ÇaĞdaŞ mutezİle akimcilar · web viewŞehadet ederim ki allah’tan başka hiçbir ilah yoktur,...

149
ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR MÜELLLİF: ALİ B. HASAN B. ALİ B. ABDULHAMİD ÇEVİREN M. BEŞİR ERYARSOY ÖNSÖZ O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz, saptırdığına da kimse hidayet veremez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Şüphesiz “akıl”, ukala: akıl sahipleri” ve “akılcılık” ve bunlardan türeyen terimler hakkında konuşmak insanların pek çoğunun hoşuna gider ve onlar tarafından bu konuşmalar ilgiyle izlenir. Çünkü bu konuşmalar apaçık haktan açıkça görülen parlak bir tarafı ihtiva etmektedir. Fakat buna rağmen çirkin batıldan bazı yönleri de kendi yapısı içerisinde saklayabilmektedir. Yüce Rabbimiz kitabının birçok yerinde salih kullarını akıllarını kullanmaya ve kavrayıp, anlamaya teşvik etmek suretiyle pekçok yerde övmüş bulunmaktadır. Yüce Rabbimiz teşvik ederek: “Hiç akletmez misiniz?” “Olur ki akledersiniz” “Eğer akledenler iseniz” “Şüphesiz bunda akleden bir toplum için pek çok âyetler vardır.” “Böylelikle biz akleden bir topluluk için âyetleri geniş geniş açıklarız.” “İşte biz bu örnekleri aklederler diye insanlara veriyoruz.” ... diye buyurmaktadır. Tam bunun karşısında şanı yüce Allah’ın akıllarını kullanmayan, düşünmeyen, tefekkür etmeyen, akletmeyen kimselerin olumsuz durumunu sözkonusu ettiği başka birtakım âyet-i kerimeler de vardır. Bu sebeble yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsunki O sizden pekçok kimseyi saptırdı. Niçin akıl etmiyorsunuz?” (Yasin, 36/62) “Yine derler ki: “Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık cehennemlikler arasında olmazdık.” (el-Mülk, 67/10) 1

Upload: others

Post on 19-Sep-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR

MÜELLLİF: ALİ B. HASAN B. ALİ B. ABDULHAMİD

ÇEVİREN M. BEŞİR ERYARSOY

ÖNSÖZ

O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz, saptırdığına da kimse hidayet veremez.

Şehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur.

Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür. Şüphesiz “akıl”, ukala: akıl sahipleri” ve “akılcılık” ve bunlardan

türeyen terimler hakkında konuşmak insanların pek çoğunun hoşuna gider ve onlar tarafından bu konuşmalar ilgiyle izlenir. Çünkü bu konuşmalar apaçık haktan açıkça görülen parlak bir tarafı ihtiva etmektedir. Fakat buna rağmen çirkin batıldan bazı yönleri de kendi yapısı içerisinde saklayabilmektedir.

Yüce Rabbimiz kitabının birçok yerinde salih kullarını akıllarını kullanmaya ve kavrayıp, anlamaya teşvik etmek suretiyle pekçok yerde övmüş bulunmaktadır. Yüce Rabbimiz teşvik ederek: “Hiç akletmez misiniz?”

“Olur ki akledersiniz”“Eğer akledenler iseniz”“Şüphesiz bunda akleden bir toplum için pek çok âyetler vardır.”“Böylelikle biz akleden bir topluluk için âyetleri geniş geniş açıklarız.”“İşte biz bu örnekleri aklederler diye insanlara veriyoruz.” ... diye

buyurmaktadır. Tam bunun karşısında şanı yüce Allah’ın akıllarını kullanmayan,

düşünmeyen, tefekkür etmeyen, akletmeyen kimselerin olumsuz durumunu sözkonusu ettiği başka birtakım âyet-i kerimeler de vardır. Bu sebeble yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Andolsunki O sizden pekçok kimseyi saptırdı. Niçin akıl etmiyorsunuz?” (Yasin, 36/62)

“Yine derler ki: “Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık cehennemlikler arasında olmazdık.” (el-Mülk, 67/10)

“Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onun için akıl erdirmezler.” (el-Bakara, 2/171)

“Çünkü Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıl etmeyen sağır ve dilsizlerdir.” (el-Enfal, 8/22)

“Fakat sağırlara –üstelik akıl da erdiremiyorlarsa” sen mi duyuracaksın?” (Yunus, 10/42)

İşte bu şekilde görüyoruz ki yüce Allah “sayıları gerçekten uzayıp gidecek birçok yerde akıl sahiplerini övmek sadedinde Kur’ân-ı Kerim’in aklı”1 sözkonusu ettiğini görüyoruz. Çünkü akıl herbir insanın yüce Allah’ın bildirdiği hükümleri ve öngördüğü akideyi kavrayabilmesi, anlayabilmesi için kalkış noktasıdır. Dolayısıyla akıl yol gösterici konumundadır. Eğer o 1 el-Yafiî, Merhamu’l ileli’l Mu’dile fi’r-Raddi ala eimmeti’l-Mu’tezile, s. 64

1

Page 2: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

olmasaydı işitmenin faydası olmazdı, görmek yararsızdı, akılsız bir işitmek sağır bir andır, akılsız bir görmek ise zır deliliktir.”2

“Hatta akıl ilimlerin öğrenilmesi, amellerin mükemmel bir şekilde salih olabilmeleri için bir şarttır. Akıl ile ilim ve amel kemale erişir.”3

İslamın doğuşundan itibaren -iblisin hakkı batıla karıştırması sonucu- aklı kutsayan onu asıl ve temel kabul eden, hatta aklı şeriat koyucu ve hükmüne başvurulan hakem konumuna yükselten birtakım eğilimler yeşermiştir. Aklın kavramadığı şer’î bir hüküm görülecek olursa... derhal şeriat reddolunurdu.

Eğer sınırlı ve yetersiz bir akıl apaçık ve zahir bir nass ile çatışacak olursa, bu sefer nass tevil edilir. Hatta tahrif ve iptal dahi edilir.

İmam İbnu’l-Kayyim4 –Allah’ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: “Şüphesiz akıl ile nakil arasındaki bu çatışma dünyadaki herbir

fesadın esasını teşkil eder ve her bakımdan rasûllerin çağrılarının zıttıdır. Çünkü onlar vahye görüş ve akıllara göre öncelik vermeye davet etmişlerdir. Onların düşmanları ise bunun zıttına yönelmişlerdir. Rasûllere uyanlar vahye ve aklın varacağı sonuçlara göre öncelik vermişler, iblise yahut iblisin vekillerinden herhangi birisine tabi olanlar ise aklı naklin önüne geçirmişlerdir.”

Muhammed b. Abdu’l-Kerim eş-Şehristani el-Milel ve’n-Nihal adlı eserinde5 şunları söylemektedir:

“Şunu bil ki yaratma hakkında ortaya çıkan ilk şüphe iblisin şüphesidir. Bunun da kaynağı nassa karşı görüşünü ortaya koymak ve ilahi emre karşı çıkmak hususunda hevayı tercih etmek, yaratıldığı madde olan ateşi ileri sürerek Adem’in yaratılış maddesi olan çamura karşı büyüklenmek olmuştur.

İşte bu şüpheden daha başka pekçok şüphe de dallanıp budaklanmıştır.”

Bu sapanlar akıllarına kaldıramayacağı ağır yükü yüklemeye sebep teşkil eden ve böylelikle kendilerini hak ehlinin kendilerine yapacakları itirazları cevaplandırabilme imkanından mahrum bırakmakla yetinmediler. Aksine onlar hak ehlini aklı ihmal etmekle, bilgisizlikle, donuklukla, kıt kavrayışla anlamsız açıklamalarda bulunmakla... itham ettiler.

Ve daha buna benzer kendilerine daha çok yakışan lakaplarla onları adlandırdılar.

Bu akılcılar aslında ilk sapıklar olan Mutezileden itibaren başlayan müntesibleri zalim olan bir zincirin halkasıdırlar... Mutezile’nin ortaya çıkışından itibaren bu ana kadar da bu ateşin alevi dinmedi... Bid’atçiler, sapıklar buna katıldılar. Her türlü bağdan kurtulmak isteyenler, şaşkınlar onun üzerine atıldılar. Herkes buna çağırıyor, buna davet ediyor. Fakat değişik renklerle allı pullu elbiselerle ve yaldızlı sözlerle.

İşte bütün bunlar kısır akıllıları aldatan, parlayan herbir şeyi altın zanneden zayıf görüşlülerin gözlerini kamaştıran hususlardandır.

Bundan dolayı bizler anlayışı kıt, görüşü zayıf, şeriati kavramayan, dili akledemeyen, insanların avamından bir kesimini –bununla birlikte- bu 2 Şakir Abdu’l-Cebbar el-Menhecu’l-İlmi li’l-İ’tikad, s. 633 Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, III, 338-3394 el-Mavsili, Muhtasaru’s-Savaikı’l-Murselat, I, 293 “Bir uyarı”: Bu ifadeler es-Sevaiku’l-Mursela’nın tahkikli baskısında yer alması gereken IV, 1438. sahifede bulunmamakla birlikte muhakkik buna işaret etmemektedir. 5 I, 9-10

2

Page 3: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

akılcı olmak iddiasını ileri sürenlerin cahili akılcılık kandırmacasına kapıldıklarını görüyoruz.

Nebevi sünnete itiraz eden nice cahiller duyduk. Mütevatir ve şer’î bir nassı yetersiz gören nice kavrayışsız duyduk. Dini bir kaideyi reddeden hiçbir bilgisi bulunmayan nice ümmilerle

karşılaştık. Sapı samandan ayıramadığı halde pek büyük şahsiyetlerin hatalarını bulduğunu ileri süren nice avam gördük.

Yarım bir öğrencinin sesini kabul edilmiş müsellem inançları yüksek sesle reddettiğini duyduk. Kültürlü gibi görünen ve meydanı boş bulduğu için yırtınırcasına kasırga gibi esip savuran nicelerini duyduk.

Bunlar hep güzel bir iş yaptıklarını sanırlar.İşte o akılcılar... eski sapıklıklarıyla ortada olan o eskileri tekrar

parlatarak piyasaya sürmeye çalışan onların yüceliklerinden, büyüklüklerinden sözeden, onları nitelendirirken kadı... imam... üstad... büyük davetçi... müceddid... filozof... mütefekkir... ve buna benzer mürekkeplerin kağıtlara verdiği ağırlıktan başka hiçbir şey ifade etmeyen daha başka boş lakaplarla nitelendirildiklerini görüyoruz.

Eğer bir ülkenin lakapları yersiz kullanılıyor iseBöbürlenerek arslanın saldırısını anlatan kediye benzer. İşte ben bütün bu aldatmacaları ve bütün bu aldanışları görünce bu

cahil sapıklara cevap vermenin gereğini farkettim. Çünkü bunlar dinin hakikatini bilmediklerinden, rasûllerin efendisinin sünnetinin kıymetini de bilemediler. O bakımdan esas ilkeleri birbirine karıştırdılar, temel noktalar arasında çelişkiler gördüler. Bununla birlikte onlar hala akledenlerin kendileri olduklarını, akletmeyenlerin de başkaları olduklarını zannederler.

Bu eserime “Akılcılar Mutezile’nin Çağdaş Yavrularıdır” adını verdim. Haksız yere akla müntesip olan bu kimselere “heva ehli” adının verilmesi hakkın kendisidir. Çünkü onların hallerine ve vakıalarına uyan nitelik budur. Hak akıla gelince ondan alabildiğine uzaktadırlar.

Akıl sahibi, Muvahhid, Müslüman kardeşim! Bu kitapta delilleriyle birlikte onların atıl düşüncelerini büyüten yine delil ile onların batıl binalarının temellerini sarsan, hak ile onların vehme dayalı görüşlerinin akıldan uzak olduğunu ortaya koyan, açık belgelerle de iddiadan ibaret olan akıllarını iptal edip çürüten gerçekleri göreceksin. Aralarındaki ihlas sahibi ve hakka koşmak istemekle birlikte hak yoldan sapmış olanlarına yüce Allah’tan hidayet dilerim. İşte O’nun yolu apaçık ve dosdoğru ortadadır. Bu kitap ve sünnetin yoludur. Adaletli hakemdir ve bu vahiy ile birlikte yaşayan ilahi kitabın nüzulüne tanık olan, ondan dolayı hakka daha yakın ve doğruyu isabet ettirme ihtimalleri çok daha yüksek olan ümmetin güvenilir, sağlam, selefinin anlayışıyla ortada olan apaçık bir yoldur.

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa, 4/65)

İşte ölçü budur, kıstas budur, terazi budur.Bütün bunlardan sonra işin başında bu gibi kimselere tam bir

açıklıkla şunları söylüyorum: Evet “şüphesiz insan aklının, insanda bulunan bilgi ve hidayetin

araçlarından bir araç olmak itibarıyla değeri ve ağırlığı vardır... Bu bir gerçektir... Fakat bu beşeri akıl herhangi bir ortamda çeşitli etkenlerden

3

Page 4: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

etkilenebilen fertlerin ve toplumların aklıdır... Mutlak bir medlul olarak “insan aklı” adını verebileceğimiz bir şey yoktur ortada. [Başkasının üzerine bina edilebileceği ve çeşitli hususlar arasında hakemlik yapabilecek ve hükmü reddolunamayacak bir akıl bulunmamaktadır.] Ortada olan benim aklım, senin aklın, filanın aklı, berikinin aklıdır. Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda bir insan topluluğunun akıllarıdır...

Bütün bunlar ise çeşitli etkenlere bağlıdır. Bu etkenlerin etkisiyle bu tarafa ya da o tarafa eğilim gösterebilir.

O halde bu çok sayıdaki aklın başvuracağı ve böylelikle hükümlerinde, tasavvurlarındaki hatanın ve doğruluğun boyutunu aynı şekilde bu hüküm ve tasavvurlardaki kusur ve aşırılığın yahutta taksir ve kusurun boyutlarını bilebileceği değişmez bir ölçünün varlığı kaçınılmazdır.

İşte burada insan aklının değeri insan için değişmez bir ölçüye göre hükümlerinin değerini bilebileceği hazır bir araç olmasında ortaya çıkar. Sözkonusu bu değişmez ölçü hevaya göre sapma göstermez. Farklı etkenlerden etkilenmez...”6

Onların ölçü diye ileri sürdükleri bu hususta apaçık görülen bu karmaşaya rağmen,fıtratın hakikatini açıkça tersyüz etmekle birlikte...

Aklın yeri ve bilgisi ile ilgili apaçık bu tökezleyişe rağmen... Bu akılcıların alabildiğine böbürlendiklerini ve onlardan herhangi bir kimsenin –şer’î bir nassı yahut nebevi bir sünneti reddetmek için- avazı çıktığı kadar: akıl böyle bir görüşü imkansız kabul eder, reddeder ve onu kabul etmez dediğini görebiliyoruz.

Geçmişte ve günümüzde batıl ehlinin kursaklarında heveslerini tıkayan zat (İbn Teymiye) şunları söylemektedir.7

Bu gibi kimselerin sözlerinin çürüklüğüne delil olarak şu yeterlidir: Onların hiçbirisinin akıla havale ettiği hususlarda sürekli kullandığı tek bir kaidesi yoktur. Aksine onların kimisi akıl caiz ve vacip kılar diye iddia ederken, bir diğeri aklın aynı hususu imkansız gördüğünü iddia eder.

Keşke kitap ve sünnetin hangi akılla ölçülüp biçileceğini bilebilseydik.Yüce Allah şu sözleri söyleyen İmam Malik b. Enes’den razı olsun:

“Biz diğerinden daha iyi tartışabilen bir adamla karşılaştığımız her seferinde Cebrail’in Muhammed (s.a)’a getirdiklerini bu adamların tartışabilme kabiliyetleri dolayısıyla terk mi edeceğiz?8”

Bunlar bu doğru yola... ve bu mükemmel akla dönüversinler.Yüce Allah’ın emrine, O’nun Rasûlünün emrine mutlak olarak teslim

olsunlar... Çünkü bunlardır kurtuluş gemisi.Herbir şeyi hak yerine yerleştirsinler. Bu onlar için daha temiz ve

daha güzeldir.Onlar bu yaptıklarıyla küfür ve şirk ehline İslam esaslarının yıkılması,

bu dinin esaslarının reddedilmesi sadedinde çok değerli hizmetler sunduklarını bilsinler... Onlar bu işi bilerek yahut bilmeyerek yapsınlar, kabul etsinler yahut reddetsinler olan budur. Fakat:

“...Ancak köpük atılır gider, insanlara fayda verecek olan şeye gelince; işte bu yerde kalır.” (er-Rad, 13/17)6 Seyyid Kutup, Fi Zilali’l-Kur’an, II, 2907 Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, V, 298 İmam Malik’in bu sözünü İbn Batta, el-İbane, s. 582’de rivayet etmektedir.

4

Page 5: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Hakkı söyler yüce Allah ve O iletir dosdoğru yola.Ebu’l-Haris el-Eserî8 Cumadelûla 1413

I. BÖLÜM

AKLIN TANIMI

Bu kitabımızın sağlıklı ilmi temeller üzerinde inşa edilebilmesi için hem sözlük hem de terim anlamı ile aklın tanımının yapılması kaçınılmaz bir şeydir.

I. Sözlük Anlamıyla Akıl:

(Arapçada) akıl kelimesini oluşturan ayn, kaf ve lam çoğunluğu itibariyle bir şey içerisinde hapsolmak veya ona yakın bir anlamı ihtiva eden bir anlama delalet eder. Kötü söz ve fiilden alıkoyan (hapseden) şeye akıl denilmesi de bu kabildendir.1 Bu kök mazide ve müzariinde kaf harfi kesreli olarak gelen fiilin mastarıdır. Akıl ile kavranılan şeye makul, akıl ile kavrayan akleden kimseye de akîl denilir.

Aklin asıl anlamı alıkoymaktır. Mesela ilaç karnını akletti denilirken onu tuttu (ishalini kesti) demektir. Deveyi akletmek ise kaçmasını engellemek maksadı ile devenin ayağını bilek kısmına bağlamak ve her ikisini de bir ipe bağlamak demektir.2

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye Bu’yetu’l-Mürtad (s. 249)’da şunları söylemektedir: “Akıl bildiği bir şeyi zaptedip, alıkoyması halini anlatmak için kullanılan “akile, ya’kilu” fiilinin mastarıdır.”3

Firuz Abadi, el-Kamusu’l-Muhit (s. 1336)’da şunları söylemektedir:“Akıl, ilim ya da eşyanın güzelliğini, çirkinliğini, mükemmelliğini,

eksikliğini bilmek yahut iki hayırdan hayırlısını, iki şerden kötü olanını bilmek demektir. Yahut birtakım hususlar hakkında mutlak olarak kullanılan ya da güzel ile çirkini birbirinden ayırdetme ve zihinde toplu olarak birarada bulunan anlamları ayırdedebilme gücüne denilir.”

Basairu Zevid Temyiz (IV, 85)’de de şunları söylemektedir: “Akla bu ismin verilmesi sahibini güzel olmayan hususlardan

alıkoymasıdır. Akıl ilmi kabule hazır güçtür. İnsanın bu güç ile elde ettiği bilgiye de aynı şekilde ilim de denilir.”

II. Terim Olarak Aklın Anlamı:

Aklın terimsel tanımları farklı ve çeşitlidir.4 Bir kısmı ile ilgili birtakım mülahazalar ve eleştiriler sözkonusudur.

Tercih edilen tanıma göre akıl: “Dört anlam hakkında kullanılır: 1. İnsanda var olan ve vasıtasıyla bilip öğrendiği ve aklettiği güçtür.

Bu da gözdeki görme, dildeki tat alma duyusuna benzer. Bu güç akledilecek ve bilinecek şeyler için varlığı şarttır. İnsanın ilahi 1 İbn Faris, Mucemu Makalisi’l-Luğa, I, 692 Lisanu’l-Arab, XI, 458. Kısmen tasarrufla. Ayrıca bk. Tacu’l-Aruz, IV, 353 Bk. er-Raddu ale’l-Mantıkıyyin, s. 196 adlı eseri.4 Bk. el-Cürcani, Tarifat, s. 157; el-Baci, Hudud, s. 25 ve başka eserler.

5

Page 6: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

yükümlülüklere muhatap olmasının kaynağı da bu güçtür. Bu güç ile insan diğer hayvanlardan ayrı bir konumdadır.

2. Zorunlu (kesin) bilgiler bu da bütün akıllıları kapsayan bir özelliktir. Mümkün (varlığı ve yokluğu akıl açısından eşit), vacip (varlığı zorunlu), mümteni (varlığı imkansız şeyleri bilmek) gibi. Filozoflarla kelamcılar aklı böyle tarif etmişlerdir. Kimileri de bunu iki kısma ayırmışlardır. Bir kısmı ta baştan beri insanlar hakkında varolur, diğeri ise zamanla elde edilir. Bunlar birinci kısma akıl demişlerdir.

3. Teorik (nazari) bilgiler: Bunlar da düşünmek ve istidlal ile elde edilen bilgilerdir. Bu hususta insanların birbirlerinden farklı oldukları, birinin diğerinden üstün olduğu çok açık ve gerçek bir durumdur.

4. İlim gereği meydana gelen ameller. Bundan dolayı el-Esmai şöyle demiştir: “Akıl çirkin şeylerden uzak durmak ve nefsi sadece güzel olana hasretmektir.” Bir hristiyanı akıllı olmakla nitelendiren bir adama şöyle denilmiştir: “Sen böyle bir şey söyleme çünkü akıllı kişi ancak Allah’ı tevhid eden ve O’na itaat işler yapan kimsedir.” Cehennemlikler de şöyle diyeceklerdir: “Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık5

cehennemlikler arasında olmazdık.” (el-Mülk, 67/10)Buna göre bazı kimselerin aklı bu anlamların bazılarını sözkonusu

ederek tanımlamaları kapsayıcı bir tanım değildir. Doğrusu bu anlamların hepsini birarada sözkonusu etmektir.

Akla dair kaydedilen bütün bu anlam ve tanımlarda başlı başına varolan bir cevher (öz) olmakla nitelendirilemez. Bu hususta filozoflar ile onların yolunu izleyen kelamcılar muhalefet etmişlerdir. Akıl sahibi kimse ile birlikte var olabilen bir sıfat yahutta –cevher ve arazdan sözedenlere göre- bir arazdır. Aklın bir sıfat olması onun yaratılmışların ilki olmasına engeldir. Çünkü sıfat kendi kendisine muaf olamaz.”6

Bu dört tanımı Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- kapsamlı bir ifade çerçevesinde şöylece birarada toparlamış bulunmaktadır.7

“O halde akıl kaçırmak, zaptedip dizginlemek, korumak ve buna benzer anlamlar olup, serbest bırakmanın, kayıt ve bağdan kurtarmanın, ihmal etmenin başıboşluğun ve benzeri hususların da zıttıdır. Bu her iki zıt hal de görünen cisim ile ve görünen cisme ait olur. Aynı şekilde batıl olan kalp ile batılen bilinen şeyler hakkında sözkonusu olur. O halde akıl ilmin zaptedilmesi ve tespit edilmesi demektir. Bu ise ona tabi olmayı gerektirir.

İşte bundan dolayı “akıl” sözü ilim gereğince amel hakkında kullanılır olmuştur.”

III. Aklın Türleri:

İmam Hafız Tivamu’s-Sünne Ebu’l-Kasım et-Teymi el-Asbahani diyor ki:8 “Akıl iki türlüdür. Fıtri akıl ve kesbi akıl:

5 O halde beyni olan herkes akıllı değildir. İsterse o kendisini bir mütefekkir sansın yahutta filozof ya da akılcı olmakla nitelendirirsin.6 Osman b. Ali b. Hasan kardeşimizin Menhecu’l-İstidlal ala Mesaili’l-İ’tikad, I, 158-160’dan tasarruf ile7 Buğyetu’l-Murtad, s. 250-2518 el-Hucce fi Beyani’l-Mihacce, II, 502-504. Merhum ifadelerinin başına “kimi ilim adamı şöyle demiştir” ibaresini eklemektedir.

6

Page 7: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Fıtri akıl doğan çocukta var olan akıldır. Süt emmeyi, yemek yemeyi, hoşuna giden şeyler dolayısıyla gülmeyi, sevmediği şeylerden ötürü ağlamayı, kendisine zarar verecek şeylerden uzak kalmayı akletmesi gibi. Bütün bunları fıtri akıl ile kavrar.

Aklın sözlükteki asıl anlamı alıkoymak, engellemektir. Hayvan da kendisine zarar verebilecek şeylerden bazen kendisini alıkoyabilir. Bu ise kendisine zararlı olan yahutta ölümü sonucunu verecek hususlara yaklaşmaması için kendisine fayda sağlayacak şeyleri işlemeye iten bir ilhamdır. O bu gibi zararlı şeylere yaklaşmadığı gibi, aksine o şeylerden kaçar, kendisine zararlı olacak şeyleri yahutta bitki ve benzeri zehirleri yemez.

Küçük çocuğun kırk yaşına varıncaya kadar aklı zamanla artar. İşte o vakit aklı kemale erer. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nihayet o yiğitlik ve olgunluk çağına ulaşınca, ve kırk yaşına varınca...” (el-Ahkaf, 15) Yani aklının kemaline ve kırk yaşına ulaşınca demektir. Bundan sonra aklın bunaklığa varıncaya kadar eksilip durur.

İşte bu artış kazanılan akıldır. İlim her gün artış gösterir. İlim öğrenmek ömrün bitmesi ile son bulur. İnsan hayatta kaldığı sürece ilmin artışından müstağni kalamaz. Fakat akıl nihai noktaya ulaştığı vakit aklın artışına muhtaç olmayabilir.

İşte bu aklın ilimden daha güçsüz olduğunu, dinin güçsüzlüğü ve azlığı dolayısıyla akıl ile idrak edilemeyeceğini, gücü ve çokluğu dolayısıyla ilim ile idrak edilebileceğini gösterir.

Bu da şunu göstermektedir. Eğer akıllı bir kimse delirecek olursa, kazandığı akıl gider. Ahiret ve din ile ilgili hususlarda doğru yolu tespit edemez. Bununla birlikte doğuştan beraberinde getirdiği akıl onunla kalmaya devam eder. Küçük çocuğun yaptıklarını yapar. Dünyevi hususlar ile alakalı özellikleri ondan ayrılmaz. Yemek, içmek, kendisine zarar verecek şeylerden uzak durmak, kendisine fayda sağlayacak şeylere koşmak gibi. İşte bu durum azıyla çoğuyla aklın dinde herhangi bir alanının bulunmadığını ve ona dair bir karinenin yer almadığını göstermektedir.”

İşte yüce Allah’ın gücüyle bu hususa dair geniş açıklamalar gelecektir.

7

Page 8: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

II. BÖLÜM

İSLAM’DA AKLIN YERİ1

Birinci Bahis

İslamın Aklın Değerini Vurgulaması:

“Kendi iddialarına göre aklın şanını yüceltip, değerini yükselttiklerini ileri süren felsefe ve kelam ekolleri hiçbir şekilde İslamın akla verdiği değeri ve onu yükselttiği şeref mertebesinin onda birine dahi asla ulaşamadılar, ulaşamayacaklardır. Tabi bu onların akla büyük bir kötülük ettiğini sözkonusu etmemek halinde söylenecek sözümüzdür. Çünkü onlar aklı hiçbir şekilde ulaşamayacağı dar geçitlere soktular. Nihayet onlardan herhangi bir kimse aynı anda bir hükmü ve onun zıttı bir önermeyi kabul edebilmekte, bir defa isabet etse bile defalarca tökezleyebilmektedir.

Aralarında farklılığa ve çekişmelere rağmen, akıl sahiplerinin herbirisi akla dayandığını, delilin kendisini desteklediğini, açık belgelere sahip olduğunu ileri sürer. Durum böyle olmakla birlikte hepsi de akli delilin kesin olduğunu ittifakla kabul ederler. Hiçbir delilin onun karşısında duramayacağını söylerler. Fakat onlar bu hususta ihtilaf halindedirler ve ona muhalefet etmektedirler.”2

“İnsanlık akla bakışında aşırılığa kaçmıştır. Özellikle yüce Allah aklın önüne uzay ve atom bilgileri alanında geniş alanlar açtıktan sonra daha önce bilmedikleri kainatın sırlarının pekçoğunu keşfettikten sonra bu aşırılığa kaçmış ve peygamberlerin getirdiklerine gerek duymamak imkanına sahip olduğunu sanmış, bunun için semavi şeriatleri bir kenara atarak kendileri adına sistemler ortaya koymuş, hayatlarına kanunlar yapmış, canlarının çektiğini helal, nefislerinin nefret ettiklerini haram kılmışlar ve bütün bunları yaparken de sınırlı akıllarının telkinleri ve bozuk ve hasta hayallerinin telkinlerine dayanmışlardır. Bunun için aklı bağlarından kurtarıp, özgürlüğe kavuşturmak, sistemler koyup, kanunlar düzenlemek gibi görevini yerine getirebilmesi için önünü açmak gerekçesiyle semavi dine savaş açmışlardır.

Bunların bu görüşlerini ancak brahmanist diye bilinen ve ineklere tapılan Hindistan’da putperest bir kesimden başka daha önceden ileri sürmüş değildir.

İslami düşünüşte aklın ona layık olan belli bir yeri vardır. Akıl ilahlık mertebesine yükseltilmediği gibi, akıl sahibi kimse diğer hayvanların seviyesine düşecek kadar da küçültülmez. Çünkü aklın insanın faydasına ve zararına olacak şeyleri bilmekte, güzel ve çirkini fıtri olarak birbirinden tanıyabilme kudretine sahip olduğu açıkça kabul edilen bir husustur.”3

Elverir ki akıl mesh olmasın (daha aşağılık bir varlığa dönüştürülmesin) yahutta ortaya çıkan etkenler onu değişikliğe uğratmasın.

1 Kardeşimiz Şeyh Muhammed Musa Nasr’ın “Akıl ve İslamdaki Yeri” başlıklı özlü bir çalışması vardır. Medine-i Münevvere’de Daru’l-Guraba el-Eseriyye yayınevi tarafından basılmıştır.2 Osman b. Ali b. Hasen, Menhecu’l-İstidlal ale’l-İ’tikad, I, 1683 Dr. Süleyman el-Aid, Mecalu’l-Akli’l-Beşeri ve Hacetu’l-Beşer ile’r-Risale adlı makale, el-Beyan dergisi sayı 6, s. 38

8

Page 9: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Apaçık gerçek şu ki4 “İslam akidesi gibi insan aklına saygı duymak esası üzerinde yükselen, bununla iftihar eden ve buna dayanan başka bir akide yoktur.

Yine İslamın temel kitabı Kur’an-ı Kerim gibi aklın değerini ve üstünlüğünü en ileri dereceye götüren ve önündeki bütün engelleri kaldıran ve bu engellerden aklı kurtaran başka bir kitab yoktur. Hatta Kur’an-ı Kerim yüce Allah’ın aklı yaratma sebebini teşkil eden rolünü yerine getirebilmesi için çokça harekete getirmeye çalışır.

Gerçekten İslam aklı yücelttiğini, ona önem verdiğini pekçok yerde açıkça belirgin bir şekilde ortaya koymuştur. Bunların bazısını sözkonusu edelim:

1. İslamın imana daveti aklın ikna edilmesi temeli üzerinde yükselmiştir. İslam insandan aklının kandilini söndürerek itikad etmesini istememiştir. Aksine onu aklını kullanmaya ve hayatını ilgilendiren hususlarda ikna edici sonuçlara ulaşmak için akli gücünü çalıştırmaya çağırmıştır.

İslam bu gücü böyle bir sonuca ulaşması için çeşitli şekillerde yönlendirmiş bulunmaktadır:

1. İslam bu gücü tefekkür ve tedebbüre (iyice düşünmee) yönlendirmiş bulunmaktadır.

a. Kitabı üzerinde düşünmeye yönlendirmiştir:“Bu âyetlerimi düşünsünler, tam akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana

indirdiğimiz hayır ve bereketi bol bir kitabtır.” (Sad, 28/29)“Hala onlar Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o

Allah’tan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” (el-Maide, IV/82)

“Onlar Kur’an’ı iyiden iyiye düşünmezler mi? Yoksa kalbleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24)

Diğer taraftan insan aklını harekete getirerek Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için ona meydan okur. Nihayet o bu hususta acizliğini idrak edecek ve bu kitabın Allah tarafından gönderilmiş olduğunu kesinlikle bilip anlayacaktır: “Deki: ‘Öyleyse haydi siz de onun gibi uydurma on sure getirin.” (Hud, 11/13)

“Eğer doğru söyleyen kimseler iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.” (et-Tur, 52/34)

b. Allah’ın yaratılmışları üzerinde de düşünmeye yönlendirir: “Onlar ki ayakta iken, otururken, yanları üstünde yatarken daima

Allah’ı anar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın, sen münezzehsin, bizi ateş azabından koru.” (Al-i İmran, 3/191)

“Onlar kendileri hakkında düşünmezler mi? Allah göklerle yeri ve aralarında olanı ancak hak ile ve belli bir süre ile yarattı. İnsanların çoğu ise Rablerine kavuşmayı gerçekten inkar ediyorlar.” (er-Rum, 30/8)

“Artık onlar bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiklerine ve yerin nasıl yayılıp yeşerdiğine.” (el-Ğaşiye, 88/17-20)

4 Burdan bu bölümün ikinci bahsinin sonuna kadar yer alan açıklamalar Fehed er-Rumi, Menhecu’l-Medreseti’l-Akliyye el-Hadiyse fi’t-Tefsir (s. 29-40)’dan kısaltılarak iktibas edilmiştir.

9

Page 10: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Daha sonra aklın bütün duyu imkanları ile gökte herhangi bir tutarsızlık bulması hususunda -acizliğinin ortaya çıkmasından sonra- iman ve teslimiyetinin artması için meydan okumaktadır:

“O tabaka tabaka yedi gök yaratandır. Rahmanın yaratışında hiçbir düzensizlik göremezsin. Haydi gözünü çevir de bak, bir çatlak görecek misin? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir ve bak göz hor ve hakir (kusur bulmaktan yana) yorulmuş olarak yine sana dönecektir.” (el-Mülk, 87/3-4)

c. Koyduğu şer’î hükümler üzerinde de düşünmeye yönlendirmiştir: “Ey olgun akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır. Olur ki

sakınırsınız.” (el-Bakara, 2/179)“Oruç tutmanız sizin hakkınızda daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz” (el-

Bakara, 2/84)“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit

Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (el-Cuma, 62/9)

Yüce Allah bu teşriî hükümlerin hikmetini araştırmak için üzerlerinde tefekkür edip düşünmeyi emretmiştir. Çünkü hayat teşriî kuralların otomatik olarak uyum arzedecek şekilde otomatik bir şekilde akıp gitmemektedir. Tek bir kaidenin yüzlerce hali sözkonusudur. İnsan teşriî hükümlerin ötesinde gizli bulunan hikmeti idrak etmeyip, bütünlüğü içerisinde teşriî hükümlerin ilişkilerini kavrayamayacak olursa vakıadaki hayatlarında insanların karşı karşıya kalabilecekleri bu çeşitli durumlarda bu hükümleri uygulama imkanını asla bulamaz.

İslam en hayırlı bir şekilde uygulayabilme imkanını elde edebilmesi için bu teşriî hükümler üzerinde düşünmek için aklı uyandırmaya özel bir dikkat göstermiştir.5

d. Geçmiş ümmetlerin halleri ve işledikleri masiyetlerin kendilerini vardırdığı sonuç üzerinde de düşünmeye yönlendirmektedir:

“Deki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da yalanlayanların sonu nice oldu bir bakıverin.’” (el-En’am, 6/11)

“Görmediler mi ki biz kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik. Onları sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzünde yerleştirmiş (imkan ve iktidar vermiş) gökten üzerlerine bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Böyle iken günahları yüzünden onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil yarattık.” (el-En’am, 6/6)

e. Dünya ve geçici nimetleri üzerinde düşünmeye de yönlendirmektedir:

“Onlara dünya hayatının misalini de ver. O gökten indirdiğimiz sonra yeryüzünün bitkileri ile karışan bir suya benzer. Sonra o bitki rüzgarların kökünden koparıp savurduğu çörçöpe döner. Allah herşeye kadir olandır.” (el-Kehf, 18/45)

Bu düşünme ve tefekkür bizatihi maksat değildir. Bundan maksat faydalı bir ürüne ulaşmaktır. Bununla da filozofların ağız dolusu dile getirdikleri felsefe ve bu düşünme sonucunda kelamı müphem ve üstü kapalı ifadeler haline getirmekte yarışmaları, sonra da hiçbir sonuca ulaşmayışları da değildir. Bundan maksat ıslahtır. Kalbin ıslahı, akidenin ıslahı, yeryüzünde dinin doğru yöntemine uygun olarak hayatın ıslahıdır.

5 Muhammed Kutb, Menhecu’t-Terbiyyeti’l-İslamiyye, s. 104 ile karşılaştırınız.

10

Page 11: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

2. İslam aklın gücünü hem toplumsal hayat düzenini doğruya yönlendirme ve ıslah kabilinden bir gözetlemeye yönlendirmiştir ki işler sağlıklı bir yönteme uygun bir şekilde yol alabilsin: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Al-i İmran, 3/104)

İslam toplum fertlerinden herbirisinin sorumluluğunu, sınırlarını tespit etmiş, zatı itibariyle salih bir kimse olsa dahi eğer bilerek ıslah etmeyecek olursa, cezalandırılmakla onu tehdit etmiştir: “Bir de içinizden yalnızca zulmedenlere erişmekle kalmayan bir fitneden sakının.” (el-Enfal, 8/25)

“İsrailoğullarından kâfir olanlar Davud’u ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu onların isyan etmelerinden ve haddi aşmalarından dolayı idi. Onlar işledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Onların yapmakta oldukları gerçekten ne kötü bir şeydi.” (el-Maide, 5/78-79)

Peygamber (s.a) da şöyle buyurmuştur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.”6

II. Bununla birlikte İslam aklı iman etmeye zorlamaz, mecbur etmez. O iman ile küfürden birisini tercih etmek hususunda aklı muhayyer bırakmıştır:

“Dinde zorlama yoktur.” (el-Bakara, 2/256)“Deki: ‘O Rabbinizden gelen haktır, artık dileyen iman etsin, dileyen

kâfir olsun.’” (el-Kehf, 18/29)“Sen iman etsinler diye insanları zorlayıp, duracak mısın?” (Yunus,

10/99) “Artık sen hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat

olan bir zorba değilsin.” (el-Ğaşiye, 88/21-22)İslam aklı iman etsin diye zorlamaz.7 Bu da kitap ve sünnette bilinen

fukahanın açıkladığı alimlerin genişçe şerhettiği bilinen şartlar çerçevesindedir.

III. İslam kul ile Rabbi arasındaki ilişkinin akide ve şeriat hususlarında akli açıklık ve netlik üzerinde yükselmesine kanaat getirip iman ettikten sonra da ruhbanlıkla elini kolunu bağlamamaya özellikle dikkat etmiştir. İslamda ruhbanlık yoktur. Çünkü ruhbanlık iç güdüleri ve duyuları kayıtlar altına almak bir tarafa aklı da zincire vurur. Beşeri güç ve enerjiyi atalete sevkeder ve hayat düzenine eğer insanlar ruhbanlığa yönelecek ve onlardan uzak kalışı din olarak benimseyecek olurlarsa bütün varlıkların yok olmaları sonucunu verecek şekilde hayat düzenine büsbütün muhaliftir.

IV. İslamın akla değer vermesinin tecellilerinden birisi de zihinlerini kullanmayan mukallidlerin yaptıklarının yanlışlığını ortaya koyması, hurafe ve hevalardan ortaya çıkmış gülünç görüş ve tutarsız nazariyelerin kör bir taklid ile ve sağır bir taassup ile arkalarından gitmekten sakındırmış olmasıdır: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman onlar: ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ derler. Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış idiyseler.” (el-Bakara, 2/170)

6 Buhari, XIII, 100; Müslim, 1829 İbn Ömer’den7 Yüce Allah’ın: “Dinde zorlama yoktur” buyruğunun doğru anlamı için bk. el-Muharramu’l-Veciz, II, 280; Mealimu’t-Tenzil, I, 362; Teysiru’l-Kerimi’r-Rahman, I, 316 ve Hasaisu’t-Tasavvuri’l-İslami, s. 18’e bakınız.

11

Page 12: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

“Dediler ki: Ey Şuayb! Bize babalarımızın tapındıklarından... vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor?’” (Hud, 11/87)

“O halde bunların tapmakta oldukları şeylerden hiç şüphen olmasın. Onlar ancak daha önce babalarının tapındıkları gibi tapınıyorlar. Biz de onların paylarını muhakkak eksiksiz veririz.” (Hud, 11/109)

Kur’an-ı Kerim her husus hakkında bir inanca sahip olmadan önce ve onun peşine takılmadan önce sağlam bir şekilde doğruluğundan emin olmayı emretmiş bulunmaktadır: “Bilmediğin bir şeyin ardına düşme, çünkü kulak göz ve kalbin herbiri ondan sorumludur.” (el-İsra, 17/36); “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse iyice araştırın.” (el-Hucurat, 49/6)

V. İslamın akla değer verdiğinin göstergelerinden birisi de öğrenmeyi emretmiş olması ve buna teşvik etmiş olmasıdır. Bedenin gelişmesi yemekle gerçekleştiği gibi aklın gelişmesi de ilimle gerçekleşir. Çünkü bu yolla iman daha geniş bir idrak daha derin bir kavrayış ve daha mükemmel bir kanaatin sonucu olarak ortaya çıkar.

Hatta yüce Allah ilim sahiblerini kendisi ve melekleri ile birlikte sözkonusu ederek şöyle buyurmuştur: “Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahibleri de (buna iman ettiler). Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O mutlak galibtir, hikmeti sonsuz olandır.” (Al-i İmran, 3/18)

“Kulları arasında Allah’tan ancak zalimler korkar.” (Fatır, 35/28) “...Ki Allah sizden iman edenleri ve (özellikle) kendilerine ilim

verilenleri dereceler ile yükseltsin.” (el-Mücadele, 58/11)“Muhakkak indirdiğimiz apaçık âyetlerimizi ve hidayeti insanlara

kitabta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra gizleyenler var ya işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet edenler lanet eder. Ancak tevbe edenler (amellerini) ıslah edenler ve (gizledikleri gerçeği) açıklayanlar müstesna. Artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri çokça kabul ederim, çok rahmet ederim.” (el-Bakara, 2/159-160)

Bundan dolayı İslam dini bilgileri tekeline alan, bağışlanma belgeleri (endülüjans) veren, helal ve haram kılma imkanına sahip olan “din adamı” diye bir şey tanımaz. Fakat İslam insanların dinleri hakkında içinden çıkamadıkları hususlarda Allah’ın hükmünü bilmek için kendisine başvurulan “din alimi” düşüncesini bilir. Bu din alimi Allah’ın hükmünü şer’an muteber olan bir delile dayanarak ve kitap, sünnet yahutta kabul edilmiş bir icma olmaksızın bağlayıcı olarak herhangi bir hüküm ortaya koyamaz.

VI. İslamın aklı yüceltmesinin göstergelerinden bir diğeri de hakkında kitap yahut sünnetten bir nass ya da icma bulunmayan hususlarda esas itibariyle akıl temeli üzerinde yükselen içtihada dayanarak hükümlerin istinbad edilmesini ortaya koymuş olmasıdır. Rasûlullah (s.a) nassın bulunmaması halinde içtihada teşvik ederek şöyle buyurmaktadır: “Hakim içtihad edip isabet ederse iki ecri vardır. Şâyet içtihad edip hata ederse bir ecri vardır.”8

Böylelikle İslam nassın bulunmaması halinde yetkin kimselerin hüküm çıkarmak üzere aklın çabasını bir esas olarak değerlendirmiş ve

8 Buhari, 7352, Müslim, 1716, Amr b. el-As’dan

12

Page 13: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

bununla birlikte hata edilmesi halinde de ecrin sabit kalacağını ifade etmiş olmaktadır.

VII. Bir diğer gösterge de İslamın aklın üstün tutulmasını, gereği gibi muhafaza edilmesini emretmiş olması aklın yol alışını olumsuz olarak etkileyen yahutta –onu büsbütün ortadan kaldıranlar şöyle dursun- onu perdeleyen herbir hususu da yasaklamış olmasıdır.

Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim içki içmeyi haram kılmıştır: “İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir. Artık bunlardan kaçının.” (el-Maide, 5/90)

İslam sarhoşluk veren herbir şeyi haram kılmıştır: “Sarhoşluk veren herbir şey hamr (içki)dir ve sarhoşluk veren herbir şey de haramdır.”9 Bu haram kılış aynı şekilde sarhoşluk vermeyecek olan miktarı dahi kapsamına almaktadır: “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.”10

İşte bütün bunlar aklı korumak ve aklın varlığını devam ettirmesini sağlamak içindir.

Başkasının aklının izale olmasına sebeb olan kimseye ceza olarak tam bir diyet ödenmesini öngörmüştür:

İmam İbn Kudame el-Muğni adlı eserinde (8, 37) şunları söylemektedir: “Bu hususta bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyoruz. Ayrıca bu Ömer ve Zeyd (Allah ikisinden de razı olsun)’den de rivayet edilmiştir. Fukahadan görüşleri bize ulaşanlar da bu görüştedir. Çünkü akıl en değerli bir nimettir. Faydası itibariyle en büyük olan bir duyudur. Onunla insan hayvandan farklı olmakta, onun vasıtasıyla bilinen şeylerin hakikatlerini bilmekte, kendisine fayda sağlayacak şeyleri bulmakta, zararlı olacak şeylerden sakınabilmektedir. Akıl sayesinde mükellef olur. Velayet haklarının sabit olması, tasarrufların sahih olması, ibadetlerin eda edilmesi için akıl şarttır. Buna cevap akıl dolayısıyla tam bir diyetin ödenmesini öngörmek diğer duyu organlarına oranla daha doğrudur.”

İkinci Bahis: İslama Göre Aklın Alanı:

Akla bunca değer vermesine ve bütün bu ihtimama rağmen İslam aklın sapmasını önlemek amacı ile faaliyet göstereceği alanlarının sınırını çizmiş bulunmaktadır.

Bunu yapmakla da akla bir değer vermiş olmaktadır. Çünkü aklın gücü ve kabiliyetleri sınırlıdır. Akıl kapsamlı bir şekilde kavramak ve idrak etmek hususunda ne kadar kudret ve imkana sahip kılınmış olsa da bütün gerçekleri idrak edemez.

Bundan dolayı akıl birçok gerçeklere el uzatmaktan uzak kalmaya devam edecektir. Eğer bu alanlara dalmaya kalkışacak olursa, karşısında işler karmakarışık bir hal alır ve karanlık vadilerde gelişigüzel hareket eder. Bu durum ise onun pekçok yanlışlıklara düşmesini ve pek çok tehlikeli alanlara dalmasını gerektirir.

Bundan dolayı İslam akla açık ve şer’î emirlere teslimiyet gösterip onları yerine getirmeyi emretmiştir. İsterse bu husustaki hikmeti ve sebebi idrak edemesin.

9 Buhari, X, 25; Müslim, 2003, Abdullah b. Ömer (r.a)’dan10 Çeşitli yolları bulunan sahih bir hadis olup, yer aldığı kaynaklar ile ilgili genişçe bilgi için bk. İrvau’l-Ğalil, 2375

13

Page 14: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Şüphesiz yüce Allah’a ilk isyankarlığa sebep böyle bir itaat etmeyiştir. Şanı yüce Allah iblise Adem (a.s)’a secde etmesini emredince o da büyüklük tasladı ve isyan etti. Kendi görüşü ile yetinerek yaratılışı ile Adem (s.a)’ın yaratılışını karşılaştırdı: “Dedi ki: ‘Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu da çamurdan yarattın.” (el-Araf, 7/12) O kendi görüşüne göre daha faziletli olanın, daha az faziletli olana secde etmesini gerektiren sebebi öğrenmek isteği ile emre uymadı. Aklı bu sebebi idrak edemeyince bu sefer emre uymayı reddetti. Böylece ilk masiyet ve buna karşı verilen ceza ortaya çıktı.

Bundan dolayı İslam aklın idrak edemediği ve idrakin uzanamadığı hususlara dalmasını yasaklamış bulunmaktadır. Yüce Allah’ın zatı, ruhların mahiyeti ve buna benzer hususlar buna örnektir. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Sizler Allah’ın nimetleri hakkında düşününüz. Fakat Allah(‘ın zatı) hakkında düşünmeyiniz.”11 Yine Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar birbirlerine soru sormaya devam eder dururlar. Nihayet şöyle denir: İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Peki Allah’ı kim yarattı? Her kim bu kabilden bir şey hissederse: Ben Allah’a ve Rasûllerine iman ettim desin.”12 Ruh hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bir de sana ruhu soruyorlar. Deki: ‘Ruh Rabbinin emrindendir...’” (el-İsra, 17/85)

Böylelikle ruhun mahiyetine dair cevap vermemiş olmaktadır. Çünkü ruha dair soru sormak da, onun idraki de aklın altından kalkabileceği işlerden değildir.

Cennet, cennetin nimetleri, cehennem ateşi ve onun alevleri bunun keyfiyeti ve daha başka aklın el atabileceği ve erişebileceği alanın dışında kalan diğer bütün gaybi hususlar da böyledir.

İslamın ilk asrında müslümanlar bu yolu izlediler: Aklın ne yapabileceğini bildiler, bu bilgileri okuyup öğrendiler, bellediler. Onun alanına girmeyen hususları da bildiler ve bunlarla ilgilenmekten uzak kaldılar. Hatta heva ehli olarak bilinen ve müteşabihlere dair soru soran kimselerden bile uzak kaldılar. İşte Sabih b. İsr müslüman askerler arasında Kur’an’ın müteşabih buyruklarına dair Mısır’a varıncaya kadar soru sorup durdu. Amr b. el-As onu Ömer b. el-Hattab (r.anhuma)’a gönderdi. Elçi ona mektubu verip, mektubu okuduktan sonra şunları söyledi. O adam nerede? Dikkat et gitmiş olmasın, o takdirde canını acıtacak şekilde seni cezalandırırım. Daha sonra adam getirildi, Ömer şöyle buyurdu: Bu sonradan ortaya çıkmış bir yoldur deyip, onu vurmaya başladı, sonra da onu kendi ülkesine geri gönderdi. Ebu Musa el-Eşariye de müslümanlardan kimse onunla oturup kalkmasın diye mektup yazdı.

Ebu Osman el-Lehdi dedi ki: “Böyle bir kimse yanımıza gelse ve biz yüz kişi dahi olsak onu bırakır, dağılırız.”13

Bu İslami dönemin oldukça istisna kabilinden bu tür görüşlerin büsbütün rastlanmadığı anlamına gelmez. Hatta Peygamber (s.a) döneminde dahi kısmen bu kabilden birtakım şeyler görülmüştür. Fakat Peygamber (s.a)’ın varlığı ve o dönemde vahyin nüzulü bu görüşlerin ta başında sonunu getirmiştir. Münafıklar Uhud günü kardeşleri hakkında şöyle demişlerdir: “Yanımızda olsalardı ölmezlerdi yahut öldürülmezlerdi.” 11 Başka tanıklarıyla birlikte hasen bir hadistir. Yer aldığı kaynaklara dair geniş bir bilgi için bk. hocamız el-Elbani, Silsiletu’l-Ahadiysi’s-Sahiha, 178812 Buhari, VI, 240; Müslim, 135; Ebu Davud, 4721’de, Ebu Hureyre (r.a)’dan13 Darimi, Sünen, I, 55-56. Ayrıca bk. el-Hallal, el-Emr bi’l-Maruf ve’n-Nehy ani’l-Münker vr. 122

14

Page 15: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

(Al-i İmran, 3/156) Bu açıkça kaderin inkar edilmesinden başka bir şey midir?

Müşriklerden bir kesim de şöyle demiştir: “Eğer Allah dileseydi biz de... kendisinden başka hiçbir şeye ibadet etmezdik.” (en-Nahl, 16/35) Bu açıktan açığa Cebriyye itikadını ifade etmez mi?14

Hatta aralarından Allah’ın zatı hakkında tartışanlar da olmuştur: “Allah hakkında mücadele edip dururlarken... O kudret ve azameti çetin olandır.” (er-Rad, 13/13)

Fakat bu görüşler sahipleri tarafından benimsenmediği, bu görüşlere davet etmediler. Onlara dair eserler yazmadılar, insanlar arasında bu görüşlerini yaymaya kalkışmadılar. Aksine bu görüşler doğdukları gibi sönüp gidiyordu.

III. Bahis: Akıl ve Şeriat:

“Akıl ilimlerin bilinmesi, amellerin mükemmel ve ıslah olması için bir şarttır. Akıl ile ilim ve amel kemale erer. Fakat o bu hususta tek başına ve bağımsız değildir. Çünkü akıl insan nefsinde doğuştan var olan ve onda bulunan bir güçtür. Akıl gözde bulunan görme gücü gibidir. Eğer iman ve Kur’an nuru ona erişecek olursa, tıpkı güneş ve ateşin ışığının göze ulaşması halinde gözün nuru gibi olur.

Şâyet tek başına duyulacak olursa, tek başına idrak edemediği hususları göremez.

Eğer akıl büsbütün bulunmayacak olursa, onun yokluğu halinde sözler ve fiiller hayvani birtakım işlerden ibaret olur. Hayvan hakkında sözkonusu olabildiği gibi onda sevgi, duygu ve zevk bulunabilir.

Aklın var olmaması halinde sözkonusu olan haller eksik kalır. Akla muhalif olan haller de batıldır.

Rasûller aklın idrak etmekten aciz kaldığı şeyleri getirmişlerdir. Peygamberler aklın imkansız olduğunu bilebileceği bilgiler getirmemişlerdir. Fakat akıl hakkındaki değerlendirmelerinde aşırıya gidenler bazı hususların vacip, bazılarının caiz, bazılarının da imkansız olduğuna hükmettiler. Bunu da kendi kanaatlerine göre hak olduklarına inandıkları akli birtakım delillere dayanarak ileri sürmüşlerdir. Gerçekte ise hak diye inandıkları bu deliller batıldır. Onlar bu batıl delillere dayanarak peygamberlerin getirdiklerine karşı çıkabilmişlerdir.”15

Bundan dolayı geçmişte de, günümüzde de akılcıların birbirleriyle çeliştiklerini, tutarsızlıklara düştüklerini ve çeşitli kanaatler arasında gidip geldiklerini görüyoruz. Sünnetin imamı ve edibi İbn Kuteybe ed-Dineveri “Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis” (s.14)’de bu gibi kimselerin gerçek halini ve delillerinin batıl olduğunu beyan ederken şunları söylemektedir:

“Bunların kıyası bildikleri ve düşünme araçlarını gereği gibi hazırladıkları iddiaları dolayısı ile aritmetikçilerin, geometri bilginlerinin ve mühendislerin anlaşmazlığa düşmedikleri gibi bunların da düşmemeleri gerekirdi. Çünkü bunların ellerindeki araçlar ve gereçler ancak tek bir sayıya ve tek bir şekle delalet etmektedir... Peki bunlara ne oluyor da bütün insanlar arasında en çok anlaşmazlığa düşenler onlardır. Onların ileri

14 Şehristani, el-Mile’l-ve’n-Nihal, I, 22’deki bilgilerle karşılaştırınız. 15 Şehristani, aynı yerdeki bilgilerle karşılaştırınız.

15

Page 16: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

gelenlerinden iki kişi dahi din hakkında tek bir mesele üzerinde görüş birliğine varmış değildir.”

Akılcılar kesinlik, akıl ve düşünmek iddiasına sahiptirler. Bütün bunlar bizlere istisnası olmayan ve kelime oyununa konu

edilemeyen temel bir kural vermektedir. O da şudur: Şeriat aklın önderidir, esas dayanak odur, her işin başı odur.

İşte buradan inkarcı materyalistlerin yaratılmışların en sapkını, en bilgisizleri, en aşırı derecede aldanış içerisinde olanları olduğunu öğrenmekteyiz. Çünkü onlar tabiata dair kısmi bazı hususları bilip öğrenince kısır akılları da o noktada durup: Biz bildiğimiz şeyleri kabul eder, bunun dışındaki şeyleri reddederiz demekle büyük bir aldanışa düşmüşlerdir. Böylelikle şunu anlıyoruz: Onların reddedişleri bütün akıl sahiplerinin ittifakıyla cahilliktir ve batıldır. Çünkü bilmediği bir hususu reddeden bir kimse kendisinin yalancılığına ve iftiracı olduğuna kesin bir delil ortaya koymuş olmaktadır. Tıpkı bilgisizce bir şey kabul eden bir kimsenin sapık ve haddi aşan bir kimse olması gibi. Bilgisizce bir şeyleri reddeden bir kimse de aynı durumdadır.

Yine şunu bilmiş oluyoruz. Onların bildikleri ve bilgilerinin ulaştığı tabiata dair bilgileri kabul etmeyeli, son noktasına ve gerçeğine ulaşamadıkları yetersiz bir kabul ediştir. Onlar bu yolla tabiatın yaratıcısına ve yoktan varedicisine ulaşamamış olmaktadırlar. Onlar tabiatın düzeninden ve tabiattaki nedensellikten gözetilen maksadı bilememiş olmaktadırlar. Bunun için bazı sebebleri kabul ederlerken maksadı görememiş oldular.

Hem onlar bu bilgilerinde şaşkın ve mütereddiddirler. Herhangi bir hususta sağlam bir şekilde yere basamamaktadırlar. Onların sağlıklı ve doğru hiçbir sabit nazariyeleri yoktur. Onlar daima rasgelelik, karışıklık ve çelişki içerisindedirler.”16 “Bu kilise anlayışındaki gibi aklı bir kenara atmak demek değildir. Çünkü akli araştırma ve inceleme kesinlikle yerilmiş bir şey değildir. Aksine yerilen akıl ile yetinilerek şer’î delillere ihtiyaç duymamak yahut aklı bunların önüne geçirmek ya da akıl ile dini nasslara karşı çıkmaktır.

Aynı şekilde aklın itikadi hususlardan olan gayb alanında –sem’i konularda (ancak peygamberlerin haber verdiği buyruklarla bilinen hususlarda- bir müdahalesi yoktur. Çünkü böyle bir alan teslimiyet göstererek bildirileni kabul etmek alanıdır.

Yüce Allah’ın vahdaniyetine, ilmine, kudretine, hikmetine, ölümden sonra diriliş ve amellerin karşılıklarının verileceğine dair delil gösterilen akide bahislerine gelince, Kur’an-ı Kerim insan aklından bunlara doğru yol bulmasını istemiştir. Çünkü bu akli deliller nassları desteklemekte, akideyi daha da sağlamlaştırmaktadır. Bundan dolayı şanı yüce Allah’ın kitabı üzerinde düşünen bir kimse insan aklını düşünmeye, tefekküre, basiretini kullanmaya, iyiden iyiye fikrini, aklını kullanmaya teşvik eden pekçok âyet-i kerime görür.

Kainatın değişik alanlarında serbestçe hareket ederek zorlukları kolaylaştırmak, insanı uygarlık yollarına iletmek için insan aklı önünde alanı gereği gibi açmak hiç şüphesiz insanlığa pek büyük bir fayda

16 Şeyhu’l-İslam, İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, III, 338-339

16

Page 17: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

sağlayan bir husustur. Güzel ve iyi bir iştir. Hatta aklın tabiî yolu ve izlemeye alıştığı yolu budur.

Aklın gaybi alanlara müdahale etmesine müsamaha edip, bu hususta bizim de onu teşvik edip, bu halini güzel karşılamaya gelince, bu hiç şüphesiz insanın şimdiki durumu ve geleceği hakkında işlenebilecek büyük bir hata ve pek büyük bir ahmaklıktır. Kendisinin ilgi alanına girmeyen birtakım seraplara dalmak için aklın yanlışa itilmesidir. Hatta bu alanlara girmek aklın izlemesi gereken yoldan alabildiğine uzaktır. Onun tasavvuf imkanları açısından da imkansızdır.

Bu kabilden gülünç işleri mutezile başlatmıştır. Onlar aklı hakem ve ayırdedici hükmü vermek konumuna yükseltip, gayb alemine ve ahirete dair keşiflerde bulunmak güvenini ona vermekle bu gülünç durumu başlattılar.

Böylece akıl ahiret gününün özellikleri hakkında bir araştırmacı olarak müdahalede bulundu. İstediğini kabul etti, dilediğini reddetti. Pek büyük olan uluhiyet makamına karşı haksızlık etti. Yüce Allah’ın sıfatlarını ele alarak değiştirdi, farklılaştırdı, üstünü örttü, yalana boğdu. Bu yolla nassların saygınlığını çiğnedi. Herhangi bir tehdit ya da bir cezaya iltifat etmedi, aldırmadı ve alabildiğine çelişkilere düştü. Yüce Allah’ın kendi zatı hakkında tesbit ettiği birtakım ilahi sıfatları nefyetti, bunların cisimlerin nitelikleri olduğunu, yaratılmışların sıfatları olduklarını iddia etti.

Şüphesiz insan aklı gayb alemi onun sonuçları hususunda alabildiğine yetersizdir. Onun bu husustaki bütün beklentileri sarhoşların tahminlerinden, ahmakların zanlarından öteye gidemez.

Mübarek nebevi nasslar oldukça veciz ifadelerle bu gibi vehimlere meyletmemek gerektiğini açıklamış bulunmaktadır. Peygamber (s.a)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah’ın yaratıkları hakkında düşününüz, fakat Allah’ın zatı hakkında düşünmeyiniz. O takdirde helak olursunuz.”17

Şüphesiz akıl eğer hatadan korunmuş (masum) nassların gösterdiği yoldan hareket etmeyecek olursa, hemen hataya düşer. Akidenin görevlerinden birisi de insanın yaşayışını düzenlemek olduğundan dolayı akıl bu şekilde hareket etmeyecek olursa çok tehlikeli sonuçlara ulaşır ve insanlar arasında çokça görüş ayrılıklarına sebeb olur. Acaba insanlar kitap ve sünnetin nasslarından uzak bir şekilde akıllarını kullanmak dışında herhangi bir sebeb dolayısıyla din meselelerinde anlaşmazlığa düşerler mi?

Gerçek şu ki akıl yüce Allah’ın yarattıklarından bir yaratıktır. Onun da durumu diğer yaratıkların durumu gibidir. Onun da sınırlı yetkinlikleri ve değişmez özellikleri vardır. Mesela gözün binlerce kilometre uzaklıktaki bir şeyi görmesi istenebilir mi? Kulaktan gökyüzünde kuşların arasındaki konuşmaları duyması istenebilir mi?

Elin bir dağı taşıması beklenebilir mi? Ayağın bir tekme ile koca bir gökdeleni sarsması umulabilir mi? Yada daha başka imkansız şeyler istenebilir mi? İşte insan aklı da gaybi meselelere el atıp birtakım şeyleri kabul ve reddederken de aynı durumla karşı karşıya kalır.

Evet, aklın yaratılmışları bilmeye çalışması mübahtır. Çünkü o da onlar gibi bir yaratılmıştır. Ancak gurura kapılan bu yaratılmışın pek büyük

17 Büyük ilim adamı Abdu’r-Rahman b. Nasır es-Sadi, el-Muin ala Tahsili Adabi’l-İlm ve Ahlaki’l-Müteallimin, s. 17-18, bizim tahkikimiz ile Riyad Darr es-Sumeyri tarafından yayınlanmıştır.

17

Page 18: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

yaratıcının işlerine müdahale etmeye kalkışarak kendisinin hükmünden yüz çevirilemeyen, kararına itiraz olunamayan mutlak adaletli hakem konumuna yükseltmesine gelince, bu pek büyük bir bela ve musibet ve oldukça şaşırtıcı bir efsane olur.

Hiç insan bundan daha ileri çapta haktan uzak bir sapıklığa düşebilir mi?

Şanı yüce Allah ne kadar doğru söylüyor: “Allah’tan bir hidayet olmaksızın hevasına uyandan daha sapık kim olabilir ki?” (el-Kasas, 28/50)18

Bütün bunlardan sonra burada son derece önemli bir meseleye de değinmek gerekmektedir:

“Hevadan soyutlanmış, gerçekleri yabancı unsurlardan arındırmak için saf düşünmeyi olumsuz olarak etkileyen herbir şaibeden münezzeh yahut hükmü şaibelendirecek herbir husustan uzak bir akıl grek felsefesinin vehmettiği bir akıldır. Nitekim bundan sonra da aklın rolünü ve onun güçlerini tespit etmekte aşırıya giden herbir akılcı felsefe de bu vehme kapılmıştır.

Beşeriyetin uzun vakıası aslında şu iki husustan birisine veya her ikisine de tanıklık etmektedir:

Ya bu akıl –bu soyut şekliyle- gerçekte hiçbir şekilde varolamaz.Yahutta insanlık bütün hallerinde aklını egemen kılmamaktadır.Her iki önerme de doğrudur ve böyle bir mutlak akıl sıradan herhangi

bir insanda yahut filozoflarda ve düşünürlerde bulunmaktadır, ne de beşeriyyet böyle bir varsayımın doğruluğunu kabul etsek bile aklın sesine boyun eğmektedir. Bundan ancak Rabbinin esirgedikleri müstesnadır.

Birinci hususa dair akli delil şudur: Bütün insanlık tarihi boyunca beşeriyet akıllarından iki akıl dahi

herhangi bir tasavvur etrafında bütün detayları ile hemen hemen ittifak edebilmiş değildir. Eğer akıllar –filozofların ve mütefekkirlerin akılları dahil- akılcıların düşündükleri vehmi şekilde olsaydı, hiç şüphesiz bir yerde karşılaşır, buluşur ve uyum arzederdi.19 Çünkü hak birden çok değildir.

İkinci hususun –aynı şekilde- akli deliline gelince: Beşeriyetin fiilen içinde bulunduğu bu sürekli serkeşlik ve gelişigüzel yönelişler, bu delice savaşlar ve heva ve arzuların peşinden bu delice gidişlerdir. Eğer insanlık bütün hallerinde aklın çağrısına kulak vermiş olsaydı, herhangi bir şekilde haktan sapmaz, gelişigüzel yol almaz ve deliliklere maruz kalmazdı.

Bütün delillerin işaret ettiği gerçek şu ki akıl asıl alanının dışında ona egemen olanın elinde itaatkar bir araçtan ibarettir:

Eğer hidayet bulmuş ruh ona egemen olursa, onun da mantıkı dosdoğru yolu bulur, düşüncesi doğrulur ve hidayetin güvenilir bir hizmetçisi olarak bütün güçlerini hidayetin hizmetine verir.

Sapık ruh akla egemen olursa, yani akıl heva ve arzuların egemenliğinde olursa, o takdirde sapıklığın hizmetkarı olur. Bütün güç ve imkanlarını sapıklığın hizmetine verir, konumunu haklı çıkarmak için de alabildiğine tartışmalara girişir:

“İnsan tartışması herşeyden çok olandır.” (el-Kehf, 18/54)

18 Bk. el-Elbani, Silsiletu’l-Ahadiysi’s-Sahiha, 178819 Faziletli kardeşimiz Rıda Mu’ti, Alakatu’l-İsbati ve’t-Tafvidi bi Sıfati Rabbi’l-Alemin, s. 31-32

18

Page 19: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

“Ve batılı hakkı onunla çürütmek kastıyla ileri sürüp mücadele ettiler.” (el-Mu’minun, 40/5)

“Onların kalbleri vardır fakat bunlarla anlamazlar.” (el-Araf, 7/179)Akla dair bu gerçeği bilmek bir düşünme aracı olarak onun kıymetini

eksiltmez. Aksine sadece akla ait birtakım düşünce alanları dahi vardır. Bu hususta algılama araçlarının ve bilgi edinme araçlarının hiçbirisi onunla ortak değildir. Bizim bu gerçeği bilmemiz sadece aklın nihai değerini tespit etmek bakımından bize gerekli ihtiyatı kazandırır. Öyle ki biz onu her hususta hakem konumuna çıkartmadığımız gibi herbir şeyde nihai başvurulacak mevki de görmeyiz. Bu yaklaşım aklı gerçek konumuna oturtur. Aklın nihai başvuru kaynağı ya da biricik başvuru kaynağı olduğu hususlarda o işi ona bırakırız. Tek başına bırakıldığı takdirde sapması sözkonusu olduğu hususlarda ise sapmasını önleyecek şekilde onunla birlikte başka hususları da gözönünde bulundururuz. Herhangi bir sonuca ulaşmaktan aciz olduğu hallerde ise o yola onu sürerek tehlikeye sokmayız... İşte İslamın yöntemi budur.”20 Az önce açıklanan bu temel hususla daha da açıklık getirmek üzere şunları kaydedelim:

“Aklın zayıflığına ve dinin akıl ile idrak edilemeyeceğine dair delillerden birisi de yüce Allah’ın münafıklıkları hususunda akıllarına müracaat eden münafıkları yermiş olmasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık bunların size inanacaklarını mı umarsınız Halbuki onların bir fırkası vardır ki Allah’ın kelamını dinlerler. Bir de onu anladıktan sonra bile bile onu tahfif ederlerdi.” (el-Bakara, 2/75) Yani onlar biz yüce Allah’ın kelamını akıllarımızla kavradık dedikten sonra bu işi yapıyorlardı. Halbuki onlar akılları ile kavradıklarını söyledikleri hususun batıl olduğunu bile bile bu iddiada bulunuyorlardı.

İşte bu husus yüce Allah’ın kelamının akıl ile değil, ancak ilim ile idrak edilebileceğine delil teşkil etmektedir. Çünkü dinin kemali ile idrak edilmesi akıl için mümkün değildir. Din kemaliyle ilim ile idrak edilir. Çünkü ilim dinde birtakım hususları güzel görür ve şer’an de o hususları reddetmez. Halbuki akıl tabiatı itibariyle bunları çirkin görüp, reddedebilmektedir. Şüphesiz ki ölmüş hayvanı yemek balık, çekirge yemek gibidir. Kan yemek de karaciğer ve dalak yemeye benzer (ve buna benzer diğer hususlar da böyledir). Akıl bu hususları reddetmekte fakat ilim ve şeriat ise bunları güzel görmektedir.

Böylelikle aklın eğer herhangi bir karine bulunmadan tek başına ise dini idrak etmek imkanına sahip olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Eğer aklın dinde kendisi vasıtasıyla dinin idrak edilebileceği bir alanı bulunmuş olsaydı, kâfirler arasında akıllı olan kimselerin küfür üzere ısrar etmemeleri ve dosdoğru dini basiretle görmeleri gerekirdi. Özellikle çok akıllılıkla,sağlam ve köklü görüş sahibi olmakla tanınan Kureyş kâfirleri için bu böyledir. Öyle ki yüce Allah Kitab-ı Kerim’inde onları nitelendirirken şöyle buyurmaktadır: “Onlara bunu akılları mı emrediyor?” (et-Tur, 52/32) Bu aklın dine giden doğru yolu göstermediğinin delilidir.

Şayet akıl tek başına yeterli olsaydı, şanı yüce Allah peygamberine –aklının mükemmelliğine, görüşünün isabetli olmasına rağmen gerekli istişareyi yapmasını emretmezdi. Yüce Allah: “İş hususunda onlarla

20 Bu ise hiç olmadı ve asla olmayacaktır.

19

Page 20: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

müşavere et.” (Al-i İmran, 3/159) diye buyurmaktadır. Yani yalnızca aklına güvenme, işte bu söylediğimize delil teşkil etmektedir.

Bir ilim adamı şöyle demiştir: Yüce Allah akıllı olmakla nitelendirilmez fakat alim olmakla nitelendirilir. İşte bu ilmin akıldan daha güçlü olduğunun delilidir.”21

Burada oldukça önemli son bir hususa dikkat çekmek gerekmektedir. O da şudur: “Vahiy ve akıl birbirine denk iki şey değildir. Onlardan biri diğerinden daha büyük ve daha kapsamlıdır. Onlardan biri diğerinin kendisine başvurması için esas olmak üzere gelmiştir. Diğerinin kabul ettiği hususların kavramlarının ve tasavvurlarının diğeri ile testedileceği ve sapmalarını, yanlışlıklarını tashih edeceği, düzelteceği bir terazi olmak üzere gelmiştir.

Şüphesiz her ikisi arasında bir uyum ve bir insicam vardır. Fakat bu esasa göre yoksa onların birbirine denk, birbirine eşit oldukları esasına göre değil.”22 Dizgici notu: Dipnot numaraları 13’ten sonra verilirken bir kayma olmuş olabilir fakat metin elimde olmadığı için düzeltemiyorum. O yüzden 23. dipnotu buraya yazıyorum. 23

Eğer yetersiz bazı cahil kimseler bu iddiadan ibaret akılcılık problemini icat etmemiş olsalardı... Bizler vahiy ile akıl arasında bu kadar geniş bir uçurum bulmazdık ve bunu çürütmeye, iptal etmeye de kalkışmazdık. Vahiy ve şeriat asıldır. Akıl onları akledip kavrar, onlardan öğreneceğini öğrenir. Yani o tabidir.

Doğru yola ileten Allah’tır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

AKILCILIK NEDİR?

Geçmişte ve günümüzde heva ve dalalet ehli kimseler İslamı tenkid etmekten, müslümanlara dil uzatıp, lakaplar takmaktan bıkıp usanmamışlardır. Bu ise temiz şahsiyetlerin tiksineceği, temiz akılların nefret edeceği birtakım asılsız niteliklerle onları nitelendirmekle ortaya çıkmaktadır. Müslümanlardan şöyle sözettiklerini görüyoruz:

Gericiler, aşırı dinciler, donuk akıllılar, bilgisizler, geri kalmışlar, aşırı yobazlar ve buna benzer yüce Allah’ın izniyle bu yaftaları yapıştıranların sonunun gelmesi, yok olup gitmeleri ile ancak bitecek daha pek çok yakıştırmalar.

Bu yakıştırmaların sonuncusu akılcı bir İslama çağırmaktır. Bu ise allanmış, pullanmış, güzel gösterilen birtakım ağlardır. Yüzeysel düşünen hiçbir kimse bunu kabul etmekten kendisini alamaz ki ahmaklıkla itham edilmesin. Diğer taraftan İslam da. O büyük kitabında onlarca âyet-i kerime’de düşünmenin, tefekkürün, aklı kullanmanın gereğini açıkça ifade etmiş, göklerin ve yerin melekutunda dikkatle düşünmeyi, Allah’ın âyetlerinin karşısında kör ve sağır geçip gitmemeyi, aksine bunlar üzerinde tefekkür ile durup düşünmeyi emretmiştir. Aynı şekilde âyetler (Allah’ın varlık ve birliğini gösteren belgeler) üzerinde iyice düşünmeyen kalbler 21 Muhammed Kutub, Mezahibi Fikriyye Muasira (çağdaş fikir akımları), s. 532-53322 el-Asbahani, el-Hucce fi Beyani’l-Mehacce, II, 504-50523 Seyyid Kutub, Hasaisu’t-Tasavvuri’l-İslami, s. 20

20

Page 21: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

yüce Allah’ın üzerini mühürlediği ve bundan dolayı akletmeyen kılıflı kalblerdir.

Fakat düşünce pazarında ucuzculuğa kaçan kimseler çoğunlukla akılcılığın bu sözü duyanın hatırına ilk anda gelen anlamı ifade etmediğine dikkat etmezler. Aksine akılcılık aklın nassın yerine geçmesi ve insanın hevasının Rahmanın hidayetinin yerini alması, beşeri teorilerin, Rabbani kesin hükümlere egemen olması demektir.

Böyle bir işi ise ne akıllı, ne müslüman bir kimse asla kabul edemez.1

O halde bu mefhumu ile akılcılık “varlık alemindeki herbir şeyin akılcılıkla yorumlanması yahutta varlık alemindeki herbir şeyin isbatı, kabulü ya da reddedilmesi yahut özelliklerinin belirlenmesi için akıl süzgecinden geçirilmesi”2 demektir.

Akılcılığın tarifi şöyle de yapılabilir: “Akılcılıkla genel olarak kastedilen var olan herbir şey akli esaslara

vurulması gerektiğini öngören felsefi ekoldür. Özel anlamı ile de din karşısında aklı esas almaktır. Şu anlamda ki: Dini muhtevaya sahip manalar ancak mantıki (!) ilkelere yahut fıtri aydınlığa (!) mutabık olması halinde kabul edilmesi demektir.3

O halde gerçek mahiyeti itibariyle akılcılık “mücerred akli düşünme –yahutta mücerred heva- karşısında nassı ortadan kaldırmaktır. Bu mücerred akıl ise dün güzel gördüğünü bugün çirkin görebilmektedir. Daha önceki bir dönemde güzel gördüğü bir şeyi bir başka zaman çirkin görebilmektedir.”4

Burada eğer akıllarını kullanan kimseler iseler akılcılığı benimseyen kimselere kanaatlerini reddedecek bir söz söylemek kaçınılmazdır:

İmam İbnu’l-Cevzi değerli kitabı Saydu’l-Hatır (s. 491)’da şunları söylemektedir:

“Aklın apaçık değerlerini aydınlatıcı kabul eden büyüklerden çok kişi vardır. Bunların başında iblis gelir. Onun görüşüne göre ateş çamurdan üstündür.5 Bunun için itiraz etti... Yine ilme müntesib birtakım kimselerin ayağının bu hususta kaydığını itiraz ettiklerini ve birçok fiilin aslında herhangi bir hikmetinin bulunmadığı görüşüne kapılmıştır.6 Buna sebep ise apaçık kabul edilen hususlarda ve alışılagelmiş geleneklerde aklın düşünmesini rehber edinmek ve bu işleri yaratılmışların fiillerine kıyaslamaktır.”

Şüphesiz “aklı hevasına göre ve özel görüşüne uygun bir şekilde tasarrufta bulunacak şekilde serbest bırakmak gerçekleri örtme amacını açıkça ortaya koyan bir yöntemdir. Bilimsel ya da tarafsız bir yöntemi ifade etmez. Çünkü böyle bir yaklaşımın sonucunda serbest bırakılan akıl usul ilimleri tarafından ittifakla kabul edilmiş kaideleri ortadan kaldırarak sıkı yöntemlerin kullandığı araçları hiçe sayarak havayı ön plana çıkartır ve çoğunlukla gördüğünüz gibi eğer kural kendi lehine ise onu kullanır,

1 Abdu’s-Selam el-Besyuni, el-Aklaliyye: Hidayetun em Ğavaya, s. 9-102 Muhammed Kutub, Mezahibu Fikriyye Muasıra, s. 5003 Yusuf Hayyad, Mucemu’l-Mustalahati’l-İlmiyye4 Abdu’s-Selam Besyuni, fi Fıkhı’l-Vaki, s. 295 Akılcıların aklında da bu aynı şekilde böyledir. 6 İşte akılcılık şeytanının aldatılan ve basit düşünceli kimselerin düşüncelerine sızdığı temel giriş noktası budur. Böylelikle bunlar akılcılık tuzağına düşerler ve birtakım sünnetleri inkar ediverirler. Sonunda bir takım itikadi meseleleri inkar ederler ve nihayet Allah muhafaza buyursun dinin dışına çıkmaya kadar giderler.

21

Page 22: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

aleyhine ise onu büsbütün ihmal eder yahut ona itiraz eder. İşte böyle bir yöntem bilimselliğe yahutta tarafsız yönteme bağlılığa değil de gerçekleri örtüp, gizlemeye delalet eder.

Diğer taraftan akılın kendisi akla güvenmeyi çürütmektedir. Buna sebep ise akıllar arasındaki farklılıktır... Bizler aklı hakem kabul edip, onu biricik ölçü ve kıstas olarak ele alacak olursak, peki kimin aklını hakem yapacağız?

Havassın aklını mı, avamın aklını mı?Acaba biz selefi aklı mı, sufi aklı mı hakem kabul edeceğiz?Yoksa usuli aklı mı, felsefi aklı mı hakem vereceğiz?Filozofların –ki bunlar tek bir kesimdir- kendi aralarında çelişkiye ve

çatışmaya varacak kadar anlaşmazlığa düştüklerini görüyoruz. Birisi bir işi kabul ederken, öbürü reddetmektedir. Bu onu esas kabul ederken, diğeri onu yıkmaktadır.

Acaba filozofların hangisi haklıdır.İdealistlerin aklı mı, realistlerin aklı mı?Materyalistlerin aklı mı, teologların aklı mı?Hangi neslin aklının hakemliğini kabul edeceğiz?Faziletli nesillerin aklını mı, yoksa donuk nesillerin aklını mı?Diğer taraftan bağlılık ve uygulama özgürlüğü açısından: Acaba

kimliğiyle farklı Allah’ın şeriatını tatbik eden, devletinin sınırları içerisinde özgür düşünen müslüman kimsenin aklı mı, yoksa çağdaş baskı sistemlerinin zulüm ve zorbalıkla boynuna bastığı ve kendisini kabul ettiği akide ve yöntemiyle büsbütün çatışan düşünce çukurlarına çekilen çeşitli kaoslarla karşı karşıya bırakılan müslümanın aklı mı?

Diğer taraftan akıl dosdoğru yolda ise belli bir yol ve yöntem izler, sapması halinde de çeşitli yolları ve yöntemleri izler.

Cahili akıl, İslami akıldan ayrı bir şeydir.Cahili avrupa aklı yüce Allah’ın varlığını reddetmeyi mübah kabul

etmiş pek yüce ve pek azametli o zata ibadet yerine kendisine ibadeti kabul etmiştir.

Cahili avrupa aklı homoseksüelliği, annelerle kızlarla evlenmeyi mübah kabul etmiştir.

Cahili avrupa aklı kız çocukları diri diri gömmeyi ve asil nesiller doğurmak maksadıyla başka kocalarla evlenmeyi mübah kabul etmiştir.

İslami yöntemden sapan akıl sünneti büsbütün devredışı bırakmıştır. Bunlar Kur’aniyyun diye bilinirler. İsra ve miracı kabul etmemeyi, hatta bütün maddi mucizeleri reddetmeyi güzel bir iş görmüştür.

Cinler, melekler, sihir, deccal, Allah’ın görülmesi ve daha başka gaybi pek çok hususu inkar eden aynı akıldır.

Hatta akıl çoğunlukla hurafeyi kabul etmiş ve selim zevkin ve doğru fıtratın kabul etmediği pek çok batılın doğru olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Ne kadar hurafe ve beyinsizce olursa olsun yahut ne kadar zulüm ve katılıkla birlikte bulunursa bulunsun, aklın, gelenek ve göreneklerin yahut ideal ve değerlerin ya da inanç ve fikirlerin doğruluğuna dair akli deliller ortaya koymaya kalkıştığını görebiliriz. Böylelikle akıl bunlardan yana rahat etsin, bunlar da akıldan yana rahata kavuşsun ve bunun sonucunda her ikisi de sürekli bir mücadele ve daimi bir çatışma içerisinde devam etmesin.

22

Page 23: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Yunan aklı resmi fuhşu, fahişeliği grek toplumunda uygarlığın zirvesine vardığı sırada ortaya çıkan cinsel sapıklıkları ne kadar da savunmuştur.

Felsefesi yapılan bütün bu hususları savunan ve faydaları ve iyilikleri hususunda kılı kırk yararcasına açıklamalarda bulunanlar arasında bu gibi bayağılıkları savunmaları asla umulmayan ileri gelen yunan filozofları dahi vardır.”7

İşte bu boş akılcılık iddialarındaki bu karıştırmalar ve gelişigüzellikler bu akılcılık ekolüne müntesibler arasından aklına karşı insaflı davranan bazı kimselerin herkesin gözü önünde akılcıların gelişigüzel hareket ettiklerini, çatışmalarını ve şaşkınlıklarını açıkça ilan ettiklerini görüyoruz.

Mesela İbn Rüşd Tehafutu’-Tehafut (II, 547)’de şunları söylemektedir: “İlahiyat ile ilgili meselelerde önemsenebilecek bir şey söyleyenleri

kimdir?”Derim ki onun geçirdiği deneyimin benzerinden geçenler onun

ulaştığı bu bilgiye de ulaşırlar.Diğer taraftan oldukça böbürlenerek: Varsa yoksa akıl ve akılcılık

diyenler de vardır.Böyle birisi ise ancak hakka karşı büyüklük taslayan, kendisini

aldatan yahut kendisini ve kalbini aldatan bir kimsedir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

GEÇMİŞTE VE GÜNÜMÜZDE AKILCILARIN GÖRÜŞLERİ

“Şüphesiz haçlı ve siyonist emperyalizm askeri güçleriyle laikliği dayatınca müslümanlar düşmanlarının farkına vardı ve ona karşı kendilerini korumaya koyuldular.

Emperyalizm okullarında eğittiği işbirlikçileri vasıtasıyla laikliği dayatıp, onları kendi yörüngesine bağlayarak mevki ve mal ile köleleştirdikten sonra müslümanlar da bu işi kabul etmedi. Bu sebeple onların kalplerine ulaşamadılar.

Bugünkü çaba gerçekten tehlikelidir. Çünkü laiklik İslam için çalışma hakkına yalnızca kendisinin sahip olduğu ve önderliği kendisine nispet ederek hareketini diriliş ile nitelendiren bir hak ile dayatılmakta ve bu iddia sahiplerinin önderliği için ve davetlerinin bir kalkınma olması için gerekli ortam da hazırlanmaktadır.

Gerçekte ise bu bir laiklik yahut çağdaşlık yahut batılılaştırma ya da istediğin herhangi bir ismi verebileceğin bir harekettir.”1

Çünkü o sonuçları itibariyle bütün olarak şer’î kayıtlardan sıyrılmayı, hidayetin delilleri olan zincirden kopmayı, sahih nakil ile sarih (açık) akıl arasında batıl bir ayrılığın bulunduğunu iddia etmektedir.

Adlarından en ufak bir paya sahip bulunmayan bu akılcıların görüşlerini bilmek için onların kısmen söylediklerini incelemek ve ortaya koymak kaçınılmaz bir şeydir. Böylelikle bizzat kendi yazdıklarıyla düşüncelerini bilmek mümkün olacaktır.

7 El-Aklaliyye Hidaye en-Divaye, s. 56-581 Yusuf Kemal, el-Asriyyun: Muteziletu’l-Yevm, s. 76

23

Page 24: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

A.Eski Mutezile:

Giriş:

Çünkü iddia edilen İslami akılcılık düşüncesinin esası ilk Mutezile mensuplarından kaynaklanmış ve ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla onların anlama, düşünme ve bilgi edinme yöntemlerini gerçek şekliyle bilmek kaçınılmaz bir iştir.

Buna göre “Mutezile mezhebine mensup kimselerin çalışmalarını ve onların eserlerini tetkik eden bir kimseyi onların benimsedikleri esasları tek tek meselelerini birer birer sunmakla yetinmemesi gerekir. Aksine onlar bu esaslarının ve meselelerinin tümünü aldıkları kaynağa dikkat etmesi de icap etmektedir.

Bilgiye ulaşmak uğrunda toplumların izledikleri yöntemler farklı ve çeşitlidir. İnsanlar bilgi pınarına ulaşabilmek için çeşitli yollar izlemişlerdir. Acaba mutezilenin izlediği yol hangisi idi.

Buna cevap vermek üzere diyoruz ki: Mutezile bu hususta akli yöntemi ve yolu takip etmiştir. Bu yol iki adımdan ibarettir:

Birinci adımda onlar fikri düşünceyi temizlemeyi, hakka karşı ihlaslı olmayı isteyen ve doğruyu bulmaya çalışacağı hükümler vermek isteyen herbir kimsenin alışılmış şeylerden ve çeşitli heva ve arzulardan soyutlanmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaya çalışırlar. Böylelikle taklid nazariyesini yıkmak istemişlerdi.2

İkinci adım ise mutlak olarak aklı hakem kılmaktır. Mutezile akla iman etmiş, onu yüceltmiş, onu alabildiğince tebcil etmiş, ilkelerini açık açık dile getirmişler ve şöyle demişlerdir: Akıl bilsin diye yaratılmıştır. O görünen ve görünmeyen (!) herbir şeyi bilmeye kadirdir demişlerdir. Aklı her hususta hakemliğine başvurulan bir hakem, her türlü karanlığı aydınlatan bir nur diye görmüşler, imanlarında özel ve genel bütün meselelerinde onun hakemliğini kabul etmişlerdir.

Onlara göre akıl insanı hayvandan ayırdeden latif ve cevher mahiyetindeki o duyu organıdır. Nasıl ki gözün işi görmek ise aynı şekilde aklın işi de tefekkür, düşünmek ve mantıklı konuşmaktır.

Bundan dolayı mutezile Yunan felsefesinden ilham almaya, bu felsefenin önderlerinin dizinden gitmeye, onların gittikleri yoldan gitmeye koyuldular. Yunanlıların yazdıkları eserleri anlamaya, onları hazmetmeye yöneldiler. Şeriatin hakemliğinden çok aklın hakemliğine başvurdular. Hatta akli delillerin, şer’î delillerden önce geldiğini kabul ettiler ve böylelikle aklın uygun görmediği hadislerin –sahih olsa bile- yalan olduğunu söylediler, akla uygun düşmeyen âyetleri –açık olsa dahi- tevil etmeye koyuldular. Hatta Kur’an’ın ibarelerine kendi görüşleri doğrultusunda boyun eğdirdiler, kendi ilkelerine uyacak şekilde bu ibareleri tefsir ettiler. Aklın güç ve kudreti ile güzeli ve çirkini (husn ve kubhu) bilebileceğini söylediler. İsterse bu hususta şeriat varid olmamış olsun. Husn ve kubh, güzel ve çirkin olan şeylerin zati sıfatları olduğunu söylediler. Bundan hareketle şeriatler gelmeden önce de insanın mükellef olduğunu yahutta kişiye peygamberlerin daveti ulaşmadan önce aklın

2 Bu dış görünüşü itibariyle güzel ve kabul edilebilir bir sözdür. Fakat... siz onları mahsullerinden tanırsınız.

24

Page 25: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

delalet ettiği hususlarla –şeriat kendisine ulaşmasa dahi- mükellef olduğunu söylediler.”3

Bunlar biri diğerini çürüten görüşlerdir.Şimdi onların büyüklerinden bazılarının birtakım sözlerini gerçekten

akıllı olan kardeşlerimize sunmak istiyoruz:Kadı Abdu’l-Cebbar, Fadlu’l-İ’tizal (s.139)’da kendi sıralamasına göre

şer’î delilleri serdederken şunları söylemektedir:“Birincileri akıldır. Çünkü güzel ile çirkin onunla ayırdedilir. Ayrıca

kitabın huccet (delil) olduğu, sünnet ve icmaın da aynı şekilde bir delil olduğu akıl ile bilinir.4

...Bazıları bizim bu sıralamamıza hayret ederek delillerin kitap, sünnet ve icmadan ibaret olduğunu söyleyebilir. Yahutta akıl eğer birtakım hususlara delil teşkil ediyorsa sonraki bir mertebede geldiğini zannedebilir fakat durum böyle değildir. Çünkü yüce Allah sadece akıl sahiplerine hitap etmiştir.”

Derim ki: Onun söylediği bu son söz kendisi ile batıl murad edilen hak bir sözdür...

Evet yüce Allah ancak akıl sahiplerine hitap etmiştir... Fakat... Allah’ın hükümlerini akıllarıyla kavramaları, peygamberinin emirlerini uygulamaları içindir. Yoksa aklı –maazallah- kitap ve sünnetin nasslarının mihrabına havale edileceği temel bir eser kabul etmeleri için değildir.

Muaz b. Muaz5 der ki: Ben –Mutezile’nin büyüklerinden birisi olan- Amr b. Ubeyd’in o doğru sözlü ve sözü doğrulanmış olan yüce peygamberin hadisini zikrederek şöyle dediğini dinledim: Eğer ben Ameş’in bu sözü söylediğini duysam dahi onun yalancı olduğunu söylerdim. Rasûlullah (s.a)’ın bu sözü söylediğini duysam dahi onu reddederdim. Yüce Allah’ın bu sözü söylediğini duysam şüphesiz: Sen bizden bu esasa göre misak almamıştın derdim.”6

“Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük. Onlar ancak yalan söylerler.” (el-Kehf, 18/5) Hem de sapıklık ve küfür söylerler.

Yine onların ileri gelenlerinden birisi olan Zemahşeri’nin Etvaku’z-Zeheb fi’l-Mevaizi ve’l-Hutab (s.28)’de akla “sultan” lakabını vererek şunları söylemektedir:

“Dinin yolunda sultanın bayrağı altında yürü. Filan ve filandan gelen rivayetlere kanma. Çünkü ininde saklı bulunan bir arslan hiçbir zaman arkadaşına karşı delil getiren bir yiğitten daha güçlü değildir. Doğudan esen rüzgara maruz bulunan uyuz bir keçi de delile sahip kimseye göre mukallid olandan daha zelil değildir.”

Sanki o bu ifadeleriyle mevhum o sultana muhalefet ettiği zannolunan hadis ilmini açıkça reddediyor gibidir.

Ve bu daha önceden geçtiği ve ileride yüce Allah’ın izniyle delilleriyle geleceği gibi kesin olarak batıl bir iddiadır.

3 Menhecu’l-Medreseti’l-Akliyye, s. 53-544 Bu ileri derecede bir karıştırmadır... Fakat çok soğuktur. Birkaç satır sonra bu görüşlere cevap verilecektir.5 Bu müslümanların önder ve sika ravilerinden birisidir. 196 h. Yılında vefat etmiştir. Biyografisi için bk. İmam Hafız el-Hatib el-Bağdadi, Tarih-u Bağdad, XIII, 1316 Mizanu’l-İtidal, III, 278; Siyeru Alami’n-Nubela, VI, 102

25

Page 26: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

“Diğer taraftan mutlak olan bu akli sultan mutezileyi mezheplerinin esasları ve kaideleri ile çelişen sahih hadisleri inkar etmeye götürmüştür.”7

Yine onlardan birisi olan Cahız şunları söylemektedir: “Kesin hüküm ancak akla aittir. Doğru bir şekilde gerçeği açıkça ortaya çıkarmak ancak aklın işidir.”8

Mutezile ve yavruları alabildiğine uzak bir sapıklığa ve sapmaya maruz kalmışlardır. Öyle ki onların aklın hakemliğini kabul etmeleri, akılları ile akıl almaz şeyler ortaya koymalarına kadar götürmüş, peygamberleri aklın mercei altında tenkide tabi tutmuşlardır. Çünkü onlar da bir insanmış ve çünkü onlar Allah’ın peygamberlerine yakışmayan birtakım sözler dahi söylemişlerdir.”9

Mutezile mezhebine mensup Zemahşeri Keşşaf adlı tefsirinde (II, 511) yüce Allah’ın: “Fakat bu kitap... herşeyin açıklayıcısıdır.” (Yusuf, 12/111) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: “Dinde kendisine ihtiyaç duyulan herşey demektir. Çünkü sünnetin de, icmaın da kıyasın da dayandığı temel kanun aklın delillerinden sonra gelir.”

...Bu ifadeleriyle aklı esas olarak tespit etmektedir.Hristiyanlar ve yahudiler gibi bu dinin düşmanları arasında yer alan

kâfirler ve müşrikler yaşanan bu akılcı düşünüşün İslamı hangi boyutlarda ifsad edebileceğini tespit ettiklerinden bu düşünceyi alabildiğine büyük göstermiş ve tebcil etmişlerdir:

“İşte Stayner onlardan “İslamda Özgür Düşünürler” diye sözetmektedir.

Hatta bu lakabı onlara dair yazdığı kitabın adı haline getirmiştir.Adametz ile Hamilton onları fikir özgürlüğünün ve aydınlanmanın

misyonerleri olmakla nitelendirmektedirler.10 Oryantalistlere küfrü öğreten ve batıcıları küfrün sütünü emziren büyükleri yahudi Godziher’in onlardan övgü ve tebcil ile sözederken söylediği şu sözlere dikkat edelim:

“...Onlar değerli, önemli bir başka unsuru da sokmak suretiyle dini bilgi pınarını genişlettiler. Bu ise akıldır. O döneme kadar bu alandan şiddetli bir şekilde uzaklaştırılmış bulunmaktaydı.”11

Evet böyle diyor. Sanki ümmetin seçkinleri ve salih selefleri akıllarını kullanmamışlar, şanı yüce Allah’ın kendilerine nimet olarak ihsan ettiği bu pek büyük bağışı ihmal etmişler gibi.

Evet onlar akıllarını batıl ile birlikte ve hakka muhalif olarak kullanmamışlardır. Onlar aklı kendisine yakışan bir konuma yerleştirmiş, onu şeriate tabi, şeriati anlayan ve şeriatten bilgisini alan bir konuma getirmişlerdir.

Batıl olan varoluşçuluğu ortaya koyan Fransız yahudi Sarter “Yahudi Problemi Üzerinde Bazı Düşünceler” adlı kitabında şunları söylemektedir:12

“İnsanlar dine iman ettikleri sürece yahudiler de yahudiler olmak itibariyle zalimce bir ayırımcılığa tabi tutulmaya devam edeceklerdir. Ancak yeryüzünden din kalkar, insanlar akla dayanarak karşılıklı ilişkilerini

7 Muhammed Huseyn ez-Zehebi, et-Tefsiru el-Müfessiru, I, 3738 Resailu’l-Cahiz, s. 191, Risaletu’t-Terbi ve’t-Tedbir9 Fehd er-Rumi, Menhecu’l-Medreseti’l-Akliyyeti’l- Hadise, s.5510 Ebu Lubabe Huseyn, Mevkıfu’l-Mutezileti mine’s-Sünneti’n-Nebeviyye, s. 7611 Dr. Abdu’l-Halim Beliğ, Edebu’l-Mutezile, s. 17212 Muhammed Kutub, Mezahibu Fikriyye Muasira, s. 531’de olduğu gibi

26

Page 27: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

kurarlarsa yahudinin aklı da bir başkasının aklı gibi olacaktır. O takdirde onlara haksızca bir ayırımcılık asla uygulanmayacaktır.

Derim ki: Bu gerçekte akılcıların çağrısının nihai meyvesidir. Onlar bunu yaymakta ne kadar ince üsluplar kullansalar, bu hususta ortaya çıkan kötü niyetlerini gizlemek için ne kadar gayret etseler dahi ulaşmak istedikleri nihai sonuç budur... Onların varacakları sonuç din aklın kendisidir, vahiy değildir demektir. Bu ise dinin esasını kabul etmediklerini hatta bütün peygamberlikleri inkar ettiklerini ortaya koyar.

Yine diyorum ki: Akıllarının peşinden batıl ile yol alan bu kimseler, akılları peşinden haksızca soluyarak giden bu kimseler gerçekte uluslar arası yahudiliğin ve siyonizmin mihraklarının gerçekleştirmek istedikleri hedefe doğru giden birtakım aletlerden ibarettirler. Bu ise müslümanları dinleri hakkında şüphelere düşürmek, boş akıllarla onları aldatmaktır. Böylelikle “sadece aklı ilimlerinin esası haline getirsinler, tek başına onu ölçü alsınlar, imanı ve Kur’an’ı akla tabi hale getirsinler.”13 Bu yolla da onlar dinin esasını, yapısının üzerinde yükseldiği temelini yıkmış olurlar.

B. Eş’ariler “Mutezile’nin Muhannesleri14”

Fahru’d-Din er-Razi Esasu’t-Takdis (s.220-221)’de şunları söylemektedir: “Şunu bil ki akli ve kat’i deliller eğer herhangi bir şeyin sabit olduğunu gösterecek olursa, diğer taraftan zahiri itibariyle bunun aksini gösterir gibi görünen nakli deliller bulacak olursak bu halde şu dört husustan birisi sözkonusudur.

Ya akıl ve naklin gereği tasdik edilir. –Bu durumda iki çelişik önermenin doğruluğunu kabul etmek icap eder. Bu da imkansızdır.-

Ya naklin zahir delaletleri yalanlanır, aklın zahir delaletleri tasdik edilir.

Ya nakli delillerin zahirleri tasdik edilir, aklın zahirleri yalanlanır. –Bu ise batıldır.-

Çünkü bizler akli delillerle yaratıcının ispatını, sıfatlarını, mucizenin Rasûlullah (s.a)’ın doğruluğuna nasıl delalet ettiğini, Muhammed (s.a)’ın eliyle mucizelerin nasıl ortaya çıktığını bilmeyecek olursak, nakli zahirlerin (açık delillerin) doğruluğunu bilmemize imkan olmaz.

Eğer kesin akli deliller tenkid edilirse, bu sefer akıl itham altında kalır, sözü kabul edilmez. Böyle olduğu takdirde ise bu esaslara dair onun söyleyeceği söz kabul edilmez olur. Bu esaslar sabit olmayacak olursa, o takdirde nakli deliller de bilgi ifade etmenin sınırları dışına çıkar.

[Akıl naklin esası olduğuna göre]15 naklin sahih olduğunu kabul etmek için akla tenkid yöneltmenin sonuç itibariyle hem akla, hem de nakle tenkid yöneltmeye götürür. Bu ise batıldır.

Bu dört kısım batıl olduğuna göre geriye sadece kesin akli delillerin gereğini kesin olarak kabul etmekten başka bir şey kalmaz. O da şudur: Bu nakli deliller ya sahih değildir16 denilecektir, yahutta bu deliller sahih 13 İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, V, 33814 Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye’nin onları nitelendirmesi bu şekildedir: Mecmuu’l-Fetava, VI, 35915 Bizzat er-Razi’ye ait olan el-Metalibu’l-Aliye, s. 310, yazmadan alınmıştır.16 Değerli kardeşimiz Şeyh Sefer el-Havali, Menhecu’l-Eşaira fi’l-Akide, s. 33’de bu usül ile ilgili olarak şu notu düşmektedir: “Dikkat edilecek olursa, nakli deliller (kapsamlı bir ifade olup) kitap ve sünnetin nasslarını bir arada kapsar. O halde aralarında herhangi bir ayırım gözetmeksizin nasıl sahih değildir denilebilir.” Üstelik bunun mücerred olarak sadece sünnet hakkında kullanılması bile çok tehlikeli bir iştir.

27

Page 28: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

olmakla birlikte bunlardan maksat zahirlerinden anlaşılanın dışında bir şeydir. Diğer taraftan bizler tevili caiz kabul edecek olursak, etraflı bir şekilde bu tevilleri teberru (bir bağış) olmak üzere17 uğraşırız. Eğer tevili caiz görmezsek bu sefer bunlara dair bilgiyi Allah’a havale etmiş oluruz. İşte bütün müteşabihler hakkında başvurulabilecek genel yasa budur. Başarı Allah’tandır.”

Adudu’d-Din el-İci, el-Mevakif fi İlmi’l-Kelam, (s.39-40)’da sanki Razi’den nakledilen bu ifadelerin bir özetine benzeyen18 açıklamalardan sonra şunları söylemektedir:

“...Naklin aklın önüne geçirilmesi ise asıl kaidenin şer’î olan ile çürütülmesi demektir. Ayrıca bununla fer’de çürütülmüş olur. Bir şeyin kabulü onun çürütülmesine götürüyor ise bu kendi kendisi ile çelişkili olur ve sonuç olarak bu da batıl demektir.”

İşte bu şekilde bunların hepsi de Eş’arilere göre hükümlerin kendisi vasıtası ile öğrenileceği (telakki) kaynağının akıl olduğuna delalet eden pek çok ifadeleri ve pek çok lafızları olduğu görülmektedir.

El-Cüveyni, Razi, el-Bağdadi, Gazali, el-Amidi, el-İci, İbn Kurek, es-Semusi, el-Cevhere metninin şarihleri ve diğer Eş’ari mezhebine mensup ileri gelen ilim adamları çatışma halinde aklin nakle önceleneceğini açıkça ifade etmişlerdir.19 Onların çağdaş ilim adamları da bu görüştedirler.20

İleride yüce Allah’ın lütfu ile onların kutsadıkları ve uyguladıkları tutarsız bu genel kanunlarının çürütülmesine dair bağımsız bir bölüm gelecektir. Onların bu kanunu kutsamaları ve uygulayışları iki vahyin nasslarından daha ileri derecededir. Halbuki akıl ile bir başkasının varlığı bir tarafa bizatihi kendisi bile bir başına var değildir.

C. Yeni Akılcılar –Mutezile’nin Yavruları-:

Bunlar oldukça karışık, belli bir disipline bağlı olmayan, aralarında da bir irtibat bulunmayan fikri bakımdan karmakarışık kimselerdir. Çünkü bunların kimisi davetçi ve mütefekkirler arasında, kimileri kültür ve kültürlüler arasında sayılırken, üçüncü bir kesim ise herhangi bir kafilede yer almayan kimselerdir. Böyleleri sadece günlük ya da haftalık sütunları boş, soğuk, hiçbir faydası olmayan sözlerle dolduran gazetecilerdir.

Onların gerçek görüşlerini öğrenebilmek için tutarsız birtakım sözlerini bilmek kaçınılmazdır.

1. Onlardan birisi21 şöyle demektedir: “Dikkate değmeyecek pek az bir kısım dışında İslam dinine müntesib kimseler akıl ile nakil birbiriyle çatışacak olursa, aklın delalet ettiği hususun alınıp kabul edileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.”

17 Yine kardeşimiz Sefer buradaki notunda şöyle demektedir: “Vahyin nasslarının değeri onları tahrifin ta kendisi olan tevilleriyle uğraşmak artık bir teberru (bağış) ve bir iyilik değerlendirilecek noktaya kadar mı ulaştı?18 Bu hususu büyük ilim adamı el-Muallimi el-Yemani, el-Kaidu ila Tashihi’l-Akaid –et-Tenkile ek olarak yazılmıştır.- s. 325; de bunu açıkça ifade etmiş olup, önce geçen ve sonra gelecek olan her iki ifadeyi de reddedip çürütmüştür. 19 Bu esası itibariyle vehmedilen ve asılsız olarak iddia edilen bir çelişkidir. İleride çürütülürken görüleceği üzere20 Kardeşimiz Şeyh Sefer el-Havali, Menhecu’l-Eşaira fi’l-Akide, s.3121 Muhammed Abduh, el-İslam ve’n-Nasraniyye, s. 59’da bunu ifade etmektedir. Bununla birlikte o –Allah affetsin- Risaletu’t-Tevhid (s. 128-129)’da şunları söylemektedir: “Şüphesiz ki akıl tek başına ilahi bir yol gösterici olmaksızın toplumların mutluluğuna bağımsız olarak ulaştıramaz.”

28

Page 29: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

2. Dr. Muhammed Ammara “Teyyaratu’l-Fikri’l-İslami” adlı eserinde (s.87-88) şunları söylemektedir:

“Mutezile bir fırka olarak sona ermiş bulunmaktadır.22 Fakat akli bir eğilim, ulusal bir düşünce, fikri birtakım esaslar olarak varlığını ondan etkilenmiş başka birtakım fırkalar vasıtası ile devam ettirmiş, aynı şekilde bunların Arap ve müslümanların düşünceleri üzerinde ebedi kaynayıp coşan ve mütekamil (!) genel mecrası üzerinde bıraktığı karakteristik tesirlerle de varlığını sürdürmüştür.”

Bir başka yerde şunları söylemektedir: “Onlara göre aklın konumu gerçekten yüksekti. Fikri aristokrasinin nitelikleri ile ilim adamlarının belirgin nitelikleri onların bulundukları ortamda oldukça açık bir şekilde görülebiliyordu...” Daha sonra şunları söylemektedir: “İşte Mutezile bu şekilde düşünme, tefekkür, din ve devrimcilerden oluşan bir gezegendi. Onlar şeref ve nesep yerine felsefe, düşünce ve bilgide ilerleme yolunu seçmişlerdi...”

Yine Dr. Muhammed Ammara23 başkalarını kabul etmeye çağırdığı nazariyesinden ve izlediği yolundan sözetmekte ve ona şöylece işaret etmektedir: “Aklın değerini yüksek tutar, onu ölçü ve terazi kabul eder. Hatta nasslara ve rivayetlere karşı da böyle kabul eder. Hatta bizler şunu diyebiliriz: Bu nazariyemizin akıl ve felsefeye karşı tutumu bizim eski kültürümüzdeki akılcılığın süvarileri olan Mutezile ekolünün olgunlaşmış bir uzantısı haline getirmektedir.”

3. Gazeteci24 Fehmi Huveydi “Nasslara İbadet Eden Putperestler”25

adlı bir makalesinde “Nasslar karşısında akılların işlemez hale getirilme çabası”nı –kendi ifadeleriyle- nitelendirirken şunları söylemektedir: “Bu yeni bir putperestçliktir. Çünkü putperestlik sadece putlara ibadetten ibaret değildir. Bu eski zamanın işidir. Fakat günümüzde putperestlik artık nasslara ve merasimlere ibadette kalıplara ve şekillere ibadette müşahhaslaşmaya başlamıştır.”

Evet böyle diyor. Onun bu kabilden pekçok sözleri vardır. Bunları zikretmekle zaman kaybetmiyor, yapacağımız nakilleri uzatmaya gerek görmüyoruz.

4. Ezhere müntesip Muhammed el-Gazali’nin kitaplarında sarılıp sarmalanmış akılcı bir yöntem görüyoruz. Bu da şu şekilde ifade edilebilir: “Akla kendi konumundan daha büyük bir konum verir. Aklın hüküm çıkartan olmasını yeterli görmeyerek kabul eden, reddeden ve etkileyen bir konuma getirir. İşte bu Mutezile yöntemine daha çok benzer.”26

Bu akılcı yöntem onun bütün eserlerinde ve bilhassa ilme ve ilim ehline haksızlık eden kitabı olan “es-Sünnetu’n-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkhi ve Ehli’l-Hadis” adlı eserinde görülebilmektedir. Onun görüşlerini reddeden, sözlerini çürütenlerin eserlerinde26 de bunu görebiliyoruz. Çünkü o bu eserinde şu hususa açıklık getirmek istemiştir: “İslami düşünüşte yeni bir yöntemin işaret taşları... Bu yöntem akıl ile nakil arasındaki ilişkinin

22 Bundan dolayı yüce Allah’a hamdolsun çünkü onlar bozuk bir din ve çelişkili çirkin bir yöntemin sahipleri idi.23 Tehaddiyat leha Tarih, s. 107’de; Ayrıca bk. el-Aklaliyyetu Hidayetun en Ğıvaye, s. 2024 O kendisini mütefekkir zannetmektedir.25 Mecelletu’l-Arabi, sayı: 235, s. 34, Ocak, 197826 Kardeşimiz Şeyh Aid el-Kardi –Allah başarılarını arttırsın-, el-Gazali, fi Meclisi’l-İnsaf, s. 8326 (Mükerrer) Kardeşimiz Şeyh Selman el-Ude, Hivaru’l-Adi, s. 9-39 adlı eserinde “Sılatu’l-Gazali li’l-Medreseti’l-Akliyyeti’l-Muasira” diye güzel bağımsız bir bölüm açmıştır. Oraya bakılabilir.

29

Page 30: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

tesbiti hususunda ehl-i sünnetin ölçülerini heder eden akılcılık tarafına doğru kaymaktadır.”27

Buna göre –Allah hidayet versin- “o [farkında olarak ya da olmayarak sünneti yıkmayı ihtiva eden] şu sözlerle ifade edilebilecek bir ilkeye ulaşmış olmaktadır: Hadis insanın akli düşünüşüne muhalefet edecek olursa, onu reddedebiliriz. Onu bir kenara bırakabilir. İsnadı ne olursa olsun o hadisin sahih olduğunu ve güvenilir olduğunu belirten İslam alimleri ile din önderleri kim olursa olsun.”28

Şimdi aynı Gazali’nin şu sözlerine bakalım:29 “Şunu bilelim ki aklın batıl olduğuna dair hüküm verdiği herhangi bir

hususun din olmasına imkan yoktur... Hak din doğru insanlık demektir. Doğru insanlık ise hakikati disiplin altına alan ilim ile aydınlanan, hurafeye yer tanımayan, vehimlerden kaçan aklın kendisidir... Bizler hep şunu vurgulayageldik: Aklın reddettiği herbir hüküm ile dosdoğru bir kimsenin kabul edemeyeceği herbir yol, dosdoğru fıtratın karşısında durduğu herbir hususun din olmasına imkan yoktur.”

Bundan dolayı Gazali’nin alabildiğine büyük bir cüretkarlık ile sadece aklına uygun düşmediği için sabit, sahih pekçok hadisi reddettiğini görebiliyoruz.

Bunlardan birisi de ölü için ağlama hadisi ile ölüm meleği ile Musa (a.s)’ın kıssasını anlatan hadis, kadının mescidde namaz kılması hadisi ile namazı kesmesi hadisi...30 Bunlar arasında yer almaktadır.

Bunların hepsi sahih hadislerdir. Hatta bunların tümü “sahih hadis kitapları”ndadır.

Muhammed Gazali’nin bu kabilden pekçok sözleri vardır.5. Muhammed Ahmed Halefullah:el-Adnu’l-İslami adlı eserinde31 şunları söylemektedir: “Şüphesiz insanlığın artık yeryüzünde sema adına liderliğini

üstlenecek kimselere ihtiyacı yoktur. Çünkü insanlık artık olgunluk çağına erişmiş ve kendi işlerini bizzat kendisi görme zamanı gelmiş bulunmaktadır.”

“Doktor peygamberliğin ve vahyin insan aklı için bir kayıt ve birer bağ olduğunu vurgulamaktadır. Bundan dolayı “peygamberlik nizamı”nın sona erdirilmesi aynı zamanda insan aklının semanın kayıtlarından kurtarılmasının ilanı olmuştur. Bu sebeple şöyle demektedir: “İslam insan aklını peygamberliğin egemenliğinden kurtarmıştır. Çünkü o peygamberliğin büsbütün sona erdiğini ilan etmekle bütün beşeriyeti bundan kurtarmış olmaktadır.”32 33

6. Hüseyin Ahmed Emin:

27 Cemal Sultan, Ezmetu’l-Hivari’d-Dini, s. 2928 Aynı yer.29 Mecelletu’d-Devha, sayı 101, Recep 1404. Bunlar oldukça tehlikeli sözler olup, mücerred bir akli yöntem olmaktan daha ileridir. Hatta bundan düşünenin de göreceği gibi bundan çok daha tehlikelidir.30 Bu hususlarda ona verilen cevaplar için bk. değerli kardeşimiz faziletli Şeyh Rabi b. Adi, Keşfu Mevkıfi’l-Gazali mine’s-Sünneti ve Ehliha adlı eserine bakınız.31 Cemal Sultan, Gazvu’l mine’d-Dahil, s. 51’den naklen32 el-Ususu’l-Kur’aniyye li’t-Tekaddüm adlı eserinin s. 44’de33 Gazvu’l mine’d-Dahil, s. 51

30

Page 31: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Ahmed Emin’in oğlu olan Hüseyin diyor ki: “İslam ruhu34 ile dolmak –dağınık, muayyen hükümlere bağlanmak değil- bizi doğru yola iletecek pusula olmanın garantisidir.

Günümüz toplumu hırsızlık suçu için bedevi toplumda öngörülen cezadan başka bir cezayı uygun görebilir. Medine’de farz kılınan tesettür için de aynı şey sözkonusudur.

O halde Kur’an-ı Kerim’in hırsızlar için tespit etmiş olduğu el kesme cezası bedevi bir şeriattir.35 Kader akidesi gibi.

İcab da aynı şekilde. Medine-i münevvereye uygundu fakat artık ikinci asırda Kahire için uygun değildir.”36

Buna göre İslamın ruhu hoşgörü, itidal gibi akılcıların ve onların efendilerinin, sonra da onların kuyruklarının dillerine doladıkları lafızlar kendileriyle batıl murad edilen hak sözlerdir.

Evet İslamın ruhu temeldir... Fakat akaid, şeriat ya da hükümler hakkında herhangi bir kusurlu tutum olmamalıdır.

Evet hoşgörü bu dinin en büyük alametlerindendir. Fakat yolun ortasında küfür ile bir araya gelmek yahutta İslamın öngördüğü vela ve bera kaidesinden herhangi bir taviz vermeden.

Evet itidal ve orta yolluluk İslamın önemli bir özelliğidir... Fakat dağlardan kurtuluş ya da sulandırma olmaksızın.

7. Bize dışardan gelen akılcı yöntemin müntesiplerinden birisi de Sudan devleti ile ve orada Allah’ın şeriatinin tatbikine çağrı ile ilişkisinden ötürü günümüzde adı parlayan hukuk doktoru Hasan et-Turabi’dir.

Evet Allah’ın şeriatinin tatbik edilmesi hususunda bizler de Sudan ile ve Sudan halkı ile birlikteyiz. Fakat yine bizler genel olarak İslam ülkelerine karşı, özel olarak da günümüze Sudan’a karşı pek büyük hile ve tuzaklar hazırlayan hilebazların ve İslamı isteyen ve İslam şeriatını uygulamaya koymak için çalışan kimselerin önünde pek büyük engeller koymak isteyenlerin de aynı şekilde karşısındayız.

Fakat bizlerin Sudanlı kardeşlerimizi özü itibariyle batıdan gelen ve Turabi’nin aklına egemen olan akılcı düşünüşe karşı da uyarmak zorundayız ta ki ona aldanmasınlar, arkasından gitmesinler. Turabi’nin eserlerinde, konferanslarında tekrarlayıp durduğu yenilik, ilerilik, gericilikten uzak kalmak iddiası ile söylediği bu parlak sözlere aldanmasınlar. Ancak bu sözler ucuz sözlerdir. Ancak cahillerin ve bilgisizliğin pazarında müşteri bulurlar.

Bundan dolayı ben değer verdiğimiz bazı kimselerin arasından hala mütefekkir ve davetçi olmakla nitelendirmelerini gerçekten garip karşılıyorum.

Acaba bunlar Turabi’nin ve düşüncesinin hakikatini bilmiyorlar mı yoksa bunu bilmekle birlikte bu hususta akılların maslahat diye vehmettiği

34 “İslamın ruhu” tabiri bozuk, laik, akılcı bir aldatmadır. Maalesef İslami hareketin sembollerinden olduğu söylenen birtakım kimselere kadar sızmıştır. Bunun iç yüzünün açığa çıkartılıp, gerçek mahiyetinin ortaya çıkarılmasına dair Abdu’l-Mecid Subh, Hakaiku’l-İslam beyne’l-Cehli ve’l-Cuhud, s. 249-254’e bakınız.35 Ezherli Muhammed Gazali bu sapıkların sözlerini akletmeden yahutta iyice anlamadan –onun hakkında hüsnü zan besleyerek söyleyecek olursa- kitaplarının çeşitli yerlerinde tekrarlamış bulunmaktadır. Bunlardan birisi de es-Sünnetu’n-Nebeviyye (s. 11) ile Dusturu’l-Vahdeti’s-Sakafiyye (s. 113) eserleridir ve başka yerlerde de bunu sözkonusu etmiştir. Bu günahkarca terimlere karşı güçlü bir cevap için bk. Şeyh Rabi b. Hadi’nin Keşfu Mevkıfi’l-Gazali mine’s-Sünneti ve Ehliha (s. 69-77)’ye ve fi Fıkhi’l-Vaki, s. 33-36’ya bakınız. 36 Dr. Ahmed Abdurrahman, Esatiru’l-Muasirin, s. 152’den naklen

31

Page 32: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

şeyi tercih ederek onun gerçek yüzünü açıklamayıp, susmayı mı tercih ediyorlar.

İşte bunlara ve başkalarına Turabi’nin gerçek düşüncesine ve asıl yöntemine delalet eden bazı sözlerini nakletmek istiyorum:

Allah hidayet versin. Tecdidu’l-Fikri’l-İslami adlı eserinde (s.26) şunları söylemektedir:

“Özel bir yeri olan bir esas olarak kendisine itibarını iade etmekle yükümlü olduğumuz kaynak ise akıldır...”

İşte onun bu akılcı görüşü nihayet kendisini kitap ve sünnet ile yetinmeyi kabul etmek şeklindeki kanaati yaygın bir yanılma olarak değerlendirme noktasına götürmüştür. Aynı kitapta (s.25) şunları söylediğini görüyoruz:

“Engellerden birisi de şudur: Bizde ihtiyaçlarımıza cevap verecek kitap ve sünnet vardır diyenlerin varlığıdır ve bu yaygın bir yanılmadır. Çünkü mutlaka alimlerin ve fukahanın ortaya çıkması gerekir. Bizlerin bu yeni vakıa için yeni bir fıkha ihtiyacı vardır.”

Peki bu yeni fıkıh nedir?Acaba bu onlarla alakası olmayan kitap ve sünnetin dışında bir şey

midir? Yoksa o, onlardan çıkan ve onlardan fışkıran bir şey midir?Eğer onun istediği birincisi ise o reddolunmuştur, kabul edilmez.

Aksine böyle bir şey bir çeşit irtidaddır. Allah’tan esenlik dileriz.Şayet kastettiği ikincisi ise –ki hissettirmeye çalıştığı odur-. O vakit

bu da onun ifadelerini temelinden çürütür.Hatta Turabi’nin şu hezeyanına bakınız. O Tahkimu’ş-Şeria37 başlıklı

bir konferansında İslamdan irtidadı mübah görerek şunları söylemektedir: “Şunu da söylemek istiyorum: Bir tek devletin ve bir tek ahdin

sınırları içerisinde tıpkı hristiyan için caiz olduğu gibi müslüman için de dinini değiştirmek caizdir.” Allah’a sığınırız.

Turabi dışardan ithal edilen akılcı yöntemi ile inkar ettiği hususlar arasında recm cezası da vardır. Doktor Mahmud et-Tahha’nın Mefhumu’t-Tecdid beyne’s-Sünneti’n-Nebeviyye ve Ed’iyyei’t-Tecdid el-Muasirin (s.31)’de naklettiği gibi. Aynı şekilde es-Sarimu’l-Mesnun adlı eserin sahibi de (s.12)’de böyle demektedir.

Diğer taraftan onun selef yöntemini ve ona intisap edenleri kendi yenilikçi, akılcı yöntemini yüceltmek maksadıyla şu sözleriyle tenkid ettiğini de görüyoruz:

“Fakat başka kimseler daha vardır ki bunlar selefi adını alır ve dinin mütedeyyinlerin tarihinde müşahhaslaştığını kabul ederler. Onlar iyi niyetleriyle bu tarihe taassupla bağlanırlar. Fakat bunun asıl anlamının şeklinde değil, yönelişinde olduğunu unuturlar. Onlar selefi taklid ederler ama yöntemlerinde ve usule dair izledikleri yolda değil. Aksine onların muayyen kazanım şekillerinde onları taklid ederler. Onlar ashaba, tabiine ve fıkıh imamlarına itibar ederler. Fakat içtihad ve cihad itibariyle dine bağlılık yollarında değil, aksine onların söz ve amellerinin şeklini taklid ederler. Onlar tabi oluşun yol alanın yüce Allah’a giderken izlediği yöntem üzere devam etmekte değil, aksine öncekilerin vardığı ve ulaştığı sınırda durmakta olduğunu kabul ederler...”38 37 Ondan Ahmed b. Malik’in es-Sarimu’l-Mesnun fi’r-Reddi ale’t-Turabi Şatimi’r-Rasul, s. 12’de naklettiği üzere o bu konferasını Hartum üniversitesinde vermiştir.38 Tecdidu’l-Fikri’l-İslami, s. 150. Ayrıca ileride yedinci bölümde gelecek açıklamalar ile karşılaştırınız.

32

Page 33: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Evet o böyle demiş fakat bu sözlerin bir ip bükümü kadar dahi değeri yoktur.

Bu kısır sözleri tenkid etmek hatta çürütmek istesek elbette bu kitabımız maksadını aşar. Fakat ben akıl sahiplerinin bu Turabi’nin gerçek yüzünü bilmeleri için bir sözünü kaydetmek istiyorum. Hatta hemen bundan sonra söylediği şu sözlere bakmak istiyorum:

“Şeriatı tatbik hususunda hükümlerinin gözettiği maksada değil de geçmişteki şekillere başvuran kimselere de çoğunlukla gördüğümüz onların geçmişe kilitlenmenin şekillendirdiği bir kültüre sahip olduklarını görüyoruz...”

İşte bundan dolayı yeni ve modern şeylere açık olmasından ötürü daha önceden kaydettiğimiz gibi İslamdan irtidad etmek suretiyle küfre girmeyi caiz görmüştür.

Recm cezasını inkar etmiştir. İçki içenin cezasının “yirmi ile kırk sopa arasında olduğunu, bir ay yahut bundan az bir süre fazla hapisten ve az miktardaki bir para cezasından daha ileriye gidemeyeceğini kabul etmiştir.”39

Şimdi Allah için “şeriat ahkamının maksadı” ifadesine bunların yenilik iddiasıyla dizginlerden kopmayı, hoşgörü iddiasıyla inkarı, uygarlık gerekçesiyle sulandırılmayı ihtiva eden pekçok hususu kapsadığına dikkat ederiz.

Geçen hususu pekiştiren ve gizliliklerini açığa çıkartarak daha da açıklık kazandıran hususlardan birisi de Muhammed Suyur Zeynu’l-Abidin’in Dirasetu’n fi’s-Sira en-Nebeviyye (s.308)’de ondan Dr. Turabi ile birlikte başından geçen şu özel tecrübesine dair anlattıklarıdır:

“Sudan üniversitelerinde anayasa hukuk profesörü olan Dr. Hasan Abdullah et-Turabi Mesih (a.s)’ın ahir zamanda ineceğini kabul etmedi. Ben ona bundan onbir sene kadar önce birarada bulunduğumuz bir mecliste şunları söyledim: Sen mütevatir bir hadisi nasıl inkar edersin?

Dedi ki: Ben hadisi senedi bakımından tartışmıyorum. Ben bu hadisin akıl ile çeliştiği görüşündeyim. Çelişki halinde ise akıl nakilden önce gelir.”

Derim ki: Bu hususta bilgisiz ve zavallı Turabi’nin bu sözleri geçmişindeki akılcıların yöntemini yıkmaktadır. Çünkü onlar zanni kabul ettikleri hadisler ile kesin kabul ettikleri akılları arasında bir çelişki olduğunu iddia etmişlerdi.

Kendisi ise –yüce Allah ona doğru yolu göstersin- onların karşı çıktıkları alanı genişleterek bu nihayetinde mütevatir hadisleri de kapsamış bulunmaktadır ki bu ise onların “kat’i” adını verdikleri şeydir.

O halde ona göre –hatta onlara göre de- sünnetin tamamı akli tenkid süzgecine tabidir. Mütevatir olan ile olmayan arasında bir fark yoktur.

Buna bağlı olarak bu sapıkları akılcı karşı çıkışlarını Kur’an-ı Kerim’e ulaşıncaya kadar ileri götürmelerini engelleyen nedir? Zaten bir kısmı bu işi yapmış bulunmaktadır.

“Deki: ‘Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları boşa gittiği halde kendilerinin muhakkak iyi iş yaptıklarını zannederler.” (el-Kehf, 18/103-104)

39 es-Sarimu’l-Meslul, s.12’den naklen

33

Page 34: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Burada biz bunu bir fırsat bilerek Dr. Hasan et-Turabi’ye hakka dönmesi, doğru yola tekrar girmesi için nasihatta bulunuyoruz. Bu ise onun bu çürümüş ve yaması bol akılcı elbiseyi sırtından çıkarması ile Allah ve Rasûlünün huzurunda maslahat iddiasıyla da, hoşgörü iddiasıyla da olsa aklı ya da re’yi öne geçirmeyen kimselerden olmasıyla tahakkuk eder.

8. Burada bizzat bu akılcı yöntemin Dr. Yusuf el-Kardavi’nin bazı kitaplarında bazen görülen bir yöntem olduğunu işaret etmek benim için çok üzücüdür. Ancak bu akılcı yöntem onun eserlerinde şiddetli olmayan çok incelikli ve üstü kapalı bir üslupla dile getirilmektedir. O hücuma alışkın Gazali’nin o üslubunda değil.

Her ne kadar Kardavi’nin sözkonusu ettiği hadisler hemen hemen Gazali’nin kısır aklı ile red ve kabul etmediği hadisler ise de ikisi arasında iki cihetten fark vardır:

Evvela Kardavi, Gazali’den daha alim ve daha tutarlı, doğru ve bilimsel yönteme daha yakın açıklamalarda bulunmuştur.

İkinci olarak Gazali’nin açıkça reddettiği hususları Kardavi çoğunlukla: “Ben bu hadis hakkında bir şey söyleyemiyorum (tevakkuf ettim)...” demekle yetindiğini görüyoruz. Böyle dedikten sonra hadisi sözkonusu eder.

Ancak bu da netice itibariyle ondan önceki gibidir. Bu akılcı üslup –yöntem demiyorum- Kardavi’nin son eserleri arasında sayılan bir kitapta40

ortaya çıkmaktadır. Bu kitapta: “Nebevi Sünneti Nasıl Ele Almalıyız?” adını taşımaktadır.

Bu hususa bir örnek olmak üzere Müslim’in Sahih’inde rivayet edilmiş bulunan hadisin sübutu hakkındaki kararsızlığıdır. Enes’ten rivayete göre Peygamber (s.a) bir adama: “Şüphesiz benim babam da, senin baban da ateştedir.” demiştir. Kitabının 97. sahifesinde görüldüğü gibi.

Bazan onun nassın zahirine muhalif tevile tevile meylettiğini görüyoruz. “Ölüm siyah-beyaz bir koç şeklinde getirilir...” şeklindeki Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadis karşısındaki tutumu buna örnektir. Sözü geçen eserinin s.160’da görüldüğü gibi.

Onun “durmaksızın insanlara sinek ve onun yemeye batırılması gibi hadisi zikredenleri, yahut Musa’nın ölüm meleğine tokat atmasını, yahut...”41 hadisleri zikredip duranları garip karşıladığını görüyoruz.

Onun bu kabilden pekçok ve çeşitli tabloları vardır. Bunlar arasından açıkladıklarımız ile yetiniyoruz.

Bu soğuk akılcılığın neslindeki bu zincir halkaları bu kadar değildir. Değersiz ve birbiriyle çatışan bu liste bu gibi kimselerle uzayıp gider. Bütün bunlarla birlikte onlar aldanış içerisindedirler, dilleri keskin, üslupları serttir. Sanki bir fildişi kulesinde imişler gibi konuşur yahut yazarlar.

İmdi:Önceden42 söylediğim gibi bu boş akılcıların vardıkları son nokta

vahyi inkar, dini iptal etmektir. Bunu isteyerek yahut istemeyerek yapmış olabilirler. Bu onların hoşlarına gitsin ya da gitmesin durum böyledir. 40 Amerikadaki uluslar arası İslam düşüncesi enstitüsü yayınlarındandır. El-Gazali’nin es-Sünnetu’n-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkhi ve Ehli’l-Hadis adlı eserini de aynı kurum yayınlamıştır.41 Keyfe Neteamelu maa’s-Sünneti’n-Nebeviyye, s. 86. Her iki hadisten sonra gelen iki ünlem işareti de ona aittir.42 Bk. bu bölümün büyük harfle a, büyük harfle b şıkları

34

Page 35: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bundan dolayı onların bu akılcılıklarında başıboş hareket etmelerinin şu sonuca vardığını görüyoruz: “Onların bazılarının bakış açısına göre İslam sadece Allah’ın dini değildir. Artık o dinden başkasını aramak Kur’an-ı Kerim’in açıkça belirttiği gibi bir sapıklık ya da küfür değildir. Hatta hristiyanlık yahut yahudiliği istemek kişileri cennete dahi götürebilecek bir haldir. Belki de en yüksek firdevs cennetine. Bir taraftan Dr. Muhammed Ammara, Fehmi Huveydi ve Dr. Abdu’l-Aziz Kafilin, diğer taraftan Said el-Aşmavi ve Mahmud Ebu Leyye’nin benimsedikleri gibi.”42

İşte bütün bunlar bizleri onların çelişki ve tutarsızlık şekillerinden bir başkasını burada tespit etmeye bizi mecbur etmektedir:

“Bu çağdaki çağdaşlara hayret doğrusu onlar İslamı tarihin derinliklerinde kültür rafları üzerinde kendisine işaret olunan fakat gereğince amel etmeyen bir konuma getirmekte ısrar etmektedirler. Böylelikle İslam Allah’a ve ahiret gününe iman eden herkesin –imanı ne olursa olsun- ismi oluverir. Onun kapsamı içerisine peygamberlerin hak yolu, hak beyan ile açıklamak üzere gönderilmesini çeşitli şekillerde boş bir iş haline getirecek şekilde kapsamına siyonistler ve haçlılar dahi girer.”43

Akıl hakem olup, temel esas kabul edilince ve bütün bunlar anlamsız kıyaslara ve bozuk tevillere sarıp sarmalanarak sunuldukça bu böyle kalacaktır.

Merhum Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye diyor ki:44

“Onların bu akli kıyaslarının sonunda varacağı nokta safsatacılıktır. Bu ise mevcut gerçekleri sulandırarak ve hakkı batıla karıştırarak inkar etmeye gider. Onların bu yaptıkları tevillerle varacakları yer de karmatiliktir. O ise sözleri yerinden değiştirip tahrif etmek, şeriatı, dili ve aklı da aynı şekilde sulandırmak ve hakkı batıla karıştırmak suretiyle ifsad edip bozmaktır.”

Sözün özü şudur: “Bu gibi kimselerin sözleri cehalettir ve sonunda varacağı yer sındıklıktır.”45

BEŞİNCİ BÖLÜM

AKILCILARIN GENEL KANUNLARININ ÇÜRÜTÜLMESİ

Giriş: Kovulmuş şeytanın akılcıları ve onların taraftarlarını düşürdüğüm en büyük tuzaklardan birisi de ister gayb ile ister ibadetle, ister mucizeler ile akalı bulunsun. Kitap ve sünnetin ihtiva ettiği vahyin nasslarının karşısına sınırlarıyla, düşüncesiyle, katıksız maddi bakışıyla kısır olan insan aklını koymuş olmasıdır.

Bu gerçekten tutarsız ve yanlış bir iştir. Çünkü “gayb alemi ve ona tabi olan hususlar madde ötesidir. Yeryüzündeki cisimler ile kayıtlı ve sınırlı olan akıllar o alemi idrak edemez. Hatta akıllar idrak alanları içerisine girebilen maddenin hakikatlerini idrak etmekten dahi acizdirler. Kendi güç ve egemenlik sınırları dışında kalan alanlar hakkında hüküm verebilecek hale gelmesi nasıl mümkün olabilir. 42 (Mükerrer) el-Aklaniyyetu Hidayetun em Ğıvaye, s. 4643 el-Asriyyun Muteziletu’l-Yevm, s. 115-11644 İbn Teymiye, Beyanu Telbisi’l-Cehmiye, I, 15045 Aynı eser, aynı yer.

35

Page 36: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

İşte bizler çağımızda maddenin güce (enerjiye) dönüştürüldüğünü idrak ediyoruz. Hatta bazan gücün maddeye dönüştürüldüğünü dahi farkedebiliyoruz. Ne bunun, ne ötekinin gerçeğini bilmeden bu işler sanayi ve çalışma ile ortaya çıkabilmektedir.

Daha sonra neler olacağını bilemiyoruz. Şu kadar var ki insan aklı aciz ve yetersizdir.

Madde, güç, araz, cevher, sadece gerçekleri anlaşılır hale getirebilmek için ortaya konulmuş terimlerdir. O halde insanın hayrına olan iman etmek ve salih amel işlemektir. Sonra da kıyamet gününde kurtuluş ümidiyle gayb olanı gayb alemine terketmektir.”1

Akılcılar bu önemli esastan gafil olduklarından ötürü sapı samana karıştırmışlardır. Onlardan birinin kendisinden daha önde olan liderinin kurduğunu, yıktığını gördük. Kendi eliyle de arkasından bir harabeye dönüştürülecek şeyleri kendisinden sonra gelecekler için elleriyle bina ettiğini gördük.

Geçmişte ve günümüzde akılcıların ortaya koyduğu akli bütün diğer itirazlar şu başarısızlığa mahkum vehme mebnidir:

Onların hak sünnette yer almış pekçok gaybi hususu inkar etmeleri bu katıksız maddi bakış açısının bir sonucu olarak kendi akıllarına uygun düşmemesinden kaynaklanmaktadır...

Onların mucizeleri kabul etmeyişleri bizatihi bu akılcı yöntemden kaynaklanmaktadır.

Şanı yüce Allah’ın sıfatlarını tahrif etmeleri aynı şekilde onların oldukça tutarsız olan görüneni, görünmeyene kıyas etmelerinin bir sonucudur. Bunun sonucunda onlar şeriatte sözkonusu edilmiş herbir sıfatın sadece o sıfata verilen isimden hareketle yaratan ile yaratılmış arasındaki bir ortak taraf dolayısıyla bir takım teşbih ve tecsim türlerini ihtiva ettiğini düşünmüşlerdir.

Bu ise ister kabul etsinler, ister etmesinler yüce Allah’ın sıfatlarını inkar etmelerini gerektirir. Şanı yüce Allah onların söylediklerinden pek yüce ve pek münezzehtir. Çünkü vücud (var olmak) yaratan ile yaratılan arasında ortak bir sıfattır. Onu ancak Dehri ve inkarcı bir kimse kabul etmez:

Şayet vehmettikleri ve ileri sürdükleri teşbihten kaçarak bunu kabul etmeyecek olurlarsa bu sefer kendilerini inkarcılara katmış olurlar.

Eğer bizler diğer yaratılmışların varlığına benzemeyen bir vücud sıfatı kabul ediyoruz diyerek bu sıfatı kabul ederlerse,

Biz de onlara şöyle deriz: Biz de diğer sıfatlar hakkında aynı şeyi söylüyoruz.

Bütün bunlar gerçek mahiyetleriyle ve gerekleriyle sadece ve sadece onların şanı yüce Rablerini hakkıyla takdir edemeyişlerinin bir sonucudur. Yüce Allah’ın peygamberine gönderdiği vahyi hakkıyla anlayamamalarının bir neticesidir. Onlar bu halleriyle yüce Allah’ın haklarında: “Allah’ı şanına yakışacak bir şekilde takdir edemediler.” (el-En’am, 6/91) buyruğunda sözünü ettiği kimselere benzemektedirler.

Evet eğer gerçekten onlar şanı yüce Allah’ı hakkıyla takdir edebilselerdi kitap ve sünnetiyle vahiy karşısında akıllarının zayıflığını da bilirlerdi fakat bilemediler, sapıttılar ve saptırdılar.1 Ahmed Şakir, Şerhu’l-Müsned, VIII, 191

36

Page 37: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bunun ışığında ruhlara ve akıllara şunun iyice yer etmesi gerekmektedir: “Anlaşmazlık noktaları mü’minler arasında ancak kitap ve sünnet ile çözülebilir. Eğer bu anlaşmazlık taraflarından birisi söylediğini aklı ile biliyor ise gerçek şu ki akli güçler değişik ve farklıdır. Çoğunlukla da bilinmeyen ile akıl ile bilinen birbirine karışabilir.

Böyle bir durumda anlaşmazlık tarafları arasında muayyen bir kişinin sözünün yahut aklıyla kavradıklarını anlaşmazlığı sona erdirmesine imkan bulunmaz. Onların anlaşmazlığı semadan indirilen kitap ile peygamber olarak gönderilmiş ve yüce Allah’tan bildirdiği hususlarda masum (hatadan korunmuş) rasûl çözebilir.”2

Hakikatte bütün bunların böyle olmasının tek sebebi “akılların yüce Allah’ın bütün hikmetlerini, sırlarını, kaza ve kaderinde iradesinin nihai amaçlarını kuşatabilmek noktasında kısır, yetersiz ve oldukça geride oluşundan kaynaklanmaktadır.3

Bu kitapta (4. bölümde Eş’arilerden sözederken) er-Razi’nin onlar için icad ettiği akılcı ve külli kanunu kaydetmiştik. O bu yasayı onlar için gevşek ve tutarsız delilleri silsilesinden meydana gelen kopukluğu bağlamak için icad etmiş ve bu kanununda temel olarak bir taraftan zan ile yakîni birbirinden ayırdetmek diğer taraftan ve buna bağlı olarak akıl ile nakil arasındaki farkı ortaya koymak istemiştir.

Bu genel yasanın ilmi olarak çürütülmesine geçmeden önce birtakım hususların açıklanması kaçınılmazdır:

1. “Herşeyden önce herhangi bir nassın zanni ya da kat’i olduğunu söylemek nisbi (göreceli) bir husustur. İdrak eden ve delil gösterenin farklılığıyla farklılık arzeder. Yoksa bu bizatihi delilin kendisindeki bir nitelik değildir.4 Bu aklı başında hiçbir kimsenin tartışmayacağı bir husustur. Ali için kesin olan bir husus, Mehmed için zanni olabilir. Dolayısıyla onların: “Ümmet tarafından kabul ile karşılanan Rasûlullah (s.a)’dan gelen sahih haberler ilim ifade etmez, aksine onlar zannidir” şeklindeki sözleri onların kendi kanaatlerini ifade eder. Zira onlar ehl-i sünnetin ilim elde ettiği yollardan ilim elde etmemişlerdir.

2. Onların: “bu yolla biz ilim elde edemeyiz” demeleri bu hususta genel bir red ve nefyi gerektirmez. Bu kendisinin bir ağrı yahut bir lezzet, sevgi ve nefret gibi bir his duyduğunu söyleyen kimseye karşı bir diğerinin ben böyle bir şey duymuyorum ve böyle bir şey farketmiyorum deyip delil getirerek bunları söyleyen kimseye ağrı çekmediğini, acı duymadığını, sevmediğini, nefret etmediğini söylemesine ve nihai anlamları ben senin duyduğunu duymuyorum ve eğer senin bu duydukların gerçek olsaydı, ben de sende aynı duyguyu ortak olarak duyardık demekten ileri gidemeyen birtakım şüpheleri (delil seviyesine ulaşamayan iddiaları) çokça ileri sürmesine benzer.

Bu ise batılın ta kendisidir. Böyle bir kimseye denir ki: Sen bütün çabanı Rasûlullah (s.a)’ın getirdiklerini öğrenmeye, buna

bütün gayretini yöneltmeye, bunları takip edip toplamaya, onları nakledenlerin durumlarını ve yaşayışlarını bilmeye yönelt.2 Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye, Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye, I, 2483 İfaru’l-Hakki ale’l-Halk, s. 2794 Yüce Allah’a hamdolsun ki ben bu meseleyi özlü ve ayrı bir kitapta gereği gibi tahkik ettim. Eğer insaflı bir kimse oradaki delilleri görecek olursa kabul etmekten başka bir şey yapamaz. Sözünü ettiğim bu kitaba Bu’yetu’l-Mütemenni fi Tahkiki Mana el-Kat’i ve’z-Zanni adını verdim. Allah onu yayınlamayı lutfetsin.

37

Page 38: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bunun dışındaki şeylerden yüz çevir. Nihai isteğin bu olsun, nihai maksadın bunlar olsun. Hatta mezhep müntesiblerinin imamlarının mezheplerini bilmeleri için gösterdikleri gayretten daha fazlasını göster. O mezhep müntesipleri gösterdikleri gayretlerle öğrendikleri görüşlerin mezheplerinin görüşü olduğunu kesin olarak bilecek şekilde gayret göstermişlerdir. Bir kimse kalkıp bu onların mezhebinin görüşü olmadığını söyleyecek olursa onunla alay ederler.

İşte o vakit sen de Rasûlullah (s.a)’ın haberlerinin ilim ifade edip etmediğini iyice anlarsın.

Sen bunları öğrenmekten, bu husustaki bilgileri tahsil etmekten yüz çevirdiğin sürece rasûlün haberleri senin için ilim ifade etmez. Eğer bunlar senin için zan ifade etmez diyecek olursan, o takdirde sen bu hususta bu haberlerden kendi payına düşenin haberini vermiş olursun.”5

İkinci husus bu akılcılar bütün ilim dallarında bilgisizdirler. Sadece hadis ilminde değil. Eğer onlardan zan ile kesinliği birbirinden ayırdedecek ve anlaşmazlık halinde kendisine baş vurulacak kat’i bir ölçü getirmelerini isteyecek olursan sana verecek bir cevapları olmaz ve hiç şüphesiz şaşırır kalırlar.

Onlardan herhangi bir kimse bu hususta bir cesaret gösterecek olursa önünde bu ölçü ve ilkeyi akıl olarak tespit etmekten başka hiçbir çıkar yol bulamaz. Bu ise kesinlikle kabul edilemeyecek bir ilkedir. Çünkü ittifakla kabul edildiği üzere akıllar farklı farklıdır. İhtilafa düştükleri takdirde tercihe gitmeyi gerektirecek sebep ne olacaktır?

Özellikle defalarca da belirtildiği gibi “şanı yüce Allah akıllar için daha ilerisine gidemeyecekleri bir sınır tespit etmiştir. Herbir hususu idrak etmek için akılların izleyebilecekleri bir yolları yoktur.”6

Üçüncü husus “sarih akıl her zaman için Rasûlullah (s.a)’ın getirdiklerine uygundur. Hiçbir şekilde ona muhalefet etmez. Şüphesiz ölçü kitap ile beraberdir. Allah kitabı hak ile ve ölçü ile indirmiştir fakat bazen insanların akılları onda gelen bilgileri öğrenmekten geri kalabilir. Bu sefer rasûl bilmekten yana aciz kaldıkları ve hakkında hayrete düştükleri hususları getirip onlara öğretir. Yoksa batıl olduğunu bildikleri hususları değil.

Rasûller -Allah’ın salât ve selamları üzerlerine olsun- akılların hayret ettikleri şaşkınlık içinde bulundukları hususları bildirirler. Akılların imkansız ve muhal bildikleri şeyleri bildirmezler.”7

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye diyor ki8“Sahih nakil ile sadece sarih (açık seçik) makul çelişmez. Ben bu hususu insanların hakkında anlaşmazlığa düştüğü bütün

hususlarda tetkik edip inceledim. Açık ve sahih nasslara muhalif olan görüşlerin akıl vasıtası ile batıl oldukları bilinen fasid birtakım şüphelerden ibaret olduklarını, hatta akıl ile bunların zıttı olup şeriate uygun gelen hususların sabit olduğunun bilindiğini gördüm.

5 İmam İbnu’l-Kayyim, Muhtasaru’s-Savaik el-Mürsele, II, 432-433 bazı tasarruflarla6 Şatıbi, el-İ’tisam, II, 3187 Mecmuu’l-Fetava, XVII, 4448 Muafakatu Sahihi’l-Menkul li Sarihi’l-Ma’kul, I, 86, Tahkik: Muhammed Hamid el-Faki. Ondan naklen Dr. Muhammed Hüsni ez-Zeyn, Mantıku İbn Teymiye ve Menhecuhu’l-Fikri, s. 201

38

Page 39: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Ben bu hususu usulün (itikadın) ana meseleleri üzerinde düşündüm. Tevhid, Allah’ın sıfatları, kader meseleleri, nubuvvat (peygamberlikle alakalı bilgiler), mead (ahiret) ve başka hususlar gibi.

Aklın apaçık hükümleriyle bilinen hususlara sadece sem’î delillerin muhalefet etmemekle kalmadıklarını aksine buna muhalefet ettiği belirtilen sem’î bilgilerin ya uydurma bir hadis yahutta zayıf bir delalet olduğunu ve eğer apaçık aklın karşı oluşundan soyutlanacak olsa bile delil olmaya elverişli olmayacağını gördüm. Peki ya aklın açık hükümleri de ona muhalefet ediyorsa durum ne olabilir?”

Bir görüş şer’î bakımdan ne kadar tutarsız ise akli açıdan daha da tutarsızdır. Şüphesiz hak kendi kendisiyle çelişkiye düşmez. Peygamberler ise ancak hak olanı haber vermiştir. Yüce Allah da kullarını hakkı bilecek şekilde yaratmıştır. Peygamberler de ancak yaratılışı (fıtratı) tamamlamak üzere gönderilmişlerdir, fıtratı değiştirmek için değil.”9

Külli, akli kanunu kökünden çürütmek ve temelinden yıkmak üzere de şunları söyleyelim:

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye’nin öğrencisi büyük ilim adamı İbn Kayyim el-Cevziye oldukça faydalı ve değerli eseri olan es-Sevaiku’l-Mürsele ale’l-Cehmiyeti ve’l-Muattile (III, 906)’da bu kanunu tenkit etmek ve çürütmek sadedinde geniş açıklamalar yapmıştır. Bütün bu husustaki bilgileri merhum Şeyhu’l-İslam’ın bu alanda yazdığı oldukça büyük eseri olan “Der-u Taabudi’l-Akli ve’n-Nakl” adlı eserinden özetlemiş bulunmaktadır ki sözkonusu bu eser de on cilt halinde basılmıştır.

İbnu’l-Kayyim bu hususa işaret ederek şöyle demektedir: “Şeyhu’l-İslam bu hususta daha bir şeyler eklemeye gerek

bırakmayacak şekilde geniş açıklamalarda bulunmuş ve bu şüphenin [ki bu külli kanundur] tutarsızlığını açıklamış, pek büyük kitabında tağut konumunda olan bu iddiayı yıkmıştır. Şimdi bizler de kısaca bunlara işaret edeceğiz ki bizim bu açıklamalarımız onun denizinden bir damla mesabesindedir. Bu açıklamalar, bu tereddüdün çürütülmesini ve ortadan kaldırılmasını ihtiva eden açıklamalardır. Bu da çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır...” Arkasından merhum bu delilleri sıralamaya geçmektedir.

İşte ben de yaklaşık iki ciltten onun sözünün özünü özetlemeye çalışacağım. Böylece onun maksadını, amacını ifade etmiş olacağız.10 Şanı yüce Allah’tan muvaffakiyetini daha da arttırmasını ve amacımızı en ileri derecede gerçekleştirmeyi kolaylaştırmasını dileriz. Bundan önce de şunları söylemek istiyorum: Onların külli kanunlarının esası bu işi ilk ortaya atanların hakkında söyledikleri şu sözler teşkil etmektedir:

“Akıl naklin esası olduğuna göre naklin sahih olduğunu ortaya koymak için aklı tenkid etmek nihayette hem aklı, hem nakli aynı anda tenkid etmek sonucuna götürür. Bu ise batıldır.”

Bundan önceki önermeleri de, sonraki önermeleri de... bu önermelerine dayanmakta ve ona raci bulunmaktadır.

“Muhakkik ilim adamları bu hususta onlara itiraz etmişlerdir. Şöyle ki ilimlerin hem akıl, hem sem’de birbirleriyle çatışmaları imkansızdır. Onların böyle bir çatışmalarını varsaymak imkansız bir varsayımdır. Çünkü aklın sahih olduğunu kabul etmesinden sonra sem’i delil de batıl olacak olursa

9 İbn Teymiye, Minhacu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, I, 8210 Buradaki açıklamaların gerektirdiği kadarıyla bazı fazlalıklarla.

39

Page 40: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

aynı şekilde her ikisi de batıl olur. Çünkü akıl daha önceden sem’in sıhhatine dair hüküm vermiştir. Bu hüküm ise batıl olmaz. Sem batıl olacak olursa, sem’in batıl oluşu ile akli hükümlerin de akıl olduğu bilgisine ulaşılır.”11

Bu ancak kaçamak yollara başvurularak reddedilmeye kalkışılabilecek kesin bir delildir.

Şimdi sözünü ettikleri külli kanunun değişik bakımlardan nasıl çürütüldüğünü gösterelim:12

1. Herşeyden önce “biz nakle öncelik verecek olursak, onun temelini de tenkid etmiş olmamız gerekir.”13 sözleri bir defa kabul edilemez. Çünkü aklın naklin esası olduğunu söylemekten kasıt ya akıl aynı zamanda naklin subutu için bir esastır yahutta bizim onun sıhhatini bilmemiz için bir esastır denilmek istenir.

Birincisini aklı başında bir kimse söyleyemez. Çünkü aynı zamanda sabit olan bir hususun doğruluğu bizim onu bilmemize bağlı değildir. Bizim hakikatleri bilmeyişimiz aynı zamanda onların sabit olmamalarını gerektirmez.

Doğru sözlü ve sözü tasdik edilenin bildirdikleri bizatihi sabit olan şeylerdir. Bizim bunu aklımızla bilip bilmemiz farketmez. İnsanların onu doğru kabul edip etmeyişleri de durumu değiştirmez. Tıpkı yalanlayıcıların yalanlamasına rağmen Rasûlullahın risaletinin hak oluşu gibi ve tıpkı biz akıllarımızla ister bilelim, ister bilmeyelim şanı yüce Rabbin varlığının isim ve sıfatlarının sabit oluşu gibi.

Bu hakkın böyle olması bizim bilmemiz ve aklımız bir tarafa, varlığımızla dahi ilgisi yoktur.

Allah tarafından indirilmiş olan şeriatin bizatihi bizim bilmemize ve aklımıza ihtiyacı yoktur. Ona muhtaç olan bizleriz. Aklımızla onu bilmeye bizim ihtiyacımız vardır. Akıl bunu bildiği takdirde daha önce sahip olmadığı bir mükemmelliğe ulaşır. Eğer bunu bilmeyecek olursa eksik ve cahil olur.

Şayet aklın bizim sem’i delilleri bilişimizde bir esas olduğunu sıhhatine dair bir delil olduğunu kastetmek istiyor ve maksadı bu ise o zaman ona şöyle denilir:

Acaba burada akıldan maksat içimizde gizli bulunan güç ve güdü müdür?

Yoksa o güç ile elde edilen bilgiler midir?Birincisini kastetmiş olamazsınız, kastetmiş olmanıza da imkan

yoktur. Çünkü bizdeki bu güç nakil ile çatışması mümkün olabilecek bir ilim değildir. Akli ya da nakli herbir ilmin öğrenilmesi için varlığı şart olsa dahi bu böyledir. Bir şey için şart olan bir hususun aynı zamanda o şeye aykırı olması da imkansızdır.

Şayet akıldan kastınız akıl ile elde edilen bilgi ve marifet ise şunu söyleriz:

Akıl ile bilinen herbir şey sem için bir asıl ve onun doğruluğunun delili olamaz. Çünkü akli bilgiler sayılamayacak kadar çoktur. Sem’i bir delilin 11 İbnu’l-Vezir el-Yemani, Lisanu’l-Hak ale’l-Ha Halk, s. 12312 Herhangi bir kimse bu bahsi batıl bir vehim ve tutarsız bir zannın etkisi ile temelinden reddetmeden ileride gelecek ve reddetmesine imkan bulunmayan hususları tetkik etmelidir. (Bk. bu bölümün sonuç kısmı)13 es-Savaiku’l-Mursela, I, 799, Tahkiki baskıdaki ifade Muhtasaru’s-Savaik, I, 131 ile ifadelerin akışına göre ibare düzeltilmiştir.

40

Page 41: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

sıhhatini bilmek ise nihayet rasûlün doğruluğunun kendileri vasıtası ile bilinebileceği akli önermelere bağlıdır. Yoksa akli bütün ilimler ile rasûlün doğruluğu bilinemez. Aksine bu onun doğruluğuna delalet edecek belgeler ve kesin deliller ile bilinir.

Böylece bütün akli bilgilerin nakil için esas olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu sem’in bilinmesi ona bağlıdır anlamında olmadığı gibi aynı zamanda sem’i bilginin sabit olmasının ona bağlı olması anlamında da değildir.

Rasûlün doğruluğunu bilmek için gerekli olan akli bilgiler pek kolaydır. Üstelik onun doğruluğunu bilmenin çok ve çeşitli yolları da vardır.

Buna göre akıl ile elde edilen bilgiler arasından sem ile çatışanları eğer sem’in doğruluğunun bilinmesi onlara bağlı değil ise bunlara yöneltilecek tenkid sem’in aslına yöneltilecek tenkid olmaz.

Bu da yüce Allah’a hamdolsun ki apaçık bir gerçektir.Diğer taraftan akli birtakım bilgilere eleştiri, onların hepsini

eleştirmek demek değildir. Aynı şekilde bazı sem’i delilleri tenkid etmek, hepsini tenkid anlamına gelmez. Dolayısıyla bizim sem’i bilmemizin üzerinde bina edileceği akli bilgilerin doğruluğu diğer akli bilgilerin doğruluğunu gerektirmediği gibi bunların bir kısmının yanlışlığı ötekilerinin de yanlışlığını gerektirmez.

O halde genel olarak makul olduğu (akıl ile bilindiği) söylenen şeylere göre sem’i öncelemek aklın esasına bir tenkid yöneltmeyi gerektirmez.

2. Şöyle denilir: Akıl rasûlün doğruluğunu ve onun haber verdiklerinin sabit oluşunu ya bizatihi bilir yahutta bunu bilmez.

Eğer bizatihi bunu bilmiyor ise bu hususta tearuz (çelişki ve çatışma) sözkonusu olmaz. Çünkü makul eğer bilinen bir şey ise bilinen ve bilinmeyen bir şeyin çatışması sözkonusu değildir. Şayet bilinen bir şey değil ise bilinmeyen iki şeyin birbirleriyle çatışması düşünülemez.

Eğer rasûlün doğru söylediğini biliyor ise rasûlün haber verdiği şeyin bizzat sabit olduğunu bilmemesine imkan kalmaz. Şayet o hususu onun haber verdiğini bilip de onun doğru söylediğini de bilecek olursa zorunlu olarak haber verdiği şeyin sabit olduğunu da bilmesi gerekir.

Durum böyle ise rasûlün haber verdiği husus ile çatışan herhangi bir delile sahip olması ve bu çatışan delilin öncelenmesi imkansız bir şey olur.

3. Böyle birisine: Bu hususta onu tasdik etme denilecek olursa o vakit bu kendisi ile doğruluğunu bildiği husus ile çelişen bir emir olur ve aynı zamanda o rasûlün haberinden hiçbir şeye güvenmemesini gerektiren bir emir olur. Çünkü herhangi bir haberde onun yalan ya da yanlış söylemesini kabul edecek olursa başka haberlerde de bunun mümkün olabileceğini kabul eder.

İşte bundan dolayı bu yolu izleyen kimseler sonunda şanı yüce Allah’ın sıfatları ve fiilleri ile alakalı verilen haberlerde rasûlden gelen herhangi bir şeyden faydalanmama noktasına ulaşmışlardır. Hatta bazıları ahiret günü ile alakalı haberlerden dahi istifade edememişlerdir. Çünkü onlar bu tür haberlerin üç çeşit olduğuna inanırlar:

Bir çeşidinin reddedilmesi ve yalanlanması vaciptir, bir çeşidinin tevil edilmesi ve hakikat anlamının dışına çıkartılması vaciptir, bir çeşidin de kabul edilmesi sözkonusudur.

41

Page 42: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bu hususta onların dayanak kabul edecekleri asıl bir ilkeleri yoktur. Aksine onlardan kimisi: Aklının kabul ettiğini sen de kabul et, aklının kabul etmediğini sen de reddet der. Bir diğeri:14 Keşfin ile tespit edebildiğin şeyi kabul et, böyle olmayan bir şeyi kabul etme der.

Uluhiyete dair meseleler ile rububiyeti tanımak hususlarında bunlara göre rasûlün varlığı ile yokluğu arasında bir fark yoktur. Hatta onların görüşlerine ve kabul ettikleri esas ilkelere göre varlığı yokluğundan daha da zararlıdır. Çünkü onlar bu hususta rasûlden herhangi bir bilgi öğrenemezler. Aksine onun getirdiklerini ya yalanlamak yahut tevil, yahutta yüz çevirmek ve başkalarına havale etmek suretiyle onun getirdiklerini bertaraf etme ihtiyacını duymuşlardır.

Eğer: Akıl ile lafzın zahirinden anlaşılanlar arasında çelişki sabit bir şeydir fakat akıl ile rasûlün bizzat haber verdiği şeyler arasında sabit değildir. O halde çelişki ve çatışma akıl ile aslında delil olmamakla birlikte delil olarak görünen şey arasındadır ve delilin isnad yada metin itibariyle öncesinde yer alan bazı hususların zan ifade etmelerinden ötürü zanni delil olması dolayısıyla sözkonusudur denilecek olursa,

Şöyle cevap verilir: Bu meselenin şeklini ortadan kaldırır ve büsbütün farklı bir hale dönüştürür. O takdirde mesele şu hali alır: Akli delil ile sahih olmayan bir delil çatışacak olursa akli delilin öncelenmesi icap eder.

Ancak böyle bir sözü söylemenin faydası yoktur ve bu bir neticeye götürmez. Aklı başında olan herkes bilir ki delil, delil olamayan şey sebebiyle bırakılmaz.

Diğer taraftan şöyle denilir: Sizler bizatihi delil olamayan, hatta delaletine inanmanın bilgisizlik kabul edildiği yahut delil olmamakla birlikte delil olduğu sanılan bir şey ile sem’i olan bir delili açıklayacak olursanız eğer bizzat sem’i delil de –uydurma yalan bir haber yahut sahih olmakla birlikte kabul edilen görüş ile çeliştiğine dair herhangi bir şekilde bir delalet sözkonusu değil ise- bununla birlikte sizler bu iki tür arasında bir çelişki ve bir öncelik kabul edecek olursanız bu hususta biz de size destek olur ve bundan dolayı biz sizden daha mutlu oluruz. Çünkü bizler Rasûlullah (s.a) hakkında uydurulmuş hadisleri sizden daha ileri derecede reddederiz. Bu hadislerin ihtiva ettiği batıl manaları sizden daha çok çürütürüz ve bunu yapmaya biz sizden daha öncelikle yükümlüyüz.

Şayet sem’i delil bizatihi sahih olmakla ve yine bizatihi maksada açıkça delalet ediyor ise o takdirde ona karşı görülen akli değerlendirmeler ancak bozuk birtakım hayal mahsulü şeyler yahutta yalana dayalı birtakım önermeler olurlar. Aklı başında olan bir kimse hakkıyla bunlar üzerinde düşünecek ve sonuna kadar işi götürecek olursa esasen bunların bizzat aklın apaçık hükümlerine muhalif olduklarını da görür.

İşte bu delaleti sahih sem’i herbir delile muhalif olan herbir akli delil hakkında sabit olan bir durumdur.

Buna göre akli delil adı verilen böyle bir delil eğer sem’i delil ile çatışacak olursa bozukluğu ve batıl oluşu sebebiyle bir kenara atılması gerekir.

Böyle bir akli delilin sağladığı bilginin batıl olduğunu açıklamak için külli ve cüz’i olmak üzere iki yol vardır.

14 İmam İbnu’l-Kayyim burada sufilerin keşf bid’atlerine işaret etmektedir.

42

Page 43: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Külli yol: Sahih ve açık sem’i bir delile muhalefet eden herbir akli delil bizatihi batıldır. Onun önermeleri üzerinde düşünmeden önce bile o akla muhaliftir.

Cüz’i olana gelince: Sem’i delil ile çatıştığı kabul edilen bütün hususlar üzerinde düşünülecek olursa sonunda bunların yine aklın apaçık hükmü gereğince batıl birtakım önermelere vardığı görülür fakat bunları hasta olan kimseler yine kendileri gibi hasta olan başkalarından nakledegelmiş, sonunda bunları akli birer yargı zannetmişlerdir. Hakikatte ise bunlar cehalet üstüne cehalettirler.

O vakit yapılması gereken sıhhati bilindiğinden ötürü sem’i delile öncelik tanımaktır. Onunla çatışan ise ya batıl olduğu bilinen bir yargıdır yahutta doğru olduğu bilinmemektedir. Bu da böyle bir iddianın en iyi durumudur.

4. Sem’i delilin bizatihi delil olmadığına, aksine onun aklın bir hükmü olarak ileri sürdüğümüz hususa muhalif olduğuna delalet ettiğine inanılacak olursa, o takdirde rasûllerin getirdiklerini tasdik eden rasûllere uyan kimselerin sizin akli delillerinizin bizatihi delil olmadığına inanmaları ve sizin bu delillerinizin delaletlerine inanmanın cehalet olduğuna inanmaları ve sizin delillerinizi sem’i delilleri haksız yere eleştirdiğiniz gibi onların da eleştirmeleri mümkün olur.

Diğer taraftan onların bu durumu bir çok bakımdan tercih edilir ve onlar böyle bir iddiada size göre daha iyi bir halde olurlar ve daha çok mazur görülebilirler.

5. Şöyle denilebilir: Şeriatın ve aklın çatıştığı varsayılacak olursa hiç şüphesiz şeriatin öncelenmesi gerekir. Çünkü akıl şeriati tasdik etmiştir. Onun şeriati tasdik etmesinin zorunlu bir sonucu da verdiği haberi kabul etmektir. Şeriat ise aklı haber verdiği herbir hususta tasdik etmez. Aynı şekilde şeriatin doğruluğunu bilmek de aklın verdiği herbir habere bağlı değildir.

Böyle bir yol izlenecek olursa, onların izledikleri yoldan daha doğru olduğu bilinen bir husustur.

Nitekim kimi iman ehli şöyle demiştir: Sana rasûlün doğru söylediğini onun sözlerinin anlamlarını öğretmesi, sonra da seni rasûlün söyledikleriyle başbaşa bırakması akıldan pay olarak sana yeter.

Bir başkası şöyle demiştir: Akıl rasûlü yönetime geçiren sonra da kendi kendisini görevden azleden bir sultandır.

Diğer taraftan akıl rasûlün haber verdiği hususlarda tasdik edilmesi, verdiği emirlerde de ona itaat edilmesi gerektiğini göstermektedir.

Bir diğer sebep de şudur: Akıl rasûlün doğru söylediğine genel ve mutlak bir şekilde delalet etmektedir. Fakat kendisinin ortaya koyduğu hükümlerin doğruluğuna genel olarak delalet etmemektedir.

Bir başka sebep: Akıl hissin yanılması gibi yanılır. Hatta onun yanılmaları hissin yanılmalarından çok daha fazladır.

Hissin hükmü, hükümlerin en güçlülerinden olduğuna göre bununla birlikte birtakım hatalara ve yanılmalara maruz kaldığına göre ya akıl hakkında ne düşünülebilir?

6. Şüphesiz aklın vahye karşı durumu avamdan mukallid olan bir kimsenin alim bir müftüye karşı durumu gibidir. Hatta sayılamayacak kadar pekçok mertebelerde daha aşağıdır. Çünkü mukallidin alim olması mümkündür fakat alimin peygamber ve rasûl olmasına imkan yoktur.

43

Page 44: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Mukallid alim bir kimseyi bilir. Bir başka mukallidi de ona gönderirse sonra da müfti ile onu gösteren kimse ihtilafa düşerlerse fetva soran kimsenin kendisini o müftiye gönderen ve o müfti ile tanıştıran diğer mukallidin sözünü değil, müftinin sözünü kabul etmesi icab eder.

Eğer o mukallide o müftüyü gösteren kimse: Doğruyu ben söylüyorum, müftü değil. Çünkü onun müftü olduğunu bilmem asıl itibariyle benden kaynaklanır. Dolayısıyla sen onun sözünü benim sözümden öne geçirecek olursan, o takdirde onun müftü olduğunu bilmene sebep teşkil eden aslı tenkit etmiş olursun. Dolayısıyla bu da onun fer’i durumunda olan (müfti)ı tenkit etmeyi gerektirir diyecek olursa,

Fetva soran (müstefti) ona şöyle der: Sen onun müfti olduğuna şahitlik edip bu hususta bana yol göstermekle seni değil, onu taklid etmenin vücubuna tanıklık etmiş olursun. Nitekim senin bu husustaki delilin de buna tanıklık etmiş olur. Benim [bu muayyen ilimde sana] muvafakat etmem her meselede [sana muvafakat etmemi gerektirmez].15

Senin senden daha bilgili olan müftiye muhalefet ettiğin hususlarda hata etmen onun müfti olduğu hususundaki bilginin de hatalı olmasını gerektirmez. Sen bir içtihat ve bir istidlal ile onun müfti olduğunu bilmiş durumdasın. Sonra da bir içtihat ve bir istidlale dayanarak ona muhalefet edince esasen taklit etmen ve sözüne uyman gereken kimseye seni muhalefete götüren içtihad ve istidlalinde hata etmiş oldun.

O kimsenin müçtehit bir müfti olduğu bilgisine seni ulaştıran içtihad ve istidlalinde isabetli isen onu taklit etmen gerekir.

Bütün bu hususlar müftinin hata etmesinin mümkün olduğu bilinmesine rağmen böyledir. Fakat akıl şunu biliyor ki rasûl Allah’tan getirip verdiği haberde hatadan korunmuştur (masumdur) ve onun hata etmesi sözkonusu olamaz.

7. Aklın şeriatin önüne geçirilmesi hem akla hem de şeriate tenkidi ihtiva eder. Çünkü akıl vahyin kendisinden daha bilgili olduğuna, vahye nisbetle bir şey olmadığına, onun sahip olduğu bilgilerin ve bilinenlerin vahye nisbetle dağa göre bir hardal tanesinden yahutta denize nisbetle parmağa yapışan ufacık bir sudan daha az olduğuna tanıklık etmiştir.

Dolayısıyla aklın hükmü şeriatin önüne geçirilecek olursa bu bizzat aklın kendi şehadetinin tenkidi demektir. Aklın şahitliği çürütülecek olursa sözünün kabul edilmesi de sözkonusu olmaz. Çünkü aklın vahyin önüne geçirilmesi hem aklı, hem de şeriati tenkidi ihtiva eder.

Bu da hiçbir kapalılığı bulunmayan apaçık bir husustur.8. Şeriat yüce Allah’tan biri melek, diğeri insan olan iki elçi

aracılığıyla alınmıştır. Allah ile kulları arasındaki elçi kimi zaman aklın zorunlu, kimi zaman gerekli, kimi zaman güzel, kimi zaman caiz, kimi zaman idrak etmekten acze düştüğü ve kuşatmaya imkan bulamadığı ve fakat ona teslimiyet göstererek hükmüne uymak, boyun eğip kabul etmekten başka bir çıkar yolunun bulunmadığı, apaçık delillerle ve belgelerin tanıklığı ile desteklenmiştir. İşte bu durumda “niçin” sözkonusu olmaz, “nasıl”dan sözedilemez, niçin böyle değil ortadan kalkar, “keşke” rüzgarın alıp götürdüğü hususlar olur. Zira bu gibi sorgulamalar vahye karşı sözkonusu olamaz. İtiraz edenin itirazı geri çevrilir, daha uygun

15 Köşeli parantez içindeki ibareler es-Savaiku’l-Mursela, III, 808’den ilave edilmiştir. (Çeviren)

44

Page 45: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

olduğunu zannederek bir kimsenin yaptığı teklif ise beyinsizlik ve cahilliktir.

Şeriat bütünü ile ilim ve amel itibariyle hikmetin en üstün türünü kapsar. Eğer bütün ümmetlerin hikmetleri biraraya getirilecek ve ona nisbetle oranlarının ne olduğu tespit edilmeye çalışılacak olursa hiçbir değer ifade etmedikleri görülür. Kendisi ise en yakın yol ve en geniş açıklama ile en üstün maksatları ihtiva eder. Şeriat kendisini bütün insanlara, insanları yaratanı onlara isimleri, sıfatları ve fiilleri ile çeşitli ihsanlarda bulunanı tanıtmayı aynı şekilde onun rızasına lütuf ve ihsanlarına ulaştıran yolu, onu sağlayan sebepleri tanıtmaya, ona ulaştıktan sonra o yolu izleyenlerin durumunu tarif etmeyi, tanıtmayı üzerine almıştır.

Bunların karşısında ise onlara batıla çağıranın, batıla götüren yolların ve bu tür yolları izleyenlerin hali ile sonunda bu yolların kendilerini nereye götüreceğini tanıtmak yer alır. Bundan dolayı eksiksiz akıllar şeriati en güzel bir şekilde kabul ile karşılamış, teslimiyet ve itaat ile ona boyun eğmiş, onu himaye etmeye ve şeriatın egemenliğini korumaya çalışmıştır. Kimisi konuşulan dil ile destek vermiş, kimisi açık ile korumuş, kimisi açık delillerle himaye etmiş, kimisi kılıcıyla, mızrağıyla, okuyla uğrunda cihad etmiş, kimisi helal ve haram bilgisine sahip olmuş, kimisi Kur’an tefsiri ile yardımcı olmuş, kimisi sünnetin metinlerini, senedlerini hıfzetmiş. Bir diğeri ravilerinin hallerini tetkik etmiş, sahih olanını olmayanından illetli olanını illetsizinden tenkid süzgeci ile ayırmıştır. İşte bu şeriattir. O yüce Allah’tan gelmiştir, ona gidecektir. Bu şeriatte putlara tapan rahman olan Allah’ı bilmeyen, bedenlerin diriltileceklerini tasdik etmeyen, yüce Allah’ın kendi sözüyle insan türüne bir rasûl göndereceğine inanmayan, bir yunanlı müşrikten sadır olan tür, cins, alt bölüm, özel bölüm, genel araz, on nitelik ve karşıt önermelerdeki bilgiçlikleri ve mantıkçıların hezeyanı bu şeriatte yoktur.16

Akıl ile nakil arasında bir çelişki olduğunu ileri süren bu gibi kimseler böyle bir adamın aklını Allah’ın indirdiği kitaplarının peygamberi ile gönderdiklerinin ölçüleceği bir ölçü olarak almışlardır. Bu kimsenin mantığının ve kullandığı aracın aklıyla ortaya koyduğu kanunun tezkiye edip temize çıkardığını kabul ederler, tezkiye etmediğini terkederler.

Eğer bu gibi kimselerin ve onlara uyanların akıllarını bozan bu deliller doğru olsaydı şeriat sahibinin şeriatını bununla doğrultması ve bunu kullanarak kemale erdirmesi icap ederdi. Şanı yüce Allah buna dikkatleri çekmesi17 ve bunlara sımsıkı sarılmayı teşvik etmesi, kullarına bunları, bunların ilminin öğrenilmesini ve öğretilmesini söyler, bunların gereklerini yerine getirmelerini onlara farz kılardı. Tahribe uğramamış akıllar söylesin.

Dinin felsefe karşısındaki konumu nerededir?Alemlerin Rabbinin sözünün Yunanlıların, Mecusilerin, puta tapıcıların

ve sabiilerin görüşüne karşı konumu nerdedir?Nubuvvet nuruyla desteklenen, akıl ile kavranılan şeyler nerede?

Allah’a, sıfatlarına, fiillerine, meleklerine, kitaplarına, rasûllerine ve ahiret gününe inanmayan, Aristo, Eflatun, Farabi, İbn Sina ve bunlara tabi olan kimselerden öğrenilmiş akıl ile kavranılan bilgiler nerede?16 Bk. et-Takrib li Haddi’l-Mantık, s. 16-36, Haşiyetu’l-Ata ala Şerhi’t-Tehzib, s. 144 ve muhakkıkın savaik, III, 815’deki notları17 İfadenin doğru şekli Muhtasaru’s-Savaik, I, 139’a göre kaydedilmiştir.

45

Page 46: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Alemlerin Rabbinden indirilmiş olan vahiyden alınan ilim nerede? Şaşkın ve şaşırmışların görüşlerinden alınan şüpheler nerede?

Eğer bunlar aklı ileri sürecek olurlarsa peygamberlerin mirasçılarının akıllarından daha mükemmel akıl olamaz. Eğer Firavun, Nemrut, Batlaymus, Aristo onların mukallidleri ve tabileri olan kimseler gibi kendi başkan ve önderlerini ileri sürecek olurlarsa şunu belirtelim ki peygamberlerin düşmanları hala onlara karşı olmaya devam etmektedirler.

Bunlar ve benzerleri akıllarını peygamberlerin getirdiklerinden öne geçirirler.

Allah için hayret edilecek bir husustur. Rasûlün sözüne nasıl olur da filozofun sözüyle karşı karşıya çıkılır. Halbuki filozof da peygamberlere tabi olmakla yükümlüdür. Peygamberlerin ise filozoflara tabi olmak yükümlülükleri yoktur. Rasûl Allah tarafından gönderilmiştir, filozof ise ona peygamber olarak gönderilmiştir. Vahiy hakimdir (hüküm koyan, hüküm verendir), akıl ise mahkumu’n-aleyh (aleyhine hakkında hüküm verilen)dir.

Eğer akıl ile yetinilecek olsaydı vahyin hiçbir faydası olmazdı. Üstelik akla göre hakkın konumları alabildiğine farklıdır, görüşleri çeşitli çeşitlidir. Akıl tamamıyla tek bir insanda yahutta muayyen bir kesimde bulunmuyor ki onların akıllarını peygamberlerin getirdiklerinin önüne geçirelim. Aksine herbir kesimin diğerinin aklı ile kavradığı ile bağdaşmayan birtakım akli verileri vardır.

Akıllı kesimlerin herbirisinin akıllarını peygamberlerin getirdiklerinin önüne geçirmesini caiz kılan kimselerden daha çok peygamberlere karşı zalimlik eden ve daha ileri derecede düşmanlık eden kim olabilir?

Eğer: Biz iki kişinin dahi hakkında ayrılığa düşmediği aklın apaçık hükümlerini peygamberlerin nasslarının önüne geçiriyoruz diyecek olurlarsa,

Hiç şüphesiz onlar peygamberlere herkesten daha çok uzak oldukları bir iftirada bulunmuş olurlar. O da onların iki kişinin dahi hakkında ihtilaf etmediği, aklın apaçık hükümlerine muhalif şeyler getirdiklerini söylemektir.

Şahit olarak Allah yetmekle birlikte bizzat yüce Allah ve onun şehadetiyle melekler ve ilim sahipleri şuna tanıklık etmişlerdir: Peygamberlerin yolu hikmeti de ihtiva eden kesin delil getirme yoludur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar size Rabbinizden bir burhan (apaçık bir delil) geldi.” (en-Nisa, 4/174)

Yine yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:“Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi.” (en-Nisa, 4/113)O halde delillendirme yöntemi bizzat vahiy ile varid olmuş, doğru

olanı dile getirmiş, hayra davet etmiş, güzel akıbeti vaadetmiş, haberlerin gerçek mahiyetlerini açıklamış, göklerin ve yerin Rabbinin sıfatlarını tanıtmıştır.

Tahmini, zanni ve başkalarını taklid18 yolu ise iki önerme, sonuç ve davadan çıkartılmıştır. Bu iddia sahiplerinin ise bütün imkanları putlara tapan, Rahmanı inkar eden Yunan’dan bir adama başvurmaktan ibarettir. Bu kimse aklı ile bir kanun tespit etti, iddiasına göre bütün insanların 18 Hars: Zan ve tahminde bulunmak demektir. Akılcıların sermayesi onların bütün servetlerinin esası budur. Bununla birlikte onlar kesin ve yakîn... derler.Fakat kesinlikle söylenebilecek hususlardan birisi de şu ki onların kat’i dedikleri şey aslında en çirkin ve en kötü şekliyle zandan ibarettir.

46

Page 47: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

ilimlerini ve akıllarını bununla tashih etmeye kalkıştı. Aklı başında hiçbir kimse Ademoğullarının ilimlerinden hiçbir hususta tek bir meselesini dahi tashih etmekte faydalanamadı. Aksine onunla ölçülen herbir ilimi mutlaka ifsad etti. Bu alanda yetkin konuma gelen herkes mutlaka insanın gömleğini çıkartması gibi imanın hakikatlerinden sıyrılıp çıkmıştır. Bu kısır akıl ile ancak yüce yaratıcının kemal sıfatları, celalinin nitelikleri ve fiilleri ta’til edilmiş, Allah’ın melekleri, kitapları, peygamberleri ve ahiret günü inkar edilmiştir.

Şu yüzsüzlük edenlerin hayret edilecek bir tutumları da peygamberlerin getirdikleri nassları zan kabilinden değerlendirmiş olmalarıdır. Oysa peygamberlerin nassları vahiydendir. Buna karşılık mantıkçıların sözleri ile filozofların ve cehmiyenin ortaya koydukları kuralları kesin hususlar arasında saymışlardır. Daha sonra bunlar arasında bir çelişki olduğunu ileri sürdüler ve bunu (akli yükümleri) peygamberlerin nasslarının önüne geçirdiler. Şeriat yaratılmışların arasında akıl bakımından en mükemmel, marifet bakımından en büyük, yakîni itibariyle en eksiksiz olan kimsenin dili ile tebliğ edilmiştir. Sizin akli bilgileriniz ise insanlar tarafından ortaya konulmuştur. Bunlar düşünmüş, ölçüp bitmiş, zannetmiş, tahmin etmiş ve yorulmuşlardır fakat hiçbir faydaları da olmadı. Yorulup, bitkin düştüler fakat hiçbir şey almadılar. Dolaşıp durdular fakat bir türlü kaynağa ulaşmadılar. Dokudular ama hiçte güzel olmadı. Taradılar fakat bir işe yaramadı.

Yüksek amaçlara ulaşmak ümidiyle yola koyuldular ama gayeye götüren yolu izlemediler. Sadece yolculuğun yorgunluğu ile kaldılar. Kılavuzları olmaksızın çeşitli yerlerde dolaşmaya kalkıştılar. Fakat maksatlarına delalet edecek en ufak bir ize rastlamadılar:

“İddialara razı oldular, hayalleriyle sınandılarDüşünce denizlerine daldılar fakat hiç de uslanmadılar.Gece yolculukları yaptılar fakat yerlerinden ayrılmadılar.Ordan ayrılıp yola koyulduklarında yerlerinden ayrılmadıkları halde

bitkin düştüler.Her vakit onlar ardı arkasına hayret eder dururlar.Ve bilgisizlik üstüne bilgisizlikleri vardır. Bilgisizlik mübarek olmasın.”9. Şüphesiz ümmet usul ve furuda çeşitli ihtilaflara düşmüş, ahkam,

helal-haram, tefsir, tevil ve haberlerin müşkil (açıklanması zor) hususlarda türlü anlaşmazlıklara maruz kalmış, görüş, mezhep ve anlayışları itibariyle çeşitli sınıflara, fırkalara ayrılmıştır. Hariciler, şia, mürcie ve mutezile gibi.

Bununla birlikte ümmetin bu taifelerinden herhangi birisi anlaşmazlığı konusunda mantığa ya da herhangi bir filozofa yahut açık nakle muhalif akla sığınmadığı gibi bu taifelerden herhangi birisi de: Bizim akıllarımız rasûlün getirdiklerinden önce gelir dememişlerdir. Her ne kadar rasûlün getirdiklerini yaptıkları tevil ile mezheplerini bedbaht etmişlerse de bu böyledir. Onların hiçbir taifesi bu fırkanın yaptığını yapmadığı gibi akla uymak, rasûlün getirdiklerine uymaktan daha önce gelir dememişlerdir. Yine bu fırkalardan herhangi birisi bu akli düşünce sahiplerine: Yanınızdaki bilgiyle bize yardımcı olunuz, tarafınızda bulunanlarla lehimize ya da aleyhimize şahitlik ediniz dememişlerdir. Kendi görüşlerini bu akılcıların şahitlikleriyle tahkik etmek cihetine gitmedikleri gibi onların izledikleri yöntemin de desteğini aramamışlardır. Rabbinin kitabında ve

47

Page 48: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

peygamberinin sünnetinde bulmadığı herhangi bir ilim ya da bilgiyi bu akılcıların yanında bulmuş değildir.

Bizler bütün İslami fırkaların esasları üzerinde dikkatle düşünecek olursak, hepsinin vahye akla göre öncelik tanımakta ittifak ettiklerini, mezhebi anlayışlarını bunların yaptıkları şekilde kendi görüşlerini ve akıllarını vahyin nasslarının önüne geçirerek tesis etmediklerini görüyoruz. Çünkü böyle bir iş peygamberlerin düşmanlarının izledikleri yolun esasını teşkil eder. Peygamberlerin düşmanları bu esas üzerinde ittifak halindedirler. Bu yöntem onlardan öğrenilmiştir, onlardan algılanmıştır. Şanı yüce Allah’ın kitabında onlardan sözettiği şekilde onlar onun şeriatine ve dinine kendi görüş ve akıllarıyla karşı çıkmışlardır fakat yüce Allah’ın sözettiği bu kesim ile ötekiler arasındaki fark şudur: Allah’ın kitabında sözkonusu ettiği kimseler peygamberleri açıkça yalanlamış, açıkça onlara düşmanlık etmişlerdir. Diğerleri ise peygamberlerin risaletlerini kabul ettiklerini söylemişler ve zahiren onlara müntesip görünmektedirler. Daha sonra ise kabul ettiklerini belirttiği hususu naklederek şöyle demişlerdir: Bizim akıllarımızı ve görüşlerimizi peygamberlerin getirdiklerinin önüne geçirmemiz icap eder. O bakımdan bunların İslama ve müslümanlara zararları diğerlerinden daha büyüktür. Çünkü bunlar İslama intisap ettiler ve esaslarını yıkmaya ve temelinden onu sökmeye koyuldular. Bunu yaparken de İslama destek verdiklerini vehmettikleri gibi başkalarına da bu vehmi veriyorlar.

10. Peygamberler ile bu akılcı görüşlerin sahipleri arasındaki fark bu görüşlerin sahipleri ile mutlak olarak insanların en bilgisizi arasındaki farktan çok daha büyüktür. Çünkü böyle bir cahilin ilim tahsili ve ona öğretim vermek ile bu akli bilgilere sahip olanların bilgilerini bilen birisi haline gelmesi mümkündür fakat bu akli bilgilere sahip olanların hırsı, zekası, gücü ve öğrenime ayıracağı zamanı en fazla olan bir kişilerinin dahi peygamber olmasına imkan yoktur. Çünkü peygamberlik özellikle Allah’tan verilir. Allah kulları arasından dilediği kimseye özel olarak bu peygamberliği verir. Peygamberlik kazanmakla, gayretle elde edilecek bir şey değildir.

İnsan aklı ile bunun rasûl olduğunu bilip, onun bir hususu haber verdiğini de bilse aklı ile onun haberine aykırı bir şey bulacak olsa, kendisinden daha bilgili olan o doğru sözlünün verdiği haberi teslimiyet ile karşılaması, ona uyması, buna karşılık aklını itham etmesi ve aklını ona nisbetle insanların en cahilinin kendisine nisbetinden daha az olduğunu Allah isimleri, sıfatları, fiilleri ve Allah’ın dini hakkındaki ilim ve bilgi bakımından aralarındaki farkın mesela tıbba dair hiçbir bilgisi olmayan kimse ile kendi döneminde bu işi en iyi bilen kimseye oranla daha ileri olduğunu bilip kabul etmesi icap eder.

Fakat hayret edilecek bir şeydir. Onun aklı ilaçların, gıdaların, içeceklerin, peklik yapanların, ishal yapanların güçleri, nitelikleri, kemiyetleri ve dereceleri hakkında yahudi bir tabibin verdiği habere uyup itaat etmesini aklı gerektirdiği halde ve bunlara uyarken birtakım külfetlere, acılara, hoşuna gitmeyen şeylerin zorluklarına katlandığını görüyoruz. Çünkü o bu yahudi doktorun bu hususta kendisinden daha bilgili olduğunu zannetmektedir. Onu söylediklerini doğru kabul ettiği takdirde bu kabulü neticesinde şifa bulup, iyileşeceğini de tasdik eder. Bununla birlikte onun çokça hata ettiğini de bilmektedir. İnsanların

48

Page 49: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

çoğunun bu doktorun reçeteleri ile şifa bulmadığını görür. Hatta doktorun verdiği reçeteyi kullanması belki ölümüne de sebep olabilir. Şüphesiz ölüm sebepleri arasında doktorların yaptıkları yanlışlıklar da vardır. Yanlışlıkları ve hataları dolayısıyla kabristana gönderdikleri nice maktul vardır. Her ne kadar doktorun hatası ilahi takdire denk düşüyorsa dahi bu böyledir.

Peki böyle bir akılcı niçin aynı yolu kendileri doğru sözlü ve doğrulukları tasdik edilen kimseler olmakla birlikte Allah’ın rasûlleri ile –Allah’ın salât ve selamı onlara- izlemiyor. Üstelik onların verdikleri haberin, bildirdiklerinden başka şekilde olması mümkün değildir. Fakat akıllarıyla peygamberlerin söylediklerine karşı çıkan kimseler hem basit, hem mürekkep türden o kadar bilgisizlikleri ve sapıklıkları vardır ki ancak herşeyi bilip kuşatan bunun boyutlarını bilebilir.

11. Şöyle denilir: Akılları şer’i delillerin önüne getirmek hem imkansız, hem çelişkilidir. Şer’i delilleri öne geçirmek ise mümkün ve alışılagelmiş bir şeydir. O halde ikincisinin yapılması icab eder, birincisi de imkansız olur.

Bunu şöylece açıklarız: Bir şeyin akıl yolu ile bilinmesi yahut bilinmemesi hiçbir şeyin gerekli ve ondan ayrılmaz bir niteliği değildir. Aksine bu nisbi ve izafi (göreceli) hususlardandır. Mesela Zeyd aklı ile Bekr’in aklıyla bilemediği şeyleri bilebilir. Bir insan herhangi bir halinde aklıyla bir şeyi bilebilmekle birlikte bir başka vakit onu bilmeyebilir. Bu hususta akıl ile şeriat birbiriyle çatışmaktadır denilen bütün meseleler hakkında bizatihi akılcıların kendileri tutarsızlık içerisindedirler ve herhangi bir hususta ittifak etmiş değildirler. Aksine onların herbirisi şöyle der: Akıl şunu kabul eder, şunu vacip görür, bunu uygun kabul eder dediği bir mesele hakkında bir diğeri akıl bunu reddetmektedir, imkansız görmektedir ya da kabul etmemektedir der. Hatta onların: Bu zorunlu (kesin) olarak bilinen bilgilerdendir dedikleri hususlarda bile kendi aralarında anlaşmazlığa düşecek hale gelmişlerdir. Birisi: Biz bunu akli zorunluluk ile (kesinlikle) bilmekteyiz derken bir diğeri bu akli bir zorunluluk ile bilinen bir husus değildir demektedir.

Bundan daha anlamlısı şudur: Bunlardan birisi bu aklın zorunlu (kesin) hükmü gereğince imkansızdır diye bir iddiada bulunurken, bir diğeri bunun mümkün oluşu aklın zorunlu (kesin) bir hükmüdür iddiasında bulunmaktadır. Bu sebeple akılcıların çoğunluğunun şöyle dediğini görüyoruz: Bizler aklın kesin hükmüyle şunu biliyoruz ki gözle görülen bir şeyin karşıda ve ayan beyan belli olmaksızın görülmesi mümkün değildir. Yine akılcılara müntesip başkaları ise: Bilakis bu mümkündür ve akıl bunu imkansız görmez demektedir.

Akılcıların çoğunluğu der ki: Alimin ilimsiz alim, canlı olanın hayatsız canlı, müridin iradesiz mürid, semi ve basir olanın sem ve basarı olmaksızın böyle olması aklın kesin hükmü gereğince imkansızdır. Diğerleri ise hayır aksine bu mümkündür, imkansız değildir. Hatta aziz ve celil olan Allah hakkında vacip olan odur.

Akılcıların çoğu şöyle der: Herbirisi başlı başına var olan fakat biri diğerinden ayrı olmayan bununla beraber onun içinde de olmayan, onun haricinde ve ona bitişikte olmayan, yine ondan ayrı da olmayan iki ayrı varlığı kabul etmek aklın apaçık hükmüne karşı bile bile direnmektir. Derken diğerleri ise hayır böyle bir şey mümkündür, aklen vaciptir demektedir. Akılcıların çoğunluğu der ki: Mürid (dileyen) kimsenin belli bir

49

Page 50: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

yerde olmaksızın bir irade ile mürid olmasını kabul etmek aklın kesin hükmü gereğince imkansızdır. Diğerleri ise bu hususta onlar ile çekişirler.

...Ve zikrettiğimiz bu örneklerin kat kat fazlası dahi verilebilir.Şayet aklın vahyin nasslarının önüne geçirileceği kabul edilirse o

takdirde imkansızın kabul edilmesi ve iki çelişiğin birarada olması da kabul edilmiş olur yahutta insanlar sabit (var) olduğunu kabul etmelerine ve bilmelerine imkan bulunmayan bir yere havale edilmiş olurlar.

Vahiy ise o doğru sözlünün sözüdür. O insanların durumlarının farklılığıyla değişiklik göstermeyen, onun ayrılmaz bir niteliğidir. Bunları bu yolla bilmek mümkündür ve insanları bu bilgi kaynağına havale etmek de mümkündür.

Bundan dolayı yüce Allah’ın vahyi anlaşmazlığa düştükleri takdirde insanları Allah’ın kitabına ve rasûlünün sünnetine dönmelerini emretmektedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve rasûlüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.” (en-Nisa, 4/59)

Bu buyruğuyla mü’minlere anlaşmazlığa düştükleri takdirde bu anlaşmazlık konusunu kendi kitabına ve rasûlünün sünnetine götürmelerini emretmektedir. Bu da sem’in (yani şer’i delillerin) öne geçirileceği hususunda açık bir nasstır.

Ancak akılcılar şöyle derler: Hayır yapılması gereken anlaşmazlık konusunu akla götürmektir ve eğer onunla çelişiyor ise sem’i delili de akla götürmek gerekir.

Şayet insanlar anlaşmazlığa düştükleri takdirde anlaşmazlık konusunu kişilerin akıllarına, görüşlerine, ölçülerine götürecek olurlarsa bu götürmek onların ihtilaflarını, tereddütlerini, şüphelerini ve kuşkularını arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Anlaşmazlık ve ihtilaf olan konularda insanlar arasında hüküm vermek herkesin hükmüne döneceği semadan indirilmiş bir kitaptan başkası ile mümkün değildir. Aksi takdirde akılcıların herbirisi benim aklım benimle anlaşmazlığa düşenin aklına nispetle daha çok güvenilir bir akıldır der. Bunu söyleyen de akli bir delile dayanır, karşı görüşü savunan da akli delilini ortaya koyar.

12. Yüce Allah peygamberini göndermekle dini tamamlamış, onunla kemale erdirmiş, ne onu, ne ondan sonra ümmetini onun dışında akle, nakle, görüşe, rüyaya, keşfe muhtaç bırakmamıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı beğenip seçtim.” (el-Maide, 5/3)

Vahyi kabul etmeyerek başkasına gerek duyanların bu halini kabul etmeyip, şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine karşı okunup duran sana indirdiğimiz bu kitap onlara yetmedi mi? Şüphe yok ki bunda iman eden bir topluluk için bir rahmet, bir öğüt vardır.” (el-Ankebut, 29/51)

Yüce Allah bunu onların peygamberin doğruluğuna delil teşkil edecek bir ayet (mucize), isteklerine bir cevap olmak üzere bildirmiştir. Bununla onlara Kur’an’ın bütün mucizelerin yerini tutacak ve yeterli olacağını haber vermektedir. Eğer o kitabın ihtiva ettiği yüce Allah’a dair sıfatlarına,

50

Page 51: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

fiillerine, ahiret gününe dair haberler akıl ile çatışacak olsaydı, yeterli olması şöyle dursun peygamberin doğruluğuna delil olamazdı.

Maksat şudur: Şanı yüce Allah peygamberi ile ve peygamberi ile gönderdikleriyle dini tamamlamış ve kemale erdirmiştir. Onun dışında bir şeye ümmetini muhtaç bırakmamıştır. Şayet akıl onunla çatışacak ve ondan öne geçirilmesi gereken bir güç olsaydı, hiçbir zaman peygamberiyle gönderdikleri ümmete yeterli olmaz, özü itibariyle de tam ve mükemmel olmazdı.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa, 4/65)

Yüce Allah kendi zatına yemin ederek şunu bildirmektedir: Aranızda çıkan bütün anlaşmazlıklarda rasûlünün hükmüne başvurmadıkça, onun verdiği hükmü bundan dolayı hiçbir sıkıntı kalmadan gönül rahatlığıyla kabul etmedikçe, onun hükmüne tam anlamıyla teslim olarak akıl, görüş, heva veya başka bir şeyle karşı çıkmayı terketmedikçe iman etmiş olmayız.

Şanı yüce Allah aklı rasûlün getirdiklerinin önüne geçiren bu kimselerin iman etmiş olmayacağını kendi zatına yemin ederek bildirmektedir ve bizzat bunların kendileri dahi lafzı ile ona iman etseler bile manasına iman etmemiş olacaklarına tanıklık etmiş olurlar.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz , onun hakkında hüküm vermek Allah’a aittir.” (eş-Şura, 42/10)

Bu buyruk açıkça şunu ortaya koymaktadır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğümüz bütün hususların hükmü sadece Allah’a havale edilmelidir. Rasûlü vasıtası ile o iş hakkında hüküm koyucu odur. Eğer aklın hükmü onun hükmünün önüne geçirilecek olursa, vahyiyle ve kitabı ile hakim (hüküm koyucu) o olmaz.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden size indirilene uyun, ondan başka velilere uymayın. Ne kadar az öğüt tutuyorsunuz.” (el-Araf, 7/3)

Böylelikle yüce Allah sadece indirilmiş olan vahye tabi olmayı emretmekte, ona muhalif olan şeylere tabi olmayı yasaklamaktadır. Ayrıca kitabının apaçık bir delil, şifa, hidayet, rahmet, nur, lutuf, burhan, huccet (kesin delil) ve yeterli açıklama (beyan) olduğunu haber vermiştir. Şayet aklın onunla çelişen bir hükmü olup, Kur’an’ın önüne geçirilmesi gerekmiş olsaydı Kur’an’ın şu özelliklerinin hiçbirisi olmazdı. Aksine bu nitelikler Kur’an yerine akla ait olurdu ve Kur’an bu niteliklerden uzak kalırdı. Aklın açık hükümleri ile çatışan nasıl şifa ve hidayet verebilir, gerektiği gibi açıklayıp, geniş geniş açıklamalarda bulunabilir.

13. Akıl sahiplerinin hakkında anlaşmazlığa düşmedikleri, aklın apaçık hükümleri diye bilinen süsler ile şeriatın çatışması hiçbir şekilde düşünülemez ve şeriat ona muhalif hüküm getiremez.

Akılcıların anlaşmazlığa düştüğü pek büyük meseleler üzerinde bu hususu iyice düşünen bir kimse şunu görür: Açık, sahih nasslara muhalif olan akli hükümler tutarsız birtakım şüphelerdir. Yine aklın yoluyla bunların batıl oldukları bilinir. Hatta akıl yoluyla nakle uygun, onların zıttı olan hükümlerin sabit olduğu dahi bilinir.

51

Page 52: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Biz kesinlikle şunu biliyoruz. Peygamberler akılların muhal (imkansız) kabul ettikleri bir hususu haber vermezler. Akılları hayrete düşüren şeyleri haber verseler dahi onlar akılca imkansız görünen bir haber vermezler. Aklı hayrete düşüren ve aklın bağımsız olarak bilemeyeceği şeyleri haber verseler dahi bu böyledir.

Yüce Allah’ın sıfatlarını, fiillerini, kaderi (yaratılış, şeriat ve takdirlerdeki) hikmeti, ölümden sonra dirilişi kabul etmeyenlerin delilleri üzerinde düşünüp de bunların akli düşünme açısından paylarını veren bir kimse yine aklıyla bu red delillerinin tutarsızlıklarını, bunların zıtlarının sabit olduğunu bilir. Yüce Allah’a hamdolsun.

14. Akıl ile naklin çatıştığı ileri sürülen meseleler aklın sarih (apaçık) hükümleri ile bilinen meselelerdendir. Hesap, hendese, kesin olan tabii bilgiler gibi.

Kur’an’da olsun, sünnette olsun bu hususta akla muhalif bir harf dahi gelmiş değildir. Bunlara muhalif olarak gelen ileri sürülen rivayetler aslında yalan ve uydurmadır. Sağlam olmayan pekçok haberler, tutarsız israiliyat ve buna benzer aklın apaçık hükümlerine muhalif olan görüşler gibi.

Şanı yüce Allah’ın kitabında kendi zatı için öngördüğü sıfatları ve filleri ile rasûlünden bunları Allah hakkında tespit ettiğine dair sabit olmuş fiil ve sıfatlar –yüce Allah’ın semavatı üzerinde arşı üstünde oluşu, arşına istiva edişi, konuşması, başkasıyla konuşması, ilmi, kudreti, hayatı, sem’i, basarı, yüce yüzü, rahmeti, gazabı, rızası, sevinmesi, gülmesi, elleri... ve buna benzer kemal sıfatları ile celal sıfatları- nasıl olur da bunların herbirisini tespit etmiş bulunan kitap ve sünnetin nassları aklın sarih hükümleri ile çatışan nakiller değerinde kabul edilebilir.

Bunları kabul etmeyip, ötekilerini kabul etmek onu bu niteliklerle nitelendirmeyi, diğer nitelikler gibi değerlendirmek nasıl mümkün olabilir? Nitekim onların (akılcıların) ileri gelenleri açıkça bunu ifade etmiş ve şöyle demişlerdir: Böyle bir şey teşbihtir ve tecsimdir (Allah’ı yaratılmışlara benzetmektir, ona cisim izafe etmektir.) Çünkü bunun ile tecsim ile teşbih arasında bir fark yoktur.

Bu iki hususu birbirine eşit gören bir kimse akıl(sızlığı) da ve karşı karşıya kaldığı musibete bağlasın. Allah aklı için duyduğu matemini güzel kılsın. İnsanlar arasında en ileri derecede bilgisizliğe gömülmüş olan kimsenin dahi kendisi adına beğenmeyeceği ve nihai noktası bu olan böyle bir bilgi mübarek olmasın.

15. Dinin esasları (iman esasları) ile ilgili olan Allah’ın kitabındaki herhangi bir ayet ve rasûlullahtan gelen sahih herhangi bir nassın muhalif hükmü üzerinde ümmetin ittifak ettiği bilinmemektedir. Bu hususta var olduğu kabul edilebilen en ileri derece ümmetin bu nassın gereği doğrultusunda görüş beyan ettiği konusunda ihtilaf içerisinde olduğundan ibarettir.

İnsanların mezhepleri ve selefin sözleri hakkında bilgisi bulunan herkes kesin olarak şunu bilir. Ümmet muhalefet edenlerin ortaya çıkışından önce o nassın gereğini kabul etmek hususu üzerinde icma etmiştir. Yüce Allah’ın semavatının üzerinde, arşının üstünde istiva ettiği üzerinde icma ettiği gibi. Mü’minlerin yüce Allah’ı cennette üstlerinden gözleriyle ayan beyan bir şekilde onu göreceklerine, şanı yüce Allah’ın peygamberi Musa ile herhangi bir aracı olmaksızın kelamını Musa’nın duyacağı şekilde özel bir surette konuştuğuna ve Musa (a.s)’ın kendisi ile

52

Page 53: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

konuşanın bizatihi Allah olduğu hususunda en ufak bir şüphesinin olmadığı üzerinde icma ettiği gibi.

İşte bu bütün sünnet ve hadis ehlince kesin olarak bilinen bir icmadır. Bununla çatışan herhangi bir akli görüş üzerinde ümmet icma etmediği gibi, seleften ve imamlardan böyle bir görüş ileri sürdüğü bilinen tek bir kimse de yoktur. Bu husustaki en ileri hal şudur. Fırkalardan herhangi birisinin akli değerlendirmeleri kendisine özel bir mezhep açmış ve buna dair akli birtakım gerekçelerin bulunduğunu ileri sürmüştür. Vahyin nassları üzerine gelince akla sığınmış, bu nassların akla muhalefet ettiğini ileri sürmüştür. Bunu yaparken de bir taraftan doğru, diğer taraftan yalan söylemiştir.

Doğru söylemesi şudur: Vahyin nassları o fırkanın akli değerlendirmelerine muhaliftir. Bu ise bu değerlendirmelerinin bizatihi bozuk olduğunun en açık delilidir. Çünkü vahyin nassları bunun batıl olduğuna tanıklık etmektedir.

Yalan söylemesine gelince, vahyin nasslarının akıl sahipleri tarafından ittifakla kabul edilen akli hükme muhalefet ettikleri iddialarıdır. Böyle bir şey olmamıştır. Sema sema olarak, yer de yer olarak kaldıkça da olmayacaktır. Hatta sema ve arz yok olup gider böyle bir şey olmaz.

Bazı insanların akıllarına muhalif ise bundan nassların günahı ne? Çünkü insanlar arasında akılları en sağlıklı olanların akıllarına aynı nasslar uygundur.

“Şimdi bunlar onları inkar ederlerse biz de yerlerine onları inkar etmeyen bir topluluğu onlara vekil kılmışızdır. İşte bunlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidayetlerine uy.” (el-En’am, 6/89-90)

16. Sem’i deliller, kitap, sünnet ve icmadır. İcma ise kitap ve sünnete ulaşmaya imkan bulunmadığı halde gidilir. O son mertebededir. Bundan dolayı Ömer (r.a), Ebu Musa (el-Eş’ari)’ya yazdığı mektubunda onu en son olarak sözkonusu etmiştir: “Allah’ın kitabında bulunanlar gereğince hükmet, eğer Allah’ın kitabında yoksa Rasûlullah (s.a)’ın sünnetinde olana göre hüküm ver. Eğer sünnette de yoksa senden önce salih zatların hüküm verdiği şey ile hüküm ver.”

Bu yol ashab ve tabiînin ve imamlardan onların izlerinden gidenlerin yolunu izlemektir.

Şanı yüce Allah ümmeti bir hata yahutta aklın açık hükümleriyle batıl olduğu bilinen bir husus üzerinde icma etmekten korumuş bulunmaktadır. İcma aklın açık hükümlerine aykırı herhangi bir husus üzerinde gerçekleşmekten yana korunmuş olduğuna göre hatta icmaa muhalif olan akli bir hüküm bulacak olursak, biz kesin olarak bunun fasid bir akli hüküm olduğunu da biliriz.

O halde yüce Allah’ın kitabı ile rasûlünün sünnetinin aklın apaçık hükümlerine muhalefetten yana korunmuş olması daha önceliklidir, daha uygundur.

17. Aklın ve kitabın çeliştiği var sayılacak olsa bizim için hatadan korunmuşluğundan emin olunamayan aklın hatadan korunmuş olduğu bilinen kitaba (aynı şekilde sünnete) havale edilmesi, yapılması gerekendir.

18. Kendi görüşlerine ve akıllarına dayanarak Rabbin sıfatları, fiilleri, onun hakkında caiz olan şeylerle caiz olmayan hususlara dalan bu

53

Page 54: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

kimselerin kendi aralarında ihtilaf ettiklerini, anlaşmazlığa düştüklerini, şaşkın ve şaşırmış olduklarını görüyoruz. Onların sahip olduklarının nihai sonucu herkesin yolunu izlediği imamı (önder kabul ettiği kimse hakkında) hüsnü zan beslemesi ve onun kabul ettiği esaslarda onu taklid etmesinden ibarettir. O kendi aklına göre ona muhalif bir görüştedir. Öbürünün görüşünü izah etmekte zorlanmaktadır ve açıklanmasının gerçekten zor olduğunu dahi kabul etmektedir. Sonra başını önüne eğerek: Bununla birlikte o akla uygun olanı benden daha iyi bilir demektedir.

Onların pekçoğu kendi aklıyla, hocasının ve önder kabul ettiği kimsenin tam zıttı görüştedir. Fakat hocası ve önder kabul ettiği zat hakkında sahip olduğu hüsnü zan dolayısıyla ona muhalefet etmekten kaçınmakta, anlayış kıtlığını kendisine nispet etmektedir. Kendi aklının eksik olduğunu söylemektedir. Buna sebep ise kendisine göre Aristo’nun ya da başkasının büyük olduğunu düşünmesi ve onun kendisinden daha akıllı olduğunu sanmasıdır.

İşte bütün görüş ve mezheplerin müntesiblerinin durumu budur. Onlardan herhangi birisi tabi olduğu kimsenin ve taklid ettiği şahsın bir görüşünün batıl olduğunu görmekle birlikte bunu reddetmekten geri kalmaktadır. Çünkü o kendi önderinin ve hocasının ilim itibariyle kendisinden daha mükemmel, akıl itibariyle daha ileri olduğuna inanır. Bununla birlikte o da, akıl sahibi kimseler de şunu bilirler ki tabi oldukları kimseler ve hocaları hatadan korunmuş değillerdir.

Hatadan korunmuşluğu (masumiyeti) teminat altına alınmış, haber verdiği her hususta doğruluğu bilinen nebilerine ve rasûllerine karşı niye böyle bir tutum takınmıyorlar ve niye: Onun aklı bizden daha çoktur, onun bilgisi bizim bilgilerimizden daha doğrudur. Buna bağlı olarak bizler ona muhalefet eden herbir akli bilgiyi kabul etmiyor, reddediyor, onaylamıyoruz diyerek kendi hocalarına ve tabi oldukları kimselere karşı takındıkları tutumu takınmalı değil midirler?

Fakat “Allah’ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen Allah’a karşı bir şey yapamazsın. Onlar Allah’ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Dünyada onlara zillet vardır. Ahirette de onlara pek büyük azap vardır.” (el-Maide, 5/41)

19. Aklın ona muhalefet ettiğini düşünerek sem’i delillerden yüz çeviren ve bu tutumu takınmasına sebep olarak sem’i delillerin kendisine göre yakîn (kesin bilgi) ifade etmediğini yahutta sem’in insanlara delillere dayalı (burhani) bir hitap ile değil de çoğunluğa yönelik tahyili (kuramsal) bir şekilde hitap edişini gerekçe gösterenlerin kendi aralarındaki anlaşmazlığın, ayrılığın, birbirleri aleyhine sapık olduklarına dair şahitliklerinin sem’i delillerden yüz çevirmeleri nispetinde çok farklılık arzettiği görülmektedir. Sem’den kim daha uzak ise onun sözü daha tutarsız, o taifenin ayrılıkları daha ileri derecededir. Not: 19 nolu dipnotun yeri belirtilmediği için buraya yazıyorum. Metinden bakılıp yazılması...19

Mesela mutezile20 arasındaki ayrılıklar ispat ehli (Allah’ın sıfatlarını kabul edenlerin) kelamcıları arasındaki ihtilaftan daha ileridir. Mutezilenin Basra ve Bağdat ekolleri arasındaki anlaşmazlık konularını sıralamak 19 Nesai, VIII, 231, Hocamız Sahih-u Süneni’n-Nesai, no: 4989’da sahih olduğunu belirtmiştir.20 Belki bugün onların geçip gitmiş kum yığınını andıran geriye bıraktıkları tortular peşinde koşanlar “aklederler.”

54

Page 55: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

oldukça uzun sürer. Basralılar ispat ve sünnete bağlılık konusunda Bağdatlılardan hakka daha yakındırlar. Basralılar yüce Allah’ın semi, basir, hayy, alim ve kadir olduğunu kabul ederler. İrade sahibi olduğunu söylerler. Dünyada aslah (kullar için daha iyi olan)ı yaratmasını vacip kabul etmezler. Vahid haberi ve kıyası kabul ettikleri gibi müçtehidlerin günaha düştüklerini de söylemezler.

Şiaya gelince onların ayrılıkları ve ihtilafları mutezileden daha büyüktür. Hatta onların yetmişiki fırkaya bölündükleri dahi söylenmiştir. Çünkü onlar bu dinin çeşitli taifeleri arasında sünnetten en uzak olanlardır.

Felsefecilere gelince onların bir ortak paydasını bulmaya imkan yoktur. Peygamberliğin getirdikleriyle oyna, peygamberliğin getirdiği sınırda durma, aklına dayanarak istediğini söyle son derece hakim bir filozof olursun.

Müslüman, yahudi ve hristiyanlara mensup bütün taifeler arasında görüş ayrılıkları en fazla olanlar onlardır. Bunların dışındaki diğer felsefe gruplarına gelince eğer onların sadece astronomi ilmi ile ilgili görüş ayrılıkları anlatılacak olursa oldukça hayret edilecek şeyler görürsün. Astronomi ise matematiksel ve aritmetiğe dayalı bir ilimdir. O onların bilgilerinin en doğru olanlarındandır. Peki ya tabii ilimler hakkındaki ayrılıkları ve teolojik ilimler hakkındaki ayrılıklarına ne demeli?

Tabii ilimler hakkındaki karşıt görüşlerinin ve görüş ayrılıklarının sayılıp dökülmesi hemen hemen imkansızdır, anlatılamayacak kadar çoktur. Oysa bu duyulara teolojik bilgiden daha yakındır.

Teolojik konulara gelince, onların durumlarını anlamaya yardımcı olacak bir örnek verecek olursak, durumları şuna benzer. Bir topluluk karanlık bir gecede düz bir arazide konaklar. Düşman üzerlerine hücum eder, bundan dolayı karanlık içerisinde ayağa kalkarak herkes burnu doğrultusunda kaçıp gider.

Suphanallah onların bu husustaki tutarsızlıkları, zanları ve tahminleri ne kadar da fazladır. Kesinlikle herhangi bir husus hakkında ittifak etmiş değillerdir. Onların ileri gelenleri bu hususta yakîn (kesin) bilgiye ulaşamayacaklarını, ancak bu hususta daha uygun ve daha yerinde buldukları şekilde konuştuklarını açıkça söylerler.21

Bundan dolayı onlardan sonra gelip arkalarından giden kimselerin şaşkınlık, kararsızlık içerisinde olduklarını ve bu hususta hiçbir neticeye ulaşmadıklarını itiraf eden kimseler ortaya çıktı. Bu durum ise Allah’ın vahiy ile indirdiklerini bu gibi kimselerin ve benzerlerinin akıllarının önüne geçiren, rasûllere tabi olan vahiy ehli kimseler için ibretli bir durum vardır.

“Allah’ın saptırdığına asla doğru bir yol bulamazsın.” (en-Nisa, 4/88)Şeyhu’l-İslam (İbn Teymiye) bana şunları anlattı: Zeki zatlardan birisi

–kendi döneminin en bilginlerinden kelam ve felsefe tahsil etmiş birisi olan İbn Vasıl el-Hamevi22- anlattığına göre hocası ona şöyle demiş: Ben yatağıma uzanıyorum, yorganımı başıma çekiyorum, bunların delillerini ötekilerin delilleriyle sabaha kadar karşılaştırıyorum, bununla birlikte benim için hiçbir görüş ayrılık kazanmıyor.

Bundan dolayı kelam ehlinden bir kesim delillerin aynı değerde olduğunu benimsemiştir. Yani deliller aynı değerde ve birbirleriyle 21 Maksat onların görüşlerini zanlar üzerine bina ettikleridir.22 Adı Muhammed b. Salim b. Nasr et-Temimi olup 697 h. Yılında vefat etmiştir. Biyografisi es-Safdi, el-Vafi bi’l-Vefeyat, III, 85’de yer almaktadır.

55

Page 56: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

çelişmektedir. Bu sebepten dolayı hak batıldan ayırdedilemez. Onlar bu sözleriyle hem doğru söylemişlerdir, hem de yalan.

Doğru söylemişlerdir çünkü onların delilleri ve bilgi edinme yolları birbirine denk ve birbiriyle çatışma halindedir. Öyle ki onlara müntesip bir şair şöyle demiştir:

“İlimde benim benzerim olan kişi de benim gibi kördürBakarsın ki ikimiz de kapkaranlık gecede birbirimizle çarpışıyoruz.”Gözü ve basireti kör olan bu şair doğru söylemiştir. Bu topluluğun

halini Allah’a yemin olsun ki güzel anlamış ve nitelendirmiş, onların hallerini öyle ifadelerle nitelendirmiş ki onları kapkaranlık bir gecede birbirine giren ve çatışan körler topluluğuna benzetmiştir.

Yalan söylemelerine gelince, aydınlık karanlığa, beyazlık siyahlığa, misk en kötü leş kokusuna denk olmadıkça hakkın delilleri ile batılın şüpheleri de birbirine denk olmaz.

Kullarından dilediği kimselerin gözlerini güneşe karşı kör ettiği gibi yine yarattıklarından dilediği kimselerin basiretlerini hakka karşı kör eden Allah’ın şanı ne yücedir. Ancak bunun günahı hakkın değil, basiretlerin zayıflığınadır. Tıpkı güneşi görmeyen gözlerin perdeli olduğu ve bu konuda güneşin bir kusurunun bulunmadığı gibi.

Bu gibi kimselerin basiretlerini nitelendirirken şöyle diyen kişi gerçekten güzel söylemiştir: Onların basiretleri yarasaların gözleri gibidir. Yarasalar gündüzün ışığında görmezler ve bu aydınlıkta gözlerini açmazlar. Gecenin karanlığı onlara uygundur ve o zaman gider gelirler.

Bundan ötürü bunların birçoğunun bu yolların herhangi birisinde hidayeti göremediğini, ayakları üzerinde gerisin geri dönerek hayayı bir kenara itip, kalbinden şeriat bağını sıyırıp attığını, karnı ve ferci hususunda yahutta başkanlık ve malı için azgınlığın istek ve arzularına yöneldiğini bundan ötürü lezzet veren şeylere, şarkıcıları dinlemeye, güzel suretlerle oturup kalkmaya yöneldiğini görüyoruz. Buna sebep ise kalbinde ilmin hakikatlerinin ve Allah’ın rasûlü ile göndermiş olduğu imanın kalbinde yer etmemesidir. Onun kalbine bu ulaşmadığı gibi kendi arkadaşları yoluyla da aynı kalbe şüphe ve şaşkınlıktan başka bir şey ulaşmamıştır.

İşte yüce Allah’ın şu buyruğu ile kastettiği kimseler bunlardır: “Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevasına uyarlar.” (en-Necm, 53/23) Bundan ötürü onların bilgisi zanlardan ibarettir: “Zan ise hiç şüphesiz hak adına hiçbir şey ifade etmez.” (en-Necm, 53/28)

Onların iradeleri nefislerinin hevasıdır. İlimleri de kendilerini iradeleriyle istediklerine çağırır. İradeleri, ilimleri ile bildiklerine çağırır. Şüphesiz hevaya uymak hakka uymaktan alıkoyar. Allah’ın yolundan saptırır, bundan ötürü onlar da Kur’an’dan yüz çevirdiler ve dünyanın acil menfaatlerini tercih ettiler.

İşte yüce Allah’ın rasûlüne onlara karşı delili ortaya koymasını emrettikten sonra kendilerinden yüz çevirmesini emrettiği kimseler bunlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O halde zikrimize (Kur’an’a) sırtını dönen ve dünya hayatından başkasını istemeyen kimselerden sen de yüz çevir. Onların ilimde varabildikleri son nokta işte budur.” (en-Necm, 53/29-30)

56

Page 57: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

20. İbn Abbas dedi ki:23 Yüce Allah Kur’an’ı okuyan ve ondaki hükümler gereğince amel edene dünyada sapmayacağına, ahirette de bedbaht olmayacağına dair teminat vermiştir. Daha sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Kim de zikrinden yüz çevirirse gerçekten onun için dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.” (Taha, 20/124)

Bu Allah’ın indirmiş olduğu zikri kapsar. Bu zikirde yüce Allah’ın peygamberlerinin getirdiği hidayettir. Buna daha sonra gelen yüce Allah’ın: “Çünkü sana ayetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun.” (Taha, 20/126) buyruğu delil teşkil etmektedir.

İşte Allah’ın öğüdünden yüz çevirmek budur.Ondan yüz çeviren kimsenin hali bu olduğuna göre aklını yahut taklit

ettiği kimselerin aklını ileri sürerek ona karşı çıkan ve bu akıl hakkında hüsnü zan besleyen kimsenin hali ne olacaktır. Ancak o zikre itaatle onu kabul eden kimse mü’min olduğuna göre ondan yüz çeviren ve ona karşı çıkan kimse de o zikre iman etmekten insanlar arasında en uzak olan kimselerden birisidir demektir.

21. Kur’an ve sünnetin dışında bir yerde hidayeti arayan kimsenin delalette olduğuna dair Allah da, rasûlü de şahitlik etmiştir. Peki Allah’ın saptırdığı bir kimsenin aklı nasıl olur da Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetinin önüne geçirilebilir?

Yüce Allah akıllarından hareketle vahyine karşı çıkan akılcılar hakkında şunları söylemektedir:

“Kendi hevasını ilah edinmiş, bilgisine rağmen Allah’ın kendisini şaşırtmış olduğu, kulağına ve kalbine mühür vurduğu, yüzü üzerine de perde gerdiği kimse hakkında ne dersin? Artık buna Allah’tan başka kim hidayet verebilir. Hiç öğüt almaz mısınız?” (el-Casiye, 45/23) Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, başka yollara uymayın. Sonra sizi onun yolundan ayırırlar.” (el-En’am, 6/153)

Aklını peygamberin getirdiklerinin önüne geçiren kimseler hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Onlar ancak zanna ve nefislerinin hevasına uyarlar. Halbuki andolsun ki Rablerinden kendilerine hidayet gelmiştir.” (en-Necm, 53/23)

Kur’an-ı Kerim aklını getirdiklerinin önüne geçiren kimseleri sapıklıkla nitelendirdiği buyruklarla dolup taşmaktadır.

22. Bu peygamberlerin nasslarına bu gibi kimselerin çıkardıkları akli bilgiler hususunda bizzat kendileri şaşkınlık ve şüphe içinde olduklarına ve bunların hiçbirisi hakkında kesin bir hüküm veremediklerine, bunlardan ilim ve yakîn elde edemediklerine şahitlik ettikleri gibi kendi çelişkileri, tutarsızlıkları ve ihtilafları da aleyhlerine şahitlik etmiştir. Allah’tan başkası tarafından ortaya konulanlarda pekçok tutarsızlıkların olması kaçınılmaz bir şeydir. Bu hususta rasûllere tabi olanlar da bu gibi kimseler hakkında şahitlik etmişlerdir. Herşeye şahitlik eden de onlara böylece şahitlik ettiği gibi kıyamet gününde de şu buyrukların üzerine indirildiği zat da onlar aleyhine şahitlik edecektir:

“Her ümmetten birer şahit getirip, bunlara karşı da seni şahit getireceğimiz zaman halleri nice olur.” (en-Nisa, 4/41)23 İbn Ebi Şeybe, Musannef, X, 467, Abdu’r-Rezzak el-Musannef, 6032, Hakim, II, 381

57

Page 58: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bu hususta onlara karşı kitap ve sünnetin nassları da şahitlik etmiştir. Açık akılların delillerinin nassların lehine şahitlik etmesi dolayısıyla da onlar aleyhine şahitlik etmişlerdir.

Peki bunların peygamberlerin getirdikleri nasslara karşı kendileriyle çıktıkları aklın doğruluğuna dair bu şahitlere denk şahitleri var mıdır?

Evet onların şahitleri Aristo, Eflatun, Pisagor, İbn Sina, Farabi, Cehm b. Safvan, Ebu’l-Huzeyl el-Allam en-Nezzam, Cehmilerin yüzsüzleri Mutezile, tabiilerin yavruları ve mecusilerdir.

Bu apaçık belgelerin kendisine göre çelişkili göründüğü bir kimse için aklın ve naklin de birbiriyle çelişmesi ve nakle göre akla öncelik tanımasını garip karşılamayız.

23. Şüphesiz Kur’an ve imana bağlı olanlar lehine Allah şahitlik etmektedir. –Ki şahit olarak O yeter.- İlim, yakîn (kesin bilgi) ve hidayet şahitlik etmektedir. Onların bir basiret üzere ve Rablerinden gelen apaçık bir delil üzere olduklarına, akıl, özlü akıl ve basiret sahibi olduklarına, onların nur üzere nura sahip olduklarına hidayet bulan, kurtuluşa erenler olduklarına şahitlik etmektedir.

Yüce Allah gayba iman eden, ona karşı akılları ve görüşleriyle karşı çıkmayan kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Elif, lam, mim. Bu o kitaptır ki onda hiç şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir. Onlar gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilene de iman ederler. Onlar ahirete de şüphe etmeksizin inanırlar. İşte bunlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (el-Bakara, 2/1-5) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine ilim verilenler bilir ki Rabbinden sana indirilen hakkın ta kendisidir ve o her hamde layık, aziz olanın yoluna iletir.” (Sebe, 34/6)

İşte bu Kur’an’ın akıl ile çeliştiğini görür. Aklı onun önüne geçiren kimselere ilim adına az çok hiçbir şey verilmediğinin apaçık bir delilidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Rabbinden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse kör gibi midir?” (er-Rad, 13/19)

İşte bu yüce Allah’ın böylelerinin kör olduklarına dair bir şahitliğidir. Onun bu şahitliği bizzat kendilerinin kendi haklarındaki şaşkınlık ve şüphe içinde olduklarına ve mü’minlerin onlar hakkındaki şahitliklerine de uygundur.

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Allah göklerle yerin nurudur. Nurunun misali içinde kandil bulunan bir kandil yuvasına benzer. O kandil de bir cam içindedir. O cam ise doğuya da batıya da nisbeti olmayan, mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulan, parıltısı inciyi andıran bir yıldız gibidir. O (zeytin) ağacın(ın) yağı neredeyse kendisine ateş dokunmaksızın dahi aydınlık verecektir. Nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna hidayet eder. Allah insanlar için misaller getirir. Allah herşeyi çok iyi bilendir.” (en-Nur, 24/35)

Şanı yüce Allah kendisine, isimlerine, sıfatlarına, fiillerine iman etmenin, rasûllerinin kullarının kalblerindeki doğruluklarının, nurunun misalini bu nurun akıllarının kendisi vasıtasıyla iman nurunu gördükleri nura uygunluğunu, görülen nur türlerinin en yükseklerini ihtiva eden bu misal ile bildirmekte, bu nurun üstüste nurlar olduğunu bildirmektedir:

58

Page 59: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Vahyin nuru, aklın nuru, şeriatın nuru, fıtratın nuru, sem’i delillerin nuru ve akli delillerin nuru (hep üstüstedir).24

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Ölü iken (imanla) kendisini dirilttiğimiz insanlar arasında ona hakkı batıldan ayırarak yürümesi için nur verdiğimiz kimse içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kimse gibi midir? Kâfirlere işledikleri iş de böylece süslü gösterilmiştir.” (el-En’am, 6/122)

Daha sonra yüce Allah bu nurdan yüz çeviren vahye karşı akıl ile çıkan bu kimselerin hallerini biri onların katmerli cehaletle nitelikli olduğunu, diğeri basit cehalet ile cahil olduklarını ihtiva eden iki misal ile haber vermektedir. Çünkü onların kimisi düşünen, araştıran, ölçüp biçen, mütefekkür eden, kimisi de bunlar hakkında hüsn-ü zan besleyen bir mukalliddir. Yüce Allah bu iki kesim hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kâfir olanların amelleri ise susuz kimsenin su sandığı dümdüz çöldeki bir serap gibidir. Nihayet ona yaklaşınca onun bir şey olmadığını görür. Halbuki kendisi(nin ameli) yanında Allah’ı bulmuştur. O da hemen onun hesabını ona tamamen öder. Allah hesabı çok çabuk görendir. Yahut (onların amelleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir, onu bir dalga örter, onu da üstünden (başka) bir dalga kaplar. Onların üzerlerinde ise bulutlar vardır. Elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremeyecektir. Allah kime nur vermemişse onun nuru olmaz.” (en-Nur, 24/39-40)

24. Şöyle denir: Akıl ile nakil çatışacak olursa nakle öncelik tanımak icap eder. Çünkü iki medlulün bir arada kabul edilmesi, iki çelişiğin bir arada kabulü demektir. Her ikisinin de kabul edilmeyip, çürütülmesi iki çelişiğin çürütülmesi demektir. Akla öncelik tanımak imkansızdır. Çünkü akıl sem’i delilin sıhhatine ve rasûlün verdiği haberin kabul edilmesinin gerektiğine delalet etmiş bulunmaktadır. Eğer bizler nakli kabul etmeyecek olursak, aklın delaletini kabul etmemiş oluruz. Aklın delaleti sözkonusu olmayacak olursa, nakle karşı delil olmaya elverişli de olmaz. Çünkü kendisi delil olamayanın, bir başka delile karşı delil olması uygun değildir. O halde akla öncelik tanımak, onun öne geçirilmemesini gerektirir. O halde aklı öncelemek caiz değildir.

Bu husus apaçıktır. Çünkü sem’i delilin doğruluğuna ve sıhhatine, onun haberinin onu haber veren ile mutabakat halinde bulunduğuna delalet eden bizzat akıldır. Böyle bir delalet ya sahihtir veya batıldır.

Şayet bu delalet sahih ise akli deliller arasında onu çürüten herhangi bir delaletin bulunmasına imkan kalmaz.

Eğer batıl ise o takdirde aklın doğru bir delil olmasına imkan kalmaz.Akıl sağlıklı bir delil olamıyor ise sahih sem’i delilin önüne geçirilmesi

şöyle dursun hiçbir şekilde ona tabi olunmaz. Buna göre aklı naklin önüne geçirmek onun kaçınılmaz sonuçları ve medlullerinin sözkonusu olmaması ile bizzat aklın kendisine bir tenkittir.

Aklın naklin önüne geçirilmesi, aklın reddedilmesini gerektirdiğine göre aklın reddi onun delaletini engellediğine göre bu da aklın delillerinin karşı çıkabilme özelliğini ortadan kaldırdığına göre çatışma halinde aklın

24 Bundan dolayı -hidayete mazhar olmuş kardeşim- bu akılcıların hem görüşlerinde, hem basiretlerinde karanlık olduğunu görmektesin... Onların üzerinde bu nurların en ufak bir belirtisi dahi yoktur.

59

Page 60: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

öne geçirilmesine imkan kalmaz. Çünkü çatışma halinde aklı öne geçirmek çatışmayı da ortadan kaldırır. Bu ise meseleyi kökünden çözer. 25

25. Şöyle denilir: Aklın hak olduğuna delalet ettiği bir şeye aklın karşı çıkması delaletinin çelişkili olduğuna delildir. Bu da böyle bir delillendirmenin tutarsızlığını gerektirir. Sem’i delilin ise delaletinin fasid olduğu bilinmemektedir. Bu delillerin birbirleriyle çatıştıkları, çeliştikleri de bilinmemektedir. Böyle bir şey varsayılacak olsa dahi bunun doğruluğu bilinemez.

İki delil çatışacak olursa, bunlardan birisinin çürük olduğunu bilsek, diğerinin de çürüklüğünü bilmiyor ise çürük olduğunu bilmediğimiz delilin öne geçirilmesi çürük olduğu bilinenin öne geçirilmesine göre doğruya daha yakındır.

Bu da yalancılığı ve fasıklığı bilinen bir şahidin yapacağı şehadetin yalancılığı bilinmeyip, durumu meçhul olan bir kimsenin şahidliğinin önüne geçirmenin caiz olmayışına benzer. Eğer yalancı şahidin kendisi şahidliklerinin bazılarında yalan söylemiş olduğuna şahitlik ederse durum ne olur?

Akıl sem’i delilin haber verdiği her hususta doğru olduğunu kabul eder. Sonra da o: Hakka muhalif haber verdiğini söylerse, sem’i delilin lehine sözünün kabul edilmesinin icab ettiğine dair şahitlik etmiş olur ve yine onun sözünün kabul edilmesinin caiz olmadığına da şahitlik etmiş olur. Onun verdiği haberlerin hak olmadığına şahitlik etmiş olur. Diğer taraftan haber verdiklerinin hak olduğuna dair de şahitlik etmiş olur. Bu ise kayıtsız ve şartsız olarak onun yapacağı şahitliği reddetmeyi gerektirir. Aynı şekilde onun tezkiyesinin de kabul edilmemesini gerektirir. İlk şahitliği de, ikincisi de kabul edilmez.

26. Peygamberlerin peygamberliğine, Rabbin varlığına ve bedenlerin yeniden yaratılıp, iade edilmesine dair ileri sürülen tenkit edici şüpheler –ki bunları ileri sürenler bunlara akli deliller adını vermektedirler- hepsi de nakle karşıdır. Nakil ile çatışmaktadır. Bu şüpheler sıfatları kabul etmeyenlerin nakle muhalefet eden akli deliller yahut onların türünden ya da onlara yakın türden olduğunu iddia edenlerin ileri sürdükleri şüphelerden daha güçlüdür. Şu beyitlerde dile getirildiği gibi:

“Şarabı bırak da günahkarlar içsin, benOnun kardeşinin onun yerini tuttuğunu görüyorum.Eğer o olmazsa yahut bu bulunursa şüphesiz ki o Onun kardeşidir, annesi ona aynı sütü içirmiştir.”Peygamberliği tenkit ve red sadedinde yaklaşık seksen veya daha

fazla şüphe ileri sürülmüştür. Hepsi de akli şüphelerdir. Şanı yüce Allah’ın varlığını ispat için de yaklaşık kırk şüphe (delil gibi kabul edilen gerekçe) ileri sürülmüştür. Bunların hepsi de aklidir. Ölümden sonra diriliş için de buna yakın gerekçeler ileri sürülmüştür.

Yüce Allah bilir ki bu şüpheler aynı şekilde Allah’ın sıfatlarını, Allah’ın yaratılmışlarının fevkinde oluşunu, konuşmasını, kullarına hitap etmesini, ahirette gözlerle açıkça görüleceğini nefyeden akılcıların şüpheleri kabilindedir.

25 Yalnızca bu bile akıl sahibi olup taassup ve heva tarafından aklını kirletmemiş herkesi ikna etmek için yeterlidir.

60

Page 61: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Fakat bu şüpheler sahiplerinin Allah rasûlüne ve İslama müntesip oldukları, onun dinini korudukları, yüce Rabbi kendisine layık olmayan sıfatlardan tenzih ettikleri26nin söylenmesi karşısında revaç bulmuşlardır. Yoksa tahkik edildiği takdirde hepsi de birbirine benzer şeylerdir. Rasûlün peygamberliğinin esasına karşı ileri sürülen şüpheler ile rasûlün haber verdiği şeylere karşı ileri sürülen şüpheler arasında herhangi bir fark yoktur.

Bunu ve ötekini dikkatle düşünen bir kimse durumun gerçek mahiyetini açıkça anlar. Hatta peygamberliği esastan tenkide yönelik şüphelerin rasûllerin verdiği haberlere yönelik tenkitçi şüphelerden daha çok olduğu dahi görülebilir. Bu durumda rasûlün verdiği haber ile çatışan akli hükümleri önceleyen kimseye şöyle denilir: Sen risaletin ve nubuvvetin esası ile çatışan akli bilgiyi öne nasıl geçirirsin? Sen bu şüpheleri zikredip, onlara verdiği cevaplarla kalbinin bunun gerçekten kabul etmediğini ortaya koymuş oluyorsun.

Şüphesiz bu cevaplar senin söylediğin sözler arasında tutarsızlık bulunduğunu gösteren birtakım kaidelere bina edilmiştir. Bu kaideleri kimi zaman kabul eder, kimi zaman reddeder, kimi zaman da hüküm vermekten kaçınırsın.

Yoksa sen bu akli bilgileri bir kenara atıp onları yok sayıyor ve tutarsızlıklarına mı şahitlik etmektesin.

Durum böyle ise rasûlün haberi ile çatışan akli bilgiler hususunda izleyeceğin yol niye izlediğin öteki yol ile aynı değil, her iki yol niye bir değil?

Böyle bir şüphenin reddedilme yolu gayet açıktır. Sen Allah’ın ve rasûlünün dininin yardımcılarındansın. Sen risaletin esasını, rasûlün getirdiklerini koruyan birisisin ve aklınla bu konuda kesin hüküm veren birisisin.

Bu ise yüce Allah’a hamdolsun ki gayet açık bir delildir.27. Yüce Allah’ın hikmeti ve adaleti aklını ileri sürerek rasûlüne

muhalefet eden kullarının aleyhine akıllarını ifsad etmeyi gerektirmiştir. Bunlar akıllarını ileri sürerek Allah’ın peygamberlerine itaat etmediler. Onların getirdiklerine teslim olmadılar, onların buyruklarına boyun eğmediler. Akılları Allah’ın Rasûlü karşısında kendisinde her türlü tasarrufta bulunan bütün yönleriyle sahibine ait olan itaatkar bir köle durumunda görmediler. Hiçbir şekilde ona karşı bir tasarrufta bulunamayacaklarını düşünmediler.

Bu sebeple yüce Allah’ın ilk ifsad ettiği akıl kadim hocaları iblisin aklıdır. Çünkü o aklı sebebiyle Allah’ın emrine itaat etmedi, aklı ile nassa karşı çıktı, niçin karşı çıktığını da sözkonusu etti. Böylelikle kendi aleyhine olmak üzere aklı alabildiğine ona kötülük etti. Nihayet batılcıların önderi, inkarcıların başı, kâfir ve münafıkların hocası oldu.

Diğer taraftan rasûllerinden yüz çevirerek onlarla gönderilenlere karşı çıkanların akıllarını nasıl ifsad ettiği ve bu akılların bozuluşunun kendilerini yüce Allah’ın haklarında kitabında sözettiği sonuca nasıl götürdüğü üzerinde de düşünmek gerekir.

26 Onların iddiadan ibaret olan tenzihleri aslında batıl bir yalandır. Akılları böyle bir şeyi vehmetmiştir. Buna sebep ise cehaletleri ve isbat (sıfatları kabul etmek) ve tenzih kaidesini anlayamamış olmalarıdır. Zira onların bu tenzihleri bizatihi ta’tildir. Hatta bizatihi inkardır.

61

Page 62: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bu akılların fesada erişlerinin bir sonucu olarak onlar peygamberlerden hiçbir peygamberi beğenmedikleri halde taştan ilah edinmeyi beğenmişlerdir.

Bu akılların bozukluğunun bir diğer göstergesi onların körlüğü hidayetten daha sevimli bulmaları, dünya ve ahiretin cezasını mutluluklarına tercih etmeleri, Allah’ın nimetini küfür ile değiştirmeleri, kendi kavimlerini helak yurduna götürmeleridir.

İblis iki kitap ehlinin akıllarını peygamberleri inkara götürerek ifsad etti. Nihayet onlar felsefecilerin görüşlerini kabule kadar ileri gittiler. O görüşleri peygamberlerin getirdiklerinin önüne geçirdiler ve sonunda bütün akıllıları güldürecek sözler söylediler.

Cehmiyye ve mutezile kelamcılarına gelince iblis onların da aleyhlerine olarak akıllarını bozdu. O kadar ki sonunda akıl sahiplerinin söyleyene gülecekleri sözler söylediler. Daha önce kısmen buna dikkat çektiğimiz gibi.

Kişi rasûlden ne kadar uzak kalmışsa aklı o kadar az ve o kadar bozuktur. Akıl bakımından insanların en mükemmelleri rasûllere tabi olanlardır. Akıl bakımından en bozukları onlardan ve onların getirdiklerinden yüz çevirenlerdir.

Bundan dolayı sünnet ve hadis ehli ümmetin en akıllılarıdırlar. Diğer çeşitli taifeler arasındaki durumları insanların geneli arasında ashab gibidir.

Bu kendisi vasıtasıyla şanı yüce Rabbe karşı gelinen herbir husus hakkında geçerli olan bir kaidedir. Ne ile Allah’a isyan edilmiş ise Allah onu sahibinin aleyhine olmak üzere ifsad eder. Mesela malı ile yüce Allah’a isyan eden bir kimsenin aleyhine olarak Allah malını ifsad eder. Makam ve mevkii ile ona isyan eden bir kimsenin aleyhine olarak o makamını ifsad eder. Diliyle, kalbiyle yahut herhangi bir organıyla Allah’a isyan eden bir kimsenin aleyhine Allah onu ifsad eder. İsterse o bu fesadın farkına varmasın. Allah’ın muhabbetinden, korkusundan, ümitten, ona tevekkül etmekten, ona yönelmekten, onu zikretmekle huzur bulmaktan, onunla teselli bulmaktan, ona yönelmekle sevilmekten yana bomboş kaldığı için harab olmuş bir kalbin fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Acaba böyle bir kalb fesadı iyice kökleşmiş ve fakat sahibinin farketmediği bir kalbten başka bir şeymidir?

Allah’ı anmaktan, onun getirdiklerinden, kelamını tilavet etmekten, kullarına nasihat edip, onları irşad etmekten, yüce Allah’a davet etmekten uzak bir dilin fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Kendisini yoktan var eden ve yaratana kulluktan, ona hizmet etmekten, onun rızasına koşmaktan yana faaliyette bulunmayan azaların fesadından daha büyük bir fesad var mıdır?

Özetle eğer herhangi bir şey ile Allah’a isyan edilirse, Allah da o şeyi mutlaka sahibinin aleyhine olmak üzere ifsad eder.

Aklın en büyük isyanlarından birisi de yüce Allah’ın kendisi ile rasûlüne ve ona uyanlara hidayet verdiği Allah’ın kitabından ve vahyinden yüz çevirmek ve başkasının sözü ile onun sözüne karşı çıkmaktır.

Böyle bir aklın fesadından daha büyük bir fesad olur mu? Şanı yüce Allah rasûlüne tabi olanlara bu gibi kimselerin aklının fasid

olduğuna dair öyle şeyler göstermiştir ki bunlar onların rasûle, onun getirdiklerine, imanlarının artmasını gerektiren en güçlü sebebler arasında

62

Page 63: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

olup, bunlar aynı zamanda rasûlün getirdiklerine daha ileri derecede sımsıkı bağlanmalarını gerektirmiştir.

28. Akıl ile nakil arasında çelişki görenlerin tesis ettikleri bu kaide27

Allah’ın sıfatları ve fiilleri hususunda havastan olsun, avamdan olsun herhangi bir kimsenin peygamberlerin getirdiği haber ile yararlanmamasını gerektirir.

Havas için böyle olması şundan dolayıdır: Bunlar bu işi ilminin ve bilinmesinin akıllara ait olduğunu açıkça ifade ederler. Akılların şahitlik ve delalet ettiği şey kabul edilir, akıllara muhalif olan sem’i bilgilerin de reddedilmesi gerekir.

Dolayısıyla bunlar (rasûlden gelen) haberlerden hiçbir fayda elde edemezler. Bunlar hakkı ancak rasûllerin verdikleri haberler ile çatışan akıl cihetiyle yararlanmışlardır.

Avama gelince onlar haberin delalet ettiği hususu akide olarak kabul etmişlerdir. Bu ise özü itibariyle batıldır. Çünkü onlar hak bilgisini ondan elde edememişlerdir. Aksine onlar batıl bir itikada binaen bunu elde etmişlerdir.

O halde rasûlün getirdiklerine bundan daha büyük bir düşmanlık olabilir mi?

29. Rasûlün verdiği haber ile çatışan bir hususun akıl yolu ile bilinmesi caiz (mümkün) kabul edilirse o halde kesin iman bu çatışan hususun olmaması ve şart olarak buna bağlı olması gerekirdi. Belli bir şarta bağlı olan o şartın bulunmaması halinde ortaya çıkmaz.

Bilindiği gibi insanların akılları ile ortaya koydukları bir husus ister hak, ister batıl olsun belli bir gayesi yoktur.

Herhangi bir kimse akıl ile bilinen hususlar arasında rasûlün haberi ile çelişen bir hususun bulunacağını kabul edecek olursa, rasûlün haberlerinden hiçbir şeye güvenmesine imkan kalmaz. Çünkü henüz kendisi için belirginlik kazanmamış, akıl yönü ile bilinen hususlar arasında rasûlün haberi ile çatışacak şeylerin varlığı mümkündür.

Eğer bu kimse: Ben sem’iyyatdan (peygamberin verdiği haberlerden) aklın reddetmediği şeyleri ikrar ve kabul ederim. Yine aklın muhalefet etmediği sıfatları kabul ederim diyecek olursa, onun bu sözünün belli bir kaide ile belli bir prensibe bağlanması sözkonusu olmaz. Çünkü o sem’i delilleri tasdik etmeyi, belli bir prensibi bulunmayan bir hususa bağlamıştır. Tesbiti mümkün olmayan herhangi bir hususun var olmaması şartına bağlı olan bir şey hiçbir şekilde prensibe bağlanmış olmaz. Böyle bir asli kaide kabul edildiği takdirde elbetteki kesin bir imanın varlığı da sözkonusu olmaz.

Bundan dolayı görüşünü ileri sürerek şeriate karşı çıkmaya alışmış kimselerin kalbinde imanın ebediyyen karar kılmadığını görürüz.

Kişi ise rasûle kesin bir surette iman etmedikçe mü’min olamaz. (Akıl ile) çatışmaması şartı sözkonusu edilmemelidir. Bir kimse: Ben rasûlün haberine onu bertaraf edecek bir karşıt delil ortaya çıkmadıkça iman ediyorum diyecek olursa, bu kimse rasûle iman etmiş olamaz. Tıpkı akıl başka bir ilahın varlığını kabul etmeye dair bir delil ortaya koyması müstesna Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına şahidlik ediyorum

27 Bununla tepeden aşaığı indirilen bu kesin delillerden sonra dümdüz bir kayayı andıran “külli kanun”u kastetmektedir.

63

Page 64: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

demesine yahutta akıl onu reddedecek bir delil ortaya koyması dışında ölümden sonra dirilişe iman ediyorum demesine ya da akıl onun risaletini çürütecek bir delil ortaya koyması hali müstesna rasûle iman ediyorum demesine benzer.

İşte böyle diyen bir kimse ve benzerleri kesin bir iman ile iman etmiş olamaz. Böyle birisinin olabilecek en güzel hali şüphe eden bir kişi olmasıdır.28

30. Aklın sıhhatine delalet ettiği sem’i delilden daha sahihtir.29

Bundan dolayı mütevatir haber akılcılar tarafından ahad haberlere göre daha çok bilinir. Bunun tek sebebi ise aklın delaletinin haber verenlerin yalan söylemek üzere birbirleriyle anlaşıp, ittifak etmediklerine dair ortada olmasıdır. Her ne kadar haber verilen husus kendisine haber verilenin alışageldiği ve bildiği şeylere muhalif ise de akıl sahibleri onların bildirdiklerini tasdik etmekten başka bir yol bulamazlar.

Bununla birlikte rasûllerin doğruluğuna, onların peygamberliklerini ispata dair kesin akli deliller mütevatir haberi bildirenlerin doğruluğuna delalet eden delillerden kat kat fazladır. Çünkü bunların herbirisinin doğru söylediğine dair bir delil yoktur. Onların haber etrafında birleşmeleri ve ittifakları onların doğruluklarına bir delildir. Peygamberler –Allah’ın salat ve selamı üzerlerine olsun-in herbirisinin ayrı ayrı doğru söylediğine dair kesin deliller ortadadır. Ayrıca onlar sözbirliği ederek aynı şeyleri söylemişler ve hepsinden gelen haberler ittifakla şanı yüce Allah’ın üstte oluşunu semavatının üzerinde, arşının üzerinde ve mahlukatından ayrı olduğunu, onun mütekellim olup, başkalarını muhatap alıp hitab ettiğini, emir ve nehiy koyduğunu, hoşnut olduğunu, gazap ettiğini, sevap ve ceza verdiğini, sevip buğzettiğini ve bu sıfatlarının celaline layık olduğunu ittifakla bildirdiklerine dair onlardan haberler gelmiş bulunmaktadır.

Dolayısıyla onların verdikleri haberin haber verilen için ilim ifade etmesi mütevatir haberlerin haberi alanlara nisbetle ifade ettiği ilimden daha büyüktür. Çünkü mütevatir haberler yanılabilmesi muhtemel bir duyuya dayanır. Ancak peygamberlerin haberleri hata etmeyen vahye dayalıdır. Aklen bu haberleri tenkid etmek sofistlerin duyu organları ile akla dair şüphe ve tereddütleri kabilindendir.

Eğer kat’i delilin karşısına çıkarılan herbir şüpheye dönüp bakacak olursak, bizim duyu organlarıyla yahut aklımızla ya da her ikisiyle bildiğimiz herhangi bir şeyimiz kalmaz ve herhangi bir bilgimize de güvenemeyiz.

31. Ancak haber ile idrak edebilecek gayba dair bilgiler duyularla ve akıl ile idrak edilebilecek bilgilerin kat kat fazlasıdır. Hatta hiçbir şekilde onlar arasında bir nisbet sözkonusu değildir.

Bundan dolayı sem’ (duymak) yoluyla idrak edilenler görmekle idrak edilenlerden daha genel ve kapsamlıdır. Çünkü sem’ olmayan ve var olan, hazır olan ve gaib olan hususları da idrak eder, diğer duyularla idrak

28 Bu gibi kimselerin hiçbir şekilde mü’min olamayacaklarından dahi korkulabilir. Çünkü mü’minlerin gerçek niteliği: “Mü’minler ancak Allah’a ve rasûlüne iman eden ve sonra da şüpheye düşmeyen... kimselerdir.” (el-Hucurat, 49/15) diye dile getirilmiştir.O halde ey akılcılar kanaatlerinizden geri dönünüz, tevbe ediniz, vahyin ve risaletin hakkını itiraf ediniz, kabul ediniz. 29 Farklılık ancak sıhhat derecesinde sözkonusu olabilir. Subutun aslında değil.

64

Page 65: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

edilmeyen ilimleri de idrak eder. İşte bu akılcı ve diğerleri arasında işitmeyi görmekten üstün kabul edenlerin delilidir.

Daha başkaları bu hususta onlara muhalefet ederek görmeyi işitmeye tercih etmişlerdir. Buna sebep ise görme idrakinin gücü ve idrak ettiği şey hakkındaki kesin kanaati ve hatadan daha uzak oluşudur.

Her iki kesim arasında nakledilmesi uzun sürecek tartışmalar vardır.Aralarındaki bu anlaşmazlık şöylece hükme bağlanabilir. İşitmekle

idrak edilenler daha genel ve daha kapsamlıdır. Görmekle idrak edilenler daha tam ve daha mükemmeldir. Birisinin gücü ve tamamlığı sözkonusudur, diğerinin genel oluşu ve kuşatıcılığı sözkonusudur.

Maksat şudur: Duyu organlarından gaib olan hususlara nisbetle duyulan ve hissedilenlerin oranı denizdeki damla gibidir. Bunları ancak sadıkın haberi ile bilmeye imkan vardır. Şanı yüce Allah da kulları arasından bu gaybdan dilediğini haber verdiği peygamberler seçmiş ve bunları başkalarını bilgi sahibi kılmadığı hususlarla bilgilendirmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah mü’minleri üzerinde bulunduğunuz bu halde asla terketmez. Nihayet murdarı temizden ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah peygamberlerinden kimi dilerse seçer.” (Al-i İmran, 3/179)

Şanı yüce Allah gayba dair haberlerden haberdar edeceği kimseleri seçerek başkalarına bildirmediği şeyleri bildirir. İşte bundan dolayı bu kişilere nebi (peygamber) adı verilmiştir ki bu da haber vermek demek olan “el-inba”den gelmektedir. Çünkü ona Allah tarafından haber verilmekte, o da Allah’tan haber vermektedir. Buna göre o bir taraftan kendisine haber verilen (münbe)dir, diğer taraftan da kendisi haber veren (münbi)dir.

Peygamberlerin haber verdikleri her şeyin onlar haber vermeden de bilinecek şeylerden olması mümkün değildir. Hatta çoğunluğu dahi bilinemez. Bu sebebten ümmetler arasında bilgisi en mükemmel olanlar rasûllere tabi olanlardır. Onlardan başkaları remel, yıldızlar, hendese (geometri), safsata ve benzeri ilimlerde kendilerinden daha ileri olsa bile. Bunlara peygamberleri apaçık delillerle geldiğinde [yanlarında bulunan ilim ile]30den dolayı sevindiler ve ellerinde bulunan bu ilimleri peygamberlerin ilimlerine ve getirdiklerine tercih ettiler. Bu ilimler ise onların nihai noktalarından haberdar ve en uzak noktalarına ulaşan kimsenin şu sözlerinde belirttiği gibidir: “Bu bilgiler yalan birtakım zanlar –ki zanların bir kısmı günahtır- ile faydasız bilgiler arasında gidip gelmektedir. Fayda vermeyen bilgiden Allah’a sığınırız. Bunlar fayda verecek olsa bile peygamberlerin getirdikleri bilgilerin faydalarına nisbetle dünya hayatının sağladığı faydanın ahirette ve onun devamlılığına nisbeti gibidir.”

Gerçekte ilim ancak peygamberlerin yüce Allah’tan getirip, bildirdikleri, onun istekleri ve haberleridir. Ruhları temizleyen, fıtratları tamamlayan, akılları tashih eden ilim budur. Allah özel olarak buna ilim adını vermiş, onun karşıtında yer alan şeylere ise hak namına hiçbir fayda sağlamayan zan ve tahmin ve yalan adlarını vermiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ”Sana bunca ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse...” (Al-i İmran, 3/61)

30 Köşeli parantez arasındaki ifadeler es-Savaik, III, 875’den düşmüş bulunmaktadır. Muhtasar, I, 148’de bunlar telafi edilmiştir.

65

Page 66: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Yüce Allah bunların lehine ilim sahibi olduklarına dair şahitlikte bulunarak şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine ilimle iman verilmiş olanlar diyeceklerdir ki: ‘Andolsun ki Allah’ın kitabında (belirttiği üzere) diriliş gününe kadar eğlendiniz.’” (er-Rum, 30/56)

Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını adaleti ayakta tutarak açıkladı. Melekler de, ilim sahipleri de.” (Al-i İmran, 3/18)

Maksat ise yüce Allah’ın peygamberlerine indirdiğini bilen ilim sahipleridir, başkaları değildir. Yoksa mantığı, felsefeyi ve bunlardan dallanıp budaklanan diğer bir ?yi bilenler değildir.

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Sana onun vahyi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme ve: ‘Rabbim ilmimi arttır’de.” (Taha, 20/114)

Yüce Allah’ın ona arttırılmasını istemesini emrettiği ilim vahiy ilmidir. Kelam, felsefe ve mantık ilmi değildir.

Şanı yüce Allah aklına dayanarak ölümden sonraki dirilişi inkar eden kimselere şöyle demektedir: “Dediler ki: ‘O dünya hayatımızdan başka bir şey değildir. Ölürüz, diriliriz ve bizi ancak zaman helak etmektedir.’ Halbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar ancak zanda bulunuyorlar.” (el-Casiye, 45/24)

Şanı yüce Allah’ın vahyin nasslarına akıllarıyla karşı çıkanların zanlarını ağırlıklı ve tercih edilen bir bilgi sonucu varılan itikad değildir. Aksine buradaki zandan kasıt sözün en yalan olanıdır.31

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kahrolsun tahminciler (yalancılar) onlar ki kuşatıcı bir cehalet içinde gafil kimselerdir.” (ez-Zariyat, 51/10-11)

Akıllarıyla peygamberler getirdikleri nasslara karşı çıkan bu kimselerin elinde bulunan bilgiler üzerinde düşünülecek olursa bu bilgilerin tamamının bir tahmin olduğunu ve onların âyette sözü edilen tahminciler (el-Harrasun) olduğunu anlarız.

Gerçekte ilim peygamberlere ve rasûllere vahiy yoluyla indirilmiş olandır. Allah’ın kendisi vasıtası ile huccetini ikame ettiği onunla peygamberlerine, rasûllerine ve ona tabi olanlara hidayet verdiği ve onlara böyle bir lütufta bulunduğu için minnet ettiği bilgi budur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Nitekim aranızda içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitabı ve hikmeti öğreten, bilmediğiniz şeyleri size bildiren, sizden bir peygamber gönderdik. Öyle ise beni anın ki ben de sizi anayım ve bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (el-Bakara, 2/151-152) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir. Allah’ın üzerindeki lütfu pek büyüktür.” (Al-i İmran, 3/113)

Yine yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Allah mü’minlere içlerinde kendilerinden âyetlerini okuyan, onları tertemiz eden, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar gerçekten apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i İmran, 3/164)

İşte bu nimet, bu lutuf ve bu arındırma ancak rasûlün getirdiklerini, Allah’ın zatı, sıfatları ve fiillerine dair verdiği haberleri bilen, bunların haber

31 Buhari, IX, 171; Müslim, 2563, Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayete göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Zandan sakınınız. Çünkü zan hiç şüphesiz sözün en yalanıdır.”

66

Page 67: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

verdiği şekilde hak olduğunu kabul eden kimseler için sözkonusudur. Yoksa bunun aklın sarih hükümlerine muhalif olduklarını ve aklın vahyin önüne geçirileceğini iddia eden kimseler gibi olanlar için değildir.

Yardım Allah’tandır.33. Şüphesiz peygamberlerin ilimleri ve Allah’tan getirdiklerinin akıl

ile idrak edilmesine ve akıl yoluyla elde edilmesine imkan yoktur. Çünkü bu bilgiler ancak yüce Allah’ın onlara ya melek vasıtası ile gönderdiği bir vahiydir yahutta yüce Allah’ın rasûlünden ona doğrudan Musa (a.s) ile konuştuğu gibi vasıtasız olarak konuşarak bildirdikleridir.

Peygamberliği kabul eden, rasûlleri tasdik eden bütün din mensuplarının üzerinde ittifak ettikleri bir husustur bu. Bu hususta onlara cahil felsefeciler ile şöyle diyen onların alt tabakalarıdır: Peygamberlerin bildikleri şeyler akli bir kuvvet ile bilip öğrendikleridir. Onlar sezgi gücü itibariyle başkalarından daha mükemmeldirler. Bu güce felsefeciler kutsi güç de derler.

Bu onlara göre peygamberliğin hususiyetidir. Onlara göre peygamberler diğer insanlar türündendir. Onların peygamberlikleri de insanların sanatları, siyasetleri ve riyazetleri kabilindendir.

Hatta aralarından İslama en yakın olanları şöyle demiştir: Şunu bil ki sanatların esası dörttür: Ticaret, demircilik, dokumacılık ve siyaset. Bunların en zoru siyaset sanatıdır. Bu sanatların en zoru ise peygamberlik sanatıdır. Bu onu kendi kitabındaki kullandığı ifadeler ile aynen böyledir.

Onlara göre nubuvvet bu mertebede olduğundan ötürü nubuvvet bilgileri ve işleri de insanların diğer bilgileri ve işleri kabilindendir. Akıl onlar ile diğer bütün akıllılar arasında ortak bir paydadır. Peygamberler diğer insanların akıllarının idrak edemeyeceği şeyleri getirip –onların benimsedikleri kaideler, düşünce ve mantıkları çerçevesinde buna delalet eden şeyler de olmadığından- peygamberlere inkar ile karşılık verdiler ve şöyle dediler: Akıl ile sizin getirdikleriniz çatışma halindedir. Akıl ve sizin verdiğiniz haber birbiriyle çatışacak olursa, sizin haberlerinizi aklın önüne geçirmenin bir yolu yoktur. Çünkü böyle bir iş aklı tenkid etmeyi de ihtiva eder.

İşte bunlar öncelikle akıl ile vahiy arasında bir zıtlık gören kimselerdir. Bu kaideyi temellendiren ve bu binayı kuranlar da bunlardır. Çünkü peygamberlerin ilimleri ve akılları onlara göre kendi ilimleri ve akılları türündendir. Hatta belki de filozofun ilmini ve aklını tercih ettikleri dahi olmuştur. Bazıları bir bakıma peygamberi, bir başka açıdan da filozofu tercih ettiği de olur.

İşte bunlar akıl ile ta’til arasında bir çatışma gördükleri ve sonra da aklı naklin önüne geçirdikleri vakit kendi usulleri ve benimsedikleri kaideler gereğince uygulama yapmış olurlar. Peygamberleri onların durumlarını bilen, yüce Allah’ın onları peygamber olarak gönderip, gaybından onların dışındakileri haberdar etmediği şeyleri onlara vahyettiğini bilen bütün alemlerin akıl ve ilimlerinin onlara nisbetle durumu ilkokuldaki çocukların akıllarının diğer akıl sahiplerinin akılları nisbetinde olduğunu, peygamberlerin Allah’tan getirdikleri ile bunların yanındaki bilgilerin kişinin parmağını denize daldırıp çıkarması mesabesinde olduğunu hatta bundan çok daha ileri olduğunu bilen kimselerdir.

33. Akıl ile vahyin nassları arasında çelişki gören kimselere şöyle denilir:

67

Page 68: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bize bu insan türünün bir avuç topraktan yaratılışından haber veriniz.

Kavmine beddua eden ve Allah’ın onlardan yeryüzünde yer yurt edinecek bir kimse bırakmamasını isteyen bir adamın halini de bildiriniz. Onun bu bedduası üzerine yüce Allah semadan üzerlerine yağmur yağdırdı, altlarından sular fışkırdı. Nihayet su dağların tepelerinin üstüne de alabildiğine yükseldi. Sonra yer tekrar kupkuru oluncaya kadar yavaş yavaş o suyu geri yuttu.

İnsanlar arasında bedenleri en iri yarı, güçleri en fazla olan kavmi aleyhine beddua eden bir adamın da halini bize bildiriniz. Onun duası üzerine şiddetle esen bir rüzgar gönderildi ve bu rüzgar onları yükseklere kaldırdıktan sonra yere vurup, boyunlarının kırılmasını sağlıyordu.

Bir süre tutuşturulan pek büyük bir ateşten haber veriniz. Öyle ki kuş bu ateşin üzerinden yüksekçe uçsa bile ateşin hararetinden şişip yere düşüyordu. Böyle bir ateşe elleri kolları bağlı bir adam atıldı fakat sonunda bu ateş onun üzerine serin ve selamet oldu. Yeşil bir bahçe ve akan bir pınara dönüştü.

Elindeki bir asayı atarak pek büyük bir yılana dönüşüp, önünde bulunan Allah’tan başka kimsenin sayılarını bilemediği ipleri ve asaları yuttuğu, sonra da eski hali üzere tekrar asaya döndüğü bir adamdan bize haber veriniz.

Yine kavmi kendisinden bir mucize isteyince aya işaret etmesi üzerine ayın gözleri önünde iki parçaya ayrıldığı, sonra tekrar ayın eski haline döndüğü gelen yolcuların böyle bir işi gözleriyle gördüklerini haber verdikleri bir rasûlün durumundan da bize sözedin.

Ve sözünü ettiğimiz insanların gözleriyle görüp tanık oldukları kat kat daha benzeri başka haller.

Acaba kat’i delillerin peygamberlerin Allah’tan verdiği haberlere muhalefet etmesi bu hususlara muhalefetinden daha ileri çapta mıdır?

Bu gibi işlerin imkansızlığı sadedinde sözkonusu edilen akli şüpheler vahyin nasslarına karşı sözkonusu ettikleri şüphelerden daha çok ve daha güçlüdür. Hatta aralarında bir nisbet dahi yoktur. Sizin iddianıza göre akli deliller ve bu hususlar birbiriyle çatışacak olursa ne yaparsınız.

Acaba bunları akli delillerin önüne mi getirir ve böylelikle Allah’a ve rasûllerine iman eden mü’minler arasına katılırsınız.

Yoksa bunları yalanlayarak: Akıl bunlarla çelişmekte ve bunları çürütmektedir mi dersiniz.

Size göre aklın bu mucizeler ile çatışması peygamberlerin haberleri ile çatışması kabilindendir ve elbette her ikisi arasında bir fark yoktur. Hatta peygamberlerin düşmanlarının bu tür mucizelerin batıl olduğuna dair ortaya koydukları şüpheler peygamberlerin haber verdikleri Allah’ın sıfatları, mahlukatının üzerinde oluşu, arşının üzerinde istiva edişi, konuşması, muhatablarıyla söyleşmesi ve fiillerinin kendi zatı ile kaim olmasının batıl olduğuna dair cehmiyenin ve bu hususları nefyedenlerin sözkonusu ettikleri şüphelerden daha güçlüdür.

Böylelikle akıldandır diye sandığı şeyleri vahyin nasslarının önüne geçiren kimselerin peygamberlere imandan herhangi bir iz, bir eser, bir his ve bir haber taşımadıkları açıkça anlaşılmaktadır. Meydana gelmiş ve insanların gözleriyle gördükleri hususlara dair halleri bu olduğuna göre

68

Page 69: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

güneşin batıdan doğacağına ve insanların bunu gözleriyle göreceklerine iman hususundaki halleri acaba ne olur?

Doğru sözlü peygamber (s.a)’ın yeri yararak çıkacak ve insanlarla konuşup onlara hitap edecek bir dabbenin çıkışına dair verdiği habere karşı tutumları ne olur?

Ve buna benzer bu gibi şeyleri imkansız gören ve akli delil diye adlandırdıkları, akıllarıyla ileri sürdükleri daha benzeri başka şüpheleri de vardır.

Aklı vahyin önüne geçiren kimselerin bu kabilden herhangi bir şeyin kesin olarak doğru olduğunu kabul etmesine imkanı yoktur.

Allah’tan yardım dileriz.34. Şüphesiz bunlar Allah’ın şeriatinin ve hikmetinin aksini ileri

sürmüş, onun emrinin zıttını ortaya koymuşlardır. Şanı yüce Allah vahyi önder, aklı bu öndere uyan olarak takdir ettiği gibi vahyi hakim, aklı hakkında hüküm verilen, vahyi rasûl, aklı kendisine rasûl gönderilen, vahyi bir mizan, aklı vahiy ile ölçülen, vahyi bir önder, aklı ona uyan kılmıştır.

Vahiy sahibi Allah tarafından gönderilmiştir. Akıl sahibi kendisine gönderilendir. Şeriati getiren Allah tarafından vahiy ile özel bir konuma yükseltilmiştir. Akıl sahibi ise bir görüş ve bir düşünceyi araştıran bir özellikte yaratılmıştır.

Vahiy sahibi: Bana emrolundu, bana yasak kılındı, bana vahyolundu, bana söylendi, ben kendiliğimden, aklımdan, kendi düşünce ve tefekkürümden kaynaklanan bir şey söylemiyorum. Diğeri ise ben düşündüm, şunu uygun gördüm, tefekkür ettim, ölçüp biçtim, güzel gördüm, şu sonucu çıkardım der. Yine akılı önceleyen der ki: Bende mantık, külliyat-ı hamse makulat-ı aşere ve müveccihat32 vardır ve ben bunlarla hidayet bulurum. Peygamber de şöyle der: Benim yanımda Allah’ın kitabı, kelamı ve vahyi vardır.

Akılcı der ki: Benimle akıl vardır. Peygamber der ki: Benimle aklı yaratanın nuru vardır. Onunla hem hidayete iletirim, hem hidayet bulurum.

Peygamber der ki: Allah böyle buyurdu, Cebrail Allah’tan şunu bildirdi. Akılcı der ki: Eflatun böyle dedi, hipokrat böyle dedi, Aristo şunu söyledi, İbn Sina bunu dedi.

Bunun sonucunda rasûlden indirilen buyrukların zahirleri, sahih tevilleri, bir sünnetin teşrii, bir marufun emredilmesi, bir münkerin nehyedilmesi, Allah’a, isimlerine, sıfatlarına, fiillerine dair bir haber, semadan, meleklerden, ahiret gününden haberler işitilir.

Diğerinden ise heyuli, suret, tabiat, araz, cins, nev, fasıl, hassa, eys, leys, aksu’n-nakid, ve’l-aksu’l-müstevi33 gibi terimler işitilir.

...Ve buna benzer müslüman, yahudi, hristiyan hatta mecusiden dahi duyulamayacak –kendisi adına bu akılcıların kendileri için beğendiklerini beğenenler ve onların rağbet gösterdiklerine rağbet gösterenler müstesna- duyulmayan benzeri sözler.

Özetle söyleyecek olursak bunlar birbirinden ayrı iki yoldur. Her kim bu gibi kimselerin akılları ile akılcılık taslamak isterse vahye dönüp bakmasın, vahiy ile vahyin ehlini kendi hallerine bıraksın. Her kim hem 32 Bunlar mantıki ve felsefi soğuk birtakım terimlerdir. [Bu terimler için bk. es-Sevaiku’l-Mürsele, III, 891’deki 4,5,6 nolu dipnotlar ile III, 814-815’te yer alan dipnotlar (Çeviren)]33 Bunlar da aynı şekilde mantıki, felsefi, soğuk bir takım terimlerdir. [Bk. es-Sevaiku’l-Mürsele, III, 892-893’teki notlar]

69

Page 70: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

akıl, hem vahiy ehlinden olmak istiyorsa vahye sımsıkı sarılsın ve vahyin getirdiklerine yapışsın. Küçük çocuğun hocasına, öğretmenine gösterdiği teslimiyetten daha fazlasıyla teslimiyet göstersin. Çünkü peygamber ile akıl ile bilinen bilgileri bilenler arasındaki farklılık küçük çocuk ile hocası arasındaki farktan kat kat ileridir.

Hayret edilecek husus şu ki akıllarını vahyin önüne geçirenler kendi önderlerine, geçmişlerine boyun eğerler, pekçok hususta onlara teslimiyet gösterirler ve şöyle derler: Onlar bu hususları bizden daha iyi bilirler. Onların akılları bizimkinden daha kamildir. Dolayısıyla bizim onlara itiraz etme imkanımız yoktur.

Peki aklının vahye olan nisbeti küçük çocuğun kendi aklına olan nisbetinden çok daha az olan bir kimse nasıl vahye itiraz edebilir?

İşin ucu şudur: Aklın ele aldığı meseleler ilim, zan ve vehmi kapsar. Vahyin bütün meseleleri ise haktır. Peki kısıf, aciz ve hatalara maruf bir akıldan alınmış meseleler nerde, akılları yaratan ve onları bağışlayanın sözünden ve sıfatlarından alınmış meseleler nerde?

35. Akıl isteklerinde ve emirlerinde verdiği hükümlerde ve haberlerinde şeriatin himayesi altındadır. Buna göre akıl vahyin talep (istek) ve haber kipiyle bildirdiği hususlarda hacir altındadır.

Aklı ile peygamberlerin emrine karşı çıkan bir kimsenin onlara ve getirdiklerine iman etmemesi anlamına geldiği gibi aklına dayanarak onların haberlerine karşı çıkanın durumu da böyledir.

Kesinlikle her iki husus arasında bir fark yoktur.Şanı yüce Allah’ın kafirlerin akıllarına dayanarak onun emirlerine

karşı çıktığını naklettiği gibi, onun verdiği haberlere akılları ile karşı çıkışlarını anlatması da bu hususa açıklık getirmektedir.

Birincisine örnek: Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Riba (faiz) yiyenler ancak şeytanın çarpmaktan dolayı kendilerini

saraya düşürdüğü kimse gibi (kabirlerinden) kalkarlar. Bu onların: ‘Alışveriş de ancak riba gibidir’ demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır.” (el-Bakara, 2/275)

Böyle diyenler yüce Allah’ın ribayı haram kılmasına, faiz ile alışverişi aynı gören akılları ile karşı çıktılar. Bu mücerred görüş ile nassa karşı çıkmaktır.

Yine akıllarına dayanarak onun kıbleyi değiştirme emrine karşı çıkıp şöyle dediler: Eğer birinci kıble hak ise sen hakkı terketmiş oldun ve eğer batıl ise sen vaktiyle batıl üzere idin.

Bunların önderi ve bu tarikatın şeyhi Allah’ın düşmanı iblistir. O aklını ileri sürerek Allah’ın emrine karşı çıkan ilk kişi34 ve aklın bunun aksini gerektirdiğini ileri sürendir.

İkincisine gelince, bu da yüce Allah’ın verdiği haberlere akıl ile karşı çıkmaktır. Nitekim şanı yüce Allah ölümden sonra dirilişi inkar edenlerin bu hususta verdiği habere akılları ile karşı çıktıklarını bize naklederek şöyle buyurmaktadır: “Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirip dedi ki: Çürümüş haldeki kemikleri kim diriltecek?” (Yasin, 36/78)

34 Yeni akılcılardan hala müslüman olanların kıyamet gününde iblisin taraftarları ile birlikte onun arkasından çağırılanlardan olacağından korkarız. Çünkü yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “O gün her sınıf insanı önderleri ile çağırırız.” (el-İsra, 17/71)Tevbeye yapışmak gerekir, dönmeye bakmak gerekir.

70

Page 71: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Şanı yüce Allah bunların tevhide dair verdiği habere akılları ile karşı çıktıklarını, aynı şekilde nubuvvete dair verdiği haberlerle akıllarıyla karşı çıktıklarını vermiş olduğu bazı örneklerle akılları ile karşı çıktıklarını, rasûlünün peygamberliğine dair delillere akli bir surette karşı çıktıklarını haber vermektedir. Bu da onların şu sözleri ile dile getirilmiştir: “Ve dediler ki: ‘Bu Kur’an iki kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?’” (ez-Zuhruf, 43/31)

Şimdi birisi kalkıp bu karşı çıkışı allı pullu ifadelerle ortaya koyacak olursa, bu itirazın akli gerekçelerle nakle itiraz türünden olduğu görülür.

Peygamber efendimizin peygamberliğinin delillerine de bir başka akli itiraz ile karşı çıkarak şöyle dediklerini bildirmektedir: “Bu nasıl peygamberdir ki yemek yer ve pazarlarda dolaşır. Onunla birlikte uyarıcı olmak üzere beraberinde bir melek indirilmeli değil miydi? Yahut ona bir hazine verilmeli veya mahsullerinden yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?” (el-Furkan, 25/7-8)

Yani eğer o gökleri ve yeri yaratanın rasûlü olsaydı, onu maişetini kazanmak maksadıyla çarşı-pazarlarda dolaşmaya muhtaç etmez, onu yemek yemek zorunda bırakmaz, onunla birlikte bir melek de gönderir ve üzerine kazanmak için çalışıp çabalamaya kendisini muhtaç bırakmayacak şekilde bir hazine indirildi.

Özetle peygamberlerin emirlerine ve haberlerine akli gerekçelerle karşı çıkmak kâfirlerin yoludur. Böyle yapanlar kendilerinden önce geçenlerin halefleridir. Onların selefleri de ne kötüydü, halefleri de ne kötü.

Müşrik ve kâfirlerin akılları ileri sürerek peygamberlere karşı çıkışları üzerinde düşünen bir kimse peygamberlerin Allah’a, sıfatlarına, onun mahlukatı üzerindeki yüceliğine, meleklerle ve peygamberler ile konuşmalarına akıllarını ileri sürerek karşı çıkıp, bunu kabul etmeyenlerle cehmiyenin itirazlarından daha güçlü olduğunu görür. Eğer daha güçlü olan o karşı çıkış batıl ise öbürlerininki daha da batıldır ve eğer bunların (cehmiyye ve diğer hususları inkar edenlerin) karşı çıkışları doğru ise öbürlerinin itirazlarının doğru olması daha da öncelikle sözkonusudur.

Bu onların reddedemeyecekleri bir husustur.36. Eğer akıllarda rasûlün haberi ile çelişen yargıların bulunması

mümkün olsaydı, rasûle iman kesinlikle düşünülemezdi. Bunun da iki sebebi vardır:

a. Karşı delilin tümü ile reddedilmesi halinde bilgi edinmeye imkan kalmaz. İmkansıza bağlı olarak kabul edilen bir şey de imkansızdır.

b. Akılcıların peygamberleri tasdik ve onlara iman etmeleri şarta bağlı olur. İmanın bir şarta bağlı olması ise sahih değildir. Şayet babam bana izin verirse rasûle iman ettim yahut siz bana şunu verirseniz, ya da ondan sonra yönetim işi bana verilirse ve buna benzer şartlar koşarak iman ettim diyecek olursa ittifakla iman etmiş olmaz.

Aynı şekilde eğer: Akli bir delilin onunla çatışması hali müstesna verdiği haberlere iman ettim demesi de böyledir. İşte bu, bu gibi kimselerin gerçekte söyledikleridir. Böyle diyen bir kimse ise ümmetin ittifakı ile rasûle iman etmiş olmaz. Ayrıca böyle bir iman şer’i bakımdan küfür olduğu gibi, akli bakımdan da fasiddir.

O halde insanlara düşen görev Allah’ın rasûlüne herhangi bir şarta bağlı olmaksızın mutlak ve kesin bir şekilde iman etmektir.

71

Page 72: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Aklımın yahut benden daha akıllı olanın ya da benim gibi olanın aklının tasdik ettiğini tasdik, reddettiğini reddederim diyen bir kimse de ümmetin ittifakı ile kafirdir ve aklı fasiddir.

37. Böyle bir karşı çıkmak yüce Allah’ın kitab-ı keriminde âyetleri hakkında herhangi bir delil ve bir bilgileri olmadan mücadele edip tartışmakla yerdiği kimselerden kalmış bir mirastır. Yüce Allah’ın haber verdiğine göre böyle bir tartışmanın kaynağı da kibirdir, kendilerinden daha bilgili olduklarını gördükleri kimselerin takındıkları hakkı kabule karşı bir büyüklenmedir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Peygamberleri onlara apaçık deliller ile geldiğinde onlar yanlarındaki ilim dolayısı ile şaşırdılar...” (el-Mu’min, 40/83)

Cahil ve zalim nefisler eğer kendilerinden daha cahil olan kimselerden onun vesilesiyle ayrıcalık kazandıkları bir parça bilgi ve yine o sebeble bir çeşit liderlik ve mal elde etmişse zalim ve cahil ruhların hali budur. Bunlara ilimlerinin, bilgilerinin izlerini kendi bilgi ve ilmi içerisinde silecek türden daha bilgili kimseler gelirse ona sahip olduğu bilgi ile karşı çıkar ve onun sahip olduklarına çeşitli bakımlardan tenkitlerde bulunmaya kalkışır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah haddi aşan şüpheci kimseleri işte böyle saptırır. Onlar ki kendilerine gelmiş bir delil (sultan) olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında tartışırlar. Gerek Allah indinde, gerek mü’minler nezdinde bu öfke oldukça büyüktür. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” (el-Mu’min, 40/34-35)

Yine yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine kesin bir delil (sultan) gelmemiş iken Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar var ya şüphesiz onların göğüslerinde asla kendisine ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur.” (el-Mu’min, 40/56)

Sultan (delil, kesin delil) semadan indirilmiş kitaptır. Kur’an-ı Kerim’de şanı yüce Allah’ın kitablarına ve rasûllerine ellerinde bulunan görüş, akli değerler, bid’atler ve batıl kelam (söz) ile karşı çıkan kimseleri yeren bu tür buyruklar pek çoktur.

Her kim insanların görüşleri ile vahye karşı çıkarsa onun söylediği bu söz işte bu tür sapıkların sözleri kabilinden olur. İmam Malik şöyle demiştir: Bizler bize bir diğerinden daha çok tartışma gücüne sahip bir kimsenin geldiği her seferinde Cebrail’in, Peygamber (s.a)’a getirdiklerini o kimsenin tartışma gücü dolayısıyla terkedecek miyiz?”35

Kim bu karşı çıkanların benimsedikleri esaslara, bunların kaynaklarına vakıf olursa onların bu karşı çıkışlarının iki esastan ortaya çıktığını açıkça görür:

Hakka tabi olmaya karşı kibirlenmek Ve basireti körelten bir hevaBöyle kimseler kapkaranlık geceler gibi şüphelerin sadmesine

uğrarlar. Bu nitelikte olan kimseler kendi akıllarıyla ve haklarında hüsn-ü zan besledikleri kimselerin akıllarıyla peygamberlerin getirdikleri haberlere nasıl olur da karşı çıkmazlar.

Daha sonra bu şüpheler dine bağlı, imana ve hayra sahip kimselerin kalblerine girdi. Bunlar da bu şüpheleri çürütemediler. Bu sebepten ötürü bunları din edindiler ve yüce Allah’ın kendisi ile rasûlünü gönderdiği hususların tahkiki olduklarını sandılar. Bunları himaye için savaştılar, bu 35 Önsöze bakınız.

72

Page 73: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

hususta kendilerine muhalefet eden kimselerin Allah ve rasûlü tarafından haram kılınmış haklarını helal olarak değerlendirdiler.

Bunların kimisi mukallid ve cahil, kimisi hata eden ve iyi niyetli müçtehid, kimisi zalim, haddi aşan ve mutaassıptır. Hepsi için vaadolunan yer kıyamettir ve o gün emir yalnız Allah’ın olacaktır.

38. Akli bilgilerden sem’i delillerle tearuz eden herbir şeyin tutarsız olduğu yine akıl tarafından bilinen bir husustur. Şayet sem’i delil ile çatışmıyor olsa bile bizler onu çürütmekte ve sem’i delil ile tearuz halinde olduğundan ötürü tutarsız olduğunu kabul etmekte tereddüt etmeyiz. Hatta böyle bir delil bizatihi de batıldır.

Sem’i delil ile taaruz halinde olması onun batıl olduğu hususunda sem’i bir delil vardır demektir. Çünkü böyle bir bilginin tutarsızlığı ve batıl oluşu üzerinde akıl ve sem’in delili ittifak halindedir. Bu şekilde olan bir bilginin akla da, sem’e de karşı delil olarak gösterilme elverişliliği yoktur.

Bu özet bilgi sem’e muhalefet edenlerin şüpheleri ile bunun tutarsızlığının ve aklın apaçık hükümlerine muhalefetinin açıklanması ile ortaya konulur.

Bu durum –yüce Allah’a hamdolsun ki- rasûlün dininin yardımcılarının hala yerine getirdikleri ve açıklamasını üstlendikleri bir husustur. Bu hususta onlar ilim, iman ve beyan bakımından mevkilerine göre Allah nezdinde derece derecedirler.

Allah rasûlüne karşı çıkılıp da onun dininin yardımcılarının ve taraftarlarının reddetmedikleri tutarsızlığını ve onu ileri sürerek karşı çıkan akılcıların akıllarının oldukça basit olduğunu herbir ilim türü ile açıklığa kavuşturmadıkları tek bir meselenin varlığı dahi tesbit edilemez.

Şanı yüce Allah sem’i delile karşı çıkan kimselerin kusurlarını açığa çıkartması, onları rezil ve rüsvay etmesi, aklı konusunda onu yardımcısız bırakması şeklinde sünnet ve adetini uygulayagelmiştir. O kadar ki insanın gülmesini gerektirecek şeyler dahi söylerler. Tıpkı sözü ile sem’i delile karşı çıkanı yardımsız bırakarak karşı çıktığı hususlarda insanlara gülünç duruma sokması gibi.

İşte bu peygamberliğin delillerinin eksiksizliğinden, vahyin sıhhatinin belgelerinin mükemmelliğinden kaynaklanır. Ona karşı çıkan kimse akıl sahiblerini güldürecek şeyler söyler. Birisi: Peygamberlerin getirdiklerine doğru bir karşı iddia bulunabilir. Eğer karşı çıkanın yetersizliği tesbit edilir ve batıl olduğu tahakkuk ederse bu o kişinin imanını ve yakînini arttırır ve böylece bu başkasının yanında benzeri bulunmayan bir kokuya sahip olduğunu ve bunun gibi hoş bir kokunun kimsede bulunmadığını ileri süren bir kimse durumunda olur. Bir başkası ona karşı çıkarak kendisinin yanında onun gibi hatta ondan daha üstün koku bulunduğunu ileri sürebilir. Onu dışarı çıkartınca bakarsın ki o en kötü ve en berbat bir koku imiş fakat ortada pisliklerde, çöplüklerde yetişmiş, pislik böcekleri kabilinden akıllar da vardır. Bunlar ancak içinde yaşadıkları ortamda rahat edebilirler.

39. Şüphesizki akıl ile vahyin nassları arasında çatışma peygamberliğe gerçekten iman eden mü’min ve müslümanların kurallarına da, peygamberliğin hakikatini tasdik eden dinlere mensup herhangi bir kimsenin benimsediği esaslara da uygun bir şekilde ortaya konulamaz.

Böyle bir karşı çıkmanın peygamberliğe iman ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle bir karşı çıkış onlar arasından peygamberliği kabul eden kimselerden beklenebilir. Onların bu kabulleri de yükseleni kendisine tabi olunmasını

73

Page 74: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

gerektiren özel bir talihi bulunan son derece hikmetli bir varlığın mevcudiyetini kabul etmektir. Bu zat onlara akıllarının idrak edemediği bir şeyi haber verecek olursa, onlar da akıllarını ileri sürerek onun haberine karşı çıkar ve akıllarını haberlerinin önüne geçirirler.

İşte akıl ile peygamberlerin nassları arasında çatışma olduğunu kabul edenler ve Allah’a, meleklerine, kitablarına, rasûllerine ve ahiret gününe iman bahislerinde peygamberlerin nasslarına karşı çıkanlar bunlardır. Bu beş iman esasında bunlar akıllarıyla karşı çıkmışlar ve peygamberlerin yolu üzere bunların hiçbirisini tasdik etmemişlerdir.

Daha sonra bunların bu karşı çıkışları peygamberlere müntesiblere de bulaştı ve kendi aralarında bunu kendilerine miras bırakan kimsenin mirasını paylaştıran mirasçılar gibi paylaştılar. Herbir kesimin vahiyden payı mezheblerinin ve taklid ettikleri kimselerin muhalefeti çapında olmuştur. Onlar vahyin nasslarını dışarda tutarak böyle bir karşı çıkmaya sığındılar ve ona sıkı sıkıya yapıştılar.

Bilindiği gibi bu peygamberliğe iman ile çelişmektedir. Bunu iddia eden bir kimsenin kendisi çelişkiye düşse bile kabul edebileceği en ileri nokta peygamberin ilmi hususlar dışında ameli hususlar için bir rasûl yahutta bir kısmı dışarda kalmak üzere haber verdiği bir kısım ilmi hususlar hakkında bir rasûl olduğunu kabul etmekten ileriye gitmez. Böyle birisinin durumu onu bir kısım insanlar dışarda kalarak insanların bir bölümüne peygamber gönderildiğini kabul edenlerden daha kötüdür. Çünkü bu görüşü kabul eden bir kimse onu hem ilmi hem ameli hususlarda bir rasûl kabul eder. Fakat risaletinin bütün mükelleflere umumi olduğunu inkar edişinde çelişkiye düşmekle birlikte onun getirdiği haberler ile akıl arasında bir çelişki görmez. Böyle bir kişi peygamberin davet olunanlara risaletinin umumiliğini inkar ederken öteki davet ettiği ve haber verdiği şey hakkındaki risaletinin genelliğini inkar etmektedir.

Gerçekte ne bu ne öteki onun risaletine iman etmiş olmaz.Çünkü buna şöyle denilir: Eğer bu gerçekten bunlara Allah’ın

gönderdiği bir rasûlu ise o zaman diğerlerine de rasûl olduğu kesindir. Çünkü o bunu da haber vermektedir. Onu tasdik etmenin zorunlu bir gereği olarak risaletinin umumi olduğuna iman etmek gerekir.

Diğerine de şöyle denilir: Eğer o ameli hususlarda Allah’ın rasûlü ise ve bu hususlar Allah’tan gelmiş hak iseler ilmi hususlarda da Allah’ın rasûlüdür, çünkü o bunu da, ötekini de Allah’tan diye haber vermiştir.

40. Akıllarıyla vahye karşı çıkan bu kimseler dört büyük hata işlemişlerdir:

a. Peygamberlerin –Allah’ın salât ve selamları hepsine olsun- nasslarını reddetmeleri

b. Nakil hakkında kötü zan besleyip, onu akla aykırı ve akıl ile çelişir konumda görmeleri

c. Aklın bilgileri arasında nasslara uyanları reddetmek suretiyle akla karşı suç işlemeleri. Çünkü aklın reddettiğini iddia ettikleri nassların akla uygunluğu akıl ile çatışmalarından daha açık bir şekilde ortada bulunmaktadır.

d. İcad ettikleri esas ilkelerinde uydurdukları görüşlerinde –bunlar hem akla, hem nakle muhalif olmakla birlikte- kendilerine muhalefet eden kimseleri küfürle yahut bid’atçi ve sapık olmakla itham etmeleri.

74

Page 75: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Böylelikle onlar hem akla ve nakle aykırı olan görüşü kabul edenlerin görüşünün doğru olduğunu her ikisine uygun düşenlere yapışanların hata içerisinde olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş ise Allah’ın kendilerine bir nur vermediği ve kalbinde nubuvvet nuru aydınlığının ulaşmadığı kimseler arasında revaç bulmuştur.

41. Şüphesiz vahiy ile akıl arasında çelişki gören bir kimse delillerin eş değerde olduğunu da söylemiş olmaktadır. Çünkü sahih akıl yalan söylemez fakat vahiy ondan daha doğrudur. Buna göre her ikisi de doğru delillerdir. Eğer çatışacak olurlarsa (çatışmaları da) birbirine denktir. Eğer bunlardan birisini diğerinin önüne geçirmeyecek olursa, şaşkınlık ve şüphe içerisinde kalır. Eğer birini diğerinin önüne geçirirse bu sefer sahih olan delilin gereğini iptal etmiş ve onu delil olmaktan çıkarmış olur. Böylece mutlaka şu iki halden birisini tercih noktasında şaşırır kalır.

Ya vahiy yahut akıl hakkında kötü zan besleyecek. Halbuki ona göre akıl vahyin esasıdır. Onun hakkında kötü zan beslemesine imkan yoktur. Bu sefer vahye sözünü geçirecektir. Kimi zaman onu tahrif edecek, kimi zaman tevil edecek, kimi zaman yanlış anlayacak, kimi zaman –mümkün olursa- red ve yalanlayacak –bu da sünnetin nasslarında olur- kimi zaman aynı şeyi Kur’an nassları hakkında ileri sürecek tıpkı Rafızilerin aşırılarının, Karmatilerin bir çoğunun ve benzerlerinin yaptığı gibi.

Bütün bunlar onların: Sahih akıl sarih vahiy ile çatışır şeklindeki bozuk zanlarından36 ortaya çıkmıştır.

İlim ve iman ehli sem’i deliller ve nakil sahiblerine gelince onlara göre böyle bir varsayım imkansızdır, böyle bir varsayımı kabul etmek akıl ile peygamberlik ve risaletin subutuna dair deliller arasında çatışma olduğunu varsaymak gibidir. Akıl ile yaratıcının varlığı ve tevhidi ile ilgili delillerin çatıştığını varsaymak gibidir.

Akıl ile vahiy arasında bir çatışmayı kabul etmek akıl ile yaratıcının varlığını, birliğini, rasûllerinin risaletini kabul etmek arasında çatışma kabul etmeye benzer. İşte bundan dolayı bu kaidenin sözü geçen bu asli hallerde geçerliliğini kabul etmeyerek bu husustaki bütün meseleler aynı kabildendir demişlerdir.

42. Şüphesiz ki bunlar vahye karşı çıkışlarında zayıf insanların akıllarını ve basiretlerini büyüledikleri bir yol izlemişlerdir. Bunun neticesinde işin içinden çıkamayarak bu söylediklerinin hak olduğu vehmine kapılmışlardır.37 Bu konuda bu zayıf akıllıların başına gelenler Musa’nın asasına sihirbazların karşı çıktıkları vakit görenlerin gözlerine bunların hak olduğu vehmi uyandığında insanların başına gelenlerin bir benzeri de bunların başına gelmiştir.

Bu akılcılar müteşabih manalar ihtiva eden mücmel birtakım lafızlar kullandılar. Bu lafızlar çeşitli ümmetlerin dillerinde pekçok manaya gelmektedir. Onlar bu lafızların anlamları arasına diğer toplumların dilinden anlaşılan başka anlamları soktular. Sonra da birini diğerinin üstüne kurdukları uzunca bir terkip ve telif dönemine girdiler. Bu hususta alabildiğine düşündüler, ölçtüler, biçtiler.38 Düşünme ve ölçme, biçme işini

36 Onlar bunlara kesin şeyler ve yakîn şeyler adını verirler.37 Bundan ötürü ancak kıt akıllılar ve beyinsizler onlara uymaktadır. Bunlar ise kendilerinin kültürlü ve düşünce sahibi kimseler olduklarını sanmaktadırlar.38 Kahrolasıcalar nasıl da ölçüp biçtiler.

75

Page 76: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

uzattıkça uzattılar. Daha sonra bu sözleri anlamayanların zihninde söylediklerini alabildiğine büyüttüler ve dehşete düşürecek hale soktular.

Şüphesiz onların bu sözlerinde birtakım incelikler ve kapalılıklar vardır. Çünkü kullandıkları ifadelerde mücmel lafızlar ve müteşabih anlamlar vardır. İlim tahsil eden bir kimse onlarla birlikte bu üsluba dalsa ve onlardan fıtratının kaçacağı sözler işitse ve bu sebeple onlara itiraza koyulsa ona: Sen bunu anlayamazsın ya da bu sana uygun değildir yahut bu devirler boyunca zihinlerin cilaladığı bir iştir. Akıllar bunu kabul ve teslimiyet ile karşılamış, anlaşmazlık ve muhakeme halinde buna başvurmuşlardır derler.

Bunun sonucunda nefislerde kalan hamiyet ve ülfet o nefisleri bu gibi hususları gereği gibi tahkik etmeden teslimiyetle karşılamaya ve onlara itirazı bırakmaya iter. Bunu da bilgisi ve aklı az demesinler korkusuyla yaparak bunları teslimiyetle karşılanması gereken değerler olarak ele alır.

Bunların gerektirdiği sonuçlar ortaya çıkınca bu gerekleri de kabul etmekten başka bir çıkar yol bulamaz. Bu gereklere bağlanmayı bunları gerektiren kuralları tenkit edip çürütmekten daha kolay bulur.

İşte akılcılardan ve akli ilimler üzerinde araştırma yapanlardan sapıtanların sapıklığının esası budur.

Kör mukallide39 gelince bunun bütün yapabildiği akılcılar böyle demişlerdir demekten ibarettir.

Bunların sapıklıklarında bu derece ortaya çıkan bu durumu akıllıları ta baştan beri kastetmiş değildir. Aksine onların maksadı ilim ve bilgileri tahsil etmek, öğrenmekti. Fakat bunları elde edilmeleri gereken yolu tespitte yanıldıklarından kendileri de saptılar, başkalarını da saptırdılar. Hocamıza40 –Allah ondan razı olsun- bilgisi, aklı, yaşayışı ve maksadı olup da arkasından doğru yolu şaşıran ileri gelenlerinden birisi hakkında soru soruldu da şöyle dedi: “O pek yüce bilgileri nebevi yolların dışındaki yollardan öğrenmek istedi. İster istemez bu onu felsefi yöntemlere götürdü.”

Ne kadar da güzel söylemiştir. Şüphesiz yüksek bir hedefi uygun olmayan bir başka yoldan gerçekleştirmek isteyen ancak onun zıttını elde edebilir.

O halde bunların ve benzerlerinin sapıklıklarını açıkça ortaya koymak isteyen kimseye düşen görev manasını iyice anlamadan, maksadını bilmeden mücmel herhangi bir lafızlarında onlara muvafakat etmemelidir. Bunun sonucunda sözün akıl ile kavranılan bir tek anlamı olur. Aynı mana hakkında red veya kabul sözkonusu olur. Müteşabih (birden çok anlama gelebilen) ve mücmel bir lafız üzerinde konuşulmuş olmaz.

Bu ilke şeriatte de, akılda da, dinde de, dünyada da faydalı bir ilkedir.

43. Şanı yüce Allah mü’minlere rasûlünün önüne geçmelerini, seslerini ondan fazla yükseltmelerini, birbirlerine bağırıp çağırdıkları gibi ona da bağırmalarını yasaklamış ve bu sebeple amellerinin boşa çıkmasından onları sakındırmış bulunmaktadır:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve rasûlünün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan korkun. Muhakkak Allah çok iyi işitendir, çok iyi bilendir. Ey iman

39 Geneli ise cahil ve öğrenim görmüş gibidirler.40 Bu merhum Şeyhu’l-İslam İbn Teymiye’dir. Ona dil uzatanların burnu yere sürtülsün.

76

Page 77: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

edenler sesinizi peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.” (el-Hucurat, 49/1-2)

Şanı yüce Allah peygamberin huzurunda öne geçmeyi yasakladığına göre bir kimsenin aklını onun getirdiklerinin önüne geçirmesinden daha fazla bir ileri gitmekten sözedilebilir mi?

Seleften birçok kişi şöyle demiştir: “O söylemedikçe siz söylemeyin, o emretmedikçe siz yapmayın.”41

Kesinlikle bilinen şu ki kendisinin ya da bir başkasının aklını Allah rasûlünün getirdiğinin önüne geçiren bir kimse insanlar arasında bu peygambere en çok isyankarlık yapan ve onun huzurunda en çok ileri giden bir kimsedir.

Şanı yüce Allah onlara seslerini onun sesinden fazla yükseltmelerini yasakladığı gibi, akıllarıyla kavradıklarını, onun sözünden ve getirdiklerinden daha üstün tutarlarsa durum ne olur?

Kesinlikle bilinen husus şu ki böyle bir işi onun döneminde ancak kafirler ve münafıklar yapıyorlardı. Yüce Allah’ın bizlere akıl ve görüşleriyle onun getirdiklerine karşı çıktıklarını naklettiği kimseler onlardır. İşte bu karşı çıkış onlara benzeyenlere miras kalmıştır.

Şanı yüce Allah mü’minlere ibret, karşı çıkanlara da bir örnek olsun diye müşriklerin vahye karşı çıkarken ileri sürdükleri akli örnekleri de sözkonusu etmiş bulunmaktadır:

“Ta ki helak olan kişi apaçık bir delil üzere helak olsun, hayatta kalan kişi de apaçık bir delil üzere yaşasın. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, herşeyi bilendir.” (el-Enfal, 8/42)

44. Vahiy ile akıl arasında çelişki gören, kitap ve sünnetin nasslarını –bunlara akıl diye isim verenlerin- re’y ile reddeden kimselerin aklına muhalefet eden bu nassları çürütmeye kalkışması ve onlara düşmanlık etmesi kaçınılmaz bir şeydir. Keşke bu nasslar gelmeseydi diye arzu eder. Bu nassları işittiği vakit durumuna göre kalbi üzerinde bir ağırlık hisseder, kalbi bunlardan rahatsız olur. Yüce Allah da kalblerinin bu durumunu bilir, kendileri de bunu bilirler. Hatta yüce Allah’ın: “Rahman arşa istiva etti.” (Taha, 20/5) buyruğunu inkar etmesi ve bu buyruktan rahatsız olması cehmin42 şu sözleri söyleyecek kadar ileri gitmesine sebep olmuştur: Bunu mushaftan kazıyıp silmek imkanım olsaydı, kazır ve silerdim.

Yüce Allah’ın: “Ve Allah Musa ile özel bir şekilde konuştu.” (en-Nisa, 4/164) buyruğuna olan buğzu bir başka kişinin bu âyeti tahrif ederek “usa Allah ile özel bir şekilde konuştu” anlamına gelecek şekilde “lafzatullah”ı (ötre yerine fetha ile okumuştur)yani Allah ile konuşan ve ona hitap eden Musa (a.s)’dır. Allah ise onunla konuşmamıştır. Böyle diyen kimseye Ebu Amr b. el-Ala şöyle demiştir: Peki o halde yüce Allah’ın: “Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip ve Rabbi de onunla konuşunca...” (el-Araf, 7/143) buyruğuna ne dersin deyince, muattıl (Allah’ın sıfatlarını kabul etmeyen kişi) şaşırıp kaldı.43 Benimle bunların ileri gelenlerinden birisi arasında Allah’ın kelamı meselesinde bir tartışma cereyan etmiştir. Şöyle dedi: Bizler de, ümmetin diğer kesimleri de Kur’an Allah’ın kelamıdır diyoruz. Bu izafette (kelamın Allah’a izafe edilmesinde) kimsenin bir muhalefeti yoktur. Fakat bunu kabul etmek yüce Allah’ın bizzat mütekellim (konuşan) 41 Karşılaştırınız, Camiu’l-Beyan, XXVI, 116; ed-Durru’l-Mensub, VII, 547; Mealimu’t-Tenzil, VII, 33442 Bu onların sapıklıklarının önderi, bid’atlerinin başı Cehm b. Safvan’dır.43 Onlar hep böyledir. Daima dehşette kalırlar. Kendilerini ve arkalarından gidenleri de aldatırlar.

77

Page 78: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

olmasını ve onun konuşuyor olmasını gerektirmez. Siz bunu nereden çıkarıyorsunuz? Bizim arkadaşlarımızdan benimle beraber olanlardan birisi şu cevabı verdi: Peygamber (s.a) buyurdu ki: “üce Allah vahiy ile konuştu mu...”44 Aişe (r.anha) da şöyle demiştir: “Ben kendimi yüce Allah’ın benim hakkımda okunacak bir vahiy ile konuşacak kadar kendimi üstün görmüyordum.”45

Cehminin yüzünü astığını, ekşittiğini, acı acı güldüğünü ve o arkadaşından yüzünü çevirdiğini gördüm. Tıpkı tiksinti veren bir koku alıp yüzünü başka bir tarafa çeviren yahutta oldukça acı ve hoş olmayan bir şey yemiş gibi oldu.

Bu hala kendisine muhalif olan hakkı yüzüne karşı söylediğiniz ve onun yüzüne bu hakkı çarptığınız vakit batıl üzere olan herkesin hali budur.

Böyle bir sadme ile ilk karşılaştığında basireti açılan kimse pek azdır. Bundan dolayı seleften birisi şöyle demiştir: Bir kimse bir bid’at ortaya koydu mu mutlaka hadisin o tatlılığı kalbinden çıkar gider.

Bişr el-Merisi46 de şöyle demiştir: Size karşı Kur’an ile delil getirecek olurlarsa tevil yaparak onlara kelime oyunlarıyla cevap veriniz. Size karşı peygamberden gelen haberleri delil gösterirlerse yalanlayarak onları felcediniz.

45. Aklın vahiy ile çatışmasını mümkün kabul etmek yüce Allah’ın vahyi nitelendirdiği vasfın zıttı ile nitelendirmeyi gerektirir. Şanı yüce Allah vahyi doğru yolu gösterici (hidayet) olmakla nitelendirmiş, vahyin yolların en doğru ve hakka en yakın olanına ilettiğini bildirmiştir. Şüphesiz ki dosdoğru yol iki nokta arasındaki en kısa çizgidir. Ne kadar eğilip bükülürse o kadar uzaklaşır.

Şanı yüce Allah vahyin kalplerdeki (hastalık)lara bir şifa olduğunu haber vermektedir. Bu onun kalplerde bulunan bilgisizlik, şüphe, şaşkınlık ve tereddüt gibi hastalıkları şifaya kavuşturmasını da kapsar. Tıpkı hidayetin maksada ulaştırıcı olma özelliğini de ihtiva etmesi gibi.

Hidayet kalpleri en kısa yoldan maksat olan hakka ulaştırır. Şifa da kalplerdeki hakkı bilmeye ve ona talip olmaya engel olan hastalıklarını giderir.

Bunun akla muhalif ve onunla çatışan bir sözün niteliği olmasına imkan yoktur.

Yüce Allah aynı şekilde şu buyruklarında olduğu gibi vahyin nur olduğunu da bildirmektedir: “İşte ona iman edenler, onu yüceltenler, ona yardım edenler ve onunla indirilen nura tabi olanlar. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (el-Araf, 7/157)

Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Sana da böylece emrimizden bir ruh vahyettik. Kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmezdin fakat biz onu kendisiyle kullarımızdan dilediğimizi hidayete ilettiğimiz bir nur kıldık.” (eş-Şura, 42/52)

O kalplerdeki bilgisizliğe ve şüpheye karşı bir şifa olduğu gibi, körlüğe karşı basiretler için de bir nurdur.

44 Ebu Davud, 4738, İbn Huzeyme, 95-96, Beyhaki, el-Esma ve’s-Sıfat, s. 20’de İbn Mesud’dan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.45 Buhari, 7500; Müslim, 2770 Aişe (r.anha)’dan46 Cehmiyye’nin ileri gelenlerindendir. Bugün benzeri kimseler çoktur fakat hala müslüman isimleriyle anılırlar.

78

Page 79: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Basiretlerin aklın apaçık hükümlerine muhalif bir şey ile aydınlanması imkansızdır. Çünkü akla ancak karanlığı gerektiren şey aykırıdır.

Yüce Allah vahyin hak olduğunu haber vermektedir. Apaçık akıl (değerleri) ise hakka muhalefet etmez. Yüce Allah buyuruyor ki:

“Muhakkak biz sana kitabı... hak olarak indirdik.” (en-Nisa, 4/105)Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki hak sana

Rabbinden gelmiştir. O halde sakın şüphe edenlerden olma.” (Yunus, 10/94)

O halde vahyin hak olması ona aykırı ve muhalif olanın makul (akla uygun) diye adlandırılması batıl demektir. Şayet ona muhalif olan hak ise o vakit vahyin kendisinin batıl olması gerekir. Eğer vahyin kendisi hak ise ona muhalif olan kesin olarak batıldır.”47

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in en doğru söz olduğunu da bildirerek şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir.” (en-Nisa, 4/122); “Allah’tan daha doğru sözlü kimdir.” (en-Nisa, 4/87)

Eğer Allah’ın sözü akla muhalif olsaydı böyle olmazdı. Bu sapık ve saptırıcıların sözlerinin ondan daha doğru olması gerekirdi.

Yüce Allah kalplerin Kur’an ile huzur ve sükun bulduğunu da haber vermektedir. Yani cehaletin, şüphe ve tereddütün verdiği huzursuzluktan kurtularak sukunet bulur. Tıpkı kalbin doğrulukla rahat bulması, yalandan dolayı şüphe ve tereddüte kapılması gibi. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Bunlar iman edenlerdir, gönülleri Allah’ın zikriyle huzura kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (er-Rad, 13/28)

Şayet aklın apaçık hükümleri arasında Kur’an’a muhalif şeyler bulunsaydı akıllıların kalpleri elbette onunla huzur bulamazdı.

Aklı başında bir kimse Kur’an üzerinde iyice düşünür ve Kur’an’a itiraz eden bu kimselerin de sözlerini dikkatle incelerse açıkça şunu görür: Bütün şüphe ve tereddüt onların sözlerinde, huzur ve sükun Allah’ın ve Rasûlünün kelamındadır.

Kendilerini ileri sürerek vahye karşı çıkardıkları bu akli bilgiler dışında onlarla çelişen ve onlardan daha güçlü diğer akli bilgiler de vardır. Bunların önermeleri, ötekilerin önermelerinden daha doğrudur. Bunların birbirleriyle çeliştikleri varsayılacak olursa daha kuvvetli olanların öncelenmesi icab eder ve bu gibi kimselerin bu durumda bu akli bilgilere göre nassları reddetmelerine imkan kalmaz.

Bu durumda nasslarla desteklenen akli bir bilgi nasslarca reddedilen akli bir bilgiye göre daha doğru olmalı ve daha çok kabul edilebilir.

Esasen bizler onların akli bilgi diye ileri sürdüklerini kimi zaman bu tür diğer akli bilgilerle, kimi zaman nasslarla, kimi zaman da her ikisiyle birlikte reddediyoruz.

Onların bu akli bilgileri tenkit etmeleri ancak nassın ve bu aklın kabul etmediği önermeler ile mümkün olabilir. O halde hem bu akli bilgiler, hem de nasslar onların reddolunan bu akli bilgileriyle nasıl reddedilebilir?

Bu üzerinde düşünen kimseler için çok kesindir.

47 Bu hususta sünnet ile Kur’an arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de vahiydir. Şanı yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın... diye sana da bu zikri (Kur’an’ı) indirdik.”

79

Page 80: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Şimdi bunu muattile mezhebine mensup olanların yüce Allah’ın mahlukatı üzerinde oluşunu ve alemden ayrı ve farklı oluşunu nefyederken ileri sürdükleri akli deliller ile bunları kabul eden isbat ehlinin onların görüşlerinin zıttına dair gösterdikleri akli deliller üzerinde ibretle düşünülecek olursa, her ikisi arasındaki fark açıkça ortaya çıkar ve vahyin nassları karşısında herhangi bir delil ileri sürülemez.

47. Bu gibi kimselerin sem’i delillere karşı ileri sürdükleri bu akli delillerin batıl olduğunu bilen kimsenin bu akli delillerin sem’i deliller ile çatıştığını kabul etmesine imkan kalmaz. Çünkü batılın hakka karşı bir delil olarak ileri sürülmesi imkansız bir şeydir.

Bunların doğruluğuna inanan bir kimsenin bu inancı sem’i delillerin batıl olmasını gerektirir. Çünkü esasen batıl olan bu akli delillerin sahih (doğru) olduğunu kabul etmek, sem’in batıl olması sonucunu verir. Bu halde de birbirleriyle çatışmalarına imkan kalmaz. Kısacası bu akli delillerin doğruluğu halinde de, yanlışlığı halinde de böyle bir karşı çıkma ve çatışmaya imkan yoktur.

48. Allah rasûlünün aklın apaçık hükümlerine aykırı bilgiler getirdiğini caiz kabul eden kimselere şöyle denir: Onun sözleri arasında akla aykırı olan bir şey var mıdır, yok mudur bilmeden önce onun sözünü işitirsen ne dersin?

Acaba hemen sözünü red ve inkar mı edersin?Yoksa onu kabul eder ve inanır mısın?Yoksa bu hususta bir hüküm vermez, onu tasdik de etmez,

yalanlamaz, kabul de etmez, red de etmez misin?Yoksa onu tasdik etmeyi ve onu kabul etmeyi bir şarta bağlayarak:

Eğer akli bilgiler arasında onu reddeden bir şey yoksa bu sözün gereğine itikad ederim mi dersin?

Senin için bu dört tutumdan birisini takınmak kaçınılmazdır.Birinci, üçüncü ve dördüncüleri rasûle iman ile çok açık bir şekilde

çelişmektedir. İkinci tutumu takınmana da senin için imkan yoktur. Çünkü sen aklın apaçık hükümleri arasında rasûlün getirdiği haberler ile çelişebilecek değerler olabileceğini kabul ediyorsun. Durum böyle iken onun verdiği haberin doğruluğuna nasıl kesin inanabilirsin?

İmana giden yolu kendi önünde sen tıkamış oluyorsun. Geri kalan üç kısım ise imanın olmamasını gerektirir.

Bu ise sadece aklın apaçık hükümleri arasında rasûlün verdiği haberler ile çelişebilen hususların bulunabileceğini kabul etmekten kaynaklanmaktadır.48

49. Rasûlün getirdiklerini ancak akıl, keşif, rüya yahut ilham gibi ayrı bir delil ile doğru kabul edebileceği bir delil tespit etmedikçe rasûlün getirdiklerini kabul etmeyen herkes kesinlikle rasûle iman etmemiş olur ve yüce Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerden olur:

“Onlara bir âyet, belge, mucize gelse: ‘Allah’ın peygamberlerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz’ derler.” (el-En’am, 6/124)

Hatta bunlar bir bakıma onlardan daha da hayırlı olurlar. Çünkü onlar imanlarını rasûle verilenin benzeri bir sem’i delil verilmeleri şartına bağlamışlardır. Diğerleri ise iman etmek için rasûllerin verdikleri haberlerin 48 Bu da aynı şekilde üzerinde düşünen kimse için kat’idir.

80

Page 81: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

doğruluğuna dair akli bir delilin var olmasını şart koşmuşlardır. Böyle bir işi yapan rasûllere iman etmeyen birisi olacağına göre onların getirdiklerine akli bilgisiyle karşı çıkıp, sonra da bu bilgiyi getirdiklerinin önüne geçirenin durumu ne olur?

50. Vahiy ile akıl arasında böyle bir çelişki görmek birisi vahyi bilmemek, diğeri aklı bilmemek olan iki büyük cahilliğin sonucudur:

Vahyin bilinmemesi şöyledir: Karşı çıkan kimse vahyin muhtevasını ve neye delalet ettiğini anlayamamaktadır. Hatta o vahiyden vahyin delalet ettiği ve kastettiği hakkın aksini anlamıştır. Sonra da görüşün ve akli anlayışın delalet ettiği hususu ileri sürerek vahye karşı çıkmıştır.

Biz onun dediğini –tenezzülen- kabul ediyoruz ve şunu açıklıyoruz. Onun sözünü ettiği akli delil –vahyin delalet ettiği sahih ve doğru mana bir tarafa- kendisinin vahiyden anladığı batıl manaya karşı gösterilmeye dahi elverişli değildir. Çünkü vahye kesinlikle doğru bir şekilde karşı çıkabilmek imkansızdır. Aksine o ötesinde sapıklıktan başka bir şeyin olmadığı hakkın kendisidir.

Şanı yüce Allah bizzat haktır, onun sözü haktır, rasûlü haktır, dini haktır, vahyi haktır. Buna muhalif olan herbir şey doğruluğuna hiçbir delilin konulamayacağı katıksız batıldır. Hatta önermeleri zorunlu hükümlere ulaşan bütün doğru deliller batılın batıl olduğuna delalet etmektedir.

Bunların aklı bilmeyişlerine gelince, sahih aklın vahiy ile çatışması kesinlikle düşünülemez. Fakat cahil bir kişi bunların akli birtakım şüpheler (delile benzer şeyler) olduklarını zanneder. Oysa bunlar sofistlerin şüpheleri kabilinden hayali ve cehli iddialardır.

Hulasa nassdan anladıklarına batıl olan şeyleri ileri sürerek karşı çıkarsa vahyi ve vahyin delalet ettiği şeyi bilmeyen bir cahil olur. Eğer vahyin delalet ettiği gerçek medlulüne ve hakikatine karşı çıkarsa bu sefer o aklı bilmeyen bir cahil demektir.

Bu şekilde karşı çıkan bir kimsenin hiçbir şekilde vahyi ve aklı birarada bilmesi düşünülemez. Aksine o ya her ikisinde de cahildir –ki çoğunlukla bunların hali budur- ya ikisinden birisini bilmeyen birisidir.

Bizler müslümanlar, yahudiler, hristiyanlar, mecusiler ve puta tapıcılar arasında ortak olarak kabul edilen bazı akli bilgileri bildiklerini inkar etmiyoruz. Hatta bu hususta onların ileri gittiklerini ve maharetlerini de reddetmiyoruz. Ancak apaçık delillerle şunu ortaya koyuyoruz. Onlar yüce Rabbin isimleriyle, sıfatlarıyla ve fiilleriyle49 ilgili akli bilgileri bilmekte insanların en cahilidirler. Aynı şekilde onun vahyinin ve rasûllerinin getirdiklerinin de cahilidirler.

Şanı yüce Allah rasûllerinden yüz çeviren kimselerin işitmeyen ve akletmeyen kimseler olduklarını belirttiğine göre onların getirdiklerine karşı çıkanların durumu ne olabilir?

Şanı yüce Allah şunu haber vermiştir. Ölümden sonra dirilişlerinde onların işitmeyenler ve akletmeyen kimselerden olacaklarını mutlaka göreceklerdir. 49 Bundan dolayı onlar –cehaletleri sebebiyle- şanı yüce Allah’ın sıfatlarını akli, cehli ve gevşek birtakım şüphelerle ta’til ettiler. (Sıfatsız olduğunu söylediler).Ben bu kitabımı yüce Allah’ın sıfatlarını –oldukça önemli olmasına rağmen- araştırma meselesine ayırmadım. Bundan kastım sadece akılcılık düşüncelerinin temelini yıkmaktır. Çünkü o yıkıldı mı bununla birlikte onların bütün esasları ve ilkeleri de yıkılır gider. Ayrıca bk. Avvad el-Mu’tik, el-Muteziletu ve Usuluhumul Hamse, 83-148

81

Page 82: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

51. (Akılcılara) şöyle denilir: Siz akıl hakkında oldukça kötü bir kusur işlemişsiniz ve ona oldukça büyük tenkitlerde bulunmuşsunuz. Çünkü şanı yüce Allah kullarına aklı onlar vasıtasıyla kendisinin ve peygamberlerinin doğruluğunu bilsinler, akıllarıyla Allah’ı tanısınlar, onun kemalini, sıfatlarını, azametini, celalini, rububiyetini, tevhidini, hak ilah olduğunu, onun dışındakilerin de batıl olduğunu bilsinler diye yaratmıştır.

Bizzat ve birinci maksat olarak aklı onlara bunun için vermiştir. Akıl vasıtası ile yaratılış sebepleri ve aklın kendilerine verilme sebebi konusunda onlara yardımcı olacak maişetlerinin gereklerine bu akılla onları iletmiştir.

O halde aklın en büyük semeresi yaratıcısını, yoktan var edicisini bilmesi, kemal sıfatlarını, celal sıfatlarını, fiillerini, rasûllerinin doğruluğunu, onun önünde boyun eğip zilletle ona taabbud etmeyi gerçekleştirmeleridir.

Sizler aklın aleyhine o bunları idrak edemez ve akılla bunlar tasdik edilmez diyecek olursanız, hatta akıl bununla çatışır, yalanlar ve reddeder diye iddia ederseniz. Siz aklı cehaletin en kötüsüyle nitelendirmiş, onun hakkında en büyük yalan şahitlikte bulunmuş olursunuz. Bu durumda olan bir kimsenin hiçbir hususta şahitliği kabul edilmez. Allah’ın kendi zatı hakkında yaptığı şahitliğe, rasûllerinin baştan sona kadar ona yaptığı şahitliklerin önüne geçirilmesi ise hiç sözkonusu olmaz.

51. Şanı yüce Allah kitabı ile yetinmeyenlerin halini reddederek şöyle buyurmaktadır:

“Kendilerine karşı okunup duran sana indirdiğimiz bu kitap onlara yetmedi mi? Şüphe yok ki bunda iman eden bir topluluk için bir rahmet, bir öğüt vardır.” (el-Ankebut, 29/51)

Sarih aklın kendisine muhalefet ettiği kitabın yeterli olması imkansız bir şeydir. Ancak bu kitabı akıl ile elde edilen herbir bilginin, görüşün, kıyasın, zevkin, hakikatin ve siyasetin önüne geçiren kimseler için yeterli olabilir.

Bu kitap böyle bir kimseye yeterlidir. Aynı zamanda bu kitap böyle bir kimse için ve sadece onun için rahmet ve öğüt olur.

Bu kitaptan yüz çeviren yahut başkalarının görüşleri ile ona karşı çıkan kimselere ise bu kitap yeterli değildir. Böyle bir kimse için hidayette, rahmette olmaz. Aksine böyle bir kimse batıla iman edip, Allah’ı inkar eden kimselerden olur.

53. Akıllarıyla ve görüşleriyle vahye karşı çıkanların sözleri üzerinde iyice düşünen kimseler bu sözlerde iki özelliğin bulunduğunu görür. Bu özelliklerin herbirisi onların görüşlerinin de batıl olduğunun delilidir.

Birincileri: Bu sözler bizatihi tutarsızdır, birbiriyle çatışmaktadır ve anlamsızdır. Bu da bu sözlerin Allah tarafından indirilmediğinin delilidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Hala onlar Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” (en-Nisa, 4/82) Bir sözün bozuk ve yetersiz olduğunu anlamak için ifadelerindeki tutarsızlıklar, birbiriyle çatışması ve çelişmesi yeterlidir.

İkinci özellik de şudur: Bu görüşlerin kaynağı tahmin, zan ve varsayımdır. Bunlar hatadan korunmuşluğu (masumiyeti) bilinen bir vahiyden kaynaklanmadığı gibi bütün akıl sahiplerinin ortak bir şekilde kabul ettikleri akıldan ya da fıtrattan kaynaklanmamaktadır.

82

Page 83: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Şanı yüce Allah ise Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetine muhalefet edenlerin görüşlerinin hakikatini bu iki özellikle sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun tozutup savuran rüzgarlara, ağır yük taşıyan bulutlara, kolaylıkla akanlara, emri paylaştıranlara ki şüphesiz vaadolunduğunuz elbette doğrudur ve şüphesizki din (fesad ve kıyamet) elbette gerçekleşecektir. Güzel yolları bulunan gök hakkı için gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz. Ondan döndürülenler döndürülür kahrolsun yalancılar (tahminciler) onlar ki kuşatıcı bir cehalet içinde gafil kimselerdir.” (ez-Zariyat, 51/1-11)

Şanı yüce Allah bununla Allah’ın rasûlü ile gönderdiklerini reddeden ve akıllarıyla ona karşı çıkanların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarına dair yemin etmektedir. Bundan dolayı her zaman için onların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarını, hiçbir sözlerinin sebat göstermediğini ve hiçbir sözlerinin dayanak alınamayacağını görüyoruz.

Onların mesele ve delillerinden istediğinizi ele alabilirsiniz. Bu hususta alabildiğine ihtilaf içinde olduklarını görürsünüz. Bu bir söz söylerken öbürü o görüşü çürütmektedir. Bir üçüncü kişi gelerek kendisinden önceki iki görüşten farklı bir görüş söylemekte, diğer iki görüşü çürütmekte ve delillerini iptal etmektedir.

Hüküm ve delil itibariyle birbirleriyle çatışmadıkları tek bir mesele bulamazsınız. Onlar insanlar arasında en çok ihtilaf edenlerdir. Öyle ki onlardan birisinin bir söz söylediğini ve bunun kat’i olduğunu iddia ettiğini görüyoruz. Daha sonra bizzat kendisi ondan farklı bir şey söylüyor, önceki sözünü çürütüyor ve bu yeni sözünün kat’i olduğunu iddia ediyor. Daha sonra yüce Allah bu birbirini tutmayan sözlerden döndürülenlerin döndürüldüğünü haber vermektedir. Yani birtakım şüphelerle döndürülenler haktan çevrilmektedir. Bu gibi kimselerin haktan yüz çevirmeleri bir şüpheye dayalı olduğundan ötürü sanki ondan ayrılmış olmaktadır ve ihtirası ondan ortaya çıkmış gibidir.

Daha sonra yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kahrolsun yalancılar (tahminciler)” (ez-Zariyat, 51/10) Hars (tahmin)in esas anlamı bilgisizce söz söylemektir. Hatta zan, tahmin ve doğruluğuna dair bir delil bulunmadan rasgele bir söz söylemek demektir. Bundan dolayı yalancı kimseye “haris” adı verilmiştir. Zan ve tahminde bulunan kimseye de böyle denilir.

İşte bu nitelik böylelerine en mükemmel bir şekilde uyabilmektedir. Bunların ellerinde tahminden ve zanna tabi olmaktan başka bir şey yoktur. Nitekim yüce Allah şeriatine karşı çıkan, onların geçmişlerini nitelendirirken şöyle buyurmaktadır:

“Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak yalan ve iftira edenler (hars yapanlar)dır.” (el-En’am, 6/116)

İşte bu vahye tabi olanın durumundan farklı bir durumdur. Vahye tabi olan birbirini tasdik eden bir söze, biri diğerinin lehine şahitlik eden buyruklara uymaktadır. Onun uyduğu bu sözler arasında bir tutarsızlık, bir çatışma yoktur. Bu söz alemlerin Rabbindendir, onun sözü ve onun rasûlüne indirdiği vahiydir. Bu sözün kaynağı şanı yüce Allah’tır. Onun rasûlünün dili üzere bize sunulmuştur. Onu açıklamak yüce Allah’a aittir, onu tebliğ etmek de rasûlünün görevidir, bize düşen ise ona teslim olmaktır.

83

Page 84: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Şanı yüce Allah üzerine düşeni yapmıştır, rasûlü de görevini yerine getirmiştir. Artık bundan sonra üzerimize düşeni yerine getirmekten başka neyi isteyebiliriz?

54. Eğer kitabın zahiri50 aklın sarih değerlerine muhalif olsaydı, kalpte alabildiğine büyük darlık ve sıkıntıya sebep olurdu. Bu ise aklı selim sahibi herkesin kendi içinde tanık olduğuna muhalif bir haldir. Kişinin aklı ne kadar mükemmel ise Allah’ın kitabı dolayısıyla duyacağı sıkıntı ondan o kadar uzak olur. Yüce Allah rasûlüne şöyle hitap etmektedir:

“(Bu)... sana indirilen bir kitaptır, sakın ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı (bir daralma) olmasın.” (el-Araf, 7/2)

Kitabı vesilesiyle kalplerden sıkıntıyı ve darlığı kaldıran yüce Allah’tır. Bu kitabın indirilmesinden önce kalpler en büyük darlık ve sıkıntı içerisinde idiler. Şanı yüce Allah kitabını indirince kalplerden sözkonusu o darlık ve sıkıntı kalktı. Fakat bu darlık ve sıkıntı iman etmeyenlerin üzerinde kalmaya devam etti. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse göğsünü İslama açar. Kimi de saptırmayı dilerse, onun da göğsünü daraltır, sıkar.” (el-En’am, 6/125)

Bu kitaba bazı bakımlardan iman etmekle birlikte diğer bakımlardan öyle olmayan bir kimse üzerinden o kitaba iman ettiği bakımlardan doğabilecek darlık ve sıkıntıları kaldırılır fakat etmediği bakımlardan kalır.

Bu kitabın hakkı bilmekte yetersiz olduğunu iddia edip, kulların bu kitabla birlikte birtakım akli bilgilere, görüşlere, kıyaslara, mantıki kaidelere ve akli bahislere muhtaç olduklarını söyleyenlerin kalblerinde bundan dolayı en büyük darlık ve sıkıntı vardır. Sıkıntıları bundan da daha büyük olan kimseler ise bu kitabta açık akli bilgiler ile çelişen hususların bulunduğuna ve aklın bu kitabtakilerin aksine tanıklık ettiğine inanan kimselerin kalplerindeki darlık ve sıkıntıdır.

Aynı şekilde onun ayetlerinden bir bilgi ve bir yakîn (kesin bilgi) elde edilemeyeceğini iddia eden kimsenin kalbinde de bu kitabtan dolayı ancak yüce Allah’ın çok iyi bildiği boyutlarda darlık ve sıkıntılar vardır.

Bu kitapta bulunan en şerefli ve en faziletli bilgiler olan yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını ihtiva eden tevhide dair buyrukların birtakım mecazler, istiareler, hakikatleri olmayan benzetmeler olduğunu iddia eden kimselerin kalblerinde ise bundan da büyük bir darlık ve sıkıntı vardır.

İşte bütün bu taifelerin, kesimlerin kalblerinde bu kitabtan dolayı darlık, sıkıntı ve şüphe vardır. Bu kitap onlar için bir hidayet, bir şifa, bir rahmet değildir. Bizzat kendileri hakkındaki şehadetleriyle aynı şekilde yüce Allah’ın, meleklerin ve onun salih kullarının onlar hakkındaki şahitlikleriyle bu kitap onlara yeterli gelmez.

* * *

İmdi, bunca delillerden sadece bir tanesi bile sözü geçen ve ileri sürülen o külli kanunu çürütmek için yeterlidir. Bu akılcılar ve onların taraftarları bu kanunu, Kur’an’ın zahirini ve sünnetin açık hükümlerini reddetmek için kullanırlar. Bu delillerin herbirisi aynı zamanda bu külli kanun dedikleri hükümden dallanıp budaklanan ve onun üzerine bina edilen herbir şeyi de yıkar, darmadağın eder.

50 Sünnette aynı böyledir. Çünkü her ikisi de aynı kaynaktandır.

84

Page 85: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Hakkın delilleriyle güçlendiriliş bu delillerin herhangi birisini çeşitli kelime oyunları yapan lafızları ve maksatları birbirine karıştırarak şu kabilden sözler söyleyen kimse çürütmüş olamaz:

“Bizler Allah’ın rasûlü ile akıl arasında bir çatışma olduğunu söylemiyoruz. Bizler bu çatışmanın Allah’ın rasûlüne ait olmadığı halde ona nispet edilen hadisler ile akıl arasında olduğundan bahsediyoruz.”

Bunlara deriz ki: Bu havada kalan bir sözdür... Bu söz birbirini tutmamaktadır, başı sonunu çürütmektedir.

Şöyle ki bu sarmal ifadenin gerçek mahiyeti ve neticesi kendi mezheplerinin esaslarını iptal etmekte, kanunlarının temelini çürütmektedir. Çünkü Peygamber (s.a)’dan hadis ilmi ve kaideleri ışığında rivayet edilen hadisler iki kısımdır:

1. Ondan sahih olarak gelen ve sağlam sika ravilerin naklettiği rivayetler.

2. Ondan sahih olarak gelmeyen, zayıf ve cerhedilmiş (rivayet ilmi bakımından tenkid edilmiş) kimselerin naklettikleri rivayetler.

Acaba onlar bu açıklama ışığında aklın ondan sahih yolla gelmeyen rivayetlerle çatıştığını mı söylüyorlar, yoksa ondan sahih olarak gelen rivayetlerle çatışma halinde olduğunu mu iddia ediyorlar.

Eğer çatışma birinci türden ise bu sözkonusu edilmez. Çünkü bunların sahih olmayışları ve buna bağlı olarak reddedilmeleri aklın bunlarla çatıştığını söylemeye ihtiyaç bırakmaz.

Şayet ikinci hal sözkonusu ise peygamberden sahih olarak gelen bir kısmı kabul etmemizi gerektiren, diğer taraftan yine ondan sahih olarak gelen bir diğer kısmı –belkide bir önceki kısımdan daha fazla olabilir- reddedilmesini gerektiren kriterler, ölçüler nelerdir?

Onların bu hususta hakikati tersyüz etmekten başka bir çıkar yolları yoktur. Bu konuda onlar aklı esas kabul ettiklerini söyleyecekler. Bu da kaçınılmaz olarak onları gerçekte Peygamber (s.a)’dan sahih olarak gelmiş birtakım hadisleri sadece akıllarıyla reddetmek noktasına götürecektir.Bu ise kesinlikle akıl ile rasûl arasında bir çatışmayı yeniden başlatmaya dönüştür.

Şayet fasih konuşmaya özenen bir diğeri: Biz ravileri itham ediyoruz ve bunun ışığında onların naklettikleri rivayetleri zayıf buluyoruz diyecek olurlarsa,

Onlara şöyle deriz: Bu da bir öncekisi gibidir. Yani böyle bir itham ilmi ve hadis ilminin apaçık delilleri ve hadis ilmi ehlinin kabul ettikleri kaidelere uygun esaslara bina edilmiş değildir. Aksine bu itham sadece nakledilen rivayetleri kuşatmaktan ve onları anlamaktan yana kusurluluktan kaynaklanan tutarsız, akli gerekçeye bina edilmiştir...

Buna bağlı olarak onlar o ithamlarında bulunurlar. Sonra ravilerin rivayetlerini ve haberlerini reddederler. İsterse bu rivayetler bizzat sahih olsun ve onlar bunu bilerek ya da bilmeyerek yapsınlar farketmez.

Bu oldukça yanlış bir iştir. Sünneti temelinden kabul etmeyip reddetmek için kapıları sonuna kadar açmaktır. Hadis ilmi bize ancak bu sağlam ravilerin senedleriyle ulaşmış bulunmaktadır.

Peki onların nakil ve rivayetlerinin esasını kabul etmeye iten, sonra da bunları tafsilatı sözkonusu olunca o tafsilatı reddetmeye götüren nedir? Çünkü siz onların naklettikleri rivayetlerden akıllarınızın akletmediği bir kısmını reddetmektesiniz.

85

Page 86: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bunu yapmanızın tek sebebi aslında pak nebevi sünnete iman etmeyişinizden başkası değildir. O takdirde söyleyecek bir söz kalmaz. Bu da –Allah’ın lütfuyla- insaflı olanlar için yeterlidir. Batıl peşinde gidenlere gelince bunlara bin ayet ve delil getirseniz dahi hakka dönmezler. Bunlar bağırıp çağıracaklar, sözleri yine allayıp pullayacaklar ve güzel ifadelerle konuşmaya devam edeceklerdir. “Sakın böyle bir işe aldanma çünkü çarpıtılan anlamların pek çoğu allanıp pullanmış ibarelerle ifadelerle gizlenir.”51 Onların nitelemelerine karşı Allah’tan yardım dileriz.

ALTINCI BÖLÜM

AKILCILAR VE SÜNNETGiriş:

Bu kesin sonuçlu turdan sonra kesin olarak inanılması gereken ve gerçekliğini kesinlikle kabul etmemiz gereken hususlardan birisi de şudur. “Anlaşılması bizim için zor olan herbir hadisi –şayet sahih ve sabit ise- reddetmekte çabuk davranmak ilimde derinleşmiş olan kimselerin cesaret etmediği ölçüsüz bir harekettir.

Çünkü ilimde derinleşmiş olanlar bu ümmetin selefi hakkında güzel zan beslerler. Onların bir hadisi kabul ile karşıladıkları sabit olup, muteber bir imam o hadisi reddetmemişse elbetteki onlar bu hadiste şazlık yahut reddedilmesini gerektiren bir illet görmediklerini gösterir.

İnsaflı ilim adamına düşen görev ise hadisi kabule devam etmek ve makul bir anlam ya da ona münasip bir tevil1 bulmak için çalışmaktır.

İşte bu, bu alanda mutezile ile ehl-i sünnet arasındaki farktır. Mutezile (ve onların izleyicileri) bilgi ve dini bakımdan kabul ettikleri kesin yargılar ile çatışan herbir müşkil hadisi reddetmekte gecikmezler.

Ehl-i sünnet ise akıllarını2 tevil3 hususunda ve birbiri ile tutarsızlık arzeden hadisleri birarada yorumlamak ve zahiri itibariyle birbirleriyle çatışan hadisleri uygun bir şekilde yorumlamak için kullanırlar.

İşte bundan dolayı imam Ebu Muhammed b. Kuteybe “Tevilu Muhtelifi’l-Hadis” adlı ünlü eserini mutezile’nin Kur’an’a yahut akla aykırı olduğunu ileri sürdüklerini yahut maddi vakıanın yalanladığını ya da başka bir hadis ile çatıştıklarını söyledikleri bazı hadisler etrafında mutezile’nin kopardığı fırtınaları dindirmek için yazmıştır.”4

Bu yapmacık ve kabul edilemeyen fırtınaların hepsi hakkında söylenecek söz şudur: Bu bir bardak suda kopartılan bir fırtınadır. Çünkü bu fırtınalar eriyip gider, yok olup gider.

51 Büyük ilim adamı Muhammed b. İbrahim el-Vezir, el-Avasin ve’l-Kavasin, IV, 1791 Burada tefsir ve açıklama anlamındadır. Yeni yakıştırılan anlamıyla “lafzın tahrif edilmesi” ise reddolunan bir şeydir. Buna dair geniş açıklamalar için el-Culeynid, el-İmam İbn Teymiye ve Kadıyetu’t-Tevil adlı esere bakınız.2 Elbetteki muhkem şer’i ilkelere sahip olanları kastediyoruz.3 Burada da az önce geçtiği gibi “tefsir ve açıklama” anlamındadır.4 Yusuf el-Kardavi, Keyfe Neteamelu mea’s-Sünneti’n-Nebeviyye, s. 45

86

Page 87: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Buna bağlı olarak biz de şöyle diyoruz5 “İslamın direktif ve buyruklarını kişisel tercihe boyun eğdiren –bir akıl dini-6 sanmamız İslamı yanlış anlamanın temelidir.

Bu akli felsefenin anlaşılmasında yaygın olarak görülen bir hatadan ortaya çıkmış bir iddiadır.

Bütün dönemlerde felsefenin de itiraf ettiği üzere akıl ile günümüzde adeten bazılarının anladığı şekliyle akılcı felsefe arasında oldukça geniş bir mesafe vardır.

Şüphesiz dini öğretiler ile ilgili hususlarda aklın faaliyet göstermesi itici bir niteliğe sahiptir. Onun görevi ise akla ancak aklın kolaylıkla ve aldatmaya sığınmaksızın kabul edebileceği şeyleri kabul ettirmeyi öngörmektir.

Elbetteki akıl kendine has sınırları bilir fakat akılcı felsefe iddia ettiği üzere akıl ile kavranılanı aşarak bütün alemi bütün gizlilikleriyle kendi dar ve ferdi alanına alıp sıkıştırdığını iddia eder. Bu felsefe hemen hemen dini hususlarda herhangi bir dönemde yahut bütün dönemlerde insan anlayışının güç yetiremeyeceği bazı şeylerin varlığının mümkün olduğunu kabul etmemektedir. Halbuki bu felsefe aynı zamanda ilim için böyle bir imkanın olduğunu kabul edecek kadar mantığa aykırı davranmaktadır.

Şüphesiz ki bugün için bizim insani anlayışın sahip olduğu çeşitli imkanlara rağmen tamamen sınırlı olduğunu delilleriyle ortaya koyacak Kant7 gibi bir filozofa ihtiyacımız yoktur.

Esasen bizim aklımız tabiatı itibariyle külli düşünceyi kuşatamaz.Bizler herbir şeyin sadece tafsilatını anlayabiliriz. Bizler sonsuzluğun

ne olduğunu, ezelin ne olduğunu bilemiyoruz. Hatta biz hayatın ne olduğunu dahi bilmiyoruz.

Mutlak temeller üzerinde yükselen dini meselelere gelince, bu hususta bizim zorunlu olarak aklın, maddi düşünüşün ve bizdeki genel ve zati, akli felsefenin niteliğinin üstünde bazı nitelikler taşıyan, doğru yolu gösteren (hidayete ileten) bir akla zorunlu olarak ihtiyacımız vardır. Bizler üzerinde Allah’ın nurunun parıldadığı bir kimseye ya da tek bir kelime ile bir peygambere muhtacız.

Bizler Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna inandığımıza göre o vakit hem ahlaki, hem akli bakımdan bu rasûle körü körüne tabi olmak zorundayız.

Bununla birlikte “körü körüne” tabiri bizim aklın bütün güçlerini bir kenara atmamız gerektiği anlamına gelmez. Aksine bizim bu güçleri istidad ve kabiliyetimizin en güzel şekilleriyle kullanmamız gerekmektedir. Bizim peygamberin getirmiş olduğu bu emirlerin anlaşılması gereken anlamını ortaya çıkarmak için gerekli deneyleri yapmamız gerekir. Üstelik görev anlayışı herbir durumda bizim bu emirlere itaat etmemizi de gerektirir. Bunları ister anlama gücünü bulalım, ister bulmayalım.

Burada herhangi bir stratejik savaş mevkiini işgal etmesi emri komutanı tarafından kendisine verilmiş bir askeri örnek vermek istiyorum. Gerçek bir asker bu emri dinler ve derhal uygulamaya koyar. Eğer asker bu esnada bizatihi kumandanının tasavvur ettiği harbin nihai gayesini 5 Buradan itibaren “el-İslamu ala Mufteraki’t-Turuk (yolların ayrılış noktasında İslam)” s. 99-110’den nakledilmiştir.6 Şeriatın hükümleri ile disiplin edilmiş akıl demektir.7 1804 yılında ölmüş olup, “Nakdu’l-Akli’l-Mahd (sarf aklın tenkidi)” adında oldukça ünlü bir kitabı vardır.

87

Page 88: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

anlayabilirse bu onun da, ordunun da güzel bir şansıdır. Fakat eğer bu amacı açıkça anlayamamışsa aldığı bu emri uygulamayı terketmek yahut ertelemek hakkına sahip değildir.8

Biz müslümanlar şuna inanıyoruz: Bizim peygamberimiz bütün insanlığın tanıdığı en güzel kumandandır ve tabiat ve haliyle şuna da inanıyoruz. O dini hem ruhi, hem de toplumsal yanları ile bizim bilebildiğimizden daha ileri derecede biliyordu. Bundan dolayı bize bir şeyi emredecek yahut yasaklayacak olursa, bu onun insanların ruhi ve toplumsal açıdan ıslah olmaları için kendisinden müstağni kalınamayacak ve mukadder bir emir olduğunu gördüğünden dolayıdır.

Bu emir bazan açık ve seçik bir şekilde anlaşılabilir. Bazan de eğitimi az normal bir insanın gözünden az ya da çok kaybolabilir.

Ayrıca bizler bazan peygamberin verdiği emirlerin hedeflerinin en ileri noktasını kavrayabiliriz. Bazan bu emirlerin ancak yüzeysel maksadını anlayabiliriz. Durum ne olursa olsun bize düşen sıhhati bilinen yollardan sabit olmak şartıyla rasûlün emirleriyle amel etmektir.”9

Akılcılar –dönemlerinin ve mertebelerinin farklılığına rağmen- sapık yöntemlerinde bu kaide yol ve ilkelerden herhangi birisine iltifat etmemişlerdir. Bundan ötürü onların sahih nebevi sünnete karşı tutumları saptırıcı bir tavır olmuştur.

Onlar kendi ilkeleriyle çatışan hadisler hakkında şüpheler uyandırır ve onların yalan olduğunu söylerler. Sıhhat dereceleri ne kadar yüksek olursa olsun ya da batıl bir şekilde bunları tevile kalkışırlar. Hatta bunu da aşarak onu rivayet edeni cerhe (olumsuz tenkide) kalkışırlar. Bununla tabii olan kimseyi ya da tabiilere tabi olan raviyi kastetmiyorum. Aksine o hadisi Rasûlullah (s.a)’dan bizzat rivayet eden sahabiyi kastediyorum. Onlar kabul ettikleri ilkelerden herhangi birisiyle hadis çatışmakta ise böyle davranırlar. Halbuki zayıf hatta uydurma hadisleri dahi delil kullandıkları

8 Burada insaflı olmaları halinde akılcıların kabul etmekten başka çıkar yolları bulunmayan bir başka akli bir örnek daha vardır. Onlar aynı şekilde sınırlı akıllara teslimiyet gösterdikleri kadar iki vahye (Kur’an ve sünnete teslim olmazlar.) Onun için şöyle diyoruz: Bu akılcılardan herhangi bir kimse herhangi bir hastalığa yakalanacak olsa, çabucak bir doktora gidiverir.Fakat rastgele bir doktora gider mi?Hayır, gerekli diplomalara, bilgilere ve tecrübeye sahip, maharetli, yetkin bir doktor araştırır.Böyle bir doktora gidip hastalığını anlatacak olursa, kendisini doktora teslim etmiş olur, herhangi bir tepki olmaksızın tam bir teslimiyetle kendisini onun tasarrufuna maruz bırakır. İsterse onun neşteri boynuna kadar varsın, bıçaklarıyla atar damarlarına kadar ulaşsın.Eğer bu doktor onu kaldırıp, yatağında oturtursa ve ona bir reçete yazacak olursa, aynı şekilde bu reçeteyi bir teslimiyetle alır. İlaçların terkibi ya da bu ilaçların kimyevi özellikleriyle ilgili onunla herhangi bir tartışmaya girişmez.Eğer ilacın günlük ilk defa içileceğini ona söylemişse bunu kabul eder.Mesela yemekten önce içmesini emretmişse buna da ses çıkarmaz.Suphanallah hata yapma ihtimali, doğru yapma ihtimali kadar olan bir insandan başka bir şey olmayan tabibin hükümleri teslimiyetle karşılanıyor, onlara ses çıkarılmıyor, herhangi bir tartışma yahut düşünme ya da akla vurulmadan alınıveriliyor.Halbuki aynı zamanda Allah’ın rasûlüne vahyetmiş olduğu –ve aynı zamanda peygamberin hatadan korunmasıyla hatadan uzak olan- hükümleri münakaşa ediliyor, tartışılıyor, bu hususta işler sağlam tutulmaya çalışılıyor. Hatta red dahi ediliyor.Peki her iki tür hüküm arasında akli bakımdan fark nedir ve aklen hangisine daha çok teslimiyet göstermek daha uygundur. İşte bilgisiz akılcıların yolları böyledir.9 el-İslamu ala Muhtaraki’t-Turuk, s. 99-110’dan yapılan nakil bazı tasarruflarla burada sona ermektedir. Bu eser Avusturyalı oryantalist Leopod Beys’e ait olup, İslam hidayetiyle şereflenmiş ve kendisine “Muhammed Esed” adını vermiştir.

88

Page 89: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

görülmektedir. Bunları kendi mutezile mezheplerine destek olmak için sımsıkı yakalarlar.

Şimdi onların da söyledikleri gibi kendilerine önder diye aldıkları bu akıl acaba nerededir bilemiyorum.

Onlar bu hadisin peygamberi belağatten uzaklığını ortaya koyan üsluptaki zayıflık anlamındaki güçsüzlükten ötürü bu hadisin zayıf olduğunu bu akıllarıyla idrak edemiyorlar mı? Yine bu akıllarıyla bu hadisin taşıdığı nubuvvet nuru parıltısı ve vahyin pınarlarının hikmetlerini gördükleri için sahih olduğunu idrak edemiyorlar mı? Hadisteki bu özellikler sağlıklı bir kalbin onunla huzur bulmasını sağlar. Hatta senedinde ve metninde sahih ya da zayıf olduğu ile alakalı muhaddislerin imamlarının sözlerine dayanmaksızın da olsa bunu farkedemiyorlar mı?

Onların bu yolları şunu göstermektedir –bunu nerdeyse kesin bir inanç olarak ifade etmek istiyorum- onların hadisi kabul ya da reddederken kullandıkları ölçü ileri sürdükleri yöntemleri ile bağdaşan bir ölçü değildir. Aksine onların kullandıkları yöntem heva yöntemidir.

Ben bunu rastgele ve taassup neticesi söylemiyorum. Ben bunu onların sıhhati üzerinde ittifak edilmiş sahih hadisleri çokça reddettiklerini buna karşılık zayıf değil, hatta hadis imamları tarafından çoğunluğunun uydurma olduğu kesinlikle bildirilen hadislere sımsıkı yapıştıklarını çokça gördüğüme dayanarak bu sözleri söylüyorum.

Onların vardıkları bu karanlıklarda bu gerçekleri kendilerine gösterecek azıcık bir nur parıltısı dahi yöntemlerinde yok mu...

Bu delilini zikretmediğim bir ithamdır denilmesin diye burada onların kabul etmedikleri yahut sıhhatini şüphe ile karşılayıp batıl bir şekilde tevil edip yorumladıkları birtakım sahih hadislere işaret etmek istiyorum.

Onların reddettikleri yahut tevil ettikleri hadisler arasında şanı yüce Allah’ın kıyamet gününde mü’minler tarafından görüleceğini belirten hadislerdir. Bunları senedlerindeki zayıflık dolayısıyla değil, aksine ru’yeti inkar şeklindeki kanaatlerine muhalefetlerinden ötürü kabul etmiyorlar. Halbuki bu hadisler mütevatirdir. Bunları sahih, müsned ve sünen türünden hadisleri derleyenler rivayet etmişlerdir.10 Bunlardan birisi de Cerir b. Abdullah el-Beceli (r.a)’ın rivayet ettiği şu hadistir. Dedi ki: Peygamber (s.a) ile birlikte oturuyorduk. Ayın ondördüncü gecesi aya baktı ve şöyle buyurdu: “Sizler Rabbinizi ayan beyan göreceksiniz. Tıpkı şunu gördüğünüz gibi. Onu görmek için birbirinizin üstüne yığılmayacaksınız.”11

Yüce Allah’ın görüleceğine dair hadisleri yaklaşık otuz sahabi rivayet etmiştir.12 Bütün bunlara rağmen bu hadis mutezile tarafından kabul görmemiştir. Üstelik onlar bu hadisleri biliyor ve bunlardan haberdar bulunuyorlardı. Mesela mutezileye mensup Kadı Abdu’l-Cebbar yüce Allah’ın: “İhsanda bulunanlara daha güzeli ve daha da fazlası vardır.” (Yunus, 10/26) buyruğunu açıklarken şunları söylemektedir: “Bundan maksat haberlerde rivayet edildiği şekilde ruyet değil midir? sorusuna bizim cevabızım şudur: Bundan maksat sevabın arttırılmasıdır. Bu durumda ziyade (arttırılan) kendisine ziyade olunan türünden olur. Bu da 10 Bk. Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviye, s. 20911 Hadis muttefekun aleyhdir. (Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.) Hatta İmam Darakudni “Kitabu’r-Ru’ye” adını verdiği büyükçe bir kitap telif etmiştir. Burada önemli itikadi bu mesele hakkında ashab-ı kiram’dan gelmiş rivayetleri toplamıştır.12 Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviye, s. 210

89

Page 90: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

rivayet edilmiştir ve zahir olan budur. O halde onların (ruyeti kabul edenlerin) buna delil diye yapışmalarının anlamı yoktur. Hem onlara göre ruyet her türlü sevaptan daha büyük olduğuna göre nasıl olur da bu el-husna’ya yapılan fazlalık olarak kabul edilebilir.”13

İnkar ya da tevil ettikleri hadislerden birisi de şudur: “Ademoğullarından herbir doğana doğduğu vakit mutlaka şeytan dokunur. Şeytanın bu dokunmasından dolayı o da ağlayarak doğar. Meryem ve onun oğlu müstesna.” Bu hadisi Buhari, Müslim ve Ahmed –Allah onlardan razı olsun- rivayet etmişlerdir.14 Bununla birlikte Zemahşeri bu hadis ile ilgili olarak şunları söylemektedir15: “Herbir doğana doğduğu vakit mutlaka şeytan dokunur. Şeytanın ona dokunmasından dolayı ağlayarak doğar. Meryem ve oğlu müstesna” hadisine gelince bunun sıhhatini en iyi bilen Allah’tır. Şayet sahih ise manası şöyle olur: Herbir doğanı şeytan saptırmak ister ve bunu ümit eder. Meryem ve oğlu bundan müstesnadır. Çünkü onların ikisi de korunmuştur. Onların niteliklerinde olan kimseler de böyledir... Onun dokunmasından ötürü ağlayarak doğması ise şeytanın ondan ümit ettiğini bir canlandırma ve bir tasvirdir... Haşviyecilerin vehmettikleri şekilde dokunmanın ve dürtmenin gerçek manası ise kesinlikle kastedilmiş değildir.”

Zemahşeri önce hadisin sıhhatinde şüphe uyandırmaya çalışmış, sonra da batıl bir şekilde tevil ederek bunun bir canlandırma ve bir tasvir olduğunu ileri sürmüş, bütün hatadan korunan (masumlar)a istisnayı genelleştirmiş. Halbuki hadis bu korunmayı sadece Meryem ve oğluna (ikisine de selam olsun) hasretmiş bulunmaktadır. [Sonra da bunu böylece kabul edenleri tenkit etmiştir.]

Şimdi Zemahşeri’nin çelişkilerine ve tutarsızlıklarına bakınız.Mutezile (ve taraftarları) bunu da aşarak ashab-ı kiramı yalanlamaya

ve onları cerhetmeye kadar işi ileri götürmüşlerdir. Hatta daha da ileri giderek ashabın yaptıkları rivayet kendi usullerine muhalif ise işi onları sövmeye kadar götürmüşlerdir. Mutezileye mensup en-Nazzan, Abdullah b. Mesud (r.a) hakkında şunları söylemiştir: “O ayın ikiye bölündüğünü ve kendisinin de bunu gördüğünü iddia etmiştir. Bu ise hiçbir gizliliği bulunmayan açık bir yalandır.”16

Yine Semura b. Cundub (r.a) hakkında şunları söylemektedir: “Biz Semura’yı ne yapalım? Allah Semura’ya müstehakkını versin.”17,18

Bilgisizliği ve aklı birarada tutan metodiklik ile tutarsızlık iddialarını birlikte kullanan bu insanlar hakkında biz ne diyelim?

Onlar bütün bu hallerinde ne bir sünnete saygı duyuyorlar, ne de bir rivayeti tebcil ediyorlar.

Buna göre “akılcıların rasûlullah (s.a)’ın sünneti karşısında bayağı ve cüretkarlığa ve sünnete karşı haddi aşmaya hadis ehlinin ortaya koyduğu 13 Kadı Abdu’l-Cebbar, Tenzihu’l-Kur’an ani’l-Matail, s.17714 Hadis Buhari ve Müslim’de yer almaktadır. Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir. Hadisin sonlarında Ebu Hureyre şunları söylemektedir: Arzu ederseniz “ben onu da, soyundan gelecekleri de koğulmuş şeytandan sana sığındırırım.” (Al-i İmran, 3/36) ayetini okuyunuz.15 el-Keşşaf, I, 42616 İbn Kuteybe, Tevilu Muhtelifi’l-Hadis, s.2117 Hatip el-Bağdadi, Tarih-u Bağdad, XII, 176. Çağımızın Gazali’si de bizzat aynı yolu izleyerek bir grup ashab-ı kiram’a karşı cüretkarlık göstermiş ve onları diline dolamış, acı diliyle onları da sokmuştur. Bu konuda da herhangi bir şeyden çekinmemiştir. Bk. Humum-u Daiyeti, s.118 ile es-Sünne en-Nebeviyye, s.27 ve 12318 Menhecu’l-Medreseti’l-Akliyye, s.62-64. Kısmen tasarrufla.

90

Page 91: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

ve ümmetin müçtehidlerinin sıkı sıkıya bağlı bulunduğu kurallara aldırışsızlığa dayanan bir tutumları bulunmaktadır...

Onlar sünnete karşı cüretkarlıkları ve sadece Kur’ani nassları referans göstermeleri dolayısıyla neredeyse Kur’aniler gibidirler.19

İslami fırkalar (mezhepler) tarihinde açıkça zikredildiğine göre bu işi ilk yapanlar mutezilelerdir. Özellikle söylenecek olursa bu işi ilk yapan İbrahim b. Seyyar en-Nezzam diye bilinen şahıstır ve bunu bilerek yapmıştır.

O halde onlar müstesna ilim adamlarının dayandığı ve sünnetin toplanıp, tedvinine gereken ihtimamın gösterilmeye başlandığından itibaren yerleşmiş bulunan hadis kriterlerini aşıyor, hatta çoğunlukla onlar sahih hadisi reddederken, zayıf hadisleri kabul ediyorlar.

Hatta onların kuralları çiğneyip, temelleri yıkmadıkça hiçbir zaman ayakta duracak halleri bile olmamaktadır.

Onlar hadis terimleri ilmi için iki yeni kaide dahi uydurmuşlardır. Bunlardan birisi sahih hadisi reddetmek için “akli bakımdan şaz olma” illeti, diğeri ise zayıf hadisi kabul etmek için “nubuvvet nuru” kaidesidir.

Onlara göre akli bakımdan şaz olmak akla uygun düşmeyen sahih hadisi reddetmek demektir. “Nubuvvet nru” kaidesi ile kastedilen de hadisin uzman alimler tarafından alınmayıp, reddedilmiş olması demektir. Fakat bunlar üzerinde “nubuvvet nuru” bulunduğu gerekçesiyle bu hadis diye gelen rivayeti kabul ederler.”20

Hatta Huseyn Ahmed Emin bunlara yüce sünnet-i nebeviyyeyi reddetmek için sapıklıkta derin noktalara ulaşan bir kural icad etmiştir ki o da “sağlıklı düşünmenin reddettiği herşeyi reddetmektir.”21

Bu ise baştan beri doğru düşünmenin reddettiği reddolunması gereken bir kaidedir.

Her ne kadar bu kaideyi haddini aşan bir laik ortaya koymuş ise de bilimsel açıdan bu akılcı ekole müntesip herkes tarafından kullanılmakta ve kabul görmektedir. Hatta davetçi ya da İslamcıların sembollerinden olmakla nitelendirilen kimselerden bile böyle davrananlar vardır.

Bu kaide hakikati itibariyle kitabıyla, sünnetiyle, dinin tamamını havaya uçurmaktır. Çünkü bu kaide sünnetin yüzeysel, maddi bakış açısına boyun eğdirilmesi ve buna bağlı olarak aklen uygun görülen şeylerin kabul edilmesi anlamına gelir. Onun tutarsız iddiasına ve ifadesine göre “sağlıklı düşünmenin reddettiği” şeyleri reddetmektir.

Bu daha önceden de söylediğimiz gibi “sünneti” yıkmaktır, sünnetin belirgin kilometre taşlarını “akılcılık” adı altında ortadan kaldırmaktır. Şeriatin sabit nasslarında beyni etkin hale getirmektir.

Hatta bu yolla nasslar ile ilişkiyi kurmak sonunda bizatihi Kur’an-ı Kerim’i inkara kadar götürür. Çünkü Kur’an-ı Kerim pekçok olağanüstü hadiselerden ve gaybi hususlardan sözetmiştir. Eğer biz bunları bu gaybi bakış açısına göre ele alacak olursak bizatihi Kur’an-ı Kerim’i dahi reddederiz.

Aşırı bir cehalet sonucu beşeri bilginin kaynaklarından muayyen birisi olan akla taassupla sarılan ve diğer kaynaklara onu musallat kılmak 19 Mutezile’nin sünnete karşı tutumu ve bunun Kur’aniyyun ile ilişki boyutu için bk. Hadim Hüseyin İlahi, el-Kur’aniyyun ve Şubuhatuhum Havle’s-Sünne, s.88-9820 el-Aklaniyye Hidayetun em Ğıvaye, s.11921 Delilu’l-Müslimi’l-Hazin, s.70 ve Katar ed-Davha dergisi ocak 1983

91

Page 92: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

isteyen, bunu yaparken de maddi eğilime yahut mücerred akılcılığa uymak isteyen yöntemle ilgili bu köklü yanlışlık esasen pekçok kimseyi bütünüyle nebevi sünneti bir kenara bırakacak noktaya kadar götürmüştür. Hatta Kur’an-ı Kerim’i uydurma ve zorlama bir şekilde tefsir etme çabası ile bizatihi Kur’an-ı Kerim’e bile el atılmış ve onun da aklın mantığına ve deneysel sonuçlara boyun eğdirmeye kalkışmışlardır. Böyle bir şeyi yapabilmek dinin gaybi hükümlerini inkar etmedikçe kimse için mümkün olamaz.

Bizlerin herşeyden önce şunu teslimiyetle kabul etmemiz gerekir: Yalnızca itikadi hususlarda yahutta sadece Kur’an-ı Kerim’de değil, hatta sünnet-i seniyyede bile aklın yanına yaklaşamayacağı bir alan vardır. Aklın ancak belli bir oranda faal olabileceği bazı ufuklar vardır. Herhangi bir şer’i nassın rekabeti sözkonusu olmaksızın yalnızca aklın faaliyet gösterebileceği bir başka alan daha vardır. Bu alanda şer’i nassların faaliyet alanı sadece cüz’iyyatına ve tafsilatına müdahale etmeden surete dair genel bir çerçeve tesbit eden bazı genel kaidelerden ibarettir.”22

Hatta biz bu bilgisiz akılcıları susturmak üzere şunları söylüyoruz23

“Niçin Kur’an-ı Kerim’e de aklın egemenliğine boyun eğdirmiyoruz. Çünkü –akılcıların ve taraftarlarının iddia ettiği üzere- belli sayıdaki birtakım ayetlerde deneysel ilimlere aykırı olmak noktasında sünnet ile ortak bir tarafı vardır. Son zamanlarda kimi felsefe hocaları bu kabilden birtakım istekler ortaya atmışlardır. Eğer sünnette olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’e de akıl mantığına boyun eğdirmeyecek olursak biz nasıl ona gösterilmeye başlanan güveni koruyabileceğiz.24

Şüphesiz ki nasslarla ve özellikle kabul edilmesi noktasında içtihada dayalı birtakım ölçülere tabi olduğundan ötürü hadis nassları ile ilişki kurmanın küçüklerimizin de, büyüklerimizin de bezenmesi gereken bir edebi, bir ahlakı vardır:

Herhangi bir hadisi ele almadan önce ümmetin tümünün kabul ile karşıladığı hadis ilimlerinin tedvininden itibaren usül olarak ittifakla kabul ettikleri kaidelere göre verdikleri hükümlerde güvenilir ve adaletli olduklarını ümmetin ittifakla kabul edip, güvendiği ilim ehli uzmanlarının görüşlerinden hareketle hadisin subutundan ve senedinin sıhhatinden öncelikle emin olmak gerekir.

Akılcılardan birden çok kimsenin iddia ettiği gibi bu bizim onların hükümlerini kutsal kabul etmemiz demek değildir. Aksine onların bu hükümlerinin fiili değeri, ümmetin bu hüküm ve esasları kabul ile karşılamasından gelmektedir. Hadis ilminin esasları da uzunca devam eden bu zaman boyunca ortaya konulmuştur. Ümmetin önder ilim adamlarının ve imamların ileri gelenlerinin bu hükümleri kabul etmesi de bu fiili kıymeti kazandırmaktadır. Bu şekilde bunları kabul ile karşılayanlar ise akıl, ilim, vera ve itibarlarıyla kabul görmüşlerdir. Dört mezhep imamı Buhari, Müslim, İbn Hacer, Kastalani, Beğavi, Zehebi, İbn Kesir, İbn

22 el-Aklaniyye, s.5023 Dr. Ahmed Abdu’r-Rahman, Esatiru’l-Muasirin, s.133. Kısmen tasarrufla24 Çünkü bizatihi bu akılcıların sünnete karşı açıklamalarında gösterdikleri gerekçe ve uyandırmak istedikleri şüphelerde ve reddiyelerinde kullandıkları ifadelerdir.Bu gerçekten karşı delilleri çürüten bir delildir. Bizim ilim adamlarımız onlar için kaçılacak bir delik bırakmamışlardır. Böyle bir yer görmüşlerse mutlaka onu ilmin kaide ve usulleriyle kapatmışlardır.

92

Page 93: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Teymiye, İbnu’l-Kayyim (Allah hepsinden razı olsun) gibi hadis alimlerinin büyükleri gibi.

Aynı şekilde bizim de görevimiz metne, muhtevasına ve sıhhatine –senedin subutundan sonra- bakmaktır. Bunu da aynı şekilde ümmetin alimlerince benimsenmiş sahih ilmi ölçülere uygun olarak yapmalıyız.

Burada şuna da işaret edelim. Çağdaş akılcılardan ve arkalarından gidenlerinden bazıları oryantalist yöntemlerin yalanlarının peşinden giderek soğuk bir yalan ortaya atmışlar, daha sonra da kendileri de –Nasreddin hocanın ziyafeti misalinde olduğu gibi- bunu tasdik etmişler, onunla birlikte küçük akıllı ve beyinliler de bunu tasdik etmişlerdir.

Bu yalanın muhtevası şudur: Güya hadis alimleri bütün çabalarını kalıp üzerinde yahut kap üzerinde yani isnad üzerinde yoğunlaştırmış, muhtevayı yani metni ihmal etmişlerdir.

Bana göre bunu ancak bir gafil yahut başkalarını istismar eden birisi ya da cahil bir kimseden başkası söylemez.25

Hadis ilimlerini bilen bu alanda uzmanlaşmış kimseler seleften olsun, haleften olsun hiçbir zaman metne hiçbir şekilde senetten daha aşağı ihtimam göstermiş değillerdir:

Böyle olmasaydı niçin şaz hadislere dair kitaplar yazdılar.Niçin ilel ile ilgili kitaplar yazdılar?26

Niçin nasih ve mensuha dair telifler yaptılar?Niçin muhtelifu’l-hadis ve müşkilu’l-asara dair kitaplar yazdılar?Neden garibu’l-hadise dair kitaplar yazdılar?Bütün bunlar muhtevaya yani metine gösterilen ihtimam değil

midir?”27

İlim taliplerinden çağdaş araştırmacı ve incelemecilerden bir kesim çürütülmeye mahkum bu şüphenin tutarsızlığını ortaya koymaya kalkışmış ve bu hususta bağımsız eserler telif etmişlerdir. Bunlardan birisi de Dr. Muhammed Lokman es-Selefi’nin: “İhtimamu’l-Muhadissin bi Nakdi’l-Hadisi Seneden ve Metnen ve Dahdu Mezaimi’l-Müsteşrikıyne ve Etbaihim: Muhaddislerin hadisin sened ve metin tenkidine gösterdikleri önem ve oryantalistlerle onlara uyanların iddialarının çürütülmesi” adlı eseri olup kitap yaklaşık altıyüz sahifedir. Bir diğer kitap da Dr. Müshir Garbullah ed-Dümeyni’nin “Mekayisu Nakdi Mutini’s-Sünne: Sünnet (hadis) Metinlerinin Tenkidinin Ölçüleri” adlı kitabıdır. Bu da hacim itibariyle bir önceki kitap kadardır.

Bizzat bu hususta Dr. Mahmud et-Tahha’nın, Dr. Necim Halef’in ve başka bir çoğunun yazılmış başka eserleri de vardır.

Bütün bunlardan sonra bir oryantalist ya da akılcılık taslayan birisi kalkıp şöyle diyebilir mi: Şu ümmetin uzun bir süre ihmal ettiği gediği kapatmak için akıllarını kullanan bu kesim gelinceye kadar muhaddislerinde müşahhas ifadesini bulan bu ümmetin nakledilen rivayetlerin metinlerini incelemeyi ihmal etmiştir denilebilir mi?

Seni hertürlü eksiklikten tenzih ederiz Rabbimiz. Bu şüphesiz ki pek büyük bir iftiradır. Bu gibi kimselerin sünnete karşı tutumlarını gerçek şekliyle ortaya koyan bu kapsamlı seyahatten sonra Ezher müntesibi Muhammed el-Gazzali’nin sünnete davet edenlere ve hadis ehline karşı 25 İşte bunların akıllarının gerçek şekli budur. Onlar cehaletlerine gömülmüş bilgisizlerdir.26 Buna ve bundan öncekilere dair açıklamaları sened ve metin olmak üzere iki türe ayırmışlardır.27 el-Aklaniyye, s.52-53

93

Page 94: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

yaptığı şu kızgın şiddetli ve fırtınalı hucuma bir bakalım. Bu sünnet ve hadis ehli Allah’ın lütfu keremiyle heva ve bid’at ehlinin mücerred görüşlerinin arkasından giden ve cehalet içerisinde bulunan akılcılarla onların taraftarlarının uykularını onlara verdikleri cevaplarla ve onlardan sakındırmaya yönelik açıklamalarıyla kaçırmışlardır. Yüce Allah’ın kendisini affetmesini dilediğimiz bu Ezherli ilim adamı apaçık bir heyecan ve galeyana gelmiş bir üslupla “Düsturu’l-Vahdeti’s-Sekafiyye...” (s.196)’de özellikle bu gibi kimselere hitap ederek diyor ki:

“Sizler hücum eden arılar gibi etrafa yayılıyorsunuz. Nebevi hadis ve sünneti savunmak adına şunu bunu sokuyorsunuz. Bizler şunu biliyoruz ki sizin atalarınız İslam birliğini savunmak adına Ali’yi öldürdüler. İslami nezaheti savunmak adına Osman’ı öldürdüler. İslam adaletini savunmak adına Ömer’i öldürdüler. Ey yılanların çocukları ne zamana kadar İslam için yaşayan, onun zaferi için cihad eden kimseleri vurmak amacıyla İslam perdesi arkasında gizlenmeye devam edeceksiniz.28 Ve sizler bu gibi kimselere karşı kimin adına bu kimleri kalplerinizde gizliyorsunuz. Onları musibetlere düşürmek ve yönetimleri aleyhlerine kışkırtmak için gayret ediyorsunuz?”

Orada ve belirtilen yerdeki sözleri bunlar. Aynı kitapta ve belirttiğimiz yerden yaklaşık altmış sahife önce (s.133) şunları şöylemektedir:

“Fer’i teşrilerde bakış açılarının farklılığı insani ve İslami bir hakikattir. Ondan kaçınmaya imkan yoktur. Kanuni eksenler etrafında küçük büyük çeşitli ekollerin ortaya çıkmasının da bir kusuru yoktur, ondan dolayı bir kötülük de sözkonusu olmaz.

Peki ne diye –Allah hidayet veresice- sağ eliyle yazdıklarına soluyla muhalefet ediyor.29 Fakat onun bu muhalefeti küçük ya da büyük her türlü ekole karşı değildir. O sadece hadis ehline ve sünnet ehline muhaliftir.

Hatta hristiyanlar bile onun tarafından kabul görmektedirler. O (Mısır Patriği) Şunude’yi “kıpti kardeşlerimizin dini başkanı aziz kardeşimiz”30

diye nitelendirmektedir.Hasadu’l-Gurur (s.168) kitabında da kardeşlik açısından bir fark

görmeyerek “müslüman kardeşlerimiz... ve mesihi kardeşlerimiz” demektedir.

Rafızilerden sözetmesi, onlara karşı yumuşaklığı, onlarla güzel ifadeler kullanarak konuşmasına gelince... Bu konuda istediğini söyleyebilesin.

O halde onun hadis ehli ve sünnet sahiplerine karşı kullandığı ifadeleri bizzat nebevi sünnete karşı yöntemi ile alakalı bir konumunu

28 Kardeşimiz Selman el-Uğde hocaefendi Hivaru’n-Hadi, s.82’de bu sözler ile ilgili olarak şu notları düşmüştür: “Bu adamları vurmak için gizlenip saklananlar acaba kimlerdir? Nebevi hadise ve nebevi sünnete müntesip olan kimselerin vurdukları bu adamlar kimler oluyor. Acaba şeyh Gazali bu sözlerle bizzat kendisini mi kastediyor, yoksa başkasını mı? Bize bunların kurbanlarından birisinin adını versin.Bizler sünnet ve hadis bilginlerinin başkalarına ajanlık yaptıklarını bilmiyoruz. Bizim bildiğimiz bizzat onların pekçok ülkede türlü tazyiklere maruz bırakıldıklarıdır. Şöhretten istifade eden diledikleri gibi konuşmak için medya imkanları kendilerine sunulan, türlü makam ve mevkilere getirilen, insanlara fetvalar veren diğerlerinin durumunun tam aksi haldedirler.”29 O bizzat aynı kitapta (s.231) şunları söylemektedir: İnsanları itham etmekte, onların önderini methelemekte acele etmek din değildir. Hataları düzeltmekte hikmetli davranmak istenen bir şeydir.”30 Hivaru’n-Hadi, s.77

94

Page 95: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

aksettirmektedir. O düşüncelerini bu yöntem üzerine bina etmiş, aklını bunun üzerine temellendirmiştir.

Çünkü “sünnet-i nebeviyye” hakkında işi gevşek tutmakta Gazzali bugüne kadar bazı hadislerin bir sahabinin yahutta bir diğerinin delaleti hususunda muhalefetine rağmen hadis kitaplarında nasıl var olduğuna hayret ettiğini ortaya koyacak boyuta ulaşmıştır. Bu da şu demektir: Eğer iş ona kalsaydı, o bu hadisleri sünnet kitaplarından kaldıracaktır. Bu ise hoca efendinin hadis-i şerif hakkında adına konuştuğu kesimin hadis-i şerif anlayışı ve tasavvurundan ötürü rahatsız edici bir tavırdır. İş onların eline geçecek olursa yahutta onların gücü yetecek olursa sünnetin nelerle karşılaşabileceğini ortaya koymaktadır.”31 Allah buna fırsat vermesin.

“Gerçek şu ki Gazali’nin sünneti ele alışındaki bu gelişigüzellik ve ondan bu şekilde sözetmesi hadise karşı tutumu ile ilgili anlayışını şekillendiren ifadelerine kadar uzanmaktadır. Onun kullandığı bu ifadeler hakkında kesinlikle şunu söylüyorum ki bunlar çoğu zaman haktan, doğruluktan uzaktır, ilmi zevkle ilgisi yoktur.

Buna örnek olmak üzere fukahanın sünnete karşı tutumu ile ilgili söylediği şu sözleri ele alalım:

“İslam fıkhı imamları geniş bir içtihada uygun hükümleri tespit ediyorlardı. Bu tespit önce Kur’an-ı Kerim’e dayanıyordu.32 Eğer rivayetler yığınında onunla uyuşan birşeyler bulurlarsa kabul ederler, değilse zaten Kur’an’a uymak öncelikli bir şeydir.”33

Okuyucunun tekrar uzun uzun “rivayetler yığını” ifadesi üzerinde düşünmesini, sonra da kendisine şunu sormasını rica ederiz. Acaba bu gibi tabirler rasûllerin en şereflilerinin sünneti hakkında kullanılması yakışık alır mı?

Şüphesiz “yığın” tabiri basit bir tabir değildir yahut donuk bir sözlük kelimesi de değildir. Artık bu birtakım imalar ve birtakım imalar ihtiva eden fikri bir terim haline gelmiştir. Bu “aşağılayıcı” bir anlam ve kendisiyle alay edilen şeyler hakkında önemsenmeyen, küçük görülen, değeri az olan yahut hiç değeri bulunmayan şeyler için kullanılır. Şüphesiz “yığın” ifadesi sünnet-i seniyeyi anlatmak için hiçbir şekilde kullanılmamalıdır.

Elbetteki İslam teşriinde sünnetin yerini “objektif (tarafsız) bir zayıflatma”ya dikkat etmeyecek olursa bu kadarla yetinilir. Çünkü o teşrii fukahaya nispet ederken –ki ona göre bunların kimler olduklarını bilemiyorum- öncelikle Kur’an’a dayandıklarını, sonra da onunla uyum arzeden hadisleri araştırdıklarını söylemektedir.

Peki bu söyledikleri nerede, nassların arasını telif etmek ile ilgili kaideler nerede?

Mutlakı kayıtlayan, umumi ifadeyi tahsis eden, mücmeli beyan eden kaideler nerede?

Hatta Rasûlullah (s.a)’ın: “Dikkat edin şüphesiz Rasûlullahın haram kıldıkları, Allah’ın haram kıldıkları gibidir.”34 hadisi nerede bu sözler nerede?31 Cemal Sultan, Ezmetu’l-Hivari’d-Dini, s.4532 Kur’aniyyun ile gizli laiklerin sünneti yıkmak ve onun ilmiklerini çözmek üzere dayandıkları ve tersyüz edilmiş yöntem budur. Fakat: “Muhakkak Rabbin görüp gözetlemektedir.” (el-Fecr, 89/14)33 es-Sunnetu’n-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkhi ve Ehli’l-Hadis, s.1834 Ezmetu’l-Hivari’d-Dini, s.47-48’de kısmen tasarruf ile. Hadisi Tirmizi, 2801; İbn Mace, 12; Darimi, 592; Ahmed, IV, 132 ve başkaları sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

95

Page 96: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bu kitabın birçok yerinde daha önce Gazzali’nin35 ve sünnete aldırış etmeyen diğerlerinin birtakım ifade ve tabloları sözkonusu edilmişti... Bunlar sünnet ile ciddi olmayan bir şekilde ve uzayıp giden bir yüzsüzlükle sürdürüp gitmişlerdir. Bu onların bu husustaki yetersiz bilgilerini, kısa görüşlülüklerini, doğru yoldan uzaklıklarını ve hak yoldan sapmalarını göstermektedir.

Bizler onların konumlarını açığa çıkarmakta, sapmalarını gözler önüne serip üzerindeki perdeleri kaldırmakta daha ileriye gitmeyeceğiz.

“Şunu belle ki –korunasıca- ayağının altında büyük bir gedik açtımBuna nice insanlar yuvarlanıp gitmiştir.”Şu beyitin sahibine -ufak değişiklikten dolayı özür dileyerek- Allah

rahmet eylesin diyoruz:“Söylenen söz sahibini ele verirKaralanan satırların da müstensifleri ve yazıcıları vardır.”Allah rahmet edesice imam, hafız, muhaddis Şemsu’d-Din ez-

Zehebi’nin şu altın değerindeki öğüdüne dikkat ediniz. Merhum Zehebi bunların akılları dünyaya gelmeden asırlarca önce vefat etmişti. Rahmetlik sünnet ve hadis yolundan gidenleri yönlendirerek fakat onların yollarını haksızca izleyip onların kılıklarına bürünenlerden de sakındırarak şunları söylemektedir:

“Muhaddisin görevi eda ettiği (rivayet ettiği) hususlarda vera sahibi olması, marifet ve vera sahibi kimselere rivayetlerinin izahı konusunda kendisine yardımcı olmaları için yardım istemesi gerekir. Haberleri nakledenleri tezkiye ve cerh eden arif bir kimse ve maharetli bir kimse olabilmenin tek yolu sürekli ilim talep etmek ve bu hususları tetkik etmek, çokça müzakerelerde bulunmak, geceleri uykusuz geçirmek, uyanık kalmak, iyice kavramak, bununla birlikte takva, sağlam bir din ve insaf sahibi olmak36 ilim adamlarının37 meclislerine çokça gidip gelmek, araştırmak ve iyice bellemekten başka bir yolla gerçekleşemez. Şayet bunları yapmayacak olursan:

“Sen (hadis) yazmayı bırak, onunla bir ilgin yok. İsterse yüzünü mürekkeple simsiyah et.”Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline

sorun.” (el-Enbiya, 21/7) Ey bu yola koyulan kişi şayet kendinde bir anlayış, bir samimiyet,

dine bağlılık ve vera görüyorsan bu yola koyul, değilse kendini hiç yorma.Eğer heva ve herhangi bir görüş ya da bir mezhebe taasupla bağlılık

sana galip gelirse Allah için kendini hiç yorma.38 Eğer sen karıştıran ve rasgele anan Allah’ın sınırlarını ihmal eden birisi isen bizden uzak kal, rahatımızı bozma. Çünkü kısa bir süre sonra gizli olanlar açığa çıkar, sahte karışımları olanlar açığa çıkar.

“Kötü düzen ise ancak sahiplerini kuşatır.” (Fatır, 35/43)...35 Gazzali’nin sünnete karşı konumu ile ilgili olarak söylenecek sözler dallı budaklıdır. O Fıkhu’s-Siyre, (s.9-13)’de hadisin mukaddimesinde belirttiği gibi katıksız zihni birtakım ölçüler dolayısıyla bazan sahih bir hadisi reddedebilmekte, zayıf bir hadisi kabul edebilmektedir. Böyle bir yöntem kesin olarak onun muhaddislerin ortaya koydukları kaideleri yıkmasını, onların üsullerini bozmasını gerektirir. Böyle bir yanlışlığın –geçen açıklamalardan fazla olarak- reddedilmesi için bk. Selahu’d-Din Makbul Ahmed kardeşimizin Zevadiun fi Vechi’s-Sünne, s.177-190 ile Ahmed el-Uleymi ba Vezir’in Merviyyatu Gazvet-i Bedr, s.47-52’ye bakınız.36 Acaba akılcılar nerede, bu üstün sıfatlar nerede?37 Alim diye bilinmeyen fakat alimlik taslayanlar değil?38 Ey hak ve hak ehli dolayısıyla kalpleri daralanlar bu da sizedir.

96

Page 97: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

YEDİNCİ BÖLÜM

SELEF İLE AKIL VE NAKİL

Açık İslami aklın özelliklerinden birisi de onun “kendisine yabancı olan hertür unsuru kabul etmeyişidir. İsterse bu unsur yabancı düşünme şekillerinin gerektirdiği ıstılahlardan anlatımı kolaylaştıran bir ıstılah olsun. Çünkü herbir ıstılahın belirli bir tarihi ve bu tarihten kaynaklanan belirli birtakım çağrışımları, ilhamları vardır. Onu bu etkenlerden soyutlayıp yeni bir yere yerleştirmek imkansız bir şeydir.”1

Fakat bu üstün özelliğin gelişigüzel bir kenarda bırakılması caiz değildir. Bunu rabbani tezkiye ve Peygamber (s.a)’ın bu ümmetin birinci nesline övgüleri ışığında anlaşılması gerekmektedir. Çünkü o nesil uyulacak örnek bir nesildir. İnsanların en hayırlılarının dili ile hayırlı olduklarına dair tanıklık edilmiş bulunan üç neslin birincisidir.2

Kesinlikle kabul edilen hususlardan birisi de onların hayırlı oluşlarının içi boş bir zamanda hayırlı olmaları değildir.

Aynı zamanda onlar sadece bir mekan itibariyle hayırlı değildirler.Üçüncü olarak renkleri, cinsleri ya da bedenleri dolayısıyla da hayırlı

değildirler.Onların hayırlı oluşları bir anlama, bir düşünme hayırlılığıdır. Yöntem

ve yol itibariyle hayırlılıktır, yaşayış ve istikametleri itibariyle hayırlı oluştur.

Şanı yüce Allah’ın yüce ve üstün bir tanıklık ile kitabında onların hakkında söylediği de budur:

“Kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere karşı gelir, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü o yolda bırakır ve cehenneme atarız. O ne kötü bir dönüş yeridir.” (en-Nisa, 4/115) Mü’minlerin imanı ancak onların imanına uygun ve onun gibi gerçekten olabildiği takdirde kabul edilebilir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Artık eğer onlar da sizin buna iman ettiğiniz gibi iman ederlerse muhakkak hidayet bulurlar.” (el-Bakara, 2/137)

Bundan dolayı onlara tabi olmak, onların yolundan gitmek, onların yöntemlerini izlemek bir görevdir.3 Bu konuda da yüce Allah şöyle buyurmaktadır:1 Seyyid Kutub, Hasaisu’t-Tasavvuri’l-İslami, s. 1072 Bu aynı zamanda Peygamber (s.a)’ın bir buyruğudur: “İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler...” Bu mütevatir bir hadistir. Bk. Nazmu’l-Mütenasir, no: 2403 Turabi ve taraftarlarına rağmen bu böyledir. Bk. Dördüncü bölümde onunla ilgili pasajlar

97

Page 98: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

“Muhacir ve ensarın ileriye geçen ilk (önder)leri ile onlara güzellikle uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da ondan hoşnut olmuşlardır. Bunlar için orada ebediyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu en büyük kurtuluştur.” (et-Tevbe, 9/100)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “O sadikuna (ileri geçenlere) gelince, onlar önde gidenlerdir ve onlar yakınlaştırılmış olanlardır.” (el-Vakıa, 56/10-11)

“İlim ve akıl ehli şunu bilirler ki önden giden, öne geçen geride kalandan daha faziletlidir. Uyan kendisine uyulandan daha alt mertebededir. Şanı yüce Allah insanları birbirlerine kan bağları dolayısıyla yahut yüz güzelliği, güzel kılık kıyafet ve mal çokluğu sebebiyle birbirlerine üstün kılmamıştır.

Onlar bunlar sebebiyle birbirlerine üstün olsalardı, onun nezdinde öğülmeleri sözkonusu olmazdı. Çünkü böyle bir işin onlarla ilgisi yoktur ve bu onların yapacakları bir iş de değildir.

Bu yolla onların üstünlüğünün derecelerde sözkonusu olduğunu, fazilet farkının ilahi mevkilerde sözkonusu olduğunu anlamış oluyoruz. Bu da ancak imanın fazileti, yakîni kuvveti ile ve buna temiz kalplerden gelen temiz ameller ile samimi niyetler ile yarışmakla gerçekleşir.”4

Akılcılar bütün bu apaçık değerlerden –ve buna benzer daha pek çoğundan- yüz çevirmişler, selefin yoluna dönmeyi, onların semtine uğramayı pek büyük bir tehlike ve çok büyük bir kötülük olarak değerlendirdiler.

Muhammed Umara, Tahaddiyat leha Tarih (s.233)’de akılcı akımının yöntemini şöylece nitelendirmektedir: “Selef toplumuna geri dönmeye davet etmez. Çünkü tehlikesi ve zararı bir tarafa bunun imkansız olduğunu da idrak eder.”

Hatta Hüseyin Ahmed Emin bu ümmetin ilk neslini yüzsüz ve dindarlık vasfı oldukça az bir takım ifadelerle –ama kendisince müsamahakar ifadelerle- “salih diye nitelendirilen selef”5 diye sözetmektedir.

Gazzali’nin birkaç sahabiye ve diğerlerine dil uzatmasına dair örnekler fazla uzakta kalmadı.6

Bu –kendisinden öncekiyle birlikte- aklın cinayeti ve batıl bir gerekçe ile üstünlük taslaması ve aklın doğru yerine oturtulmamasının bir neticesidir.

Selef-i salih bu esas ilkeyi oldukça sağlam bir şekilde ve bütün geniş çerçevesiyle kuşatmıştı. Onlar bundan hareketle kesin olarak şunu öğrenmişlerdi: “Din aklın neyi gerektirdiğine bakmadan tam anlamıyla itaat ve teslimiyettir. Çünkü akıl sünneti kabule götüren şeydir. Sünneti devre dışı bırakmaya götüren ise cahilliktir, akıl olamaz.”7

Şimdi o selefin –Allah onlardan razı olsun- bu pek büyük esası uygulamalarına ve nasıl bu esas dolayısıyla kalblerinin genişlediğine ve akıllarının bunu huzurla kabul ettiğine bir bakalım:

4 İbn Batta, el-İbane an Şeriati’l-Fırkati’n-Naciye, II, 7365 el-Aklaniyye adlı eserin müellifinin (s.81)’de naklettiği gibi6 Daha önce altıncı bölümde geçen açıklamalara bakınız. Buna dair açıklama görülecektir. Ayrıca bu husus Rabi b. Hadi hocaefendinin Keşfu Mevkıfi’l-Gazzali mine’s-Sünneti ve Ehliha, s. 17-20’de ona bir tenkit vardır.7 el-Asbahani, el-Hucce fi Beyani’l-Mehacce, II, 509

98

Page 99: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Buhari ve Müslim’in Abdullah b. Muğaffel’den rivayetlerine göre o şöyle demiştir: Peygamber (s.a) küçük çakıl taşlarını parmak uçlarıyla atmayı yasakladı ve şöyle buyurdu: “Çünkü böyle bir taş ile ne bir av avlanabilir, ne de bir düşmana zarar verebilir fakat gözü çıkartabilir, dişi kırabilir.” Bir adam Abdullah b. Muğaffel’e: Bunun zararı ne ki diye sorunca şu cevabı vermiştir: Ben sana peygamberden (Allah’ın salât ve selamı ona olsun) hadis naklediyorum, sen bunda bir zarar yok diyorsun. Allah’a yemin ederim ebediyyen seninle konuşmayacağım.

Aklıyla itiraz eden şu kişiye bakınız. Sahabi ona nasıl davrandı ve ona nasıl karşılık verdi.

Üstelik onun itirazı bir bakıma edeplice idi. Yirminci asrın akılcılarının yüzsüzlüğünü taşımıyordu. Öyle ki bunlardan herhangi birisi Buhari’nin ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadisi kesinlikle reddedebiliyor. Buna sebep ise hadisi anlayamamış olması ve onu gereği gibi kapsamlı bir şekilde kuşatamamış, kavrayamamış olması ama buna sebep onun aklının kusuru ve cehaletinin ileri derecede olmasıdır.

“Ey basiret sahipleri ibret alınız. Bu akıllı, efendi, hayırlı ve takva sahibi, kalpleri iman gayretiyle dolup taşmış, dinlerini alabildiğine kıskanan bu kimseler ile bizlerin kendilerinden ve aralarından olup çıktığımız böyle insanların bulunduğu bir dönem arasındaki fark çok büyüktür.”8 Bunlar mücerred akıllarıyla sünnetleri reddetmekte, boş vehimlerle devre dışı bırakabilmektedirler.

Aklıyla itiraz eden ile imanı ve yakini ile teslimiyet gösteren arasındaki bu karşılaştırma insaf sahibi ve hidayet bulan herkese çok açık bir şekilde şunu göstermektedir: “Akıl iki türlüdür. Bir akıl ilahi tevfike mazhar olmuş, diğer bir akıl ise yardımsız bırakılmıştır:

İlahi tevfike mazhar olan akıl sahibini kendisine itaat olunması, hükmüne bağlanılması, ondan gelenlere teslimiyet gösterilmesi, emrine muhalefet eden, yasağına uygun olan şeylere iltifat etmeyip, terkedilmesi farz olanın emrine uygun hareket etmeye davet eder. Bunun için de emrin ya da yasağın sabit olması dışında herhangi bir gerekçe talep etmez.9 Bu böylelikle emre tabi olmak ve nehiyden kaçınmakla mutlu olur.

Yardıma mazhar olmayan akla gelince, o derinliğine anlamak isteği dolayısı ile yüce Allah’ın sonsuz bir hikmet gereği bilgisini kendisine sakladığı, insanların kavramalarının önüne perdeler çektiği bilgiye ulaşmak ister. Böylelikle onun gaybını idrak etmekten aciz olduklarını anlasınlar ve itaatle emrine teslim olsunlar, meleklerin söyledikleri gibi: “Senin bize öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz.” (el-Bakara, 2/32) desinler.

Aklın kendilerini doğruya ileteceğini iddia eden bu kesimler farklı yollara ayrılmış, değişik hevaların peşinden gitmiş, şeytan onları oyuncak haline getirmiş, batılı kalplerine süslü göstermiştir. Bundan dolayı yakînin verdiği huzura erememiş, dosdoğru yola ulaşamamışlardır.

Kitap ve sünnetin zahir buyruklarına muhalif olan tevillerdeki aşırılıkları ve onların kitap ve sünnetin zahirini bırakıp, batıllarını güçlendirmek, zayıf kalplere onu daha bir yakın gösterebilmek için allı

8 İbn Batta, el-İbane an Şeriati’l-Fırkati’n-Naciye, I, 259-2609 Ey hakkı araştıran kardeşim şeriatın kitap ve sünnetteki emirlerini kabul etmenin sağlıklı yöntemi işte budur. Hükümlerin illetleri yahut meşruiyetin hikmetleri diye adlandırılan hususlara herhangi bir şekilde itibar etmeden. Çünkü bunlar çoğunlukla katıksız akli hususlardan olup, hatası da yine çoğunlukla doğrularından daha fazladır.

99

Page 100: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

pullu sözlere ve aldatıcı ifadelere yönelmeleri üzerinde düşünecek olursak, hakkı apaçık görür ve doğru netlik kazanır.

Onların attıkları temellere iltifat etmemeli, onların allayıp pulladıklarına aldırmamalıdır. Kitabın nassına ve sahih hadisin zahirine bağlanmak gerekir. Çünkü şer’i hükümlerin esasları onlardır. O zaman dosdoğru hidayet üzerinde dururuz.”10

Şimdi bu akılcılar Buhari ve Müslim’de rivayet edilen11 Muaze’den gelen şu hadise dikkat etsinler. O Aişe (r.anha)’a: Niçin ay hali olan kadın orucu kaza ediyor da namazı kaza etmiyor diye sorunca, Aişe (r.anha) ona şu cevabı verdi: Sen Haruralı12 mısın? Muaze: Hayır ben Haruralı değilim fakat sadece soruyorum deyince, Aişe (r.anha) şu cevabı vermiştir: Bizden herhangi birimiz Rasûlullah (s.a) ile birlikte (hayatta iken) bu hal isabet ederdi. Bize orucu kaza etmemiz emrolunduğu halde, namazı kaza etmemiz emrolunmazdı.

Ben katıksız bir akıl ile soruyorum: Bu iki husus arasındaki fark nedir?

“Şayet doğru söyleyenler iseniz bana bir bilgiye dayanarak haber verin?” (el-En’am, 6/143)

Fakat mü’minlerin annesinin verdiği cevap bu husustaki hertürlü tartışmayı keser ve bu sadece “emrolunulduk...” ile “emrolunmazdık”den ibarettir.

Diğer taraftan zabt-u rabt altına alınmış yöntem ifade eden bu cevap sadece bu mesele ile mi alakalıdır, yoksa bu aklın aksini vehmettiği yahutta eksikliği ve basitliği dolayısıyla içinden çıkamadığı herbir hususu kapsayan ilmi, fikri ve uygulanabilir bir tarzmıdır?

Bunun şüphesiz ve tereddütsüz olarak zabt-u rabt altına alınmış bir yöntem olduğunda şüphe yoktur.

Öyle değilse akılcılar arasından hala müslüman kalmaya devam edenler bize şunu söylesin:

“Cunupluk ile küçük abdest arasındaki fark konusunda aklın kat’i direktifi nedir?

Birincisi (nde çıkan sıvı) temiz olmakla birlikte guslu gerektirir. İkincisinde ise çıkan necaset olmakla birlikte abdestten daha fazla bir şey gerektirmiyor. Üstelik her ikisi de aynı yerden çıkmaktadır. Akşam ile yatsı namazları arasında kesin akli fark nerededir? Her ikisi de geceleyin kılınır fakat birincisinin farzı üç rekat, ikincisinin dört rekattır.

Hatta bir gece ve gündüz içerisinde kılınan beş vakit namaz arasında akıl bakımından fark nedir? Bu namazların ikisinde kıraat gizlidir, üçünde kıraat açıktandır.

Hatta aklen namazlar niye beştir, dört ya da altı değildir.Namaz esnasında kıbleye yönelmenin akli gerekçesi nedir?İslamın ilk dönemlerinde Beytu’l-Makdis’ten şerefli Kabe’ye kıblenin

döndürülmesinin akli gerekçesi nedir?Kabe etrafında niye tavaf edilir?Bunun hikmeti nedir?Niçin yedi defa tavaf ediyoruz?

10 el-Asbahani, el-Huccetu fi Beyani’l-Mehacce, II, 29511 Bk. İrvau’l-Ğalil, no: 200 ve hocamızın hadis ile ilgili notu.12 Haricilerden bir fırka olup, çeşitli hususlar sebebiyle sapıklığa düşmüştür. Bunlardan birisi de akıllarını şeriate hakem kılmalarıdır.

100

Page 101: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Hacer-i Esved’in akli kıymeti nedir?Teyemmüm niçin sadece yüz ve ellere yapılır? “Eğer bu re’ye (yahut

akla) göre olsaydı abdest azaları yahut bütün beden üzerine yapılmalıydı.”13

Diyorum ki: Gerçekten aklı başında bir kimsenin yapacağı tek şey sadece huşu dolu bir iman ile huşu dolu bir mü’min olarak yüce Allah’ın şu buyruğunu okumaktır. “Allah ve Rasûlü bir işi hükme bağladığında hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadına o işlerinde istediklerini yapmak hakları yoktur.” (el-Ahzab, 33/36)

Aynı şekilde yüce Allah’ın şu buyruğunu da okumalıdır: “Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasûlünün huzurunda öne geçmeyin

ve Allah’tan korkun.” (el-Hucurat, 49/1)Sonra bu akıllı kişi yüce Allah’ın ve onun rasûlünün emrine tam bir

teslimiyetle verilen emri uygulamaya geçiversin... Akli vehimlerinin sızmasına imkan vermesin, akılcı hevalarının peşinden gitmesin.

Yoksa... eğer gerçekten müslüman kimseler iseniz, zikrettiğimiz sorulara rıza ve teslimiyet ile vereceğiniz olumlu cevaplarınızın ölçüsü ne olacaktır? Aynı zamanda kanaatiniz böyle olmadığı yahutta akla muhalif olduğu gerekçesiyle sünnet ve hadisteki daha başka hususlara cevabınız nedir?

Eğer ikisi arasında fark gözetmekte ısrar ederseniz bu herhangi bir delil ya da belge olmadan bir ayırım gözetmektir.

Ve bu aynı zamanda ilmin de, aklın da kurallarının dışına çıkmaktır.Eğer sizin dışınızda akılcı bir kimse kabul ettiğiniz bu hususlardan

herhangi bir şeyi reddedecek olursa; Onun bu reddini kabul mu edersiniz, yoksa ona muhalefet mi

edersiniz?Şayet onun reddini kabul ederseniz, kendi kendinizle çelişmiş

olursunuz.Şayet ona muhalefet ederseniz, bu da aynı şekilde bir çelişki yolu

olur. Bu durumda sizler muhalefetin esası itibariyle sizinle aynı düzeyde olan kimseler ile nasıl muhalefet ediyorsunuz da bir kısmını kabul ederken, diğer bir kısmını reddediyorsunuz.

Açık akla uygun olarak önünüzde ancak şu iki şıktan birisi vardır: Akıllarınız bunlara ister muvafakat, ister muhalefet etsin hiç ayırım

gözetmeden bütün bu hususların hepsini reddedersiniz.Bu ise en büyük bir küfürdür ve dinden dönmektir.Ya da aralarında herhangi bir fark gözetmeden kesinlikle hepsine

tam bir teslimiyet göstererek kabul edersiniz.İşte mü’minlerin yolu da budur. Bundan dolayı “ashab-ı kiram –Allah onlardan razı olsun- bazı

nassları anlamakta güçlük çekerlerdi. Bunun için anlamakta zorlandıkları bu nassları Peygamber (s.a)’a söyler, o da bu hususta onlara cevap verirdi. Zahirleri itibariyle çatışma gibi görülen nassların birarada nasıl anlaşılacaklarına dair ona soru sorarlardı.

Onlardan hiçbir kimse elbetteki nass ile çatışan akli bir bilgi sözkonusu etmiyordu. Bütün toplumların en mükemmel akıllıları onlar olmakla birlikte onlardan herhangi bir kimsenin bir gün olsun bir nassa aklı 13 el-Hucce fi Beyani’l-Mehacce, II, 505

101

Page 102: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

ile karşı çıktığı bilinen bir husus değildir. Bunu yüce Allah ancak kafirlerden nakletmiş bulunmaktadır.”14

Ashab-ı kiram –Allah tümünden razı olsun- sünnete son derece teslimiyet gösteriyorlardı. İsterse akılları ona muhalefet etsin. Aynı şekilde onlar sünnetleri reddeden yahut sünnetin değerini düşüren kimselere karşı da ileri derecede tepki gösterirlerdi. Hatta sünnetler ile akıl arasında en asgari türden bir çatışmayı sözkonusu eden kimseye karşı da bu tavrı takınırlardı.

“Rasûlullah (s.a)’ın nassları onların kalplerinde kim olursa olsun, insanlardan herhangi bir kimsenin sözü ile itiraza konu olmayacak kadar büyük ve değerli idi.

Zaten iman ancak bu durumda sabit olur. Bu şekilde batıl bir karşı çıkışın kapısını açmak da imanın kapısını kapatmak olur.”15

Ashab-ı kiram’ın –Allah onlardan razı olsun- nebevi nasslara teslimiyetleri bu sünnetin hükümlerine boyun eğmelerine dair rivayetler sayılamayacak kadar pek çoktur. Ben az önce kaydettiklerimizden ayrı olarak birkaç tane daha kaydetmek istiyorum. Belki bunlar yoldan sapanların dönecekleri, şaşkınların geri gelecekleri bir hidayet yolu olur ve bu vesile ile de hidayet bulan bir kimse akılcıların söylediklerinin gerçek mahiyetini öğrenmiş olur:

1. Ebu Davud (no: 147) Ali (r.a)’dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Şayet din re’y16 ile tesbit edilen bir şey olsaydı, mestin alt tarafına meshetmek, üst tarafına meshetmekten daha uygun olurdu. Bense Rasûlullah (s.a)’ı mestlerinin üstünü meshederken gördüm.”

Senedi Hafız İbn Hacer’in et-Telhisu’l-Habir (I, 160)’de belirttiği gibi sahihtir. Hocamız el-Elbani de Sahih-i Ebu Davud, (I, 33)’de bu hususta ona muvafakat etmiştir.

3. Buhari (1605); Müslim (1270), Ömer (r.a)’dan rivayet ettiğine göre Hacer-i Esved’i öperken şöyle demiştir: “Ben senin zarar da vermeyen, fayda da vermeyen bir taş olduğunu çok iyi biliyorum. Şayet Rasûlullah (s.a)’ı seni öperken görmemiş olsaydım ben de seni öpmezdim.”

3. Müslim (442, 135)’de İbn Ömer’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (s.a)’ı şöyle buyururken dinledim: “Hanımlarınız sizden (mescide gitmek üzere) izin istediklerinde onları mescidlere gitmekten alıkoymayınız.” Salim b. Abdullah17 dedi ki: Bunun üzerine Bilal b. Abdullah Allah’a yemin ederim onları engelleyeceğiz dedi.

Salim ona şöyle dedi: Bu sefer Abdullah ona yönelerek, ona oldukça ağır sözler söyledi. Benzeri sözlerle ona sövdüğünü duymadım ve şöyle dedi: Ben sana Rasûlullah (s.a)’dan diye haber veriyorum, sen Allah’a yemin olsun onları alıkoyacağız diyorsun öyle mi?

4. Buhari (6117), Müslim (60)’da İmran b. Huseyn’den rivayet ettiklerine göre Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Haya tümüyle hayırdır.”

Bunun üzerine Büşeyr b. Kab dedi ki: Şüphesiz onda bir zaaf ve ondan dolayı bir acizlik sözkonusudur.

14 es-Savaiku’l-Mürsele, III, 105315 es-Savaiku’l-Mürsele, III, 106516 el-Hucce fi Beyani’l-Mehacce, II, 505’de “akıl ile” şeklindedir. Her ikisi de aynı anlamdadır.17 İbn Ömer’in oğlu ve hadisi ondan rivayet eden zattır.

102

Page 103: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bunun üzerine İmran şöyle dedi: Ben sana Rasûlullah (s.a)’dan diye hadis naklediyorum, sen ona karşı gelecek sözler söylüyorsun.18 Sana tanıdığım sürece hiçbir hadis nakletmeyeceğim.”19

Ey Ebu Müceyd o hoş bir kimsedir, o şöyledir, o böyledir deyip durdular ve onu teskin edinceye kadar konuşmalarına devam ettiler.20

5. Ahmed (I, 337), hatip el-Fakih ve’l-Mütefakkih (I, 360) ve başkalarının sahih bir sened ile Urve b. ez-Zubeyr’den rivayet ettiklerine göre o İbn Abbas’a şöyle demişti: Sen insanları saptırdın.

İbn Abbas: Ey Urvecik nasıl diye sordu?Urve dedi ki: Sen bu on günde (zülhiccenin on gününde) insanlara

umre yapmalarını emrediyorsun. Halbuki bu süre içinde umre olmaz. İbn Abbas: Bu hususa dair annene niye sormuyorsun dedi. Urve dedi ki: Ebu Bekir ve Ömer böyle bir şey yapmadılar.İbn Abbas dedi ki: İşte sizi helak eden budur. Allah’a yemin ederim

gördüğüm kadarıyla o mutlaka sizi azablandıracak ben size Peygamber (s.a)’dan sözediyorum. Siz bana Ebu Bekir ve Ömer diye cevap veriyorsunuz.

İbnu’l-Kayyim21 –Allah’ın rahmeti üzerine olsun- diyor ki: “Allah İbn Abbas’a rahmetini ihsan eylesin. Ya birtakım kimselerin

Allah’ın ve Rasûlünün sözlerine karşı Ariston’un, Eflatun’un, İbn Sina’nın, Farabi’nin, Cehm b. Safvan’ın, Bişr el-Merisi’nin, Ebu’l-Huzeyl el-Abbas’ın ve benzerlerinin sözlerini ileri sürerek karşı çıktıklarını görseydi ne derdi?”

Derim ki Allah İbnu’l-Kayyim’e rahmet ihsan eylesin. Ya sünnette varid olmuş herşeye mücerred, kısır akıllarıyla ve bozuk vehimleriyle ve tutarsız görüşleriyle karşı çıkan cahil, yetkinlikleri bilinmeyen şu yirminci asrın akılcılarını görseydi ne derdi?

Onlar bütün bu hallerinde onlar gibi hatta sapıklıklarında bile onlar gibi olmaları şöyle dursun. Aristo’nun, Cehm’in, Nazzam’ın ve diğer sapıklar kafilesinin sözlerini akletmekten bile uzak halde bulunuyorlar.

Muhtemelen bu anlatılanlar onları yaptıklarından vazgeçirir, gerçek durumlarını açığa çıkartmış ve hevalarını çürütmüş olur.

Doğru yola ileten Allah’tır.

HATİME (SONUÇ)

Allah’tan güzel olmasını niyaz ederiz.İşte bizler yüce Allah’a hamdederek, lutufları dolayısıyla ona minnet

duygularımızı ifade ederek inkarcı kafir ve bağlıları hala İslama müntesip bulunan1 sapık her iki kanadıyla dışarıdan gelen akılcı yöntemin kalıntıları üzerinde yakînden gelen bir sebat ve kesin bir üstünlük duygusu ile yürümekteyiz.

Hakkın muhteşem delilleri ile bunların batıl, yalancı ve kaybolmaya mahkum tortuları üzerinden geçip gidiyoruz...18 Bir rivayette “ve sen ona karşı çıkıyorsun” şeklindedir.19 İbnu’l-Kayyim, es-Sevaik kul Mursele, III, 1060’da: Karşı çıkanın zındık olduğunu sanmıştı” demektedir.20 İbn Ebi’d-Dünya, Mekarimu’l-Ahlak, no: 88’deki lafzı bu şekildedir. Hafız İbn Hacer, en-Nuketu’z-Ziraf, VIII, 199 ile karşılaştırınız.21 es-Sevaiku’l-Mürsele, III, 10631 Bu gerçekten hayret edilecek bir şeydir. Subhanallah, Allah’ım senden sebat dileriz.

103

Page 104: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Tam imani bir izzet-i nefis ile akılcı medresenin ilk önderi olan iblisin onlar için uydurduğu, ona tabi olanların miras aldığı, diğer yavrularının da bunları ağzından kaptıkları uydurma bütün şüpheleri üzerinde tam imani bir izzet-i nefis ile yükselmekteyiz.

Daha önce açıkladığımız maksatları özetlemek ve onun temel kaidelerini ve diğer dallarını, budaklarını daha da kökleştirmek üzere diyoruz ki:

“Şüphesiz yüce Allah dinini tabi olmak üzerine tesis ve bina etmiştir. İdrak ve kabulünün akıl ile olmasını dilemiştir. Dolayısıyla dinin bazı kısımları makul (akıl ile kavranabilir)dir, bazıları da makul değildir. (Akıl ile kavranılamaz).2 Bununla birlikte ittiba onun tamamında vaciptir.

Ehl-i sünnete müntesip kimselerden bazıları bunu başka lafızlarla şöylece ifade etmişlerdir: Kula kendi zatını tanıtan bizzat yüce Allah’tır. Kul böylece Allah’ı yine Allah ile tanır, başkası ile değil. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediğine hidayet verir.” (el-Kasas, 28/56) Burada yüce Allah: Fakat akıl dilediğini hidayete erdirir diye buyurmamaktadır. Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve o dilediğini dosdoğru yola iletir.” (Yunus, 10/25)

Bu anlamdaki ayet-i kerimeler pek çoktur.Peygamber (s.a)’ın şöyle buyurduğu da sabittir: “Allah’a yemin olsun

ki eğer Allah olmasaydı hidayet bulamazdık, tasadduk etmezdik, namaz kılmazdık.”3

İşte bu deliller zatını tanıtanın yüce Allah’ın kendisi olduğunu göstermektedir. Şu kadar var ki o kendi zatını kula, aklın yokluğu ile birlikte değil, varlığı halinde tanıtır. Çünkü akıl idrak ve temyizin sebebidir. Zira yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz bunlarda aklını kullananlar için ayetler vardır.” (er-Rad, 13/4) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki bunda kalbi olan veya kendisi şahid olarak (gafil olmayıp) dikkatle kulak veren kimse için elbette öğüt vardır.” (Kaf, 50/37)

Yüce Allah cehennemliklerin durumunu haber vererek şöyle buyurmaktadır: “Yine derler ki: ‘Eğer biz bilmeseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık.” (el-Mülk, 67/10)

Yüce Allah hidayetiyle kula kendisini tanıma nimetini bağışlar. Şu kadar var ki bu akıl yoksa gerçekleşmez. Bu da şuna benzer. Nasıl ki kul yüce Allah’ı kendi bedeni, şahsı, ruhu ile tanımamakla birlikte vücudu, şahsı, ruhu olmadan da aynı şekilde Allah’ı tanımadığı gibi, yüce Allah’ı akıl ile de tanımıyor, aklın bulunmaması ile birlikte de tanımıyor.

Yine bunun bir benzeri şudur: Gerekli ilişki gerçekleşmeden çocuk dünyaya gelmez. Bununla birlikte sadece bu ilişki ile de meydana gelmez. Aksine yüce Allah’ın yaratması ve var etmesi ile olur.

Aynı şekilde ekin ancak yerde tohum ve su ile olur. Fakat yalnız bunlarla olmaz. Aksine yüce Allah’ın kudreti ve onu yeşertip bitirmesi ile olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ektiğiniz tohumdan bana haber veriniz. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler bizler miyiz?” Yani bunu bitirtip yeşertenler sizler misiniz, yoksa biz miyiz?

2 Yani kimi hükümlerinin hikmeti akıl ile kavranılır, kimilerinin ki kavranılamaz. Yoksa akıl ile çatışır demek değildir.3 Buhari (2837)’de el-Bera b. Azib’den rivayet etmiştir.

104

Page 105: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Bunun benzeri örnekler pek çoktur. İlahi tevfike mazhar olan az ile yetinir, ilahi yardımdan mahrum olana çokun da faydası yoktur.

Kimi marifet ehli şöyle demiştir: Bizlere akıl kulluğu dosdoğru yapalım diye verilmiştir. Rububiyeti idrak edelim diye değil. Her kim kulluğu dosdoğru yapmak için kendisine verilen aracı rububiyeti idrak etmekle uğraştırırsa kulluğu elden kaçırır fakat rububiyeti de idrak edemez.

“Akıl kulluğu dosdoğru yapalım diye bize verildi” sözünün anlamı şudur: O güzel ile çirkini birbirinden ayırdetme aracıdır.4 Sünneti bid’atten, riyakarlığı ihlastan onunla ayırdedebiliriz. Eğer akıl olmasaydı ne bir teklif olurdu, ne de bir emir ya da yasak yöneltilirdi. Kul onu kapasitesi çerçevesinde kullanıp da onun sınırlarını aşmayacak olursa bu kulu katıksız ibadete, sünnet üzere sebata, güzel şeyleri yapıp çirkin şeyleri terketmeye götürür.

Kimisi de şöyle demiştir: Akıl işleri çekip çevirendir. Sahibinin dünya ve ahiret işlerini çekip çevirir. Aklın ilk çekip çevirmesi yaratıcı müdebbire (çekip çevirene) işaret etmesi, sonra nefsi tanımaya işaret etmesidir. Sonra da sahibine yüce Allah’a zillet ve itaatle boyun eğmesini, emrine teslim olmasını ve onun buyruklarına riayet etmesini gösterir.

İşte bu: Akıllı kimse Allah’tan gelen emir ve nehiylerini akleden kimsedir sözlerinin manası budur.

Kimisi de şöyle demiştir: Akıl Allah’ın bütün mahlukata karşı bir delilidir. Çünkü akıl teklifin sebebidir. Şu kadar var ki akıl sahibi hiçbir zaman ilahi tevfikten müstağni kalamaz. (Her zaman bu tevfike muhtaçtır). Esasen aklın kendisi de ilahi tevfikle var olmuştur. Akıllı kimse yüce Allah’ın bir lutfu olmak üzere her an yeni bir ilahi tevfike muhtaçtır. Eğer durum böyle olmasaydı, akıl sahiplerinin akılları ile Allah’a muhtaç olmamaları gerekirdi. Bunun sonucunda da onun azabından korkmaları, rahmetini ümit etmeleri kalkar ve onun yardımına mazhar olmamaktan yana kendilerini emniyet içerisinde görürlerdi. Bu ise ubudiyet mertebesini aşmak ve ondan uzak kalmaktır ve imkansız bir iştir. Zira yüce Allah’ın herhangi bir kimseyi olması gereken konumundan başka bir konuma koyması, yerleştirmesi hikmete uygun değildir. O kullarını kendisine muhtaç olmayacak bir hale getirecek olursa onları layık olmadıkları bir konuma yerleştirmiş ve onları sınırlarının ilerisine götürmüş olur. Durum böyle olsaydı, rububiyetin herhangi bir özelliğinde yaratılmış ile yaratan eşit olurdu. Şanı yüce Allah’ın ise bütün bakımlardan “hiçbir benzeri yoktur” (eş-Şura, 42/11)

Kimileri de şöyle demiştir: Akıl üç türlüdür:Doğuşla birlikte gelen ve tabiatta var olan akıl. Bu Ademoğlunun

kendisi vasıtası ile bütün yeryüzündekilere üstün kılındığı aklıdır. Teklifin emir ve nehyin yeri odur. Tedbir (işleri çekip çevirmek) ve temyiz (ayırdetmek) onunla olur.

İkinci akıl iman ile birlikte bulunan te’yidi akıl. Bu da peygamberlerin ve sıddiykların aklıdır, bu da Allah’tan başlı başına bir lütuftur.

Üçüncü akıl: Deneyler ve ibretler ile elde edilen akıldır. Bunu da insanlar birbirlerinden öğrenirler. İşte: İnsanların birbirleriyle karşılaşmaları akılları aşılamaktır sözü buradan alınmıştır.4 Daha önce bu hususta geniş açıklamalar geçmiş ve aklın tek başına bunu yapamayacağı belirtilmiş idi.

105

Page 106: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Kimi marifet ehli de şöyle demiştir: Bilgide aklın rolü ve değeri ince yahut kalın ipek karşısında iğnenin değeri gibidir. İnce yahut kalın bir ipeği iğne ile dikmedikçe giymeye iman yoktur. İğne ile dikildikten sonra da bu ipeğin iğneye ihtiyacı kalmaz.

Bilgi de aynı şekilde akıl ile zabt-u rabt altına alınır (prensiplere bağlanır). Yoksa bilgi akıldan husule gelmediği gibi, akıl ile de tesbit edilmez.

Şunu bilelim ki biz ehl-i sünnet ile bid’atçiler arasında temel ayrılık noktası akıl meselesidir.

Onlar dinlerini akıl ile kavranılan (ya da elde edilen) bilgiler üzerine kurmuşlar ve tabi olmayı ve rivayetleri akıl ile kavranılana tabi kılmışlardır.

Ehl-i sünnet ise şöyle demişlerdir: Dinde aslolan tabi olmaktır. Makul (akıl ile elde edilen) ise tabi durumundadır. Eğer dinin esası akıl ile kavranılanlar üzerinde yükselmiş olsaydı, insanların vahye de, peygamberlere de ihtiyaçları kalmaz, emir ve nehyin anlamı olmaz, dileyen dilediğini söylerdi.

Eğer din akli bilgiler üzerinde bina edilseydi, mü’minlerin akletmedikçe hiçbir şeyi kabul etmemeleri caiz olurdu.

Bizler din ile ilgili gelmiş Allah’ın sıfatları, Allah’ın kullarından kendisine ibadet olmak üzere teklif ettiği akide gibi bütün hususlar üzerinde düşünecek olursak, aynı şekilde müslümanlar arasında ortaya çıkan ve kendi aralarında elden ele dolaşıp geçmişlerinden naklettikleri ve nihayet Rasûlullah (s.a)’a kadar senedini ulaştırdıkları kabir azabı, münker-nekir sorgusu, havs, mizan, sırat, cennetin nitelikleri, cehennemin nitelikleri her iki kesimin de burada ebedi kalışları gibi hususlar5 gerçek mahiyetlerini akıllarımız ile anlayamadığımız hususlardır. Sadece bunları kabul etmek ve bunlara iman etmek ile ilgili emir gelmiştir o kadar.

Biz dini emirlerden herhangi birisini işitip, onu aklımızla idrak edip kavrayacak olursak bundan dolayı Allah’a hamd ve şükürler olsun. Bu husustaki muvaffakiyet ondandır. İdrak edip, kavrayıp anlama imkanını bulamadığımız ve akıllarımızın eremediği şeylere gelince onlara da iman eder, onları tasdik ederiz. Bunun yüce Allah’ın rububiyeti ve kudretinden olduğuna inanır ve bu hususta onun bilgisi ve meşieti ile yetiniriz.

Yüce Allah buna benzer bir durum hakkında şunları söylemektedir: “Bir de sana ruhu soruyorlar. Deki: ‘Ruh Rabbimin emrindendir. Size ancak pek az bir bilgi verilmiştir.” (el-İsra, 17/85) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onun ilminden kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi kavrayamazlar.” (el-Bakara, 2/255)

Bundan sonra bizler: Bizim dinimiz akıl üzerine bina edilmiş olup, biz ona uymakla emrolunduk diyen kimselere şunları söylüyorum:

Aklına aykırı Allah’tan bir emir sana gelecek olursa hangisini kabul edersin? Aklının kavradığını mı, yoksa sana emrolunanı mı?

Şayet: Aklım ile kavradığımı diyecek olursan hata etmiş ve İslam yolunu terketmiş olur.5 Eğer bizler –Allah sizi şeytanın şerrinden ve şirkinden korusun- günümüz akılcılarından beş kişiye burada sayılan meselelere dair soru sorulacak olursak, kendi aralarında anlaşmadıkları görülecektir... Onların herbirisi bir hususta imanı içeren bir söz söylerken, arkadaşı aynı hususu inkar edebilir... Bununla birlikte: Bu kat’idir, öteki zannidir derler.Hayret doğrusu... Akılları olmadığı halde akılcılıkla böbürleniyorlar.Evet bu bilgisizliğin, bilgiçlik taslamanın ve haddi aşmanın akılcılığıdır.

106

Page 107: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Eğer: Allah’tan geleni alırım diyecek olursa, bu husustaki iddiasından vazgeçmiş olur.

Bize düşen aklımız ile anladıklarımızı iman ve tasdik ile kabul etmektir. Akıl ile kavramadığımızı da teslimiyet ile kabul etmektir.

İşte ehl-i sünnete mensup olanlardan birisinin söylediği: “İslam ancak teslimiyet ile geçilebilen bir köprüdür” sözünün anlamı budur.

Şanı yüce Allah’tan İslamda tevfikini, İslam üzere sebatı ve Rasûlu Muhammed (s.a)’ın dini üzere –lütfu ve keremiyle- canımızı almasını niyaz ederiz.”6

SON SÖZ

Ey akılcılar herhangi bir heva ve heves, büyüklenmek ya da kibir sizleri yok olmaya mahkum, dışardan ithal edilmiş düşüncelerinizi görmekten alıkoymamalı.

Şöhret, makam, mevki ve ününüzün yayılması hakkı kabul etmekten, hakkın hükmüne itaat etmekten sizi engellemesin.

Bütün bu delillerden sonra kendisiyle tanındığınız ve sizinle tanınan bir düşünceyi büyüklenerek savunmaya devam etmeyiniz.

Hidayetin apaçık ve besbelli delillerine karşı denildi ki belki miş, mış muhtemeldir ki diye savunmaya kalkışmayın.

Şunu bilin ki “hak ağırdır fakat ağırlığıyla birlikte çok rahat sindirilir, batıl da hafiftir fakat hafif olmasına rağmen sindirilmesi çok zordur.”1

O halde aman doğruya dönün, aman hakka gelin.Tevbe kapıları açıktır... Bunu fırsat bilin.Aksi takdirde,Ölüm size de ansızın geliverir... Ve Rabbinizin huzuruna birbiriyle

çelişen sapıklıklarınızla, sapık çelişkilerinizle ağır bir yük altında çıkacaksınız.

Ve siz ey hak ehli ve ey sünnetin davetçileri yüce Allah’ın sizi kendisine ilettiği bu pek büyük nimet olan yüce Allah’ın emrine ve Rasûlünün buyruklarına teslimiyet ve inkıyad nimeti dolayısı ile hamdediniz.

Şunu bilin ki sizler bununla hayırlı bir selefin hayırlı haleflerisiniz.Şanı yüce Rabbimiz de hak iman ehlini nitelendirirken şunları

söylemektedir: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni

hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa, 4/65)

Son olarak şu sözleri söyleyen ne güzel söylemiş:“Bilginin ilmi ile akıllının aklı anlaşmazlığa düştü: Acaba kendisi ile

şerefe ulaşılan hangileridir diye.İlim: Ben şerefin en ileri noktasını elde ettim dedi.

6 el-Asbahani, el-Huccetu fi Beyani’l-Mehacce, I, 317-3221 Tehzibu’l-Kemal, 5, 508

107

Page 108: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Akıl: Rahman (olan Allah) benimle tanındı dedi.İlim çok açık ifadelerle ona dedi ki: Peki Allah Kur’an’ında hangimiz

ile vasfedilmiştir.Akıl anladı ki ilim efendisidir.Bu sebeple akıl ilmin başını öpüp gitti.”Yüce Allah pek büyük eseri “es-Savaiku’l-Mürsele” (III, 978-981)’de

şunları söyleyen büyük ilim adamı İmam İbnu’l-Kayyim’e rahmet buyursun:“Akıllarınıza afiyet sizlerHem makule, hem menkule düşmanlık ettiniz.Ve olmayacak bir işin peşine düştünüz,O da hidayeti idrak etmektir, fakat rasûl de aramıyorsunuz.İddia ettiniz ki akıllar hakkı bilmek için yeterlidirPeki akıl nerede buna kefil oldu.Akıl bir hüküm verirken, bir başka akıl onun o hükmünü çürütür Ve siz her ikisini de makul görürsünüzBakarsın ki akıl kesin bir hüküm verir bundan sonraAynı şey onun nezdinde batıl ve illetli görülürAkıl vahiy ile doğru yolu bulmadanTek başına ne bir asli ilke koyar ne de fer’i bir hükümTıpkı sabah akşam görmeyince aydınlığıİdrak edemeyen bir göz gibidirEğer nubuvvetin aydınlığı gelmezse sanaAkıl hiçbir zaman doğru yolu gösteremez sanaGüneşin nuru göz için ne iseNubuvvet nuru da odur, o halde sen de onu delil al.Hidayetin yolları sınırlıdır ancakBu vahyin ve tenzilin peşinden gidenler müstesna.Eğer sen kasti olarak bu yoldan sapacak olursan,Şunu bil ki sen gerçekte ulaşmak istemiyorsunEy nakli bırakarak akıl ile hidayeti elde etmek isteyenSen buna hiçbir delil bulamazsın.Senden önce nice hayrete düşmüş kişi Şaşkın kaldı ve ömür boyunca bilgisizce yaşadıHala da şüpheler kalbine baskın yapmaktaNihayet onlar arasında kanlı bir maktul yattıBakarsın ki külli, cüz’i, zatiVe arazi ile bütün ömrü meşgul olmuşturVahiy ona gelirse girmesine izin vermezFakat ona düşman olanların önünde saygıyla durur ayaktaVe der ki bunlar lafzi delillerdirDelil olmak özelliğinden uzaktırEğer bu deliller mutlaka onun yanında konaklamak isterseOnlara verdiği ziyafet tahrif ve tebdil olurBunların gördükleri kötülükler düşman başınaVe bu delillerin hakkı ta’til edilmek olurBunlara örnek olarak karanlıktakiKör ve yol bulamayan kimseleri gösterElleriyle, sopalarıyla çarpışırlarVuruşarak birbirleriyle uzun süre devam ederlerNihayet vuruşmaktan usanınca bakarsın ki

108

Page 109: ÇAĞDAŞ MUTEZİLE AKIMCILAR · Web viewŞehadet ederim ki Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O’nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın

Kiminin başı yanmış, kimisinin birtarafı kırılmış yahut ölmüş(Diğer) körler de bunu duydular ve nihayet geldiklerindeBarış için bu sefer feryadlarına feryad kattılar.”Son duamız alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun demektir.

109