araŞtirmalariisamveri.org/pdfdrg/d03784/2015_11/2015_11_guleci.pdf · yüksek gerçekler ancak...

14
SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies Cilt/Volume: 6 Sayı/Issue: 11 Kış/Winter 2015 ISSN 2146-1449 Yılda iki sayı yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği'nin yayın organıdır.

Upload: others

Post on 03-Oct-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

SÛFÎ ARAŞTIRMALARI

SUFI STUDIES

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies

Cilt/Volume: 6 Sayı/Issue: 11 Kış/Winter 2015

ISSN 2146-1449

Yılda iki sayı yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir.

Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği'nin yayın organıdır.

Page 2: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 1

ZİNDANDA MIYIZ, YOKSA MAĞARADA MI? MEVLÂNA’NIN ZİNDANI İLE EFLATUN’UN

MAĞARASINI KARŞILAŞTIRMA DENEMESİ1

Are We in a Dungeon or in a Cave?

An Essay For Comparing RUMI’s Dungeon and Plato’s Cave

İsmail GÜLEÇ*

Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates)

ÖZ

Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan konusu filozofların günde-minden düşmemiştir. İdeal insanın sahip olması gereken özellikler konusunda Do-ğudan Batıya filozoflar ve din adamları görüşler ileri sürmüşler, bu konuda insanları uyaran metinler kaleme almışlardır. Biz bu çalışmamızda Antik Yunan kültürünün önemli temsilcisi Eflatun ile edebiyatımızın ve tasavvuf hayatımızın önemli bir ismi olan Mevlana’nın hakikatten habersiz insanları hakikate götüren yolları anlatmak için başvurduğu mağara ve zindan benzetmelerini karşılaştıracağız.

Eflatun ideal toplumun ve ideal insanın nasıl olması gerektiği üzerinde düşü-nen filozofların ilklerindedir. Özellikle Devlet isimli eserinde ideal bir toplumun nasıl olması gerektiğini detaylı bir şekilde açıklar. Aynı şekilde insanın nasıl kemâl bulacağını verdiği mağara alegorisiyle anlatır. Mağarada boynundaki zinciri kırıp dışarı çıkan ve gölgelerin kaynağını görüp tekrar içeri girip oradakileri uyaran kimse filozoftur. Mevlâna da, eserlerinde, ideal bir yaşantının nasıl olması gerektiği üze-rinde durur ve kamil insanın özelliklerini ve nasıl olacağını tüm eserlerinde yeri geldikçe anlatır. Onun kamil insan örneği Hz. Peygamber’dir. Mecâlis-i Seb’a’sında ideal insanı tarif ederken insanların sıradanlıktan nasıl kurtulacağını açıklamasında

――――――――― 1 9-10 Ekim 2010 tarihleri arasında Manisa’da düzenlenen Uluslararası Mevlâna Ve Tasavvuf Geleneği

Sempozyumu’nda sunulan bildirinin yeniden gözden geçirilmiş halidir. * Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü

Page 3: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

2 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

kullandığı benzetmelerden biri de zindandır. Eflatun’un boynundan zincirlerle bağlı olan insanların olduğu mağarası, Mevlâna’da insanların atıldıkları zindana dönüş-müştür. Her ikisinde de mağara ve zindan mahpushane olarak aynı anlamda kulla-nılmaktadır. Eflatun’un mağarasındaki gölgeler Mevlâna’nın zindanında resimlere dönüşür.

Biz bu çalışmada ilk olarak Eflatun’un mağarasını, daha sonra Mevlâna’nın zindanını anlatmaya çalışacağız. Mağara-zindan, gölge-resim, mahpuslar ve kemâle ermek için önerilen yollar bakımlarından her iki metni karşılaştırmaya, aralarındaki farkları ve benzerlikleri tespit etmeye çalışacağız. Bu tespitlerden sonra gölge ve hayal kavramı konusunda Şeyh Küşteri’nin yorumuyla çalışmamızı sonlandıracağız.

Anahtar Kelimeler: Eflatun, mağara, Mecâlis-i Seba, Mevlâna, zindan

ABSTRACT

Since the earliest periods of time, the matter of man hasn’t lost its popularity among the philosophers. Countless numbers of philolosophers, ecclesiastics both in the East and the West have contemplated on how an ideal man should be and left writings behind, warning people about that. In this study, we will compare the similies of cave and dungeon which Plato, a prominent name of Ancient Greece culture and Rumi, an important name in our islamic mysticism has used.

Plato is one of the philosophers who contemplate on how the ideal society and the ideal person should be. He, especially in his Republic, clarifies how an ideal society should be. At the same time he explains that man can reach maturity over the allegory of cave. It is the philosopher who breaks the chain on his kneck, going out, seeing the source of the shades, and turning back to warn the other in the cave. And in his works at proper points, Rumi concentrates on how an ideal life should be, counts the characteristics of a mature man and how he should be. His perfect man is Mohammad the Prophet. One of the similes he makes use of in his Macalis al Sab’a while stating how men can avoid ordinariness is that of dungeon. Plato’s cave with people chained on their kneck has turned out to be a cave in which people are imprisoned in Rumi’s dungeon. Dungeon and cave, in both case, are used in sense of imprisonment. The shades in Plato’s cave transforms into the images in Rumi’s cave.

In this study we will try to explain Plato’s cave and then Rumi’s dungeon. We will also attempt to compare and specify the differences and similarities between the terms aforementioned above, like the cave and the dungeon, the sha-des and the images and finally the imprisonment and the ways of getting mature. After these, we will end our discussion over the interpretation of Sheik Kushteri on the shades and the imagination.

Key Words: Plato, cave, Macalis al-Sab’a, Rumi, dungeon

Page 4: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 3

Şefik Can, Eflatun ile Mevlâna’nın kâinatı yaratan varlığı arama, bulma, an-lama ve anlatma bakımından aynı gayreti sarf ettiklerini, fikir ve sezişlerinin birbiri-ne çok benzediğini söyledikten sonra bunların neler olduğunu sıralar. Üzerinde durduğu konular ideler alemi-ruhlar alemi ve platonik aşk-ilahi aşk kavramlarıdır. Aralarındaki benzerlikleri açıkladıktan sonra temel bir farktan bahseder. Eflatun filozoftur ve Allah’ı aradığı halde akılla ve mantıkla hareket ettiği için bulamamıştır. Şefik Can, mağara benzetmesi üzerinde de durur ve Mevlâna’nın konuyu daha derinleştirdiğini söyler ve sözü ilahî aşka getirir.2 Biz, konuya biraz daha farklı bir boyuttan yaklaşarak Eflatun’un mağara ile Mevlâna’nın zindan benzetmeleri üze-rinden incelemeye çalışacağız.

Eflatun, Devlet isimli eserinde ideal bir devlet idaresinin nasıl olması gerekti-ğini bir mecliste Sokrates’e yöneltilen sorulara verdiği cevaplarla izah etmeye çalışır. İdeal bir devlette olması gereken özellikleri sırasıyla anlatırken yöneticilerin vasıfları konusu üzerinde uzun uzun durur. Filozoflar ile sofistler arasındaki farkın üzerinde durduğu, sofistlere filozof denemeyeceğini, gerçek filozofların bilgiye ulaşan insan-lar olduğunu, görünen nesnelerin hakikatlerine ulaştıkları için de filozof olduklarını söylerken idealar bahsine girer. Burada iyi ideasını güneş üzerinden izah eder. Ona göre nasıl görme organı ve görülecek nesne olsa bile ışık olmadan görme eylemi gerçekleşemezse iyi ideası bilinmeden görünmeyen dünyanın hakikatlerine de vakıf olunamaz.3

Geceleyin nesnelere baktığımızda nasıl onların renklerini ve cisimlerini net bir şekilde göremezsek, nasıl olduklarını tam olarak anlayabilmek için gün ışığına ihtiyaç varsa ruh da bakışlarını hakikatin ve varlığın aydınlattığı şeye çevirdiği zaman o şeyi anlar, tanır ve akıl sahibi olduğunu gösterir. Ama karanlığa bulanmış, doğan ve ölen şeye baktı-ğı zaman görüşü körleşir, artık sadece sanılara sahiptir, durmadan bir sanıdan ötekine geçer durur, sanki aklı yok olmuştur. (508d) Bilme konusunun nesneleri hakikate kavuşturan ve bilen kişiye bilme gücünü veren bu gerçeği de iyinin ideası olarak niteler. Bunu da bilginin ve hakikatin ilkesi olarak kabul eder ve bilgi konusunu bir nesne olarak algılar. Nasıl görme ve ışık güneşle bir değilse hakikat ve varlık da iyi ile bir değildir, iyi bu ikisinden üstündür. Çünkü ikisini de iyi doğurur.4

Ruh bu dünyanın bölümlerinden birine ulaşmak için görülen dünyanın asıl nesnelerini birer görüntü olarak kullanmak zorundadır. Varsayımlardan yola çıkarak

――――――――― 2 Şefik Can. Mevlâna ve Eflatun. İstanbul: Okul Yayınları, 2004, s. 17-38. 3 Platon, Devlet, çev. Hüseyin Demirhan, İstanbul: Sosyal Yayınları, 2002, VI. Kitap 507b-511e 4 İyi ile güneşi biri kavranan şeyler dünyasında, öbürü görülen şeyler dünyasında hüküm süren iki kral olarak

düşün... Şimdi eşit olmayan iki parçaya ayrılmış bir çizgi al, bunlardan biri görülen dünyayı öbürü de kavranan dünyayı göstersin. Sonra bu parçaları yine aynı oranda ikiye böl. Böylece elde edilen parçaları birbirleri karşısın-daki aydınlık ve karanlık derecelerine göre sınıflandırınca görülen dünyanın birinci bölümü olarak görüntüleri el-de edersin. Görüntüler diye önce gölgelere, sonra sularda ya da mat, cilalı, parlak düzeylerde görülen yansılara ve bütün buna benzer şeylere diyorum. Şimdi de ikinci bölümü, bu görüntülerin yansıttığı nesnelere, yani çevremizde-ki hayvanlar, bitkiler ve insan elinden çıkma bütün eserlere karşılık kabul et... Hakikat ve onun karşıtı bakı-mından bölümleme şu orantıya göre yapılmıştır: Görüntü aslı olan nesneye göre neyse sanı da bilime göre odur. (509d-510b)

Page 5: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

4 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

bir ilkeye değil bir sonuca varır. Oysa sonu varsayımsız bir ilkeye varan bölüme ulaşmak için ruh yine bir varsayımdan kalkarak ama ilk halde kullandığı görüntüle-rin yardımına başvurmaksızın sadece kendi başına ele alınan ideaların yardımıyla araştırmasını yürütmek zorundadır, dedikten sonra meramını daha iyi ifade edebil-mek için geometriden örnek verir. Geometriciler sayıları ve geometrik şekilleri herkes tarafından bilinen şeyler varsayarak açıklama gereği duymazlar. Bu şekil ve sayılardan bir takım sonuçlar çıkarırlar. Böylece araştırmalarının amacı olan sonuca ulaşırlar. Görülen şekiller kullandıkları halde asıllarını düşünerek akıl yürütürler ve birer görüntü olarak kullandıkları bu şekillerle ancak düşünceyle görülebilecek salt ve gerçek varlıkları görmeye çalışırlar. Şekiller kavranan dünyanın malıdır ve onları bilmek için ruh varsayımlarına başvurmak gerekir. Ruh da varsayımların üzerine çıkamayacağından bir ilkeye doğru yönelemez. Kopyaları aşağı bölümünde bulunan ve bu kopyalardan daha açık, daha değerli sayılan asıl nesneleri birer görüntü olarak kullanır. (510b-511a) Bu dünyanın birinci bölümüdür ve görünen nesnelerle algıla-nır. Aklın diyalektik gücüyle ulaştığı bölüme de kavranan dünyanın ikinci bölümü denir.

Buna ulaşmak için akıl birer ilke olarak değil de gerçek birer varsayım olarak yani birer kalkış ve atlama noktası olarak gördüğü birtakım varsayımlar ortaya koyar; bun-lardan yararlanarak artık şart gerektirmeyen evrensel ilkeye kadar yükselir. Bu ilkeyi el-de edince bundan çıkan bütün sonuçlara dayanarak yukarıdan aşağıya iner, temel so-nuca varır. Bunu yaparken de hiçbir duyulur veriye başvurmaz, sadece idealara başvu-rur, idea’dan idea’ya geçerek gene idea’da durur... Akılla kavramak en yüksek bölüm, anlamak ikinci bölüm, inanmak üçüncü bölüm ve bulanık görüntüler almak da son bö-lüm. Hakikate yakınlık ve uzaklıklarına bakarak hepsini aydınlık derecelerine göre diz. (511b-e)

Hakikat bilgisinin ne olduğunu açıkladıktan sonra söylediklerinin daha iyi an-laşılması için de VII. Kitap’a mağara benzetmesiyle başlar. Burada bir yeraltı mağa-rasında yaşayan insanları örnek verir. Mağaranın kapısı boydan boya açıktır ve in-sanlar da arkaları kapıya dönük ve boyunlarından zincirlenmiş şekilde sağa sola kımıldayamadan karşılarındaki duvara bakmaktadırlar.5 Mağaranın kapısından içeri

――――――――― 5 Burada, Yasin suresinin 8-10. ayetlerine dikkatinizi çekmek istiyorum: 8. Hakikat biz onların boyunlarına öyle laleler (demir halkalar) geçirdik ki bunlar çenelerine kadar

(dayandı). Şimdi onlar kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış haldedirler. [Eflatun’un mahpuslarını tarif ediyor âdeta. İ. G.]

9. Biz hem önlerine bir sed, hem de arkalarına bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık gör-mezler.

10. Onları (azap ile) ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın onlarca birdir. İman etmezler. Muhammed Ali’ye göre boyunlarındaki zincir kibir ve inatçılıktır. (Kuran-ı Kerim Tercümesi ve Meali, İngilizce’den tercüme eden Ender Gürol, Ohio: Ahmadiya Anjuman Ishaat Islam Lahore Inc., 2008, s. 832) Muhammed Esed, Zemahşerî’den ¨hakikati bilinçli şekilde inkâr etmelerinin temsili ifadesidir¨ görüşünü nakleder. Aynı şekilde önde ve arkadaki sedlerin de hallerindeki durağanlığa işaret eden bir mecaz olduğunu söyler. (Kuran Mesajı Meal-Tefsir, ter. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul: İşaret Yayınları, 2000, s. 897) Diyanet’in tefsirinde, tefsirlerde geçen konu ile ilgili açıklamalar özetlenerek pek çok kanıta rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürenler öyle iç ve dış etkenler, öyle psikolojik ve sosyolojik şartlar ve alışkanlıklarla kuşatılmışlardır ki boyunlarına çenelerine kadar boyunduruk takılmış gibidirler. Böbürlendikleri ve nefislerine mağlup oldukları

Page 6: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 5

uzaklardan yanan bir ateşin ışıkları vurmaktadır. Mağaranın önünde iki tarafı alçak duvarla örülü bir yol vardır. Türlü türlü eşyalar ile insan ve hayvan heykelleri taşıyan insanlar bu yoldan geçtikçe mağaradakiler duvarda taşınan eşya ve heykellerin göl-gelerini görüyorlar ve her şeyi de bu gölgelerden tanıyorlar. Yoldan geçenlerin ko-nuşmalarını da gölgelerden geldiğini sanıyorlar.6

Sokrates bu insanların gördükleri ve gerçek sandıkları gölgeleri ve o gölge-lerden elde ettikleri bilgilerin hakikatini sorgulamaya başlar. Bunun için de içlerin-den birinin zincirlerinin çözülmesini, arkasına döndürülerek ışığa doğru yürütülme-sini söyler. İlk başta karanlığa alışmış gözlerin acı çekeceğini, nesneleri iyi seçeme-yeceğini (bulanık görme evresi), alıştıktan sonra da yoldan geçenlerin kim olduğunu ve neler taşıdığı söylendiğinde çok şaşıracağını belirtir. Mağarada gördüklerinden daha gerçek olduğunu anlar. Bir de yolu geçip ateşin olduğu tarafa götürülse gözle-rinin kamaşması daha da artar. Bu sefer gerçek olarak gördüğü şeyleri bile seçemez hale gelir. Yukarı taraftaki nesneleri görebilmesi için gözlerinin alışması gerekir ve bunun için de zamana ihtiyacı vardır. En kolayı duvardaki gölgeleri, daha sonra yoldan geçenleri ve en zoru da güneş ve etrafındakileri görüp seçmektir. Yıldızları, ayı ve güneşi görmeye başlayınca da zamanı, mevsimleri, ayları ve günleri anlamaya başlar. Dünyayı yönetenin güneş olduğu sonucuna varır ve ilk yaşadığı mağarada yaşayanları ve onların düşündüklerini hatırlayınca kendi adına sevinir, onlar adına üzülür. Yeniden mağaraya dönse, bu sefer karanlığa girdiği için gözleri yeniden körleşir, bir şey göremez ve mağaradaki arkadaşları gibi gölgeleri seçemez. Arkadaş-ları, boşu boşuna dışarı çıktığını ve gözlerini kör ettiğini söylerler. Diğerlerini çözüp dışarı çıkarmak istediğinde kendisini öldürmek isteyenler bile çıkabilir.7

için çevrelerindeki hakikate dair alametleri göremezler, şeklinde izah edilmektedir. (Kuran Yolu Türkçe Meal-Tefsir IV, tefsir edenler Hayrettin Karaman ve öte., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2008, s. 477-478)

6 Bilgi ve bilgisizlik bakımından insan tabiatını şöyle tasarla. Bir çeşit yer altı mağarasında yaşayan insanlar düşün. Bu mağaranın kapısı boydan boya ışığa açık olsun. Bu insanlar çocukluklarından beri ayaklarından ve boyunlarından zincirlere vurulmuş orada oturuyorlar. Öyle ne bir yere kımıldayabiliyorlar, ne de önlerinden başka bir yeri görebiliyorlar. Arkalarında ve uzakta bir tepenin üzerinde yanan bir ateşin ışığı sırtlarına vuruyor. Bu ateşle mahpuslar arasından yüksek bir yol geçiyor. Bu yol boyunca alçak bir duvar örülmüş, kukla oynatanların önlerine yerleştirip üstünden hünerlerini gösterdikleri bölmeye benzer bir duvar... Bu alçak duvarların arkasından geçen insanları düşün. Bunlar türlü türlü eşya, taştan tahtadan her çeşit maddeden yapılmış küçük insan ve hayvan heykelleri taşıyorlar. Duvarın üstünde yalnız bu eşyalar görünüyor. Geçen insanlardan da kimi konuşuyor, kimi konuşmuyor... Böyle durumda bu adamlar kendilerini ve yanındakileri şimdiye kadar sadece dışarıdaki ateşin karşılarındaki mağara duvarına yansıttığı gölgelerle tanımışlardır, başka bir şey görmemişlerdir... Duvarın üstünden geçen eşyayı da öyle tanırlar... Aralarında konuşabilselerdi gördükleri gölgeleri gerçek eşya sanıp ona göre konuşurlardı...

7 Bunları zincirlerinden ve bilgisizliklerinden kurtarırsak ne olacağını düşünelim. Bu mahpuslardan birini çözelim, zorlayıp hemen ayağa kaldıralım, başını çevirtelim, hemen yürütelim, aydınlığa doğ-ru baktıralım. Bütün bu hareketler ona acı verecek, gözleri kamaşacak, bu yüzden de biraz önce gölgelerini gördüğü o nesneleri seçemeyecek. Ona şimdiye kadar gördüklerinin boş görüntüler ol-duğunu, şimdiyse gerçeğe daha yakın, gerçek nesnelere daha dönük bulunduğunu daha doğru gördüğünü söylersek; üstelik gelip geçen şeyleri birer birer gösterip bunların ne olduğunu söyle-

Page 7: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

6 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

Eflatun, Sokrates’e bunları anlattırdıktan sonra da verdiği örneği açıklar:

Mağara zindanı gözle gördüğümüz bu dünya, mağarayı aydınlatan ateş de güneştir. Yukarı çıkan yokuş ve gökteki nesnelerin seyredilmesi, ruhun kavranan dünyaya yükselişidir.

Kavranan dünyada insan iyi ideasını en son ve en zor seçer, iyi ideası da bütün şeylerde doğru ve güzel olarak ne varsa hepsinin nedenidir; görülen dünyada ışığı ve ışığın hakimini o doğurmuştur; kavranan dünyada da hakim olan hakikatin ve aklın kaynağı odur ve insanın gerek özel hayatında, gerek kamu işlerinde bilgece davrana-bilmesi için onu görmüş olması gereklidir. Bu yüksekliğe ulaşmış olanların artık in-sanların işleriyle uğraşmak istememesine, ruhlarının hep o yükseklikte kalmak için çırpınmasına şaşma... Tanrısal varlıkları seyredip de insanların zavallı işlerine dönen bir adam daha görüşü bulanık, gözleri çevresindeki karanlığa alışmamışken mahke-melerde ya da başka yerlerde doğruluğun gölgeleri ya da bu gölgeleri yaratan görün-tüler üzerinde çekişmeye girmek ve doğruluğun kendisini hiç bir zaman görmemiş olanların bu konudaki yorumlarını çürütmek zorunda kalınca insanlara sevimsiz ve gülünç gelmez mi?

Aklı başında bir insan bilir ki gözler iki biçimde iki karşıt sebepten bulanabilir. Ya aydınlıktan karanlığa geçerken, ya da karanlıktan aydınlığa geçerken. Ruh için de

mesi için kendini sıkıştırırsak ne cevap verir? Apışıp kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler ona şimdi gösterilenden daha gerçek gelmez mi? Onu ışığa bakmaya zorlarsak gözlerine ağrı girmez mi? Bu ışıktan kaçıp bakabileceği şeylere dönmek istemez mi? Bunların kendisine gösterilen şeylerden da-ha açık seçik olduğuna inanmaz mı? Ya zorla mağaradan çıkarsak da çetin ve sarp yokuştan yürü-tüp güneş ışığının bulunduğu yere kadar sürüklesek onu; canı çok yanmaz mı, bu ettiklerimizden yakınmaz mı? Işığı gördüğü zaman da gözleri büsbütün kamaşıp bizim şimdi gerçek dediğimiz şeylerden bir tekini bile seçemeyecek hale gelmez mi? Yukarı taraftaki nesneleri görmesi için göz-lerinin alışması gerek. En kolay ve ilk seçtiği şeyler gölgeler olur; sonra insanların ve öbür nesnele-rin suya yansıyan görüntülerini, daha sonra da nesnelerin kendilerini seçer. Bundan sonra gözlerini yıldızların ve ayın ışığına kaldırarak gündüz güneşe ve güneş ışığına bakmadan önce geceleyin gök-teki cisimleri ve göğün kendisini daha rahatlıkla seyredebilir. Sonunda da güneşe bakar, ama sulara ya da başka bir yere yansıyan boş görüntülerine değil, güneşin kendisine bakar, onu gerçek yerinde ve olduğu gibi seyredebilir. Bundan sonra mevsimleri ve yılları yapanın, görülen dünyada her şeyi yönetenin ve arkadaşlarıyla birlikte mağarada gördüğü bütün şeylerin nedeninin bir bakıma güneş olduğu sonucuna varır. İlk yaşadığı mağarayı, orada bilgelik yerine geçen şeyleri, zindan yoldaşla-rını hatırlayınca değişiklikten sevinç duymaz mı, orada kalanlara acımaz mı? Mağarada yaşarken birbirlerine şerefler verdikleri, övgüler düzdükleri olmuşsa, gelip geçen gölge-leri gözü en iyi seçebilenleri; hep en önce, en sonra ya da birlikte geçen gölgelerin hangileri oldu-ğunu en iyi aklında tutup şimdi hangilerinin geçeceğini, zindandakiler arasından bunları kazananla-rı bizimkinin artık bu şanslara, üstünlüklere imreneceğini, zindandakiler arasından bunları kazana-cağını kıskanacağını mı sanırsın? Yoksa o sanılara, boş hayallere dönmektense oradaki gibi yaşa-maktansa, Homeros’un kahramanı gibi ‘varlıksız, yoksul bir çiftçinin yanında ırgat olmayı’ dünya-da her mihnete katlanmayı üstün mü tutar? Bir de bu adamın yeniden mağaraya indiğini ve eski yerine oturduğunu düşün: Birden bire güneş ışığının göbeğinden karanlığa giren gözleri körleşmez mi? Gözleri böyle daha bulanık görürken, karanlığa daha alışamamışken, yerlerinden hiç ayrılmamış olan eski arkadaşlarıyla gölgeleri seçmekte yeniden yarışa girmek zorunda kalsa herkesi kendine güldürmez mi? Yukarıya boşuna çıkmış, üstelik gözlerini de bozmuş, demezler mi? Hatta biri bu adamları çözüp yukarı götürmeye kalkışsa, ellerinden gelse yakalayıp öldürmezler mi? (VII. Kitap 514a-517a)

Page 8: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 7

böyle olduğunu düşünerek o insan bazı şeyleri seçemeyen bulanmış bir ruhla karşıla-şınca ahmakça güleceğine acaba o ruh daha aydınlık bir hayattan geliyor da görüşü karanlığa alışık olmadığı için mi bulanık görüyor; yoksa bilgisizlikten aydınlığa geçip de keskin bir ışıkla karşılaştığı için mi bu hale düşüyor diye bir araştır. Birincisi doğ-ruysa bu halinden ve yaşadığı hayattan ötürü onu mutlu sayar, ikincisi doğruysa acır ona. Bu ikincinin haline gülmek isterse o kadar gülünç duruma düşmez ama ışık dünyasından inen ruha gülmeye kalkarsa asıl kendisi gülünç olur. Bütün bunlar doğ-ruysa şu sonuca varmak gerekir. Eğitim hiç de bazılarının ileri sürdüğü değildir. Çünkü onlar bilgisiz bir ruha bilgi sokmak isterler, tıpkı kör gözlere görüş vermeye kalkışmak gibi. (VII. Kitap 517b-518c)

Eflatun, bütün bu açıklamalardan sonra ideal bir eğitimin nasıl olması gerek-tiği konusuna gelir.

Herkeste öğrenme gücü ve bu işe yarayan bir araç vardır. Nasıl karanlıktan ışığa dönmek isteyince göz ancak bütün vücutla birlikte dönebilirse, onun gibi, bu araç da oluş dünyasından varlık dünyasına bütün ruhla birlikte dönmeli, öyle ki sonunda öze ve varlığın en ışıklı yanına bakmaya dayanabilir hale gelmeli. Bu öze iyi diyoruz. Eği-tim de işte bu amaca, ruhun iyiye dönmesi amacına yönelen ve buna varmak için en kolay, en etkili yolları araştıran sanattır; yoksa ruhtaki öğrenme aracına görüş kazan-dırma sanatı değildir. Çünkü o görüş zaten vardır; ama iyi yana çevrik olmadığı, ge-reken yere bakmadığı için eğitim bu görüşü iyi yöne çevirmeye çalışır. (VII. Kitap 518c-d)

Sokrates’e göre, iyiyi tanıdıktan sonra tekrar mağaraya gelip diğerlerinin ya-nına oturan kimseler filozoflardır. (VII. Kitap 520c)

Mevlâna’da bir teşbih unsuru olarak zindan

Eflatun’un bilginin kaynağı konusundaki görüşlerini özetledikten sonra Mevlâna’nın aynı konuda söylediklerine dikkatinizi çekmek istiyorum. Mevlâna, Mecalis-i Seba’nın yedinci meclisinde kendisinin ümmi olduğunu, ümminin ise iki anlamı olduğunu söyler. Birincisi okuma yazma bilmeyendir. İkinci anlamı ise elsiz-kalemsiz yazandır. Daha sonra yine ümmi olan Hz. Muhammed’e hitaba başlar. Hz. Muhammed’e, ana-babası olmadığı ve mektebe gitmediği halde bu kadar bilgiyi nereden öğrendiğini sorar. Hz. Peygamber de, bildiklerini Allah’tan öğrendiğini, halktan öğrenmeye kalkışsaydı binlerce yıl süreceğini, yine de bu kadar olamayaca-ğını söyler. Halkın öğrettiklerinin ise canı olmayan bir şekilden ibaret olduğunu, mihraplardaki kandil resimlerinin akşam olunca mihrabı aydınlatmadığı gibi bilgile-rin de kimseyi hakikate ulaştıramayacağını söyler8 ve zindan örneğini verir.

――――――――― 8 Mevlana, Yedi Meclis -Mecalis-i Seb’a-, çev. Hicabi Kırlangıç, İstanbul: Ney Yayınları, 2007, s.178.

Muhammed s. m. dedi ki: Benim kimim-kimsem yoktu, yetimdim; kimsesizlerin kimsesi hocam oldu benim; "Rahman, Kur'ân'ı öğretti'(190) hükmünce o öğretti bana. Yoksa bu bilgiyi halktan öğrenmeye kalksaydım yüzlerce, binlerce yıl gerekti; öğrensem bile bu bilgi, taklitle elde edilmiş olurdu; onun anahtarları, bilenin elinde olamazdı. Eklenti-bağlantı olurdu bu bilgi, özden meydana gelmiş bir bilgi olmazdı. Böylesine bilgi, bilginin yazısı, çizisi, şekli olurdu; bilginin gerçeği, özü-canı olmazdı. Herkes duvara bir şekil çizebilir; o şeklin başı olur; fakat aklı olmaz. Gözü olur; fakat görgüsü olmaz, eli olur; fakat vergisi-ihsânı olmaz. Göğsü olur; fakat gönlü

Page 9: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

8 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

Böyle olsa bile duvardaki o resim yararsız değildir. Çünkü zindanda doğmuş ve insana topluluklarıyla güzellerin yüzlerini görmemiş bir kimse, zindanın duvarlarında resimler ve resimlerde güzellerin yüzlerinde şahları, gelinleri, padişahların şatafatını, tahtını, tacını, eğlencelerini, toplantılarını, şarkıcıları, rakkasları görürse, kendi türün-den varlıklara ilgi duyacağından kendi kendine sorar ve bu zindanın dışında bir dün-yanın, şehirlerin, böyle güzel yüzlerin ve böyle meyveli ağaçların olduğunu anlar. Bu-raya çizilmiş resimler, onun içine bir ateş düşürür ve âlemde böyle şeyleri arar, bizse diri diri mezara girmişiz, diye düşenerek haykırır ve zindandakilere şunları söyler:

Ey bu olaylar sarayına mensuplar, sakının

Kalkıp yüce âleme doğru yola çıkın

Bedeninizde kemâl bulmuş can var

Siz de kısa beden lafını uzatmayın, kısa kesin

İsâ karşınızda oturuyor, sizinse akılsızca

Eşeğin toynağına kulluk etmeye gönlünüz el verir mi?

Ey temiz ruhlar, bu toprak yığınlarında,

Ne zamana dek cehennem ehlinin duygusu gibi yerleşip kalacaksınız?

Ey dirilerin oğulları, bu topraktan kaldırın başınızı diye

Çok zamandır devlet borazanı çalınıp duruyor.

Ey dünya yüzü görmemiş mahpuslar, bir çözüm aramıyorsunuz. Şu güzel sûret-lere, şu ilginç resimlere bakın bir kez. Bu resimlerin hakikatleri vardır. Doğrusu ol-

mayan hiç bir yalan yoktur.9

Mevlâna, burada her yalanın bir gerçeği, her kalp paranın bir geçer akçesi, her gölgenin de bir sahibi olduğunu söyledikten sonra10 Eflatun’un mağarasındaki gölgeleri hatırlatacak biçimde şöyle ifade eder:

İşte bu fâni âlem zindanının duvarlarında görünüp kaybolan resimler ve hayal-ler [de böyledir]. Âlemde binlerce kişiyle dosttun. Nicelerini kendine yakın sanıp sır-larını söyledin. Şimdiyse onların görüntüleri yitip gitti. Git mezarlığa da mezar taşla-rını al, kerpiçlere bak. Görüntüler yok olmuştur. Emin ol, o güzel görüntüler, dostla-

rının içinde bulunduğu zindanın dışındaki görüntülerin yansımasıdır.11

Daha sonra sözü fazla uzatmaya gerek olmadığını söyleyerek zindanın duva-rını delip sûretlerin gerçeklerininin bulunduğu yere gitmeyi önerir. Oraya varınca da artık ölümsüzlük denizindeki balık olunacağını söyledikten sonra Eflatun’da olma-yan bir konuya değinir. Allah’ın huzuruna çıkmışken O’na, neden kendilerini zin-

olmaz. Elinde kılıcı olur; fakat kılıç vurması olmaz. Her mihraba bir kandil resmi yaparlar; ama gece oldu mu bir zerrecik bile aydınlık veremez. Duvara ağaç resmi yaparlar; ama silkilip meyvası düşürülemez, devşirilemez.

9 A.e. s. 179-180. 10 A. e., s. 180. 11 A. e., s. 180-181.

Page 10: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 9

danın içine attıklarını sorar. Allah da ¨Gizli bir hazineydim, bilinmek istedim¨ kutsî hadisiyle cevap verir. Daha sonra Mevlâna, ruhlar âlemindeyken birlikte olduğumuz Allah’tan bu dünyadaki ayrılıklarının geçici olduğunu, bu zindandaki murâdımızın da tekrar Allah’a kavuşmak olmak gerektiğini teşbihlerle çok güzel bir şekilde an-latır.12

Değerlendirme

Her şeyden önce belirtmemiz gereken husus Eflatun’un düşüncelerini bir tartışma ortamında ve diyaloglarla çoğunlukla Sokrates’e, ara sıra da diğerlerine söyletirken Mevlâna, kendisini sevenlerin karşısında onlarla sohbet ederken ifade eder. Konuşan sadece Mevlâna’dır. Bu şekli bir farklılıktır.

Bir diğer fark konuşmanın bağlamıdır. Eflatun, örneğini iyiye ve bilgiye ulaşmaktan bahsederken verir. Mevlâna ise, Hz. Muhammed’i övgüsü esnasında, onun yüceliğini ve bilgisinin kaynağını açıklarken değinir. Eflatun gerçek bilginin insanlardan öğrenilmeyeceğini söylerken Mevlâna da, peygamberimizin bilgisinin halktan öğrenilen taklidi bilgiler olmadığını, doğrudan Allah’tan öğrendiğini ifade eder. Bu benzerliğe karşın, kaynağın isimlendirmesi konusu farklıdır. Sokrates’in güneşi Mevlâna’da Allah olur.

Yorumlara genel olarak baktığımızda Mevlâna’nın yorumunun Eflatun’a gö-re daha zevkli ve şiirsel olduğunu söyleyebiliriz. Eflatun’da akılla felsefe yapılır ve filozof olunur. Mevlâna’da ise gönülle ve sezgiyle hakikate ulaşılır ve hakim ve arif olunur.

Eflatun’un mağarasıyla Mevlâna’nın zindanı kanaatimizce aynı şeydir. Ben-zeyen şey birinde mağaradır, diğerinde zindan, ancak benzetilen her ikisinde de aynı şeydir, dünya. Eflatun’un mağarası yer altındadır ve insanlar çocukluklarından beri ayaklarından ve boyunlarından zincirlere bağlıdır ve mağaranın dışındaki dünya hakkında hiç bir bilgileri yoktur. Âdeta o devrin zindanları tarif edilmektedir. Ka-dim dönemlerde zindanların kuyu ve doğal çukurlar ile mağaralarda olduğunu dü-şündüğümüzde mesele daha da iyi anlaşılmaktadır. Mevlâna’nın zindanında da dünya yüzü görmemiş mahpuslar yaşamaktadır. Ancak bunlar doğduklarından beri buradadırlar, Sokrates’te olduğu gibi çocukluklarından beri değil. Mevlâna’nın zin-danın duvarlarında şekiller, resimler ve gölgeler vardır. Eflatun’unkinde ise sadece gölgeler.

Mevlâna, zindandakilerin şekilleri ve gölgeleri gördüklerinde şekilleri olan nesnelerin bir varlığının olacağını düşünebileceklerinden bahseder. Mahpuslar, şekillerin bir aslı olduğunu insan olmanın verdiği bir zorunluluk ile görüp anladıkla-rında içlerine bir ateş düşer ve zindandan kurtulmak isterler. Oysa Eflatun’da mah-kumlar ancak birisinin zinciri çıkarmasıyla kafasını çevirebilmektedirler. Ancak ikisinde de müşterek olan husus insanların çoğunun hakiki bilgiye ulaşamamalarıdır. Mevlâna bu durumu ¨Görmezler, duymazlar, bilmezler¨ ayetiyle izah etmektedir.

――――――――― 12 A. e., s. 181-183.

Page 11: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

10 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

Eflatun, zindanın dışında bir hayat olduğunu anlayan kimse hakkında pek fazla konuşmaz. Sadece mağaraya dönünce oradakileri iknada ve inandırmada güç-lükler yaşayabileceğinden bahseder. Mevlâna ise, ruhundan gelen coşku ve aşk ile mağaradakilere seslenir, onları uyarır, âdeta irşad eder, davet eder. Birinde akıl, diğerinde duygu hakimdir.

Her ikisi de mağaranın ve zindanın dışına çıkılmasını ister. Biri bunu ¨ruhun kavranan dünyaya yükselişi¨ olarak tarif ederken diğeri ¨yüce âleme doğru yola çıkmak¨ şeklinde tarif etmektedir. Neticede ikisi de aynı şeyi söylemektedir.

Eflatun duvara yansıyan şekillere, yani bu fani dünyaya ‘gölge’ derken Mevlâna, ‘hayal’ ve ‘görünüp kaybolan bir resim’ der. Her resim veya gölge bir nesnenin taklididir ve mutlaka onların bir aslı vardır. Bu konuda her ikisi de aynı düşünür. Ancak Mevlâna’ya göre nerede bir resim varsa ortada resme konu olan bir gerçek de vardır. Bir yalan varsa doğrusu da vardır. Bir zindana benzeyen bu geçici dünyanın duvarlarına yansıyan şekillerin de hakikati vardır. Bu resimler ise, hakikate ulaştıran köprüdürler. Bunun için duvardaki gölgeler çok da anlamsız değildir. Mevlâna mahpustakilere ¨Hiç olmazsa şu şekilleri bir seyredin, elbette bu şekillerin bir hakikatı vardır¨ diyerek âdeta kafalarını geriye gölgelerin sahibine çevirmelerini söyler. Bu tür bir yaklaşımı Eflatun’da göremiyoruz.

Eflatun’a göre güneşi gören hakikati bilir. Felsefe dediğimiz şey mağaradaki-lerin yüzlerini duvardan güneşe döndürme işidir. Çünkü idealar mağaranın dışında-dır. Filozoflar zincirlerini kırıp kafasını geriye çeviren kişilerdir.13 Mevlâna ise ger-çeği idrak etmek için mağaranın duvarlarını delmekten bahseder. Mağaranın dışına yapılan yolculuk Mevlâna’da aynı zamanda insanın içine yapılan bir yolculuk olarak görülmektedir.14

Eflatun, çıktıktan sonra tekrar mağaraya dönen kimseye filozof derken Mevlâna, peygamber ve insan-ı kamil adını vermektedir. Eflatun’un ideal devletinde aynı zamanda korucu olan, yani mağaranın dışına çıkmayı başarabilen filozoflar, sırayla halkın arasında durmalı ve onların hakikatten uzaklaşmamalarını sağlamalı-dır. Mevlâna’da ise nebiler ile veliler halkın arasında hakikati öğretmek için yaşarlar. Eflatun’da halkın arasına inen-inemeyen ayırımı yoktur. Halkın arasına inmeyenler ise sadece felsefe ile uğraşırlar. Mevlâna’da ise Hak’ta fena bulmuş olanlar halkın arasına inerlerse veli, inemezlerse ve devamlı aşk ile sarhoşluk hali içinde olurlarsa deli (meczup) olurlar.

――――――――― 13 Şemseddin-i Tebrizi, Bağdad'da Evhadüddin-i Kirmânî ile karşılaşmıstı. Ona yönelttiği ilk soru

şöyleydi: "Ne âlemdesin?" Evhaddüddin buna, güzellerde mutlak güzelliği müşâhede ettiğini an-latmak üzere "ayı, leğendeki suda seyretmekteyim" cevabını verdi. Şems onu uyarmak üzere he-men şu yönlendirmeyi yaptı: "Ensende çıban yoksa, kafanı kaldır da göğe bak, niye gökte görmez-sin! (Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celadeddin, İstanbul: İnkilap ve Aka, 1985, s. 51)

14 Mesnevi’de güzel bir bahçede oturan birine, başını kaldır da çevrene bak, denildiğinde şöyle cevap verir: Asıl bağlar bahçeler insanın içindedir. Dışarıdakiler ise soluk bir gölgeden ibarettir. (c. 4, 1364-1365)

Page 12: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 11

Her ikisinde de amaç eğitimdir. Birinde akılla, diğerinde ise gönülle yapılan bir eğitim söz konusudur. Eflatun, ideal devleti için iyi yurttaş ve koruyucu yetiş-tirmek için felsefe ile uğraşır. Mevlâna ise muhayyel bir dünyada değil, var olan bu âlemde insanları kemâlâta ulaştırabilmek için uğraşır.

Her ikisi de zindandakileri hakikatten haberdar etmek isterler. Onları uyarır, ancak sadece çok azı onların bu sesine cevap verir. Mevlâna seslerine kulak verme-yen mahpusları, Hz. İsa gözlerinin önünde durduğu halde eşeğinin nallarıyla ilgile-nenlere benzetir.

Her ikisine göre gerçek bilgi halktan öğrenilmez, halktan öğrenilenler eklenti olur, gölge olur, özden meydana gelmiş bilgi olmaz. Eflatun’da mağaradaki gölge, gölgelerin asılları ve gölgeleri yapan ışık olarak üç aşama vardır. Gerçek bilgi gölge-lerin taklidinden öğrenilmez. O yüzden sanatçıların bilgisini kabul etmez Eflatun. Ona göre bu tür bilgi taklidin taklidin taklididir ve gerçek bilgiden üç kez uzaktır. Dolayısıyla bu bilgi ile hiç bir zaman hakikate ulaşılmaz. Mevlâna da aynı şeyi söy-lemektedir. Ona göre halktan öğrenilen bilgi eklenti-bağlantı olur, özden olmaz. Bu tür bilginin yazısı çizisi olurdu ama özü, canı olmazdı. Ağaç resmi çizilir ancak bu resmin meyvesi yenmez. Epistemolojik açıdan her ikisininde aynı olduğunu söyle-yebiliriz.

Mevlâna’da gölge, gölgeye bakarak hakikati müşâhede edenler ve doğrudan Hakk’ı görenler olarak üç aşama vardır. Eflatun’da gölgeye bakarak hakikati müşâhede söz konusu değildir. Eflatun’un mağarası Mevlâna’da şehadet âlemi, mağaranın dışı ise gayp âlemidir. Bu sadece terminolojik bir farklılıktır.

Mevlâna’da olan ruhlar âlemi, Allah’la bir olma, ölümsüzlük, öte dünya gibi kavramlar Eflatun’da bulunmamaktadır. Bu da aralarındaki bir diğer farktır.

Mevlâna’nın zindan teşbihinin Eflatun’un mağara teşbihine göre çok daha kapsamlı ve başarılı olduğunu söyleyebiliriz.

Farklardan daha çok benzerliklerin dikkatimi çektiği bu konudaki sözlerimi Sokrates’in mağarasına farklı bir yorum getiren Şeyh Küşteri ile tamamlamak istiyo-rum.

“Şeyh Küşteri, bir gün dersini bitirdikten sonra, müritlerinden birisi kendisine şu suali sorar:

- Üstat bize, irşatlarınızla hak yolunu anlattınız… Biz bunlarla uhrevî âlemi an-ladık. Fakat bu dünyevî âlem ve hayat nedir?

Hemen Şeyh Küşteri başından sarığını çözerek, odanın bir köşesine derhal bir perde kurdu. Müritlerine dönerek:

- Bu perdenin dört köşesi şunlardır: Şeriat, tarikat, hakikat, mârifet köşeleridir.

Sonra dörtkenarlı olarak perdenin her dıl’ını üçe bölerek, on iki bölüm yaptık-tan sonra:

- Bu bölümler de on iki imamdır.

Page 13: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği İsmail GÜLEÇ

12 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11

Daha sonra bu perdenin arkasında bir meşale yaktı. Sağ elini meşale ile perde arasına tutarak bir gölge yaptı. Müritlerine:

- İşte mollalar! Şu gördüğünüz perde dünyadır. Arkasında yanan meşale ise ruhtur. Şu elimin gölgesi de cisimdir.

Meşaleyi püf diyerek söndürdü. Sonra:

- Şu yanan meşaleye püf denince sönüyor. Meşale sönünce derhal cisim kaybo-luyor. İşte hayat budur. Ruh sönerse, cisim de kaybolur. Yalnız bâkî kalan perdedir. Perde dünyadır. İşte insanlar bu perdede oynayan birer hayallerdir. Bu perdenin

hâliki Hak’tır.”15

――――――――― 15 Enver Behnan Şapolyo, Karagözün Tekniği, İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1947, s.64

Page 14: ARAŞTIRMALARIisamveri.org/pdfdrg/D03784/2015_11/2015_11_GULECI.pdf · Yüksek gerçekler ancak mecazla anlatılır. (Sokrates) ÖZ Tarihin en eski dönemlerinden beri ideal insan

Zindanda mıyız yoksa mağarada mı? MEVLÂNA’nın Zindanı ile Eflatun’un Mağarasını Karşılaştırma Denemesi

Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 11 13

KAYNAKÇA

CAN, Şefik. Mevlâna ve Eflâtun, İstanbul: Okul Yayıncılık, 2004.

GÖLPINARLI, Abdülbaki. Mevlâna Celadeddin, İstanbul: İnkilap ve Aka, 1985.

Kuran Mesajı Meal-Tefsir, ter. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul: İşaret Yayınları, 2000.

Kuran Yolu Türkçe Meal-Tefsir IV, tefsir edenler Hayrettin Karaman ve öte., Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2008.

Kuran-ı Kerim Tercümesi ve Meali, İngilizce’den tercüme eden Ender Gürol, Ohio: Ahmadiya Anjuman Ishaat Islam Lahore Inc., 2008,

Mevlâna. Yedi Meclis -Mecalis-i Seb’a-, çev. Hicabi Kırlangıç, İstanbul: Ney Yayınları, 2007.

Platon. Devlet, çev. Hüseyin Demirhan, İstanbul: Sosyal Yayınları, 2002.

Şapolyo, Enver Behnan. Karagözün Tekniği, İstanbul: Türkiye Yayınevi 1947.