ajanda haziran
DESCRIPTION
Ajanda Haziran sayısıTRANSCRIPT
2
AJANDA YAZARLARI
ATA İSMET ÖZÇELİK [email protected] - hepsidetay.blogspot.com BANU HIDIRLAR [email protected] - birazsoylebirazboyle.blogspot.com DUYGU PHILLIPS [email protected] - naminghouse.com İMGE TAN [email protected] - imgeleme.com MÜGE KARAHAN [email protected] - yemekbahane.blogspot.com NADİR KALBİNUR blog.milliyet.com.tr/nadirkalbinur
ÖZGE DUMLU GüNESEN [email protected] PINAR DOĞAN [email protected] SEDA ASOLAR [email protected] - sedasolar.blogspot.com
DERGİ TASARIM SİNEM ERGUN [email protected] - sanatnotlari.blogspot.com
KAPAK TASARIM ve ÇİZİMLER ŞULE COŞKUN BALMUMCU [email protected] - susuoykusu.blogspot.com
İLETİŞİM [email protected]
Şubat 2011 Sayı:9
Mayıs 2011 Sayı: 12
3
Bundan 1 sene ve bir kaç ay önce idi. Müge ile ‘e-dergi’ çıkar-ma konusunda bir tiyatro çıkışı fikir birliğine varmıştık. Nasıl olur, kimle olur derken bir kaç hafta içinde hevesli ve kü-çük bir topluluk olmuştuk bile. Kimin hangi konuları üstlene-ceği, derginin ismi, kapak derken Haziran 2010’da ilk sayımız-da buluştuk sizlerle. Okunma sayları, geri dönüşleriniz, yorumlarınız ise bu amatör
oluşumun her ay düzenli olarak yaşamasını sağladı ve bu ay 1. Yaşımızı kutluyo-ruz. Bizi desteklediğiniz için önce sizlere ve yazılarıyla, fikirleriyle şimdiye kadar olu-şumumuza katkıda bulunmuş, yolu Ajanda’dan geçmiş tüm yazar arkadaşlarımıza yürek dolusu teşekkürler. Önümüzdeki aylar çok daha güçlü ve yeniliklerle hayatınızda olacağız, değişime tanıklık edin ve bizi daha yakından takip etmek için Facebook sayfamızı ziyaret edin. Ajanda ekibi olarak yazın enerjisini fazlasıyla hissediyoruz, kapağımız da bunu yansıtsın istedik. Umarız enerjimizi size de geçirmiş olarak son sayfaya ulaştırırız. Keyifli günler dilerim...
4
6 Etkinlikler
12 Sinedetay “Game of Thrones”
15 İnceleme Kitap “Roma’da Yedi Cinayet” ve
“Kamelyalı Kadın”
19 Müze “Türvak Müzesi”
26 İstanbul’da Turist Olmak “İstanbul’un Yalıları”
30 Gönlümün İncileri “Bir Caddebostan Macerası”
34 Hobi “Etamin”
İÇİNDEKİLER
5
38 Markalaşma Sanatı
42 Çalışanın Çığlığı
“İşe Alımlarda Sosyal Mecranın Önemi”
44 Bir Kaşık Bilgi “Erik”
46 Abrakadabra
48 Bunları Biliyor muydunuz “İhsan Kemal Karaburçak”
50 Raflarda
52 Vizyonda Bu Ay
54 Ayın Blogu “Ful Yaprakları”
6
İmge Tan http://imgeleme.com
ETKİNLİKLER
Pera Müzesi’nde ziyaret
edebileceğiniz iki
sergiden ilki 20. yüzyıl
Türk resminin en özgün
–ve değeri yıllar geçtikçe
daha çok anlaşılan-
sanatçılarından
İhsan Cemal Karabur-
çak’ın eserlerinin
sergileneceği sergi olup,
retrospektif niteliğinde-
dir.
“... davamız müzisyen ve ressam yetiştirmek
kadar, belki ondan da ziyade, sanatı seven,
anlayan ve çoğunluğu itibariyle "bayağı"yı ilk
bakışta temyiz eden bir nesil yetiştirmek
davasıdır. Bu da gençliğin umumi kültürü
davasıdır..." diyerek sanat anlayışını açıkça
ifade etmiş olan usta sanatçı 1970 yılında
aramızdan ayrılmış olsa da eserleri ve
kendine has “mor”u yanı başımızda
bizleri bekliyor. Kaçırmayın.
Pera Müzesi’nde gezebileceğiniz ikinci
sergi ise Temelde İnsan adlı Çağdaş Sanat
ve Nörobilim sergisi. Robotbilim, üç
boyutlu tarama, photoshop, hızlı
prototipleme, mikroskopla inceleme ve
bilgisayar görüntüsü gibi yeni teknolojileri
kullanan yedi çağdaş sanatçının
yapıtlarının bir araya getirildiği sergide
sanat ve bilim buluşuyor.
İlginç olabilir, ne dersiniz?
Pera Müzesi’nde İki Sergi
7
Amy Winehouse
Geliyor! 20 Haziran
Maçka Küçükçiftlik Park
Gelmiş geçmiş en muhteşem sesler-
den biri olarak kabul edilen 5
Grammy Ödülü’ne sahip İngiliz mü-
zisyen Amy Winehouse 20 Haziran
Maçka Küçükçiftlik Park’ta bizlerle
buluşacak. Pazartesi sendromunu
yok edeceği kesin görünen bu harika
konser için biletlerinizi almayı unut-
mayın. Biletler için Biletix’e uğra-
dıktan sonra geriye sadece pek sağ-
lıklı alışkanlıkları olmayan Amy’nin
20 Haziran akşamı konser bitimine kadar “kendine iyi bakması(!)” için dua etmekten başka
bir şey kalmıyor.
Bir de konser zamanına kadar Back to Black albümünü dinleyerek iyice havaya girebilir-
siniz.
Ricky Martin Fırtınası 18 Haziran Turkcell Kuruçeşme Arena
Türkiye’de! Musica Alma Sexo Dünya Turnesi’nin Avrupa ayağı İstanbul’da başlıyor!
Bir kez daha bütün dünyayı kasıp kavurmaya hazırlanan Ricky Martin, Ahmet San Or-
ganizasyonu ve FunOrg yapımıyla 18 Haziran’da Turkcell Kuruçeşme Arena ve 20 Ha-
ziran’da ise Bursa Festivali kapsamında bizlerle olacak.
1991 yılından beri solo kariyerine devam eden Porto Riko'lu pop şarkıcısının albümleri
dünya çapında 70 milyon satmış. ABD ve Latin billboardlarında 21 kere top on listelerin-
de yer alabilmiş ve sekiz kere birinciliği elde etmiştir.
Merakla beklenen konserlerin biletleri Biletix’te! Latin coşkusuyla yorulmaya hazır olun!
8
9
Sonisphere Festival
Avrupa'da 2009 yılında düzenlenmeye başlanan bu müzik festivaline 2. yılından itiba-
ren katılan Türkiye, bu sene çok önemli isimlere ev sahipliği yapacak.
19 Haziran 2011’de yapılacak bu dev festival, 2011 senesi için kapasitesi arttırılan ve
tamamen yenilenen Küçükçiftlik Park’ta yer alacak.
Festivale katılan dev isimler ise şöyle: Iron Maiden, Slipknot, Alice Cooper,
In Flames ve Mastodon. Iron Maiden festivale tüm sahne prodüksiyonu ile katılıyor.
Bu muhteşem günün sınırlı sayıda biletleri ise Biletix’te! Kaçırmayın!
Görmediğimiz Türkiye
National Geographic Türkiye,
10. yaşını muhteşem bir fotoğraf
sergisiyle kutluyor.
11 Haziran 2011’e kadar devam
edecek olan sergide yer alan
fotoğraflar 123 yıllık National
Geographic arşivinde bulunan 8
milyon kart baskı arasından seçilmiş.
Gün ışığına çıkmamış fotoğraflardan
oluşan “Görmediğimiz Türkiye”
sergisi Osmanlı’nın son döneminden
Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan
dönemi kapsıyor. Ziyaretçiler, bu çok
özel sergiyi ücretsiz olarak
gezebilecekler.
Yer: Karaköy Antrepo 3, Tarih: 11 Mayıs–11 Haziran
10
11
TNT Yaz Konserleri
2011
Yılın ilk açık hava konserleri başlıyor.
TNT ana sponsorluğunda 07–17 Haziran
tarihleri arasında düzenlenecek Yaz Konserleri
serisinde birbirinden ünlü sanatçılar,
müzikseverlerle bir araya gelecek.
Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava
Tiyatrosu’nda konser verecek müzisyenler
arasında
Ajda Pekkan,
Abba,
Bülent Ortaçgil,
Ferhat Göçer,
Goran Bregovic ve
Kenan Doğulu gibi isimler yer alıyor.
Biletler ve program için Biletix’e.
Yaz günlerini müzik dolu muhteşem gecelerle
süslemeyi kim istemez, değil mi?
Bu ay havanın harika olması için Evren’e bol
bol enerji göndersek iyi olacak, çünkü bir sürü
açık hava konseri bizi bekliyor!
12
G eçtiğimiz aylarda HBO kanalının
başarılı yapımlarından bahset-
miştik, bu ay HBO’nun son ami-
ral gemisi “Game of Thrones” – “Taht
Oyunları”ndan bahsedeceğim.
Dizi , George R.R. Martin’in 7 kitaptan
oluşan “A Song of Ice and Fire” serisinin
ilk kitabını konu alıyor. 7 kitabın 5 tanesi
yayımlanmış ve dünya çapında 7 milyon
kopya satmış.
SİNE DETAY
“Game of Thrones”
Ata İsmet Özçelik
www.hepsidetay.blogspot.com
13
Dizi kurgusal bir dünyada geçiyor; izleme-
ye başladığınızda akıllara hemen
“Yüzüklerin Efendisi” gelecektir, 7 krallık-
tan oluşan ve biraz İngiltere’ye benzeyen
bir ada ile doğusunda bir başka adadan
oluşan bir dünya var. Adından da anlaşıl-
dığı gibi genel konu taht için yapılan entri-
kalar, güç gösterileri, kamplaşmalar üze-
rinde dönüyor.
Bu dünyada çeşitli bölgelerin hakimi olan
aileler bulunuyor, kral merkezde bulunur-
ken, yıllarca birlikte savaştığı eski dostu
Lord Ned Stark kuzeyin hakimi. Kuzey
fazlasıyla soğuk ve tehlikeli, soyunun tü-
kendiğine inanılan “Others” ve diğer bar-
barlardan korumak için Çin Seddi’ne ben-
zeyen dev bir duvar örülmüş. Kuzeyin bu-
radaki anahtar rolü güneyi buradan gele-
cek saldırılara karşı korumak.
Dizi ilerledikçe geçmişle ilgili birçok şey
de öğreniyoruz, mevcut Kral’ın eski Kral’ı
nasıl devirdiğini ve daha sonra yine önde
gelen zengin ailelerden Lannisterlar’ın kı-
zıyla evlendiği anlatılıyor. Bir yandan da
doğudaki diğer adada sürgündeki eski
kralın soyundan gelen Targaryen ailesini
görüyoruz, onların amacı da barbar
Dothrakilerle ittifak yapıp tahtı geri almak.
Bunca konudan bahsedince aklınıza kılıç-
ların savrulduğu, bol bol savaş sahnesinin
yaşandığı bir dizi gelebilir, ancak dizi daha
çok entrikalar üzerinden ilerleyen, aksiyon
sahnelerinin daha az olduğu bir dizi. Tabii
dizinin henüz çok başındayız, kitaptaki
konulara göre ileride ciddi savaş sahneleri
bizi bekliyor. Ayrıca kurgusal bir dünya
olduğu için mistik öğelerle de karşılaşaca-
ğız, kuzeydeki ırk ve eskiden yer alan ej-
derhalar da ileride diziye girecek. Ama şu
anda kral ve etrafındakilerin çıkar çatışma-
larını ve aileler arası mücadele daha ağır-
lıklı.
14
Dizinin yapımcısı Troy, X-Men Origins
Wolverine gibi filmlerin senaryosunu ya-
zan David Benioff. Başrolde izlediğimiz
Ned Stark’ı canlandıran bu rol için biçilmiş
kaftan, Yüzüklerin Efendisi’nin Boromiri
Sean Bean. Kraliçe’yi canlandıran Lena
Headey’i de 300 filminden tanıyoruz.
Dothrakilerin kralı Khal Drogo’yu canlan-
dıran Jason Momoa’yı da bu sene merakla
beklenen Conan filminde izleyeceğiz. Diğer
oyuncular çok tanınmış değil, ama yaratı-
lan genel atmosferde gayet başarılılar.
Dizinin en başarılı olduğu noktalardan biri
de görüntüler, özellikle Kuzey’in o soğuk
ve karanlık atmosferi çok iyi yansıtılmış.
Dönemi yansıtan müzikler çok iyi, kostüm-
ler de titizlikle seçilmiş. 7 kitaplık bir seri
olduğunu düşündüğümüzde bunu başa-
rıyla işleyebilirlerse elde bolca da malzeme
var. Tabii dizi seneler sürer neler olacağını
daha önce öğrenmek istiyorum derseniz
kitapları da okuyabilirsiniz. Şu anda sadece
1. ve 2. kitap tercüme edilmiş durumda.
Mayıs ayıyla beraber hemen tüm dizilerin
final yaptığı bir dönemde, yaz ayları için
mutlaka izlenilmesi gereken bir dizi olarak
herkese tavsiye ediyorum.
15
Banu Hıdırlar
www. birazsoylebirazboyle.blogspot.com
1 514 yılında Roma şehir meydanın-
da, Marc Aurele Sütunu üzerinde
bir erkek cesedi bulunur. Ancak bu
cesedin başı yoktur ve kimliğini tespit et-
me olanağı sağlayan herhangi bir ipucu da
yer almamaktadır.
Ayrıca bir önceki gece meydanda yapılan
maskeli festival nedeniyle katili bulmak ne-
redeyse imkansızdır.
Birkaç gün sonra katil, yazılı bir mesaj gön-
dererek kurbanının ismini açıklar ve bu ci-
nayetlerin devamının geleceğini bildirir.
Mesajın doğruluğu ise kısa bir süre sonra
anlaşılır. Bu kez Phocas Sütunu üzerinde
yaşlı bir erkek cesedi bulunur.
Bu kurbanların ortak noktaları günahkar
olmalarıdır.
Polis yüzbaşı Barberi, cinayetin çözümlene-
bilmesi için eski Roma polis müdürünün
oğlu genç tıp örencisi Guido Sibaldi ve üs-
tat Leonardo da Vinci’den yardım ister.
Üstat ve
Sibaldi, tüm
ipuçlarını bir
araya getirip
olayı çözmeye
çalışır.
Sibaldi ve
Guido, katilin
Hieronymus
Bosch’a ait bir
eskizi
canlandırdığını ve bu resimde toplamda 7
cinayet olduğunu keşfeder.
6. cinayet sonrasında tüm ipuçlarını bir
araya getiren Barberi, Sibaldi ve Leonardo
katili bulmayı başarır fakat bu başarı 7. ci-
nayetin gözlerinin önünde işlenmesine en-
gel olmayacaktır.
Polisiye, felsefe, tıp, resim, tarih, din ve gi-
zemin bir arada olduğu keyifli ve sürükle-
yici bir kitap. Ayrıca yazarı Guillame
Prevost’un ülkemizde yayınlanan tek kita-
bı.
Keyifli okumalar.
İNCELEME - KİTAP
“Günah işleyeni... Tanrı cezalandırır.”
16
Banu Hıdırlar
www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com
A lexandre Dumas Fils, ünlü
Fransız yazar Alexandre
Dumas’nın gayrimeşru oğlu
olarak Paris’te doğar. Yazma aşkı yüzün-
den okulu terk eder ve yazmaya başlar. Bu
nedenle de maddi sıkıntılar yaşar.
1844 yılında eşinden ayrılan babasıyla ya-
şamak için Saint-Germain-en-Laye’ye taşı-
nır. Burada zengin erkeklerle beraberlikler
yaşayan Marie Duplessis ile tanışır. Bu ka-
dın, Dumas fils’in başyapıtı olacak
“Kamelyalı Kadın” (La dame aux camélias)
isimli romana ilham kaynağı olur. Aynı za-
manda Verdi'nin 1853 tarihli La Traviata
isimli operasına da kaynaklık eder.
Kamelyalı Kadın ilk zamanlarda ilgi gör-
mez. Birçok tiyatro tarafından reddedilir.
Sonunda Théâtre du Vaudeville tarafından
kabul edilip sahnelenir. Roman olarak da
Kamelyalı Kadın ünlenir ve yazarın ünü-
nün yayılmasını sağlar.
Dumas Fils 1852 yılına kadar yaklaşık on
iki roman daha yazar ancak daha sonra
kendini didaktik oyunlar yazmaya adar.
19. yüzyılda Paris’te, o dönemin soyluları-
na ve yaşantılarına, yine dönemin ünlü bir
fahişesinin hayatı aracılığı ile bakmamızı
sağlar Kamelyalı Kadın.
Kamelyalı Kadın
Alexandre Dumas Fils
17
Olaylara bir anlatıcı (yazarın kendisi) ara-
cılığı ile tanık oluruz. Yazar, bizzat tanış-
madığı ancak uzaktan tanıdığı Marguerite
Gautier’in eşyalarının açık artırmayla satı-
lacağını öğrenir.
Kendisinin bile tam olarak bilmediği bir
gücün etkisiyle bu açık artırmaya katılma-
ya karar verir. Satış günü geldiğinde
Marguerite’nin evine ulaşır. Paris’in tüm
soylu hanımları hem satılacak eşyaların
güzelliği hem de merakları nedeniyle ora-
dadır. Marguerite’nin kıyafetleri, eşyaları
teker teker satılmaktadır. Eşyalar arasında
ciltli ve kenarları yaldızlı bir kitap da yer
almaktadır; Manon Lescaut. Yazar, başka
bir alıcı ile çekişmesi sonucunda değerin-
den çok daha fazlasını ödeyerek kitabı alır.
Açık artırmadan birkaç gün sonra yazarın
evine genç bir adam gelir ve o kitabı ken-
disinden satın almak istediğini söyler.
Kendisi kitabı Marguerite’e hediye eden
Armand Duval’dır.
Armand, Kamelyalı Kadın’ın büyük aşk
yaşadığı ancak ayrılmak zorunda kaldığı
sevgilisidir. Ve yazarımıza tüm hikayeyi
anlatmaya başlar.
"Bu öyküden Marguerite gibi tüm yosma-
ların onun yaptığını yapabileceği sonucu-
nu çıkarmıyorum ; aklımdan bile geçmez
böyle birşey, ama içlerinden birinin yaşa-
mında, gerçek bir aşk duyduğunu ve bun-
dan acı çektiğini öğrendim. Öğrendiğimi
de okura anlattım. Bir görevdi bu."
Kitap, ünlü operasının yanı sıra 1936 yılın-
da George Cukor yönetmenliğinde,
Camille ismiyle filme uyarlanır ve
Marguerite rolünde Greta Garbo yer alır.
Hüzünlü bir aşk hikayesi, yüzlerce kez
filmlere ve operalara konu olmuş bu kitabı
mutlaka okuyun.
Keyifli okumalar.
18
AJANDA’DAN OKURLARA HEDİYE!!!
"Kara (noir)" dizisinin İstanbul ve New York kitaplarından sonra Brooklyn kitabı da karşınızda. Kara öykülerin suç öyküleri olduğunu biliyorsunuz. Tim McLaughlin'in yazdığı ve Ajanda ekibinden İmge Tan’ın Türkçeleştirdiği bu kitapta da 20 muhte-şem öykü sizleri bekliyor. Çeteler, seks avcıları, katiller, uyuşturucu satıcıları, ahlaklı ve ahlaksız polisler, daha neler neler... Soluk soluğa okuyacaksınız. Demedi deme-yin. Everest Yayınları'ndan çıkan Kara Brooklyn kitabını isteyenler 15 Haziran’a kadar [email protected] adresine mail göndererek, http://facebook.com/ajandadergi Fan Sayfamıza yorum bırakarak veya http://ajandadergi.blogspot.com adresine yorum yazarak çekilişe katılabilir. Katılımcılar arasında yapılacak çekiliş sonucunda bir kişiye “çevirmeninden imzalı” :) kitap hediye ediyoruz. Hadi bakalım, başvurular gelmeye başlasın!
19
MÜZE
T ürk sinema ve televizyon sektör-
lerinde büyük emeği olan Tür-
ker İnanoğlu, 2001 yılında kur-
muş olduğu “Türvak Sinema, Tiyatro
Müzesi ve Sanat Kitaplığı”nı on yıl sonra
Beyoğlu’ndaki yeni binasına taşıdı.
2011 yılının Ocak ayında Türkiye’nin ilk
ve tek “Sinema ve Tiyatro Müzesi” ola-
rak Beyoğlu’ndaki kapılarını açan Türvak
Müzesi’nde inanılmaz bir arşiv sizleri
bekliyor. Sizler için gezdim, gördüm, der-
ledim, sundum.
Dört Kata Yayılan Müthiş Bir
Arşiv…
Türker İnanoğlu, 1957 yılından bu yana
Türk Sineması’nda yönetmen yardımcısı,
film yönetmeni, yapımcı, sinema salonları
işletmecisi, TV kurucusu ve gösteri
İmge Tan www.imgeleme.com
YEŞİLÇAM’DA GEZİNTİ:
TÜRVAK MÜZESİ
20
merkezi sahibi olarak 54 yıldır sanatla iç
içe yaşamaktadır.
Bugüne kadar 280 adet sinema filmi ve
12.000 saatin üzerinde TV programları ve
TV dizileri hazırlamış olan İnanoğlu,
Türvak Sinema, Tiyatro Müzesi ve Sanat
Kitaplığı’nı, 1997 yılında kurduğu
TÜRVAK Vakfı’nın bünyesinde
“Türkiye’nin ilk ve tek sinema müzesi” olarak
2001 yılında Kavacık’ta kurmuştur.
Türker İnanoğlu bu müzeyi kurarken
“yıllarca emek verdiği kariyeriyle ilgili sonsuza
kadar adını yaşatacak bir imza bırakmayı” he-
deflemiştir.
Türk Sineması’nın geçmişine ait belge, bil-
gi, fotoğraf, afiş, cihaz ve filmleri bir müze
ve kitaplık çatısı altında toplayarak bu
muhteşem arşivi gelecek nesillere aktar-
mayı amaçlamıştır.
Pek alışık olmadığımız bir zihniyet değil
mi? Çoğalması dileğiyle.
21
Müze koleksiyonunun temelleri Türker
İnanoğlu’nun sinema kariyeri boyunca
biriktirdiği ve bir araya getirdiği ERLER
FİLM arşiviyle atılmış.
“Eski 8,16 ve 35 mm’lik film oynatıcı ve çe-
kici cihazları, aydınlatma projektörleri,
dolly, şaryo arabaları, stüdyo ve laboratuar
cihazları ile Türk Sineması’nın kuruluşun-
dan bugüne kadar çekilen Türk filmlerine
ait afiş, fotoğraf, el ilanı, lobi, broşür, rek-
lam malzemesi, senaryo ve sinemayla ilgili
kitap ve dergilerin alınacağı” duyurulmuş.
Şu an Türvak Sinema, Tiyatro Müzesi ve
Sanat Kitaplığı’nın arşivinde 1000’in
üzerinde cihaz, 4.200 adet çeşitli Türk
filmlerinin kopyaları, 6000’in üzerinde
yerli film afişi, 10.000’in üzerinde
sinema-tiyatro lobi ve fotoğrafları, 12.000
saatin üzerinde TV programları ve TV
dizileri bulunuyor.
Ayrıca müze, Ulvi Uraz Kitaplığı dahilin-
de 60.000 ciltlik dermeye sahip dev bir kü-
tüphaneye de sahip. Çok etkileyici değil
mi?
22
El
Verenler… Müzenin kuruluş aşamasında, Türker
İnanoğlu en büyük desteği, TRT Genel
Müdürü Yücel Yener, sinemacı arkadaşı
Necip Sarıca, rahmetli Muhsin Ertuğrul-
’un eşi tiyatro sanatçısı Handan Uran Er-
tuğrul, rahmetli Ulvi Uraz’ın eşi Selçuk
Uraz, tiyatrocu dostu rahmetli Deniz
Uyguner’den ve SİNE-SEN (Sinema
Emekçileri Sendikası)’den almış.
Tiyatro kökenli sanatçılardan da o kadar
çok destek gelmiş ki hepsi de adeta müze-
ye el birliğiyle sahip çıkmışlar.
TÜRVAK Salonları
Müzenin girişinde bir sergi salonu ve
onunla iç içe geçmiş CineTele Cafe yer
alıyor. Giriş katından müze katlarına
çıkarken merdivenlerde alfabetik sırayla
hayatta olan sinema ve tiyatro sanatçıları-
nın portreleri ziyaretçileri karşılıyor.
Tamamen Sinema Müzesi olarak düzenle-
nen birinci katta yer alan salonlar şöyle:
Nişan Hançer Sinema Belgeleri Salonu:
Bu salonda sinemanın Beyoğlu’na girdiği
günden itibaren belgeler, sinema biletleri,
birçok sinema salonunun kuruluş belgeleri
ve resimleri sergileniyor.
Afife Jale Salonu
23
Fuat Uzkınay Sinema Cihazları Salonu:
Ziyaretçiler sinemanın tarihini ve günü-
müze kadar nasıl bir yol kat ettiğini bu sa-
londa en ince ayrıntılarıyla görebiliyor.
Muhsin Ertuğrul’un ilk sesli çekim yaptığı
kamera (İstanbul Sokakları / 1933) mutlaka
görülmesi gereken en ilginç parçalardan
birisi olarak müzede yerini almış.
Lütfi Ö. Akad Afişler Salonu: Ali Efendi
Sinema Salonu’nun fuaye alanında bulu-
nan salonda sinema filmi çekimlerinde
kullanılan kamera ve ışıklar, kurgu eşleme,
film kopya, bant okuma, tele-sine, projek-
siyon, developman (film banyo cihazı) gibi
cihazların yanı sıra denizaltı kamerası ve
tek çekimlik fotoğraf makineleri de bulu-
nuyor.
Ali Efendi Sinema Salonu: Modern tek-
nolojiye sahip 35mm projeksiyon makinesi
ve resim projeksiyon cihazıyla müzede
düzenlenecek olan özel gösterimlere
ev sahipliği yapacak olan 90 kişi ka-
pasiteli sinema salonu da hizmete su-
nuluyor.
Sinema ve TV Müzesi olarak düzenlen-
miş ikinci kattaki salonlar ise şunlar:
Adnan Öztrak Televizyon Salonu:
Müzenin bu bölümünde hayatımıza
girdiği günden itibaren televizyonun ge-
çirdiği tüm evrimler ve yakın tarihi sergi-
leniyor. 2inc 1inc Ampex kayıt cihazları,
TV kameraları, siyah beyaz dönemi sinyal
tabelaları, 70’li yılların stüdyo monitörleri,
TRT’nin ilk siyah beyaz ve renkli kamera-
sı, video
kaydediciler, özel efekt cihazları (ağır çe-
kim, hızlı çekim), stüdyo ve aktüel kame-
ralarla birlikte televizyonla şöhreti yakala-
yan ünlüleri ziyaretçiler bu salonda göre-
biliyor.
Halit Refiğ Sinema Fotoğrafları Salonu:
Türk Sineması’nın usta yönetmenlerinden
Halit Refiğ’in adının verildiği bu salonda
sinemanın tarihine tanıklık etmiş çok
önemli cihazlardan üç adet kurgu-eşleme,
projeksiyon, tele-sine cihazları ve duvar-
larda film kareleri sergileniyor.
24
Balmumu Heykeller Salonu: İkinci katta
genel olarak sektörün daha teknik tarafına
göz atıyoruz, o yüzden buradaki makine-
ler herkesin ilgisini çekmeyebilir. Ancak
balmumu heykellere hepinizin bayılacağı-
nı düşünüyorum.
Elinde ziliyle Hababam Sınıfı’ndan fırla-
mış gibi duran Adile Naşit, “Turist Ömer”
Sadri Alışık, “Kapıcılar Kralı” Kemal
Sunal, en babacan haliyle Hulusi
Kentmen, en yakışıklı ve güzel halleriyle
Ayhan Işık ve Belgin Doruk ve daha pek
çok isim sizleri bekliyor. Hem de birebir
boyutlu ve capcanlı karşınızda olarak!
Geldik üçüncü kata. Burada da Tiyatro
Müzesi ve Kitaplık var.
Bu katta yer alan salonlarda neler bulunu-
yor derseniz, aşağıya göz atabilirsiniz:
Muhsin Ertuğrul Zati
eşyalar ve özel belgeler
Salonu: Türkiye’de tiyatro-
nun meslek olarak kabul
edilmesini sağlayan, yıllarını
tiyatroya adamış büyük usta
Muhsin Ertuğrul’un vefatın-
dan sonra uzun yıllar hiç
kimse ustaya ait ne bir belge-
ye ne de bir dokümana ula-
şamamış.
TÜRVAK, eşi Handan Uran Ertuğrul ile
kurulmuş olan, tamamen dostluğa ve
güvene dayalı sıcak ilişkiler sayesinde
Muhsin Ertuğrul’a ait özel eşyalara ulaşa-
bilmiş. Yani büyük ustanın özel eşyaları
Türkiye’de ilk defa Türvak Müzesi’nde
sergileniyor. Sanatçının Dragos’taki evinde
bulunan çalışma masası, yağlı boya portre-
si, özel eşyaları, eşine ve Beklan Algan’a
yazmış olduğu vasiyetler, şapkaları, takım
elbiseleri ve ilk eşi Neyire Ertuğrul’un re-
simleri ile ikinci eşi Handan Uran Ertuğ-
rul’un resimleri, daktilosu, çalışma koltu-
ğu ve özel çalışmalarının hepsi bu bölüm-
de sergileniyor.
İsmail Dümbüllü Orta Oyunu, Karagöz
Hacivat ve Temaşa Salonu: Burada bir sü-
rü oyunun kostümünü görebilirsiniz.
Altan Erbulak’ın frakı da onlardan biri.
Muhsin Ertuğrul Salonu
25
Ayrıca Orta Oyunu, Karagöz-Hacivat,
afişçi Şeref’in orijinal baskı afişleri, Vala
Somalı karikatürleri, Mengü Ertel afişleri,
yanan Komedi Tiyatrosu’nun maketi, İs-
mail Dümbüllü ve Küçük Kemal’in büstle-
ri ve vefat eden tiyatro sanatçılarının port-
releri de bu salonda sergileniyor.
Behzat Butak Osmanlı’dan günümüze Ti-
yatro Belgeleri Salonu: Türk Tiyatrosu’-
nun 260 yıllık tarihini anlatan bu salonda,
Darülbedayi’nin turnelerinde kullanılan
aksesuar sandığı, Osmanlıca ve Türkçe el
ilanları, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın im-
zalı maaş bordroları, masklar, biletler ve
afişler sergileniyor.
Afife Jale, özel tiyatrolar Salonu: Darül-
bedayi’den, şehir tiyatrolarına ve devlet
tiyatrolarına kadar Türk Tiyatrosunun
ödenekli ödeneksiz tüm tiyatro toplulukla-
rının yer aldığı bu salonda, grupların oyun
afişleri, el ilanları ve resimleri sergileniyor.
Ulvi Uraz Kitaplığı: 60.000 ciltlik dermeye
sahip olan kütüphane öğrencilere, akade-
misyenlere, araştırmacılara, yazarlara kay-
nak sağlayabilecek nitelikteki son derece
kapsamlı sinema, tiyatro, genel kültür arşi-
viyle ve okuma salonuyla hizmete sunul-
muştur.
Dördüncü katta Türker İnanoğlu ‘’Türk
Sinemasında 50.Yıl’’ Salonu bulunuyor.
Böylelikle bu müzede bir ilk gerçekleşiyor
çünkü Türker İnanoğlu Beyoğlu’nda us-
talarıyla ve çok sevdiği dostlarıyla bir ara-
da kendisine de özel bir bölüm ayırıyor.
İnanoğlu’nun 53 yıl boyunca mesleği ile
ilgili almış olduğu ödüller, Erler Film’e ait
afişler, set fotoğrafları, siyasilerle birlikte
çekilen fotoğrafları bu katta.
Bir kat daha yukarı çıktığınızda ise nefis
manzarasıyla Teras’taki kafeye geliyorsu-
nuz. “Sana dün bir Müze’den baktım aziz İs-
tanbul…” diyerek kahvenizi yudumlayabi-
leceğiniz muhteşem manzaralı bir mekân
burası.
Zaten Yeşilçam’da gezinirken yeterince
yoruldunuz, artık dinlenme zamanı. Dile-
diğiniz kadar tadını çıkarın bu güzel tera-
sın…
GİRİŞ ÜCRETLERİ
Tam: 10 TL, Öğrenci, Öğretmen ve 65 Yaş
Üzeri: 5 TL, Harp malulü, gaziler ve en-
gelliler: 1 TL Gruplara özel indirim yapıl-
maktadır.
ADRES:
Yeniçarşı Caddesi No:24 Galatasaray Mey-
danı - 34430- Beyoğlu – İstanbul
Tel: 0212 245 80 91/92/93
Web: www.turvak.com
26
GEZİ—İSTANBUL’DA TURİST OLMAK
İstanbul’un Yalıları … Gerdanlığın ucunda sallanan yakut damlaları …
Müge Karahan
www.yemekbahane.blogspot.com
B u ay birinci yaşımızı kutluyoruz
Ajanda ekibi olarak. İki kafadar
(Sinem ve ben) İstanbul’da güzel
bir bahar gününde kol kola dolaşırken
ortaya attığımız fikrimizi hayata geçirip,
üstüne üstlük aramıza birbirinden renkli
ve değerli görüşlere sahip ekip arkadaşla-
rımızı da katıp dergiyi yayınlamaya
başladığımız ilk sayının üzerinden bir
senenin geçmiş olmasının heyecanı,
kelimelerle tarif edilemeyecek boyutta.
Dergide kendi sayfalarımı belirlerken her
gün aynı rotayı gidip gelen bir kişi olarak
İstanbul’da Turist olmayı isteyen bendeniz,
12 sayıdır İstanbul’da bir oraya bir buraya
dolaştım durdum. Bugün ise 13. Sayımız-
da, İstanbul’un tam ortasında, İstanbul
Boğazı’nda bir tura çıkmak istedim.
Bu tur Kandilli’yi, Bebek’i, Anadolu
Hisarı’nı anlatmayacak .. Bu tur, birinci
sayıya layık şekilde, İstanbul’un meşhur
yalılarını konu alacak…
İstanbul’da Turist olmak İstanbul’un
gerdanında sallanan yakut damlaları
misali her iki yakada ihtişamları ile boy
gösteren yalılara göz atıyor…
İstanbul’u İstanbul yapan nadide özellik-
lerinden biri de İstanbul’un bir tarihe
tanıklık etmiş yalılarıdır.
Hem Anadolu hem de Avrupa yakasında
bulunan, uzun bir geçmişe sahip
İstanbul’un tarihi yalılarının birçoğu
gördükleri restorasyonların sonrasında
hala son derece modern bir görüntü ile
27
sahiplerini barındırmaya devam ediyor.
Kimisi de otel, etkinlik alanı ve hatta
konsolosluk olarak kullanılıyor.
Değerleri milyonlarca TL olan bu yalılar-
dan en meşhurlarına bir göz atalım…
Boğazın en eski ve sürekli oturulan yalısı
olan ve 18. Yüzyılda inşa edilen Kıbrıslı
Yalısı’nın 20 odası bulunuyor. Şu anda Ko-
mili Ailesi’nin sahip olduğu yalı, 120 mil-
yon dolar değerinde.
Yeniköy’de bulunan 21 odalı Ahmet Afif
Paşa Yalısı, bir zamanlar Yeşilçam filmleri-
ne sıkça set olarak kullanılmış. Bir dönem
Uzanlar’ın sahip olduğu yalının şimdiki
sahibi ise Suzan Sabancı Dinçer.
Tophane Müşiri
Zeki Paşa Yalısı, 20. Yüzyılın başında yap-
tırılmış ve son Osmanlı padişahı olan 2.
Mehmet’in damadı Ömer Faruk Efendi ta-
rafından satın alınmış. Yaklaşık 125 milyon
dolar değerindeki yalının şimdiki sahipleri
ise Baştımar Ailesi.
Kıbrıslı Yalısı
Ahmet Afif Paşa Yalısı
Zeki Paşa Yalısı
Esma Sultan Yalısı
28
Tırnakçı Yalısı olarak da anılan Esma
Sultan Yalısı adını 1. Abdülhamit’in kızı
Esma Sultan’dan alıyor.
Esma Sultan 10 yaşındayken kendisine
tahsis edilen yalı 1915 yılına kadar
Osmanlı mülkiyetinde kalmış.
1920’lerde yaşanan büyük yangın sonra-
sında sadece dış duvarları kalan harabe
bina 1990 yılında Marmara Oteller zinciri
tarafından satın alındı ve hala çeşitli
toplantı ve organizasyonlarda mekan ola-
rak kullanılmaktadır.
Değeri yaklaşık 50 milyon doları bulan ve
bir dönem lokanta olarak kullanılan Mısır-
lı Fuat Bey Yalısı, bir dönem Baltacıoğlu
Yalısı olarak da anılmıştır.
Anadolu Hisarı’nda bulunan Hekimbaşı
Salih Efendi Yalısı, Salih Bey tarafından 2
oda bir sofa şek-
linde satın alınmış, sonrasında ilave inşa-
atlarla bugünkü haline gelmiştir. Yalıda
hala Salih Efendi’nin akrabaları yaşamak-
tadır.
Klasik Osmanlı mimarisi şeklinde yapılmış
olan Zarifi Paşa Yalısı, Boğaziçi yalılarının
en büyük yapılarından biridir ve değeri 70
milyon dolar civarındadır.
Osmanlı padişahlarından 2. Mahmut’un
kayıkla sahilden geçerken çok beğendiği
ve satın almak istediği ancak kayıkta ken-
disine nezaret edenlerden birinin yalının
yılanlarla dolu olduğunu uydurması nede-
niyle adı Yılanlı Yalı olarak kalan görkem-
li bina, Aşiyan Parkı’nın bitişiğinde yer al-
maktadır.
Mısırlı Fuat Bey Yalısı
Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı
29
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın
dayısına ait Kanlıca’da yer alan Yağcı
Şefik Bey Yalısı, 1989 yılında restore
edilmiş ve değeri 6 milyon dolar
civarındadır.
Anadolu Hisarı’nda bulunan Bahriyeli
Sedat Bey Yalısı, bahçesindeki manolya-
lardan ötürü Manolya Yalısı olarak da
bilinir.
Bir açık hava müzesi gibi her iki boyda
bulunan onlarca yalıdan sadece bir kaçını
konu ettik … Bu yalıları yakından görmek
isterseniz Eminönü, Kadıköy ve Ortaköy’-
den kalkan teknelere binip bir İstanbul
Boğazı turu atmanızı tavsiye ediyorum
sizlere…
İstanbul’u dolu dolu yaşamanız
dileğiyle…
Zarifi Paşa Yalısı
Yağcı Şefik Bey Yalısı
Bahriyeli Sedat Bey Yalısı
30
C addebostan’a yolumuz düştü.
Bostancı’dan bindiğimiz taksinin
genç şoförü ‘’ne tarafa abi’’?
diye sorup ta ‘’çek evladım Caddebostan
Kültür Merkezi’ne’’ cevabını alınca,
suratı önce ağlamaklı bir hal aldı, sonra
şiddetli bir kahkaha patlattı. Bazı insanlar
sinirlerini böyle bastırıyor diye düşünüp,
hanımla ‘’çattık’’ diye bakıştık.
GÖNLÜMÜN İNCİLERİ
BİR CADDEBOSTAN MACERASI
SALSA, BAR, FUTBOL
Nadir Kalbinur
31
İstanbul’un trafiği kimleri çıldırtmıyor ki?
Yine de saygılı bir gençti kaptanımız.
Şimdi oradan geldim abi dedi.
Ona gülüyorum. Bir trafik var ki, zor
gidip, geldim. Merak etmeyin sizi
götüreceğim ama ara yollardan.
Kamyon arkasında yazdığı gibi
‘’kaderimse çekerim’’ dedik. Bindik bir
kere. Labirent gibi bir sürü yere girdik çık-
tık, Caddebostan Kültür Merkezi’ne fazla
da trafiğe sıkışmadan, bölgeyi iyi bilen
‘’yerel sürücü’’ sayesinde ulaştık.
Biri bana Caddebostan’ı tarif et dese, aske-
rin kendini tarifi gibi ‘’Kep ile bot arasına
sıkıştırılmış’’ türünden bir cevapla ‘’sahil
ile Bağdat caddesi’’ arasına 2-3 dikey cad-
deyle sıkıştırışmış, Kadıköy’ün en zengin,
kültürlü, eğlenceli semtlerinden biri olarak
tarif ederim. Eskiden de böyleydi, şimdi
de.
Eskiden sorsalardı, Maksim Gazinosu ile
Budak sineması arasındaki bölge olarak
tarif edilirdi, şimdi ise Migros ile Cadde-
bostan Kültür merkezi arası. Çünkü artık
yerlerinde onlar var.
Yazının başlığı ‘’Brezilya’yı’’ anımsatıyor.
Salsa da, bar da, futbol da onların her şeyi
ama yok efendim.
Bizim ağır, mütevazı hayatımızda, bunla-
rın ne işi olabilir ki? Her şey gençlikte,
ama….
Akrabadan, kıramayacağımız biri arayıp
da, ‘’bizim kız Giresun Üniversitesi ekibi
ile Üniversitelerarası salsa dans yarışması-
na katılıyor, onu yalnız bırakmayın’’ diye
rica edince eh bu yaştan sonra düştük
salsanın derdine.
1960 lı yıllarda, o yılların müzik ilahı,
Cem Karaca’ların, Erkut Taçkın’ların,
Barış Manço’ların, Edip Akbayram’ların
seslerinin yankılandığı Budak sineması
oradan alınmış, yerine Kadıköy Belediyesi
tarafından modern, sıcak, gençliğe yakışır
bir Caddebostan Budak Kültür Merkezi
konulmuş. Şimdi ki gençler şanslı.
Bizim gençlik bunlarla tanışamadı.
Bir an önce, salsa yapacak kızımızı bula-
lım, hem moral verelim, hem de özel seyir-
cisi olduğunu görsün başarılı olsun ama-
cıyla yürüyen merdivenlerin başına geldik.
Yarışmanın yapılacağı salonu aramaya
başladık ki bu yürüyen merdivenler bana
Nişantaşı metrosunu hatırlattı. Yürüyen
merdivenle metrodan yukarı çıkarken,
‘’amca’’ diye seslenmişti bir genç. ‘’ şöyle
biraz kenara çekilir misin?’’
32
Ve ilave etmişti; ‘’yürüyen merdivenlerin
sol tarafı, yürüyen merdivenlerde yürü-
yenler içindir’’.
Yürüyen merdivenin zaten yürüyor. Ayrı-
ca sen ne yürüyorsun? Bize de tam tersi,
‘’yürüyen merdivende yürünmez’’ diye
öğretmişlerdi iyi mi? Kuşak farkı dedikleri
bu olmalı. Bizde zaman boldu, onların za-
mana tahammülü yok. Gerçekten öyley-
miş ki burada da aynı. Yürüyen merdiven-
lerde gençler koşarak inip, çıkıyor.
Salsa yarışmasının yapılacağı salonu bul-
mak için birkaç kez inip çıksak da o salonu
bir türlü bulamıyoruz. Yürüyen merdi-
venlerin başındaki büyük ışıklı panolar
tam bir tuzak gibi. 4 yazıyor, 4. kat sanı-
yorsunuz ama değil, o rakam sinema salo-
nunun numarası. Allah’ım bizim ne güna-
hımız vardı derken, Allah’ın bir lütfu ola-
rak Sinem ve Özgür’e rastlıyoruz da, o sa-
lona en üst katın arkasında, görünmeyen
yürüyen merdivenlerle ulaşıldığını söylü-
yorlar. Vallahi buranın mimarını bilsem gi-
dip tebrik edeceğim. Koskoca salonu sak-
lamayı nasıl başarabilmiş?
5. Kat koridorunda bir ebru sergisinin ara-
sından geçiyoruz. Kokteyl de var.
Davetlilerin elinde şarap bardakları, du-
varda harika sanat eseri ebru motifleri ama
ben ayık kafayla değerlendirmekte zorla-
nıyorum, davetliler yarı matiz ne anlar
merak ediyorum. Garsonlar vızır vızır çalı-
şıyor!
Neyse, salonu buluyoruz. Bu sefer bizim
dansçıları bulamıyoruz. Hiçbir şeyi bula-
mıyoruz aslında. Salonu, dansçı kızımızı,
davetiyeyi . Maksat spor olsun kültür mer-
kezinde. Bir aşağı, bir yukarı.
Yarışma saat 18.00 den 19.00 alındı diyor-
lar. Ayrıca dansçı kızımız ilgilenmediği
için davetiye de yok. Adam başı 25 türkiş
lira verir, salona girersiniz diyorlar. Ne
bu? Sanki Rio’ dan karnaval ekibi gösterisi.
Bu çocuklar turneye mi geldi, yarışmaya
mı? Bu para nedir, nereye gider? Bilemem
de, daha 2 saat var. 4 kişiyiz. Ben hariç di-
ğerleri bayan.
Çıkıp biraz dolaşalım dedik. Hava da ısırı-
yor, akşam ayazı, dışarıda bir Kafe’nin
önüne oturduk. Zengin muhit de bir başka
oluyor. Kafenin dışında, sokakta ufo’lar
yanıyor cayır cayır. . Millet çayını içerken
üşümesin diye.
Ve gizli planımı, hanımların siniri geçtik-
ten sonra, çaylarını bitirmeye yakın, gevşe-
me halinde devreye sokuyorum.
33
Aynı saatte Fener’in maçı başlıyor. Her
şey yalan Fenerbahçe gerçek. Şampiyonlu-
ğa ne kalmış? Ya benim yokluğumda puan
kaybederlerse? Yok. Olmaz öyle şey.
Zaten aklım da orda kalmamış değildi ge-
lirken.
‘’Hanımlar, isterseniz siz salona gidin
ufak ufak, takılın salsa’ya, beni Fener-
’imle baş başa bırakın ha’’ Yemişim
salsa’yı. . Çıkışta buluşuruz. Neyse ki bir
olumsuzluk yok. Şimdi iş rahat bir mekan
bulmakta. Garsona soruyorum? Maç sey-
redecek bir yer nerede bulabilirim? Gidip
öğreniyor. Kendi de bilmiyor nereyi işaret
ettiğini ama ‘’bu tarafta’’ diyor. Orasının
barlar sokağı olduğunu biliyorum.
Orada, burada, kahvehane’de, birahanede,
çok zor şartlar altında maç seyrettiğim ol-
muştu. Zaten taraftarlık eza çekmek değil
miydi? Ama olsun du, Fenerbahçe için he-
lal olsun du. Bakalım barda maç seyret-
mek nasıl bir şeydi.
Kendime uygun bir yer aradım. Bağdat
caddesi üzerinde üstünde BENZİN yazan
bir kafe var Taxi falan da yazıyor ama içer-
deki ekranlar dışardan gözüküyor. Belli ki
akaryakıt istasyonu değil orası. Dışardan
görüldüğü kadarıyla hayatından epey
mutlu bu şişman çocuklar masaları donat-
mış, maç saatini bekliyor. Beni kesmedi.
Tek başına bir adem baba daha yok. Ayrıca
pek yer de yok.
Barlar sokağında 1-2 tur atıp bir iki bara
girip, çıktım ama ortamı beğenmeyip, bi-
raz daha dolaştım ama sonu yok. Hepsi
hepsi bu alan, dar ve bunların hepsi bar.
Vakit de yok çare de.
İçeri girip, yarı loş ortamda, oturacak bir
yer ararken, genç ilgili saygıyla yaklaştı.
Bu yaşta birinin bara girmesinin hayra ala-
met bir şey olmadığını tahmin etmiş olma-
sı ihtimal dahilindeydi. Belki de o yüzden
bu kadar saygılı yaklaştı. Maliyeden biri
olmam mümkündü veya bir sivil polis gö-
revlisi. Ben öyle düşündüm. Çekindi mi
ne? Tek kişi misiniz? diye sordu. Arkama
baktım yoksa bizim salsacılar da mı arka-
ma takıldı? Neyse ki arkamda kimse yok-
tu!.
Aslında beni bir şey zannetmediği de he-
men belli oldu. Saygısı aile terbiyesinden-
miş, çekindiğinden değil. Abi dedi hiç
yer yok, isterseniz size fıçı hazırlıyayım!..
Yahu bu çocuk bizi alkolik mi sandı diye
tereddüt ettiğimi anlayınca hemen girişe
yakın büyük bira fıçısını işaret etti. Buraya
oturacaksınız! Yok, bugün ben de bir şey
var. Her şey bizi buluyor. Evladım diye
sordum. ‘’fıçının üstüne mi oturup seyre-
deceğim maçı?
34
Hani en azından bu fıçıyı içmeye zorlan-
maktan iyidir. Yok, amca dedi bu sefer.
‘’Ben sana sandalye getireceğim, fıçı masa
olacak’’. Rahatladım.
Maç başladı. Ekran biraz yan kalıyor ama
olsun. Oturduğum yer kapıya bakıyor.
Garson çocuk saygılı. Çıkışta zorluk çek-
meyeyim diye kapıya yakın bir yer bulabil-
di herhalde. Başka bir anlamı var mıydı
bilmiyorum. Giren önce beni görüyor ama
giren çıkan bitmiyor. Aynı kızlar, genç oğ-
lanlar sürekli olarak giriyorlar, çıkıyorlar.
Maça konsantre olmak zor. Yandaki masa-
daki gençler ise pek saygılı değil, maçla da
pek ilgileri yok. Masalarında yer olmasına
rağmen ‘’gel amca leylek gibi tepeden
bakma’’ demiyorlar, cepten iddia takip
ediyorlar.
Sert bir maç oluyor, kafa göz yarılıyor.
Fenerbahçe zorlanıyor, gol bir türlü gelmi-
yor. Kimsenin umurunda değil. Fenerbah-
çe son dakikada atıyor, güç de olsa kazanı-
yor, tepki gelmiyor, anlıyorum ki bar fut-
bol mekanı değil, müşteri futbol seyircisi
değil. Gençlik orada başka heyecanlar pe-
şinde. Bize göre değil.
Dönüyorum Kültür merkezine. Yarışma
bitmiş. Sonuçlar bekleniyor. İşin show kıs-
mına yetişiyorum.
Hızını alamayan gençler, ardı ardına yarış-
ma harici sahneye fırlayıp, Arjantin tango-
sundan salsaya, hip hoptan, kolbastıya
kadar bütün hünerlerini gösteriyor.
Bizimkiler ne şanslı adamsın diyor, para
vermeden geldin, en güzel bölümü seyret-
tin!.. Ama maç ne oldu, nerde seyrettin, ne
şartlarda seyrettin diye sormuyorlar. Fıçıyı
hiç bilmiyorlar.
Salsa merakımız her dansa salça olduğu-
muzdan değildi.
Ömür boyu süren Fenerbahçe tutkumu-
zun izin verdiği kadarıyla seyretmiş olsak
da, salsanın da, diğer bütün dansların da
gençlere çok yakıştığını gözlemledim.
Böyle organizasyonlara katılmaları, kendi-
lerinin ruh ve beden sağlığı açısından ol-
duğu kadar, sosyal ve kültür açısından da
önemli. Sundukları estetik güzellikler ya-
nında hemen fark edilen dostluk, arkadaş-
lık gösterileri ve ortaya çıkardıkları pozitif
enerji, bardaki yaşıtları olan gençlerden
çok farklıydı.
Caddebostan ise apayrı bir dünyaydı.
9 MAYIS 2011
35
Etamin kelimesi sizin için bir şey
ifade ediyor mu?
Bilen beyler bir sonraki sayfaya
geçti belki, kalanlar ise ‘eee bili-
yoruz bir durum mu var?’
modunda okumaya devam edi-
yor.
Bayanların çoğu ‘bilmez miyiz’
manasında kafasını salladı muh-
temelen.
Benim en sevdiğim rahatlama
yöntemlerindendir delikli kuma-
şın üzerine rengarenk ipliklerle
şekiller yapmak.
Pek çoğumuzun evinde, kendi
evinde olmasa da anne, babaan-
ne evinde etamin üzerine işlen-
miş seccadeler vardır.
HOBİ
Seda Asolar
www.sedasolar.blogspot.com
Etamin işlemenin dayanılmaz hafifliği!
36
Genelde koyu renk etaminler üzerine,
simli iple işlenmiştir. Ruhani dünyaya
buradan giriş yapmış olan hobimiz, başka
pek çok alanda kullanılabilir.
· Havlu üzerine süs
· Yatak kenarı
· Masa örtüsü
· Peçete
· Pano
· Kıyafet üzerine süs
37
Birbirine eşit mesafede durmaya özen
gösteren deliklere çarpılar atmak suretiyle
siz de etamin işleyebilirsiniz.
Bu işin bir diğer mahareti de, işlediğiniz
kumaşın arkasını çevirdiğinizde tertemiz
görüntüye erişmek.
Etamin kumaşı ve ipliğini semt tuhafiyeci-
lerinde bulabileceğinizi düşünüyorum.
Büyük oynamak isterseniz size Tahtakale’-
deki Kürkçü Han’ı tavsiye edeceğim.
Maalesef artık bu işe gönül veren
kalmamış, o yüzden bir iki dükkanda
etamin kumaşı bulabiliyorsunuz, metresi
5 Lira civarı. İpi de renk renk; seçmesi
apayrı bir zevk. Fiyatı ortalama 1,5 Lira.
Sonrasında internete girip etaminin
görselleri aratarak işlemek istediğiniz mo-
dele karar vermeniz kalıyor.
38
MARKALAŞMA SANATI
Duygu Phillips
www.naminghouse.com
Kişisel Test Bana Markanı Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim
M arkalar hayatımızın vazgeçil-
mez bir parçası. Kabul etsek
de etmesek de her satın
aldığımız bir marka, her deneyimimiz bir
marka ile bağlantılı. Seyahate gitsek bir
marka ile uçuyoruz, alışverişe çıksak bir
markayı satın alıyoruz, bir markada
alışveriş yapıyoruz, bir yerden bir yere
giderken bir markayı sürüyoruz ya da bir
markanın içinde oturuyoruz, öğünlerde
bir markayı tüketiyoruz veya bir
markadan satın aldığımız ürünleri
yiyoruz.
Aslında tercih ettiğimiz markalar bizim
kişiliğimizi yansıtıyor. İster istemez
markalarla aramızda bir bağ kuruyoruz.
Kimi zaman fiyatına bakarak karar versek
de, çoğu zaman kişiliğimize uyan, hayat
tarzımızı yansıtan markaları tercih
ediyoruz.
Marka stratejileri açısından da kritik bir
durum. Hedef kitlenin neye ihtiyacı var,
kişiliği ne, duyguları ne, düşünceleri,
inançları ne bunları değerlendirmek ve
markanın stratejisini oluştururken bunlara
cevap verecek nitelikleri ön plana çıkar-
mak ve hedef kitle ile bağ kurabilecek
markalar yaratmak gerekiyor.
Başarılı markaların sırrı işte bu noktada.
Markaların birer kişiliği vardır. Mutlaka
olmalıdır. Bu kişilik rastgele değil, stratejik
çalışmalar sonucunda belirlenmelidir. He-
def kitle yakından tanınmalıdır.
Aşağıdaki test “bana markanı söyle sana
kim olduğunu söyleyeyim” tarzı bir oyun
aslında. 10 soruya cevap verin, cevapları-
nızın yanındaki sayıları not edin, bitince o
sayıları toplayın ve düştüğünüz aralıkta
kişiliğinizi bulun. İyi eğlenceler!
39
1) Haftasonunu nasıl geçirmeyi seversiniz?
a) Arkadaşlarımla bir kafede buluşup sohbet ederek (1)
b) Evde televizyon seyrederek (2)
c) Trekking, rafting, kayak gibi doğa sporları yaparak (3)
d) Kuaföre gidip ardından alışveriş yaparak (0)
2) Hangi marka jean tercih edersiniz?
a) Zara (1)
b) Mavi Jeans (2)
c) Armani (0)
d) Diesel (3)
3) Hangi marka ayakkabı sizin favoriniz?
a) Gucci (0)
b) Tiger (1)
c) Alexander Mcqueen(3)
d) Camper (2)
4) En sık hangi restorandan pizza siparişi verirsiniz?
a) Pizza Hut (1)
b) Domino’s Pizza (2)
c) Papa Johns (3)
d) Little Ceaser’s (0)
5) Akşam yemeği için hangi restorana gitmek istersiniz?
a) Cafe de Paris (0)
b) İl Padrino (1)
c) Adana Yüzevler (2)
d) Sushico (3)
40
6) İç çamaşırı markalarından hangisini tercih edersiniz?
a) Marks and Spencer (1)
b) La Senza (0)
c) Victoria’s Secret (3)
d) Kom (2)
7) Hangi alışveriş merkezinde vakit geçirmek sizi daha çok eğlendirir?
a) Viaport (3)
b) İstinye Park (0)
c) Palladium (1)
d) Nautilus (2)
8) Yurtdışına çıkacaksınız. Nasıl bir gezi yapmak istersiniz?
a) Bir tur ile, rehber eşliğinde. (2)
b) Sevdiğim bir kişi ile uçak biletini alır, 5 yıldızlı bir otelde oda ayarlarım. (0)
c) Her türlü detayı internetten ayarlarım. (3)
d) Gideceğim yerde tanıdık birilerini bulmaya çalışır, orada yaşayan kişilerle takıl-
mak isterim. (1)
9) Nasıl bir düğün sizin tarzınızı daha çok yansıtır?
a) Boğazda yemekli ve müzikli bir tekne gezisi (1)
b) Şehir dışında bir kır düğünü (3)
c) 5 yıldızlı bir otelin balo salonunda (0)
d) Boğaz kenarında bir restoranda (2)
10) Hangi programı hiç kaçırmadan seyrediyorsunuz?
a) Survivor (3)
b) Master Chef (1)
c) Fatmagül’ün Suçu ne? (2)
d) Muhteşem Yüzyıl (0)
41
İşte Sonuçlar!
(0 – 7) Gösterişi seviyorsunuz. En pahalı, en şık restoranlarda yemek yemeyi, en
pahalı markalara sahip olmayı istiyorsunuz. Sizin için marka demek yüksek
fiyat demek. Rahat olmasa da marka bir ayakkabı giymekten zevk alıyorsunuz.
Sizin şehriniz Roma. Her sene gitseniz de sıkılmazsınız.
(8 –15) Popüler olan şeyleri seviyorsunuz. Herkesin giydiği markayı, herkesin
gittiği yeri, herkesin seyrettiğini tercih ediyorsunuz. Meraklısınız. Herkesin
konuştuğundan eksik kalmak istemiyorsunuz. Popüler markalar sizi tatmin ediyor.
Katı bir tarzınız yok. Sizin belli bir şehriniz yok. O sene hangi şehir popülerse
orada mutlu olursunuz.
(16-23) Mütevazi bir yapınız var. Fazla göze batmamaya çalışıyorsunuz.
Pazardan da alışveriş yapıyorsunuz, alışveriş merkezlerinden de. Önemli olan
natürel şeyler bulmak. İnsanların arasında rahat etmek istiyorsunuz. Gözlerin
üzerinizde olmaması için elinizden geleni yapıyorsunuz. Sizin şehriniz sakin
bir ada, Sicilya veya Malta olabilir.
(24-30) Sıradışı birisiniz. Farklı olmayı seviyorsunuz. Kimsede olmayanı almayı,
moda olsun olmasın farklı markalar ve tarzlar almayı tercih ediyorsunuz. Popüler
bir marka da olsa fazla görülmemiş, fazla talep görmeyen ürününü satın
alıyorsunuz. Sizin bir tek şehriniz yok. Uzakdoğu ülkelerinde ya da Güney
Amerika ülkelerinde sıra dışı vakit geçirebilirsiniz.
42
G eçen ayki yazımızda sorduk
kendimize: Acaba biz sosyal
medya bağımlısı mıyız?
Bu ay da biz İşe Alım Uzmanlarına sora-
lım aynı soruyu: Biz “İşe Alımcılar”, sos-
yal medya araçlarını işimiz gereği de kul-
lanıyor muyuz?
Sosyal medya araçları arasında başı çeken
uygulama kuşkusuz Linkedin. 2003’te iş
dünyasına yönelik bir networking sitesi
olarak kurulan Linkedin şu an 60 milyon
üyeye sahip.
İnsan Kaynakları Uzmanları, yani
İK’cıların hemen hepsinin el kitabı gibidir
Linkedin. Sabah ilk iş o sayfa açılır,
araştırmalar yapılır, davetler gönderilir,
yeni bağlantılar eklenir.
Yani eğer teknolojiyi takip eden bir
İK’cıysanız burası sizin için bir aday
havuzudur aslında. Kim kiminle bağlantı
kurmuş, kim ne zaman terfi almış, rahatlık-
la takip edebilirsiniz.
Diğer yandan Linkedin çeşitli gruplara üye
olmak, tartışmaları takip etmek, şirket
sayfanızı düzenleyip açık pozisyonlarınızı
ÇALIŞANIN ÇIĞLIĞI
İşe Alımlarda Sosyal Mecranın Yeri
Özge Dumlu Günesen [email protected]
43
duyurmak için de bir alandır. Dolayısıyla
siz kendinizi ve ait olduğunuz şirketinizi
yansıtırken diğer profil sahipleri de burayı
bir iş arama mecrası olarak kullanır.
O halde tam da bu noktada önemli bir soru
başgösterir: Profil sahipleri neyi ne kadar
paylaşmalıdır?
Kişiler tarafından yapılan en büyük hata
Linkedin’in profesyonel bir iş ağı olduğu-
nun unutularak burayı bir Facebook ortamı
gibi kullanmak ve durum güncellemeleri,
ziyaret edilen yerler gibi özel bilgilerin
paylaşılmasıdır. Linkedin sizin iş hayatı-
nızdaki duruşunuzu belirler, özel payla-
şımlarınızı başka ortamlarda yapmanız da-
ha özenli bir davranış olacaktır.
Linkedin profilinizi düzenlerken bağlantı-
larınız da önemlidir çünkü bunlar sizin
kariyer portrenizin bir yansıması olacaktır.
Sizin bağlantı talebinizi inceleyen bir kişi,
mevcutta bağlantıda olduğunuz kişilere
bakarak ya da üyesi olduğunuz grupları
ve takip ettiğiniz tartışmaları inceleyerek
sizin kişiliğiniz hakkında bir fikir sahibi
olacaktır.
Peki Facebook demişken o da hayatımıza
girmedi mi? Elbette girdi, hem de tam
ortasından... Biz Linkedin, Xing vs. yeni
alışırken yeni jenerasyon İK’cılar çıkıp
dediler ki, adayın Facebook, Twitter he-
sapları, blogları itinayla incelenir, çünkü
adayın kendini nasıl anlattığı, neleri pay-
laştığı önemli. O halde siz de kendinizi is-
tediğiniz oranda ele verin ve hemen şimdi
gizlilik ayarlarınızı gözden geçirin.
Yeri gelmişken değinmeden geçmeyelim,
bu gibi ortamlarda çevremizi genişletirken
nelere dikkat edelim? İş yaşamıyla ilgili
kendinize yeni bağlantılar eklemek istiyor-
sanız Linkedin ve Xing gibi ortamları kul-
lanabilirsiniz. Ancak bağlantı daveti gön-
derirken küçük bir detayı atlamamakta fay-
da var o da bu talebin nedenini davetinize
eklemek . Davet gönderme aşamasında sis-
tem zaten size yardımcı olmakta. Önemli
olan doğru istekle talep göndermek. İşe
Alım Uzmanlarına tanımıyor olsanız dahi
davet göndermekten çekinmeyin, muhte-
melen davetiniz kabul görecektir, ancak bu
noktada talep sebebinizi doğru bildirmek
önemli. Herkese “arkadaş” sıfatını ekleye-
rek davet göndermek pek şık ve profesyo-
nel durmayacaktır. Arkadaş çevrenizi ge-
nişletirken ise Facebook ya da Twitter doğ-
ru seçimler. Ancak iş yaşamındaki yönetici-
lerinizi, iş arkadaşlarınızı Facebook’a ekle-
mekten kaçının. bu mecraların özel ortam-
lar olduğunu göz ardı etmemekte fayda
var.
44
BİR KAŞIK BİLGİ
Müge Karahan www.yemekbahane.blogspot.com
K ütür kütür ne yenir?
Benim yiyemediğim bir şey,
erik. Birisi karşıma geçer tuza
bular kütür kütür ses çıkartarak yerse
benim içim çok fena olur.
Benim gibi olanınız var mı bilmem ama
geçtiğimiz gün pazarda alışveriş yaparken
tezgahlardaki yemyeşil halini görünce de
etkilenmedim değil, itiraf ediyorum.
O sebeptir ki bu ay da konumuz erik…
Kütürdetmeden Yiyin Ne Olur !!!
45
Erik de tıpkı çileğin olduğu gibi gülgiller
familyasına mensup bir meyve.
Çağlasını ilkbaharda vererek baharı müjde-
leyen, yeşil çanaklı, beyaz taç yapraklı çiçek
açan ağaçlarda yetişiyor.
Ülkemizde iki yüzün üzerinde erik çeşidi
bulunuyor.
Erkenci dönem can eriğini yaz ortalarında
olgunlaşan Japon eriği takip eder.
Ağustosta olgunlaşmaya başlayan Avrupa
eriği olarak adlandırılan mürdüm eriği ise
ekim ayına kadar yenebilir.
Farklı dönemlerde olgunlaşan eriğin, farklı
biçim ve büyüklükteki meyvelerinin ince
kabuğu, türlere göre yeşil, sarı, kırmızı ve
mor renklerdedir. Türkiye'de en tanınmış
erik çeşitleri can eriği, papaz eriği,
mürdüm eriği ve tatlı üryani eriğidir.
A,C ve B grubu vitaminleri ile potasyum,
magnezyum, fosfor ve demir mineralleri
açısından zengin olan erik, vücuda güç ve
enerji verir. Beden ve zihin yorgunluğunu
giderir ayrıca kansızlığa da iyi gelir.
Sindirim sistemini güçlendiren erik, idrar
söktürücü ve kabızlığı giderici özelliğe sa-
hiptir.
Erik, yaş olarak yenebileceği gibi kurutula-
rak, komposto yapılarak ya da suyu
çıkarılarak da kullanılabilir.
Komposto olarak yenirse bağırsakları çalış-
tırarak kabızlığa çok iyi gelir.
Erik yaprakları kaynatılıp suyu ile gargara
yapılırsa bademcik ve boğaz iltihaplarına
iyi gelir.
Kuru erik barındırdığı bol miktarda A
vitamini ile cilde çok yararlıdır.
Eriğin çekirdekleri çıkarılıp püre haline
getirildikten sonra makyaj çıkarıcı olarak
yüzü temizlemekte kullanılabilir.
İşte size içinizi ferahlatacak bir komposto
tarifi:
1 kg kırmızı eriğin çekirdeklerini çıkartıp
bir tencereye koyun ve üzerini geçecek
kadar su ilave edip kaynatın. Kaynamaya
başlayınca üzerine 1,5-2 su bardağı toz
şeker koyup, şeker iyice eriyinceye kadar
kaynatmaya devam edin. Tenceredeki erik-
lerinizi başka bir tencereye süzgeçten iyice
ezerek geçirin. Soğuduktan sonra soğuk su
ile açarak servis edebilirsiniz.
Afiyetle & sağlıkla,
46
ABRAKADABRA
Pınar Doğan
H ayat çok mu zor şu günlerde?
Yoksa bizler mi onu zorlaştırı-
yoruz. Bilmeden…
Yaşadığımız her deneyim bize kazanç
olarak mı dönüyor?
Biz bunun ne kadarını fark ediyoruz…
Üstad demiş ki; doğum, hayatın bitmeye
başladığı an olduğu; aradaki bölümün,
ölümden çalınan zamanlar olduğu...
yaşam'ı ne güzel anlatıyor.
Yaşam, ölümden çalınan zamanlar...
Bu çaldığımız zamanları nasıl harcıyo-
ruz… Nasıl yaşıyoruz… Mutlu muyuz…
Şu üç günlük dünyada neler uğruna s
avaşıyoruz…
Ölümden Çalınan Zamanlar...
47
Mevlana'ya sormuşlar;
insan ömrü kaç gündür, diye…
üstad cevaplamış:
insan ömrü bir gündür, diye…
Nasıl olur, demişler…
Dün yaşandı ve bitti, yarını hiçbirimiz
bilemeyiz,siz bugünü yaşayın, demiş...
Günü yaşamak, an'ı yaşamak. Bu anları
yaşarken bir dakika nefes alıp, bugün
neler öğrendim diyebilmek.
Okul hayatımızda dersi öğrenip sonra
sınava çekilirdik; hayat okulunda ise önce
sınava çekilip sonra dersimizi alıyoruz.
Düşüncelerimizi ve yaşadığımız olaylara
tepki verme şeklimizi kontrol ettiğimizde
inanın kader dediğimiz şeyleri de kontrol
altına alabiliriz. Bunun için kendimi örnek
verebilirim.
Ben bunu yapabiliyorum. Kontrol altına
almayı başardım, diyebilirim. Özellikle
son bir sene içinde kızım, eşim ve kendim
için istediğim her şeye sahip olmaya
başladım.
Daha önce anlattığım gibi geçmişten gelen
veya zamanla deneyimlerim sonucu edin-
diğim negatif kalıplarımı kırdım. Ve şimdi
ektiklerimi biçiyorum.
Hepiniz yapabilirsiniz.
Hayat aslında çok basitmiş.
Onu zorlaştıran bizleriz.
Sadece diliyorum ve oluyor.
Şaka gibi,ama öyle...
Yaptığım bir diğer şey sadece ''ABRA
KADABRA,, -artık açıklayabilirim- Abra
Kadabra; eski Arami dilinde
''KONUŞURKEN YARATIRIM,, demek-
tir. Sadece bu işte konuşurken siz de yara-
tın. Bunun için dilimize ihtiyacımız var. Bu
çok önemli bir araç. Hz.Ali dilimiz için
şunları söylemiş; Dil, hüküm veren hakimdir.
Cevap veren sözcüdür. Dil, iyi şeyleri emreden
komutandır. Dil, çirkin işten alıkoyan vaizdir.
Olumlu düşüncelerimizi, dilimizle de
desteklersek, bizim için hayırlı olan şeyle-
re kavuşabiliriz. Hayal edin, isteyin,
teşekkür edin. Gönülden hayal
edin,gönülden isteyin ve sebepsiz teşekkür
edin. Bir yerde okumuştum, teşekkür et-
meyen şükür etmiş sayılmaz...
Hayatınız sizin istediğiniz gibi olmaya
başladığında, farkındalığınız arttıkça bir
gün bir bakacaksınız ki sebepsiz yere te-
şekkür ederken yakalayacaksınız kendini-
zi.
Gülümseyip,gerçek mutluluğu işte o an
yaşayacaksınız.
Tanrı ya, evren'e ve meleklerime teşekkür
ederim...
48
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
• İhsan Cemal Karaburçak’ın 20. yy Türk ressam-
ları arasında önemli bir yeri olduğunu
• Resim fırçasını eline ilk kez 1930 yılında, Telgraf
İşleri Müdürlüğü'ndeki görevi gereği bulunduğu Pa-
ris'teyken kaydolduğu École Universelle'de alan an-
cak katı öğretim kuralları ve sanat anlayışına uygun
düşmemesi sebebiyle eğitimini yarıda bırakıp kendi
kendini yetiştirmeye karar verdiğini,
• Resimlerinde mor renkli İ.C.K. imzasını
kullandığını
• İstanbul Modern Müzesinde sanatçının tablolarını gö-
rebileceğinizi
• 3 Temmuz 2011 tarihine kadar Pera Müzesi’nde, İhsan
Cemal Karaburçak’ın Retrospektif niteliğinde tablolarının sergi-
leneceğini
Seda Asolar www.sedasolar.blogspot.com
İhsan Cemal Karaburçak
49
"Ben bir renk ressamıyım.
Güneş de renkleri öldürdüğü için tabiatı havanın
karardığı, bulutların biriktiği veya yağmurdan
sonra toprağın, ağaçların ve binaların yıkandığı,
renklerin meydana çıktığı saatlerde sevmekliğim
bu yüzden
olabilir.
Koyu tonları da daha çok bu tonlar arasında uy-
gun yerlere konulan ışıkların veya alttan gelen
aydınlanmanın olgun cazibesi altında kaldığım
için seçiyor olmalıyım. Belki de kötümser veya melankolik bir ruh veya mizaç meselesi-
dir; kim bilir?
Ama sebep ne olursa olsun beni doyuran bir netice aldığıma ve sanatı da sanat için yap-
tığıma göre sanatımdan, dolayısıyla da hayatımdan memnunum demektir”
İhsan Cemal Karaburçak, 1968
50
Kitapçı Mendel
Stefan Zweig
Bu kitapta ünlü yazar Stefan
Zweig'ın öykülerinden bir seçki
sunuluyor. Yazdığı öykülerin
en çarpıcı örneklerinin yer aldı-
ğı kitapta, özellikle "Kitapçı Mendel" ve
"Geçmişe Yolculuk" uzun öyküleri ile, Zweig,
okurun ruhunu derinden etkiliyor. Zweig bu öy-
külerinde; savaşın ve zorbalığın en acı izlerinin
yaşandığı 20. yüzyılda birçok ülkede yaşanan
değişik hayatlara yüzünü çeviriyor. İnsan ruhu-
nun bilinmez ve karanlık derinliklerine inerek
okuyucusunu canlı bir yolculuğa çıkarıyor. Aş-
kın kırılganlığı, tutku, hırs, geçmişin karanlık
gölgesi, savaşın açtığı derin yaralar gibi temaları
konu edindiği bu öykülerde çok yönlü bir anla-
tımla karşımıza çıkıyor. Savaş karşıtı ve hüma-
nist bir yazar olan Stefan Zweig'in uzak bir gele-
ceğe emanet ettiği öyküleriyle hâlâ günümüz
dünyasına ışık tuttuğunu görmek onun unutul-
mayacak bir yazar olduğunun en büyük kanıtı.
Burhan Arpad ve Ahmet Arpad'ın ortak çevirisi
olan kitapta şu öyküler yer alıyor: "Geçmişe Yol-
culuk", "Kitapçı Mendel", "Karlarda",
"Unutulmayacak Bir İnsan", "Yürüyüş", "Acaba O
muydu?", "Alacakaranlıkta Bir Öykü",
"Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu", "Bir Yaz Öy-
küsü", "Yalnız İki İnsan".
RAFLARDA
On Bir
Mark Watson
Gece geç saatlerde sunduğu rad-
yo programını arayıp umutları-
nı, korkularını ve pişmanlıklarını
paylaşan uykusuz Londralılar
onu Xavier Ireland olarak tanıyor. Hiçbiri onun
sevdiği her şeyi terkedip gerçi önce sevdiği her şey
onu terketti yeniden başlamak için Londra'ya gel-
diğini bilmiyor. Bir daha kaybetmemek için başka-
larını kendi hayatının parçası yapacak her türlü ya-
kınlaşmadan uzak bir hayat yaşıyor artık. Ta ki o
hayatın tam ortasına Pippa düşene dek. Tuhaf bir
şekilde hayatına sızan bu temizlikçi kız onun sil-
meye çalıştığı geçmişiyle yüzleşmesine, hiç umma-
dığı yerlerde teselli ve huzur bulmasına yardımcı
oluyor. Keşke biraz daha erken karşılaşsalardı...
Xavier'nin o karlı günde yaptığı ve yapar yapmaz
içini kemirmeye başlayan bir seçim, hiç tanımadığı
on bir hayatı çoktan bambaşka yollara saptırmıştı.
Mark Watson'ın yayımlandığı tüm dillerde büyük
ilgi gören zeka, mizah ve hayat dolu romanı On
Bir, seçmediklerimizin bizi seçimlerimiz kadar etki-
leyip etkilemediğini sorguluyor. Aşkın, kaybedişin
ve uzak bildiğimiz yaşamlara yakınlığımızın hika-
yesi On Bir. Okuduktan sonra okumuş diğer insan-
ları bulup hakkında konuşmak isteyeceğiniz bir
kitap.
51
Kaygı Veren Dostluklar
Carlos Fuentes
Kaygı Veren Dostluklar'da
günlük yaşamlar iç içe geçen
doğaüstü varlıklar beklenme-
dik şekillerde hayatlarına gir-
dikleri insanların kaderlerini
değiştiriyor. Bir yandan da Kazıklı Voyvoda'dan
İkinci Dünya Savaşı'na, Shakespeare oyunların-
dan azizelerin rengârenk dünyasına uzanarak
aşk, aile, cinsellik ve din gibi evrensel konular ir-
deleniyor.
Fuentes, fantastik edebiyata görkemli bir dönüş
yaptığı Kaygı Veren Dostluklar'da hem Meksika'-
nın çağdaş kimliğinin geçmiş tarafından nasıl şe-
killendirildiğini inceleyerek nesiller, sınıflar ve
cinsiyetler arasındaki, toplumun üzerine çöken
yabancılaşmayı sorguluyor hem de okuyucuyu
yaşamın hem tezatlarını hem de birbirine olan
bağımlılığını keşfe davet ediyor; biraz ürküterek,
biraz da şehvetle…
Yamaç
İvan Gonçarov
"Rayski'de çoğu zaman, 1840-
1850'lerde dostum olan birçok
insanı görür gibi oluyordum.
Onlar da sistemli çalışmaktan hoşlanmıyorlardı."
-Gonçarov-
19. yüzyıl Rus ve dünya edebiyatının en önemli ya-
zarlarından Gonçarov Yamaç'ta, Oblomov'da oldu-
ğu gibi yine kahramanıyla öne çıkıyor. Gonçarov,
kahramanı Rayski'nin ahbabı İvan İvanoviç'le ve
kadınlarla ilişkisini anlattığı Yamaç'ta, 19. yüzyıl
Rus toplumunun resmini çizerken, eleştiri ve tes-
pitlerini de başkarakteri üzerinden dile getiriyor.
Gonçarov'u yalnızca Oblomov ile hatırlayan okur-
lar için Yamaç, yazarı yeniden keşfetme imkânı su-
nuyor.
Sisler Ülkesi
Sir Arthur Conan Doyle
Ruhlarla iletişime geçen spiritüalistlere karşı savaş açan, huysuz Profesör Challenger...
Londra'daki dinî mezhepler hakkında haftalık köşe yazıları hazırlayan Profesör'ün kızı
Enid ile onun yakışıklı ve bekâr arkadaşı Edward Malone... Bilim ile mistisizmin sava-
şı... Enid ve Edward, profesörün verdiği sert tepkiye rağmen, spiritüalistlerle ilgili bir
araştırma yapmaya karar verirler ve onların toplantılarına katılmaya başlarlar.
Bununla birlikte; Enid ve Edward bir yandan araştırmalarına devam ederken diğer yandan da profesö-
rün karşı çıkacağı bir aşka yelken açarlar. Artık profesöre karşı iki cephede savaşmaları gerekecektir.
52
BU AY VİZYONDA
Felekten Bir Gece Yönetmen: Todd Phillips
Oyuncular: Liam Neeson, Bradley Cooper
Gösterim Tarihi: 3 Haziran
İkinci filmin ilkine hayli benzer hikâyesi ise şöyle: Stu, fazlasıyla çılgın
attığı bir parti gecesinin sabahında, yatağında sürpriz bir travesti ile uya-
nıverir. Ertesi gün ekip toplanır ve geçen gece yenilen haltların tek tek izi sürülür.
X-Men Birinci Sınıf Yönetmen: Bryan Singer, Matthew Vaughn
Oyuncular: James Mc Avoy, Kevin Bacon
Göstreim Tarihi: 3 Haziran
2006-2007 yılları arasında, Jeff Parker tarafından yazılan ve Roger Cruz'un
çizimlerini yaptığı X-Men: First Class çizgi roman serisinin bir uyarlaması olması bekle-
nen filmde, bu seriye sadık kalındığı takdirde kahramanlarımızın gençlik yıllarına gide-
ceğiz.
Hanna Yönetmen: Joe Wright
Oyuncular: Cate Blancett, Eric Bana
Gösterim Tarihi: 10 Haziran
Hanna, eski bir CIA ajanı olan babası tarafından Finlandiya’nın balta gir-
memiş ormanlarında, soğukkanlı bir ölüm makinası olarak yetiştirilmiştir.
14 yaşına gelince babası onu ilk suikastını gerçekleştirmesi için Avrupa’ya gönderir. Yol
boyunca hedefine kitlenmiş bir şekilde, usta bir katil gibi soğukkanlı hareket eden
Hanna, başına gelen çeşitli olaylar sonucunda hedefine yaklaştıkça varoluşsal soru ve so-
runlarla boğuşmaya başlar.
53
Süper 8 Yönetmen: J.J. Abrams
Oyuncular: Elle Fanning, Amanda Michalka
Gösterim Tarihi: 17 Haziran
Yıl 1979...Nevada'da Area 51' adıyla anılan gizli bir askeri bölgeden
Ohio'ya çok özel bir kargo taşınmaktadır. Bu kargoyu taşıyan yük trenine
intihar saldırısı gerçekleştirilir ve tren raydan çıkar. Ancak tren kazası, bu özel kargonun
serbest kalmasına neden olur. Dünya bunun sonuçlarını yaşayacaktır.
Rise of the Plant of the Apes Yönetmen: Rupert Wyatt
Oyuncular: James Frnaco, Tom Felton
Gösterim Tarihi: 24 Haziran
Film, günümüz San Francisco'sunda maymunların zeka gelişimlerini ince-leyen bir adamın bu deneyle ilgili tüm tecrübelerini anlatıyor.
insanlar ve maymunlar arasındaki savaşta çok önemli bir figür haline gelen genç bir bi-
lim adamı etrafında gelişiyor. wild rodman (james franco), maymunlar üzerinde
Alzheimer hastalığına çare bulmak için testler yapıyor fakat maymunlardan Ceaser adın-
daki biri, hızlı gelişim göstermeye başlıyor. Bu yüzden wild rodman (james franco) onu
kendisiyle birlikte yaşaması ve acımasız doktarlardan korumak için evine götürüyor.
Böylece kaçınılmaz maymun devri başlıyor.
Transformers 3 Yönetmen: Michael Bay
Oyuncular: Shia LaBeouf, ,Josh Duamel
Gösterim Tarihi: 1 Temmuz
Aya giden bir füzenin yanlış yere inmeleri sonucu,ayın farklı bir yerine
gelmeleri, orada yaşayan bir robotu uyandıracaktır…
www.sinemalar.com
54
AYIN BLOGU
Sinem Ergun
www.sanatnotlari.blogspot.com
Bir blog sahibi olma fikri ilk nasıl ortaya
çıktı?
Çocukluğumdan beri günlük tutarım, şiir-
ler,denemeler yazarım, kendimi yazarak
ifade etmeyi çok severim.
Yazdıklarım defterlerde, ajandalar-
da,özensiz sayfalarda duruyordu ve hep
bir arada toplamak düzenli yazmak isti-
yordum. İnternette takip ettiğim bloglar
vardı, blog yazmak çok keyifli göründü
gözüme ve “Ben neden yazdıklarımı pay-
laşmıyorum?”dedim kendi kendime...
Sonra da bir blog oluşturdum ve hayata
dair hissettiğim ne varsa o platformda
“Ben yazılarımda hayatımı ve penceremden gördüklerimi paylaşıyorum. “Ful Yaprakları” nın kim olduğunu, neye benzediğini yada ne iş yaptığını bilmiyorsunuz ama hayatının büyük bir kısmını okuyor, yorumluyorsunuz”
İllustrator: Esen D
emirci
55
düzenli olarak insanlarla paylaşmaya baş-
ladım.
Ne kadar süredir blogunuzda aktif olarak
yazıyorsunuz?
Blogum “Ful Yaprakları”, 2008 yılının Ara-
lık Ayı’ndan bu yana aktif olarak
Internette yer alıyor.
Blogunuzun adı neden “Ful Yaprakları?”
Blog yazmaya başlarken adının ne olacağı
konusunda çok fazla kafa yormadım, o dö-
nemde devlet tiyatrolarında sahnelenen ve
hayranlıkla izlediğim bir Civan Canova
oyunu vardı. Oyunu o kadar beğendim ki
iki kez izledim, sadık bir tiyatro izleyicisi
olarak “Ful Yaprakları” için bugüne dek
izlediğim en iyi oyunlardan biri diyebilim,
gerçekten çok etkilendim.
Blogum da adını bu tiyatro oyunundan alı-
yor: “Ful Yaprakları”
Blogunuzu bize nasıl tanımlarsınız?
“Ful Yaprakları” olarak kendimi, Christina
Nöstlinger’in “Alev Saçlı Kız” romanında-
ki Frida’yı anlattığı gibi anlatıyorum.
"Bir zamanlar “Ful Yaprakları” adında bir çi-
çek kız vardı. Saçları tuhaftı. Bir tutamı doma-
tes kırmızısı, perçemleri havuç rengi, kalanlar-
sa ahududu şerbeti gibi kızıldı. Pembe gözlük-
leriyle dünyayı ve insanları koşulsuz sevmeye
kararlıydı ama gerçekleri görmesi zaman alma-
dı. Canını yakanlardan kurtulmayı denedi,
doğrulup toparlandı, gözyaşlarını sildi ve ay-
naya baktı. Gülümseyerek kendine bir söz ver-
di. Çiçek kızın hayattaki serüveni her daim tap-
taze ve rengarenk olacaktı..."
Blogumu; hayatta hastalıklar, ayrılıklar,
zorluklar atlatmış buna rağmen yılmamış
ve mutluluk oyunlarıyla ben hala varım,
buradayım diyerek her şeyi düzene koy-
maya çabalayan genç bir kadının renga-
renk, umut yüklü, enerji dolu günlüğü ola-
rak tanımlayabilirim.
Kimliğimi özenle gizlememin en büyük
nedeni ise kendimi deşifre etmeden, kim
olduğumu, ne iş yaptığımı bilmeden, oku-
yucuların benim içimi, ruhumu tanımasını
ve hayata bakışımı okumasını sağlamak.
Bir de tabii ki özgür olarak düşünebilme-
nin ve yazabilmenin insana sunduğu paha
biçilemez keyif…
Sıklıkla yazar mısınız , yazamadığınızda
bunun rahatsızlığını hisseder misiniz ?
Yazmak benim kendimi ifade ediş biçi-
mim. Kuşkusuz yazılı olduğu kadar sözlü
iletişimden de yanayım ama insan her za-
man sözlü iletişime geçebilecek kadar
enerjik ve dışa dönük hissedemeyebiliyor
kendini.
56
İşte bu zamanlarda kağıdım,kalemim,
klavyem ve bilgisayar ekranım benim en
yakın dostum oluyor.
Durumları, insanları gözlemlemeyi ve
içimdekileri özgürce sayfalara dökebilme-
yi çok seviyorum. Yazamazsam bir şeyle-
rin eksik kaldığını hissediyorum.
Kendi kalemimden çıkan yazıların yanı sı-
ra, beğendiğim başka yazıları da kaynak
göstererek alıntı yapıyorum,daha fazla in-
sana ulaşmasını sağlıyorum.
Uzun yazılar yazmayı mı , yoksa aktarım-
larınızı kısa yoldan anlatmayı mı tercih
ediyorsunuz ?
Nasıl hissediyorsam öyle yazmayı tercih
ediyorum. Bazen içimde kopan fırtınaları
sayfalar dolusu yazarak atabiliyorum dışa-
rı, bazen bir kaç satırlık bir mutluluk çıkı-
yor içimden,bazen de umudum sayfalara
sığmıyor ve “Küçük Mutluluk Dersleri”
gibi birbirini takip eden, zamana yayılmış
pek çok yazıya dönüşüveriyor.,,
Yazılarınıza gelen mesajlar size neler his-
settiriyor?
“Ful Yaprakları” nı yazarken beni en çok
mutlu eden durum, yazılarımı okuyan in-
sanlardan gelen yorumlar ve mesajlar.
Okuyucuların beni okurken neler hisset-
tiklerini, yazılarım, kullandığım görseller,
sayfa düzenim, konularım ve dünyamı on-
lara sunuş şeklim hakkında ne düşündük-
lerini merak ediyorum.
Bugün neredeyse 800’e yakın izleyicim var
ve ayda en az 7.000 tıklama sayısına ulaşı-
yorum.
Bu yüzden istatistikleri ve yazılarıma aldı-
ğım yorumları, gelen e-postaları, benimle
irtibata geçmek isteyen insanları gördükçe,
onlardan olumlu tepkiler aldıkça çok mut-
lu oluyorum,bu durum bana güç veriyor,
inancımı tamamlıyor,yeni yazılar yazma
isteğimi artırıyor…
Blogunuz ne kadar vakit ayırabiliyorsu-
nuz, günün hangi saatlerinde yazabili-
yorsunuz?
Mümkün olduğunca fazla vakit ayırmaya
çalışıyorum, bazen günlük yazıyorum, o
an ne yaşadıysam ya da ne hissediyorsam
bazen de arka arkaya bir kaç yazı yazıp
bilgisayarımda saklayıp ertesi günlerde
yayınlıyorum. İş yoğunluğuma, ruh hali-
me göre değişiyor ancak elimden geldiğin-
ce blogumu güncel ve taze tutmaya özen
gösteriyorum.
Blog sahibi olmanın size kazandırdığı
şeyler olduğunu düşünüyormusunuz
Kesinlikle evet. Paylaşmak; yeryüzünde
insanoğlu’na sunulmuş en güzel
57
değerlerden biri.
Ben yazılarımda hayatımı ve pencerem-
den gördüklerimi paylaşıyorum. “Ful
Yaprakları” nın kim olduğunu, neye
benzediğini yada ne iş yaptığını bilmi-
yorsunuz ama hayatının büyük bir kıs-
mını okuyor, yorumluyorsunuz hatta
belki de iç dünyamı yakınımdaki pek
çok insandan daha iyi biliyorsunuz ve
bu benim çok hoşuma gidiyor.
Diğer bloglarda yazan arkadaşlarla tanı-
şıyorsunuz, onların hayatlarını keşfedi-
yorsunuz, kültürel ve sanatsal anlamda
yeniliklerden haberdar oluyorsunuz,
blog dünyası birbirine bağlı, kocaman
bir aile gibi ve bu ailenin içinde yer al-
maktan dolayı kendimi iyi hissediyo-
rum.
Bir Blog içeriği tek bir konuya yoğunlaş-
malı mı ?
Bence her blogun belli bir çizgisi olmalı;
yazıların konuları, görseller, okuyucuya
verilen mesaj, seçilen yazı karakterinden
rengine kadar bir bütün oluşturmalı.
Konu ise en başından belirlenmeli, Kişisel/
Yaşam, Moda, Müzik, Teknoloji, Kültür/
Sanat gibi pek çok başlıktan birini seçerek
ve o başlığı da mümkün olduğunca geniş
tutarak fazla dağılmadan yazabilmenin
önemli olduğunu düşünüyorum.
Örneğin ben kişisel bir blog yazıyorum,
temamı renklerle, umut veren sözler ve
görsellerle destekliyorum, bir de fotoğraf
yerine illüstrasyon kullanmayı tercih edi-
yorum.
Görselleri çok özenli seçiyorum, konuyla
bağlantılı olmasına ve insanlara kendileri-
ni iyi hissettirmesine dikkat ediyorum.
İllustrator: Esen Demirci
58
Bu nedenle arada ufak tefek değişiklikler
olsa da blogumda kullandığım temaları te-
mel anlamda 2 yılı aşkın bir zamandır de-
ğiştirmedim.
Hiç kimse tarafından okunmasanız bile
aynı çizgi ve sıklıkta yazar mısınız ?
Elbette, blog yazmaya başladığım ilk dö-
nemlerde okuyucu sayım çok daha azdı ve
yazmayı bırakmadım, yalnızca 10 kişinin
beni düzenli takip ettiğini bilsem dahi,bu
benim için yazma nedeni.
Birazda kişisel ilgi alanlarınızla ilgili so-
rular sormak isteriz,
Mesleğiniz nedir, çalışma hayatınız
oldumu, hala çalışıyormusunuz?
“Ful Yaprakları” olarak blogu yazarken
kimliğimi açığa vurmamayı tercih ettiğim
için bugüne kadar mesleğimle ilgili bir kaç
ipucu dışında pek bilgi vermedim. Beni
düzenli okuyanların güzel tahminleri var
ama şunu söyleyebilirim ki okumak ve yaz-
mak tutkumu pekiştiren bir alan üzerine
üniversite eğitimi gördüm ve yine aynı
alanda 7 yıldır çalışıyorum.
Boş vakitlerinizi nasıl değerlendirirsiniz?
Yoğun çalıştığım için anı yaşamayı tercih
ediyorum.
Bununla birlikte keyfime düşkün bir yapım
olduğundan boş zaman bulduğumda o an-
ki ruh halime göre kendimi mutlu edecek
bir şeyler yapmak isterim.
Güzel bir gezinti, deniz kıyınsında uzun
bir yürüyüş, arkadaşlarla yemeğin bahane
sohbetin şahane olduğu bir toplantı, iyi bir
film, güzel bir tiyatro oyunu, eğlenceli bir
konser ya da kitaplarımla başbaşa farklı
dünyalara yolculuk yapmak gibi....
Günlük hayatta en çok neye sinirlenirsi-
niz ?
Haksızlık, yalan,tembellik.
Tahammül edemediğim ve anlam vereme-
diğim üçlü...
Arşivini yaptığınız, biriktirdiğin herhan-
gi birşey var mı ?
Eşyalara fazla anlam yüklemekten hoşlan-
madığımdan çok koleksiyoner bir yanım
yoktur,ama yazılarımı, kitaplarımı,
cd’lerimi ve dergilerimi özenle saklarım.
Bir de bir anı kutum vardır, çoğu insanın
olduğu gibi, orada geçmiş etkinlik biletle-
ri,bazı broşürler ve minik objeleri biriktiri-
rim.
Teşekkürler,
Sevgiler,
Ful Yaprakları
http://fulyapragi.blogspot.com/
59
Ücretsiz Abonelik İçin www.ajandadergi.blogspot.com İletişim: [email protected]