9.sinif dİnkÜltÜrÜ ve ahlak bİlgİsİ Ünİte Özetlerİ...2021/01/09  · kirlerden...

28
9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ 1 1.ÜNİTE İNSAN VE DİN 1.İNSANIN EVRENDEKİ KONUMU Duyu ya da akıl yoluyla kavradığımız veya varlığını düşünebildiğimiz her şey evreni meydana getirir. Evrende görünen ve görünmeyen pek çok varlık vardır. Kâinattaki bütün varlıkları yaratan ve onu düzenleyen Allah’tır. Varlıklar arasında insanın özel bir yeri vardır. Diğer bütün varlıklar doğrudan veya dolaylı olarak insana hizmet eder. Bu duruma bir ayette şöyle işaret edilmiştir: “Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?” Çevremizde gözlemlediğimiz varlıklarla kendimizi karşılaştırdığımızda birçok farklı özelliğimizin olduğunu anlarız. Bu özelliklerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz: İnsan, akıllı ve düşünen bir varlıktır. Düşünme eylemi aklın doğal bir ürünüdür. İnsan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden düşünerek ayırabilir. Doğa ile uyum içinde yaşayarak keşfettiği ham maddeyi işler ve yeni şeyler icat edebilir. İnsan; konuşması, yazması, bilgi birikimi, estetik zevki ve sanat kabiliyetiyle de diğer varlıklardan farklıdır. İnsan, irade ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. Seçme ve karar verme özgürlüğünü dilediği şekilde kullanabilir. Sonuçta iyi veya kötü yönde yaptığı tercihlerden sorumlu tutulacağını bilir. Ayrıca insan, bu özellikleri sayesinde vahyin muhatabı olmuştur. Bu nedenle ilahî mesajın anlaşılması ve duyurulmasından da sorumlu tutulmuştur. İnsan, inanan bir varlıktır. Bir inanca sahip olmak, onu savunmak ve bu inanca uygun davranmak yalnızca insanda bulunan bir özelliktir. İnsanın evrendeki varlıklar arasındaki farklı ve özel konumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik. Yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” 2.İNSAN DOĞASI VE DİN Çevre faktöründen bağımsız olarak insanda doğuştan var olduğu düşünülen değişmez özelliklerin bütünü insan doğasını oluşturur. İslam dininde buna fıtrat veya yaratılış denir. Din, ilahî kurallar bütünüdür. İnsanları akıl ve iradeleri ile dünyada iyiliğe, ahirette ise mutluluğa götürmeyi amaçlayan bir yoldur. Din denildiği zaman akla ilk gelen inanç esaslarıdır. İnançlar dinin temelini oluşturur. İnsan her zaman yüce ve kudretli bir varlığa güvenme, ona sığınma ve ondan yardım dileme ihtiyacı hisseder. Bu sığınma ve güvenme duygusu ise din ile karşılanı r. İNSAN İKİ YÖNE AYRILIR MADDİ YÖNÜ YEME-İÇE GİYİNME MANEVİ YÖNÜ İNANMA

Upload: others

Post on 26-Mar-2021

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

1

1.ÜNİTE İNSAN VE DİN

1.İNSANIN EVRENDEKİ KONUMU

Duyu ya da akıl yoluyla kavradığımız veya varlığını düşünebildiğimiz her şey evreni

meydana getirir. Evrende görünen ve görünmeyen pek çok varlık vardır. Kâinattaki bütün varlıkları

yaratan ve

onu düzenleyen Allah’tır. Varlıklar arasında insanın özel bir yeri vardır. Diğer bütün varlıklar

doğrudan veya dolaylı olarak insana hizmet eder. Bu duruma bir ayette şöyle işaret edilmiştir:

“Allah’ın göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve

gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?”

Çevremizde gözlemlediğimiz varlıklarla kendimizi karşılaştırdığımızda birçok farklı özelliğimizin

olduğunu anlarız. Bu özelliklerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

İnsan, akıllı ve düşünen bir varlıktır. Düşünme eylemi aklın doğal bir ürünüdür. İnsan,

doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden düşünerek ayırabilir.

Doğa ile uyum içinde yaşayarak keşfettiği ham maddeyi işler ve yeni şeyler icat edebilir.

İnsan; konuşması, yazması, bilgi birikimi, estetik zevki ve sanat kabiliyetiyle de diğer

varlıklardan farklıdır.

İnsan, irade ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. Seçme ve karar verme özgürlüğünü dilediği

şekilde kullanabilir. Sonuçta iyi veya kötü yönde yaptığı tercihlerden sorumlu tutulacağını

bilir. Ayrıca insan, bu özellikleri sayesinde vahyin muhatabı olmuştur. Bu nedenle ilahî

mesajın anlaşılması ve duyurulmasından da sorumlu tutulmuştur.

İnsan, inanan bir varlıktır. Bir inanca sahip olmak, onu savunmak ve bu inanca uygun

davranmak yalnızca insanda bulunan bir özelliktir. İnsanın evrendeki varlıklar arasındaki farklı ve

özel konumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref

sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel

rızıklar verdik. Yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”

2.İNSAN DOĞASI VE DİN

Çevre faktöründen bağımsız olarak insanda doğuştan var olduğu düşünülen değişmez

özelliklerin bütünü insan doğasını oluşturur. İslam dininde buna fıtrat veya yaratılış denir.

Din, ilahî kurallar bütünüdür. İnsanları akıl ve iradeleri ile dünyada iyiliğe, ahirette ise

mutluluğa götürmeyi amaçlayan bir yoldur. Din denildiği zaman akla ilk gelen inanç esaslarıdır.

İnançlar dinin temelini oluşturur. İnsan her zaman yüce ve kudretli bir varlığa güvenme, ona sığınma

ve ondan yardım dileme ihtiyacı hisseder. Bu sığınma ve güvenme duygusu ise din ile karşılanır.

İNSAN İKİ YÖNE AYRILIR

MADDİ YÖNÜ

YEME-İÇE GİYİNME

MANEVİ YÖNÜ

İNANMA

Page 2: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

2

İslam’a göre Allah, insanları yaratıcısını bilip tanıyacak kabiliyette yaratmıştır. Kur’an-ı

Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Sen yüzünü hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat

üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat

insanların çoğu bilmezler.” Ayetten de anlaşıldığı üzere insanlar, herhangi bir dine inanmaya, bir

inancı benimsemeye yatkın olarak yaratılmışlardır. Ancak zamanla din duygusu, aile ve çevrenin de

etkisiyle farklı biçimlerde gelişmiştir.

İnsanın yaratılışının gereği olan din, insanlık tarihi boyunca daima var olmuş evrensel bir

olgudur. Kutsal kitaplar, bilimsel araştırmalar ve arkeolojik kazılar da dinin, tarihin her döneminde

var olduğunu ortaya koymuştur. Kur’an-ı Kerim’de de tarihin her döneminde dinin var olduğu şöyle

ifade edilmiştir: “...Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gelmiştir.”

3. DİNİN İNSAN HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Din, insanları iyi ve faydalı işler yapmaya yönelten, toplumları yücelten ve geliştiren bir

olgudur. Din, insanlar arasında merhamet, şefkat, sevgi ve barış duygularının ortaya çıkmasını

sağlar. Yoksula, yetime, düşküne yardımcı olmayı emreder. Kin, nefret ve intikam gibi her türlü

kötülüğün ve kötü düşüncenin ortadan kalkmasını, insanların kardeşçe, barış ve huzur içinde

yaşamasını öğütler. İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlıktır. Bir arada yaşamaya ihtiyaç duyar.

Toplumların birlik ve beraberlik içerisinde yaşamalarına katkıda bulunan olgu dinî değerlerdir. Din,

insana birlikte yaşamanın verdiği hak ve sorumlulukları hatırlatır. Örf, âdet, kanun ve ahlakla birlikte

toplum hayatına yön verir. Din duygusunun zayıflaması suçların artmasına yol açabilir. Bu nedenle

toplumda mutluluk, güven ve huzur azalır. Din, maddi ve manevi her türlü sıkıntıya karşı insanın

direncini arttırır. İnsan, günlük hayatında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korku, üzüntü, hastalık,

musibet ve felaketler karşısında yegâne teselli kaynağı olarak dini görür. Dinî değerler insanı ruhsal

bunalımlardan korur; başarı için ümit ve cesaret verir. Kendisine ve çevresine karşı daha duyarlı hâle

getirir. Yaratıcıya güvenme ve ona sığınma insanı yüceltir. Allah inancı ve sevgisi, insana kuvvetli

bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Din, insanı yersiz korkulardan ve bencil duygulardan

uzak tutarak özgürleştirir, inanç ve davranış planında bir dengeye götürür.1 Bu sayede insan neye,

nasıl ve ne kadar değer vereceğini bilir. Böylece hayatı anlamlı kılar ve onu kolaylaştırır. İnsan

sürekli bir anlam arayışı içindedir. Kendi kendine, “Ben kimim? Niçin yaratıldım? Nereye

gideceğim? İyi nedir? Doğru nedir? Adaletli olan nedir? Güzel nedir? Bu dünyanın sonu ne olacak?”

gibi sorular sorar. Aklın ve bilimin yeterince cevap bulamadığı bu önemli sorulara, cevap bulmaya

yardım eden ve insan düşüncesini aydınlatan, din olmuştur. Dindeki ahiret inancı, insanın hayatını

düzene koymasını, dünyanın zorluk ve sıkıntılarına karşı sabırla direnmesini sağlar. Bu inanç dünya

hayatındaki davranışları olumlu yönde etkilediği gibi insanın ölümsüzlük isteğine de cevap verir.

İnsan din sayesinde, ölümle yok olmayacağına ve ahirette hayatının devam edeceğine inanır.

4.İNANMANIN ÇEŞİTLİ BİÇİMLER

İnanma, insanoğlunun doğuştan sahip olduğu ve farklı şekillerde ifade ettiği bir duygudur. Bu

duyguyu ifade etmedeki farklılıklar, değişik inanma biçimlerini doğurmuştur. İnsan, kimi zaman

fıtratına uygun davranmış kimi zaman da çevresinin etkisinde kalarak farklı inanma biçimlerine

yönelmiştir.

Vahye dayalı olan inanç biçimi; neye, nasıl inanılacağını açıklamıştır. Vahiy, nelere inanılacağını

bildirirken peygamberler de vahyin nasıl anlaşılacağı konusunda insanlara rehberlik etmişlerdir.

Tarihin akışı içerisinde sosyal ve kültürel şartların etkisiyle insanlar farklı inanç biçimlerini

benimsemişlerdir. İnanmanın çeşitli biçimleri de daha çok tanrı kavramı üzerinde yoğunlaşmış;

monoteizm, politeizm ve ateizm gibi inançlar ortaya çıkmıştır.

Page 3: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

3

4.1. Tek Tanrıcılık (Monoteizm)

Tanrı’nın varlığı ve birliğini savunup eşi ve benzeri bulunmadığına inanma biçimine

monoteizm veya tek tanrıcılık denir. Tek tanrıcılığın İslam düşüncesindeki karşılığı Allah’ı

“birlemek” anlamına gelen tevhittir. Tevhit inancına göre evreni ve içindeki her şeyi yaratan ve

yaşatan Allah’tır. Allah, mutlak güç ve kudret sahibidir. O, sonsuz bilgisi ve gücüyle evrendeki her

şeye hükmeden bir ilahtır. Allah, her şeyi işiten, gören, başlangıcı ve sonu olmayan (ezelî ve ebedî),

yarattıklarına karşı sonsuz şefkat gösteren ve onları seven bir varlıktır. Tek tanrıcılıkta Tanrı, din

gönderen, sadece kendisine ibadet edilen bir yaratıcıdır. Ona ait vasıflar başkasına yakıştırılamaz.

Kur’an-ı Kerim, tek tanrıcılık inancını en yalın şekilde şöyle ifade eder: “De ki: O Allah birdir. Allah

sameddir (Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şey ona muhtaçtır.). O, doğurmamış ve doğmamıştır.

Onun hiçbir dengi yoktur.”

4.2. Çok Tanrıcılık (Politeizm)

Politeizm, tek tanrıcılık inancının aksine birçok tanrının varlığına inanmak demektir. Bu

inanca göre evrende birden fazla tanrı vardır ve bu tanrıların farklı görevleri bulunmaktadır. Çok

tanrıcılık inancı, daha çok ilkel toplumlarda ortaya çıkmış ve farklı şekillerde varlığını devam

ettirmiştir. Eski Yunan, Mısır, Roma ve İslam öncesi Arap Yarımadası’nda çok tanrıcılık yaygındı.

Antik Yunan’da gök tanrı, savaş ve barış tanrısı, güneş tanrısı ve aşk tanrısı gibi çeşitli tanrıların

bulunduğuna inanılırdı. Arap Yarımadası’nda da her kabilenin tanrısal bir güçle nitelendirdikleri

çeşitli putlar bulunmaktaydı. Bu nedenle İslam dininin ilk muhatabı olan Mekke toplumu, birden

fazla tanrının varlığına inandıkları için müşrik olarak isimlendirilmişlerdir. Çok tanrıcılık inancını

benimseyenler Allah’ın yaratıcı ve güçlü olduğunu kabul etmekle birlikte, Allah’tan başkasına

olağanüstü güçler atfederek onlardan yardım beklemişler. Daha çok Güneş, Ay, yıldız gibi gök

cisimlerinin yanı sıra bazı doğa güçleri ile canlı ve cansız varlıkları tanrılaştırmışlardır. İslam dini,

çok tanrıcılığı Allah’a şirk koşmak olarak değerlendirmiş ve şirkin her türlüsüne karşı çıkmıştır.

Kur’an’da bu hususta şöyle buyrulmuştur: “...Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz…”

4.3. Tanrıtanımazlık (Ateizm)

Tanrıtanımazlık (ateizm), Tanrı’nın varlığını reddetmek ve Tanrı yokmuş gibi davranmaktır.

Tanrıtanımazlık, tarihin tüm dönemlerinde bireysel olarak da olsa varlığını sürdürmüştür. Ateizm,

Allah’ın varlığını inkâr ettiği gibi tüm dinlere ve dinlerin tanrı tasavvurlarına da karşıdır. Allah

inancı karşısında tepkisel bir düşünce olan ateizm, Batı dünyasının bazı filozofları tarafından

benimsenmiş; ancak günümüzde düşünsel dayanaklarını yitirerek zayıflamıştır. Ateistler üç semavi

dinin de tanrı anlayışını kabul etmezler. Ateistler, sadece Tanrı’yı değil, Tanrı’yla birlikte iman

edilen melek, kutsal kitap, peygamberlik, vahiy ve ahiret inançlarını da reddetmişlerdir. Ateist bir

kişi, tavır ve davranışları, hayat tarzı, sahip olduğu kural ve alışkanlıklarıyla “Tanrısız bir dünya”

veya “Tanrısız bir yaşam tarzı” kurmayı hedefler. Bunun için Tanrı hakkında hiçbir şey

düşünmemeye ve kendini dinden ve ibadetlerden uzak tutmaya çalışır. Tanrıtanımazlar, Allah’ı inkâr

etmenin yanı sıra evrenin varlığını ve evrende meydana gelen olayları da tesadüfe bağlarlar. Bilimsel

bir sebebini bulamadıkları tüm olayların bir tesadüf sonucu meydana geldiğini savunurlar. Vahye

dayanmayan bazı inanç biçimleri ve düşünce akımları, ruhsal bunalım, ahlaki çöküntü, toplumu bir

arada tutan temel değerlerdeki yozlaşma, sosyal ve kültürel dokudaki zedelenme, millî ve manevi

duygulara yabancılaşma gibi olumsuzluklara toplumda olumsuz etkilere yol açabilir. Örneğin

bunlardan biri olan ve şeytana tapma anlamına gelen satanizm özel olarak Hristiyanlığa, genel olarak

da bütün dinlere karşı bir başkaldırı ve isyan hareketi olarak doğmuştur. Satanistler, genellikle bazı

problemleri olan gençleri hedef kitle olarak görür. Düşüncelerini bunlara benimsetmeye çalışırlar.

Satanistler ayinlerinde insanlara işkence eder, hayvanları öldürür ve şiddeti teşvik ederler. Toplumda

huzur ve güveni bozup kargaşaya neden olurlar. Oysa Kur’an-ı Kerim, şeytanın kötülükleri ve

tuzakları konusunda bizleri şöyle uyarmıştır: “Ey âdemoğulları! … Şeytana kulluk etmeyin...”

Page 4: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

4

2. ÜNİTE TEMİZLİK VE İBADET

1. İbadetin Anlamı ve Kapsamı

İbadet, sözlükte boyun eğme, itaat etme, saygı duyma, kulluk etme ve tapma gibi anlamlara

gelir. İbadet, kulun inandığı ve bağlandığı yüce varlığa karşı kulluk borcunu yerine getirmesi ve

onunla manevi bir bağ kurmaya çalışmasıdır. Fatiha suresinin 5. ayetinde, “Ancak sana ibadet eder

ve yalnız senden yardım dileriz.” Buyrularak ibadetin bu yönü vurgulanmaktadır.

2. Niçin İbadet Edilir?

İnsanın Rabb’ine yönelip ibadet etmesi ve onun rızasını kazanmaya çalışması, yaratılış

gayesinin bir gereğidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Ben

cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”İbadet, gösterişten uzak, hiçbir karşılık

beklemeksizin yalnız Allah’ın emrini yerine getirmek ve onun rızasını kazanmak için yapılır. Her

şeyi yoktan var eden Allah’a kulluk etmek, verdiği sayısız nimetlere şükretmek için ibadet

edilmelidir. Çünkü Yüce Allah evrendeki her şeyi insanların faydalanması için yaratmış ve sayısız

nimetler vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah bu durumu şöyle ifade etmiştir: “O size istediğiniz her

şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız.” Bu nedenle kendilerine sayısız

nimetler verilen insanlar, ibadet etmekle Allah’a şükretmiş olurlar. İbadet, insanın Allah’a olan

inancını pekiştirir. Ona olan sevgiyi artırır. Ahlakı güzelleştirir. Kötü duyguları yok eder. Günah

işlemekten alıkoyar. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa şöyle işaret edilir: “(Resulüm!) Sana vahyedilen

Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak

elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” Ayrıca ibadet eden kişi, sorumluluk

bilincine sahip olur. Ahirette hesaba çekileceğini bilir ve davranışlarını buna göre düzenler. Hayatta

insanın çeşitli sıkıntılarla karşılaşıp ümitsizliğe düştüğü zamanlar olur. Böyle durumlarda insan,

ibadetle kendisini Allah’a daha yakın hisseder ve onunla sağlam bir iletişim kurar. Onun rahmetine

sığınır, ümitsizlikten kurtulur ve huzura kavuşur.

3. İbadet – Temizlik İlişkisi

Temizlik, insanın ruhunu kötü duygulardan; bedenini, giysilerini ve çevresini ise maddi

kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve çevre

temizliğinden oluşan maddi temizliktir. İkincisi ise duygu, düşünce ve kalbi kötülüklerden

arındırmak olan manevi temizliktir. Yüce Allah, ilk inen ayetlerde iç ve dış temizliğe önem

verilmesini isteyerek şöyle buyurmuştur: “Elbiseni temiz tut. Kötü şeylerden sakın.” İslam dini,

maddi ve manevi temizliği bir bütün olarak ele alır. Birini yapıp diğerini terk etmeyi eksiklik olarak

görür.

3.1. Beden Temizliği

Temizlik denilince aklımıza önce beden temizliği gelir. Bedenimizi temiz tutmak onu her

türlü kirden arındırmakla mümkün olur. Bedenimiz bize Allah tarafından verilmiş bir emanettir. Bu

emaneti temiz tutarak korumuş oluruz. Bunun yanında beden temizliği, insanı rahatlatır, ona güven

ve mutluluk verir. Temiz insan çevresinde sevilir ve saygı görür. Birçok hastalığın sebebi,

mikroplardır. Bunun içindir ki Peygamberimiz öncelikle temizlik üzerinde durmuş ve bunu

vurgulamak için de “Temizlik, imanın yarısıdır...” buyurmuştur. O, haftada en az bir defa bütün

vücudu yıkamayı tavsiye etmiştir.Uykudan kalkınca, yemekten önce ve sonra elleri yıkamayı, dişleri

günde birkaç defa misvaklamayı (fırçalamayı), kasık ve koltuk altı kıllarını gidermeyi,1 tırnakları

kesmeyi, küçük ve büyük abdestten sonra temizlenmeyi, sık sık ağız ve burnu temizlemeyi2

öğütlemiştir. Bütün bunlar, onun, vücut temizliğine verdiği önemi gösterir. Saçların temiz ve bakımlı

olması da beden temizliğinin önemli bir bölümünü oluşturur.

Page 5: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

5

3.2. Gusül

Gusül, ağzı ve burnu suyla temizlemek ve bütün bedeni, hiç kuru yer bırakmaksızın

yıkamaktır. Bu yıkanma şekline boy abdesti de denir.Akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış her

Müslümanın bazı özel durumlarda boy abdesti alması Allah’ın bir emridir. Kur’an-ı Kerim’de bu

emir şöyle ifade edilmiştir: “…Eğer cünüp oldunuz ise boy abdesti alın...” Cuma ve bayram gibi özel

günler ile hac ve umrede ihrama girerken boy abdesti almak sünnettir. Boy abdestini gerektiren özel

durumlar, cünüplük ile kadınlarda âdet ve lohusalık hâlinin son bulmasıdır. Gerekli durumlarda boy

abdesti almayan bir Müslüman namaz kılamaz, Kâbe’yi tavaf edemez.

NOT:Gusül şu şekilde alınır: Eûzü-besmele (Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.

Bismillâhirrahmânirrahîm.) çekilir. “Niyet ettim Allah rızası için boy abdesti almaya.” denilerek

niyet edilir. Bedenin herhangi bir yerinde bulunan kirler giderilir. Namaz abdesti gibi abdest alınır.

Özellikle ağız ve burun iyice temizlenir. Daha sonra bütün beden, kuru yer kalmayacak şekilde

yıkanır. Yıkanırken suyun israf edilmemesine dikkat edilir.

3.3. Abdest

Abdest, belirli organları usulüne uygun olarak yıkamak ve başı mesh etmek suretiyle yapılan

temizlik niteliğinde bir ibadettir. Abdest, namazın hazırlık şartlarındandır. Abdestin gerekliliği

Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman

yüzlerinizi,dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı mesh edip topuklara kadar ayaklarınızı

da yıkayın…”1 Hz. Muhammed, “Ümmetim kıyamet gününde, abdest dolayısıyla yüzleri ve ayakları

nurlu olarak gelecektir. O hâlde sizden hanginiz nurunu artırabilirse bunu hemen yapsın.” buyurarak

abdestin önemine dikkat çekmiştir. Abdestsiz olarak namaz kılınamayacağı gibi Kâbe de tavaf

edilemez.

NOT:Abdestin alınışı şöyledir:

Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.

“Niyet ettim Allah rızası için abdest almaya.” denilir.

Eller bileklere kadar üç kez yıkanır.

Ağız ve burun üç kez yıkanır.

Yüz, üç kez yıkanır.

Sağdan başlamak üzere kollar dirseklerle beraber üç kez yıkanır.

Baş, ıslak elle mesh edilir.

Kulaklar temizlenir ve boyun mesh edilir.

Sağdan başlamak üzere ayaklar topuklarla beraber üç kez yıkanır.

NOT:Abdesti bozan durumlardan bazıları şunlardır:

Tuvalet ihtiyacını gidermek

Yellenmek

Kusmak

Uyumak veya bayılmak

NOT: Abdestin farzları dörttür:

Yüzü yıkamak

Kolları dirseklerle beraber yıkamak

Başı ıslak elle mesh etmek

Ayakları yıkamak

3.4. Teyemmüm

Su ile abdest alma imkânı bulunmayan yerde temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeyle

alınan abdeste teyemmüm denir. Ayrıca su temiz değilse veya suyun kullanımı sağlığı olumsuz

etkileyecekse yine teyemmüm alınır. Teyemmüm, abdest veya boy abdesti yerine geçici olarak alınır.

Suyun bulunması veya suyu kullanma imkânının olması durumunda teyemmüm bozulur. Ayrıca

abdesti bozan durumlar teyemmümü de bozar..

Page 6: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

6

NOT:Teyemmümün alınışı şöyledir:

Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.

“Niyet ettim Allah rızası için teyemmüm almaya.” denilir.

Eller temiz toprağa sürülerek silkelenir.

Sağ kol mesh edilir.

Yüz mesh edilir.

Sol kol mesh edilir.

Eller temiz toprağa sürülerek silkelenir.

3.5. Mekân ve Çevre Temizliği

Çevre denildiğinde insanın içinde yaşadığı ortam akla gelmektedir. Ev, okul, ibadet

mekânları, sokaklar, bahçeler, parklar, nehirler, denizler ve ormanlar çevremizi oluşturur. Yüce

Allah, evreni insanların hizmetine sunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilmiştir:

“Yeryüzünde rengârenk şeyleri de sizin için yaratmıştır. Bunda, öğüt alan kimseler için ibretler

vardır.” Ancak yaşanılan doğal çevrenin üzerinde insanların ve diğer canlıların da hakları vardır. Bu

nedenle insan doğada hizmetine sunulan imkânların ilahî bir emanet olduğunun bilincinde olmalı ve

bunları gelişigüzel kullanıp savurganlık etmemelidir. Çevre temizliği aynı zamanda toplumsal bir

görevdir. Çünkü insanlar, içinde yaşadıkları çevreyi başkaları ile paylaşırlar. Ortaklaşa kullanılan

çevreyi kirletmek, diğer insanlara karşı yapılmış bir haksızlıktır. Bu nedenle insanlar çevreyi nasıl

bulmak istiyorlarsa o şekilde bırakmalıdırlar. Sağlıklı bir ortamda insanca yaşamanın herkesin en

doğal hakkı olduğu unutulmamalıdır.

Page 7: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

7

3.ÜNİTE HZ.MUHAMMED’İN HAYATI

1. Hz. Muhammed’in Doğduğu Ortam

Hz. Muhammed’in hayatını, insanlığa getirdiği yenilikleri iyi anlayabilmek için yaşadığı

asırda Arabistan’ın genel durumunu ve Arapların yaşayışlarını bilmek gerekir. Arapların ana yurdu

ve İslam’ın doğduğu yer olan Arabistan, Asya Kıtası’nın güneybatısında yer almaktadır. Doğudan

Umman Denizi ve Basra Körfezi, batıdan Kızıldeniz, kuzeyden Irak ve Suriye, güneyden de Aden

Körfezi ve Hint Okyanusu ile çevrili bir yarımadadır. Peygamberimizin doğduğu yer olan Hicaz,

Arap Yarımadası’nın yaşamaya en elverişli bölgelerinden biridir. İslam’dan önce Arapların bir kısmı

çöllerde göçebe hayatı sürerken diğer bir kısmı köy ve şehirlerde yaşıyorlardı. Göçebeler

hayvancılıkla, yerleşik olanlar ise tarım ve ticaretle uğraşırlardı. İslam’dan önce Araplar kabilelere

ayrılmışlardı. Kan davası ve sınır anlaşmazlıkları yüzünden kabileler arasında sık sık savaşlar olurdu.

İslamiyet öncesi Arapların çoğu putperestti. Tek tanrı inancı unutulmuştu. İnsanlar, kendi elleriyle

yaptıkları putlara taparlar ve onlar için kurbanlar keserlerdi. Putperestler, putların insanları Allah’a

yaklaştırdığına ve Allah katında kendilerine yardımcı olacağına inanırlardı.

Yeryüzünde Allah’a ibadet için yapılan ilk bina Kâbe’dir. Kâbe Allah’ın emriyle Hz. İbrahim

ve oğlu Hz. İsmail tarafından Mekke’de yapılmıştır. Zamanla “tevhit inancı” unutulmuş, Kâbe

putlarla doldurulmuş; Mekke, putperestliğin merkezi hâline gelmişti. Ayrıca Kâbe ve çevresinin

güvenli oluşu nedeniyle Arabistan’daki kabileler, taptıkları putları getirip buraya koyar, senenin belli

günlerinde bu putları ziyarete gelirlerdi. Kâbe’yi ziyarete gelenler, Mekke’de kurulan panayırlarda

alışveriş yaparlardı. Böylece Mekke halkı, ticaret yaparak geçimini sağlardı. Arabistan’da

putperestler dışında, Yahudi, Hristiyan, Mecusi, Sabii ve Hanif olan insanlar da vardı. Hanifler, Hz.

İbrahim’in dinî geleneğini sürdüren tevhit inancını benimsemiş kimselerdi. Araplar arasında şiir ve

güzel söz söyleme sanatı (hitabet) oldukça ileri durumdaydı. Kurulan panayırlarda şiir yarışmaları

düzenlenir, dereceye giren şiirler Kâbe’nin duvarına asılırdı. Sözlü edebiyat geleneği gelişmiş

olmasına karşın okuma yazma bilenlerin sayısı azdı.

Arabistan’da halk, hürler ve köleler olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştı. Köleler ve yoksullar

eziliyor, adalete önem verilmiyor, güçlü olanlar haklı sayılıyordu. İnsan hakları hiçe sayılıyor, kadına

toplum içinde söz hakkı tanınmıyor ve mirastan pay verilmiyordu. Erkek çocuk doğurmayan kadına

değer verilmiyordu. Kız çocuğu olan babalar, bunu utanılacak bir durum olarak görüyor; hatta

bazıları, kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyordu.

İslam’dan önce Arap Yarımadası’nda; Allah’a şirk koşmanın yanında içki, kumar, hırsızlık,

tefecilik, falcılık gibi kötü alışkanlık ve davranışlar yaygındı. Tüm bu nedenlerle bu döneme

“Cahiliye Dönemi” denilmektedir. Bütün bu olumsuzlukların yanında, Araplar arasında cömertlik,

konukseverlik, cesaret, sözünde durma, düşmanları bile olsa kendilerine sığınanları koruma gibi bazı

güzel davranışlarda bulunanlar da vardı. İslamiyetin doğduğu yıllarda Arap Yarımadası’na komşu iki

büyük devlet bulunmaktaydı. Bunlar, Bizans ve Sasani imparatorluklarıydı. Bölgedeki küçük

devletler bu iki devlete bağımlıydı. Siyasi açıdan da Avrupa, Afrika ve Asya kıtaları birbirinden

farksızdı.

2. Hz. Muhammed’in Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği

Hz. Muhammed, 20 Nisan (12 Rebiyülevvel) 571 tarihinde Mekke’de doğdu. Babası

Abdullah, annesi Âmine’dir. Babası, Peygamberimiz doğmadan önce vefat etti. Dedesi

Abdulmuttalip, ona “çok övülen” anlamına gelen “Muhammed” adını verdi. Mekkeliler, yeni doğan

çocukları sütanneye vererek havası güzel olan yerlere gönderirlerdi. Çünkü Mekke’nin havası, yeni

doğan çocuklara ağır gelirdi. Bu geleneğe uyarak Peygamberimizi Halime adlı bir sütanneye

verdiler. Fakir olan Halime’nin evine Muhammed’le birlikte bereket geldi. Peygamberimizin Şeyma

adında bir sütkardeşi vardı. Peygamberimiz dört yaşında Mekke’ye getirildi ve altı yaşına kadar

annesinin yanında kaldı. Annesiyle birlikte babasının mezarını ziyaretten dönerken annesi Medine

yakınlarındaki Ebva köyünde vefat etti. Annesini kaybeden Muhammed’i dedesi Abdulmuttalip

Page 8: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

8

yanına aldı.Peygamberimiz, sekiz yaşına kadar dedesinin yanında kaldı. Dedesi, ölümünden önce

sevgili torununu, oğlu Ebu Talip’e emanet etti. Ebu Talip yeğenini çok sever onu kendi

çocuklarından ayırmazdı. Peygamberimiz de amcasını sever ve ona işlerinde yardımcı olurdu.

Ticaretle uğraşan Ebu Talip zaman zaman Suriye’ye giderdi. Amcası, Hz. Muhammed’i bir

yolculuğunda beraberinde Suriye’ye götürdü. Ebu Talip’ten ticareti öğrenen Peygamberimiz gençlik

çağına girdiğinde artık tek başına bir kervanı yönetecek duruma gelmişti. Toplum içinde doğruluk ve

dürüstlüğüyle tanınan Hz. Muhammed, hakkı gözeten ve herkesin güvenini kazanan bir kişiliğe

sahipti. Bu nedenle de herkes ona Muhammedü’l- Emin (Güvenilir Muhammed) diyordu.

Hz. Muhammed’in doğruluk ve dürüstlüğü, zengin bir kadın olan Hz. Hatice’nin dikkatini

çekti. Hz. Hatice, Peygamberimizden ticaret kervanını yönetmesi için teklifte bulundu. Bu ticari

ortaklık, birbirlerini daha iyi tanımalarını ve Hz. Hatice’nin Peygamberimize hayranlığının artmasını

sağladı. Bu süreç daha sonra evliliğe dönüştü. Evlendiklerinde Peygamberimiz yirmi beş, Hz. Hatice

ise kırk yaşındaydı.

3. Hz. Muhammed’e Vahyin Gelişi

Arap Yarımadası’ndaki haksızlık, kötülük, adaletsizlik, ahlaki çöküntü, insanların putlara

tapması, Peygamberimizi derinden etkiliyordu. Hz. Muhammed, bu ortamdan uzaklaşarak yalnız

kalıp düşünmeyi ve ibadet ile meşgul olmayı istiyordu. Bu amaçla yanına yiyeceğini alıp Mekke

yakınlarında bulunan Nur Dağı’ndaki Hira Mağarası’na gidiyordu. Burada yalnız başına günlerce

kalarak evreni yaratan Allah’ın büyüklüğünü ve toplumun içinde bulunduğu kötü durumu

düşünüyordu. Hz. Muhammed, 610 yılının ramazan ayında, bir pazartesi gecesi, Hira Mağarası’na

çekilmiş düşüncelere dalmıştı. Bu sırada Cebrail, Peygamberimize geldi ve ona “Oku!” diye

seslendi. Peygamberimiz korku ve endişe içerisinde, “Ben okuma bilmem!” dedi. Cebrail ikinci kez,

“Oku!” dedi. Hz. Muhammed yine “Okuma bilmem!” dedi.Cebrail üçüncü kez, aynı istekte

bulununca Peygamberimiz “Ne okuyayım?” diye sordu. O zaman Cebrail, Alak suresinin ilk beş

ayetini ona okudu. Cebrail, bu ayetleri okuduktan sonra Hz. Muhammed bunları tekrarladı. Biraz

korku biraz da heyecanla evine geldi. Hemen yattı ve eşi Hz. Hatice’den üzerini örtmesini istedi.

Sakinleşince ona başından geçenleri anlattı. Hz. Hatice, “Sen daima eli açık ve cömertsin, iyilik

yaparsın, fakir ve muhtaçlara yardıma koşarsın, misafiri ağırlarsın. Böyle bir insanı Allah yalnız

bırakır mı?” diyerek onu teselli etti.

Hz. Muhammed’e ilk ayetlerin gelmesinden bir süre sonra, ikinci kez vahiy geldi. Bu vahiyle

Allah, ona şöyle buyurdu: “Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kalk da uyar, Rabb’ini yücelt.

Elbiseni temiz tut. Kötülükten uzak dur.” İlk vahiy, Hz. Muhammed’in peygamber olarak seçildiğini

ortaya koymaktaydı. İkinci vahiy ise ona, İslam dinini insanlara tebliğ etmeyi emrediyordu. Buna

bağlı olarak Peygamberimiz insanları İslam dinine çağırmaya başladı. Ancak bu çağrıyı bir süre gizli

bir şekilde yaptı. Hz. Muhammed, İslam dinini öncelikle güvendiği kişilere, yakın çevresine anlattı

ve onları Müslümanlığa davet etti. Bu insanların bir kısmı, onun çağrısını kabul ederek Müslüman

oldular. Hz. Muhammed, insanları İslam’a üç yıl boyunca gizli bir şekilde davet etti. Daha sonra

Yüce Allah, Peygamberimize, artık çağrıyı açıkça yapmasını ve bütün insanları İslam’a davet

etmesini emretti. “Sana emrolunanı açıkça söyle ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme.” ayetinin

gelmesiyle İslam’a açıktan davet başlamış oldu. Hz. Muhammed, önce yakınlarını evinde sonra da

Mekkelileri Safa Tepesi’nde topladı. Allah’tan aldığı vahyi onlara bildirdi ve onları İslam’a davet

etti. Başta amcası Ebu Lehep olmak üzere Mekkelilerin bir kısmı Peygamberimizin çağrısını kabul

etmediler.

4. Hz. Muhammed’in Hicreti

İslam’a çağrının ilk yıllarında, Mekke’nin ileri gelenleri, Hz. Muhammed’in İslam’a davetini

pek fazla önemsemediler. Peygamberimiz ve arkadaşlarıyla alay ederek onları küçümsediler. Ancak

gün geçtikçe İslam’ı kabul edenler çoğalıyordu. Bu durumdan rahatsız olan müşrikler, Hz.

Muhammed ve arkadaşlarına kötü davranmaya başladılar. Hz. Muhammed’in çağrısı tüm insanlığa

Page 9: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

9

yönelikti. Bu nedenle yabancıların Mekke’ye geldikleri hac mevsiminde onları İslam’a davet

ediyordu. Bu davetler müşrikleri iyice kızdırdı. Mekkeliler, ona ve arkadaşlarına yönelik baskıları

daha da artırdılar. Özellikle yoksul, güçsüz Müslümanlara daha çok eziyet ve işkence ettiler.

Müslümanları belli bir bölgeye hapsederek onlarla her türlü alışverişi kestiler. Müşriklerin yaptıkları

baskıların dayanılmaz hâle gelmesi üzerine Peygamberimiz, Müslümanlara Habeşistan’a hicret (göç)

etmelerini tavsiye etti. Bunun üzerine Hz. Ali’nin abisi Cafer-i Tayyar’ın başkanlığında bazı

Müslümanlar, 615 ve 616 yılında Habeşistan’a hicret ettiler. Bu arada Hz. Peygamberin amcası Hz.

Hamza ve Mekke’nin ileri gelenlerinden Hz. Ömer, Müslüman olmuşlardı. Böylece Müslümanlar

biraz daha güçlenmişlerdi. Özellikle Hz. Ömer’in Müslüman olmasıyla ilk defa açıkça ve topluca

ibadet yapılmaya başlandı. Müşrikler, baskılarıyla İslam’ın yayılmasına engel olamayınca

Peygamberimize, amcası Ebu Talip aracılığıyla anlaşma teklif ettiler. Peygamberimize, İslam’ı

yaymaktan vazgeçmesi karşılığında istediği kadar para, Mekke’nin yönetimi ve istediği kadınla

evlenme gibi birçok teklif götürdüler. Ancak Hz. Muhammed, “Allah’a yemin ederim ki sağ elime

güneşi, sol elime de ayı koysalar ben yine de yolumdan dönmem.” diyerek bu teklifleri reddetti.

Yaşanan bütün olumsuzluklara ve her türlü güçlüğe rağmen, Hz. Muhammed görevini özveriyle

yapmayı sürdürüyordu. Gerek Mekkelilere gerekse Mekke dışından gelen insanlara her fırsatta

İslam’ı anlatıyordu.

Hz. Peygamber 620 yılında Medineli bir grupla Akabe denilen yerde görüşerek onları İslam’a

davet etti. Medineliler de bu daveti kabul ederek Müslüman oldular. 621 ve 622 yıllarında daha

büyük gruplar hâlinde Mekke’ye gelerek Peygamberimizle görüşen Medineliler, onu ve

Müslümanları kentlerine davet ettiler. Peygamberimize, Medine’ye göç ederse onu, canları gibi

koruyacaklarını söyleyip bağlılık yemini ettiler. Hz. Muhammed’in hicretten önce Medinelilerle

görüşmesi ardı ardına üç yıl devam etti. “Akabe Biatları” denilen bu görüşmelerden sonra

Müslümanlar, gruplar hâlinde ve gizlice Medine’ye göç etmeye başladılar. Hicret haberini duyan

müşrikler, İslam dininin yayılmasını engelleyemeyeceklerini anlayınca Peygamberimizi öldürmeye

karar verdiler. Her kabileden seçilen suikastçılar, Hz. Peygamberin evini kuşattılar. Ancak

Peygamberimiz, müşriklerin bu planını önceden haber almıştı. Bir süre sonra Peygamberimiz de Hz.

Ebu Bekir’le beraber Medine’ye doğru yola çıktı. Hz. Ali, müşrikleri oyalamak ve Peygamberimizin

hicretini mümkün kılmak amacıyla bütün tehlikeleri göze alarak onun yatağına yatmıştı. Müşrikler

Peygamberimizi öldürmek üzere eve girdiklerinde Hz. Ali’yi onun yatağında yatarken buldular.

Peygamberimiz, Hz. Ebu Bekir’le Sevr Mağarası’nda gizlenirken onları aramaya gelen bir

grup, mağaranın girişine kadar geldi. Hz. Ebu Bekir bu durumdan endişelendi. Hz. Muhammed de,

“Üzülme, Allah bizimledir.” diyerek onu teselli etti. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılır:

“Eğer siz Muhammed’e yardım etmezseniz biliniz ki Allah ona yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu,

iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o,

arkadaşına, ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.’ diyordu…”

Hz. Muhammed bir süre sonra yoluna devam etti. Medine yakınlarındaki Kuba köyüne

gelerek burada birkaç gün kaldı ve bir mescit yaptırdı. İlk Cuma namazını burada kıldı. Daha sonra,

Medine’ye hareket etti ve 622 yılının Eylül ayında bu kente ulaştı. Medineliler, Peygamberimizi

sevgi gösterileriyle karşıladılar. Peygamberimizin yatağına yatarak büyük kahramanlık ve cesaret

örneği gösteren Hz. Ali de emanetleri sahiplerine teslim ettikten sonra Medine’ye hicret etti.

5. Hz. Muhammed’in Toplumsal Barışa Yönelik Etkinlikleri

Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde bu kentte çeşitli topluluklar yaşamaktaydı. Bunlar Arap

kökenli Evs ve Hazreç kabileleri ile Yahudi olan Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kurayza

kabileleri idi. Bu kabileler arasında zaman zaman anlaşmazlıklar çıkardı. Peygamberimiz ilk önce

Medine’de toplumsal barış ve huzuru sağlamaya yönelik çalışmalarda bulundu. Önce Mekke’den

gelen muhacirlerden her birini, Medineli ensardan biri ile kardeş ilan etti. Hz. Ali’yi de kendisine

kardeş seçti. Yıllardır birbirleriyle çatışma hâlinde olan Evs ve Hazreç kabilelerini barıştırdı. Hz.

Muhammed, Medine’de yaşayan tüm dinî gruplarla vatandaşlık esasına dayalı bir anlaşma yaptı. Bu

Page 10: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

10

anlaşmanın amacı, Medine’yi dış saldırılara karşı beraberce savunmak ve Medine’de özgür bir ortam

oluşturmaktı. “Medine Sözleşmesi” denilen bu anlaşmayla, inancı ne olursa olsun, bütün Medineliler

için barış ve özgürlük sağlanmıştır. Yapılan bütün bu çalışmalarla Medine’de barış, huzur ve güvene

dayalı özgür bir ortam oluşmuştur.

6. Hz. Muhammed’in İslam’ı Yayma Çabaları

Hz. Muhammed Mekke’de başladığı tebliğ faaliyetlerine Medine’ye hicret ettikten sonra da

devam etti. İlk iş olarak bir mescit yaptırdı. Yapılan bu mescide “Mescid-i Nebi” adı verildi. Burası

sadece ibadet edilen ve namaz kılınan bir yer değildi. Peygamberimiz her fırsatta Müslümanları

Mescidi Nebi’de bir araya toplayıp onlara dinin emirlerini anlatıyordu. Müslümanlarda gördüğü

eksiklikleri uygun bir dille söylüyor ve onları uyarıyordu. Özellikle namazlardan sonra bir süre

mescitte kalıp onlara öğüt veriyordu. Ayrıca Mescid-i Nebi’de, Medine dışından gelen konukları,

yabancı ülkelerin temsilcilerini ağırlıyor, görüşmeler yaparak onları İslam’a davet ediyordu.

Medineli Müslümanlar ile Mekkeli müşrikler arasında Bedir (624), Uhut (625) ve Hendek (627)

savaşları olmuştu. Savaş dönemi, Hudeybiye Barış Antlaşması (628) ile sona ermişti. Anlaşma

imzalandıktan sonra, barış ve huzur ortamı oluştu. Hz. Muhammed bu ortamı en iyi şekilde

değerlendirmek istiyordu. Bizans İmparatoruna, Habeşistan’a, İran’a ve daha birçok yere elçilerle

İslam’a davet mektupları gönderdi. Böylece İslam’ın çağrısı birçok yere ulaştırılmış oldu.

Bizans Kayseri Herakliyus’a Dihyetü’l- Kelbî, İran Kisrası Hüsrev Perviz’e Abdullah bin

Huzafe, Habeşistan Necaşisi Ashame’ye Amr bin Ümeyye, Mısır (İskenderiyye) Mukavkısı

Cüreyc’e Hatıb bin Ebi Beltea, Gassan Emiri Haris bin Ebi Şemmer’e Şuca’ bin Vehb, Yemame

Emiri Hevze bin Ali’ye de Salit bin Amr elçi olarak mektup götürdüler. Kayser Herakliyus, mektubu

getiren elçiyi güzelce dinledi ve hediyeler vererek onu nezaketle geri çevirdi. İran Kisra’sı mektubu

okuyunca sinirlendi ve onu yırtıp attı. Necaşi, mektubu ve elçiyi saygıyla karşıladı. Hz.

Muhammed’e bir mektup yazarak Müslüman olduğunu bildirdi. Mısır Mukavkısı Cüreyc,

Peygamberimizin elçisine hürmet gösterdi fakat Müslüman olmadı. Gassan Emiri Haris, gönderilen

mektubu küstahça yere attı ve elçiye saygısız davrandı. Hristiyan olan Yemame Emiri Hevze ise

elçiye kötü davranmadı ancak Müslüman da olmadı.

Mekkeli müşrikler iki yıl sonra Hudeybiye Antlaşması’nı bozdular. Bunun üzerine Hz.

Muhammed düzenli bir ordu hazırlayıp Mekke’ye yürüdü. Müşrikler, Müslümanlara karşı koymaya

cesaret edemeyince Mekke, 630 yılında Müslümanların eline geçti. Peygamberimiz ve Müslümanlar

Kâbe’yi putlardan temizledi ve tavaf etti. Daha önce Uhut Savaşı’nda Müslümanlara işkence

yapanları, Peygamberimiz affetti. Hz. Muhammed’in bu tutumu karşısında Mekkelilerin büyük bir

kısmı İslam’ı kabul etti. Mekke’nin fethinden sonra, çeşitli bölgelerden gelen insanlar, kendi istekleri

doğrultusunda gruplar hâlinde Müslüman oldular.

7. Veda Hutbesi’nde Evrensel Mesajlar

Hz. Muhammed, 632 yılında kalabalık bir Müslüman topluluğuyla birlikte hacca gitti.

Peygamberimiz, hac sırasında Mekke yakınlarında bulunan Arafat’ta yüz binden fazla Müslümana

hitaben bir konuşma yaptı. Bu konuşmaya Veda Hutbesi denir.

Veda Hutbesi’nin İslam tarihinde önemli bir yeri vardır. Çünkü bu hutbe, Peygamberimizin

23 yıl içerisinde yaptığı ilahî duyurunun ana noktalarını dile getirmektedir. Veda Hutbesi’nde

Peygamberimiz, insanlara Allah’ın tek olduğunu, aynı atadan geldiklerini ve bu yüzden herkesin eşit

olduğunu söylemiştir. Kadın hakları üzerinde durmuş, toplumsal barışın korunması için neler

yapılması gerektiğini bildirmiştir. İnsanların can, mal, namus, şeref, haysiyet ve özgürlüklerinin

dokunulmaz olduğuna dikkat çekmiştir. Kan davası, kölelik, zulüm ve haksızlık gibi insan onuruyla

bağdaşmayan ve toplumda huzursuzluk yaratan bütün tutum ve davranışları yasaklamıştır. Veda

Hutbesi’nde Peygamberimizin sık sık “Ey insanlar!” diye hitap etmesi, hutbede yer alan prensiplerin

evrensel nitelikte olduğunu gösterir.

Page 11: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

11

8. Hz. Muhammed’in Vefatı

Veda Haccı ve Veda Hutbesi Hz. Muhammed’in bir ayrılık mesajı gibiydi. Hac ibadetini

yapıp Medine’ye döndü ve bir süre sonra hastalandı. Rahatsızlığı günden güne arttı. İyice ağırlaşıp

mescide çıkamaz duruma geldiğinde Hz. Ebu Bekir’e namazları kıldırmasını söyledi.

Peygamberimiz, miladi 8 Haziran 632 (hicri 1 Rebiyülevvel 11) tarihinde, 63 yaşındayken

Medine’de vefat etti. Cenazesi Hz. Ali ta rafından yıkandı ve kefenlendi. Vefat ettiği yere defnedildi.

Onun Ravza-i Mutahhara olarak adlandırılan kabri, Medine’de Mescid-i Nebi’nin içindedir. Ravza-i

Mutahhara, tertemiz çiçekli bahçe, cennet bahçesi anlamına gelir. Peygamberimizin vefatına başta

Hz. Ömer olmak üzere sahabe çok üzülmüştü. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı.

Hz. Muhammed’in ölüm haberini alan Hz. Ebu Bekir hemen mescide geldi. Herkes

ağlıyordu. Hz. Ebu Bekir, sessizce Peygamberimizin odasına girdi. Yüzündeki örtüyü kaldırdı.

Ağlayarak Peygamberimizi alnından öptü ve “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Peygamberi!

Senin hayatın da güzel, ölümün de güzel.” dedi. Dışarı çıktı ve orada bulunanlara, “Muhammed,

ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür ya da

öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse Allah’a hiçbir

şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri ödüllendirecektir.” ayetini okudu. Hz. Ebu

Bekir’in bu sözleri, Peygamberimizin vefatı karşısında şaşkınlığa düşen Hz. Ömer’i ve bütün

Müslümanları sakinleştirdi.

Page 12: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

12

4.ÜNİTE KUR’AN VE ANA KONULARI

1. İslam Dininin Temel Kaynağı: Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından vahiy yoluyla, Hz. Muhammed’e indirilen son ilahî kitaptır.

İslam dininin temel kaynağıdır. Dolayısıyla kıyamet gününe kadar insanlara rehberlik etmeye ve

onları aydınlatmaya devam edecektir.

İnsan, kendisi ve yaratılışı ile ilgili bilgi sahibi olmak ister. Hayatın amacı, ölümden sonra ne

olacağı ve diğer canlılarla ilişkilerinin nasıl olması gerektiği hususunda sürekli sorular sorar. Bu ve

benzeri soruları, en güzel şekilde Kur’an cevaplar. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın insanı yarattığı ve

ona çeşitli imkânlar verdiği belirtilir. İnsanın ise Allah’ı tanıyıp iman ve ibadet etmesi gerektiği

vurgulanır. Allah, insanı en güzel şekilde yaratmış ve ona irade vermiştir. İnsan, iyi ve kötüyü ayırt

edebilme yeteneğine sahip olduğu için de davranışlarından sorumlu tutulmuştur. Bu

sorumluluklarının başında ibadetler gelir. İnsan ibadetleri ve diğer sorumluluklarını hakkıyla yerine

getirebilmesi için doğru kaynaklardan bilgilenmelidir. Bu kaynakların en önemlisi de Kur’an’dır.

İslam dinini öğrenmek ve karşılaşılan problemleri çözmek için öncelikle Kur’an-ı Kerim’e

başvurulmalıdır. Ancak Kur’an’da her sorunun cevabını ayrıntılı bir şekilde bulmak mümkün

olmayabilir. Hz. Muhammed insanlara, Kur’an’da genel hatlarıyla anlatılan emir ve yasakların nasıl

hayata geçirileceğini yaşayarak göstermiştir. Dolayısıyla İslam’ı öğrenirken Kur’an-ı Kerim’den

sonra Peygamberimizin uygulamalarını esas almalıyız. Dinimizi asıl kaynakları olan Kur’an ve

sünnetten öğrenirsek hem yanlış anlaşılmalara engel olur hem de hurafe ve batıl inançlardan

uzaklaşmış oluruz.

2. Kur’an-ı Kerim’in Tarihi

Kur’an’ın indirilişi, Hz. Muhammed’in, 610 yılının ramazan ayında, ilk vahyi almasıyla

başlayıp vefat ettiği 632 yılına kadar sürmüştür. İlk vahyin Kadir Gecesi’nde indirildiği Kur’an-ı

Kerim’de şöyle ifade edilir: “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik.”Kur’an-ı Kerim yaklaşık

olarak 23 yıllık bir süre içinde ayet ayet veya sure sure indirilmiştir. Çünkü bazı ayetler, belli bir

olayın ardından gelip o olayla ilgili açıklama getirmekteydi. Böylece insanlar Kur’an-ı Kerim’i daha

iyi öğrenmiş ve anlamışlardır. Ayrıca bu durum, Kur’an’ın ezberlenmesi ve yazılmasını da

kolaylaştırmıştır.

Hz. Muhammed, son ilahî mesajı her türlü güçlüğe rağmen insanlara ulaştırmıştır. Kur’an-ı

Kerim’in ayetleri, İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren vahiy kâtipleri tarafından çeşitli malzemeler

üzerine yazılmış ve pek çok sahabe tarafından ezberlenmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed, her yıl

ramazan ayında, vahiy meleği Cebrail ile o güne kadar inen ayetleri karşılıklı olarak okumuşlardır.

Böylece Kur’an’ın sonraki nesillere değiştirilmeden aktarılması sağlanmıştır. İndiriliş süreci devam

ettiği için Hz. Peygamber Döneminde Kur’an-ı Kerim bir kitap hâline getirilmemiştir.

Hz. Muhammed’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde ortaya çıkan

savaşlarda Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilen çok sayıda sahabe şehit olmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer,

Hz. Ebu Bekir’e Kur’an-ı Kerim’in kitap hâline getirilmesi gerektiğini söylemiş, Hz. Ebu Bekir de

bu düşünceyi benimseyerek Zeyd bin Sabit’i görevlendirmiştir. Böylece başta Kur’an’ı en iyi

bilenlerden biri olan Hz. Ali olmak üzere sahabelerin de katkılarıyla Kur’an-ı Kerim tek bir nüsha

olarak kitap hâline getirilmiştir. Mushaf adı verilen bu nüsha Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir.

Hz. Ebu Bekir Döneminde bir kitap hâline getirilen Kur’an, Hz. Osman’ın halifeliği

döneminde çoğaltıldı. Çünkü;

Yapılan fetihler sonucu İslam coğrafyası genişlemiş ve Müslüman nüfus artmıştı.

Mahallî lehçe farklılıklarının etkisiyle bazen aynı metin farklı telaffuz ediliyordu.

Hz. Osman, Zeyd bin Sabit’i Kur’an-ı Kerim’i çoğaltması için görevlendirdi. Hz. Zeyd’in

başkanlık ettiği bir heyet, ilk Kur’an nüshasından yedi adet çoğalttı. Bu nüshalar Müslümanların

yoğun olarak yaşadığı Basra, Kûfe, Şam, Mekke gibi önemli şehirlere gönderildi. Böylece Kur’an’ın

orijinal metni tüm Müslümanların kolayca ulaşabileceği merkezlere ulaştırılmış oldu.

Page 13: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

13

Hz. Muhammed Hz. Ebu Bekir Hz. Osman Kur’an bazı sahabeler tarafından ezberlenmiş ve

vahiy kâtiplerince, papirüs, yassı kemikler, düz taşlar, hurma yaprakları gibi malzemeler üzerine

yazılmıştır. Hz. Ömer’in teşvikiyle Kur’an, başta Hz. Zeyd ve Hz. Ali olmak üzere bir grup sahabe

tarafından kitap hâline getirilmiştir. İslam coğrafyasının genişlemesiyle yeni nüshalar yazılmış ve

tüm Müslümanların kolayca ulaşabileceği önemli merkezlere gönderilmiştir.

3. Kur’an’la İlgili Bazı Kavramlar

Kur’an İslam dininin temel kaynağıdır. Müslümanların Kur’an’dan tam olarak

faydalanabilmeleri için onu, gerek içeriği, gerekse iç düzeni bakımından çok iyi tanımaları gerekir.

Kur’an’ın kendine özgü bir iç düzeni vardır. Bu da aradığımız bir ayet veya sureye kolayca

ulaşabilmemizi sağlar. Bu nedenle ayet, sure, cüz gibi Kur’an’ın iç düzeniyle ilgili bazı kavramları

bilmemiz gerekir.

3.1. Kur’an’ın İç Düzeni ile İlgili Kavramlar

Ayet, sözlükte işaret, delil ve alamet demektir. Kur’an’da, “Göklerin ve yerin yaratılışında,

gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ayetler

(deliller) vardır.” ayetinde olduğu gibi Allah’ın varlığını ispatlayacak yaratılış mucizelerinden ve

tabiat olaylarından söz edilirken “delil” anlamına gelen ayet kelimesi kullanılmıştır.Kerim’in

surelerini oluşturan kısa veya uzun vahiy ifadelerinden her birine denir. En uzun ayet Bakara

suresinin 282. ayeti olup bir sayfadan ibarettir. Bunun yanında “Yâsîn” gibi bir kelimeden oluşan

kısa ayetler de vardır. Ayetler, “durak” adı verilen ve üzerinde ayet numaralarının yazılı olduğu

işaretlerle birbirinden ayrılır. Bu işaretler Kur’an’ı okumada ve ayetlerin yerini bulmada kolaylık

sağlar. Sureler içerisinde ayetlerin sıralamasını Cebrail, Peygamberimize bildirmiştir. O da bir ayet

indiğinde, bu ayetin hangi surede, nereye yazılması gerektiğini vahiy kâtiplerine söylemiştir.

Sure, Kur’an’ın en az üç ayetten oluşan her bir bölümüne denir. Kur’an’da 114 sure vardır.

Tevbe suresi hariç bütün sureler besmele ile başlar. En uzun sure 286 ayetten oluşan Bakara, en kısa

sure ise 3 ayetten oluşan Kevser suresidir. Surelerin sıralaması iniş sırası ya da konularına göre değil,

Cebrail’in Peygamberimize bildirdiği şekliyle, vahiy kâtipleri tarafından yapılmıştır. Bu durumda

dizilişine göre Fâtiha, Nâs suresidir. Surelerin her birinin kendine özgü isimleri vardır. Sureler

isimlerini genellikle içinde yer alan bir kelime, konu, olay, peygamber veya toplumdan alır. Örneğin,

Yûsuf suresi adını, surede hayat hikâyesi anlatılan Yusuf peygamberden alır. Fil suresi de ismini

surede geçen “fil” kelimesinden alır. Ayrıca Mekke’de indirilen sureler “Mekkî” ve Medine’de

indirilen sureler ise “Medenî” olarak isimlendirilmişlerdir. Surelerin birden fazla ismi olabilir.

Örneğin, Mü’min suresine Gâfir; Tebbet suresine ise Leheb ve Mesed isimleri verilmiştir.

Cüz, Kur’an-ı Kerim’in her 20 sayfasına denir. Kur’an’da toplam 30 cüz vardır. Her cüzün

başında cüz başlangıcını gösteren işaretler bulunur. Cüz gülü denilen bu işaretlerin içinde o cüzün

Kur’an’ın ilk suresi Fâtiha son suresi ise sıra numarası yer alır. Kur’an’ın cüzlere ayrılması, onun

okunmasında ve ezberlenmesinde kolaylık sağlar.

Mushaf, sözlükte iki kapak arasında toplanmış sayfalar demektir. Terim olarak kitap hâline

getirilmiş olan Kur’an’ın özel adıdır. Hz. Ebu Bekir Döneminde Zeyd bin Sabit başkanlığında

oluşturulan bir heyet, Kur’an-ı Kerim’i kitap hâline getirmişti. Kur’an’ın kitap hâline getirilen bu ilk

nüshasına Mushaf adı verilmiştir. Hz. Ebu Bekir’de bulunan ilk Mushaf, onun vefatıyla Hz. Ömer’e,

ondan da kızı Hz. Hafsa’ya teslim edilmiştir. Hz. Osman Döneminde yapılan Kur’an’ı çoğaltma

işinde bu ilk Mushaf esas alınmıştır.

3.2. Kur’an’ın Okunması ile İlgili Kavramlar

Tecvit, sözlükte bir şeyi süslemek ve güzel yapmak demektir. Terim olarak ise Kur’an-ı

Kerim’i güzel bir şekilde okumak için uyulması gereken kuralları kapsayan bir ilimdir. Tecvidin

amacı Kur’an-ı Kerim’in doğru ve güzel okunmasını sağlamaktır. Bir ayette, “…Kur’an’ı tane tane

oku!” buyrularak Kur’an’ın doğru ve güzel okunmasına dikkat çekilmiştir.

Page 14: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

14

Mukabele, sözlükte karşılıklı okuma anlamına gelir. Mukabele, vahiy gelmeye devam

ederken Hz. Muhammed ile Cebrail’in her yılın ramazan ayında Kur’an ayetlerini karşılıklı

okumalarına denir. Müslümanlar özellikle ramazan aylarında bir araya gelerek mukabele geleneğini

devam ettirmektedirler. Mukabelede Kur’an okumasını iyi bilen birisi okur, diğerleri de onu takip

ederler. Böylece Kur’an-ı Kerim’i düzgün okuyamayanlar hatalarını düzeltme ve okumalarını

geliştirme imkânı bulurlar.

Hatim, sözlükte bitirmek, sona erdirmek demektir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’i ezbere ya da

yüzünden, baştan sona kadar okumaya veya dinlemeye hatim denilmiştir. Yapılan hatimler Kur’an’ın

doğru ve hatasız okunmasına katkı sağlar. Hz. Muhammed, “Allah katında ameli en değerli olan kişi,

Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyan, bitirince tekrar başlayandır.” buyurarak Kur’an okumayı

teşvik etmiştir.

Hafızlık, Kur’an-ı Kerim’i bütünüyle ezberlemeye hafızlık; Kur’an’ı baştan sona ezberleyen

kişiye de hafız denir. Hz. Muhammed Kur’an’ın sonraki nesillere eksiksiz ulaştırılmasını sağlamak

amacıyla onu yazdırmanın yanında ezberlenmesini de teşvik etmiştir. Ayrıca namaz gibi bazı

ibadetleri yapabilmek için Kur’an’ın bazı bölümlerini ezberlemek gerekir.

3.3. Kur’an’ın Anlaşılması ve Yorumlanmasıyla İlgili Kavramlar

Meal, tercüme olarak da isimlendirilir. Bir sözün anlamını aynı veya aslına yakın bir şekilde

ifade etmeye denir. Meal halk arasında genellikle Kur’an-ı Kerim’in tercümesi için kullanılır. Ancak

meal tercümeye göre daha kapsamlıdır. Çünkü tercümeler Kur’an-ı Kerim’in anlamını tam ifade

etmeyebilir. Bu nedenle tercümelere kısa açıklamalar ilave edilmek suretiyle ayetlerin daha iyi

anlaşılması sağlanmıştır.

Tefsir, sözlükte açıklamak, yorumlamak demektir. Terim olarak ise Kur’an ayetlerini

indikleri zamanı, mekânı ve ayetin indiriliş sebebini göz önünde bulundurarak açıklamak ve

yorumlamaktır. Kur’an-ı Kerim’i açıklayan ve yorumlayan kişiye “müfessir” denir. Kur’an-ı

Kerim’in tercüme edilmesi, onun herkes tarafından kolayca anlaşılması için tek başına yeterli

değildir. Ayetlerin ne zaman ve nasıl bir ortamda, hangi olay üzerine indiğini bilmek önemlidir. Bu

nedenle tefsir, ayetlerin iniş sebeplerini belirtir ve ayetleri kapsamlı bir şekilde açıklar. Dinî

konularda her geçen gün insanların zihnini meşgul eden yeni problemler ortaya çıkmaktadır. Tefsirin

amaçlarından biri de ayetlerden genel ilkeler çıkararak yaşanan çağa ışık tutacak yeni bakış açıları

geliştirmektir. Çünkü Kur’an evrenseldir. Bu nedenle her çağda yeni tefsirlere ihtiyaç vardır. İlk

Türkçe tefsirler, Arapça ya da Farsçadan tercüme edilmiştir. Daha sonraları çok sayıda Türkçe tefsir

yazılmıştır. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Kur’an-ı Kerim tefsiri son dönemde yazılan Türkçe

tefsirlerden biridir.

4. Kur’an-ı Kerim’in Belli Başlı Konuları

Allah tüm evreni ve içindekileri yoktan var etmiştir. Yarattığı varlıklar içerisinde insana akıl

ve irade vererek onu diğer varlıklardan üstün kılmıştır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanların yüce

yaratıcıya karşı görev ve sorumluluklarını açıklamıştır. Kur’an’da insanın ve evrenin yaratılışı,

ibadetler, emir, yasak ve tavsiyeler, içinde yaşadığı çevreyle nasıl bir ilişki içinde olması gerektiği ve

ahiret hayatı gibi konular yer alır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in insan için bir rehber olduğu bir ayette

şöyle ifade edilmiştir: “…Bu kitabı da sana her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı

ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”

İNANÇ İBADET AHLAK

KUR’AN-I KERİM’İN BELLİ BAŞLI KONULARI

Page 15: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

15

4.1. İnanç

Kur’an-ı Kerim’in başlıca konuları, iman, ibadet, ahlak ve sosyal ilişkilerdir. İman,

Peygamberimizin Allah tarafından getirdiği ilkeleri tasdik etmek ve bunların doğru olduğunu

tereddütsüz kabul etmektir. İslam inancının temelini tevhit inancı oluşturur. Tevhit, Allah’ın tek

olduğuna; eşi, benzeri ve ortağının olmadığına inanmaktır. Bu inanç İhlâs suresinde şöyle ifade

edilmiştir: “De ki: O, Allah birdir. Allah samettir (Her şey ona muhtaçtır. O hiçbir şeye muhtaç

değildir.). O doğurmamıştır, doğmamıştır. Onun hiçbir dengi (benzeri) yoktur.”

Yüce Allah insanlara ulaştırmak istediği vahyi peygamberler aracılığıyla duyurmuştur.

Dolayısıyla peygamberlere ve onların getirdikleri kitaplara inanmak da İslam’ın inanç

esaslarındandır. İslam dininin inanç esaslarından biri de ahiret inancıdır. Ahirete iman, üzerinde

yaşadığımız dünyanın bir gün son bulacağını, bundan sonra yeni bir hayatın başlayacağını kabul

etmek demektir. Dünyada yapılan her türlü iyilik ve kötülüğün ahirette karşılık bulacağına

inanmaktır. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Kim zerre kadar hayır

yapmışsa onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun karşılığını görür.”

Meleklerin var olduğuna ve görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerine inanmak da İslam’ın inanç

esasları arasında yer alır. Melekler Allah’a ibadet eder ve onun emirlerini yerine getirirler. Onların

bu özelliklerine Kur’an-ı Kerim şöyle işaret eder: “…Onlar (Melekler) asla Allah’a isyan etmez ve

kendilerine verilen bütün emirleri yerine getirirler.” Yüce Allah kendisine, peygamberlerine,

kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanıp bu inançlar

doğrultusunda güzel işler yapanların kurtuluşa ereceğini bildirir.

4.2. İbadet

Kur’an-ı Kerim’de inanç esaslarından sonra yer alan ikinci önemli konu ibadettir. İbadet,

insanın Allah’a sevgi, saygı ve itaatini göstermek, onun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya

koyduğu tutum ve davranışlardır. İnsanın yaratılış gayesinin de ibadet olduğu bir ayette şöyle ifade

edilmiştir: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Kur’an-ı Kerim’de

yer alan ibadetle ilgili emirler, şekil ve biçim yönünden olmayıp büyük ölçüde ibadetin mahiyetine,

kime ve nasıl yapılacağına ilişkindir. Fâtiha suresinin 5. ayetinde “Yalnız sana ibadet ederiz ve

yalnız senden yardım dileriz.” buyrularak Allah’tan başkasına ibadet edilmemesi gerektiği

vurgulanmıştır. Kur’an’da namaz, oruç, zekât, hac yapılması zorunlu olan ibadetler arasında

sayılmıştır. Bunların yanı sıra bireyin kendi isteğiyle, başka birinin ya da toplumun yararına

gerçekleştirdiği her olumlu davranış da ibadet kapsamına girer. İbadetler, Allah ile insan arasındaki

bağı kuvvetlendirir. İnsanın Allah’a olan saygı ve sevgisini canlı tutarak onu kötülüklerden

uzaklaştırır. Ancak ibadetler sırf Allah rızası için yapılırsa bu amaç gerçekleşmiş olur. Kur’an’da bu

durum şöyle ifade edilmiştir: “… Her secde ettiğinizde yüzlerinizi ona çevirin ve dini yalnız ona has

kılarak ona yalvarın…”

4.3. Ahlak

Kur’an-ı Kerim’de inanç ve ibadetin yanı sıra üzerinde önemle durulan konulardan biri de

ahlaktır. Ahlak, inanç ve ibadetlerin gereği olarak ortaya çıkan, ihlas ve samimiyetle yerine getirilen

davranışlardır. Kur’an, Allah’a karşı sorumluluğumuzu, ona inanmak ve ibadet etmek olarak

belirlerken insanlara karşı sorumluluğumuzun da güzel ahlaklı davranmak olduğunu bildirir. Dinin

temelini oluşturan iman bir bakıma dinin Allah’ı tanıma ve bilme boyutunu, ibadetler Allah’a itaat

boyutunu, ahlak ise Allah’ı sevme boyutunu teşkil eder. Yüce Allah kendimize ve topluma faydalı

işler yapmamızı isteyerek hoşgörü, merhamet, dürüstlük, adalet, sabır, alçak gönüllülük, kanaat gibi

ahlaki davranışları emreder. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Sen af yolunu tut, iyiliği

emret ve cahillerden yüz çevir.” Haksızlık, adaletsizlik, sözünde durmamak, aldatmak, kin ve nefret

beslemek gibi toplum huzurunu bozacak her türlü kötülük de Allah’ın yasakladığı davranışlardır.

Örneğin, Kur’an-ı Kerim’de büyüklenmenin kötü bir davranış olduğu şöyle ifade edilmiştir:

“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de

Page 16: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

16

dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.” Güzel ahlaka sahip olduğumuz ölçüde Allah katında değer

kazanırız. Sözünde durma, dürüst olma, başkalarının hakkına saygılı olma gibi davranışlar, yalnızca

Müslümanlara karşı değil tüm insanlara karşı ahlaki görevimizdir. “Rahman’ın (has) kulları,

yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin)

‘Selam!’ derler (geçerler).”ayeti Müslümanlara, kendi inancından olmayanlara karşı da hoşgörü ve

müsamahalı davranmayı emreder.

5. Kültürümüzde Kur’an’ın Yeri ve Önemi

Toplumu bir arada tutan güç, o toplumu oluşturan bireylerin paylaştığı inanç ve değerlerdir.

Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi; kültür, sanat ve düşünce alanında özgün eserler üretebilmesi,

o toplumu oluşturan temel unsurların korunmasıyla mümkündür. Türklerin Müslüman olması,

yalnızca bir inanç değiştirme olarak kalmamış, çok önemli ve köklü toplumsal ve kültürel değişimi

de beraberinde getirmiştir. Bu süreçte Türklerin tarih, gelenek ve dünya görüşlerinde önemli

değişiklikler olmuştur.

İslam’ın yayılması için büyük fetihler yapan Türkler, fethettikleri yerlerdeki halka asla kötü

muamele yapmamış, hangi dinden olursa olsun onları himaye etmişlerdir. Bu samimi ve hoşgörülü

yaklaşımda Kur’an’ın etkisi büyüktür. Kur’an, kültürümüzde yer alan önemli motiflerden biridir.

Başta dinî yapılar olmak üzere inşa edilen hemen her mimari eser Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle

süslenmiştir. Bu durum, Kur’an’ın kültürümüze etkisinin açık bir göstergesidir. Türkler özellikle

Osmanlı Döneminde hat, tezhip gibi Kur’an’la ilgili el sanatlarında çok başarılı eserler ortaya

koymuş ve İslam dünyasında bu yönleriyle ün kazanmışlardır. Kültürümüzde yer alan, “Kur’an

Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” sözü de bu gerçeğe işaret etmektedir.

İslam’ın Anadolu’da yayılmasında Hoca Ahmet Yesevi, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli

gibi Türk mutasavvıf ve düşünürlerin önemli rolü olmuştur. Bu şahsiyetler, Kur’an’ı temel alan bir

dinî anlayışla, Anadolu halkına İslam’ı öğretmişler, onlara Kur’an ahlakına uygun davranmayı

öğütlemişlerdir.

Page 17: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

17

5.ÜNİTE DEĞERLER

1. Değer Nedir ve Nasıl Oluşur?

Değer; bir toplum içinde veya insanlar arasında benimsenmiş ve yaşatılmakta olan her türlü

duyuş, düşünüş, davranış, kural ve kıymettir. Değer kavramı insana özgüdür. Söz ve davranışların

doğru, yanlış, güzel, çirkin, iyi ve kötü şeklinde tanımlanmasını sağlayan temel etken değerdir. Bu

bakımdan günlük konuşmalarda iyi, kötü denildiğinde ahlaki değerler; güzel veya güzel değil

denildiğinde sanatsal değerler; helal, haram denildiğinde ise dinî değerler kastedilir. Gelenek ve

göreneklerle birlikte adalet, hürriyet, hak, hukuk, düşünce, ilim, medeniyet, dil, vatan ve millet

sevgisi de değerler arasında yer alır.Din duygusu, insanın doğasında var olan sevgi, saygı, inanma,

doğruluk ve başkalarına yardım etmek gibi değerleri ön plana çıkarır.

Değerlerin oluşumunda, insanların doğuştan getirdiği özellikler ile yaşadığı sosyal çevre etkin

bir rol oynar. Değerler insanları, insanlar da toplumsal değerleri şekillendirir. Değerler toplumun

sahip olduğu kültürel yapıya anlam katar. Buna bağlı olarak yaşadığımız dünyada birbirinden farklı

milletler ve değerler var olur. İnsani değerlerin temeli öncelikle aile ortamında atılır. Anne babaya

hürmet etmek, kimsesizleri gözetmek, büyükleri sayıp küçükleri sevmek, doğru olmak ve dürüst

davranmak, adil ve güvenilir olmak gibi değerler, öncelikle aile ortamı içerisinde öğrenilir ve

zamanla toplumda yaygınlaşır. Bir toplumda değerlerin devamını sağlamak, ailenin topluma erdemli

insanlar kazandırmasına bağlıdır.

İnsan, kendisi ve yaşadığı toplumun huzur ve mutluluğu açısından dinî, ahlaki ve hukuki

değerlerin önemini kavrar. Bunlara kendi hayatında yer verir. Zor durumda kalan bir insana yardıma

koşmanın gereğini, yaşlı bir insana kendi yerini vermede empati (duygudaşlık) kurmanın önemini,

hastalanan birini ziyaret etmenin faydalarını düşünür ve uygular. Değerlerin, yaşamı

anlamlandırmada, iş, eş, arkadaş ve dost seçiminde etkin rol oynadığını bilir. Bununla birlikte vatan

sevgisi, şehitlik ve gazilik duygusu gibi yüksek meziyetlerin temelinde yer alan değerleri önemser.

2. Değerlerin Oluşumuna Dinin Etkisi

Değerlerin oluşumunda aile, eğitim, çevre, arkadaş ve dinin etkisi vardır. Din, toplumsal

değerlerin şekillenmesi ve toplumda yer edinmesinde önemli bir etkendir. Değerler kendiliğinden

oluşmaz, her zaman bir kaynağa ihtiyaç duyar. Bu bakımdan fert ve toplumlar, değerlerin

oluşumunda dinin öğütlerine önem vermişlerdir. Gelenek, görenek, dil, sanat, ahlak, ekonomi,

düşünce ve felsefenin oluşturduğu kültürel dokuya bakıldığında, dinin önemi görülür. Din, toplumun

sahip olduğu değerlerden insanlığa faydalı olanları devam ettirerek bunlara yeni değerler katar.

Öngördüğü değer ve kurallarla bireyin sahip olduğu duygu, düşünce, istek ve davranışlarını

güzelleştirip olgunlaştırmaya çalışır. İslamiyet, temel prensiplerine ters düşmeyen sosyal değerlere

uyulup benimsenmesini, bunlara saygı duyulmasını istemiştir. İnsanın söz ve davranışlarında nelerin

iyi ve kötü olduğunu, neleri yapıp yapmaması gerektiğini bilmesi gerekir. Değerleri şekillendiren söz

ve davranışların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaya yönelik olması din bakımından önemlidir.

Değerlerin özünde yatan din gerçeği bir ayette şu şekilde ortaya konulmuştur: “...Rabb’imiz bize

dünyada ve ahirette iyilik ve güzellik ver...” Peygamberimiz de yaptığı dualarında bu ayeti sıkça

okumuştur. İnsanın, çevresinde gelişen olaylara uzak durması, kendini toplumdan soyutlaması

mümkün değildir. Bu nedenle yetim ve öksüze yardım etmek, onları gözetip kollamak, küçükleri

sevip büyüklere saygılı olmak, akraba ve komşulardan oluşan yakın çevreye iyi davranmak, misafire

ikramda bulunmak, doğal afet, yangın ve kazalarda insanların yardımına koşmak gibi değerlere

dönüşen erdemli davranışlarda dinin önemli bir etkisi vardır.

2.1. Örf ve Âdetlerin Dinle İlişkisi

Örf (gelenek); bir toplumda, eskiden beri uygulanagelen, dolayısıyla kuşaktan kuşağa

iletilen, kültürel değer, alışkanlık ve davranışlardır. Âdet (görenek), bir şeyi eskiden beri görüldüğü

gibi yapma alışkanlığıdır. Genel anlamda ise örf ve âdet, insanların düşünce, tutum ve

Page 18: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

18

davranışlarının pratikleşmiş hâlidir. Sosyal hayat, ağırlıklı olarak bu yazısız kurallarla şekillenir. Din

ise örf ve âdetlerin şekillenmesini ve devamlılığını sağlar.

Örf ve âdetlerimizde önemli bir yeri olan bayramlaşma, selamlaşma, hasta ziyareti, ad koyma,

sünnet olma, nişan, evlenme, cenaze töreni ve mevlit okuma gibi uygulamaların özünde din duygusu

vardır. Zamanla bu davranışlar, örf ve âdet olarak kabul edilmiş, alışkanlık hâline dönüşmüştür.

Toplumumuzda örf ve âdetler, dinî kurallarla beraber anılmaktadır. Davetlere icabet etmek, anne

babaya saygılı davranmak, okunan Kur’an ve ezana saygı duymak gibi hem dinî hem de örfi

uygulamalar zamanla birbirinden ayrılmaz olmuştur. İslam dini, kendi temel dokusuna aykırı

olmayan örf ve âdetleri reddetmemiştir.

Toplumumuzda, yeni doğan çocuğa genelde yiğitlik, cesaret ve kahramanlığı çağrıştıran

isimler verilir. Bunun yanında seçilen isimler arasında Hz. Peygambere ve ailesine ait isimler yer

alır. Bu şekilde ona duyulan sevgi ifade edilmek istenir. Çocuğun adını koyarken sağ kulağına ezan

okumak, sol kulağına kamet getirmek gelenek hâlini almıştır. Böylelikle bebeğin ilk işittiği sözlerin

dine ait olması istenir. Bu uygulama İslam’a duyulan sevginin ve bağlılığın göstergesidir. Dinimizin

ve örfümüzün önem verdiği tutum ve davranışları sergileyen insan, iç dünyasında huzur ve mutluluk

duyar. Çevresiyle uyum içerisinde yaşar. Devlet malını korur, her türlü israftan kaçınır. Bu tür

olumlu davranışlar sergileyenler hem Allah’ın sevgisini kazanır hem de toplum tarafından

ödüllendirilir.

Örf ve âdetlerin toplum tarafından korunup yaşatılması, bunların o toplumun inanç, ahlak ve

değerlerine uygun olmasına bağlıdır. Örf, İslam’ın temel esaslarına ters düşmediği sürece uyulması

gereken değerler arasında yer almıştır. İnanç, ahlak ve değerlere aykırı olan örf ve âdetler toplumun

huzurunu bozdukları gibi zamanla uygulamadan kalkmıştır. İslam dini insana ve topluma zarar verici

örf ve âdetleri kabul etmemiştir. Kan davası, başlık parası gibi tutum ve davranışlar bunlara örnek

olarak verilebilir.

2.2. Ahlaki Değerlerin Dinle İlişkisi

Ahlak sözlükte; seciye, tabiat, huy gibi anlamlara gelmektedir. İnsanın iyi veya kötü olarak

vasıflandırılmasına yol açan söz ve davranışların geneline ahlak denir. Ahlaklı insan iyi davranışlar

sergileyip kötü davranışlardan uzaklaşır. İslam’ın ahlak ilkeleri arasında Allah’ın bütün yarattıklarına

karşı merhametli, insani ilişkilerde dürüst, güvenilir, samimi, iyi niyetli olmak, fedakâr davranmak

ve onları karşılıksız sevmek gibi davranışlar yer alır.

Allah insana iyilik ve kötülük yapabilme gücü vermiş; ancak insanın kötü tutum ve

davranışlardan uzak durmasını istemiştir. Bu konuda bir ayette şöyle buyurmuştur: “…Kötülüklerin

açığına da gizlisine de yaklaşmayın…” İyilik ve kötülüğün ne olduğu Peygamberimize sorulduğunda

kendisi şu cevabı vermiştir: “İyilik, güzel ahlaktır. Günah da içini rahatsız eden ve açığa çıkmasını

istemediğin şeydir.”İyiliğe bağlı olarak hissedilen sevinç ve kötülüğün sebep olduğu pişmanlık,

ahlaki değerlerin oluşmasında önemlidir.

3. Kişilik Gelişiminde Değerlerin Etkisi

Değerlerin kişilik gelişiminde önemli bir etkisi vardır. Bu etkinin düzeyi kişi ve topluma göre

farklılık gösterir. Çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde önce ailesinin, sonra içinde yaşadığı çevrenin

ve aldığı eğitimin önemi büyüktür. Aile ve toplumda değerlere yer verilmesi, kişilik gelişiminde

sevgi, şefkat, doğruluk, yardımseverlik, vatan ve millet sevgisi gibi erdemlerin kalıcı bir şekilde yer

etmesine imkân sağlar. İnsan her türlü değerin etkisine açıktır. İslam dini, faydalı ve yapıcı değerleri

geliştirmek, kötü davranışların yayılmasını engellemek istemiştir.

4. Toplumu Birleştiren Temel Değerler

Toplumların kendine özgü değerleri vardır. Bu değerler, toplum içindeki fertleri bir arada

tutar. Vatan ve millet sevgisi, ülkü ve ideal birliği, bayrak ve millî marş, hürriyet ve bağımsızlık

coşkusu, insan hak ve hürriyetlerine saygı ortak değerlerin başında gelir. Toplumu oluşturan

Page 19: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

19

bireylerin sahip oldukları farklılıklara zenginlik olarak bakılmasını sağlayan temel etken değerlerdir.

İnsan haklarına saygı, hürriyet ve bağımsızlık gibi topluma yön veren değerler, insanlar arasındaki

farklılığı güzel bir yapıya dönüştürür. Herkes birbirine saygı ve hoşgörü ile yaklaşırsa toplumda

kaynaşma ve dayanışma olur.

4.1. Vatan ve Ülkü Birliği

Vatan; can, mal, namus gibi maddi ve manevi değerlerin korunup yaşatıldığı, üzerinde

yaşanılan ve sınırları belli olan toprak parçasıdır. Vatanımızı savunup korumak, ülkü birliği (ortak

hedefler) etrafında kenetlenmek, millî ve manevi görevlerimiz arasındadır. Ortak hedefler sayesinde

aynı vatanı paylaşan bireyler, ortak bir amaç ve ideal için çalışarak muasır medeniyet seviyesine

çıkabilirler. Vatan ortak değer ve hatıraların yaşandığı mekândır. Vatan toprağı üzerinde, atalarımızı

hatırlatan pek çok değer bulunur. Yanından geçtiğimiz bir mezar taşı, tarihî kitabe ve camiler kültür

ve medeniyetimizin izlerini taşır. Her canlı, hayatını ve neslini devam ettirmek, tehlikelerden kendini

ve yakınlarını korumak için sığınacak bir yuvaya ihtiyaç duyar. Vatan, sahip olduğumuz din, dil,

gelenek ve göreneklerimizle kendimizi içinde bulduğumuz, sıcaklığını hissettiğimiz yuvamızdır.

Vatanımıza gösterdiğimiz sevginin temelinde, tarihimize duyduğumuz özlem, kültür ve

medeniyetimizi, maddi ve manevi değerlerimizi özgürce yaşatma arzusu vardır. Değerlere saygılı

olmayan insanlar vatan için fedakârlık yapamazlar. Dinimiz vatan ve namus gibi kutsal değerler

uğrunda gerekirse canını feda etmeyi emretmiş, şehitlik ve gaziliğe değer vermiştir.

4.2. Bayrak ve İstiklâl Marşı

Bayrak, bir vatan üzerinde var olmanın, bağımsız ve egemen olarak yaşamanın sembolüdür.

Bayrak, millî değerlerin başında gelmektedir. Her devletin farklı renk ve şekillerde kendine özgü bir

bayrağı vardır. Bu şekil ve renkler rastgele konulmuş değildir. Her birinin toplumun hafızasında yer

etmiş tarihî arka planı vardır. Örneğin ay yıldızlı bayrağımız rengini şehitlerimizin kanından almıştır.

Bu bakımdan bayrağımız, atalarımızdan bize kalan değerli ve kutsal bir emanettir.

Toplumu birleştiren değerler arasında bayrağın önemli bir yeri vardır. Bu topraklarda yaşayan

her vatandaş; bunu benliğinde hisseder, onun vatanımızı ve bağımsızlığımızı sembolize ettiğini,

bayrağımız uğruna nice insanımızın şehit olduğunu bilir ve bu sebeple ona karşı gereken saygıyı

gösterir. Her milletin önem verdiği, kendi değerlerini taşıyan ve yansıtan bir millî marşı vardır.

İstiklâl Marşı da toplumumuzu birleştiren ve ona millî bir şuur veren en temel değerlerimizdendir.

Bayrağımıza gösterdiğimiz saygı ve sevgiyi İstiklâl Marşı’na da göstermeliyiz. Çünkü bu marş

bağımsızlık ve egemenliğimizin simgelerindendir. İstiklâl Marşı’nı yazan Mehmet Âkif Ersoy’a

“Millî Şair” unvanı verilmiştir. İstiklâl Marşı bizi millet yapan değerlerimizi, dünya görüşümüzü ve

sahip olduğumuz inancı ifade etmektedir. Bu marşta, milletimizin şanlı destanı, kahramanlığı ve

imanı dile getirilmektedir. Bunun için İstiklâl Marşı okunduğunda saygıyla ayağa kalkılır, okunuşuna

eşlik edilir. Böylece vatanımızı bizlere emanet eden şehit ve gazilerimizin bıraktığı değerlere saygı

göstermiş oluruz.

4.3. Hürriyet ve Bağımsızlık

Hürriyet; herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma,

herhangi bir şarta bağlı olmama durumudur. Bağımsızlık ise bir ülkenin kendi kendine yetebilmesi,

siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan dışa bağımlı olmamasıdır. Halkımız için hürriyet ve bağımsızlık

önemlidir. Başka milletlerin esareti altında hayatını sürdüren toplumların kendi değerlerini, inanç,

gelenek ve göreneklerini devam ettirmeleri mümkün olamaz. Bu bakımdan hür ve bağımsız olmak

bir millet için önemlidir. Bağımsızlık; ekonomi, savunma, teknoloji, tarım, eğitim gibi alanlarda

kendi kendine yetebilmeye bağlıdır. Bu bakımdan bizler de teknoloji, eğitim, öğretim ve kültürel

alanda muasır medeniyetler seviyesine gelme gayreti içinde olmalıyız. Dinimiz bu konularda

inananları teşvik etmiştir.

Page 20: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

20

Peygamberimiz doğup büyüdüğü Mekke’yi çok sevmiş, müşriklerin baskısı nedeniyle orayı

terk etmek zorunda kaldığı için üzülmüştür. Mekke’den Medine’ye Hicret (göç) ettikten sonra da

yaşadığı Medine şehrini vatan bilmiş, oraya sahip çıkmış, düşmanların saldırısından korumak için

Bedir, Uhut ve Hendek savaşlarını yapmıştır. Atalarımız da tarih boyunca hürriyet ve

bağımsızlıklarını korumuşlar, Çanakkale ve İstiklal savaşlarında üstün gayretler göstermiş,

hürriyetleri ve vatanın bağımsızlığı uğruna canlarını feda etmişlerdir. Hürriyet ve bağımsızlık,

toplumu birleştiren temel değerlerdendir. Milletimizin kendi toprakları üzerinde huzurlu ve mutlu

bir şekilde yaşaması bu değerlerle mümkündür. Ancak hür ve bağımsız olduğumuzda serbestçe

eğitim ve öğretim görebilir, canımızı, malımızı ve namusumuzu koruyabiliriz.

4.4. İnsan Haklarına Saygı

İnsan hakları tüm insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına

sahip olmasıdır. Herkes, cinsiyet, ırk, renk, din, dil, zenginlik gibi farklar gözetilmeksizin kanun

önünde eşittir. Tarih boyunca hemen hemen her toplumda “insanca yaşama arzusu” insan haklarının

özünü teşkil etmiştir. Özgür bir şekilde düşünceleri açıklamak, seyahat etmek, yerleşmek, diğer insan

ve makamlarla olan ilişkilerde insanca ve hakça muamele görmek, insanların günlük yaşamında

yararlandığı haklardan bazılarıdır. Can ve mal güvenliği; din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü;

adil ve eşit ücret, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma, sağlık hizmetlerinden

yararlanma gibi birtakım sosyal, siyasi ve ekonomik haklar temel insan haklarındandır. Bunun

yanında temiz bir çevrede yaşama, sanat ve bilim özgürlüğü, tüketici hakları da insan hakları

arasında yer alır. Ayrıca dernek ve sendika kurma özgürlüğü, evlenme ve aile kurma, şikâyet,

mülkiyet, seçim, eğitim ve öğrenim hakkı da temel insan haklarındandır. Bütün bu haklara ilişkin

kavramlar sürekli gelişme göstermektedir.

4.5. Millî Seciye Kavramı ve Atatürk

Seciye kelimesi sözlükte; huy, karakter, öz ve kimlik gibi anlamlara gelir. Millî seciye ise bir

milletin sahip olduğu karakteri ve millî kimliği ifade eder. İnsanların kendilerine özgü huyları

bulunduğu gibi, milletlerin de birbirinden farklı karakterleri mevcuttur. Millî seciye, milleti millet

yapan özelliklerdendir. Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, gelenek

ve görenek birliği olan insan topluluğudur. Millet kelimesi, kültür ve ideal birliği gibi anlamları da

içerir. Bir millet, bu değerleri bünyesinde barındırdığı oranda güçlüdür. Atatürk, millî seciye

konusuna önem vermiş, Kurtuluş Savaşı’nda bunu sürekli gündemde tutmuştur. Ulusumuzun

bağımsızlığını kazanmasında millî karakterinin önemli etkisi olmuştur. Atatürk, millî seciyemiz

hakkında şunları söyler: “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti

zekidir. Çünkü Türk milleti, millî birlik ve beraberlik içinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü

Türk milletinin yürümekte olduğu gelişme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale

müspet ilimdir.”

Türk milletinin karakterini yakından tanıyan Atatürk, millî ahlak ve millî heyecan hakkında

şunları dile getirir: “Milletin toplumsal düzen ve sükûnu, bugün ve gelecekte refahı, mutluluğu ve

esenliği medeniyette ilerlemesi için insanlardan her hususta ilgi, çaba, fedakârlık, seve seve canını

feda etmek isteyen millî ahlaktır. Üstün bir milletin millî ahlakın gerekleri o millet bireyleri

tarafından üzerinde uzun boylu düşünülmeksizin vicdani ve duygusal bir istekle yapılır. En büyük

millî heyecan işte budur.”

Page 21: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

21

6.ÜNİTE LAİKLİK VE DİN

1. Din Bireyi Esas Alır

Tarihin her döneminde ve bütün toplumlarda din olgusu ile karşılaşmaktayız. Çünkü insanın

maddi ihtiyaçlarının yanında manevi ihtiyaçları da vardır. Bu ihtiyaçları da din karşılar. Din, insanın

düşünce ve davranışlarında kendini gösteren manevi bir değer ve disiplindir. Bu nedenle Allah’ın

bütün emir ve yasakları da insana yöneliktir. İnsan, akıllı ve inanan bir varlıktır. Bu özellikleriyle

diğer varlıklardan ayrılır. Bu üstün konumu ve özellikleri nedeni ile din insanı esas alır. İslam dininin

mesajı, öncelikle bireyin olgunlaşmasını esas alır. Bireylerin güzel davranışlar sergilemesi toplumda

iyilik ve güzelliklerin artmasını sağlar. Böylece huzurlu toplumlar meydana gelir. Hayatımıza anlam

katan değerlerden en önemlisi dindir. Çünkü din, insanları yüce duygu ve güzel alışkanlıklarda

birleştiren, toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din, kin gütmeyi,

nefreti ve haksızlık yapmayı yasaklar. Sevgiyi, saygıyı ve nezaketi öğütler. İnsanlık dine her zaman

muhtaçtır. Çünkü din, insanın merak ettiği ve öğrenmek istediği pek çok soruya cevap verir. Ayrıca

insan, pek çok sorumluluğu ve görevi din sayesinde öğrenir.

2. Laikliği Doğuran Nedenler

Laiklik dilimize Fransızcadan geçmiş bir sözcüktür. Bu sözcük Yunanca “Laikos”

sözcüğünden gelmektedir. Laik kimse, halktan olan yani ruhban sınıfına mensup olmayan kimse

demektir.Terim olarak laiklik, din ve devlet işlerinin birbirlerinden ayrı olarak yürütülmesidir.

Laiklik, ilk olarak Avrupa’da Hristiyan din adamlarının anlayış ve uygulamalarına, devlet

işlerine karışmalarına tepki olarak ortaya çıkmıştır. Laikliğin tarihi, kral ve imparatorlar ile papalık

makamı arasında meydana gelen mücadelelere dayanır. Batı dünyasında üstünlüğü kabul edilen

merkezî bir kilise iktidarı vardı. Papa hem dinî lider hem de siyasi iktidarın başıydı. Kilise yönetimi,

dini temsil etmekte yetersiz olduğu gibi aynı zamanda halkına karşı baskı uyguluyordu. Bu

uygulamalar tamamen menfaat hesaplarına dayanıyordu. Bu durum halkın kiliseye olan güven

duygusunu sarsıyordu. Kilise korkulan bir müessese hâline gelmişti. Hristiyanlık dünyasında kilise

ve din adamlarının baskısı fikir hayatı üzerinde de etkisini göstermekteydi. Kilise eğitim

kurumlarının tek hâkimiydi. Kendi görüşleri dışında gelişen fikirlere karşı amansız bir savaş

içindeydi. Engizisyon mahkemesi bilim ve keşiflere de müdahale ediyor, bilim insanlarını

cezalandırıyordu. Laiklik, Atatürk ilke ve inkılaplarının temelidir. Laikliğe bağlı olarak ülkemizde

birçok karar alınmıştır

3. Laik Devlet

Laik devlet, din ve devlet işlerini birbirinden tamamen ayırarak vatandaşların dinî inanç ve

ibadetlerine hiçbir şekilde müdahale etmez. Dinî kurallar ve kuruluşları yönetime karıştırmaz. Belli

bir dini, benimsetmek ve uygulatmak için vatandaşlarına baskı yapmaz.Laik devlet, din ve inanca

karşı değildir. Din ve inançlar karşısında tamamen tarafsızdır. Din hürriyetine önem verir. Çünkü

böyle bir devlet içinde kişiler hiçbir zorlama olmaksızın dinlerini seçebilirler.

4. Laiklik Din ve Vicdan Özgürlüğünün Güvencesidir

Laiklik ilkesi, din hürriyetini, vicdan (inanç) hürriyetini ve ibadet hürriyetini kapsar. Atatürk

din ve vicdan özgürlüğünü, “Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus

siyasi bir fikre malik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve

hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve

taarruz edilemez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.” Şeklinde tanımlamaktadır.

Din hürriyetine ilişkin temel esaslar bugünkü Anayasa’mızda da yer almıştır. Buna göre, “Herkes,

vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî

inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve

suçlanamaz...” maddesiyle vatandaşların her türlü hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır.

Page 22: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

22

Laikliğin benimsendiği ülkelerde bütün vatandaşlar her türlü hak ve özgürlüğe sahiptirler. Herkes

istediği inancı ve dini benimseyip benimsememekte serbesttir. Kişiler, inanç ve düşüncelerini

özgürce ifade edebilirler. Nitekim ülkemizde laikliğin kabul edilmesiyle önemli gelişmeler olmuştur.

5.Atatürk’ün Laiklik Anlayışı

Atatürk’ün laiklik anlayışını şekillendiren, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün hedefi, Türk ulusunu içine düştüğü kötü durumdan bir an önce

kurtararak uygar dünyada hak ettiği yeri almasını sağlamaktır. Bu bakımdan Türkiye’de laiklik

kendine özgü bir gelişme seyri izler. Atatürk’ün laiklik anlayışının en önemli özelliği, dinin aslından

uzaklaştırılıp kötüye kullanılmasına karşı olmasıdır. Atatürk laikliğin benimsenmesiyle dinin, din

duygusu ile inanç ve ibadet alanının asla zedelenmeyeceğini, tersine manevi bakımdan değer

kazanacağını çok iyi biliyordu. Bundan dolayıdır ki o bir sözünde, “Laiklik prensibinde ısrar

ediyoruz. Çünkü millî iradenin, insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en mukaddesi (kutsalı) olan

din hürriyeti ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.”demiştir.

Atatürk’ün laiklik anlayışı dine kesinlikle karşı değildir. Ona göre din bir vicdan işidir.

Herkes vicdanına uyup uymamakta özgürdür. Atatürk, laikliği gerçek dindarlığın yaşanmasına ve

gelişmesine zemin hazırlayan hatta onu teminat altına alan bir ilke olarak görür. Atatürk, din

gerçeğini inkâr etmez. Hatta dinin lüzumlu bir kurum olduğunu belirterek, “Din lüzumlu bir

müessesedir.” der. Atatürk, din kavramı üzerinde çok ciddi bir biçimde durmuştur. “Allah kavramı,

insan beyninin çok güç kavrayacağı metafizik (fizik ötesi) bir meseledir.” demekle bu konu üzerinde

ne kadar derin düşündüğünü göstermiştir. Atatürk, İslam dini hakkında yaptığı konuşmaların birinde,

“İslam akla ve bilime en uygun, en mükemmel dindir; ancak ondan dolayı son din

olmuştur.”demiştir.

Atatürk, din eğitimi verecek kişilerin iyi yetiştirilmelerinin, sağlıklı ve çağa uygun bir

eğitimden geçirilmelerinin gerekliliğine inanır. O, bir sözünde, “Nasıl her hususta yüksek meslek ve

ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini inceleyerek araştıracak, ilmî ve

teknik olarak telkin kudretine sahip olacak, seçkin ve gerçek din ilim adamlarını yetiştirecek yüksek

öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.”demiştir. Böylece o, din eğitimi yapacak kimselerin iyi bir

şekilde eğitilmelerini ve bu kimselerin Türk toplumuna, millî ve manevi değerlerine uygun dinî

bilgiler vermelerini istemiştir. Atatürk, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurmuştur. Kur’an-ı

Kerim’in anlaşılması için çalışmalar yaptırmış, Türkçe Kur’an tercümesi ve tefsirinin yapılmasını

sağlamıştır.

Page 23: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

23

7.ÜNİTE İSLAMİYET VE TÜRKLER

1. Türklerin Müslüman Oluşu

Orta Asya coğrafyasında yaşayan Türkler, yerleşik hayata geçtikleri dönemden itibaren diğer

din ve kültürlerin etkisi altına girmişlerdi. Sibirya’dan Baykal Gölü’ne kadar uzanan Asya’nın

ortasında büyük bir hakanlık kurmuşlar ve bir taraftan Çin Devleti’ni, diğer taraftan da Sasani

Devleti’ni tehdit etmeye başlamışlardı. Türkistan ve Maveraünnehir’de yaşayan Türkler, 5 ve 6.

yüzyıllarda Budizm, Zerdüştlük, Manihaizm ve Hristiyanlık dinleriyle tanışmışlardı. İslamiyetin,

Türklerin yoğun olarak yaşadıkları coğrafyaya ulaştığı dönemlerde Gök Tanrı inancını muhafaza

eden Uygur, Hazar ve Bulgar Türkleri yabancı din ve kültürlere geçmeye başlamışlardı.

Türk kavimleri hakkında İslam kaynaklarında verilen bilgiler ile Göktürk Kitabeleri, Gök

Tanrı dinini benimseyen Türklerin tek tanrıya inandıklarını göstermektedir. Orhun Kitabeleri’ne

göre, Gök Tanrı dini, peygamberi ve kutsal kitabı olmayan bir din olup adına “kam veya şaman”

denilen rahipler tarafından idare edilirdi. Kamlar her türlü dinî ayinleri idare eder, bayramlarda,

kutsal gün ve gecelerde yapılan merasimleri yönetirlerdi. Türkler, Göktürk Devleti’nin yıkılmasından

sonra çeşitli bölgelere dağılmış ve farklı kültürler ile dinlerin etkisinde kalmışlardır. Türk dünyasının

doğusunda bulunan Uygurlar, millî dinleri olan Gök Tanrı inancını terk ederek Mani, Buda ve

Hristiyan dinlerine girerken batıda yerleşmiş bulunan Hazarlar İslam ile Hristiyanlık ve Yahudiliği,

İdil-Volga Bulgarları İslamiyeti, Tuna Bulgarları ise Hristiyanlığı benimsemeye başlamışlardı.

Türkler, Müslüman Araplarla ilk olarak Emeviler Döneminde karşılaşmışlardır. Emevi idaresindeki

Müslüman ordular, Maveraünnehir’e kadar ilerlemiş ve Semerkant ile Buhara gibi önemli şehirleri

fethetmişti. Türkistan’da hüküm sürmeye başlayan Emevi idaresinin bazı olumsuz davranışları ve

siyasi tutumlarından dolayı bu dönemde Türklerin İslam’a girişi küçük gruplar ve bireysel düzeyde

kaldı. Emevilerin siyasi baskılarından bunalan ve aralarında Türklerin de bulunduğu geniş halk

kitlelerinin desteğini arkasına alan Abbasiler, Emevi iktidarına son verdiler.

Abbasi Devleti’nin kurulmasıyla birlikte Türkler, İslam dinine daha yakın ilgi duymaya

başladılar ve gruplar hâlinde hızla İslamiyeti benimsediler. Talas Savaşı (Miladi 51) esnasında

Türkler, Abbasi Devleti’nin yanında yer alarak hem bu savaşın sonucunu hem de kendi tarihlerinin

yönünü değiştirdiler. Eğer Türkler, Orta Asya’ya doğru ilerleyen ve kendilerini de tehdit eden Çin

ordusu karşısında zayıf düşen Müslüman ordularına yardım etmeselerdi Abbasi Devleti büyük bir

yenilgiye uğrayabilirdi. Türkler, bu savaşta gösterdikleri büyük askerî başarılarından dolayı Abbasi

idarecilerinin dikkatini çekmiş ve devletin korunması görevine getirilmişti.

Karahanlılar, İdil-Volga Bulgar Devleti’nden sonraki ilk Müslüman Türk devletidir.

Karahanlıların, 10. yüzyıl başlarında Samanoğulları aracılığıyla İslam dinini benimsemeleri, Orta

Asya Türklerinin tarihini etkileyen büyük ve önemli bir olay olmuştur. Bu dönemde İslam, Türklerin

büyük bir çoğunluğunun benimsediği bir din hâline gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk çekirdeğini

oluşturan Büyük Selçukluların da İslamiyeti kabul etmeleri, Batı Türklerinin tarihini etkilemiş ve

günümüze kadar gelen Müslümanlığın başlangıç noktasını oluşturmuştur. İslam, Orta Asya’nın

çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk topluluklarına 8. yüzyıldan itibaren Emevi ve Abbasi

dönemlerindeki çeşitli fetih hareketleri, tüccarlar ve tasavvuf akımlarına mensup dervişler

aracılığıyla ulaşmıştır.

Türkler arasında İslamiyet’in yayılmasında dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan ehl-i

beytin de katkısı büyüktür. On iki imamın sekizincisi olan Ali er-Rıza başta olmak üzere Türkistan’a

ehl-i beytten gelen bazı kişiler İslam’ın Türkler arasında yayılmasına katkıda bulunmuşlardır. Ali er-

Rıza Kur’an’ı, Hz. Peygamberin sünnetini, İslam’ın temel prensiplerini sade bir dille Türklere

anlatmıştır.Türklerin İslamiyeti benimsemeleri sadece kendi tarihlerini değiştirmemiş, aynı zamanda

İslam tarihi üzerinde de önemli etkiler yapmıştır. İktidar kavgaları ile doğudan ve batıdan gelen

tehditler karşısında zayıflamaya başlayan İslam dünyası, Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte yeni

bir güce kavuşmuştur. Türkler, İslam dünyasına akınlar düzenleyen Bizans’ın kendi sınırlarına

çekilmesini sağlamış ve Büveyhoğulları’nın baskısı altında kalan Abbasi halifesini kurtarmıştır. 11.

Page 24: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

24

yüzyıldan itibaren Türkler arasında yetişen Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Ahi

Evran, Sarı Saltuk Gazi ve Seyyit Battal Gazi gibi şahsiyetler, Anadolu’nun çeşitli bölgelerine

yayılarak İslamiyeti anlatmışlar ve Anadolu’nun Müslümanlaşmasını sağlamışlardır. İslamiyetin

hızlı bir şekilde bu bölgede yayılması, Türklere de yeni bir ruh ve kuvvet vermiştir. Türkler bu yeni

ruh ve kuvvet sebebiyle Asya steplerinden Avrupa’nın içlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada

büyük ve uzun ömürlü devletler kurmuşlardır.

2. Türklerde İslam Anlayışının Oluşmasında Etkili Olan Şahsiyetler

Temel esasları Kur’an-ı Kerim’ e dayalı olan ve Hz. Muhammed tarafından insanlığa tebliğ

edilen İslam dini, ulaştığı her toplumda değişik yorum ve uygulamalarla karşı karşıya kalmıştır.

Bundan dolayı da farklı coğrafyalarda,farklı sosyal ve kültürel şartlar sebebiyle dinin temel esasları

korunmakla beraber değişik yorumlar ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. İslam dünyasının birçok

bölgesinde bu farklı dinî yorum ve uygulamalar ortaya çıktığı gibi Türklerin yaşadığı coğrafyalarda

da değişik yorumlar varlığını göstermiştir.

Türklerde İslam anlayışının oluşmasında Allah sevgisini, Hz. Muhammed’in sünnetine

bağlılığı, hoşgörüyü ve fakirlere yardımı öğütleyen tasavvuf önderleri etkili olmuştur. Kur’an ve

sünnet esaslarından hareketle oluşturdukları dinî düşünceyi, güzel ahlakı ve ibadetleri halka anlatan,

insanların her türlü dinî sorunlarına adil ve mantıklı çözümler üreten âlimlerin de İslam anlayışının

oluşmasına katkıları olmuştur. Ayrıca hukuk, felsefe, sanat, edebiyat, mimari ve musiki gibi değişik

alanlarda yaptıkları çalışmalarla birçok bilgin, Türklerin İslamiyet anlayışını, kültür ve medeniyet

hayatını şekillendirmiştir.

2.1. Ebu Hanife

Asıl adı Numan bin Sabit olan Ebu Hanife, İslam dünyasının en önemli ilim merkezlerinden

Kûfe’de M 699 yılında doğmuş ve M 767 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. İslam hukukunu

sistemleştiren temel esasları belirleyerek kendi adıyla anılan Hanefilik mezhebinin önderi olmuştur.

Ebu Hanife, Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetini esas almış ve bunları aklın ilkeleri doğrultusunda

yorumlamıştır. Ebu Hanife, ticaretle uğraşmış ve kazancının büyük bir bölümünü hayır işlerinde

harcamıştır. Bir taraftan ilmî çalışmalarına devam etmiş diğer taraftan sahip olduğu bilgi birikimini

insanların istifadesine sunmuştur. Ebu Hanife, tüm yaşamını Irak’ta geçirmiştir. Farklı ırk ve

kültürlere mensup insanların yoğun olarak yaşadığı Irak’ın sosyal, siyasal ve kültürel hayatı diğer

bölgelere göre daha karışıktı. Ebu Hanife’nin üstün zekâsı, Kur’an ve sünneti iyi bilmesi, farklı

kimliklerin birbiriyle çatışmadan beraberce yaşaması gerektiğine olan inancı yeni Müslüman olmuş

insanların problemlerine uygun yorumlar geliştirmesinde etkili olmuştur.

Ebu Hanife’nin görüşleri etrafında oluşan Hanefilik mezhebi, başta Türkler olmak üzere Arap

olmayan halklar arasında daha fazla rağbet görmüştür. Böylece Ebu Hanife’nin dini anlama ve

yorumlama biçimi, Türklerin dinî yaşamını şekillendirmiştir. En meşhur eseri Fıkh-ı Ekber’dir.

2.2. Maturidi

İmam Maturidi, M 852 yılında Semerkant şehrinde doğmuş ve M 944’te aynı yerde vefat

etmiştir. Maturidi’nin yetiştiği Semerkant, Ebu Hanife’nin görüşlerinin yaygın olduğu bir ilim

merkeziydi. Maturidi, genç yaşta ilim tahsil ettiği medresenin başına geçmiştir. Maturidi kelam,

mezhepler, tefsir ve fıkıh alanında birçok eser vermiştir. Türkler arasında önemli bir kaynak kabul

edilen “Te’vilatu’l-Kur’an” isimli tefsir kitabıyla önemli tefsirciler arasında yer almıştır.

Maturidi, yeni Müslüman olmuş Türk dünyasının büyük bir kesimi üzerinde etkili olan ve

kendi adıyla anılan Maturidilik mezhebinin önderi olmuştur. Maturidi’nin akılcılık ve hoşgörü

temellerine dayalı dini anlama ve yorumlama biçimi, Türklerin din anlayışını ve düşünce tarihini

şekillendirmiştir. Maturidi’nin dini anlama ve yorumlama sistemi, kendisinden sonraki birçok din

bilginine ilham kaynağı olmuştur. Birçoğu Türk olan bu bilginler, onun ekolünü zenginleştiren ve

yayan eserler yazmıştır. Maturidi’nin ekolü, ilk önceleri Horasan ve Maveraünnehir’de sonraları da

Page 25: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

25

Afganistan, Pakistan, Hindistan, Doğu Türkistan, Malezya, Endonezya, Kafkaslar, Rusya, Türkiye,

Ortadoğu ve Balkanlar’da yaşayan Müslümanların büyük bir kısmı tarafından benimsenmiştir.

2.3. Şafii

Asıl adı Muhammed bin İdris olan İmam Şafii, M 767 yılında Filistin’in Gazze şehrinde

doğmuş ve M 820’de Mısır’da vefat etmiştir. Şafii, ilim tahsili için önce Mekke’ye gitmiş daha sonra

Medine’de meşhur âlim İmam Malik’ten ders almıştır. Şafii, Abbasiler Döneminde yaşamıştır. Bu

dönemde siyasi istikrar sağlanmış, ilmî çalışmalar artmış, birçok fikir ve düşünce akımı ortaya

çıkmıştır. Başta Yunan felsefesi olmak üzere İran ve Hint kültürüne ait eserlerin Arapçaya tercüme

edildiği yoğun bir faaliyet başlamıştır. Her türlü fikir ve düşüncenin tartışıldığı böyle bir ortamda

İslam öncesi bazı dinî ve felsefi akımlar da kendi görüşlerini İslam toplumunda yaymaya başlamış ve

yaptıkları propagandalarla taraftar toplamışlardır. Bunun üzerine İmam Şafii, İslam toplumundaki

fikrî kargaşalara son vermek amacıyla ilk hukuk metodolojisi olan Risale isimli eserini kaleme

almıştır. Bu eser Şafii mezhebinin temellerini oluşturmuştur.Şafii’nin Bağdat ve Mısır’a yaptığı iki

seyahat onun düşünce dünyasında büyük değişiklikler yapmıştır. Şafii, ömrünün sonlarına doğru

Mısır’a yerleşmiştir. Mısır’ın örf, âdet, kültür ve medeniyetiyle diğer bölgelerden farklı oluşu,

Şafii’nin daha önceki görüşlerini yeniden gözden geçirmesini sağlamıştır. Hem ülkemizde hem de

diğer ülkelerdeki Müslümanlar arasında Şafiilik mezhebine mensup çok sayıda insan vardır.

2.4. Eş’ari

Yemenli meşhur sahabi, Ebu Musa Eş’ari’nin soyundan gelen Eş’ari, M 874 yılında Basra’da

doğmuş ve M 936 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. İlk tahsilini babasından almıştır. Eş’ari sade bir

hayat sürmüş, birçok ilmî tartışmalarla görüşlerini ortaya koymuştur. İslam’ın inanç konularını aklın

ilkeleriyle savunarak Kur’an ve sünneti ön plana çıkarmıştır.

Eş’ari’nin, inanç esaslarını akli metotlarla savunması Irak’ta büyük yankı uyandırmış ve

farklı fıkıh ekollerine mensup olan âlimleri etkilemiştir. Kur’an ve sünneti ön plana çıkaran, vahiy ile

akıl arasında orta bir yol benimseyen ve insanları, İslam dünyasındaki fikrî kargaşaların oluşturduğu

zararlardan korumaya çalışan Eş’ari’nin ekolü, kısa bir zamanda yayılmıştır. Türklerin İslamiyet

anlayışı üzerinde önemli etkileri olan Eş’ari’nin görüşleri, Hindistan’dan Endülüs’e kadar uzanan bir

coğrafyada yaşayan ve farklı etnik kökenlere mensup olan çok sayıda Müslüman tarafından

benimsenmiştir. Onun özellikle İslam’ın inanç esasları ile ilgili görüşleri, Türkler arasında yayılmış

ve kabul görmüştür.

2.5. Ahmet Yesevi

Türk tasavvuf geleneğinin öncüsü olan Hoca Ahmet Yesevi, bugünkü Kazakistan’ın Çimkent

şehri yakınlarında yer alan Sayram kasabasında doğmuş, Türkistan’ın Yesi şehrinde M 1167 yılında

vefat etmiştir. İlk eğitimini babasından almıştır. İlk hocalarından birisi de Arslan Baba’dır.

Buhara’da dönemin büyük sufi ve bilginlerinden olan hocası Yusuf Hemedanî ile birlikte Merv,

Semerkant ve Herat gibi bölgeleri dolaşarak dinî konularda insanları aydınlatmıştır. Ahmet Yesevi,

söylediği hikmet dolu sözlerle, İslam’ı Orta Asya’da yaşayan Türkler arasında yaymış ve bugünkü

Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi devletlerde yaşayan Türklerin Müslümanlık

anlayışını şekillendirmiştir. Hoca Ahmet Yesevi’nin en belirgin yönü, İslam’ı, tasavvufi bir

yaklaşımla Türk boylarının anlayıp kabul edebilecekleri şekilde basit bir dille ifade etmesidir.Hoca

Ahmet Yesevi’nin “Divan-ı Hikmet” adlı eseri özellikle Özbekler, Kırgızlar ve Volga Türkleri

arasında elden ele dolaşmıştır. Bu kitap, Türk tasavvuf edebiyatının en eski ve en önemli

eserlerindendir. Hoca Ahmet Yesevi bu eserde yer alan güzel sözlerle, Türklere İslam dininin

esaslarını ve ahlakını öğretmeyi amaçlamıştır. İnsanları incitmenin en büyük suç olduğunu söylemiş

engin bir hoşgörüyle tüm insanlara sevgi beslemek gerektiğini ifade etmiştir. Hoca Ahmet Yesevi,

hikmetli sözlerinde; Allah, Peygamber, sahabe, Kur’an ve sünnet sevgisini dile getirmiş ve insanlar

bu temel değerler etrafında toplanmaya çağırmıştır.

Page 26: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

26

2.6. Ahi Evran

Anadolu’daki Ahilik teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran, Asya’dan Anadolu’ya gelip

yerleşen 13. yüzyıl tasavvuf bilginlerinden biridir. Doğum yeri olan Azerbaycan’ın Hoy kasabasında

başladığı eğitimini Maveraünnehir ve Horasan gibi dönemin ilim merkezlerinde sürdürmüştür. Çok

yönlü bir ilim ve fikir insanı olan Ahi Evran, Bağdat’ta bulunduğu sırada dönemin halifesi ile

tanışmış ve Fütüvvet teşkilatının ileri gelenleriyle bir arada bulunmuştur. Denizli, Konya ve Kayseri

gibi şehirleri gezerek Ahilik teşkilatının kurulması ve yayılmasında önemli rol oynamıştır. Hacı

Bektaş ile yakın ilişkiler bulunan Ahi Evran, Kırşehir’e yerleşerek vefat edinceye kadar burada

yaşamıştır.

Ahi Evran, Osmanlı Devleti Döneminde esnaf arasında saygın bir yer edinmiştir. Esnafın piri

olarak şöhret bulmuş ve ünü, bütün Anadolu, Rumeli, Bosna ve Kırım’a kadar yayılmıştır. Ahi

Evran’ın ilk kez Kırşehir’de kurduğu Ahilik teşkilatı, Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya

yerleşen sanatkâr ve tacirlerin dayanışmasına ve kendi aralarında sağlam bir birlik oluşturarak

kaliteli mal üretmelerine öncülük etmiştir. Ahi Evran’ın Kırşehir’deki zaviyesi, başta deri

işlemecileri olmak üzere tüm esnaf ve sanatkârların manevi bir merkezi konumuna gelmiştir. Bu

zaviye, 20. yüzyılın başlarına kadar esnaf üzerindeki manevi etkisini sürdürmüştür. Ahi Evran’ın

öncülüğünde kurulan teşkilatlar, toplumun büyük bir kesimini sanata yönlendirmiş ve herkesin belli

bir meslek edinmesini sağlamıştır.Demircilik, marangozluk, deri işlemeciliği gibi meslekleri

geliştiren bu teşkilatın bir amacı da ilim ve bilgiyi insanların hizmetine sunmak, yetimlerin ve

yoksulların sosyal ihtiyaçlarını karşılamaktır.

2.7. Hacı Bektaş Veli

Hacı Bektaş Veli, Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiş ve Hoca Ahmet Yesevi

tarafından başlatılan geleneğin bir temsilcisi olarak Türklerin Müslümanlaşmasına büyük katkı

sağlamıştır. Hacı Bektaş Veli, Horasan diyarından Anadolu’ya gelerek insanlara güzel ahlakı, sevgi

ve kardeşlik duygularıyla birlik içinde yaşamayı öğütlemiştir. Anadolu’nun Müslümanlaşmasında,

Türklerin bir araya gelmesinde, hoşgörünün iman ve insan sevgisi gibi değerlerin kök salmasında

Hacı Bektaş Veli’nin büyük bir etkisi olmuştur. O, bir Türkmen şeyhi olarak hem çevresindekileri

iyiye, güzele ve doğruya çağırmış hem de Ürgüp yöresinde yaşayan Hristiyanlarla sıcak ilişkiler

kurarak onların İslamiyeti kabul etmelerine zemin hazırlamıştır. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da daha

önceleri gelip yerleşmiş olan büyük bilginlerle görüşmüş ve yetiştirdiği öğrencileri, her tarafa

göndererek sahip olduğu değerlerin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da

sosyal, dinî, iktisadi ve askerî bir yapılanma olan Ahilik teşkilatı içinde yer almıştır. Onun ünü, tüm

Osmanlı gazileri arasında yayılmıştır. Osmanlı sultanları, Yeniçeri Ocağını kurdukları zaman Hacı

Bektaş Veli’nin, gaziler arasındaki saygınlığı sebebiyle bu ocağı ona bağlamışlardır. Böylece Hacı

Bektaş’ın hatırası, Anadolu’dan Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşatılmıştır. Hacı

Bektaş Veli’nin hoşgörü ve insan sevgisine dayalı olan düşünce sistemi sayesinde, bir yandan Moğol

istilasından diğer yandan siyasi ve ekonomik buhrandan sıkıntıya düşen Anadolu halkı rahat bir

nefes almıştır. Hacı Bektaş Veli, M 1250 yıllarından sonra, bugün dergâhının da bulunduğu

Hacıbektaş ilçesinde yarı göçebe bir Türk oymağının içinde yaşamış ve günlük hayatla bağını

koparmadan çevresindeki insanları aydınlatmaya devam etmiştir.

2.8. Mevlânâ

Mevlânâ, 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan’ın Belh

şehrinde dünyaya gelmiştir. Mevlânâ ailesiyle birlikte birçok yerde konakladıktan sonra Selçuklu

Sultanı Alaattin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya yerleşmiştir. Mevlânâ, Karaman’da bulunan

medreselerde ilmî tahsilini tamamlamış ve burada evlenmiştir. Babasının hocalık yaptığı medreseye,

onun ölümünden sonra yirmi dört yaşındayken hoca olarak atanmıştır. Halep ve Şam gibi önemli

ilim merkezlerinde hem öğrenci hem de hoca olarak bulunan Mevlânâ Arap dili ve edebiyatı, lügat,

fıkıh, tefsir ve hadis alanlarında dönemin büyük ilim insanlarından ders almıştır. Onun din ve

Page 27: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

27

tasavvuf düşüncesinin kaynağı Kur’an ve sünnettir. Mevlânâ, dönemin ünlü sufilerinden biri olan

Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra, halkla olan ilişkisini kesmiş, medresedeki görevlerini bırakarak

vaktini onunla sohbet ederek geçirmiştir. Uzun yıllar uzlete çekilen Mevlânâ, meşhur eseri

Mesnevi’yi kaleme almış, şiirleriyle ve hikmetli sözleriyle çevresini aydınlatmıştır. Mevlânâ’nın

şöhret bulmuş “Mesnevi” isimli eseri, Türk-İslam kültürünün en önemli eserleri arasında yer alır ve

tasavvuf düşüncesinin ana konularını içerir. Mevlânâ sahip olduğu insan sevgisi, hoşgörü ve alçak

gönüllülük gibi özellikleriyle değişik din, mezhep ve düşüncelere mensup birçok insanı etkilemiştir.

Mevlânâ, hoşgörü, insanlarla iyi geçinme, başkasına zarar vermeme ve başkasından zarar görmemeyi

öğütler. Onun bu öğütleri, Osmanlı Devleti zamanında da kabul görmüş ve sürdürülmüştür.

Mevlânâ’nın görüşleri tüm Anadolu, Arap dünyası ve Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir alanda

yayılmıştır. Hayatını “Hamdım, piştim, yandım.” sözleri ile özetleyen Mevlânâ, 1273 tarihinde vefat

etmiştir. Ölüm gününü, çok sevdiği Allah’a kavuşacağı an olarak gören Mevlânâ, bu mutlu gün için

düğün günü anlamına gelen “Şebiarus” ifadesini kullanmıştır.

2.9. Yunus Emre

Yunus Emre’nin, 1240-1320 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Nerede doğduğu ve

nasıl bir eğitim aldığı kesin olarak bilinmemektedir. Anadolu’nun birçok yerinde Yunus’un olduğu

ileri sürülen mezar ve türbe bulunmakla beraber Sarıköy’deki (Eskişehir) mezar, Yunus’un mezarı

olarak kabul edilmiştir.Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Türkçeyi çok sade

bir şekilde kullanmış ve şiirleri tüm Anadolu’da halkın dilinden eksik olmamıştır. Onun şiirleri,

Türkçenin bir dil zaferi olup bu dilin bir sanat, edebiyat ve felsefe dili olduğunun en büyük kanıtı

olmuştur. Yunus Emre, özgür düşünceye önem veren, şekli değil manayı önemseyen ve ilahî aşkı en

güzel bir şekilde ifade eden bir tasavvuf şairidir. Düşünce ve eylem bakımından Ahmet Yesevi

ekolünün Anadolu’daki bir devamıdır. İslam kültürünün, güzel ahlakın ve ilahî sevginin halk

arasında yaygınlaşmasında Yunus Emre’nin büyük rolü vardır. O şiirlerinde, içtenlikle Allah

sevgisini terennüm etmiş ve bu dünyaya kavga için değil sevgi için geldiğine inanmıştır.

2.10. Hacı Bayram Veli

Hacı Bayram Veli, 1352 yılında Ankara’da doğmuş ve 1430 yılında vefat etmiştir. Onun

düşünceleri etrafında oluşan Bayramiyye tarikatı Anadolu coğrafyasında ortaya çıkan ilk Türk

tasavvuf teşkilatı olarak kabul edilir. Hacı Bayram ilim tahsilini tamamladıktan sonra Ankara’da

hocalık yapmış ve Somuncu Baba’dan ders almıştır. İnsanları etkileyen coşkulu bir hatip olarak

çevresindeki birçok kişiyi etkilemiş, onları yetiştirmiş ve İslamiyetin Anadolu’da yayılmasına önemli

katkılar sağlamıştır. Osmanlı padişahlarından I. Murat, Yıldırım Bayezit, Çelebi Mehmet ve II.

Murat dönemlerine tanıklık eden Hacı Bayram; sevgiyi, dayanışmayı ve iyiliği öğütleyen

düşünceleriyle Anadolu’nun dinî ve ahlaki yapısının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.

Zenginlerden topladığı yardımları fakirlere, yoksullara ve borçlulara dağıtan Hacı Bayram, birer ilim

ve irfan meclisi olan sohbetleriyle de Anadolu halkını aydınlatmıştır. Onun temel düşüncesine göre;

dünya hayatında kimseye yük olmamak ve alın teriyle kazanmak en büyük erdemdir. Helal yollardan

kazanmanın önemini bilen Hacı Bayram Veli, geçimini çiftçilik yaparak kazanmıştır. Öğrencilerini

disiplinli yetiştirmiş, çalışmayı, dinî ve ahlaki değerlere bağlı kalmayı teşvik etmiştir.

3. Türklerin İslam Medeniyetine Katkıları

Türkler, onuncu yüzyıldan itibaren bilim, mimari, sanat, edebiyat ve felsefe alanında

kendilerine özgü bir anlayış sergileyerek İslam medeniyetinin gelişmesine öncülük yaptılar. Türkler

tarafından kurulan Karahanlılar, Gazneliler, Tulunoğulları, İhşitoğulları, Selçuklu ve Osmanlı

devletleri hem İslam’ın yayılmasında hem de İslam kültür ve medeniyetinin zenginleşmesinde

önemli roller üstlendiler. Müslüman Türkler bilim, felsefe ve edebiyat alanında pek çok eser

yazmışlardır. Yazmış oldukları eserler, İslam dünyasının medeniyet, fikir ve sanat hayatına büyük bir

Page 28: 9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ...2021/01/09  · kirlerden arındırmasıdır. Temizliği iki kısma ayırmak mümkündür. Birincisi beden, elbise ve

9.SINIF DİNKÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE ÖZETLERİ

28

zenginlik katmıştır. İslam dünyasının değişik bölgelerinde kurulan medreselerde başta dinî ilimler

olmak üzere felsefe, astronomi ve tıp gibi sahalarda da önemli çalışmalar yapılmıştır.

Türkler, dil ve edebiyat alanında yaptıkları çalışmalarla Türk-İslam medeniyetinin temelini

atmışlardır. Yusuf Has Hacip’in “Kutadgu Bilig” ve Kaşgarlı Mahmut’un “Divanü Lügati’t-Türk”

isimli eserleri, Türk-İslam edebiyatının ilk örnekleridir. Ali Şir Nevai, Fuzuli, Mevlânâ, Hoca Ahmet

Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Süleyman Çelebi, Karacaoğlan, Seyyit Nesimi, Pir Sultan

Abdal ve Kaygusuz Abdal gibi şahsiyetler, kaleme aldıkları seçkin eserlerle hem divan edebiyatının

en güzel örneklerini meydana getirmişler hem de tasavvuf edebiyatına yön vermişlerdir. İslam

mimarisinin oluşmasında ve gelişmesinde de Türklerin büyük katkıları olmuştur. Abbasiler

devrinden itibaren başta Basra olmak üzere önemli merkezlere gelip yerleşen Türkler, İslam mimari

sanatına farklı açılımlar getirmişlerdir. Sarayların ve evlerin süslemelerinde kendilerine özgü bir tarz

uygulayarak bu alana bir zenginlik katmışlardır. Abbasi Dönemindeki cami mimarisi de Türklerin

katkılarıyla özgün bir şekil almıştır. Türk asıllı Ahmet bin Tolun, Mısır’da devletini kurduktan sonra

Kahire’de kendi adına yaptırdığı camide Türklerin mimari zevkini bütün güzelliğiyle yansıtmıştır.

Bu mimari zevkin yansımalarını camilerin yanı sıra medreseler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar,

türbeler, imaretler, daruşşifalar, çeşmeler ve köprülerde görmek mümkündür. Konya’da Alaattin

Camisi, Karatay ve Sırçalı Medrese, Sivas’ta Gök Medrese ve İzzettin Keykavus Daruşşifası,

Erzurum’da Hatuniye Medresesi, Bursa’da Ulu Cami ve Yeşil Cami, Edirne’de Selimiye Camisi,

İstanbul’da Süleymaniye, Sultanahmet ve Şehzadebaşı camileri Türk-İslam mimarisinin

şaheserleridir. Mimar Sinan’la birlikte farklı bir boyut kazanan Türk-İslam mimarisi birçok şehirde

İslam medeniyetinin en güzel örneklerini ortaya koymuştur.

Türkler arasında yetişen büyük müzisyenler, İslam dünyasının en seçkin eserlerini ortaya

koymuşlardır. Farabi’nin “Kitabu’l-Musika” isimli kitabı bu alanın ilk örneklerindendir. Dede

Efendi, Itri, III. Selim ve Hacı Arif Bey büyük Türk bestekârları olarak İslam kültürünün

zenginleşmesine önemli katkılar sağlamışlardır. Hüsnühat (güzel yazı), süsleme, tezhip, minyatür ve

ebru gibi sanatların doğup gelişmesinde de Türklerin önemli katkıları olmuştur. Kur’an-ı Kerim’i

güzel yazma arzusuyla yaygınlık kazanan hat sanatı, İslam medeniyetinin en özgün yanını

oluşturmaktadır. “Kur’an Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu ve İstanbul’da yazıldı.” sözü

Türklerin bu alandaki ustalıklarını belirtir. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mustafa Rakım, İzzet

Efendi ve Hamit Aytaç gibi ünlü hattatlar, bu alanın en büyük ustaları olup İslam medeniyetine

önemli eserler kazandırmışlardır. Nizamü’l-Mülk tarafından Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi,

Semerkant’ta kurulan Uluğ Bey Medresesi, İstanbul’da kurulan Fatih ve Süleymaniye medreseleri

birçok bilgin yetiştirmiştir. Bu medreselerde astronomi, matematik, geometri ve tıp ilimlerine ayrı bir

önem verilmiştir. Semerkant’ta kurulan Uluğ Bey Rasathanesinde Ali Kuşçu, çok önemli çalışmalar

yapmıştır. Büyük bir Türk hükümdarı ve bilgini olan Uluğ Bey öncülüğünde matematik ve astronomi

ilimlerinde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in daveti üzerine Türkiye’ye gelen

Ali Kuşçu, meşhur Türk astronomu Mirim Çelebi’yi yetiştirmiştir. İstanbul’da ilk rasathane Mısır’da

tahsil görmüş bir Türk olan Takiyuddun Mehmet tarafından 1576 yılında kurulmuştur. Harezm’de

dünyaya gelen Birûni, İslam medeniyetine ve kültürüne büyük hizmetler yapmış, çalışmalarını

astronomi, fizik ve matematik alanlarında yoğunlaştırmıştır. Nasıruddin Tûsi, matematik ve geometri

alanında yaptığı özgün çalışmalarıyla şöhret bulmuş ve özellikle trigonometri sahasında yazdıklarıyla

Batılılar üzerinde etkili olmuştur. Osmanlıların son dönemlerinde yetişmiş olan İsmail Gelenbevi,

Mühendishane-i Hümayun’da (Teknik Üniversite) hocalık yapmış ve logaritmanın kullanışını

açıklayan bir eser kaleme almıştır. Aydınlı Hacı Paşa, tıp alanında “Şifau’l-Eskam” isimli bir eser

yazmış ve dönemindeki tıpla ilgili yapılan çalışmalara önemli katkılar sağlamıştır. III. Murat’ın

başhekimi Emir Çelebi, havanın, toprağın ve iklimin insan sağlığı üzerindeki etkilerini açıklayan

“Enmuzecu’t-Tıb” isimli eseri kaleme almıştır. Bilim, felsefe, edebiyat mimari, musiki ve hat gibi

alanlarda yapılan bütün bu çalışmalar, Türklerin İslam medeniyetine yaptıkları katkıyı

göstermektedir.