anadolu - ankara barosubiçimi de yok ediliyor. artık bir seçim yapmak zorundayız: ya sınır...

6
yürüyor... ANADOLU 58 Hukuk Gündemi | Haziran 2011 Anadolu Yürüyüşü Aktivistleri Stj. Av. Onur Öztürk Stj. Av. Emrah Şahin A nadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir yörük köyüne o gece sis çökmüştü. Göz gözü görmüyordu. Tepelere, patikalara ve çayırlara büyük bir sessizlik hâkimdi. Yapraklar kıpırdamıyor, ahırlardaki atlar ve inekler gözlerini kapatmış sessizce etrafı dinliyordu. Uzaklardan gelen bir araba sesi yavaşça bu sessiz ve kör eden perdeyi yırtmaya başladı. Köyün dört bir yanından gelen araç sesleri bu sese eşlik etti. Evinde oturmuş bu anı bekleyen yörükler aceleyle dışarı çıktılar. Köy meydanı bir anda ana baba günü olmuştu. Artık zamanı gelmişti. Su Meclisi toplanmıştı… Anadolu’nun dört bir yanından gelen bilgeler, suyu korumak için toplanmıştı. Bilgeler tabiatın içinde tabiat için yaşarlardı. Onlar için önemli olan tek şey çevrenin hassas dengesinin korunmasıydı. Toprağın ve suyun içinde barındırdığı ruh; dünya var olduğundan beri tüm canlı yaşamı beslemekte ve şefkatli kucağında büyütmekteydi. Ancak insa- noğlunun en büyük zaafı olan kibir ve hırsı, tabiata olan vefa borcunu görmezden gelmesine sebep oluyordu. Gel zaman git zaman insanoğlu bu vefa- sızlığını tabiatı yok etmeye başlayarak iyiden iyiye taçlandırıyordu.

Upload: others

Post on 03-Feb-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını

yürüyor...ANADOLU

58 Hukuk Gündemi | Haziran 2011

Anadolu Yürüyüşü Aktivistleri

Stj. Av. Onur ÖztürkStj. Av. Emrah Şahin

Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez bir yörük köyüne o gece sis çökmüştü. Göz gözü görmüyordu. Tepelere, patikalara ve çayırlara

büyük bir sessizlik hâkimdi. Yapraklar kıpırdamıyor, ahırlardaki atlar ve inekler gözlerini kapatmış sessizce etrafı dinliyordu. Uzaklardan gelen bir araba sesi yavaşça bu sessiz ve kör eden perdeyi yırtmaya başladı. Köyün dört bir yanından gelen araç sesleri bu sese eşlik etti. Evinde oturmuş bu anı bekleyen yörükler aceleyle dışarı çıktılar. Köy meydanı bir anda ana baba günü olmuştu. Artık zamanı gelmişti. Su Meclisi toplanmıştı…

Anadolu’nun dört bir yanından gelen bilgeler, suyu korumak için toplanmıştı. Bilgeler tabiatın içinde tabiat için yaşarlardı. Onlar için önemli olan tek şey çevrenin hassas dengesinin korunmasıydı.

Toprağın ve suyun içinde barındırdığı ruh; dünya var olduğundan beri tüm canlı yaşamı beslemekte ve şefkatli kucağında büyütmekteydi. Ancak insa-noğlunun en büyük zaafı olan kibir ve hırsı, tabiata olan vefa borcunu görmezden gelmesine sebep oluyordu. Gel zaman git zaman insanoğlu bu vefa-sızlığını tabiatı yok etmeye başlayarak iyiden iyiye taçlandırıyordu.

Page 2: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını

Haziran 2011 | Hukuk Gündemi 59

Bilgeler ise hem tabiatı hem de vefasız insanoğ-lunu felaketle sonuçlanacak bu durumdan kur-tarmak amacıyla Su Meclisi kurup çözüm yolları aramaya karar verdiler.

O gece, o yörük köyü bu Su Meclislerinden biri-sine ev sahipliği yaptı… O gün o mecliste bilgeler-den birisi söz aldı ve dedi ki;

“Gezegenimiz, üzerinde yaşayan tüm canlılarla birlikte tarihte görülmemiş bir yıkımla karşı kar-şıya. İnsanoğlunun aşırı tüketime dayalı bugünkü yaşam şekli nedeniyle ortaya çıkan doğa yıkımı, geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Her on üç dakikada bir, yeryüzünde bir canlı türü daha yok oluyor. Günü-müz insanı, var olmanın yegâne yolunu ihtiyacı-nın fazlasını üretmek ve tüketmek olarak görüyor. Bu anlayış, doğa üze-rinde egemenlik man-tığını temel alan sonu gelmeyen bir kâr hırsıyla tüm yaşam kaynakları-mızı metaya dönüştü-rüyor. Sınırsız tüketime dayalı bu sistemin Tür-kiye’deki yansıması, çok daha korkunç bir tablo olarak karşımıza çıkmak-tadır. Son elli yılda yok edilen sulak alanlarımı-zın büyüklüğü Marmara Denizi’nin büyüklüğünü geçti. Yani 60’lı yıllardan bu yana sulak alanları-mızın % 40’ını kaybettik. Dağlarımız, son on yılda verilen kırk binden fazla maden ruhsatıyla maden şirketlerine tahsis edildi. 2B yasa tasarısı ile ormanlarımızın satışı için düğ-meye basıldı. Yakın zamana dek kendi kendine yetebilen nadir toplumlardan biriyken, yanlış tarım politikaları nedeniyle yediğimiz ekmeğin buğda-yını bile ithal eder hale geldik. Yanlış tarım politi-kaları sonucunda doğduğu topraklarda doyamaz hale getirilen köylü nüfusun kırsal alanlardan şehre göç etmesiyle insansızlaşan topraklarımız, GDO’lu tohumlara ve rant peşindeki büyük tarım şirketlerine

terk edildi. Bugüne kadar kanunları eğip bükerek el konulmaya çalışılan kıyılarımız, yaylalarımız, orman-larımız; hazırlanan yeni kanunlarla satışa çıkarılıyor. Toprağımıza ektiğimiz tohumdan çocuklarımıza yedirdiğimiz mamaya, enerji üreten santrallerde kullanılan makinelerden üzerimize giydiğimiz kıya-fetlere kadar hemen her ürünü ithal ettiğimiz unu-tulup; enerjide dışa bağımlılığı giderme adı altında bütün akarsularımız ve vadilerimiz yağmalanıyor. Anadolu derelerinin tamamına yakını, üstüne hidroelektrik santral yapılması amacıyla şirketlere satıldı. Sayısı iki binin üzerinde olan bu santraller

hayata geçirildiği tak-dirde Anadolu’da akan tüm dereler, borular ya da tünellere hapsedil-miş olacak. Sayıları her geçen gün artan termik santrallere bir de nükleer santral projeleri eklendi. Artık çocuklarımızın gele-ceği de ipotek altında. Kendi imkânlarımızla ürettiğimiz son ürün-lerle birlikte, bu ürün-leri üretenlerin kültürü ve geleneksel yaşam biçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, doğayla birlikte kendi-mizi de yok edeceğiz ya da onunla uyumlu bir yaşamı seçeceğiz…”

Ardından başka bir bilge söz aldı ve şu sözleri söyledi;

“Binlerce yıldır insan uygarlığının beşiği olan Ana-dolu, bugün eşi görülmemiş bir yıkımla karşı karşıya. Ancak dünya, bu büyük yıkımın farkında değil.

Son on yıl içinde tüm sularımız enerji şirketlerinin eline geçti. Üzerlerine binlerce HES ve baraj kuru-luyor. Dağlarımız maden şirketleri tarafından par-sellendi, delik deşik ediliyor. Yaşamımız, nükleer ve termik santrallerle tehlike altında. Feryadımızı duyan yok. Binlerce yıldır ekip biçtiğimiz tohumlar, yok

Page 3: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını

60 Hukuk Gündemi | Haziran 2011

olmaya başladı. Ormanlarımız, parça parça kesiliyor.Bu yıkım sonucunda, tüm insanlığın ortak mirası,

dünyanın en eski yerleşim yerleri sular altında kalı-yor. Sayısız hayvan ve bitki türünün nesli tükeniyor.

İnsanımız, doğduğu bereketli topraklarda artık doyamıyor. Köyünü, ata toprağını terk ediyor. Bin-lerce insan şehirlere göç ediyor ve kadim Anadolu kültürleri birer birer yok oluyor. Hızla kalabalıklaşan şehirlerimizde yaşamak her geçen gün daha da zorlaşıyor, maddi ve manevi bedeli artıyor.

Yalnızca bir avuç insanın menfaatini gözeten bu düzen; doğayı, insanları ve kültürümüzü hiçe sayarak Anadolu’nun dört bir yanını işgal etmeye devam ediyor.

Bu toprakları yönetenler, bu yıkıma karşı çıkanla-rın çığlığına kulak tıkıyor ve yıkımı daha da çoğaltı-yor. Anlıyoruz ki, onların gözünde artık köklerimizin hiçbir değeri yok…”1

Bu sözlerin ardından bilgelerin en yaşlı olanı söz aldı ve dedi ki;

“Köyde kapımızın hemen önündeki yalağa özgürce akan suyun sesiyle yıldızlara erişmek için çabalarken uyurdum. Sabahın alacasında kalkar suyun ayak izle-rini takip ederek köyümüzün ortasındaki göle ula-şırdım. Leyleklerin ve diğer su kuşlarının gölü ziyaret

1 Esra Kartal – “Büyük Anadolu Yürüyüşü” isimli yazısından alıntıdır.

ettiğini hayal meyal hatırlıyorum…”Kızılderililerin kovaladığı bizonların tıpkısı bizim

köyde de vardı. “Camış” derdik adına. Suyu pek severdi, su aygırı gibi sudan hiç çıkmazdı, gölün fazla suyu yamaç aşağı akardı… Su boşa akmazdı , gittiği yere yaşam sunardı.

Kurt, kuş, börtü böcek  kısaca canlı, cansız her mahlukat susuz olmazdı. Zaten su da bunu bildiği için nazlı ve gururlu akardı. Hoş bir döngüydü bu, oluşumdan bu yana gelen ve yüzyıllardır besleyen, beslenen ve yaşam sunan.

Geçenlerde düşündüm de “İnsanlık çıldırmış olmalı!”  diye geçti aklımdan.

Allahın bir lütfu olan suya set çekmek hangi aklın ürünü?

Suyu pete hapsettiler bunu anlayamadım, alışa-madım ama  suskunum işte…

Su, sesiyle insanı rahatlattığı söylenen üç hoş tınıdan biri olan su…

Düşünsenize bugüne değin aldığımız her yudumda kaç kez şükretmedik ki?

Kaç kez “ohhh” demedik ? Her banyodan çıkışımızda arınmışlığın verdiği

iç huzurla  her defasında yüzümüz gülmedi mi?Sahi bu su boşa mı aktı bunca yıl, yoksa birileri

bizi kandırıyor mu?

Page 4: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını
Page 5: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını

62 Hukuk Gündemi | Haziran 2011

Diyelim ki boşa aktı peki sormazlar mı insana “Yüzyıllardır niye bitmedi?” diye.

Yaradan hata yapar mı hiç?Suyun boşa akacağını düşünse yerkürenin

tümünde akarsuların, derelerin, ırmakların önüne yüzlerce, binlerce, on binlerce doğal bent yapmaz mıydı?

Su boşa akmaz, denizlere ulaşana kadar gittiği her yere yaşam götürür. Denizlere ise kelimenin tam anlamıyla yaşam sunar. Elektro mikroskopla görü-lebilen en küçük mikroorganizmadan, alüvyonlara kadar denizlere taşıdıklarıyla, besin zincirinin en ufağından en büyük deniz canlısına kadar tümüne yaşam akıtır...

Su akmazsa, ulaşmazsa yada sadece posası ula-şırsa denizlere, ne deniz kalır yeryüzünde ne de denizdeki yaşam…

Derelerin, ırmakların üzerlerine kurulacak olan binlerce HES yeryüzündeki  ekolojik dengeleri ve deniz ekosistemini dönüşü olmayan bir   sürece sokacaktır…

Gelecek kuşakları ve insan da dâhil tümüyle canlı yaşamı ve yerkürenin geleceğini düşündüğümde “İNSANLIK ÇILDIRMIŞ  OLMALI!” diye haykırmak geçi-yor içimden…

 Yeryüzü var olduğundan bu yana çağıl çağıl akarak her gittiği yere yaşam sunan ve salt insanın değil tümüyle canlı yaşamın da hakkı olan suya kelepçe vurmak  (HES yapmak) onu dizginlemek ve posasını çıkarmak da neyin nesi? 

Hangi kültürde, dinde yeri vardı bu el koyuşun? Bunun adı yaşamları gasp etmek, geleceğe ipotek koymak değil de nedir?

 Küresel emperyalizm, yerli işbirlikçileri sayesinde ülkemizin akarsularının kullanım hakkını 49 yıllığına ele geçiriyor…

Yani “Saman altından suyumuzu yürütecekler…” Bu yasal yürütüşün bahanesi ise HES ve enerji safsatası...

Bizler  bir grup yaşam savunucusuyuz, 40 gün kırk gece yürüdük…

Yol boyu dağlara, taşlara, tüm canlılara ve Anadolu’ya söz verdik,  

Bir avucuz ama hepimiz yeminliyiz ANADOLUYU VERMEYECEĞİZ…”2

Bu sözün ardından bir köylü kadını coşkuyla bağırdı;

2 Osman Akkuş (Don Kişot Osman) – “Saman Altından Suyumuzu Çalıyorlar” isimli yazısından alıntıdır.

“O zaman yürüyüverelim gari…”Ve tüm tabiat dostları Anadolu’nun dört bir yanın-

dan Başkent’e yürümeye başladılar… Develere, eşeklere binip kervanlar oluşturarak

yola çıktılar…Yolda köylere uğradılar, oralarda konakladılar.

Anadolu halkı onlara sahip çıktı. Evlerini açtılar. Erzaklarını doldurdular…

Anadolu’nun dört bir yanından yola çıkan kervan-lar günler günler sonra Başkent’in girişinde buluş-tular. Başkent’in etrafını sapsarı bozkır almış, sulak alanlar ve yeşil ormanlar neredeyse yok olmaya yüz tutmuştu. Uzaktan gördükleri şehir yoğun ve kapkara bir dumanla çevriliydi. Tabiatın yok olmaya başladığı yere gelmişlerdi…

Amaçları devlete ve topluma mesajlarını iletmekti ancak Başkent’e geldiklerini haber alan idareciler onları içeri sokmadılar. Hiçbiri direnmedi. Dertleri ne devlet ne hükümetti. Tek amaçları Anadolu’yu, suyu, toprağı, ağacı aslında bizi kurtarmaktı ve ağız-larında bir türkü, tutturmuşlar onu söylüyorlardı “Anadolu’yu Vermeyeceğiz!”

Durduruldukları noktada kamp kurdular ve mesajlarını o noktadan iletmeye başladılar. Hep bir ağızdan tekrar ettikleri talepleri şunlardı; “Doğayı bir meta olarak gören kalkınma modeli terk edilmeli yerine; doğayla uyumlu yaşamı destekleye-cek politikalar hayata geçirilmelidir. Bu doğrultuda kırsal alanlardaki doğaya saygılı, tüketime değil üre-time dayalı, sade yaşam modeli benimsenmeli ve teşviği konusunda gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Kırsal yaşamımızı, kültürel mirasımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi tehdit eden, bilimsellikten uzak, kâr hırsıyla hazırlanmış hidroelektrik santral ve baraj projelerinin tamamı durdurulmalı. Bu uygulama-ların doğal alanlarımız üzerinde yarattığı yıkımı giderecek tedbirler acilen hayata geçirilmelidir. Ormanlarımızın yok olmasının önünü aça-cak 2B Yasası derhal geri çekilmelidir. Ne koruma alanlarını ne de tarım alanlarını dikkate alan madencilik faaliyetleri durdurulmalı, bu faali-yetlerin ekosistem üzerindeki etkisi göz ardı edile-rek verilmiş tüm maden ruhsatları iptal edilmelidir. Toprakların verimsizleşmesine, temel geçim kay-nağı tarım olan köylünün yoksullaşmasına ve su kaynaklarının aşırı kullanımına neden olan yanlış tarım politikaları terk edilmeli; doğanın dengesini ön plana koyan doğru tarım politikaları geliştirilmelidir.

Page 6: ANADOLU - Ankara Barosubiçimi de yok ediliyor. Artık bir seçim yapmak zorundayız: Ya sınır tanı-mayan tüketim alışkan-lıklarımızı sürdürerek, ... Suyun boşa akacağını

Haziran 2011 | Hukuk Gündemi 63

Tüm canlı yaşamını tehdit eden hibrit tohumla-rın, GDO’lu ürünlerin ve üretimde kullanılan her türlü kimyasal maddenin kullanımı durdurulmalıdır. Bizden önce bu topraklarda yaşamış uygarlıklar-dan günümüze miras kalan Allianoi, Hasankeyf gibi kültürel zenginliklerimizi tehdit eden tüm proje-ler ve uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Sadece bize değil tüm insanlığa ait bu değerler itinayla korunmalı, gelecek kuşaklara en iyi şekilde aktarıl-ması için gerekli çalışmalar acilen başlatılmalıdır. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın izniyle, doğayı yok eden şirketler tarafından finanse edilen özel fir-malar tarafından hazırlanan ÇED raporları ve buna izin veren ÇED Yönetmeliği derhal iptal edilmelidir. Kamuoyu vicdanı, sivil toplum kuru-luşları ve yerel halkın kanaatinin dikkate alın-madığı yeni hiçbir projeye onay verilmemelidir. Tüm koruma alanlarını ticari yatırımlara açan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı derhal geri çekilmelidir. Var olan koruma alanlarının statüleri güçlendirilmeli; biyolo-jik çeşitliliği korumak için önemli doğa alan-larına hızla koruma statüsü kazandırılmalıdır.

Özel şirketlerin ve kamu kurumlarının doğayı katletmesinin önünü açan “kirleten öder” man-tığı ve uygulaması terk edilmelidir. Doğaya zarar verenlerin ağır cezalara çarptırılmasını öngö-ren yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Doğayı meta olarak gören DSİ gibi uygulayıcılar ile doğayı korumakla yükümlü Çevre ve Orman Bakanlığı’nın aynı çatı altında bulunmasına izin veren yapı derhal değiştirilmelidir. Çevre ve Orman Bakanlığı, şirketlerin çıkarlarını savunmak yerine; asli görevi olan, doğayı koruma misyonuna geri dönmelidir.”

Onlar, bu talepleri yerine getirilene kadar dire-neceklerine and içtiler. Onlara çeşitli başta Ankara Barosu olmak üzere, sivil toplum örgütleri, mes-lek kurumları, sanatçılar ve siyasetçiler destek verdiler. Gölbaşı’ndaki kamplarını dağıtıp ODTÜ Vişnelik Tesisleri’nin arazisine yerleştiler. Orada bir direniş köyü oluşturmaya başladılar. Çadırlarını kur-dular, domateslerini ektiler ve doğa katliamı son bulana kadar orada kalacaklarını duyurdular. Ağız-larından ise türküleri hiç eksik olmadı “Anadolu’yu Vermeyeceğiz…”