli, evlenecek kızlara verilecek mehir gibi

hususlar bunlar arasındadır. Hakkında açık hüküm bulunmayan konularda da,

Kur’an’ın önerdiği gibi209, “örf”ün belirleyiciliğini öne çıkarmıştır.

Yasalarla belirlenmemiş olup, halkın kendini uymak zorunda hissettiği

davranış biçimleri diyebileceğimiz örfü, Ömer Nasuhi Bilmen şöyle

tanımlamaktadır: “Akılların şehadetiyle şöhrete ulaşmış ve tabii kabul edilmiş

herhangi beğenilmiş şeydir.”210 Hanefi Hukukunda da örf; “Aklen ve şer’an

beğenilmiş, güzel sayılmış olan ve salim akıl sahiplerince de inkâr edilmeyen

şey” şeklinde tarif edilmektedir.211

Örfün belirleyiciliğini öngören Kur’an ayetlerinden biri olan Araf Suresi

199. ayette “Af yolunu tut, örfü emret ve cahillerden yüz çevir” hükmü yer

almaktadır. Bu ayetin tefsirinde Elmalılı Hamdi Yazır şöyle demektedir: “Örfe

uygun olanla emreyle yani affedici olayım, affı gözeteyim derken, örf ile

emretmeyi terk etme; fakat emredeceğin, bir emir vereceğin zaman örf ile

emret. Emrettiğin iş örfe uygun olsun. Allah’ın kitabında veya kendini bilen

akıl sahipleri katında maruf, yani yapılması ve yerine getirilmesi gerekli,

varlığı yokluğundan hayırlı, olması olmamasından faydalı olduğu kabul edilen

güzel ve yararlı bir şey olsun.”212

Müslümanlar arasında örf önemli bir yere sahiptir. Sosyolojik olarak

“toplumun ortak aklı” sayılan örfün İslâm’da kabul görmemesi zaten İslâm’ın

ilim ve akıl dini olması özelliğine de aykırı olurdu. Bundan dolayı İmam-ı

Azam Ebu Hanife, oluşturduğu Hanefi Mezhebi’nde örfe de önemli yer

ayırmıştır. Örfü “şer’i bir prensip” kabul eden Ebu Hanife, yerine göre örfü

kıyasa tercih etmiştir. Şer’i delilleri diğer mezhep imamlarından farklı olarak

yediye çıkaran İmam-ı Azam, bunların arasına örfü de koymuştur.213

209 Örf konusundaki ayetlere örnek olarak bkz. Bakara 178, Nisa 25, Araf 199. 210 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve İstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, ty.,, s.17. 211 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1949, II/745. 212 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty., IV/193. 213 Bkz. Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, Ankara 1984, s.35-36,94. Ayrıca İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşleri için bkz.İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İstanbul 1981.

Page 155: ASİFE ÜNAL

148

Örtünme konusunun Müslümanlar arasında hatta aynı ülkedeki değişik

grup ve cemaatlerde farklı şekilde algılanmasında “örf” ile ayet ve hadislerin

buna göre yorumlanmasının büyük rolü vardır. Müslümanlar diğer bazı

konularda olduğu gibi “örtünme” konusunda da kendi benimsedikleri anlayış

biçimine Kur’an ve Sünneti kaynak göstermektedir. Bu durum sadece

Müslümanlara has bir davranış tarzı da değildir. Genellikle bütün dinlerin

mensupları inandıkları veya uyguladıkları herhangi bir kuralı, ya dinlerinin

kutsal kitabına ya da din kurucularının söz veya uygulamalarına dayandırma

yoluna gitmektedir.

Bu çalışma dolayısıyla yapılan araştırmalarda değişik mezhep, grup,

cemaat ve bölgelerdeki insanların hemen hepsinin, örtünme biçimini Kur’an’a,

hadislere ve geleneğe dayandırmaya çalıştığı görülmüştür. İslâm’da herhangi

bir konudaki ilk kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’da örtünme konusuna

birkaç ayette temas edilmektedir. Her toplum, bu ayetleri kendi kültürü ve

anlayışı çerçevesinde yorumlamıştır. Böylece farklı örtünme biçimleri

oluşmuştur.

aa.Kur’an’da Örtünme ile İlgili Ayetler:

Kur’an, örtünmenin ilk örneğini Tevrat’ta olduğu gibi Hz. Adem ve Hz.

Havva’ya bağlamaktadır. Hz. Adem ve Hz. Havva, Şeytan’ın vesvesesine

uyarak Allah’ın kendilerine yasakladığı ağacın meyvesinden yedikten sonra

kendilerinin çıplak olduklarını anlamış ve örtünmeye çalışmışlardır. İnsanın

örtünme konusundaki bu hassasiyeti Kur’an’da şöyle anlatılmaktadır; “ ‘Ey

Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca

yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.’ Şeytan ayıp yerlerini kendilerine

göstermek için onlara fısıldadı: ‘Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesi melek

olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir. Doğrusu ben size öğüt

verenlerdenim.’ diye ikisine yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı.

Ağaçtan meyve tattıklarında kendilerine ayıp yerleri göründü, cennet

yapraklarından oralarına örtmeye koyuldular. Rableri onlara ‘Ben sizi o

ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu

söylememiş miydim?’ diye seslendi...”214

214 Araf,19-22.

Page 156: ASİFE ÜNAL

149

Allah, yasak meyveden yedikleri için Hz.Adem ve Hz. Havva’yı

yeryüzüne indireceğini söyledikten215 hemen sonra gelen ayetlerdeki şu

ifadeler dikkat çekicidir: “Ey insanoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek

giyimlikle, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan

daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri öğüt almanız içindir. Ey İnsanoğulları!

Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı

babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz

yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost

kılarız.”216 Bu ayetlerin bir kaç ayet arkasından da giyim konusundaki şu

ayetler gelmektedir: “Ey Ademoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi

giyinerek gidin; yiyin, için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.

Ey Muhammed de ki: Allah’ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları

haram kılan kimdir? ‘Bunlar dünya hayatında inananlarındır, kıyamet

gününde de yalnız onlar içindir’ de. Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece

uzun uzun açıklıyoruz.” 217

Genel olarak giyinme ve örtünme konusundan bahseden ayetlerden birinde

de; “Allah size evlerinizi dinlenme yeri kıldı. Hayvanların derilerinden

yolculukta ve ikamet zamanlarında kolayca taşıyacağınız evler; yün, tüy ve

kıllarından bir süre kullanacağınız giyimlikler ve geçimlikler var etmiştir.

Allah, yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda sığınacağınız

barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte sizi koruyacak

zırhlar vermiştir. Size olan nimetini Müslüman olasınız diye bu şekilde

tamamlamaktadır.”218

Görüldüğü gibi bu ayetlerde örtünmenin/giyinmenin; edep yerlerini

örtmek, korunmak ve süslenmek amaçlarından söz edilmektedir. Allah,

hangi amaçla olursa olsun bu giysileri ve ziynetleri diğer rızıklar gibi insan

215 Geniş bilgi için bkz. Mustafa Erdem, Hz. Adem (İlk İnsan), Ankara 1993. Kanaatimizce, Allah’ın insanın yaratılacağını meleklere haber verirken ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.’(Bakara,30) demesi, insanoğlunun yeryüzünde halifelik için yaratılmış olduğunu göstermektedir. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın cennette tabi tutuldukları sınav, sadece insanlara dünya hayatının gayesini göstermek için Allah tarafından özel olarak hazırlanmış bir olaydır. Nitekim Allah bu sonucu murad etmese, ne şeytanı kendisine itiraz edebilecek ne de insanı şeytana kanabilecek şekilde yaratırdı. Bkz. Asife Buhan(Ünal), İslâm’da Kulluk Felsefesi, Basılmamış Lisans Tezi, Ankara 1983.

216 Araf,26-27. 217 Araf,31-32.

Page 157: ASİFE ÜNAL

150

için yarattığını hatırlatarak bunları kimsenin haram kılamayacağını

söylemektedir. Kur’an’ın giysilerle ilgili bu bakış açısı konumuz bakımından

dikkat çekicidir.

Kur’an’da kadının örtünmesi konusunda esas alınan ayetlerden biri Nur

Suresi 31. ayettir. Erkeklere hitap eden Nur Suresi 30. ayetle birlikte bu ayet

şöyledir; “Ey Muhammed! Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması

yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların

arınmasını daha iyi sağlar(Temiz ve erdemli kalmaları bakımından en iyi

davranış tarzı budu)r. Allah, yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mü’min

kadınlara da söyle: Gözlerin bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini

korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı ([örfen] görünmesinde

sakınca olmayan yerleri) müstesna, açmasınlar. Başörtülerini yakalarının

üzerine salsınlar. Süslerini (cazibe ve güzelliklerini) kocalarından,

babalarından, kayınpederlerinden, oğullarından, üvey oğullarından,

kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin veya kız kardeşlerinin oğullarından,

Müslüman kadınlarından veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış

hizmetçilerden (kendi evlerindeki kadınlardan yahut yasal olarak sahip

oldukları kimselerden, yahut kendisine bağlı olup cinsel isteklerden yoksun

bulunan erkeklerden ) ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan

çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için

(yürürken gizli görkem ve güzelliklerini belli edecek şekilde) ayaklarını yere

vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tövbe ederek Allah’ın

hükmüne dönün.”219

Örtünme konusunda kaynak teşkil eden bir diğer ayet, Ahzap Suresi 59.

ayettir. Bu ayette şöyle denilmektedir; “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve

mü’minlerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu

onların (temiz kadınlar olarak) tanınmalarını (hür ve namuslu

218 Nahl, 80-81. 219 Nur, 30-31. Ayet mealleri için şu eserler esas alınmıştır: Hüseyin Atay-Yaşar Kutluay,

Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı(Meal), Diyanet İşleri Başkanlığı yay., Ankara 1985; Ali Özek-Hayrettin Karaman-Ali Turgut-Mustafa Çağrıcı-İbrahim Kâfi Dönmez-Sadrettin Gümüş, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı(TDV) yay., Ankara 1993; Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, çev.Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret yay., İstanbul 2000; Ali Fikri Yavuz, Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meal-i Alisi, Alperen yay.,

Page 158: ASİFE ÜNAL

151

bilinmelerini220) ve bundan dolayı incitilmemelerini(rahatsız edilmemelerini)

daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.”

Örtünme ile ilgili olarak ele alınabilecek bir ayet de, Nur Suresinin 60.

ayetidir. Bu ayet ise şöyledir; “Evlenme ümidi kalmayan, ihtiyarlayıp oturmuş

kadınlara, süslerini açığa vurmamak şartıyla, dış giysilerini çıkarmaktan ötürü

bir sorumluluk yoktur; ama sakınmaları kendileri için daha iyi olur. Allah işitir

ve bilir.”

Nur Suresi, İslâm tarihinde ‘ifk hadisesi’ diye bilinen, Beni Mustalik

Gazvesinden dönerken geride kalan Hz. Aişe ve onunla birlikte dönen Safvan

b. Muattal hakkında dedikodu yapılması ve iftira atılması olayı üzerine

indirilmiştir. İslâm’da namuslu insanlara iftira atmanın ne kadar büyük bir

günah olduğunun geniş bir biçimde anlatıldığı221 bu sure, “Bu, indirip

hükümlerini kesinleştirdiğimiz suredir. Öğüt alasınız diye onda apaçık ayetler

indirdik.”222 ayetiyle başlamaktadır. Hükümlerin kesinleşmiş olduğunun

vurgulanması dikkat çekicidir. Bu vurgunun, söz edilen ayetlerin kesin hüküm

taşıdığının, dolayısıyıyla yoruma açık olmadığının gösterdiği olduğu ileri

sürülmektedir.

İslâm’da örtünmenin delili olarak gösterilen ayetlerden biri olan Ahzap

Suresi 59. ayetin nüzul sebebi de şöyle açıklanmaktadır: Mü’minlerin kadınları

geceleri hacetlerini (tuvalet ihtiyaçlarını) gidermek için dışarı çıkıyorlardı.

Münafıklar onların peşine düşer ve incitirlerdi. Bu ayet nazil oldu. Ondan sonra

kadınlar, geceleri hacetleri için çıktıklarında onları örtülü gören kötü niyetli

kimseler bu hürdür diyerek ondan uzaklaşıyorlardı, örtüsüz gördüklerinde ise

bu cariyedir diyerek ona zina teklif ediyorlardı(sarkıntılık ediyorlardı). 223 Bu

yoruma göre bu ayetteki örtünme emrinin amacı kadının hür olduğunun

bilinmesi ve böylece sarkıntılık yapılmasından korunmasıdır. Eğer ayet bu

şekilde yorumlanırsa hür olmayan kadınlara her türlü sarkıntılığın

yapılabilmesine de cevaz verilmiş olduğu anlamına gelir ki bu, köleliğin

Ankara 2002; Ömer Özsoy-İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an(Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr yay., Ankara 1997.

220 Atay-Kutluay, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı. 221 Bkz. Nur,4,11-25. 222 Nur,1 223 Ebi Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî en-Nisaburî, Esbab-ı Nüzul ve Bihamişi en-Nasih ve’l-

Mensuh, Beyrut,ty., s.273.

Page 159: ASİFE ÜNAL

152

tedricen kaldırılmasını hedefleyen ve insana değer veren İslâm’ın, insan

anlayışına aykırı görünmektedir.

Ahzap Suresi 59. ayetin indirilmesinde özellikle Hz. Ömer’in Peygambere

telkinlerinin rolü olduğu da söylenmektedir. Tefsirci Beydavi’den

nakledildiğine göre; Hz Ömer, Peygamberin eş ve kızlarının, İslâm’dan önceki

Arap kadınlarının giysileriyle dolaşmalarından rahatsız olmuş, sık sık ‘Ey

Allah’ın elçisi, senin evine iyisi de gelir kötüsü de; inananların annelerine

örtünmelerini buyursan iyi olur’ demiş ve bunun üzerine söz konusu ayet

indirilmiştir.224

Örtünme ile ilgili olan bu ayetlerin geliş sebepleri kadar, içeriğinin doğru

anlaşılması da önemlidir. Tefsirlerde Nur Suresi 30. ve 31. ayetin yorumuna

genellikle ferc/füruc, zinet, hımar/humur kelimeleri ve kendiliğinden

görünenler anlamındaki ‘ma zahera minha’ ifadesinin açıklaması ile

başlanmaktadır. Füruc, fercin çoğuludur. Ferc ise; insanda avret mahalli; bir

şeydeki yarık, çatlak; duvardaki yarık; parmak aralarındaki açıklık; elbisedeki

yırtık, delik anlamlarına gelmektedir.225, .Zinet, tefsirlerde “taç, küpe,

gerdanlık, bilezik, halhal gibi takılar ile sürme, kına, boya ve elbise süsleri”

olarak açıklandığı gibi “yüz, yakalar, bütün beden, beden hatları ya da iç

elbise” olarak da açıklanmıştır. Hımar (çoğul şekliyle humur), başörtüsü

olarak tercüme edilmiş; hımarı yakaların üstüne salmak ise, “baş örtüsünü

indirerek yakaları ya da yakalardaki takıları örtmek” olarak yorumlanmıştır.

“Kendiliğinden belli olan” ifadesi de, “kazaen, zarureten ya da örfen açıkta

olmak” şeklinde yorumlanmıştır.226

Örtünme konusundaki farklı görüşler, büyük ölçüde bu kelimelere verilen

anlam ve ‘kendiliğinden görünen kısımlar’ın kapsamı ile ilgili bulunmaktadır.

Tefsirlerde ‘kendiliğinden görünen kısımlar’ın zaruret dolayısıyla veya

224 el-Beydavî, Envar et-Tenzil, İstanbul 1869, VI/155’den nakleden Mehmet Dağ, “İslâm’da Örtünme Üzerine”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1982, V/188.

225 Bkz.Lisanü’l Arab, X/209-211. 226 Bu farklı görüşler için bkz. Celâluddin el-Mahallî - Celâluddin es-Suyutî, Tefsirü’l-

Kur’ani’l Azîm(Tefsir-i Celaleyn), tyy., II/54; İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri,çev. Bekir Karlığa-Bedreddin Çetiner, İstanbul 1986, XI/5859-5883; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri, İstanbul 1971, V/2347-2349; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul,ty., V/3502-3509; Muhammed Ali Sabûnî, Kur’an-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, çev. Mazhar Taşkesenlioğlu, İstanbul 1984,

Page 160: ASİFE ÜNAL

153

kazaen açılan dışında örfen görünmesinde sakınca olmayan, görünmesi

alışkanlık haline gelmiş olan şeklinde de açıklanması başörtüsü konusuna çok

farklı bir bakış açısı getirilebilmesine imkan sağlamaktadır. Muhammed Esed,

“kendiliğinden görünenler” ifadesinin bu imkanı sağlamak için özellikle kapalı

bırakıldığı görüşündedir. Esed’in, örtünme anlayışı konusunda son derece

dikkate değer bulduğumuz bu sözleri şöyledir: “Bizim ‘[örfen]’ sözcüğüyle

yaptığımız ilâve, illa ma zahara minha ifadesiyle ilgili olarak ilk İslâm

alimlerinin ve özellikle (Razi’nin kaydettiğine göre) el-Kiffal’in yaptığı

‘kişinin hakim örfe (el-âdetu’l-câriyye/geçerli adet) uyarak açık tutabileceği,

yani örtmemesinde beis olmayan yerler’ şeklindeki açıklamayı yansıtmaktadır.

İslâm Hukuku’nun geleneksel temsilcileri ‘görünmesinde [örfen] sakınca

olmayan’ ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve

ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimi göstermişler -hatta sınırlamayı bazen

daha da ileri götürmüşler- ise de illa ma zahar minha’nın anlamı bizce

daha da geniştir; nitekim kullanılan ifadedeki kasdî belirsizlik (yahut çok

anlamlılık) da bu hususta, insanın ahlâkî ve toplumsal gelişiminin bir

gereği olarak ortaya çıkan, zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde

bulundurulduğunu göstermektedir. Yukarıda aynı kelimelerle hem erkeklere

hem de kadınlara ulaştırılmak istenen mesajın özü, onların haramdan

gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları noktasında

düğümlenmektedir; kişinin yaşadığı çağda, Kur’an’ın toplumsal ahlâk

konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim

kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü

belirlemektedir.”227

Nitekim uygulama da böyle olmuş, toplumun örfüne göre örtünme

biçimleri geliştirilmiştir. Erkek-kadın herkesin başını örttüğü bir dönemde

saçın örtülmesi, örtünmenin sınırları içinde yer alırken, toplumun genel

kabulleri bunun dışına çıktığında açılabilmesi de söz konusu olabilmiştir. Aynı

şekilde bir toplumda yüzün de örtülmesi gerektiği üzerinde durulurken diğer

bir toplumda yüzün örtülmesine hiçbir zaman ihtiyaç hissedilmemiştir.

II/169-173, 323-330; Ebu’l A’lâ Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an- Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İstanbul 1986 , III/468-471.

227 Esed, 598-599.

Page 161: ASİFE ÜNAL

154

Ahzap Suresi 59. ayetin yorumunda da cilbab kelimesinin anlamı

üzerindeki farklı açıklamalar etkili olmaktadır. Cilbab tefsirlerde; “baştan aşağı

örten çarşaf, car, ferace gibi elbisenin üzerinden giyilen dış kıyafet”228 olarak

açıklanmaktadır. Lisanü’l Arab’ta cilbab: “gömlek, kadının başını ve göğsünü

örttüğü, hımardan daha geniş giyecek; kadının örttüğü milhafe gibi geniş

elbise” olarak açıklanmaktadır.229 Bu surenin yorumunda kadınların

tanınmaları ve incitilmemeleri için dışarı çıkarken üstlerine üst

giysilerini/örtülerini giymelerinin emredildiği konusunda çoğu yorumcu ittifak

etmektedir.230 Muhammed Esed ise, cilbab ayetini, “spesifik ve zamanla

kayıtlı” bir ifade tarzı olarak görmekte ve bu konuda şunları söylemektedir:

“Ayetin spesifik ve zamanla kayıtlı ifade tarzı (ki Hz. Peygamber’in eşlerine ve

kızlarına atıfta bulunmasından açıkça bellidir) ve kadınların toplum içine

çıktıklarında “dış kıyafetlerini (min celâbîbihinne) üzerlerine almaları”

tavsiyesindeki bilinçli müphemlik, bu ayetin, terimin genel, zaman ve mekan

üstü anlamıyla, bir hüküm ifade etmekten çok, zamanın ve sosyal çevrenin

sürekli değişmesi karşısında uyulması gerekli ahlâkî bir rehber anlamı

taşıdığını gösterir. Ayetin sonunda Allah’ın affediciliğine ve rahmetine

yapılan atıf da, bu görüşü desteklemektedir.”231

Kadınların dışarıya çıkarken almaları istenen bu örtünün/giysinin biçimi

konusunda da farklı görüşler ileri sürülmüş ve belirtildiği gibi, her toplum

kendi anlayışına göre dönem dönem belirli örtü biçimleri geliştirmiştir.

Bu dış giysi isteği, Nur Suresi 60. ayetle yaşlı hanımlar için tercihe

bırakılmıştır. Ancak burada da “süslerini açığa vurmamak” şartı getirilmiş,

sakınmalarının kendileri için daha iyi olacağı belirtilmiştir.

Bütün bu ayetler Ahzap Suresindeki Hz. Muhammed’in hanımlarına has

üç ayetle birleşince Müslümanlar arasında kadının örtünmesinin yanında,

kadınların erkeklerin bulunduğu mekanlardan tecrit edilmesine ve haremlik-

selâmlık uygulanmasına sebep olmuştur. Ahzap Suresindeki bu ayetlerin ikisi

şöyledir: “Ey Peygamberin Hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi

değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa kalbi bozuk olan

228 İbn Kesir, XII/6602-6603; Yazır,VI/3927-3928; Bilmen, VI/2832, Esed,716. 229 Lisanü’l Arab, II/317. 230 İbn Kesir, XII/6602-6604;Yazır,VI/3927-3929; Bilmen, VI/2831-2832.

Page 162: ASİFE ÜNAL

155

kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde

oturun; eski Cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın, zekatı

verin; Allah’a ve Peygamberine itaat edin : Ey Peygamberin ev halkı! Allah

sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.”232 Peygamberin eşlerine

getirilen bu kurallara ilave olarak onlarla perde arkasından konuşma kuralını

getiren Ahzap Suresi 53. ayet ise şöyledir: “Ey İnananlar! Peygamberin

evlerine, yemeğe çağrılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet

edilirseniz girin ve yemeği yiyince dağılın. Sohbet etmek için de girip

oturmayın. Bu haliniz Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye

çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamberin eşlerinden bir

şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz

de onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah’ın

peygamberini üzmeniz ne de onun eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir.

Doğrusu bu Allah katında büyük şeydir.”

Kuran’ın bu ayetlerinin, İslâm’ın kadın telakkisinin oluşmasında maalesef

olumsuz etkisi olmuştur. Kadınla ilgili örtünme emri, kadını serbest kılmaya

yardımcı olması gerekirken, Peygamberin eşlerine getirilen ve özellikle onun

rahatsız olmasını önlemeye yönelik olduğu da açıkça zikredilen bu

ayetlerin bütün kadınlara şamil kılınması ile, İslâm tarihinde kadının, Allah’ın

verdiği haklarından mahrum olmasına kadar gidecek gelişmelerin başlangıcını

oluşturmuştur.

Örtünme ile ayetlerin yorumlarında konu ile ilgili olarak Peygamberin

sözlerinin ve uygulamalarının da şüphesiz büyük etkisi olmuştur.

ab. Örtünme ile İlgili Hadisler:

İslâm dünyasında Kur’an’dan sonra en temel kaynak kabul edilen altı

hadis kitabı (Kütüb-ü Sitte) içinde Nesai’nin dışında kalanlarda ve öteki birçok

hadis kitabında Kitab’ul-Libas başlığı altında örtünme ile ilgili hadisler yer

almaktadır.

Örtünme, ilk kez İslâm ile ortaya çıkmış bir uygulama değildir. Belirtildiği

gibi diğer dinlerde ve toplumlarda örtünme, özellikle kadının örtünmesi değişik

231 Esed, 716.

Page 163: ASİFE ÜNAL

156

biçimlerde uygulanmıştır. Kur’an’ın giyim kuşam konusunda belli biçimler

önermemesi ve sadece birtakım ölçüler vermekle yetinmesi, bu konuyu

toplumların ihtiyaçlarına, anlayışlarına ve zevklerine bıraktığını

göstermektedir. Hz. Muhammed de şüphesiz, kendi toplumunda uygulanan

giyim ve örtünme biçimleri içinde yaşamıştır. Onun giyinme ve örtünme

anlayışının gelişmesinde bunun önemli bir rolü olması son derece doğaldır.

Kaynaklarda Peygamberin doğduğu ve yaşadığı yıllarda o toplumun giyim

kuşam biçimi ile ilgili birtakım bilgiler yer almaktadır. Örneğin Şeybanî,

“Türban Arapların tacıdır” şeklinde bir atasözünden söz ederek o dönemde baş

örtmenin yaygın bir gelenek olduğunu belirtmektedir.233 Tarihçi Fakihî’den,

eski Mekke’de, bu kentin sakinlerinin, damat adayları ve alıcıların dikkatlerini

çekmek üzere, bekar kızlarına ve cariyelerine en güzel giysileri giydirdikleri ve

Kabe etrafında yüzleri açık olarak dolaştırdıkları; bunun sonucu olarak evlenen

kızların artık hiç açılmaksızın örtündükleri nakledilmektedir.234 Beydavî de,

Hz. Muhammed’den önce kadınların incilerle süslenip ana yollarda kendilerini

teşhir edercesine dolaştıklarını zikretmektedir.235 Nisaburî, Araf Suresindeki

“Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin” ayetinin nüzul sebebini

açıklarken İbn Abbas’dan, cahiliye döneminde Kabe’nin kadınlar tarafından da

çıplak biçimde tavaf edildiğini nakletmektedir.236 Kur’an’ın, Peygamber

eşlerine “Eski Cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın”237 uyarısı, cahiliye

döneminde açık saçık dolaşmanın da yaygın olduğunu göstermektedir.

Muhammed Hamidullah, İbn Sad’a dayanarak “İslâm öncesi devirlerde

Arap kadını, ne şehirde ne de köyde veya çölde yüzünü örtmüyordu.” derken,

diğer taraftan bundan evlenmemiş kızların istisna olduğunu ve İslâm Öncesi

Arabistan’ında toplumun bazı kesimlerindeki kadınların yabancı erkeklerin

karşısında yüzlerini peçe ile örttüğünü, söylemektedir. Buna da, Kastalanî’den

232 Ahzap/32-33. 233 Muhammed ibn al-Chaibani, Le Grand Livre de la Conduite de L’Etat (Kitab as-Siyar al

Kabir), Abu Bakr Muhammad ibn Abu Sahi Ahmad Chams al Aimmah as Sarahsî, Arapça’dan Fransızca’ya çeviren Muhammed Hamidullah, Ankara 1989, I/63.

234 Dağ, 187. 235 Beydavî, VI/133’den nakleden Dağ, 187-188. 236 Nisaburî, 168-169. 237 Ahzap/33.

Page 164: ASİFE ÜNAL

157

naklettiği, Arap dilindeki muhtelif yüz örtüsü isimlerini kaynak

göstermektedir.238

Hamidullah, o dönem giyim kuşam biçimi ile ilgili olarak şu bilgileri de

vermektedir: “Kadınlar umumiyetle üzerlerine bir kaftan yahut yeldirme

şeklinde bir üstlük (pardösü) almak suretiyle pek uzun entariler giyiyorlardı.

Sokağa çıktıklarında ise, yüzlerine ayrı bir örtü, bir peçe ile kapatıyorlar

veyahut yeldirmelerinin geniş yakalarını başlarının üzerlerinden atıyorlardı.

Muhakkak ki onlar altın veya gümüşten mamûl mücevherleri takınmayı da pek

seviyorlardı; bu süs eşyaları ya o bölgedeki Benî Kaynuka Yahudi kabilesinin

sanatkârları tarafından yapılmış veyahut da Suriye, Irak, Mısır gibi komşu

ülkelerden ithal edilmiş olabiliyordu. Bu gibi mücevheratı takınmak suretiyle

kadınların kulakları, elleri, ayaklarını boyun vs. yerleri ziynetli ve süslü bir

hale getirilirdi. Erkekler ise, umumiyetle başlarına bir sarık dolarlar,

bellerinden itibaren topuklarına kadar uzanan vücut bölümünü bir nevi

peştamal olan dikişsiz bir kumaş ile örtüyorlardı. Gömlek de giyiliyordu ve

nadir de olsa bacak ve kalçayı iyice örten dikişli bir pantolon da kullanıyorlardı

ki Resulallah, namazlar esnasında rüku ve secdeye varıldığında vücudu daha

iyi örttüğü için sahabelerine pantolon nevinden dikişli bir elbise giymelerini

hararetle tavsiye etmiştir. Erkekler sokağa çıktıklarında yahut törenlere

katılmak istediklerinde üzerlerine pelerin (üstlük) yahut kaftan diyebileceğimiz

kolsuz bir giysi alırlardı.” 239

Bazı kaynaklarda örtünme konusu açıklanırken İslâm öncesi Cahiliye

günlerinde kadınların, başlarını başın arkasında bağlanan bir başlık ile

örtükleri, saçları uzun ise örgü halinde arkaya bıraktıkları, üzerlerine giydikleri

gömleklerin yakalarının boynu ve göğüslerin üst kısmını açıkta bırakacak

şekilde oyuk olduğu nakledilmektedir.240

Kaynaklarda yer alan bilgilerden giyim kuşam ve örtünme biçimlerinin

geleneksel olduğu ve bu kıyafetlerin birtakım ana prensipler dışında

korunduğu anlaşılmaktadır. Buharî’nin hadislerini şerh eden Zebidî de, erkek

ve kadınların birbirlerine benzer giyinmeleri ile ilgili bir hadisi açıklarken

238 Bkz. Hamidullah,II/1130 239 Hamidullah, II/1127-1128 240 Mevdudî, III/471.

Page 165: ASİFE ÜNAL

158

“Giyim konusunda her beldenin örf ve adeti farklı bulunduğundan, erkek

ve kadın giyimlerinin teşebbühünde (birbirine benzemesinde) hüküm,

münhasıran her beldenin örfüdür, adetidir.”241 diyerek bu konudaki toplum

kabullerinin önemine işaret etmiştir.

Kadınların giyim kuşamları ile ilgili olarak Hz. Muhammed’den bir kaç

hadis nakledilmektedir. Bunlardan biri şöyledir: “Hz. Aişe’den rivayet

edildiğine göre, Hz. Ebubekir’in kızı (Hz Aişe’nin kız kardeşi) Esma, üzerinde

ince bir elbise ile Hz. Peygamberin yanına girmiş. Hz. Peygamber ondan

yüzünü çevirip: ‘Ey Esma! Kadın bulûğa erdiği zaman ondan sadece şurasının-

Hz. Peygamber yüzü ve ellerini işaret etti-görülmesi uygundur’ buyurdu.”242

Bu hadis, kadının sadece yüz ve ellerinin görünebileceğine dair kaynak kabul

edilmiştir. Ancak İbn Kesir bu hadis hakkında “Ebu Davud ve Ebu Hatim er-

Razi hadisin mürsel olduğunu söylemektedir. Zira Halid İbn Düreyk, Hz.

Aişe’den hadis işitmemiştir. En doğrusunu Allah bilir.” demektedir.243

Hz. Aişe’den rivayet edilen bir başka haber şu şekildedir: “Allah ilk

muhacir kadınlara rahmet eylesin. Allah Tealâ: ‘Başörtülerini yakalarının

üzerine salsınlar’ ayetini indirdiğinde, onlar dışa giyilen elbiselerini yardılar

ve bunlarla başlarını örttüler.” Bu haber, benzer şekilde farklı kaynaklarda yer

almaktadır. İbn Ebi Hatim’in... Safiye Bint Şeybe’den rivayetinde aynı haber

şöyledir: “Biz Hz. Aişe’nin yanında iken Kureyş’in kadınlarını ve

üstünlüklerini anmıştık. Hz. Aişe şöyle dedi: Şüphesiz Kureyş kadınlarının

üstünlüğü vardır. Allah'a yemin ederim ki ben, Allah’ın kitabını tasdikte ve

indirilene imanda Ensar kadınlarından daha üstününü ve daha güçlüsünü

görmedim. Nur Suresinde ‘Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar’ ayeti

nazil oldu. Erkekler evlerine dönüp Allah Teala’nın kadınlar hakkında indirmiş

olduğunu onlara okudular. Herkes bu ayeti karısına, kızına, kız kardeşine,

akrabasına okudu. Onlardan hiçbir kadın kalmayıp nakışlı, resimli elbiselerine

yöneldiler ve bunlarla baştan aşağı örtündüler ki Allah Tealâ’nın kitabından

241 Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebîdî, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i

Sarih ve Tercemesi ve Şerhi, çev. Kamil Miras, 9.Baskı, y.y.,1988, XII/110. 242 İbn Kesir,XI/5861.

Mürsel hadis, isnadında sahabe atlanmış, rivayet zincirinde kopukluk olan hadislerdir. Geniş bilgi için bkz. Talât Koçyiğit, Hadis Tarihi, Ankara 1981, s.167-189.

243 İbn Kesir, XI/5861.

Page 166: ASİFE ÜNAL

159

indirmiş olduğuna iman etmiş ve onu doğrulamış olsunlar. Sabahleyin Allah

Resulünün arkasında baştan aşağı örtülü olarak durdular. Sanki başları

üzerinde kargalar vardı.”244

Kadının örtünmesi ile ilgili bir başka hadis Hz. Muhammed’in eşi Ümm

Seleme’den rivayet edilmiştir: “Ben ve Meymune (Hz. Peygamberin bir başka

eşi) Hz. Peygamberin yanındaydık. Bir de baktım ki İbn Ümm Mektûm bize

doğru yönelerek yanımıza geldi. Hz. Peygamber ona karşı örtünmemizi emretti.

‘Ey Allah’ın Resulü, o gözleri görmeyen bir âmâ değil mi? Bizi göremez’

dedim. Cevaben ‘ Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?’ dedi.”245

Hz. Peygamberin, yakınında bindiği hayvanın üzerinden düşen bir kadına

bakmamak için başını çevirdiği, yanındakilerin kadının silvâr(şalvar) giyinmiş

olduğunu söylemeleri üzerine bundan memnun olduğu ve “Allah’ım

ümmetimden şalvar giyenleri affet! Ey İnsanlar! Şalvar giyiniz! O

giydiklerinizin arasında setre en uygun olanıdır. Hanımlarınız dışarı

çıktıklarında onlara da şalvar giydirerek mahrem yerlerinizi örtünüz” dediği

rivayet edilmektedir.246

Hz. Muhammed’in, kadınların giysilerinin ince ve şeffaf olmamasını

istediğine dair rivayetler de bulunmaktadır. Bunlardan birinde Hz.

Peygamber’in, Dıhye’ye ince dokunmuş bir Mısır kumaşı hediye ederek

bunun yarısı ile kendisine gömlek, yarısı ile de karısına başörtüsü yaptırmasını

istediği ve “Hanımına kumaşın altındakini göstermemesi için, içine astar

dikmesini de söyle” dediği, nakledilmektedir. Üsame b. Zeyd de,

Peygamberimizin kendisine hediye ettiği ince kumaştan yapılmış bir elbiseyi,

hanımına giydirdiğini söyleyince “Ona altına astar dikmesini söyle. Çünkü

ben, kumaşın vücut hatlarını belli etmesinden korkarım” buyurduğunu rivayet

etmektedir.247

Örtünme konusunda nakledilen, Hamidullah’ın zikrettiği bir haber de

örtünün hür-cariye ayırımının yapılabilmesi amacını taşıdığına önemli bir

244 İbn Kesir, XI/ 5862-5863,6603; Yazır,VI/3928. 245 Abdurrahman Cezirî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı, çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1990,

VII/2944. 246 M.Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe(Hadislerle Müslümanlık), çev.Ahmet M.

Büyükçınar-A.Ömer Tekin- Yaşar Erol, İstanbul 1979, III/1320. 247 Kandehlevî,1320-1321.

Page 167: ASİFE ÜNAL

160

örnek teşkil etmektedir: Beni Kurayza Yahudilerinden olup onlarla yapılan

savaşta Peygamberin hissesine düşen Reyhane, bir müddet sonra Müslüman

olmuş; ancak Peygamber tarafından yapılan kendisiyle evlenmesi ve böylece

hürriyetine kavuşması teklifine “Beni nikâhlamaktansa cariyen olarak

muhafaza et! Ben bir cariye kadın olarak kalmak isterim, zira hür, Müslüman

kadınlar gibi başıma örtü ve yüzüme peçe takınmak istemiyorum.” şeklinde

cevap vermiştir.248

Taberî, Hz. Aişe’ye iftira atılması (ifk) olayını anlatırken Hz. Aişe’den

“...Beni tanıdı. Çünkü kadınlar hicap altına alınmadan önce olduğu için

yüzümü görüyordu...”249 sözlerini aktarmaktadır.

Kaynaklarda örtünme konusunda bunların dışında ilk dönem

Müslümanlara ait bazı uygulamalar yer almaktadır. Meselâ, Hz. Ömer’in cilbab

giyen ya da başını örten cariyelere müdahale ettiği hatta bu sebeple onlara

vurduğu nakledilmektedir.250

Örtünme konusunda bu örnekler gibi, farklı kanaatlere kaynak teşkil

edebilecek farklı haberler nakledilmektedir. Yahut aynı haber farklı

yorumlanarak değişik görüşlere dayanak teşkil edebilmektedir. Örnek olarak,

Hz. Peygamber’in, baldızı Esma’ya yüz ve ellerin dışındaki kısımların

görünmemesi gerektiğini söylediği hadis, bir taraftan kadının yüz ve ellerinin

dışındaki kısımların örtülü olması gerektiğine dair en kuvvetli kaynak olarak

kullanılırken, diğer taraftan yüzün örtülmesinin şart olduğunu iddia edenlere de

karşı delil olarak kullanılmaktadır. Bu hadis, belirtildiği gibi, ravilerinde

kopukluk ve zayıflık bulunduğu için mürsel sayılmış ve bu rivayetten ‘yüz ve

ellerin açık bırakılabileceği’ hükmünün çıkmayacağı söylenerek, buraların –

hacc/umre/namaz dışında- ‘avret yeri’ sayılması gerektiği kanaatine ulaşanlar

da olmuştur.251 Bu düşüncede olanlar, ibadetler esnasında yüzün açık

kalabilmesine de Ebu Davud’dan nakledilen “Hac esnasında İhram giyme

hudutları içinde kadınların yüzlerini örtmeleri yasaklanmıştır.”252 hadisi

248 Hamidullah, II/745. 249 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev.Zakir Kadirî Ugan-Ahmet Temir, İstanbul

1992, V/530. 250 Bu rivayetler ve örtünme konusundaki diğer hadisler için bkz. İsmail Hakkı Ünal,

“Hadislere Göre Kadının Örtünmesi”, İslamiyat IV/2, s.58-67. 251 Bkz. Sabûnî, II/169-173, 328-330 ; Mevdûdî, III/470-471; Hamidullah, II/ 1130-1137. 252 Hamidullah,II/1133.

Page 168: ASİFE ÜNAL

161

sebebiyle cevaz vermişlerdir. Ayrıca, Esma’nın Hz. Aişe’nin kızkardeşi

olması dolayısıyla Hz.Peygamber ile geçici evlenme yasağı bulunduğunu,

bunun için Hz. Peygamber’in ona yüz ve ellerini de örtmesi gerektiğini

söylememiş olabileceğini ifade ederek253bu hadisin, yüzün açıkta

bırakabileceğine kaynak oluşturmasına karşı çıkmışlardır. Kaynaklarda yer

alan yüzün açık olabileceğini gösteren diğer haberleri de, aynı şekilde, olayın

tesettür ayetinden önce meydana gelmiş olabileceği, yüzü açık olan kadının

cariye veya yaşlı bir kadın olabileceği gibi gerekçeler öne sürerek geçersiz

kılmaya çalışmışlardır.254 Yüzün açık kalmaması gerektiğini düşünenlerin

yanında çoğunluğun kabulü olan eller ve yüz dışında, ayakların, kolların ve

sarkan saçların da bazı durumlarda açık bırakılabileceğine hükmedenler

olmuştur.255 Muhammed Esed de, Nur Suresindeki “Başörtülerini yakalarının

üzerine salsınlar” emrinin açıklamasını yaparken bunun göğüslerin

açılmaması gerektiğini ifade ettiğini, ancak bu iş için mutlaka hımar(başörtüsü)

kullanmak gerektiğini göstermediğini söylemektedir.256

Örtünme konusundaki farklı görüşlere temel teşkil edebilecek bu ayet ve

hadisler, klasik Fıkıhçılar tarafından yorumlanmış; örfün de etkisi ile birtakım

ölçüler getirilmiştir. Kadın ve erkek için ayrı ayrı avret yerleri belirlenmiş,

bunlar da kendi aralarında hafif ve galiz(ağır) avret olarak ayrılmıştır. Kadının

ve erkeğin görünmesinde sakınca olan(avret) yerlerinin sınırları çizilirken

kimlere karşı olduğu da geniş biçimde açıklanmıştır. Kadının kadına, kadının

erkeğe, erkeğin kadına ve erkeğin erkeğe karşı açık bırakabileceği yerler

belirlenmiş; kişinin ve muhatabın Müslüman olup olmaması ile hür olup

olmaması da ayrıca değerlendirilmiştir. Bu kurallar, ibadetlerdeki giyim kuşam

kuralları ile de ilişkilendirilmiş ve Fıkıh kitaplarında geniş bir bölümün bu

konuya ayrılması sonucunu doğurmuştur. Bütün bu detay arasında

kanaatimizce maalesef örtünmenin temel esprisi de kaybedilmiştir. Burada

İslâm Hukukçularına göre örtünme konusuna özet olarak değinmek yerinde

olacaktır.

253 Hamidullah,II/1133. 254 Örnek olarak bkz. Hamidullah, II/1133-1135. 255 Bkz. İbn-i Abidîn, Reddu’l Muhtar alâ’d-Dürrü’l Muhtar, çev.Ahmed Davudoğlu, Şamil

yay., İstanbul 1982, II/110-113. 256 Esed, 599.

Page 169: ASİFE ÜNAL

162

ac. İslâm Hukukçularına Göre Örtünme:

İslâm Hukuku’nda örtünme karşılığı Setr-i Avret deyimi kullanılmıştır.

Setr kelimesi; örtmek, gizlemek demektir. Avret ise Arapça’da; eksik, gedik,

açık; açılıp görünen şey; korkulacak, zarar gelecek yer’ anlamlarına

gelmektedir. Göründüğünde utanılan ve örtülmesi gereken her gizli şeye,

özellikle insanların mahrem yerlerine de avret denilmektedir. Terim olarak

avret, bakılması haram olup örtülmesi farz olan uzuvlardır. Setr-i Avret ise,

vücudun örtülmesi gereken, görülmesi haram olan, utanılacak yerlerinin

örtülmesi demektir ve namazın şartlarından birisi olduğu kabul

edilmektedir.257

Avret kelimesi Kur’an’da Ahzap Suresi 13. ayette iki defa sözlük

anlamıyla kullanılmıştır.258 Terim anlamıyla, insanların evlerinde açık

bulunacakları üç vakti bildiren Nur Suresi 58. ayette “...Bunlar sizin açık

bulunacağınız (avrât) üç vakittir” şeklinde çoğul biçimi ile geçmektedir.

Kur’an’da avret kelimesinin geçtiği diğer ayet ise konumuzla ilgili olan Nur

Suresi 31. ayettir. Burada kadınların mahrem yerlerini göstermesinde sakınca

olmayan kişiler sayılırken “mahrem yerleri(avrât)” ifadesi çoğul biçimde

kullanılmıştır.

Kur’an’da bu dört yerde geçen avret kelimesinin bazı hadislerde de

kullanıldığı nakledilmektedir. Bunlardan “Kadın avrettir”259 hadisinin

kadınlara “avret”, Türkçe’deki kullanımı ile “avrat” denilmesinin kaynağı

olması kuvvetle muhtemeldir.

Örtünme konusuna avret kelimesinin kapsamını geniş bir biçimde

açıklayarak başlayan Fıkıhçılar, birtakım farklı görüşler öne sürmekle birlikte

bazı genel hükümlere de ulaşmıştır. Fıkıhçıların getirdiği ve asırlardır

Müslümanların örtünmeleri konusunda esas aldıkları genel hükümler

şöyledir:

Erkek ve kadın için namaz içinde ve namaz dışında ayrı ayrı tespit

edilen gerekli yerlerin örtülmesinin, Kur’an, sünnet ve icma ile farz

olduğu kabul edilmektedir. Erkekler için avret yerleri, bedenin göbek ile

257 Lisanü’l Arab, IX/469-470. 258 Ahzap Suresinin 13. ayeti şöyledir: “...Peygamberden ‘evlerimiz düşmana açıktır(avret)’

diyerek izin istemişlerdi. Oysa evleri açık(avret) değildi, sadece kaçmak istiyorlardı.”

Page 170: ASİFE ÜNAL

163

dizkapakları arasındaki bölümü; kadınların avret yerleri ise, yüz, eller ve

ağırlıklı bir görüşe göre, ayaklar dışındaki bütün vücut olarak tespit

edilmiştir.260 Avret yerleri hafif ve galiz(ağır) avret olarak ikiye ayrılmış,

vücudun ön ve arka genital organları ile onların çevresi galiz avret, bunların

dışında örtülmesi gereken yerler de hafif avret olarak nitelendirilmiştir. Avret

yerlerinin örtülmesinde kullanılacak malzemenin vücut hatlarını

gösterecek kadar dar ve tenin rengini belli edecek kadar ince olmaması

hükmü benimsenmiştir. İhtiyaç ve zaruret hali dışında avret olan yerlerin açık

bırakılması gibi, bunlara bakmak ve dokunmak da uygun görülmemiştir.

İslâm Hukuku’nda ibadetle, amelle ilgili konularda esas alınan Hanefî,

Şafii, Hanbelî ve Malikî mezheplerinin261 örtülmesi gereken yerler

konusundaki görüşleri genel hatları ile aynı olmakla birlikte bazı farklılıklar da

bulunmaktadır. Bu farklılıklar özetle şöyledir.Hanefî Mezhebinde erkeklerin

diz kapağı da avret kabul edilmektedir. Maliki Mezhebine göre erkeğin

baldırları da avret kapsamı dışındadır. Malikî ve Şafiîlerle, Hanbelîlerdeki

hakim görüşe göre kadının elleriyle yüzü dışındaki bütün vücudu avrettir.

Hanbelî mezhebindeki diğer görüşe göre, el de avret sayılmaktadır. Hanefî

mezhebine göre ise, yüz ve eller dışında kadının ayakları da avret kapsamı

dışında tutulmuştur. Malikîler erkek ve kadının avretini hafif ve galiz(ağır)

olarak ikiye ayırmaktadır. Onlara göre erkeğin galiz avreti ön ve arka genital

organlardır. Bunun dışında kalan göbek ve diz kapağı arasındaki diğer yerler

hafif avrettir. Kadının göğsü, bunun hizasında kalan sırt kısmı, kolları, boynu,

başı ve dizden aşağısı hafif avret kabul edilmektedir. Galiz avreti ise bunlar

dışında kalan yerleridir. Malikîler’in bu şekildeki ayırımı, bu yerlere bakmaya

olmasa bile namazda örtünme ile ilgili hükümlere tesir eder. Buna göre hafif

avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimsenin namazı batıl olmaz,

fakat bu davranışı mekruh sayılır. Namaz konusunda genel hüküm; kişinin

örtünme imkanı bulur da örtünmeden namaz kılarsa namazı sahih olmayacağı

yönündedir. Namazın bozulmasına sebep olan açık yerin miktarı konusunda da

farklı görüşler bulunmaktadır. Hanbelî mezhebine göre açılan yerin miktarının

259 Lisanü’l Arab, IX/470. 260 Bkz. Abdul Aziz Khayyat, “Women’s Status in Islam”, Women in Society, According to

Islam and Christianity, İtaly 1992, s.27-28.

Page 171: ASİFE ÜNAL

164

tespiti için örf ve adete başvurulması262, bu konunun değişebilirliğini

göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kaynaklarda yer alan ““Allah bulûğa

ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez.”263 hadisi de namazda setr-i

avrete kaynak olarak kullanılmıştır.

Fıkıh kitaplarında yer alan bütün bu hükümler hür olanlar içindir. Hür

olmayan erkek için yani köle için farklı bir avret belirlenmezken cariye (kadın

köle) için farklı hükümler verilmiştir. Cariyelerin avret yerlerinin erkekler gibi

olduğuna, ancak erkeğin galiz avreti olan genital organların dışında, karın, sırt

ve yan taraflarının da avret kapsamına girdiğine hükmedilmiştir. Cariyelerin de

hür kadınlar gibi olduğu görüşünde olanlar da vardır.

Şafiiler ve Hanbelîlere göre avret yerinin elbise ve benzeri şeylerle

örtülmesi şarttır. Dar anlamda çadır ile karanlık, avret yerlerinin örtülmesi için

yeterli değildir. Hanefiler ve Malikilere göre zaruret dolayısıyla karanlık,

örtünmek için yeterlidir. Çünkü bunlara göre farz olan örtünme, avret

yerlerinin başkaları için örtülmesidir. Bununla birlikte zaruret olmadıkça avret

yerlerinin kapalı olması tercih edilmektedir.264 Görüldüğü gibi Fıkıhta da

örtünme konusunda tam bir görüş birliği yoktur.

Kur’an ve hadisler ışığında ortaya konulan bütün bu bilgiler ve yorumlar,

İslâm’da kesin bir örtünme biçiminden söz edilmesinin mümkün olmadığını

ortaya koymaktadır. Kanaatimizce örtünme ile ilgili haberler yorumlanırken

yapılması gereken haberin geleneksel ve kültürel boyutu ile dinî boyutunu iyi

ayırmaktır. Birçok konuda örneğin erkek giyimi konusunda bu ayrımın

yapılmasında hiçbir engel görülmezken kadın giyiminin bundan istisna

tutulması doğru olmamaktadır. İslâm’ın emir, tavsiye veya yasaklarını anlayıp

yorumlamada esas; o emir, tavsiye veya yasağın gayesini anlamak olmalıdır.

Mesela, Kur’an şarabı haram kılmıştır. İçki olarak şarabın telaffuz edilmesi

diğer içkileri helâl kılmamış, buradaki hedef sarhoş olmanın engellenmesi

261 Bu mezheplerin ortaya çıkışı ve temsilcileri hakkında bilgi için bkz. Keskioğlu,13-171. 262 Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, çev. Ahmet Efe-Beşir Eryarsoy-Fehmi Ulus-

Abdurrahim Ural-Yunus Vehbi Yavuz-Nurettin Yıldız, İstanbul 1994, I/465. 263 Zuhaylî, I/454,459. 264 Bkz. Lisanü’l Arab, IX/469-470, Abdullah ibn Mahmud ibn Mevdud el-Mevsilî, el-İhtiyar li

Ta’lil’l- Muhtar, İstanbul 1989,s.45-46; Abdurrahman Cezirî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı, çev. Mehmet Keskin, İstanbul 1990, I/255-262, VII/2943-2944; Zuhaylî, I/453-468; Mehmet Şener, “Avret”,TDV İslâm Ansiklopedisi, IV/125-126.

Page 172: ASİFE ÜNAL

165

olduğu için, bu sonuca götüren bütün içkilerin de haram olması gerektiğine

hükmedilmiştir. Burada içki sadece araç olup asıl yasak olan sarhoş olmaktır.

Örtünme konusunda da aynı şey uygulanmalıdır. Örtünmede hedef

öncelikle iffetin korunması ise, bunun önemi vurgulanmalı ve iffetin

korunmasına yardımcı olacak bütün tedbirler birden alınmalıdır.

Toplumun namusunun garantisi, kadının eve kapatılması değildir. Bu durumda

İslâm’ın erkeğe yüklediği iffeti koruma ve gözlerini bakılmaması gerekenden

çevirme emri ile bu konudaki diğer sorumlulukları geçersiz kalacaktır. Ayrıca

örtünmenin yabancılara karşı olması da, kadının eve kapanmasını değil, tam

aksine tesettürü ile toplum içine karışıp insan olmanın getirdiği bütün hak ve

sorumluluklarını yerine getirmesini gerektirmektedir. Ancak Müslüman erkek

yorumcular, kendi sorumluluklarını da kadınlara yükleyerek işin kolayına

kaçmışlar; biraz hassasiyet, biraz kıskançlık, biraz da erkek egemen toplumun

gereği, örtü bahanesi ile adeta kadınları evlerine hapsetmişlerdir. Peygamberi

ile savaşa gidebilen, Peygamberinin arkasında namazını kılabilen kadın,

toplumdan, camilerden ve hatta cuma namazından bile uzak tutulmuştur.

Zaman içinde namus ve iffet sorumluluğu da, tesettür sorumluluğu da kadınlara

kalmıştır ki, Allah’ın ve Resulünün muradı bu olmasa gerektir.

Örtünmenin iffeti koruma dışında diğer gayesi olan hür olarak tanınmanın

ise, zaten cariye-hür ayırımının olmadığı günümüzde geçerliliği kalmamıştır.

Hür olarak tanınmanın statü göstergesi dışında, incitilmeme ve sarkıntılığa

maruz kalmama hedefi için ise, Elmalılı Hamdi Yazır’ın söylediği gibi “Gerçi

ezayı kendilerine davet edecek olan içi bozukları örtü zaptediverecek

değildir.”265 demek mümkündür. Bu bilgiler ışığında İslâm’da örtünme ile

ilgili olarak şunlar söylenebilir:

1. Örtünme, ilk kez İslâm’ın getirdiği bir uygulama değildir. İslâm sadece

eski toplumlardan beri var olan örtünme konusunda bazı prensipler getirmiş ve

örtünmenin gayesine dikkat çekmiştir.

2. Örtünme ile ilgili ayetlerde önce erkeklere sonra da kadınlara

iffetlerini korumaları emredilmiş, bu bağlamda kadınların var olan baş

örtülerini yakalarını kapatacak biçimde örtmeleri ve ziynetlerini mahrem

265 Yazır, VI/3928-3929.

Page 173: ASİFE ÜNAL

166

olmayanlara göstermemeleri istenmiş, kimlerin mahrem kapsamına gireceği de

ayrıca açıklanmıştır.

3. Örtünme ile ilgili diğer ayetlerde de kadınların dışarı çıkarken

kendilerinin tanınıp hür olduklarının bilinmesini sağlayacak bir dış giysi

almaları istenmiş, yaşlı kadınlar ziynetlerini göstermemek kaydıyla bundan

muaf tutulmuştur.

4. Bu ayetlerde kadınların örtünmesinin iki sebebe bağlandığı

görülmektedir. Bu iki sebepten birincisi iffetin korunmasıdır. Diğeri ise kadının

hür olarak tanınması ve rahatsız edilmeye maruz kalmamasıdır. Bununla

birlikte Müslümanlar arasında Peygamberin eşlerine has bazı emirlerin de

etkisi ile tesettür, kadının toplumdan soyutlanmasına yol açacak bir

uygulamaya dönüşmüştür.

5. Ayetlerdeki kelimelere verilen anlamlar yorum farklılıklarını ortaya

çıkarmış ve bölgesel ve kültürel farklılıkların da etkisiyle değişik uygulamalar

söz konusu olmuş olsa da, İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren Müslüman

kadınların başlarının örtülü olduğu bir gerçektir. Bütün kaynaklar örtünme ile

ilgili ayetlerin gelmesinden sonra Müslüman aile ve toplumlarda yüzyıllar

boyunca örtünmenin uygulandığını göstermektedir. “XX. yüzyılın başlarına

kadar hemen bütün Müslümanlarda örtünme, İslâm toplumunun belirgin

niteliklerinden biri olarak (şiar) kabul edilmiştir.”266

Bu uygulamaların Müslüman Türk toplumuna nasıl yansıdığı, İslâm

öncesinden itibaren Türk toplumunda örtünme anlayışının tarihi gelişiminin

ortaya konulması ile daha iyi anlaşılacaktır. Konumuzun kapsamına

girmemekle birlikte Müslümanlar arasında örtünme anlayış ve biçimlerine

İslâm Tarihi’nden örnekler vermek yerinde olacaktır.

ad. Müslümanlar Arasında Örtünmenin Tarihi Gelişimi :

İslâm Tarihi’nde örtünme anlayışı, büyük ölçüde kadın telâkkisi ile

birlikte gelişmiştir. İslâmda kadının, Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi

aslî günaha yol açtığı inancı dolayısıyla, kötü bir konuma sahip olması söz

266 Büyük Larousse, “Örtünme”, XVII/ 9055.

Page 174: ASİFE ÜNAL

167

konusu değildir. Bununla birlikte, Allah’ın ve Resulünün verdiği birçok

hakkı267 Müslüman erkekler tarafından geri alınmış olan Müslüman kadının

çok iyi bir konumda olduğunu söylemek de mümkün görünmemektedir.

Müslüman kadının asırlarca kendisine tanınan hakları bile öğrenemeden

yaşadığı artık bilinen bir gerçektir.

Ziya Gökalp, İslâm dünyasında örtünme anlayışının gelişimini şöyle

değerlendirmektedir: “...İslâmiyet, ahlâk alanında erkek ile kadın arasında çok

kesin bir eşitlik kurduğu halde; hukuk alanında, o zamanki Arapları

alışkanlıklarından uzaklaştırabildiği oranda bir eşitlik kurmayı

başarabildi...İslâmiyet: bütün erkek ve kadınları yasaklardan kaçınmakla

yükümlü tuttuktan sonra, Peygamber ve sahabelerin hanımları hakkında

birtakım bilgeli dindaşlık kuralları koydu. Mesela Hz. Peygamberin

hanımlarına perde arkasından söz söylenmesi emir buyruldu.

Cariye ve esir olmayan kadınların, Hz. Peygamberin hanımları ile diğer

hanımların ve kızların örtüleri alınlarına indirilerek kendilerini cariyelerden

ayırmaları emri verildi. O zaman Arapların gözünde cariyeler, her türlü

saldırıya uğrayabilirlerdi ve bu yüzden diğer kadınları bunlardan ayırt edecek

bir işarete ihtiyaç vardı. Zaten koyu din anlayışının aristokratik bir yönü

olduğundan; diyanetin niteliğini halktan ayıran bu gibi ayrılıkların başka

ümmetlerde de oluştuğu görülmektedir.

İki sosyal sınıfı ayıran bu kuralın özelliğini herkesten iyi bilen Hz.Ömer,

bir gün evinde, başında şal olan bir kadın gördü. Karısından bunun bir cariye

olduğunu öğrenince derhal bir buyrultu çıkarttı. Cariyelerin, temiz ve ahlâklı

kadınlara özgü olan ve özellikle cariyelerden onları ayırmak için kullanılan

peçe ile örtünmelerini yasakladı. Sahabeler devresinde, bu iki grubu tamamıyla

ayrı kurallara bağlı kıldı. Bu devir son bulunca peçe ile örtünme yerine,

örtünerek kapanma geçti.

Hasan Basri odalıkların, İbn-ül Gattan ise, güzel olan cariyelerin

örtünmesini kabul ettiler. Çünkü artık yavaş yavaş Müslüman kadınlar arasında

sınıf farkları ortadan kalkmaya başlamıştı. Aslında cariye olanlar da

aristokratik kadınların derecesine yükselmek istiyorlardı. Zamanla Hz.

267 Bu konuda bkz. Asife Ünal,Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Evlilik, Kültür

Page 175: ASİFE ÜNAL

168

Peygamberin hanımlarına özgü perde kuralı, nikâhlı, nikâhsız ve cariye

ayrılmaksızın bütün kadınlara uygulandı. Hatta yeniçeri devrinde civelekler,

yani ocağa yeni girmiş genç çocuklar bile peçeye girerek bu kurala uydular.

İslâmiyet’in başlangıcındaki peçenin şekline gelince; bu şimdiki baş

örtüsünden ibaretti. Bugünkü çarşafın pelerini de peçe yerini tutabilir. Bu

devirde ne peçe, ne yaşmak gibi örtüler, ne harem ve selâmlık diye ayrı daireler

vardı. Ataerkil ailenin sonuçları olan bu adetler; bu devirden geçmiş olan

İranlılardan ve Rumlardan gelmiş oldu. Bununla beraber bu yanlışlıklar, sosyal

ve ekonomik ihtiyaçların sonucu olarak yalnız şehirlerde kaldı. Taklitçilikten

ve aristokratlıktan uzak duran köylere ve boylara kadar yayılamadı. Köy ve

boylardaki kadınlar İslâmiyet’in başlangıcındaki temiz, nikâhlı ve nikâhsız

kadınlar gibi yalnız baş örtüsü örtmeyi yeterli gördü. Yabancı kültürlerden

alınan öteki adetleri kabul etmediler...”268

Ira M. Lapidus, “Modernizme Geçiş Sürecinde İslâm Dünyası” isimli

eserinde örtünme ve kadın ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmaktadır:

“Ortadoğu Müslüman ailelerinin modern dönem öncesi yapısı, kadının rolü ve

kimliği kavramları hakkında pek az şey bilinir. Mamafih pek çok ipuçları da

vardır. İdeoloji ve teoride, çoğunlukla da davranışlarda, Ortadoğu İslâm

ülkelerinde kadın ve erkeğin rolleri arasında kesin bir ayırım vardır. Bir kere

dış dünya, tamamen erkeklere münhasırdır. İç dünya, yani aile ve ev işleri de

kadının tekelindedir. Her ne kadar kadın, el işleri, zirai üretim ve hayvan

bakımı gibi bazı dahili roller üstlendiyse de, orta tabakanın çarşı, pazar, siyaset

ve sosyal hayat yapısında erkekler hemen ön plandadırlar. Kadın genellikle

kendi yakın akrabası dışında erkeklerden ayrı yaşamaktaydı. Ayrıca, modern

dönem öncesi İslâm ülkelerinde kadın üzerinde erkeğin tahakkümü ve kadının

içtimaî hayatında erkeğin otoritesi söz konusudur...Erkeğin hakimiyeti,

merhamet göstermeye ve korumaya yönelikti. Bu temel davranış, erkeğin ve

ailesinin, soyunun veya kabilesinin şerefinin, kadının vakarlı ve tertemiz

bir şekilde yaşamasına bağlı olması inancı ile de takviyelenmişti. Tabi ki bu

davranışların neticesi olarak da, erkeğin gözünde kadının cinselliği, kadının

ayrılmaz bir parçasını oluşturmaktaydı.

Bakanlığı yay., Ankara 1998, s184-201.

Page 176: ASİFE ÜNAL

169

...Peçe, genellikle, erkeğin kadını tahakkümünün bir sembolü olarak

görüldü. Fakat, aslında bu, kadınların dış dünya ile olan ilişkiler

karmaşasının bir sembolüdür. Zaten, tüm Ortadoğu ülkelerinde ve

Müslüman kadınlar arasında peçe, bütünü tarafından kullanılmış bir şey değildi

ve halâ da değildir. Genellikle şehirli ve orta sınıf kadınlarca kullanılır.

Çalışan, köylü ve göçebe kadınlarca kullanılmaz. Üstelik peçe anlaşılması güç

bir iletişim şeklidir. Bu, kadını erkekten, cemiyeti kadının tahrik etme

tehlikesinden korumaya yönelik bir önlem olarak görülmektedir. Fakat

bir taraftan kadını tecrit eder ve saklarken, diğer taraftan da esrarengiz

bir hava ve cazibeyi de beraberinde getirmektedir. Ayrıca kadına daha fazla

hareket imkanı verir. Netice itibariyle, tutku ve saflık, otonomi ve itaat,

bağımlılık ve bağımsızlık açılarından peçenin karmaşık bir önemi vardır...

Bu belirsiz durum içerisinde esas problem, İslâm’ın prensipleri

etrafındadır. Bu konudaki tartışma ağırlıklı olarak, Kur’an’ı geleneksel olarak

yorumlayanlar, onu modernist tarzda izah etmeye çalışanlar ve daha radikal

feministler arasında geçmektedir. Bunların hepsi de çok evlilik, peçe, kadının

ekonomik, miras ve çalışma hakları konularında farklı görüşler ileri sürerler.

Gelenekçiler, Kur’an’ın normatif olduğunu ve ebediyete kadar geçerli olacak

kaideleri vazettiğini söylerler. Bunlar Kur’an’a göre kadının, evde oturması

gerektiğini, içtimai hayatta yerinin olmadığını iddia ederler. Kadınlar,

iffetlerini muhafaza etme konusunda erkeklere yardımcı olmalıdırlar. Özellikle

yeni İslâmî akımlar bu değerleri savunurlar. Modernistler ise, ailede kadının

statüsü ile ilgili Kur’an normlarının, hukukî bir zorunluluktan ziyade, ahlâkî bir

tavsiye olarak değerlendirilmeleri gerektiğini ileri sürerler. Bunlara göre,

Kur’an belli bir zaman ve mekânın tasvirini içermektedir. Tarihi ve sosyal

şartların değişmesiyle beraber, yeni izahlar yapılmalıdır. Modernistler

Kur’an’ın, kadının cemiyetle iç içe olmasını desteklediğini kabul ederler.

Çünkü kadının sosyal hayata katılımı, günümüzde kadının aile fonksiyonunu

yerine getirebilmesi için vazgeçilmez bir esastır.

Feministler ise, meseleyi birkaç farklı açıdan ele alırlar. Bunlar arasında

hemen hemen ittifaken kabul edilen konu şudur; kadının harem dairesine

268 Ziya Gökalp, Türk Ahlâkı, sad.Yalçın Toker, İstanbul 1992, s.52-54.

Page 177: ASİFE ÜNAL

170

itilmesi ve ikinci planda kalması, bütünüyle olmasa da kısmen pederşahi

otoritenin, erkeğin esas olduğu akrabalık bağlarının ve sınıf sisteminin bir

neticesidir. Yalnız bu konuda, Ortadoğu ülkelerinin Akdeniz Avrupasından

veya Latin Amerika’dan farklı olmadığının da altını çizerler. Feministlerin

çoğu İslâm’ı, kadının ikinci planda kalmasını destekleyici bir unsur olarak

görür. Bunlar Kur’an’ın, İslâm hukukunun ve ulemanın taşıdığı ahlâkî

yaklaşımların, kadının ikinci plana itilmesini oluşturacak ahlâkî ve sosyal bir

atmosfer yarattığını iddia ederler. İslâm erkeğin kadın üzerinde kontrol

yetkisini öngörür. Çünkü kadın, cinsellik açısından bir tehdittir. Çünkü kadın,

erkeğin Allah’a karşı yerine getireceği mükellefiyetlerini engelleyebilecek

potansiyele sahiptir...

Mamafih, prensipte İslâm’ın kadınlara sıcak baktığını savunan feministler

de vardır. Bunlar, ilk yıllarında İslâm’ın, Arap toplumundaki kadının

durumunu düzelttiğini; kadının ikinci plana ve hareme itilmesi konusunda

İslâm’ın değil de, Ortadoğu ülkelerinin tarihî şartlarının mesul tutulması

gerektiğini ileri sürerler. İslâm’ı savunanlardan bazıları da, İslâm’ın cinsellik

ve evlilik konularında ahlâkî bir standart getirdiğini ve bunu da savunduğunu,

keza İslâm’ın kadının korunması ve güvenliğini temin ettiğini, pek çok

haklarını ve mal edinme yetkilerini garanti altına aldığını iddia ederler. Tarihî

şartlar içerisinde ve bugün İslâm’ın, Ortadoğu ülkelerindeki kadın-erkek

ilişkileri üzerinde olumlu katkıları olmuştur.

Bu tartışma oldukça siyasî bir şekle bürünmüştür. Tartışmanın her cephesi

de siyasî, ideolojik ve dinî gündemi yansıtır. Kadın üzerinde meydana gelen bu

tartışmalar, çağdaş İslâm ülkelerinin açmazları halindeki daha büyük

problemler olan, laikleştirme-İslâmlaştırma, devlet gücü-içtimaî otonomi ve

batılılaşma-kültürel sadakat konularının savaş alanı haline gelmiştir.”269

İslâm’ın halifeler döneminden sonra kurulan ilk devleti Emevîler

döneminde giyim kuşam ve kadının konumu ile ilgili olarak Will Durant, şu

bilgileri vermektedir: “Emevîler zamanında ... yüksek mevkili Araplar beyaz

ipekten elbise giyer, atla gezer ve kılıç taşırdı. Sokaktaki adam kaba bir

pantolon giyer, başına sarık sarar ve sivri uçlu pabuçlar giyerdi. Bedevîler

Page 178: ASİFE ÜNAL

171

entarilerini ve başlarındaki şal ve kemeri muhafaza etmişti. Peygamber uzun

don giyilmesini yasak etmişti ama yine de bazı Arapların giydiği oluyordu.

Bütün sınıflar mücevheri severdi. Kadınlar dar korse, bol ve renkli etek giyer,

parlak kemerler takarlardı. Saçlarını ya kâkül olarak öne, ya bukle halinde

yanlara döker ya da örgü yaparak arkaya sarkıtırlardı. Saç örgüsüne

bazen siyah ipekten ipler de kattıkları olurdu. Çok defa çiçek ve

mücevherle süslenirlerdi. 715 yılından itibaren yalnız gözleri meydanda

bırakacak şekilde yüzlerini örtmeye başladılar. Böylece, her yaşta gözleri

çok güzel olan Arap kadınları romantik bir görünüş kazandı. Kadınlar on iki

yaşlarında olgunlaşıyor, kırk yaşında ihtiyarlıyordu...

Muhammed’in asrında, Müslümanlar kadınlarından ayrılmamıştı.

Birbirlerini ziyaret edebiliyor, rahatça görüşebiliyor,camide birlikte ibadet

edebiliyorlardı. Musa ibnü’l Zübeyr, karısı Ayşe’ye niçin yüzünü örtmediğini

sorduğu zaman şu cevabı almıştı: ‘Madem ki Allah beni böyle güzel yarattı, o

halde başkaları da bu güzelliği görsün ve kendi aralarında bu lütfunu

tanısınlar.’

Bununla beraber II. Velid zamanında (743-744) hadımlarıyla birlikte

harem teşkilatı kuruldu. Harem, kutsal, yasak manasındadır. Kadınların bu

şekilde ayrılması, adet görmeleri ve çocuk doğurmaları dolayısıyla onların tabu

sayılmasından ileri gelmiştir. Harem, mukaddes bir yer demekti. Doğuluların

ihtiraslı yaradılışını bilen Müslüman koca, karısını korumak için onu hareme

koymaktan başka çare göremiyordu. Çok geçmeden kısa mesafelerde ve örtülü

olarak görünmek dışında, kadınların sokakta dolaşması ayıplanır bir hareket

olarak görülmeye başlandı. Kadınlar da sokağa çıkabiliyor, ancak bu durumda

perdeli tahtırevanlarla seyahat ediyorlardı. Camideki yerleri önce erkeklerden

ayrıldı, sonra camilere büsbütün alınmaz oldular. Daha sonraları kadınların

dükkânlara gitmesi de yasak edildi. Bir kadın istediği şeyleri ancak başkasına

aldırabiliyordu. Bir de haremlere giren bohçacı kadınlar vasıtasıyla öteberi

satın alabiliyorlardı. Aşağı tabaka dışında, kadınlar, kocalarıyla birlikte sofraya

da oturamıyordu. Karısı, cariyeleri ve yakın akrabalarının dışındaki kadınların

269 Ira M. Lapıdus, Modernizme Geçiş Sürecinde İslâm Dünyası, çev. İ. Safa Üstün, İstanbul

1996, s.385-395.

Page 179: ASİFE ÜNAL

172

yüzünü görmek Müslüman erkeğe haramdı. Doktorlar bile ancak vücudun

hasta olan kısmını görebilirdi.

Kadınlara gelince, Müslüman kadınlar XIX. yüzyıla kadar bu hale itiraz

etmediler. Evlerinin kendilerine tahsis edilen kısmında konfor ve mahremiyet

içinde yaşadılar. Üstelik bu kapalı duruma rağmen tarihte rol oynamaktan da

geri kalmadılar. Harun’un annesi ve karısı, VII. yüzyılda Ayşe’nin gösterdiği

cüret ve tesiri gösterdiler ve saraylarında şahane bir hayat sürdüler...

Başka bir açıdan düşünmek gerekirse, Müslüman kadını Avrupa’daki bazı

kadınlara göre çok daha iyi durumdaydı. Edindiği her mal ve para tamamen

kendine mahsus kalırdı. Kocası da, alacaklılar da buna dokunamazdı. Harem

kısmının emniyeti içinde örer, dokur, diker, evini idare eder ve çocuklarını

yetiştirirdi. Diğer taraftan arkadaşlarıyla oyun oynayacak, şekerleme yiyecek,

sohbet edecek kadar vakti de olurdu...”270

Emevîlerden sonra gelen Abbasilerde giyim-kuşam ise şöyledir:

“Abbasilerde ileri gelen devlet adamlarının elbiseleri, halifelerininkini

andırırdı. Ancak; bilginler, fakihler, hakimler taylasan adını taşıyan ve Hz.

Peygamber’inkine benzer hamaili havi sarık takarlardı. Taylasan, bazen de

omuza örtülürdü. İlmiyeye mensup olmayanlar ise kalansuve giyerlerdi. Bu da

bir çeşit serpuştu. Beyaz ipekten imal edilmiş hafif bir takke de merasimde,

siyah kalansuvenin içine giyilirdi. Ev içinde mor bir başlık kullanılırdı.

Kalansuve daha sonra fese dönüşmüştür...

Kadınların elbiseleri: Zengin ve orta sınıf kadınlarıyla yoksul kesim,

maddî imkanlarına göre giyinirlerdi. Zaman içinde halife eşlerinin hayatına

taht-ı revan dahi girmişti. Mücevherli kuşak; mücevherlerle süslü yüksek, uzun

bir serpuş yani başörtüsü, yüksek zümrenin eşlerinde ve kızlarında

görülen bir giyim şekliydi. Başörtülerin üstünde çeşitli kıymetli

madenlerle nakşolunmuş, altından yapılmış bir yükselti bulunurdu.

Çoğunlukla eski harflerle hakkedilmiş bir çeşit toka, günümüzdeki süs

zincirleri kabilinden kemerlere bağlı olarak kullanılırdı. Orta sınıfa mensup

kadınlar, genellikle başlarını inci-zümrüt ile süslü yassı bir kurdele ile

270 Will Durant, İslâm Medeniyeti, çev. Orhan Bahaeddin, Tercüman 1001 Temel Eser, s.59-

64; Emevîlerde giyim kuşam ile ilgili olarak ayrıca bkz. Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1980, II/361-362.

Page 180: ASİFE ÜNAL

173

güzelleştirirlerdi. Halhal ve bilezikler de her sınıf Arap kadınında genellikle

görülen takılar arasındaydı. Bazı Arap kadınları İranlı kadınlara özenerek boya

kullanıyorlardı.”271 Arap kadınların yanında erkeklerin de boya ve kına

kullandıkları ile ilgili bilgiler mevcuttur. Hamidullah’ın İbn Sad’a dayanarak

verdiği bilgiye göre; “Yaşlı kimselerin saçlarını boyamaları da yaygındı.

Resulullah’ın dedesi, Yemen’deki bir prensin kendisine hediye ettiği bu çeşit

bir boyayı oradan getirtmiş ve bembeyaz saçlarında kullanmıştı. Boyamadan

sonra onu, doğup büyüdüğü Mekke’de bile kimse tanıyamamıştı. Ancak Şu

kadarı var ki Araplar umumiyetle saç ve hatta sakallarını siyaha boyamaktan

çok kına kullanarak kızartmayı yeğ tutuyorlardı.”272

Abbasilerde giyim kuşamla ilgili olarak Philip K. Hitti de şu bilgileri

vermektedir: Harun’ur-Reşid’in üvey kızkardeşi Uleyyeh tarafından icat edilip

yaygın hale getirilmiş, kadınların başlarına koydukları örtü, kubbe biçimi

bir serpuş ve bunun tepe tarafında dairevî bir kabartmadan ibarettir ki

bu kısım mücevherat ile süslenebilmekteydi. Kadınların süs eşyası olarak

kullandıkları diğer şeyler arasında, ayak bileklerine takılan halhal adlı

bileziklerle, kola takılan bilezikler (asâvir) de bulunuyordu. Erkeklerin kılık

kıyafetleri, o günlerden sonra pek az bir değişikliğe uğramıştır. Umumiyet

başlık olarak Halife el- Mansur tarafından yaygın hale getirilen, keçe ve

yünden imâl edilmiş, siyah renkli ve tepeye doğru iyice sivrilen kalansuve

adındaki serpuş kullanılıyordu. İran menşeli geniş ve bol pantolon (seravil),

gömlek ve ceket (kaftan), en üste alınan palto (âbâ yahut cübbe), erkeklerin

elbise dolabının mütemmim cüzleriydi. Dinî ilimlerle uğraşan âlimler,

Harun’ur-Reşid’in seçkin kadısı Ebu Yusuf’un talimat ve tavsiyesine uyarak

ayırıcı olsun diye başlarına siyah sarık sarıyor ve sırtlarına bir de cübbe

(taylasan) alıyorlardı.”273 Hitti’nin de aktardığı gibi274 kırmızı renkli fes ve bu

tarz giyim bazı ülkelerde erkekler tarafından halâ kullanılmaktadır. Hitti’nin

verdiği, kadın başlığının Uleyyh tarafından icat edilmesi, erkek başlığının da

Harun’ur-Reşid tarafından yaygınlaştırılması bilgisi, giyim kuşam konusunun

271 Hüseyin Algül, İslam Tarihi, İstanbul 1987, III/431-432. 272 Hamidullah, II/1129-1130. 273 Hitti, II/514-515. 274 Bkz.Hitti, 514-515(209 ve 212 no’lu dip notlar)

Page 181: ASİFE ÜNAL

174

örfe, zevke ve anlayışa göre nasıl değişebileceğinin bir göstergesi olmak

bakımından da dikkat çekicidir.

Müslümanların bulunduğu yerlerde kadına bakış ve örtünme anlayışı, o

toplumun özellikleri göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Birtakım

kurallar oluşturulurken sadece ülkeden ülkeye değil, aynı ülkede değişik kültür

ortamlarında bile farklı yorumlar ve anlayışlar kendini gösterebilmektedir. Bu

duruma, Müslümanların çoğunlukla yaşadığı topraklardan hayli uzak bir

bölgede, bugünün İspanya’sında kurulan Endülüs Emevî Devleti örnek olarak

verilebilir. Endülüs Müslümanlarında kadın kıyafetleri ile ilgili olarak Mehmet

Özdemir, “Endülüs Tarihinden Kadın Kıyafetine Dair Bazı Tespitler” başlıklı

makalesinde şu bilgileri vermektedir:

“ H. Peres, XI. yüzyıl şiirindeki verilerden hareketle, kadınlara has yeni

bazı kıyafet isimleri tespit etmiştir. Bunlar; dır‘(gömlek), mitraf(ceket veya

yelek), hulle(manto), burd(pardösü), muşmele(vücudun tamamını kaplayan bir

pardösü türü), şidar(bluz) ve burku‘ (başörtüsü) şeklinde sıralanabilir.

...Giyim-kuşam konusunda kadınlarla erkekler, birbirinden daha belirgin

olarak başı örtüş biçimleriyle ayrılmaktaydılar. Endülüs Emevîlerinin sonlarına

kadar erkeklerin bir kısmının başlarını açık bulundurmalarına, diğer bir

kısmının ise ketenden bir külah (kufiyye) veya keçeden bir başlık (şaşiyye) ile

örtmelerine mukabil; kadınların, başlarını, bilhassa ulemanın ve

muhtesiplerin sosyal hayat üzerindeki denetimlerinin etkili olduğu şehir

merkezlerinde, ‘genel ve yaygın bir teamül’ olarak, ya göğüs hizasına

kadar inen bir başörtüsüyle (mikna‘a) ya da dışarı çıkarken üzerlerine

aldıkları şalın bir parçasıyla örttükleri anlaşılmaktadır.

Levi-Provençal, başörtüsünü tamamlayan bir unsur olarak hımar adı

verilen ve yüzün gözden aşağı kısmını örtmek için kullanılan bir tül örtünün,

yani ‘peçe’nin varlığından söz etmektedir. H. Peres ise, peçenin XI. Yüzyıl

şiirine lisam adıyla yansıdığı tespitinde bulunmaktadır. Ancak her iki

araştırmacı da, yüzün peçeyle örtülmesinin, başın örtülmesi gibi yaygın ve

yerleşik bir uygulama olduğu kanaatinde değildir. Gerçekten de, kaynaklarda

bu kanaati destekleyen bazı bilgiler mevcuttur...

Page 182: ASİFE ÜNAL

175

...Endülüs Emevilerinin son hükümdarlarından el-Mustekfî Billâh’ın (414-

416/1024-1026) kızı olan Vellâde, Endülüs’ün yetiştirdiği en büyük şairlerden

biridir. Babasının vefatından sonra evini adeta bir ‘şairler kulübü’ne

çevirmiştir. Endülüs’ün o günkü en meşhur şairleri, onun evinde bir araya

gelmiş ve şiir meclisleri oluşturulmuştur. Burada konumuz açısından dikkat

çekmek istediğimiz husus, Vellâde’nin evine gelen şairlerden kendisini

sakınmaması ve yüzünü peçeyle örtmek gibi bir kaygı taşımamış olmasıdır.

Nasriler döneminde (1232-1492) kadınlar, dışarı çıkarken

milfale(almalafa) denilen büyükçe bir şal kullanmaktaydılar. Keten, yün ya da

ipekten mamul olan milfale, başı örtmenin yanında, sağ elle tutulmak suretiyle

aynı zamanda peçe vazifesini de görmekteydi...

1495-1496’da İspanya ve Portekiz’i dolaşmış olan Alman Münzer,

Gırnata’da Müslüman kadınların kıyafetinden söz ederken şöyle demektedir:

‘Kadınların tümü boğumlu ve büzmeli keten şalvar giyerler. Şalvarın

üzerine, tıpkı rahiplerin yaptığı gibi, göbek hizasına yakın bir yerde kemer

takarlar. Belden yukarısını örtmek için önce bolca bir iç gömlek, bunun da

üzerine maddi güçlerine göre, ya yünden ya da ipekten mamul bir entari

giyerler. Dışarı çıkarken üzerlerine pamuk ya da ketenden mamul parlak beyaz

bir örtü alırlar. Bu örtüyle başlarını öyle örterler ki, yalnızca yüzleri

görülebilir.’

1524’den sonra İspanya’da bulunan Venedik elçisi Andres Navajero’nun

1526’da ziyaret ettiği Gırnata hakkında verdiği bilgiler, Müslüman kadınların

giyinme ve örtünme biçimlerinde herhangi bir değişikliğin meydana

gelmediğini göstermektedir. Gırnatalıların şeklen Hıristiyan kabul edilmelerine

rağmen, gerçekte İslâm’a bağlılıklarının devam ettiğini vurgulayan elçi,

kadınların giyim tarzları konusunda şu ilginç betimlemeyi yapmaktadır:

‘Kadınların kendilerine has, oldukça fantastik ve farklı bir giyim

tarzları var. İlk giyilenler, göbeğin biraz altına kadar inen bol bir iç gömlek,

onun altında ise gömleğin eteklerini içine alan bir şalvar (zaragüelles/seravil).

Çoraplar bez ya da kumaştan olup öyle boğumlu ve büzmelidirler ki ayak

bileklerini (dize kadar) çok şişman gösterirler. Ayaklara terlik değil de ipek

sırmalı iskarpin giyerler. İç gömleğin üstüne umumiyetle iki renkli, kolları ve

Page 183: ASİFE ÜNAL

176

yakası ipek işlemeli bir giysi giyerler. Bunların üstüne yere kadar uzanan

beyaz pelerin örterler ki, bu örtünün altında kendileri istemedikçe tanınmaları

mümkün değildir. Gömleğin yakası genellikle işlemeli olur. Zenginlerinki altın

sırmalıdır. Bunların bazen pelerinleri de altın sırmalı olabilmektedir. Diğer

giysiler müşterek olup zengin-fakir ayrımını yansıtmamaktadır. Bütün kadınlar

parmaklarını kınalarlar. Başlarında yuvarlak bir fiyonk çeşidi taşırlar. Baş

örtüldüğünde bu fiyongun şeklini alır.’.”275

Özdemir’in verdiği, Hıristiyan kabul edilen Gırnatalıların giyim tarzının

fazla değişmediği bilgisi, giyim kuşamda bölgesel özelliklerin ne kadar önemli

olduğuna bir örnek teşkil etmesi açısından dikkat çekmektedir. Aynı duruma

günümüzden bir örnek de Hıristiyan olan Gagavuz Türkleridir. Gagavuzların

Anadolu Türkleri ile giyim-kuşam benzerliği şaşırtıcı biçimde bu gerçeği

ortaya koymaktadır. Dikkati çeken bir başka unsur da, bir yerde yönetici ve

zengin kesim ile halkın ve köylülerin giyim- kuşam konusundaki farklı

uygulamalarıdır. Kaynaklarda nakledilen bir bilginin genel bir uygulama

olmayabileceğine dair de Vellade’nin yüzünü örtme gereği hissetmeyişi örnek

gösterilebilir.

Giyim, kuşam ve örtünmenin toplumsal bir olgu olduğunu; tarih içinde

her dönemin ve her ulusun kendi örf ve adetlerine, alışkanlıklarına göre

değişkenlik gösterdiğini söyleyen Mehmet Dağ da, bu değişkenliğin toplumun

iffet ve namus anlayışından da kaynaklandığına temas etmektedir. Dağ, bu

görüşlerini “İslâm’da Örtünme Üzerine” başlıklı makalesinde şöyle ifade

etmektedir: “Kimi yazarlar bu değişkenliğin her dönemin ve her ulusun iffet ve

namus anlayışından kaynaklandığını; bütün insanların üzerinde anlaştıkları

belli bir namus ve iffet anlayışının bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Nitekim

toplumsal gerçekler de bu görüşü desteklemektedir. Sözgelimi bir Arap kadını

örtüsüz yakalandığında, bacaklarının açılması pahasına, yüzünü örtmek için

eteğini kaldıracaktır; çünkü onca, yüzünü örtmekle namuslu olmak

eşdeğerdedir. Çinliler uzun süre ayaklarının gösterilmesini iffetsizlik

saymışlardır. XX. yüzyıl gibi yakın zamanlarda gece elbisesi içinde göğsünün

275 Mehmet Özdemir, “Endülüs Tarihinden Kadın Kıyafetine Dair Bazı Tespitler”, İslâmiyat,

IV/2, s.102-109.

Page 184: ASİFE ÜNAL

177

önemli bir bölümünü gösteren Avrupalı kadın, ayak bileğini göstermeyi

iffetsizlik olarak görmüştür.

Öte yandan, giyim, kuşam ve örtünme farklılıklarının yalnızca dönemler

ve uluslar arasında değil, aynı ülkenin kırsal kesimiyle daha yoğun nüfuslu

kasaba, ilçe ve kentleri arasında da gözlendiği bir gerçektir. Nitekim eski

Arabistan’da da bu konudaki örfün değişiklik gösterdiği anlaşılmaktadır.

Göçebe kadınları örtünmedikleri ve erkeklerle özgürce bir araya geldikleri

halde, kasaba ve kentlerde yaşayan kadınlar örtünüyorlardı. Hz. Muhammed’in

kendi kabilesi olan Kureyş’in kadınları arasında da örtünmeye uyulmakta idi.

Bu tür adetlerin Hz. Muhammed döneminde de bir süre devam ettiği; bu tür

giysi ve takılarla dolaşan kadınlara sık sık sataşma ve saldırıların olması

üzerine toplumsal bir huzursuzluğun önünü almak amacıyla Kur’an’da bilinen

iki ayetin indirildiği anlaşılmaktadır... Ancak şu kadarı kesindir ki, o dönemde

kadınların süslü bir biçimde dolaşmaları, çok az sayıda okur- yazarı olan kültür

düzeyi düşük bir toplumda bazı toplumsal sorunlara neden olmuş; sorunun

çözümüne yardımcı olacak bilimsel olanakların ve kültürel koşulların

sağlanması o gün için mümkün de olmadığından, dış görünüşüyle hiç de dinî

olmayan, böylesine değişken toplumsal giyim-kuşam olgusu, Kur’an’da

yer alabilmiştir. Aslında Kur’an’ın amacı insanın dış görünüşünü düzenlemek

olmayıp, iç temizliği, dürüstlük ve iffetli olmaktır. Nitekim bu husus Nur

suresindeki ayette ‘iffetlerini korusunlar’ sözleriyle açıkça ifade

edilmektedir.”276

İslâm dünyasından örtünme ile ilgili daha birçok örnek vermek mümkün

olmakla birlikte konunun Müslüman Türklerde örtünme olması dolayısıyla bu

örneklerle yetinmek uygun bulunmuştur.

b. Türklerde Örtünmenin Tarihi Gelişimine Genel Bir Bakış

Eski Türk dini ve mitolojisi hakkında yapılan araştırmalar Türklerin

İslâm’dan önce birçok dine girdiklerini göstermektedir. Girdikleri her dinin ve

276 Dağ,187-191.

Page 185: ASİFE ÜNAL

178

yaşadıkları bölgelerin Türk kültürünün oluşmasında etkili olduğu şüphesizdir.

Giyim-kuşam ve örtünme konusu da, asırların birikiminin bir potada

yoğrulması ile oluşmuş Türk kültürünün kendine özgü biçimini

oluşturmaktadır.

Türk kültüründe örfe büyük bir önem atfedilmektedir. İslâm’ın da önem

verdiği ve Kur’an’ın emrettiği örfe uygun hareket etme, Türklerde

vazgeçilmez bir prensip kabul edilmektedir. Dinî konularda zaman zaman

muteber sayılmayan örflerin bile delil kabul edildiği olmuştur. Çeşitli

konularda farklı yorumların artması üzerine Ahmet Cevdet Paşa’nın da

aralarında bulunduğu ilmî bir heyet, on yıllık bir sürede (1868-1878) Osmanlı

Devleti için, gelişen ve değişen şartlar ile İslâm’ın güncel yorumlanmasını da

dikkate alarak kısaca “Mecelle” diye meşhur olmuş “Mecelle-i Ahkâm-ı

Adliye” isimli Medeni Kanunu hazırlamışlardır. Bu kanunda önemli açılımlar

sağlanmış, Türk milletinin önünü açacak, gelişme ve ilerlemesine zemin

oluşturacak temel kurallar maddeleştirilmiştir. Bunlardan konumuzla ilgili

bazılarına burada temas etmekte fayda görülmektedir:

Mecelle’nin 21. Maddesinde “Zaruretler memnu olan şeyleri mübah

kılar” denilerek yasak veya haram olan bazı şeylerin mecburiyet halinde yasak

olmaktan çıkacağına işaret edilmiştir.277 Zaman ve şartların değişmesiyle

hükümlerin de değişebileceği Mecelle’nin 39. maddesinde şu şekilde ifade

edilmiştir: “Ezmanın tegayyürüyle ahkâmın tegayyürü inkâr edilemez.”278 Bu

madde ile değişen şartlara göre hükümleri yeniden değerlendirme ve

yorumlama imkânı getirilmiştir.

Mecelle’nin 36. maddesi de âdetin, hakem kılınmış bir delil olduğuna

işaret etmektedir. Bu maddeler “örf ve adetin” hakemliğini ortaya koymakta ve

dinî emirlerin yorumlanmasında toplumun değer yargılarına ve örfüne itibar

edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Mecelle’nin 455. maddesi bu

konuya kesin bir açıklık getirerek şöyle demektedir: “Örf ile tayin, nas ile

277 Açıklamalı Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), İstanbul 1990,s.21. 278 Mecelle,22.

Page 186: ASİFE ÜNAL

179

tayin gibidir.”279 Bu madde, örf ile belirlenmiş bir hususun, ayet ve hadisleri

delil gösterme gibi olacağını ortaya koymaktadır.280

Giyim kuşam konusunu etkileyen din ve örf dışında faktörler ise, coğrafya,

iklim ve genetik özelliklerdir. İnsan tabiatına etki eden coğrafyanın, onun

günlük hayatı ve giyim tarzını etkilemediği düşünülemez. Türkler için de aynı

durum söz konusudur.

ba. İslam’dan Önce Türklerde Örtünme

Eski dönem Türk topluluklarının giyim tarzını, büyük ölçüde yaşadıkları

geniş coğrafya ve bu coğrafyadaki bozkır, ormanlık saha, çöl gibi farklı iklim

şartlarının etkilediğini söylemek mümkündür: “Uçsuz bucaksız bozkırlarda

açık havada günler hatta haftalarca yapılan zorunlu yürüyüşlerin yanı sıra,

kendilerini bekleyen meçhul tehlikelere karşı ve ona göre giyinme mecburiyeti,

hareket imkanını kolaylaştıran giysiler geliştirilmesine sebep olmuş olabilir.

Başka bir ifadeyle, atlı-muharip bir kavmin oluşmasını hazırlayan fizikî ve

sosyal çevre; sürekli muharebeye hazır olma mecburiyetini getirmiş, açık

havanın muhtemel olumsuzluları da; korunaklı ve dayanıklı elbise tipinin tercih

edilmesi üzerinde etkili olmuştur.

Ormanda yaşayan kavimlerin bilhassa taş, çalı ve soğuğa karşı dayanıklı

elbiseler giymesi gerekir. Bu tür ormanlarda hareket serbestisi sağlayan

giysilerin tercih edilmesi olağandır. Bundan dolayı Türkler, Arap ve Çinliler

gibi bol ve dökümlü entarilerinden, pantolon ve ceket gibi elbiseleri tercih

etmişlerdir. Ormanda avlar yapan Türkler, av hayvanlarının derileriyle,

kuşların tüylerinden kürk, elbise ve kalpakla birlikte çizmeler yapmışlardır.

Türklerin Gobi çölünü, Çin’e yaptıkları akınlarda sürekli bir geçiş yolu

olarak kullanmaları, Türk toplumunun giyimine doğrudan doğruya etki etmiş

olmalıdır. Türklerin sıklıkla kullandığı bilinen kulaklıklı başlıklar ve

kaftanların, çöl ortamında meydana gelen kum fırtınalarıyla yakından ilişkili

olduğu pekala düşünülebilir. Her ne kadar hayatlarının önemli bir bölümü

279 Mecelle,22. 280 İslâm’da örfün yeri ve önemi için ayrıca bkz. Abdurrahman Küçük, İslâm ve Türk

Milliyetçiliği, Ankara 1999, s.43-49.

Page 187: ASİFE ÜNAL

180

bozkırda geçiyorsa olsa da, söz konusu kıyafet tarzının, çöl kadar bozkır

ortamında da uygun olduğu söylenebilir.”281

Türklerin İslâm öncesi girdikleri ya da tesiri altında kaldıkları dinlerin de,

giyim tarzlarına etki etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Örneğin Budizm’i

benimsemiş olsalardı hayvan derisi ve kürkü kullanamayacak olan Türkler,

kişiliklerine ve hayat tarzlarına uygun olan inançları tercih etmişlerdir. Bununla

birlikte özellikle Şamanizm’de dinî kıyafetlerin etkisi de göze çarpmaktadır.

Türkler arasında özel kıyafetler, “din görevlilerine has giyim tarzları”

eskiden beri devam edip gelmiştir. Abdulkadir İnan, bu konuda şöyle

demektedir: “Bütün yeryüzündeki din adamlarının özel kıyafet taşımaları çok

eski devirlerden, iptidai çağlardan kalma bir gelenek ve görenektir. Kıyafete ve

dış görünüşe hiçbir önem ve değer vermeyen İslam dinine mensup din adamları

bile komşu ulusların ve eski dinlerin geleneklerine uyarak ‘ kisve-i ilmiye’

bidatını icad etmişlerdir. Şamanizm rahipleri olan kamların da kendilerine

mahsus kıyafetleri (cübbe ve külahları) vardır....Kam bunları ancak ayin

yaparken giyer. Şamanlığa namzet olan genç,staj gördüğü müddet içinde,cübbe

giymez,ayinleri adi elbiseyle yapar...”282 Kamların kıyafetleri,ayin sırasındaki

örtüleri, kıyafetlerin yapılışı ve törenle giyilişi kaynaklarda geniş biçimde yer

almaktadır.283

Abdulkadir İlgen, Ralp Linton’un “Halis Bir Amerikalı” isimli

makalesinden bugünkü ceket ve pantolondan oluşan erkek elbisesinin ilk

orijinal şeklinin Orta Asya göçebelerinden kalma olduğu bilgisini

aktarmaktadır.284

Türk kültürünün araştırılması konusunda büyük hizmeti olan Bahaeddin

Ögel, eski Türk kıyafetleri hakkında da geniş bilgi vermektedir. Ögel’in verdiği

bilgilere göre; Eski dönem Türklerde ceket,pantolon, kaftan, çizme ve başlık

yaygın olarak kullanılan giysilerdir. Bu giysilerde genellikle yün, deri ve kürk,

iç çamaşırlarda ise keten ve pamuk kullanılırdır. Kayalar üzerine çizilmiş

281 Bkz. Abdulkadir İlgen, “Eski Türk Topluluklarında Kılık Kıyafet”, Türk Dünyası

Araştırmaları, 132/189-195. 282 Abdulkadir İnan,Tarihte ve Bugün Şamanizm,Ankara 1972, s.91. 283 Bkz.İnan, 92-96. 284 İlgen, 193; Bu makale için ayrıca bkz. Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul

1986, s.97-98.

Page 188: ASİFE ÜNAL

181

resimler ve heykeller ile yapılan kazılarla elde edilen diğer buluntularda Türk

erkeklerinin değişik biçimlerde başlık kullandıkları görülmüştür. Bu başlıklar;

sivri külah, basit börk, başın tepesinde bulunan küçük başlık, üst kısmı çapraz

bağlarla bağlanmış başlık, üzerinde askı bulunan başlık, tepesi sivri külah gibi

olup enseye kadar inen başlık, tolga gibi çeşitlerdir. Daha çok keçeden yapılan

halk tipi başlıkların yanında giyenlerin statülerini gösteren değişik şapkaları

görmek de mümkündür.

Kadın başlıkları ise buluntulardan ziyade dil özellikleri ile tespit

edilebilmiştir. Bugün Anadolu’da halâ kullanılan bazı kelimelerden hareketle

Ögel, Türk kadınlarının bürünmek fiilinden türeyen börümcek kullandıkları,

yaşmak ve tülbent kelimelerinin eski metinlerde de geçtiği, boyunbağının ise

Harezmşahlar döneminde “Hatun boyun bağın boynuga saldı” ifadesinde

açıkça görüldüğü gibi değişmeden günümüze geldiği bilgilerini vermektedir.

Sargı sözünün dolak ve boyunbağı ile yakından ilgili olduğunu da ileten Ögel,

Anadolu’daki yapık sözünün hem başörtüsü hem de sargı ve dolak anlamında

kullanıldığını belirtmektedir.285 Ögel, ayrıca Kengol kurganında ipekten

yapılmış, başı kırmızı ipekle sarılı bir kumaşla kadın cesedine rastladığını

belirtmiş; deri kadın pantolonunun son derece zarif olduğunu; cesedi kısmen

mumyalanmış kadının ipekli entarisinin üzerine, ipekli bağlar bağlanmış

bulunduğunu ve ayaklarına çarıklar giydirildiğini aktarmaktadır.286

Emel Esin de, Türk kadınlarının kıyafetleri ile ilgili şu bilgileri

vermektedir. “Eski devirlerde Türk kadınları çoğu süslü olmakla birlikte, hayat

şartlarına uygun kıyafetler giyerlerdi.Türk kadınlarının takındığı ziynet eşyaları

ve giydiği elbiseler de, onları diğer topluluklardan ayırt etmeyi sağlayacak

özellikler gösteriyordu. Örneğin IX. yüzyılda kadınlar kimisi çıngıraklı olan

mücevherler takınırlardı. Yaka şeklinde gerdanlıklar, yüzükler, bilezikler,

ipekler ve dibalar, altın işlemeli olan börümcükler, bağırdak denen ve beli

sıkan cepkenler, milliyete ve mertebeye işaret eden kıyafetler, düzgün, yanağa

ben resmi yapmak için allıklar kullanırlardı. Uygur hanımları bir al

börümcük takarlar, evlendikten sonra da başlık giyerlerdi. Katunlar (eş ya

da anne), oğullarının ve kocalarının yokluğunda, ‘terken’ (Türkan) unvanı ile

285 Bkz. Bahaeddin Ögel, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1988, s.157-195

Page 189: ASİFE ÜNAL

182

devlet idare edebilirlerdi. Uygur hatunu, hükümdarlık renginde al elbise ve

altından bir başlık giyip merasim ile tahta çıkarılır,böylece kut almış olurdu.

Kadınlar toplum hayatında aktif bir yer almaktaydılar.”287

Eski Türklerde kadınların örtünmeye ait hiçbir kayıtla bağlı olmadığını288

belirten Ziya Gökalp, bunu Türklerde kadının tabu olmamasına bağlamaktadır.

Gökalp, bu görüşlerini şöyle ifade etmektedir: “Dinleri, ibadetle ilişkileri

yönünden iki türe ayırabiliriz: Zühdî dinler ve Bedii dinler. Zühdî dinlerde,

kadın erkek için tabudur. Halbuki bedii dinlerde kadın erkek için tabu değildir.

Aksine, kadın erkeğin her işte tamamlayıcısıdır. Bu sebeple her işte kadın ve

erkeğin birlikte olması şarttır. Ekonomik hayatta, aile hayatında, siyasal

meclislerde, savaşta, avda, şölenlerde yani millî ziyafetlerde, sihirsel ayinlerde

ve dinî ibadetlerde kesinlikle kadının erkekle birlikte bulunması gereklidir.

Gökle yer nasıl birbirinin tamamlayıcısı, ayla güneş birbirinin arkadaşı ise,

erkekle kadın da bütün işlerde birbirine çok gerekli iki şeydir.

Eski Türklerde kadın tabu olmadığı için, örtünme ve harem gibi adetler de

onlarda yoktu. Grenar diyor ki: ‘Ondört asırdan beri Çin Türkistanında,

kadınların erkeklerle beraber cemiyete kabul edildiklerini biliyoruz. Hiuen-

Çang, Kao-Çang’ın melikesiyle beraber hanımları kendisini karşılamak için

şehirden dışarı çıktıklarını, prensin anasının kendi konferanslarına ve dinî

sohbetlerine devam ettiklerini bildiriyor.’

İslâmiyetten önce, Türk kadınlarında örtünme ve haremin bulunmaması,

Türklerin o zamana kadar baba-üstün aileden yani bir dinden uzak

bulunmalarının bir sonucuydu. Eski Türklerde, bugünkü ahlâk yönünden çok

değer taşıyan namus ve kocaya sadakat son derece kuvvetli olduğu halde,

bugünkü ahlâk yönünden hiçbir değeri bulunmayan kaç-göç ve harem usulleri

yoktu.

Eski Türklerde, kadınla erkeğin bütün toplumsal işlerde beraber bulunması

şarttı. Orhun Kitabesinde daima ‘Devleti yaşatan Hakan’la ‘Devleti bilen

Hatun’ birlikte anılıyor. Kadın, savaşta, siyasal meclislerde, şölenlerde, avda

286 Bkz.Ögel, 93-94. 287 Bkz. Emel Esin, “Katun (Türk Kadınına Dair)”, Erdem, VII/20, s.471-475. 288 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1976, s.154.

Page 190: ASİFE ÜNAL

183

mutlaka kocasıyla birlikte bulunurdu. Şüphesiz bu beraberlik örtünme ile

uyuşamazdı.” 289

İlk defa Türklerde aileden bahseden Fransız Etnoğrafya bilgini Grenard’a

göre; “Türk kızı hayat arkadaşını seçmekte nisbî bir hürriyet sahibidir. Zaten

Müslüman cemiyetlere mahsus olan ayrı hayat, kadın kapalılığı, Şarkî

Türkistan Türklerinde mevcut değildir.”290

Tatarlarda kadınların başını örtmesiyle ilgili olarak, bir eserde “Kadınları,

bir diba şal ile örtülmüş başlık giyerler...” denilmektedir. Çeviren buna

“Eserde geçen başlık, Moğol dilinde ‘boğtağ’ denilen başörtüsüdür ki kibar

evli kadınlar giyerlerdi.” notunu eklemektedir.291

Osman Turan, “Türk Cihan hakimiyeti Mefkuresi Tarihi” isimli eserinde

Eski Türklerde giyim ve örtünme ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “Eski

Türkler, Tanrıya dua ve ibadet ederken, büyüklerin huzuruna çıkarken, dinî ve

millî bayram ve şenliklerde, matem merasimlerinde, tazim ve sevinç alameti

olarak, başlarını açıyor ve külahlarını ellerine veya koltuklarına

alıyorlardı. Bu Şamanî usul Büyük Selçuklularda, Anadolu’da hükümdarlar ve

halk arasında yaşamıştır. Müslüman Alparslan, Şamanî Çingiz Han gibi,

Tanrının huzuruna başını açarak çıkıyor ve niyaz ediyordu.... XIV. asırda esir

edilip Anadolu’da yaşayan Schiltberger: ‘Muhammed, Sultan ve asilzade de

olsa kimseye baş açmamasını emretmişti. Fakat...bir kimsenin anası, babası ve

dostu öldüğü zaman başlarını açmak zorunda olduklarını söylerler. Birisine

yalvarınca da serpuşlarını çıkarır ve yukarı kaldırdıktan sonra yere atarlar.’

derken bu hususta millî anane ile İslâmiyet’in çatıştığına dair bir meselenin

mevcudiyetini de belirtir... Göktürkler, hanların matem (yuğ) merasimlerine

gelen Çin ve Bizans elçilerini başlarını açmaya, yüzlerini yaralamaya ve

saçlarını yolmaya (tıraşa) mecbur ettiklerini biliyoruz. İbn Fadlan, İtil

Bulgarlarında hükümdarın huzuruna serpuşlarını koltuk altına alarak

girdiklerini söyler.”292

289 Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 277-279. 290 Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Türklerde Aile İçtimaiyatı”, Aile Yazıları-I, Ankara 1991,

s.12. 291 Aknerli Grigor, Moğol Tarihi, çev. H.D. Andreasyan, İstanbul 1954, s.7.

292 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, I-II, İstanbul 1979, s.512-513.

Page 191: ASİFE ÜNAL

184

Orta Asya Türkleri arasında uzun araştırmalar yapmış W. Radloff(1870-

1880), Türk kadını ve ailesi ile giyim-kuşamları hakkında pek çok bilgi

vermektedir. Bunlardan bazıları şöyledir:

“Altaylıların elbiseleri pek yeknesaktır . Erkek, kadın ve çocukların iç

çamaşırı tamamen aynıdır....On yaşından küçük kız ve erkek çocuklar yazın

tamamen çıplak dolaşırlar.293 ...Kadın giyimi erkeklerinkinden ancak dış

elbiselerin şekli ile ayrılır. Kadınlar, çayimak yerine ya bir kaftan veya üzerine

kumaş geçirilmiş bir kürk giyerler. Bu kürk tamamiyle erkeklerinkine benzer,

fakat bunun üzerine bir de kolsuz ve uzun etekli hafif bir yelek(çagidak)

geçirirler... Fakat bu çagidak ancak evlenmiş kadınlar tarafından giyilir ve

böylece evliliğin bir işareti gibidir...Her iki cinsin baş örtüsü birbirinin

aynıdır. Şapkaları hemen hemen üç köşeli olup arka tarafı sivri bir şekilde

nihayetlenir...Kadınlar şapkalarını, kocalarının önünde dahi hiç çıkarmaz; hatta

hakimin huzuruna da şapka ile çıkarlar,çünkü bir kadının baş üzerindeki

saçını göstermesi büyük ayıp sayılır. Kızlar çıkarabilir.294 ...Kadın ve kızlar

saçlarını kesmezler. Evli kadınlar saçlarını iki büyük parça halinde örerek

ya önden veya arkadan sarkıtır ve uçlarına da iki demir parçası

bağlarlar...Kızlar çabuk yürürken örgü süsleri birbirine çarparak kuvvetli ses

çıkarır...295 Altaylılarda...kadın, kayınpederinin eşiğinden içeriye adım atamaz

ve başını açıp ona gösteremez.296 ...Altaylılarda kadın ve erkek arasındaki

konuşma ve görüşme tamamıyla serbesttir(utanmazlar). Genç erkekler, kız ve

kadınlarla konuşurken kadın, hiçbir zaman yüzünü örtmeyi düşünmez. Bu

esnada terbiyesizlik sayılabilecek hiçbir şaka veya takılmaya rastlamadım.

Gerek erkek ve gerek kadınlar, birbirlerinin önünde vücutlarının bir kısmını

göstermekten utanmazlar. Kadınlar, gerektiğinde yabancıların yanında bile

çocuklarını emzirebilir, kızların vücutlarını, göğüslerini göstermeleri ise, ayıp

ve töreye aykırı görülmektedir.297

Tek çeşit

293 W. Radloff, Sibirya’dan, çev.Ahmet Temir, İstanbul 1994, II/13-14. 294 Radloff, II/16. 295 Radloff, II/17. 296 Radloff, II/70. 297 Radloff,II/70-71.

Page 192: ASİFE ÜNAL

185

...Kazakların çoğu, başörtüsü olarak, el genişliğinde, kürkten bir

kenarı olan adi Tatar şapkası veya keçeden kendileri tarafından dikilen

beyaz şapka giyerler. Buna karşılık güney bozkırında, Sart şapkası veya

sarık daha çok bulunur.298 ...Kadınların dış elbisesi, umumiyetle aynen erkek

giyimine benzer.299 ...Kadınların baş örtüsü iki adet büyük ve dört köşeli

bez parçasından ibaret olup alttaki baş üzerine sivri bir şapkaya

benzeyecek şekilde bağlanır,üstteki ise ancak onun alt kenarlarını

çevirdikten sonra uçları ile omuz ve arkadan sarkar. Kızlar, bunun yerine,

kenarı deri ile çevrilmiş çok yakışıklı bir şapka giyer ve bunun

kenarlarına ince tüyler takarlar.300 ...(Kazaklarda) Gelin, güveyin evine

vardıktan sonra başörtüsünü açar ve eve bu şekilde girer. Burada önce ateşi

selamlar ve sonra da ev hanımının yerini işgal eder.301 ...Kazak kadınları

bayram ziyaretlerine ve birçok toplantıya katılırlar. Bu şölenlerde kadınlar için

hususi çadırlar kurulur. Komşu aul’ların kadınları sık sık birbirlerini ziyaret

ederler. Sık sık ancak kadınların iştirak ettiği ziyafetler de tertip edilir. Göçebe

bir halkın erkek ve kadınları arasında, yerleşik Müslümanlarda gördüğümüz

ayrılık pek tabiidir ki, bahis konusu olamaz. Kızlar da kadınlar da peçe

kullanmaz; onlar her toplantıya iştirak ederek şarkı söylerler. Konuşma

esnasında erkek ve kadınlar karşılıklı şakacı sözler atarlar. Kazak kadınlarının

erkeklerle olan münasebeti Rus kadın ve kızlarından bile daha serbesttir.302

...Kazak Türklerinde kadına kalın ödenmiş olduğundan dolayı oldukça haşin

davranılır. Ancak yaşlı kadınların mevkii yüksektir.303”

Mehmet Eröz’ün verdiği bilgiye göre “Kızıl Çin’den kaçarak Türkiye’ye

sığınan Doğu Türkistan Türkleri arasında bulunan Kazak Türklerinin çıkardığı

bir kitapta, bunu destekleyici bilgi vardır. Bu esere göre, ‘Kadınlar kocalarına

karşı daima hürmetkardırlar. Gelin hiçbir zaman kayınpederine,

kayınvalidesine hatta kocasının uzaktan yakından diğer akrabalarına açık

saçık görünmediği gibi, onların isimleri dahi tam olarak söyleyemez.

298 Radloff, II/238. 299 Radloff, II/239. 300 Radloff, II/239-240. 301 Radloff, II/261. 302 Radloff, II/270-271. 303 Radloff, II/269-270.

Page 193: ASİFE ÜNAL

186

Kazak Türklerinin gelinleri terbiyeleri ile ün salmışlardır. Kazak gelini

geldiğinde, gelinin yüzünün açılması töreninde betaçar şarkısı söylenerek,

geline, erkeğin büyüklerine, kaynatasına karşı nasıl davranacağı hakkında öğüt

verilir. Türkiye Türkçe’sinde ‘beti benzi attı: beti benzi solmuş’ sözü yaşıyor.

Buradaki betaçar, ‘yüzaçar’ töreni demek oluyor ki, Türkiye düğünlerinde

buna ‘yüzgörümlüğü’ adı verilir ki, gelin, oğlanın akrabalarından bir hediye

almadıkça yüzünü açmaz.”304

Ziya Gökalp , Çin Türkistan’ında düğün adetleriyle ilgili bilgi de

vermektedir. Buna göre, kızın babası, gelini almaya gelen damadın boynuna bir

yazma sardıktan sonra kızını onun elleri arasına vermektedir. Gökalp, bu

yazmanın babalık velayetinin(yetki) güveye geçtiğine dair bir simge gibi

görüldüğünü söylemektedir.305 Baba-üstün ailede aile reisinin otoritesi varsa,

baba-soylu ailede de velayeti vardır... Komşu gençler, güveyin boynundaki

yazmayı(fular) almak isterler. Güvey yazmayı vermemek için onlara ayrı ayrı

paralar verir. Herhalde yazma, nikâhın simgesi olduğu için, onu elinden

aldırmamak güveyin görevidir. Sart’larla Kırgızlar’da genç kız( damadın evine

gittikten sonra) üç gün üç gece çadırın bir köşesinde perde arkasında durur ve

samimi kız arkadaşı hariç kimseye görünmez. Bu üç gün geçtikten sonra

törenle perdenin arkasından çıkarılır. Yüz açılması törenine Kırgızlar bet açar

toy, Çin Türkistanında oturan Türkler yüz açıktır derler. Türkiyeli Türklerde

yüz görümlüğü adıyla verilen hediye bu adetin kalıntısıdır.306

Gabriel Bonvalot, Eski Yurt adlı eserinde Türkmen kadınlar ile ilgili olarak

şu bilgileri vermektedir: “Serbestçe, açık yüzle dolaşan kadınlarında havada

dalgalanan elbiseleri, başlarında bir taç gibi duran kırmızı pamukludan

başlıkları ile ihtişamlı bir hava vardı. Erkeklerle en ufak bir sıkılma duygusu

göstermeden ve çoğunlukla hürmet ifade eden bir ton ile konuşuyorlardı.”307

Bu örneklerden Eski Türk kadınlarında başın bazı başlık biçimleri ile

örtülü olabildiğini ancak yüzün hiçbir şekilde örtülmediğini sonucu

304 Mehmet Eröz, “Türk Ailesi”, Aile Yazıları-I, Ankara 1991, s.232. 305 Bu yazmanın babanın velayetinin simgesi olarak görülmesi, Hıristiyanlık’ta, Pavlus’un,

başörtüsünü erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetinin sembolü olarak görmesine benzemektedir.

306 Bkz. Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s. 268-270. 307 Gabriel Bonvalot, Eski Yurt, çev. M. Reşat Uzmen, Tercüman 1001 Temel Eser, tyy.,s.

213-214.

Page 194: ASİFE ÜNAL

187

çıkmaktadır. Bazıları İslâm sonrasına ait olması muhtemel olan bu bilgileri

değerlendirirken de, geçmiş dönemdeki bütün din ve toplumlarda örtünme

anlayış ve biçimlerini tespit etmeye çalışırken de genellikle eskiden, toplumun

kadın erkek hepsinin başının örtülü olduğunu dikkatten uzak tutmamak

gerekmektedir. Geleneksel biçimde devam eden örtünme olgusunun Türklerde

İslâm sonrası nasıl uygulandığı, dinin bu konudaki etkisini anlamak

bakımından da önem taşımaktadır.

bb. İslâm ’dan Sonra Türklerde Örtünme

İslâm’dan önce Türklerde giyim kuşam ve örtünme konusuna etki eden

birçok faktör bulunmaktadır. Türkler eski inanç, yaşayış biçimi ve coğrafî

faktörlerle oluşan Türk kültürünün diğer özelliklerini olduğu gibi, giyim kuşam

tarzlarını da İslâm’ı kabul ettikten sonraya taşımışlar, kısmen İslamîleştirme

yoluna gitmişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine damgasını vuran bu

anlayış, Osmanlı’nın son dönemlerinde değişmeye başlamıştır. Tanzimat

dönemi ile başlayan değişim süreci Türk kültürü üzerinde etkili olmuş, bu etki

belki de kendisini en fazla kılık kıyafet konusunda göstermiştir.

Türk kadınının örtünme tarihçesini örneklerle vermeye geçmeden önce,

Türklerde örtünme amacıyla kullanılan eşyalar hakkında bilgi vermek yerinde

olacaktır. Türklerde örtünmede kullanılan başlıca kadın kıyafetleri ferace,

yaşmak, çarşaf, car, bürgü/bürük gibi giysiler ve örtülerdir. Bu kadın

giysilerinin yanında iki önemli erkek başlığı olan sarık ve fes hakkında da bilgi

verilecektir. Bu giysi ve başlıklar hakkında bilgi verilirken Türklerde

örtünmenin gelişimi de genel hatlarıyla görülecek, daha sonra bunlar farklı

kaynaklardan örneklendirilecektir.

Ferace: Arapça’da “açmak, yarmak; ferahlatmak” manasındaki ferc

mastarından gelmektedir. Kelimenin aslı fereciye olup “önü açık, ferah elbise”

demektir. Giyim kuşam literatüründe üç ayrı elbise türüne ferace adı

verilmiştir: Kadınların sokakta yaşmakla giydiği üst elbisesi; ilim adamlarının

giydikleri çok geniş ve bol, kolları yırtmaçlı bir çeşit cüppe, biniş; Mevlevîlerin

giydiği uzun hırka. Daha sonra erkeklerin de giydiği feracenin bu üç tarzından

Page 195: ASİFE ÜNAL

188

en eski olanı Mevlevî feracesidir ve Mevlâna’nın anlattığına hikayeye göre iç

sıkıntısına uğrayan bir sûfinin elbisesinin önünü yırtıp ferahlamasıyla ortaya

çıkmış ve ondan sonra artık “ferahlık” anlamına gelen bu isimle anılmıştır.308

Ferace, boyu ayak bileklerini örten, uzun kollu ve geniş bir rob ve arkaya

dökülen, dönemin modasına göre büyüyüp küçülen geniş bir yakadan

oluşuyordu. Genellikle çuha ya da softan yapılmakla birlikte XIX. yüzyılda

fantezi kumaşlar da kullanılmaya başlandı. Boyun çevresi ve önleri çeşitli şerit

ve dantellerle süslenir, asıl özelliğini bahriyeli yakasına benzeyen ve üzeri

giyenin ekonomik durumuna göre çeşitli biçimlerde bezenen yakası

oluştururdu. Bu yakanın bazı dönemlerde pelerin gibi yerlere değin uzadığı ve

süslenmesinde aşırıya kaçıldığından, devlet tarafından zaman zaman bazı

nizamnameler çıkartıldığı bilinmektedir. Genellikle koyu renklerden

yapılmakla birlikte bazı dönemlerde al, gül kurusu gibi parlak renkler de moda

olmuştur. Her kesimden kadının kullandığı bu üstlük mutlaka yaşmakla birlikte

giyilirdi.

Abbasîlerden beri çeşitli İslâm ülkelerinde özellikle ulema ve devlet

adamları tarafından kullanıldığı bilinen feracenin, Osmanlılarda XV. yüzyıl

sonundan devletin yıkılış yıllarına kadar çeşitli değişikliklere uğrayarak devam

ettiği bilinmektedir. XVI. yüzyıla ait resimli ve yazılı kaynaklar feracenin

önden açık, bedeni ve kolları bol, eteği yere kadar uzun, boyuna oturmuş

yuvarlak veya hafifçe “V” şeklinde oyulmuş yakalı ve ön açıklığının iki

yanında yer alan dikey yırtmaç cepli bir tür cüppe olduğunu ortaya

koymaktadır. Bu tarif kadın ve erkek feracelerinin her ikisi için de geçerlidir.

XV. yüzyıl sonu ile XVI. yüzyıl başına ait Bursa Belediye Kanunları’nda

feracelerin ön açıklığını ve etek çevresini dolaşan pervazın çirişle

yapıştırılmayıp dikişle tutturulması istenmektedir; ayrıca bir hükümle de ancak

Müslümanların ipek astarlı ve pervazlı ferace giyebilecekleri, gayrimüslimlerin

feracelerinde ise boğası (pamuklu) astar ve pervaz kullanılabileceği halka

duyurulmuştur.

308 Mevlâna, Mesnevî, Millî Eğitim Bakanlığı yay., İstanbul 1991, V/33; Mevlâna Celaleddin-i

Rumî, Mesnevî ve Şerhi, şerh. Abdülbâki Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı yay. Ankara 1989, V/65,72-73.

Page 196: ASİFE ÜNAL

189

XVI. yüzyıl feracelerinin yazın hafif ipeklilerden, kışın sof ve çuha gibi

yünlülerden yapıldığı, kışlık olanların içlerinin ayrıca kuzu postuyla veya

tavşan, sincap, vaşak gibi giyenin mevkiini ve ekonomik durumunu gösteren

kürklerle kaplandığı tereke kayıtlarından anlaşılmaktadır.

XVII. yüzyıla ait resimli ve yazılı kaynaklar feracelerin fazla bir

değişikliğe uğramadan devam ettiğini göstermektedir.

XVIII. yüzyıl başlarında, özellikle Lâle Devri’nde (1718-1730) saray

büyük bir eğlence hayatına dalmış, yazın bu eğlencelerin dışarıya taşması

sonucu saray kadınları ve zengin hanımları Kâğıthane, Göksu gibi mesire

yerlerinde renk renk, şık ferace ve yaşmaklarıyla boy göstermeye

başlamışlardır. Bugünün mantosuna tekabül eden kadın feracelerindeki hızlı

değişimin bu sıralarda ortaya çıktığı görülmektedir. Önce o güne kadar yakasız

olan feracelere bir karış uzunluğunda bahriye yakalar takılmış, daha sonra

bunların uzunlukları giderek artıp bele, kalçalara kadar inmiş ve nihayet etek

boyuna ulaşmıştır. Ön açıklıkları ile etek kenarları danteller, kırmalar, geniş ve

parlak harçlarla çevrilmiş, gümüş saplı şemsiyeler ve mücevherli eldivenler

kıyafeti tamamlamıştır. Ancak bir süre sonra kadınların mesire yerlerinde, çarşı

pazarda böyle yakaları arkada ikinci bir etek gibi uzun, açık renkli, ince

feracelerle dolaşmaları sarayı rahatsız etmiş ve ilki 1725 yılında olmak üzere

kadınlar için peş peşe bazı hükümler çıkarılmıştır.

Bu hükümlerle, ferace yakasının bir karıştan büyük olması ve etrafının bir

parmaktan geniş şeritlerle çevrilmesi yasaklanmış ve yasağa uymayan

kadınların yakalarının kesileceği belirtilmiştir. Fakat zamanla bu sıkı disiplinin

gevşediği, yüzyılın sonunda III. Selim devrinde büyük yakalı ve açık renk

ferace giyme yasağının tekrarlanmasından (1791) anlaşılmaktadır.

XIX. yüzyılda sarayla kadınlar arasında feracelerin yakaları, renkleri ve

incelikleri konusunda devam eden anlaşmazlık sürüp gitmiş ve 1811 yılının

Eylül’ünde çıkarılan uzun yakaların kesileceği hükmüne aynı yılın Kasım

ayında, uzun yakalı giyen hanımların kocalarının veya onlardan sorumlu

erkeklerin de ceza kapsamına alınacağı hükmü eklenmiştir. Ancak 1812 tarihli

bir hükümle uzun yakalı ferace diken terzilerin de cezalandırılacağının ilan

edilmesinden, art arda konulan bu yasakların yine kadınları fazla etkilemediği

Page 197: ASİFE ÜNAL

190

anlaşılmaktadır. II. Mahmud devrinde de bu durumun devam ettiği görülmüş

ve biri 1818’de, diğeri ertesi yıl olmak üzere aynı yasaklar iki defa daha

duyurulmuştur.

İlmiye sınıfından olanların ferace giymeye başlaması, 1848’den sonra

yapılan rütbe değişikliklerinden sonradır ve Osmanlı saltanatının sonuna değin

kullanılmıştır. Bu tür feracelerin bedeni ve kolları çok geniş olur, resmi

törenlere giyilenleri sırma ile işlenirdi. Yakasına ve önüne kürk geçirilmiş

olanları da vardı. Genellikle çuhadan yapılırdı. Gençlerin giydiği feracelerin

kolları daha kısa olur, boyna kısa ve geniş bir yaka eklenirdi. Kol kenarları ve

yaka sırmayla işlenirdi. XIX. yüzyılda halk kadınlarının giydiği feraceler

arasında ‘tek düğmeli, tek cepli, çift cepli, fitilli, jile yakalı, düz yakalı, devrik

yakalı, içi dafklı(astarlı)’ adlarıyla çeşitli modellere rastlanmaktadır.

Ferace, XIX. yüzyılın ikinci yarısında saray ve halk kadınlarının

vazgeçilmez kıyafeti haline gelen ferace, 1889’da tesettüre uygun olmadığı

yolundaki itirazların artması üzerine II. Abdulhamid tarafından kesin biçimde

yasaklanarak yerine çarşaf giyme mecburiyeti getirilmiştir. Ancak çarşaf içinde

saraya girmeye çalışan, padişaha muhalif bazı erkeklerin yakalanmasından

sonra saray kadınlarının çarşafla sokağa çıkmalarına müsaade edilmediği için

yalnız onlara mahsus olarak feraceye yeniden izin verilmiştir.309

Yaşmak: Eski Türkçe yaşmak, örtmek, örtünmekten gelmektedir. Eskiden

kadınların feraceyle birlikte kullandıkları ince kumaştan yapılmış iki parçalı

baş ve yüz örtüsü demektir.

Yaşmak, çeşitli ince kumaşlardan yapılır, kapalı ve açık yaşmak adı verilen

iki türde bağlanırdı. Kapalı yaşmakta, yaşmağın alt parçası ikiye katlanır,

burun üstü ve göz altından geçirilip ensede bağlanır; üst yaşmak da ikiye

katlandıktan sonra kaşların üstünden baş ve alın sarılır, kenarları feracenin

içine alınırdı. Açık yaşmakta ise, alt ve üst yaşmak yalın kat bağlanır, üst

yaşmak alın üzerinden sarılırdı. Açık yaşmak yüzü belli ederdi. Alt yaşmağı

çeneden başa, üst yaşmağı baştan çeneye doğru dolayarak da yaşmak tutulurdu.

Osmanlılar döneminde kadın sokak giyimi olarak uzun süre kullanılan ferace

ve yaşmak, XIX. yüzyıl sonlarına doğru çarşafın yaygınlaşmasıyla giderek

Page 198: ASİFE ÜNAL

191

ortadan kalkmıştır.310 Bununla birlikte Anadolu’da halâ yemeni veya yazma adı

verilen ince bir baş örtüsünü bağlayış biçimine de açık veya kapalı yaşmak adı

verildiği bilinmektedir.

Çarşaf: “Farsça çader-i şeb(gece örtüsü)/ çar-şeb’den gelmektedir.

Sokağa çıkarken örtünmek maksadıyla giyilen iki parçalı kadın giysisi

demektir. Çarşafın ilk biçimi kareye yakın dikdörtgen, büyük ve tek parça bir

örtüydü. Kadınlar dışarı çıkacakları zaman bu örtüyü, bedeni de saracak

biçimde başlarına atar, sarınıp bir ucunu beldeki kuşağa sıkıştırırlardı.

İran ve Afganistan’da halen çâder, çuddar adıyla kullanılan çarşaf, kaynak

itibariyle yatak ve yorgan örtüsü olmasından dolayı bu adı almıştır. Nitekim bir

zamanlar tek parçadan yapıldığı ve bugün Anadolu’nun bazı bölgelerinde car,

bürük ve bürgü adlarıyla anıldığı bilinmektedir. Çarşaf eskiden beri en çok

İran ve Irak’ta kullanılmıştır ve bugün İran’da resmî daireler dahil kadınların

ev dışında lacivert veya siyah çarşaf giymeleri mecburidir. XVIII-XIX. yüzyıl

seyyahları çarşafın Mısır kadınları arasında da çok yaygın olduğunu yazarlar.

Çarşafın Türkiye’ye, Tanzimat döneminde hacca gidip gelenler tarafından

Araplar veya muhtemelen İranlılardan alınmak suretiyle getirildiği yahut ilk

kez XIX. yüzyıl başlarında Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşa’nın eşi

tarafından İstanbul’da kullanıldığı ve hızla yayıldığı söylenmektedir.

XIX. yüzyıl sonlarına doğru II.Abdulhamit ’in buyruğuyla İstanbul’da

saray kadınlarından başkasının ferace giymesi yasaklanınca çarşaf, kadınların

en çok kullandığı dış giyimlerden oldu. İlk biçimi giderek değişime uğradı, iki

parçadan oluşan çarşaflar giyilmeye başlandı. Bunlar, başla birlikte gövdenin

üst kısmını da örten pelerin ve uçkurla bele bağlanıp yere değin uzanan

eteklikten oluşuyor, yüze de peçe takılıyordu. Bu tür giyinmenin ortaya

çıkmasıyla, ilkin bürünülen dört köşe örtüler daha çok car adıyla anılmaya

başlandı ve çarşaf sözcüğü bu iki parçalı giysiler için kullanıldı. II. Meşrutiyet

(1908) döneminden sonra giyilen çarşaflarda parmakları örten pelerinin önce

bel, daha sonra dirsek hizasına gelecek biçimde kısaltıldığı; eski bol büzgülü

uzun eteklerin yerini dar ya da kloş kesilmiş, ayak bileği hizasına ya da diz

309 Bkz. Hülya Tezcan, “Ferace”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XII/349-350; Büyük Larousse,

“Ferace”, VIII/4037. 310 Bkz. Büyük Larousse, “Yaşmak”, XXIV/12451.

Page 199: ASİFE ÜNAL

192

kapağı altına değin uzanan eteklerin aldığı görülmektedir. Anadolu’da ise

genellikle koyu renklerden yapılmış, ilk özelliklerini koruyan çarşaflar

giyiliyordu.

Giyenin durumuna göre genellikle düz renk, ipekli, yünlü ya da pamuklu

kumaşlardan yapılan çarşafların eteği, uçkurla bele oturtuluyor, pelerini baş

üstünden atılarak yanlarındaki iki kordonla başa bağlanıyor, kenarlar çene

altından tutturuluyordu. Anadolu’da özellikle gelenekselliğini koruyan kasaba

ve kentlerde başlıca kadın giyimlerindendi. Kızlar ilk defa on iki, on üç

yaşlarında çarşaf giymeye başlar ve buna ‘çarşafa girmek’ denirdi. Kızların

çarşafa girmesi ergenliğe girdiğini gösterir, bu sebeple aileler buna çok önem

verirdi. 311

Car: Bir kadın sokak kıyafetidir. Zar şeklinde de telaffuz edilen car

kelimesi, ‘örtü’ ve ‘peştamal’ anlamlarını taşıyan Arapça izardan bozularak

Türkçe’ye girmiştir. Bu kıyafete çeşitli bölgelerde çar, çarşaf, çadır, ehram,

futa, bürgü, bürük gibi isimler verilmekte ve çok yerde bu isimlerin hepsi de

kullanılmaktadır; bunların Arapça’daki genel karşılığı mulâe (örtü)’dir.

Kadının baştan ayağa örtünmesinde en kolay kıyafeti teşkil eden car,

vücuda göre kesim ve dikimi olmayan, bazı yörelerde sadece köşelerinin

sivriliği yuvarlatılmış, dört köşe bir örtüden ibarettir. Bürünülmek suretiyle baş

dahil topuklara kadar bütün vücudu örter; bu sebeple Türkçe adı bürgü veya

bürüktür. Doğu Anadolu’da ise ihram veya ehram adı tercih edilmektedir.

Car yün, ipek ve pamuktan genellikle siyah, beyaz, kahverengi, dumanî

renklerde düz, yollu veya siyah-beyaz damalı olarak özel şekilde dokunmuş

ince kumaşlardan yapılmakta, çoğunlukla ipeklileri kılıptanla işlenmektedir.

Car, ya alından itibaren yüzü açık bırakacak şekilde veya alnı da kapatıp

kumaşın kenarlarını iç yüzden elle burun üzerinde tutmak suretiyle yalnız

gözleri açık bırakacak şekilde kullanılmakta ve nadiren uygulanan birinci

şekilde yüze peçe takılmaktadır. Car genellikle çok ince kumaşlardan yapıldığı

için, bazen yüzü tamamen örtecek şekilde de kullanılabilmektedir. Özellikle

Konya bölgesinde alt uçları bele sokulmak, üst uçları başın üzerinden alınıp

çene altında birbirine iğnelenmek suretiyle de örtülmektedir.

Page 200: ASİFE ÜNAL

193

Çarşafın kelime anlamı car gibi ‘örtü’ olduğu ve pek çok yerde cara, çarşaf

denildiği halde, gerçekte bu iki elbise türü birbirinden farklıdır. Çarşaf düz bir

örtü olmayıp biçilip dikilen bir giyim eşyasıdır ve carın gelişmiş şeklidir. Bu

iki elbisenin birbirine olan benzerliği daha çok genel görünüm açısındandır ve

her ikisinde de kullanılan peçe, bu benzerliği arttırmıştır. Car ile çarşafın

birbirine karıştırılmasındaki diğer sebep ise isimler arasındaki benzerliktir. Aslı

Arapça olan car, çar şeklinde de söylenmekte ve halk arasında bunun Farsça

kökenli çarşafın kısaltılmış şekli olduğu sanılmaktadır. 312

Kadın giyiminde kullanılan bu giysilerin dışında bugün de kullanıldığı için

anlamı herkes tarafından bilinen birtakım baş örtülerinden söz etmek

mümkündür. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanları yazma, yemeni ve

tülbenttir. Bu örtüler kısaca şöyledir:

Yazma: Bohça, yemeni, başörtüsü, yorgan gibi şeyler yapmakta

kullanılan, üstüne boya ve fırça ile veya tahta kalıplarla desen yapılmış bez, bu

bezden yapılmış başörtüsü 313olarak tarif edilmektedir.

Yemeni: Yemen işi başörtüsü314, kalıpla basılıp elle boyanan, kadınların

başlarına bağladıklar tülbent315 demektir. Bugün Anadolu’da kullanılan ve

genç kızların çeyizlerinde halâ önemli bir yer tutan ince ve değişik renk ve

desenlerde, kenarları genellikle iğne oyası denilen işlerle süslenmiş

başörtüsüdür.

Tülbent: Pamuktan, ince ve seyrek dokunmuş hafif ve yumuşak bez ve bu

bezden yapılmış baş örtüsü olarak316 tanımlanan tülbent, genellikle beyaz

renkli ve desensiz yazmalardır. Bazı bölgelerde tülbente çember dendiği veya

bu isimlerin birbirinin yerine kullanıldığı bilinmektedir.

Türklerde kadının örtünmesinde kullanılan bu giysi ve örtü çeşitleri dışında

Türk erkekleri tarafından kullanılmış bulunan ve Türk giyim kuşam tarihinde

önemli bir yer tutan sarık ve festen de söz etmek yerinde olacaktır. Diğer başlık

biçimleri ise örnekler içinde açıklanmıştır.

311 Bkz. Büyük Larousse, “Çarşaf”,V/2586-2587 ; Sebahattin Türkoğlu, “Çarşaf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, VIII/231.

312 Bkz. Sargon Erdem, “Car”, TDV İslâm Ansiklopedisi, VII/157. 313 Türkçe Sözlük, II/2421. 314 Devellioğlu,1395. 315 Türkçe Sözlük, II/2429. 316 Türkçe Sözlük, II/2263.

Page 201: ASİFE ÜNAL

194

Sarık: Sözlükte fes, kavuk, külah gibi bazı başlıkların üzerine sarılan ince

ve uzun kumaş parçası olarak tanımlanmaktadır. Sarık genellikle tülbent, abanî

ya da şaldan yapılır. Sarılış biçimine göre; dardağan, katibî, burma sarık vb.;

yapıldığı kumaşın türüne göre; civankaşı, abanî, tülbent sarık vb. adlar alırdı.

Ulema sınıfından olanlar, padişah, vezirler ve öteki devlet görevlileri beyaz

tülbent sarık sarar, tarikat mensupları beyaz tülbent yanında kırmızı, yeşil,

siyah sarıklar da kullanırlardı. Sarığın sarılış biçimi ve rengi tarikatın simgesi

sayılırdı. Askerler ve halk tülbent, şal ya da abanî kumaştan sarık sararlardı.

Bugün yalnız görev başındayken imamlar sarık kullanmaktadır. Bazı yerel

giysilerin tamamlayıcı öğesidir.317

Fes; Eskiden Osmanlılarda, bugün de bazı İslâm ülkelerinde kullanılmakta

olan bir baş kıyafetidir. Batı dillerinde Fés, Fez denilen Fas şehrinde ortaya

çıktığı ve Türkiye’ye daha çok Avrupa’dan ithal edildiği için bu adı taşıyan fes,

halen Mısır dahil Kuzey Afrika ülkeleri ve Endonezya ile Malezya başta olmak

üzere birçok İslâm ülkesinde kullanılmaktadır. Kırmızı çuhadan yapılır; tepeye

doğru daralan silindir şeklinde olup üstünden sarkan bir püskülü bulunur.

Fes, Osmanlı Devleti’nce XIX. yüzyılda benimsenmiştir. Akdeniz seferi

dönüşünde Kaptanıderya Koca Hüsrev Paşa’nın kalyoncu askerlerine

giydirdiği fesleri görüp beğenen II. Mahmut, bir genelge yayımlayarak tüm

ordu mensuplarının fes giymelerini zorunlu kılmıştır(1832). Tanzimat

döneminde sivil, asker, tüm devlet memurlarına ve İstanbul’da yaşayan

erkeklere fes zorunluluğu getirilmiştir. Sarık ise, yalnız ilmiye sınıfından

olanlara ve tarikat mensuplarına özgü bir başlık olarak bırakılmıştır. Böylece

halk, fesli ve sarıklı olarak ikiye ayrılmıştır. Ancak yüzyıllar boyu kullanımda

olan sarık ya da kavuğun kaldırılıp yerini fesin alması tartışmalara yol açmış,

fes giyilmesine karşı tepkiler olmuştur. Bu arada bir fes nazırlığı kurulmuş ve

başına Katipzade Mustafa Efendi getirilmiştir. Hazırlanan Fes

Nizamnamesi’nde fesin nerelerde giyilip nerelerde giyilmeyeceği, kimlerin

hangi çeşit fes giyeceği ayrıntılarıyla belirtilmiştir. Öte yandan saraylı kadınlar

da fesi benimseyip kullanmışlardır.

317 Bkz. Büyük Larousse, “Sarık”, XX/10201-10202.

Page 202: ASİFE ÜNAL

195

Fes başlangıçta 20-25 cm. yüksekliğinde ve standart modelinin aksine

tepeye doğru hafifçe genişleyen bir şekil gösterir. Fesin düz olan tepe kısmına

‘tabla’ adı verilir ve bunun merkezindeki ‘ibik’ denilen çıkıntıya lacivert veya

siyah bir ipek püskül bağlanır. II. Mahmud devri mavi ipek püskülünün arkası

uzun, önü kâkül gibi kısa ve oldukça genişti. Yüksekliğin muntazam

görüntüsünün bozulmaması için fesin içi kartonla desteklenmiştir. Genel

görünüşü bu şekilde olan fes, ortaya çıkışından sonra padişahların istekleri

doğrultusunda değişikliğe uğramış ve Abdülmecid döneminde küçülmeye

başlayarak aşağı yukarı son zamanlardaki şeklini almıştır (mecidiye kalıp);

Abdülaziz yayvan (aziziye kalıp), II. Abdülhamid ise daha dik bir fes

(hamidiye kalıp) tercih etmiştir.

Fesler önceleri Avrupa ve Mısır ile Tunus’tan ithal ediliyordu. İhtiyacın

artması üzerine İstanbul’da Feshane adıyla bir fabrika kurularak yerli imalat

yapılamaya başlanmıştır. Fesin sivil halka yayılmasından sonra İstanbul’dan

başka Bursa, Edirne, İslimye ve Selanik’te de fabrikaların açılmasına rağmen

yerli imalât ihtiyaca yetmemiş ve aradaki açık daima ithalât yoluyla

kapatılmıştır. Fesin halk arasında benimsenmeye başlamasıyla sivillerin devlet

görevlilerinden ayırt edilebilmeleri için ‘dalfes’(sade, yalın fes) giymeleri, yani

fesin etrafına bir şey sarmamaları istenmişti; yalnız ulemanın beyaz tülbent

sarmasına izin verilmişti. Halkın dalfes giymemekte ısrar etmesi üzerine esnaf

takımının yemeni, çember, ağabani, yazma, tülbent gibi şeyler sarmalarına izin

verilmiş ve bundan sonra fes süratle yayılmıştır.

Fes Türk kültür tarihinde önemli bir yere sahip olup şarkılara, türkülere

girmiştir. Başta fes olmadan fotoğraf çektirmenin ise ayıp sayıldığı söylenir.

Fesin süsünü oluşturan ve ona özellik kazandıran püskül üzerinde de epeyce

söz söylenmiştir. II. Mahmud devrinin bükülmemiş ipekten bol mavi iplikli

püskülü başın hareketi veya rüzgar sebebiyle sık sık dağılıyordu ve taşıyana

derbeder bir görünüş veriyor, sık sık taranması, düzeltilmesi gerekiyordu. Bu

püskülleri taramak için çarşıda, sokaklarda küçük çocuklar ellerinde taraklarla

dolaşır ve para kazanırlardı. Böylece püskül onu taşıyanın başına dert olmuştu.

‘Püsküllü belâ’ deyiminin, henüz fesin tam anlamıyla benimsenmediği, yalnız

asker arasında zorunlu tutulduğu dönemde buradan kaynaklanmış olması

Page 203: ASİFE ÜNAL

196

muhtemeldir. Cumhuriyet döneminde çıkan bir yasayla Türkiye’de fes

giyilmesi yasaklanmıştır. (1925) 318

Türklerde örtünmede kullanılan örtü ve başlıklarla ilgili bu bilgilerden

sonra kaynaklarda yer alan çeşitli örneklerden alıntılarla Türklerin giyim

kuşam ve örtünmesi ile ilgili bilgi verilecektir.

Eski dönemlere ait birtakım bilgilere ulaşabilmenin en kestirme

yollarından biri seyahatnamelere baş vurmaktır. Seyahatnamelerde hem

Anadolu topraklarında hem de diğer bölgelerde yaşayan Türklerin giyim

kuşamları ile ilgili bilgilere rastlamak mümkündür. Bu bilgiler mümkün

olduğunca kronojik sırayla ve önce Anadolu dışındaki Türklerle ilgili

olanlardan başlayarak verilecek, böylece Müslüman Türklerin örtünme

anlayışlarının tarihçesine de kısaca değinilmiş olacaktır. Bu bilgiler verilirken

alıntıların biraz uzun tutulmuş olması, o dönemin giyim-kuşam ve örtünme

biçimi yanında, bu biçime kaynak teşkil eden anlayış ve kültürün de kısmen

ortaya konabilmesi amacını taşımaktadır.

İbn Batuta, Deşti Kıpçak denilen Kuzey Türk İllerine ( Kırım vs.)

seyahatinde kendisini şaşırtan hususlardan birinin kadınlara karşı tutum

olduğunu şöyle belirtmektedir: “ Bu ülkede gördüğüm ve epeyce şaşırtan

tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır.

Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar. Gerçi beylerin

kadınlarını ilk defa Kırım’dan ayrılırken görmüştüm. Saltuya Bey’in, eşini

baştan aşağı mavi kumaşlarla kaplı, pencere ve kapıları açık bulunan kendi

arabasına bindiği sırada seyretmiştim. Yanında nefis elbiseler giymiş fevkalâde

güzel dört cariye vardı. Arkasından gelen bütün arabalarda da cariyeler

bulunmakta idi. Beyin konağına yaklaşınca arabadan inmişti. Onunla birlikte

en aşağı otuz cariye de inerek hatunun eteklerini tutmuşlardı. Kadın

elbiselerinin eteklerinde ilikler vardır. Cariyeler buralardan tutarlar. Bu kez de

öyle yapmışlardı. Hatun böylece azametle ilerlerken beyin huzuruna geldiği

zaman bey, hemen yerinden kalkıp onu karşılamış ve yanına oturtmuştu...

318 Bkz.Büyük Larousse, “Fes”,VIII/4059-4060 ; Hülya Tezcan, “Fes”, TDV İslâm

Ansiklopedisi, XII/415-416. Fes va sarık çeşitleri için ayrıca bkz. Nurhan Atasoy, Derviş Çeyizi (Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi), Kültür Bakanlığı yay., İstanbul 2000.

Page 204: ASİFE ÜNAL

197

Esnaf ve satıcıların eşlerine gelince; bunlardan birini atların çektiği bir

arabada gördüm. Yanında eteklerini tutan üç dört cariye, başında

mücevherlerle donatılmış, ön tarafında tavus tüyünden bir sorgucu

bulunan ve Bağtağ/Batak denilen bir hotoz bulunmakta idi. Arabanın

pencereleri açık halde olduğu gibi, kendi yüzü de örtülmemişti. Zira Türk

kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka kadını

da aynı şekilde gördüm, yanındaki köleleriyle pazara süt, yoğurt getirip satar,

karşılığında koku ve esanslar satın alırdı. Bazen kadınlara erkekleriyle beraber

rastlarsınız ve o zaman bu adamları kadınların hizmetkârları zannedersiniz.

Çünkü Türk erkekleri sırtlarına koyun derisinden yapılma postlar, başlarına ise

yine ona uygun deri külâhlar giyerlerdi.

...Türk Hakanı Mehemmed Özbeg Han’ın Hatunu başına bağtağ denilen

mücevherlerle bezeli küçük bir hotoz giyer, bunun üzerine tavus tüyünden bir

sorguç konur. Sırtına ise Rum prenseslerinin giydikleri biçimde mücevherlerle

işlenmiş maluta adı verilen bir elbise giyer. Uluğ ve küçük hatunların

başlarında ise kenarları inci ve sırmalarla işlenmiş örtüler vardır. Kızlara

gelince, bunlar hotoz şeklinde tepeleri cevahirle süslü altın bir halka ile tavus

tüyünden sorguçlar takılmış uzun külâhlar giyerler ve her birinin elbisesi nah

adı verilen sırmalı ipek kumaştan yapılmış bulunmaktadır.

Hatunun önünde Rum ve Hind asıllı on, on beş kadar hizmetkâr bulunur.

Bunlar da altın ve mücevher işlemeli ipek elbiseler giyerler ve altın veya

gümüş ya da bu madenlerle kaplı ağaçtan bir değnek taşırlar. Hatunun bindiği

arabanın arkasından yüz kadar araba gider. Her arabada küçüklü büyüklü üç

dört cariye yer almış olup, bunlar da aynı şekilde ipekli elbiseler ve külâhları

ile alaya katılmışlardır. Bunların ardından gelen ve deve ve öküzlerle çekilen

üç yüz kadar arabada ise hatunun hazinesi, eşyası, elbiseleri, yiyecekleri taşınır.

Her araba yukarıda adları geçen cariyelerden biri ile evlendirilmiş bulunan bir

kapıkulunun sorumluluğuna bırakılmıştır. Zira töreye göre böyle bir evlenme

yapmamış bulunan kölelerin cariyelere yaklaşmaları yasaklanmıştır.”319

1883 yılına kadar Siriderya bölgesinde askeri vali, 1906-1907 yıllarında

general vali olan N.İ.Grodekov, 1889 yılında yayınlanan “Siriderya Bölgesinin

Page 205: ASİFE ÜNAL

198

Kırgızları ve Kazakları” adlı kitabında; bayga bayramında yapılan at

yarışlarında “Hedefe ulaşanlar şapkalarını, takkelerini veya başlarında olan

herhangi bir şeyi hediye dağıtanlara yani heykellerin ve anıtların başında

olanlara atıyorlar.”320 bilgisini vermektedir.

H Kustanev, 1894 yılında Taşkent’te basılan çalışmasında Perov ve

Kazalin civarındaki Kırgızların etnoğrafik özelliklerini incelemiş ve diğer

özelliklerin yanında Kırgızların giyimi ile ilgili olarak şu bilgileri aktarmıştır:

“Kırgızlar giyimleri konusunda titiz değildirler. Onun çadırında lüks yoktur,

ayrıca iç döşemesi de hiç konforlu değildir. Yalnız son zamanlarda

Kırgızlardan bazılarının, Tatarlardan giyimde bazı uyumluluk kurallarını

öğrendikleri görülüyor. Basit günlük kabul edilen Kırgız’ın vücudunun

tamamını saran hafif ve rahat uzun bornoz yerine, Avrupa tipi atlete benzeyen

kısa gömlek giyen kazaklar görünmeye başlamıştır. Dahası elbiseler uzun

kolluymuş, sonra Rus eldivenleri çıkınca soğuk havalarda onları kullanmışlar.

Eldiven zengin Tatarlarda da görülmektedir. Kırgızlar bornozların üzerine

geniş yakalı (enseyi korumak için) ve uzun gömlekler giyinirlermiş.

Gömleklerin eni çok geniş ve rahatmış, hatta genişliği bazen iki insan

vücudunu sarabilecek kadar büyükmüş. Gömleklerin uzunluğu dizkapaklarına

kadar gelirmiş. Bu gömlekler satın alınan çiçekli ve renkli basma kumaşlardan

hazırlanıyormuş ya da kendileri tarafından kaba dokunan kumaştan

dikiliyormuş. Çok soğuk havalarda bu pantolonun veya donun üzerine şalvar

adı taşıyan giysi giyiliyor. Şalvarlar işlenmiş koyun ve koç derilerinden dikilir

ve üzeri de farklı renklerle süslenirmiş. Bazı zengin Kırgızlar çiçekli ipek

kumaştan hazır dikilmiş şalvarlar satın alırlarmış. Gömleklerin üzerine ise beş

metre veya kamzol denen Rus faytoncularının giyimlerine benzeyen kolsuz

elbiseler giyerlermiş. Sonuçta, Kırgızlar kendilerine birkaç bornoz giyme

özgürlüğü tanıyorlar ve bayram günlerinde tam anlamıyla bir bornozluk

oluyorlar. Birinci adet bornoz en ucuzu, ikincisi daha iyi kumaştan daha sonra

ipekten vs. Eğer Kırgız birisi yönetim tarafından verilen saygınlık bornozu ile

ödüllendirilirse veya sim şeritli, altın şeritli veya kadife bornozu varsa bayramı

319 İbn Batuta, İbn Batuta Seyahatnamesinden Seçmeler, haz. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1981,s.74-82.

Page 206: ASİFE ÜNAL

199

onunla bitiriyor ve bundan dolayı çok gurur duyuyor. Normal zamanlarda

Kırgızlar sadece tek bornoz giyiyorlar. Bornozun gümüş tokalı deri kemeri var.

Bu kuşak Rus faytoncularının kemerli kuşaklarına çok benziyor fakat fark

şudur ki, sol kalçasının üzerindeki yere bıçaklık takılıyor. Bu eşya Kırgız’ın

hayatında birinci derecede gereklidir...Başında ise Kırgızlar hafif tavşan veya

tilki derisinden yapılmış, tepeye toplanabilen kulaklıklı şapkalar taşıyorlar. Kış

zamanlarında ise Kırgızlar kostümlerini koyun, tilki veya kurt derisinden

yapılan, içi kumaş astarlı tulumlar giyerek tamamlıyorlar. Tavşan şapkasından

ziyade başlarına süs olsun diye ‘tumak-yumruk’ adında, kulaklıkları tepesine

değil de yanlarına sarkıtarak kullanılan şapkalar taşırlarmış. Sona kaldı

ayakkabılar. Ayakkabı yerine Kırgızlar çarık giyerlermiş. Çarıklar kalın, at

derisinden, ilkel metotlara göre yapılırmış. Dikiş modeli ise ayağın rahat

girmesini sağlayacak, ayrıca bir de üzerine giyilecek ayakkabı içine sığabilecek

şekilde olurmuş. Bunların üzerine ise sık dokunmuş kilim veya aba parçaları

sarılmış ve böylece soylu bir ayakkabı türü örmüş olursunuz. Kırgızlar, Tatar

ve şehirdeki tüccarlarla sürekli temas halinde oldukları için lastik ayakkabı

(kebis) giyerlermiş.

Kadınların kıyafetleri erkeklerin kıyafetlerine çok benziyor: Yine aynı

geniş elbiseler, erkeklerde gördüğümüz aba çoraplar ve lastik ayakkabılar;

topuklarına kadar uzun, basma kumaştan renkli, çiçekli, kırmızıları bol olan

evde dikilmiş gömlekler, ta ayakkabılarını kapatırlar. Kışın Kırgızlar kısa

kaban giyerlermiş. Başlarını ise büyük beyaz kumaş ile sararlarmış (çaplık).

Kızlar ise başlarını renkli kumaşla kapatırlarmış, özel günlerde de as

şapkalarını giyerlermiş. Evliliklerinin ilk günlerinde genç bayanlar

orijinal, süslü şapkalar (saukele) giyerlermiş. Saukele şöyle bir şeydir:

Hemen hemen silindirik bombe yaklaşık bir arşın uzunluğunda gümüş ve altın

puanlarla süslenmiş, ayrıca pırlanta, zümrüt ve her türlü değerli taşlar da

takılırmış. Kırgız kadınları başındaki saçları iki belik örer, toplarlarmış ve

yanlarına sarkıtırlarmış. Genç kızlar ise birkaç tane belik örüp her

tarafından sarkıtırlarmış hem yanlarından hem arkalarından Saçlar gümüş

paralar ile süslenirmiş. Çok sık Kırgız kadınlarının kollarında bilezik,

320 N.İ.Grodekov, “Siriderya Bölgesinin Kırgızları ve Kazakları”, Tarih ve Etnoğrafya

Page 207: ASİFE ÜNAL

200

parmaklarında yüzük, kulaklarında küpe görmek mümkündür. Genel olarak

Kırgız kadınları tüm bu süs eşyasını takınmayı pek severler. Şunu da

muhakkak vurgulamak gerekiyor ki, Kırgız kadınları ve erkekleri her zaman

yanlarında üçgen veya kare şeklinde dikilmiş, içinde dualar olan muskalar

taşırlarmış. Bu muskaların insanı her türlü kötülükten ve uğursuzluktan

koruyacağına inanırlarmış.”321

A.A. Divaev, Siriderya bölgesindeki Kırgızlar’ın düğün törenleri hakkında

bilgi verirken, gelinin gerdanlığı, saykule baş elbisesi ve diğer süslerinin çok

değerli olduğunu söylemekte ve o dönemin başlığı ile ilgili şu dip notları ilave

etmektedir: “Saykulenin yüksek konik şeklinde, kilim deseninden, iç kısmı

kırmızı ve siyah kumaş ile kaplı ve kürk, altın, inci ve değerli taşlarla

süslenmiş bir şapkası var...Nazar değmesin diye tepesine birkaç kuş tüyü

takarlar. Diğer taraftan alt kısmından dizlere kadar uzanan ve inci ve değerli

taşlar ile dizilmiş birkaç ip sarkıtılır.”322

Didaev, 1905 yılında “Türkistan Bordrosu” gazetesinin 152.sayısında

basılan yazısında da Kırgız çocuk oyunlarını anlatırken Uyçur-Uyçur adlı

evcilik oyununda yapılan kuklalara cinsiyetine göre elbise giydirdiklerini, eğer

kukla kız olacaksa başına örtü bağladıklarını, erkek olacaksa pantolon

giydirip başına şapka taktıklarını bildirmektedir.323

Edige Kırımal, Kırım Türk ailesi ve kadını hakkında şu bilgileri

vermektedir: “Kırım-Türk kadını o devrin ekseriya Müslüman kadınları gibi

dış alem ve cemiyetten tecrit edilmiş bir vaziyette yaşıyor ve onun kapalı

hayatı, esas itibariyle, aile ve yakinen tanıdığı diğer Müslüman kadınlarının

muhitiyle hudutlanmış bulunuyordu. Müslüman kadını, 1917 ihtilaline kadar,

bilhassa şehir hayatının icabatına göre, çarşafsız sokağa çıkamıyor, erkekle

müsavî şartlar dahilinde hukuktan faydalanamıyor ve onun baba, koca, erkek

kardeş ve oğullarıyla olan münasebeti yaşayış ve din adetlerinin kaidelerine

göre tayin ediliyordu. Bu hal, onu baba ve kocaya karşı tâbi bir duruma

Açısından Nevruz, çev.Yıldız Pekcan-Sevinç Öztürk, Ankara 1993, s.22. 321 H. Kustanaev, “Perov ve Kazalin Civarındaki Kırgızların Etnoğrafik Özellikleri”, Tarih ve

Etnoğrafya Açısından Nevruz, s.25-28. 322 A.A. Divaev, “Siriderya Bölgesindeki Kırgızlar’ın Düğün Törenleri Hakkında Birkaç Söz”,

Tarih ve Etnoğrafya Açısından Nevruz, s. 43. 323 A.A. Divaev, “Kırgız Çocuk Oyunları”, Tarih ve Etnoğrafya Açısından Nevruz, s.60.

Page 208: ASİFE ÜNAL

201

sokuyor ve evlatları, bilhassa erkek evlatları üzerindeki iradesini

hudutlandırıyordu. Bütün bunlar, Müslüman kadını, cemiyet hayatına aktif bir

şekilde iştirakten men ediyordu.

Mamafih şurasını da kaydetmek lazımdır ki, kadının bu hukuksuz vaziyeti,

her şeyden evvel, Kırım Türklerinin Yakın Doğu Müslüman halklarından

benimsemiş oldukları dinî adetlerden ve aile yaşayış tarzından ileri geliyordu.

Nitekim birçok tarihi hakikatler, bu dinî adetlerin, birçok hususlarda, Kırım-

Türk ailesinin eski millî kuruluşuna tamamıyla yabancı olduğuna ve daha

Altınordu devrinde (XIII-XIV. asırlarda ) ve Kırım hanlığının ilk zamanlarında

(XV. asır ) Türk kadınının hürriyetten mühim derecede faydalandığına ve bazı

hallerde Kırımın içtimaî ve hatta devlet hayatında muayyen rol oynadığına

şahadet etmektedir. Anlaşılan Kırım kadınının hukuksuzluk ve tecrit

müessesesi, Kırım hanlığının ikinci devrinde (XVII-XVIII. asırlarda ) Kırımın

Yakın Doğu Müslüman memleketlerle yakınlaşması neticesinde teşekkül etmiş

ve Kırım’ın Rusya tarafından istilasından (1783) sonra, millî devlet

hukuksuzluğu ve onun doğurmuş olduğu dinî muhafazakârlık şartları içinde

daha fazla kuvvetlenmiştir. Bu müessese, aynı zamanda, meşhur Kırımlı Türk

ıslahatçısı İsmail Bey Gaspıralı’nın önderliği altında ve onun fevkalade

gayretiyle XIX. asrın sonlarında başlayan Kırım Türklerinin millî kültürlerini

ihya yolundaki çalışmalarında rastlanan en büyük engellerden birini teşkil

etmişti. İsmail Bey Gaspıralı, Rusya Türklerinin millî kültürlerini ihya

mefkuresini tahakkuk ettirmek için, ilk önce Müslüman kadını hürriyete

kavuşturmak programıyla hareket etmek ve bu uğurda kuvvetli ve uzun

mücadeleye girişmek mecburiyetini hissetmişti...”324

Bugün, gerek Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan Türk devlet

ve topluluklarında gerekse diğer bölgelerde yaşayan Türklerin, giyim-kuşam ve

örtünme konusunda bulundukları bölgenin geleneklerini ve kendi kültürel

özelliklerini devam ettirdikleri bilinmektedir. Türkiye dışında yaşayan

Türklerle ilgili görsel ve yazılı kaynaklar, örtünme konusunda Türklerin dinden

ziyade kültürel unsurları öne çıkardıklarını göstermektedir. Gagavuz

Türklerinin, Hıristiyan olmalarına rağmen, Anadolu kadınına benzeyen

Page 209: ASİFE ÜNAL

202

giysileri ile Irak Türkmenlerinin orada yaşayan Arap, Hıristiyan veya Yahudi

kadınları gibi giyinmeleri, bunun tipik birer örneğini teşkil etmektedir.

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden Cumhuriyet dönemine kadar

Türklerin giyim kuşamı konusunda oldukça fazla bilgi bulunmaktadır.

Seyahatnameler, Türkiye’de bulunmuş yabancıların yazdığı eserler, arşiv

belgeleri ve bu konuda yayınlanmış diğer eserlerden örnekler vermek,

Türkiye’de örtünme anlayışının gelişimini ortaya koymak açısından faydalı

olacaktır.

Osman Turan, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın büyük fetihleri ve İslâmiyet’e

hizmetleri dolayısıyla şahsiyetinin dinî efsanelere büründüğünü, ‘gazi ve şehid’

Alparslan’a, Yavuz Selim gibi, birtakım velilik kerametleri atfolunduğunu

belirtmekte ve şöyle demektedir: “Gerçekten o Horasan çölünü geçerken

askerleri ve hayvanları susuzluktan kırılma tehlikesine uğramıştı. Büyük

Sultan, bu nazik durumda çadırına çekilerek, Şamanî usûlüne göre ‘başını açıp’

Allah’a yalvarmıştır ki, Akşemseddin, Mevlânâ gibi büyük veliler de mühim

dualarında Allah’ın huzuruna baş açık çıkarlardı. Bu dua üzerine yağan bol

yağmur ile ordusunu kurtardığı rivayet edilmiştir. Yavuz Sultan Selim de Sina

çölünü geçmek için aynı şekilde dua etmiş ve yağan yağmur ordusunu

geçirmeğe yaramıştır ki burada da bu iki Türk padişahı birbirine benzer.”325

Osman Turan, Türklerde giyim-kuşam ve örtünme ile ilgili şu

değerlendirmeleri de yapmaktadır: “İbn Batuta, XIV. asrın birinci yarılarında,

Anadolu göçebelerinden başka şehir halkının da erkeklerden kaçmadıklarını,

misafirleri ağırladıklarını ve ayrılırken de bunların dua isteyip hediye

verdiklerini yazar. Bununla beraber bu ifadeler daha ziyade göçebelikten yeni

kurtulmuş Türkmen beylikleri için doğru olup Selçuk Türkiyesinin büyük

şehirlerinde, İslâm medeniyetinin kuvvetlenmesi ile paralel olarak,

kadınların da kapandığı görülüyor. ( Bir müellifin şu beyti de kayda

şayandır: Anlar içinde perde yoğidi. Gerçi adâp ve erkân çoğidi.) Filhahika

Mevlâna Celâleddin ‘Birçok kadınlar kapalıdırlar; yüzlerini açmakla isteklerini

tecrübe ederler’ der. Eflâki de, Konya’da peçeli kadınların bulunduğunu

324 Edige Kırımal, “1917 İhtilâlinden Evvel ve Sonra Kırım-Türk Ailesi ve Kadının Durumu”,

Aile Yazıları-I, s. 157-158. 325 Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1979, I-II/284.

Page 210: ASİFE ÜNAL

203

kaydeder. Nitekim Sultan Alâeddin Keykubâd, tahta çıkmak üzere Konya’ya

girdiği zaman yapılan şenlikleri kadınlar, sadece pencerelerden seyrediyordu...

Kaşgarlı Mahmud, gelin giderken yabancılara görünmemesi için ‘didek’

denilen bir örtüyü başına örttüğünü söyler. Böylece şehirlerde, İslâm

medeniyetinin inkışafı ile birlikte, kadınların örtünmeleri de gittikçe sıkı bir

şekil almaya başlamış; hatta İslâmiyetin tesettür ölçülerini de

aşmıştır...Osmanlı Türkleri, Selçuklu Türkiye’sinde başlayan kadınların

örtünmesini devam ettirdiler ve feodal siyasî bünyeye olduğu gibi kadınların

rollerine de nihayet verdiler.”326

İbn Batuta, Sinop Beyi İbrahim Bey’in annesinin cenaze törenine

katıldığını anlatarak cenazedeki erkeklerin giyimleri ile ilgili şu bilgiyi

vermektedir: “ Bey, cenazeyi başı açık ve yaya olarak takip ediyordu. Öteki

beylerle kapıkulları ise hem başlarını açmışlar hem de kaftanlarını ters

giymişlerdi. Kadı ve hatip efendilerle hocalar ise elbiselerini ters giydikleri

halde başlarını açmamışlar, sarıkları yerine siyah yünden bir çevre

dolamışlardı. Bu çevre halkı arasında yas kırk gün sürmekte ve her gün sofralar

kurularak ziyafetler verilmekte idi ki, bu kez de öyle yapıldı.”327

İbn Batuta Antalya seyahatinde tanıdığı Ahi gençleri de şöyle tavsif

etmektedir: “Oturma salonunda, sırtlarına kaba giymiş, ayaklarında mest olan

ve bellerini, ortasında bir hançer asılı iki arşın uzunluğunda kemerler bağlayan,

başlarını her biri bir arşın uzunluğunda ve iki parmak eninde taylesanlı softan

yapılmış beyaz sarıklarla örten gençlerden bir grup yer almıştı.

Gençler burada toplandıkları vakit sarıklarını çıkarıp önlerine koyarlardı

ki, o zaman başlarını, görünüşü gayet güzel olan ince ve şeffaf ipekten yapılmış

zerduhanî denilen veya buna benzer bir takke ile örtmekte idi...”328

Kanunî devrinde İstanbul’daki hayatı anlatan ve ismi bilinmeyen bir

İspanyol tarafından yazılıp Manuel Serrano Y. Sanz’ın el yazmasından

“Türkiye’nin Dört Yılı 1552-1556” ismiyle Türkçe’ye çevrilen eserde; Mata,

Pedro ve Juan adlı kişilerin karşılıklı konuşmaları biçiminde o dönemle ilgili

önemli bilgiler ve bakış açıları yansıtılmıştır. Orijinalliğini bozmamak için

326 Osman Turan, 208-211. 327 İbn Batuta,61. 328 İbn Batuta,7.

Page 211: ASİFE ÜNAL

204

aynen aktarılması uygun bulunan bu konuşmaların giyim- kuşam ve örtünme

ile ilgili kısımları şöyledir:

“Mata- Bizimkiler gibi Türk kadınları da sokağa çıkarken giyimli-kuşamlı

tantanalı mıdır?

Pedro- Daha da fazla, ama sokakta kendilerini kimse tanımaz.

Mata- Neden?

Pedro- Sokağa çıkarken sımsıkı örtünürler. Dışarda kendilerini gören

babaları, kardeşleri bile tanımaz.

Juan- Evde kendilerine hiç bakmadıkları için mi sokakta tanınmıyorlar?

Pedro- Dış giyimlerinde pek fazla bir değişiklik yoktur. Rahibeler gibi

hep bir çeşit giyinirler. Manastırda bütün rahibeler yüzleri örtülü olarak

önünüzden geçseler, kız kardeşinizi veya karınızı tanıyabilir misiniz?

Mata- Tabi ki hayır.

Pedro- Tamam, işte Türk kadınları da tanınmazlar. Büründükleri çarşaf

değişik renk ve değişik kumaştan yapılmış olabilir. Kimi açık, kimi koyu, kimi

işlemeli, kimi ipekli, kimi ise çuhadandır. Kapınızın dışında, sokakta

rastlayacağınız yüz kadının hiç değilse yarısı, kendi karınızla aynı kıyafettedir.

Mata- Türk erkekleri kıskanç mıdırlar?

Pedro- Pek çok. Karılarının bulunduğu yere kendi kardeşleri ve

akrabalarını bile sokmazlar...

Juan- Kadınlar ata binerler mi?

Pedro- Ekseriya tahtırevan şeklinde kapalı arabalarla gezerler. Ata

binerler, fakat katıra binmezler. At üzerinde de yanlamasına değil, erkekler gibi

bacaklarını açarak otururlar.

Mata- Doğrusu bu güzel değil, kadına yakışmaz.

Pedro- Doğuda, Türk’ün hakim olduğu yerlerde bütün kadınlar şalvar

giyer ve şalvarla yatarlar.

Juan- İyi bir adet. İspanyol kadınları gibi ‘claque’ giyerler mi?

Pedro- Ne olduğunu bile bilmezler.

Mata- Peki ne giyerler, nasıl giyinirler?

Pedro- Baş örtüsü hariç erkekler gibi giyinirler. Ve dünyaya

geldiklerinden beri hep aynı şekilde giyinmişlerdir denilebilir. Bizdeki gibi

Page 212: ASİFE ÜNAL

205

durmadan kıyafet değiştirmezler. Mümkün olduğu kadar Hıristiyanların

yaptıklarının aksini yapmaya çalışırlar. Onlara göre Hıristiyanlardan ve

Hıristiyan adetlerinden uzak kalındığı ölçüde Allah katında itibar kazanılır ve

Muhammed’in dinine yaklaşılmış olur. Bu yüzden yakasız mintan, bol şalvar,

kıvrım kıvrım kollu kaput, dar ve uzun kaftan giyerler... Yakasız mintanları

pamuktan dokunmuştur. Başka bez kullanmazlar. Mintanın üzerine giydikleri

zıbınların kolları dirseklere ve etekleri dizkapaklarına kadar uzanır.

Juan- Kolları neden o kadar kısa?

Pedro- Namaz kıldıkları için, abdest almakta zorluk çekmesinler diye.

Mata- Zıbın uzun olunca pantolonu çekmek zor değil mi?

Pedro- Onlarda bizim gibi askılı potur giymezler. İnce bezden şalvar

giyerler.

Juan- Üşümüyorlar mı?

Pedro- Kışın altında temiz kalsın diye bir yün şalvar daha giyerler. İnce

meşinden kırmızı veya sarı mesti de ayaklarına geçirirler.

Mata- Neden?

Pedro- Ayaklarının daima temiz olması gerekir. Yazın giydikleri lâpçınlar

ince deriden mor, kırmızı veya sarı renkte yapılır. Bizdeki kumaşların boyanışı

gibi deriye çok güzel renkler verirler. Kepenek yerine de dolama adı verilen,

topuklara kadar uzun şeyler giyerler. Manto olarak uzun ferace veya kaftan

giyerler. Giyimlerini mümkün olduğu kadar iyi kumaştan

yaptırırlar...Zıbınınkiler gibi dolamanın da kolları dirseklere kadardır.

Feracenin ve kaftanın kollarını dar ve uzun yaparlar. Gömleklerinin kolları da

zıbın gibi kısadır ve dirsekle bilek arasındaki boşluğu kolluk takarak kapatırlar.

Abdest alırken kolayca çıkarıp takarlar.

Juan- Bizim şehir halkı gibi, şartlara bağlı olmadan, arzu ettikleri şekilde

giyinmelerine memnun oluyorlardır.

Pedro- Lapçın ve mestlerin gayet geniş konçları var. Onlar bizim gibi

uçları kopçalı bağ değil, çatmalı düğme kullanıyorlar. Ayakkabıları da kayık

gibi sivridir. Tabanları tahta gibi sert olduğu için ayaklarından kolayca çıkar.

Çeşme altında yıkandığı zaman, cam gibi, su çekmez. Ayakkabılarının burnuna

düzinelerle çivi çakar, topuklarına nal gibi demirler koyarlar.

Page 213: ASİFE ÜNAL

206

Mata- Yolda giderken gürültü çıkarmaz mı?

Pedro- Önemli değil. Burada ses çıkarmayan ayakkabılar yerine gürültülü

olanlar kullanılsaydı böyle bir şey düşünür müydünüz? Giyimlerinden

bahsederken herkesin aynı şekilde giyindiğini söylemiştim. Bu yüzden koca

erken kalkarsa karısının, karısı erken kalkarsa kocasının elbisesini giyebilir...

Juan- Sivil, hoca, subay, er, hep topuklarına kadar uzun elbise mi giyerler?

Pedro- Evet. Rum, Yahudi, Macar, Venedikli, kısacası bütün doğu.

Mata- Savaşırken zorluk vermez mi?

Pedro- Neden rahatsız olsunlar? Doğduklarından beri aynı şekilde

giyiniyorlar. Gerekince eteklerini kuşaklarının altına sokuverirler...Türkiye’de

kışın kürk giymeyen Yahudi, Hıristiyan ve Türk yoktur. Herkes gücü

yettiği kadar iyisini alır...

Juan- Başlık ve kukuleta da kullanırlar mı?

Pedro- İşte erkekle kadın giyimi arasındaki tek fark bundadır. Kibarı,

askeri, sivili herkes ayda bir defa tıraş olur, bıyıklara hiç dokunmazlar. Din

adamları sakal uzatırlar. Kafalarını da tepede bir tutam saç bırakarak uzatırlar.

Juan- Neden?

Pedro- Savaşta vurularak kafaları kesilirse düşman ağzına elini sokmasın

saçlarından tutup kaldırsın diye. Düşman parmaklarının ağızlarına girmesi pek

ağırlarına gidermiş.

Juan- Böyle saçma bir şeye hepsi inanırlar mı?

Pedro- Daha saçmalarına da kulak verirler. Başlarına giydiklerine gelince;

en altta ince ve dikişli bir takke giyerler. Bunlar hapishanelerde yapılır. Üstte

iki parmak kalınlığında buruşmasın diye arasına pamuk döşenmiş ipekten bir

serpuş, daha üstte de Çalma dedikleri bir sarık vardır. Kimi büyük kimi ufaktır.

Kibarlar kırk arşın uzunluğunda, gemiciler yirmi beş arşın uzunluğunda sarık

sararlar. Sinan Paşa, Divan’a giderken başka, çarşıda dolaşırken başka çeşit

sarardı ama her ikisi de seksen arşından az değildi. Müftü, kazasker ve kadılar

da öyle sararlar. Sarık sarmak bayağı marifet ister. Bu işle geçinen insanlar

vardır. Sarık daima bembeyaz ve tertemiz olmalıdır. Ufak bir leke veya kusur

olursa çözülüp yıkatırlar.

Juan- O kadar ağırlığı nasıl taşırlar?

Page 214: ASİFE ÜNAL

207

Pedro- Her gün yapa yapa alışırlar... Sarıklar için faydasız da denilemez,

çünkü savaşta kelleyi korur. Açık bir başı yarmak o koca sarığı kesmekten

daha kolaydır. Hayatında hiç Türk görmemiş bir kimse yandan görse kadın

zanneder. Çünkü giyimleri uzun, başlıkları bembeyazdır.

Mata- Türk kadınları saçlarını nasıl süslerler?

Pedro- Saçları uzundur ve omuzlarının üstüne dökülür. Bizim

papazlar gibi alınlarının üstünü kırparlar. Sert, zarif, sırma işlemeli bir

hotozu başlarının üstüne kondururlar. Çenelerinin altına uçlarını

düğümleyerek hotozun ön tarafını kapatmayacak şekilde bir yemeni

bağlarlar. Daha üste altın sırma ile işli bir tül atarlar. Alınlarında tacı

andıran, klaptandan bir şerit sarılıdır. Boyunlarına iki veya üç defa

doladıkları tülü durmadan düzeltirler.

Mata- Başlıkları güzelmiş doğrusu.

Pedro- Pek de yakışır.

Juan- Bunu bizimkiler bilselerdi kendilerininkileri bırakıp aynısını

yaparlardı.

Pedro- Broştan hoşlanmazlar ama taşlar son derece ucuz olduğu için

kıymetli taşlarla süslü altın gerdanlık, bilezik ve küpe, orta halli olanlarda bile

bulunur...”329

O dönemde İstanbul’da küçük farklılıkların oluşmasına çalışılmasına

rağmen, bütün din ve milliyetlere mensup insanların aynı biçimde giyindiğini

anlatan bu bilgiler, giyim-kuşam ve örtünmede çevre, örf ve kültürün, din

kurallarının önüne geçtiğini göstermesi bakımından da önem arz etmektedir.

XVII. asrın Marko Polo’su sayılan meşhur Fransız seyyahı J.B. Tavernier,

Türkiye üzerinden İran’a yaptığı seyahati anlattığı kitabında giyim kuşam

üzerinde pek durmamakla birlikte şu bilgileri vermektedir: “Üsküdar’dan

ayrılırken...yolun iki kenarında mezarlıklar vardır. Erkek ve kadınlara ait

mezarlar, kolayca birbirinden ayırt edilir. Erkeklerin mezar taşlarının üstünde

bir sarık, kadınlarınkinde ise bir kadın baş örtüsü bulunur...Bu yünleri asla

boyamazlar...Beyazları üstelik ötekilerden daha kıymetlidir; çünkü az

329 Türkiye’nin Dört Yılı 1552-1556, Manuel Serrano Y. Sanz’ın el yazmasından çev.A.

Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, tyy., s.126-139.

Page 215: ASİFE ÜNAL

208

bulunurlar. Müftülerin, mollaların ve diğer kilise adamlarının kuşakları, dua

ederken başlarına geçirdikleri başlıklar ve takkeler, sırf beyaz yündendir.”330

1655-1656 yıllarında 9 ay süreyle İstanbul’da bulunan, daha sonra da

Bursa, İzmir, ve bazı Ege adalarını gezen seyyah Jean Thevenot ise,

Seyahatnamesinde Türklerin giyim kuşamından da söz etmekte ve şu bilgileri

vermektedir: “Elbiseleri, onların güzel görünmesine yardımcı olur, bütün

kusurlarını örter, elbisenin altına önden ve arkadan aynı şekilde kapalı olan iç

donu giyerler. Gömleklerinin kolları bizim kadınlarımızın gömleklerine benzer

ve aynı şekilde açılır, donun üzerine sarkarlar. Gömleğin üzerine topuklara

kadar inen önü ilikli, rahip kıyafetine benzeyen, kolları dar olan ve ellerin üst

kısmını kaplayacak şekilde, küçük daire şeklinde biten bir doliman (kaftan,

entari) giyerler. Bu dolimanları bez, tafta, saten veya renkli ve güzel

kumaşlardan, kışın ise pamuklu pikeden yaparlar. Dolimanın üzerine bir kemer

takarlar. Başlarında bir türban yahut iki veya üç parmak genişliğinde bir kalpak

taşırlar...Dolimanın üzerinde bizim robdöşambrımıza benzeyen ferace taşırlar.

Kolları geniş ve kol uzunluğundadır. Bunu manto yerine kullanırlar ve kışın

onun üzerine de kürk giyerler ve orta halli olanlar dahi samur bir kürke sahip

olmak için seve seve dört veya beşyüz kuruş sarf ederler...Başlarında, içi

pamuklu ile kaplanmış kenarsız şapka şeklinde, koyu kadifeden bir başlık

vardır. Etrafına beyaz veya kırmızı türban sarılır. Bu türban belirli bir

genişlikte bezden veya ipek kumaştan yapılmıştır ve başın etrafında birkaç kere

dolanır. Bunlar değişik tarzlarda sarılırlar. Bir kişinin taşıdığı türbana bakılarak

onun mevkii ve sosyal durumu hakkında fikir edinilir. Bunun bağlanması

bazen zordur, tıpkı bizdeki berberler gibi bunu bağlamayı meslek ve iş edinmiş

kimseler vardır. Hz. Muhammed’in soyundan gelenler yeşil türban taşır,

bunlara şerif denir... Bu soydan gelen kadınlar da başlarının ön kısmı

üzerindeki peçelerine tutturulmuş olarak taşıdıkları bu çeşit yeşil kumaş parçası

ile tanınırlar.”331

330 J.B.Tavernier, XVII. Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a Seyahat, çev. Ertuğrul

Gültekin, İstanbul 1980, s.26, 52, 59. Erkeklerin ev içinde giydiği üstlük.

331 Jean Thevenot, 1655-1656’da Türkiye, çev. Nuray Yıldız, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1978, 82-84.

Page 216: ASİFE ÜNAL

209

Thevenot, Türk erkek kıyafetleri hakkında verdiği bu bilgilerden sonra

Türk kadınlarının giyim kuşamları ile ilgili de şunları aktarmaktadır:

“Türkiye’de kadınlar ...sokağa çok az çıkarlar ve çıktıkları zaman da

örtülüdürler. Onlar tabi güzelliklerine sun’i ilaveler yaparlar. Kendilerine

çekicilik vermek için kaş ve kirpiklerini sürme dedikleri siyah renkli bir madde

ile boyarlar. Tırnaklarına koyu kırmızı renkte kına dedikleri maddeyi

sürerler...Onlar hemen hemen erkek gibi giyinirler. İlkin aynı erkekler gibi

içlerine iç don giyerler, bunlar topuklara kadar iner ve mevsime göre kadife,

çuha, brokar, saten ve bezdendir. Sonra gömlekleri vardır ve üzerine pikeden

jüpon adını verdikleri küçük bir gömlekçik daha giyerler. En üste kaftanlarını

giyerler, gümüş yaldızlı veya altın levhalar ile süslenmiş, bazen taşlarla

zenginleştirilmiş kemerlerini takarlar...

Sokağa çıktıkları zaman erkeklerinki gibi feraceleri vardır. Bunun kolları o

kadar uzundur ki ancak parmaklarının ucu görünür. Sokaklarda feracelerinin

bir ucunu, ön tarafta biri diğerinin üzerine gelecek şekilde tutarlar.

Ayakkabıları erkeklerinki gibidir.

Saç tuvaletleri farklıdır. Çünkü onlar saçlarından arkada böğürlerine

kadar sarkan geniş bir örgü yaparlar. Saçları çok kısa olanlar, örgülerini

göğüslere kadar asılı olan satenden bir örtü içinde saklarlar yahut da oldukça

uzun sun’i bir örgü takarlar. Başı örtmek için evde, kırmızı çuhadan

yapılmış bir başlıkları vardır, bu tıpkı bizim gece başlıkları gibidir fakat

oldukça uzundur. Onun üzerine tam ortasına incileri çepeçevre dikerler. Bu

başlığı kulakları tamamen örtecek şekilde giyerler ve onun alt kısmında altın ve

ipek çiçekleri işlenmiş, ince bezden yapılmış güzel bir mendil bağlarlar bu

onlara güzel bir görünüş verir. Dışarıya çıktıkları zaman bunu kullanmazlar

ve yaldızlı kartondan bir başlık takarlar; bu başlık oldukça yüksektir ve

üst kısmı, alt kısmından daha geniştir.

Bundan başka sokağa çıktıkları zaman, başlarını gözlere kadar alnı da

örten bir çarşafla bürünürler. Gözleri altından başlayan, burnu ve ağzı

kapayan ve başın arkasında düğümlenen bir diğer örtü de bütün yüzden

Page 217: ASİFE ÜNAL

210

ancak gözleri açıkta bırakır. Hatta çıplak elle dolaşmaları ayıptır. Bu sebeple

onlar elleri gizleyen gömlek ve ceketler giyerler.”332

Osmanlı İmparatorluğunu anlatan önemli eserinin bir bölümü “18. Yüzyıl

Türkiye’sinde Örf ve Adetler” ismiyle Türkçe’ye çevrilen D’ohsson da, bu

kitapta o döneme ışık tutan çok önemli bilgiler vermektedir. Kitabın “Giyim”

başlıklı bölümünde verilen bilgilerin bazıları şöyledir: “Müslümanlar daima,

bütün Doğulular ve eski Araplar gibi uzun elbise giyegelmiştir. Osmanlılar da

aynı yolu takip etti. Ama bu arada İmparatorluğun vatandaşları arasında bir

kıyafet birliği olduğunu da zannetmemelidir. Payitahtta olsun, taşrada olsun

elbiselerin biçim ve kesimi daima farklıydı. Bu fark zevk veya modadan

değil, doğrudan doğruya, muhtelif durumdaki insanları ayırmak için

konan kaidelerden ileri geliyordu. Başa giyilen sarık, bilhassa resmî

memurlar arasında bu kaidelerin meydana getirdiği farkı iyice tebarüz

ettiriyordu. Türklerin giyiminin bu kısmı, devlet büyükleri için olsun,

hükümdarlar için olsun daima şayan-ı dikkat değişikliklere uğramıştır...

Bir Türk’ün kılığı ne olursa olsun, giydiği başlık, onu diğerlerinden

ayırmaya yeter. Müslüman hiçbir zaman, ne sarayda, ne padişahın

huzurunda ne de camide başlarını açamazlar. Onlar için başını açmamak

bir terbiye, edeplilik nişanesidir...

Türk erkekleri kullandıkları kumaşların cinsinde, üzerlerinde taşıdıkları

yahut süs olarak kullandıkları eşyada nispeten serbest davranmaktadır. Ancak

kadınlarda bu serbestlik büsbütün göze çarpar. Halleri vakitleri ne olursa olsun,

altın yahut gümüşten, küpe, bilezik, gerdanlık ve kemer takmayan kadına

hemen hemen rastlanmaz. Daha yüksek mevkilerde olanlarda ise bu süs eşyası

en halis incilerden ve her çeşit değerli taşlardan olur. Kadınlar çok defa beş,

altı yüzüğü bir arada takar. Bütün parmaklara, başparmağa bile yüzük takıldığı

olur. Başlıkları yüksektir, daima düz, işlemeli yahut renkli muslinden

yapılır ve çiçekler, elmaslar, yakutlar ve zümrütlerle süslenir. Bazıları da

padişahı taklit ederek balıkçıl tüyü takar. Bunlara sorguç diyorlar.

Sorguçlar buket biçiminde olur. Sorgucun sapı değerli taşlarla

332 Thevenot,137-138.

Page 218: ASİFE ÜNAL

211

zenginleştirilir. Kadınlar arasında saat kullanma pek yaygın değildir...Orta

derecede hali vakti olan kadınlar boyunlarına, göbeklerine kadar inen altın

zincir asarlar. Bu zincire küçük altın paralar asılır ki bunların sayısı altmış ile

seksen arasında olur. Yahut da muhtelif boy ve şekilde madalyonlar asarlar...

Müslüman kadınlar da yelpaze kullanırlar ama sadece yazın ve evlerinde

olmak şartıyla. Nadiren de dışarıda kullanırlar...

Türk kadınları, Avrupalı kadınların zihnine bir kâbus gibi yerleşen

modanın esiri değildir. Türkiye’de hemen daima aynı çeşit başlık, aynı

kumaşlardan yapılma, aynı biçim elbiseler kullanılır...Müslüman

kadınlar...tırnaklarının yarısını hınna, halk arasında dendiği gibi kına ile

boyamayı severler. Sonra kaşlarını ve daha çok kirpiklerini sürme ile boyarlar.

Bir kısım Afrikalılar ve Araplar arasında erkekler de sürme kullanır. Bir kısım

Müslümanların bu hareketi; sürmenin bilhassa sıcak memleketlerde göze iyi

geleceği inancından doğar. Bazıları da, halis bir Müslüman olarak, Peygamberi

ve yakınlarını taklit etmek için kullanırlar.

Takma saç kullanan bir Müslüman kadına nadiren rastlanır... Saçlarını tabii

halinde muhafaza ederler. Ya uzun örgüler halinde omuzlarına dökülür

veya başlıklarını teşkil eden muslin sargının etrafına dolanır. Elli, altmış

hatta seksen örgüsü olanlara rastlanır. Örgüler umumiyetle çiçeklerle ve her

çeşit mücevheratla süslenir. Başın ön tarafındaki saçlar kısmen alnın üstüne

dökülür, kısmen yanakların yanlarını örter. Saç tuvaletinin en çok

beğenilen şekli de saçların bütün alnı kapatarak, kaşların üzerinde çift

hilâl meydana getirmesi ve iki hilâlin birleştiği ucun burnun başladığı

noktaya kadar uzamasıdır. Varlıklı kadınlar bu modaya çok riayet eder.

Zaten onların başlıkları; yanlara doğru çok hacimli olması, yüksekliği, en

tepede ipekli yahut sırmalı veya nadide incili bir püskülle son bulması

bakımından diğerlerinden ayrılır.

Orta halli kadınların başlıkları fazla yüksek olmaz, alınları da açıktır.

Cariyeler de aynı tuvaleti yapar. Diğer taraftan cariyeler hizmet ederken

veya efendilerinin huzurlarına çıkarken asla kürklü elbiseler giymez.

Çuhadarlar ve büyük konakların bütün hizmetçileri için de durum aynıdır.

Page 219: ASİFE ÜNAL

212

Umumiyetle kadınlar da, erkekler gibi, başlıklarının altına kırmızı

çuhadan yapılmış bir takke giyerler. Bazılarınınki de beyaz çuhadandır.

Bu çuhalar Kuzey Afrika’da dokunur. Bir müddetten beri de Fransa’da,

Orleans’da dokunuyor.

Bütün kadınlar, bilhassa yazın, üstlerine bürüncek-bürümlük denen ince

bezden yapılma, topuklarına kadar inen uzun kollu gömlek giyerler. İstisnasız

hepsi erkeklerinki kadar uzun, don ve şalvar giyer; bunlar topuk üstünden bir

uçkurla sıkılır. Erkeklerinki sadece deve tüyü ve kırmızı çuhadandır. Askerler,

denizciler, bazı dervişler ve aşağı tabakadan halkın giydikleri son derece bol

olur. Mavi veya beyaz çuha yahut alelade kumaştan yapılır. Kadınlar ise her

çeşit kumaşı kullanırlar. Gerçi bunlar ilk bakışta, fazlaca bol olduğu için,

insana gülünç görünür ama elbisenin bütünüyle bir ahenk meydana getirirler...

Çoraplar bile zar zor görünür. Bunlar da ince pamuk ipliğinden yapılmıştır ve

uzunlukları bacağın yarısına kadar çıkar. Ayaklarına sarı deriden yapılma terlik

denen bir çeşit ayakkabı giyerler. Onun da üstüne pabuç denen ökçesiz bir

ayakkabı giyilir. Kadınların ayakkabısı erkeklerinkinden daha zarif olur.

Varlıklı kadınlar ve padişahlarınki altın, gümüş ve hatta değerli incilerle süslü

olur. İskarpin, ökçe, toka gibi şeyler bilmezler. Ancak çoğu, evlerinde, bahçede

dolaşırken tahta altlı galoşlar yahut altın işlemeli, inci kakmalı yüksek altlı

sandal (takunya) giyerler. Hemen hemen bütün kadınlar sadece tuvaletlerinde

kullandıkları eşyalarda değil, evlerinin alelade işlerinde kullandıklarında da

nakışa geniş ölçüde önem verirler. Mendiller, havlular, peşkirler, peçeteler,

kısacası don ve şalvarlarının uçkuruna varıncaya kadar böyledir. Hatta

erkeklerinki sim veya sırma ile işlenir. Kadınların çoğu sanatkârane bir şekilde

ipekle işlenmiş gömlek giyer.

Müslüman kadınları biçimlerinin zarafetinden çok elbiselerinin

zenginliğine önem verir; çünkü onlar, ancak bu şekilde beğenileceklerini

düşünürler. Bulûğa erdikten hemen sonra evlendirilir ve kocalarını da daha çok

koca değil, efendileri olarak sayarlar. Başka erkekleri ancak kafes arkasından

görebilirler. Sade ve nezih bir hayat yaşamak istedikleri için koketliğin ne

olduğunu bile bilmezler. Bu, onlara tamamen yabancı bir şeydir.

Page 220: ASİFE ÜNAL

213

Türkler kendilerine mahsus adetlere sahiptir. Bu yüzden kadınlar nadiren

evden çıkar. Ama dışarı çıktıkları zaman ferace dedikleri uzun bir maşlah

giyerler. Yazlık feraceler Ankara yününden, kışlıklar çuhadan yapılır.

Bunların omuzlara kadar düşen çok geniş bir yakası vardır. Yakalar

umumiyetle kırmızı, mavi yahut yeşil satenden yapılır. Yüzlerini iki ayrı

muslin tül ile örterler. Birincisi burnun ortasından başlar, bütün göğsü

örterek göbeğe kadar iner. İkincisi de gözkapaklarına kadar bütün başı

kaplar. İkisi birlikte o şekilde düzenlenmiştir ki sadece gözleri görünür.

Aynı zamanda bacaklarının yarısına kadar çıkan çedik (vaktiyle kadınların ve

ilmiye ricalinin giydiği sarı deriden yapılma mest. Bu mest, yine aynı renkte

kundura içine giyilirdi.) giyerler. Onun da üstünde pabuçları vardır. Bazı Asya

eyaletlerinde başa örtülen tül vücudun yarısına hatta dizlere kadar iner.

Mısır ve Suriye’de bu tül siyahtır ve bütün vücudu kaplar. Burada sadece

göz hizasına gelen iki delik vardır.”333

1717-1718’de İstanbul’da İngiliz Elçiliği yapan E.W. Montagu’nun eşi

olan Lady Mary Wortley Montagu Türkiye’de bulunduğu sırada yazdığı

mektuplarla Türk sosyal hayatına ait birtakım bilgiler vermiştir. Lady

Montagu’nun mektuplarında kıyafetle ilgili bilgiler şöyledir: ‘Beni Türk

elbisesiyle görseniz şaşarsınız. Size resim göndereceğim ama yine de

kıyafetimi tarif edeyim: Önce gayet geniş şalvarım var. Bu gayet ince, gül

pembesi, kenarı sırmalı kumaştan, yapılmış bir şalvar. Terlikler sırma işlemeli

beyaz deriden yapılmış. Şalvarın üstüne sarkan tül gömlek tamamen işlemeli.

Gömleğin kolları, kolumun yarısına kadar iniyor ve çok geniş. Yakasını elmas

bir düğme ilikliyor. Göğüsün renk ve şekli gömlekten tamamen görünüyor.

Entari ise sanki vücuda göre biçilmiş ceket. Fakat benimki beyaz Şam

kumaşından yapılmış, kenarı ise gayet kalın sırma işlemeli. Bu çeşit elbiselerde

düğmenin elmas veya inci olması lazım. Kollar arkaya doğru genişliyor.

Mintanım ise şalvarımın kumaşından. Elbise vücuduma çok uygun. Uzunluğu

ayaklarıma kadar. Bele aşağı yukarı dört parmak genişliğinde bir kemer

takılıyor. Kolları uzun ve dar. Zengin kadınların kemerleri elmas ve sair

333 D’Ohsson, 18.Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, çev. Zehran Yüksel, Tercüman 1001

Temel Eser, tyy., s.79-103.

Page 221: ASİFE ÜNAL

214

kıymetli taşlarla süslü. Fazla masraf olmasın diye bazıları işlemeli satenden

yapıyorlar. Ayrıca elmaslı bir toka ile önden bağlanıyor bu kemerler. Türk

kadınları kürkü ev elbisesi olarak bazen giyip bazen çıkarıyorlar. Bu kürkler

ağır dibâdan, içleri samurla kaplanmış, kolları omuzlardan aşağı inmiyor.

Benimki kenarları sırmalı yeşil kürk. Başa giyilen şapkalara kalpak(hotoz)334

deniliyor. Kışın giyilenleri inci ve elmaslarla işli kadifeden, yazın ise bol

sırmalı kumaştan yapılıyor. (Hotoz başın bir tarafında, yana doğru mail, bir

çapkın fiske ile hafifçe yıkılacak gibi; altın sırmadan küçücük püskül, dilber bir

eda ile sarkıyor. Yahut üzerine işlemeli bir çevre atılır.335) Başın öbür

yanındaki saçlar da toplanıyor, üstüne çiçek veyahut sorguç gibi şeyler

konuluyor. En revaçta olanı da muhtelif taşlardan müteşekkil büyük bir demet

takmak. İncilerden çiçek goncaları, elmaslardan yaseminler, yakutlardan güller,

sarılarından da fulyalar yapılıyor ki daha güzelinin yapılabileceğini tasavvur

edemezsiniz. Saçlar olduğu gibi arkaya dökülüyor, inciler ve fiyonklarla

süslenmiş örgüler yapılıyor.

Buradaki kadar güzel ve gür saçlı kadınlara hiç bir yerde

rastlamadım.Hiçbir takma saç kullanmadan yüz on örgü saydım bir

tanesinde...Buradaki kadınlar kirpiklerine çok itina ediyor, gözlerinin etrafına

sürme çekerek kirpiklerini, uzaktan bile fark edilecek derecede parlak

göstermesini biliyorlar. Sürmeyi Rum kadınları da kullanıyor. Sürme gündüz

aydınlıkta çok dikkati çekiyor. Türk kadınları tırnaklarını kına ile boyuyorlar

ama alışkın olmadığım için bu benim hoşuma gitmedi.

...Hangi sınıftan olursa olsunlar iki yaşmak örtünmeden sokağa

çıkamıyorlar. Bu örtülerin biri gözler açıkta kalmak üzere yüzü örtüyor,

diğeri saçlarını örtüp vücutlarının yarısına kadar arkalarından sarkıyor.

Bir ferace ile de vücutlarını kapatıyorlar. Feracesiz sokağa hiçbir kadın

çıkamıyor. Feracenin kolları dar ve parmak ucuna kadar uzun. Erkeklerin

cübbeye büründükleri gibi bunlar da feraceye bürünüyorlar. Bunlar kışın

çuhadan, yazın ince ipekli kumaştan yapılıyor. Bu kadınlar feraceyi giydikleri

zaman o derece değişiyorlar ki, en kıskanç bir koca bile eşini sokakta

334 Ali Seydi Bey, Teşrifat ve Teşkilâtımız, Haz. Niyazi Ahmet Banoğlu, Tercüman 1001

Temel Eser, tyy., s.215. 335 Ali Seydi Bey, s.215-216.

Page 222: ASİFE ÜNAL

215

tanıyamıyor. Tabii ayrıca sokakta hiç bir erkek bir kadına dokunamıyor ve

takip edemiyor. İşte bu maskeli kıyafet sayesindedir ki, kadınlar hiç

yakalanmadan bütün ihtiraslarını tatmin etmekte tamamen serbest

oluyorlar...”336

Lady Montagu’nün şu sözleri de İstanbul kadınının hayatını farklı bir

açıdan değerlendirmektedir: “İstanbul’da teneffüs olunan havaya alıştığım ve

söylenen dili öğrendiğim için buradan pek hoşlanıyordum. Her gün İstanbul

sokaklarında çarşafla dolaşıyordum ve merakımı çeken her şeyi öğrenmek

istiyordum. Size şunu itiraf edeyim ki, Türk kadınları dünyanın bütün

kadınlarından daha geniş bir hürriyet içinde yaşıyorlar. Burada ömürlerini

hiçbir kayıtla mukayyet olmadan, mütemadî eğlencelerle geçiren insanlar varsa

onlar da kadınlardır...Hülâsa, parayı kazanmak kocanın, israf etmek de kadının

vazifesi. En adi tabakaya mensup kadınlar bile bu kaidenin dışında kalmıyorlar.

Sırtında işleme çevre satan bir esnafın karısı bile sırmasız esvap giymiyor.

Onun da çeşitli kürkleri, başını süslemek için bir elmas takımı var...Artık bu

sözlerim üzerine Türk kadınlarının her halde düşünceli, nazik ve bizim kadar

hür olduklarına inanabilirsiniz.”337

XVI. yüzyıl sonunda Türkiye’den geçen Alman Protestan papazı

Solomon Shcweigger’in, “Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk

kadını kadar gezen eğleneni yoktur. Çok karılılık yoktur. Herhalde bu işi

denemiş, dert ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişler. Boşanma pek

görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor ve kız çocuk anaya

kalıyor.”338 sözleri de Lady Montagu’nun Osmanlı dönemi İstanbul kadınları

ile ilgili sözlerinin iki yüzyıl önce de geçerli olduğunu göstermektedir.

Bir Türk dostu olarak bilinen ve ilki 1870 yılında olmak üzere birçok

defa İstanbul’a gelen Pierre Loti de, Türk kadınlarının giyimleri ile ilgili şu

bilgileri vermektedir: “Böyle gözlere sahip olan bir genç kadın ayağa kalktı,

uzun ve sert kırmaları olan Türk yapısı bir kaput (ferace) ile örtülü vücudunu

336 Lady Montagu, Türkiye Mektupları,1717-1718, çev. Aysel Kurutluoğlu, Tercüman 1001

Temel Eser, tyy., s.51-54. 337 Ali Seydi Bey, s.221-223. 338 İlber Ortaylı, “Anadolu’da XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerinde Bazı Gözlemler”, Aile

Yazıları-I, s.283.

Page 223: ASİFE ÜNAL

216

beline kadar gösterdi. Ferace yeşil ipekten, gümüş işlemelerle süslüydü. Beyaz

bir örtü ancak alınla iri gözlerini göstererek başı itina ile kaplıyordu...”339

Pierre Loti, İstanbul’a sonraki gelişlerinde gördüğü kadın giyimindeki

değişikliği de şu şekilde açıklıyor: “Yaşmak dedikleri ve gözlerinin

görünmesine imkân bırakan eski beyaz başörtü ve ferace dedikleri açık

renk uzun yeldirme yerine, şimdi çarşaf, yani gözleri bile saklayacak

şekilde yüzün üstüne indirilen küçük kara bir bez ile vücudu baştan aşağı

saran ve aşağı yukarı her zaman siyah olan bir örtü giyiyorlar.”340

Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in “Onüçüncü Asrı Hicride İstanbul

Hayatı” başlığıyla bir gazetede neşrettiği ve kitap olarak “Bir Zamanlar

İstanbul” ismiyle yayınlanan eserinde verdiği bilgiler, Osmanlı döneminde

kadın kıyafetlerinin gösterdiği değişimi şöyle yansıtmaktadır: “Vaktiyle

kadınlarımız ferace ve yaşmak giyerlerdi. Elbiseleri kışın çuha yazın ipekli

ince kumaştan ve içleri de sandal denilen bir nevi beyaz atlastan yapılırdı.

Ayaklarına sarı sahtiyandan (sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri)

papuş(ayak örten,pabuç,ayakkabı) giyerlerdi.( Bu pabuşlar ökçesiz, altı düz ve

koncu olan ön tarafı daha uzun bir nevi mest olup Mercan terliklerine

benzerdi.) Sonraları feraceleri, merinos, lahurdaki, şalaki, atlas ve bunlara

benzer kumaşlardan yapılmaya başlandı. Pabuşların içine işlemeli astarlar

kondu. Bunları ince, beyaz çoraplarla giymeye başladılar. Yaşmaklar için daha

ince tülbentler kullanıldı. Hattâ “Gençliğim var isterim elbette bir al ferace,

ince yaşmak, eldiven” şarkısı da o zamanlar çıkmıştı. Kadınlarımız

yaşmakları yüzü örtmekten ziyade bir süs olarak kullanırlardı. O ince

yaşmakları, yüzlerinin güzelliğini gizlemezdi. O renk renk feraceler ne hoş

görünürdü.

Bir zamanlar düğünlerde giyilen içi dışı sırma işlemeli,“şıp şıp” namıyla

birtakım terlikler moda olmuştu. Hatta gelinler için hususî olarak yaptırılan şıp

şıpların yüzlerine işlenmiş olan sırmaların arasına, baş ve gerdana konan inci,

yakut, zümrüt, pırlanta gibi kıymetli mücevherat yerleştirilirdi...

339 Pierre Loti, Can Çekişen Türkiye 1914, Haz. Fikret Şahoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser,

tyy., s.251. 340 Pierre Loti, 209.

Page 224: ASİFE ÜNAL

217

16. asırda İstanbul kadınlarının uzun ferace giyip, başlarına tülbent

sarıp, yüzlerine kıl peçe taktıkları ve selâmiye isminde bir entari giydikleri

Ahmet Rasim Bey’in Osmanlı Tarihinde yazılıdır.

1744 tarihinde Birinci Sultan Mahmut zamanında kadınların pek çoğu

başlarına fes veya başlık giyerler ve bunların üzerine nakışlı yazma

yemeniler bağlarlardı. Yakaları atlas ve etekleri küçük Necef taşlarıyla süslü

yün ve çuhadan feraceler giyerlerdi. Sultan Mahmut bu kıyafetleri uygun

bulmayıp yasaklamıştır. 1831 tarihinde III. Osman zamanında kadınların

şal ve elvan ferace giymeleri emredilmiştir. Kadınlarımızın vakit vakit

kıyafet ve tuvaletleriyle meşgul olmak adeti yerinde bir müdahale olmamakla

beraber şeriat hükümlerinin uygulanması hükûmete ait olduğundan bu yola

gidilmiştir. Ebuzziya Tevfik Bey, Tasfir-i Efkar Gazetesinde şöyle yazmıştı:

Bugünkü hanımlarımızın tuvaletlerini Avrupalı kadınlarınkine benzetmek,

yeldirme yerine manto giymek, saçlarını Avrupa modasına uydurmak, ufacık

adımlar atmak suretiyle yürümeye kalkışmaları hoş görünmüyor. Çünkü her

milletin kadınlarının kendine mahsus bir yürüyüşü olduğu gibi, evvelce de

İslâm kadınlarının kendilerine mahsus güzel bir yürüyüşleri vardı. O, ağır ağır,

salına salına ne kadar hoş bir yürüyüştü.”341

Ali Seydi Bey’in “Teşrifat ve Teşkilatımız” adlı eserinin ikinci kısmında

Niyazi Ahmet Banoğlu, Osmanlı Devleti’nde kıyafet ve örtünme konusuna

farklı açılardan yaklaşmakta ve konumuz açısından kıymetli şu bilgileri

vermektedir: “Müslüman kadınların sokak kıyafetleri, din ile devlet işlerinin

ayrıldığı Cumhuriyet inkılâbına kadar, hükümetin ve ahlâk zabıtasının üzerinde

titizlikle durduğu meselelerin başında gelmişti. Bu hususta asırlar boyunca,

İstanbul kadılığına hitaben çok şiddetli fermanlar çıkmış, sokaklarda ve mesire

yerlerinde nâmahremlerin nazarını üstlerine çekecek kılık ve kıyafette gezen

avratların cezalandırılması ile iktifa edilmeyerek onlara öyle şeyler diken

terzilerin de mesul tutulması emrolunmuştur. Bu yasak fermanlarının en güzel

örneklerinden biri, İstanbul’un pek muhteşem ve cazip bir lüks ve sefahat devri

yaşadığı Lale Devrinde, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadaretinde, Hicri

Renkli

341 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Bir Zamanlar İstanbul, Haz. Niyazi Ahmet Banoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, tyy., s.197-200.

Page 225: ASİFE ÜNAL

218

1138 (Miladî 1725) yılında çıkarılmıştır ki, bugünkü yazılı dilimize çevrilmiş

en mühim kısımları aşağı yukarı şudur:

‘Allah her türlü bela ve afetten korusun, İstanbul, Osmanlı ülkesinin yüzü

suyudur; bilginler beldesidir, ahalisinin tabaka tabaka tespit edilmiş kıyafetleri

vardır. Hal böyle iken bazı yaramaz avratlar, halkı baştan çıkarmak kasdıyle

sokaklarda süslü püslü gezmeye, elbiselerinde türlü bid’atlar göstermeye,

kefere avratlarını taklit ederek serpuşlarında cazip şekiller yapmaya

başlamışlar... Bu garip kıyafetler yasaktır. Kadınlar bundan böyle büyük yakalı

feracelerle sokağa çıkamayacaklardır, başlarına üç değirmiden büyük yemeni

sarmayacaklardır...Feracelerinde süs olarak bir parmaktan kalın şerit

kullanmayacaklardır... Kadınlar sokaklarda veya mesirelerde yeni çıkma

büyük yakalı feracelerle görülürlerse, feracelerinin yakaları alenen

kesilecektir, uslanmayıp ısrar edenler olursa, ikinci ve üçüncü seferlerinde

yakalanıp İstanbul’dan taşraya sürgün edileceklerdir. Bu husus mahalle

imamları vasıtasıyla bütün İstanbul kadınlarına tebliğ olunsun...Yaramaz

avratlara uymak yüzünden elbiseleri yırtılarak namuslarının lekeleneceği ırz

ehli hatunlara anlatılsın. Bunları diken terzilere ve şeritçilere de tembih

olunsun. Bu yasağın tatbikine Yeniçeri ağası memur edilmiştir. Asla göz

yumulmasın... Yasak gereği gibi tatbik olunsun...’

III. Selim zamanında Miladî 1791 yılında birer nüshası İstanbul, Eyüp,

Galata ve Üsküdar kadılarıyla Yeniçeri ağasına ve terzi başıya gönderilmiş bir

yasak fermanı da: ‘... Kadın taifesinin sokaklarda ve pazarlarda iştaha çekici

tavırlarıyla dolaşmaları öteden beri yasaktır. İngiliz şalisi denilen çuha gayet

ince olduğundan, o çuhadan ferace giyen kadınların ferace altındaki esvapları

dışarıdan görünüyor. Kadınların İngiliz şalisinden ferace kestirmeleri evvelce

şiddetle men edilmişti. Kadınlar Engürü (Ankara) şalisinden ferace kestirmeye

başladılar. Fakat bu kumaş da ince ve kadınlar adeta feracesiz çıkmış gibi

olduklarından yasak edilmişti. Aralıkta bazı hayasızların yine Engürü

şalisinden ferace kestirdiklerini ve giydiklerini işittik ve gördük... Yasağımızın

dikkat ve şiddetle tatbikini ve terzilerin Engürü şalisinden ferace kesip

dikmemelerini tekrar emrediyorum... Bu yasağımızı dinlemeyen terzi tutulup

aman verilmeyip dükkânının kapısına asılacaktır.’....

Page 226: ASİFE ÜNAL

219

1904 tarihinde yayınlanan bir tebliğde şöyle denilmekte idi: ‘Kadınların

yüzlerini örtmeleri İslâm’ın şartlarındandır. Müslüman ailelerin eskiden beri

giydikleri çarşaf ve feracelerin şekilleri son zamanlarda bozularak istenen

şartları kaybetmişlerdir. Çarşaflar, entarilere benzer bir şekle girmiş, kolsuz

feraceler muaşeret âdabına uymayacak derecede açılmıştır. Yaşmakların

inceliği kadınların mahrem azasından olan saçların görülmesine sebep oluyor.

Bazı kadınların cekete benzeyen manto giydikleri,yüzlerini örtme yaşına gelmiş

kızların açık baş gezdikleri de görülmektedir. Böyle halin devam edeceği

aşikârdır. Bundan dolayı kadınların dinin emirlerine uyarak ona göre

giyinmeleri padişahımızın emirlerindendir. Padişahın bu emrine uymayanların

kocası ve velilerinin son derece şiddetle cezalandırılacağı ilgililere

duyurulur.’...” 342 Yahudilikte Örtünme Anlayışı bölümünde zikredilen ve daha

çok gayrimüslimlerin kıyafetlerinin Müslümanlara benzememesini hedefleyen

fermanların yanında bu fermanlar da, Osmanlı Devleti’nde kıyafet konusunda

titiz davranıldığının göstergesidir.

“1873 Yılında Türkiye’de Halk Giysileri- Elbise-i Osmaniyye” adıyla

yayınlanan eserde Viyana Uluslararası Fuarında sergilenen o dönem Osmanlı

giysileri yer almaktadır. Eserin metin bölümleri Osman Hamdi Bey ve Marie

de Launay tarafından yazılmıştır. Erol Üyepazarcı’nın çevirisiyle Sabancı

Üniversitesi tarafından yeniden yayınlanan eserde 1873’lerde Osmanlı Devleti

sınırları içerisinde yer alan halkın giysilerini resimleri ile görmek mümkün

olmaktadır. Bu resimlerden anlaşıldığına göre, farklı vilayetlerde yaşayan farklı

din mensuplarının hepsinin giysilerinde ortak nokta, başın kapalı olmasıdır.

Resimlerdeki kıyafetler ne kadar farklılık gösterirse göstersin özellikle bütün

kadınların başları bir biçimde kapatılmıştır. Bu baş örtüsü genellikle saçların

görünmeyeceği biçimde olmakta kimi zaman yüzü de kapsamaktadır. Bu

resimlerden birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:

Birinci bölüm 22. fotoğrafta Selânik Vilayetinden Selânikli bir Müslüman

kadın, Pirlepeli Bulgar kadın ve Selânikli bir Yahudi kadın yan yana

görülmektedir.Müslüman hanımın kıyafetinde iç elbise üzerinde yere kadar

uzanan geniş kollu bir pardösü biçimindeki dış giysi bulunmaktadır. Bu

342 Ali Seydi Bey-N.A.Banoğlu, 264-267.

Page 227: ASİFE ÜNAL

220

giysinin elle tutularak önden birleştirilen şal tarzı üst kısmı var olup giysiyi iki

parça halinde örtülmüş gibi görünen ve sadece gözleri açıkta bırakan

başörtüsü tamamlamaktadır. Pirlepeli Bulgar hanımın giysisi daha

folklorik özellikleri öne çıkaran süslemelerle dolu olup onun baş örtüsü,

saçlarının yanlardan sarkmasına imkân verecek şekilde, başın sadece üst

bölümünü kapatacak biçimdedir. Aynı fotoğraftaki Selânikli Musevî

kadının giysisi ise birkaç kattan oluşmakta, iç giysinin üzerinde koyu renk ve

iç giysinin önden görünmesini sağlayacak genişlikte bir dış giysi

bulunmaktadır. Baş yüzün görüneceği biçimde değişik bir baş örtüsü ile

kapatılmış olup bu baş örtüsü çene altından geçen bir bölüm ile

tamamlanmıştır. Çene altından geçen bu bölüm boyunun tamamını

kapatmamakta, boyunun elbisenin yakasına kadar olan kısmı

görünmektedir.

Eserin Birinci Bölüm 20. fotoğrafında Yanya Vilayetinden bir örnek

görülmektedir. Bu fotoğrafta Yanyalı Ulah kadını, Prevezeli Hıristiyan kadın

ve Tırhala yöresinden bir köylü kadın yer almaktadır. Bu hanımların

giysilerinde süsleme unsurlarının çokluğu dikkat çekmektedir. Yanyalı Ulah

kadının giysisi yere kadar uzanan birkaç kattan oluşmakta, büyük ve süslü bir

kemer göze çarpmaktadır. Başta saçın bir kısmının açık kalacağı biçimde

süslü bir kep görünümünde olan ve aşağı doğru saat zinciri gibi zincirlerin

sarktığı bir başlık bulunmaktadır. Prevezeli Hıristiyan kadının giysisi

uzun ve geniş bir etek, işlemeli bir cepken ve sade bir önlükten oluşmakta,

giysiyi başın tamamının ve ağzın kapanacağı biçimde sarılmış, Anadolu

köylü kadının başörtüsüne benzeyen, bir baş örtüsü tamamlamaktadır.

Tırhala yöresinden köylü kadın ise diğerlerine göre süsleme unsurlarının

daha da öne çıktığı bir giysi ile görünmektedir. Bu giysi, uzun bir gömlek,bir

cepken, birkaç kat önlüğün üzerine takılmış süslü bir kemerden oluşmaktadır.

Giysinin baş bölümünde de süsleme unsurlarının fazlalığı dikkat çekmektedir.

Başın üzerine örtülmüş bir örtünün üzerinde çevresi alına inen madeni

paralarla süslenmiş bir fes bulunmaktadır. Bu fesin iki yanından boyuna

kadar inen ve tüm göğüs üzerini kaplayan madeni paralardan oluşan

Page 228: ASİFE ÜNAL

221

kolye ile karışan zincirler göze çarpmaktadır. Bu giysi de kadının sadece

yüzünün görüneceği biçimdedir.

Bir başka örnek İşkodra vilayetindendir. Birinci Bölüm 15. fotoğrafta

görünen İşkodralı Müslüman hanımın kıyafeti şalvar, üst elbise, şalvarın

üzerine inen önlük tarzı örtülerin üzerinde, ön tarafı alına inen süslemeli

başörtüsünün görüneceği biçimde baştan itibaren bütün vücudu kapatan

bir çarşaftan oluşmaktadır. Çarşaf, önden iç giysilerin görünmesine imkân

verecek şekilde, kadının eliyle tutulmaktadır.

İşkodralı bir Hıristiyan kadının kıyafetini de Birinci Bölüm 16.

fotoğrafta görmek mümkündür. Bu giysi diğerlerinden biraz farklı özellikler

taşımakta olup süslemeli iç elbiselerin üzerindeki üzerine giyilmiş olan

süslemeli pelerin dikkat çekmektedir. Başta ise, içe takılmış genişçe bir

başlık üzerine sarılmış ve alnı iyice kapatarak çene altından çaprazlama

uzanan uçları bele kadar yaka bölümünü kapatan beyaz bir baş örtüsü

bulunmaktadır.

İkinci Bölüm 3. fotoğrafta Cezayir-i Bahri Sefid Vilayetinden

Çanakkaleli bir Müslüman kadının kıyafeti görülmektedir. Bu kıyafette yere

kadar uzanan ve fazla geniş olmayan iç elbise ve etek, üzerinde önü açık

belden genişleyen ceket biçiminde bir üst giysi bulunmaktadır. Göğüs

üzerinden bele doğru inen kolye dikkat çekmektedir. Başta bulunan yüksek

ve sivri bir hotoz üzerine örtülmüş desenli başörtüsü, sadece yüzü açıkta

bırakmaktadır.343

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak görüldüğü gibi farklı din

mensuplarının giysilerinde ortak özellikler bulunmakta, özellikle baş az ya

da çok mutlaka örtülmektedir. Aynı fotoğraflardaki erkeklerin de

başlarında bir başlık bulunduğu göz önüne alınırsa başı örtmenin o

dönemin ortak geleneği olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

1877’de İstanbul’da doğan bir Yunan kızı olan Demetra Vaka, genç

kızlığında gittiği Amerika’dan 1921’de İstanbul’a gelerek o dönem Türk

kadınlarını incelemiş ve araştırmalarını 1923’de “The Unveiled Ladies of

Stamboul” adıyla yayınlamıştır. “İstanbul’un Peçesiz Kadınları” ismiyle

Page 229: ASİFE ÜNAL

222

tercüme edilen kitapta Demetra Vaka, çocukluğunun İstanbul’u ile işgal

yıllarının İstanbul’unu karşılaştırır. Özellikle daha önce “Haremlik” adlı

kitabıyla anlattığı Türk kadınlarındaki değişiklikleri araştırır. Demetra Vaka,

Türk kadınlarının kıyafetlerindeki değişiklikleri kitabın muhtelif bölümlerinde

şöyle anlatmaktadır: “...Bu düşünce kafamda gezinirken, o ana dek dikkatimi

çeken tüm değişimleri yavan ve sıradan kılan bir manzarayla karşılaştım.

Yüzleri peçesiz, gri pantolonlar giyinmiş Türk kadınlar sokakları

süpürüyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre bunlar, Osmanlı başkentinin

neredeyse tek temizlik görevlileriydi...bu sessiz, gri figürlerin görüntüsünde

bana asıl acı veren şey, bunların Osmanlı debdebesinin hüküm sürdüğü

günlerde satın alınan, üzerlerine titrenen ve gözlerden ırak tutulan kadınlar

olduğunu düşünmekti. O zamanlar bu kadınlar fetihçi bir soyun haz

kaynağıydı. Şimdi ise yenilgiye uğramış ve aciz duruma düşmüş o fetihçiler,

kadınlarının, beş yüz yıldan uzun süre boyunca peçesiz yürümelerini

yasakladıkları bu sokakları temizlemelerine izin veriyorlardı. Aklıma bir Türk

sözü geldi: ‘Türk kadınları yüzlerini açıp pantolon giymeye başladıkları zaman,

Osmanlıların iktidarı da sona ermiş olacak.’344 ...Bu bolluk günlerinde...Eski

düzen etkisini sürdürüyordu; kadınlar sokakta dolaşırken çarşafa bürünüyor ve

yüzlerini, yalnızca gözleri ortada bırakacak şekilde, yaşmakla örtüyorlardı.345

...O zamanlar kadınlar gerek evde gerekse sokakta erkekler karşısında mümkün

olduğunca örtünürlerdi. Şimdi ise kadınların yüzleri açık ve Hıristiyan

hemcinsleri gibi, pantolon giyerek bacaklarını ortaya koyuyorlar... Eski sistem

tuz buz olmuş, bir daha asla geri gelmeyecek şekilde son bulmuştu. Onu bir

masalmış gibi anlatmakla suçlanan ben, geri döndüğümde, mumların yerini

elektriğin aldığı ve İstanbul’un gizemli figürlerinin, yerlerini peçesiz

Müslüman kızlara, masalara oturup kafir dedikleri insanların ülkelerinden

gelen daktilolarla söylenenleri kağıda geçiren, tezgahların ardında durup

malların satışını yapan kadınlara bırakan yeni bir sistemle karşı karşıyaydım.346

...Ve adeta söylenenlerin doğruluğunu kanıtlamak istercesine, yumuşacık siyah

343 Osman Hamdi Bey-Marie de Launay, 1873 Yılında Türkiye’de Halk Giysileri-Elbise-i

Osmaniyye (İstanbul 1873), çev. Erol Üyepazarcı, İstanbul 1999. 344 Demetra Vaka, İstanbul’un Peçesiz Kadınları, çev.Serpil Çağlayan, İstanbul 2003, s.12-13. 345 Vaka, 26. 346 Vaka, 28.

Page 230: ASİFE ÜNAL

223

ipekten modern çarşafını kuşanmış genç bir Türk kadını yürüyerek yanımdan

geçti. Yüzünü kapamaya yarayan şeffaf siyah peçe arkaya doğru öyle bir

atılmıştı ki, tek kulağı üzerinde işveli işveli dalgalanışı insanı büyülüyordu.

Kadın yalnızdı ve elinde bir şapka kutusu taşıyordu. Kıyafeti, yalnız oluşu ve

şapka kutusu taşıması geçmişin gerçekten de çok gerilerde kaldığına dair

kanıtlardı.347 ...Yirmi yıldır buradan uzaktaydım, diye açıkladım. Bu süre

içinde hepiniz birer yetişkin olmuşsunuz. Ben buradayken yüzleriniz

örtülüydü; sokaklarda yalnız yürümüyor, mağazalarda çalışmıyordunuz.348

...‘Erkeklerimiz peçesiz fotoğraf çektirmemizden hoşlanmazlar.’...Bu kızların

hiçbirinde erkeksi görünme hevesi yoktu. Pelerinleri ve peçelerini işveyle

taşıyorlardı. Saçlarını kulaklarının üzerinde toplayışlarında, elçilikleri sık sık

ziyaret eden zengin kızların ki gibi, alışılmış bir umursamazlık seziliyordu.349

...Sizinle tanışması için iki arkadaşımı davet etmiştim; işte şu ana-kız, diyen ev

sahibimiz tepeye tırmanmakta olan beyaz giysili iki figürü işaret etti.

Peçesizdiler, ancak giyimleri, diğer yönleriyle, eskiden yaygın olan gösterişsiz

tarza uygundu.350 ...Kadının giysisi dökümlü ve zarif, eski Osmanlı stiliydi ve

başına pahalı beyaz bir yaşmak örtmüştü. Bana sorarsanız, bu beyaz dantel

örtüyü ona yakıştığı için örtmüştü; yoksa Muhammed’in kadınlara,

erkekleri baştan çıkarabileceği gerekçesiyle saçlarını örtmelerini

emrettiğinden değil.351 ...Ara sıra başını sağa sola çevirdiğinde, altın saçları

üzerine özenle örttüğü, iki yana salınarak yüzünün kusursuz ovali etrafında

dalgalı bir çerçeve oluşturan yeldirmesiyle, şık çarşafını görebiliyordum.352

...Günlerdir, ilginç bir sohbet kurabileceğim Türk kadınları bulmaya

çalışıyordum. Bu arayışım peçelerini açıp başlarının arkasına attıkları bu

dönemde daha da zor bir hal almıştı. Eskiden olduğu gibi yüzlerini örtselerdi,

gizemli ışıltılar saçan ve kaşların, dudakların ve çenenin açıkta olduğu bir

yüzden çok daha büyük vaatler taşıyan siyah gözler, beni kolayca kendine

çekebilirdi.353 ...Tepeden tırnağa yumuşak, parlak ipekten, siyah bir giysiye

347 Vaka, 30-31. 348 Vaka, 31-32. 349 Vaka, 36. 350 Vaka, 40. 351 Vaka, 49. 352 Vaka, 94-95. 353 Vaka, 110.

Page 231: ASİFE ÜNAL

224

bürünmüştü; yeldirmesi, tek bir bukleyi dışarıda bırakmayacak şekilde yüzünü

sıkıca çevreliyordu. Giysisinde özellikle iki ayrıntı dikkatimi çekmişti.

Birincisi yüzü örtmesi amaçlanan, ancak o günün modasına uygun biçimde

alından kıvrılarak arkaya atılan peçesiydi. Yaklaşık bir metre

uzunluğundaki bu parça, zarif el işçiliğinin ürünü, gerçek danteldendi. Öte

yandan, ucuz pamuk ipliğinden yapılmış eldivenlerinden birinin üzerinde,

geniş bir bölüm iğnele örülerek tamir edilmişti. İşte çarpıcı zıtlık da buradan

kaynaklanıyordu. Birkaç lira değerinde peçe takarken, eldivenleriyle ileri

düzeyde tutumluluğu ima eden bir kadın. Bu ikisi Türkiye’nin geçmiş

günlerdeki ihtişamıyla şimdiki yoksulluğunun yarattığı zıtlığı temsil

ediyorlardı adeta.354 ...Beklediğim kızla tanışmamız, Türkiye’nin henüz bir

imparatorluk olduğu, bu ülke kadınlarının erkeklerden ve Avrupalı

kadınlarınkinden ayrı bir hayat sürdüğü o zamanlarda olduğundan farklıydı; o

zamanlar kadınlar endamlarını gizleyen giysiler giyer, yalnızca gözlerini

açıkta bırakan ve onlara hayat dolu sokaklarda yürüyen birer hayalet

görünümü veren yaşmaklar takarlardı.355” Kitapta Demetra Vaka’nın eski

döneme özgü Türk kadın kıyafetiyle çekilmiş bir fotoğrafı da yer almaktadır.

Bu fotoğraftaki giysi iki parçadan oluşmuş bir çarşaf ile eldiven, peçe ve

başlıktan ibarettir. Kıyafeti o dönemin ünlü şemsiyesi tamamlamaktadır. Peçe,

yüzün gözlerden aşağı kısmını örtmekte, saçlar başlığın önü ile peçeye kadar

olan yüzün iki yanından görünmektedir.356 Demetra Vaka, İstanbul kadın

giyimindeki değişiklikleri anlatırken giyim-kuşam ve örtünme konusunun

dönem, moda ve anlayış farklılaşması ile nasıl değişebileceğine de örneklerle

işaret etmektedir.

Mehmet Ünal, Osmanlı’daki kıyafet değişmelerini şöyle açıklamaktadır:

“Devlet ve saray teşkilatlarında, yaşayış tarzında, kılık kıyafette Avrupa’ya

benzer değişikliklerin yapılmasıyla daha önce başlayan Osmanlı İmparatorluğu

ile Avrupa devletleri arasındaki kültürel münasebetlerin, Tanzimat’tan sonra

siyasî ve iktisadî münasebetlerle artarak devam ettiği görülür. Zamanla artan ve

hız kazanan bu kültürel münasebetlerin tesiriyle, Osmanlı toplumunun kılık

354 Vaka, 139. 355 Vaka, 171. 356 Vaka, 37.

Page 232: ASİFE ÜNAL

225

kıyafet tarzında, adabı muaşeret ve hayat üslubunda, erkek kadın ilişkilerinde,

eğitim ve öğretim sistemi ile fikri yapısında büyük ölçüde değişiklikler

meydana gelir.

Bu alanda meydana gelen değişmelere, devlet adamları ile gayrimüslim

tebaa ve hali vakti yerinde olanlar öncülük ettiler. Zira devlet adamları, esasen

o güne kadar hakim zümre ile dinî ve sosyal sebeplerden dolayı kaynaşamamış

olan gayrimüslim tebaa ve iktisaden durumları elverişli olan diğer kimseler,

devrin icaplarına ve sarayın gidişatına uyarak... Avrupalıları birçok bakımdan

taklit etmeye ve onlar gibi yaşamaya başladılar. Bunun sonucu olarak özellikle

İstanbul, Selanik ve İzmir gibi büyük şehirlerde tedricen bir kıyafet

değişikliğinin meydana geldiği ve bu arada ‘mesele-i nisvan’ adı altında kadın

erkek münasebeti konusunda ‘Avrupaî’ fikirlerin Osmanlı toplumuna girmeye

başladığı görülür.”357

Mümtaz Turhan, Osmanlı döneminde meydana gelen kültürel

değişikliklerin arka planını incelerken Meşrutiyet Devri ile ilgili olarak şunları

söylemektedir: “Bundan evvelki devirlerde kadınlar ancak ebe, hastabakıcı ve

daha sonra da muallim olabiliyorlardı. Bu devirde ise memuriyet hayatına

atılmış, Umumî Harp esnasında askere giden erkeklerin yerlerini almaya

başlamışlardır. Böylece memur olan kadınların peçeleri kalkmış, çarşafları

elbiseye yakın bir şekil almıştır. Bu hareket maarif sahasında başlayıp içtimai

hayata akseden yeniliklerin şüphesiz en mühimidir.”358

Mümtaz Turhan’ın verdiği şu bilgiler de Osmanlı döneminde giyim

kuşamdaki değişikliği yansıtmaktadır: “Rus köylülerinin sakallarını tıraş ettirip

elbiselerini değiştiren Deli Petro ile memurların kıyafetini Avrupalılaştırıp

sarık yerine fes giyilmesini emir ve resmi ziyafetlerde şarap içilmesine

müsaade eden II Mahmud gibi cezri inkılapçıların bu hareketleri bir tesadüf

eseri değildir. Zira gerek sarığı gerek fesi yalnız Müslüman Türkler biraz da

Hıristiyanlardan ayırt edilmek üzere giydiler; Müslüman olmayan tebaanın

bunları giymesi men edilmiş bulunuyordu (Bu yasağın hiç olmazsa başlangıçta

fes için de bulunduğunu biliyoruz.). Aynı suretle ziyafetlerde şarap içme ve

kıyafet de Türklerle Avrupalıları birbirinden ayıran hususiyetlerdi. Onun için

357 Mehmet Ünal, “1917 Tarihli Hukuku Aile Kararnamesi”, Aile Yazıları-I, s.386.

Page 233: ASİFE ÜNAL

226

garp kültürüne ait birçok şey itirazsız kabul olunduğu halde sembolik bir

manâ taşıyan bu unsurların değiştirilmesine karşı mukavemet edilmiştir.

Hakikaten bu unsurların sembolik bir kıymeti haiz olmaları sarığın

yerine geçen fesin kabulü hususunda başlangıçta gösterilen mukavemet,

sonraları onun terk edilip şapkanın alınmasına karşı da gösterilmiştir.

Zira bu arada fes sarığın yerine geçip onun rolünü üzerine almış

bulunuyordu.359

Mümtaz Turhan, Türk halkının kıyafet konusunda gösterdiği karşı koyuşu

Charles White’nin “Three Years in Constantinople (İstanbul’da Üç Yıl) isimli

eserinden aldığı şu sözlerle teyit etmektedir: “Türk halkının gözünde şapka ile

ebedî lanete mahkumiyet arasında bir fark yoktur. Bir İstanbul efendisi,

uşaklarından birisinin ne dereceye kadar itaatli ve temkinli olduğunu denemek

maksadıyla bir bardağa ağaç çileği şurubu doldurup ‘Osman al şu şarabı iç’

der, bir an tereddüt içinde şaşalayan uşak, yalvaran bir eda ile ‘Allah Allah!

Efendim neredeyse bana şapka giy diyecek’ cevabını verir...Bu husustaki

değişmeler, halk arasındaki hoşnutsuzluklara ve Babıalinin rahatını kaçırmaya

sebep oldu. Bu değişmeler, hakim ırkı bir bakışta kendilerinden ayırmaya

yarayan kıyafet farklarını gidermek isteyen reayanın bir eseri olarak telâkki

edilmeye başlanmıştı. Bu vaziyet karşısında Sadrazam bulunan İzzet Mehmet

Paşa, 1842 de bir ferman çıkarıp sivil ve askeri otoritelerin müsaadesini

almadan Türk tebaası olanların, işlemeli pardösüler giymelerini men ve

bilhassa fes giymeye başlayan reayanın tekrar kalpak giymelerini

emretmiştir.”360

Başın kapalı olmasının Osmanlı döneminde bir insan için ne kadar önemli

olduğunu II. Abdulhamid’in oğlunun, Selanik’e sürgün gönderilmek üzere

Sirkeci Garı’ndan uğurlanan babasına yetişmek için koşarken düşürdüğü fesini

‘Sultan babamın huzuruna baş açık çıkmak olmaz’ diye kovaladığı için treni

kaçırdığını ve babasını ancak birkaç yıl sonra görebildiğini361düşününce daha

iyi anlamak mümkün olabilmektedir.

358 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1994, s.174. 359 Turhan,203. 360 Turhan,203.

Page 234: ASİFE ÜNAL

227

Osmanlı Devletinin son dönemleri ile Cumhuriyetin ilk dönemlerinde

tartışma konularının başında kadınların eğitimi, çalışması, örtünmesi gibi

kadınla ilgili meselelerin gelmesi, o dönemlerde doğrudan bu konuda yazılmış

eserlerin ortaya konmasını sağlamıştır. Bu eserlerden biri Şemseddin Sami’nin

“Kadınlar” isimli kitabıdır. Şemseddin Sami, bu kitabında, kadınların toplum

hayatındaki vazgeçilmez yeri ve toplumun ancak kadının eğitimi ile

kalkınabileceği gibi görüşlerini açıkladıktan sonra “Avrupalıların kadınlar

hakkında İslâm Dinine atfettikleri dört kusur” dediği çok evlilik, tesettür,

boşama ve köleliğe izin konularında geniş açıklamalar yapmaktadır. Tesettür

(örtünme) konusunda aslında çok daha fazla söyleyeceklerinin olduğunu ancak

eserinin basılması için bir kısmını çıkarmak durumunda olduğunu da ilâve

ederek söylediği şeyleri sadeleştirerek vermeyi uygun buluyoruz:

“Mesturiyet bahsine gelince, bu babda bizce örf ve adet hükmüne geçmiş

olan usulden bahsetmeden evvel İslâm Dininin emir ve yasaklarıyla tesettür

hakkındaki sınırların beyanına geçelim.

Avrupalıların çoğu kadınların dışarıya çıkması usulünü İslâm Dini

tarafından icat edilmiş bir şey zannediyorlar. Halbuki bu adet eski

zamanlardan beri Asya milletlerinin çoğunda ve hatta Yunanlılar indinde bile

geçerli bulunmuştu. İslâm Dini bu adete bir şey eklememekten başka, pek çok

hafifletme ve düzeltme yapmıştır.

Eski İranlıların kadınlara mahsus ‘şebestan’ namıyla harem daireleri olup

kadınları erkeklerden büsbütün ayrı yaşamış olduğu gibi, Yunanlıların da

‘yînekyun’ unvanıyla kadınlara mahsus daireleri var idi. Atina’da ‘etre’ yani

habibeler yahut refikalar adıyla bilinen bir takım kızlar var idi ki- Farnsızların

‘kukut’ları gibi- erkeleri evlerine toplayıp kendilerine açık görünür ve

kendilerini eğlendirirler idiyse de, bunlarla namuslu kadınlar arasında bir fark

olup namuslu kadınlar kimseye görünmezlerdi.

İslâmdan önce ise, kadınlar örtünme ile memur olmayıp sonraki bazı

milletler indinde kadınlar lüzumundan ziyade serbest bırakılmış ve son

361 Murat Çekin, “Netlik Ayarı-Kıyafet Meselesine Yeniden Bakış”, İslâmiyat, III/2, s.179.

Page 235: ASİFE ÜNAL

228

dereceye kadar terbiyesiz bir hale gelmiş olduklarından örtünme ile

emrolunmuştur.

Hicap ayet-i kerimesi her ne kadar kadınların evlerinde karar kılıp

cahiliye zamanındaki hallerinden men etmiş ise de, zarurî ihtiyaçları olan iş

güçlerini görmek için dışarıya çıkıp dünya işlerine karışmaktan men

etmemiştir...

Kur’an-ı Kerim’in mesturiyet bahsinde tayin ettiği hudutlar Hz. Nebi ve

Ashabı Kiramın kadınlarının en mühim meclisler ve mahfillere girip görüş

bildirmelerine, her işe karışmalarına ve hatta savaşa bile gitmelerine mani

olmadı. Hz. Aişe’nin kendine mahsus bir siyasî yol tutup, bir tarafın reisi

olduğu ve reisi olduğu siyasî tarafı desteklemek için bizzat muharebe ettiği

tarihlerde kayıtlıdır. Peygamberin hadislerinden çoğunun Hz.Aişe, Hz.Fatıma,

Hz.Zeyneb gibi kadınlar tarafından nakledildiğ,i sonuç olarak Müslüman

kadınların dinî, siyasî ve hukukî işlerde hizmet ve nüfuzları bulunmuş olduğu

inkar edilemez. Abbasiler zamanında Arap şiir ve musikisinin ilerlemesine

başlıca kadınlar hizmet etmiştir.

Böyle önemli işlere karışabilen, bu kadar hukuka sahip bulunan

Müslüman kadınla- bir şebestan veya bir yinekun içine hapsolunarak, adeta bir

mal ve cansız bir şey gibi addolunarak hiçbir şeye karışmayan- bir İranlı

Mecusî veya bir Yunanlı putperest kadın arasında ne büyük fark vardır...

İslâm Dininin kadınlar hakkındaki emir ve yasakları Kur’an-ı Kerim’de

açıkça yazılı olduğu ve İslâm mezhep ve tarikatlarının hepsinde bir hal ve

biçimde olması lazım geldiği halde mezhepleri bir olan milletler ve kavimler

arasında da eski adetlerinden kalma olarak bir fark görünüyor.

İran’da kadınlar gözlerini ve parmaklarını bile örterek adeta insanların

bakışlarına karşı zırhlı bir halde bulunmaya mecbur olduğu ve büyüklerin

kadınlarını o zırhın üzerinden de görmek yasak olup öyle bir kadının geçeceği

yoldan erkekler kamçı ile kovalandığı halde, Arap Yarımadası’nda ve

Afrika’da Müslüman Arabın çadırı etrafında kadın açık ve serbest gezerek,

yabancılardan kaçıp saklanmak şöyle dursun, misafirleri kendisi kabul ve

kendilerine iltifat ve ikram etmekle vazifelidir. Bosna’da kızlar açık gezip

evlendikten sonra kapandıkları halde Arnavutluk’ta kızlar saklanıp evli

Page 236: ASİFE ÜNAL

229

kadınlar evleri içinde açık olarak misafirleri kabul ederler. İstanbul’da –

şeriatın hükümlerini çok iyi anlayan- bazı kocakarılar çok defa başörtüsüyle

saçlarını ve gerdanlarını kapayarak çıktıkları halde, genç kadınların ekserisi

görünmesi yasak olan saçlarını açık bırakarak yüzlerinin örtünmesi lazım

gelmeyen taraflarını kaparlar ve kumaştan ibaret olup bedenlerini örten

elbiselerini, yine öyle bir kumaştan imal edilmiş bir ferace ile örtmeyi lazım

addederler. Diğer taraftan dindarlık gösterisinde bulunarak sarı pabuç giyen

kadınların çoğu, topuk ve baldırlarını görünebilecek bir halde bulundururlar.

İşte İslâm ülkelerinin her biri indinde kadınların örtünmesi hakkında

yürürlükte olan adet ve merasim, her milletin İslâm’dan önceki adetlerinden

geriye kalmış bir takım şeylerdir ki ekserisi şeriat hükümleri ile uyuşmuyor.

Sonuç olarak bu adetlerde görünen kabahatlerin İslâm dinine atfolunması caiz

değildir...

İslâm ülkelerinden her biri kadınların örtünmeleri hakkında kendi

adetlerini İslâm şeriatına uygun zannediyorsa da, şeriatın bu konudaki emir ve

yasakları pek kısa ve pek açık olduğundan bugün geçerli olan adetlerin hemen

hepsi eski adetlerden kalma ve çoğunun İslâm şeriatine aykırı olduğuna

hükmetmek güç bir şey değildir.

Bu halde kadınların eğitimini kolaylaştırmak ve genişletmek, yasal hak ve

hürriyetlerinden kendilerini mahrum bırakmamak ve vazifelerini hakkıyla icra

edebilmeleri yolunu açmak için bu babda Kur’an-ı Kerim’in emir ve

yasaklarına bir şey ilave etmemek ve Eski İranlılardan ve diğer milletlerden

kalma adetlerden vazgeçerek kadınları şer’i sınırlar dahilinde serbest

bırakmak ve mekteplerde ilim tahsili ve edeple eğitmek gerekir.”362

Celal Nuri de “Kadınlarımız” adlı eserinde örtünme meselesi üzerinde

durmaktadır. O, kadınların örtünmesinin dinî kuralların gerektirdiğinden fazla

olmaması lazım geldiğini ancak, bu konuda yapılacak değişikliğin zamana

yayılması gerektiğini şöyle ifade etmektedir: “Örtünme ile ahlâk temizliğinin

ilgisi yoktur. Örtünme kurallarına uymayan namuslu kadınlar olduğu gibi,

kadınların pek kapalı bulunduğu yerlerde pek çok aşağılıklar vardır. Bundan

altmış yetmiş yıl önce bizde örtünmeye pek bakılırdı. Şimdi ise...Örtüler

362 Şemseddin Sami, Kadınlar, İstanbul 1296, s.71-79.

Page 237: ASİFE ÜNAL

230

inceliyor, tersine süsleri örtmek için kullanılması gereken ferace ve çarşaf

denilen üstlükler ve yeldirmeler birer süs olmak üzere kullanılıyor... Kadının

öyle umacı gibi kapalı bulunması, bir ölçüye değin erkeğin ilgisini

uyandırır...Oysa erkek açık gezdiğinden kadında böyle bir istek uyanmaz... Asıl

olarak dinsel sınırların dışında aşırı örtünmeye karşıyım. Ama bunun hızla

ahlâk düşkünlüğüne yol açacak ölçüde kaldırılmasına da yandaş değilim. İşi

yavaş yavaş yapalım. Kadınlarımızı hazırlayalım. Bugünkü kuşak pek öyle

özgürleşmeye yetili değildir. Gelecek kuşağı özgürlük ve namusluluk

çerçevesinde yetiştirelim.”363

Bu tartışmaların yapıldığı dönemde kadınlar hakkındaki diğer meseleler

gibi örtünme konusunun ele alınmasına karşı çıkanlar da bulunmaktadır.

Bunlardan biri olan Mahmut Esat, bir makalesinde Meşrutiyet’ten beri kadın

meselesi güya tesettür meselesinden ibaretmiş gibi, mütemadiyen bunlarla

iştigal edildiğini , bunun bir şer’i mesele olduğunu, batıdaki aklî yola gitmenin

meseleyi çıkmaz bir yola sokmak olduğunu söylemiştir. Şer’an halledilmiş bir

meseleyi yeniden hal ile uğraşmanın yanlış bir yol olacağını, bundan elde

edilecek sonuç eğer şeriata uygunsa, bununla uğraşmanın abesle iştigal

olduğunu; şeriata aykırıysa, Allah’a ve ahirete inanan hiçbir Müslüman’ın ona

uymayacağını, memleketin selameti adına bu meseleyi artık tartışma konusu

yapmaktan vazgeçmek gerektiğini ifade etmiştir.364

Kılıçzade Hakkı’ya göre de, “İki asırdan beri selamet-i memleketi

tehlikeye koyan unsurlar meyanında, kadın meselesi, tesettür meselesi mevcut

değildi...Yeniçeri haydutları zamanında kadınlar en ziyade tesettür ediyorlardı.

Ama ne var ki memleket hâlâ selamet bulmamıştı.”365

Bu farklı görüşlere, o dönemde Türkçülük , Garpçılık, İslâmcılık adında üç

grubun var olduğunu ve diğer meselelerde olduğu gibi örtünme konusunun da

bu grupların temel felsefesine göre ele alındığını düşünerek bakmak yerinde

olacaktır. Elbette tartışmalar bu fikir akımları çıkmadan önce de

bulunmaktadır, ancak bu akımlar, bu fikirlerin sistemli bir biçimde ortaya

363 Celal Nuri, Kadınlarımız, haz. Ömer Ozankaya, Kültür Bakanlığı yay., Ankara 1993, s.130-

137. 364 Mahmud Esad, “Tesettür-ü Nisvan Meselesi Hakkında Son Söz”, Sebilürreşad, 1329/1913,

XI/279, s.289-290; Peyami Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar, Ankara 1981, s.37-38. 365 Peyami Safa, 38.

Page 238: ASİFE ÜNAL

231

konmasını sağlamıştır. Öncülüğünü Ziya Gökalp’in yaptığı Türkçülük hareketi

hemen her konuda özellikle de dilde Türkçü bir bakışın hakim olması

gerektiğini savunuyordu. İslâmcılık ise her konuda şeriatin hükümlerinin

geçerli olması gerektiğini savunarak yeniliklere karşı çıkıyordu. Türkçülerle

İslamcılar Batının ilmini ve tekniğini almak ancak kültürünü kesinlikle

almamak gerektiği konusunda aynı görüşü paylaşıyorlardı. Kadın konusunda

Türkçüler, İslâm öncesi Türklerde kadının konumunu ortaya koyarak

kaybettiği hakların verilmesini sağlamaya çalışırken İslâmcılar, kadının mevcut

halinin devamını, örtünme konusunda ise şeriatın emrinin yerine getirilmesi

gerektiğini savunuyorlardı. Meselâ Şeyhulislâm Musa Kazım şöyle diyordu:

“Biz kadınlar okumasınlar demek istemiyoruz. Kadın izdivaçtan sonra arzu

ederse, vakit buldukça kendi hanesinde ulum-u aliyeyi de tahsil edebilir.

Şeriatımız buna mani olmaz, belki teşvik eder...Fatma Aliye Hanım

Hazretlerinin de dediği gibi, tesettüre riayet şartıyla, bizde de herhangi bir

kadın ticaret edebilir.” Pek çok konuda olduğu gibi örtünme konusunda da

değişimi (Batıcılar) savunmaktaydı. Türkçüler ve İslâmcıların aksine Batının

ilmini ve tekniğini alma konusunda ilgisiz kalan Garpçılar, daha çok giyim

kuşam, hayat tarzı gibi konularda Batı gibi olmanın ülkeyi içine düştüğü

bunalımdan kurtaracağını iddia ediyordu. Garpçıların programlarındaki giyim

kuşamla ilgili hükümler şunlardır: Fes kaldırılıp yerine başka bir serpuş kabul

edilecektir. Kadınlar diledikleri tarzda giyinecek, zabıta dahil olmak üzere hiç

kimse bu hususta müdahale edemeyecektir. Sarık sarmak ve cübbe giymek

yalnız ulemayı kirama tahsis edilecektir.366

Ziya Gökalp ise, örtünme anlayışındaki değişimi şu sözlerle ifade

etmektedir: “Son yüzyılda sosyal iş bölümü başlayıp da köylerde olduğu gibi;

şehirlerde de kadınların ekonomik ve sosyal mesleklere girerek, toplumcu iş

bölümüne katılmaları üzerinde de durulmalıdır. Bu durum, bu garip din dışı

yeniliklerin büyük şehirlerde gereksizliğini ve zararlarını duyurmaya neden

oldu. İslâmiyet’in emrettiği kapanma, köylerde ve boylarda kullanılan baş

örtüsünden ibaretti. Büyük şehirlerde de bu tür kapanma yeterli görülerek,

yeldirme ve baş örtüsü veya çarşaf ve pelerin ile yetinilmeye başlandı. Ancak

366 Geniş bilgi için bkz. Peyami Safa, 37-50.

Page 239: ASİFE ÜNAL

232

din açısından uygulanan kapanmada, aşırılığı benimseyerek yüzünü ve ellerini

göstermeyen, haremde itikaf hayatı yaşayan gelenekçi kadınların amaçları

‘cinsel ahlâkta olgunluk’ olduğu için, yine büyük bir saygı görmüşlerdir.

Benimsedikleri koyu dindarlık kuralları, temelde yabancı kültürlerden alınmış

olsa da, ahlâkî bir kurala ve vicdanî bir kanaate dayandığından davranışları

saygı ile karşılanmalıdır. Fakat bu saygıdeğer kadınlar, ilim ve sanat öğrenimi

yapmak, geçimlerini çalışarak kazanmak, milleti için meslekî ve vatanî

görevlerini yerine getirirken sosyal ortamda çalışmak zorunda olan

kadınlardan, kendileri gibi giyinmelerini ve ibadet etmelerini istememelidirler.

Her düşünce saygıdeğer olduğundan, bu iki kesim birbirinin fikrine saygı

göstererek birbirlerine gereksiz tenkitlerde bulunmamalıdırlar.

Cinsel ahlâkın erkekler gibi kadınlardan da istediği temizlik ve inceliktir.

Hangi kesimden olursa olsun kadınların bu temizlik ve incelikle birlikte; ciddi

ve onur sahibi olmaları onlar için önemli bir görevdir. Bu görev erkekler için

de aynı oranda önemlidir. Kapanma bir din emri veya ahlâk emri olmaktan çok,

bir ahlâk konusudur. Gerçi temelde yabancı kültürlerden alınmış olsa da;

kurulu adetlere karşı kesin bir uymamazlık değildir. Çünkü kurulu adetlerin de

az çok ahlâkî bir değeri vardır. Bundan dolayı kadınların bir harekette bütün

gelenekleri bozmaya hakları yoktur. Halkın temizlik hakkındaki düşüncesi

örnek ve sembollerden ayrılıp uzaklaşmadıkça, yalnız gözdelere ait düşüncenin

değişmesi yeterli değildir.

Temizlik düşüncesi, diğer ahlâkî düşünceler gibi, başlangıçta dış

sembollere izin verdiği halde, zorlanmayan bir gelişimle; maddi kapanma

yerine ‘mental kapanma’(oluşturulan düşünce sisteminin, giyim ve moda

denilen sosyal değişim biçimlerindeki örtünme) nın geçmesiyle yüzeyden

öze yani gerçeğe geçer. Fakat diğer yandan tutucular da bu tabii gelişimin

gerekli olduğunu artık kabul etmelidir.

Bütün bu sosyal kurumlar gibi, cinsel ahlâka dayanan gelenekler de, sosyal

sebeplerle birlikte değişmeye, sosyal yükselişle birlikte yükselişe uğrarlar.

Özellikle bu adetlerin kaynağı ne din ne de medeniyet olmadığı,

zamanında yabancı kültürlerden alınmış din dışı davranış ve biçimler

olduğu kesin olunca, bu davranışta inatçı olmamak gerekir.

Page 240: ASİFE ÜNAL

233

Tutuculuğun bu alandaki görevi, cinsel ahlâkta esas olan temizlik,

incelik, utanma duygusunun korunmasında sağlamlık ve ödün

vermemektir. Adetlerin değişmesi ise tabii kanunların kaçınılmaz

sonucudur. Bundan böyle artık şekiller ve sembollerle değil, cinsel ahlâkın

gerçek unsurları ile uğraşmak zamanı gelmiştir. Çünkü bu gibi şekilcilikle

uğraşıldığı sırada ahlâk yönüne gerekli özen gösterilmiyor. Bunun sonucu

olarak da temizlik ve titizlik gittikçe yozlaşıyor...”367

Bu dönemde yapılan tartışmalar sınırlı birtakım değişmelerin olması ile

sonuçlanmıştır. Bu değişikliklerin bazısı olumlu olmakla birlikte kadın

meselesini halletmekten uzak olduğu, günümüzde bile bu tartışmaların

yapılmaya devam edilmesinden anlaşılmaktadır. Bu değişiklikler ile ilgili şu

örnekler verilebilir:

Abdulaziz, daha 1863’lerde kızlara özgü bir öğretmen okulu açılmasını

emretmişti...Ferace yerine çarşaf giymeyi yasaklamış olan Abdulhamit ilke

olarak kadınlara eğitim imkanları sağlamaktan yana olduğunu belirtmiştir...Tek

tek oluşan bu yenilikçi girişimlerden Osmanlı burjuvazisinin küçük bir kesimi

yararlanabilmişti...Üst sınıflara mensup öğrenim görmüş kadınlar giderek

ince peçeler kullanmaya ya da peçesiz dolaşmaya başladılar. Örneğin,

1912’de peçesiz Türk kadınları, Amerikan Büyükelçiliğinde verilen bir resmî

kabule katıldılar. Değişik kadın dergilerinde kadınların fotoğrafları

yayınlanmaya başladı. Başta Türk Ocağı olmak üzere kültür kurumlarında

kadınlara özgü konferanslar düzenlenmeye başladı. Unat’ın aktardığına göre bu

konferanslar daha çok Rus kökenli kadınlar tarafından veriliyor, geleceğe

ilişkin önemli öneri ve tenkitler taşıyordu.368

1915’te, Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan, endüstrinin çeşitli sektörlerinde

kadın işçileri istihdam etmek amacıyla bir dernek kurdu. Aynı yıl yayınlanan

bir irade-i seniye ile çarşafın devlet dairelerinde iş saatlerinde

çıkarılmasına izin verildi. Dairelere çalışmak için giden kadınlar, kimi zaman

367 Ziya Gökalp, Türk Ahlâkı, s.52-55. 368 Bkz.Nermin Abadan Unat, “Toplumsal Değişme ve Türk Kadını”, Türk Toplumunda Kadın,

Ankara 1979, s.9-11

Page 241: ASİFE ÜNAL

234

giydikleri eteklerinin boyları yönetmelikle belirtilenden kısa olduğu

gerekçesiyle, polis tarafından evlerine döndürülüyordu.369

Mart 1919 tarihinde İstanbul Hükümeti’nin Maarif Nazırı Ali Kemal,

İstanbul Darülfünun Felsefe Fakültesi’nde kadınlara özgü dersleri başlatmıştır.

1921 yılında da, kız ve erkeklerin birlikte izledikleri sınıflar açılmış; bu

sınıflarda kızlara sadece ders süresince peçelerini kaldırma izni

verilmiştir.370

Cumhuriyet öncesi kadının başörtüsüne verilen önem Maraş’ta kurtuluş

hareketinin başlamasına vesile olmuştur. Halide Edip Adıvar, bir eserinde bu

konudaki bir hatırasını şöyle anlatmaktadır: “1954 yılında Mersin’den

Ankara’ya seyahat ederken trende çok yaşlı bir Maraşlı ile karşılaşmıştım.

Şundan bundan derken konuşmayı Kurtuluş Savaşı’na getiren Bey: ‘Biz birçok

erkek bir kahvehanede oturuyorduk’ diye başladı. ‘Ne yapacağımızı bilemeden

oturuyorduk öyle. Fransız askerleri sokakta bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu.

Siyah çarşaflı, peçeli bir kadın hamamdan çıktı, sokağa doğru yürüdü. İşte o

sırada olan oldu, kadın oradaki Fransız askerlerinin ortasında kayboldu.

Kaybolan sade o kadın olmayıp, bizim şerefimiz, namusumuz...bütün

memleket olduğunu o zaman anladık. Hepimiz çok sarsılmıştık. İşte, ya

hürriyet ya özgürlük seçilmeli diye kararı orada verdik; başladık çeteler

kurmaya’.” 371

Tanzimat’tan itibaren yavaş yavaş meydana gelen bu değişikliklerin

Cumhuriyetle birlikte aldığı şekil farklı yorumlara sebep olmuştur. Kılık

kıyafetteki bu değişim şapka inkılabı ile resmî bir hüviyet kazanmıştır. Bu

inkılabın yapılışını bizzat Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün

kendi ifadeleri ile vermek yerinde olacaktır:

“Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve

temeddün düşmanlığının alamet-i farikası gibi telakki olunan fesi atarak

onun yerine bütün medenî alemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek

ve bu suretle, Türk milletinin, medenî hayat-ı içtimaiyeden, zihniyet itibariyle

de hiçbir fark olmadığını göstermek bir lâzıme idi. Bunu, Takrir-i Sükûn

369 Bkz.Unat,11. 370 Bkz.Unat,12.

Page 242: ASİFE ÜNAL

235

Kanunu cari olduğu zaman yaptık. Bu kanun cari olmasaydı yine yapacaktık.

Fakat, bunda, kanunun mer’iyeti de, suhuletbahş oldu denirse, bu çok

doğrudur. Filhakika, Takrir-i Sükûn Kanununun mer’iyeti, bazı mürtecilerin,

milleti vâsi mikyasta tesmim etmesine meydan bırakmamıştır. Gerçi bir Bursa

mebusu, bütün hayat-ı teşriiyesinde, hiçbir vakit kürsüye çıkmamış ve hiçbir

vakit Mecliste, millet ve cumhuriyet menfaatlerini müdafaa için bir tek kelime

dahi telaffuz etmemiş olan Bursa Mebusu Nurettin Paşa, yalnız şapka iksası

aleyhinde uzun bir takrir vermiş ve bunu müdafaa için kürsüye çıkmıştır.

Şapka iksasının ‘hukuk-ı esasiye ve hakimiyet-i milliye ve masuniyet-i

şahsiye hilafında muamele’ olduğunu iddia etmiş ve bunun ‘halka adem-i

tatbikının temin ve teyit’ olunmasına çalışmıştır. Fakat Nurettin Paşa’nın

millet kürsüsünden galeyana getirmeğe muvaffak olduğu taassup ve irtica

hisleri, nihayet birkaç yerde, yalnız birkaç mürteciin, İstiklal

Mahkemelerinde hesap vermeleriyle söndü." 372

Şapka inkılabının kadınlar için bir müeyyide getirmediği bilinmekte;

Atatürk’ün kadın kıyafeti konusundaki toplum hassasiyetini bildiği için bunu

zamana bıraktığı düşünülmektedir. Bu görüşe katılmayan ve bu inkılabın

özellikle bayanları hedef aldığını iddia edenler buna Atatürk’ün şu sözünü delil

göstermektedir:

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya peştamal ve

buna benzer şeyler atarak, yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere

karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası ve

medlûlü nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu

vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır.

Derhal tashihi lâzımdır.” (Kastamonu, 30 Ağustos 1925)373

Atatürk’ün kadın kıyafeti konusundaki bir sözü de şu şekildedir:

“Seyahatim sırasında, köylerde değil özellikle kasaba ve şehirlerde kadın

371 Halide Edip, Turkish Woman’dan nakleden Perihan Onay, Türkiye’nin Sosyal

Kazanılmasında Kadının Rolü, İş Bankası Yayınları, tyy., s.77. 372 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 1927 tarihli Arapça harfli nüsha esas alınarak Etem Çalışkan

el yazması, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, II / 827. 373 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1952, II/220. Atatürk’ün bu sözünün ilgili

bölümde Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol tarafından da kullanıldığı hatırlanmalıdır. Ayrıca bu sözlerin kullanımına örnek olarak bkz. Mehmet Dağ, “İslâm’da Örtünme Üzerine”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, Ankara 1982, V/191.

Page 243: ASİFE ÜNAL

236

arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok kesif bir itina ile kapatmakta

olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar bu biraz da bizim hodbinliğimizin

eseridir. Çok afif ve dikkatli olduğumuzun icabıdır. Kadınlarımız da bizim gibi

anlayışlı ve düşünmesini bilen insanlardır. Onlara ahlâkın kutsallığını telkin

etmek, millî ahlâkımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile nezahetle techiz

etmek esası üzerinde bulunduktan sonra fazla hodbinliğe gerek kalmaz. Onlar

yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler.

Bunda kokulacak bir şey yoktur.”374

Hamza Eroğlu kıyafet konusundaki değişimi şöyle değerlendirmektedir:

“Doğu medeniyetini Batı medeniyetinden ayıran dış özelliklerin en önemlisini

kıyafet teşkil ediyordu. XVIII. yüzyıldan beri Osmanlı İmparatorluğu’nda bir

kıyafet, serpuş anarşisi mevcuttu. Mahmut II devrinde askerlere, memurlara

kavuk yerine fes giydirilmesi kabul edildiği zaman, o zaman başta Şeyhülislâm

olduğu halde bütün ulema fes giymenin şer’an caiz olmadığını ileri sürerek

itiraz etmişlerdi. Halkın her sınıfı istediğini giymekte serbestti. 1903 yılında

Abdülhamit II devrinde, askerlere kalpak giydirilmek istendiğinde ulema sınıfı

bu defa da kalpak giyilmesine itiraz etti. Gerçekten ne fesin ne diğer kıyafet

unsurlarının din ile, milliyetle hiçbir ilgisi yoktu. Ulema halkın dinî inancını

da istismar ederek, yenilikten korktuğundan, dini menfaatlerine alet

ediyorlardı.

Batı medeniyetinin bir bütün olarak ele alınması, dünyanın kabul ettiği

medenî kıyafetin de benimsenmesini zorunlu kılıyordu. Büyük kurtarıcı, 24

Ağustos 1925 de Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde, şapka

inkılabının ilk parolasını başında taşıdığı panama şapkayı da halka göstererek

verdi. ‘Biz her noktaî nazardan medenî bir insan olmalıyız. Fikrimiz,

zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Medenî ve beynelmilel

kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz’ Büyük Atatürk’ün 27

Ağustos 1925 de İnebolu’da ‘Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal

yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için

layık bir kıyafettir.’ diyerek medenî yaşayışa uyan kıyafetin kabulü

zorunluluğunu da açıkça belirtmiştir. Büyük insanın uyarması üzerine daha 25

374 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II / 211.

Page 244: ASİFE ÜNAL

237

Kasım 1925 tarihli Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaş şapkayı giymiş ve

bu yenilik medenî kıyafet değişimi halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan

sonra, cüppe ile sarık giymek yasak edilmiş ve bu kıyafet yalnız din

adamlarına hasredilmişti. Falih Rıfkı Atay’a göre, ‘ Mustafa Kemal bir tatlı

su Türk’ü değil, hür fikirli bir Türk inkılapçısı idi. Fes ve şapka demek

medeniyet demek olmadığını pek iyi bildiğine şüphe yoktu. Fakat başlık

değiştirmenin din ve iman değiştirmek olduğu gibi batıl inanışlara saplanan ve

mıhlanan bir kafaya, hiçbir ileri tefekkür ışığı vurmayacağını da bilirdi. Asıl

mesele kafanın içindeki batıl inanışları söküp atmak idi. Bu başlık değil, baş

davası idi’. Şapka bir başlık taklidi değil, hür fikir ve düşüncenin sembolü

olarak kabul edilmişti.”375

Lapidus, Atatürk’ün genel bir değişimden yana olduğunu, Tanzimat

sonrası yaşanan değişimlerden itibaren alarak şöyle özetlemektedir: “Kemalist

rejimin en önemli politikası kültürel ihtilaldi. Mustafa Kemal, Cumhuriyet

rejiminin ideolojik ve kültürel çerçevesine halkı dahil etmeyi, alelade insanın

İslâm’a olan bağını kırmayı ve halka batılı ve laik bir hayat tarzını

benimsetmeyi hedefledi. 1923 senesinde Saltanatı, 1924 senesinde Hilafeti

ortadan kaldırdı. Vakıfları ayırdı. Ulemayı, yeni teşkil edilmiş Diyanet İşleri

Başkanlığı kontrolüne aldı. 1925 senesinde tarikatlar yasa dışı ilan edilerek

tekkeler kapatıldı. 1927 senesinde fes yasaklandı. 1928 senesinde de Arap

alfabesinin yerini Latin alfabesi aldı... Bu dönemde şer’i hukukun yerini almak

üzere, İsviçre kanunları esas alınarak yeni bir aile hukuku yürürlüğe kondu.

Böylece İslâm çökertilmiş ve kamu hayatındaki rolü ortadan kaldırılmış oldu.

Türklerin geleneksel kültüre olan bağlılıklarını ifade eden sembollerin yerini,

yeni hukukî, linguistik ve modern kimliğin diğer işaretleri aldı.

Bu değişikliklerin bir kısmı, kadının statüsünde meydana gelen

değişikliklerdi. 19. yüzyıl Tanzimat programı, kadınlara ilköğretim hakkı

tanımaktaydı. Fakat yüzyılın bitimiyle laik milliyetçiler kadın meselesine çok

375 Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Ankara 1977, s.186-187; Atatürk’ün kılık kıyafetle

ilgili görüşlerini ifade ettiği 27 Ağustos 1925 İnebolu ve 30 Ağustos 1925 Kastamanu konuşmaları ve yorumlar için ayrıca bkz. Atatürk Ansiklopedisi, Türkiye Cumhuriyetinin Siyasî Tarihi, haz. Kemal Zeki Gençosman, May yay., İstanbul, ty., X/ 65-71.

Page 245: ASİFE ÜNAL

238

önem verdiler. Ziya Gökalp, kadınların eşitliğinin, modern Türk toplumunun

gelişmesi için kaçınılmaz olduğunu öne sürdü. Gökalp, eğitimde , iş edinmede

ve aile hayatında eşitliği, boşanma ve mirasta kadının eşit haklara sahip olması

gerektiğini savunmaktaydı. Yüzyılın ilk on yılında, şehirli kadınlar, Avrupaî

tarzda giyinmeye başladılar. Kadınlar için ilk lise 1911 senesinde açıldı.

Öğretmen, hemşire, ebe ve sekreter okulları hızlı bir şekilde yayıldı. Erkek

nüfusu azaltan savaş yılları, kadınları yeni mesleklere ve fabrika işçiliğine itti.

1916 ve 1917 Aile Hukuku düzenlemeleri, şer’i hukuk ile bağları koparmıştı.

Çok evlilik kısıtlandı. Belli şartlarda kadınlara boşama hakkı verdi. Böylece

kadının sosyal ve hukukî eşitliğine doğru ilk adımlar atılmış oldu. Fakat, bunlar

çok mütevazi adımlardı. Ulaşım vasıtaları da dahil, sosyal hayatta kadına halâ

ayrım yapılmaktaydı. Tiyatrolardaki eğlenceler, eğitim ve pek çok faaliyetler

halâ haremlik-selamlık şeklinde ya da ayrı odalarda yapılmaktaydı.

1920 ve 1930’ların reformları daha radikal değişiklikler taşımaktaydı. 1924

tarihli Aile Kanunu çok evliliği kaldırdı. Her iki cinsi de boşanma konusunda

eşit hale getirdi. Boşanmayı, yalnızca erkeğin imtiyazlı bir hakkı olmasından

çıkarıp, belli şartlar çerçevesinde, mahkeme kararına bağladı. Anayasa eğitim

ve iş edinmede kadının eşitlik hakkını garanti altına aldı. 1934 senesinde

kadına seçme hakkı verildi. 1935 senesinde Türk parlamentosuna kadın

milletvekilleri seçildi. Kadına karşı bakış açısında ve hukukî prensiplerdeki bu

değişiklikler, kadının Türk kamu hayatına giderek artan katılımının ilk

temelleri oldu.”376

Türk kadınının hayatında ve giyiminde meydana gelen değişimler,

yabancılar tarafından da büyük bir dikkatle takip edilmiştir. Bu ilgiye

“Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi” adlı eserden örnekler vermek377

uygun olacaktır:

376 Ira M. Lapıdus, Modernizme Geçiş Sürecinde İslâm Dünyası, çev. İ.Safa Üstün, İstanbul

1996, s.76-78. 377 Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi’nden nakleden Leyla Kırkpınar, Türkiye’de

Toplumsal Değişme ve Kadın, Ankara 2001, s.161-174.

Page 246: ASİFE ÜNAL

239

“1914 yılında, iki genç Türk kadınının, hayır için yapılan bir satış

dolayısıyla yüzlerini açmaları, batı dünyasının en ciddi yayın organlarında

‘Türk İnkılabının harikulade bir tezahürü’ sayılmıştı.”378

“Fransa’nın ünlü siyasetçilerinden ve başbakanlarından M. Herriot,

Türkiye üzerine verdiği bir konferansında, Türkiye’nin yeni dönemde yaşadığı

değişikliğe hem hayranlığını gizleyemiyor hem de açıkça gıpta ettiğini

söylüyordu...”379

Paul Bourget’e göre , geçmiş dönemlerde Türk erkeklerinin

kadınlarını peçe ve kafes arkasına saklamalarının gerçek nedeni,

şarklıların kadınlarını büyük bir aşkla sevmeleriydi. Başkalarının ihtiras

nazarlarından onları korumak için saklamak gereğini hissediyorlardı.

Paul Bourget’in bu düşüncelerine yer veren Malş ise, kadının kıyafetiyle ilgili

bu değişmenin birden olmadığını, bir ara dönem yaşandığını şöyle belirtiyordu:

“Tasavvur edilmelidir ki, yapılan bir tek işaret üzerine peçeler hemen atılmış,

kadınlar hemen kahvelere koşarak, erkeklerin şaşkın bakışları altında bacak

bacak üstüne atıp, çöple limonata içmemişlerdir. Hayır orada da bir intikal

devresi geçirildi. Şapka devresinden evvel baş atkısı devresi görüldü.”380

Robert S. Boudouy, reformlar öncesi Türkiye ile reformlarla birlikte yeni

görüntülere sahip olan Türkiye arasında ilginç karşılaştırmalar yapmaktadır.

Onun aktardığı biçimiyle; eskiden vapurlarda, tramvaylarda mevcut olan

kadınlara ait hususi mevkiler bugün hep ortadan kalkmıştı. Oysa daha 1925

senesine kadar, herkesin içinde erkeklerle umumî yerlerde oturabilmek

cesaretini gösteren kadınlar pek nadirdi. Gerçi I. Dünya Savaşından beri Türk

kadınları artık yüzlerini örtmüyorlardı. Peçeleri bir vualet şekline dönüşmüş ve

başlık denilen güzel bir baş örtüsü zarafetlerini bütünüyle tamamlamıştı. Hatta

bu peçe büsbütün ortadan kalkmıştı, bu başlık aynı derecede zarif olan bir

garplı kadın ile bir Türk kadını arasındaki biricik farkı oluşturuyordu. Oysa bu

kılık da Gazi’nin hoşuna gitmediği için, 1928 senesi yazı esnasında ortadan

kayboluvermişti. Boudouy, şunları söylüyordu: ‘ Doğrusunu söylemek lazım

gelirse, bu başlığın ortadan kalkmasına biraz da acınmıyor değiliz; zira bu

378 Robert S. Boudouy, “Türk Kadınları Saylav Oluyorlar”, Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s.154-157.

379 M. Perriot, “Yeni Türkiye’nin Eseri”, Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s.88.

Page 247: ASİFE ÜNAL

240

biçim örtü çok yakışır bir şey olduğu gibi, Türk kadınının simasına da çok

yakışıyordu. Mamafih, meşhur bir feminist olan Bayan Saffet’in şapkayı pek

büyük bir zarafetle giydiği inkar edilemez. Burada Türkiye’de çarşaf ve

peçenin hiçbir zaman men edilmediğini kaydetmenin yeri olduğunu

zannediyorum. Çarşaf ve peçe, zarif giyinen kadınlarla, genç nesiller

tarafından kendi istekleriyle terkedilmiştir; bununla beraber avam

tabakasına mensup kadınlar, elan çarşaf giyiniyorlar. Gerçi bunlar arasında

bile, çarşaf giyenlerin sayısı azaldıkça azalıyor; fakat bu da tam bir azatlık

içerisinde oluyor.381

The New York Herald Tribune yazarlarından Felsefe Doktoru Hester D.

Jenkins de Türkiye’de meydana gelen bu değişiklikler hakkındaki gözlemlerini

şöyle aktarmıştır: “Türkiye’de meydana gelen enteresan değişmelerden birisi,

erkeklerle kadınlara eşit haklar verilmesiydi. Adamakıllı örtünmeden sokağa

çıkamayan, ailelerindeki erkeklerden başka hiçbir kimse ile konuşmayan, daha

sonra ailelerinin seçtiği ve belki de başka karıları olan bir adamla evlenen

Türk kızlarının, geçmiş dönemlerde okul bahçesinde bir erkek hademe görseler

çıkardıkları çığlıklar ne de olsa akıllardan çıkmıyordu.” Şimdi bu yeni

mekteplerde onları, erkek çocukların yanlarında oturur, aynı kitapları okur,

aynı meslek ve sanatlara hazırlanırken gördüğünü ifade eden Jenkins, Şarkta

bir erkeğin bir kadına takındığı tavrın tamamen ortadan kalkmış olduğunu

hayretle gözlemlediğini, Ankara sokaklarında peçeli geçen kadınların hiç göze

çarpmadığını, kadınların atletik terbiye görmekte ve erkek sporlarına

katılmakta olduğunu belirtmektedir. Jenkins, bir stadyumda, bir jimnastik

gösterisinde kızları, erkeklerin yanı başında, başları, kolları ve bacakları çıplak

olarak, erkek ve kadın seyirciler önünde bu hareketlere iştirak ettiklerini

gördüğü zaman gözlerine inanamadığından söz etmektedir.382

1930’lu yıllarda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Çince (Sineloji)

uzmanı olarak görev yapan Annemarie von Gabain’in, o yıllarda üniversite

öğrencileri üzerine gözlemlerine göre; “1930’da artık kız öğrenciler erkeklerin

yanına oturmaya başlamışlardı. Kız öğrencilerin başı örtülü değildi ve

380 Malş, “Türk Kadınının Vaziyeti”, Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s.152. 381 Robert S. Boudouy, s.154-157.

Page 248: ASİFE ÜNAL

241

yüzleri peçesizdi. Genç kızlara anneleri örnek değildi; çünkü, bir önceki neslin

kadınları okula peçeli gitmişlerdi. Öncekiler peçenin altında mimiklerini

sınırsız biçimde kullanmış olmalıydılar. Oysa peçesizken yüz ifadelerine hakim

olmanın dışında bir şey yapmaları gerekmiyordu. Fakat genç erkekler için

peçeli vaziyetle şimdiki durum arasında, karşı cinsle aynı çevre içinde olmak

açısından pek büyük bir değişim ortaya çıkmıştı. Erkekler birdenbire Türk

kadınının büyük parlak gözlerinin farkına varmışlardı. Onlar şimdi kadınların

ruh halini hissedebiliyorlardı ve onların yüz ifadelerine göre kendilerini

ayarlamak durumundaydılar. Şimdi konuşma esnasında kadınların yüzüne mi

bakmaları gerektiğini, yoksa onlara kaçamak bir bakış mı atacaklarını denemek

zorundaydılar...”383

İlk kez Cumhuriyet Gazetesinin 4 Şubat 1929 tarihli sayısında

‘Türkiye’nin en güzel kadını acaba kimdir?’ sorusu ile gündeme getirdiği ve

Türk milletinin güzelliğini dünyaya gösterme amacıyla katılımı organize ettiği

güzellik yarışması, Keriman Halis’in dünya güzellik kraliçesi olması ile

neticelenmiştir. Bu yarışma ile Türkiye’de artık Batılı anlamda bir hayat

tarzının başlamış olduğunun, “uygar” dünyaya gösterilmiş olması

amaçlanmıştı. Sonraları, Batı gazetelerinde yayınlanan yazılarda, düne kadar

çarşaf ve peçe içinde saklı olan Türk kızlarının artık mayo ile jüri önünden

geçtiğine dair alaycı haberler çıkmaya başlamıştı. Bu nedenle güzellik

yarışmaları, Atatürk döneminde bir daha tekrarlanmamıştır.384

Türkiye’de yaşanan gelişmelerin yakın tarihi herkes tarafından

bilinmektedir. Günümüzde 80-90 yaşında olan insanlar bu değişimi bizzat

yaşayarak görmüş bulunmaktadır. Toplumsal hayatın her alanında olduğu gibi

kılık kıyafet konusunda da değişimlerin yaşanması elbette kaçınılmazdır. Dün

tarlada erkeği ile omuz omuza çalışan kadın, bugün büyük şehirde farklı

konumdadır ve eskiden giydiği biçimde giyinememek durumundadır. Sosyal

382 Hester D. Jenkins, “Atatürk Büyük Bir Öğretmendir”, Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet

Türkiyesi, s.28. 383 Annemarie von Gabain, “Atatürk Devrimlerinin İlk Dönemleriyle İlgili Anılar: Otuzlu

Yıllarda Üniversitelerde Okuyan Türk Öğrencileri”, çev. Mahmure Kahraman, Kemal Atatürk(1881-1938), Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara 1997, s. 145-147.

384 Leyla Kırkpınar, Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Kadın, Ankara 2001, s.173-174; Doğan Duman-Pınar Duman, “Kültürel Bir Değişim Aracı Olarak Güzellik Yarışmaları”, Toplumsal Tarih, 42/20-21.

Page 249: ASİFE ÜNAL

242

bir varlık olan insan çevresine bir biçimde uyum sağlama ihtiyacı

hissetmektedir. Değişimde basın-yayın araçlarının da büyük payı olduğu

kuşkusuzdur. Önce sadece kendi çevresiyle sınırlı olan insan, başka bölgeleri

ve insanları tanıdıkça değişime ayak uydurmaya başlamıştır.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren bu değişime bir örnek olmak

üzere Tokat’ın Zile ilçesindeki kadın giyimi araştırılmış ve özetle şunlar

görülmüştür: Sezar’ın “Geldim, Gördüm, Yendim!” diye övüneceği kadar eski

bir tarihe sahip olduğu belirtilen Zile’de, kadınlar 1900’lü yılların başında “boy

bürük” adı verilen bir tür çarşaf kullanmaktadır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında

ilkokula gidebilen bir kız, genellikle ilk okuldan sonra başını açmak zorunda

kalacağı için okuldan alınmaktadır. Zile’de, ilkokuldan sonra okuldan

alınmayan kızlar, başları açık olarak öğrenimlerine devam etmekte ve tercih

ettikleri öğretmenlik gibi mesleklerini de başları açık olarak yerine

getirmektedir. Bununla birlikte 1920-1930’lu yıllarda Zile’de, bazı

öğretmenlerin okula kadar geleneksel kıyafetle, yüzleri dahi kapalı biçimde

geldikleri, okula gelince yüz örtülerini kaldırıp okula öyle girdikleri, bu

öğretmenlerin öğrencisi olanların aktardığı bilgilerle tespit edilmiştir.

Sonradan muhtemelen kılık kıyafet konusunda yapılan baskılara gösterilen

tepki ile, giyim kuşamda daha önceki uygulamalara dönüldüğü söylenmiştir.

1960’lara kadar Zile’de kadınların giydikleri kıyafetlerde pek fazla bir

değişiklik görülmemiştir. 1960’larda Zile’de okumayan genç kızların başları

açık olabildiği gibi, genellikle dışarı çıkarken başlarına, saçlarının yarısını

örten bir eşarp aldıkları belirtilmektedir. Evli kadınlarda durum biraz daha

farklıdır. O dönemde çalışan kadınların hepsinin açık olması son derece normal

kabul edilirken, ev hanımı olanların büyük çoğunluğu, yaşlı kadınların ise

tamamına yakını örtünmektedir.

O dönemde Zile’de giyim-kuşam ve örtünmede kullanılan eşyalar, duruma

göre farklılık arz etmektedir. Dış kıyafet olarak genellikle diz boyunda olmak

kaydıyla yazın pardösü, kışın manto giyilmekte; bunun üzerine eşarp veya

bürük kullanılmaktadır. Eşarp kullananlar çoğunlukla saçlarının tam olarak

kapatılmasına özen göstermemektedir. Bürük ise; siyah renkli olup genellikle

ipekten yapılmıştır ve iç başörtünün üzerinden bele kadar vücudu örtecek

Page 250: ASİFE ÜNAL

243

biçimde başa örtülmekte, bir elle çene altından tutularak kullanılmaktadır.

Yaygın olarak ağzın, nadiren de gözler açıkta kalacak şekilde yüzün örtülmesi

söz konusudur. Kışın kalın yünlü kumaştan yapılmış ve genellikle iki kat

olarak bürük gibi örtülen atkılar kullanılmaktadır. Bu atkılar kahverengi, bej,

gri gibi renklerde olabilmekte genellikle mantonun rengine uyum sağlamasına

dikkat edilmektedir. Bu dış giysilerin dışında özellikle yazın, siyah renkli ipekli

çarşaflar kullanılmaktadır ve bunlara boy bürük adı verilmektedir. Boy bürük,

genellikle belden büzgü ile iki parçası birbirine birleştirilmiş bir çarşaftır. Car

biçimi olan tek parça bürükler de kullanılmakla birlikte daha az yaygındır.

Zile’de bu bürükler için kesinlikle çarşaf, car, ehram gibi başka isimler

kullanılmadığı belirtilmiştir.

İç kıyafet olarak zamanın modasına göre diz boyunda olan etek-bluz,

elbise tarzı giysiler giyilmekte, üzerine yemeni, yazma ya da tülbent

bağlanmaktadır. Evlerde kadınlar, kendi aralarında iken ya da yabancı kabul

ettikleri kimse yokken yemeni veya tülbentlerinin uçlarını arkadan geçirerek

yukarıdan bağlamakta ya da yanlardan öne doğru bırakmaktadır. Bu modele

keçik adı verilmektedir. Yabancı erkeklerin yanında iken ya da namaz kılarken

bu örtüler, açık olarak bir ucu başın üzerinden dolanarak boyun altından

tutturmak suretiyle örtülmekte ve bu modele de yaşmak veya açık yemeni

denmektedir. Kadınların, önceleri özellikle kayınpederlerinin yanında saygı

işareti olarak yemenilerini göz veya burun altından itibaren yüzlerini de

kapatacak biçimde örttükleri ifade edilmiştir. Genellikle bu yemeniler, iğne

oyası ve mekik oyası ile; tülbentler de, boncuklarla yapılan oyalarla

süslenmektedir.

Anadolu’nun bazı yerlerinde olduğu gibi bindallı denilen kadife kumaş

üzerine sırma işli elbiseler Zile’de daha çok özel günlerde, kına gecelerinde

giyilmektedir. Üç etek ve şalvar tarzı giysi şehirde görülmezken, ilerde

görüleceği üzere, Sıraç köylerinin kadınları bu şekilde giyinmektedir. Bununla

birlikte özellikle pekmez ve salça yapmak gibi büyük işler esnasında kadınların

bandik adı verilen şalvarlar giydikleri belirtilmiştir.

Yaygın olmamakla birlikte görülen yüzün örtülmesi genellikle 1960-

70’lerde terkedilmiş, ağzın örtülmesine ise devam edilmiştir. Yüzünü peçe ile

Page 251: ASİFE ÜNAL

244

örten son Zile’li hanımın 1973’lerde vefat ettiği belirtilmiştir. O dönemde

kadınların saçları önden veya yanlardan, bağrı da elbisesinin yakasından

görünebildiği halde, ağzın örtülmesine özen gösterilmesi, örtünmede kültürel

boyutu ortaya koyması bakımından ilginçtir.

1970’li yılların sonuna doğru genç kızlar arasında genellikle aile zoruyla

olan geleneksel örtünme yerine, isteyerek ve saçlarını iyice kapatacak bir eşarp

kullanarak örtünme görülmeye başlamıştır. Zile’de örtülü ilk gelinliğin

1980’lerde giyilmiş olduğu, o dönemlerden sonra bürük kullanımının da yerini

eşarba bıraktığı ifade edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise örtünme

konusunun Türkiye genelinde olduğu gibi bir seyir takip ettiği, günümüzde

genellikle genç kızların ve evli genç kadınların ya iyice örtülü ya da tamamen

açık oldukları; orta yaşlı ve yaşlı kadınların ise örtülü olup örtünmede

geleneksel biçimde pardösü ve eşarp kullandıkları belirtilmiştir.

İslâm öncesinden başlayarak Türklerde giyim-kuşam ve örtünme

anlayışının tarihçesini örneklerle bu şekilde özetledikten sonra günümüzde bu

konudaki görüş ve anlayışları incelemek yerinde olacaktır.

c. Günümüzde Türkiye’de Müslümanların Örtünme Anlayışı

Türkiye, nüfusunun hemen hemen tamamına yakını Müslüman olan bir

ülkedir. Müslüman Türkler, asırlarca birlikte yaşadıkları Müslüman olmayan

unsurlarla da, geçmişte olduğu gibi, barış içinde yaşamaktadırlar. Zaten Türk

milletinin, ihanet etmedikçe, insana insan olarak davranma konusunda

hassasiyeti bulunmaktadır. Örtünme konusunda, önceki bölümlerde görüldüğü

gibi, Yahudi, Hıristiyan veya Müslüman olsun herkesin, toplumun genel

kabulleri doğrultusunda hareket ettiği görülmüştür. Geçmişte Müslüman Türk

kadını ne giyiyor ise, aynı bölgede yaşayan Yahudi veya Hıristiyan kadının da

onu giydiği ortaya çıkmıştır. Erkek kıyafetinde de durum aynıdır. Din

farklılığını göstermek için bazen küçük renk sınırlamaları yapılmış ise de,

genellikle biçim farklılıkları dinî değil, bölge, statü, zenginlik, meslek gibi

sosyal ve ekonomik durum farklılıklarından kaynaklanmaktadır.

Page 252: ASİFE ÜNAL

245

Toplumun, başka değer yargılarında olduğu gibi, kılık-kıyafet

konusundaki anlayış ve uygulamalarında da dini referans alması, son derece

tabiidir. Ancak günümüzde dinî olan ile olmayan ayırımı yapılamamakta, ayıp

ve günah kavramları karıştırılmakta, dinle şöyle ya da böyle ilgili her konunun

diğer yönleri bırakılıp sadece dinî yönü ele alınmaktadır. Burada da genellikle,

asıl olan, öz olan ihmal edilmekte, şekiller ve görünümler öne çıkarılmaktadır.

Örtünme konusu da böyledir. Kılık kıyafet ve örtünme, maalesef dinin en

büyük göstergesi kabul edilmiş ve din adına bu konularda büyük problemlerin

yaşanmasına sebep olunmuştur. Sarığını çıkarıp fes giymeyi din adına kabul

etmeyen insan, bir süre sonra bu defa fesini çıkarıp şapka giymeye yine aynı

din adına karşı çıkmıştır. Bir müddet de hangi biçimde olursa olsun şapka ile

başını kapalı tutmaya din adına özen gösteren ve açık olmayı ayıp ve günah

kabul eden Müslüman Türk erkeği, bugün başı açık olarak bulunmakta örf ve

din adına hiçbir sakınca görmemektedir. Bu anlayış değişimi incelendiğinde

dinin birçok özelliği de ortaya çıkmış olmaktadır. Din olgusu zaten insanı

huzura ve mutluluğa götüren kurallar bütünüdür. Erkek giyiminde durum

tamamen sosyo-kültürel bir olay olarak ele alınmış ve geçmişte problem teşkil

eden konular, günümüzde problem olmaktan çıkarılmıştır. Türkiye’de diğer din

mensupları belki erkek giyimi konusunda Müslümanlar kadar açılım

gösteremez iken, kadın giyiminde durum farklı olmuştur.

Türkiye’de kadının giyim-kuşam ve örtünmesi konusunda diğer din

mensupları önemli bir anlayış değişmesi içinde olmasalar da, uygulamada

büyük bir değişim yaşamaktadır. Gerek Yahudilerde gerek Hıristiyanlarda

örtünme büyük ölçüde yaşlı hanımlarla ve ibadetle sınırlandırılmıştır. Aynı

durum Müslümanlar için de söz konusu gibi görünmekle birlikte, ülkemizde

yaşanan türban tartışmaları bunun pek geçerli olmadığını göstermektedir. Dün

kendi başlıkları için din adına mücadele eden erkekler, bugün bu mücadeleyi

kadının örtüsü alanına kaydırmış görünmektedir.

İslâm dininin kadının örtünmesi konusunda getirdiği kurallar, ilgili

bölümde incelenmiştir. Burada Türkiye’de günümüzde var olan farklı anlayış

ve modeller incelenecek ve bunların arka planı görülmeye çalışılarak bir

yoruma ulaşılmaya gayret edilecektir.

Page 253: ASİFE ÜNAL

246

Günümüzde Türkiye’de İslâm adına en yetkili mercii Diyanet İşleri

Başkanlığıdır. Diyanet İşleri Başkanlığı örtünme konusunda 03.02.1993

tarih ve 6 no’lu, “Tesettür” konulu kararında açık bir biçimde hüküm

vermiş ve kadının örtünmesinin dinen farz olduğunu beyan etmiştir.

Bunları İslâm’da ilgili bölümde zikredilen ayet ve hadisler ile geçmiş

dönemlerin uygulamalarına dayandırmıştır. Bu kararın üzerinden geçen

süre içinde de herhangi bir farklı karar yayınlanmamıştır. 18 Mayıs 2002 tarihli

“Güncel Dinî Meseleler İstişare Toplantısı Sonuç Bildirgesi”nde de kadınla

ilgili birçok konuda yeni yorumlar getirildiği halde, başörtüsü ile ilgili herhangi

bir sonuç açıklanmamıştır.

Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın, kendisi ile yapılan

bir röportajda kendisine sorulan “Siz öteden beri başörtüsüne daha farklı bir

açıdan bakar ve farklı yorumlar getirirsiniz. ‘İnsanların hoşuna gitmese de,

başörtüsünün dindeki yeri abartılmış olabilir’ diyorsunuz mesela. Ne demek

bu?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Onu şu sıralarda çok fazla açmayayım.

Çünkü başörtüsü konusunda çok şey konuşuluyor. Sanki Türkiye’nin bütün

problemleri bitmiş, başörtüsü yegane problemmiş gibi sadece bu konuşuluyor.

Açıkçası bu da, hem beni hem de partiyi rahatsız ediyor. Ben diyorum ki her

konuda olduğu gibi, başörtüsü konusunda da dinin kendi içerisinde farklı

anlatımları var. Kimisi başörtüsü konusunda oldukça sıkı, kimi de oldukça

rahat bırakıyor. Toplumun bunlardan haberdar olması lazım. Evet yıllardır

tartışılan bir konu ama bu konuyu tartışırken, sadece siyaset üreterek değil,

bilgi üreterek de ortamı zenginleştirmeliyiz. Bunun için, başörtü

uygulamasındaki genişliği gündeme getirmemiz lazım. Siyaset için değil, din

konusunda daha berrak bir görüşe sahip olmak için bunu yapmak

durumundayız. Bu bizim kendi kültürümüzde de vardır. Anadolu köylüsünün

yaşadığı hayat tarzında da vardır. Kadın-erkek birlikte çalışır, birlikte yer içer.

Dolayısıyla, başörtüsüne bakarken, bunun arkasındaki Anadolu rahatlığını da

görmek lazım. Biz bu gün tek bir yoruma saplanıp kalıyoruz ve problem de

Page 254: ASİFE ÜNAL

247

buradan çıkıyor. Biz bu konuda bir çalışma grubu oluşturduk. Başörtüsü de

dahil olmak üzere, kadınla ilgili bütün dinî hususlar tartışılacak.”385

Akşam Gazetesinin bir haberinde de Diyanet’ten Sorumlu Devlet Bakanı

Mehmet Aydın’ın, İslâm’ın reforma ihtiyacı bulunduğunu iddia ettiği ve

Kuran-ı Kerim’in türbandan söz etmediğine dikkat çektiğinden söz edilmekte

ve “Türban takmanın dinin gereği olup olmadığı, bir yorum meselesidir.”

dediği belirtilmektedir. Habere göre “Financial Times’e demeç veren Devlet

Bakanı Aydın, İslâm’ın laik Türkiye’yi AB’nin dışında tutması için bir neden

olmaması gerektiğini söyledi. Mehmet Aydın, Suudi Arabistan, İran ve

Pakistan’da kadınlara yönelik baskıcı uygulamaların İslâm’ın yanlış

yorumlanmasından kaynaklandığını ileri sürdü. Söz konusu devletlerin dinî

devletler olarak değerlendirilemeyeceğini ifade eden Aydın, ‘Eğer insanlar

arasındaki eşitlik konusunda net bir vizyonunuz yoksa din konusunda da net bir

vizyonunuz olamaz. Kadınların araba kullanabilmesine ilişkin tartışmaları

duymaktan utanıyorum. Bu başka bir çağa dair.’ diye konuştu. İstanbul’a bir

kadın müftü yardımcısı atayacağını açıklayan Aydın, din ve devlet işlerinin

katı biçimde ayrıldığı Türkiye’de bile, İslâm’ın reforma ihtiyacı olduğunu

söyledi. Aydın, bunun kadınların, camilerin istedikleri bölümünde ibadet etme

hakkını elde etmeye cesaretlendirilmesini de içerdiğini belirtti. Türkiye’deki

türban tartışmasında iki tarafın da hatasına işaret eden Bakan, katı

laiklerin türbanı, siyasî İslâm’ın simgesi olarak gördüklerini, aşırı

dincilerin de kadının dindar olmak için saçlarını örtmesinin şart olduğunu

düşündüklerini hatırlattı. Aydın, ‘Kuran, yalnız alçak gönüllülükten

bahseder. Başını örtmeye ihtiyaç duyup duymamak bir yorum

sorunudur.’ dedi...”386

Örtünme konusunda ülkemizde yapılan tartışmaların örnekleri bu

çalışmanın sınırlarını çok aşacak mahiyettedir. Bu sebeple birkaç örnek

vermekle yetinilecektir. Örtünmenin, Türk kızlarına ve kadınlarına erkekler

tarafından yapılan bir dayatma olduğu görüşüne ait bir örnek şu sözlerle dile

getirilmektedir:

385 Sefa Kaplan, Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ile

röportaj, Pazar Hürriyet, 14 Aralık 2002, s.14. 386 Akşam Gazetesi,02.08.2003.

Page 255: ASİFE ÜNAL

248

“Bugün şehirli dindar erkeklerimizin çoğu, ‘içtimai hayat ve maslahat

icabı’ başlarını açıyor ve modern-popüler kıyafetleriyle kazandıkları statülerini

riske atacak ‘aşırılıklara’ yanaşmıyor. Erkek başlığı ve nasıl giyileceği ile ilgili

hadis rivayetleri - sakal konusundaki rivayetler gibi- örfe hamlediliyor.

Ancak ‘gavur’ suçlamasına yol açmış, ama zamanla örf haline gelmiş

erkek kıyafetini ‘kimlik’ meselesi yapmayan dindarlarımız, hanım

kıyafetine gelince, ayet-hadislerin örfle bağlarını koparıyor, örfün izin

verdiği giyim yelpazesini yok sayıyor; izafi ve muğlak olan ‘zaruret’

kavramını mutlaklaştırıyor ve ‘örtü’yü hanımların dinî ‘kimlik göstergesi

olarak’ sunuyorlar.

Eskiden hür hanımların ‘dikkat çekmemesini’ ve cariyelerden ayırt

edilmesini sağlayan örtünme biçimi, bugün bazı ortamlarda -tam tersine- hem

‘dikkat çekiyor’ hem de bir kesimin gözünde -yine ‘dinî/siyasî/toplumsal

kimlik göstergesi’ olarak- cariye statüsünü temsil ediyor...Tesettürü ‘kimlik’

olarak gören dindar erkeklerimizin çoğu, kadın-erkek farklılığının kendilerine

‘kimlik muafiyeti’ sağladığını düşünüyor ve ‘kaçak güreşiyor’. ‘Tesettürden

taviz verilemeyeceğini’ savunan basın-yayın organları, ‘rahatlık, özgürlük ve

çağdaşlığı’ vurgulayan erkek giyimi reklamları yayınlayabiliyor.”387

Erkekler cephesinden başörtüsü meselesine getirilen ve tamamen

katıldığımız bu görüşten sonra, örtülü kadınların kendi ifadelerinden bir

örnek vermek uygun olacaktır.

1944’te Amerika’da doğan bir Hıristiyan olup sonradan bir Türk’le

evlenerek Müslüman olan ve Aişe Aslı ismini alan bir hanımın örtünme

hikayesi, konuya farklı bir bakışı objektif olarak yansıtabilmek adına

özetlenerek alınmıştır: “ ...Türkiye’ye ilk geldiğimde açıktım; herhangi bir

batılı kadına benziyordum. Tesettürden haberim bile yoktu. Çok iyi

hatırlıyorum, yeni geldiğimiz zaman bir gün kocam ile beraber onun bir

arkadaşı ve hanımıyla buluşmak için bir parkta bekliyorduk. Tanışacağım

hanımın kapalı olduğunu kocam biliyordu. Bu yüzden benim halimden biraz

huzursuz olmuştu. Üstümde krem rengi bir pantolon ve krem rengi askılı bir

buklet takım vardı. Gözlerim, dudaklarım, tırnaklarım boyalıydı; saçımı da

387 Murat Çekin, “Netlik Ayarı-Kıyafet Meselesine Yeniden Bakış”, İslâmiyat, III/2, 180

Page 256: ASİFE ÜNAL

249

yeni yaptırmıştım. Birkaç tane kolye ve bilezik de takmıştım. Beyim bana

‘Keşke bugün biraz daha kapalı giyinseydin’ deyince, ben dedim ki; ‘Lüzûm

yok. Allah kalbimi biliyor.’ Ne kadar cahildim, hakikatten ne kadar uzaktım.

Kadının özel bir yaratılışı olduğunu ve onun muhafaza edilmesi gerektiğini

bilmiyordum. Sonra yavaş yavaş İslâm’ı öğrendikçe, tesettürün hikmetlerini

idrak etmeye başladım.

Türkiye’ye yeni geldiğim zaman hemen Kur’an-ı Kerim öğrenmek istedim.

Birisi beni İngilizce bilen bir hanıma götürdü. Şükran Hanımın başı örtülüydü

ve kapalı giyiniyordu. Örtü hakkında soru sorduğumda ‘Evet, İslâm’da kadının

örtünmesi şart’ dedi. Fakat aynı zamanda çok yumuşak davrandı bana. Hemen

‘başını ört’ demedi. Bir müddet sonra ben evin içinde bile başım açıkken

huzursuzluk hissetmeye başladım. Başımı örttüğümde huzurlu oluyordum ve

böylece örtünmeye başladım. Tabi ki tesettürü tam manasıyla uygulamıyordum.

Baş örtümü türban şeklinde bağlıyordum. Kıyafetlerim yine Batı modeliydi

fakat mevsim yaz da olsa sadece uzun kollu ve kapalı yakalı modeller

seçiyordum. Böylece tesettüre doğru ilk adımlarım atıldı. Tenim örtülü olduğu

için ben tesettürlü olduğumu zannediyordum o zamanlar. Seneler sonra bunun

ne kadar yanlış olduğunu anladım. Kıyafetim batılı olduğu için sokaklarda yine

‘yabancılık’ çekmiyordum, fakat tanıdıklarımız arasında ‘Ne zaman hoca

oldun, saçını niye hapsettin’ gibi sözler de söylenmiyor değildi...

...Leyla, genç ve güzel bir Kanadalı Müslümandı. Eşi Kerim Bey, genç, Fas

asıllı bir Müslümandı. Onları ilk gördüğümde Leyla uzun, bol kaftan şeklinde

İslâmî bir kıyafet içindeydi. Başında kaftanı ile aynı kumaştan büyük bir örtü

örtmüştü. Kerim Bey ise, koyu yeşil bir cüppe giyiniyordu, sakallıydı, başında

beyaz bir sarık ve elinde bir baston vardı...

...Leyla’ya baktım. Onun Müslüman bir kıyafet içinde rahat huzurlu ve

vakur bir hali vardı. Bu durumda Leyla’nın ne kadar hür bir kadın olduğunu

idrak ettim. Evet, hür bir kadındı. Neden? Çünkü kendisi Batıda doğduğu ve

büyüdüğü halde, Batı modasının zincirlerini kesip atmıştı ve hürriyetine

kavuşmuştu. Ne mutlu ona!Ben ise Leyla’dan evvel Müslüman olmuştum ama

halâ batı modasına bağlıydım...Leyla’ya imrendim ve karar verdim: Ben de

hür bir kadın olacağım.

Page 257: ASİFE ÜNAL

250

...İlk Müslüman kıyafetim Leyla’nın elleriyle kesildi. Gerçi öyle bir

kıyafetle gündüz çıkmaya hemen cesaret edemedim, çünkü benim çevremde

kimse uzun ve bol kıyafet giymiyordu. Cesaretim artınca gündüz de öyle çıktım,

tam Leyla gibi. Artık çok sevinçliydim çünkü Müslüman bir kıyafet giyiyordum.

Batı modasının pençelerinden kurtulmuş,hürriyetime kavuşmuştum.

Fakat bazı arkadaşlarım kıyafetimi eksik gördüler. Kıyafetim uzun ve bol

olduğu halde ayrıca bir dış kıyafetin lazım olduğunu söylediler. Öyle olunca

ben esasını öğrenmek için Kur’an-ı Kerim’e baktım ve gerçekten ayrı bir dış

kıyafetin lazım olduğunu öğrendim. Kur’an-ı Kerim’de kadının dış kıyafeti

‘cilbab’ adıyla geçiyor, ama cilbab nedir? Çeşitli tefsirleri ve lügatleri

araştırdıktan sonra anlaşıldı ki, cilbab baştan ayağı sade, uzun ve bol dış

kıyafet demek.

Çok sevdiğim bir arkadaşımın yardımı ile cilbabım abaya şeklinde koyu

lacivert renkli kumaştan dikildi. Başıma aynı renkten bir örtü sardım. Bu

kıyafetle ilk sokağa çıktığım zaman diyebilirim ki ilk defa Türkiye’de müthiş bir

yabancılık hissettim. Herkes bana baktı. Sokaktaki herkesin dikkatini ister

istemez çekiyordum. Kimisi ‘Ne güzel’ kimisi ‘Ne garip’ ifadeleriyle

hayretlerini belirtiyorlardı... Türkiye nüfusunun çoğunluğu Müslümandı ama

bu memleketin bazı yerlerinde bir kadının Müslüman bir kıyafetle sokağa

çıkması olay oluyordu.

Yeni cilbabıma kısa zamanda alıştım. Eski halimi düşününce kendi

kendime gülüyordum. Evet daha evvel tenimi örtmüştüm ama vücut hatlarım

belliydi. Bir kadının vücut hatları meydanda iken onu tesettürlü saymak

mümkün mü? Sadece vücut hatları değil, bir kadının güzelliği

meydandayken o kadın tesettürlü sayılmazdı. Tesettür sadece ‘örtünmek’

manası değil, ‘saklanmak’ manası da taşıyordu. Yani kadının güzelliğini

hatta şahsiyetini bile gizlemesi lazımdı. Bir kadının güzelliği veya çirkinliği,

kibarlığı veya kabalığı, zenginliği veya fakirliği belli olmamalı idi. Onun için

zarif bir manto ve baş örtüsü, şık bir ayakkabı ve çantayla bir kadın tam

tesettürlü sayılmaz. Evet örtünmüş olabilir ama onun güzelliği ve şahsiyeti

saklanamamıştır.

Page 258: ASİFE ÜNAL

251

Senelerce ben nasıl aldanmıştım? Hem batı modeli, vücudu saran

kıyafetler giymiştim hem de İslâm’ın tesettür şartlarını yerine getirdiğimi

sanmıştım. Demek insan çok kolay aldanabiliyor...”388 Bu ifadeler, örtünme

konusundaki anlayış farkına çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Burada sadece

örtünme değil, örtünmenin ayrıntılı biçimi bile İslâm ile özdeşleştirilmektedir.

Örtünmenin “kadının denetiminin bir yolu olduğu” fikrine karşı çıkan

ancak, sorumluluğun eşit paylaşılmasından yana olan bir yorum da şöyle ifade

edilmektedir:

“Bazılarının iddia ettiği gibi örtü, erkeğin kadına vurulmuş mülkiyet

mührü değildir. Kadın ve erkek yaratılış açısından birbirinden üstün varlıklar

değildirler. Biri, diğerini mülkiyeti altına almak için değil, birbirlerini

tamamlamak için yaratılmışlardır. Çünkü her birinin sahip olduğu iki yönü

vardır: Erkek, insan ve erkektir. Kadın, insan ve kadındır. İnsan olma

özellikleri açısından her ikisinin de toplum hizmetine katılması gerekir. Birer

insan oldukları için... Ne fazla, ne de eksik. Öyleyse kadının dişiliğini

gözlerden sakınması, İslâm’ın onu toplum dışına ittiğine delil olarak alınamaz.

Çünkü kadın, bir insan olarak toplumsal ilişkiler kurar. Diğer yönleriyle

değil...Eğer erkek, insan olduğunu gösterme hakkına sahipse, kadın neden bu

hakka sahip olmasın? İnsan oluş yönleriyle aralarında hiçbir ayırım

bulunmadığına göre, bu konuda ikisi de eşit hakka sahip değil mi?

Kadının örtünmek zorunda bulunduğu konularda erkek de örtünmek

zorundadır. Nasıl ki çekicilik yönü baskın olan kadın, açılıp saçılarak dişiliğini

dışarıya sunamazsa, erkek de bu şekilde erkekliğini gösteremez. Yani erkek,

toplumda bir insan olarak yaşamını sürdürmek zorundadır. Kadın da toplumda

insan olarak yaşamak zorundadır.

Erkeğin, insanlığına ek olarak erkekliğini göstereceği yerler varsa, kadının

da insanlığına ek olarak kadınlığını göstereceği yerler vardır. Hatta konu kadın

açısından çok daha büyük önem arz eder.

Kaldı ki, kadının cazibe ve göz alıcılığı, erkeğinkinden çok daha fazla ve

çok daha etkilidir. Öyleyse kadının örtüsü de erkeğinkinden daha geniş

388 Aişe Aslı Sancar, İslâm’ın Işığına Uyanmak, İstanbul 1986, s.31-36.

Page 259: ASİFE ÜNAL

252

kapsamlı olmalıdır. Dişiliğini gösteren hiçbir belirti bulunmadan sadece insanî

özelliğiyle dışarı çıkan bir kadın, erkekle eşit demektir...”389

Türkiye’de yaşanan başörtüsü meselesine farklı yorumlar getirilmektedir.

Bu yorumlardan biri şöyle ifade edilmektedir: “Türk modernleşmesinin sembol

yıkıcılığına karşı, bu sembolleri ihya ederek muhalefet etmek, yakın

tarihimizin bilinen meseleleridir. Cumhuriyetin batıcı kadroları tarafından

yaratılan çağdaş Türk kadını imajı, uzun yıllar kentli bürokrat zümre

tabakasıyla sınırlı kalmış, gerideki büyük çoğunluk, geleneksel normlar

çerçevesinde hayatını devam ettirmiştir. Bu kitlenin kızları ya da torunlarının,

siyasî baskıların hafiflemesi ve dinî hassasiyetlerin korunduğu öğretim

kurumlarının açılması sonucunda okullaşma oranının artması, böylece kamusal

alanda dindarlıklarını ya da muhafazakarlıklarını sembolize eden başörtüleriyle

görünürlük kazanmaları, laik sistem namına bir tehdit olarak algılanmıştır.

1980’den sonra ‘başörtüsü yasakları’ ile bu tehdidin bertaraf edilmesine

yönelik baskılar başlamış, ‘başörtülü olmak’ kamuoyu gündeminde farklı

tartışmaların doğmasına sebep olan bir konu haline gelmiştir. Aslında hem

geleneksellik hem de modernlik paradigmaları açısından, ön görülemeyen bir

sonuç olarak ortaya çıkan bu durum başörtüsü ekseninde kadının mevcut

İslâmî anlayışlar ve yapılanmalar içindeki durumunu sorgulayan, savunan ya

da mahkum eden bir muhteva kazanmıştır... Neticede, ya içler kan ağlayarak

başlar açılmakta, utanç ve ikilemler yaşanmakta; ya da çok yönlü psikolojik

baskılar içinde, gidebileceği son noktaya kadar mücadele sürdürülmektedir.”390

Geçmişte kadının devlet zoruyla örtünmesi noktasından gelinen,

örtünmeye devlet müdahalesi konusundaki bir yorum da şöyledir:

“...21. Yüzyılın başlangıcındaki Türkiye’de ise bir asır öncesine göre

durum daha farklıdır. Kur’an’daki ayetleri kadının el ve yüzü hariç her tarafını

örtmesi gerektiği şeklinde yorumlayan bir gruba, bu defa devlet müdahale

etmektedir. Bu davranışta, bir grup siyasînin tamamen kendi menfaatleri

doğrultusunda olayı körüklemelerinin ve yetkili oldukları bazı yerlerde

örtünmeleri için insanlara baskı yapmalarının da etkisi vardır...

389 Şehid Bint’ül Hüda, Peygamber ve Kadın, çev. Ubeydullah Dalar, İstanbul 1986, s.79-81. 390 Hidayet Şefkatli Tuksal, “Başörtüsü Hikayeleri”, İslâmiyat, III/2, s.132

Page 260: ASİFE ÜNAL

253

Türklerin yumuşak başlı ve iyi niyetli olduğunu biliyoruz. Türklere

sevecen bir şekilde, kardeşçe yaklaşıldığında her zaman uyumludurlar. Böyle

kardeşlik ortamı, örtünen insanları siyasi ihtiraslarına alet etmek isteyenlerin en

önemli silahlarını ellerinden alacaktır. Annelerimizin kullandığı tipte

başörtüsüne izin verilebilir. Örtünenlerin inançları doğrultusunda mı, yoksa

siyasi amaçla mı hareket ettiği böylece anlaşılır....Zaten devlet, kendisine ciddi

bir tehdit görürse, bütün kurumlarıyla tedbir alacak seviyededir...

Zaten Kur’an-ı Kerim’in tamamına bakıldığında, Allah bu konuda, hem

kadınlara hem de erkeklere hitap etmektedir. Birbirlerini tahrik etmeyecek

şekilde davranmalarını ve giyinmelerini istemektedir. Yoksa, başını örten

birisi, örtmeyeni ‘kötü kadın’ göremez; örtmeyen ise, başını örten için ‘onlar

gerici, cahil’ diyemez...”391

d. Türkiye’de Örtünme Modelleri ve Anlayışları

Türklerde giyim kuşam ve örtünmenin bir yandan İslâm dininin

kurallarına göre, diğer yandan yüzyılların birikimiyle oluşmuş Türk kültürüne,

örf ve adetlerine göre şekillendiği bilinmektedir. Bu araştırma, her ne kadar

örtünmenin biçimlerinden daha ziyade anlayışları ortaya koymayı hedeflemiş

ise de, Türkiye’de bu konudaki uygulama farklılıklarına örnekler vermek,

anlayış farklılıklarının daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır. Örtünme

biçim ve gayesine dair “genel” bir örnek şöyle ifade edilmektedir:

“... Grubun diğer üyeleri normal kıyafetlerin üzerine bir başörtüsü

bağlama ile başlayan tesettür sürecinde, okumaların ya da yeni dinî çevrenin

etkisiyle, giderek uzun pardösü ve büyük başörtülerini içeren-takvaya daha

uygun olduğu düşünülen- örtünme biçimlerini benimsemişlerdir. Grubun tüm

üyelerinin örtünme kararında ,-metafizik duruş bağlamında- Allah’ı memnun

etme anlayışının yanı sıra, daha ayrıntıya inildiğinde, örtünerek erkekleri kendi

bedenlerinden ya da tavırlarından kaynaklanabilecek cinsel uyarılardan koruma

391 İsmail Hakkı Küpçü, Tarihin Aydınlattığı Gelecek, Ankara ty, s.221-222.

Page 261: ASİFE ÜNAL

254

sorumluluğunun etkisi de söz konusudur... örtüyü kendisini erkeklerle ilişkisini

kısıtlayan değil, rahatlatan bir faktör olarak algılamıştır.”392

Türkiye’de örtünme modelleri; bölgelere, mezheplere, grup / tarikat /

cemaatlere göre örneklerle ele alınacaktır.

da. Bölgelere Göre

Türkiye yedi coğrafi bölgeye ayrılan geniş bir ülkedir. Giyim kuşam

konusunda bölgeler arasında birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Bunun

sebepleri üzerinde çeşitli yorumlar yapılabilmektedir. Anadolu topraklarının

çok eski tarihlerden beri uygarlıklara zemin olması ve ülkenin jeo-politik

önemi bu toprakların her dönemde dikkati çekmesine yol açmıştır. Böyle

olması da başka kültürlerle sürekli bir irtibatı gerektirmektedir. Bu irtibat kimi

zaman olumlu kimi zaman da olumsuz sonuçlar doğurabilmekte ayrıca farklı

yöreleri, farklı biçimde etkileyebilmektedir. Coğrafya ve iklim şartları ile

geçim şekilleri giyim kuşamı etkileyen en önemli faktörlerdendir.

Türkiye genelinde kadınların eskiden olduğu gibi başlarını örtmeye

devam ettikleri, bunun için şehirlerde başörtüsü ve pardösü, köylerde

geleneksel şalvar, entari, bazen de üç etek tarzı giysiler kullandıkları

bilinmektedir. Bununla birlikte, büyük şehirlere göç, yüksek eğitim alan

kızların artması ve medyanın etkisi ile geleneksel Türk giyim biçiminde

değişiklikler olmaktadır.

Bölgelere göre örtünme modellerinden birkaç örnek şu şekildedir:

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde geleneksel giysilerin daha fazla

korunduğu söylenebilir. Doğu ve Güneydoğuda kadınların yakın zaman kadar

ehram adını verdikleri car kullandıkları bilinmektedir. Ehram Erzurum çevresi

gibi soğuk bölgelerde mor koyun yününün evde dokunmuş tabi kahverengi

kumaşından, Urfa çevresi gibi sıcak bölgelerde ise ak koyun yününden

dokunmuş çok ince kumaşlardan yapılmaktadır. Ehram kullanmamanın dinden

çıkmak olacağına dair inanç, son yıllarda etkisini kaybetmiştir.

Van’ın Karahan köyünde ölü çıkan evin kadınları, kızları, elbiselerini ters

giyinirler. Bu, ölenin ruhunun, geride kalanları alıp götürmemesi için alınan bir

392 Tuksal, “Başörtüsü Hikayeleri”,137

Page 262: ASİFE ÜNAL

255

tedbirdir. Türk inancına göre ölen, kimi zaman çok sevdiği veya kötülük etmek

istediği kişileri de beraberinde götürür. Söz konusu inancın bir neticesi olarak,

ölenin ruhunu şaşırtmak amacıyla elbise ters çevrilir. Van’da bu yas süresi, üç

ile yedi gün arasında sürer. Yas tutma bitince, köyün ileri gelenlerinden biri,

yas evi mensuplarını yemeğe çağırır. Yemeğe başlanmadan önce elbiselerini

ters giyen kadınlar ve kızlar, bunları düzeltirler. Başlarından kara yazmaları

çıkarıp, al ve ak renkli yazmaları bağlarlar. O ana kadar tıraş olmayan yas

evi erkekleri de tıraş olur. Buna yas kaldırma adı verilir...

Siverek kasabasında, ölü çıkan evin mensupları ve akrabaları ile yakın

komşuları da, yas alameti olarak kara giyinirler. Üç gün süren yas sonunda,

akraba ve komşular kara elbiseleri çıkarıp renkli giyinirler ve yas evine de

renkli elbiseler götürüp oradakilere giydirirler. Böylece yas kaldırma yapılmış

olur ve hane halkı normal hayatına dönmek imkanını bulur...

Ağrı köylerinde, yasta olan kadın, kara renkli elbise giyer. Zülüflerini

toplayıp kimseye göstermez... Elbiselerini ters giyer...

Bitlis’te, ağıtçı kadınlar ağlayıp acınır ve ölen için methiye niteliğinde

sözler söylerken yaslı ailenin kadınları da saçlarını keserler. Bu şekilde, ölene

saygı gösterildiğinde, duyulan acıyı ifade ettiklerine inanırlar.393

İç Anadolu Bölgesinde Ankara’nın Beypazarı ilçesinde kadınların genişçe

bir şalvar üzerine başlarından itibaren vücutlarının büyük bölümünü kapatacak

biçimde aşağı doğru uzanan çevre denilen bir örtü kullandıkları, bir el ile çene

altından tutularak açılması engellenen bu örtünün değişik renk ve desenlerde

olabildiği gözlemlenmiştir. Beypazarı kadınlarının ayrıca bir dış kıyafet

giymedikleri genellikle bu şekilde dolaştıkları belirtilmiştir.

1963-1965 yıllarında Ankara’da gecekondu aileleri üzerine yapılan bir

araştırmaya göre; “Gecekondu topluluğunda giyim-kuşam bakımından türdeş

bir görüntü yoktur. Erkek,kadın ve çocuk giysileri kent ve köyden esinlenmiş

olarak karmaşık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Gecekondu kadınları arasında köy motifi çorap ve giysi kullananlara

rastlanır; entarisi üstüne hırka giymiş olanlar, başı eşarplı dolaşanlar sık sık

görülür. Giysilerde egemen renk kırmızıdır. Daha çok göz alıcı ve parlak

393 Yaşar Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 1990, s.113-116.

Page 263: ASİFE ÜNAL

256

kumaşlar üstün tutulur. Bu tutum köy geleneğine uygundur. Köyde ayrıca bir

ev dışı giyinişi olmadığından, bu özelliği birçokları kentte de

sürdürmektedir.

Köyde pijama giyme geleneği yoktur. Gecekondu aile başkanları arasında

pijama giyenler epeyce görülmekteyse de kadınlar arasında pijama giyenler

pek seyrek olup, bunların giydikleri de pijamadan çok bir şalvar bozuntusudur.

Ayrıca, gecelik denen bir giysinin de buralara girmekte olduğu anlaşılmaktadır.

Bu giysilerin hiçbirinin çıkış yeri köy olmadığına göre, giyim alışkanlıklarında

değişmelerin yer almakta olduğundan söz edilebilir...Bunların kimileri ile

kızları, özenti olmak üzere kent kadınlarının giyinişini taklit etmektedirler.

Gecekondu erkeği, imkânları oranında kasaba erkeğinin bir özelliği olan

‘takım elbise’ yaptırmak ve giyinmek eğilimindedir. Spor ceket ve pantolon

giyenlere rastlanırsa da, bunlar daha çok eskicilerden satın alınanlardır. Erkek

giyinişi başka bir bakımdan gözden geçirildiğinde iş-güç çeşidinin bu giysileri

etkilediği görülür. Anlaşıldığına göre, kadınlarla karşılaştırıldığı zaman,

gecekondu erkeğinin kent giyimini kabulü daha kolay olmaktadır.”394

İç Anadolu bölgesinin Konya civarında kadınlar, şalvar giymeye ve

üzerine omuzlardan aşağı kapatacak biçimde örtü almaya devam etmektedir.

Konya bölgesinde alt uçları bele sokulmak, üst uçları başın üzerinden alınıp

çene altında birbirine iğnelenmek suretiyle car da kullanıldığı

kaydedilmektedir.395

Tokat’ın Zile ilçesinde daha önce geçmişinden söz edilen giyim

biçiminde kısmen değişiklikler olmuştur. Bürük kullanımı eskiden olduğu gibi

yaygın değildir. Çarşaf (boy bürük) bazı tarikat mensupları dışında kullanılmaz

olmuştur. Genç kızların aile zoruyla örtünmeleri pek söz konusu olmamakta,

örtünmek istemeyen kızların açık olmaları artık normal karşılanmaktadır. Evli

kadınların da pardösü üzerine bürük veya atkı yerine, çoğunlukla eşarp

aldıkları görülmektedir. Bürük veya atkı, komşulara, yakın bir yere ya da bağa,

tarlaya giderken doğrudan ev kıyafetinin üzerine örtülmeye devam

edilmektedir. Etek boyları günün modasına göre değişmekle birlikte eskiye

394 İbrahim Yasa, “Gecekondu Ailesi ( Geçiş Halinde Bir Aile Tipolojisi)”, AÜSBF Dergisi,

XXIII/9-17. 395 Sargon Erdem,157.

Page 264: ASİFE ÜNAL

257

oranla çok daha uzun tutulmaktadır. Türkiye genelinde olduğu gibi Zile’de de

gözlemlenen en önemli değişiklik, kadınların da pantolon giymeye

başlamalarıdır. 1970’li yıllarda genç kızların bile çekinerek giydikleri pantolon

artık rahatlığı bakımından herkes tarafından tercih edilmeye başlamıştır.

Pardösü yerine etek-ceket kullanımı da son derece yaygınlaşmış olup normal

karşılanmaktadır. Geleneksel bindallının kullanımının tamamen kalkmış

olduğu, sadece folklorik bir hatıra olarak evlerde saklanmaya devam edildiği

belirtilmektedir. Evlerde yemeni, yazma, tülbent kullanımı sürmekte olup genç

kızların çeyizlerinde bu örtüler halâ önemli yer tutmaktadır. Köylerde eskiden

olduğu gibi dış kıyafet kullanılmamaktadır.

Akdeniz Bölgesinde erkek ve kadınların şalvar giyme alışkanlıkları devam

etmektedir. Şalvarın üzerine giyilen herhangi bir bluz üzerine genellikle kışın

yelek giyilmekte, başa da çoğunlukla beyaz tülbent örtülmektedir. Ayrıca

bir dış kıyafetin yaygın olmaması iklim özelliklerine bağlanmaktadır. Adana

yöresinde kızların genellikle açık olsalar da evlendikten sonra başlarına tülbent

aldıkları ancak bunun kullanımının örtünmeden ziyade geleneksel olduğu

belirtilmektedir.

Ege Bölgesi de şehirlerdeki modern giyimin dışında geleneksel giysi

kültürünün yaşatıldığı bölgelerden biridir. Ayten Sürür’ün “Ege Bölgesi Kadın

Kıyafetleri” kitabında örneklerini verdiği gibi Ödemiş’te kadınların sokak

giysisi geniş bir şalvar üzerine giyilen önlük/etek ile baştan bele kadar

örtülen örtüden oluşmaktadır. Afyon yöresinde de köy kadınlarının çok geniş

şalvar giymeye ve üzerine bele kadar uzayan başörtüleri taktıkları

bilinmektedir. Ayten Sürür Uşak/Banaz’dan verdiği bir kadın giysi örneğinde

ise bele ayrıca bir kuşak bağlandığı görülmektedir. Ege bölgesi kıyafetlerinde

başa örtülen örtü, desenli büyük yazmalar olabildiği gibi kareli, çizgili

dokunmuş özel kumaşlardan da yapılabilmektedir. Bu örtülerin bazen

alın üzerinden ayrı bir örtü ile bağlandığı da olmaktadır.396

Karadeniz Bölgesinde kadınların kıyafetlerinin ayrılmaz parçası önlükler

ve rengarenk örülmüş çoraplardır. Karadeniz kızları da geleneksel giyimlerinde

396 Bkz. Ayten Sürür, Ege Bölgesi Kadın Kıyafetleri, Akbank yay., İzmir 1981.

Page 265: ASİFE ÜNAL

258

kadınlar gibi başlarını örtmekte ve üzerine ikinci bir örtü bağlamaktadır. Ancak

onların örtülerini genellikle arkadan bağladıkları görülmektedir.

Nurettin Elbir’in, 02-13 temmuz 2001’de açtığı “Orman Köylerinde

Kadın” isimli fotoğraf sergisinde Anadolu’nun farklı bölgelerinden kadın

fotoğrafları yer almıştır. Sergi fotoğraflarının yer aldığı kitapçıkta verilen

örneklerde de orman köylüsü kadınların tamamının başlarının örtülü olduğu

görülmektedir. Hakkari, Bursa, Pozantı, Bartın, Kırklareli, Amasya, Manisa,

Adana, Bitlis, Balıkesir, Burhaniye gibi çok çeşitli yerlerden alınan bu

fotoğraflar geleneksel kıyafetleri de görme imkânı vermektedir. Genellikle

yüksek bölgelerde olan orman köylerinde giysilerin birkaç kattan oluştuğu ve

kalın olduğu dikkat çekmektedir. Başların genellikle içten giyilen bir başlık

üzerine başörtü örtülmesi ya da başörtü üzerine alından ikinci bir

örtünün bağlanması şeklinde iki parçalı biçimde örtüldüğü görülmektedir.

Fotoğraflardan bazı yöre kadın kıyafetlerinin tamamen folklorik unsurlar

taşıdığı anlaşılmaktadır. Bursa Keles yöresine ait bir fotoğrafta toprak kazma

işi ile meşgul olan bir kadının, birkaç kattan oluşan süslü başlığı ve arkadan

belden aşağıya kadar uzanan saç örgüleri ile rengarenk saç bağları dikkat

çekmektedir. İki parçalı siyah giysinin altından kırmızı renkli bir şalvar

görünmektedir. Fotoğrafın 1971 yılına ait olması bu giyim biçiminin devam

etmiyor olabileceğini düşündürmektedir. 1970 yılına ait, Pozantı Ormanlı’dan

yufka açan bir kadının fotoğrafında da giysinin taşıdığı otantik unsurlar ve başa

bağlanan üç katlı örtüden alnın iki yanından saçların görünmesine izin

verilmesi dikkat çekmektedir. Bu sergide yayınlanan fotoğraflardan eski tarihli

olanlar ile yani tarihli olanlar arasındaki farklılık da kıyafetlerdeki değişimi

ortaya koymaktadır. 397

Anadolu’nun muhtelif bölgelerine ait giysi biçimlerinin yer aldığı fotoğraf

albümlerinde ve bu konu ile ilgili olarak yayınlanan kitaplarda çok çeşitli

örnekler görmek mümkündür.398 Bu örnekler, Türkiye’nin farklı bölgelerinde

farklı giyim kuşam biçimleri benimsenmiş olmakla birlikte geleneksel giyimde

397 Nurettin Elbir, “Orman Köylerinde Kadın”, Fotoğraf Sergisi, 02-13 Temmuz 2001. 398 Türkiye’de kadın giysileri hakkında örnek olarak bkz. Atilla Erden, Anadolu Giysi Kültürü,

Ankara 1998; Fotoğrafla Aile, Aile Araştırma Kurumu yay., Ankara 1991; Türkiye’den İnsan Manzaraları-Human Landscapes From Turkey, Eczacıbaşı yay., İstanbul 2001.

Page 266: ASİFE ÜNAL

259

başörtünün mutlaka bulunduğunu göstermektedir. Belirtilen sebeplerle

giyim kuşam biçimindeki değişikliğin hızlı biçimde sürdüğü de görülmektedir.

db. Mezheplere Göre

Mezhep gidilen yol demektir. İslâm’da diğer dinlerde olduğu gibi yorum

farklılıklarından veya siyasî sebeplerden kaynaklanan birtakım mezhepler

bulunmaktadır. Bu mezhepleri itikadî(inançla ilgili olan) ve amelî(uygulama ile

ilgili olan) mezhepler olarak iki gruba ayırmak uygun bulunmuştur. İslâm’ın

farklı düşünce ekolleri denilebilecek itikadî mezheplere fırka da denilmektedir.

Bu mezhepler; Sünnet ve Cemaat Ehli, İbadilik, Vehhabilik, Şiilik, Nusayrilik,

Dürzilik, Kadıyanilik, Babilik/Bahailik olarak tasnif edilmektedir.399

Türkiye’de amelî mezheplerden genellikle Hanefîliğin ve biraz da Şafiiliğin

benimsenmiş olduğu bilinmektedir. Hanbeli ve Maliki mezhepleri daha çok

Türkiye dışındaki Müslümanlar tarafından benimsenmektedir. Türkiye’de

Şia’nın Türklere özel bir biçimi olarak Alevîlik de bir mezhep ya da Alevîlik-

Bektaşîlik adı altında bir tarikat olarak yaygın bulunmaktadır. Genel anlamda

Türkiye’de Ehl-î Sünnet ve’l Cemaat kısaca (Sünnet ve Cemaat Ehli)

mensuplarına kısaca Sünnî, bunların dışında kalan ve belli alt grupları bulunan

kesime de genel olarak Alevî denilmektedir. Bunların dışında başka

mezheplere mensup olanlar ya da herhangi bir mezhebe bağlı olmayı gereksiz

görenler de bulunmakla birlikte genel anlamda Alevî ve Sünnî terimlerinin

kullanımı yaygın bulunmaktadır.

Mezheplerin giyim kuşam ve örtünme konusundaki farklı uygulamaları

yorum farklılıklarından ileri gelmektedir. İslâm’da Örtünme kısmında amelî

mezheplerin örtünme hakkındaki görüşleri özet olarak verildiği için burada

tekrar ele almak gereksiz bulunmuştur. Türkiye’de sünni anlayış genellikle

Hanefi Mezhebi çerçevesinde ele alındığı için daha çok bu mezhebin görüşleri

kabul görmüş, örtünmede anlayışında ise, bir mezhebin görüşünden çok,

büyüklerden görüp işitilen biçimde uygulama yapılmıştır. Bu anlayışa göre,

399 Geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslâm Mezhepleri, İstanbul

1980; Ebu Mansur Abdulkaahir b. Tahir b. Muhammed el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar (el-Fark Beyne’l Firak), çev.Ethem Ruhi Fığlalı, İstanbul 1979.

Page 267: ASİFE ÜNAL

260

namaz esnasında mutlaka el, yüz ve gerekiyorsa ayaklar dışında bütün beden

kapalı tutulmuş, az bir kısmın bile açılması ile namazın bozulacağı

anlayışından haraketle, bu hususa büyük önem verilmiştir. Ancak namaz

dışında konu tamamen mezhep anlayışından uzak olarak ele alınmış, doğrudan

dinî veya kültürel bir özellik arzetmiştir.

Türkiye Alevîleri için de gelenek büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de

Alevîlik400 yakın zamanlara kadar mensuplarının dışındakiler için çok iyi

bilinmeyen, mensuplarınca da sözlü geleneğin aktarılması ve yaşanması ile

öğrenilebilen bir özellik taşımaktaydı. Günümüzde bu kapalılık kısmen

giderilmiş, insanların birbirini anlama noktasındaki iyi niyetli girişimleri ile

bilgi paylaşımı artmıştır.401 Bunda gelişen iletişim araçlarının rolü de

bulunmaktadır. Türkiye’de Alevîler, kurulan cem evlerinde artık açık olarak

cemlerini yapabilmektedir. Cem törenlerine isteyen izin alarak katılabilmekte,

böylece eskiden var olan birtakım olumsuz düşünceler de ortadan kalkmış

olmaktadır.

Alevîlikte örtünme anlayışının tespiti için çok sayıda alevî ile görüşülmüş,

özellikle, araştırmalarımız için bütün dinlerin mensuplarının yoğun bir şekilde

yaşandığı yer olduğu için pilot bölge olarak seçtiğimiz, İstanbul’da

yoğunlaşılmıştır.

İstanbul Yenibosna’da Cem Vakfı’nın merkezinde bir cem törenine

katılarak bilgilerin gözlemle pekiştirilmesi sağlanmıştır. Baştan sona izin

alınmak suretiyle kamerayla kayda alınan cem ayininde Alevîlerin giyim

kuşam ve örtünmesiyle ilgili şu gözlemler yapılmıştır: Kadın erkek aynı

salonda ayrı ayrı taraflara oturmaktadır. İbadetin her safhasında kadınlar da

aktif olarak bulunmaktadır. Kadınların günlük giysileri üzerine tülbent veya

başörtüsü örttükleri ancak genellikle gelişigüzel bir şekilde örterek

saçlarının görünmemesine özen göstermedikleri hatta genellikle saçlarının

önden göründüğü, genç kızların örtülerini arkadan bağlayarak uçlarını iki

400 Bu konuda bkz. Abdulkadir Sezgin, Hacı Bektaş Velî ve Bektaşîlik,İstanbul 1991; Etem Ruhi Fığlalı, Geçmişten Günümüze Halk İnanışları İtibariyle Alevîlik- Bektaşiklik, Ankara 1994; Sönmez Kutlu, Din Anlayışında Farklılaşmalar- Türkiye’de Alevîlik-Bektaşilik, Ankara 2003.

401 Bu konuda bkz. Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Birinci Toplantısı(16-19 Ekim 1998, İstanbul) -Alevi İslâm İnancının Öncüleri Dedeler, Babalar,Ozanlar Ne Düşünüyor, İstanbul 2000.

Page 268: ASİFE ÜNAL

261

yandan öne doğru sarkıttıkları gözlenmiştir. Değişik görevlere ve semaha

kalkan kızların/ kadınların uzun siyah etek giydikleri, üstlerinde kısa veya uzun

kollu herhangi bir bluz olduğu ve başlarının mutlaka örtülü olduğu

görülmüştür. Kadın ve erkekler birlikte semah yapmaktadır.402 Erkeklerin

normal kıyafetleri içinde oldukları, semaha çıkanların bazılarının bellerinde

kuşaklar olduğu, cem yapılan alana ayakkabısız hatta genellikle çıplak ayakla

girildiği, ayakkabı çıkarma konusuna özel bir önem verildiği dikkat çekmiştir.

Cem Vakfı Çalışmalarının anlatıldığı bir kitapta bulunan resimlerde de,

Türkiye’nin muhtelif yerlerindeki Alevî kadınların başlarının genellikle

örtülü olduğu görülmektedir. Semah yapan bazı kadınların geleneksel

folklorik kıyafetler giydikleri ancak başlarının mutlaka örtülü olduğu dikkat

çekmektedir.403

Ankara’nın Beypazarı İlçesine bağlı Karaşar Beldesinin Alevî olan

halkının eski giyim kuşam ve örtünme biçimi de oldukça otantik özellikler

taşımaktadır. Karaşar’da kendileri ile görüştüğümüz hanımlar geçmişte

giydikleri üç etek, şalvar, fes, çember gibi unsurları bulunan gyisilerin orta

yaşın üzerinde bütün kadınlarda mevcut olduğunu, ancak bunların artık sadece

belirli törenler için giyildiğini belirtmişlerdir. İbadete yaşlı genç hepsinin

başları örtülü olarak katıldığını gözlemlediğimiz Karaşar hanımları, günlük

hayatta normal kıyafetler giymektedir. Köyde yaşayanlar şalvar üzerine

herhangi bir kazak, bluz giymekte; başlarına ise önden saçlarının görünmesi

mümkün olacak şekilde eşarp takmaktadır. Şehirlerde yaşayan Karaşarlıların

şalvar yerine etek giydikleri, başlarını genellikle aynı biçimde yarım örttükleri,

gençlerin ise genellikle açık olduğu ifade edilmiştir.

Günümüzde Alevîler, günlük hayatta örtünme konusunda cem esnasında

olduğu gibi katı değildir. Başörtü kullanan Alevîler bulunduğu gibi kesinlikle

başörtüyü uygun bulmayan Alevîler de bulunmaktadır. Genellikle genç kızlar

ve çalışan kadınlar örtülü değilken, orta yaşlı ve yaşlı kadınların yaşadıkları

402 Kadın ve erkeklerin birlikte semah yapması ve cem ayininin eski Türk inançlarından kalma

bir gelenek olduğu belirtilmektedir. Bu görüş için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s125-129.

403 Bkz. Cem Vakfı Çalışmaları ve Vakıf Genel Başkanı İzzettin Doğan’ın Görüş ve Düşünceleri, İstanbul 1988.

Page 269: ASİFE ÜNAL

262

bölgenin geleneklerine uygun biçimde giyinmeyi ve örtünmeyi tercih ettikleri

tespit edilmiştir.

Osman Turan, Alevîlerin giyimi ile ilgili şu bilgileri nakletmektedir:

“...Şiilerin Muharrem ayinlerinde, Türkler gibi, baş açmalarını, elbise

yırtmalarını ve yüzlerini kanatmalarını, Sünniler bid’at sayıyorlardı. Buna karşı

bir Alevî mütefekkiri bütün müctehidlerin baş açık namaza cevaz verdiklerini,

Ebu Hanife ve İmam Şafii mensuplarının da bu usule riayet ettiklerini ileri

sürerek, ithamları red ediyordu.”404

Türkiye’de bugün Caferîlerin diğer Şii gruplardan farklı giyindikleri,

kadınların siyah veya koyu renk cübbe biçimi pardösü üzerine aynı renk geniş

ve uzun başörtüsü örtükleri, başörtülerinin bir ucu ile ağızları ve burunları

görünmeyecek biçimde yüzlerini de kapattıkları, Hz. Hüseyin’in şehit edildiği

gün yapılan anma törenlerinde bu başörtülerin üzerine ayrıca bantlar

takabildikleri gözlemlenmiştir. Bununla birlikte Caferî olup diğer ibadetlerini

yerine getiren ancak, başını örtmeyen kadınların varlığı da bilinmektedir.

Tokat Zile’de Sıraç denilen ayrı bir Alevî grubun bulunduğu ve bunların

tamamen folklorik Türk giysileri giydikleri bilgisinden hareketle

araştırmalarımız Sıraçlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Zile’de diğer Alevîlerin,

giyim kuşam bakımından Alevî olmayanlardan farklı olmadıkları

belirlenmiştir Ancak Sıraçların giyim biçimi ile ilgili orijinal bilgiler elde

edilmiştir. Zile’de bu giysilerin dikildiği bir dükkanda kendisi de Sıraç olan

ustadan giysilerin yapımı ile ilgili bilgi alınmış, ayrıca burada giysiler kayda

alınmıştır. Sıraçların kendilerini anlatma konusunda hayli kapalı ve ketum

oldukları bilindiğinden bu konuda İstanbul’da yaşayan Zile’li Sıraçlarla

görüşülmüş ve ikna edilerek giyim biçimleri ile ilgili bilgi ve resim alınmıştır.

İsmi bizde mahfuz olan ve kendisi bir Sıraç dedesinin kızı olan bir hanımefendi

ile Sıraç olan bir başka ailenin de katılımıyla yaptığımız ropörtajın konu ile

ilgili bölümleri orijinal haliyle şu şekildedir:

- Sıraçlarda ceme kesinlikle açık kafayla girilmez. Bayan da erkek de

açık girmez. Semaha çıkarken çorapla çıkılmaz aslında, ayaklar çıplak olur. O

404 Abd ul-Celil Kazvinî, Kitabu’n-Nakz, neşr. Celaleddin Urmavî, Tahran 1331, s. 402-

406’dan nakleden Osman Turan, 513.

Page 270: ASİFE ÜNAL

263

bir ibadettir, yalın ayak edeceksin, dallama(yelek) giymeyeceksin, uzun saç

kovarmayacaksın, sokmazlar

- Erkeklerde?

- Erkeklerde uzun saç olmaz. Bayanlarda semaha çıkarken böylece üç

peşli giyersin, peşlerini indirirsin, bel kuşağımız olur bizim, onun

kuşağını kavuşturursun. Semahta kollarını çok fazla açmazsın,

büyüklere hürmet gösterirken böyle. Semah ederken büyüklere arka

dönmeyecek şekilde hareket edilir. Dönerken bu mümkün değil

tabi.

- Peki semahta kadınlar başlarına ne örterler?

- Örtü. Alta fes konur. Üste örtü konur.

- O normal bir örtü mü?

- Normal bir örtü de siyah olacak, böyle allı, yeşilli değil siyah örtü.

- Peki saçlar bu örtüden görünebilir mi? Yoksa hiçbir tel saçın

görünmemesi mi gerekir?

- Yok canım bizim saç bağımızla falan çıkarız. Yalnız semah ederken

örgüleri ve saç bağlarını bel kuşağımızın içine sokarız ki

savrulmasın, insanlara zarar vermesin, kimsenin yüzüne çarpmasın

diye.

- Saçlarınızı çok sayıda örgü yaptığınızı biliyorum?

- Örgü olur canım. Beş-altı tane saç bağı yaparız.

- Peki erkeklerde ceme baş açık çıkmaz dediniz. Erkekler ne örter

başlarına?

- Şapkasını örter, normal şapka, normal terlik.

- Terlik? Bu terlik bere gibi, süslü bir şapka, kafaya takılan takke gibi

bir başlık mı?

- Takke gibi ama el işlemeli.

- Bunların gençlerin, yaşlıların, oradaki dedebabaların, sofuların

giydiği terlikler farklı mıdır?

- Onlarınki süslü olmaz. Normal nakışı falan olur ama boncuğu

olmaz.

- Gençlerinki süslü, boncuklu mu olur?

Page 271: ASİFE ÜNAL

264

- Gençlerde vurunur boncuksuz, nakışlı falan vurunur da şapka en

fazla şapka giyilir. Maksat kafası örtük olacak.

- Niye acaba bu kafa örtülü oluyor?

- Günah sayarız.

- Niye günah acaba? Günah sayılmasının kaynağını biliyor musunuz?

- Bilmiyoruz. Ora bir ibadet yeri, Allah’ı anma yeri, büyük küçük

var. Yani saygıdan gelen bir şey. Bir de bu yeleğe dallama deriz

biz. Dallama giydirmezler. Çünkü neden geliyor? Orası bir cem evi.

Hz. Hüseyin’in, Hasan’ın, Muhammed’in, Ali’nin uğrunu

sürdüğümüz için, şimdi Hz. Hüseyin’i şehit ederken kafir ilk evvela

ne yaptı? İlk şehit ederken bu, şalvar giydi. Bizim dokuma üç göz

bağlarımız var ya, şalvarının bağı öyleydi. İlk evvela bu bağı

çözmeye davrandı kafir. Edebini üryan büryan edecekti. Şöyle tuttu.

Bre kafir dedi. Tutunca buradan Hz. Hüseyin’in kollarını budadı.

Yelekte de kollar olmadığı için yelek giydirilmez. Bunu biz günah

sayarız ama giyiyoruz işte, mecbur uyuyoruz geldiğimiz yere.

Erkeklerimiz o ceme, o ibadet yerine bu yelekle giremez.

- Ama cem dışında yelek giyilir, öyle mi?

- Normalde giyilir, giymezse iyi olur ama heves etmiş. Onu

düşünerek değil de süs olarak yahut heves etmiş. İlerisini düşünerek

yahut ona garez ederek falan değil de, öylesine giyiyor.

- Peki az önce dediniz ki siyah olur örtü, koyu renk olur, beyaz falan

olmaz. Niye o, niye koyu renk?

- Yöreye özgü bir şey.

- Bu geleneğin gerekçesi ne olabilir?

- (Ropörtaj esnasında orada bulunan ev sahibi erkek) Şimdi o şöyle...

Daha öncelerde teknoloji bugünkü basmaları basamıyordu. Orta

Asya Türklerinden gelme zaten. O dönemde o andaki mevcut olan

baskı sistemi öyleydi. Sonra da kıyafetin üzerine baş örtmek için

seçilmiş. Ve o şeyde görerek bir gelenek haline gelmiş. Halen de

devam ediyor. Fesin üzerine bir beyaz örtü, bir eşarp, bir yazma

takılmaz. O örtüden burada da var. Tabi ki o fes dönemi idi. O

Page 272: ASİFE ÜNAL

265

çağlar değişti. Şu anda her gencimiz istediği gibi giyiniyor.

Yaşlılarımız ama yine de köyde bir yaşlı bayan kafasına bir

beyaz eşarp giymez. Tokat’ta halen mevcuttur o yemeniler,

Tokat’ta basılıyor yine. Tokat’ta basılmasının nedeni de; çünkü

Erzincan’da basılır, o tarafta basılır. Bunları giyen Alevî kesim

genellikle nerede? Tokat’ta. Onun için de dolayısıyla halen Tokat’ta

onların basıldığı yerler vardır. Eskiden Erzincan’da, Sivas’ta,

Çorum’da da basılıyordu. Bir de o örtüler şeyden de geliyordu...

İran’dan... Çünkü daha öncesi o tarafa dayandığı için orada da

giyildiği için oradan da geliyordu. Şimdi o taraflarda pek giyen

olmadığı için. Hangi bölgede var? Tokat’ta var. Adam da bunun

ticaretini yaptığı için nerede malını satarsa orada tezgahını kuruyor.

Şu anda Tokat’ta basılıyordu, halen de basılıyor. Dolayısıyla köyde

de aynı şekilde giyiyorlar.

- Şu anda Alevi- Bektaşi tarikatında semah yaparken örtülen bir şey

var. Normal beyaz da olsa bir örtü örtüp üzerine kırmızı-yeşil mi bir

bant bağlıyorlar. Bu nedir?

- O bizde yok. O bir şeyin sembolü, bizde yok?

- Neyin sembolü?

- (Ev sahibi)Bizde şöyle bir şey var sadece, kafasına bayan bir fes

yapıyor. Bazı yörelerde boncuk dikiyor, bazı yörelerde altın gibi

yahut kulplu şeyler onlardan dikiyor. Eğriceler vardır bizde eğrice

deriz, fesin ön kısmına, alnına ondan diker, yani biraz daha görünür.

Mesela bizde bayanların burunları deliktir. Mesela eşimin burnu

deliktir, anamın burnu deliktir.

- Hızma gibi bir şey mi takarlar?

- Benim burnum delik değil. Geleneğimizde deldirmeyiz.

- (Ev sahibi) karanfil takarlar burunlarına süs olsun diye.

- Bayağı çiçek karanfil yani? Canlı karanfil?

- (Ev sahibi)Çiçek ama canlı değil kuru karanfil. Nasıl kulağına

kimisi küpe takar. Biri burnuna takar. Karanfil takar, çiçek takar.

Page 273: ASİFE ÜNAL

266

- Saç bağı takarız biz. Bak bu saç bağı... ‘Fatıma ananın saç bağının

ucunda / Lailahe illallah diye yazılır.’ Boş takınmıyoruz. Hz.Fatıma

Zöhre, bunlar takınmış, biz de takınıyoruz saç bağı.

- Bu saç bağı dediğiniz saç örgülerinin yanına mı takılıyor?

- Örgülerin içine saç bağı deriz yaptırırız, göz boncuk deriz, beyaz

boncuklardan yaparız.

- Beyaz mı, mavi mi?

- Beyaz boncuk, ortasına takılanlar mavi.

- Bildiğim kadarıyla önceden burunlarının üzerine kadar sadece

gözleri görünecek şekilde kapatırdı Sıraç hanımları dışarıda?

- (Ev sahibi)Bu genelde öyleydi. Genel Anadolu kültürü böyleydi.

Bize has değil. Ama bizimkiler biraz daha kapalı olduğu için sizin

dediğiniz çok eskilerde köyümüzde yeni gelinler, o bir saygı

işaretidir, kaynatasına, kaynanasına, büyüklerine karşı saygı için

ağzını göstermez. Ne bileyim şu toplumda çocuk emzirirken ya bir

kuytuya gider, ya geriye dönersin.

- Sesi saklamak var mıdır? Mesela kayınpederin yanında

konuşmamak?

- Tabi canım, bu eskidendi. Şimdiki gelinler daha kapıdan girmeden

konuşuyor.

- Kadının giyinmesinde evlenmeden önce ve evlenmeden sonra bir

farklılık var mı? Yani evli kadın daha kapalıdır, bekar kız biraz

daha açıktır gibi?

- (Ev sahibi)Yok yok hepsi aynıdır. Sadece genç kızlar biraz daha

süslü, cicili bicili giyer. Kıyafet aynıdır. Mesela annemin kıyafeti,

kızımınkinden daha sadedir. Bakın size gösterelim:

- Evet, anlatır mısınız giysiyi bu arada?

- (Ev sahibi)Fotoğrafını da aldığınız bu kıyafette en üstte bir saya var,

saya; üç peşli. Onun altında gömlek var, ayaklara kadar, o da üç

peşlidir yani eteği yandan yırtmaçlı, rahat hareket etmek için, biraz

daha boldur. Onun altında kumaştan yapma tuman deriz biz, bir

nevi şalvar var, süslü tabi. Altında el örgüsü çedik gibi çorap vardır.

Page 274: ASİFE ÜNAL

267

- Annenizin elbisesi gayet sade, fazla süslü değil, hafif bir süsü var.

Ayrıca önünde önlük var. Bu günlük kıyafet?

- (Ev sahibi)Evet bütün bunların altında çizme gibi dize kadar çıkan

el örgüsü nakışlı çorap bulunur.

- Kadın da erkek de bu çorapları mı giyer?

- Erkek genelde beyaz giyer. Yün.

- Ayakkabı olarak ne giyerler?

- Vallahi ne bulursa onu giyer. Bir dönem çarık vardı. Çarıktan sonra

Tokat’ta lastik çıktı. Lastik de geçti, ayakkabı çıktı. Bugün her şeyi

giyiyorlar.

- Bugün Tokat/ Zile’nin Karşıpınar köyündeki Sıraçlar bu

geleneklerini olduğu gibi devam ettiriyorlar. Diğer köylerde de üç

aşağı beş yukarı aynı şekilde değil mi?

- Evet. Mesela İstanbul’da oturur. Köye giderken, köye indi mi bu

elbisesini giyer.

- Giymezse ne olur? Tepki mi alır?

- Hiçbir şey olmaz. Kendisi öyle ister.

- Erkek ne giyer?

- Siyah şalvar giyer, beyaz mintan giyer. Kumaş gömlek giyer, ceket

giyer veya giymez, zevkine göre. Yakasız gömlek giyer; mintan,

kumaştan yapılır. İki hanım yapıyorlar köyde. Genelde bizim bütün

giysilerimizi köyde yaparlar.

- Yani köyde kumaşını mı dokurlar?

- Hayır. Kumaş olarak alınır, o biçilir, makinelerde dikerler.

Makinesi olan makinede diker, olmayan olan komşusuna götürür.

- Kadınlar, cemde giydikleri başlığı, cem dışında da giyerler mi?

- Her tarafta giyerler.

- Peki erkekler bu terlik denen başlığı giymedikleri zaman, cem

dışında başları açık mı olur? Ya da açık mı olurdu?

- Evvelden çok nadir açık olurdu. Çok eskilerde, 40-50 sene önce

açık olmazdı. Herkes de hor bakardı. Büyükler hoş görmezdi.

Page 275: ASİFE ÜNAL

268

- Böyle zamanlarda ne giyilirdi, şapka mı? Yani Anadolu köylerinde

yahut Zile’nin içinde ne giyilirse onlar da öyle mi giyerdi?

- (Ev sahibi)Evet evet, terekli şapka giyilirdi. Çok eskilerde,

çocukluk yıllarımda büyüklerimin yanında kafam açık varamazdım

mesela.

- Bu saygı ifadesi mi?

- (Ev sahibi)Benim büyüğüm işte. Cemde kafası açık günah olduğunu

öğretiyorlar, bunun etkisiyle dışarı çıkınca da büyüğün yanına

saygısızca varmış gibi, bana göre, bir şey olur. Onun için şapka

takılıyor. Günah değil de ayıp.

- Peki bu kızılbaş kelimesinin kökeni nedir? Başa giyilen bir şeyle

ilgisi var mı?

- Hayır. Kızılbaş kelimesinin kökeni nedir? Hz. Muhammed ve Hz.

Ali bir savaşa girdiler.

- Hz. Muhammed’in kendisiyle mi?

- Kendisiyle beraber. İslâmiyet yayılırken birlikte bir savaşa

katılıyorlar. Hz. Ali güçlü bir kişiydi, savaşçıydı. Şimdi, o arada Hz.

Muhammed’in dişi şehit oldu. Dişi şehit olunca bu ağzı kan doldu.

İnanca göre dendi ki: Muhammed yere tükürseydi bütün ot, çöp

kuruyacaktı. Kur’an’da da bu mevcuttur. Hz. Ali ne yaptı: şöyle bir

baktı. Hemen avucunu tuttu: “Tükür Ya Muhammed” dedi.

Muhammed’in ağzına dolan kanı aldı. Aldı ama atacak veya

koyacak bir yer bulamadı. Aldı kafasına çaldı. Kanı aldı kafasına,

saçına böyle çaldı ki yere düşmesin. Ve tekrar savaşa başladılar.

Orda savaştıkları işte bizim deyimimizle kafirler, “Ya biz bu orduyu

yeneriz ama şu kızıl başlı adam olmasa” dediler. Ve kızıl başlık

oradan kaldı. O kan, Muhammed’in dişi şehit olduğu zaman...

- Dişine şehit oldu diyorsunuz değil mi?

- Evet, üç dişine ok değdi. Üç tane dişi düştü. Kendi göç etmedi

dünyadan.

- Uhut savaşında oldu herhalde değil mi?

Page 276: ASİFE ÜNAL

269

- Evet evet. İşte o kanı yere düşürmemek için; ki inançlarımıza göre

yere düşseydi yeryüzündeki bütün ot,çöp kururdu. Biz zor durumda

kalırdık. Başına çaldı ve tekrar cenge başladı. Düşman tarafı dedi

ki: Biz bunları yeneriz ama şu kızıl başlı olmasa, dedi. Ve ondan

sonra da alevi: ali evi, ali taraftarına kızılbaş dendi.

- Gerçi Alevilik, Kızılbaşlık bizim Anadolu’ya has herhalde. Başka

yerlerde Şiilik var genel anlamda ama Anadolu Aleviliğine daha

çok Kızılbaşlık deniyor, değil mi?

- (Ev sahibi)Şimdi her toplumun, her milletin kendine has bir dili var.

Şu sigaraya başka milletler başka isim veriyorlar...

- ...Sıraçlar Türkmen mi diyorsunuz?

- (Ev sahibi)Evet biz doğrudan doğruya Türkmeniz.

Bu röportajda görüldüğü gibi Sıraçlarda da geleneksel giyim kuşam

değişmeye başlamıştır. Giyinme ve örtünme konusunda adet ve geleneklerin

önemini ortaya koyan bu sohbet, ayrıca ön yargılardan uzak bir biçimde

birbirini tanımaya, anlamaya çalışan insanlar arasında gayet güzel bir biçimde

iletişim kurulabileceğinin de göstergesidir.

Yusuf Ziya Yörükhan, Anadolu’da Tahtacı denilen grubun giyim

kuşamları ile ilgili geniş bilgi vermekte; ayrıca yörük ve Türkmen giysileri ile

Tahtacıların giysilerini karşılaştırmaktadır. Bu bilgiler genellikle Tahtacıların

giysilerinin Sıraçların otantik giysilerine benzediğini göstermektedir. Temelde

üç etek, önlük, şalvar gibi birkaç kattan oluşan giysi üzerine yine birkaç kattan

oluşan başlıklar takılmaktadır. Tahtacılarda diğerlerinden farklı olarak evli

genç kadınların başlarına terlik dedikleri ilk başlıktan sonra keten denilen bir

nevi çene sargısı dolanmasıdır. Bunun üzerine yırtma adı verilen ipekten bir

atkı takılarak uçları sarkıtılır. Bunun üzerine de kırmızı veya yeşil kalınca bir

bez sarılmaktadır. Bütün bu başlıkların sonra süs olarak tomaka denilen ve çene

altından geçirilerek başın tepesinde birleştirilen altın gümüş kakmalı bir bağ

bağlanır. Yörükhan’ın verdiği bilgiye göre Türkmen kadınlar ve göçebelikten

yeni çıkmış Yörük kadınlar da Tahtacı kadınlar gibi günlük hayatlarında bile

başlarını kat kat sarmaktadır. Yalnız Türkmen kadınların başlarına giydikleri

Page 277: ASİFE ÜNAL

270

Tahtacıların keten ve tomakalarının birleşmiş şeklidir ki, zopineadı verilen bu

tacın daha sonralarda ortaya çıktığı söylenmiştir.405

09.02.2004 tarihli “Ezan-Çan-Hazzan” Programında Antakya civarındaki

Alevîlerin başlarının örtülü olduğu izlenmiştir.406

dc. Cemaatlere , Gruplara ve Kişilere Göre

Türkiye’de; dinin anlaşılma, yorumlanma ve yaşanma biçimlerinden, kimi

zaman da siyasî sebeplerden kaynaklanan dinî cemaat, grup ve tarikatlar

bulunmaktadır. Bunların genellikle kendilerine özgü giyim modelleri

bulunduğu ve bunun, dinî gerekçelerden daha çok, ayırıcı özellik taşıdığı

bilinmektedir. Türkiye’deki bu gruplar, giysileri ile ilgili olarak yapılan bir

araştırmada; Millî Görüş, Nakşibendî Tarikatı,Nur Cemaati, Fethullah Hoca

Grubu, Süleymancılar, İskenderpaşa Cemaati, Adıyaman Menzil Dergahı,

İsmail Ağa Cemaati, İslâmî Tebliğ Cemaati, Aczimendî Grubu olarak tasnif

edilmiştir.407 Bu gruplarla ilgili erkek ve kadınlar için ayrı ayrı verilen kılık-

kıyafet bilgilerinin ne kadar gerçeği yansıttığı tam olarak bilinememektedir.

Bununla birlikte İstanbul ve Ankara’da farklı cemaat mensuplarının

bulunabildiği muhtelif camilerde yapılan gözlemlerle, bu tarzlar kısmen teyit

edilmiştir. İstanbul Fatih Camii, Eyüp Sultan Camii, Sultan Ahmet Camii,

Beyazıd Camii, Aziz Mahmut Hüdaî Camii, Ankara Kocatepe Camii ve Hacı

Bayram Camii gibi birçok camiide araştırmalar yapılarak giyim kuşam ve

örtünme farklılıkları tespit edilmeye çalışılırken ayrıca, cemaat mensuplarının

kendilerinin dışındaki kimselerle bu konularda konuşmaya pek istekli

olmadıkları da görülmüştür.

Bu giyim tarzlarının, özellikle kadınlarda, cemaatle ilgisi olmayan insanlar

tarafından da kullanıldığı bilinmektedir. Bir örtünme biçimini, belirli bir

cemaatin mensupları tarafından kullanıldığını bilmeden, sadece beğendiği için

tercih edenler de bulunmaktadır. Yaptığımız araştırmalarda özellikle “Ülkücü” 405 Yusuf Ziya Yörükhan, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar, haz. Turhan Yörükhan, Kültür Bak. Yay., 2.bsk., Ankara 2002, s.220-221.

406 Ezan-Çan-Hazzan Programı,TRT 1, 09.02.2004. 407 Milliyet,13 Kasım 2003, s.14. Barkın Şık imzalı “Tarikat Kreasyonları İstihbarat

Raporunda” başlıklı bu haberde tasnifin yapıldığı yazının, “İstihbarat birimlerinin tarikat ve cemaatlerin ‘simgeleşen’ giyim tarzlarıyla ilgili olarak hazırladığı bir rapor” olduğu belirtilmektedir.

Page 278: ASİFE ÜNAL

271

genç kızların ve kadınların, tamamen zevklerine uygun olarak, çok değişik

biçimlerde başörtüsü kullandıkları görülmüştür. Ayrıca “Ülkücüler” arasında

farklı zamanlarda farklı biçimler kullanan örtülüler olduğu gibi, örtülü

olmayanlar hatta çok açık bir giyim tarzını tercih edenler de bulunduğu

gözlemlenmiştir.

Başörtü modellerinin tercihinde, giyilen kıyafetin modeli de önem

taşımaktadır. Pardösü kullananlar için olmasa da, etek, ceket, pantolon, tunik

gibi kıyafetler üzerine başörtüsü örtenler için, kıyafetin tarzı, rengi, yaka

açıklığı gibi unsurlar, örtünün modelini değiştirebilmektedir. Örtünmeyi

tamamen dinî kaygılara bağlayan bir çok kadın veya kızın, duruma göre farklı

günlerde farklı giysiler kullandığı gibi, bu giysilere uygun değişik örtü

modelleri kullanmayı tercih ettikleri görülmüştür.

Türk Tasavvuf Musikisini ve Kültürünü Araştırma ve Geliştirme Vakfı

Başkanı Tuğrul İnançer ile yaptığımız röportaj da örtünme konusuna bakışın

farklı bir örneğini teşkil etmektedir. Hiçbir tarikatın özel kadın giysileri

olmadığını söyleyen İnançer’in sorularımıza verdiği cevaplar şöyledir:

- İslâm’da örtünme anlayışı ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?

- İslâm’da örtünmenin şekli tespit edilmiştir, örtünme icat

edilmemiştir. Şekil bir hiçtir, şekilsiz de hiçbir şey yoktur. Bir kere

tasavvuf ve dervişlik, zamanımızda genel olarak zannedildiği gibi

fevkaladelikler peşinde koşmak demek değildir. Kesilmiş kol dua

ile çıkmaz. Ahlâk düzeltmek mesleğidir tasavvuf. Ayrıca dini,

mükellefiyetler edasından ibaret zannedip, dini seccadenin üstüne

ve cami duvarlarının arasına hapsetmek ne kadar yanlış ise, dini

çaput ve kıl dini haline getirmek de o kadar yanlıştır. Bunların hiç

biri örtünmeyi inkâra gitmemelidir. Örtünmeyi inkâra gitti mi,

farkına varmadan kâfir oluyor. Çünkü Kur’an, bir cümle-i

vahiyedir. Bir noktasının inkârı tamamının inkârı demektir.

“Örtünmek yoktur” diyen farkında olmadan kâfir olur, Allah

muhafaza buyursun. “Ben örtünemiyorum.”,“Allah rakı içme

demiş, ben içiyorum; Allah zina etmeyin demiş, ben ediyorum;

hırsızlık yapmayın demiş, ben yapıyorum” dersen asi olursun,

Page 279: ASİFE ÜNAL

272

Allah’ın affına kalmış. Hırsızlığın günah olduğu nereden çıktı,

dedin mi kâfir olursun. Yani hüküm başka bir şeydir, hükmün icrası

başka bir şeydir. Evvela amelimizden önce imanımızın doğru

olması lazım. O imanın doğruluğunda da örtünme vardır. Kim

inkâr ederse de İslâm dairesinin dışına çıkmış olur... İlimde

ayıp olmaması için bu misali vereceğim, kusura bakmamanız niyazı

ile...

- Estağfirullah.

- Zina ile cimanın fiil olarak farkı yoktur. Ama biri günah-ı kebairdir,

biri helâldir. Fiil olarak ne farkı var? Hiçbir farkı yok. Ama birinde

nikâh bağlantısı var, helâl kılıyor. Ötekisinde nikâh bağlantısı yok,

haramın ötesinde günah-ı kebair kılıyor. Demek ki fiillerin

benzerliği, hükümlerin benzerliği demek değildir. Keza adam

öldürmek de öyledir. Harpte adam öldürürseniz, madalya verirler;

sulhta adam öldürürseniz, asarlar. İkisi de adam öldürmek. Demek

ki hukuku ve kaynağı farklı. Onun için sosyal bakımdan

benzerlikler arz etse de bazı Yahudi ve Hıristiyan adetleri ile

İslâm’daki emrî örtünmeyi paralel görmek de yanlış olur. Turuk-u

aliyenin hiçbirinde eskiden herkesin kıyafetinin belli olduğu

zamanlarda erkek kıyafetlerinin dışında özel kadın dervişe

kıyafetleri yoktur. Vardır diyenler ispat etsinler. Çünkü tarihte

böyle bir kıyafet kaydı görmedik.

- Neden acaba?

- Çünkü kadında sadece örtünme vardır. O kadar. Ama erkek sosyal

hayatın içinde fonksiyoneldir. Ve Allah kadın kullarından bazı

vazifeleri kaldırmıştır, affetmiştir. Bazı sofular İsrailiyyat tesiriyle

kadına pis derler. Halbuki kadının analık fonksiyonudur. Müslüman

kadın pis olmaz. Abdestsiz değildir o, sadece vazifeden muaftır. Bu

muafiyetle yasağı karıştırıyorlar. Muafiyet başka bir şeydir, yasak

başka bir şeydir. Allah bile, kayırarak bazı vazifelerinden muaf

tuttuğu kadın kullarına, peygamberlik ve mürşitlik vazifesi

vermemek suretiyle de kayırmıştır. Çünkü peygamberlik çok ağır

Page 280: ASİFE ÜNAL

273

bir vazifedir, mürşitlik de çok ağır bir vazifedir; çünkü varisi

enbiyadır. Bu ağır vazifelerden kadınlar muaf tutulmuştur. Onun

için ayrıca bir derviş kıyafetiyle kendilerini arza lüzum yoktur.

Fonksiyonu yok çünkü. Kendi kendine seyri sülûkunu elbette yapar,

bir mürşide elbette bağlanır. Onlar ayrı meseleler. Ama mürit

edinemez. Talebe edinemez değil, mürit edinemez. Çünkü 24 saat

ve 365 gün devam eden bir faaliyettir. Ama kadın kullarından

Allah, bu 24 saat ve 365 gün faaliyetten muaf tuttuğu günler vardır.

Sadece sebebi de budur. Onun için kadının özel bir kıyafeti yoktur.

Genel örtünme kaidelerine -ki örtünme de örfle alâkalıdır. Çünkü

bir Hadisi Kutside “Ey Resulüm! senin hoşuna giden her şey benim

hoşuma gider.” buyuruluyor. Bunlar birer örf meselesidir.

Afgan’lı kadın çador giyiyor. İran’lı kafessiz çador giyiyor.

Rumeli’li muhacir teyzem ferace giyiyor. Eski bir Rum adeti

olarak bazı Anadolulu kadınım çarşaf giyiyor. Ama

anneannemin zamanında yaşmak bağlıyordu. Ayrıca yüzün

örtülmesi hakkında da Allah’ın bir emri yoktur. Yüz,

bileklerden itibaren eller ve kabeyinden itibaren ayaklar da

örtünme emrinin dışındadır. Onun için yüz örtmek, ha ben

yüzümü örteceğim diyorsan senin bileceğin iş. Ama Allah

emretti dediğin zaman, Allah yerine kendini kaim koyup dinî

kaide uyduruyorsun demektir, Allah’lık taslıyorsun demektir.

Bunun kimse tehlikesinin farkında değil. Bu çok yanlış bir şey.

Yüz örtülmesi yoktur. Örtenler var, bir adettir. Ona bakarsanız

bazı evliyaullah da yüzünü örtmüştür. Seyid Ahmet el-Bedevî

hazretleri gibi zevat, çok tipik misaldir, yüzü örtülü peçeli gezer.

Çünkü bakmaya takat yetirilemez. Bazen Cenabı Hak nurunu,

setrini kaldırır, o cemali seyretmeye takat olmaz. Nitekim merak

edenler Ahmet Bedevî Menakıb’ına baksınlar. Birisi ille göreceğim,

demiş. Oğlum bedeli ağırdır, demiş. Göreceğim efendim, demiş.

Oğlum bedeli candır, demiş. Olsun, demiş. Açmış peçeyi, Allah

demiş, ölmüş. Bu olur mu? Biz olur diyoruz. Siz olmaz diyorsunuz.

Page 281: ASİFE ÜNAL

274

Olur mu olmaz mı yarın ahirette belli olur. Her şeyin ispatı olmaz.

Yani hiçbir turuk-u aliyenin kadın örtünmesi hususunda özel

bir kıyafeti yoktur. Kim var diyorsa tekrar ediyorum, ispatlamakla

mükelleftir. Çünkü hiçbir kayıtta, kuyutta böyle bir şey yok.

- Bir kadın inancı gereği, Allah’ın emri olduğu için örtünüyor

diyelim. Ama bu hanım aynı zamanda mesela doktor veya başka bir

işte çalışan bir hanım yahut öğrenci, doktor olacak, avukat olacak.

Bulunduğu ülkenin kanunları da onun örtülü gezmemesini istiyor.

Ne yapması lazım size göre?

- Gereğini yapmalı.

- Yani size bu konuda bir fikir soran bir öğrenciye veya çalışan bir

hanıma...

- Bana bir kız gelse “Ben mektebe gitmek istiyorum, Üniversite

okumak istiyorum ama başımı açtırıyorlar” dese, “Kızım mektepten

içeri girerken aç, çıkarken kaparsın”derim.

- Çalışmak için de?

- Çalışmak için de keza. Çalışmak için yalnız rızık meselesi farklıdır.

- Rızık problemi olmasa mesela?

- Olmaz o zaman. O olmaz kapalı çalışsın. Çünkü burada ihtiyaç dahi

geçerli değildir. Zaruret geçerlidir.

- Yani İslâm’da kadının örtünmesi bu kadar önemlidir, diyorsunuz?

- Allah’ın emridir, Farzdır. Bunun şeyi yok. Örttürmeyenler

düşünsün. Ben çalışmak istiyorum. Çalışmak emri mi önemlidir,

örtünmek emri mi?

- İşte ben onu soruyorum.

- Örtüsünü bozmadan da çalışma imkanını araştırsın, bulsun.

- Bulamadığını farz edin.

- Bulur. O zaman sabretsin. Zaruret hariç.

- Mesela bir hanım öğretmen var. Çalışması için maddî bir zarureti de

yok. Eşinin maaşıyla iyi kötü geçinebilir. Ama o, öğretmenliğe

devam etmek istiyor. Bu durumda ne dersiniz?

Page 282: ASİFE ÜNAL

275

- Burada şöyle bir nüans daha var. Hz. Ebubekir ne buyurdu: Ya

Rabbi vücudumu öyle büyüt ki cehenneme benden başkası

sığmasın. Bugün Müslüman kızları sosyal hayatın dışına itilmek

isteniyorlar ve muvaffak oluyorlar. ‘Bunu kırmak için ben bu

günaha razıyım’ diyebilene eyvallah.

- Diyebilmeli mi?

- Demeli. Yok, hayır efendim lüzum yoktur dedi mi, günaha girer.

Ancak rızık zarureti, bakın ihtiyacı demiyorum, rızık zarureti bütün

bunları kaldırır. Bunun haricinde ancak İslâm’ın tealisi, İslâm’ın

değil, Müslümanların tealisi için, ilayı kelimetullah için yapılırsa

buna eyvallah deme ihtimali ve Cenabı Hakka niye böyle yaptın

sualine maruz kalındığında cevap verme ihtimali vardır. Öbür

türlüsünün ihtimali yoktur. “Ben sosyal hayatta kendime yer

edinmek istedim.” Kendime mi, İslâm kızlarına mı?

- Kendi aracılığı ile İslâm kızlarına diyelim.

- İslâm kızlarına olursa olur, kendime olursa olmaz, kanaatindeyim.

- Çok teşekkür ediyorum.408

Nurhan Atasoy, Kültür Bakanlığı’nca yayınlanan “Derviş Çeyizi-

Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi” isimli eserinde 1925’de tekke ve

zaviyelerin kapatılması ile dağılmaya ve yok olmaya başlamış tarikat giyim

kuşamları ile ilgili malzemeleri değerlendirmiştir. Bu eserde verilen bilgilerden

tarikatlarda erkek giysileri üzerinde büyük önemle durulduğu, ancak kadın

giyimi ile ilgili özel bir belirleme yapılmadığı, kadınların İslâm’ın ve yörenin

gerektirdiği şekilde giyindiği anlaşılmaktadır. Atasoy’un büyük bir titizlikle

derlediği ve sunduğu örnekler, tarikatlarda her giyim eşyasının, özellikle de her

başlık türünün bir anlam ifade ettiğini göstermektedir. Sadece taç denilen

yüzlerce çeşit erkek başlığı bulunması bunu doğrulamaktadır. Ancak,

408 12.06.2003 tarihinde, İstanbul’da Türk Tasavvuf Musıkisini ve Kültürünü Araştırma ve

Geliştirme Vakfı Başkanı Tuğrul İnançer ile yaptığımız röportajdan.

Page 283: ASİFE ÜNAL

276

İnançer’in belirttiği gibi kadınların tarikatlarda aktif görev alamayışından olsa

gerek, kadınlarla ilgili hiçbir kayıt bulunmamaktadır.409

Örtünme konusu Türkiye’de uzun yıllardır gündemi işgal etmeye devam

etmektedir. Bu konuda araştırmalar, açık oturumlar, programlar yapılmakta, bu

vesileyle farklı görüşler ortaya çıkabilmektedir. Yapılan çalışmalardan biri de

anketlerdir. Bu anketlerden biri olan ve “Türban Dosyası” başlığıyla 27

Mayıs 2003 tarihinden itibaren 12 gün süreyle Milliyet gazetesinde yayınlanan

araştırma sonuçları, Türkiye’de örtünme anlayışı bakımından önemli ipuçları

vermiştir. Konumuz için önemine binaen bu araştırma sonuçları ve bunlar

hakkındaki yorumların bir kısmı aktarılacaktır.

Tarhan Erdem tarafından yapılan anketin sonuçlarına göre: Mayıs 2003

itibariyle Türkiye’de kadınların % 64.2’si başını örtmektedir. Türkiye’deki

hanelerin % 77.2’sinde başını örten birinin olduğu sonucunun çıktığı bu

araştırmaya göre, başını örten kadınların sadece % 5.4’ü örtüsünü türban diye

tanımlamaktadır. Başını kapatanların %77.6’sı örtüsünü başörtüsü/eşarp

olarak, % 15.1’i yöresel örtü olarak, %1.9’u ise çarşaf olarak

tanımlamaktadır.

“Başınızı kapatma gerekçeniz nedir?” sorusuna başını kapatan

kadınların %63.4’ü dini/inançları gereği, %19.2’si gelenek, %13.3’ü

alışkanlık, %4.1’i ise aile büyüklerinin isteği cevabını vermiştir. Bu soruya

“Dinim/inançlarım gereği örtünüyorum” cevabını verenlerin oranı, eğitim

seviyesi yükseldikçe artmıştır. Lise mezunlarında bu oran %81.8’e yükselirken

üniversite mezunlarında % 100’e ulaşmıştır. Buradan ailenin etkisi, alışkanlık

ya da geleneklerin, üniversite eğitimli insanın başını örtebilmesi için bir etki

yapmadığı, üniversite eğitimi alan birinin ancak dininin/ inançlarının gereği

olarak başını örtebileceği sonucu çıkmaktadır.

“Sizce türban, laiklik karşıtlığının simgesi mi?” sorusuna ankete

katılanların %70’i “Hayır, değil” cevabını vermiştir. %10.8 bu soruya cevap

vermezken “Evet, türban laiklik karşıtlığının işaretidir” diyenlerin oranı %19.2

olmuştur.

409 Bkz. Nurhan Atasoy, Derviş Çeyizi-Türkiye’de Tarikat Giyim Kuşam Tarihi, Kültür

Bakanlığı yay., İstanbul 2000.

Page 284: ASİFE ÜNAL

277

Üniversitelerde türban yasağı konusunda ise % 75.5 yasağın

kaldırılmasının gerektiğini savunurken, %24.5’lik oran türban yasağının

devamından yanadır. Devlet dairelerinde çalışan kadınların başını

örtebilmesi konusundaki soruya ise, katılanların % 62.6’sı ‘örtebilmeleri

gerektiği’ şeklinde cevap verirken %37.4’ü ise ‘devlet dairelerinde çalışan

kadınların başının açık olması gerektiği’ görüşünü savunmaktadır. Bu sonuca

göre, halkın büyük bir kısmı türban yasağına karşı olmakla birlikte üniversitede

türban yasağının kaldırılması, devlet dairelerinde çalışan kadınların başlarını

örtebilmelerinden daha fazla oranda kişi tarafından istenmektedir.

Siyasî tercihlere göre başörtüsüne bakış “Sizce türban laiklik

karşıtlığının simgesi mi?” sorusuna partililerin verdikleri cevaplarla ortaya

çıkmıştır : AKP’lilerin %88.3’ü, MHP’lilerin %82.3’ü, DYP’lilerin %67.2’si,

Genç Partililerin %70.8’i, Saadet’lilerin %86.7’si, diğer sağ partilililerin

%72.7’si, CHP’lilerin %47.5’i, DEHAP/HADEP’lilerin %62.1’i ve diğer sol

partililerin % 43.5’i türbanın laiklik karşıtlığının simgesi olmadığı görüşünü

savunmuştur. Bu partililerden “Evet türban laiklik karşıtlığının simgesidir”

diyenlerin oranı ise şöyledir: AKP %5.1, MHP %8.1, DYP %20.9, GP %23.6,

SP %6.7, diğer sağ partiler 15.9; CHP %42.4, DEHAP/HADEP %9.1, diğer sol

partiler %56.5

“Türban sorunu”nun ülkenin sorunları içinde 7. sırada yer alması da

araştırmanın önemli sonuçlarından biridir. 2003 yılında halkın ancak %9.3’ü

türbanı en önemli üç sorun arasında görmektedir. Bu oran 1999’da % 2.6,

2001’de %3.8 iken 2003’de %9.3’e çıkması da ilgi çekicidir.410

Milliyet Gazetesi için Tarhan Erdem tarafından yapılan bu geniş araştırma,

türban meselesinin tekrar tartışmaya açılmasını sağlamıştır. Araştırma

üzerinde birçok yorum yapılmıştır. Bu yorumlar, yıllardır basından takip

ettiğimiz farklı görüş ve yorumların bir özeti durumunda olup birbirinden taban

tabana zıt fikirler ihtiva edebilmektedir. Türkiye’de örtünme konusunda var

olan farklı anlayışların tespiti konusuna sağlayacağı katkı dolayısıyla bu

yorumların bir kısmını olduğu gibi vermek uygun bulunmaktadır:

410 27-31 Mayıs 2003 Tarihli Milliyet Gazeteleri

Page 285: ASİFE ÜNAL

278

Prof. Dr. Nilüfer Göle şu değerlendirmelerde bulunmuştur: “Araştırmanın

sonuçları beni şaşırtmadı. Bence yavaş yavaş türban simgesi daha fazla

topluma katılıyor ve kamuoyunda simgenin artık anlam değiştirdiği

benimsenmiş durumda. 20 yıldır anlatmaya çalıştığımız türban anlam

değiştiriyor. Başörtüsü bugüne kadar gericiliğin, kadın-erkek eşitsizliğinin,

anti-modernitenin, okumamış ve görücü usulü evlenen insanların en önemli

simgesiydi. Modernleşme dediğimiz olay bunlardan kurtulmayı sağladı. Dinin

üzerinden de baskıyı kaldırdı. Laik kesim Müslümanlığını unutarak

moderniteye katıldı; ancak türbanlı kızlar önceden bu gerilik simgesi olarak

görülen örtüyü kendi istekleri ile taşıyarak yani, bir protesto şekli olarak

değerlendirerek, moderniteye katılmayı tercih etti.

...Benim meseleyi izleyen bir sosyolog olarak, çatışma olmadan türban

sorununun çözülebilmesi noktasında bir umudum var. Karşılıklı olarak

hareketler ve tavırlar önemli. İslamî kesimin de, laik kesimin de nasıl

davranacağı çok önemli. Türban yirmi yıldır İslamî hareketin içinde filizlendi,

büyüdü. Türban için bir simge değildir, diyemeyiz; ama bir kalaşnikof veya bir

savaş simgesi olarak görülmesine karşıyım. Bir kültürel simgedir. Ben dinimin

farklılığını yaşıyorum, dinim yüzünden horlanmışlığımı protesto ediyorum,

diyen bir simge. Sonuçta İslâm ve modernlik arasındaki kilit nokta kadındır.

Kilidin anahtarı kadında. Türkiye’de Müslüman kadınlar ellerindeki kilit

modernliğin kapısını açmıştır, oysa bu Afganistan’da olmadı, İran’da da henüz

zorlanıyor.

Benim için de türbanı meşrulaştırıyor, diyenler oldu; ama ben kimsenin

sözcüsü olmadım. Tartışmazsak bu mesele yok olur diye düşünüyoruz; ama

yok olmuyor. Sorun bitmiyor. Sorunun üzerine gitmeyerek kafamızı kuma

gömerek olmaz. Var olan bir şeyi adlandırmazsak yok olup gidecek diye ümit

ediyoruz; ama orada durup duruyor. Halbuki üzerine gitmek gerek.”411

Milliyet’in türban araştırması kapsamında görüştüğü Uludağ Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Uludağ, ‘Diğer dinlerde

de tesettür var mı?’ sorusuna şöyle cevap vermiştir: ‘Daha önceki semavî

dinlerde kadınların başörtü takmaları zorunlu idi demek için elde kesin bir bilgi

411 Zaman Gazetesi, 1 Haziran 2003, s.16.

Page 286: ASİFE ÜNAL

279

yoktur. Ancak bize ulaşan tasvir ve heykellerde eskiden beri kadınların

başörtüsü taktıklarını görüyoruz. Dindar Hıristiyan hanımlar ve rahibeler

başlarını örter. Örtünmenin miktarı ve şekli dinden dine değişebilir ama

temelde bir örtünme mevcuttur. Örtünmenin şekli ve miktarında bölgelerin,

iklimlerin, gelenek ve alışkanlıkların etkisi vardır.’ Süleyman Uludağ,

‘Kur’an’da tesettür nasıl tarif ediliyor?’ sorusuna ise şöyle cevap vermiştir:

‘Hazreti Peygamberin eşlerine hitap edilirken ‘Cahiliye döneminde olduğu gibi

açılmayınız’(Ahzap 33/32-33) buyurmuşlardır. Bu hükmün Hz. Peygamber’in

eşleriyle sınırlı olduğu görüşünde olan alimler vardır. Bu ayette özellikle

başörtüsü bahis konusu değildir. Hz. Peygamber İslamı seçen hanımlardan

bağlılık sözü alırken Allah’a ortak koşmamayı, adam öldürmemeyi, hırsızlık,

zina yapmamayı, iftira atmamayı şart koşardı.(Müslim, İmaret 88; Hudud 43)

İslam’da başörtüsünün şart kılındığına, hatta tavsiye edildiğine dair bir kayıt

yoktur. Yüce Allah buyuruyor ki: ‘Mümin kadınlara de ki: gözlerini

sakınsınlar, namuslarını korusunlar. Görünen kısmı müstesna olmak üzere

ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarına çeksinler.’(Nur 24/31)

Yapsınlar şeklindeki ifadeler uyulması gereken kesin emirler mi? Yoksa

uyulması lazım gelen ve ihtiyata da uygun düşen bir takım tavsiyeler midir? İki

türlü düşünen de var. Bizim görüşümüz ikisine de saygı gösterilmesidir.

Başörtü gönüllü takıldığı zaman bir anlam ifade eder. Baskı ile kadınları

örtmenin dinî anlamı ve manevî değeri yoktur. Kadınları kapanmaya

zorlamakla, herhangi bir Müslümanı oruç tutmaya zorlamak aynı. İkisi de

yanlış. İnsanları Müslümanlığa bile zorlamayan din, nasıl olurda başörtüsü için

baskı yapar?’412

Prof. Dr. Beyza Bilgin’in “İslâm dininde türbanın yeri nedir?” sorusuna

verdiği cevap şöyledir: “İslâm’da türbanın yeri Nur Suresi 31. ayettedir. Bu

ayette Hz. Peygamber’e, mümin kadınlara başörtülerini dekoltelerinin üzerine

örtmelerini, kendiliğinden görünen kısmın dışında, ziynetlerini aileden olan

erkeklerin dışındaki erkeklerin yanında açmamalarını söylemesi istenmiştir.

Daha sonra devrin hukukçuları aile içi ve toplumsal yaşamı düzenleyici

kuralları koyarken, bu ayeti, saçın bir telinin bile, değil aileden olmayan

412 Milliyet,27 Mayıs 2003,s.16

Page 287: ASİFE ÜNAL

280

erkekler, aileden olan meselâ kayınpederlerin yanında bile göstermemek

gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. Devrin özelliği, toplumsal veya aile ile

ilgili her kuralın mutlaka din ile bağlanmasıdır. Din ile bağlanmadıkça

insanların bu kurallara uymayacağı varsayılmıştır. Birçok kişiye göre,

başörtüsü Allah’ın emridir. ‘Allah’ın emri’ tabiri, Allah’ın öğüdünün emir

telâkki edilmesinden doğuyorsa, buna saygı duyulur. Başörtüsü, böyle

sunulduğu zaman tepkiyle karşılanmayacaktır. Fakat bu bir emir seviyesinde,

zaman üstü bağlayıcılıkta sunuldukça, tepki devam edecektir. Allah’ın emirleri,

başkası tarafından değiştirilemez, başka türlüsü yapılamaz olan kanunlardır.

Yasin Suresi’nin son ayetinde bu hakikat şöyle bildirilmiştir: Allah bir şeyin

olmasını istedi mi, ona ‘ol’ emrini verir ve o şey olur! Allah’ın emirleri,

dünyanın ve kainatın düzeni, varlıkların varoluş kurallarıdır. Gerisi Allah’ın

kullarına emirleri değil öğütleridir.” Beyza Bilgin’in, “Başı açık insanın

ibadetinde sınırlamalar var mı?” sorusuna cevabı ise şöyledir: “Başı açık kadın-

erkek herkes, her yerde, her zaman ibadet edebilir. Allah’la kulun arasına

hiçbir engel giremez, Allah’ına ibadet eden kula kimse kayıt ve şart koyamaz,

kıyafet cemaat içindir. Cemaate katılan kimse, cemaati incitmeyecek şekle

bürünür.” “Türban siyasî simge mi?” sorusuna da Beyza Bilgin şöyle cevap

vermiştir: “Zaman zaman bizzat türbanlıların ifadelerinden bunu İslâm’ın

simgesi olarak kabul ettiklerini duymuşumdur. ‘Hocam herkesin hangi

milletten ve hangi dinden olduğunun belli olması gerekmez mi?’derler.

Örtünenlerin arasında bunların nispeti nedir, bunu bilemiyorum.” Beyza Bilgin

“Türbanın rejimin tehdidi olarak görülmesini nasıl karşılıyorsunuz?” sorusuna

“Egemenlik kavgası olarak karşılıyorum, bu kavga henüz sona ermemiştir. Din

derslerinin okullarda okutulması konusu da aynı şekilde rejimin tehdidi olarak

görülmüştü başlangıçta, artık bu bitti.” şeklinde cevap verirken “Devlet

dairelerinde türban takılabilir mi? Kıyafet özgürlüğü olmalı mı? Başörtüsü

yasağı özgürlüğe müdahale mi?” sorularına ise şu şekilde cevap vermiştir:

“Tabi ki takılabilir. Ancak biz, bir yandan türban takanların, diğer yandan

taktırmak istemeyenlerin inatlaşmasını karşılıklı egemenlik meselesi yapmış

olduğumuz için artık bunun cevabını ilahiyatçı değil, siyasetçiler tartışmalı.

Örf, adet ve ananeleri, haya ve edep duygularını rahatsız etmeyecek bir kıyafet

Page 288: ASİFE ÜNAL

281

özgürlüğüne taraftarım. Ancak bizde tartışmaları bırakın normal konuşmalarda

bile, başörtüsü kadınlar için İslâm’ın birinci şartı gibi kabul ettirilmektedir.

Haklı bir gerekçeye dayanmadığı müddetçe bütün yasaklar özgürlüğe

müdahaledir. Yurdumuzda durum çok açık değil. Eğer türbanı bir siyasî simge

diye düşünürsek, yasak kararının bir dereceye kadar haklı bir gerekçesi

varsayılabilir. Bir süredir durum o kadar vahim bir hal almıştır ki, bir kesim

tarafından baş örtmeyenler İslâm dışı, diğer bir kesim tarafından baş örtenler

fundamentalist sayılabilmektedir. ”413

Milliyet’in Türban Dosyası kapsamında görüşlerini aldığı “Çağdaş

Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan , kız çocukları

ve kadınların, erkekleri tahrik ediyor gerekçesiyle kapatılmasını aşağılayıcı ve

insan haklarına aykırı bulduğunu söylemiştir. Çağdaşlaşmayı hedef almış

ulusların, insan yapısı yasalarla yönetildiğini anlatan Saylan, ‘Aksi beklentileri

olanlar yani şeriatın hakim olması için çalışanlar, ne acıdır ki, yine kadın ve

kızları türbanlayarak, örterek, kendilerine etkileyici bir simge yaratmış ve

masum bu insanları da militan haline getirmişlerdir. (Devlet büyüklerimiz (!)

uygar giysileri ve kıyafetleri kendilerine uygun görüyor, oysa kız ve eşlerini

örterek tabanlarına ya da gizli açık emellerine selam çakıyorlar, dürüstlük bu

mu?)demiştir. ‘Siyasal İslam’ın ne denli tehlikeli olduğu çok açık örnekleriyle

belirmiştir ve ülkeler kendi rejimlerini, demokrasilerini yasalarla koruma

durumundadırlar.’ diyen Saylan şöyle devam etmiştir: ‘Cumhuriyet döneminde

yasal haklarını alan , erkekle eşitlenen, okuyabilen kadın kendi kıyafet

devrimini yapmıştır. Feraceden, yaşmaktan, çarşaftan eşarba geçmiş, onu da

atmıştır. Kırsal kadın tülbentle başını örter, güneşten, tozdan korunur.

Geleneksel eşarplı, tülbentli ev kadınları, kız çocuklarını okula gönderirken

saçlarını tarar, örerler. Yakın yıllara kadar okuyan, resmi dairelerde çalışan

kızlar, kadınlar asla örtünmezlerdi.’ Aynı şekilde hiçbir yöneticinin de örtülü

eşi –kızı olmadığını hatırlatan Saylan, sözlerini noktalarken şunları söylemiştir:

‘1980’lerden sonra, yeşil kuşak teorisiyle, İmam-Hatiplere hiçbir mantığı

olmadan kızların alınmasıyla siyasal İslâm çok önemli bir kale aldı ve

413 Milliyet, 29 Mayıs 2003, s.14.

Page 289: ASİFE ÜNAL

282

kadınların örtünmesi konusunu dayatarak, hem din hem de kadın sömürüsünü

başlattı. Hem de din-siyaset-ticaret üçgeni yer altından yer üstüne çıktı.’ ” 414

Daha önce türbanlı öğrenciler üzerine çalışmaları bulunan Prof. Dr.

Elizabeth Özdalga, Milliyet’in Türban Dosyası kapsamında sorularını şöyle

cevaplamıştır: ‘Türkiye’de türban sorunu, dini ilgilendiren bir özgürlük sorunu

mu?’ ‘Türkiye’nin üst elitini de büyük ölçüde kapsayan radikal laik kesim,

tesettür (türban) konusunu herkesten daha iyi bildiğini ve anladığını iddia

ediyor. Onlara göre başörtüsü, Siyasî İslâm’ın, irticanın ifadesi. Halbuki

tesettürü seçen kadınlar bunu bir dinî vecibe olarak görüyor. Engellendiği

zaman da, dinsel özgürlüklerinin zedelendiğini düşünüyorlar. Dinsel inanç,

başörtü sorununun ana boyutudur. Bu problem çözülmedikçe başörtü sorunu

dini ilgilendiren bir özgürlük sorunu olmaya davam edecektir.’ ‘Türbanın

siyasal İslâm’ı motive eden bir yanı yok mu?’ ‘Türkiye’de son otuz yıldır bir

İslâmî hareket oluştu. Başörtüsü de bu hareketin bir parçası. Ancak İslâmî

hareketler demokratik rejimi tehdit etmedi. MSP ve RP laik düzeni yıkma

niyeti taşımadı. AKP için de aynı şey söz konusu. Fakat tesettüre karşı olanlar

Türkiye gerçeklerinden daha çok İran, Mısır, Pakistan ve Cezayir’deki radikal

grupları örnek gösteriyorlar. Referansları en radikal, en militan hareketler...

Türkiye’de bir şeriat devleti kurma niyetleri taşıyan gruplar hiçbir zaman

destek bulamadı. İslâmî radikalizmin zemini olmadığı halde, başörtüsünün

üzerine bu kadar sert gidilmesini anlamak mümkün değil.’ ‘Laik kesimlerin

türbana karşı çıkışları size göre anlamlı değil mi?’ ‘Bence anlamlı değil.

Tesettür bir dinsel angajmanın ifadesi ama aynı zamanda tesettürü seçenler

kendi çevrelerinde ve toplumda prestij ve saygınlık kazanmak, rutin hayatlarını

aşan bir amaçlarının olduğunu göstermek, yükselmek istiyorlar. Türkiye’nin

sosyal hareketliliği çok fazla. Sürekli alt tabakalardan, kırsaldan gelen yeni

kuşaklar, yeni orta sınıflar, elit kesimin çıkarlarını ve gücünü tehdit ediyor.

Bunların bir kısmı dinsel değerlere daha çok önem veriyor. Başörtü sorununun

altında Marksist anlamda bir sınıf mücadelesi yatıyor diye düşünüyorum.

Tesettür bir rejim tehdidiymiş gibi gösterilerek, yeni orta sınıf güçleri

azaltmak, bir “outsider” “yabancı” unsur muamelesi yapılarak siyasî iktidardan

414 Milliyet, 28 Mayıs 2003,s.14.

Page 290: ASİFE ÜNAL

283

uzak tutulmak isteniyor.’ ‘Çocukların küçük yaşlarda ailesinin inançları ve

tutumu doğrultusunda türban takması bir baskı anlamına gelmiyor mu?’ ‘Evet,

bu konuda topluma bir sorumluluk düşüyor. Böyle bir sorumluluğu ancak

özgür toplumlar yerine getirebilir. Aile baskısı mı kötü, devlet baskısı mı?

Türkiye’de devlet baskısının azalması lazım ki, toplumun gözetimi altında aile

baskısı azalabilsin. Kaldı ki, başörtü konusunda aile baskısı sadece örtmek

yönünde değil her zaman. Birçok üniversite öğrencisi tesettür giydikleri için

ailelerinin baskılarına maruz kaldı.’ ‘Üniversitelerdeki türban yasağını nasıl

değerlendiriyorsunuz?’ ‘Çözüm bekleyen en ileri alan üniversiteler. Üniversite

eğitiminden yoksun bırakılan kız öğrencilerin sorununa en kısa zamanda bir

çözüm getirmek lazım. Çözüm de peruk veya değişik fantezi şapka modellerine

göz yumarak değil, özgürlük getirerek olmalı.’ ‘Türkiye’de kamuda hizmet

verenler türbanlı çalışabilir mi?’ ‘Bence hiçbir sakıncası yok. Ama Türkiye’de

sorun o kadar derin izler bıraktı ve belli kesimlerde o kadar güçlü tepkiler

oluştu ki, bir çözüm ancak bir reform şeklinde yani adım adım gerçekleşebilir.’

‘Türbanlı resepsiyon krizlerine ne diyorsunuz?’ ‘Bu konuyu çok yadırgıyorum.

Hükümet üyelerimiz ve milletvekillerimiz görevi başında ama resmî

resepsiyonlara eşleriyle birlikte katılmıyorlar. Tuhaf ve yakışıksız bir durum.

Dışarıya karşı otoriter ve hiyerarşik bir Türkiye imajı veriyor.’ ”415

Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç Dr.Arus Yumul da bu konudaki

sorulara şöyle cevap vermiştir: ‘Artık frapan makyaj yapan, yırtmaçlı etek ve

pantolon giyen yeni bir türbanlı tipi var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?’ ‘Bu

bedenin bir proje olarak algılanması sonucudur. Bu algılama sadece İslâmî

kesimle sınırlı değildir. Bedenini şekillendirme yoluyla kimliği yeniden inşa

etme, ‘geç modernite’ olarak tanımlanan bu dönemin bir özelliğidir.

Müslümanlarda bir adada yaşamıyorlar. Güzellik ürünlerine, giyim kuşama

ilgisiz kalamıyorlar.’ ‘Cinselliği çağrıştıran bu giyim tarzı tesettürün

temelindeki düşüncelerle örtüşüyor mu?’ ‘Dinin bir anlamda özelleştiği, kişisel

yorumların dinî pratikleri etkilediği bir durum söz konusu. Kuran’da ne şekilde

örtünüleceği konusunda herhangi bir hükmün bulunmadığını söyleyenlerden

tutun, tek tip örtünme biçimi olduğunu iddia edenler kadar geniş bir yorum

415 Milliyet, 30 Mayıs 2003, s.16.

Page 291: ASİFE ÜNAL

284

skalası mevcut. Siz bu yorumlardan yaşam tarzınıza en uygun olanını

seçiyorsunuz.’ ”416

Milliyet gazetesinin haberine göre “Tarhan Erdem’in Milliyet için yaptığı

türban araştırması, Fransa Basın Ajansı(AFP) tarafından haber yapılarak

dünyaya duyuruldu. Araştırmada elde edilen verileri dün geçtiği haberinde

yayınlayan AFP, ‘Müslüman nüfusun çoğunlukta bulunduğu ancak laikliğe sıkı

sıkıya bağlı olan bu ülkede, 10 kadından altısı başörtüsü takıyor.’ifadelerini

kullandı. Türkiye’de devlet daireleriyle okullarda başörtüsünün yasak olduğunu

hatırlatan haberde, ‘İslâmî tarzdaki başörtüsünün, Türkiye’deki laik elit kitle

tarafından siyasî İslâma verilen desteğin beyanı’ olarak görüldüğü ifade

edildi.”417

“Modernleşme Sürecinde Moda ve Zihniyet İlişkisi” adlı teziyle Sosyoloji

Doktoru olan ve “İmaj ve Takva”, “Kamusal Alanda Başörtülüler” adlı

kitapların yazarı Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun tesettür ve kimlik

değişimi üzerine sorulara verdiği cevaplar şöyledir: ‘Türkiyedeki başörtülü

kadınların 1970’ den günümüze geçirdiği evrimi nasıl değerlendiriyorsunuz?’

‘1960-1970’li yıllarda genelde İslâmî kesim, özelde de tesettürlü kadınlar, alt

kamusal alanda, alternatif hayat tarzı oluşturmak üzere, modern hayat ile

ilişkisini daha ziyade “karşı duruş” olarak ifade etmekteydi. Özal dönemi ile

birlikte karşı duruş terk edildi. Her şeyin “İslâmcasını” üretmeyi gaye edinen

bir anlayış ile tüketim toplumuna eklemlenme süreci başladı. Refah Partisi,

kadınları alt kamusallıktan, üst kamusal alana taşıdı. Kamusal alanın çatışmacı

dilini iki ayrı cephede yaşadı kadınlar.’ ‘Kamusal alanda “çatışmacı bir dil”

derken neyi kastediyorsunuz?’ ‘Kamusal alanda var olmayı, birincil mesele

saymaya başlayınca, tesettürlü kadınlar, hem erkeklerle hem de modern

kadınlarla çatışmalı olan bir alanın içine girmiş oldu. Muhabbet dili yerini

polemik diline bıraktı. 1970’li yıllarda kıyafetler takvaya (Allah’a yakınlık)

uygunluğu ya da uygun olmayışı açısından dinî konulara vakıf olanların

eleştirilerine maruz kalırken; bugün “modern olup olmadığı” noktasından

giyim konusuna vakıf olanların eleştirileriyle karşılaşıyorlar.’ ‘Başörtülü

kızların moda çizgilerine bürünmesiyle, tesettür ilkelerinden koptukları

416 Milliyet, 31 Mayıs 2003, s.16.

Page 292: ASİFE ÜNAL

285

yönünde eleştiriler var.’ ‘Bütün tesettürlü gençler için bu eleştiriyi yapmamız

haksızlık olur. 1970’li yılların alt kamusal alandaki giyim tarzı, 90’lı yıllarda

kırılmaya uğradı. Bu doğrudan mekân kullanımıyla alâkalı. Tesettürlü genç

kızların ve kadınların giyimlerindeki pek çok değişikliği mekân kullanımıyla

bağlantılı olarak açıklamak mümkün. Daha önce gidilmeyen mekânlara

gidilmeye başlandıkça kıyafetler de çeşitlenip hafifliyor.’ ‘Kadının kimliğini

ifade ediş biçimiyle ilgili bir duruştan söz etmek mümkün mü?’ ‘Tesettür

modasının sınıfsal bir boyutu var: yeni zenginler arasında ya da varoş

bölgelerinde yaşayanlarda, tesettür ilkelerinden kopuş ve bir markaya ait

olduğunu hissettirme takıntısı daha fazla. Bu konuda en çarpıcı iki örnek

Erenköy ve Ümraniye’dir. Erenköy birkaç kuşak şehirli ve eskiden beri

tesettürlü ailelerin oturduğu bir semttir. Sokaklarda çok frapan unsurlara

rastlayamazsınız. Fakat o semte yeni taşınanlar kendini hemen belli eder.

Tesettür modası ve tesettür defileleri o boyutlara vardı ki, Erenköy’ün tarzı

adeta mazbutlaştı. Ümraniye ise hem tesettürlü üniversiteli kızlara sahip, hem

overlokcu kızlara. Overlokcu kızların çoğu üniversiteli zannedilmek için ya

da aile baskısından dolayı başını kapatıyor. Dolayısıyla başındaki örtü ile

vücut dili asla kaynaşmayan genç kızlar görüyoruz.’ ‘ “İmaj ve Takva” isimli

kitabınızda da belirtmişsiniz. Eğer giyim, kişinin hangi dili kimlere karşı

sunduğu ile yakından alakalıysa, başını örten fakat tesettür ilkelerine uyma

konusunda hassas davranmayanlar, nasıl bir dil ve kimlik ortaya koyuyor?’

‘Kararsız bir kimlik. Psikalanist Erik Ericson, kimlik tarifinde “Kimlik bizim

olmak istediğimiz ile dünyanın olmamıza izin verdiği şeyin buluşma

noktasıdır.” der. Genç bir kız düşünün. Modern, farklı, dikkat çekici oldukça

kamusal dünyanın dışında, bir öte dünya bilincine de sahip olmak istediğini,

hem kendine hem başkalarına göstermek istiyor. Bu durumda, olmak istediği

ile olabileceklerinin mesafesi açılıyor. Mesafe açıldıkça kimlik kararsızlığı

artıyor.’ ‘Kamu alanında türbanı çıkartıp, evde ya da sokakta takarak çözüm

üretenler var. Bu bir çözüm mü?’ ‘ Kamu alanlarında açıp, dışarıda kapatanlar

bunu zaruriyetten yapıyor ve çok yoğun psikolojik çatışmalar yaşıyorlar.

Bunun dışında hem öyle hem böyle yarıdan örtülü baş, makyajlı yüz, body

417 Milliyet, 28 Mayıs 2003, s.14.

Page 293: ASİFE ÜNAL

286

kıyafeti olanlar, tek tek bireyler olarak tahlil edilmesi gereken bir özelliğe

sahipler. Yaptıklarının toplumsaL boyutu yok. Hal böyle olunca kamu alanında

açıp sokakta kapatmayı çözüm hanesinde değerlendirmemiz mümkün değil.

Ayrıca bu buzdağının görünen yüzü. Halbuki derinde çok daha önemli

meseleler var. Konu başörtü meselesine kilitlendikçe, başörtüsünün ontolojik

bir duruş olarak kıymetli olan tarafı boşaltılıyor.’418

İ.Ü. İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği

İkinci Başkanı, İ.Ü. Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür

Yardımcısı Prof. Dr. Türkel Delibaş, türban konusundaki sorulara şöyle cevap

veriyor: ‘Üniversitelerde türban yasaklanınca nelerle karşılaştınız?’ ‘Birçok

öğrenciyi eğitimlerinden olmasınlar diye sınavlara aldık. Zamanla bu

öğrenciler türbanı politik bir simge olarak kullanmaya başladı. Üniversitelerde

ne zaman dinî bir devletin simgeleri, şiddet unsuruyla birlikte kullanılmaya

başlamıştır, o noktada türban yasaklanmıştır. Yasakla birlikte birçok kız

öğrenci başını kendiliğinden açtı. Bu kızlar bir taraftan sosyal bir gruba ait

olmak, arkadaş bulmak için İslâmî örgütlenmenin içine giriyor. Adam adama

markaj yöntemiyle siyasî örgütlenmelere çekiliyorlar.’ ‘Türbanı nasıl

kullanıyorlar?’ ‘Üniversitede türban politik şiddet davranışının ayırıcı simgesi

olarak kullanılıyor. Böyle kullanıldığı için öğrencinin denetlenmesini de

imkansız kılıyor. 28 Şubat öncesi süreçte kız öğrencileri gözlerine kadar

göremiyorduk. Komik olaylar da yaşadık. Uzun siyah pardösüleri çıkardığımız

zaman erkek öğrencilerle karşılaştığımız oldu.’ ‘Siz destekliyor musunuz?’

‘Özgür tercihler üzerine kurulmayan hiçbir şeyi desteklemem. Türban fikir

özgürlüğüne karşı bir simge. Kişi başını kapatarak ortaya çıkıyorsa, bu

“Düşünceme de her türlü örtüyü koyabilirim” demektir. Onun için Türkiye’de

politik bir kavgadır. Akademisyenlerin de birinci görevi bana göre ülkeyi

ayakta tutan değerleri korumaktır.’ ‘Türban eylemleri hangi süreçte başladı.’

‘Kadınların siyasette kullanılmaları 12 Eylül’le başladı. Muhalefet yapma

yasağı karşısında demokrat kesimler, kadın, çocuk gibi örgütlenmeler içine

girdi. Buna örtülü siyaset diyorum. İslâmî kesimse kadınları o güne kadar

kullanmamıştı ve bunun yanlışlığını anladı...’ ‘Yoksullaşma ve türban arasında

418 Milliyet, 02 Haziran 2003, s.12.

Page 294: ASİFE ÜNAL

287

nasıl bir bağlantı var?’ ‘...Yoksullaşma insanları kıyafette de tek tipe getiren bir

unsur. Osmanlı İmparatorluğu’nda da çarşaf, son dönemde yoksullaşmayla

geldi. Çünkü çarşafla yoksulluk gizlenebiliyor. 24 Ocak ve 12 Eylül Darbesinin

etkisi 80’lerin sonuna doğru azalmaya başladı. Aynı zamanda Türkiye’nin

tekstil yoluyla sadece dış pazarlardan pay alamayacağı da ortaya çıktı.

Türkiye’de ihracat fazlaları oluşmaya başladı. Bunları kime satacaksınız? Bir

taraftan tek tip kadınlar var. O zaman bu kıyafeti çeşitlendirmek lazım. Dikkat

edin 90’larla birlikte başlamıştır kadınlarda tesettür ve türban modalarının

oluşumu...’419

İlber Ortaylı’ya göre “Tesettür, Türkiye’de son 20 yılın sorunu oldu; daha

doğrusu ürkülen bir soru...1940’ların ve 1950’lerin Türkiye’sinde çarşaf

cehaletin ve kadın esaretinin, başörtüsü fakirliğin sembolü gibi görülürdü. 27

Mayıs 1960 rejiminin ilk günlerinde ilerici kadın dernekleri ‘çarşafı çıkarın

pardösü giyin’ kampanyalarına başladı...1970’lerde ise tesettür bir fakirlik ve

cehalet simgesi olmaktan çıktı; toplumun bir kesimindeki kadınların ve

erkeklerin çekindiği bir karşı devrimin sahnelenmesi olarak görülmeye

başlandı. Üniversite gençleri, iktisaden yükselen muhafazakar sınıfların

kadınları bazen şık modellerle tesettüre giriyordu. 1980 başından itibaren İran

devriminin kadınları zorla tesettüre sokması üzerine bu gerilim adamakıllı

arttı...Kadının kıyafeti hassas bir konudur. Erkeklerin bu alanda yüksek sesli

şarkı söylemesini doğru bulmuyorum...Hiç şüphe yok türbanı, devlet ve

bürokrasinin yüksek katlarında tartışmak ayrı bir keyfiyettir. Acaba

tesettürlüler rejimi değiştirmek için böyle ifade biçimi mi seçiyorlar? Böyle

olanlar da vardır. Tesettürü tamamen kişisel bir tercih olarak seçenler de...Bazı

halde en çılgın modacıların, tesettür üzerinde yeni yorumlar getirdiğini

görüyoruz. Konuyu anlamakta güçlük çekiyorum. Anladığını iddia edenlerin de

birçok şeyi anlayıp bildiğinden şüphem var. Her sesini yükselten gerçekten

berrak bir mantık sahibi değildir...”420

Fransız Türkolog İrene Melikoff’un, Türkiye’de türban konusundaki

sorulara verdiği cevaplar şöyledir: ‘Sizle türban konusunda konuşmak

istediğimi söyleyince , 2.Dünya Savaşı sırasında Paris’te kadınların

419 Milliyet; 3 Haziran 2003, s.16.

Page 295: ASİFE ÜNAL

288

boyunlarına haç takmasını hatırladınız. Neden?’ ‘Sorunuz bende kötü tesir

bırakan bir olayı hatırlattı. Kadınlar, 1940 yılında Almanlar Paris’e girdiğinde,

boyunlarında haçla sokağa çıkmaya başladı. Onlar, Almanlara “Bizim Yahudi

olduğumuzu düşünmeyin” mesajı vermek istedi. Bu olaydan sonra bütün dinî

işaretlerden nefret ettim. Sonradan Müslüman olan bir arkadaş, soğuk bir

günde üzerinde beyaz bir derviş entarisiyle “Nerede ibadet edebilirim” diye

soruyordu. Aynı yerde birçok Türk vardı ve hepsinin giyimleri ve davranışları

normaldi. Bu gibi tuhaf davranışları yeni bir dine girenler veya dinini özellikle

vurgulamak isteyenler yapıyor. Onlar gösterişe önem veriyor.’ ‘Artan türbanlı

görüntülere ne diyorsunuz?’ 1941 yılında Türkiye’ye geldiğimde türbanlılar

yoktu...2000’li yıllarda sokaklarda gördüğüm çarşaflara bürünmüş kadın

kalabalığı, sanki 1940’lı yılların modern giysili kadınlarıyla yer değiştirmişti.

Giysilerin sembollere dönüştürülmesi, politik bir faaliyet, gösterişe dayalı

biçimsel bir duruşun ifadesidir. Atatürk dünyaya yeniden gelse herhalde bu

görüntülerden rahatsız olurdu...’ ‘Tasavvufta örtünme yok mu?’ ‘Sufiliği,

Mevlevîliği çok seviyorum. Ancak sufilik başka, gösteriş başka. Mevlâna ve

Hacı Bektaş şimdi yaşıyor olsalar tesettürden rahatsız olurlardı.’ ‘Alevîler nasıl

giyiniyor?’ Alevîlikte türban da, gösteriş de yok. Dindarın dinini ilan etmesi

gereksiz . Din her kişinin özelidir, sokağa çıkarmamak lazım. Dinimi sokakta

göstermiyorsam bu demek değil ki, ben dinsizim.’ ‘Bu sorun nasıl çözülür?’

‘Bence bu bir moda ve geçer. Türban takanlara zor kullanmamak lazım,

isterlerse taksınlar. Kimse dikkat çekmezse bu konu sorun olmaktan çıkar.

Özellikle Türkiye’de sakin olmak lazım. Çünkü Türkler toleranslı insanlar.’421

Osmanlı ve Cumhuriyet Tarihi uzmanı, Hollanda Amsterdam’da

Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü Türkiye Bölümü Başkanı Prof. Dr. Erik

Jan Zurcher’in, türban konusundaki sorulara cevapları ise şöyle:

‘Türkiye’deki türban yasağına sadece özgürlük konusu olarak bakılabilir mi?’

‘Başka seçenek var mı ki? Türban meselesine siyasî bir konu olarak bakarsak,

siyasal bir sorun yaratırız. Önemli olan insanların kafalarının içine laikliğin

yerleşmesidir. Başörtünün bununla bir ilgisi yok.’ ‘Türkiye’nin şartları,

türbanda örneğin Hollanda’daki geniş özgürlükçü tavırdan daha farklı bir

420 Milliyet, 4 Haziran 2003, s.15.

Page 296: ASİFE ÜNAL

289

yaklaşımı gerektirmez mi?’ ‘Bu tür simgesel olaylara aşırı önem verilirse

gerginlik artar. Özgürlükçü tavır tüm problemleri çözmez ama uzun vadede

gerginliği azaltır. Yine de tam serbestlik olamaz. Mesela Hollanda’da tamamen

kapalı, Afganistan stili giymiş Arap öğrencilerin okula girmesi engelleniyor.’

‘Resmî yerlerde bir sınırlama getirilebilir mi?’ ‘Bence tüm millet ve devlet

adına (örneğin hakimler ve askerler gibi) görev yapanların türban gibi dinî ve

etnik kimliğini gösteren giysilerle dolaşması yasaklanmalı. Ancak bu yasak

başka dinî ve siyasal simgeler için de geçerli olmalıdır.’ ‘Türban konusundaki

laik direncin sizce tarihsel kökleri yok mu? Laik tepkileri “paranoya” olarak

görmek konuyu hafife almak değil mi?’ ‘Hiç şüphesiz tarihsel kökleri var.

İttihatçıların ve Cumhuriyet kurucularının Fransa’nın güçlü “pozitivizm”

akımından etkilenmesi, onların durumlarında ve dönemlerinde çok doğaldı.

Savaşta harap olmuş Türkiye için başka bir çağdaşlaşma modeli düşünmek

zordu. Yalnız bugünkü Türkiye, 1920’li, ve 30’lu yılların Türkiye’si değil.

Maalesef laik Kemalist elit, bazen Kemalizmin getirdiği başarılara ve bugünkü

dinamik çoğulcu Türkiye’ye yeterince güvenmiyor ve topluma çağdışı kalmış

bir gözlükle bakıyor.’ ‘Radikal İslâmcı hareketlerin terörizme kayması, kadını

çarşafa sokması göz önüne alınırsa, laik tepkiyi de anlamak gerekmez mi?’

‘Bunu anlamak zor değil. Benim gibi dışardan bakan birisinin bu korkuları

ihmal etmesi hem kolay hem de bir sorumsuzluk olurdu. Fakat Radikal İslâmcı

terör örgütleri ile AKP’yi de karıştırmamak lazım. Türkiye’de bir radikalleşme

söz konusu değil. Ayrıca Türkiye İslâmı, bazı tarihsel gelişmelerden dolayı

Arap İslâmından çok farklı. Arap ülkelerinde terörün altında bir umutsuzluk ve

öfke var ki, bu da doğrudan doğruya Filistin meselesine ve Arapların kendi

ülkelerinde gördükleri haksızlığa ve sömürgeciliğe bağlı. Türkiye’de ise

Filistin’le dayanışma duygusu çok derin değil. Ve tüm toplumsal sorunlara

rağmen insanları teröre yönelten umutsuzluk duyguları çok yaygın değil.’422

İ.Ü.S.B.F. Öğretim Üyesi ‘Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın’ kitabının

yazarı Prof. Dr. Fatmagül Berktay, kadın giyimi konusunda şunları söylüyor:

‘Kadının denetimi, ataerkil toplum tarafından önemli. Kadınlar daima

topluluğun ruhunu simgeler, sınırlarını çizer. O yüzden topluluğun “saflığı”nı

421 Milliyet, 5 Hazian 2003, s.15.

Page 297: ASİFE ÜNAL

290

korumak, simgelemek de onlara düşer. Üstelik bu sadece dinsel topluluklar için

değil, seküler (dünyevî) bağlamlar için de geçerli. O nedenle Türkiye’de

kadının kıyafeti, hem şeriata dayalı Osmanlı toplumu hem de laik Cumhuriyet

için can alıcı önemde olmuştur. İlkinde kadının örtünmesi ve kamusal alana

çıkmaması, ikincisinde de kamusal alanda peçesiz dolaşabilmesi simgesel

nitelik taşır.’ ‘Şeriatın egemen olduğu toplumlarda nasıl?’ ‘Bu toplumlarda

kadınların kamusal alana çıkışları sınırlandırılır, zorunlu olarak çıktıkları

durumda da, yine aslında mahrem alana, eve ait olduklarını hep hatırlatmak

üzere örtünmeleri zorunlu kılınır. Bu ataerkil anlayış, aynı zamanda, kadının

namus ve onurundan onun kendisinin değil, onu çok koruyan erkeği sorumlu

tutar ve böylelikle kadının özerk bir insan olduğunu örtük biçimde reddetmiş

olur.’ ‘İslâm’da başı açıklara bakış nasıl?’ ‘Dinsel düşünce monist, tekçi

düşüncedir, mutlak hakikat iddiasında bulunur; farklı düşünenlere karşı

hoşgörüsüzdür. İslâmî cemaatçi anlayışın ve yaşam tarzının ne kadar

hiyerarşik, konformist ve bireyselliğin gelişimine karşı tepkili olduğunu

biliyoruz. Yıllar önce röportaj yapmaya gelen iki başörtülü genç kadına o

zaman sorduğum soru halâ geçerli. O zaman “Ben sizin başörtüsüyle öğrenim

görme talebinizi destekliyorum, peki siz, kendi görüşleriniz iktidara gelirse,

benim başörtü takmama hakkımı savunabilecek misiniz?” diye sormuştum. O

tarihte bana yanıt verememişlerdi. Umarım bugün verebilirler.’ ‘Yasaklamalar

bir çare olabilir mi?’ ‘Türkiye’de laik düşünce ve hayat tarzı korkulduğu kadar

yüzeysel değil, epey derinlerde. Bu süreç, Cumhuriyetle de başlamadı;

Osmanlı’da kökleri var. Sağlıklı demokrasiye sahip güçlü bir cumhuriyet için

başörtüsü sorun olmamalı. Sorunu yasakçı yöntemlerle çözmeye çalışmak,

radikal tutumların sertleşmesine, daha liberal unsurların da yabancılaşmasına

yol açar. Bunca yıldan sonra Cumhuriyet artık, muhalif unsurları sisteme

entegre edebilecek daha hoşgörülü bir yaklaşım sergileyebilir. Bu bağlamda,

üniversitelerin de “evrensel” kurumlar olduklarını hatırlayacak olursak, her

çeşit faklılığın ifadesine yer vermeleri gerektiği sonucuna ulaşırız.

Üniversitelerde, davetlerde sorun olmamalı. Ama aynı şeyi devlet daireleri,

mahkemeler gibi kamu hizmeti veren yerler için söyleyemem. Kamu

422 Milliyet, 5 Haziran 2003, s.15.

Page 298: ASİFE ÜNAL

291

hizmetinde tarafsızlık esastır. Tarafsızlık, hukukun üstünlüğü gibi konularda

hiç de iyi sınav vermemiş olan bir idareye, bir de dinsel simgenin açık ettiği

taraflılığı eklememek gerek.’423

ABD Princeton Üniversitesi’nde Türkiye Araştırmaları Bölümü’nde

öğretim üyesi olan Prof. Dr. Şükrü M. Hanioğlu, Osmanlı ve günümüzün

tartışmaları arasındaki bağı “Geçmişten Günümüze Örtünme ve Medenileşme

Projesi” ile birlikte ele alan yazısında şöyle söylüyor: “17 Haziran 1875 tarihli

Hayal Mecmuasında basılan bir karikatürde biri alafranga diğeri alaturka

kıyafetli iki hanıma aşağıdaki konuşma yaptırılmaktadır: ‘Kız bu nasıl kıyafet

utanmaz mısın?’ ‘Bu asr-ı terakkide(ilerleme çağında) asıl sen utan

kıyafetinden.’ Bu konuşma, kıyafet ile çağdaşlık ve medenîlik arasında

varsayılan özdeşliği ve pozitivist anlamda terakkiye(ilerlemeye) duyulan

ihtiyacı belki de uzun bir makaleden daha açık biçimde ortaya

koymaktadır...Pozitivist terakki fikri 19. yüzyıl Osmanlı entelektüel

çevrelerinde gün geçtikçe daha fazla kabul görmeye başlamış; “terakkiyat-ı

cedide”, “asr-ı cedid”(yeni asır) ve “ulûm” (bilimler), bu çevrelerin en sık

kullandığı kavramlar haline gelmişti. Ahmet Midhat Efendi’nin herkesin

ağzında “otuz kırk senedir lafının” olduğunu belirttiği “alla franca”, Osmanlı

seçkinleri için “asrileşerek” terakki kervanına katılmanın bir aracı haline

geliyordu. Bunun sonucunda ise giyim kuşamdan adab-ı muaşerete ulaşan bir

alan ile “terakki”, “çağdaşlaşma” ve “bilimin gereğini yerine getirme” arasında

bağlantı kurulmuş oluyor ve böylece klasik Osmanlı düşüncesinin önem

verdiği ve övdüğü “temeddün” (Bu kavram bugünkünden daha farklı bir

medenîleşmeyi ifade ediyor) yerini değişik bir “medenîleşme” alarak

yukarıdaki kavramlarla bağdaştırılan giyim biçimi, medenîleşmenin ve yeni

medeniyet projesi içinde seçkinliğin şartı haline geliyordu...Dönemin önde

gelen Garpçı ve İslâmcı dergileri olan İçtihad, Mehtab ve Sırat-ı Müstakim

mecmualarında tesettür üzerine yapılan tartışma da böylesi bir asrilik ve

medenîleşme zemininde gerçekleştirilmişti. Cumhuriyet erken dönem ideolojisi

üzerinde bir hayli etkili olan bazı Osmanlı aydınlarının sorunu bir çağdaşlık ve

medenîleşme projesi çerçevesinde ele aldıkları kuşkusuzdur. Toplumumuzdaki

423 Milliyet, 7 Haziran 2003, s.15.

Page 299: ASİFE ÜNAL

292

geçmişini özetlemeye çalıştığımız kıyafet sorunu günümüzde bilimsellik,

medeniyet, seçkinlik ve modernlik kavramlarındaki değişimin sonucunda

mahiyet değiştirmiştir. Pozitivizmin düşlediği, dini bir kenara bırakan bilimsel

toplum gerçekleşmemiş, “herkesin hedeflemesi gereken tek ve üstün

medeniyet” fikri yaygınlığını kaybetmiş, kıyafet seçkinlik ve modernlik

sembolü olma vasfını yitirmiştir. Günümüzde pek çok insan nezdinde

bilgisayar programı bilmek, kıyafete nazaran daha önemli bir modernlik

sembolü olarak görülebilmektedir. Nihayet, 20.yüzyıl başının “bilimi din olan

avamı” alternatif siyasal ve toplumsal seçkinlik iddiasıyla ortaya çıkmış ve

“avam” olmayı reddetmiştir. Günümüzdeki sorun, büyük çapta, bu

değişimlerin farkında olunmamasından ve meseleye 19. yüzyıl ve 20.

yüzyıl başı kavramları aracılığı ile bakılmamasından

kaynaklanmaktadır.424

Birbirine tamamen zıt olan bu görüşlerin biraz uzun ifadelerle verilmesi,

örtünme konusuna ne kadar farklı bakış açıları olduğunu daha iyi görebilmek

amacını taşımaktadır. Bu bakış açılarını bilmek, kanaatimizce, meselenin

objektif olarak ortaya konmasına ve doğru anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Örtünmeyi konu alan birçok televizyon programı yayınlanmaktadır. Bu

programlarda genellikle farklı görüşlerden insanlar tartışmakta, ancak bir ortak

noktada buluşmak çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Bu biraz da

insanların, kendi yerleşmiş kanaatlerini değiştirme konusundaki katılıklarından

ileri gelmektedir. Bu programlara birkaç örnek verilecektir:

13.11.2003 tarihinde Star TV’de Objektif Programında Yargıtay 5. Daire

Başkanının türbanlı bir sanığı mahkeme salonundan dışarıya çıkarması olayı

üzerine yapılan tartışmada;

İstanbul Barosu Başkanı Kazım Kolcuoğlu, 13.02.2003 tarihli Refah

Partisinin kapatılması ile ilgili kararın gerekçesinde A.İ.H.M.nin türbanı suçlu

gördüğünün belirtildiğini; Anayasa Mahkemesi kararının(89/1) bağlayıcı

olduğunu hatırlatarak türbanın, siyasi bir simge ve başkaldırı olduğunu

söylemiştir.

424 Milliyet, 7 Haziran 2003, s.15.

Page 300: ASİFE ÜNAL

293

Adalet Eski Bakanı Hikmet Sami Türk’e göre bölücü bir kişi bölücülüğü

simgeleyen giysi, renk vs. ile mahkeme salonuna giremez. Aynı şekilde

laikliğe tehdit olan başörtüsü ile de giremez. Cumhuriyet bir yaşam biçimi,

çağdaş insan demektir. Cumhuriyetin özlemi insanların çağdaş giyinmesidir.

Kezban Hatemi ise aynı programda başörtüsünü yasaklayan bir yasa

olmadığını, ‘Ben dinî inancımdan dolayı başımı örtüyorum’ diyen kişiye

‘Hayır, bu dinî simge, laikliğe başkaldırıdır’ deme hakkına kimsenin sahip

olmadığını söylemiştir.

Aynı programda Yargıtay’ın ‘Türban laiklik ilkesine başkaldırı simgesidir’

dediği, konsensüs sağlanacaksa toplumda karşılıklı güven verilmesi gerektiği,

Dünyada yönetime tek talip olanın Müslümanlık olduğu, bunun için de

engellenmeye çalışıldığı, yapılması gereken şeyin Anayasaya laiklik tarifi

getirmek olduğu da katılımcılar tarafından dile getirilmiştir.425

Bir televizyon programında örtülü bir İlâhiyatçı hanım, örtünme

konusundaki fikirlerini şu sözlerle açıklamıştır: “Başörtü hür kadının statü

göstergesidir. Tesettür ayetleri bu statü göstergesinin onaylanmasıdır.

Eğer tesettür tacizi önlemek için olsaydı, tacize uğrama ihtimali daha fazla olan

cariyelerin bundan daha fazla sorumlu olması gerekirdi... Muhammed Esed’e

göre örtülmesi gereken yerler örfe göre belirlenir. Ben buna katılıyorum. Bana

göre başörtüsü farz değil. Ancak kadın istediği gibi giyinebilmeli. Buna

kimsenin müdahale etmeye hakkı yok. Ben, kendini buna haklı sananlara

‘inat olsun’ diye başımı örtmeye devam edeceğim...”426

Kanal 7 televizyonunda 16 Mayıs 2003 tarihinde canlı olarak yapılan

“İslâm ve Moda” konulu bir programda örtünme anlayışı tartışılmış ve

Türkiye’de örtünme anlayışı konusunda önemli bilgiler veren şu görüşler söz

konusu edilmiştir:

Ali Rıza Demircan: Kıyafetin değişmez hükmü kadını cazibe merkezi

haline getirmemesidir. Toplumsal sağduyunun estetik anlayışı da önemlidir...

Değiştirilemezleri, değişmez kavramları ortaya koymadığımızdan oluyor bu

425 Star TV.,13.11.2003 Tarihli Objektif Programı.

Page 301: ASİFE ÜNAL

294

problemler. Kıyafette değişemezler: 1.Sadelik 2.Kadını cazibe merkezi haline

getirmemek...Şekil önemlidir. Bunu dışlayamazsınız.Giysi bir iman, ibadet ve

ahlâk meselesidir. Giysi özgürlüğü temel hak ve özgürlüklerdir. Kriterler ise

şunlardır:

1.Yüz ve eller dışında vücudun bütününü örtmeli,

2.Vücudun ten rengini ve organların hacmini belli etmeyecek şekilde kalın

ve bol olmalı,

3.Toplum örfüne göre kadını erkeğe benzetmeyecek şekilde olmalı,

4.İslâm dışı inanç ve ideolojilerin bağlısı olduğu imajını vermemeli,

5.Kadını cinsel obje olarak göstermemeli,

6.Sadeliği esas almalı.

İslâm’ın estetik anlayışında iki üç unsur var: Dinî unsurlara uygun olması

ve Allah’ın rızasına uygun olması ölçüleri dışında kişiye göre değişir. İslâm

evrenseldir. Millî olması gerekmez.

Yunus Vehbi Yavuz: Sosyal düzeni sağlamak, insanı güzelleştirmek,

başkasına zarar vermemek için giyinilir. İslâm süslenmeye önem verir... Süslü

elbise giyilebilir. Frapan başka, süslü başka. Bunu örf belirler. Sokağa çıkınca

birçok insan dönüp bakıyorsa frapandır... Kur’an’da, sünnette ve sahabenin

uygulamasında tesettür var. Amacı: Kendini korumak, rahat hareket etmek ve

başkasına zarar vermemektir. Kadının nasıl örtüneceğinin teferruatı

belirtilmemiştir... “Bu onların tanınmaları için daha iyidir” ayeti cilbab içindir.

Yani dış giysi içindir. Bu da cariye-hür ayırımından dolayıdır. Bugün cariye

olmadığına göre cilbaba gerek yoktur... Hz. Peygamber cübbe-i Rumiye

giyiyordu mesela. Bir müşrik ne giyiyorsa Peygamber de onu giyiyordu. ‘Kim

bir kavme benzerse ondandır.’ hadisi inanç ve ibadetle ilgilidir. Kıyafetle ilgili

değildir. Bizim dinimiz şekle değil, davranışa önem vermiştir...Kur’an ve

Peygamber, örtünmede genel kurallar ortaya koymuş ama belli bir şekil

koymamıştır. Müslümanları akıllarıyla, örfleriyle, millî gelenekleriyle baş başa

bırakmıştır...

Abdurrahman Aslan (Araştırmacı-Yazar): Moda toplumun örf ve

adetten kopmasıdır. 1800-1850’lerden sonra kapitalizmin ticari mantığıyla

426 Hidayet Şefkatli Tuksal, Ceviz Kabuğu Programı, ATV,16-17.3.2002.

Page 302: ASİFE ÜNAL

295

gelişiyor. Din bunun içindedir. Dinin de İslâm’ın da kıyafeti vardır. 1600’lere

kadar Hindistan’dan Batıya kadar kıyafetlerde büyük benzerlikler var. Sanayi

devrimiyle örften gelenekten kopuş olmuş. Moda ilke olarak teşhir

demektir...İslâm’ın kendi estetik ve güzellik anlayışı vardır. Vücut dilini ortaya

çıkarmaz, teşhirci değildir. Tahrik etmez...İnsan vücudunu teşhire zorlayan

kapitalist anlayış. Tesettür modaya değil, moda tesettüre büründü.

Müslümanlar bu sürece yeni katılıyor. İslâm bize farklı bir hayat biçimi

sunuyor. Bunun farklı kıyafetleri olacaktır... Anadolu’nun gariban insanları

büyük şehre gelince geleneksel kıyafetleri ile horlanınca kıyafetlerini

çıkardılar. Kentleşme ile birlikte...tesettürün bir giyim tarzını mı, örtünmeyi mi

ifade ettiğini karıştırıyorsunuz. Kamusal alanda şıklığı İslâm istemez. Ancak

kamusal alanda insan şık olmak ister. Bu İslâm’a aykırı. Tesettür Kamusal

alanla ilgilidir. 1980’lerden itibaren kamusal alanın mahiyeti değişti. Tarihte

dikkat çekmeyen elbise tercih edilmiştir. Çok dikkat çekiyorsa bu tesettürün

mantığına aykırıdır. Ben bir bayanın kamusal alana çıktığında şık ama dikkat

çekmeyen şekilde giyinmesini uygun bulurum...Dikkat çekmeyen deyince

cinselliği kastetmedim. Kadınların kendi aralarında dikkat çekmesini

kastettim(alamayan olur).

Mehmet Şevket Eygi: Birtakım sosyal hadiseler bulundukları zaman

içinde değerlendirilmeli...Müslümanlar yabancılaşmış. Erkeklerde bir

Müslümanı, Hıristiyanı, ateisti birbirinden ayıramıyoruz. Kadınlar birazcık

başörtüleriyle kendilerini korumuş...İstanbul’a gelen insan, ilk iş olarak

geleneksel kıyafetini terk ediyor. Müslümanların kendi kimlik, kültür ve

medeniyetini yansıtacak kıyafeti olmalı; bizden bir şey olmalı...Eski çarşaflar

medeniyet, üstünlük ve zarafet taşıyordu. Bugün Türkiye Müslümanları varoş,

gecekondu toplumudur. Vasıfsızlık genel, ama en vasıfsız olan da benim de

içinde bulunduğum Müslüman kesimdir... Rahmetli annem bir manto veya

pardösü alır ya da diktirir, üzerine başörtüsünü bağlardı. Bu meselede daha

medenî, daha vasıflı, seksî olmamak kaydıyla daha nitelikli, daha millî, İslâmî,

Anadolu unsurlarını taşımalı. Kaliteli olmalı... Kadın kaliteli ama asla seksî

olmayan kıyafet giymeli.

Page 303: ASİFE ÜNAL

296

Örtünme ile ilgili olarak gazete ve dergilerde 1996’den beri yayınlanan

yüzlerce yazı takip edilmiş ve arşivlenmiştir. Bunlardan bazı örnekler vermek

konuya olan yaklaşım farklılıklarını gösterebilmek açısından faydalı olacaktır:

Prof. Dr. Abdurrahman Küçük, bir yazısında şunları söylemektedir:

“...Başörtüsü meselesi günümüzde yeniden zıtlaşma noktasına çekilme ve bir

tartışma konusu yapılmak istenmektedir. Bu zıtlaşmada iki taraf vardır. Bir

taraf, ‘başörtüsü’nü inancı gereği örttüğünü söylemekte ve İslâm ile

özdeşleştirme noktasına getirmektedir. Bu kesim İslâm’ın binlerce emrinden

biri olan örtünmeyi diğer hükümlerin üzerinde görmeye, ‘hepsi bir yana

örtünme bir yana’ noktasına çekmeye başladı. Bunlardan bazısı, inanma, hak,

hukuk, adalet, doğruluk, iffet, ilim, ehliyet, ibadet gibi emirleri bile

görmemezlikten gelerek, ‘örtünsün de ne olursa olsun’ şeklinde düşünür oldu.

Bu anlayışla İslâm, sanki sadece şekilden ibaret bir din görüntüsü verilmek

istenmektedir. Halbuki İslâm, şekilden daha çok öze önem vermekte, ikisinin

beraber olmasını ise ‘nur üzere nur’ kabul etmektedir.

Diğer bir kesim de; başörtüsünü sanki başörtüsü takılırsa ‘irtica gelecek’

‘laiklik elden gidecek’ ‘demokrasi anlayışı altüst olacak noktasına getirmek

istemektedir. Bu anlayışta olanlar başörtüsünü bir simge olarak görme

hastalığına tutuldu. Hatta bunu bir ‘Anayasa suçu’ bir ‘demokrasi suçu’ sayma

noktasına kadar getirenler oldu. Bu, başörtüsünü bir fikrin, bir düşüncenin,

‘laiklik’ düşmanlığının sembolü olarak görme ‘bağnazlığı’ içinde olanlar da

vardır. Her iki bağnazlık, Türkiye’de hoşgörü ortamının oluşmasına katkıda

bulunamaz. Bundan bağnazlığın sınırının bulunmadığı ve tek taraflı da

olmadığı ortaya çıkmaktadır.

...İslâm’ı din olarak kabul etmiş Türkler, İslâm’ın örtünme konusundaki

emirlerini de, kendi örflerindeki hususları da devam ettirmişlerdir. Bundan

dolayı belirli bir örtünme şekli yoktur; yörelere göre şekiller belirlenmiştir...

Tarihte de, günümüzde de milletlerin dinî inanış ve kültürleri gereği, kılık

kıyafetlerini ayarlama, giyinme ve yaşama tarzları olmuştur ve olmaktadır. Bir

millet diğerinden kültürel faklılıklarla ayrılmaktadır. Bu normal bir

durumdur...Örtünme bir inanç ve örf işidir. Bu aynı zamanda sosyal bir

hadisedir. Böyle de bakmak lazımdır.

Page 304: ASİFE ÜNAL

297

Genel ahlâk kurallarına aykırı olmamak üzere, belirli ölçülere riayet ederek

örtünmeli, ‘başörtüsü’ takabilmelidir. Ancak bu ‘İslâm’ın olmazsa olmaz

ilkesi’ noktasına çekilmemelidir. Ne baş örtmekle insan insanlıktan çıkar, ne

laiklik elden gider; ne başı açık olmakla kişi dinden çıkar, ne de ‘kıyamet

kopar’. O halde meseleye çok yönlü bakmak, şartlara göre değerlendirmek

gerekir. Bağnazlıkla, zıtlaşmayla, düşmanlıkla bir yere varmak mümkün

değildir. Salim bir şekilde düşünmek, Türk milletinin menfaatini ve değer

yargılarını öne çıkararak, herşeyi ‘hoşgörü ortamı’nda ve ‘orta yolda’ çözmek

temel hareket noktası olmalıdır.”427

Tamamen katıldığımız bu görüşlerden sonra bir başka örnek olarak

ülkemizdeki tartışmaların “başörtüsü” değil de “türban” adı altında yapılmasını

yanlış bulan ve başörtüsü meselesine Atatürk’ten yaptığı alıntı ile yorum

getiren Namık Kemal Zeybek’in bir yazısı verilecektir:

“Türban, başı örten, saçları içine alan ve daha çok da süs amaçlı olan bir

başlıktır. Kökü Avrupa’dır. Başörtüsü ise ikiye ayrılıyor. Birisi Türk halkının

gelenekten gelen başörtüsü biçimi. Öteki, son yıllarda ‘moda’ olarak

geliştirilen ve ‘hayli iddialı’ biçimlerle yaygınlaşan ‘yeni bir biçimdeki’

başörtüsü... Tesettür modacıları bu işi çok geliştirdi. Sanıyorum kadınların

başlarını örtmelerine ‘çok kızanların’ en çok kızdıkları da bu...

Meclis Başkanı’nın eşinin başörtüsü gördüğüm kadarıyla alçak gönüllü

halk tipi başörtüsü... O kadar kızılmaması gerekiyor ama bu kere de büyük

başın başında görülmesinden doğan kızgınlık ortaya çıktı. Bu işin çözülmesi

gerek. Ya da çözülmesinden umudu kesip görmezlikten gelinip geçinilip

gidilmesi...

Çözüm için önce kızgınlıklardan vazgeçilmesi gerekiyor. Kızgın iki taraf

var. ‘Biz örteriz kimse karışamaz’ diyenler ve ötekiler. Ötekiler

‘örttürmeyiz kimse heveslenmesin’ diyenler...

‘Biz örteriz’ iddialaşması içinde olanlara Hacı Ahmet Kayhan Dede’nin

sözlerini hatırlatmıştım. ‘Ululemre itaat ediniz...İnatlaşıp okuma hak ve

görevinizi terketmeyiniz...Türkiye’yi sizi kullanarak karıştırmak isteyenlere

fırsat vermeyiniz.’

427 Abdurrahman Küçük, “Başörtüsü Üzerine”, Hergün, 09Aralık 1996, s.3.

Page 305: ASİFE ÜNAL

298

‘Örttürmeyiz’ diyenlere diyorum ki ‘Atatürk’ü örnek alınız.’ Atatürk

kadın giyimi konusunda zorlamada bulundu mu? Atatürk’ün dehasına inanınız

ve onun yaptığını yapınız. Erkek giyimi konusu Atatürk Devriminde yasa

konusu yapıldı. Ama kadın konusunda sadece uyarılarda bulunuldu. Bunu iyi

ve iyice anlamak gerekir.

Dahası bakınız ne diyordu Cumhuriyetimizin kurucusu(Söylev ve

Demeçler 2.Cilt) ‘Şehirlerdeki kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde iki

şekil tecelli ediyor; ya ifrat ya tefrit görülüyor. Yani ne olduğu bilinmeyen

çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren bir kıyafet veyahut

Avrupa’nın en serbest balolarında bile dış kıyafet olarak arzedilemeyecek

kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri

haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de, bu ifrattan da tenzih eder.

O şekiller dinimizin muktezası değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği

tesettür, hem hayata hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi,

dinin emri mucibince örtünselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne de o kadar

açılacaklardı.’

‘Giyim tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını

taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine

mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen

diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit

ettiği milletin aynı olabilir ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun

neticesi şüphesiz ki hüsrandır.’

‘Örtünmedeki ifrat ve tefritten kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş

olacağız. Giyim tarzımızda milletin ruhi ihtiyacını tatmin için, İslâm ve Türk

hayatını başlangıçtan bugüne kadar layıkıyla tetkik ve etrafıyla açıklamamız

lazımdır.’

‘Eğer kadınlarımız dinin tavsiye ve emrettiği bir kıyafetle, faziletin

icabettirdiği hareket tarzıyla içimizde bulunur; milletin ilim, sanat, içtimaiyat

hareketlerine iştirak ederse bu hali emin olunuz ;milletin en mutaassıbı dahi

takdir etmekten geri duramaz.’... ”428

428 Namık Kemal Zeybek, ‘Atatürk ve Örtünme’,Yeniçağ, 04.12.2002.

Page 306: ASİFE ÜNAL

299

Konuya hayli değişik çözümler öneren bir başka örnekte, örtünme

anlayışındaki farklılıklar daha da ortaya çıkmaktadır. Başörtüsünü sembol

olarak gören bu yorum şu şekilde ifade edilmiştir:

“... Mesela araştıracak olsanız göreceksiniz, ne ilahiyat hocaları var ki

kızları başı açık üniversiteye gitmiş. Onun için bir sembol manasına

bakılmadığı takdirde -belki de- din alanının en temel önemli konuları arasında

değil. Ve aslında ille de örtülmek isteniyorsa bir peruk, her kesimce makul

bulunan bir çözümdür. Belki saç boyamak bile bir çözümdür. Ve aslında

kamusal alana girmemek, o alan dışında dilediğin gibi örtünmek de bir çözüm.

Ama ille de kamusal alan diyecek olursanız ... Bunun kuralları var. Burası

laik alan, din giremiyor. Bütün Batı demokrasilerinde böyle, elbette kalbinde

inanç olabilir ama siyasete alet edemiyorsun. Bu durumda mesela; ‘Çok yazık

oluyor, Abdullah Gül’ün partide yardımcısı olan Bilkent mezunu süper

kabiliyetli genç hanım Başbakanlık’ta kendisine yardım edemiyor çünkü

türbanlı’ dendiğinde... akla geliyor: *Maksat memlekete hizmetse insan bu

uğurda bir peruk takabilir. *Bir din alimine danışabilir, belki boyalı saç da saçı

görünmüyor sınıfına girebilir. Belki başını açma konusunda başka bir fikir

sahibi olur. *Başbakanlığa video konferansla bağlanır, Gül ile başı bağlı

konuşur. Yani türban sembol halinden çıkarıldığında pratik ve inanca ters

düşmeyecek çözümlere daha kolay yol alınıyor.

...Öte yandan kökten laikler telefonla görüştüklerinde fevkalâde

beğendikleri insanların türbanlı olduğunu anladıklarında ‘ Tanrım bunu da mı

görecektik’ demekten vazgeçmeyi deneyebilirler. Ve kamu alanında türbanı

sembol anlamında takanlar herhalde sembolün tabiatı itibariyle şeklî olduğunu

teslim ederler.

Neticede olay çok dar bir alanda geçiyor, kamusal alanda -üniversitenin

kamusal alan olduğunu hiç düşünmüyorum...- sembol olarak

kullanımda...Burada bile ‘ille de sembol taşıyacağım’ diyenlere açık kapı yine

var, türban şekil değiştirsin (mesela rozet), Türkiye bu konuyu geride bıraksın.

Burada ön yargılardan sıyrılmak adına hepimize, bilinçlendirmek anlamında

Page 307: ASİFE ÜNAL

300

din alimlerine, laikliği vurgulamak adına kamuya görev var. Bir de gerçekten

her şeyin bir zamanı var...”429

Sırrı Yüksel Cebeci, “Türban Şart mı?” başlıklı yazısında Türkiye’de

örtünme meselesi ile ilgili ilginç yaklaşımlar getirmektedir. Cebeci’nin

görüşleri şu şekildedir: “Mısır kadınının geleneksel başörtüsü olan ve ‘Milli

Görüş’ün giderek güçlendiği 1970’li yıllarda önce Türkiye, sonra da yoksul

İslâm ülkeleri tarafından ithal edilen türban, demokratik toplumlarda laiklik

karşıtı bir simge olarak görülüyor.

İyi de, İslâm’da önemli olan, kadının başını örtmesi değil midir? Bütün

İslâm toplumlarında kadınların geleneksel başörtüleri var. Ve bu geleneksel

başörtülerine kimsenin itirazı yok. Mesela Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı,

‘Takılan töresel bir giysi değil, türbandır. Töresel giysi niteliğinde olmadığı

için bu kişi, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararları çerçevesinde

duruşmaya alınmamıştır. Başörtüsü olsaydı farklı bir uygulama yapılırdı,

duruşmaya alınabilirdi’ diyor.

Buna benzer bir olay bir süre önce Fransa’da da yaşandı. Kuzey Afrika

kökenli 16 ve 18 yaşlarında iki kız öğrenci ‘simge türban takarak okula dinî

objelerle gelinmemesini isteyen genelgeyi ihlal ettikleri’ gerekçesiyle Disiplin

Konseyi tarafından geçici olarak okuldan uzaklaştırılınca, ülkede kızılca

kıyametler kopmuştu.

‘Uzaklaştırma cezası öncesi uzlaştırıcı çabaların gerektiği biçimde

gösterilmediği’ görüşünü savunan Fransa İslâm Konseyi (CFCM) Başkanı

Halil Ebubekir, bir Müslüman aydına yakışır bir tavır sergileyerek ‘İslâm dini,

günlük hayatta genç kızlar ve kadınlardan başörtü takmasını ister, bununla

birlikte bu konuda bir yasa ve kural varsa herkes uymalı. Bu günah değil’

demişti. Bizdeki türban fanatiklerinin Halil Ebubekir’den alacakları çok ders

var.

Analarımızın başörtüsü hiçbir dönemde ve hiçbir kimse tarafından siyasal

bir simge olarak görülmedi, bundan sonra da görüleceğini sanmıyoruz. Öyleyse

neden ‘başörtü’ değil de ‘türban’?.....

429 Murat Birsel, “Erdoğan Türkiye’si Nereye Gidiyor”, Vatan, 06 Aralık 2002, s.19.

Page 308: ASİFE ÜNAL

301

Bu konuda aydın din adamlarına ve ön yargısız gerçek din bilginlerine

de büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Dürüstçe ortaya çıkıp, ‘Müslüman

Türk kadınının geleneksel kapanma aracının türban değil başörtüsü

olduğunu, türbanı atıp başörtüsü takan Türk kadınının dine veya dinin

kurallarına karşı gelmiş sayılmayacağını’ açıklasalar, İslâm’a da, Türkiye’ye

de büyük iyilik yapmış olacaklar.”430

Güler Kömürcü, ismi kendisinde mevcut bir AKP milletvekiline ait

ilginç bir örtünme yorumundan söz etmektedir: “Sözü edilen vekil örtünme ile

ilgili görüşlerini insanlık tarihi boyunca tüm yazılı kaynaklara, Kur’an’a ve

tıbbî eserlere dayandırıyor. Varsayımları: Dünyada bir milyar Müslüman varsa,

bir milyar çeşit de içtihat vardır. Kur’an-ı Kerim hüküm kitabı değil, delil

kitabıdır. Kur’an örnek verip, araştırmasını, kıyası, delillendirmeyi size

yaptırır. Aklî değerlendirmeyi kişilere bırakır. İnsanlar bu değerlendirmelerine

göre iç dünyalarında karar verir ve yaşarlar. Bu milletvekiline göre: ‘Kur’an

çeşitli ayetler içerisinde örtünmeye ilişkin minimum ve maksimum noktaları

ortaya koymuştur. En uç nokta olarak minimum örtünmede üç kelimeyi

görüşümüze temel alabiliriz. Minimum örtünme; 1- Riş: Tüy demektir. İnsanda

ilk tüylenme genital bölgede ortaya çıkar. Genital bölgenin örtünmesi şarttır. 2-

Hamele: Karın bölgesidir. Bebeğin oluşum yerini işaret eder, tıbbî olarak da

örtünmesi şarttır. 3- Burç: Meme ucu demektir, enfeksiyona en açık bölgedir.

Görüldüğü üzere bu üç bölgenin örtünmesi anatomik kriterlerde işaret edilerek

istenmiş, sadece erkekteki şehevî duygular için değil, temizlik ve sağlığa dönük

olarak ortaya konulmuştur.

Maksimum örtünme: Bir kadın isterse vücudunun her noktasını örtebilir.

Ancak tanınacak yerini açmak kaydıyla. Bu bir ayettir; ‘İnsanların tanınacak,

bilinecek en iyi yeri yüzüdür.’ der. Yüzü açılmak kaydıyla isterse bütün

vücudunu örtebilir.

Allah Kur’an’daki bu iki uç noktayı yani maksimum ve minimum örtünme

şartını ‘örfe uygun olarak’ diyerek toplulukların örflerine bırakmıştır. Örf her

yopluluğun hukuku, kültürü, yorumunu kapsar. Dolayısıyla benim yorumuma

göre, bir kadın ‘riş, burç ve hamilelik bölgesini kapattığında dinin örtünme

430 Sırrı Yüksel Cebeci, “Türban Şart mı?”, Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi,14 Kasım

Page 309: ASİFE ÜNAL

302

kurallarını da yerine getirmiş olur. Bu zamana ait bir örnekle söyleyecek

olursak, tek parçalık bir mayo ile vücudunu örten kadın ‘minimum örtünmenin’

koşullarını da tamamlamış olur. Benim ‘kadında örtünme’ içtihadım

budur.’...”431

Zaman Gazetesinin, ülkemizde yakından takip edilen dış ülkelerdeki

başörtü yasaklarına bir örnek olan, haberine göre Fransa İçişleri Bakanı

Nicolas Sarkozy, France 2 televizyonunda yayınlanan bir programa katılarak

İsviçre’de yaşayan İslâm uzmanı Tarık Ramazan ile okullarda başörtüsü

konusunu tartıştı. Habere göre Sarkozy geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiği

‘Başörtüsü yerine bandana taksınlar’ önerisini de tekrarladı. Fransa İçişleri

Bakanı, Müslüman genç kızların dinî amaçla saçlarını örtmekte kararlı

olmaları halinde, türban yerine bandana takabileceklerini söyledi.

Müslümanların bulundukları ülkenin kanunlarına uymaları gerektiğine de

dikkat çeken Sarkozy ‘Fransızlar Müslümanların kanunlarına değil, misafirler

geldikleri ülkenin kanunlarına uymak zorundalar. Ben camiyi ziyarete gittiğim

zaman ayakkabımı çıkarıyorum.’ dedi. Hükümette başörtüsünün okullarda

kanunla yasaklanmasına karşı çıkan bakanlar arasında bulunan Sarkozy,

kanunun hiçbir şeyi çözmeyeceğine dikkat çekti.432

Dergilerde de örtünme ile ilgili birtakım yazılar, ropörtajlar

yayınlanmaktadır. Bunlardan birinde kendisi ile yapılan ropörtajda Rasim

Özdenören, “Kadınlara bakarak bir toplumun nerede durduğunu belirlemek

daha isabetli olur. Bu anlamda Türk kadınını nasıl görüyorsunuz?” sorusuna

şöyle cevap vermiştir: “Bir defa çelişkiler içindedir. Yani başını örten kadın

var, bunlara ‘Başını aç’ baskısı var; başını açmış olanlar var, onların üzerinde

de ‘Başını ört’ baskısı var. Nitekim 1980’li yılların başlarında çok büyük bir

kesim kendiliğinden örtünmeye başlamıştı. Bunun tabiki sinerjik bir etkisi

de var. Sen kendi arkadaşına da bakıyorsun, yani kadın kadına ayna

oluyor. Yani erkeğin kadınlara nasihat etmesinin hiçbir etkisi yok. Nitekim

buna benzer vaazlar camilerde uzun yıllarda söylendi ama bir etkisi olmadı.

2003, s.9.

431 Güler Kömürcü, “Bir Örtünme Yorumu”, Akşam Gazetesi, 02 Mart 2004, s.12. 432 Zaman Gazetesi, 24 Kasım 2003, s.13.

Page 310: ASİFE ÜNAL

303

Ama günün birinde toplum önderi diyebileceğiniz muhtelif birkaç kişi başını

örtmeye başlayınca onlar örnek oldu ve hemen benimsendi. Aslında kadın için

örtünmek fıtri bir şey. Açılmak zor bir şey. Ama din bize bir hukuk getiriyor,

biz ona riayet ediyoruz veya etmiyoruz. Bu tabiatta bulabileceğiniz şeyler

değil, konulmuş kurallar...”433

Ayşe Böhürler’in “İran’da Değişim ve Kadınlar” başlıklı yazısı

ülkemizdeki türban tartışmaları ile ilgili birtakım ipuçları sunmaktadır. Bu

konuya uygulama zorunluluğu olan bir ülkeden örnekle açılım getirecek bu

yazının bir bölümü şöyledir: “İran’da kadınlar bütün değişimlerin kilit noktası.

1979’da Şah rejiminin devrilmesinde büyük etkisi olan kadınlar, Muhammed

Hatemi’nin Cumhurbaşkanı olmasında da kilit rol oynamışlardı. Hatemi’nin

özgürlük ve değişim vurgusu ile kadınlar kendilerini sokakta daha fazla ifade

etmeye başladılar...Muhammed Hatemi hedeflediği değişimi gerçekleştiremese

de yine İran, onun cumhurbaşkanlığı döneminde büyük değişimlere sahne oldu.

Bu değişimin toplumdaki aynası ise kadınlardı. İran’da kadınla ilgili tartışmalar

Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından geniş açılımlar kazandı.

Tesettür, çarşaf, diyet, recm, çok eşlilik, mut’a nikahı, kadınların yargıçlık

yapabilmeleri, boşanmaları, sinema, tv ve dergilerde görünmeleri pek çok konu

hızla dergi ve gazetelerde tartışılmaya başladı. Bu tartışmalarda kadınlar,

İran’da kadınları baskı altında tutan kültürün dinî değil, erkek egemen bir

kültür olduğunu iddia ediyorlardı. Hatta ideal örtü olarak lanse edilen

siyah çarşaf bile sorgulanıyordu. Bu tartışmalarda önemli bir yer tutan

kadınlara mahsus Zera Üniversitesi Rektörü Zera Rahneverdi, kendisi gibi pek

çok aydın kadının paylaştığı şu fikri savunuyordu:

‘Ülkemizin nüfusunun % 60’ını gençler oluşturuyor. Bu gençler siyahın

kullanımından usanmış durumdalar. Gençler neden canlı renkleri olan

giysileri giymesinler? Bugün bu konularda İslamiyetten yeni çıkarımlarda

bulunulmasına ve bunun gençliğe uygun bir dille aktarılmasına ihtiyaç

var. Hangi Kur’an ayeti, hangi hadis ve sünnet kadınların giyiminin koyu

renk ve siyah olacağını bildirmiştir? Siyah mekruhtur ve Kur’an’da elvan

renklerden söz edilir.’

433 Zeynep Alphan, Rasim Özdenören ile röportaj, Turuncu Dergisi, Eylül 2003, S.5, s.41- 42.

Page 311: ASİFE ÜNAL

304

İran’da kadınlar arasında bu tartışmayı önce dergi ve gazetelerde dile

getirdiler. ‘Çarşaf ve siyah renk dinin mi, geleneğin mi?’ sorusunu

sordular. Şah rejiminin ortadan kaldırmaya çalıştığı siyah çarşaf, devrim

sırasında diktatörlüğe ve emperyalizme karşı çıkmanın sembolüydü.

İran’da kadınlar ille çarşaf giymeye mecbur tutulmamışlardı. Ancak bunun

dışındaki örtüler kötü hicap olarak adlandırılıyordu. En iyi tesettürün

çarşaf olduğu yönündeki resmi açıklamalar, kara çarşafa daha geniş yer

açarken diğer örtü tarzlarını daha zayıf düşürüyordu...

Bu tartışma Meclis’teki kadın milletvekilleri arasında da yer buluyor. 2000

yılında yapılan seçimlerde ilk kez çarşafsız başörtü ve pardösü ile giren

milletvekili olan Dr. İlahe Kulayi, bu tartışmada sorunun tarihsel ve

geleneksel pek çok uygulamanın İslamî olarak kabul edilmesinden

kaynaklandığını söylüyor.

İran’da kadınların bu mücadelesini ve modernleşmesini destekleyen din

adamları da var. Liberal görüşleri ile tanınan Hüccet-ül İslam Ayetullah

Şebisteri, İran da kadınların değişiminin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. ‘İranlı

kadınların hayatı modernleştiği gibi düşünce biçimleri de değişiyor. Eskiden

kadınların okula gitmelerine din adına karşı çıkılıyordu. Ama bugün

bütün Müslüman aileler kızlarını üniversiteye göndermek istiyorlar ve bu

konuda dinî bir beis görmüyorlar. Bir taraftan modern yaşama geçiş var.

Diğer taraftan dinî düşünce biçimleri değişmektedir. Ancak ben modern

hayattan modern giyinmeyi, Avrupalı gibi yaşamayı kastetmiyorum...Giyim

konusunda bu modernleşme çerçevesinde değişim söz konusu olabilir. Bu

doğru bir gelişmedir. Çarşaf giyen kadın sayısı azalabilir, kadınlar daha çok

pardösü ve başörtü giymeye yönelebilir.’

İran’da kadınlar ekseninde yapılan tartışmaların başında tesettür

mecburiyeti geliyor. Ayetullah Şebisteri bu mecburiyete karşı çıkıyor.

Kadınları örtmenin İslam devletinin görevi olmadığını söylüyor. ‘Dinî hükûmet

kadınların başını zorla örtmeli midir? Bence İslamî hükûmetin görevi

kadınların başını örtmek değil. Ben dinî hükûmetin kadınların başını örtmek

için Allah tarafından görevlendirildiğini düşünmüyorum. Bir kadının hicaplı

olarak veya hicapsız olarak dolaşması ve buna izin verilip verilmemesi

Page 312: ASİFE ÜNAL

305

tamamen siyasi bir olaydır, toplumun güvenliği ve emniyetin korunması

ile ilgilidir. Bence bu sınırları mantıklı düşünmek gerekir. Mantıksal

sınırlar ortaya konulmalı. Zorlama olduğunda arkasında bir takım

tepkiler ortaya çıkacaktır. Bence bu zorlamanın etkisi, bir iki kadının

toplumda başının açık olmasından daha fazladır. Kadınlar bu konuda

bilinçlendirilmelidirler. Yani Müslüman bir toplumda kadın kendi isteği

ile hicaba uymalıdır.’

İran’da değişimin yaşandığı alanlardan biri de müzik... bir başka alan ise

sinema...Gelin filmi ile hasılat rekorları kıran senarist ve yönetmen Behruz

Eframi ‘...Müslüman film yapımcıları olarak yaşadığımız en büyük problem

mahremiyet sorunudur...Ancak müctehitlerin vermiş oldukları fetvalar ile aile

ilişkilerinin, karı-koca ilişkilerinin filme yansıması sağlanabilmiştir. Ayrıca

kadınlar için takma saç kullanılabilmesi kadınlardan film oyuncusu olarak

yararlanabilme imkanını doğurmuştur. Bugün İran filmlerindeki örtünme

şer’i dayanaktan ziyade toplumun gelenek ve göreneklerinden

kaynaklanmaktadır. Ancak bu engellemelerin zaman içinde ortadan

kalkacağına inanıyorum.’ demektedir.

Sinemada oynayan kadın rol gereği başını açabilir mi sorusuna Ayetullah

Şebisteri şöyle cevap veriyor. ‘Müslümanlar bu tür sorulara cevap

verebilmeleri için önce hangi dünyada yaşadıklarını anlamalılar. Kitle

iletişim araçlarını, ne olduğunu ve ne tür bir amaca sahip olduğunu

anlamalılar... İslâm’da bir kuralımız var. Toplum yararına olan bir çıkarı

yerine getirmek için önemli bir başka kuralı göz ardı etmek gerekirse

bunu yapmalıyız...Ahlakî konulara değinen ve hayatın anlamını içeren

filmlerde kadın oyuncular filmin mantığı icap ederse başlarını açabilir...’

Ayetullah Şebisteri’ni bu konudaki özgür yorumlarını diğer din adamları

paylaşmıyor. İran’ın sevilen sinema oyuncularından biri olan Fatma Mutemet,

İran’da sinema oyuncusu olarak çok sorunla karşılaştığını söylüyor, öbür

yandan da tesettür meselesinin zaman zaman rollerini yaparken önlerinde engel

çıkarttığını ifade ediyordu; ‘Başı örtülü olarak rol yapmak aslında insanı

kısıtlayan bir şey. Çünkü insan saçlarıyla mimik ve ifadesine çok şey

katabilir. Bu nedenle başı örtülü olarak rol yapmak zor.’

Page 313: ASİFE ÜNAL

306

İran’da...yirmi üç yıl önce tesettür mecburiyeti getirerek kadınları kapatan

din adamları bile, bugün kılık kıyafet yasaklarına karşı çıkıyor...”434 Kadının

örtünmesi konusunda en katı uygulamaları ile tanınan İran’da bile yaşanan bu

değişim, başörtü konusuna bakış açısından iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu

örnekte değişimin kaçınılmazlığının ve örtünmede kültür ve geleneğin etkisinin

vurgulanması konumuz açısından önem taşımaktadır.

Nilüfer Göle, bugünkü örtünme biçimini sosyolojik olarak şöyle

değerlendirmektedir: “...Bir anlamda yeni bir durum bugünkü örtünme biçimi.

Bir kere pardösü yoktu, alışılmış giyim biçiminde. Kumaşından renklerine,

dikiş biçiminden şekline kadar tamamen yeni bir giysi bu. Yaygınlaşmış bir

örtünme biçimi oldu. Halbuki geleneksel örtünme biçiminde bölgeden

bölgeye değişim var.

İslâmcı hareketin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan örtünme biçimi,

dünyanın hemen her yerinde her Müslüman ülkede aşağı yukarı aynı. Bu

aynılaşma bile enteresan. Tabi ki farklılıklar var. Ama Mısır’da da,

Türkiye’de de, hatta İran’da da kıyafetler benzeşiyor. Yeni kumaşlarla,

yeni kesimleriyle, yeni eşarp bağlama tarzlarıyla yeni bir örtünme biçimi

gelişiyor. İslamî hareketin yeni bir örtünme biçimi.

Bu anlamda olayın kendisi, geçmişle bağlantıları yakın olmadığı için

modern bir olgu. Her modern olgu gibi, moda boyutu da mevcut bu oluşumun.

Bu hareket içinde diyebiliriz ki moda oluşturuluyor. Sadece defilelerle,

firmalarla sınırlı bir iş değil bu. İslamî kesim içindeki kadınlar da kendilerine

bir moda oluşturuyor. Kimileri, örtünürken biraz daha farklılık oluşturmaya

başladılar. Pardösülerde farklılık oluşturuluyor. Renklerde farklılık

oluşturuluyor.

Bütün bu açıklamaları yaptıktan sonra diyebiliriz ki evet günümüzde

tesettürün moda boyutu var. Kadınların örtünmeyi güzelleştirmeye, bir akım,

bir stil geliştirmeye çalıştıkları bir gerçek. Bu stilin geleneklerden ayrı olduğu

da bir gerçek.

Modern bir hareket bu. Yeni bir kesimin hareketi. Kentlere gelmiş

olan, okumuş, geleneksel rollerden sıyrılmaya çalışan, gelişen, ilerleyen bir

434 Ayşe Böhürler, “İran’da Değişim ve Kadınlar”, Turuncu Dergisi, Eylül 2003, S.5, s.10-15.

Page 314: ASİFE ÜNAL

307

kesimin hareketi. Günümüzde tesettürün görünüşü bu. Bu hareketi

geliştiren insanlar genelde ev kadını değiller. Tahsilli insanlar, kentli, gelecekte

profesyonel yaşamın içinde yer alacak insanlar bunlar. Bu kesim İslamî

kesimin içinden çıkan, eğitim alanında hatta bir anlamda siyasî ve ekonomik

alanda da kendini göstermiş insanlar.

Bu gelişim dışarıdaki kesim tarafından birkaç şekilde algılandı. İslamî

kesimin bu gelişmesi, bu başarısı, Türkiye’de olsun dışarıda olsun epey bir

zaman bir tehdit olarak algılandı ilk başta. İşte sanki modernliğin karşısında

bir geriye dönüş zannedildi. Bu hareketin yeni bir olay olduğu fark edilmedi

bir süre. Tam tersine bir geriye dönüş, geleneksel bir hortlama olarak

algılandı. Sanki bütün gelenekler kötüymüş gibi ilerlemeci gidiş karşısında

gerilemeci bir hareket olarak görüldü.

Bir başka bakış açısına göre, bu yeni hareketin modern toplumun bir

sonucu ve parçası olduğu görmezlikten gelindi. Olayın yeni boyutları

kavranamadı. Bu gelişim modern topluma karşı bir eleştiriydi belki ama aynı

zamanda o toplum yapısının bir sonucuydu. Hem onun bir parçası hem de onu

geliştirmek isteyen bir hareket olduğu anlaşılamadı.”435

Göle’nin bu yorumunda söz ettiği bugünkü örtünme biçiminin modern bir

hareket olduğu fikri, görüşlerini aldığımız birçok örtülü kadın tarafından

paylaşılmaktadır. Hiçbir siyasal İslâm görüşü ile ilgisi olmayan birçok kadın

veya genç kız, inancı gereği örtündüğünü, ancak örtünmede kullandığı

biçimlerin annesi ve büyükannesi gibi olmasını istemediğini, bunun tamamen

modernizmle ilgili olduğunu ifade etmektedir. Örtülerinin büyükannelerininki

gibi olmamasını eleştirenlere bu insanlar “sadece örtülerinin değil, giyim

biçimlerinin ve yaşayış tarzlarının da farklı olduğunu” söyleyerek cevap

vermektedirler. Nitekim hiçbir kadının, tekrar moda olmadığı sürece, annesi ya

da büyükannesi gibi giyinmediği de bir gerçektir. Şu halde, modernizmle

birlikte bütün insanların kaçınılmaz olarak yaşadıkları değişimleri normal

karşılamak, ancak örtü konusunun ardında başka sebepler aramak doğru

olmayacaktır.

435 Nilüfer Göle, “Şimdi Herkes Bir Dakikalığına Star”, Ekonomik Denge, Eylül 2002, S.52,

s.26-27.

Page 315: ASİFE ÜNAL

308

Örtünme biçimleri üzerinde gün geçtikçe değişiklikler yapılmaktadır.

Örtülü kişilerce 1980’lerde kullanılması söz konusu olmayan pantolonun

yaygın biçimde kullanılmaya başlanması, bu değişime bir örnektir. Bunlar

anlayış değişmelerini de beraberinde getirmektedir. Önceki örtünme

anlayışında oluşan değişimlere bir örnek olarak şu ifadeler verilebilir:

AKP Diyarbakır Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkan Vekili

Cavit Torun, “Türban Allah’ın emri ama, ille de takılmalı görüşü içinde

değilim. Süreç içinde bu problemin taraflarınca çözülmesi gerekir. Dayatma ile

‘ben bu işi ille de bu şekilde çözeceğim’ demenin hiçbir mantıki anlamı yok.

Ülkemizin bu sıkıntıları yaşamaya, sorun üretmeye ne zamanı, ne mecali var.

Allah’ın emri olan konuyu taraflar, süreç içinde, yasal zemine oturtarak

çözmeliler. Kanunlarda, türban takılmayacak diye açık, net kural yok. İnsanlar,

örf adete ahlâka aykırı olmayacak şekilde kendi kıyafetlerini seçmekte özgür

olmalı. Birilerinin ‘başımı örtüp devlet dairesinde çalışacağım’ diyerek

huzursuzluk yaratması ve bu şekilde gündeme gelmesi doğru değil.

Türban siyasi bir simge olarak takılmıyor. Takanların yüzde 95’inin

siyasetle alakası yok.”436

Başörtünün türbana dönüşmesi, Hürriyet Gazetesinde yayınlanan bir

yazıda şöyle anlatılmaktadır: “1984 yılında dönemin YÖK Başkanı İhsan

Doğramacı, üniversitelerde başörtü takılmasını önlemek için daha modern

bulduğu ‘türban’ takılmasını önermişti. Bu konuda Doğramacı basına şu

açıklamayı yapmıştı: ‘Başörtü takılmasının önlenmesi için üniversitelere

talimat verdik. Kız öğrencilerimiz modern anlamda “türban” takarlarsa

buna izin veriyoruz. Bizim kararımızda da kız öğrencilerimiz isterlerse

sınıfta, modern giyim biçimi olan türban giyebilirler.’437 Şu halde bugün

siyasî simge olduğu için uygun bulunmayan ve karşı çıkılan türban bir

zamanlar başörtüsünün modern biçimi olarak gerçek anlamıyla bizzat YÖK

Başkanı tarafından gündeme getirilmiştir.”438 O dönemde başörtüsünün

yasaklanıp, modern anlamda “türban” takılmasının tavsiye edilmesi ve bugün

de türban takmayı siyasi simge olarak görüp ‘siyasî değilse neden başörtüsü

436 Milliyet, 7 Haziran 2003, s.15. 437 Milliyet, 4 Haziran 2003, s.15. 438 Hürriyet Ankara, 15 Nisan 2004, s.15.

Page 316: ASİFE ÜNAL

309

değil de, türban takıyorlar’ denilmesi, ciddi bir çelişki olarak

değerlendirilmektedir.

Örtünme ile ilgili gazete yazılarından birinde peruk söz konusu

edilmektedir. Perukla ilgili yorum şöyledir: “Peruk konusunda dönemin

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, 13 Eylül 1998’de “Peruk türban

yerine geçmez, dinimizce de caiz değildir.” demişti. Diyanet İşleri Başkanlığı,

Şubat 2003’te peruk ve saç ektirme konusunda verdiği fetvada peruğun caiz

olmadığını açıklamıştı. Fetva şöyle: “Hz. Peygamber ‘Allah iğreti saç takana,

taktırana,ekleyene ve eklettirene lanet etsin’ buyurarak bunu yasakladı. Bu ve

benzeri hadislerden hareketle İslâm Hukukçuları erkek ve kadının başına peruk

takmasını caiz görmemişlerdir.” Vakit Gazetesi yazarı Ali Eren de 10 Mayıs

2002 tarihli yazısında ‘peruk kadının çenesinin altını ve gerdanını kapatıyor mu

ki, perukla tesettür olsun’ tepkisini göstermişti.”439

Başörtüsü konusunu dinî değil, tamamen geleneksel yaklaşımla izah

edenler de bulunmaktadır. Sabri Akdeniz bunlardan biridir. Ona göre:

“Başörtüsü olayı temelde Anadolu’nun, dindar Anadolu Türkünün, Türkmen’in

kente gelmeye başlaması olayıdır...Başörtüsü hikayesi neyi temsil eder?

Anadolu insanının girişi yüzlerce yıl engellenen kente, bugünün büyük

kentlerine gelişini, devletin ve toplumun tabandan doruğa bütün katlarında yer

ve görevlerde hakkı olan payı almaya başlamasını, bu yolda girişimlerini temsil

eder. Biz de bu ülkenin yurttaşlarıyız; bu ülkenin, toplumun bireyleriyiz,

diyorlar. Anadolulu kırdan, köyünden kalktı geldi; gelirken özünü de

geleneklerini, inançlarını, giysisini, kılığını, anasının, nenesinin, bacısının,

eşinin, kızının başörtüsünü de alıp beraberinde kentlere getirdi. Böyle, özü ile,

olduğu gibi kabul edilmek; dili, inançları, geleneği, kılığı vb. özelliklerinin

saygı ile karşılanmasını, kentli ile eşit yurttaş, insan yerine konulmasını

özlüyor. Özünü, köyünden getirdiği mayasını kentte de sürdürmek, yaşatmak

istiyor. İdeolojik diye üstüne saldırılan başörtüsü işte bu; bin yılı aşkın bir

süre öncesinden bu günlere taşınmış bir gelenek... 1960’tan sonra,

İstanbul’u Türkleştiren, küçük başkent Ankara’yı büyüten, büyük kente

439 Hürriyet Ankara, 15 Nisan 2004,s.15.

Page 317: ASİFE ÜNAL

310

dönüştüren muhafazakar Türkün, Türkmen’in kırlardan kentlere akışının

yoğunlaşmasıyla birlikte şurada-burada, her yerde görünmeye başlayan

başörtüsüne karşı savaş da gündeme gelir. Başörtüsüne karşı akımın

başlatılmasının ardından kısa bir süre sonra adı da değiştirilir; söylenişi insanın

içini ısıtan, sıcacık, Türkçe başörtüsü dillerden, dilimizden kovulur; yerine

takır takır, soğuk türban getirilir ve belki dilciler başta, başörtüsünü

destekleyenler, karşı çıkanlar, ilerici-gerici, devrimci-muhafazakar, sağcı-solcu

hemen herkes, türbanı kullanmaya koyulur ve dillerinden düşürmez olur. Bu

konuda bilinçsizlik, sağlıksız düşünme, diyebilirim ki, buradan başlar. Bu

arada kavga da gittikçe kızışarak, bugünkü çıkmaza, içinden çıkılmaz duruma

gelinir.” Sabri Akdeniz’e göre “Anadolu Türkünün kente gelişinin belirtgenidir

başörtüsü. Sevinçle karşılanacak, Hoş geldin denerek kucaklanacak, başının

örtüsü de aşırılıkları giderilerek kentleştirilecek, korunacak yerde

aşağılanması, istenmeyen yurttaş konumuna, ezikliğe itilmesi neden? Soruna

ılımlı yaklaşım ve iyi niyetle karşılıklı anlayış girişimleri ile ortada, ortak bir

çözümde birleşip buluşmak, anlaşmaya varmak, çatışma ve kavgaları bitirecek,

bu arada bir yandan başörtüsüne karşı savaş açmış olanlarla, başörtüsünü

savunanlar, başörtüsünü bayrak yapanlar arasındaki kötü niyetlileri; oy

toplamak ya da herhangi başka özel bir amaçla kavgayı bitirmemek, sürdürmek

isteyenleri de belli edecek. İpliklerini pazara sürecek; kozları ellerinden

alınacak. Başörtüsünü art niyetle kullanılan bir araç olmaktan çıkaracak.

Devletimiz, üniversiteler ve ordu da milletimizin / toplumumuzun inançları,

geleneği ve büyük bir kesimiyle karşı karşıya gelmekten kurtulacak...”440

Türkiye’de “örtünme” konusunda pek çok kitap yazılmıştır.441 Bu

kitaplarda örtünme genellikle bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Bununla

birlikte peşin yargılardan uzaklaşabilmek, ancak farklı seslere kulak vermekle

mümkün olabileceği için, yapılan her çalışma şüphesiz faydalıdır. Bu

çalışmada da konunun objektif olarak ele alınması ve Türkiye’de başörtüsünün,

440 Sabri Akdeniz, Din Bilgi İçtihad İbadet ve Arapların Kur’an-İslâm Anlayışı,İstanbul 2003,

s.136-138. 441 Bu kitaplara örnek olarak bkz. Dücane Cündioğlu, Başörtüsü Risalesi, İstanbul 1995; Kemal

Güran, Başörtüsü, Ankara, ty.; Bütün Boyutlarıyla Başörtüsü, Yeni Asya yay., İstanbul 1999; Nuriye Çeleğen, Neden Örtünüyorum, İstanbul 2000.

Page 318: ASİFE ÜNAL

311

hem örtenler hem de örtmeyenler açısından problem olmaktan çıkarılması

yönünde katkı sağlanması hedeflenmiştir. Bu sebeple farklı hatta zıt görüşlerin

verilmesine özen gösterilmiş, bununla en azından tarafların birbirlerini doğru

anlayabilmelerine yardım etmek amaçlanmıştır.

Page 319: ASİFE ÜNAL

312

SONUÇ:

Türkiye’de mensubu bulunan Yahudilik, Hıristiyanlık ve ülke

çoğunluğunun mensup olduğu İslâm’ın örtünme anlayışları ile geçmişteki ve

günümüzdeki uygulamaların konu edildiği bu çalışmada şu sonuçlara

ulaşılmıştır:

Örtünme, insanlığın başlangıcından bu yana var olan bir uygulamadır.

İnsanın fıtrî yani doğuştan getirdiği, son derece insanî ve medenî bir ihtiyaç

olan örtünme, ülkelere, bölgelere, dönemlere göre değişiklik arz eden bir

biçimde uygulanmıştır. Ülkemizde diğer din mensuplarında da mevcut olan

kadının örtünmesi, gelenek ve dinî inancın getirdiği bir anlayışla geçmişten

günümüze, şekil değiştirmekle birlikte, devam etmiştir.

Kutsal kitaplarda, ilk giyinme ve örtünmenin Hz. Adem ve Hz. Havva ile

başladığı anlatılmaktadır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da, kadının başının

örtülü olması istenmekle birlikte, örtünmeye yüklenen anlamlar farklılık

oluşturmaktadır.

Yahudilikte kadının başının örtülü olması iffetli olduğunun göstergesi

olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında başörtüsü kadının evli olduğunun da

işaretidir. Kadın sinagoga başı açık olarak giremeyeceği gibi, başı açık kadının

yanında dua edilmesi de doğru bulunmamaktadır. Geçmişte Türkiye

Yahudilerinde bu kural titizlikle yerine getirilirken, günümüzde, yaşlı

kadınların dışındaki kadınlar, genellikle sadece sinagogda başlarını

örtmektedir. Bununla birlikte, şapka, peruk gibi şeylerle sinagog dışında da

başlarını kapalı tutmaya çalışan Yahudi kadınlar bulunmaktadır. Yaşlı kadınlar,

genellikle sinagog dışında da örtü kullanmaya devam etmekte; genç kızlar ise,

hiçbir şekilde baş örtme gereği duymamaktadır.

Yahudilikte diğer dinlerden farklı olarak erkeğin başını kapalı tutmasına

çok önem verilmektedir. Tanrı’ya gösterilen saygı ve tevazuun sembolü olarak

kabul edilen erkeğin baş örtmesi geleneği günümüzde de kipa veya çeşitli

biçimlerdeki şapkalarla yerine getirilmeye çalışılmaktadır.

Page 320: ASİFE ÜNAL

313

Hıristiyanlıkta kadınların başlarının örtülü olması, Pavlus tarafından,

“erkeğin kadına hakimiyetinin sembolü” olarak nitelendirilmiş ve

emredilmiştir. Günümüzde Hıristiyanların çoğu, Pavlus’un örtüye yüklediği bu

yorumu kabul etmemektedir. Hıristiyanlıktaki birçok kolaylaştırmanın kaynağı

olarak kabul edilen Pavlus’un kadınlara getirdiği bu zorunluluk, geçmişte

bütün kadınlar tarafından uygulanırken, günümüzde daha çok rahibelere özgü

duruma gelmiştir. Bununla birlikte, birçok Hıristiyan mezhebinde kadınların,

kilisede, en azından kominyon alacakları zaman, başlarının örtülü olması

istenmektedir. Günümüzde kadınların bu konudaki ilgisizlikleri, kiliseden

uzaklaşmamaları için hoşgörü ile karşılanmaya çalışılmaktadır. Türkiye’de

sayıları hayli azalmış bulunan rahibeler, genellikle bir şekilde başlarını örtmeye

devam etmektedir. Bununla birlikte, özellikle öğretmenlik yapan rahibelerin

başlarını örtme konusunda önceden olduğu gibi hassas davranmadıkları ve

çoğunun artık başörtü kullanmadıkları tespit edilmiştir.

İslâm’da örtünmenin kaynağı, Kur’an’daki “Başörtülerini yakalarının

üzerine salsınlar!” ve “Dışarı çıkarken üst giysilerini alsınlar!” ayetlerine

dayandırılmaktadır. Bunların dışındaki bazı hadisler de Müslümanların

örtünme uygulamasına kaynak teşkil etmiştir. İslâm’ın başlangıcından bu yana

Müslüman kadınların örtülü oldukları, ancak örtünmenin biçim ve sınırını

tamamen örfün belirlediği görülmüştür. Türkiye’de de eski dönemlerden beri

geleneksel olarak kadınların örtü kullandıkları bilinmektedir.

Günümüzde, Türkiye’de Müslüman kadınların örtünmeleri uygulaması

yaygın olarak devam etmektedir. Bölgelere, gruplara, çevreye göre değişebilen

örtünme biçimleri, geçmişten bu yana müdahalelere konu olabilmiştir. Osmanlı

döneminde açık olmaması için müdahale edilen kadın giyimine, günümüzde

kapalı olmaması için müdahale edilmektedir. Her iki şekilde de, kadının

istediği gibi giyinebilme özgürlüğünün engellenmesi açısından karşı çıkılabilen

bu uygulamalar, genellikle istenen sonucu vermemekte; bir örtü/ başörtüsü

probleminin varlığından söz edilmesine yol açmaktadır.

Türkiye’de başörtüsü problemi hakkında bütün bu bilgiler ışığında bir

yorum getirmek gerekirse şunları söylememiz mümkündür:

Page 321: ASİFE ÜNAL

314

Kanaatimizce, örtünme daha doğrusu başörtüsü konusunu problem haline

getirmek, herkesten fazla başörtülü insanlara zarar vermektedir. Başörtünün

kanağı dinî inanç, örf veya gelenekten hangisi olarak görünürse görünsün,

gayeden uzaklaşmaya başlamıştır. İlk dönemlerde İslâm dünyasında büyük bir

dikkat ve hassasiyetle ayrıntılarıyla incelenen konular, daha sonra bu ayrıntılar

arasında boğulan Müslümanların konuların özünden uzaklaşmasına sebep

olmuştur. Namaz konusu buna bir örnektir. Namazın nasıl kılınacağını bilmek

elbette gereklidir. Ancak tekbirde, kıyamda, rükuda, secdede ellerin, ayakların

ve parmakların duruş biçimi, kadınların erkeklerden farklı oturuşu gibi

ayrıntıları öğrenirken, namaz, “mü’minin miracı” olmaktan çıkmıştır. Namaz

kılan insanlar namaz esnasında devamlı başka şeyler düşündüklerinden söz

etmektedir. Namazın insanı kötülüklerden alıkoyması gerekirken, ne yazık ki

genellikle bu sonuç elde edilememektedir. “Huzur bulmak için çıkılan huzur”,

çağımız insanının huzursuzluğuna çare olamamaktadır. Kanaatimizce bütün

bunların sebebi, ayrıntıların namazın asıl gayesini gölgelemesi, özden

uzaklaştıkça manevî yönün ihmal edilmesidir.

Başörtüsü de bunun gibidir. Başın örtülmesindeki gaye bir yana bırakılmış;

araç, amaca dönüşmüştür. Başın örtülmesi konusunda kaynak gösterilen

ayetlere dayanarak örtünmenin gayesinin hür ve iffetli olarak tanınmak ve

böylece rahatsız edilmekten korunmak olduğu öne sürülebilmektedir.

Günümüzde başörtüsünün, hür olmanın göstergesi olması söz konusu değildir.

Hür-cariye ayırımının kalmamış olması bir yana, aksine birçok başörtülü hanım

ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğünden söz etmektedir. Belki Müslüman

kadının daha imtiyazlı bir konuma sahip olması için getirilmiş olan başörtüsü,

bugün onu, eğitim, çalışma, iyi muamele gibi birçok hakkından geri

bırakmaktadır. Bu durumda hür ve saygın bir kadın olarak bilinmesi gayesi,

günümüzde tersine işlemiş olmaktadır.

Örtünmenin, ayette belirtildiği gibi, bilinmek/tanınmak gibi bir gayesinin

olması da bugün için geçerli değildir. Aksine birçok örtünme biçimi kadının

tanınmasını değil, tanınmamasını sağlamaktadır. Eğer tanınmak/bilinmek,

iffetli olarak tanınmak anlamında ise, günümüzde başörtüsünü iffetin sembolü

olarak görmek, başı örtülü olmayan birçok iffetli hanımefendiyi rencide etmek

Page 322: ASİFE ÜNAL

315

demektir. İffetli olmak, insanın kendi içinde yaşayabileceği bir duygudur ve ne

başı örtülülere ne de başı açıklara has değildir. Başı açık olduğu halde iffet

timsali hanımefendiler olduğu gibi, başı örtülü olduğu halde namuslu

denilemeyecek çok sayıda kadın da bulunmaktadır. Şu halde, günümüzde

başörtüsü, kadının iffetli olarak tanınmasını da sağlayamamaktadır. Belki,

örtünmenin kadının kendisine yönelecek rahatsız edici davranışlar için

caydırıcı olabileceği yahut kendi davranışlarını kontrol etmesi için bir itici güç

oluşturabileceği düşünülebilir. Ancak başı örtülü olmayan bir hanımefendi de,

hal ve hareketi ile pekalâ iffetli olduğunu hissettirip olumsuz davranışlardan

kendisini koruyabilir.

Bütün bunlar baş örtmenin gereksiz olduğu kanaatinde olduğumuz

anlamına gelmemelidir. Söylemek istediğimiz; işin özünü unutup, aracı amaç

haline getirmemek gerektiğidir. İslâm barış, huzur, esenlik demektir ve bu din,

insanlığa huzur getirmek için gönderilmiştir. İslâm’ı bir bütün olarak görmek

ve her konuda asıl istenenin ne olduğunu bilerek davranmak, bu dinin anlamına

uygun olarak, insanları barış, huzur ve mutluluğa götürmesini sağlayacaktır.

Din bir teslimiyettir. İnsanların ibadetleri ve dinî emirleri belli bir gaye

olmadan sadece öyle emredildiği için yapması da, elbette mümkündür. Ancak,

Allah’ın her emrinin arka plânında ne olduğunu anlamaya, bilmeye ve ona

uygun davranmaya çalışmanın da, yüzlerce ayetinde “Düşünmez misiniz?”,

“Akletmez misiniz?” diyen Kur’an’ın mesajına daha uygun olacağı

şüphesizdir. Şu halde kanaatimizce yapılması gereken; başörtüsü meselesini

dinin “olmazsa olmazı” noktasından çıkarmak, İslâm’ın diğer emirleri gibi bir

emir telâkki etmektir.

Geçmişten günümüze Müslüman kadınların örtülü olması İslâm’ın bu

konuya verdiği önemden değil, başın bütün toplumlarda örtülü olmasından da

ileri gelmektedir. Müslüman kadının başını örttüğü dönemlerde Müslüman

erkeklerin de başlarının örtülü olduğunu, aksi halde şahitliklerinin bile kabul

edilmeyebileceğini de unutmamak gerekmektedir. Fes giymemek için

mücadele veren erkeği, şapka karşısında bu kez fesi çıkarmamak için mücadele

etmeye sevk eden faktör iyi değerlendirilmelidir. Aynı Müslüman erkek, daha

sonraki dönemlerde de şapka ile başını örterken, bugün açmakta bir sakınca

Page 323: ASİFE ÜNAL

316

görmemektedir. Buna “erkeğin başını örtmesi konusunda bir ayet olmadığı”

söylenerek karşı çıkılabilir. Bu durumda önce fes, sonra şapka karşısında

gösterilen karşı koyma, anlamsız ve gereksiz kalmaktadır. Şüphesiz bu durum,

toplumun değişen anlayış biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Bugünün

Müslüman erkeği, dünyaya uyum sağlamak, rahat ve şık olmak adına, istediği

biçimde giyinebilmektedir. Ancak aynı erkek, karısının, Müslüman kimliğinin

göstergesi olarak, başörtülü olması gerektiğini iddia etmektedir. Kadının

Müslüman olarak görünmesi gerekiyorsa, erkek neden böyle bir ihtiyaç

hissetmemektedir? Başörtüsü, Müslüman kadını Müslüman olmayanlardan

ayırmanın bir sembolü ise, günümüzde Müslüman erkek için böyle ayırıcı bir

sembole neden ihtiyaç duyulmamaktadır? Müslüman erkeğin dünyadaki diğer

din ve toplumlara mensup erkeklerden görünüş itibariyle farklı olması

gerekmiyor ise, Müslüman kadın için bu gereklilik nereden

kaynaklanmaktadır? Bugün Irak’ta, Suriye’de Müslüman, Hıristiyan veya

Yahudi kadınları, giyim biçimi ile ayırmak mümkün değildir. Onların

giyimlerine yön veren ve aynı biçimde giyinmelerini sağlayan yöresel

gelenekleri değil midir? Şu halde bu kadınların birbirlerinden farklı giyinmesi

gerekli midir? Ayrıca kadının tek kimliği, dinî kimliği değildir. Dinî kimliğini

göstermek durumunda ise, millî kimliği ve taşıdığı diğer kimlikleri ne

olacaktır? Bu soruları çoğaltmak mümkündür.

Sonuç olarak “Ben dinimin diğer emir ve tavsiyelerini yerine getirmeye

çalıştığım gibi, örtünme emrini/ tavsiyesini de yerine getirmeye çalışmak

istiyorum.” diyen insanın başını örtmesien tabii hakkıdır. Ancak başını

örtmesinin amacını unutmamalı, başını örterek bu amaca ulaştığından emin

olmalı, ayrıca bu amaca başka biçimde de ulaşıp ulaşamayacağının hesabını iyi

yapmalıdır. Başını örtmeden de örtünmenin gayesini gerçekleştirebileceğini

bilmeli, sadece bu emri/tavsiyeyi yerine getirmek için İslâm’ın diğer emirlerini,

en önemlisi de okuma emrini ihlâl etmemelidir.

Bunun yanında örtünmeyi, gericiliğin, yobazlığın sembolü olarak görmeye

de hiç kimsenin hakkı olmamalıdır. İnsanların düşünce biçimleri, kısmen

davranışlarına ve giyim kuşamlarına yansımış olsa da, kafalarının içindedir.

Örtülü olmak ya da olmamanın iffetle bir alâkası olmadığı gibi, yobazlıkla da

Page 324: ASİFE ÜNAL

317

bir alâkası yoktur. Başı açık bir hanım son derece ilkel, geri kafalı, yobaz,

bağnaz olabileceği gibi, örtülü bir hanım da medenî, ileri görüşlü, modern

düşünceli olabilir. Bu, erkeklerde olduğu gibi, tamamen insanların yetiştiriliş

biçimleri, eğitimleri, donanımları ve kişilikleri ile ilgilidir.

Örtünme konusuna peşin hükümle, ön yargı ile yaklaşılmaz ise, bu

gerçeklerin herkes tarafından görülebilmesi mümkün olacaktır. Bu ülke ve bu

dünya hepimizin ortak alanıdır. Küreselleşme ile insanlar birbirlerine

yaklaşmaya çalışırken, güzel ülkemizde örtünme gibi bir konu uğrunda

kaybedilenlerin farkına varılması gerekmektedir. Bu ülkenin eğitimlerini

tamamlayıp kendilerine, çevrelerine, ülkelerine ve insanlığa faydalı olacak

genç beyinleri kaybetme gibi bir lüksü olmasa gerektir. O beyinlerin de,

kendilerini ezdirme ve kabiliyetlerini harcama lüksü olmamalıdır.

“Örtünme birtakım gerekçelerle emredilmiştir. Bunun tartışılacak,

yorumlanacak, anlamaya çalışılacak bir yanı yoktur.” demekle, “Başörtüsü

geçmişte kalmış bir gelenektir, bugün hiçbir biçimde kullanılmamalı, kimsenin

başını örtmeyi tercih etme hakkı olmamalı.” demek arasında bir fark olmadığı

kanaatindeyiz. Yapmamız gereken bütün bilgiler ışığında örtünmeyi, ne fazla

ne de eksik, tam olarak hak ettiği konuma getirmektir. Bunu öncelikle

kafalarımızda gerçekleştirmeli, ön yargılarımızdan kurtulup, bir parça empati

yaparak yani kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak, olmaması gereken bu

problemi, problem olmaktan çıkarmalıyız. Bu çalışmanın, bu bilince ulaşmada

az da olsa bir katkı sağlamasını ümit etmekteyiz.

Page 325: ASİFE ÜNAL

318

BİBLİYOGRAFYA

Active Study Dictionary of Englısh, Editoryal Director Susan Maingay,

England 1991.

Açıklamalı Mecelle (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), İstanbul 1990.

ADAM, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Ankara 1997.

ADAM, Baki, Yahudilik ve Hıristiyanlık Açısından Kur’an’ın Tartışmalı

Konuları, İstanbul 2003.

AHTERÎ, Mustafa b. Şemsüddin Karahisarî, Ahterî Kebir, haz. İ.İlhami Ulaş-

Abdulkadir Dedeoğlu, İstanbul 1978.

AKDENİZ, Sabri, Din Bilgi İçtihad İbadet ve Arapların Kur’an-İslâm

Anlayışı, İstanbul 2003.

Akşam Gazetesi, 02 Ağustos 2003.

AKYÜZ, Gabriel, Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi’nin Tarihçesi-

MS.3.Yüzyıl, İstanbul 2000.

AKYÜZ, Gabriel, Kiliselerin ve Manastırların Tarihi, İstanbul 1998.

ALBAYRAK, Kadir, Keldani Kilisesi, Doktora Tezi, Kayseri 1995.

ALBAYRAK, Kadir, Keldaniler ve Nesturiler, Ankara 1997.

ALGÜL, Hüseyin, İslam Tarihi, İstanbul 1987, III.

ALİ SEYDİ BEY, Teşrifat ve Teşkilâtımız, Haz. Niyazi Ahmet Banoğlu,

Tercüman 1001 Temel Eser, tarih ve yer yok.

ALPHAN, Zeynep, Rasim ÖZDENÖREN ile Röportaj, Turuncu Dergisi,

S.5, Eylül 2003.

ALTINIŞIK, Kenan, 5500 Yılın Tanıkları Süryaniler, İstanbul 2004.

ATASAGUN,Galip, İlâhi Dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da)

Dinî Semboller, Konya 2002.

ATASOY, Nurhan, Derviş Çeyizi (Türkiye’de Tarikat Giyim-Kuşam

Tarihi), Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2000.

Atatürk Ansiklopedisi, Türkiye Cumhuriyeti Siyasî Tarihi, haz. Kemal

Zeki Gençosman, May Yayınları, İstanbul, ty, X.

Page 326: ASİFE ÜNAL

319

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İstanbul 1945, Ankara 1952, Ankara 1959

baskıları.

ATAY, Hüseyin – Kutluay, Yaşar, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı

(Meal), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1985.

AVCI, Murat, İzmir’deki Hıristiyan Dinî Cemaatler, Basılmamış Yüksek

Lisans Tezi, İzmir 2001.

AYDIN, Mehmet, “Batı ve Doğu Hıristiyanlığına Tarihi Bir Bakış”,

AÜİFD., Ankara 1985, XXVII.

AYDIN, Mehmet, Hıristiyan Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Ankara

1995.

BAĞDADÎ, Ebu Mansur Abdulkaahir b. Tahir b. Muhammed, Mezhepler

Arasındaki Farklar (el-Fark Beyne’l Firak), çev. Ethem Ruhi

Fığlalı, İstanbul 1979.

BALIKHANE NAZIRI ALİ RIZA BEY, Bir Zamanlar İstanbul, Tercüman

1001 Temel Eser, tarih ve yer yok.

BARKER,G., O’nun İzinde(Hıristiyanlık ve Laiklik Tarihi), İstanbul 1985.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri, C.7, S.1989, s.726.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri, C.31, S.487, s.220.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri, C.35, S.973, s.382.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri, C.36, S.129, s.42.

BATUR, Ahsen, “Hazarların Yahudiliği Üzerine”, Yeniçağ, 10 Ağustos

2004.

BERKTAY, Fatmagül, Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın, İstanbul 1996.

BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslâmiye ve İstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu,

İstanbul, tarih yok.

BİLMEN, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri,

İstanbul 1971,V,VI.

BİRSEL, Murat, “ Erdoğan Türkiye’si Nereye Gidiyor”, Vatan, 06 Aralık

2002.

BLECH, Benjamin, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, çev. Estreya Seval

Vali, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ., İstanbul 2003.

Page 327: ASİFE ÜNAL

320

BONVALOT, Gabriel, Eski Yurt, çev. M. Reşat Uzmen, Tercüman 1001

Temel Eser, tarih ve yer yok.

BÖHÜRLER, Ayşe, “İran’da Değişim ve Kadınlar”, Turuncu Dergisi, S.5,

Eylül 2003.

BROCK, Sebastian P., Süryani Geleneğinde Kutsal Kitap, çev. Circis Bulut,

İstanbul 2000.

Bütün Boyutlarıyla Başörtüsü, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1999.

Büyük Larousse, “Çarşaf”, İstanbul, tarih yok, V.

Büyük Larousse, “Ferace”, İstanbul,tarih yok, VIII.

Büyük Larousse, “Fes”, İstanbul, tarih yok, VIII.

Büyük Larousse, “Örtünme”, İstanbul, tarih yok, XVII.

Büyük Larousse, “Sarık”, İstanbul, tarih yok, XX.

Büyük Larousse, “Tesettür”, İstanbul, tarih yok, XXII.

Büyük Larousse, “Yaşmak”, İstanbul, tarih yok, XXIV.

CEBECİ, Sırrı Yüksel, “Türban Şart mı?”, Halka ve Olaylara Tercüman

Gazetesi,14 Kasım 2003.

Cem Vakfı Anadolu İnanç Önderleri Birinci Toplantısı(16-19 Ekim 1998,

İstanbul) -Alevi İslâm İnancının Öncüleri Dedeler, Babalar,

Ozanlar Ne Düşünüyor, İstanbul 2000.

Cem Vakfı Çalışmaları ve Vakıf Genel Başkanı İzzettin Doğan’ın Görüş

ve Düşünceleri, İstanbul 1988.

CEZİRÎ, Abdurrahman, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı, çev. Mehmet

Keskin, İstanbul 1990, I,VII.

CHAİBANİ, Muhammed b., Le Grand Livre de la Conduite de L’Etat

(Kitab as-Siyar al Kabir), Abu Bakr Muhammad ibn Abu Sahi

Ahmad Chams al Aimmah as Sarahsî, Arapça’dan Fransızca’ya

çeviren Muhammed Hamidullah, Ankara 1989, I.

CHALLAYE, Felicien, Dinler Tarihi, çev. Semih Tiryakioğlu, İstanbul 1972.

CÜNDİOĞLU, Dücane, Başörtüsü Risalesi, İstanbul 1995.

ÇEKİN, Murat, “Netlik Ayarı-Kıyafet Meselesine Yeniden Bakış”,

İslâmiyat, III/2.

ÇELEĞEN, Nuriye, Neden Örtünüyorum, İstanbul 2000.

Page 328: ASİFE ÜNAL

321

ÇELİK, Mehmet, Fener Patrikhanesinin Ökümeniklik İddiasının Tarihi

Seyri(325-1453), İzmir 2000.

ÇELİK, Mehmet, Süryani Kilisesi Tarihi, İstanbul 1987.

ÇELİK, Mehmet, Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi, İzmir 1998.

ÇIĞ, Muazzez İlmiye, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni,

İstanbul 2004.

D’OHSSON, M., 18.Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, çev. Zehran

Yüksel, Tercüman 1001 Temel Eser, tarih ve yer yok.

DAĞ, Mehmet, “İslâm’da Örtünme Üzerine”, İslâm İlimleri Enstitüsü

Dergisi, Ankara 1982,V.

DARGA ,A. Muhibbe, Eski Anadolu’da Kadın, İstanbul 1976.

DEMİR, Zeki, Süryani Kilisesi ve Kilisenin Kutsal Yedi Gizi, İstanbul 2002.

DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara

1992.

Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, İstanbul, tarih yok, III.

DİVAEV, A.A., “Kırgız Çocuk Oyunları”, Tarih ve Etnoğrafya Açısından

Nevruz, çev.Yıldız Pekcan-Sevinç Öztürk, Ankara 1993.

DİVAEV, A.A., “Siriderya Bölgesindeki Kırgızlar’ın Düğün Törenleri

Hakkında Birkaç Söz”, Tarih ve Etnoğrafya Açısından Nevruz,

çev.Yıldız Pekcan-Sevinç Öztürk, Ankara 1993.

DRUCKER, Malka, Celebrating Life, NewYork 1984.

DUMAN, Doğan - Duman, Pınar, “Kültürel Bir Değişim Aracı Olarak

Güzellik Yarışmaları”, Toplumsal Tarih, S.42.

DURANT, Will, İslâm Medeniyeti, çev. Orhan Bahaeddin, Tercüman 1001

Temel Eser, tarih ve yer yok.

ELBİR, Nurettin, “Orman Köylerinde Kadın”, Fotoğraf Sergisi, 02-13

Temmuz 2001.

ERDEM, Mustafa, Hazreti Adem(İlk İnsan), Ankara 1993.

ERDEM, Sargon, “Car”,TDV İslâm Ansiklopedisi,VII.

ERDEN, Atilla, Anadolu Giysi Kültürü, Ankara 1998.

EROĞLU, Ahmet Hikmet, “Doğu Batı Kiliselerinin Ayrılış Sebepleri”, Dinî

Araştırmalar Dergisi, S.5, Ankara 1999.

Page 329: ASİFE ÜNAL

322

EROĞLU, Ahmet Hikmet, Osmanlı Devleti’nde Yahudiler (XIX. Yüzyılın

Sonuna Kadar), Ankara 2000.

EROĞLU, Hamza, Türk Devrim Tarihi, Ankara 1977.

ERÖZ, Mehmet, “Türk Ailesi”, Aile Yazıları-I, Ankara 1991.

ESAD, Mahmud ,“Tesettür-ü Nisvan Meselesi Hakkında Son Söz”,

Sebilürreşad, 1329/1913, XI/279.

ESED, Muhammed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, çev.Cahit Koytak-Ahmet

Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul 2000.

ESİN, Emel, “Katun (Türk Kadınına Dair)”, Erdem, VII/20.

Ezan-Çan- Hazzan Programı, TRT-1, 09 Şubat 2004.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadî İslâm Mezhepleri, İstanbul 1980.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Geçmişten Günümüze Halk İnanışları İtibariyle

Alevîlik- Bektaşiklik, Ankara 1994.

FINDIKOĞLU, Ziyaeddin Fahri, “Türklerde Aile İçtimaiyatı”, Aile Yazıları-

I, Ankara 1991.

Fotoğrafla Aile, Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

GABAİN, Annemarie von, “Atatürk Devrimlerinin İlk Dönemleriyle İlgili

Anılar: Otuzlu Yıllarda Üniversitelerde Okuyan Türk

Öğrencileri”, çev. Mahmure Kahraman, Kemal Atatürk(1881-

1938), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1997.

GALANTİ, Abraham, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947.

GAZİ MUSTAFA KEMAL, Nutuk, 1927 tarihli Arapça harfli nüsha esas

alınarak Etem Çalışkan el yazması, Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara 2001, I-II.

GEDİK, Betül, Eski İstanbul Hayatı ve İstanbul Yahudileri, Pera Orient

Yayınları, İstanbul 1996.

Golden Dictionary, İstanbul 1989.

GÖKALP, Ziya, Türk Ahlâkı, sad. Yalçın Toker, İstanbul 1992.

GÖKALP, Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1989.

GÖKALP, Ziya, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1976.

GÖLE, Nilüfer ,“Şimdi Herkes Bir Dakikalığına Star”, Ekonomik Denge,

S.52, Eylül 2002.

Page 330: ASİFE ÜNAL

323

GÖRMEZ, Mehmet, “İlâhî Dinlere Göre Başörtüsü”, İslâmiyat, IV/ 2.

GRİGOR, Aknerli, Moğol Tarihi, çev. H.D. Andreasyan, İstanbul 1954.

GRODEKOV, N.İ., “Siriderya Bölgesinin Kırgızları ve Kazakları”, Tarih

ve Etnoğrafya Açısından Nevruz, çev.Yıldız Pekcan-Sevinç Öztürk,

Ankara 1993.

GUGENHEİM, E., Le Judaisme Dans La Vie Quotidienne, Paris 1970.

GUGENHEİM, Ernest, “Le Judaisme Apres La Revolte de Bar-Kokheba”,

Historie des Religions, Editions Gallimard 1972, II.

GÜLERYÜZ, Naim, Türk Yahudileri Tarihi , İstanbul 1993.

GÜNGÖR, Erol, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul 1986.

GÜNGÖREN, İlhan, Buda ve Öğretisi, İstanbul 1981.

GÜRAN, Kemal, Başörtüsü, Ankara, tarih yok.

HAMİDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul

1980, I-II.

Hazarlar ve Karaylar, http:// www.öztürkler.com.

HİTTİ, Philip K., Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, çev. Salih Tuğ, İstanbul

1980, II.

HOUTİN, Albert, “Hıristiyanlığın Kısa Tarihi” çev. Abdurrahman Küçük,

AÜİFD., Ankara 1981, XXV.

Hürriyet Ankara, 15 Nisan 2004.

İBN BATUTA, İbn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler, haz. İsmet

Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.

İBN KESİR, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, çev. Bekir Karlığa-

Bedreddin Çetiner, İstanbul 1986, XI, XII.

İBN MANZUR, Lisanü’l Arab, Beyrut 1988, I-XVIII.

İBN-İ ABİDİN, Reddu’l Muhtar alâ’d-Dürrü’l Muhtar, çev. Ahmed

Davudoğlu, Şamil yayınları,İstanbul 1982, II.

İLGEN, Abdulkadir, “Eski Türk Topluluklarında Kılık Kıyafet”, Türk

Dünyası Araştırmaları, S.132, Haziran 2001.

İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İstanbul 1981.

İNAN, Abdulkadir,Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972.

Page 331: ASİFE ÜNAL

324

JACOP, P. Xavier – İannitto, P. Luigi – Hıdıroğlu, Nilay, Hıristiyan İnancı,

çev. Leyla Alberti, İstanbul 1994.

JANİN, A.A.J., Les Eglises Orientales Et Les Rites Orientaux, Paris 1955.

JESUS, Therese de I’Enfant, Ruhumun Öyküsü, çev. Dominik Pamir,

İstanbul 1995.

KALAFAT, Yaşar, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara

1990.

KALOUSTİAN, S., Saints and Sacraments of the Armenian Church,

America 1969.

KANDEHLEVÎ, M.Yusuf, Hayatü’s-Sahabe(Hadislerle Müslümanlık), çev.

Ahmet M. Büyükçınar-A.Ömer Tekin- Yaşar Erol, İstanbul 1979,

III.

KAPLAN, Sefa, Diyanet İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr.

Mehmet Aydın ile Röportaj, Pazar Hürriyet, 14 Aralık 2002.

KARMOUS, Nadia, “Le Hijap ( La Tenue Vestimentaire Pour Les Femmes

Musulmanes)” , http:// www.femme-musulmane.

KATAR, Mehmet, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâmda Tövbe, 2. baskı,

Ankara 2003.

KESKİOĞLU, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku, Ankara 1984.

KHAYYAT , Abdul Aziz, “Women’s Status in Islam”, Women in Society,

According to Islam and Christianity, Italy 1992.

KIRKPINAR, Leyla, Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Kadın, Ankara

2001

KIRIMAL, Edige, “ 1917 İhtilâlinden Evvel ve Sonra Kırım-Türk Ailesi ve

Kadının Durumu”, Aile Yazıları-I, Ankara 1991.

KIRZIOĞLU, Fahrettin, Yukarı- Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Türk

Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992.

Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukades Şirketi, İstanbul 1988.

KOÇYİĞİT, Talât, Hadis Tarihi, Ankara 1981.

KOESTLER, Arthur, 13. Kabile, çev. Belkıs Çorakçı, İstanbul 1977.

KONFÜÇYÜS, Konfüçyüs’ün Konuşmaları, çev. Muhaddere Nabi Özerdim,

Ankara 1963.

Page 332: ASİFE ÜNAL

325

KÖMÜRCÜ, Güler, “Bir Örtünme Yorumu”, Akşam Gazetesi,02 Mart 2004.

KRAAK, Deborah E., “Clothing: Religious Clothing in the West”, The

Encyclopedia of Religion, New York 1987, III.

KUSTANAEV, H., “Perov ve Kazalin Civarındaki Kırgızların Etnoğrafik

Özellikleri”, Tarih ve Etnoğrafya Açısından Nevruz, çev.Yıldız

Pekcan-Sevinç Öztürk, Ankara 1993.

KUTLU, Sönmez, Din Anlayışında Farklılaşmalar- Türkiye’de Alevîlik-

Bektaşilik, Ankara 2003.

KUZGUN, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Ankara 1993.

KÜÇÜK, Abdurrahman, “Başörtüsü Üzerine”, Hergün, 09 Aralık 1996.

KÜÇÜK, Abdurrahman, “Türklerin Anadolu’da Azınlıklara Dinî

Hoşgörüsü”, Asya’dan Anadolu’ya Taşınanlar, Ankara 1997.

KÜÇÜK, Abdurrahman, Dönmeler / Sabatayistler Tarihi, 6. baskı, Ankara

2003.

KÜÇÜK, Abdurrahman, Ermeni Kilisesi ve Türkler, 2. baskı, Ankara 2003.

KÜÇÜK, Abdurrahman, İslâm ve Türk Milliyetçiliği, Ankara 1999.

KÜPÇÜ, İsmail Hakkı, Tarihin Aydınlattığı Gelecek, Ankara, tarih yok.

LAO-TZU, Taoizm, çev. M.N. Özerdim, Ankara 1963.

LAPİDUS, Ira M., Modernizme Geçiş Sürecinde İslâm Dünyası, çev. İ. Safa

Üstün, İstanbul 1996.

LEVİ, Amalia S., “Gravürlerle Osmanlı’da Yahudi Giyimi”, Osmanlı’da

Yahudi Kıyafetleri, Türkiye Hahambaşılığı’nın katkılarıyla Gözlem

Yayınları, tarih ve yer yok.

LOTİ, Pierre, Can Çekişen Türkiye 1914, Haz. Fikret Şahoğlu, Tercüman

1001 Temel Eser, tarih ve yer yok

MACAR, Elçin, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi,

İstanbul 2003.

MACCUOLOCH, J. A., “Head”, Encyclopedia of Religion and Ethics, New

York 1951, V.

MAHALLÎ,Celâluddin - es-Suyutî,Celâluddin, Tefsirü’l-Kur’ani’l Azîm

(Tefsir-i Celaleyn), tarih ve yer yok, II.

Page 333: ASİFE ÜNAL

326

MAİSONNEUVE, Dominique de La, “Karaites”, Dictionnaire des Religions,

Paris 1983.

MEHL, Roger, Hıristiyan İlahiyatı(Protestanlık Mezhebi), çev. Mehmet

Aydın, Konya 1983.

MEVDUDÎ, Ebu’l A’lâ, Tefhimu’l Kur’an- Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri,

İstanbul 1986 , III.

MEVLÂNA, Celaleddin-i Rumî, Mesnevî ve Şerhi, şerh. Abdülbâki

Gölpınarlı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, V.

MEVLÂNA, Mesnevî, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991, V.

MEVSİLÎ, Abdullah ibn Mahmud ibn Mevdud, el-İhtiyar li Ta’lil’l- Muhtar,

İstanbul 1989.

MİCHEL, Thomas, Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş, İstanbul 1992.

Milliyet Gazetesi, 27 Mayıs- 07 Haziran 2003.

MONTAGU, Lady, Türkiye Mektupları 1717-1718, çev. Aysel Kurutluoğlu,

Tercüman 1001 Temel Eser, tarih ve yer yok.

NİSABURÎ, Ebi Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbab-ı Nüzul ve Bihamişi

en-Nasih ve’l-Mensuh, Beyrut, tarih yok.

NURİ, Celal, Kadınlarımız, haz. Ömer Ozankaya, Kültür Bakanlığı Yayınları,

Ankara 1993.

OCAK, Ahmet Yaşar, Bektaşî Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç

Motifleri, İstanbul 1983.

OLDENBERG, H., Le Bouddha (Sa Vie, Sa Doctrine, Sa Communauté),

Almanca’dan Fransızca’ya çev. A.Foucher, Paris 1921.

ONAY, Perihan, Türkiye’nin Sosyal Kalkınmasında Kadının Rolü, İş

Bankası Yayınları, tarih ve yer yok.

ORMANİAN, Malachia, The Church of Armenia, Oxford 1955.

ORTAYLI, İlber, “Anadolu’da XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerinde

Bazı Gözlemler”, Aile Yazıları-I, Ankara 1991.

OSMAN HAMDİ BEY-Marie de Launay, 1873 Yılında Türkiye’de Halk

Giysileri-Elbise-i Osmaniyye (İstanbul 1873), çev. Erol

Üyepazarcı, İstanbul 1999.

Page 334: ASİFE ÜNAL

327

Osmanlı’da Yahudi Kıyafetleri-Jewish Costumes in the Ottoman Empire,

Türkiye Hahambaşılığı’nın Katkılarıyla Gözlem Yayınları, tarih ve

yer yok.

ÖGEL, Bahaeddin, İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1988.

ÖZDEMİR, Mehmet, “Endülüs Tarihinden Kadın Kıyafetine Dair Bazı

Tespitler”, İslâmiyat, IV/2.

ÖZEK, Ali – Karaman, Hayrettin – Turgut, Ali – Çağrıcı, Mustafa – Dönmez,

İbrahim Kâfi – Gümüş, Sadrettin, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı

Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993.

ÖZSOY, Ömer – Güler, İlhami, Konularına Göre Kur’an (Sistematik

Kur’an Fihristi), Fecr Yayınları, Ankara 1997.

PAKALIN, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,

İstanbul 1949, II.

PATRİK, Arakel, Armenian National Costumes-From Ancient Times to

Our Days, Yerevan 1983.

PERRİOT, M. ,“Yeni Türkiye’nin Eseri”, Yabancıların Gözüyle Cumhuriyet

Türkiyesi.

PİERRE LOTİ, Can Çekişen Türkiye 1914, haz. Fikret Şahoğlu, Tercüman

1001 Temel Eser, tarih ve yer yok.

QUEGUINER, Maurice, Introductions l’Hındouisme, Paris 1958.

RADLOFF, W. Sibirya’dan, çev.Ahmet Temir, İstanbul 1994, II.

REİNACH, Salomon, Orpheus/Histoire Generale des Religions, Paris 1976.

RENONDEAU, Gaston, “Le Shinto d’Etat”, Histoire des Religions, III.

RENONDEAU, Gaston, “Le Syncrétisme Japonais”, Histoire des Religions,

III.

REVEL, Louis , Les Routes Ardentes de L’Inde, Paris 1948.

ROBERT, Paul, Dictionnaire de la Langue Francaise, Paris 1978.

Rum Cemaatleri, Rum Kültürü, http:// www. minidev.com.

Sabah Gazetesi, 11 Temmuz 2001.

SABÛNİ, Muhammed Ali, Kur’an-ı Kerim’in Ahkâm Tefsiri, çev. Mazhar

Taşkesenlioğlu, İstanbul 1984, II

SAFA, Peyami, Türk İnkılâbına Bakışlar, Ankara 1981.

Page 335: ASİFE ÜNAL

328

SAMİ, Şemseddin, Kadınlar, İstanbul 1296.

SAMİ, Şemseddin, Temel Türkçe Sözlük, Sadeleştirilmiş ve Genişletilmiş

Kamus-ı Türkî, İstanbul 1986.

SANCAR, Aişe Aslı, İslâm’ın Işığına Uyanmak, İstanbul 1986.

SEZGİN, Abdulkadir, Hacı Bektaş Velî ve Bektaşîlik,İstanbul 1991.

SHARON, Moşhe Sevilla, Türkiye Yahudileri, Jeruşalem 1982.

Star TV. 13.11.2003 Tarihli Objektif Programı.

Star TV. 16.01.2004 Tarihli Ceviz Kabuğu Programı.

SÜRÜR, Ayten, Ege Bölgesi Kadın Kıyafetleri, Akbank Yayınları, İzmir

1981.

ŞAHİN, M. Süreyya, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul 1980.

ŞEHİD Bint’ül Hüda, Peygamber ve Kadın, çev. Ubeydullah Dalar, İstanbul

1986.

ŞENER, Mehmet, “Avret”,Türk Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, IV.

ŞIK, Barkın, “Tarikat Kreasyonları İstihbarat Raporunda”, Milliyet, 13

Kasım 2003.

TABERÎ, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev.Zakir Kadirî Ugan-Ahmet

Temir, İstanbul 1992, V.

TANYU, Hikmet, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul 1979, I.

TAVERNİER, J.B., XVII. Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a

Seyahat, çev. Ertuğrul Gültekin, İstanbul 1980.

TEZCAN, Hülya, “Ferace”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XII.

TEZCAN, Hülya, “Fes”, TDV İslâm Ansiklopedisi, XII.

The Babylonian Talmud (TB), Jews’ College (Sancino) Babylonian Talmud;

The Babylonian Talmud edited by Rabbi Isidore Epstein of Jews’

College, London, www. come-and-hear.com/ talmud.

The Jewish Encyclopedia, “Head-Dress”, New York 1904.

The New Testament-The New King James Version-İncil, Yeni Yaşam

Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2000.

The Universal Jewish Encyclopedia, “Head, Covering Of” Ed. Isaac

Landman, New York, tarih yok, V.

Page 336: ASİFE ÜNAL

329

THEVENOT, Jean, 1655-1656’da Türkiye, çev. Nuray Yıldız, Tercüman

1001 Temel Eser, İstanbul 1978.

TOSUN, Mebrure - Yalvaç, Kadriye, Sümer, Babil, Asur Kanunları ve

Ammi-Aduga Fermanı, Ankara 1975.

TUKSAL, Hidayet Şefkatli, “Başörtüsü Hikayeleri”, İslâmiyat, III/2.

TUKSAL, Hidayet Şefkatli, Ceviz Kabuğu Programı, ATV, 16-17 Mart

2002.

TURAN, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1979,

I-II.

TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1994.

TÜMER, Günay – Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 2002.

Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998, I-II.

Türkiye’den İnsan Manzaraları-Human Landscapes From Turkey,

Eczacıbaşı Yayınları, İstanbul 2001.

Türkiye’nin Dört Yılı- 1552-1556, Manuel Serrano Y. Sanz’ın el

yazmasından çev.A. Kurutluoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, tarih

ve yer yok.

TÜRKOĞLU, Sebahattin, “Çarşaf”, TDV İslâm Ansiklopedisi, VIII.

UNAT, Nermin Abadan, “Toplumsal Değişme ve Türk Kadını”, Türk

Toplumunda Kadın, Ankara 1979.

ÜNAL, Asife (Buhan), İslâm’da Kulluk Felsefesi, Basılmamış Lisans Tezi,

Ankara 1983.

ÜNAL, Asife, Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Evlilik, Kültür

Bakanlığı Yayınları, Ankara 1998.

ÜNAL, İsmail Hakkı, “Hadislere Göre Kadının Örtünmesi”, İslamiyat IV/2.

ÜNAL, Mehmet, “ 1917 Tarihli Hukuku Aile Kararnamesi”, Aile Yazıları-

I, Ankara 1991.

VAİNSTEİN, Yaacov, The Cycle of Jewish Life, Jeruşalem 1990.

VAKA, Demetra, İstanbul’un Peçesiz Kadınları, çev.Serpil Çağlayan,

İstanbul 2003.

VARENNE, Jean “L’Hindouisme Contemporain”, Histoire des Religions,

III.

Page 337: ASİFE ÜNAL

330

VOLLET, E-H., “Voile”, La Grande Encyclopedie, Paris 1902, XXXI.

VOLLMER, John E. “Clothing: Religious Clothing in the East”, The

Encyclopedia of Religion, New York 1987, III.

WELTER, G., Historie des Sectes Chretiennes, Paris 1950.

XAVİER Leon-Dufour, Dictionnaire du Nouveau Testament, Paris 1975.

YASA, İbrahim ,“Gecekondu Ailesi (Geçiş Halinde Bir Aile Tipolojisi)”,

AÜSBF Dergisi, XXIII.

YASDIMAN, Hakkı Şah, Yahudilik’te Tesettür, İzmir 2002.

YAVUZ, Ali Fikri, Kur’an-ı Kerim ve İzahlı Meal-i Alisi, Alperen

Yayınları, Ankara 2002.

YAZIR, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, tarih yok, IV,V,VI.

YEŞİLYURT, Süleyman, Atatürk’ten Bugüne Bilinmeyen Yönleriyle Türk

Ortodoks Patrikhanesi, 2. baskı , Ankara, tarih yok.

YILDIRIM, Münir, Günümüz Yunan Kilisesi Üzerine Bir Araştırma,

Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2003.

YÖRÜKHAN, Yusuf Ziya, Anadolu’da Alevîler ve Tahtacılar, haz. Turhan

Yörükhan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002.

Zaman Gazetesi, 01 Haziran 2003, 24 Kasım 2003.

ZEBİDÎ, Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif, Sahih-i Buharî

Muhtasarı Tecrid-i Sarih ve Tercemesi ve Şerhi, çev. Kamil

Miras, 9. baskı, basım yeri yok,1988, XII.

ZEYBEK, Namık Kemal, “Atatürk ve Örtünme”,Yeniçağ, 04.12.2002.

ZUHAYLÎ, Vehbe, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, çev. Ahmet Efe-Beşir

Eryarsoy-Fehmi Ulus-Abdurrahim Ural-Yunus Vehbi Yavuz-

Nurettin Yıldız, İstanbul 1994, I.

Page 338: ASİFE ÜNAL

331

KAYNAK KİŞİLER:

İsak HALEVA Türkiye Hahambaşısı

II.Mesrop MUTAFYAN Türkiye Ermeni Patriği

Yusuf ÇETİN İstanbul Süryani Metropoliti

François YAKAN Keldani Kadim Kilisesi Lideri

Yorgo BENLİSOY Fener Patrikhanesi Temsilcisi

Sevgi ERENEROL Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın

Sözcüsü

George MAROVİTC Vatikan İstanbul Temsilcisi

Leon ADONİ Türkiye HahambaşılığıDinîYüksekKurul

Üyesi

Yusuf ALTINTAŞ Türkiye Hahambaşılığı Genel Sekreteri

Samuel AKDEMİR Süryani Kilisesi Temsilcisi

Nişan ÇALGICIYAN Beyoğlu Üç Horan Kilisesi Mugannisi

Tuğrul İNANÇER Türk Tasavvuf Musikisini ve Kültürünü

Araştırma ve Geliştirme Vakfı Başkanı

Page 339: ASİFE ÜNAL

332

SUMMARY

Ünal, Asife, An Analysis of Understanding of Covering Head, As

Prevailed in Turkey, An Approach From The Angle of The History of

Religion, Doctoral Dissertation, Advisor: Prof. Dr. Abdurrahman Küçük.

The subject matter of this work is to point out various interpretations about

the necessity of women’s head cover according to the Religious that have

followers in modern Turkey.

The Introductory chapter deals, in brief, with the historical background of

cover in the light of the Religious concerned.

The thesis consists of three chapters.

In the first chapter, understanding of women’s head cover by the Jews

living in Turkey is dealt with by giving special reference to the historical

process of understanding the matter by various Jewish communities existing

among the Jews.

It has been reached that covering of women’s head is understood to be a

salient characteristics of women’s chastity; however, the practise has almost

been seen as an act to be done during the process of worship. The matter, on

the other hand, of men’s covering their heads has particularly been practised by

the Jews as an important sign for the reflection of their love and respect

towards God.

In Chapter II, the subject matter is dealt with, as understood by Christian

communities living in Turkey. It has been reached that women’s head cover

symbolizes women’s dependence to men and has been seen as a religious

necessity; however it has also been pointed out that this practise has come to be

seen, in modern Christian Societies as a special requirement only for Nuns.

Amongst certain Christian Communities of Turkey, particularly during the

sermons in the Church and for the sermons of communion, the matter has been

given particular observance.

In Chapter III, the subject matter is dealt with as viewed by the Muslims of

Turkey. It has been understood that the issue has been identified with the

protection of chastity and a salient sign of freedom and virtue that differentiates

Page 340: ASİFE ÜNAL

333

those with full freedom from the slaves; and by such differentation free women

have been expected to be shielded from any possible sexual harassment and

likewise. Although it has been interpreted differently by various societies

women have, generally, been covering their heads in Muslim Societies; as it

has been the case among Turkish Muslim Societies; however, it has been seen

that in contemporary Turkish Societies this matter has not been enjoying

prevalent practise as it used to be.

As a conclusion it has been reached that the matter under scruting has been

existent since the existance of the first human societies; and it does not belong,

as a salient characteristics, to any particular one of these three divine religious;

and it has been differently practised by various societies which have different

culture, locality, religious belief and understanding, climate, fashion and

personal taste; thereby, we put forward as a conclusion that the matter in

question ought not to be seen as one of those principal commands of the

Religious concerned. (i.e. Judaism, Christianity and Islam)