3.1.6. İletişim kavramı · 2020-02-06 · 3.1.6.İletişim kavramı İletişim kavramının pek...
TRANSCRIPT
3.1.6. İletişim Kavramı
İletişim kavramının pek çok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: İletişim,
“duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması,
telefon, telgraf, televizyon ve radyo gibi araçlardan yararlanılarak yürütülen bilgi alış-verişi,
bildirişim, haberleşme”1 demektir. İletişim, “düşüncenin sözel olarak değiş tokuşu, iki kişinin
birbirini anlaması, insanın karşısındakine kendini anlatması, iletiyi alanın belleğinin, iletiyi
gönderenin beklentisine uygun yanıt verecek biçimde uyarılması, iletiler aracılığıyla kurulan
toplumsal etkileşim, kaynağın karşı tarafı etkilemeyi amaçlayan davranışı”2 anlamlarına
gelmektedir. İletişim, “belli bir amaç uğruna, bir yöne doğru gerçekleştirilen eylemi, daha
sonra o yönden geriye, yani ters yöne doğru iki tane bildirim ile aktarma faaliyetidir.”3 Bu
tanımlar ışığında gerçek bir iletişimden söz etmek için, kaynağın iletiyi alıcıya
ulaştırdığında, alıcıdan bir geribildirim alması zorunludur. Aksi takdirde bu etkinlik,
iletişim olarak adlandırılamaz. Bu bağlamda, emir verme, uyarma, yargılama, öğüt verme
gibi faaliyetler birer iletişim etkinliği değil, en fazla birer bilgi iletimidir. Çünkü bu
faaliyetler tek taraflı olmasa da iletilere/mesajlara karşı verilen geribildirimler dikkate
alınmamaktadır. Dahası, söz konusu faaliyetleri, birer iletişim hatası olarak da
değerlendirmek mümkündür. Zira bahsi geçen faaliyetler şekil olarak iletişim formundadır,
ancak iletişimde karşılıklı bir bilgi değiş-tokuşundan söz edildiği için bilgi iletiminin tek
taraflılığı iletişimi ortaya çıkarmak adına yeterli değildir.4
İletişim, kendine has araştırma sahası, yöntem ve ilkeleri olan bir bilim alanıdır.5
İletişim, çocuğun ana rahminde oluştuğu andan itibaren başlayıp ölünceye kadar devam
eden bir süreçtir. Bu süreç, insanın bizzat kendisini veya diğer insanları olumlu ya da
olumsuz istikamette etkiler. Hatta sözü edilen süreç, bireyin duygu, düşünce, inanç, tutum
ve davranışlarının oluşum, gelişim ve değişimini belirleyici düzeyde etkileyen bir süreçtir.6
Aslında bir iletişim faaliyetini doğru biçimde tanımlamak için, iletişim modelleri
içerisinde Lasswell formülü olarak da bilinen, “Kim diyor? Ne diyor? Hangi kanalı
kullanıyor? Kime diyor? Ne gibi etki oluşturuyor?” sorularına cevap aramak gerekmektedir.7
Bu tanımlama yöntemi, bir yandan çeşitli eleştirilere maruz kalsa da diğer taraftan iletişim
sürecini izah etmenin en sağlıklı ve anlaşılması en kolay formülü olarak kabul edilmektedir.8
Bilindiği üzere insan sosyal bir varlıktır. O, tek başına tüm ihtiyaçlarını giderebilecek,
sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürdürebilecek bir kudrete sahip değildir. Bu yüzden insan,
beşikten mezara kadar bir iletişim sürecinin içerisindedir. Zira o, hayatının değişik zaman
dilimlerinde mutlaka başkalarına ihtiyaç duyar. İnsanın bu muhtaçlığı göz önüne
1 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1173. 2 Remziye Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, Din Hizmetlerinde Rehberlik ve İletişim, ed. Recai Doğan ve Remziye Ege,
Grafiker Yay., Ankara 2015, ss. 60-61. 3 Demet Gürüz ve Ayşen Temel Eğinli, Kişilerarası İletişim, Nobel Yay., Ankara 2008, ss. 6-8, akt. Ege, “Din Hizmetlerinde
İletişim”, s. 59. 4 Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, ss. 59-60. 5 Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 61. 6 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 15. 7 Denis Mc Quail ve Sven Windahl, İletişim Modelleri, trc. Mehmet Küçükkurt, İmaj Yay., Ankara 1993, s. 15, akt. Ege, “Din
Hizmetlerinde İletişim”, s. 60. 8 Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 60.
alındığında, iletişimsiz bir hayatın söz konusu olmadığı rahatlıkla anlaşılır. Dolayısıyla
bireyin huzurlu bir dünya hayatı yaşaması için, sadece iletişimden söz etmek yeterli değildir;
sağlıklı ve etkili bir iletişimden bahsetmek gerekir.
3.1.7. İletişim Unsurları
İletişim, içerisinde birçok unsuru barındıran bir süreçtir. Bu unsurların iletişim
sürecindeki etkinlikleri de zaman ve mekâna/ortama bağlı olarak farklılıklar arz edebilir. Bu
bağlamda iletişim unsurları şunlardır:
3.1.7.1. Kaynak/Gönderici
Sözlükteki pek çok anlamından birisi de “bir şeyin çıktığı yer, menşe”9 olan kaynak,
iletişim literatürü açısından, “iletişim kanallarını kullanarak mesajı alıcıya aktaran kişi veya
kişiler” demektir. Bu çerçevede, ana-baba, öğretmen, imam-hatip, müftü, vaiz, yazar,
arkadaş vs. hepsi birer kaynaktır.10 Kaynak, alıcıya vermek istediği mesajını yazılı veya sözlü
olarak ya da jest, mimik, beden dili, ima, resim, çizgi, şekil ve simge ile aktarabilir.
Başarılı bir iletişim için kaynağın dikkat etmesi gereken hususlar vardır. Bu hususlar
şunlardır:
- Kaynak, iletişim kanallarını kullanarak insanlara mesaj verdiği alanda yetkin olmak
zorundadır.
- Kaynak, alıcılara karşı objektif davranır. Bu çerçevede muhatapları arasında
ekonomik, etnik, siyasi, ideolojik açıdan herhangi bir ayrım yapmaz.
- Kaynak, iletişim kurduğu kişilere kendisini sevdirir veya kabul ettirir.
- Kaynak, iletişim kurduğu kişilerin, kendisine ve söylediklerine değer verip
vermediklerini ölçer.
- Kaynak, tutum ve davranışlarıyla iyi örnek olmalıdır.
- Kaynak, insanların gelip kendisine rahatlıkla soru sorup soramadıklarını, onunla
iletişime geçip geçemediklerini kontrol eder.
- Kaynak, her türlü geri bildirim karşısında duygu ve düşüncelerine hâkim olur.11
İşte kaynak, zikredilen bu hususlara riayet ederse, başarılı, kaliteli ve etkili bir iletişim
gerçekleşir.
3.1.7.2. İleti/Mesaj
Sözlükte, “bir devlet büyüğünün, bir sorumlunun belirli bir olay veya durum
nedeniyle ilgililere gönderdiği bildiri, yazı veya söz ile aktarılmak amaçlanan duygu ve
düşünce ya da gönderilen bilgi”12 anlamlarına gelen ileti/mesaj, iletişim dili bakımından,
“iletişim kanalları kullanılarak kaynaktan alıcıya aktarılan bilgi, duygu, düşünce, inanç ya da
tutumlar”13 demektir. Bu kapsamda, izleyici veya dinleyicilerin hazır bulunduğu herhangi
9 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1367. 10 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 18. 11 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 20. 12 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, ss. 1661, 1173. 13 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 19.
bir ortamda sözlü veya yazılı olarak gerçekleştirilen her türlü sunum ve anlatının muhtevası
birer mesajdır.
3.1.7.3. Kanal
Sözlükte, “telefon, telgraf, radyo, televizyon vb. araçlarla iletişimi sağlayan yol, hat”14
olarak tanımlanan kanal, iletişim açısından, “bilgi, duygu, düşünce, inanç veya tutum gibi
mesajları kaynaktan alıcıya ulaştıran araç”15 demektir. Bu doğrultuda, radyo, televizyon,
telefon, telgraf, kitap, gazete, dergi, mikrofon gibi farklı duyu organlarına hitap eden
araçların her birisi birer kanaldır.
3.1.7.4. Alıcı
Sözlükte, “kendisine bir şey gönderilen kimse”16 anlamına gelen alıcı, iletişim dili
açısından, “kaynak tarafından iletişim kanalları kullanılarak aktarılan bilgi, duygu, düşünce,
inanç veya tutum gibi mesajların iletildiği kişi veya kişiler”17 demektir. Bu bağlamda, radyo
dinleyicisi, televizyon izleyicisi, kendisiyle telefon edilerek konuşulan kişi, kendisine telgraf
çekilen birey, kitap, gazete ve dergi okuyucusu, mikrofonda hitap edilen topluluk gibi kişi ya
da kişi topluluklarının her birisi birer alıcıdır.
3.1.7.5. Geri Bildirim
Sözlükte, “gönderilen bilgi veya talimatın alıcıda yaptığı etkiye ilişkin edinilen bilgi,
yapılan bir davranış veya düzenlemenin sonucu hakkında insanın çevreden edindiği bilgi,
dönüt”18 manalarına gelen geri bildirim, iletişim edebiyatı bakımından, “kaynak tarafından
iletişim kanalları kullanılarak alıcıya aktarılan bilgi, duygu, düşünce, inanç veya tutum gibi
mesajlar karşısında, mesajın iletildiği kişi veya kişilerden kaynağa yansıyan olumlu ya da
olumsuz, sözlü ya da yazılı tepkiler”19 demektir.
Geri bildirim, etkili bir iletişim için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bu bağlamda kaynak,
geri bildirimlerden hareketle mesajını hangi düzeyde etkili bir biçimde alıcıya aktardığını
veya hangi oranda sağlıklı bir iletişim gerçekleştirdiğini ölçebilir. Özellikle yüz yüze
iletişimde bunu ölçmek daha da belirgin hale gelir. Zira iletişim anında alıcıdan gelen sözlü
veya sözsüz (alıcının yüz ifadeleri, dinleme şekli, jest ve mimikleri vs.) tepkiler, sözü edilen
iletişimin başarı düzeyini ortaya koyar.
3.1.7.6. Ortam
Sözlükte, “canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddi şartların bütünü, bir
kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışını etkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel
etkilerin tamamı, nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasını da kapsayan yakın
çevre”20 anlamlarına gelen ortam, iletişim açısından, “kaynak tarafından alıcıya aktarılan
mesajın iletildiği sosyal, fiziksel ve zamansal durum” demektir. Bu bağlamda, her mesaj
14 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1294. 15 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 19. 16 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 92. 17 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 19. 18 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 934. 19 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 20. 20 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1817.
mutlaka bir ortamda iletilir. Dolayısıyla ev, okul, câmii, hastane, sokak, düğün ve konferans
salonu, internet vs. hepsi birer ortamdır.
Ortam, iletişimi etkileyen bir unsurdur. Bu çerçevede, kaynak tarafından mesajın
aktarıldığı mekânın büyüklüğü, küçüklüğü, sıcaklığı, soğukluğu, aydınlığı, karanlığı;
alıcıların eğitim düzeyleri, mesaja olan ilgi ve alakaları; mesajın ne zaman veya hangi saatte
iletildiği ve konuşmanın kimlerin yanında yapıldığı gibi konular, farklı düzeylerde de olsa
iletişimi etkiler.21 Dolayısıyla sağlıklı bir iletişim için, sağlıklı bir ortamın varlığı önem arz
etmektedir.
3.1.7.7. Engeller
Sözlükte, “bir şeyin gerçekleşmesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, pürüz,
mânia, handikap”22 anlamlarına gelen engel, iletişim edebiyatı açısından, “kaynak tarafından
iletişim kanalları kullanılarak alıcıya aktarılan mesajın doğru biçimde anlaşılmasını önleyen
her şey”23 demektir.
Engeller, iletişim unsurlarının ayrı ayrı her biri ile alakalı olabilir. Bu bağlamda;
kaynakla ilgili engeller: Mesajı anlaşılır biçimde iletememe, iyi anlatamama, beden dilini ve
ses tonunu iyi kullanamamadır. Alıcı ile ilgili engeller: Fiziksel ve zihinsel yorgunluk,
kaynağa yönelik ön yargılar, zihni meşgul eden çeşitli sorunlardır. Mikrofonun ses
düzeninin bozuk olması, telefonla konuşurken bir anda şarjın bitmesi nedeniyle konuşmanın
yarıda kalması, televizyon izlerken elektriğin kesilmesi, kitap okurken kitabın üzerine sıvı
madde dökülmesi ve okunamaz hale gelmesi gibi iletişim kanalında meydana gelen anlık
veya süregelen problemler de kanalla alakalı iletişim engelleridir. Ortamla ilgili engeller ise,
fiziki mekânın uygun olmaması ve mesajın yanlış değerlendirilebileceği sosyal bir ortamın
varlığıdır.24 Bu nedenle, sağlıklı bir iletişim için, sözü edilen engellerin giderilmesi ve
ortadan kaldırılması gerekmektedir.
3.1.8. İletişim Çeşitleri
3.1.8.1. İnsanın Kendisiyle İletişimi
İnsanın kendisiyle iletişiminde, bireyin içe dönük olarak düşünmesi, tutum ve
davranışlarını değerlendirmesi, geleceğe dair planlarını gözden geçirmesi, diğer insanların
kendisiyle ilgili tutum ve davranışlarını yorumlaması, vicdan muhasebesi yapması ve öz
eleştiride bulunması söz konusudur. Bu durumda kaynak da alıcı da insanın bizzat
kendisidir.25
İnsanın yapıp ettiklerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını ölçen ve böylece adeta onu
yargılayan güç vicdandır. Vicdan, “kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya
iten, kişinin kendi ahlâk değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını
sağlayan güç”26 şeklinde tanımlanmaktadır.
21 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 21. 22 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 934. 23 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 21. 24 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 91-96. 25 Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, Remzi Kitabevi, İstanbul 2012, ss. 37-63; Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s.
61; Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 23. 26 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2485.
İnsan sürekli kendisiyle iletişim halinde olduğundan, vicdan muhasebesi yapan birey,
tutum ve davranışlarını iyi ya da kötü olarak değerlendirir. İşte bu noktada insanın yapıp
ettiklerini iyi ve kötü açısından değerlendiren iç kontrol gücü olarak vicdan devreye girer.
Ancak bu gücün hassasiyeti, bireyin tutum ve davranışlarına bağlıdır. Bu bağlamda vicdanı
tarafından denetlenen birey, şayet inançlı, ahlâklı, adil, iyiliği emreden, kötülükten sakınan
ve sakındıran ve güzel işler yapan birisi ise, o kişinin vicdanı da aynı şekilde hassaslaşır.
Aksine bu kişi, inançsız, ahlâksız, adaletsiz ve sürekli kötü işler yapan bir kimse ise, onun
vicdanı da hassasiyetini kaybeder, zayıflar, körelir ve böylece kendisini yargılayamaz hale
gelir.27
Hemen ifade edelim ki, hiç kimse mükemmel değildir ve herkesin kontrol ve terbiyeye
ihtiyacı vardır.28 Bu kapsamda, kişinin kendisiyle iletişimini zinde tutması ve vicdan
muhasebesi yapması son derece önemlidir. Zira insanda var olan nefs, onu sürekli kötü işler
yapmaya teşvik eder.29 Ayrıca şeytan, insanla iletişimini nefs aracılığıyla kurar. Bu
istikamette hesaba çekilmeyen, terbiye edilmeyen nefs, âdeta şeytanın bir askeri gibi insanın
iç benliğine yerleşir ve onun tüm hayatına hükmeden bir düşmana dönüşür. Bu noktada
hem nefsin terbiye edilmesi hem de vicdan muhasebesi yapılması, şeytanın telkinlerinden
korunmanın en sağlıklı yoludur. Zira nefs terbiyesi, bireyin aşırı istek ve arzularını doyasıya
tatmin etmek yerine, bunların tedrici ve makul bir biçimde azaltılmasına katkı sağlar.
Böylece terbiye edilmiş bir nefs ve hesaba çeken bir vicdan sahibi olan kişi, hem kendisiyle
hem de içinde yaşadığı toplumla barışık bir insan haline gelir.30 Bu yüzden her bireyin,
sürekli kendisini kontrol etmeye, tutum ve davranışlarını değerlendirmeye ihtiyacı vardır.
Hz. Peygamber’in (s), “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’ın
huzurunda vereceğiniz o büyük hesaba şimdiden kendinizi hazırlayınız. Kendini daha
dünyada iken hesaba çekenlerin, ahiretteki hesapları kolay geçecektir.”31 uyarısı, kişinin
kendisiyle iletişimi çerçevesinde, vicdan ve nefs muhasebesinin önemini vurgulaması
bakımından anlamlıdır.
3.1.8.2. İnsanın Diğer İnsanlarla İletişimi
İnsanın diğer insanlarla iletişimi, sözlü, sözsüz, yazılı ve kitlesel olmak üzere dört farklı
şekilde gerçekleşir.
3.1.8.2.1. Sözlü İletişim
Sözlü iletişim, ses ve kelimelerle konuşma yoluyla kurulan iletişimdir.32 Sözlü iletişim,
iletişimin ilk sırada yer alanıdır. Zira insan, konuşarak anlaşan bir varlıktır. Bu bağlamda o,
daha dünyaya gözlerini açar açmaz bazı sesler çıkarır. Yetişkinler açısından tuhaf karşılanan
bu sesler, aslında bebeğin sözlü iletişime çoktan başladığını göstermektedir. Bebek bu
iletişimde kaynaktır. Alıcı ise, bebeğin o sırada en yakınında bulunan annesidir. Burada
bebek iletişim kanallarını başarılı bir şekilde kullanır ve verdiği mesaj gayet nettir. Alıcı
27 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 23-24. 28 Sharon S. Brehm ve Saul M. Kassin, Social Psychology, Houghton Mifflin Company, Boston 1996, s. 81. 29 Yûsuf 12/53. 30 Necip Fazıl Kısakürek, İdeolojya Örgüsü, Büyük Doğu Yay., İstanbul 1991, ss. 359-379. 31 Tirmizî, “Kıyâmet”, 25. 32 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 2157.
tarafından doğru biçimde anlaşılan söz konusu mesajın gereği yapılır. İstek ve ihtiyaçları
tedarik edilince, artık tuhaf sesler çıkarmaktan vazgeçen bebek, gayet verimli bir geri
bildirim aldığının da farkındadır.
Sözlü iletişim, insani bir ihtiyaçtır. Bu çerçevede insan, konuşmaya, duygu ve
düşüncelerini, sevinç ve kederlerini, istek ve arzularını paylaşmaya ihtiyaç duyar ve bu
ihtiyacını temin etmek için başka insanları arar. İnsan için konuşma ve iletişim kurma o denli
önemlidir ki, daha ilk insanda kendini hissettirmiştir. Bu nedenle Yüce Allah (cc), Hz.
Âdem’in (s) yaratılışını müteakiben ona eşyanın isimlerini öğretmiş33 ve böylece beşerin
konuşma faaliyetini başlatmıştır.
Sağlıklı bir sözlü iletişim için kaynak ile alıcının yüz yüze gelmesi ve bu şekilde bir
iletişim kurmaları önemlidir.34 Zira sözlü iletişimde insan duygu, düşünce ve kanaatlerini
alıcıya iletmek için dil, kelime ve sözcükleri kullanmasının yanı sıra bazı hareket ve yüz
ifadelerinden de faydalanır. Bu nedenle başarılı bir sözlü iletişimde, söz ve beden dili
oldukça etkili olan iki araçtır. Ayrıca çocukların okuma yazma öğreninceye kadar duygu,
düşünce, tutum ve davranışlarını sözlü anlatımla ve taklide dayalı olarak ifade ettikleri de
bilinen bir gerçektir.35
Etkili bir sözlü iletişimde, mesaj alıcıya açık ve net bir şekilde iletilir, dolaylı ve imalı
anlatımdan kaçınılır, alıcının seviyesine göre hitap edilir, olumlu, yapıcı ve güzel bir dil
kullanılır, ses tonuna, söyleyiş tarzına ve vurgulara dikkat edilir, ek anlam üretmekten
sakınılır, konuşma jest ve mimiklerle desteklenir ve konuşmanın oluşturabileceği etki hesaba
katılır.36 Kaliteli ve etkili bir iletişim için kaynağın bu hususlara dikkat etmesi gerekir.
3.1.8.2.2. Sözsüz İletişim
Sözsüz iletişim, beden diliyle kurulan iletişimdir. Bu kapsamda bireyin duygu, düşünce
ve inançları dış görünümüne, beden diline, hareket ve davranışlarına yansır. Hatta insan
bazen, sözle aktaramadığı duygu ve düşüncelerini beden diliyle daha rahat ifade edebilir.
Zira kişi farkında olmasa bile, onun yüz ifadesinin, bakışlarının, jest ve mimiklerinin, giyim
kuşamının, oturup kalkmasının ve el-kol hareketlerinin muhatapları üzerinde etkisi vardır.
Bütün bunlar beden dilini, dolayısıyla sözsüz iletişimi meydana getirir.37
Sözsüz iletişimin sözlü iletişimden farkı, duyguların sözsüz mesajlar ve beden diliyle
daha etkili bir şekilde anlatılabilmesidir. Bu iletişimde birey, söyleyemediği veya söylemek
istemediği bir şeyi, sözsüz mesajla alıcıya rahatlıkla iletebilir. Yine insan, iletişim kurmakta
zorlandığı veya ne yapacağını bilmediği durumlarda sözsüz iletişim sayesinde problemi
çözebilir. Bununla birlikte sözsüz iletişim, belirsizlik düzeyi yüksek bir iletişimdir ve farklı
anlamalara sebebiyet verebilir.38
Sözsüz iletişimin özellikleri şunlardır:
- Kişiler üzerinde doğrudan etkilidir.
33 Bakara, 2/30. 34 Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 62. 35 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 23-24. 36 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 25-28; Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 63. 37 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 28-35. 38 Doğan Cüceloğlu, İnsan İnsana, Altın Kitaplar Yay., İstanbul 1987, ss. 145-150; Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 63.
- Duyguları daha kolay ve daha rahat ifade eder.
- Doğru kullanıldığında anlamı pekiştirebilir.
- Bazen birden fazla anlam içerebilir.
- Yanlış kullanıldığında grup içi iletişimi bölebilir.39
Sözlü ve sözsüz iletişimde beden dilinin önemi, yadsınamaz bir gerçektir. Bu
bağlamda yapılan bir araştırma sonucuna göre, “normal düzeydeki bir iletişimde,
sözcüklerin önemi % 10, ses tonunun önemi % 30, beden dilinin önemi ise, % 60 olarak
belirlenmiştir.”40 Bu sonuçlar, bedenin iletişime bir bütün olarak katıldığını ve her türlü
iletişim, hitâbet, eğitim-öğretim ve duygu etkileşiminde beden dilinin mutlaka dikkate
alınması gerektiğini vurgulaması bakımından dikkat çekicidir.
3.1.8.2.3. Yazılı İletişim
Kaynağın, mesajını alıcıya mektup, kitap, mesaj, telgraf, elektronik mesaj, gazete ve
dergi gibi yazılı bir metinle aktardığı iletişim biçimidir. Bu çerçevede Kur’ân-ı Kerîm, yazıya
geçirilmiş bir kitap olması hasebiyle, Yüce Allah’ın (cc) insanlarla gerçekleştirdiği iletişimin
hem mesajı hem de iletişim kanalıdır, diyebiliriz. Bu iletişimde kaynak Yüce Allah, alıcılar
ise tüm insanlık ailesidir. Çünkü Kur’ân’ı insanlara tebliğ eden Hz. Peygamber (s), bütün
insanlara elçi olarak gönderilmiştir.41 Mesaja insanların sağlıklı bir geri bildirimde bulunup
bulunmadıkları ise, mahşerdeki sorgulamada ortaya çıkacaktır.42
Yazılı iletişimin başlangıcı mağara resimlerine kadar uzanır. Daha sonraları, özellikle
yazının gelişmesi ve matbaanın icadı ile birlikte, yazılı iletişim hem çeşitlenmiş hem de
etkileyici bir boyuta ulaşmıştır. Bugün yazılı iletişim adına gelinen noktada ise, başta
internet, elektronik mesaj, kitap, gazete ve dergi kanalıyla olmak üzere farklı inanç, duygu,
düşünce, hadise, yorum ve kanaatler milyonlarca insana ulaşmaktadır.43
Yazılı iletişim, kaynağa, sözlü ve sözsüz iletişime göre zaman ve mekân açısından daha
bir rahatlık sağlar. Çünkü kaynak, sözü edilen iletişim çeşitlerinde olduğu gibi alıcı(lar) ile
aynı ortamı paylaşmamaktadır. Dolayısıyla kaynak, duygu, düşünce ve kanaatlerini istediği
her yerde yazıya geçirebilir, onları tekrar tekrar kontrol edebilir, gerekli görürse
yazdıklarının tamamını veya bir kısmını değiştirebilir ve hangi yazılı iletişim türünde
yayınlayarak alıcılarla buluşturmak istiyorsa bunu gerçekleştirebilir. Bu kapsamda, ilk
çağlarda veya yüzlerce yıl önce kaleme alındığı halde bugünün insanları ile yazılı iletişime
geçen ve onları etkileyen birçok kitabın varlığı bilinmektedir.44 Bu bağlamda, başta Kur’ân-ı
Kerîm olmak üzere İslâm dini ile ilgili literatürü örnek vermek mümkündür.
3.1.8.2.4. Kitle İletişimi
Kitle iletişimi, “dağınık insan topluluklarının örgütlenmiş bir kaynaktan iletilen
haberlere veya uyarılara aynı anda maruz kalması, birtakım kaynaklardan elde edilen bilgi
39 Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 63. 40 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 35. 41 Ahzâb 33/45; Sebe’ 34/28; Fetih 48/8; v.dğr. 42 Kehf 18/49; Tâhâ 20/124; ‘Ankebût 29/45; Yâsîn 36/69-70; Zuhruf 43/43-44; Kamer 54/53; v.dğr. 43 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 35. 44 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 35-36.
ve haberlerin değişik araçlarla geniş halk topluluklarına yaygın olarak duyurulması şeklinde
gerçekleşen iletişimdir.”45 Kitle iletişimi, “üretilmiş birtakım bilgilerin, geniş insan
toplulukları arasında dolaşması ve yorumlanması süreci”46 şeklinde de tanımlanmaktadır.
Bugün yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçları radyo, televizyon, internet, sosyal
paylaşım siteleri, kitap, gazete ve dergidir. Kitap hariç, söz konusu araçların hepsini
karşılamak üzere medya kavramı kullanılmaktadır.47
Kitle iletişim araçlarının öne çıkan bazı ayırt edici özellikleri vardır. Bu özellikler
şunlardır:48
- Kitle iletişim araçları, çeşitli konulardaki bilgi, haber ve kanaatleri çok hızlı bir şekilde
geniş kitlelere ulaştırır.
- Bu araçlar, insanları tek yönlü ve edilgen olarak etkisi altına alır. Bu kapsamda
medya, insanın karşısına bir dünya ve dünyaya ait görüntüler çıkarmaktadır. Bunlar bireyi
farkında olmadan yavaş yavaş etkilemekte ve ona belli anlayışlar kazandırmaktadır.
- Kitle iletişim araçları, bir taraftan insana yeni bilgiler kazandırırken, diğer taraftan
onun sahip olduğu mevcut bilgilerde, tutum ve davranışlarında belirgin değişiklikler
meydana getirir.
- Söz konusu araçlar, insanın ihtiyaç duyduğu bilgiyi bizzat araştırıp kaynağından
öğrenme yerine, ona kısa yoldan ve çoğu kez de doğrulamadan ulaşma alışkanlığı
kazandırır.
- Kitle iletişim araçları, etkin mekanizmalarıyla toplumu harekete geçirme
potansiyeline sahip olduklarından bazı demokratik ülkelerde yasama, yürütme ve yargıdan
sonra dördüncü kuvvet olarak kabul edilmektedir. Hatta bazı ülkelerde zaman zaman birinci
kuvvet olduğu da gözlemlenmektedir.
- Kitle iletişim araçlarının takipçileri arasında daha ziyade eleştirel bir zekâ
potansiyeline sahip olmayan çocuklar ile henüz eğitim çağında bulunan gençler vardır. İşte
bu çocuk ve gençler, medya karşısındaki en hassas kitledir. Dolayısıyla medya, çocuk ve
gençlerin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında çok ciddi bir etkileme ve eğer önlem
alınmazsa, tahrip etme gücüne sahiptir. Zira özellikle televizyon ve internet, bu genç ve
zinde beyinlerin istek ve arzularına, duygu, düşünce, heyecan ve hayallerine hitap ederek
onları etkisi altına almakta ve neredeyse bütün programlarda bu istikamette bir kurgu ön
plana çıkarılmaktadır.
- Özellikle Batı dünyasında kitle iletişim araçları vasıtasıyla Müslümanların aleyhine
bazı çalışmalar yapılmaktadır. Bu bağlamda birtakım uluslararası medyada yanlış bir İslâm
algısı oluşturacak yayınlar icra edilmekte, barış, kardeşlik, esenlik ve huzur dini olan İslâm,
terörizmle iç içe gösterilmeye çalışılmakta ve Müslümanlar da adeta terörist gibi takdim
edilmektedir. Söz konusu medyada İslâm’a dair aktarılanlar, Yüce Allah’ın (cc) mükemmel
dininin ilke ve esaslarıyla ilgili değil, daha ziyade terör, şiddet ve gösteri haberleri
şeklindedir.
45 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1451. 46 Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, ss. 37-63; Ege, “Din Hizmetlerinde İletişim”, s. 61. 47 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 36. 48 Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati, ss. 37-63; Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 36-38.
- Kitle iletişim araçları, insanların daha fazla maddeye, paraya, lükse ve dünya
hayatına düşkün hale gelmesinde önemli rol oynamaktadır. Zira medyada gösterilen film,
dizi ve diğer programlardaki hayat standartları gerçekten çok yüksektir. Bu durum,
izleyicileri aynı standardı yakalama çabasına sevk etmekte ve böylece maddeye ve dünyaya
olan ilgiyi artırmaktadır.
- Günümüz kitle iletişim araçları, gençlerin cinsel duygularını tahrik ederek onların
ruhî ve manevi gelişimini olumsuz etkilemektedir.49
Aktarılan bu veriler ve sürekli gelişen ve değişen teknolojik yenilikler ışığında kitle
iletişim araçları, bireysel ve toplumsal hayat açısından faydalı alanlara yönlendirilebilirse,
gerçekten önemli bir nimettir. Ancak bu gerçekleştirilemezse, medyanın zararı yararını
geçebilir; insanlık ailesini felakete sürükleyebilir. Bu çerçevede özellikle televizyon
kanallarında, çocuk ve gençlerin ilgiyle izleyebilecekleri, onların dini bilgi ve duygularını
geliştirici yayın ve programları çoğaltmak ve bu doğrultudaki çalışmaları teşvik etmek
gerekmektedir. Zira bu yayın ve programların çoğaltılmasının, geleceğin teminatı olan çocuk
ve gençlerin milli ve manevi değerlerle yetişmesinde önemli katkılar sağlayacağı açıktır.
3.1.8.3. İnsanın Tabiat/Doğa İle İletişimi
İnsan, tabiatla sürekli iletişim halindedir. Bu çerçevede o, yaşam koşullarını sağlayan
havaya muhtaçtır. İnsan, hayatta kalma adına vazgeçilmez mineraller içeren suya muhtaçtır.
O, topraktan yaratılmıştır ve toprağa olan ihtiyacı dünya hayatında da devam etmektedir.
İnsanın toprakla iletişimi kapsamında şunu belirtmek gerekir ki, en başında insan, tabiatın
bir bölümü olan toprak parçası üzerinde evini inşa etmekte ve orada yaşamaktadır. Sağlıklı
yaşaması için çok önemli olan meyve ve sebzeleri toprağın bereketinden elde eder.
Hayvanlarını ve diğer canlıları beslemek için toprak ürünlerinden istifade eder. İnsan ateşe
de muhtaçtır. Çünkü o, hem ısınma hem de yiyeceklerini pişirme ihtiyacını ateşle
gidermektedir.
Tabiat, insana emanettir. İnsan da hayatını devam ettirme adına muhtaç olduğu tabiatı
sevmek, ona sahip çıkmak ve saygı duymakla mükelleftir. Ancak, insanların yapıp ettikleri
yüzünden tabiatın tahrip olduğu da bir gerçektir. Bu nedenle sürekli iletişim ve etkileşim
halinde olunan tabiatın doğal dokusunu koruma ve sonraki nesillere daha yaşanılabilir bir
dünya bırakma adına bugünün insanlarının yapması gerekenler vardır. Bunların başında,
tabiatı sevmek, hava, su ve toprağı kirletmemek, her köşesinde farklı şekilde tezahür eden
doğal güzellikleri korumak ve dünyevi ihtiraslar uğruna onları tahrip etmemek gelmektedir.
3.1.8.4. İnsanın Diğer Canlılarla İletişimi
İnsan, çevresindeki canlılarla dolaylı ya da doğrudan iletişim kurmayı arzu eder ve
ister şehirde yaşasın isterse köyde, o mutlaka hayvanlar ve diğer canlılarla bir şekilde
iletişim kurar. Zira bizatihi kendisi de sözü edilen canlıların yaşadığı çevrenin içerisinde
hayatını devam ettirmektedir. Bu bağlamda bazı hayvanlar, bir kısım insanların doğrudan,
diğerlerinin de dolaylı olarak iletişim kurmak zorunda kaldıkları canlılardır. Örneğin, et ve
süt ürünleri gibi bazı mamulleri insan, mutlaka hayvanlardan temin etmek zorundadır. Yine
49 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 36-38.
bazı hayvanların gücü, insanoğlunun dünya hayatını kolaylaştıran bir etkendir. Söz konusu
ihtiyaçları giderme adına insanların bazıları hayvancılıkla meşgul olurken, bazıları da
hayvancılık yapan insanlardan satın alarak bu ihtiyaçlarını giderirler.
Köyde ya da kentte, insanların hayvanlara karşı tutum ve davranışları, onlarla
kurdukları veya kurmadıkları iletişim genelde üç çeşittir:
- Hayvanlara sevgi, şefkat ve merhamet duygusuyla yaklaşmak. Bu yaklaşım, hayvanların da
Yüce Allah’ın yarattığı bir varlık olduğunu,50 onların ve kâinattaki hiçbir şeyin boşuna
yaratılmadığını,51 yaratılan tüm canlıların ekolojik sistem içinde mutlaka bir fonksiyonunun
olduğunu52 bilmeyi gerektirir.
- Hayvanlara ilgisiz davranmak. Bu tutum, kişideki sevgi ve fedakarlık yoksunluğu ile ne
ailede ne de okulda hayvan sevgisi konusunda teşvik edici herhangi bir eğitim almadığının
göstergesidir.
- Hayvanlardan nefret etmek. Bu yaklaşım da kişinin daha evvel hayvanlara dair
başından geçen bir durumla ilgilidir.53
İnsanların hayvanlarla iyi ilişkiler geliştirmesi adına ana-baba ve eğitimcilerin yapması
gerekenler vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Çocuklara hayvan sevgisini aşılamak. Çünkü hiçbir hayvan, kendisine gösterilen
sevgiye ilgisiz kalmaz. Bir şekilde geri bildirimde bulunur.
- Okullarda hayvan sevgisi eğitimini uygulamalı olarak vermek.
- Hayvanlara iyi davranarak çocuklara güzel örnek olmak.
- Çocukların hayvanları incittiklerine veya kötü muamelede bulunduklarına şahit
olunduğunda, onları uygun bir lisanla uyarmak ve kendilerine öğüt vermek.
- Mümkünse çocukları hayvanat bahçesine götürmek ve hayvanlardaki fıtrî güzelliği
ve insanlarla ne denli iletişime açık olduklarını bizzat göstermek.54
İnsan, bitkilerle de sürekli iletişim halindedir. Bu çerçevede, ister köyde yaşasın isterse
şehirde, bazı insanların, yaşadıkları evin bir bölümünü canlı çiçeklerle süsledikleri, onları
önemsedikleri, onların düzenli bakımlarını yaptıkları, onlarla dertleştikleri ve böylece
bitkilerle iletişim halinde oldukları bilinen bir gerçektir. Yine özellikle şehirlerde hayatlarının
önemli bir kısmını beton yığınlarının arasında geçirmek zorunda kalan çoğu insan, yeşille
bezenmiş çimenlerin üzerinde huzur bulmakta, genellikle bahar ve yaz aylarında piknik
maksatlı olarak kendilerini doğanın huzurlu ortamına bırakmaktadırlar. İnsanoğlu ayrıca,
meyve ve sebze ihtiyacını karşılamak ve bazen de bunların satışından gelir elde etmek için
bitkilere özel bir itina göstermekte, onları korumakta ve bakımlarını düzenli olarak
yapmaktadır. Bitkilere gösterilen bu ilgi, sevginin canlılarla iletişimde ve onların diri
kalmasında ne denli önemli olduğunu göstermesi bakımından anlamlıdır.
50 Yâsîn 36/71-73. 51 Sâd 38/27. 52 Bakara 2/164. 53 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 39. 54 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 39.
3.1.8.5. İnsanın Yüce Allah İle İletişimi
İnsan, Yüce Allah (cc) ile iletişim kurmaya muhtaçtır.55 Zira fıtrat üzere yaratılmıştır.56
Onun fıtratı ise, Yüce Allah’a ve O’nun dosdoğru dinine inanmaya,57 O’nunla iletişim
kurmaya ve kendisinden güçlü kuvvetli bir otoriteye sığınmaya ve bağlanmaya eğilimlidir.
İnsan bu eğilimini, zihinsel gelişim ve diğer bazı faktörlerin etkisiyle, ya yaratılışta kendisine
lütfedilen tevhîd inancı istikametinde Yüce Allah’a olan imanını koruyarak devam ettirir ya
da yapıp ettiklerinden, eylem ve davranışlarından sorumlu olmaya başladığı buluğ çağının
ardından arızî olarak gerçekleşen ve Yüce Allah’ın yerine koyduğu başka varlıklara inanarak
sürdürür.58
İnsanın Yüce Allah ile olan iletişimi iki türlüdür:
3.1.8.5.1. Kaynağın Yüce Allah, Alıcının İnsan Olduğu İletişim
Bu iletişimde, Yüce Allah’tan (cc) insana doğru gerçekleşen bir iletişim söz konusudur.
Bu iletişim türünde Yüce Allah, ya doğrudan doğruya insanla konuşmuştur59 ya da insanlara
ulaştırmak istediği mesajını vahiy meleği Cebrail ile insanlar arasından seçtiği
peygamberlere/elçilere iletmiştir. Elçiler de sözü edilen mesajları insanlara tebliğ
etmişlerdir.60 Hz. Âdem’den (s) Hz. Muhammed’e (s) kadar bütün peygamberler tarafından
tebliğ edilen tüm ilâhî mesajlar, Kur’ân-ı Kerîm’in koruduğu gibi orijinalliğini
koruyamamışlardır. Ancak son ilâhî mesaj olan Kur’ân, hem sözlü olarak Yüce Allah’tan
Cebrail kanalıyla Hz. Peygamber’e (s) ulaştırılmış hem de vahiy kâtipleri tarafından
kaydedilerek yazıya geçirilmiş ve korunmuştur.
Bu iletişimde Yüce Allah, tüm elçilerini, kendilerini görevlendirmiş olduğu milletlerin
dili üzere göndermiştir.61 İlâhî mesajın bu özelliği, onun hem doğru biçimde iletilmesini hem
de anlaşılmasını sağlamıştır.
İletişim unsurları açısından peygamberler, Yüce Allah’tan Cebrail kanalıyla aldıkları
mesajı insanlara tebliğ ettikleri için, bir yönüyle alıcı, diğer yönüyle kaynak
konumundadırlar. Bu doğrultuda iletişim, Yüce Allah (kaynak), Cebrail (mesajı peygambere
getiren aracı), peygamber (hem alıcı hem de kaynak/verici), insanlar (alıcı) şeklinde
gerçekleşir.62 Bu iletişime, ilâhî mesajı onaylayan ve gereğini yerine getiren Müslümanlar
açısından bakıldığında, etkili ve verimli bir iletişim olduğu gayet açıktır.
3.1.8.5.2. Kaynağın İnsan, Alıcının Yüce Allah Olduğu İletişim
Burada, insandan Yüce Allah’a (cc) doğru duâ ve ibadetler kanalıyla gerçekleşen bir
iletişim vardır. Bu bağlamda, sözlükte “çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek,63
yakarış64” manalarına gelen duâ, terim olarak “Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf
55 Fâtır 35/15; Muhammed 47/38; v.dğr. 56 Buhârî, “Tefsîru’l-Kur’ân (Rûm)”, 2. 57 Rûm 30/30. 58 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 40. 59 Bakara 2/33-35; Meryem 19/52. 60 Âl-i ‘Imrân 3/20; Mâide 5/67, 92, 99; Ra‘d 13/40; Nahl 16/82; Kasas 28/56; ‘Ankebût 29/18; Yâsin 36/17; v.dğr. 61 Yûsuf 12/2; Ra‘d 13/37; İbrâhîm 14/4; Tâhâ 20/113; Zümer 39/28; Fussılet 41/3; v.dğr. 62 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, s. 42. 63 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. V, ss. 266-270. 64 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 720.
etmesi, sevgi ve saygı duyguları içinde O’nun lütuf ve yardımını dilemesi,65 ruhun Allah’a
yükselişi veya hayat harikasını ve mucizesini yaratan bir varlığa karşı gösterilen sevgi ve
kulluk etme fiili,66 Yüce Allah’a yalvarma ve yakarış için söylenen dinî metin67” biçimlerinde
tanımlanmaktadır. Bu anlamlar ışığında duâ, “ibadetin özü,68 hayatın anlamının
düşünülmesi,69 ilâhî davete icabetin ifadesi70 ve insanın yaratılışından kaynaklanan ruhî bir
ihtiyaçtır.71”
Sözlükte, “bir dinin buyruklarını yerine getirme”72 anlamına gelen ibadet ise, terim
olarak “mü’min kimsenin, Kur’ân’ın rehberliğinde, Hz. Peygamber’in (s) örnekliğinde Yüce
Allah’ın (cc) rızasını kazanmak için yapmış olduğu her şey”73 demektir.
Duâ, çok önemli bir ibadettir, kulluk makamının en üst derecesidir. İnsan, ancak duâ
ve ibadet sayesinde Yüce Allah’ın katında değer kazanır. Bu konuda Kur’ân’da, “(Ey
Muhammed!) de ki: ‘Duânız/ibadetiniz olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin!...”74
uyarısı yapılmaktadır. Bu âyete göre duâ ve ibadet, Yüce Allah’ın (cc) insana/Müslümana
kıymet atfetmesinin özel gerekçesidir.75 Çünkü O, insana şahdamarından bile,76 hatta kişi ile
kalbi arasına girecek kadar77 yakındır. Bu doğrultuda Yüce Allah (cc) kendisine yönelen
kullarının duâ ve ibadetlerini kabul edeceğini beyan etmektedir.78 Bu konuda Kur’ân’da şu
ifadeler yer almaktadır: “Kullarım sana Beni sorduklarında, söyle onlara: ‘Ben çok yakınım.’
Bana duâ ettiklerinde, duâlarına hemen karşılık veririm. O halde onlar da Bana karşılık
versinler ve Bana tam güvensinler ki, hak yoluna yöneltilsinler.”79 Konu bağlamında Hz.
Peygamber’in (s) şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Allah’a duâ eden herkese Allah icabet eder.
Bu icabet, ya dünyada peşin olur ya da ahirete saklanır veyahut duâ ettiği miktarca
günahından hafifletilir. Yeter ki günah talep etmemiş, sıla-i rahmin kopmasını istememiş ve
acele etmemiş olsun.”80 “Allah, duâlarınızı kabul eder. Ancak kabul edilmesi için acele
etmeyin; duâ ettim de kabul edilmedi demeyin!”81 Bütün bunlar duânın, Yüce Allah (cc) ile
kul arasındaki iletişimi sağlayan değerli bir ibadet olduğunu, yapılacak her duânın O’nun
tarafından mutlaka kabul edileceğini ve kabul olunan duâ ve ibadetin de başarılı ve etkin bir
iletişim olduğunu göstermektedir.
65 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. V, ss. 266-270. 66 Alexis Carrel, Dua, çev. M. Alper Yücetürk, Yağmur Yay., İstanbul 2001, s. 37. 67 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 720. 68 Tirmizî, “De‘avât”, 1. 69 Jean Greisch, Wittgenstein’da Din Felsefesi, çev. Zeki Özcan, Asa Kitabevi Yay., Bursa 1999, s. 24. 70 Erdal Baykan, Dua Üzerine Din Felsefesi Okumaları, Bilge Adamlar Yay., Van 2009, s. 42. 71 Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, Marifet Yay., İstanbul 1994, s. 228. 72 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1137. 73 Isfehânî, Müfradât, ss. 542-543. 74 Furkân 25/77. 75 Furkân 25/77. 76 Kâf 50/16. 77 Enfâl 8/24. 78 Bakara 2/186. 79 Bakara 2/186. 80 Tirmizî, “De‘avât”, 13. 81 Buhârî, “De‘avât”, 22.
3.1.9. Kur’ân ve Sünnet’te İletişim Esasları
Kur’ân ve Sünnet’te iletişimle ilgili oldukça bereketli bilgiler mevcuttur. Bu istikamette
söz konusu iletişime dair esasları kaynak ve alıcı açısından iki alt başlıkta ele almak
mümkündür.
3.1.9.1. Kaynak Açısından Kur’ân ve Sünnet’te İletişim Esasları
- Kaynak, dosdoğru olmak zorundadır. Bununla ilgili olarak Kur’ân’da, “Emrolunduğun
gibi dosdoğru ol!”82 talimatı yer almaktadır. Bu talimatın ağırlığından dolayı Hz. Peygamber
(s), “Hûd sûresi beni ihtiyarlattı”83 demiştir. Bu nedenle kaynak, niyet, düşünce, söz, tutum
ve davranışta dosdoğru olmakla mükelleftir. Zira doğruluk, önce niyette başlar, sonra
düşünce, söz ve davranışlarda devam eder. Bu konuda Hz. Peygamber (s), “Ameller
niyetlere göredir”84 buyurarak, sözü edilen hakikatin altını özellikle çizmiştir.
- Kaynak, güzel ahlâk sahibi olmak zorundadır. Çünkü Kur’ân’da, her yönüyle insanlara
örnek olan Hz. Peygamber’in (s)85 yüce bir ahlâk üzere olduğu beyan edilmektedir.86 Ayrıca
Hz. Peygamber (s), kendisinin güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini dile
getirmiştir.87 Hz. Aişe de onun ahlâkının Kur’ân olduğunu söylemiştir.88 Bu doğrultuda,
Kur’ân ve Sünnet ekseninde insanlarla iletişim kurmayı kendisine ilke edinen bir bireyin,
güzel ahlâk sahibi olması gerekmektedir.
- Kaynak, bilgili olmak zorundadır. Zira bilgi sahibi olmayan bir insanın, muhataplarına
verebileceği hiçbir şey, sağlayabileceği hiçbir fayda yoktur. Konuyla ilişkili olarak Yüce
Allah (cc), bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağını ifade etmektedir.89 Öte yandan burada
zikredilen bilgi, kaynağı Kur’ân ve Sünnet olan doğru bilgidir. Bu nedenle kaynak, sözü
edilen doğru bilgiyi elde etmek için okumak, yazmak ve bilgi üretmekle mükelleftir.
- Kaynak, Yüce Allah’a güvenmek zorundadır. Çünkü O, insanı en güzel biçimde
yaratmış,90 onu şerefli kılmış91, melekleri onun yaratılışında secde ettirmiş92 ve göklerde ve
yerde ne varsa, hepsini kendi lütfundan bir nimet olarak onun hizmetine sunmuştur.93
Dahası, insanoğluna bu kadar önem atfeden Yüce Allah (cc), ona şah damarından daha
yakın; hatta kişi ile kalbi arasına girecek kadar yakındır.94 Bütün bu ayrıcalıklar, insanın hem
iletişim sürecinde hem de hayatının her anında elinden gelen beşeri ve samimi gayreti ortaya
koyduktan sonra Yüce Allah’a dayanmasını, O’na güvenmesini zorunlu kılmaktadır.95 Zira
82 Hûd 11/112. 83 Tirmizî, “Tefsîr”, 57. 84 Buhârî, “Bed’ü’l-Vahy”, 1. 85 Ahzâb 33/21. 86 Kalem 68/4. 87 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 381. 88 Müslim, Müsâfirûn, 139. 89 Zümer 39/9. 90 Tîn 95/4. 91 İsrâ 17/70. 92 Bakara 2/34; A‘râf 7/11; Kehf 18/50; Sâd 28/73; v.dğr. 93 Câsiye 45/13. 94 Enfâl 8/24. 95 Âl-i ‘Imrân 3/159; Enfâl 8/2, 49; Ahzâb 33/3, 48; v.dğr.
Yüce Allah’ın gücü her şeye yeter96 ve O, kendisine dayanıp güvenenleri sever.97 Bu nedenle
her kim Yüce Allah’a dayanıp güvenirse, Allah kendisine yeter.98
- Kaynak, kendisine güvenmek zorundadır. Bu bağlamda, Hz. Süleyman (s) iyi bir örnektir.
O, Sebe’ melikesine göndermiş olduğu mektubunda, söze Bismillâhirrahmânirrahîm ifadesiyle
başlamıştır. Ayrıca mektup, son derece kendinden emin bir anlayışla Yüce Allah’ın (cc)
dinine ve O’na teslimiyete çağıran, muhataba da yalpalama fırsatı tanımayan bir muhtevaya
sahiptir.99 Hâlbuki muhatap yönetici ve halkı Müslüman değildir. Bu duruş, Müslümanın
hem kendisine hem de inandığı değerlere güvenmesi gerektiğini ortaya koyması bakımından
çok anlamlıdır.
- Kaynak, çıkar amaçlı bir iletişim faaliyetinde bulunamaz. Kur’ânî bir bakış açısıyla
meseleye yaklaşılacak olursa o, muhataplarıyla kurduğu iletişimin her türlü karşılığını Yüce
Allah’tan beklemekle mükelleftir. Bu konuda başta Hz. Muhammed (s) olmak üzere pek çok
peygamber en güzel örneklerdir.100
- Kaynak, insanların ve diğer canlıların şerrinden Yüce Allah’a sığınmak zorundadır. Bu
bağlamda Yüce Allah, Hz. Peygamber’in (s) şahsında O’nun dinini insanlara tebliğ etmek
için iletişim kuranları insanların her türlü kötü düşünce ve fillerinden koruyacağını beyan
etmektedir. Ayrıca Kur’ân’da Felak ve Nâs surelerinin ortak adı, “Yüce Allah’a sığınmaya
yönlendiren koruyucu iki sure”101 manasına gelen Mu‘avvizetân’dır. Dolayısıyla iletişim
sürecinde karşılaşılacak muhtemel sıkıntılarda sığınılacak makam bellidir: Yüce Allah.
- Kaynak, ilettiği mesajın doğruluğuna önce kendisi inanacak, sözü ile eylemi uygun olacaktır.
Zira Kur’ân’a göre kaynak, inanılması gereken değerlere iman eden,102 doğruluğuna inandığı
hakikatleri insanlara salık veren103 ve uygulamaları inanç değerlerine ve söylediklerine
uygun olan104 insandır. Aksi takdirde inanmadığı şeyleri başkalarına tavsiye etmek,105
uygulamaları sözlerine uygun olmamak Kur’ân’da hem yasaklanmakta hem de büyük bir
günah olarak tanımlanmaktadır.106 Dahası bilgisine göre yaşamayanlar Kur’ân’da, kitap
yüklü merkeplere benzetilmektedirler.107 Dolayısıyla insan/kaynak, inanmak, inandığını
açıklamak ve inandığı değerler istikametinde yaşamakla mükelleftir. Bu istikamette,
“ayinesi/aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü son derece manidardır.
- Kaynak, üslubuna dikkat etmek zorundadır. Bu çerçevede Kur’ân, alıcıya sirayet edecek
sözün beliğ (etkili),108 yumuşak,109 kerîm (hoş, gönül alıcı, saygı dolu),110 meysûr (güzel,
96 Bakara 2/284; Âl-i ‘Imrân 3/29; Mâide 5/40; v.dğr. 97 Âl-i ‘Imrân 3/159. 98 Âl-i ‘Imrân 3/173; Talak 65/3. 99 Neml 27/30-31. 100 Şu‘arâ 26/109, 127, 145, 164, 180; Yâsîn 36/21; Kalem 68/46; v.dğr. 101 İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. XV, s. 345. 102 Bakara 2/285; Nisâ’ 4/136; v.dğr. 103 Âl-i ‘Imrân 3/104; Tevbe 9/71; ‘Asr 103/3; v.dğr. 104 Nisâ 4/122; Burûc 85/11; Tîn 95/6; ‘Asr 103/3; v.dğr. 105 Bakara 2/44. 106 Saff 61/2-3. 107 Cum‘a 62/5. 108 Nisâ’ 4/63. 109 Tâhâ 20/43-44. 110 İsrâ 17/23.
yatıştırıcı),111 sedîd (dosdoğru)112 ve ma‘rûf (usulüne uygun, kırıcı olmayan, kötü anlamlar
çağrıştırmayan, olumlu)113 olmasını emretmektedir. Zira bu nitelikleri taşıyan bir söz, kişinin
düşünmesine, yapıp ettiklerini tartmasına ve belki de kötülüklerden vazgeçip iyi yola
yönelmesine vesile olur. Aksi takdirde, mesajın sert, yıkıcı ve olumsuz olması, alıcının tepki
gösterip savunmaya geçmesine neden olur. Ayrıca iletişimin temel amacı, alıcıyı
kötülüklerden vazgeçirip iyiye yönlendirmektir. Bu yüzden kaynağın üslubu, yumuşak ve
olumlu olmak zorundadır. Bu doğrultuda, “tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır” atasözü son
derece yol göstericidir.
- Kaynak, alıcı ile tartışırken kızgın ve kırıcı davranmaktan kaçınır. Tartışma, başta aile
olmak üzere her ortamda yaşanır. Aile içerisinde genellikle ana-babalar, çocuklarını daha iyi
bir geleceğe hazırlamak için, onlardaki bazı eksiklikleri gidermek isterler. Ancak bu isteği
gerçekleştirirken, en etkili yöntemin, iyi bir örneklik olduğu hakikati göz önünde
bulundurularak, iletişim üslubuna çok dikkat etmek gerekir. Bu doğrultuda, sürekli olarak
çocukla tartışmaya girip onun olumsuz davranışlarını dile getirmek yerine, olumlu tutum ve
davranışlarını taltif etmek de gerekir. Ayrıca çocuğun beğenilmeyen bazı hâl ve hareketleri
için, gönül okşayıcı, nasihat edici ve öğüt verici bir üslup takınmak hem iletişimin başarısını
artırır hem de daha olumlu sonuçlar almaya katkı sağlar. Bu konuda, Hz. Lukmân (s),
günümüz ana-babaları için çok iyi bir örnektir.114
Hz. İbrâhîm’in (s), putperest muhataplarının yöneticisi olan kişi ile yaptığı tartışma,
kaynağa yol göstermesi açısından manidardır. Zira Yüce Allah (cc) kendisine hükümdarlık
verdiği için şımaran ve büyüklük taslayan bu kişi, Hz. İbrâhîm’in (s), “Benim Rabbim hem
yaşatır hem de öldürür” cümlesine karşılık, “Ben de hem yaşatır hem de öldürürüm”
cevabını vermiştir. Aynı kişi, Hz. İbrâhîm (s), “O halde Allah güneşi doğudan getiriyor, sen
de batıdan getir bakalım” deyince, donmuş kalmış ve hiçbir şey söyleyememiştir.115 İşte bu
yaklaşım, muhatabın temelsiz savlarını çürüterek alıcıya mesajı etkili bir biçimde
ulaştırmanın güzel bir yöntemidir.
- Kaynak, kaba davranmaktan sakınır. Bu çerçevede Yüce Allah (cc), Hz. Peygamber’in (s)
elçilik görevindeki başarısının temel şartı olarak, onun insanlara yumuşak davranmasını
göstermiştir.116 Zira kaba davranışlar, bireyleri kaynaktan uzaklaştırır. Ayrıca menfaat
sebebiyle ilgi gösterenler hariç, hiç kimse böylesi insanlarla bir arada bulunmayı arzu etmez.
-Kaynak, alıcı üzerinde baskı kurmaktan ve zor kullanmaktan kaçınır. Bu konuda Yüce Allah
(cc), “Dinde zorlama yoktur!”117 temel düsturuyla kaynağa bir yöntem sunmaktadır.
Kuşkusuz insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmak her insanın görevidir.118 Hatta
bu görev, kıyamete kadar sürekli olarak icra edilecek bir görevdir.119 Çünkü öğüt ve uyarı,
inananlara fayda sağlar, onların Yüce Allah’ın dosdoğru yoluna tabi olmalarına katkıda
111 İsrâ 17/28. 112 Nisâ’ 4/9; Ahzâb 33/70. 113 Bakara 2/235; Nisâ’ 4/5, 8; Ahzâb 33/32. 114 Lukmân 31/12-19. 115 Bakara 2/258. 116 Âl-i ‘Imrân 3/159. 117 Bakara 2/256. 118 Âl-i ‘Imrân 3/104, 110; Tevbe 9/71; v.dğr. 119 Âl-i ‘Imrân 3/104.
bulunur.120 Ancak hiçbir kimse, başkası üzerinde bir zorba değildir.121 Bu nedenle bireyin
iletişimde kullandığı dil, muhatap üzerinde baskı kuran değil, hikmet ve güzel öğüdü esas
alan, muhatabı düşünmeye ve özgür iradesiyle karar vermeye yönlendiren bir dil olmak
zorundadır.
- Kaynak, empati yapmak zorundadır. Empati, “duygudaşlık, kendisini başkasının yerine
koymak”122 demektir. Bu çerçevede kaynak, alıcıya mesajını ulaştırırken, kendisini alıcının
yerine koyarak ona hitap etmekle mükelleftir. Zira her insan topraktan yaratılmıştır;123
herkesin atası birdir.124 Bu nedenle kimsenin kimseye üstünlüğü söz konusu değildir.
Üstünlük ancak takvâ ile125 yani “Yüce Allah’a itaat ederek, O’nun vereceği cezalardan
kendini koruma, yaptığı ya da yapmadığı şeylerden dolayı karşılaşacağı cezadan Yüce
Allah’a itaat ederek sakınma”,126 Yüce Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olma ve
O’nun âyetlerine duyarlılık gösterme ile mümkündür. Ayrıca inananlar kardeştir.127
Dolayısıyla mü’min, kardeşini hafife ve alaya almaz, onu küçük düşürücü söz ve eylemden
kaçınır, ona zulmetmez, lakap takmaz, onun hakkında sû-i zanda bulunmaz, dedikodu ve
gıybetini yapmaz, gizli hallerini araştırmaz.128 Zaten empati yaptığında, bu sayılan tutum ve
davranışların ne denli çirkin ve ahlâk dışı olduğunu hemen idrak eder.
- Kaynak, cesaretlidir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre, Yüce Allah’a (cc) samimiyetle inanan bir
kulun cesaretinin kaynağı, sarsılmaz imanıdır. Bu konuda Kur’ân’da, “Allah, kuluna yetmez
mi? Seni O’ndan başkasıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için
bir yol gösterici yoktur.”129 “Hayır, hayır! Onlar, ahiretten korkmuyorlar.”130 ifadeleri yer
almaktadır. Bu âyetlerde, korkunun mü’minin gündeminde olamayacağı, Yüce Allah’ın her
zaman inanan kulunun yâr ve yardımcısı olduğu vurgulamakta ve ahiretteki yargılamadan
korkmayanlar da eleştirilmektedir. Bu yüzden, inanan insanın, her türlü korku ve endişeyi
bırakarak Allah’a yönelmesi ve doğru bildiklerini de uygun bir üslupla her zemin ve
mekânda cesaretle insanlara söylemesi icap eder. Zira Yüce Allah (cc), her daim mü’min
kulunun yanındadır.
- Kaynak, sabırlı olmak zorundadır. Kaynak açısından iletişim süreci, her türlü sürprize
açık bir süreçtir. Bu doğrultuda, iletişim esnasında kaynağın arzu etmediği, düşünmediği ve
beklemediği bazı tepkiler, bazı olumsuzluklar yaşanabilir. Bu durumda kaynak sabretmek,
tepkiyi olgunlukla karşılamak ve gereken cevabı yine olgunluk içerisinde vermek
durumundadır. Aksi takdirde kaynak, hem ruhen yıpranır hem de iletişimde bulunduğu
kişilerle ilişkileri bozulur. Öte yandan Kur’ân’da da belirtildiği üzere sabır, hakikaten büyük
gayret ve özveri gerektiren ve zor gerçekleştirilebilecek olan bir davranış ve ibadettir.131 Bu
120 Zâriyât 51/55. 121 Kâf 50/45; Ğâşiye 88/22. 122 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 796. 123 Âl-i ‘Imrân 3/59; Hûd 11/61; Tâhâ 20/55; Rûm 30/20; v.dğr. 124 Nisâ’ 4/1. 125 Hucurât 49/13. 126 Cürcânî, et-Ta‘rîfât, s. 69; Hatice Şahin, Kur’ân’da ‘Takvâ’ Kavramı, Etüt Yay., Samsun 2011, s. 30. 127 Hucurât 49/10. 128 Hucurât 49/121-12. 129 Zümer 39/36. 130 Müddessir 74/53. 131 Ra‘d 13/22; Lukmân 31/17.
zorluğundan dolayıdır ki, Hz. Lukmân’ın (s), evladına kolaydan zora doğru sıralanan
öğütleri arasında sabır da yer almaktadır. Zira insan her zaman iyi niyetli bireylerle
karşılaşmaz. Zaman zaman kötü niyetli, zalim ve despot kişilerle de muhatap olmak
zorunda kalır. Ayrıca kötülük, bela ve sıkıntı, hareket eden bir canlı gibi gelip insana isabet
eder; bu isabetin arkasında Yüce Allah’ı (cc) aramak doğru değildir. Bazen insanın yapıp
ettikleri132 bazen de kötü niyetli kişilerin sadist düşünce ve eylemleri bir bela olarak insanın
başına gelir. Özellikle İslâmî değerlerin öneminden söz eden, iyiliği emredip kötülükten
vazgeçirmeye çalışan insanların başına bu türden sıkıntılar gelmesi muhtemeldir.
Kaynak/kişi, bu duruma hazırlıklı ve sabırlı olmak zorundadır.133 Ayrıca musibetler
karşısında sabredenler, Yüce Allah’ın (cc) sevdiği ve değer atfettiği insanlardır.134 Bu yüzden
ana-baba ve eğitimciler, evlat ve öğrencilerini sağlam irade, sıkıntılara katlanma, musibetlere
sabretme, azim ve kararlılık konularında iyi yetiştirmekle mükelleftir. Bu çerçevede, önemli
ve ibadet değeri olan, insana sıkıntının gelmesi değil, mü’minin sıkıntıya sabretmesi ve
katlanmasıdır.
- Kaynak, alıcılar arasında sosyal ve ekonomik statü farkı gözetemez. İnsanlar arasında sosyal,
siyasi, ekonomik ve fiziksel açıdan bazı farkların olması son derece doğaldır. Ancak bu
farklılıklar ister doğuştan ikram edilmiş olsun, isterse sonradan elde edilsin, sahibine Yüce
Allah’ın (cc) katında ayrıcalıklı bir konum kazandırmamaktadır. Zira O’nun katında en
kıymetli olanlar, takvâ sahipleri,135 yani O’na karşı sorumluklarının bilincinde olanlar ve
O’nun âyetlerine karşı duyarlı davrananlardır. Fakat günümüzde insanlar arası iletişimde
durum, pek de bu duyarlılığa uygun değildir. Çünkü insanlar, daha ziyade sosyal, siyasi ve
ekonomik bakımdan güçlü olan kişilerle muhatap olmak ve onun yanında bulunmak arzusu
içerisindedirler. Hatta bazı kişiler, teknolojik imkânların genişlemesiyle, bu insanlarla
çektirdikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşmak suretiyle kendilerine güya ayrıcalıklı bir
konum atfetme gayretindedirler. Bunlar doğru şeyler değildir. Duyarlı birey, zengin, sosyal
ve siyasi açıdan güç sahibi insanlara gösterdiği ilgi ve alakanın daha fazlasını, sözü edilen
imkânlara sahip olamayan mazlum ve fakir insanlara da göstermekle mükelleftir. Bu konuda
Kur’ân’da en dikkat çekici örnek, İslâm hakkında kendisine soru soran Mekke müşriklerine
ilâhî hakikatleri anlatırken, bir konuda danışmak isteyen âmâ sahabi Abdullah b. Ümmü
Mektum’a içinde bulunulan ortamdan dolayı yeterli ilgiyi gösteremeyen Hz. Peygamber’in
(s) Yüce Allah (cc) tarafından uyarılmasıdır.136 Hz. Peygamber’in (s), sürekli din
kardeşlerinin, mazlum ve mağdurların yanında olduğu bilinen bir hakikattir. Dolayısıyla bu
hadisede başka bir mesaj vardır. Kanaatimizce bu mesaj, Hz. Peygamber’in (s) şahsında
bütün insanlara, inançsız ve statü sahibi çok sayıda kişiden, inançlı az sayıda insanın daha
kıymetli olduğunun hatırlatılmasıdır. İşte böylece Kur’ân, insanlar arası iletişim ve ilişkilerde
sosyal, ekonomik, siyasi ve fiziksel vasıfların belirleyici olmaması gerektiğini günümüz
insanlarına öğretmektedir.
132 Nisâ’ 4/79; Şûrâ 42/30. 133 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1988, c. XI, ss. 73-74;
Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsîri, Bayraklı Yay., İstanbul 2006, c. XV, ss. 141-142; Muhammed Ali
es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1976, c. II, s. 464. 134 Bakara 2/153, 155; Âl-i ‘Imrân 3/146; Hûd 11/11; v.dğr. 135 Hucurât 49/13. 136 ‘Abese 80/1-11.
- Kaynak, affedici ve hoşgörülü olmak zorundadır. Bilindiği üzere iletişim, insanlar arasında
cereyan etmektedir. İnsan da hata ve yanlış yapabilen bir varlıktır. Bu çerçevede, her hata
yapanın anında cezalandırılması ve ona hatasından dönme fırsatının tanınmaması doğru bir
yaklaşım olmaz. Zira bu yaklaşım, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına ve toplumsal
huzursuzlukların baş göstermesine sebep olur. Onun için, hata yapan kişiyi, insanlık
sisteminin içinde tutarak onu düşünmeye, hatasını anlamaya ve yaptığı yanlıştan
vazgeçmeye sevk edecek bir anlayış geliştirmek gerekir. Kur’ân’da Yüce Allah’ın (cc) tevbe
edip hatasından dönenleri sevdiği ve affettiği belirtilmektedir.137 Bu bağlamda O, yapmış
olduğu hatasından pişmanlık duyup tevbe edince Hz. Âdem’i (s) affetmiştir.138 Kur’ân’ın af
ve hoşgörü anlayışı, gerçekten çok üst düzeydedir. Çünkü Kur’ân’da, insanları affedip
onlara hoşgörü ile davrananların Yüce Allah tarafından sevildiği,139 onların da affedileceği140
ve kişileri güzel bir bağışlama ile bağışlamanın önemli bir erdem olduğu, bağışlama
sırasında bile insanın onur ve izzetinin korunması gerektiği141 belirtilmektedir. Bu nedenle,
iletişim esnasında ortaya çıkan olası olumsuzluklarda affedici ve hoşgörülü bir metot
benimsemek, bizzat Yüce Allah’ın bir talimatıdır.
- Kaynak, tecrübelerinden ders çıkarmak zorundadır. Kur’ân’daki pek çok konu, insanların
ibret almalarını ve ders çıkarmalarını sağlamak amacıyla ele alınmaktadır. Örneğin, Kur’ân
kıssaları, insanlık tarihinin başlangıcından Hz. Peygamber’in (s) dünyadan ayrılmasına
kadar geçen sürede yaşanan sosyal, ahlâkî, siyasi ve ekonomik hadiselerin bir özetini
aktararak, sonraki nesillerin yaşanan olaylar üzerinde inceden inceye düşünüp ibret
almalarını ve geçmişten dersler çıkarıp aynı hatalara düşmemelerini sağlamak adına
Kur’ân’da anlatılmaktadır. Hatta bu gaye, Kur’ân’da kıssa aktarmanın en önemli amacı
olarak gösterilmektedir.142 Öte yandan bizatihi Kur’ân, insanların düşünerek okumaları ve
akıl sahiplerinin ibret almaları için indirilmiş mübarek bir kitaptır. Bu istikamette, Kur’ân
âyetleri üzerinde gereği gibi düşünmek, anlatılan kıssalardan ve geçmişte yaşanan
tecrübelerden gerekli ibretleri almak, yaşanmakta olan hadiselerden ve yaşanılan çevreden
dersler çıkarmak Kur’ân’ın akıl sahiplerine emrettiği hususlardandır. Zira hayatın istikamet
üzere olması ve anlamlı hale gelebilmesi, ancak geçmiş-şimdi-gelecek sentezi dâhilinde
üzerinde düşünülmesiyle mümkündür. Ayrıca akıl nimetinin şükrü, ancak onu gereği gibi
kullanmakla ve ta‘akkul, tefekkür, tedebbür ve tezekkür faaliyetlerini yerine getirmekle eda
edilebilir.143 Bu nedenle feraset sahibi insan; akıl, irade ve vicdan melekelerini kullanıp
geçmişten gerekli dersleri çıkararak etrafında olup biten her şeye ibret nazarıyla bakmak
durumundadır. Çünkü bireyin hayatı boyunca karşılaştığı olumlu veya olumsuz her olayda
kendisi için ibretlik bir yön mutlaka söz konusudur. Bu çerçevede, önceki peygamberlerin
kavimleriyle giriştikleri tevhîd mücadelesi sırasında yaşanan hadiseler göstermektedir ki,
137 Bakara 2/54, 222; Mâide 5/39; Tevbe 9/104; v.dğr. 138 Bakara 2/37. 139 Mâide 5/13. 140 Nisâ’ 4/149. 141 Hıcr 15/85. 142 Bakara 2/66, 248; Âl-i ‘Imrân 3/49, 58; A‘râf 7/164; Yûnus 10/92; Hûd 11/103, 120; Yûsuf 12/7, 111; Hıcr 15/75, 77; Nahl 16/11,
13, 65, 67, 69; Enbiyâ 21/84; Hacc 22/46; Mü’minûn 23/30; Furkân 25/37; Şu‘arâ 26/8, 67, 103, 121, 139, 158, 174, 190; Neml
27/52; ‘Ankebût 29/15, 24, 35, 44; Sebe’ 34/9, 19; Sâffât 37/75-78, 119, 129; Sâd 38/43, 49; Zufruf 43/56; Zâriyât 51/37; Kamer
54/15; Hâkka 69/11-12; Nâzi‘ât 79/25-26. 143 Mehmet Sait Şimşek, Kur’ân Kıssalarına Giriş, Yöneliş Yay., İstanbul 1993, s. 79.
ilâhî mesaja olumlu cevap verenler neticede kazanmakta, olumsuz cevap verenler ise
kaybetmektedirler. Uzun insanlık tarihinde; ateşin Hz. İbrâhîm’i (s) yakmaması,144 Nûh
kavminin helaki,145 Hz. Ya‘kûb’un (s) sabırla Allah’a sığınması,146 firavunun hazin sonu,147
Hz. Eyyûb’un (s) sabrı148 gibi olaylar bu hakikati gözler önüne sermektedir.
Yine Kur’ân’da belirtildiğine göre insan, Yüce Allah’ın (cc) geceyi, gündüzü, güneşi,
ayı ve yıldızı insanların hizmetine sunmuş olmasından,149 ölü toprağın Yüce Allah tarafından
gökten indirilen su ile hayat bulmasından,150 bazı hayvanların süt üretmesinden,151 hurma ve
üzüm meyvelerinden hem içki hem de güzel bir rızık elde edilmesinden,152 arının şifa
kaynağı balı yapmasından153 ve insanların dil ve renklerinin farklı olmasından154 ders
çıkarmakla mükelleftir. Dolayısıyla kaynak, etrafında yaşanmakta olan her bir hadise
üzerinde gereği gibi düşünecek, gerekli dersleri çıkaracak, iletişim kurduğu insanların da
aynı duyarlılığa sahip olmaları adına onlara yol gösterecektir.
3.1.9.2. Alıcı Açısından Kur’ân ve Sünnet’te İletişim Esasları
- Alıcı, önyargılı olmamalıdır. Sözlükte “bir kimse veya bir şeyle ilgili olarak belirli şart,
olay ve görüntülere dayanarak önceden edinilmiş olumlu veya olumsuz yargı, peşin hüküm,
peşin fikir”155 anlamına gelen önyargı, sağlıklı bir iletişimi engelleyen en önemli
etkenlerdendir. Bu bağlamda, Yüce Allah’ın (cc) gönderdiği ilâhî mesajı inkâr edenlerin
önyargılı tutumları Kur’ân’da şu şekilde ifade edilmektedir: “Onlara, ‘Allah’ın dinine uyun’
denildiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!’ derler. Peki ama
ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna
uyacaklar)?156 Şeytan onları alevli bir ateşin azabına çağırmış olsa da mı (ona uyacaklar)?157
(İnkâr edenleri imana çağıran Peygamber ile) inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmaktan
başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar
sağırdırlar (gerçekleri işitmezler), dilsizdirler (gerçekleri konuşmazlar), kördürler (gerçekleri
görmezler). Bundan dolayı da anlamazlar.158 Küfre sapanlara gelince, onları uyarsan da
uyarmasan da onlar için birdir. İnanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını
mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap söz
konusudur.159”
İnsan, daha ziyade hakkında az bilgi sahibi olduğu konularda önyargılı hareket eder.
İyi bildiği konularda önyargıya ihtiyaç duymaz. Dolayısıyla önyargıları aşmak oldukça
144 Enbiyâ 21/69. 145 Hûd 11/42-45; ‘Ankebût 29/14; Tahrîm 66/10. 146 Yûsuf 12/18. 147 Yûnus10/92; Zuhruf 43/55-56. 148 Enbiyâ21/83-84; Sâd 38/41-43. 149 Nahl 16/12. 150 Nahl 16/65. 151 Nahl 16/66. 152 Nahl 16/67. 153 Nahl 16/68-69. 154 Rûm 30/22. 155 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1856. 156 Bakara 2/170. 157 Lukmân 31/21. 158 Bakara 2/171. 159 Bakara 2/6-7.
zordur. Bu sebeple ancak, bireyin bilgi potansiyelindeki artışa ve önyargılı olunan konularda
yapılacak sağlıklı bir araştırmaya bağlı olarak aşılabilir.
Herhangi bir mesaja karşı önyargılı olan insanın tutum ve davranışlarında bazı
tutarsızlıklar görülebilir. Hatta önyargılı kişi, kaynağa karşı, insanî ve ahlâkî değerleri göz
ardı eden bazı ölçüsüz davranışlarda bile bulunabilir. Bu olumsuzlukları bertaraf etmenin
yolu ise, hangi konuda olursa olsun, önyargılardan kurtulmak, meseleleri sükûnetle
karşılayıp aklıselim ile değerlendirmektir.
- Alıcı, mesajı dinlemeli ve sözün en güzeline tabi olmalıdır. Bu, Kur’ân’ın bir emridir. Bu
çerçevede Yüce Allah (cc), “Kur’ân okunduğunda ona kulak verin ve sesinizi kesin ki, size
merhamet edilsin!”160 buyurmaktadır. Yine Kur’ân’da, Yüce Allah’ın, ilâhî mesajı, sözün en
güzeli olarak indirdiği161 ve akıl sahiplerinin her sözü dinlemekle birlikte onun en güzeline,
yani Kur’ân’a tabi oldukları162 beyan edilmektedir. Bu doğrultuda, herhangi bir söz, nasihat
ya da fikri hiç dinlememek veya sözü edilen söz, fikir ve nasihatten kaçmak doğru değildir.
Zira Kur’ân, öğüt ve uyarıları dinlemeyip onlardan kaçanları aslandan kaçan yaban
eşeklerine benzetmektedir.163 Dolayısıyla bu prensipler, insanlara ilâhî mesajı pürdikkat
dinlemeyi, onu anlayıp evrensel ilkelerine tabi olmayı emretmesinin yanı sıra, bir söz, bir
düşünce veya bir inançla karşılaştığında öncelikle ilgili söz, düşünce ya da inanç ilkelerini iyi
bir şekilde dinlemeyi, anlamaya çalışmayı, şayet doğru ise tabi olmayı, yanlış ise terk etmeyi
salık vermektedir.
- Alıcı, aklını kullanmalıdır. Sözlükte, “düşünme, anlama ve kavrama gücü”164 anlamına
gelen akıl, Yüce Allah’ın insana lütfettiği en büyük nimettir. Bu nimet sayesinde insan iyi ile
kötüyü, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt eder. Bu öneminden dolayı İslâm, akla büyük
önem vermektedir. Bu kapsamda Kur’ân, “Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?”165 gibi
ifadelerle aklı kullanmayı emretmekte, aklını kullanmayanları canlıların en kötüsü olarak
tanımlamaktadır.166
- Alıcı, mesaja karşı sorgulayıcı bir tutum takınmalıdır. Bu bağlamda insan, Kur’ân âyetleri
hariç, hangi söz, düşünce veya inanç olursa olsun, onu dinlerken, “mutlaka doğrudur”
yaklaşımıyla ve teslimiyetçi bir anlayışla hareket etmemelidir. Kur’ân âyetleri hakkında
yapılan yorumlar söz konusu olduğunda da alıcı, “acaba müfessir bu yorumlarında isabet
etmiş midir?” diye sorgulamalıdır. Unutmamak gerekir ki, insanlık tarihinin en sorgulayıcı
insanları, Yüce Allah’ın (cc) elçileridir. Zira onlar, ilâhî mesajı tebliğ ettikleri insanlara,
üzerlerinde bulundukları inanç anlayışının yanlışlığını hiç çekinmeden ve korkmadan
söylemişler; bu istikamette, kendilerini Yüce Allah’ın dosdoğru yoluna davet etmişler,
davete olumsuz cevap verenlerle mücadele etmişler, hatta onlarla savaşmışlardır.167
160 A‘râf 7/204. 161 Zümer 39/23. 162 Zümer 39/18. 163 Müddessir 74/49-51. 164 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 62. 165 Bakara 2/44, 73, 76, 242; Âl-i ‘Imrân 3/65, 118; Yâsîn 36/62, 68; v.dğr. 166 Enfâl 8/22. 167 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 136-137.
- Alıcı, kibirlenmemelidir. Sözlükte “kendini beğenme, başkalarından üstün tutma,
büyüklenme, bencillik, gurur”168 anlamlarına gelen kibir, “insanın kendini dev aynasında
görmesi169, başkalarına karşı büyüklük iddiasıyla kendini farklı gösterme hırsı170” demektir.
Kibir, İslâm dininde hoş karşılanmayan bir haslettir. Zira Yüce Allah’ın en güzel şekilde
yarattığı bütün insanlar, insan olmaları bakımından birbirlerinden üstün veya aşağı
değildirler. Yani kişi, doğuştan imtiyazlı ya da mahrum değildir. “Elbette Allah katında en
üstününüz, O’na karşı sorumluluk bilinci en güçlü olanınız/O’nun ilâhî mesajına en duyarlı
olanınızdır”171 âyetinde de ifade edildiği üzere farklılık ve üstünlük, ancak Yüce Allah’a karşı
sorumluluğunu yerine getirebilme, kulluk görevlerini daha iyi ifa edebilme ve O’nun
âyetlerine duyarlılık gösterme ile mümkündür. Bu nedenle insanın dünyada elde ettiği
birtakım geçici imkânlar yüzünden öteki karşısında kendisini üstün görüp kibirlenmesi, hem
Yüce Allah (cc) hem de kul nezdinde yerilen bir davranıştır. Bu konuda Kur’ân’da,
“Âyetlerimiz kendisine okunduğunda, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış da onu hiç
duymamış gibi büyüklenerek yüz çevirene, acıklı bir azabı müjdele!”172 tehditleri yer
almaktadır. Hz. Peygamber (s) de “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse
cennete giremeyecektir”173 ifadesiyle, kibrin ne denli büyük bir günah olduğunu
belirtmektedir.
İnsanlık tarihi, kibri yüzünden büyüklük taslayan ve bu yüzden dünya ve ahirette
kaybedenlerle doludur. Bu çerçevede İblîs, Hz. Âdem’in yaratılması üzerine bütün
meleklerin emre amade olup secdeye kapandığı bir platformda Yüce Allah’ın, “Sana
emrettiğim zaman seni emre amade olmaktan alıkoyan neydi?”sorusuna “Ben (Âdem)’den
üstünüm: (Zira) beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın!”174 cevabını vermiş ve
yaratılış hammaddesini öne sürerek üstünlük taslamış ve kibirlenmiştir. Yine Hz. Nûh’un (s)
kavminin ileri gelenleri, “Ne yani, toplumun en düşüklerinin sana tabi olduğunu bile bile
sana inanalım mı?”175 diyerek kaybedenlerden olmuşlardır. Hz. Hûd’un (s) uyarılarına karşı,
“Bizden daha güçlü kim var”176 cevabını veren ‘Âd kavminin durumu da diğerlerinden farklı
değildir. Hz. Mûsâ’nın (s) çağrılarına karşı, “Ey ulusum! Mısır’ın hâkimiyeti bana ait değil
mi? Bütün bu akarsular (ayağımın) altından akmıyor mu? Ne yani, bunu da mı
görmüyorsunuz? Yoksa, ne demek istediğini bile açık seçik anlatamayan şu değersiz
adamdan daha iyi değil miyim? Hem, neden ona altın künyeler bahşedilmemiş ya da
beraberinde saf saf dizili melekler gelmemiş?”177 yanıtını veren firavun da kibrinin kurbanı
olmuştur. Bu dramatik hadiseler, kibirlenenlerin daha baştan kaybetmeye mahkûm
olduklarının göstergesidir. Bu nedenle iletişim esnasında alıcı, kendi sosyal, siyasi ve
168 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, s. 1439. 169 Toshihiko İzutsu, Kur’ân’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul 1991, ss. 193-195. 170 Kırca, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, s. 377. 171 Hucurât 49/13. 172 Lukmân 31/7. 173 Müslim, “Îmân”, 39. 174 A‘râf 7/12; Sâd 38/76. 175 Hûd 11/27; Şu‘arâ 26/111. 176 Fussılet 41/15. 177 A‘râf 7/137, 146; Yûnus 10/75; Mü’minûn 23/46; Neml 27/14; Kasas 28/38-39; ‘Ankebût 29/39; Mü’min 40/36-37; Zuhruf
43/51-53.
ekonomik statüsünü ve bilgi düzeyini bir tarafa bırakarak, kaynağı can kulağıyla dinlemeli,
söylenenleri iyice anlamaya çalışmalı ve muhatabı hafife alma gibi bir hataya düşmemelidir.
Öte yandan kibirli birey, kendisi dışındaki insanlarla tamamen ben merkezli bir
yaklaşım içerisindedir. O, başkalarının bilgilerini önemsemez; kendi bilgisinin kendisine
yettiğinden dem vurur. O, sürekli olarak kendini herkesten üstün kılma, olduğundan daha
büyük, daha kuvvetli gösterme çabasındadır. Onun yürümesinde, konuşmasında ve oturup
kalkmasında hep bir sunilik vardır.178 Bu yüzden bütün faaliyetlerini ve diğer insanlarla
ilişkilerini hep kendi amacına uygun olarak düzenlemek ister.179
- Alıcı, kesin bilgi sahibi olmadan bir kanaatte bulunmamalıdır. Bazen insan, hakkında kesin
bilgi sahibi olmadığı bir konuda, kendi zannına göre davranır ve bu doğrultuda bazı sözler
sarf eder. Bu durum, telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir. Zira sözlükte “sanı” anlamına
gelen zann kelimesi, Kur’ân’da 69 defa geçmekte180 ve çokanlamlı bir kavram olarak, “kesin
bilgi, kesin olarak inanmak, kesin olmayan bilgi, zan, sanı, tahmin, vehim, kanaat, görüş,
zannetmek, tahmin etmek, vehmetmek, derin şüphe içinde olmak, çelişkili düşünceye sahip
olmak”181 manalarında kullanılmaktadır. Söz konusu kelimenin “kesin bilgi, kesin olarak
inanmak” anlamları bağlamında sağlıklı bir beyanda bulunmak mümkün iken, diğer
anlamları doğrultusunda böyle bir imkân yoktur. Bu istikamette Kur’ân, insanı kesin bilgiye
dayanmayan zanla bir yargıda bulunmaktan, bu yolla bir inanç sistemi oluşturmaktan182 ve
başkaları hakkında bir kanaat ortaya koymaktan183 men etmektedir. Hatta Kur’ân, herhangi
bir fasık, bir kişi veya grup hakkında bir haber getirdiğinde, bu haberin doğruluğunun
araştırılmasının zorunlu olduğunu, aksi takdirde kişi veya gruba karşı haksızlık edilmiş
olabileceğini beyan etmektedir. Bu nedenle alıcı, duyduğu her şeyi akıl, kaynak ve sıhhat
süzgecinden geçirmekle ve doğruluğundan emin olduktan sonra üzerine hüküm bina
etmekle mükelleftir.
3.1.10. Hz. Peygamber ve İletişim
Hz. Peygamber (s), risalet görevi süresince insanlarla sürekli iletişim halinde olmuş ve
tek başına başlatmış olduğu tevhîd mücadelesinde binleri, on binleri etrafında toplamayı
başarmıştır. Kuşkusuz onun muhatap olduğu insanların, daha önceki inançlarından
vazgeçip İslâm’ı seçmeleri kolay olmamıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in (s) muhatapları
ikna eden iletişim anlayışında öne çıkan temel hususlar şunlardır:
- İletişimde beden dilini çok iyi kullanmak.
- İletişimde samimi ve mütevazı davranmak.
- İletişimde kısa, öz ve etkileyici konuşmak.
- İletişimde güzel sözler sarf etmek, kırıcı ve kaba olmaktan kaçınmak.
- İletişimde mesajın daha iyi anlaşılması için çarpıcı benzetmeler yapmak.
178 Peker, Din Psikolojisi, s. 106. 179 Ebû Hâmid Muhammed Gazzâlî, İhyâ-u ‘Ulûmi’d-Dîn, trc. Ahmet Serdaroğlu, Bedir Yay., İstanbul ty., c. III, s. 262. 180 ‘Abdu’l-Bâkî, el-Mu‘cemu’l-Müfehras, ss. 539-540. 181 Isfehânî, Müfradât, ss. 539-540; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, c. VIII, ss. 271-273; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, s. 147. Kur’ân’da zann
kavramı hakkında geniş bilgi için bkz. Mustafa Kara, “Kur’ân’da Zann Kavramı”, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2011/1, c. 10, sayı: 19, ss. 193-220. 182 En ‘âm 6/116, 149; Yûnus 10/36. 183 Hucurât 49/12.
- İletişimde alıcıların özelliklerini dikkate almak.
- İletişimde empati yapmak.
- İletişimde alıcıya değer vermek.
- İletişimde kolaylığı tercih etmek, zorlaştırmamak.
- İletişimde sabırlı olmak.
- İletişimde kızmamak, hoşgörülü davranmak.184
İşte Hz. Peygamber (s), Muhammedü’l-Emîn sıfatının yanı sıra söz konusu iletişim
anlayışıyla insanları ikna etmiş ve bu başarılı dönüşümü gerçekleştirmiştir.
184 Peker, İletişim ve Halkla İlişkiler, ss. 141-158.