a9re2b7 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d266002/2014/2014_serefogluzk.pdf · 2020. 3. 13. ·...
TRANSCRIPT
UlUSl ·orosı . ~Q[i~ füZil ~ISü~OfQ~ SQm~ozuumu
20-22 . MAYIS 2013 . KONYA
ULUSLARARASI NECİP FAZIL IQSAKÜREK SEMPOZVUMU
20-22 MAYIS 2013 -KONYA / TüRKİYE
INTERNAT!ONAL NECİP F.A..ZIL KISAKÜREK SYMPOSIUM
lV'lAY 20-22, 2013- KONYA j TURKEY
BİLDİRİLER KİTABI/ PROCEEDINGS
KOORDİNATÖR / COORDİNATOR: DR. MüCAHiT SAMi KÜÇÜKTIGLI
EDiTÖRLER 1 EDİTÖRÜ:R: PROF. DR. ALiM GÜR
Doç. DR. ALi TEMiZEL
Oıcr. HARUN YILDIZ
EDiTÖR YARDIMCILARI / ASSİSTANT EDİTORS: AR. GÖR. AYSUN EREN
ISBN 978-605-389-128-4
KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR YAYlNLARI/
THE METROPOLITAN MUNICIPALITY OF
AR. GÖR. GAMZE GiZEM ERTAN
AR. GÖR. YAşAR KESKİN
KONYA CULTURAL PUBLICATIONS: 228
SERTİFİKA No/ PRODUCER CODE: 21473
BASıa-CiLT / lSSUE-YOLUME: ÜLGUN ÇELİK
+90 332 342 3220
FEvzi ÇAI<MA.K MAH.10670 SO K. No:26
KARATAY/KONYA
· ·· YAPİM / PRODUCTION: KÜLTÜR A.Ş.
+90 332 352 8111
KONYA
NisAN2014
• KONYA BÜYÜKŞEt:tiR
BELEDIYESI
BiR ARAYlŞlN ADRESi OLARAK "TOHUM"A GiTMEK
Going to The "Tohum" As an Adress to Searching
Zeynep Kevser ŞEREFOGLU .
Yrd. Doç. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vak!{Oııiversitesi, Edebiyat Falritltesi, Tiirk Dili ve Edebiyalı Bölümü.
zlıserefıı[email protected]
ÖZET
Ara~, insanın yaşamına bir anlam verme çabası içinde psikolojik ihtiyaca karşılık gelen bir durumdur. Din, hayata anlam verme çabasuun ulaşacağı nihai bir zirve olarak uluslararası platformda kabul görmüş ve "dindarlık düzeyi U e ve anlamlılık düzeyi arasındaki karşılıklı ve tutarlı ilişki" Victor E. Frank!' ın kurduğu varoluşçu psikoterapi Ue temellendirilm.iştir. "Sanatçı büyük hakikati arayandır" diyen Necip Fazıl da, aramış; bir vesUe Ue bulmuş; bu buluştan sonra yazdığı Uk eserinde ise yönünü çevirdiği yer bir Anadolu şehri olan Maraş olmuştur. Varlığını anlamlandınna noktasında aradığını Maraş'a ve insanianna hasrettiği değerlerde, ruhta bulmuştur. Bu çalışmada Necip Fazıl'ın kendini ve dünyayı aramalanlama mücadelesi; kendine ve dünyaya dair sorularına cevap bulmaya evirUen yolda karşımıza çıkardığı Uk eser olan Tohum'un içeriği, varoluşçu psikiyatride 'Üçüncü Viyana Ol,.'Ulu' olarak bilinen Victor E. Franld'ın geliştirdiği varoluşçu analiz (logoterapi) metodu bağlamında incelenmeye çalışılınışbr.
Anahtar Kelimeler: Arayış, varoluşçu psikoterapi, Vıctor E. Frmıkl, logoterapi, Necip Fazı/, Tolıum.
ABSTRACf
Searching is a case that is in returo to psycological need of human struggling for giving m eaning to life. Religion is accepted to be the surnmit of struggling for giving m eaning to life in international platform. "The coherent relation among the level ofbeing religous and be ing meaningful" was grounded by existentialistic theraphy which Victor E. Frankl generated. Necip Fazı!, who said "artist is the one who is searching the great reality" searched and found his way by inducement and later on,the place he first turned towards in his first book was an Anatolian city, Maraş. At the point of making 'ex:istance' meaningful, he fo und w hat he was locking for in spirit and m erit of people living in Maraş. In this study. the content of Necip Fazıl's first work Tohum; the struggle ofNecip Fazı! searchinglunderstanding himself and the world, was tried to be investigated using the method of ex:istentialistic theraphy (logoteraphy) generated by Victor E. Frankl, which is known as 'Third Vienna School:
Key Words: Seardıing. existentialistic theraphy, Victor E. Frankl, logoteraph)~ Necip Fazı/, Tohum.
UWSU.AASI rıEdP FAZil KJS:.t<.iiR:EK SEMPOZ"fUMU 20-22 1.\.\VIS 2013 ·KONYA/ TOAKJYC 1543
Illiilliillit
SUIH i SiUI miP ın~ ııımr~ı
Giriş
1923'de Yeni Mecmua'da yayımlana1_1 ilk şiirleriyle edebiyat dünyasına giriş yapan,
192S'de henüz 21 yaşındayken ilk şiir kitabı 'Örümcek Ağı'nı okuyucularla buluşturan
Necip Fazı!, 1932'de yayımlanan 'Ben ve ötesi'nden sonra ise artık bir "şiir dahisi" olarak
kabul edilir. Kimseyi beğenmemesiyle meşhur Ahmet !-faşim bile Necip Fazıl'a, "Çocuk, bu
sesi nereden buldun?" diyecek, ancak hiçbir beğeni ve övgü cümlesi. köklü bir ailesi, iyi bir
tahsili, yurt dışı görmüşlüğü, şairlik dehası ve ünü olan bu şaire yetmeyecek, onu doyura
mayacaktır.
Aradığı şeyi bulmadan Necip Fazıl'a rahat yoktur. Onun hayatı sürekli bir arayışın iz
lekleri ile doludur. Arayış hali, sadece ,Necip Fazil'ın şahsına ait bir durum değildir. Büyük
yılalışlar ve çöküşler içinde geçen tarihimizin son dönemleri, sosyal, siyasi, ekonomik, kül
türel değişim ve gelişimlerle ülke insanını etkilemiştir. Etkinin büyüğü ise, fikir adamları ve
sanatçılar üzerinde olur. Özellikle .de bu döneme şahitlik eden topluma karşı duyarlı büyük
şair ve yazarlar üzerinden, toplu;nun bahsi geçen çalkano dönemdeki grafiğini okumak
mümkündür.
Fransız İhtilalı ile başlayan fikir alarnlarının akabinde bütün dünyada farklı boyutlarda,
şekillerde de olsa, farklı çıkarımlarla da sonuçlansa, hep bir arayış göze çarpar. Varoluşçula
nn çırpınmalan nı hatırlayalım. Kimi için "hiçlik" tir sonuç; Nietzsche ya da Sartre tanrıtanı
maz bir sona doğru evrilir; Mareel ya da Pascal içinse son, bir inanca bağlanı ı: Fakat her şe
kilde savaş ve bunalım onları aramaya yöneltir. Joachim Ritter; varoluşçuluğun "köklerinden
kopmuş" "temelini yitirmiş': "geçmişe, tarihe güvenini kaybetmiş': "toplumda yabancılaş
mış·: "mutsuz, huzursuz insan varlığını dile getiren" bir felsefe olduğunu söyler. Toplumun
içinde yaşayan bireyin "tehdit altında olduğu': "günümüzle gelenek arasındaki bağlantının koptuğu': "insanın manasız bir varlık haline geldiği': "kendi kendini yitirmek tehlikesinin
baş gösterdiği yerde" varoluşçuluk ortaya çıkmıştır.1
Farklı medeniyet dairesi, farklı inanç sistemleri sebebiyle aynı arayışı aynı şart ve şekil
lerde yaşamasa bile, bizim sanatçılarımız, şair-yazarlarımız da, bir yerinden eklemlenmek
durumunda olduklan yeni bir dünyanın sorularını ödünç almışlardır.
Edebiyatımııda bu arayışın izlerini bulmak mümkündür. Divan Edebiyatı'nın geleneği
içinde görmeye pek de alışık olmadığımız sorularla ve arayışlarla Tanzimat neslinden itiba
ren karşılaşmaya başlarız.
Temelinde varoluşsal bir sorgulamayı barındıran 'arayış: sonu bulmakla sonuçlanmasa
da başlı başına önemli bir eylemdir. Arayış, bir farlandalık durumuna tekabül eder ve soru
sormanın kendi başına önemli olduğu bir dünyada fels~fenin çılaş noktası olur.
'1\ntropolojik anlamda hem ezeli hem de ebedi olan"2 hakikat arayışı, insanda potansiyel
olarak var olan en önemli niteliklerden biridir. Bu arayış, ''benliğin .filizlendiği ilk yıllardan
itibaren çok sınırlı ve tamamen somut varoluş~, yani duyu organlan ile algılanabilen olay
ve nesnelere yönelik olmasına karşın ilerleyen yaşla birlikte gittikçe güç kazanır ve ilgi ala
nı genişler.'' 3 Sonrasında ise hakikat arayışı, "düşünce, tutum ve davranışları belirleyen en
güçlü güdülerden biri"4 haline gelir. Arayış hali, esaşen varlığı/varlığını/varlıkları düşünen
joachim Ritter; Varoluş Felsefesi, Çev. Hüseyin Batuhan, lstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan,lstanbul,1954, s.3-10. Alexis Carre!, Başarının Sırlan, Çev.Refik Özdek, Yağmur Yayı nevi, Istanbul, 1991, s.185. Abdülkerim Bahadır, Insanın Anlam Arayışı ve Din -Logoterapik Bir Araştırma-, İnsan Yay., Istanbul, 2011, s.20. A.e.
544 IUTERNAl10NAl tıECIP F).l)L KIS.:J((IR.~ S'fl,lPOSJUM t.'.AY Z0.22. aı3 • KO:NAilUAıLCV
insanın vazgeçilmez süreçleri nden, ara uğraklanndan birisidir. Ancak, dünya şartlannın dü
şünen insanı getirip bıraktığı yere bir de şahsi özellikler eklenince arayış; sonu cinnet ya
da cennet tasavvuruyla biten bir azaplı yola dönüşüp, ruhu ıstıraplara sevk edebilir; tıpkı
Necip Fazıl'da olduğu gibi...
Necip Fazırın Arayışı
Arayış, "Sanatkaı; büyük hakikati arayan bir arayıcıdır.''5 cümlesinin sahibi olan bu ada
mın peşini hiç bırakmamış, onun gerek dizelerinde, gerekse yazılannda sürekli olarak kar
şımıza çıkmıştır. Çile şiirindeki; '1\.ylarca gezindim, yıkık ve şaşkın/ Benliğim kazan ve ak
lım kepçe" 6 ya da "Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece/ Dönüyor etrafımda bir sürü
kambur cücej Fırıl fınlj Fırıl fırıl..." 7 dizelerinde, hayatı ve kendini sorgulayan ancak bunu
yaparken de aklının acizliğini ve yetersizliğini ifade eden bir Necip Fazıl görürüz.
O, kimi zaman aradığı şeye yaklaştığını fark eder, ondan izler hissettiğini de ... Ancak ara
dığı şeye tam olarak vakıf olamaması ya da onu kuşatamaması, tanımlayacak kadar ele ge
çirememesi sebebiyle çıldıracak hale geldiği de çok olur: _ .
" ... Şiirin, fikrin, bilginin üstünde bir a!emden, kapılarımı tırmıklayan, pencerelerimi zan
gırdatan işaretler almış ve artık onları bir daha bulamaz olmuştum.
Bütün dış hayat, bildiğimiz bütün ol~şlarıyla, başımın üstünde birtakım basık tavanlar
dan ibaret.. Onları bir bir yıktı kça, çıkan ikinci katın tavanı da bana alçak geliyor ve ciğerle
rimin muhtaç olduğu havaya bir türlü çıkamıyordum:' 8
Özellikle 'O ve Ben'de Necip Fazı!, peşine düştüğü bu arayışın kendisini nasıl bir azaba
düşürdüğünü uzun uzun anlatır:
"Bu, yarı hikmetli, yarı mecnun vehim, tırnaklarını çocuk ruhumun zarına öyle geçirdi
ve beni öyle sıkıntılı bir id rak cenderesine soktu ki, haftalarca ondan sıyrılamadım. Teki, tek
olanı, mutlakı, mutlak olanı arayan ruhum, aradığının değil, kendi varlığının sıkıntısı içinde
bunalıyor ve "bedahet" dediğimiz seziş zevkini kaybettikçe anlamayı kaybettiği hissini ve
ren cehennemden beter bir azaba düşüyordu."9
"Bu arayışa cevap acaba kadın mıdır?", diye düşünür; ancak kadın, ona "mahrum! uğu mu
anlatmaktan başka bir şey getirmez:' içki ile de "zaten marazi çaptaki coşkunluğunu kam
çılamaya muhtaç olmadığı için" bağdaşamaz, anlaşamaz, onu fıtrattan sevmez. "Kendimden
kaçmak ve içimdeki sabit fikirleri uyutmak için bende ilaç haline gelen gebertici zehir" ola
rak tanımladığı kumarsa kendi tabiriyle onun "felaketi" dir. Bu felaket de bir zamanlar bir
müddet de olsa Necip Fazıl'ı oyalamış ancak arayışının gerçek cevabı olamamıştır. 10
Kendisinin, 1928'den 1934'e kadar, altı yıl sürdüğünü ifade ettiği 11 bu arayış, gerçekte
etkisi daha uzun süren bir dönemdir. Takvim olarak karşılık geldiği altı yıldan çok ötede
bir boşluk oluşturan ve oluşturduğu dehlizde şairi sürekli rahatsız eden bu durumu, Necip
Fazı!, "bohem hayatı" olarak adlandıracaktır: "Bu hayatın kendisi yok ama ismi var. (Bo
hem) hayatı ... Mide gurultusu kadar başıboş insiyaklann ve ta bak gıcırdatılınca duyulan si-
Necip Fazıl Kısakürek, Konuşmalar. Büyük Doğu Yay., istanbul,1990, 5.172. Kısakürek. Çile, Büyük Doğu Yay., Istanbul, 2009, s.16-20. A.e.,s.303. Kısakürek. O ve Ben, Büyük Doğu Yay., Istanbul, 2011., s.72. A.e.,s.45.
10 Ae.,s.73. 11 A.e.
IliSlifiSI llnP fdlllllSUIIII SUPOIIUIIU
ULUSURASI tıECIP FAZIL KISAI<OA:ı< SEI.\POZ'fUJ,,U 20-22 MAVI$ 2013 • Y.O~:VA nURKiVE
ll Illiillilll
SIIHUSiDIII liUP lt nt ıiSı=DIII
nir kamçılan maları gibi en kaba teessüriyetlerin hayatı .. .''12
Her ne kadar altı yıl dese de hayatı daha çocukluğundan başlayarak dünyayı ve insanı
derin teemmül ve tefekkür yoluyla kavrama girişimi şeklinde tanımlanan metafiziksel ür
pertiler içinde geçen 13 Necip Fazıl'ın bu halleri aslında "gaybı kurcalama" "kavrama, anlama,
erme çırpınışı"dır. 14
"Necip Fazıl'ın bu arayışının eğitimini yarıda bıraktığı ama peşini bırakmadığı felsefe
de yeri var mıdır?" sorusunu sormak isteriz ama cevaplamamıza Necip Fazı) izin vermez.
Çünkü Necip Fazı!, Batı düşüncesi neredeyse bütün kavrayış ve seziş imkanlarını bilim ya
da rasyonel düşünme lehinde kullaı;ıdığı ve bu çeşit bir düşünme düzleminde de kalbin doğ
rularına hemen hemen hiç yer vermediği için bü yoldan giden felsefeyi de eleştirmektedir.
Çünkü ona göre "din buluş, felsefe ise eninde sonunda hatalı veya hata etmesi muhtemel bir
arayış"tan ibarettir. Batı felsefesinin en büyük zaafı kendini eşyanın plastik zeminde aşma
ya ve en büyük mücerredi bu P.lastik zeminden elde etmeye çalışmasıdır. Sonuçta bu çaba
onun iç aleme yabancı kalmasına i'ıe.den olmaktadır.15
Burada onun, "Sokrat, Bergson, Şekspiı; Dekart, Va leri, bunlar beni doyuramıyoı; büsbü
tün acıktırıyordu. Maddeciler, kuru akılcılar, ölçüp biçidier ve beş hasse kadrosunda yaşa
yaniarsa dairemin dışında ... " 16sözleri de hatırlanmalıdır.
Ancak sınırları iyi çizilmek şartıyla felsefeden yararlanmanın binbir çeşit şekli '!e ma
kul yolu olduğunu söyleyenin de yine Necip Fazı! olduğundan hareketle, iç alemi okumayı
dışlamayan, bilaids kişinin varoluş gayesinin ışığını iç aleminden aldığı savıyla yola çıkan
psikoterapik bir yaklaşıma makul balolabilir, diyerek Necip Fazıl'ın bu arayışına, bilim dün·
Y?Sında Freud'un Psikanaliz'i ve Adler'in Bireysel Psikolojisi'nden sonra "Üçüncü Viyana
Psikoterapi Ekolü" olarak şöhret bulan, Varoluşçu Psikiyatri'nin bir kolu olan "Varoluşçu
Analiz ve Logoterapi" penceresinden balonaya çalışacağız.
Amacımız, Necip Fazıl'ın psikolojik olarak içinde bulunduğu süre ve süreçleri psikiyat
rideki herhangi bir akıma, ekole göre tahlil etmek değil. Öyle olsa, onun babası ile kurduğu
sınırlı ilişkiyi, babasının annesinden ayrılarak başka bir evlilik yapma ve Necip FazıJ'Ja il
gilenmeme durumlarını17 Freud'un "Kusurlu Baba" çıkışıyla ilintilendirebilir, babanın ye
tersizliklerinden, aileden ayrılmasından ve ölmesinden doğan bir kopukluk ve arkasından ·
gelen biraz da babayla özdeşleştfrilmiş Tanrı'nın suçlanmasıyla ortaya çıkan bir inançsızlık
şekli olan Tanrı'ya lozgınlık olarak yorumlayabilirdik Oysa babasıyla aynı ilişkileri yaşayan
nice inançsızlar vardır ki, onların inkar nedenleri bambaşkadır ve edebi bir eserin arka pla
nını ya da bir şairin ruh durumunu psikiyatrik bir kabule uydurma zorunluluğu da elbette
yoktur. Ancak, yazımızda söz konusu edeceğimiz Varoluşçu Analiz, tam da Necip Fazıl'ın
hakikat arayışını gerekçelendiren ve anlamaya yönelen bir ekol olarak bu konuda dikkate
alınması gereken şekliyle karşımızdadır.
Varoluşçu Psikiyatri'de Bir Yaklaşım: Varoluşçu Analiz
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iyice yaygınlaşan varoluşçu düşünce, yalnızca akademi
12 A.e., s.67. 13 Turan Koç, "Necip Fazıl'a Göre Felsefi Tefekkür ve Tasavvuf'; Hece, Yıl:9, S:97, Ocak 2005, s.27. ,. A.e. 15 A.e., s.26. 16 Kısakürek, O ve Ben, s.71. 17 Bu konuda daha aynntıh bilgi için bkz. Kısa kürek, Kafa Kağıdı, Büyük Doğu Yayınlan,lstanbul,l999.
546 r:ıTePtt.:0110'~:.ı. r:ecr, FAZIL KISAKÜR!'X S'l'r.•POSIW.l MAV 20·:;'2, l3i3 • KO!IVA.ITOR-ıc...CV
ve sanat çevrelerini, toplumsal hareketleri değil; psikanalitik düşünceyi, psikoloji ve psiki
yatriyi de etkiler. Dünyanın karşı karşıya kaldığı anlamsızlık ve girdiği arayış çabaları, bu
ekolün çıkış noktasını oluşturur. Varoluşçuluğun psikiyatri ve psikoloji üzerindeki etkisi
anavatanı olan Avrupa'dan başlayarak Amerika'ya doğru giderek yayılır.18 Çoğu Freudiyen
ve bir kısmı da Jungiyen, Avrupadaki varoluşçu fenomenolojik psikiyatri ve psikoloji hare
ketinin önde gelen birçok ismi, "dönemin egemen yaklaşımı psikanalize karşı çıkmak" ve
"yaşamın teorikleştirilemezliğine dayanan yeni bir alternatifin bulmak" çabası içindedir
ler.19
Bu çabaların ulaştığı bir yaklaşım olarak çıkar "varoluşçu analiz" karşımıza. Elbette va
roluşçu psikiyatrinin önerdiği tek yol Frankl'ın "varoluşçu analiz" adım verdiği yaklaşım
değildir. Hatta Frankl'ın bizzat kendisi, dünyadaki varoluşçu psikiyatrist sayısı kadar va
roluşçu pskiyatri yaklaşımı olduğunun söylenebileceğine de dikkat çeker.20 Ancak varoluş
felsefesinin psikolojiyle yalaniaşma mesaisinde, varoluşçuluğun Amerika'daki macerasına
geçmeden önce Amerika'yı da Avrupa'yı da ortak kucaklayan ve bu yüzden de "panoramada
ayrı bir konuma sahip olması gerektiği"21 düşünülen Frankl, bu kdnuda önemli bir isi md ir.
Freud ve Adierden sonra Üçüncü Viyana Okulu diye anılan çalışmasının ilk ürünleri
niNazi toplama kampında veren Frankl, "1920'1erden başlayarak "logoterapi" yani "anlam
terapisi" adını verdiği psikoterapi modelinde, insanın Freud'un öngördüğü gibi haz peşin
de koşan ve sürekli yaşadığı gerilimi sönümlendirmeye odaklı bir psişeye indirgenemeye
ceğini, öte yandan Adler'in iddia ettiği gibi güç isteğinin insanda hakim dürtü olmadığını
ileri sürer. Frankl'a göre insan değerli amaçlar ve anlamlar peşinde koşan ve etkinliklerde
bulunan bir varlıktır. Logoterapi, ıstırabın kaynağında insanın hayatına anlam verememesi
gerçeğinin yattığından yola çıkar.22
"inancın zayıflaması ve bilimsel dünya görüşünün yaygınlaşması, doğadan kopuş, iş bö
lümünün yaygınlaşması ile üretilen metanın bütünü (ve dolayısıyla anlamı) yerine parçasıy
la kurulabilen yabancılaştıncı üretim ilişkisi, zenginlik refah ve tanınmışlığın hayatın gayesi
haline gelmesi ve rekabetçi sosyoekonomik düzen içerisinde insanların kendi dururnlarını
benzer statüde insanlarla karşılaştırarak kendilerine sürekli değişen bir değer biçmeleri,
çalışma süresinin kısalması, yaşamsal güvenliğin artması sonucu dikkatin hayatta kalmak
tan yaşamın anlamı konusuna dönmesi, emek ürününün anlam ve estetik olarak yaratl
cısından koparak yalnızca parasal karşılığının tatmin konusu haline gelmesi, seri üretim
yapan fabrikalarda yaratıcı ediıniere yer vermeyen tekdüzelik (kim olsa aynısını yapar)"23
gibi üzerine daha pek çok madde ekleyebileceğimiz gerekçeler nedeniyle insanların yaşarn
Iarına ilişkin bir anlam ve amaç bulma ihtiyacı 20.yy'ın temel meselelerinden biri olur.
Değişen "dünya ve üretim ilişkileri" sorgusuz bir hayata son verdiği, insanların artık
maddi zenginlik, saygınlık ve ün istediği, saygınlık ve ünün ise maddi zenginliğe bağlı oldu
ğu ortamda, anlamlı bir hayat insan için hayatını kolaylaştırdığı kadar diğer insanlara nispet
yapacak ölçüde meta biriktirmek bağlamında açımlanmakta; bu çerçevenin dışına çıkarak
olan biten e bakmak isteyen insanlar için ise" anlamsızlık krizi': bir "varoluş vakumu" ortaya
11 Erol Göka, Varoluşun PsikiyaOisi, Vadi Yayınlan, Ankara, 1997, s.80·81. " Ae. 10 Engin Geçtan, Varoluş ve Psikiyatri, Remzi Kitabevi, istanbul, 1999. s .. 24. 21 Göka, a.g.e. s.80-81. 12 Frank!, a.g.e. n Can Gürgen, Varoluşçu Psikoterapl, http:ffwww.varoluscupsikoterapi.net/Varoluscu_psikoterapi.hbnl, (Erişim
tarihi: 05.07.2013).
Bl!SIUISI oım fd!ILuısmm S i (ij Pl l gg lil O
UL\JS:..;.M$1 NECIP FAZII. KISAl\1İRE< S:!.'.POZ\'U~.:U Zo).U ı,;.yıs :013 4 ı<O~lY..\ /itJ;:KIYE
Iliiriiiiiiii
SUHI Si llll mıwmiimmı
çıkmaktadır.24
Bahsedildiği üzere modern çağın bir olgusu olarak can sıkıntısı durumunda dışa vuran
varoluşsal boşluk, hafta içinin yoğun işlerinin telaşından sıynldıktan sonra kendi içindeki
boşluk belirginleştikten sonra yaşamlannın içerikten yoksun olduğunun farkına varan in
sanların yaşadıkları Pazar günü nevrozları, tatil depresyonlan, emekli ve yaşlı insan krizle
ri, depresyon, saldırganlık, uyuşturucu gibi maddelerde destek arama25 gibi görünümleriyle
modern insan için tanıdık bir ruh haline gelmiştir.
İnsanın bu sıkıntılı süreç içinde anlam arayışı ise, "içgüdüsel i tki leri n 'ikinci bir ussallaş
tırması' değil, yaşamındaki temel bir güdüdür. Bu a_nlam sadece kişinin kendisi tarafından
bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel bir yapıdadır; ancak o zaman
bu, kişinin kendi anlam istemini d oyuran bir önem kazanabilmektedir:'26
Frankl, ikinci dünya savaşında. Auschwitz toplama kampındaki esirler arasındadır. Bu
esnada hayatta kalabilen esirlerin·, hayatlarında her şeye rağmen hala bir anlam bulabjlen
bireyler olduğu dikkatini çeker. Savaşın bitiminden sonra "logoterapi" modelini olgunlaştırır. Frankl, her bireyin hayatında Tanrı tarafından verilmiş bir anlam olduğunu ileri sürer.
Bu anlamı keşfetmek ve yerine getirmek kişiye kalmaktadır.
Klinik çalışmalarında karşılaştığı nevraziarın yüzde 20'sinin köken bakımından "no
ojenik" olduklarını, yeni hayattaki anlamsızlıktan doğduklarını ifade eden Frankl'a göre,
herhangi bir semptomatik tabloya (varoluşsal kriz) belirgin bir biçimde yerleştirilemeyen
anlamsızlık krizi, Viennese'deki bir hastanenin hastalarının %50'sinden daha fazlasında
daha yaygm olarak ortaya çıkmaktadır. Anlam eksikliği ise, kişi için en büyük varoluşsal
strestir.27 Ona göre insan, düşebileceği en kötü koşullara bile direnerek ve mücadele ederek,
göğüs gere bilir. "Dünyada kişinin en kötü şartlarda bile yaşamını sürdürmesin e, yaşamında
bir anlam olduğu bilgisi kadar etkili olan başka hiçbir şey yoktur."28 Çağımız insanının en
önemli psikolojik sorunu olan, yaşamda anlamsızlık ve varoluşsal boşluk için bu önemli bir
ipucudur.
Victor Frankl'ın geliştirdiği lo go terapi, terapi sürecinde etkili olabilecek bir yöntem olan
varoluşçu psikoterapinin bir varyantıdır. Logoterapiye göre kişinin ~ayatında anlamlı ola
nı bulmaya çalışmak, insanlarda en temel motivasyonel güçtür. Frankl teorilerini varoluş,
sorumluluk, sevgi ve acı gibi kavramlar üzerinde temellendirmiş; insanın her şeydeh önce
"anlam" sahibi olduğu zaman ruhen ve bedenen sağlıklı olabileceğini öne sürmüştür. Baş
ka bir ifadeyle her türlü sıkıntının temelinde insanın anlam bulamaması, anlal)l baştuğuna
düşmesi vardır.29
Frankl, "anlam arayışı" fikri ile "anlam''ı, insan davranışının; düşünce, tutum ve duygu
sal hayatının merkezine yerleştirmiştir. Çünkü Frankl düşünce sisteminin anahtar kavramı
olarak karşımıza çıkan "anlam", insanın en asi yönelişine işaret etme~e ve yaratılışı gereği
insan, anlamı bulmaya yönelik tek varlık olarak ?u arayışını son nefesine kadar sürdüren
canlı olarak30 hayata devam etmektedir.
" A.g.m. ıs Victor E. Frank!, insanın Anlam Arayışı, Çev. Selçuk Budak, Okyanus Yay., Istanbul, 2010, s.121. 26 A.e., s.113. 27 lrvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi, Çev. Zeliha iyidoğan Babayiğit, Kabalcı Yayınlan, Istanbul, 2001, s.656. zıı A.e., s.llB. 29 Gürgen, a.g.m. 10 Walter Böckman, "Logotherapie und Slnn-Theorie", journal des Viktor Frank! lnsbtut, VoLS, Nr.2, Wien 1997,
107'den aktaran; Bahadır. Insanın Anlam Arayişı ve Din, s.33.
548 •~rreı:utAno::AL r:EciP FAZll KtSAKitA:.x svw:ırıos ıuı.~ IAAY 20.22, 2013 • KOUYA/TURKE'Y
Çoğunlukla bizim anlam arayışımız ruhsal ve manevi açmazlarla doludur. Logoterapi de
bu ruhsal ve manevi sorunların tetkikini teşvik eder. Tanrı'nın varlığını dikkate almadan
hayatın nihai gayesini düşünmenin mümkün olmadığı iddiasıyla yola çıkan logoterapi eko
lünün psikoterapistleri, dinsel inanç ve değerlerin bireyin sorunlarının çözümüne kuşkusuz
katkı sağlayacağını belirtir ler. (M ay, Existential Psychotherapy, s. 180). Çünkü din, açıklana
mayan hayat olayiarına anlam katar.31
Frankl'a göre varoluş analizinin temel görevlerinden biri, "derılni hayatı ilahi boyuttan
gelecek mesajları ağırlayacak tarzda hazırlamak ve ruha açılan kapının, her zaman açık kal
masını sağlamaktır. Zira geçek dindarlık bu kapıdan giren ilahi etkilerle gelişir ve dindar
ancak bu kapıdan çıkarak kendi ötesindeki gerçek dini tabiatla kucaklaşabilir. Böyle bir sü
reç, psikoterapinin insanın güven duyabileceği aşkın bir varlığa bağlanabilmesine imkan ta
nımasıyla gerçekleşebilir. Aşkın bir varlıkla bağlantı kurabilen insan, başka hiçbir bağlılıkta
b ulamayacağı eşsiz bir güven ve emniyet duygusu yaşar. İşte bu duygu, psikolojik yapıyı pek
çok tehlikeye karşı korur; sağlıklı ilişkilerin doğmasına yol açar:'32
Bazı istatistikler din ile psikolojinin artık barışması ve bütünleşmesi gerektiğini, psiki
yatrların insanı tarafsız şekilde ele almak adına dini görmezden gelmekten vazgeçmeleri,
dindarlık görünürnunden uzak bir anlayışı psikolojinin bir gereği olmaktan çıkaracak dev
rimi yapmaları gerektiğini gösteriyor. Amerika örneğinde kimi araştırmalar Amerikalılar'ın
%93'ünün kendilerini dinsel bir grupla özdeşleştirdiklerini ortaya koyuyor. Bu araştırmala
ra göre Amerikan halkının çoğu için din çok önemlidir.33
Açıkçası din ve anlam merkezli böyle bir yaklaşım, iki ünlü psikiyatra ait olan "seküler
psikoterapist köre yol gösteren şaşı gibidir"34 ve "psikoterapistin ahlaki fonksiyonu seküler
rahipliğin fonksiyonuyla örtüşmektedir"35 sözlerinden de anlaşılacağı üzere modern psiko
loji ve psikiyatrinin yaşadığı epistemolojik bunalıma çare olabilir gibi görünmektedir.36
Varoluşçu Analiz Çerçevesinden Necip Fazıl
Modern insanın içinde bulunduğu güç durum karşısında logoterapinin varoluşu anlamlı
kılmaya yönelik ileri sürmüş olduğu çaba ve çözüm yolları37 ile bu çerçevede dini n üstlen
diği fonksiyonun büyük ölçüde örtüşmesi,38 arayış halindeki birçok insanın buluşu dini bir
atınosferde yapması ile sonuçlanmıştır ki, Necip Fazı! da bu isimlerden birisidir.
31 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Rıza Ayd:ın, "Din ve Psikoloji Ilişkisi Üzerine", Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2004, S.l, s.15-29.
32 Victor Frank!, "Zeit und Verantwortung" in Der Wille zum Sinn, 3.Auflage, Piper Veri., Miinchen 1996, 75 ve B.Grom-j.Schmidt, Auf der Suche na ch dem S ın n des Lebens, 4. Auflage, Herder Veri. Feriburg. 1979, 9'dan aktaran Bahadıı; Insanın Anlam Arayışı ve Din, s.49.
33 Aydın, a.g.m., s.25. " Bu söz usta bir psikiyatr olan R. D. La ing' e aittir. Bkz. Kemal Sayar, Hüzün Hastalığı, istanbul: iz Yay., 1995, s. 51. 35 P. London, The Mode and Morals of Psychotherapy, New York: Holt & Winston, 1964,s.156'den aktıran Aydın,
a.g.m., s.26. 36 A.e. 37 Bu çözüm yollanndan biri de Tanrı'nın varlığını delillendirme çabasıdır ki, Frank! bunu şöyle yapar: "İnsan,
varoluşunu ancak anlam ve değerlere bağlı gerçekleştirebileceği için bu yönelişi, insan ötesi bir varlığa doğru olmak zorundadır.'" "Eğer varsa m, anlam' a ve değere yönelik varımdır. Anlam ve değerlere yönelik varolduğuma göre benim değerimden zorunlu olarak daha üstün değerlere sahip bir "şey" e (Etwas) yöneliğimdir. Başka bir ifade ile ben öyle bir şeye yöneliğimdir ki, aslında O, bir "şey" değil, aksine bir "birisi" Oemand), bir "kişi" (Person) olmak zorundadır. Ancak. bu kişi beni aşan, bir "kişi- üstü" (Überperson) olmalıdır. Bir cümle ile varolduğuma göre, her zaman Tann'ya yöneliğimdir" Başka bir sözünde Frank! şöyle der: "insanin ruhsal derinliğinde güçlü bir özlem hakimdir. Bu şiddetli özlemin, susuzluğun konusu ve hedefi Tanrı'dan başkası olamaz:• Abdülkerim Bahadıı; "Psikoterapide Yeni Bir Ya.klaşım Logoterapi ve Victor Frank!'; Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:9, Cilt:9, 2000, s.9-10.
38 Bahadıı; insanın Anlam Arayışı ve Din, s.lS.
l l B S l H ! S 1 li[iP f4Zil iiSöVDIOY H~PBZV O ~ I
ULUS!.A.RAS, NECiP FAZIL KISAKÜREK SEt.t?OZVW.~U 1549 20.22MAY1S 20 13 • KO>·N A iiORKiYE
illiillifiili
SU lllPHSlDIII uır" ıtn! 11smr~ı
Necip Fazıl'ın yaşad)ğı "varoluşsal boşluk"a cevap ararken, Frankl'ın yaşamın anlamını
keşfetmek için ileri sürdüğü üç farklı yolu39 da kullandığım görürüz:
1. İnsanın başardığı veya kendi yarattıkları ile dünyaya verdikleri/Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak hayata tutunmak: Frank!, Auschwitz toplama kampında geçirdiği sene
ler boyunca hayatta kalabilmesini; insanların anlam aı:ayışlarına dair edindiğini düşündü
ğü değerli bilgiyi açıklama arzusuna bağlar. İnsanlar eğer kendi yaratımiarına özgü anlamı
keşfederlerse (ki burada Frankl böyle bir anlamın Sartre'nin iddia ettiği gibi bir insan icadı/
yaratımı olmadığını; keşfedilrnek üzere bekleyen Tanrının yaratımı olduğunu düşün ür) ve
yaratıcı bir etkinlikle bu anlamı gerçekleştirirlerse bu onların dünyaya verdikleri bir hediye
olacaktır. Ve Frank! burada, küçük-büyük anlam farla gözetmez: "Önemli olan şey" der; "et
kinliklerinizin yarıçapı değil, çizdiği halkayı ne kadar doldurduğunuzdur.40
Evet, Necip Fazı) da eser verir, üretir; üstelik çok da veluttur. Ancak insanların takdir
le karşıladığı, gençlerin peşine:düştüğü hiçbir dize, ona yetmez. Aradığı anlam dünyasına
ulaşacak köprüyü ona kurmaz. Çizaiği halkada doldurduğu daire ile yetinmez. Çünkü son
radan bizzat kendisinin "has is gayelere bağlı aşağılık tebliğ şiirleri" olarak eleştireceği şiiri,
Yaratıcının fikriyle dolmadan "ham ve yarım bir poetik anlayış"la oluşturulmuş ve Frankl>ın
kastettiği o "Tanrı yaratımı" boyutuna ulaşamamıştır. Ona ulaştığı zamansa, Necip Fazıi>ın,
dünyaya verdikleri ile iz bıralanış olan Yunus Emre, ~uzuli, Baki, Şeyh Galip için söylediği
şey şu olur: Şiirin de gayesi Allah. Saf şiirin bu en büyük ustaları başka bir mihenge vurula
bilir mi?
2.İnsanın etkileşim ve deneyimleri sonucu dünyadan edindikleri/ Bir şey yaşayarak ya da
bir insanla etkileşerek hayatı anlamJandırmak: İnsanın güzellikten, gerçekten ve sevgiden
elde ettiği anlamdır. Derin yaşantıda bağlanmak anlamı meydana getirir. Frankl sorar: "En
sevdiğiniz müziği dinlerken birisi omzunuza dokunur ve hayatınızın anlamı olup olmadığı
nı sorarsa, "Evet" diye yanıt vermez misiniz? Bir dağın tepesinde ot,uran doğasever; bir ayine
katılan dindar kişi, insana ilham veren bir serninere katılan entelektüel, bir sanat şaheseri
nin karşısındaki sanatsever de aynı yanıtı verecektir.41
Necip Fazıl'ın kurtaneısıyla tanışmasından sonraki hali de aynen böyledir. Hep buna
lım cümlelerine aşina olduğumuz, karşılaştığı her şeyin hep ve daima ardındaki sorusunun
çengeline talalı kalan Necip Fazıİ, "O ve Ben" adlı eserinin "Onu Tanıdıktan Sonra" bahsinde,
"hastalıklardan kurtuluş" cümlesini kullanacak ve güzellikten, gerçekten ve sevgiden elde
ettiği anlamı bize şöyle ifade edecektir:
"Bundan böyle gözlerinin pası silinmiş, üstündeki buğu alınmış ve ilk imtihandan geçi-
rilmiş insan olarak, Efendimi, aydınlık gözle görebilirim.
Artık önümde yol, tek:
Allah ve Resıllü ...
istanbul'a dönerken trenin tekerlekleri beniJn ağzımdan haylanyor:
Efendime gidiyorum! Efendime gidiyorum!"42
3. İnsanın acı çekmeye, değişmez ka dere karşı aldığı tutum/ Kaçınılmaz aqya yönelik bir
tavır geliştirerek hayata bağlanmak: insan her daim acıyla, ıstırapla karşı karşıyadır. Dünya-
39 Franld. insanın Anlam Arayışı, s.125. ' 0 Gürgen, a.g.m. •ı Ay. " Kısakürek, O ve Ben, s. ll.
IU'T:e.MN..\TIO:~AI. t:et;!P FAZI!. KJSAKÖRfK S''t:o:>s :~ . .l'.', r.ı;..y 2D-U. 2013 · KO:JYA / TUFU<IV
__ ,
nın güzellikleri ve kişisel yaratımımızın bize sağladığı anlam duygusu ne denli doyum verici
olursa olsun, yaşlanmak, hastalık, düşkünlük, savaş halleri, doğal felaketler; kazalar, insanlar
arası ilişkilerde yaşanan bozgunlar; kırıklıklar ve ölüm üstesinden gelinemez ıstırap kay
nakları olarak karşımızda durmaktadır. :Acı'nın anlamı insanı daha iyiye götürmesidir. Acı
hayatın gerçek tabiatına dairdir ve ancak yaşanarak gerçek anlamda öğrenilebilir. Acının
deneyimlenınesi eşduyum yoluyla diğer insanların çektikleri acıyı anlamamızı sağladığı
gibi, bizi acıya karşı savaşmaya ve ızdırabı dindirmeye çağırır. Gerçekten yapmak istedik
lerimizi yapabilmek için acıya katlana biliriz. Hatta acıyı çağırabil,iriz. Acı bizi daha iyiye gö
türüyorsa anlamlıdır. Ve son olarak "acı çekme ve ölümden kaçış umudu olmadığında" der
Frankl"diğerlerine, Tanrı'ya ve kendisine onurla acı çekip ölünebileceğini gösterınede bir
anlam vardır:'43
Necip Fazıhın şu satırları, onun, anlamı bulmak adına bahsedilen ıstırabın nasıl peşin
den koştuğununbirçok örneğinden biridir:
':Aylarca şehrin gündüzünden habersiz bir gece yaşayışı. .. Oteldeki odaının aynası kar
şısında, yanaklarımı tırmalayarak döktüğüm gözyaşları ... Ve ıstırap, ıstırap, ıstırap ... Kendi
kendine gelrnediği zam~n zorla arayıp bulduğum, bulmak için her şeyi yaptığım, her ve
sileyle tökezleyip dümdüz yürümeye razı olmadığım ve daima inkisarına istekli çıktığım
ıstırap .. :'44
Anlam arayışında insana yol gösterecek pek çok anlam imkanları söz konusudur elbette
ve birey hayatını anlamiandırma sürecinde bu imkanların birinden, bir losınından ya da
hepsinden istifade edebilir. "Dini inancın davranışlar üzerindeki belirleyici etkilerind!en
hareket edersek, bu bağlamda en büyük etkileşimin, anlam-din ilişkisinde ortaya çıkacağı
açıklık kazanır."45 Necip Fazıl'a da arayışında yol gösteren "din" ve "tasavvuf" olur.
Buluş
Necip Fazı!, varlığının anlamını, bir vesileyle bir gün eve dönmek için bindiği Şirket-i
Hayriye Yapuru'nda karşılaştığı, gözlerini sabit bir biçimde kendisine yönelten, hiç tanıma
dığı, bir daha da görmeyeceği 'Hızır tavırlı' bir adamın uzattığı kağıtta yazılı adrese gittiğin
de bulur.
1 934'ü düşüncelerinin istikamet değiştirmesi anlamında bir milat olarak tayin edile
bileceğini bizzat kendisi de ifade eden Necip Fazı!, o zaman kadar lalettayin bir şair iken,
1934'den sonra asıl sanat anlayışının ve istikametinin belirdiğini söyler. 46
Ona cevabı hatırlatan kişi, 1934 yılının sonlarına doğru Abidin Dino'yla önce Beyoğlu
Ağa Camii' nde, sonra da Eyüp Sultan'daki evinde ziyaret ettiği Alıdülhakim Arvasl'dir. Her
iki ziyaretin de Necip Fazı! üzerindeki etkisi fazladır. İlk zamanlar, Arvasl'nin yanından ay
rılınca kendi tabiriyle eski havasına dalsa da, gidişlerini sıklaştırarak bu işe bir çare arar.
Aklından Geothe, Rimbaud, Pascal gibi dahilerin krizleri geçer. İmam-ı Gazali'nin ve büyük
velileri n bulıranını düşünür, tam bir entelektüel krize girer. Ancak artık bir yoldadır ve yol
onu yavaş yavaş kendine çekecektir. Sonunda akıl la ruh arasındaki çarpışmaları ruhun hak
kını teslim etme yönüne sonuçlanır.
43 Gürgen, a.g.m. •• Kısakürek, O ve Ben, s.64. 45 Bahadıı; Insanın Anlam Arayışı ve Din, s.143. 46 Kısakürek, Konuşmalar, s.173.
D l l SltilSI oım fllll rısaıım SQII,_IO&RU
ULUSLARASI HECIP PAZIL KI$.AK0REl< SEl.~?OZ'YUMU ı 55 ı 20•22 M.4VIS 2013 • KONYA/ TÜf;Kh'E
-"',.;;.~ll l~ «~{~ ~
~~ -~~~
~ ~ lllllllllllll
SUIIIPOSIUIII am' ıtr~ listnın
Evet, bulmuştur. Ona göre, yaşadığı yüzyılın insanlannın sayısız teknolojik keşif ve mad
di imkanlarına rağmen içine düştüğü bl!nalım ve bulıranların temel sebebi de iman eksikliği
ve kainattaki oluşa gafil kalışıdır. Zira insan Allah'ın halifesi makamındadır ve kainat onun
emrindedir:
"Seni ararnam için beni uzağa attın
Alemi benim için, beni kendin için Yarattın"
dizeleri dökülür şairin dilinden. Sırrı "ancak mürşid kapısında üflenen havanın yüzüne
çarpmasıyla" çözebUdiğini söyleyecek ve bu sırra erişmeden evvelki halini "sert ve dikenli
bir benlik kabuğunda mahpus ve alabildiğine başı boş, genç, pek genç sanatkar" ya da "sa
natı sanat için bildiği gibi toprak üstü sürüngen yaşayışını da gerçek hayat sanan ve başını
göğe kaldıramayan mağrur c~ce" olarak tanımlayacaktır. 47
"Tam otuz yıl saatim işlemiş. ben durmuşuro
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum"
yada
'J\nladım işi, sanat Allah'ı aramakro ış
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış"
gibi dizeler de, şairin bize bu buluştan sonraki önemli armağanlarındandır.
Buluştan Sonraki İlk Eser: Tohum
Aradığını bulan Necip Fazıl'ın içindeki huzur, eserlerine ve üretkenliğine de yansır. "To
. hum" ilk ve buhranJı günlerinden kurtuluş niteliği taşıyan bir eser olarak karşımızdadır.
Necip Fazıl'ın '1\Jlah, ölüm, san'at, san'atın çilesi, kadın, dost ve cinnet.. Bütün bunla
rın kula mahsus yaratma hududunu zorlayan ve birdenbire cinnetle burun buruna gelen
bir san'atkarda nasıl bir vahdet arzettiğini size eser söyleyecek"48 cümleleri Necip Fazıl'ın
Tohum'dan önce geçirdiği evreterin kanıtı gibidir.
Tohum'a yazıldığı dönemqe Anadoluculuk hareketi açısından ya da Milli Mücadele'de
Anadolu'ya yöneliş penceresinden balolm ış, hakkında bu konuda başta Peyami Safa'nın be
ğenileri olmak üzere birçok şey söylenmiştir. Peyami Safa, eserde bu yöne evirilebilecek
tarafları öne çıkararak bundan duyduğu memnuniyeti ziyadesiyle dile geqrmiştir. Nitekim
1935 yılı Hafta Mecmuası'nın 4. Sayısında "Necip Fazıl'ın Tohum adlı harikası" diyerek baş
ladığı övgü dolu sözleri, daha sonraki Tohum baskılarının sonuna alınmıştır.49 Agah Levent ' "Milli mücadelenin ruhunu bu kadar kuvvetle bize duyuran bir eserin henüz yazılmadığını
itiraf etmek, en doğru hak tanımak olur" şeklinde esere yaklaşırken, Kadir Mısıroğlu da "Ke
malizm Anadolu Davası gütınekte kendine göre haklıdır ama N ecip Fazı!' ın güttüğü dava ile
bunu nasıl bağdaştırdığını anlayamıyorum" aiyerek eseri eleştirmiştir. Ona göre Nurettin
Topçu da aynı yanlışa düşmüştür.50 Diğer yandan Necip Fazı! ise eseri ni, "Her türlü pohpoh
layıcılıktan uzak, tam has bi ve samimi bir eser''51 olarak ni tel er.
Ne bu değerlendirmeler, ne Muhsin Ertuğrul'un eserdeki başrol oyuncusu Ferhat Bey'in
47 Kısakürek, O ve Ben, s.66. 40 Kısakürek, Konuşmalar; s.22. 49 Kısakürek, Tohum, Büyük Doğu Yay., istanbul, 2010, s.105. 50 Kadir Mısıroğlu, Ostad Necip Fazıl'a Dair; Sebil Yay., istanbul, 1993. 51 Kısakürek. Babıali, Büyük Doğu Yay., istanbul,l999, s.119.
5521 INTEAtlAnONAl NI!:CfP FAZII. KISAK0AEKSYWPOSa.:ı ' MAV CG-22.. 2013 • KO!('{A/ TV.RKEV
rolünü üzerine alarak oyunu bizzat kendisinin sahneye koyması, ne farklı beğenilere rağ
men eserin halk tarafından yeterli ilgiyi bulamayarak perde kapatması bizim konumuzun
merkezinde değildir. Tohum, bizim için Necip Fazıl'ın anlam arayışından sonra vardığı,
önünde durduğu kapının tesiriyle yazdığı ilk eser olması hasebiyle önemlidir ve biz konuya
buradan bakacağız.
Necip Fazıl'ın buluşunun vesilesi Abdülhakim Arvasl Hazretleri, bir gün Necip Fazıl'a
döner ve ona "Sen Maraşlıymışsın, öyle mi?" der. Necip Fazılda "evet" deyince, "dur sana
Maraş'tan laf açayım" diyerek söze başlar. Maraş'ta bir Cuma namazı öncesinde olanlan an
latır: "Hep birlikte mabetten çıkıp kaleye gittiler. Bir ibadetin sonuna ancak bu kadar güzel
bir hareket eklenebilir. 'Biz Allah'a inananlardanız. Ölüm, bizce korkulu bir son değil. Bütün
silahımız bu! Elinden yalnız ölümü hiçe saymak gelen bir insan kümesiyle pençeleşmek
te ümit ve değer buluyorsanız topraklarımııda kalırsınız, bulmuyorsanız gidersiniz.' ... Bir
Anadolu türküsündeki ruhi tavır kadar saf ve derin olan bu hitap, ruhun bütün bir telmik ve
alet dünyasıyla yaptığı ani muhasebeden, vardığı karardan, silaha karşı çıkardığı silahtan ne
eşsiz örnektir! Maddeyi yeneceğini taahhüt eden ruhun bu alıdinde bütün teminat, yalnız
erişebildiği sadeliktir.''52 Hocasının bu sözleri, Necip Fazıl'ıri dikkatini Maraş'a ve Maraşlı'ya
çeker. Ve Tohum'u, bu dikkatle kaleme alır.
Tohum Neyi Anlatır?
Tohum'da insanın hayatının sürdürülebilir olmasında en önemli işlevlerden birini gören
bir nimet çerçevesinde değerlendirilebilecek olan 'akıl' ile dinlerin ve felsefenin çok üzerin
de durduğu ancak kavrama ve kuşatma noktasında aciz kaldığı 'ruh' karşı karşıya getirilir.
Necip Fazı! yazılarında haddini bilen ve gayesini anlamış selim akıl ile bu farkındalık dü
zeyine erişememiş olan kuru akıl olmak üzere fonksiyonu açısından iki tür akıldan bahse
der.53 Kuru aklın iman ile selim akıl düzeyine erişebilmesi mümkünse de, akla, maddeye,
madde üstüne hakim, latif ve şekilsiz, kalp üzerinde taalluk etmiş olan bir nur mahiyetin
deki 'ruh'tıır aslolan. Sınırsız aşk, haya, merhamet, doğruluk, ihlas, vakar gibi sıfatlar hep
ruhun vasıflarıdır.54
İşte Tohum, Necip Fazı!' ın 'akıl' ve 'ruh' ile ilgili bu fikirlerinin Maraş'taki olaylarla mecz
olduğu sahnedir. Tohum'da kuru aklın sınırlılığına rağmen ruhun kanatlanması Kurtııluş
Savaşı yıllannın Maraş'ında geçen destansı olaylar örneğinde ele alınır. Başkahraman,
Maraş'ın soylu ailelerinden birisine mensup olan, okumuş, bilgili "münevver" olarak bilinen
kuru Batı taklitçisi ve öz benliği ni yitirmiş mahut güruhtan uzak olan, ercüment kişilikli 39
yaşındaki Ferhat Bey' dir. Kendisi kuru aklın, düz mantığın mantıksızlık olduğunun, işin ruh
ta ve keyfiyette hayat bulduğunun örneklerini gösteren birisi olarak, eserde Necip Fazıl'ın
sözcüsüdür.
Ferhat Bey, Anadolu ruhunu keşfederek, direnişin öncülerinden olur. Tekniğe ve akılcı
görüşe karşı direnişin sembolüdür. "Ferhat Bey, biraz düşün! AkıL." diyen Maraşlı Ağa'ya
cevabı şu olur:
"Biz çoktan beri kaybettik aklımızı. Onu çoktan beri rüzgara savurduk ( Ayağınin ucun
daki iskemleyi çizmesinin ucuyla çeker, üstüne basar) Bir avuç Maraş'lı memleketinizi ya-
sz Kısa kürek, O ve Ben, s.87. 53 Kısakürek, iman ve Islam Atlası, Büyük Doğu Yay., istanbul, 1985, s.302-303. 54 Kısakürek. Bab Tefekkürü ve islam Tasavvufu, Büyük Doğu Yay., Istanbul, 1997, s.133.
I l i Slif i SI aırıJ mırımmı SIR,. l llill
OA.I/SURASI t:ECiP FAZJI. KISAI<OIIEK l;a~.IU 1553 20-22 l.t.\Y1S 2013 • Y.O.vtA/1\rrU<iYE
11111 11111111 SUIIIP .OSiUPI AOOJ ımt risınrn
hancıya teslim etmemeye karar verdiğiniz zaman, yaptığınız hareket bundan daha mı akla
yakındı? Hiç kendinizi düşmanınızla karşı karşıya koydunuz mu? Kaç kişisiniz, kaçınızın eli
ayağı tutar. kaç kurşunun uz ve kaç bıçağınız var? Karşınızdaki kimdir? Top, mitralyöz, tank
nedir? ... Size bunları aklınız mı yaptırdı. Sizin akıl diye beliediğiniz şey parmak hesabı gibi
birkaç sayıdan başka ne bilir? Gözüne gösterilen, ayağına getirilen şeyleri ölçüp biçrnekten
başka neye yarar? Akıl ne kendi başına birşey görebilir. ne de kendi başına bir iş başara bilir.
Onlar akıllarıyla top yaptılar. Biz yapamadık Şimdi, biz aklımızdan başka bir tarafımııla bir
iş yapabilirsek yapacağız:•ss
Akla haddini bildiren bu yaklaşım doğrultusunda ruhun zaferini hedefler Ferhad Bey.
"Bırakın, içimizden kim ne dilerse yapsın! Bırakın ruh tecrübesini yapsın! ... Madem ki akıl
dan imdat yok Madem ki akıl bir maşrapa su gibi alacağı kadar alıyor. yerin dibine geçsin o
bir maşrapa su! Bırakın ruh tecrübesini yapsın!"56 diyen Ferhad Bey, insan aklının ürettiği
makinenin, onu meydana getiren insanı ezip geçerek "her şeyi ben yarattım demesi" ve in
sanların onun sözünü dinler hale gelmesini, makinenin mabut yerine çıkarılıp önünde ayin
yapılır olmasını, insan ruhunun adeta maddeye tapmasını anlayamaz. Oysa "madde, ruhun
hizmetine girdiği anda, kuweti yüz binlerce kere büyüyecek': "o zaman bir teneke parçası,
bir süngüye ve bir çakmak taşı bir topa bedel olacak': "o zaman kemik çeliği yiyecek" ve
"kan, ateşi yutacak''tır. Nitekim elinde topu tüfeği alınadan düşmana karşı vücudunu siper
etmiş Maraş'ın bu kurtuluşunu "böyle anlamak'' gereklidir.57
Maraşiının zaferini anlayamamak sadece Batılının sorunu değil, Tanzimat Dönemi'nden
beri rotasını Batı'ya ayarlamış Türk aydınının da sorunudur. Bu anlamda sadece Sadullah
. Paşa'nın "On Dokuzuncu Asır" adlı manzumesi bile Ferhad Bey'in yaratılışa aykırı bularal<
kızdığı makineyi ilahiaştırma davranışının Türkaydınınca nasıl hemen kabul gördüğünün
· bir örneğini vermesi bakımından önemlidir. O dönemden itibaren din çoğunlukla "bilimi
engelleyen toplumsal bir sapma olarak ele alınıp yıpratılrruş, qızla yaygınlık kazanan bi
limsel gelişmeler. dini çüri.itecek olan malzemeler olarak değerlendirilmiştir. Tanrı'nın hü
kümranlığını temsil eden tabiat olaylarının kozmotojik ve astronomik keşifler sonucunda
bilimsel açıklamalarla akli temellere indirgenmesi, insan nazannda Tanrısal etkilerin zayıf
lamasına; aşkınlığın gizemini büyük ölçüde yitirmesine neden olmuştur."58 ı
Oysa, "dinden kopma pahasına ilme ve akla gösterilen yersiz bağımlılık, insanda dine
ayrılan boşluğu dolduramadığı gibi, toplumu bir arada tutan hayati bağların gittikçe zayıfla
masına yol açmış"59 ve insanı makalenin başından beri sözünü ettiğimiz varoluşsal boşluğa
itilmesinde önemli bir neden olmuştur.
Bütün sırrı maddenin kabuğunda gördüğü için, ağaçtan 'çıplak gövde'yi anlayan, kökü
karanlık bir düğüm addedip oraya inemeyen, dola}ısıyla da ruhun içinde gizli olduğu "tohum"u göremeyenjalgılayamayan Batı medeniyeti, bu bakışla sadece Anadolu'nun sıska
vücutlarını, yanık ve asık yüzlerini görmüş, burayı alt edebileceğini zannetmiş, asıl görül
meyen tarafında olan Anadolu'yu sezemediğı~ o ruhu hesaplayamadığı için de aklın bütün
imkanlarına rağmen yenilmiştir. Bu, Anadolu topraklarındaki tohumda gizlenmiş ruhun za
feridir. -
Dünyanın insanlığı getirip bıraktığı noktada bu ruhu anlamak ve tanımak o kadar da
ss Kısakürek. Tohum, s.43. 56 A.e., s.44. 57 A.e., s.88. 58 Bahadıı-; Insanın Anlam Arayışı ve Din, s.166. S9 A.e.. .
554 INTERU.\TIO~:A.L UC Cı? FAZU •. KJSA.KUREX SY,.'POSJU:.: t.'.AY 20-22. 4013 .. J(Q!ıYA /'nJ;:.J<EY
kolay değildir. Ferhad Bey. "Biz bu ruhu tanıyor muyuz" diyen yolcuya, "Biz bu ruhu tanı
mıyoruz. Çünkü bu ruh dal budak salmış bir ağaç gibi göz önünde fışkırrnış bakikatlerden
değildir. En derin ve en gizli hakikatlerdendir. Hakikat kesifleştikçe küçülür ve küçüldükçe
gizlenir. Bir tohum gibi:'60 cevabını verir.
Necip Fazı!' ın, varoluş ile ilgili kafa yorduğu ve cevaplar bulduğu, varlığın derinine nüfuz
etmeye niyetlendiği bir süreçte Tohum' u bir imge olarak benimsemesini "Bir şeye balanak
demek, ortasından kesilmiş bir kül çe halinde, o şeyin can evini kaplayan bütün deri tabaka
larını d eşecek ve onu iç içe giydiği eldivenlerinden sıyıracak bir göz nüktesine malik olmak
demektir:'61 sözü çerçevesinde yorumlamak doğru olaca.ktır.
Aklın yetmediği yetemediği noktalarda doyurucu cevaplar veren ve ruhun gücünü orta
ya koyan din, bu noktada Necip Fazıl'ın hakikat arayışında karşısına çıkan bir imkan olmuş
tur. Ve "insan ruhunun derinliklerinde onu dine yöneiten birtakım içsel faktörler"62 olma
sından hareketle Necip Fazı!, hakikatinadresi olarak Tohum'da ruhu işaretlemiştir: "Madde
açık, ruh gizlidir. Bütün hakikatler ruhundur. .. "63
Tohum'da Geçen Şehrin Maraş Olması
işte, söz konusu bu ruh için Necip Fazıl'ın o çalkantılı muhayyilesinin, etrafındakileri
şaşırtan zihniningittiği yerin Paris'te bir ~okak değil, Heybeliada'da bir mekan değil, anne
sinin yaşadığı bir eski istanbul semti değil, çocukluğunun geçtiği Çemberlitaş'taki konak da
değil, bilfiil yaşamadığı Maraş olması dikkat çekicidir.
Çünkü Necip Fazıl'ın Maraş'la ilgisi dedesi oradan çıktığından beri yok gibidir. Halep'e
bağlı bir sancak olan Maraş'ın Müftüsü Necip Efendi'nin bir gün ziyaretine gelen Halep
Valisi'nin ısran üzerine dede Mehmet Hilmi Efendi'nin İstanbul'a tahsile gönderilmesiyle
Maraş'tan ayrılmış bulunan ailede Hilmi Efendi'nin oğlu ve Necip Fazı!' ın babası Abdülbaki
Fazı! Bey bile İstanbul'da doğmuşken, Necip Fazıl'ı böylesi bir düşünce ikliminde ve ruh
kaynaması anında Maraş'a götüren şey nedir?
Çocukluk terbiye ve telkinlerini borçlu olduğu bahsederken daima saygı ve sevgi ile an
dığı büyükbabası Necip Fazıl'a küçüklüğünden beri, Maraş'taki aile kökleri ile iftihar etmesi
gerektiğin telkin etmiş ve kırk beş yaşına kadar görmediği Maraş'ı bir ideal toprak olarak
onun çocuk ruhuna sindirmiştir. Necip Fazı! bu hissi şöyle tarif eder:" Çocukluğumda başla
yan bu his, Maraş' ı tanıdıktan ve birkaç kere gördükten sonra büsbütün içime yerleşmiş bu
lunuyor. Orada idealimin iptidai malzemesini tamamıyla bulmuş, bütün Türkiye'de olduğu
gibi binasına henüz şahit olmuş değilim. Etrafı h u ni gibi kaplayan dağların dip noktasında,
saf Türk kalmış olmanın mührünü çehresinde hecelediğim Maraşh, göz ümde, tarihi hakla
rını bile aramak gayretinden müstağni, iç hayatını dışına vurmaz bir hicap içinde Müslüman
Türkü n en zengin örneklerinden biridir; faziletiyle birlikte suçu da bu noktadadır."64
Aslında Necip Fazıl'ın Maraşhlara hitabı da "Neden Maraş?" sorusunun başlı başına ce
vabı gibidir:
"Maraşhlar!
Memleketinizde doğmadım. Fakat babadan oğla, oranın eski bir familyasından geliyo-
60 Kısakürek, Tohum, s.86. 61 Kısakürek Konuşmalar; s.l2. 62 Bahadır; insanın Anlam Arayışı ve Din, s.l46. 63 Kısaküre k, Tohum, s.86. 64 Kısa kürek, Konuşmalar; s.67.
DI I SLHOSI arap rtllıll5mru Sf APilti RI
Ul.US!.ARASI /:ECI? FAZJL Kls;.ı<Üılb< SEJ.I~}JU ~ü U .An$ 201) ·Kor-:YA fi'ORI(jYE
lltl{llllllll SU(IIPDSiD(II oorıP umrımum
rum. Kendimi, yüzde yüz Maraşlı sayabilirim. Maraş'a ekieyebilecek hiçbir şerefi m yok. Fa
kat Maraşlı olmaktan gelen bir şeref taşıyorum. Bu şerefi, içimde rastgele bir duygu değil,
sistemli bir şuur halinde besledim .
... Bütün kudretlerio membaı ve bütün mucizeterin anası ruhtur. Herkes istediği gibi dü
şünsün ve devirler, dilediği prensipler etrafında dönsün; ben ruhçu doğdum, ruhçu ölece
ğim.
Bütün bunları Maraş için söylüyorum. Çocukluk günlerinden beri masalını diniediğim
yiğitler yatağı ve destanlar memleketi Maraş, meğer bir rüya alemini yeryüzüne kabul ve
tasdik ettirecek olan yermiş ... M eğer Şirin için dağlar delen Ferhat'tan miras, Anadalulu ruh,
orada ve en ağır hakaretler altında kaldığı devirde, eşsiz tecellileri n birine kavuşacalonış ... M eğer bütün imanlarını kendi eli ile yonttuğu çelik mekanizmalara kaporan Avrupalı, orda,
bütün icatlan ve cihatlarıyla pirden ifa edecekmiş ...
Ruhun çocukları! Hala ateşi kanla, kurşunu etle ve lotıcı kemikle önlemenin ve bütün bu
kuvvetli! eri, bütün bu zayıfta ra yedirmenin sırrını elinizde tutuyorsunuz .
... Öyle ki, yeni iman ve yeni nizarnını kurmak için yarasalar gibi çırpınan, başını taştan
taşa vuran, fakat bir türlü derdi ne çare bulamayan Garp cemiyetleri, öz elleriyle yonttukları
çelikten putların sahte tesellisini artık kabul edemeyecekleri gün, sizden bir şey ögrenmeye
geleceklerdir.
Maraş, o çok mütevazı şekil ve lotası içinde, belki bütün dünyanın en muhtaç olduğu sır
anahtarını taşıyor:'65
Sonuç
Arayış, sadece sanatçı la ra özgü lüks bir hastaiLk değil, insanın yaşamına bir anlam verme
çabası içinde psikolojik ihtiyaca karşılık gelen bir durumdur. Din, hayata anlam verme ça
basının ulaşacağı nihai bir zirve olarak uluslararası platformda kabul görmüş ve "dindarlık
düzeyi ile ve anlamlılık düzeyi arasındaki karşılıklı ve tutarlı ilişki"66 Victor Frank!' ın kur~ u
ğu varoluşçu psikoterapi ile temellendirilmiştir.
"Sanatçı büyük hakikati arayandır" diyen Necip Fazı) aramış, bir vesile ile bulmuş, bu
buluştan sonra yazdığı ilk eserinde ise yönünü çevirdiği yer Maraş olmuştur. Varlığını an
lamlandırma noktasında aradığını Maraş'a ve insaniarına hasrettiği değerlerde, ruhta bul
muştur. Esasında Maraş, burada, ruhun maddeye yenilmediği, duyguların metalaşmadığı
temsili bir Anadolu şehri olarak başroldedir.
Maraşiının gözü kara cesareti, düşmanla karşı karşıya gelirken herhangi bir alal çetelesi
tutmaması, hesap yapmaması, "Maraş bize mezar olmadan düşma~a gülizar olmaz" diyerek
Batılı bir zihnin anlayamayacağı şekilde aklı dışiayarak ruhuyla, inancıyla hareket etmesi,
Necip Fazı I' ın hakikat arayışındaki ilk zamanlannda önüne çıkan bir gerçeklik olmuştur.
Necip Fazıl'ın, Maraşlılara hitabında, "Derdine çare bulamayan Garp cemiyetleri, öz elle
riyle yonttukları çelikten putların sahte tesellisini artık kabul edemeyecekleri gün, Maraş
lılardan bir şey öğrenmeye geleceklerdir." cümlesindeki mesaj, sadece Maraştılar için değil,
dahil olduğumuz medeniyet dairesi içinde bugüne kadar şehirlerin kurtuluşunda, toplum-
65 Kısakürek, "Maraş Hitabesi~ Hitabeler; Büyük Doğu Yay., Istanbul, 1999, s.149-152. 66 Bahadır; insanın Anlam Arayışı ve Din, s.176.
UIT'ERNATIOtt.U tt.ECIP FAZIL K&SAl<ÜRac SYI.~055UM MAV 20.22.2C1J -KOt:YA/TURXE'V
ların kurtuluşunda, insanın/insanlığın kurtuluşunda aklı kenara iterek sözü ruha söyle
tebilmiş nice insanlar içindir. Bu anlamda bugün "sahte tesellilerin sonuç vermediği"nin
anlaşıldığı dünya manzarasında Necip Fazıl'ın söylediği şekilde "Garpılar'a öğretecek bir
şey1eri"nin, söyleyecek sözlerinin olup olmadığı konusu üzerinde ise sadece Maraştılar de
ğil, bu ruhtan ve imkanlarından haberdar olan her Anadolu şehri, bu ruhun tevarüs ettiği
her birey, ihtimarola düşünmelidir.
l lUSlai6SI ıvuPmıı vımorou st iU ili UII
ııur ı ııııııı
SUHSiUro nırı• fdm ıimmı
I<AYNAKÇA
AYDIN, Ali Rıza "Din ve Psikoloji Ilişkisi Üzerine·: Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2004, S.l, s.lS-29.
BAHADIR, Abdülkerim,lnsanın Anlam Arayışı ve Din -Logoterapik Bir Araştırma·, Insan Yay., Istanbul, 2011, s.20.
BAHADIR, Abdülkerim, "Psikoterapide Yeni Bir YaklaşLm Logoterapi ve Victor Frank!~ Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:9, Cilt9, 2000, s.9-10.
ı BÖCKMAN, Walteı; "Logotherapie und Sinn-Theorie': journal des Viktor Frank! lnstıtut, Vol.S, Nı:2, Wien 1997, 107'den aktaran; Bahadıı; insanın Anlam Arayışı ve Din, s33. .
CARREL, Alexis, Başarının Sırlan, Çev. Refik özdek, YağmurYayınevi, lstanbul,l991, s.l85.
FRANKL, Yletar E., Insanın Anlam Arayışı, Çev. Selçuk Budak, Okyanus Yayınlan,lstanbul, 2010, s.121.
FRANKL, Victor E.. "Zeit und Verantwortung" in Der Wille ıum Sin n, 3.Auflage, Piper Veri., M ünehen 1996, 75 ve B.Grom-J.Schmidt, Auf der Suche nach dem Sınn des Lebens, 4. Aunage, Herder Veri. Feriburg. 1979, 9'dan aktaran Bahadıı; Insanın Anlam Arayışı ve Din, s.49.
GEÇTAN, Engin Varoluş ve Psikiyatri, Remzi Kitabevi,lstanbul,1999. s.24.
GÖKA, Erol Varoluşun Pslkiyatrisi, Vadi Yayınlan, Ankara, 1997, s.SO-Bl.
GÜRGEN, Can, Varoluşçu Psikoterapi, http:/ fwww.varoluscupsikoterapi.net/Varoluscu_psikoterapi.html, (Erişim tarihi: 05.07.2013).
KISAKÜREK, Necip Fazıl, Babıali, Büyük Doğu Yayınlan,lstanbul, 1999, s.119.
KISA KÜREK, Necip Fazı!, Çile, Büyük Doğu Yayınlan, istanbul, 2009, s.16·20.
KISAKÜRE K, Necip Fazı(. Konuşmalar. Büyük Doğu Yayınlan, İstanbul, 1990, 5.172.
KISAKÜREK, Necip Fazı ı, O ve Ben, Buyük Doğu Yayınlan,lstanbul, 2011 .• S.71, s.72.
KISA KÜREK, Necip Fazı!, Tohum, Büyük Doğu Yayınlan,lsıranbul, 2010, s.105.
KISAKÜRE K, Necip Fazı!. Batı Tefekkürü ve Islam Tasawufu, Büyük Doğu Yayın lan, lstanbul,l997, s.133.
KISAKÜREK. Necip Fazı(, "Maraş Hitabesi", Hitabeler. Büyük Doğu Yayınlan, istanbul,1999, s.149-152.
KISA KÜREK, Necip Fazı!, Kafa Kağıdı, Büyük Doğu Yayınlan,lstanbul,l999. ·
KOÇ, Turan, "Necip Fazıl'a Göre Felsefi Tefekkür ve Tasavvtıf", Hece, Yıl:9, 5:97, Ocak 2005, s.27.
MISIROGLU, Kadiı; Ostad Necip Fazıl'a Dair. Sebil Yayınlan,lstanb,ul,1993.
RITTER,joachim, Varoluş Felsefesi, Çev. Hüseyin Batuhan, Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan, Istanbul, 1954, s,3-10.
SAYAR, Kemal. Hüzün Hastalığı, Istanbul: iz Yayınlan, 1995, s. 51.
YALOM, Irvin, Varoluşçu Psikoterapi, Çev. Zeliha Iyidoğan Babayiğit, Kabalcı Yayın lan, İstanbul. 2001, s.656.
l:tfEAJJA110UAL ::ECIP 'AZIL KıS;J(Ü.REK SYmııosnJM MAV 2.0•U. 2013 • KO:IVA/TURı<_C:V