3-12 13-22 23-26 · dİyanet dergİsİ dÎnÎ - İlmÎ - edebÎ ÜÇ aylik dergİ...

128
DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 1 9 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına İmtiyaz Sahibi Rıdvan NİZAMOGLU Döner Sermaye İşletme Müdürü © Yazı işleri Müdürü Orhan BALCI Süreli Yayınlar Şube Müdürü Yazı Tetkik Kurulu Abdullah SEVİNÇ İbrahim TJRAL Orhan BALCI Yayma Hazırlayan Alaaddin KOÇAK e Dr. Mediha Eldem Sk. No. 85 Tlf : 125 66 11/379 Kocatepe / ANKARA Dizgi ve Baskı AYYILDIZ MATBAASI A.Ş. 222 69 40 - 222 69 41 213 19 62 — ANKARA Kapak Kocatepe Camiinin için- den bir görünüş. BU SAYIDA CAHİLIYE DEVRİ ŞAİRLERDEN ZÜHEYR'İN DİNİ İNANCI ve ŞİİRLERİNDE DİNİ İZLER Süleyman TÜLÜCÜ 3-12 VEFATINIM YIL DONUMU NEDENİYLE PROF. KÂMİL MİRAS Veli ERTAN 13-22 BİR TANITIM Ahmet KURUCAN 23-26 FONKSİYONLARI AÇISINDAN HZ. P. DÖNEMİNDE MESCİD ve GÜNÜMÜZE GETİRDİĞİ Ahmet GÜC 27-36 OSMANLILARDA İLMİYE TEŞKİLATI Mehmet E. AY 73-51 İYİ HUYLAR Nâbi 52 ÇALIŞAN KADINLARIN SORUNLARİNA BİR BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ Mustafa K. YILMAZ 53-58 TRT'NIN DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK PROGRAMLARI Ülker AKKUTAY 59-62 PSIKO - SOSYO - EKONOMİK PROBLEMLERİ ve ÇÖZÜMLERİ İzzet ER 63-80 EĞİTİM ve EKONOMİK KALKINMA İLİŞKİSİ Suat CEBECİ 81-94 ŞEYHÜ'L İSLÂM SÂ'Dİ ÇELEBİ ve DARÜ'L KURRASI Recep AKAKUŞ 95-108 HZ. P. HADİSLERİNDE FİTNE KAVRAMI ve SEBEPLERİ Ali ÇELİK 109-117 HAYAT DİNİ M. Akif ERSOY 118 İSLÂM TARİHİNDE MEKKE DÖNEMİ EĞİTİM ve ÖĞRETİMİ Bilâl DOĞAN 119-128

Upload: others

Post on 26-Apr-2021

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ

Nisan-Mayıs-Haziran 1 9 8 9

! • Cilt : 25 Şayi : 2

19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına İmtiyaz Sahibi Rıdvan NİZAMOGLU Döner Sermaye İşletme Müdürü

© Yazı işleri Müdürü Orhan BALCI Süreli Yayınlar Şube Müdürü

Yazı Tetkik Kurulu Abdullah SEVİNÇ İbrahim TJRAL Orhan BALCI

Yayma Hazırlayan Alaaddin KOÇAK

e Dr. Mediha Eldem Sk. No. 85 Tlf : 125 66 11/379 Kocatepe / ANKARA

Dizgi ve Baskı AYYILDIZ MATBAASI A.Ş. 222 69 40 - 222 69 41 213 19 62 — ANKARA

• Kapak Kocatepe Camiinin için­den bir görünüş.

BU SAYIDA CAHİLIYE DEVRİ ŞAİRLERDEN ZÜHEYR'İN DİNİ İNANCI ve ŞİİRLERİNDE DİNİ İZLER Süleyman TÜLÜCÜ

3-12 VEFATINIM YIL DONUMU NEDENİYLE PROF. KÂMİL MİRAS Veli ERTAN 13-22 BİR TANITIM Ahmet KURUCAN 23-26 FONKSİYONLARI AÇISINDAN HZ. P. DÖNEMİNDE MESCİD ve GÜNÜMÜZE GETİRDİĞİ Ahmet GÜC

27-36 OSMANLILARDA İLMİYE TEŞKİLATI Mehmet E. AY 73-51 İYİ HUYLAR Nâbi 52 ÇALIŞAN KADINLARIN SORUNLARİNA BİR BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ Mustafa K. YILMAZ 53-58 TRT'NIN DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK PROGRAMLARI Ülker AKKUTAY 59-62 PSIKO - SOSYO - EKONOMİK PROBLEMLERİ ve ÇÖZÜMLERİ İzzet ER 63-80 EĞİTİM ve EKONOMİK KALKINMA İLİŞKİSİ Suat CEBECİ 81-94 ŞEYHÜ'L İSLÂM SÂ'Dİ ÇELEBİ ve DARÜ'L KURRASI Recep AKAKUŞ 95-108 HZ. P. HADİSLERİNDE FİTNE KAVRAMI ve SEBEPLERİ Ali ÇELİK 109-117 HAYAT DİNİ M. Akif ERSOY 118 İSLÂM TARİHİNDE MEKKE DÖNEMİ EĞİTİM ve ÖĞRETİMİ Bilâl DOĞAN 119-128

Page 2: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

YAYIN ŞABTLAUI

19 Diyanet Dergisi, dinî, ilmî, inceleme ve araştırmalar; rez \/e seminer çalışmaları, tercüme ve derleme yazıları yayınlayan bir dergidir,

i® Dergimize yayınlanmak üzere gönderilen yazılar, Yazı Tetkik Kurulu kararı ile yayınlanır.

© Yayınlanacak yazılarda lüzum görüldüğü takdirde Kurulta düzeltme ve kısaltmalar yapılabilir.

id Gönderilen yazılar basılsın - basılmasın yazarına iade edilmez.

® Yazılar, iki aralıklı daktilo ile yazılmış olarak "Diyanet İşleri Başkanlığı Süreli Yayıniar Şubesi Müdürlüğü" adresine gönderilir.

® ilk defa yazı gönderenlerin kısa özgeçmişleri ile Dirlikte fotoğraflarını da göndermeleri gerekir.

© Dergimizde çıkan yazılar, kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

Page 3: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Cahiliyc Uevri Şairlerinden Zuheyr in Vini İnana ve Şiirlerinde Vini izler

Yrd. Doç. Süleyman TÜLÜCÜ Atatürk Ü. İlahiyat Fak.

1945 yılında Adana'nın Osmaniye ilçe- — "'"""""""'" sinde, doğdu. 196^'te Adama îmam-Hatip Li-sesi'ıii, bitirdi. 1968'de Konya Yükseli İslâm Enstitüsü'nden mezun oldu. 1968-78 yılları arasında Denizli ve Osmaniye imam-Hatip Liselerinde öğretmenlik yaptı. 1918 yılı baş­larında Atatürk Üniversitesi tslâmî İlimler &. Fakültesi'ne Arapça asistanı oldu. Bu sa- flj hada doktora yaptı. 1988 yılı ortalarında f| Yrd. Doç. oldu. |

Halen Atatürk üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Erzurum'­da görevini sürdürmektedir.

Zuheyr b. Bbî Sulmâ el-Muzenî, Câhiliyye devrinin en büyük 3 şâirinden biri olup, Hz. Peygamber'in peygamber olarak görevlendi­rilmesinden (bi'set) bir sene önce (M. 609) ölmüştür. "Banet Su'M" ( = Kasîde-i Bürde) adlı kasidesi ile Hz. Peygamber'in teveccühünü kazanmış olan, meşhur Sahâbî şâir Kâ'b b. Zuheyr'in babasıdır. Şiirleri veciz ve hikmetlidir. Sa'leb (öl. 291/904), ei-A'lem eş-Şente-merî (öl. 476/1083) gibi âlimler tarafından şerh edilen D î v â n'ı, zamanımıza kadar gelmiş olup, basılmıştır 0) .

(1) Zuheyr hakkında geniş bilgi için bk. Ibn Kuteybe, eş-Şi'r ve'ş-Şu'arâ, nşr. Mufîd Kamîha, Beyrut 1401/1981, s. 51-58; Bbu'l-Ferec el-îsfahânî, Ki-tâbU'I-Ağânî, nşr. Dâru's-Sekâfe, 3. baskı, Beyrut 1381/1962, X, 298-323; Nihad M. Çetin, Zuheyr, İA, X m , 639-642.

3

Page 4: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İslâmdan önceki çağlarda Arabistan Yarımadasının muhtelif mıntıkaları türlü dinlerin ve inançların tesiri altında kalmıştır. Bü­tün Arabistan Yarımadasında dinî hayat, son derece iptidaî bir du­rumda idi. Genel olarak her tarafta putperestlik hâkimdi. Yanmada, Kızıldeniz ve Basra körfezi vasıtasiyle Habeşistan'a ve İran'a, ku­zeyden ise Mezepotamya ve Suriye bölgelerine komşu olduğu için, bu memleketlerdeki dinlerin etkisi altında kalmıştır. Ez cümle Bah­reyn, Uman, Yemen ve Necrân gibi bölgelerde Mecusîlik, Hıristiyan­lık ve Yahudilik yayılmıştı. Ticaret yollarının adeta kavgak noktası ve yıllık panayır yeri olan Mekke ve etrafı Hicaz'da, Araplar ara­sında, bu dinlerin sâliklerine nâdir olarak rastlanıyordu. Orada ec­dadın yaptığı putlar, Kâ'be'nin içini süslemektedir (2). Bunlardan başka, Yarımada'da bir miktar da Sâbi'î(3) ve Dehrî vardı ("). Di­ğer taraftan bilhassa Hicaz bölgesinde, hiçbir zaman putlara tap-mayıp, doğru yoldan ayrılmayan ve Hz. İbrahim'in dini üzere olan kimselere rastlanmaktadır. Bunlara "Hanîf" adı veriliyordu(s).

Bu yazımızda putperestlik, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Hanîf-lik gibi dinlerin, Zuheyr'in doğup büyüdüğü bölgede ne derecede mü­essir olduğu araştırılacak; bu dinler karşısında onun yerinin ne ol­duğu tayin edilmeğe çalışılacaktır.

Putperestlik Arabistan Yarımadasında, bilhassa Hicaz bölge­sinde yaygındı. Bu bölgenin sakinleri olan muhtelif kabileler, çeşitli putlara tapıyorlardı. Burada bizi ilgilendiren nokta, şâirimiz Zuheyr'in herhangi bir puta tapıp tapmadığıdır. Bunun için, önce, onun ika­met ettiği muhitin, diğer bir ifade ile, kabilesinin taptığı putun ne olduğu araştırılacak; sonra, putperestlik izlerinin, şiirlerinde ne de­recede bulunduğu tesbit edilmeğe çalışılacaktır.

Şâirin asıl kabilesi olan Muzeyne'nin Nuhm adlı bir putları var­dı (6). Muhammed b. Habîb (öl. 245 860), bu kabileni naynca, Suvâ'

(2) Bahriye Üçok, islâm'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967, s. 8.,

(3) eş-Şehristânî el-Milel ve'n-Nihal, nşr. M. Seyyid Kîlânî, Beyrut 1395/1S75, II, 238; Bahriye Üçok, a.g.e., s. 12.

(4) Tâhir'ül-Meclevî Müslümanlıkta İbadet Tarihi, nşr. Abdullah Işıklar, 2. baskı, istanbul 1963, s. 1.

(5) Hanîflik ve Kanîfler hakkında geniş bilgi için bk. Şaban Kuzgun, İslâm Kaynaklarını. Göre Hz. İbrahim ve Hanîflik, Ankara 1985.

(6) Îbnu'l-Kelbî, Kitâbu'l-Asnâm (Putlar Kitabı), nşr. Ahmed Zekî Paşa (Ro-sa Klinke-Rosenberger'in Almancaya çevirisinden Türkçeye çev. Bayza Düşüngen), Ankara 1969, mtn., s 25, t r c , s. 42; Yâkût el-Hamevî, Mn'-cemu'l-Buldân. Beyrut 1397/1977, V, 327; J. WeIIhausen, Reste aranısenen

4

Page 5: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

isimli bir puta taptığını (7) kaydetmektediı-. Şâirimizin bu putlarla ilgisine dâir elimizde hiçbir kayıt yoktur. Önemli bir hususta şudur ki, o, bu kabile arasında yaşamamış, Benû Abdillâh b. Gatafân ve Benû Murre arasında ikamet etmiştir. Acaba bu kabileler, hangi pu­ta tapıyorlardı? İbnu'l-Kelbî (öl. 204/819)'nin zikrettiğine göre, bu kabilelerin bağlı olduğu ana kabile olan Gatafân'm; Kudâ'a'nın, Lahm'm, Cuzâm'ın ve Âmile'nin Suriye taraflarında el-Ukaysır(f) isimli bir putlan vardı (9). Onu ziyaret ederler, yanında başlarını tıraş ederlerdi (10).

Şâirimiz Zuheyr b. Ebî Sulmâ, ondan şöyle bahseder

J o-İJ I J | ^ J LiLoJ \(İ-~İ C J L J ^ _ 1 U 3

"Ukaysır'm kutlu taşlarına and içtim! Başların ve bitlerin ka­zındığı yere and içtim!"(n)

Eski Araplar, taşlarının ve putlarının yanında kestikleri ko­yunlara el-Atâ'ir diyorlardı (el-tîre Arap dilinde ez-zebîha (boğaz­lanmış) demektir); kurban kestikleri yere de el-ıtr (sunak) der­lerdi P ) .

Heidentunıs, Berlin 1961, s. 57; Hans Wilhelm Haussig, Götter und Mythen im Vorderen Orient, Stuttgart 1965, s. 457.

(7) Muhammedi b. Habîb, Kitâbu'I-Muhabbar, nşr. ilse Lichtenstâdter, Hayda-râbâd ed-Dekken 1361/1942, s. 316.

(8) "el-Ukaysır" kelimesi, "el-aksar" in küçültme ismi olarak (bk. Yâkût el-Hamavî, a.g.e., I, 338), "en kısa" mânâsını taşımakta olup, bir putun insan şeklinde temsilini veya bir tapınağın küçültülmüş şeklini ifade edebilir. Bk. İbnu'l-Kelbî, a.g.e., s. 82, not 284.

(9) İbnu'l-Kelbî, a g.e., s. 25, 30, tre. s. 42, 46; Yâkût el-Hamevî, a.g.e., I, 238; Abdulkâdir el-Bağdâdî, Hızânetu'tEdeb, Bulak 1299, III, J. Welhausen, a.g.e., s. 62; krş. W.R. Smith, The Religion of the Semites, London 1927, s. 225; Hans Wilhelm Haussig, a.g.e., s. 473.

(10) Îbnu'l-Kelbî, a.g.e., mtn., s. 30, t r c , s. 46; Yâkût el-Hamevî, a.g.e., I, 238. (11) Sadece İbnu'l-Kelbî tarafından bu şekilde rivayet edilen bu beytin doğru

olması muhtemeldir (bk. J. "VVellhausen, a.g.e., s. 63; krş. İbnu'l-Kelbî, a.g.e., s. 82, not 285). Zuheyr'in D î v â n 'mda (bk. Dîvâni, s. 99; Dîvâna s. 94), bu beyt şöyledir :

(12) lonu'l-Kelbî, a.g.e., t r c , s. 4.2; J. VVellhausen, a.g.e., s. 62.. (13) ionu'l-Kelbî, a.g.e., mtn., s. 22, t r c , s. 40.

5

Page 6: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Bu konuda Zuheyr, şunları söylemiştir : "(Doğan) onu (bağırtlak kuşunu) kurbanların, başını kana bu-

ladığı kurban taşı gibi bırakarak gözleme kayasının tepesine uçup gitti." (")

Bu iki beytin dışında, onun şiirlerinde putperestlik izlerine rastlanmamaktadır. Kaldı ki, ilk beyt, sadece Îbnu'l-Kelbî tarafın­dan yukarıdaki şekilde rivayet edilmekte, D î v â n'mdaki şeklin­de "el-Ukaysır" ismi yer almamaktadır. el-Ukaysır adına yemin et­mesi, bir bakıma, onun, bu puta değer verdiğini gösterse de, Eski Araplar arasında putlara ve putların bulunduğu kutlu yerlere ye­min etme âdetinin yaygınlığı düşünülürse, bu beyti, onun putperest­liğini gösteren bir delil saymamak gerekir. Ayrıca, oğlu Kâ'b'm müslüman oluşu kıssasında, diğer oğlu Buceyr'in Kâ'b'a yazdığı şiirde : "Zuheyr'in dini din değildi. (Dedemiz) Ebû Sulmâ'nın dini de bana haram olmuştur" (15) demesinde, "Zuheyr'in dini din değil­di" ifadesiyle, bir takbih söz konusu ise de, bunda, onun puta ta-pıcılığım gösteren bir husus yoktur. "Zuheyr'in dini" sözüyle, ge­nel mânâda, bir değer taşımayan, Câhiliyye devrine mahsus şeyler kasdedilerek, yeni din îslâmiyete göre, bunların boş şeyler olduğu ifade edilmektedir. ' l ! ', ''""j T\^W$rŞ]

Umumiyetle, Hicaz bölgesinde Yesrib (Medine) dolaylarında ve daha kuzeyde Hayber ve Teymâ' bölgelerinde küçük topluluklar hâ­linde yaşayan Yahudilerin, diğer bir ifade ile Yahudiliğin, şâirimiz üzerinde acaba ne derecede etkisi olmuştur? Tanınmış âlim el-As-ma'î (öl. 216/831), Zuheyr'in Yahudilerden bir grupla görüşerek, on­lardan âhiret (el-me'âd) fikrini duyduğunu ve bundan dolayı, .(M)

• U S <J~* Cf >** J-* >s

" (Yaptığınız şeyin cezası) ertelenir, bir kitaba konulur, ya he­sap gününe saklanır veya (hesabı) çabuk görülür, hemen intikamı

(14) Dîvân', s. 178; Dîvânî, s. 129; krş. Îbnu'l-Kelbî a.g.e., mtn., s. 22, s. 40. (15) tbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, nşr, Mustafa es-Sakkâ v.b., Mısır 1355/

1936, IV, 146; es-Sukkerî, Şerhu Dîvânı Kâ'b b. Zuheyr, Kahire 1385/195-6, s. 4; îbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-NUıâye, Beyrut 1977, IV, 369.

(16) Dîvâni, s. 18; Dîvânî, s. 85; Ibn Kuteybe, a.g.e., s. 52; el-Merzubânî el-Muvaşşah, nşr. A.M. el-Becâvî, Kahire 1965, s. 61; ez-Zevzenî, Şerhu'l-Mu'allakâti's-Seb', Beyrut 1382/1963, s. 81; Abdulkâdir el-Bağdâdî a,g.e., nşr. A.M. Hârûn, Kahire 1387/1967, II, 333.

6

Page 7: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

alınır" (17) beytini söylediğini ifade etmektedir(18). Zamanımız araş­tırıcılarından Japon âlimi T. Izutsu (19) da, onun, oldukça Yahudi dininin etkisi altında kaldığını söylemektedir. Her ne kadar, Zu-heyr'in içinde yaşadığı muhitin, Medine dolaylarında yaşayan Ya­hudilere yakınlığı, bu görüşleri desteklerse de, kanaatimizce, onun bu dinden etkilendiğini söylemek çok zordur. Kaldı ki, âhiret fik­ri, bütün semavî dinlerde mevcuttur. Biraz ilerde açıklayacağımız gibi, onda, Hicaz bölgesinde oldukça yaygın bulunan Hanîf dininin izlerini aramak lâzımdır.

Bazı asrımız edebiyat tarihçileri, Zübeyr'in şiirlerinde hâkim elan havaya bakarak, onun Hıristiyan olabileceği görüşüne sahip olmuşlardır (M) ki, bunlar arasında akla gelebilecek ilk isim, Bey­rut lu Hıristiyan papazı K Cheikho (Şeyho)'dur. O, 1890'da nesi et­tiği Şu'arâ'u'n-Nasrâniyye (Hıristiyan şâirler) adlı eserinin I. cil­dinde, Hıristiyan addettiği İslâm öncesi şâirlerin hal tercümelerini vermiş ve şiirlerini toplamıştır. Burada, Zuheyr'in de şiirlerinin ta­mamı (21) yer almaktadır. Yine o, 1923 yılında yayınladığı diğer bir

eserinde (22), M u'a 11 a k a'sında yer alan (23) ^ "<jjj \ ~J„-.< - }U «

diye başlayan 2 beytine ve dinî muhtevalı bazı şiirlerine istinaden, onun Hıristiyan olduğuna hükmetmiştir (24). Fakat onun bu hükmü galiba biraz acele verilmiştir ve o, bu neticeye varırken, daha ziya­de kendi dinî hislerine kapılmış gibidir. Nitekim, bundan dolayı o, za­man zaman bazı tenkitlere maruz kalmıştır f25).

(17) Yedi Askı-el-Mu'allakâtu's-Seb', nşr. ve trc. Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul 1943, trc., s. 58; T. Izutsu, Kur'ân'da Allah ve insan, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1975, s. 84.

(18) el-Asma'î, Fuhûletu'ş-Şu'arâ', nşr. ve trc. Ch. C. Torrey, ZDMG, L,XV (1911), s. 500.

(19) T. Izutsu, a.g.e., s. 222. (20) F. Krenkow, Zuhair b. Abî Sulmâ, El (îhg.) IV, 1236. (21) L. Şeyho, Şu'arâ'u'n-Nasrâniyye, Beyrut 1890, I, 512-595. (22) Aynı mil., en-NaSrâniyye ve Âdâbııhâ beyne Arabi'l-CâhiJiyye, Beyrut

1923, s. 431-432'ye istinaden : Fu'âd Efrâm el-Bustânî Zuheyr b. Ebî Sulmâ-Muntehabât Şi'riyye, er-Revâ'i', nr. ?5, Beyrut 1929, s. 9.

(23) Dîvâni, s. 18; Dîvân*, s. 85; ez-Zevzenî a.g.e., s. 81. (24) Fu'âd Efrâm el-Bustânî, a.g.e., s. 9. (25) Meselâ bk. Maurice Chemoul, an-Nâbigha adh-Dhobyânî, El (Fr.) IIT,

859-860; Ahmed Ateş, en-Nâbiga ad-Dubyânî, Hayatı ve Eseri Hakkında Araştırmalar, ŞM, II (1957), s. 33-34; A.J. Arberry, The Seven Ddes, Lon-don 1957, s. 99.

7

Page 8: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

R.A. Nicholson (öl. 1945) da: "Zuheyr'in şiiri göstermektedir ki, İslâm'dan önceki Arapların fikirleri, Hıristiyan ve Yahudi aki­delerinin nüfuzu altında kalmıştır" (26) demektedir.

Diğer taraftan C. Brockelmann (öl. 1956), onun Hıristiyanlığı hususunda şüpheye düşmekte ve haklı olarak : "O zaman Cezîretü'l-Arab'da Hıristiyanlığın müessir olduğu ve geniş nisbette yayıldığı farzedilse bile, elimizde, onun Hıristiyan olduğunu gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır" (27) demektedir.

Netice olarak diyebiliriz ki, zayıf bir şekilde Arabistan'da mev­cudiyetini hissettirmiş olan Hıristiyanlık, Arap Yarımadası sakinle­ri üzerinde pek derin tesirler bırakmamıştır (2S). Bu din, Hicaz böl­gesinde önemli ölçüde yayılmadığı gibi, onun Medine dolaylarında, Zuheyr'in kabilesi arasında yayıldığına dair bize herhangi bir ha­ber de intikal etmemiştir. Tek Tanrı inancının umumiyetle Yahu­dilik ve Hıristiyanlıktan evvel, Araplar arasında yaşadığı bilinen bir gerçektir. Binaenaleyh, onun Hıristiyan olduğunu söylemek çok güçtür ve imkânsız görünmektedir.

Zuheyr, islâmiyet devrine ulaşmamış, fakat dinî bazı gerçekle­ri sezmiş büyük bir şâir olarak (29) dikkati çekmektedir. Şiirlerinde, Hak dinle ilgili bazı esaslara ve birtakım ahlâkî umdelere tesadüf edilmektedir. D î v a n 'mda 13 yerde "Allah"t30), 1 yerde "Rabb" (31), 1 yerde" kitâb"(3a), 1 yerde "hesap günü" (yevmu'l-hisâb) (33) kelimelerine; kutsal yerlerden "el-Beyt"(») (Kâ'be), Minâ"

(26) R.A. Nicholson, A I i terary History of the Arabs, Cambridge 1969, s. 117, not 5; Abdulhamîd Sened el-Cundî, Zuheyr b. Ebî Sulmâ, Şâ'ıru's-SUm fi'l-Câhiliyye, Kahire, ts., s. 99.

(27) GAL, Suppl., I, 47-48; Cevâd Alî, el-Mufassal fî Târîhi'1-Arab kable'l-îslâm, Beyrut 1968-1973, IX, 543.

(28) Yaşar Kutluay, Islâmiyette İtikadî Mezheplerin Doğrusu, Ankara 1959, s. 11. (29) Ahmed Ateş, Çorum ve Yozgat Kütüphanelerinden Bâzı Mühim Arapça

Yazmalar, ÎÎED, I (1959), s. 66. (30) Dîvâni, s. 18, 88, 109, 162, 182, 287, 288, 335; Dîvânî, s . 85, 100, 131, 144.

146, 177, 179. (31) Dîvâni, s. 288; Dîvân*, s. 177. (32) Dîvâni, s. 18; Dîvân*, s. 85. (33) Dîvân', s. 18; Dîvân?, s. 85. (34) Dîvâni, s. 14; Dîvân*, s. 82; Ömer Ferrûh, Târihu'l-Edebi'l-Arabî, Bey­

rut 1388/1969, I, 68.

8

Page 9: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

(35) ve "Hîcâz"(a6) adlarına; Lokman(37)„ Zu'1-Karneyn (3S) ve Pi-r'avn(39) gibi dinî ve tarihî şahsiyetlere rastlayabiliyoruz. Şâirimiz S yerde Allah 0°), 1 yerde el-Beyt(41) (Kâ'be) adına yemin etmek­tedir. Yine bir kaynakta(42) da onun, Rabbu'l-Kâ'be (=Allah) adı-.oa yemin ettiği kaydedilmektedir.

İbn Kuteybe (öl. 276/889) 'nin kaydettiğine göre, Zuheyr, şii-î'mde (Allah'a) kulluk gösteriyor (yete'ellehu), kötü söz ve işten uzak kalıyordu (yete'affefu(43). Onun şiirinde mezardan sonra bir hesap günü inancının mevcudiyetine dair inkâr edilemez bazı deliller vardır. M u ' a 1 1 a k a 'smdaki çok meşhur beyitler, bizim için açık bir misaldir. Burada insanın yaptığı bütün kötü işleri, hesap günü için kaydeden semavî bir kitaptan söz edilir. Ibn Kuteybe, bu beyitlerin onun öldükten sonra dirilmeğe (ba's) inandığını gösterdi­ğini ifade ederC*). Bu beyitler şöyledir :

<•«)

"İçinizde bulunan şeyleri Allah'tan gizlemeğe çalışmayın, ne kadar gizlense Allah onu bilir; (yaptığınız şeyin cezası) ertelenir, bir kitaba konulur, ya hesap gününe saklanır veya (hesabı) çabuk

(35) Dîvâni, s. 99; Dîvân?, s. 94. (36) Dîvâni, s. 108; Dîvânî, s. 99 (37) Dîvâni, s. 288; Dîvân?, s. 177. (38) Dîvâni, s. 288; Dîvânî, s. 177. (39) Dîvâni, s. 288; Dîvân?, s. 177. (4.0) Dîvâni, s. 88, 182, 335; Dîvân?, s. 131, 146, 179. (41) Dîjvâni, s. 14; Dîvânî, s. 82. (42) İbn Hacer el-Askalânî, el-îsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe, Mısır 1328, III, 296. (43) İbn Kuteybe, a.g.e., s. 52; Abdulkâdir el-Bağdâdî, a.g.e., nşr. A M. Hârûn,

II, 333; Mahmûd Şukrî el-Âlûsî, Bulûğu'1-Ereb fî Ahvâli'I-Arâb, Bağdad 1314, III, 104; Cevâd Alî a.g.e., IX, 543.

(44) îbn Kuteybe, a.g.e., ıs. 52. (45) Dîvâni, s. 18; Dîvânî, s. 85; Îbnu'l-Enbârî, Şerhu'l-Kasâ'idi's-Seb'ı't-Tıvâl

el-Câhiliyyât, nşr. A.M. Hârûn, Kahire 1963, s. 266; ez-Zevzenî, a.g.e., s. 81.

9

Page 10: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

görülür, hemen intikamı alınır."!46) Richard Bell, bu beyitlerde K u r ' â n ' ı hatırlatan noktalar görmektedir(47).

Aşağıdaki beyitler de, onun Allah'ı tasdik edişini açıkça göster­mektedir :

LİJ IJU L öl! I "SJ^ &** ' ^ ' y^ J !> JU* İ L 1 o ' CA &

( 4 9 ) . "Allah'ın hak olduğu bana tecelli ediyor; hakka doğru olan bu

tecelli, Allah'a karşı takvamı artırıyor. Bana öyle görünüyordu ki, geçmiş olan her şeyi geri getiremem; gelmiş olan bir şeyin önüne de geçemem." (50) Aynca, bu beyitlerden Zuheyr'in kaza ve kadere iman ettiği istidlal olunuyor (51).

Bir iki nesil önce şarkiyatçılar arasında İslâm öncesine ait bu ve benzeri şiirleri, sonraki müslüman filologların uydurması mahsu­lü olarak (52) görme eğilimi vardı (53). Câhiliyye devri edebiyatının sıhhatine karşı ileri sürülen bu gibi fikirleri doğrulamak yerine biz­ler bugün bu şiirlerin, Câhiliyye devrinde Arabistan'ın entellektüel havasının tamamen müşrik (pagan) bir hava olmayıp, içine mono-teistik fikirler karışan bir hava okluğu düşüncesini doğrulayan de-

(46) Yedi Askı, trc. s. 57-58; T. Izutsu, a.g.e., s. 84. (47) Richad Bell, The Origin of Islara in Its Ohristian Environment, London

1968, s. 47. (48) Bu ilk beyit, Dîvânede (s. 287) mevcut olup, DîvânZ'de yoktur. Bu beyit

için ayrıca bk. L. Şeyho, Şu'arâ'u'n-Nasrâniyye, I, 595; Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyyât-ı Arabiyye, I. Câhiliyye Devri, İstanbul 1917, s. 47; Cevâd Alî, a.g.e., IX, 542.

(49) Dîvâni, s. 287; Dîvân*, s. 177. (50) Mehmed Fehmî, a.g.e., s. 47. (51) Ag.e., s. 48 (52) Eskiden kimi müsteşrikler tarafından şöyle bir görüş ileri sürülmüştü:

"Bu şiirlerde aslında put isimleri vardı. îsâmî devirde onların yerine Allah adı konuldu." Fakat bu hipotezin birçok durumda imkânsız olduğu gösterilmiştir. Bk. Suat Yıldırım, lîur'ân'da Tanrılık, Basılmamış doçent­lik tezi, Erzurum 1977, s. 2; krg. Şevkî Dayf, Târihu'l-Edebi'l-Arabi, I. cl-Asru'1-Câhili, Kahire 1960, s. 102.

(53) Tâhâ Huseyn de aynı görüştedir. Bk. Fi'1-Edebi'l-Câhilî, 10. baskı, Ka­hire 1969, s. 132 v. dd.; krş Abdulhamîd Scned el-Cundî, a.g.e., s. 96.

10

Page 11: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

liller olduğu kanaatindeyiz. Zira bizzat K u r ' a n - ı K e r î m , kâfirlerin Allah hakkındaki düşüncelerini reddederken, onların bu tür fikirlerine açıkça temas etmiştir t54). Bazı şarkiyatçılar ise, bu tür şiirlerden İslâmiyetin aleyhine yararlanmağa çalışmışlardır.

Ebû Ubeyde (öl. 210/825)'nin, Zuheyr'in oğulları Buceyr ve Kâ'b'a ulaşan bir senet ile rivayet ettiğine göre, Zuheyr, Arapların münzevîlerindendi (muterehhibetu'1-Arab) ve o, şöyle diyordu : "Eğer ayıplamasaydınız, ölmelerinden sonra, şu şeyleri diriltecek oîan (Allah) a secde ederdim." (55).

eş-Şehristânî (öl. 548/1153) de, buna yakın olarak, şu bilgileri verir :

Zuheyr. kuruduktan sonra yapraklanmış olan dikenli ağaçlara uğruyor ve şöyle diyordu : "Eğer Araplar bana sövmeseydi, kuru­duktan sonra seni yeşertene muhakkak iman ederdim (M); o, çürü­müş olan kemikleri de diriltecektir." Sonra, bunu müteakip iman ettiV).

Ayrıca, onun, ölmeden önce oğullarına, gelecek olan peygambe­re iman etmelerini vasiyet etmesi (5S), Allah'a iman ettiği yolundaki rivayetleri te'yit eden diğer bir delildir.

Şâirimiz, bilhassa dînî ve ahlâkî özellikler taşıyan beyitlerinden dolayı Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi zevat tarafından takdir görmüş ve en büyük şâir addedilimştir ( a ) .

Hz. Ebû Bekr, onun beyitlerini dinledikçe : "O im), Allah'ın Re­sulüdür. Vallahi Allah'ın Resulü de böyle idi"(61) demekten kendini

(54.) T. Izutsu, a.g.e., s. 84. (55) Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretu Eş'âri'!-Arab, nşr. A.M. el.Becâvî, Kahire

'• 1387/1967, I, 70; Abdulhamîd Sened el-Cundî, a.g.e., s. 100. (56) Krş. Ebû Zeyd el-Kureşî, a.g.e., I, 70. (57) eş-Şehristânî, a.g.e., II, 244; Abdulhamîd Sened el-Cundî, a.g.e., s. 100. (58) Ebû Zeyd el-Kureşî, a.g.e., T„ 70. (59) el-Cumahî, Tabakâtu'ş-Şu'arâ, nşr. J. Hell, Leiden 1916, s. 18; el-Muberred,

el-Fâdıl, nşr. A. el-Meymenî, Kahire 1375/1956, s. 14; Ebu'l-Ferec el-îs-fahânî, a.g.e., X, 314.

(60) Bu işaret zamiri ile Zuheyr değil, şiirinde ifade ettiği haya ve ahlâkî de­ğerler kasdedilmektedir.

(61) el-Muberred, a.g.e., s. 14.

11

Page 12: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

alamamıştı. Meşhur âlim es-Se'âlibî (öl. 429/1038) de, onun sözle­rinin, peygamberin kelâmına benzediğini (62) ifade etmektedir.

işte bütün bu izah ettiğimiz noktaların ışığı altında, netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, Zuheyr, putperest, Yahudi ve Hıristi­yan bir şâir olmayıp, birçok hakikatleri sezmiş, Allah'a inanan ve Hanîf karakteri gösteren, müstesna bir şâirdir. Nitekim tanınmış, muasır Arap edebiyatı tarihçisi Dr. Şevkî Dayf, onun, islâm'dan önce Hanîf dinine bağlı olan kimselerden biri olabileceğini C63) söy­lemektedir. Dr. Nihat Keklik, onun şiirlerinde felsefî ve imanî par­çaların mevcut bulunduğunu (**), el-Marsafî de, oğulları Buceyr ve Kâ'b'ın müslüman olmalarında Zuheyr'in dindarlığının etkili oldu­ğunu (tö) ifade etmektedir.

KISALTMALAR

Dîvân» = Sa'leb, Şerhu Dîvânı Zuheyr b. Ebî Sulmâ, Kahire 1384/1364

Dîvânz = el-A'lem eş-Şentemerî, Şerhu Dîvânı Zuheyr b. Ebî Sulmâ

(Primeurs Arabes, fs. II, nşr. C. de Landberg, Leyden 18891.

E l (Fr.) = Encyclopedie de l'Islam, I-TV, Leiden 1913-1938.

El (tng.) = The Encyclopaedia of islam, I-TV, Old Edition, Leiden 1913 v. dd.

GAL, Suppl. =

ÎA

ÎÎED =

ŞM =

ZDMG =

Cari Brcokelmann, Geschiclhe der arabischen Litteratur, Supplementband, I-III, Leiden 1937- 1942.

islâm Ansiklopedisi, I-X7Zr, istanbul 1940-1986,

islâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, istanbul - Ankara.

Şarkiyat Mecmuası, istanbul.

Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, Leipzig.

(62) es-Se'âlibî, Kitâbu Hâssi'1-Hâss, Beyrut 1966, s. 96; aynı mil., el-I'câz vc'1-îcâz, Mektebetu Dâri'l-Beyân (Bağdad) - Dâru Sa'b (Beyrut), ts., s. 138; C-ANallino, Litterature Arabe, trad. Fr . : Ch. Pellat, Paris 1950, s. 46.

(63) Şevkî Dayf, a.g.e., I ; 103. (64) Nihat Keklik, el-Futûhât el-Mekkiyye, II/A, istanbul 1974, s. 204. (65) el-Marsafî, Dirâsetu'ş-Şu'arâ', Kahire 1363/1944, s. 240.

12

Page 13: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Vefatının yıl dönümü nedeniyle Sasih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Mütercimi

PROF. KÂMİL MİRAS (1874-1957)

Veli ERTAN

1912 yılında Akseki'nin Sadıklar köyünde doğmuştur, ilk va orta tahsilini Antalya'da, yüksek tahsilini Ankara Gazi Terbiye Ens­titüsü Pedagoji şubesinde yapmıştır. Ay­rıca Bağdat Külliyetü'l Adap Vel'ulum'da Arap dili ve edebiyatı tahsil etmiştir. Sivas Millî Eğitim Müdür Muavinliğinde ve öğretmen okulunda, Ankara Îmam-Hatip TÂ-nesi müdürlüğünde bulunmuştur. 1962 yılında Konya Yüksek tslâm Enstitüsü müdür ve Arapça öğretim üyeliğine tayin edilmiştir. 191lf yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim üyeliğinden emekli olmuştur. Basılmış on beş kadar eseri vardır.

Prof. Kâmil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih-i dilimize çeviren, Îslâm-Türk Ansiklopedisi'nin takrir heyetinin ba­şında bulunmuş, memleketimizin nâdir yetiştirdiği son devir din âlimlerinden biridir. İlmi ile âmil, faziletiyle kâmil bir zattır. Üslu-bundaki zarafet, sadelik onun ne kadar san'atkâr olduğuna bir de­lildir. İlmî ihtisas ve üstün bir ahlâka sahiptir. Vefakârdır, müte-vâzidir, dostluğu derindir. Ahlâkî güzellikleri ve özellikleri şahsın­da toplamıştır. Fıkıh bilgisinde üstâd, müstesna ve mümtaz bir şahsiyettir .Halkın muhabbetini kazanmış faziletli bir insandır.

1874 yılında Karahisar-ı Sâhip'te doğmuştur. Ahmed Efendi isminde bir zatın oğludur. Memleketinde Mirasoğulları namıyle ta­nınmıştır. İşte bu nedenle "Miras" soyadını olmıştır.

13

Page 14: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İlk ve orta tahsilini Karahisar-ı Sâhip'te yaptıktan sonra İs­tanbul'a gelmiş ve bütün çalışmalarını Arabî ilimlere hasretmiştir. Fâtih Camii ders-i anılarından ders vekili merhum Alasonyalı Hacı Ali Zeynel Abidin Efendi'den ulum-i âliye ve bununla ilgili dersleri okumuş ve icazet almıştır. Bundan sonra Darülfünun (üniversite) ulum-i âliye-i diniyye şubesine girmiş, üç sene tahsil görmüş ve pe­kiyi dereceyle mezun olmuştur.

1324 H/1908 M. yılında yapılan ruus imtihanını kazanmış ve bir yıl sonra 1325 H./1909 yılında Sultan Beyazıd Cami-i şerifinde ders okutmaya başlamıştır.

İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra yapılan seçim neticesinde Karahisar Sâhip'ten çoğunluğun reyi ve tensibiyle Osmanlı Meclis-i Meb'usanı'na meb'us seçilmiş ve böylece yasama hayatına katıl­mıştır.

BULUNDUĞU MEMURİYETLER

Hayatı boyunca birçok memuriyetlerde bulunmuştur. İlk defa 30 Ağustos 1323 tarihinde Beyazıd Cami-i şerifi ders-i âmlığıyle va­zifeye başlamış ve sonra sıra ile :

18 Ekim 1326/1910'da Danı'l Funun ulûm-i Şer'iyye şubesi Ta-rih-i Din-i İslâm muallimliği,

11 Eylül 1328/1912'de Daru'l Funun Ulûm-i Şer'iyye Şubesi Ta-rih-ı Fıkıh muallimliği,

16 Ocak 1329/1913'de Daru'l-Funun Ulûm-i Âliye İlm-i Ahlâk muallimliği,

16 Ekim 1330/1914 Daru'l Funun Ldsan Ulûm-i Diniye muallim­liği,

14 Şubat 1330/1914'de Bayazıd Cami-i Şerifi ders-i âmlığı, 1 Ekim 1332/1916'da gene Bayazıd Cami-i ders-i âmlığı, 1 Eylül 1333/1917'de Medrese-i Süleymaniye Tarih-i Fıkıh mü­

derrisliği, 1 Mayıs 1335/1919 Bayazıd Cami-i Şerifi ders-i âmlığı, 1 Mart 1336/1920'de Sahan Medresesi Mantık müderrisliği, 10 Arahk 1336/1920'de gene Sahan Medresesi Kelâm müder­

risliği, 23 Kasım 1338/1922'de Medrese-i Süleymaniye Tabakat Kurrâ

müfessirîn vekâleti vazifelerinde bulunmuştur.

14

Page 15: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İşte böylece üstâd Kâmil Miras, ikinci defa olarak 12 Ağustos 1339/1923 tarihine kadar Medresetü'l Mütehassisin ve Vâizîn med­resesi gibi çeşitli irfan müesseselerinde yarım asra yakın bir zaman Din-i İslâm Tarihi, Tarih-i Fıkıh, İlm-i Ahlâk, Ulûm-i Diniyye, Ta-rih-i İlm-i Fıkıh, Tabakatu'l Kurra ve'1-Müfessirin, Ahlâk-ı Şeriyye, Usul-i Fıkıh gibi en yüksek dersleri tedris ve tali metmiş, bilhassa Medresetü'l Mütehassisinde takrir etmiş olduğu ve "Tarih-i İlm-i Fı­kıh dersleri" namı ile neşrettiği eser, dikkate şayan konuları ihtiva etmektedir. Her yaştaki müslümamn okuması lâzımdır.

Bu eser, öncelikle ve özellikle fıkıh konusundan söz eder. Fü-kaha-i Tabiîn, Tedvin-i İlm-i Fıkıh, İslâm'da Kaza, Fukaha-i Teba-i Tabiîn. Dört Mezhebin Doğuşu, Usûl-i Fıkıhm tedvini vb. gibi ko­nuları içine almıştır. Uzun bir çalışmanın mahsûlü olan bu eser, bu sahada eser yazacaklar için, bir kaynaktır. İşte bu sırada üsta­dın Türkiye Büyük Millet Meclisine âzâ olması bakımından teşeb­büse geçilmişti. Nitekim 12 Ağustos 1923 tarihinde Afyonkarahi-fcar'dan meb'us seçümiş ve Büyük Millet Meclisi'nde yasama va­zifesine başlamıştır. Hemen akabinde teşekkül eden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına girmişti. Fakat az bir zaman sonra İzmir Su-ikasdi nedeniyle, bu fırkaya mensup olanlar İstiklâl Mahkemesi'-ne verilmişti. Bunlar arasmda Hoca Kâmil Efendi de vardı. İstik­lâl Mahkemesince yargılanan Hoca Kâmil Efendi isticvap sırasın­da su-ikasd meselesinden haberi olup olmadığı suali karşısında, mu­kaddesatı nâmına yemin etmiş, bu meseleden haberdar olmadığını kesinlikle söylemiş ve beraatine kadar verilmiştir!1). 1 Haziran 1927 tarihinde devre sonunda meb'usluktan ayrılmıştır. Bir müddet açıkta kalan üstâd siyâsî hayattan memnun olmamış, kendisine ilmî ve dinî sahalarda uğraşmayı uygun bulmuş ve 26 Haziran 1940 ta­rihinde âşıkı bulunduğu dinî bir müessese olan Diyanet İşleri Reis­liği Heyet-i Müşavere âzalığma tayin edilmiştir. Bu vazifede üç se­ne çalıştıktan sonra 24 Nisan 1943 tarihinde emekli olmuştur.

Artık son günlerini dinî yazı hayatına hasretmiş, bu meyanda ders-iâmhk vazifesini de ifa etmiştir. •

Üstadın yaşı ilerlemiş ve gözlerine de katarak gelmiş ve bu ne­denle okuma ve yazmadan mahrum kalmıştı. Bu halde devam eder­ken bir gece kalkarak, Allah'a gözlerindeki perdenin bir günahın-

(1) Vakit Gazetesi, 9 Temmuz 1926 ve 3059 sayılı muhakeme cereyanı.

15

Page 16: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

dan dolayı ise günahının affedilmesini, perdenin kaldırılmasını, eğer affı mümkün olmayan bir günahsa, gözündeki derdi bir başka azası­na verilmesini dua ile istemiş, duası kabul olmuş ve gözleri açılmıştı. Ancak prostat denilen idrar zorluğuna tutulmuştu (2).

30 Nisan 1957 tarihinde İstanbul'da vefat etmiş ve Kandilli Kab­ristanına defnedilmiştir.

Prof. Kâmil Miras'ın vefatına, Hasan Basri Çantay Hoca §u mısralarıyla tarih düşürmüştür :

Bir muhaddis idi "Kâmir' gerçek, Neşr feyz eyledi son ömrüne dek. Şâhid-i fazlıdır âsârı O'nun Okuyor diz çökerek ins-ü melek. Merci-î kül idi, âlim, âmil, Müsıı-i ahlâkı da eşsiz örnek. "Basriâ" vasfını ta'rif edemem O'na tarih dedi "mağfürünlelı"

1376 Hicrî

Merhum üstâd hakkında, arkadaşlarımızdan Yusuf Ziya Ka-vakçı, hatıralarım şöyle nakleder :

"1955 yılı Eylül ayı içinde, Anadolu Hisarı'nda bir akrabamı ziyarete gittiğimizde, orada büyük bir âlimin mevcud olduğunu söy­lemişlerdi. Hasta imiş, evinden çıkamıyormuş, oradan ayrılıp gi­denlerden biri bir müddet sonra O'nun berber dükkâmnda traş olduğunu haber vermesi üzerine, hemen koştum. Hocaefendi, berber­de sakal traşı oluyordu, ben orada oturdum. Merhum ciddi, vakar­lı idi. Yavaş yavaş Hazret-i Peygamberin soyundan söz ediyordu, merakla dinledim. Sonra konu ile ilgili bazı sualler sordum.

Birkaç sene sonra bir çarşamba günü mektepten eve gelince, İstanbul Hırka-i Şerif Camii eski baş müezzini Mahmud özcanlı, Prof. Kâmil Miras'ın vefat ettiğini söyledi. "Cenazeye iştirak eder­sen iyi olur" dedi. Bunun üzerine Anadolu Hisar'ma koştum. Yeni Mahalle Camii'nde ikindi namazına yetiştim. Cenaze namazında bu­lundum. Belediye tarafından vazifelendirilmiş hafızlar da vardı. Mer­humun bir oğlunun orada görevli olduğunu öğrendim. Cenazede Ömer Nasuhi Bilmen, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı vardı. De-

(2) Konya Yüksek İslâm. Enstitüsü Doktoru M. Hulusi Baybal'ın hususi notlan.

16

Page 17: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

finden sonra Cemaleddin Servet, "Muhterem Huzzar.." diyerek, gü­zel bir konuşma yaparak hasletlerinden bahsetti. îşte "bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümüdür" sözü ne kadar yerinde söylenmiş bir sözdür.

HOCA KAMİL MÎRAS'IN EN BÜYÜK HİZMETİ :

Prof. Kâmil Miras'm son ve en faydah hizmeti kuşkusuz Sa-hih-i Buhari'yi tercüme ve izah etmesidir.

Sahih-i Buhari, Ahmed Naim Bey tarafından birinci ve ikinci cildleri tamamlanmış ve Diyanet İşleri Reisliği tarafından bastırıl­mıştı. Yalnız Buhari'nin üçüncü cildi merhum Ahmed Naim Bey tarafından müsveddeler hazırlanmış olmasına rağmen tashihine za­man kalmadan vefat etmişti. îşte bunun üzerine üçüncü cildin tas­hihi Prof. Kâmil Miras tarafından yapılmış ve neşre hazırlanmıştır.

Bu hususta Kâmil Miras üçüncü cildin sonunda şöyle ifade eder :

"Muhterem mütercim Ahmed Naim merhumun "Zebidi"den tercüme ettiği bir kısmını vaktiyle iki cild halinde basıldığı malum­dur. Bundan başka merhumun tercüme edip de vefatı üzerine ba­sımı te'ahhur etmiş (geri kalmış) bulunan bir kısım müsveddelerin de tab'ma, tashihine Diyanet İşleri Âli Riyaseti tarafından âcizle­ri memur edilmiştir. Allah'ın inayetiyle şimdi bunun da bir cild olarak tab'ı hitam bulmuştur. Eserin ilmî ve kudsî kıymeti ve ehem­miyeti ile mütenasip bir surette tab'ma, tashihine çabştığıma kaniim. Gene görülecek hataların tashihini muhterem okurlanmızdan rica ederim.

Mütercimin bir kısım izah'arı hakkında (K.M.) remzi ile not olarak bazı takdirlerim, tenkidJerim görülecektir. Bunlar ilim na­mına yapılmıştır. Merhum, Şafii idi. izahlarında tabiidir ki, mez-heb-i Şafii usul ve nazariyatını fazla iltizam ediyordu. Tenkidlerim bunlardan bir kısmını Hanefî kavaidi ile muhtasaran tetkikinden ibarettir. Matbaa tashih beklerken bundan fazlası da yapılamazdı. Bunlardan merhumun mübarek ruhunun memnun olacağına emi­nim."

Naim merhum, şarkı ve garbı, ilimleri ile de tanımıştı. Fakat ruhunda en çok ve en samimi yaşayan tslâmî ilimlerdir. Bu sebeple O, selef-i salihin siretinde yaşamış yüksek bir fazilet numunesi idi. Allah Teala geniş rahmetine müstağrak buyursun."

17

Page 18: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Muharrir-i âciz aynı zamanda "Zebidî"nin baki kısmını-ki, ese­rin dörtte üçü nisbetindedir. Tercümeye memur edildiğimden bu vazife-i asliyemi ifaya çalışacağım. Tevfik ise Cenab-ı Hak'tandır."

Kâmil Miras ayrıca Nûh İbn-i Ebî Muyem hakkındaki bir yan­lışın tashihini ikinci baskıda 498,497 ve 498 sahifalara basılmıştır.

Üstâd Kâmil Miras, adıgeçen eserin dördüncü cildden onikinci cilde kadarını, bizzat tercüme ve izahını yapmıştır. Böylece bu değer­li eseri tamamlanmıştır.

Üstâd, bu eserinde müstesna bir özellik göstererek, her bahsi ve her hadisi Türkçe açıklamasını yaparak, kendine hâs sâde ve selîs bir üslupla tahlilini ve teşriini yapmıştır. Tercüme ve Türkçe açıklamasını halkın anlayabileceği bir dil ile ifade etmiştir. Oniki cild olan Buharî terceme ve şerhi, dinî ilimlere bir kaynak teşkil etmek­tedir.

Önemli hizmetlerinden biri de Büyük Millet Meclisine ikinci in-tihablarında Kur'ân-ı Kerîm'in dilimize çevrilmesi hususunda yap­mış olduğu teklif inin kabul edilmesi olmuştur.

Merhum onikinci cildin sonunda Buharî hakkında teşbih ve tahmid hadisi münasebetiyle ve sonuncu olmak hesabıyla şöyle de­mektedir :

Rivayet ilminin alemdarı olan büyük Türk âlimi Buharî, izah etmekte bulunduğumuz bu hadis-i şerifle sahihini bitirmiş bulunu­yor. Niyyet hadisi ile başladığı bu ebedî kitabını teşbih ve tahmid hadisi ile bitirmesi ne güzel fatiha, ne âlî hatimdir. Biz de Buharî'-nin bir hidâyet me'alesi olan Sahihinin ışığında müttekâ-yı iftiharı­mız olan şu âciz kaleme dayana dayana bu son durağa gelmiş bulu­nuyoruz. On senelik geceli-gündüzlü devam, eden. mesâi merhalele­rinde asr-ı saadetin ibadet hayatını yaşadık, iman ve akidelerini vicdanımıza sindirdik. O mübarek devrin medenî ve siyasî olaylarım gördük. Birçok kahramanlık menkıbeleriyle dolu gaza ve fütuhatını temâşâ. ettik. Bu umumi hayatın yanında daima gördüğümüz ve öğ­rendiğimiz şey insan haklarına hürmet ye adalet, hürriyet umdeleri­ne riayettir.

islâm Medeniyeti'nin bu mefahirini görmek,, yaşamak hususun­da bize Imam-ı Buharî rehberlik etti.

Bu cihetle büyük Türk imamım, rahmet ve hürmetle anarız. İzahlarında ashab ve tevabiini akvalinle eimme-i kiramın içtihadla-

18

Page 19: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

undan istifade ettik. Bu suretle şu on senelik hayatın münhasıran sadr-ı İslâm uleması arasında derin bir huzur ve sukün içinde geçti.

Hadis-i Şeriflerin tercümelerinde asıllarına sadakat etmeye ve izahlarında hata etmemeye çalıştım. Fakat ben de bir insanım ve mastar-ı acz ve nisyanım.

Cenab-ı Hakk'ın affını ve Resul-i krem'in şefaatini dilerim. Mu-vaffakiyetim ise, münhasıran Allah-u Teâlâ'nın tevfiki ve inayeti­nin eseridir.

Bu teslimiyetimi, Hayret merhumun şu rubaisiyle ifade ederim:

"Yarab kerem et, niam senindir. Affeyle bu müttehem senindir. Kulun nesi var, elinde Allah. Hattâ şu yazan kalem senindir/' (Rabbena lekelhamd evvele» ve ahirâ)

(10 Muharrem 1367/13 Kasım 1947) (3)

Merhumun tercüme ettiği Tecrid-i Sarih'ten başka diğer t>lif ve tercüme eserleri şunlardır :

1. Din-i İslâm Tarüu'nin Emevi ve Abbasi devirlerine ait la­sını,

2. Tarih-i İlm-i Fıkıh, 3. Kur'ân ve Tefsir Tarihi, 4. Ahlâk-ı Şer'iye, 5. Kur'ân'ın cem'i, 6. tlm-i Kelâm Tarihine Ait Tetkikler, 7. Ramazan Musahabeleri (Çeşitli mevzuları hâvi kıymetli bir

eserdir.)

Bellibaşk konuları arasında Ramazan Hilali, Ramazan, Peygam­berimizin Ramazan Hayatından örnekler, Teravih Namazı, Fecr-i Sa­dık Fecr-i Kâzib, Oruç, Asr-ı Seadete âid Oruç Hatıraları, Zekât, fakirlere ve hayır kurumlarına yardım, Ramazan Ayının son on gü­nü ve itikâf sünneti, Kadir Gecesi, Sadaka-i fıtır, Peygamberimizin bayram hayatından örnekler, Hicri tarih ve yılbaşı, Aşure günü ve Oruç, Mevlid-i Nebevi menkıbesi ve ihtilafı, Hazret-i Muhammed'in Mekke'den Medine'ye Hicreti, Leyle-i Regaib, Peygamber Efendimi-

(3) Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Cild 12, sayfa 466 Hatime.

19

Page 20: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

zin İsrâ ve Mir'âç Mucizesi, Mübarek Berat Gecesi, Kurban Bayra­mı ve bu bayramda ilgili ibadetlerimiz, Kurban vecibesi, zikre şa-> andır.

Bu eserden bir örnek olmak üzere, "Mübarek Berat Gecesi" başlıklı yazının bir kısmını aşağıya dercediyoruz :

MÜBAREK BERAT GECESİ (4)

Berat Gecesi'nin (Kur'an-ı Mübin)'de mübarek vasfile anılma­sı —Berat kelimesinin nereden geldiği— Bu mübarek gündeki içti­mai adetlerimiz Berat Gecesi Namazı isimli bir namaz mevcud de­ğildir.

Berat Gecesi kameri aylardan şaban ayının onbeşinci gecesidir. Ve Kur'ân-ı Kerîm'de "Mübarek Gece" diye tavsif olunmuştur.

Türkçemizde berat lafzı beraet kelimesinin ihtisar edilmiş bir şeklidir. Borçtan, isnat olunan bir cürümden, bir hastalıktan kur­tulmak mânâlarında kullanılır.

Eski hukuk istilâhmda beraat-i zimmet, cürümden beraet gibi tabirler, borçtan, cürüm ve cezadan kurtulmak mânâlarında kulla­nılmıştır. Bu itibarla beraet gecesi, günahtan kurtuluş gecesi demek olur.

Berat, devlet tarafından vazife sahiplerine verilen ferman ve ödenilen vergi mukabilinde mükelleflere verilen makbuza da denilir. Bu cihetle berat gecesi, günahlardan halâs ve kurtuluş menşuuru-nun yazıldığı ve mü'minlere verildiği gece demek olur.

İslâm Âlemi'nin bu geceyi derin bir saygı ve hususi bir ihtifal ile kutlamalarının sebebi budur. Bir hadis-i şerifte : "Cenab-ı Hak, Şaban'm onbeşinci gecesi bütün Müslümanların küçük günahlarını bağışlar, fakat sihirbazlık, zinâkârhk, sarhoşluk, anaya ve babaya hürmetsizlik gibi büyük günah işleyenleri affetmez" buyurmuştur. Bu cihetle bu geceye "Mağfiret gecesi" de denilmiştir.

Bir senenin böyle muayyen ve mübarek günlerinin ve geceleri­nin kutlanmalanmn sebebi ve hikmeti; mü'minlere zaman zaman kendilerini murakabe ve muhasebe fırsatını vermektir. İnsanlar mai­şet endişesiyle türlü türlü medeni meşguliyet kaydiyle yaradanmdan

(41 Ramazan Musahabeleri, isimli eserden.

20

Page 21: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

yaradılış gayelerinden uzaklaşıyor. Halbuki insan, Kur'ân-ı Kerîm'in haber verdiği veçhile, mühmel, başıboş yaratılmış bir mahlûk de­ğildir. Rabbine, kendi nefsine, ailesine, mensub olduğu cemiyete ve millete karşı birtakım vazifelerle mükelleftir. Bu cihetle, Allah'a ibadet ve ubudiyet arzetmek cemiyetin fakirlerine ve herhangi bir suretle muavenete muhtaç ve düşkün sınıflarına yardım etmek, ölü­lerimizi rahmetle anarak, ruhlarını sevindirmek, dostlarımızla teb-rikleşerek arada sevgi ve saygı hislerini sağlamak için bu mübarok geceler ve günler, teşri kılınmıştır ki her birisi, millî birliğimizi kuv­vetlendiren en mühim âdetlerimizdir.

Bu mübarek gecelere mahsus ihtifallerimiz o günün ikindi na­mazından itibaren başlar. Camilerde vaizler bu kutlu gecenin men­kıbelerinden bahsederler, hafızlar Kur'ân okurlar, hatim duaları yapılır, bu suretle gönüllerde dinî bir vecd ve istiğrak Cenab-ı Hakk'a doğru incizab ve iştiyak uyamr. Bu ilâhi neşe, akşam vakti şuurlu her Müslüman ailesi içinde duyulur ve tekâmül eder. Akşam namazından sonra aile büyüklerinin elleri öpülmek, küçükleri el sık­mak suretiyle tebrik edilir. Akşam yemeğine de kandil simidiyle başlanır. Hepimizin bildiği bu an'aneyi hikâye etmekten maksadı­mız, bize neş'eli bir bayram havası yaşattığı için, unutulmasından korktuğumuz bu güzel âdetlerimi tesbit etmektir.

Vaktiyle Ahmet Rasim merhum, dîni günlerimize ait makaleler yazardı ve gönüllerde mübarek günlerin hatıralarını canlandırırdı. Şimdi artık pek uğraşan kalmadı gibi.

Bunlar, mübarek gecelere ait ihtifallerimizin zahiri şeklidir. Yat­sı namazından sonra bunun bir de hakiki şekli ve nefislerimizi mu­rakabe safhası başlar, iki kandil arasında geçen zaman içinde Al­lah'ımıza, kendi nefsimize, ailemize, komşularımıza, milletimize ve memleketimize ne yararlıkta bulunduğumuzu düşünürüz. Bu vazife-lerdeki kusurlarımızı hatırlayarak, tövbe ve istiğfar ederiz. İşlediği­miz hayırhahlığa devam etmeye ve ifâ edemediğimiz vazifelerimizi telafiye azmederiz.

îşte mübarek gecelerimize ait dîni ve içtimaî hayatımızın fezle­kesi budur.

Bu eserlerinden başka Beyzâvi, Hâzin, Medarik, tbn-i Abbas gibi eserlerle meşgul olmuş, bunların tashihiyle uğraşmıştır. Bilhas­sa Ahkâmu'l Kur'ân tesmiye ettiği eserini hazırlamış ve tab'ını yap-lırmıştır.

21

Page 22: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Merhum Prof. Kâmil Miras, Arap Edebiyatı'nm inceliklerine vukufiyeti dolayısıyla en çetin hadiseleri bile kolay anlaşılabilecek bir tarzda dilimize çevirmeğe muvaffak olmuştur. Bu meyanda ta­biat- şiiriyesi de vardı. Nitekim Bursa'da Yeşil Cami'nin içindeki şa­dırvan için :

Ey Müslüman, şu şadırvan, sanma sade bir çağlayan Tanrımızın rahmeti bu, su değildir ondan coşan Köşelerinden fışkıran, huzme bir nurdan direk Gönülleri hoş etmede dökülürken süzülerek

Gene başka bir kıt'ası :

Eksik sıfatlardan ârî Allah'ım. Seni teşbih eder, överim daim Senden başka Taun yoktur tapacak, Ben sana ibadet ederim ancak.

Üstad Prof. Kâmil Miras, Türk-İslâm Mecmuasında, îslâm Ta­rihimizin muhteşem bir sahifesi ve islâm Tarihinden heyecanlı sa-hifeleri sütunlarında çeşitli islâmî konulu yazıları da çıkmıştır.

Prof. Kâmil Miras'm eserlerinin her biri birer özellik ve birer güzellik ile bezenmiştir. Sade ve selis bir ifade ile yazılmıştır.

Üstad, Arapça ve Farsça'yı zahmetsizce konuşur ve yazardı.

Allah ruhunu şad etsin, makamı Cennet olsun.

Me'haz :

1) Bab-ı Fetva- Sicil Müdüriyeti 2) Kendi eliyle yazdığı sicil vakası (Diyanet Arşivinde) 3) Türkiye Büyük Millet Meclisi Zazıt ceridesi 4) Îslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuası 5) Sebilü'r Reşad Mecmuası sayı 244 6) Sahih-i Buharî, Prof. Kâmil Miras, yazan Veli Ertan 7) Diyanet işleri Başkanlığından emekli Hasan Hüsnü Erdem'-

den alman notlar.

22

Page 23: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Bir Tanıtım Ahmet KUBUOAN

D.İ.B. Mehmet GEBlZLİ Eğitim Merkezi

1961 yılında Kütahya'nın Tavşanlı İl­çesinde doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Tav~ şanlı'da tamamladı. 1980 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi'ne girdi. 1985 yılında me­zun olup askerlik görevini ifa ettikten son­ra 1988 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vazife aldı. Şu anda Manisa'nın Ahmetli ilçesinde vaiz olarak göreve devam etmektedir.

Bu yazımızda tanıtacağımız ki­tabın adı "i'lâüs-sünen" Kitabın mü­ellifi Zafer Ahmet el-Osmânî et-Te-hanüvî (1310-1394).

MÜELİÎFİN KISACA HAYATI

Müellif 13-Rebiü'l-eweI 1319 se­nesinde, Hindistan'da ilim merkezle­rinin en büyüğü sayılan "Duyubend" şehrinde doğmuştur. 3 yaşında iken annesini kaybeden müellif, ninesinin terbiyesi altında büyümüştür.

15 yaşma geldiğinde Kur'ân kı­raati ile ilgili dersler almaya başla­mış ve bu hususta Duyubend'deki Dâru'l- Ulûm medresesi müderrisle­rinden Hafız Namdar, Hafız Gulâm

23

Rasul ve Nezir Ahmed gibi meşhur kişilerden kıraat ilmi tahsil etmiştir. Bu tahsilini tamamladıktan sonra Urduca ve Farsça öğrenip, Mevlana Muhammed Yasin'in yanında Riyazi ilimler okumuştur.

Daha sonra Duyuben'den Tehâ-ne'ye intikal ederek, Muhammed Eş­ref Ali'nin ders halkasına katılıp sarf-nahiv okumuştur. Bir müddet sonra Kenbur şehrine giderek, "Câ-

(*) Muhammed Yasin, Pakistan'daki Dâr'ul ulum-ul-islâmiyye medre­sesinin kurucusu ve aynı zaman­da Karaçi müftüsü olan Muham­med Safi ed-duyubendi'nin baba­sıdır.

Page 24: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

miu'1-ulum" medresesinde Muham-med Ishak ve Muhammed Reşid'den hadis ilmine ait Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesâi, Tirmizi, Ibn-i Mace, Mişkâtü'l-mesâbih gibi kitaplarla birlikte usul-u hadis, fıkıh tefsir o-kumuştur. Buradaki tahsilini de ta­mamladıktan sonra Seheranfur'a gi­derek "Bezlü'l Mechud fi halli ebi Davud" isimli eserin müellifi muhad-dis Halil Ahmed'in hadis derslerine iştirak etmiştir. Ve Halil Ahmed'den hadis ve sair ilimlere ait İCAZET a-lan müellifimiz 1328 sensinde 18 ya­şında iken tahsilini tamamlamıştır. Bu arada yine aynı medresede Abdul-latif Nazım ve Abdülkâdir Bencâmi'-den mantık, hendese ve yüksek ma­tematik dersleri okumuştur.

7 sene bu medresede usul-u fıkh, mantık ve felsefe dersleri okutan müellifimiz "Tehane"deki "Imdâdu'l-ulûm" medresesine geçerek burada hadis, fıkıh, tefsir dersleri vermiştir. Buradan da "Muhammediyye" med­resesine giden Zafer Ahmed, orada 2 sene kadar tebliğ, va'z, irşad ile meş­gul olduktan sonra tekrar Tehane'ye dönmüş, ama burada da fazla kal­mayarak şimdi Pakistan'ın doğusun­da kalan Dakka, şehrine gidip usul-u hadis ve fıkıh dersleri vermiştir. 8 sene burada kalan müellif bu müd­det içerisinde halen Pakistan'm usul, fıkıh, hadis tefsir ilimlerinde en gü­zel ve en büyük olan medresesini te'sis etmiştir.

Daha sonraları, Pakistan'ın batı­sında olan Haydarâbâd'a bağlı Tend-vilahyar şehrine yerleşen ve ölümüne kadar burada ikamet eden Zafer Ah­med ulumu'l-İslâmiyye- medresesinde hadis dersleri vermiş ve ifta vazi­fesini yürütmüştür.

Ve müellifimiz 1394 senesinde ve­fat etmiştir.

Allah rahmet eylesin.

ESERLERİ

1) İ'lâ'üs-sünen. 18 cild olan bu eser 20 sene de tamamlanmıştır. Aşağıda bunun üzerinde duracağız.

2) Mukaddimetü i'lâ'üs-süncn: İ'lâüssünene mukaddime olarak ya­zılan aslında 3 cild ve ayrı ayrı ko­nuları muhtevi olan bu kitap tek mücelled halinde basılmıştır.

Birinci cild: Usul-u hadis hakkın­dadır.

ikinci cild: Taklid ve telfik ile başlayıp, icma ve kıyasın hüccet ol­ması, mezhebten mezhebe geçme... vb. konularda olmak üzere, gerçekte herbiri ayrı bir makale sayılabilecek olan yazıların toplanması ile oluş­muştur.

Üçüncü cild: Imam-ı Azam'ın ha­yatı, mezhebinde kullandığı istinbat metodları, muasırı olan alimlerle mü­nasebetleri, talebeleri ve meşhur mu. haddislerin kısa tarihçe-i hayatlarmı içine alıyor.

3) Cessas'ın "Ahkâmu'1-Kur'-ân"ı usulünde yazılmış "Delâll-i Kur'ân alâ mesâil-i Nu'man" adında­ki eseridir. 2 büyük cild halinde olup, Nisa sûresine kadar olan âyetlerin tefsiridir. Karaçi'de basılmıştır.

Müellifin Urduca telifleri de var­dır. Meselâ :

4) el-kavlü'1-metin fi'l- ihfâ-i biâmin.

5) Şakku'l gayn an hakki ref'il yedeyn.

6) Rahmetu'l kuddus fi tercü-meti behçeti'n-nüfûs.

24

Page 25: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

7) Fatihatu'l kitab fi kıraati halfe'l imam.

8) Keşfü'd düca an veehi'r-riba (arapça).

9) El-fetâvây-ı imdâdiyye(*).

Î'LAÜS-SÜNEN

Hindistan'ın meşhur âlimi ve "Hakimü'l iimme" lakabıyla anılan Eşref Ali, bazı kişilerin îmam-ı Azam'ın mezhebini te'sis ederken ha­disleri genellikle terk edip daha çok kıyas ve re'y ile amel ettiğini iddia etmelerine karşılık, bir cevab olmak üzere Hanefi Fıkhını baştan sona ya­ni taharetten mirasa kadar bütün hü­kümlerini tek tek ele alıp bu hüküm­lerin istihracında kullanılan metodu gözler önüne sererek bu fikirleri çü­rütmek istemiştir. Ve bu gayeye ma­tuf başladığı çalışmalarını tamam­layarak te'lif ettiği kitaba "îhyaü's-sünen" adını vermiştir. Ama maale­sef basılmadan önce yanmıştır. Uzun bir aradan sonra, aynı gaye ile tek­rar başladığı çalışmalarında ise an­cak namaz bahsine kadar gelebilmiş­tir. Sonra ilerleyen yaşından dolayı yapamayacağı veya tamamlayamı-yacağı endişesiyle bu çalışmayı Ah-med Hasan'a havale etmiş, fakat Eş­ref Ali'nin bazı düzeltmelerine Ah-med Hasan karşı çıkınca, bu sefer vazife Zafer Ahmed'e verilmiştir. Ve yazarımız da tamamı daha önce söy­lediğimiz gibi 18 cild olan ve 20 yıl­lık uzun ve sabırlı bir çalışma so­nucu meydana gelen ve t'lâüs-sünen adını verdiği bu eseri Eşref Ali'nin kontrolörlüğü altında tamamlamıştır.

KİTABIN ÖZELLİKLERİ

1) Fıkıh kitablarındaki tertib üzerine yazılmıştır.

2) Ele almış olduğu hadisleri metin ve sened yönünden incelemiş­tir. Yani önce, hadisin ravilerini tek

tek ele alıp kısaca tarihçe-i hayat­larını belirttikten sonra, Rical ilmin­de kullanılan istilahlara göre durum­larını anlatmıştır. Ta ki bu râvile-rin rivayet ettikleri hadislere ne de­rece güvenebileceğini belirtmek için.

Eğer hadisin metninde bir illet varsa, onu da tetkik ve tahkik ede­rek, hadis kriterlerine göre hükmü­nü belirtmiştir.

3) Hadislerin hangi hadis ki­taplarında geçtiğini dipnotlar halin­de bildirmiştir.

4) Hadisi, başka hadislerle a-çıklamak veya karşılaştırmak gere­ğini duyduğunda o hadislerinde kay­naklarını vermiştir.

5) Hüküm istinbatında dayanı­lan usul kaidelerini zikretmiştir.

6) Sair mezheb imamlarının gö­rüşlerini yerine göre bazan tafsili, ba-zan icmali olarak belirtmiştir.

7) Gerektiğinde sahabe, tabiin ve meşhur hadis sarihlerinin görüş­lerini aktarmıştır.

8) Sair mezheblerle çok farklı olan görüş ayrılıklarında onların de­lillerini de tek tek zikredip tahkik etmiştir. Mesela : Fatihasız namazın olup olmayacağı vb. gibi. Bu yüz­den bu gibi bahisler sayfalarca sür­müştür.

Neticede, kitaba baştan sona bir bütün halinde bakıldığında şu görü­lür. "Hanefi mezhebi re'y ekoldür. Kıyası nasslardan daha çok kullan­mış ve hadislere gereğince kıymet

(*) Hakim-ül iimme Eşref Ali bu ki­taba "İmdâdü'l-ahkâm fi mesâili'l halal ve'l haram" ismini verdiği için bu isimle de bilinir.

25

Page 26: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

vermemiştir" iddiasının mesnedsiz bir görüş olduğunu ve hanefilerin hadis­leri kıyas ve re'y'den daha çok kul­landığını isbat etmiş, daha doğru bir tabirle hakikati gözler önüne sermiş­tir.

Kaldı ki meseleye aklî veriler muvacehesinde yaklaştığımızda biz de aynı neticeye varabiliriz. Şöyle ki: İmam-i Azam H. 80-150 yılları arasında yaşamıştır. En son sahabi-nin —ihtilaf olmakla birlikte— 110 yılında vefat ettiğini gözönüne ala­cak olursak imamın hayatta kalan birçok sahabeyi görmüş olabileceği akla ve mantığa daha yakındır. Zi­ra tarih bunu doğrulamaktadır, Bir­de imam, 13 yaşında iken babası ile birlikte Hac için Mekke'ye gittiğinde birçok sahabe ile görüştüğünü söy­lemektedir. Halbuki başta tmam-i Safi olmak üzere diğer mezheb imam­ları o dünyadan ayrıldıktan sonra dünyaya gelmişlerdir. Dolayısıyla îmam-ı Azam tabiinden olmakla be­raber diğerleri değildir. îş bu minval üzerine olunca, sahabeyi gören, ya­şadığı devir itibariyle onlara daha yakın olan kimsenin hadisleri daha arızasız telakki etmesi ve hüküm is-tinbatında onları kullanmasından da­ha mantıki ne olabilir?

Yalnız, hep yapıla gelen bir iti­raz vardır. O da Imam-i Azam, Kü-fe'de neş'et etmiş ve sahabenin asıl mekanı olan Mekke ve Medine'den u-zak yaşamıştır. Bununla denilmek is­tenen şeyi herhalde anladınız. Ama biz yine tarihi gerçeklere baktığımız­da sahabe-i kiramın cihad imaret... vb. gibi ulvi gayeler ve vazifelerle Medine'den ayrıldığını hassaten Hz. Ömer'in vefatından sonra çoklarının

başka yerlere yerleştiğini biliyoruz. Bilindiği gibi Hz. Ömer çeşitli mü­lahazalardan dolayı islâm'ın bidaye­tinde o çileli halka içinde yer alan­ların Medine'den uzun süreli ayrılma­sına izin vermiyordu. Böyle olunca Imam-ı Azam'ın çeşitli islâm belde­lerine dağılan sahabeden istifade etmesi niye mümkün olmasın. Kaldı ki İbn-i Mes'ud'un ikamet ettiği yer Küfe değil miydi?

Son olarak, ilim dünyasının çok uzun seneler haberdar olmayıp, son­radan vâkıf oldukları ve çok yakın bir zaman diyebileceğimiz bir süre önce Türkiye'de de basılan ve tercü­mesi yapılan "Mesned-i İmam-ı A'zam" adlı hadis kitabında gö­rüyoruz ki, sülasi hadisler o ka­dar çoktur ki, sülasi olmayan­lar elle sayılacak kadar azdır. Halbuki Kur'ân'dan sonra islâm di­ninin ana kaynak kitabı denilen Bu-hari'de 13 tane sülasi hadis vardır.

Bu da bize gösteriyor ki, îmam'-ın topladığı hadisler, elbette sıhhat yönünden arızasızdır. Pekala, bu arı­zasız hadisler ışığında varılan hü­kümler arızalı mıdır? Hâşâ.

Hulasa: Yaşadığı devir, hadise ve ricale vukufiyeti, hükm istinbatında kullandığı hadisler apaçık meydanda iken halen daha "Küfe ekolu ashab-ı re'ydir, kıyasa ehemmiyet verip, ha­disleri terk etmiştir" demek cehalet veya mezhep taassubundan başka birşey değildir.

işte kısaca tanıtmaya çalıştığı­mız bu kitap bu gerçeği gözler önü­ne sermek gayesiyle meydana geti­rilmiştir.

26

Page 27: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Fonksiyonları Açısından Hz. Peygamber Döneminde Mescid

ve Günümüze Getirdiği Değerler

1958 yılında Tosya'da doğdu. Orta öğ­renimini Kastamonu îmam-Hatip Lisesi'nde tamamladı. 1983 yılında Uludağ üniversite-si İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1981f te aynı fakülteye Dinler Tarihi Araşarma Görevlisi olarak girdi, "üç Büyük Dinde Kurban" konusunda Yükselt Lisans Çalış­ması yaptı. Halen görevine devam etmek­te olup "ilahî Dinlerde Mabed" konusunda doktora çalışması yapmaktadır.

Ahmet GÜÇ U.Ü. İlahiyat Fak.

Giriş :

Bilindiği gibi yeryüzünde ilk in­şa edile ma'bed (mescid) Kabe idi( '). Ancak, gerek içinin putlarla doldu­rulmuş olması, gerekse müşriklerin alenî baskılan yüzünden, müslüman-ların cemaat halinde ibadet etmele­rine elverişli değildi. Hz. Ebubekir, Anımar b. Yasir gibi bazı zâtların hususi mescidleri ve Erkam'ın evi(2) dışında bu görevi yerine getirecek bir başka mahal de yoktu. Bununla beraber, Hz. Peygamber ve ashabı­nın zaman zaman Kabe civarında ve Mekke sokaklarında ferd ferd namaz

kıldıkları veya cemaat halinde na­maz kılmak için bir evde toplandık­ları da bilinmektedir(3). Mekke'de yaşanan şiddet döneminde müsiü-manlar için ayrıca mescid inşa ede-

(l)Al-i îmran (3), 96. (2) Bbu Abdillah Muhammed b. İs­

mail el-Buhari, el- Câmiu's-Sa-hîh, Salât, 86, ist. 1979; Hami-dullah, Muhammed, İslâm Mü­esseselerine Giriş (trc. İhsan Süreyya Sırma), s. 51, İst. 1981.

(3) Jons Pedersen, "Mescid", İA, VIII, 2, İst. 1971.

27

Page 28: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

bilme imkânı da olmamıştı. Nihayet hicrete izin verilen Hz. Peygambe­rin, henüz hicret esnasında ilk yap­tığı iş Küba'da bir mescid inşa et­mek olmuştu (4) Adı "Takva Mesci­di" idi(5). Kur'ân-ı Kerîm'de kendi­sinden : "... ilk günden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için ku­rulan mescid..."(6) diye bahsediliyor­du.

Bu hareketiyle Hz. Peygamber, hem ilk hür kalışını kutlamış olu­yor, hem de İslâm'ın müessese ve müeseseleşmeye vermiş olduğu öne­mi vurgulamış oluyordu. Medine'ye vardığında yapmış olduğu ilk işin mescid inşa etmek(7) olması ve za­manla müsülmanları mescid yapımı­na teşvik etmiş olması da(8) bunu göstermektedir.

Müesseseleşmenin hem maddî hem de manevî plânda gerçekleşti­rilmeye çalışıldığı Medine dönemin­de, fizikî ma'nâda ilk müessese ola­rak Mescid-i Nebi'yi görmekteyiz. Gerek o devrin sınırlı imkânları, ge-rlkse Hz. Peygamber'in üstlenmiş ol­duğu misyonu gözönünde bulundura­rak, Mescid'in icra etmiş olduğu fonksiyonları şöylece sıralayabiliriz :

I — İbâdet Yeri Olarak Mescid :

Yeryüzünün Ümmet-i Muham-med'e mescid ve temiz kılınmış ol­masına rağmen (9). İbadetlerin huşu ve huzur içinde edâ edilmesinde, Rab-kul münasebetinin te'sisinde ve manevî bir havanın teneffüsünde mescid'in icra etmiş olduğu fonksi­yon çok büyüktür. İşte bu öneme bi-naendir ki Hz. Peygamber; "Cemaat halinde kılınan namaz, sizin tek ba­şınıza kıldığınız namazdan yirmi beş (veya yirmi yedi) derece daha üs-' tündür" (io) buyurmuştur. Diğer ta­raftan, Hz. Peygamber'in sarımsak

v.s, yiyenlere o halleriyle mescide yaklaşmamalarını emir buyurmala­r ı ^ ) , oraya tükrük, balgam v.s. atılmamasını tavsiye etmeleri (12) de, onun mânevi havasını temin için ol-sagerektir. Mescid'in, ibadetin dışın­da bir amaçla kullanılması ile ihti­yaca binaendir(i3).

Bununla beraber, Hz, Peygam-ber'e gelen vahy, dinin emir ve ne-hiyleri de genellikle mescid'de tebliğ edilirdi (M).

II — Eğitim-Öğretim Yeri Ola­rak Mescid :

Âlemlere rahmet olarak gönde­rilen^) ve gönderiliş gayelerinden bi­rinin de muallimlik olduğunu söyle­yene*) Hz. Peygamber, eğitim öğ­retim faaliyetlerine büyük önem vermiş (") ve bu faaliyetlerin sür-

(4) İbn Hişam, es-Siratü'n-Nebe-viyyye, I-II, 494.

(5) Ebu Abdillah Yakut b. Abdil-lah el-Hamevi er-Rûmî, Mu'ce-mü'l Buldan, V, 124, Beyrut, 1957.

(6) et-Tevbe (9), 108. (7) İbn Hişam, a.g.e., I-II, 496. (8) Ebu'l-Huseyn Müslim b. Hac-

cac el-Kuşeyrî en-Neysâburî, el-Câmiu's-Sahih, Mesacid, 533.

(9) Buhari, Salât, 56. (10) Buhari, Ezan, 30. (11) Müslim, Mesacid, 561. (12) Müslim, Mesacid, 547. (13) Hamidullah, İ.M. Giriş, s. 54. (14) Buhari, Salât /70, 71; İlim, 28;

Müslim, Libas, 53, 1655. (15) cl-Enbiya (21), 107. (16) İbn Mâce, Mukaddime, 17. (17) Hamidullah, Muhtasar Hadis

Tarihi ve Sahife-i Hemmam İbn Münebbih (trc. Kemal Kuşçu), s. 21, İst. 1967.

28

Page 29: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

dürülmesinde mescid büyük bir ilim merkezi görünümü arzetmiştir. Bu yönüyle O, Prof. Hamidllah'a göre, İslâm'ın ilk üniversitesi olma ('8) ö-zelliğini de hâiz olmuştur.

İşte Hz. Peygamberle başlatılan ve mescid kanalıyla sürdürülen o devir eğitim-öğretim faaliyetlerini •—günümüz bakış açısıyla— üç ana başlık altında mütalaa etmek müm­kündür :

A — Plânlı-Programlı Eğitim-öğretim Faaliyetleri (Örgün Eğitim):

Bu tür bir eğitim-öğretim, ge­nelde muhacir undan olan suffa as­habına tatbik ediliyordu. Zira "bun­lar medrese-i risaletin Allah yoluna vakf-i nefs etmiş talebesi idiler."(i?)

Gündüzlü olarak devam edenler­le beraber sayılarını zaman zaman dörtyüze kadar yükseldiğinden bah­sedi len^) bu kişilerce "Suffa; ya­takhane, istirahat ve ders çalışma yeri olarak kullanılıyordu. Mescid-i Nebi ise, sınıf (dershane) durumun­daydı." (2i) Bizzat Rasülüllah Mes-cid'de oturur ve etrafını halka şek­linde saran cemaati aydınlatırdı. Kendisini dinleyenler, öğrendiklerini üç defa tekrar ederek ezberlerler­di ((22). Rasülüllah'ın dışında Abdul­lah b. Mes'ud, Ubey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Ebu'd-Derdâ gibi zâtlar da bu okulun öğretmenleri arasında yer alıyordu. Bunlar genellikle K. Kerim öğretmekle beraber, Kur'ân'm ince­liklerini iyi bilen ve dini hükümlerin içyüzünü vâkıf olan (fıkıhta ihtisas sahibi) kişilerdi(23). Hülasa bu öğ­rencilere bizzat Hz. Peygamber ve onun görevlendirdiği öğretmenler ta­rafından islâm'ın incelikleri, hayata getirdiği değer ve esaslar incelikleri ile beraber öğretiliyor ve onlar da bunları şahıslarında yaşayarak tat­

bik ediyorlardı (24). Ayrıca Kur'ân ho­calarının yanında, onlara yazı öğre­ten "Yazıcı hocaları"nın varlığı da bilinmektedir (25).

B — Belli Bir Plân ve Progra­ma Dayanmayan Eğitim-öğretim Faaliyetleri (Yaygın Eğitim)

Bu tür eğitim-öğretim faaliyeti­nin tatbik edildiği kişiler —suffa as­habı da dahil— daha çok ensâr idi. Bunlar Suffa'dan yatmıyor, öğretim için gündüz mescid'e gelip gecele­yin de evlerine dönüyorlardı (26). Böyle bir eğitime tabi tutulanlar mes'cide bağımlı kalmak zorunda de­ğillerdi. Bilindiği gibi "Medine döne­minde her yer okul ve smıf; öğret­men Hz. Muhammed (s.a.s.) ve onun yetiştirdiği ileri gelenler ve yine sa-

(18) Hz. Peygamber'in Bedir esirle­rine fidye-i necat olarak on müslüman çocuğuna okuyup yazmayı öğretmelerini şart koş­muş olması onun, eğitim-öğre-time vermiş olduğu önemi an­lamak bakımından şâyân-ı dik­kattir. Bk. Ibn Sa'd, et-Tabakâ-tü'1-Kübra, H, 22 vd. Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 247.

(19) Elmalı'lı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, n , 940, ist. 1971.

(20) Hamidullah, M.H. Tarihi, s. 21; Yazır, a.g.e. II, 940.

(21) Hüseyin Algül, islâm Tarihi, II, 190, ist. 1986.

(22) Buhari, İlim, 35. (23) Algül, a.g.e., n , 190. (24) Algül, a..g.e., H, 192. (25) Bk. Hamidullah, M.H. Tarihi, s.

21; Canan, ibrahim, Hz. Pey­gamber'in Sünnetinde Terbiye, s. 496, Ank. 1980.

(26) Hamidullah, I. M. Giriş, s. 57-58.

29

Page 30: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

habe-i Kiram bütünüyle öğrenci" idi (27). Bu tip eğitimi zamanı, günün her saati idi. Bazan Rasülülah'ın se­rinlediği bir kuyu başı, bir hurma a-ğacının gölgesi, bazan bir yemek sofrası, bazan cami'in avlusu veya içi, bazan Rasülüllah'ın yürümekte olduğu bir yol boyu, bir yolculuk ânı ve bazan da çarşı-pazar pekâla bir sınıf olabiliyordu. Bununla beraber, bu ilim alış-verişinin yoğun bir şe­kilde sürdürüldüğü yer Mescid-i Ne­bi ve çevresi idi(28). Bu öğrenciler devamlı da değillerdi. Bunlar işlerin­den arta kalan zamanda bizzat Ra-sülüllah'dan dini bilgilerini öğrenmek amacıylar bir araya gelebiliyorlar-dı. Hatta bu işi nöbetleşe sürdüren­ler bile vardı. Hz. Ömer de bunlar­dandı. Kendisi bu hususu şöyle an­latır : "Ensardan bir komşum ile be­raber Benû Umeyye b. Zeyd yurdun­da oturuyordum. Burası, Medine'nin Avali denilen semtindedir. Bir şey öğrenmek ümidiyle Rasülüllah (s.a. s.)'in nezdine nöbetleşe inerdik. Bir gün o iner, bir gün ben inerdim. Ben indiğim zaman o gün vahy ve sâi-reye dair ne duyarsam, haberini kom­şuma getirirdim. O da indiği zaman böyle yapardı..." (29)

C — Taşraya Yönelik Eğitim-Öğretim Faaliyetleri :

Bilhassa Hudeybiye musâlaha-sından sonra, kırsal kesimden bazı kabile reisleri ve temsilcileri kafile­ler halinde Medine'ye gelirler 10-60 gün arasında şehirde kalırlardı (M). Hz. Peygamber, civardan gelen bu heyetleri mescid'de ağırlar ve onlara bazı ilmihal kabilinden bilgiler ver­dikten sonra kabilelerine gönderirdi. Onları kabilelerine uğurlayacağı za­man içlerinden birini imam tayin e-der ve onlara "kabilenize dönünüz ve öğrendiklerinizi onlara da öğretiniz"

derdi (3i). Öyle anlaşılıyor ki bu il­mihal sınırları içinde verilen bilgiler arasında K. Kerîm öğretilir, itikat, ibâdat, muamelat ve ahlâkla ilgili özet bilgi verilirdi. Bu bilgiler, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) tayin ettiğî öğ­retmenlerce öğretilir, sonunda Hz. Peygamber onları bir çeşit imtihana tabi tutardı. Bu tür eğitim-öğretim faaliyetleri, bazan da taşraya bizzat muallim göndermek suretiyle icraedi-lirdi. Böyle hallerde bilhassa suffa okulu me'zunlarının istihdam edildiği bilinmektedir (32).

Şüphesiz Hz. Peygamber'in baş­lattığı eğitim-öğretim faaliyetleri sa­dece erkeklere yönelik değildi. Haf­tanın belli bir günü de hanımlara tahsis edilmişti. O gelince hanımlar mescid'de toplanır, Rasülüllah (s.a. s.) de onları çeşitli konularda aydın­latır, onlara bazı emir ve tavsiyeler­de b u l u n u r d u ^ ) . Çünkü o devirde mescid, kelimenin tam manasıyla bir "tâlim ve terbiye" yeri idi (34).

Öyle anlaşılıyor ki "islâm Eğitim Tarihi'nin, mescidlerle sıkı bir bağ­lantısı vardır... Esasen ortaya çıktığı andan itibaren mescid'de ders hal­kaları teşekkül etmeye başlamıştır. Ve bu halkalar senelerin ve asırların geçmesine rağmen, aralıksız olarak çeşitli îslâm memleketlerinde devam

(27) Algül, a.g.e., II, 194. (28) Algül, a.g.e. H, 196. (29) Tecrid Tercemesi, I, 90, Ankara

1978. (30) Algül, a.g.e., H, 197. (32) Buhari, ilim, 25. (32) Algül, a.g.e., II, 198-199'dan

özetle. (33) Buhari, ilim, 35. (34) Buhari, ilim, 8.

30

Page 31: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

edegelmiştir." (35) Ve şunu rahatlık­la söyleyebiliriz ki "asr-ı saâdetten-beri camilerimizin birer medrese gi­bi çalışması, suffa ile konulan îs-lâmî âdetin devamından başka bir şey değildir." (36)

III — Diplomatik Münasebetle­rin Sürdürüldüğü Yer Olarak Mescid:

Hz. Peygamber vahye mazhar kı­lınmakla iki görevi birden üstlenmiş oluyordu: Peygamberlik ve Devlet Başkanlığı. Zira "Islâmiyetin mahi­yeti icabı, din ile siyaset bölünmez bir bütün teşkil etmekte idi. Bu va­ziyet ifadesini, cami'in ordugâh mer­kezinde kurulmuş olmasında bulu­yordu..." (37) Bu münasebetle "müs-lim veya gayr-i müslim, herhangi ya­bancı bir heyet, Hz. Peygamber (s.a.s.)'i görmek ve görüşmek üze­re geldiklerinde o, bunları mescid'e kabul ediyordu" (38), Bu kabul mera­simleri de umumiyetle elçiler sütunu (Üstüvanetü'l-Vüfûd)'nun bulunduğu yerde yapılmakta idi. Bu "üstüvane" nin bugün dahi. Hz. Peygamber'in yabancı elçilerle görüşüp karşılaştığı yeri yâdetmekte olduğu söylenmek­tedir (39). Cami'in Islâmî bir merkez olmasını bizzat Hz. Peygamber iste­miştir ( f ) .

Gelen heyetlerin müslüman olup olmamaları farketmiyordu. isteyen herkes gelip Hz. Peygamber'le görü­şüyor, . müzakerelerde bulunuyor bazı konularda tartışabiliyordu. Mescid'de -serbestçe hareket etmelerine de göz-yumuluyordu (4i). Hat ta Necran Hris-tiyanları'rıa, kendi inançlarına göre ibadet etmelerine bile müsade edil­mişti (42).

IV — Hapishane Olarak Mescid:

Hz. Peygamber döneminde mes-cid'in icra ettiği fonksiyonlardan biri de onun, hapishane vazifesi görmesi

idi. Şüphesiz o devirde mescidin bu denli geniş kapsamlı kullanım alanı bulmuş olması büyük bir ihtimalle "ihtiyaç"tan kaynaklanıyordu.

Ebu Hüreyre'nin rivayetine gö­re "Nebi (s.a.s.) Necd tarafına bir süvari müfrezesi göndermişti. Bu müfreze, Benî Hanife'den Sümame b. Üsâl denilen bir kişiyi esir edip ge­tirdiler ve mescid'in direklerinden birisine bağladılar. Rasülüllah mes-cid'e çıktığında Sümameye :

— Yâ Sümame, yanında ne var ? (Gönlünden ne geçiliyorsun ve ben­den ne umuyorsun?) buyurdu. Sü­mame :

— Gönlümde hayır (ümidi) var yâ Muhammedi (Çünkü sen zulüm etmezsin, afvedersin)...." dedi. Ara­larında bir süre daha devam eden karşılıklı konuşmalardan sonra, Hz. Peygamber'in emriyle Sümame sa­lıverildi ve o da müslüman oldu (4i).

(35) Çelebi Ahmet, islâm'da Eğitim-Öğretim Tarihi (trc. Ali Yar­dım), s. 95-96, ist. 1976.

(36) Baktır Mustafa, islâm'da ilk Eğitim Müessesesi Sufaa Asha­bı, s. 43.

(37) Pedersen, "Mescid", I.A. V E , 42.

(38) Hamidullah, I.M. Giriş, s. 57. (39) Hamidulİah, islâm Peygamberi,

(trc. M. Said Mutlu-Salih Tuğ), n , 264, ist. 1969.

(40) Hamidullah, I.M. Giriş, s. 56. (41) Ibn Sa'd, a.g.e., I, 294; Peder­

sen, "Mescid", I.A., v m , 3. (42) Ibn Sa'd, a.g.e., I, 357. (43) Tecrid Tere. X, 374; Konu ile

ilgili farklı rivayetler için bk. Buharı, Salat, 76, 82; Ibn Hacer, el-Isâbe fî Temyizi's-Sahabe, I, 203.

31

Page 32: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Harp esirleri yanında, zaman za­man borçluların ve genel olarak suç­luların da mescid'e hapsedildiği o-lurdu(44). Ancak, esir edilen kişi ka­dın olursa mescid'de bir hücreye ka­patılır, herhangi bir direğe bağlan-mazdı. Nitekim Tay Kabilesi reisi­nin kız kardeşi Saffâne böyle bir muameleye tabi tutulmuştu (45). Te-bük seferine katılmayan ve sonra bundan pişmanlık duyan bir sahabî, kenli isteğiyle, kendisini mescidde bir direğe bağlatmıştı.

O devirde işlenen suç oranları­nın son derece düşük olduğu da gö-zönünde bulundurulacak olursa mes-cid'in bu vazifeyi ifa için kâfi ol­duğu daha kolay anlaşılacaktır.

y — Hastahane Olarak Mescid:

Mescid'in Hz. Peygamber döne­minde bazı tıbbî müdahale ve teda­vilerin yapıldığı bir hastahane va­zifesi gördüğü de bilinmektedir. Ge­nellikle harpte yara alanlar mescid'­de tedavi edilirlerdi. Hz. Aişenin ri­vayetine göre Hendek Gazvesi esna­sında ağır bir şekilde yaralanan Sa'd b. Muaz için Hz. Peygamber mes­cid'de bir çadır kurdurmuş, ölümü­ne kadar da orada kalmıştır (46). Bu durum, bir hastanın mescid'de te­davi edilmesinde dinen herhangi bir mahzurun olmadığını ve mescid'in bu amaçla fiilen kullanıldığını göster­mektedir.

VI — Misafirhane Olarak Mes­cid :

Hz. Peygamber, gerek suffa as­habının ve gerekse diğer müslüman-larm mescid'de barınmalarına, za­manı gelince orada yatıp uyumala­rına müsaade ederdi (47). Çünkü mes­cid, bir mânada "Allah'ın Evi" ol­ması hasebiyle de yerli ve yabancı­

ların rahatlıkla sığınabilecekleri bir yerdi. Bu kişilerin erkek veya ka­dın olması farketmiyordu. ihtiyaç halinde kadınlar da orasını bir mi­safirhane gibi kullanabiliyorlardı. Bir defasında İslâm'a henüz giren bir câriye için mescid'in bir kenarında kıldan bir çadır bile ihdas edilmişti. Bu husus, fitne korkusu olmamak şartıyle, kadının rahatlıkla mescid'­de barınabileceğim de göstermek İd i (48) .

özellikle civar kabilelerden —Hb. Peygamber'le görüşmek üzere— Me­dine'ye gelenler mescid'de ağırlanır­lardı. Zira onlar hiç kimseyi tanımı­yorlardı. Sayıları zaman zaman sek­sene varan bu heyetler, develerini de cami avlusunda bir yere yerleştiri­yorlardı (49). O günün şartlarına gö­re umuma açık misafirhane veya ko­naklama tesislerinin olması düşünü­lemeyeceğine göre, mescid'in bu tür hizmetler için kullanılması tabiî idi.

VII — Edebî Yarışmaların Ya-pılğıdı Yer Olarak Mescid :

Başlangıçta mescid bir İslâm Kültür Merkezi Vazifesini de gör­müştür. Orada edebî konuşma ve yarışmalar yapılıp, karşılıklı şiirler inşad edilirdi. Hicretten sonra, Benû Temin kabilesinden 80-90 kişilik bir grup, Peygamber'le görüşmek üzere Medine'ye gelmişti. Onlar hatiplerinin hitabetine, şâirlerinin ifade gücüne fazlasıyla güveniyorlardı, öğle nama.

(44) Bk. Buhari, Salat, 75, 76, 82; Nesaî, Mesâcid, 20.

(45) Hamidullah, Î.M. Giriş, s. 62. (46) Buhari, Salat, 72; Müslim, Ci-

had, 67. (47) Buhari, Salat, 58. (48) Tecrid Tere. II, 383. (49) Hamidullah, I.M. Giriş, ıs. 57.

32

Page 33: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

zının kılınmasını müteakip, önceden hazırlıklı olan hatiplere bir konuşma yaptı. Buna kargılık Peygamber E-fendimiz de ashabdan Sabit b. Kays'-a: "Buna cevap ver!" buyurdular. Sa­bit güzel bir konuşma yaptı. Sonra Benû Temim'in şâiri kalktı ve —en azından fikren hazır olduğu halde— bir şiir inşad etti. Bu defa Peygam­berimiz, şâir Hassan b. Sâbit'e yöne­lerek : "Cevap ver buna-" buyurdu­lar. Hassan'ın şiirinden sonra Temim heyeti mescid'in bir köşesinde bir a-raya geldi ve müslümanlann hatibi bizimkinden daha fasih, şâirleri de bizimkinden daha güçlü!" diyerek ha­kikati izhar etmişlerdi (05).

Öte yandan, Kâ*b b. Züheyr b. Ebî Sülmâ'nın, kendisini Rasülül-lah'ın "Bürde"sine nail kılacak meş­hur kasidesini gelip mescid'de oku­duğu da bilinmektedir (5i).

VIII — Hukuki Meselelerin Çö­züme Kavuşturulduğu Yer Olarak Mescid :

Hz. Peygamber döneminde çok yönlü kullanım alanı bulan mescidin yerine getirmiş olduğu önemli görev­lerden biri de onun, çeşitli kazaî (hukukî) hadiselere sahne olması idi. Karı-koca arasında gerçekleştirilen nikâh akdinin sona erdirilmesinden tutun da, borçlu ile alacaklı arasın­da anlaşmazlıklann çözümüne kadar pek çok hukuki mesele burada çözü­me kavuşturulmuştu :

"Sehl b. Sa'd'ın rivayetine göre, bir gün ashabdan biri Rasülüllah (s.a.s.)'a gelerek" ya Kasülallah! Ne dersiniz, bir kimse hanımı ile başka bir erkeği görürse o adamı öldürebi­lir m i?" diye sordu ve daha sonra mescid'de lanetleştiler." (52) islâm hukukunda "Ldan" adı altında zik­redilen bu muamelenin gerçekleştiril­

me şekli şöyle idi : "Bir adam, kendi karısının zina ettiğini söyler de ken­disinden başka şahit bulamazsa, hâ­kimin huzurunda dört defa : "Billla-hi, ona attığım sözde doğru olduğu­ma şahitlik ederim" der. Beşincide de : "Eğer yalan söylüyorsam Allah'­ın laneti üzerime olsun" der. Kadın da buna karşılık dört defa : "Billahi kocam yalan söylüyor" dedikten son­ra beşinci kez de : "Eğer kocam doğru ise Allah'ın laneti üzerime ol­sun" der. Böyle yemin etmesi ka­dından zina cezasını kaldırır. Hâkim de bu karı-kocayı birbirinden ayırır, nikahı fesheder." (53) Nitekim Hz. Peygamber de öyle yapmıştı.

Yine bir gün Ka'b admda bir sa-habî, Ibn-i Ebî Hadred'de olan ala­cağını mescid'de istedi. Bu esnada aralarında çıkan tartışma yüzünden sesleri hayli yükselmişti. Rasülüllah (s.a.s.) bunların tartışmasını evinden duydu ve odasının perdesini arala­yarak Ka'b'a seslendi. Ka'b'ın karşı­lık vermesi üzerine, parmağıyla işa­ret ederek, "alacağının yarısından vazgeç" dedi. O da "istediğiniz gibi olsun Ey Allah'ın Rasülü" diye ses­lendi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a. s.) İbn-i Ebî Hadred'e hitaben : "Kalk sen de borcunu öde" dedi. Böy­lece iki sahabî arasında çıkan anlaş­mazlık çözüme kavuşturulmuş ol­du (M). Konu ile ilgili olarak daha pek çok örnek vermek mümkün fa­kat verilen örneklerin maksadı an­latmaya kâfi geleceği düşüncesiyle

(50) Ibn Sa'd, a.g.e., I, 294. (51) Ibnü'1-Esir, el-Kâmil fi't-Târlh.

n , 274-276, Beyrut, 1965. (52) Buharı, Salat, 44. (53) Ateş Süleyman, Kur'ân-ı Kerîm

ve Yüce Meali, s. 349, Ank. 1983. (54) Buhari, Salat, 71.

33

Page 34: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

fazla örnek verme cihetine gidilme­miştir.

IX — Sosyal Bütünlüğü Sağla­ma Yeri Olarak Mescid :

Hz. Peygamber ve O'nun seçkin ashabım —namaz kılmak amacıyla— günün muayyen vakitlerinde bir ara­ya getiren mescid, inananların birlik ve beraberliğini sağlamada, birbirle­rinin durumlarından haberdar olma­larında mühim bir görevi icra edi­yor ve bu yönüyle de sosyal daya­nışma müessesesi olma özelliği arze-diyordu. Çünkü Hz. Peygamber ve ashabı iğlerinden birinin cemaate de­vam edemediğini görünce hemen onu araştırıyor, şayet başına herhangi bir musibet vs. gelmişse derhal onunla ilgileniyor ve ne gerekiyorsa ânında yapıyorlardı. Nitekim, asr-ı saadet'-de Mescid-i Nebi'yi devamlı olarak süpüren zenci bir kadın vardı. Bir ara Rasülüllah (s.a.s.) onu göreme­mişti. Merak ederek sordu. Sahabiler "öldü" dediler. Bunun üzerine Efen­dimiz (a.s.) "Bana haber vermeniz gerekmez miydi?" buyurdu. Onlar ise bu duruma pek de önem verme­mişlerdi. Oysa insan olarak herkese değer veren Sevgili Peygamberimiz bu durumdan hoşlanmadı ve : Bana kabrini gösterin" buyurdu. Gösterdi­ler. Gitti ve kadının kabri üzerine cenaze namazını kıldı, duâ etti." (55) Konu ile ilgili bir başka örnek de şudur :

"Ashabdan Salebe adında biri vardı. Cami'den hiç çıkmaz, hemen hemen bütün namazlarını cemaatle kılmaya gayret ederdi. Bu yüzden kendisine "Cami Kuşu" bile diyenler vardı. Daha sonra kendisinin ısrarlı isteği ve Rasülüllah (s.a.s)'ın duâsıy-le mal-mülk sahibi olmuş ve gün geç­tikçe çoğalan malları onu cemaatten

uzaklaştırmıştı. Bir ara Hz. Pey­gamber kendisini göremedi, etrafında bulunanlara Sâlebe'nin nerede oldu­ğunu sordu. Ashab: "Salebe vadiler dolusu sürülere sahip oldu, onlara ot­lak bulma derdine düştü" dediler. Bu­nun üzerine Efendimiz (s.a.) : "Ya­zık oldu Sâlebe'ye diyerek üzüntü­sünü belirtti (56).

Bütün bunların dışında mescid; zaman olmuş çeşitli bayram eğlence­lerinin yapıldığı yer haline gelmiş (57), zaman gelmiş mescid, üzüntülü ve sıkıntı anlar yaşayan kişilerin sığı­nabileceği yegâne yer olmuştur (58). Kısaca, tüm mühim işler burada gö­rülmüştür (59).

Hemen belirtmek gerekir ki Hz. Peygamber, mescid'in bu çok yönlü kullanımına rağmen onun, amacının dışında (ticaret v.s.) kullanılmasına kesinlikle müsade etmemiştir. Bu se­beple; mescid'de herhangi bir yitik vs.sini arayan biri işitildiğinde ona, "hay bulamaz ol mescid bu tür şey­ler için bina edilmedi" denilmesini emretmişlerdir (60). Peygamberlerinin kabirlerini mescid edinen Yahudi ve Hristiyanlara da lanet okumuştur. Ayrıca, ümmetini de bu tür yanlış davranışlardan sakındırmaya çalış­mıştır (6i). Yine aynı sebepten dolayı, münafıklar tarafından —sırf küfür, ve mü'minlerin arasını açmak niye­tiyle— Küba Mescid'i yanında inşa edilen Dırar Mescid'ini yıktırmıştır.

(55) Buhari, Salat, 72; Canâiz, 66; Müslim, Cenâiz, 23.

(56) Yazır, ag.e., IV, 2592-2593'den özetle.

(57) Buhari, Salat, 69. (58).Buhari, Salat, 58. (59) Bk. İ.A., "Mescid", VHI, 21. (60) Müslim, Mesâcid, 568-569. (61) Buhari, Salat, 55.

34

Page 35: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Şöyle ki : Bu münafıklar ötedenberi Küba Mescidi'nde namaz kılageldik-leri halde müslümanlar arasına ni­fak sokmak ve onlara zarar vermek maksadıyla ve binayı tesis etmişler­di. Siret-i tbni Hişam'da Ibni îshak'ın rivayetine göre, Peygamber Efendi­miz Tebük seferine hareket edip Me­dine'ye bir saat mesafede "Zîevan" köyüne geldiğinde bu münafıklardan bir heyet Efendimiz'in yanına gele­rek ya Rasülallah! Hastalar için ve Küba Mescidi'ne gelemeyen ashâb-ı hacet için, özellikle de yağmurlu ge­celerde namaz kılmak için bir mescid inşa ettik, teşrif buyursanız da na­maz kıldırsanız, hayır ve bereketle duâ buyursanız, diye ricada bulun­muşlardı. Efendimiz (s.a.s.) da, sefer, den döndüğünde isteklerini yerine ge­tireceğini va'd etmişlerdi.

Yine Sîret-i İbni Hişam'da îbni îshak'ın rivayetine göre, Rasül-Ek-rem Tebük seferinden dönüşünde, "Zîevan" köyüne gelmişti ki bu mü­nafıklar yine geldiler, Peygamber Efendimiz'i, inşa etmiş oldukları "Dı-rar Mescidi"ne tekrar davet edip va'-dini hatırlattılar. Efendimiz tam git­meğe hazırlanırken Tevbe Sûresi'nin şu mealdeki âyeti nazil oldu :

"Şu münafıklar ki; zarar ver­mek, inkâr etmek, mü'minlerin ara­sını ayırmak, Allah'a ve Peygamber'e karşı savaşanlara daha önceden göz­cülük yapmak üzere bir mescid ku­rup: "Biz sadece iyilik yapmak iste­dik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şahit­tir. Ey Muhammedi O mescide gidip de asla namaz kılma..." («)

Bu âyet-i kerime'nin nüzulü üze­rine Rasülüllah (a.s.), ashabdan Mâ­lik Ibn-i Dıhşem ile Ma'n îbn-i Adiyy'i çağırdı. Bunlara : "Haydi hiç

durmadan gidiniz! Şu zâlim cemaa­tin mescidlerini yıkınız! diye emir verdi. Bu iki sahabî, mescidin bulun­duğu Benî Salim îbn-i Avf yurduna vardılar ve bu mehâbetli emri hiç tereddüt etmeden yerine getirip mes­cidi yaktılar, yıktılar(63).

Sonuç :

Netice olarak diyebiliriz ki, ih­tiyaç duyulmadığı sürece, mescid'in, Hz. Peygamber döneminde kullanıl­mış olduğu hizmetlerinden bazısının ifâsı için kullanılmasına artık gerek yoktur. Çünkü günümüzde, bu tür hizmetlerin yerine getirilebilmesi için müstakil ve hattâ mükemmel diye­bileceğimiz müesseseler inşa edilmiş­tir. Ancak, yeniden ihtiyaç hissedil­mesi halinde mescid'in, benzer hiz­metlerin yerine getirilmesinde eski fonksiyonlarını icra etmesini engel­leyecek herhangi bir sebep yoktur.

Diğer taraftan, mescid'in bu çok yönlü kullanılışına bakarak, orasının rastgele, vakitli-vakitsiz herkesin gi­rip çıkabileceği, herkesin istediği za­man, istediği şekilde kullanabileceği bir yer olduğu da zannedilmemelidir. Orası "Allah'ın Evi"dir. Kapısı her­kese açıktır. Bu özelliği her zaman muhafaza edilmelidir. Cami ve mes­citlerin, huşûunu ve huzurunu koru­mak en önemli konulardandır. Em­niyet ve temizlik, her zaman sürdü­rülmesi gerekli tedbirlerdir.

Günümüz açısından önemli olan ise, islâm cemiyetinin ayrılmaz bir parçası durumundaki mescid'in, asr-ı saadetteki aksiyon ve aktivitesine kavuşturularak müslümanlann inanç

(62) Tevbe (9), 107-108. (63) Tecrid Tere. V. 283-284 (kısmen

sadeleştyirerek).

35

Page 36: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve yaşayışlarına, ahlâk ve âdetleri­ne yön vererek îslârnî birlik ve be­raberliğin, huzur ve sükûnun temi­ninde eski rolünü yeniden ifâ etme­sidir. Diğer taraftan, Hz. Peygam-ber'le başlatılan ve daha sonraki de-virlerde devam ettirilen "Suffa" ge­leneği bugün yeniden canlandırılabi­lir. Diyanet İşleri Başkanhğı'nın ko­ordinatörlüğü ve kontrolü dahilinde, sahasında yetişmiş ilim ehli tarafın­dan çeşitli ilim, irşâd ve sohbet mec­

lisleri oluşturulabilir. Müslüman hal­kımızın ilmî ve dînî kültürünün art ı­rılması açısından buna ihtiyaç da vardır. Böylece, mescid'in en önemli fonksiyonlarından biri olan eğitim-öğretim müessesesi olma özeHiği da­ha canlı ve daha faydalı hâle geti­rilmiş olur. İşte bunun temini için, Sevgili Peygamberimiz'in vârisleri durumunda olan din görevlilerimize önemli görevler düşmektedir.

36

Page 37: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

OSMANLILARDA İLMİYE TEŞKİLÂTI

(KANÛNİ'YE KADAR 1299 -1566)

Mehmet Emin AY Uludağ Ün. Araştırma Görevlisi

1963 yılında Van'da doğdu. Van îmam-Hatip Lisesini 1980 yılında bitirdi. Aynı yıl Erzurum Yüksek İslâm, Enstitüsü'ne kaydol­du. I. sınıfta başladığı hafızlığı II. sınıfın sonunda tamamladı. III. ve IV. sınıfları Bur-sa'da okuyup 1981/. yılında U.Ü. İlahiyat Fa­kültesinden mezun oldu. Mezuniyeti mütea­kip, açılan imtihanlar neticesinde Din Eği­timi Araştırma Görevlisi olarak aynı fakül­tede göreve başladı. Hâlen bu göreve devam etmekte olup, 1987 yılında neşredilen "Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım" isimli eserin yasarıdır.

Yüzyıllarca yaşayan Osmanlı Devleti'nin bekasında, "îlmiyye Teş­kilâtının önemli rolü olduğu bilinen bir gerçektir. Zira, devletin mad­deten devamını sağlayan Askerî ve îdârî sınıfın personelini de îl­miyye Teşkilâtı yetiştirmekteydi.

Batılı birçok ilim adamı ve seyyahın hayranlıkla ifade ettik­leri i1) Osmanlı Devleti îlmiyye Teşkilâtını tetkik ve bu teşkilâtın işleyiş tarzını tesbit etmek, Millî Kültür ve Tarihimiz açısmdan önemli olsa gerek, Kânûnî devrine kadar Osmanlılardaki îlmiyye

(1) Bu konuda geniş bilgi için bkz. Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, ist. 1978, X, 294, 311, 312.

37

Page 38: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Teşkilâtını ele alacağımız makalemize, bu teşkilât içinde yer alan eğitim kurumlarıyla başlamak yerinde olacaktır.

I — EĞİTİM KURUMLARI

. SIBYAN OKULLARI:

Eğitim kurumları içinde en küçük yapı taşını oluşturan bu okul­lara, "Dâru't-Ta'lîm" ve "Muallimhâne" gibi isimlerin de veıîidiği vakfiyelerden anlaşılmaktadır. (2)

imparatorluğun her kesimine ulaşan eğitim-öğretim ağı için­de yer alan bu kurumlarda sabî denilen beş-altı yaşındaki kız ve erkek çocuklar okumaktaydı. (3) Günümüzün ilkokulları seviyesinde olan bu okullara dört yaşından itibaren talebe alınması (4), eğitime küçük yaştan başlanıldığı fikrini vermektedir.

Karma bir eğitim olmasıyla birlikte, kız ve erkek öğrencilerin ayrı sıralarda oturdukları ve ilköğretimin genellikle dört yıl sür­düğü bilinmektedir. (s)

Fâtih'in, kendi adını taşıyan camiine etrafında yaptırdığı eği­tim, sağlık ve sosyal tesisler içinde bir de sıbyan mektebinin yer aldığı görülmektedir. Özellikle onun, adı geçen mektebe, ancak ye­tim çocukların, şayet yetim çocuk bulunmazsa, fakir çocukların alın­masını şart koşması (6), maddî yönden yetersiz yetim ve fakîr öğ­rencilere sağlanan imkânlar bakımından dikkat çekicidir.

Zengin ailelerin bu mekteplere ve öğretmenlerine yaptıkları yardımlar yanında, padişah ve hanedanının tahsis ettikleri vakıf gelirleri ile ilkokul talebeleri o zamanın şartlarına göre rahat bir eğitim imkânına sahip idiler. (7)

Bilgili öğretmenler tarafından kabiliyetleri teşhis edilen bir çok şahsiyetin varlığıyla, ilkokul seviyesinde sanatın da ihmal edil­mediğini söyleyebiliriz. Hammamizâde İsmail Dede (Dede Efendi)

(2) İbrahim Ateş, "Vakıflarda Eğitim Hizmetleri ve Vakıf öğrenci Yurtları" Vakıflar Dergisi, sayı XIV. Ank. 1982, s. 29.

(3) Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, îst . 1977, I, 82. (4) Nâfi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi, îst. 1930, s. 28. (5) Öztuna, age, X, 308. (6) Ergin, age, I, 82, 83. (7) Öztuna, age, X, 309; Ergin, age, I, 87.

38

Page 39: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve Hacı Arif Bey gibi musikî üstâdlarının yanısıra, çok sayıda hat­tatın da varlığından bahsedilmektedir. (8)

XVII. asır ortalarında —banliyöleri hariç— İstanbul'da 1993, Amasya'da 200, Erzurum'da ise 100 sıbyan mektebinin var olduğu bilinmektedir. (9) Bu rakamların abartma olduğunu iddia edenler var ise de (10), Kânûnî devri seyyahlarından Fransız Belon'un, "Her köyde mutlaka bir mektep vardır ve yalnız oğlanlar değil, kızlar da okumaktadır." şeklindeki tesbitiO1), tarafsız bir dille, eğitim-öğre-timin ne derece yaygın oluşunu ifade etmesi bakımından dikkate şa­yandır.

B. ŞEHZÂDEGÂN MEKTEBİ :

Osmanlı Hanedanına mensup kız ve erkek çocuklar ayrı bir yerde eğitim görmekte idiler. Günümüzdeki özel okul ve kolejler göz önüne alınacak olursa, Şehzâdegân Mektebi'nin varlığını, "aristok­rasinin bir sonucu" (12) olarak kabul etmek mümkün olmayacaktır.

Sıbyan mektepleri seviyesinde olan Şehzâdegân Mektebi, Top-kapı Sarayı'nm Harem Dairesinde, Dârüsseade Ağası'nın bulunduğu binanın üst katındaydı. Mektep Dârüsseade Ağası'mn gözetim ve denetimindeydi. O3)

Şehzadelerin bu mektepte aldıkları temel bilgilerden öte, hemen her konuda bilgi sahibi olmalarını "Atabeylik" ve" Lalalık" mües­seseleriyle açıklamak gerekir. (14) Zira bir şehzade, bu münevver ve yaşlı, aynı zamanda tecrübeli şahıslarla birlikte herhangi bir vilâ­yete gönderilir ve uzun bir eğitime tâbi tutulurdu. Sonuçta şehzade hemen her konuda bilgi sahibi olabilecek bir seviyeye gelirdi.

C. ENDERUN MEKTEBİ :

Ordu, saray ve hükümet işlerinde görevlendirilmek üzere subay, memur ve müstahdemler yetiştiren bu mektep, Topkapı Sarayı için-

(8) Bilgi için bkz. öztuna, age, X, 309, 310. (9) öztuna, age, X, 311.

(10) Ergin, age, I, 89. (11) öztuna, age, X, 311. (12) Ergin, age, I, 6. (13) Ergin, age, aynı yer. (14) Atabeylik ve Lalalık müesseseleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. î. Hak­

kı Uzunçarşılıı, Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal, Ank. 1984 s. 47; Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, îst. 1986, s. 22, 198.

39

Page 40: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

r

de idi. İlk zamanlar talebeler sadece devşirme ve yabancılar ara­sından seçilerek alınırdı. Rehine olarak istanbul'a getirilen hüküm­darların çocuklarının da bu mektepte eğitim öğretime tâbi tutul­duğu görülmektedir.'C15)

Talebesine "Ağa" denilen ve tahsil müddeti 14 yıl olan(16) bu mektepte, dinî ilimlerin okutulması, medreselerle aynı seviyede bir eğitim kurumu olduğu fikrini verirse de, burada her çeşit yazı ile Farsça'nın da bulunması, tedrisatın medreselerden farklı olduğuna ifade edebilir (") , ,

Aynı zamanda bir Harbiye Mektebi olarak da kabul edebilece­ğimize8) Enderun'dan mezun olanlar, Veziriâzamlık, Kaptanp&şalık, Yeniçeri Ağalığı, Kapıcıbaşılık, Saneakbeylikleri vb. sarayın ve hü­kümetin yüksek kademedeki kadrolanna tayin edilirlerdi. Sarayın mimarını, nakkaşım, hattatını, kâtibini, imam ve müezzinini... de yetiştiren bu mektepten, XHI. asır ortalarına kadar 79 sadrâzam, 3 şeyhülislâm, 36 kapdânıderyâ yetişmiş olması (w), bu mektebin eği­tim sistemi içindeki yerini belirtmesi açısından önemli rakamlardır.

Acemioğlanlarm ilk öğretmenleri Lala'lardır. Bunların, "ağa" lara Kur'ân-ı Kerîm ve ilmihal bilgileri öğretmeleriyle, eğitime baş­lanırdı. Oldukça yoğun bir eğitim programına sahip olan Enderun Mektebi'nin diğer bir özelliği, burada Türkçe'nin de Arapça ve Fars ça ile birlikte okutulmasıydı (x).

D. MEDRESELER1

1 — Giriş Osmanlı eğitim sisteminin belkemiğini oluşturan medreseler,

başlıbasma bir ilmî çalışmaya konu olacak kadar geniş ve zengin bir yapıya sahiptir. Eğitim Tarihi içindeki yerini, önemini ve fonk­siyonlarını ilgili eserlere(*) bırakarak, medreseler hakkında —kısa da olsa— birtakım bilgileri aktarmak istiyoruz.

(15) örnekler için bkz. Ergin, age, I, 10. (16) Atuf, age, s. 33. (17) Ergin, age, I, 15. (18) Atuf, age, s. 33. (19) Ergin, age, I, 16, 17. (20) Ders programı için bkz. Ergin, age, I, 16 vd. (*) Medreseler hakkında geniş bilgi için bkz. Ahmed Çelebi, İslâm'da Eği-

tim-Öğretim Tarihi, ist. 1983, s. 108 vd.; Cahid Baltacı, XVJCVI. Asırlar­da Osmanlı Medreseleri, tst. 1976. s. 3 vd.; Mefail Hızlı, XVI. Asır Bursa Medreseler5, (Basılmamış Y. Lisans Tezi) Bursa, 1986, s. 1 vd.

40

Page 41: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Mekke'de İslâm'ı tebliği ile, aynı za­manda eğitim-öğretim faaliyeti de başlamış oluyordu. Bu faaliyet Medine'ye hicretten sonra, "Suffa" adı verilen Eğitim kurumu ile daha da yaygınlaştırılarak teşkilâtlandırılmış ve ilk İslâm öğretmen­leri ve mürşidleri burada yetişmişlerdi. (21)

Zaman zaman mescidinde oturarak etrafındakilere çeşitli konu­larda bilgi veren Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu tatbikatı, kendisinden sonra gelen halifeler zamanında da devam ettirilmişti. Emevî ve Ab­basîler devrinde mescid ve evlerde devam eden eğitim ve öğretim faaliyetleri —genel kanaate göre— ilk defa Nizâmü'1-Mülk ile med­reselere intikal etmişti. Onun kurduğu Nizamiye Medresesi her yö­nüyle mükemmel, ilk islâm Üniversitesi olarak kabul edilmiştir. (n)

Bu ifadelerimizi Osmanlılarda ilk medresenin İznik ve Bursa'da kurulan medreseler olduğu görüşünü t23) aktararak noktalıyoruz.

2 — Osmanlılarda Medreseler (Dereceleri, Tahsil süreleri ve Okutulan dersler)

Tarih içinde medreseler ilk olarak ciddi bir düzenlemeye Fâtih ile birlikte ulaşmıştır. (24) Daha sonra H. Bâyazıd ve Kanunî devirle­rinde basit birtakım değişikliklerle birlikte aynı sistemi muhafaza et­tikleri görülmektedir. Bu makalede, adıgeçen padişahların dönemle­rindeki medreseler genel anlamda ele alınmış ve ilgili kaynaklar araş­tırılarak detaylardan uzak bir tasnif okuyucuya sunulmuştur(**)

a. Yirmili Medreseler :

Bu medreselere, ders kitabı olarak Hâşiye-i Tecrid'in, okutulması sebebiyle "Hâşiye-i Tecrid Medreseleri" de denilmiştir. Müderrisi­nin yevmiyesi 20-25 akçe olan bütün medreselere bu ad verilirdi.

(21) Bkz. Muhammed Hamidullah, islâm Peygamberi, (çev. S. Tuğ) tst. 1980, II, 828 vd. Mustafa Baktır, Suffa Ashabı, îst. 1984, s. İ9 vd.

(22) Geniş bilgi için hkz. Hızlı, age, s. 3 vd. (23) Ayrıntılı bilgi için bkz. Taşköprizâde, eş-Şekâiku'n-Nu'mâniyye fî Ulemâi'd-

Devleti'l-Osmâniyye, Beyrut, 1975, s. 8; Atuf, age, s. 30; Uzunçarlışı, Os­manlı Tarihi, Ank. 1982, I, 552; Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ank. 1984, s. 1 vd,; öztuna, age, X, 294.

(24) Uzunçarşılı, ilmiye Teşkilâtı, s. 11. (**) Bu konuda yapılan değişik tasnifler için bkz. Uzunçarşılı, age, s. 11 vd.;

öztuna, age, X, 295; Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, tst. 1983, s. 87.

41

Page 42: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Tahsil süresi(***) 3 ay ile 2 yıl arasında değişiyordu(*) Okutulan ders ve kitaplar, Belagattan Mutavvel; Kelâm'dan

Hâşiye-i Tecrid; Fıkıh'tan Şerh-i Ferâiz; Mantık'tan §erh-i Şem-siyye olup, bunun yanısıra çeşitli gramer kitapları da okutulmak­taydı. i26) ' ;

b. Otuzlu Medreseler :

Belagattan Şerh-i Miftâh'm okutulması sebebiyle bu medrese­lere "Miftâh Medreseleri" d^ denilmekteydi. Müderrisinin yevmiyesi 30-35 akçe idi.

Tahsil süresi 2 ay ile 2 yıl arasında değişmekteydi^27) Fıkıh'tan Tenkîh ve Tavzih; Belagattan Şerh-i Miftâh; Kelâm'­

dan Hâşiye-i Tecrid; Hadis'ten Mesâbih; ayrıca Miftâh, Meânî adlı eserler de okutulan kitaplardan idi. (a)

c. Kırklı Medreseler:

40 akçe yevmiye alan bu medreselerin müderrisine "Kırklı'- ve­ya "Telvîh" denilirdi. (») Bu medreseler 1597-98 tarihinde Hariç Medreseleri arasında sayılmıştı^30)

Tahsil süresi zamana göre 3 ay ile 3 yıl arasında idi. (3Î) Belagattan Müftâhü'1-Ulûm; Fıkıh'tan Sadruşşerîa ve Meşârik;

Hadis'ten Mesâbih; Kelâm'dan Şerh-i Mevâkıf, bu medreselerin ders ve kitaplarından bazılarını oluşturmaktaydı. (32)

d. Ellili Medreseler : Bu medreseler îki grupta ele alınabilir. (1) Hâriç Medreseleri: Anadolu Selçukluları, Anadolu Beylik­

leri ve hükümdarları ile onların ailelerinin, vezir, sancakbeylikleri ve komutanlarının yaptırdıkları medreselerdi. P )

(***) Osmanlı eğitim sisteminde kitap geçmek esas olduğa için tahsil süresi, müderris ve talebelerin gayret ve ihmallerine göre kısalıp uzamaktaydı:

bkz. Baltacı, age, s. 36. (25) Baltacı, age, s. 37. (26) TJzunçarşılı, age, s. 39. (27) Baltacı, age, s. 38. (28) TJzunçarşılı, age, s. 41. (29) TJzunçarşılı, age, s. 11. (30) Baltacı, age, s. 38. (31) Baltacı, age, aynı yer. (32) Baltacı, age, s. 39. (33) TJzunçarşılı, age, s. 11.

42

Page 43: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Tahsil süresi 5 ay ile 1 yıl arasında değişmekteydi. Bu medreselerde, Fıkıh'tan Hidâye; Kelâm'dan Şerh-i Mevâkıf,

Hadis'ten Mesâbih okutulan bazı ders ve kitaplardan idi. C3*) (2) Dâhil Medreseleri: Osmanlı padişahlarıyla, şehzade anne­

leri, şehzadeler ve padişah kızlarının yaptırdığı medreseler idi. (35j Tahsil süresi 6 ay ile 1 yıl arasında değişmekteydi. Fıkıh'tan Hidâye; Usûl-i Fıkıh'tan Telvîh; Hadis'ten Buhârî;

Tefsir'den Keşşaf ve Beyzavî, bu medreselerin başlıca ders ve ki­tapları idi. (36)

e. Tetimme Medreseleri :

Diğer adı "Mûsıla-i Sahn" olan bu medreseler, Sahn-ı oîan bu medreseler, Sahn-ı Seman'a öğrenci yetiştirilen kurumlar idi. Tale­besine "softa" denilirdi. Tetimme medreseleri, yapı itibariyle de Sahn medreselerinden ayrılırdı. Küçük ve kubbesiz idiler. Sahn-ı Se-man'ın arka tarafında yer aJan bu müesseseler orta öğretime teka­bül etmekteydi. (37) Talebelerine ayda beş'er akçe verilmekte, üç ki­şi bir odada yatmakta ve yemeklerini de imaretten yemekte idiler (38)

Tahsil süresine kaynaklarda rastlayamadığımız bu medreselerin —esas itibariyle— Dâhil Medreseleri derecesinde sayıldığı (39) göz-önüne alınarak bunların da Dâhil Medreseleriyle aynı tahsil süresi­ni paylaştığı söylenebilir.

Okutulan ders ve kitaplara gelince, Mantık'tan Şerh-i Şemsiyye; Belagattan Şerh-i Miftâh ve Muhtasar Meânî; Usûl-i Fıkıh'tan Sad-ruşşerîa'nın Tavzîh'i ve bunun şerhi olan Telvîh; Kelâm'dan Şerh-i Tecrîd ile Sâdeddin Teftazanî'nin Telhis şerhi ve Kadı Beyzavî'nin Tevali' adlı kitabı.

f. Sahn-ı Semân Medreseleri:

Fâtih tarafından, Fâtih Camii'nin doğu ve batı taraflarında yaptırılan sekiz medreseye "Medaris-i Semaniyye" ya da "Sahn-ı

(34) Baltacı, age, s. 39, 40. (35) Uzunçarşılı, age, s. 11. (36) Baltacı, age, s. 40. (37) Bu müesseseler, günümüzün orta öğretimine tekabül eder. Ergin, age. I»

100; Atay, age, s. 81. (38) Uzunçarşılı, age, s. 9, 10; Ergin, age, I, 98. (39) Bkz. Uzunçarşılı, age, s. 12; Atay, age, s. 81.

43

Page 44: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Semân Medreseleri" denilmekteydi. Toplam yüzelliki odası ilet40) ge­niş bir alan üzerine kurulmuştu. Talebesine "Dânişmend" denilirdi. Bu medreselerde, müderrislere yardımcılık yapan "Muîd" (asistan) ler, dânişmenlerin gözetim ve denetimleriyle meşgul olmakta idi­ler. (41) Muîd'ler, dânişmendlerin çalışkan ve kabiliyetlileri arasından seçilmekteydi. (42) Bunu talebelerin çahşmaya teşvik edilmesi şeklin­de bir uygulama olarak kabul etmek mümkündür.

Tahsil süresinin 6 ay ile 1 yıl arasında değiştiği görülmektedir. (43)

Okutulan ders ve kitaplar arasında, Fıkıh'tan Hidâye; Usûl-i Fıkıh'tan Telvîh ve Şerh-i Adûd; Hadis'ten Buhârî; Tefsir'den Keş­şaf ve Beyzavî'yi görmekteyiz. C4)

g. Altmışlı Medreseler :

Derece bakımından Sahn ile aynı olmasına rağmen, müderrisleri Sahn müderrislerinden daha yüksek yevmiye alırdı. Burada, Sahn'-da başlamp da bitirilemeyen eserler tamamlanırdı. Fâtih devrinde Altmışlı medrese olarak Ayasofya Medresesi bulunmaktaydı. C5)

Tahsil süresinin 1545-46 yıllarında 1 yıl olduğunu öğrendiğimiz bu medreselere, daha sonraki Hatt-ı Hümâyûn ve Kanunnâmeler'de rastlanmadığı bildirilmektedir. (*>)

Bu medreselerde, Fıkıh'tan Hidâye ve Şerh-i Ferâiz; Kelâm dan Şerh-i Mevâkıf; Hadis'ten Sahih-i Buhârî; Tefsir'den Keşşaf; Usûl-i Fıkıh'tan ise Telvîh, okutulan ders ve kitajplardan bazılarını teşkil etmekteydi. (47)

h. Süleymâıniye Medreseleri :

Kanûnî'nin, Mimar Sinan'a inşa ettirdiği bu medreseler ile Os­manlı eğitim sistemi mükemmel bir seviyeye ulaşmıştı. Süleymâniye sitesinde Dârü'l-Hadis ile tıp, riyaziye (matematik) ve sair dinî, hu-

(40) Ergin, age, I, 100. (41) Uzunçarşılı, age, s. 7; Ergin, age, I, 98, 99. (42) Uzunçarşılı, age, s. 8. (43) Baltacı, age, s. 4,1. (44) Baltacı, age, aynı yer. (45) Hızlı, age, s. 20. (46) Bkz. Baltacı, age, s. 41. (47) Baltacı, age, s. 42.

44

Page 45: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

kukî ve edebî eğitim yapılabilmesi için altı medrese ile hastane, ima­ret, tabhâne, hamam vb. sosyal tesisler inşa edilmişti. Dârü'l-Hadis, derece itibariyle en yüksek seviyede bulunmaktaydı. C8)

Bu medreselerin tahsil süresine kaynaklarda rastlayamadık. (49) Ancak, •—özellikle Tıb Medresesinde— bir usta-çiraklık statüsünün varlığını dikkate alacak olursak, öğrencinin mesleğinde kabiliyet ve ihtisas kazandığı zaman icazet almayı da hak ettiğini söyleyebiliriz.

Yine net bir şekilde ders ve kitapların neler olduğunu tespit edemediğimiz bu medreselerde, din, tıp ve riyaziye bölümlerinde her birinin kendine mahsus dersler okuttukları düşünülebilir. Şu kadar var ki, Süleymâniye Vakfiyesi, Dârül-Hadis'in ders programı hak­kında bize birtakım bilgiler vermektedir. Bu vakfiyeden, Dârü '-Ha-dis'de, Buharî, Müslim, Mesâbüı, Meşârik ve Keşşaf adlı eserlerin okutulduğunu görmekteyiz. P )

Buraya kadar zikrettiğimiz medreselerin tahsil sürelerinin ve okutulan derslerin zaman, mekân ve müderris durumuna göre fark­lılık arzettiğini, dolayısıyle bu medreselerde okutulan derslerin bir program dahilinde nasıl bir sıra takip ettiğinin kesin olarak bilin­mediğini de(51) kaydetmeliyiz.

II — ÎLMİYYE SINIFININ İSTİHDAM ALANLARI:

A.. MÜDERRİSLİK :

Hâşiye-i Tecrid medreseleriyle tahsil hayatına başlayan bir ta­lebe, sonunda Sahn-ı Semân veya Sahn-ı Süleymâniye medreselerin­den birini tamamlamasıyla icazet almaya hak kazanırdı. Adım "Ruz-nâme" veya "Matlab" denilen Kazasker nezaretindeki deftere kay­dettiren aday, müderrislik almak için "nevbet" denilen sırayı bek­lerdi. Sırası gelen talebe, en aşağı derecedeki Haşiye-i Tecrid medre­selerinden birine tayin edilirdi. (H)

(48) Bu medreseler hakkında bilgi ve farklı görüşler için. bkz. Uzunçarşılı, age, s. 33 vd.; Ergin, age, I, 100; öztuna, age, X, 299; Baltacı, age, s. 48 vd; Atay, age, s. 89 vd.

(49) Uzunçarşılı bu konuda yeterli bilginin olmadığı kanaatindedir. Bkz. Uzun­çarşılı, age, s. 38.

(50) Bu vakfiyenin metni için bkz. Atay, age, s. 92. (51) Uzunçarşılı, age, s. 39, (52) Uzunçarşılı, age, s. 45, 46.

45

Page 46: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Herhangibir medresede kadro boşalınca, orayt aynı derecede birkaç müderris talip olursa aralarında imtihan yapılırdı. Bunun için müderrislere belirli bir konu verilerek hem takrirleri alınır, hem de o konuda bir isale (makale?) yazdırılırdı. Bundan sonra bir heyet tarafından tetkik edüen risalelerin neticesinde kim başardı görülür­se, kadrosu boş olan medreseye o tayin edilirdi.

Müderrislerin imtihanlarında kazaskerler de bulunup, imtihan halka açık bir camide yapılır, sorular da medrese ve müderrislerin dereceleriyle münasip olurdu. (53)

Bütün müderrislerin tayinleri önceden kazaskerlerin padişaha arzetmeleriyle yapılmaktaydı. XVI. asır ortalarından itibaren ise Hâşiye-i Tecrid, Miftâh ve Kırklı medreselerin müderrislerini Kazas­kerler, daha yukarı medreselerin müderrislerini ise Şeyhü'l-îslâm, Sadrazama tayin yazısı (iniıâ) yazarak atamakta idi.(M)

Zamanın şartlarına göre iyi bir hayat standardına sahip olan müderrislerin maaşlarının gerçekten tatmin edici olduğunu belirtijp, detaylarım ilgili eserlere bırakıyoruz. ( s)

B. KADILIK :

Osmanlılarda kadı, dinî ve hukukî hükümleri tatbik eden, ay­nı zamanda hükümetin emirlerini de yerine getiren kişi idi. (K) Kadı aynı zamanda devletin otorite ve menfaatinin de temsilcisiydi. (57) Adalet mekanizmasında önemli bir yere sahip olan kadıların tayini büyük bir ehemmiyet ile yapılmaktaydı. Medrese tahsilini tamamla­yan bir talebe idâri mekanizmada görev almak isterse, bir seçim işlemiyle, istanbul, Bursa, Edirne, Konya ve Sivas vilâyet merkez­lerindeki kadıların yanma, en az beş kişi olmak üzere "Danişmend-Stajyer" olarak atanıyorlardı. Bu kadıların yanında en az 3-5 yıl belki daha fazla bir süre hizmet görüyor ve stajyerlik sona erince İstanbul'a gelerek bir yıl da mülazemet süresini dolduruyor, ancak bundan sonra bir yerin kadılığına tek başına gönderiliyordu. (M)

(53) Uzunçarşılı, age, s. 63, 64. (54) Uzunçarşılı, age, s. 59. (55) Bu konuda geniş bilgi için bkz. Öztuna, age, X, 297, 298. (56) Uzunçarşılı, age, s. 83. (57) öztuna, age, X, 268. (58) Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, Ank. 1979, II,

97, 98.

46

Page 47: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Kadı, idarî teşkilât içinde yer alan kazaların hakimi idi. Mül­kî ve idarî âmir de olan kadı'nın emrinde zabıta, askerî yetküerle donatılmış subaşı ile onun emrindeki askerler görev yapmakta idi. (H) Kadı aym zamanda kaymakamlık makamının da sahibi idi. Bu itibar­la, esnafı fiat ve temizlik gibi hususlarda teftiş edebilmekte ve ge­rekirse o anda ceza kesebilmekteydi. (a)

C. MÜFTİUK-ŞEYHÜIİSLÂMLIK :

Osmanlıların ilk devirlerinde en yüksek ilmiyye payesi Kazas­kerlik idi. Fâtih devrinde tanzim edilen Kanunnâme'ye göre Müftî diye anılan Şeyhülislâm ise bütün ülemâmn reisi olup aym zamanda müderrislerin de en yüksek derecede olanı idi. Müf tilik, XVIII. asır­dan itibaren ise Şeyhülislâmlık tabiri umumileşmiştir. (61)

Müftîler Dîvân-ı Hümâyûn'da yer almazlardı. Onlar gerektiği zaman dinî konularda fetva verirlerdi. Ebu's-Suûd Efendiden itiba­ren Şeyhülislâmlar, eyâlet kadılarıyla müderrislerin azil ve tayin iş­lerini de bilfiil yürütmekte idüer. Şeyhülislâmlar, XIX. yüzyıhn or­talarından itibaren kabine azası olarak devlet yönetiminde söz sahi­bi olmuşlar ve bu durum imparatorluğun son yıllarına kadar devam etmiştir. (a)

Kanûnî'nin meşhur şeyhülislâmı Ebu's-Suûd Efendi'ye kadar müftîlerin tayininde belirli bir usul takip edilmemekte idi. Kazas­kerlik makamı, "Mevleviyet" denilen büyük kadılık ve müderrislik yapanlardan uygun gördüğünü tayin ederdi. Ebu's-Suûd Efendi'-den itibaren şeyhülislâmlık makamına Rumeli Kazaskeri olanlar ge­tirilmeye başlandı.63)

Şeyhülislâmlar, Dîvân-ı Hümâyûn'da yer almamalarına rağmen zaman zaman dinî bir meselenin çözümü için veya önemli bir konu­da varılan yanlış karan düzeltmek üzere Dîvan'a davet edilmişlerdir. Şeyhülislâm görünüşte Veziriazam Ue aym derecede ise de, aslmda ondan daha yüksek idi. Zira bir isyan vukuunda padişah aleyhmde fetva verebileceği için, bilhassa idarenin zayıf olduğu zamanlarda Şeyhülislâmdan çekinilirdi. (M)

(59) Öztuna, age, X, 270. (60) Uzunçarşüı, age, s. 87 vd; öztuna, age, X, 269 vd. (61) Uzunçarşüı, age, s. 174; Sertoğlu, age, s. 324. (62) Uzunçarşüı, age, s. 179; Sertoğlu, age, s. 325. (63) Uzunçarşüı, age, s. 177. (64) Uzunçarşüı, age, s. 178.

47

Page 48: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

D. KAZASKERLİK :

ilmiyye Teşkilâtında en yüksek âmir durumunda bulunmaları hasebiyle Kazaskerlerden (Kadıasker) de bahsetmek durumundayız. Konumuzu ilgilendiren taraf, Kazaskerlerin, ilmiyye sınıfının tayin işlerinde söz sahibi olmalarıdır.

Müderrisleri incelerken, medreseyi bitiren bir talebenin Kazas­kere başvurarak adını "Matlab" denilen deftere kaydettirdiğinden bahsetmiştik. Aynı durum kadı olmak isteyenler için de söz konu­suydu. Dolayısıyle, ilmiyye sınıfının tayininde, Kazaskerlerin baş­vurulacak tek mercî olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle, XVI. asırdan itibaren tayin işlerinin şeyhülislâmlara devredilisine kadar, bütün müderrislerin ve kadıların tayin ve azüleri Kazaskerlerin uhdesinde bulunmaktaydı, t65) Öte yandan hatırlanacağı üzere, müderrislerin boş kadroya atanmaları için yapılan imtihanda da Kazaskerler hazır bulunmakta idiler.

ffl — İLMİYYE TEŞKİLÂTININ MÂLÎ KAYNAĞI : VAKIFLAR

Osmanlılarda mükemmel bir şeküde işleyen eğitim-Öğretim sis­teminin finansmanı sadece devlete ait değüdir. Bu konuda en büyük pay vakıflarındı. XVIII. yüzyıla ait 330 vakfiyenin incelenmesi sonu­cunda, bu vakıfların gelirleriyle 4.947 kişinin maaşının ödendiği; XVIII. yüzyıl içinde ise, Anadolu ve Rumelide 6.000 yeni vakfın ku­rulmasıyla bu rakamın 86.915 civarına ulaştığı tesbit edilmiştir. Bu vakıfların gelirlerinin % 30.75'i din alanına, ,%28.16'sı eğitim-öğre-time, %12.20'si vakfeden aileye mensup kişilere, %10.51'i sosyal hiz­metlere, ;%9.70'i vakfın idaresine ve ,%6.50'si de askerî birliklere tahsis edilmişti^66) Görüldüğü üzere vakıf gelirlerinin önemli bir bölümü, eğitim-öğretim hizmetlerinindir. y

XVTTT. yüzyılda fakirlere ve talebelere iftar yemeği vermek maksadıyla kurulan vakıfların varlığı (67) talebelerin gözetilmesi ör­neklerinden sadece biriydi. Aynı zamanda, kurulan imaretlerde ye-

(65) Uzunçarşılı, age, s. 155. (66) Bahaeddin Yediyıldız, "Vakıf Müessesesinin XVIII. Asır Türk Toplumun­

daki Rolü" Vakıflar Dergisi, sayı, XW. Ank. 1982, s. 1-2. (67) Yediyıldız, age, s. 3.

48

Page 49: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

mek yiyenler arasında mektep ve medrese talebelerinin de bulun­duğunu68) kaydedelim.

Gayr-i menkul, çiftlik, zeytinlik, bahçe, han, hamam... gibi pek çok geli rkaynağını sırf Allah rızası için (69) eğitim kurumlarına vakfeden şahısların genellikle istekleri şundan ibaret idi : "Her dersin sonunda vâkıfı (vakfeden) hayır duâ ile yâd etmek..." (70)

Bu kadar samimi duygularla insanların hizmetine sunulan va­kıfların, eğitim-öğretime katkılarını, yapılan araştırmalar destekle­mektedir.

Vakfiyelerin incelenmesi sonucu tesbit edildiği üzere, başta sıb-yan mektepleri olmak üzere, medreseler, vakıf gelirlerinden önemli ölçüde faydalanmakta idiler. (71) Bir örnek verilecek olursa; Sadrâ­zam Damad Râgıb Paşanın vakfettiği vakfiyyede bir ilkokulun öğ­retmeni günde 20 akçe almaktaydı, ki bu da oldukça yüksek bir maaşa tekabül eder. (72) Önemli bir eğitim-öğretim kurumu olan medreselerin yapımı, bakımı, koruma ve geliştirilmesi, Öğretim ele­manları ile bu kurumlarda memur olarak çalışan görevli personelin maaşlarının günün şartlarına göre karşılanması da vakıflara aitti. Aynı zamanda, bu kurumda eğitim gören talebelerin elbise, kitap ve gıda ihtiyaçlarının temin edilmesi de vakıfların görevleri arasın­daydı. (")

Mektep ve medreseler kadar "Dâru't-Tib"ların da büyük bir kısmı vakıflar tarafından kurulmuş ve daimi destek görmüşlerdir. Vakfiyelerin verdiği bilgilere göre, Dâru't-Tıb'da görev yapan bir müderris günde 20 akçe, tıb talebeleri, kapıcı ve temizlikçiler ise 2'şer akçe almakta idiler. (74)

Hadis ilminde ihtisas yapılan "Dâru'l-Hadis"ler de vakıf gelir­lerinden faydalanan müesseseler arasındaydı. İncelenen vakfiyelerde, Dâru'l-Hadis müderrisinin 50, müdderis yardımcısının 5, talebe, ka­

o s ) Yediyıldız, age, s. 7. (69) örnekler İçin bkz. Ateş, age, s. 29. (70) Yediyıldız, age, s. 12. (71) Ateş, age, s. 50. (72) öztuna, age, X, 310, (73) Ateş, age, s. 31, 32. (74) Vakfiyeler için bkz. Ateş, age, s. 56, 63.

49

Page 50: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

pıcı ve temizlikçilerin ise 2'ser akçe gündelik aldıkları görülmekte­dir. (75) ,

Bu müesseseler yanında Dâru'l-Kurrâ'lar ve kütüphanelerin de vakıf gelirlerinden faydalandıkları, bu müesseselerin yapımı, ba­kımı, temizlik, yakıt, görevlilerin maaşları ve fakir öğrencilere yar­dım yapılması hususunda vakfiyelerin şarta bağlandığı görülmek­tedir. (76)

SONUÇ: • • , , i

Osmanlılar ilme gerçekten önem vermişler ve bunu çeşitli vesi­lelerle; âlime hürmet ve maddî destek, talebeye yardım, eğitim ku­rumlarına vakıf gelirlerini tahsis... suretiyle ifade etmişlerdir.

Atalarından almış olduğu manevî ve kültürel mirası en güzel ve verimli bir şekilde değerlendiren ve devam ettiren Osmanlılar, özel­likle Fâtih Sultan Mehmed ile, eğitim sistemlerini belirli bir düzene oturtmuşlardır. Fâtih'in kurduğu Sahn Medreseleri sayesinde, geniş­lemekte olan devletin ihtiyacını karşılayacak ilim adamları ve kadı­lar yetişmekteydi. Böylece, topraklan alabildiğine geniş Osmanlı Devletinin medrese ve mahkemelerinde aynı tahsili almış müderris ve kadılar görev yapmakta, dolayısıyle, devletin herhangibir bunalım sözknousu olmamaktaydı.

Osmanlı eğitim sisteminin düzenli bir şekilde işleyişinde, öğre­tim görevlilerinin liyâkati ve ilmiyye sınıfına sağlanan maddî im­kânların rolü büyüktür. Ayrıca medreselerde, bir müderrisin okut­tuğu talebe sayısının 20'yi geçmemesi (77) de, eğitimin kalitesine olum­lu yönde katkıda bulunmaktaydı.

- ı "Süleymaniye Medreseleri"nin eğitim faaliyetine başlamasıyle birlikte, ilmiyye teşkilâtı daha da güçlenmiş, dinî ilimlerin yanında fen ve matematik ilimlerinin de tahsiline başlanmıştır.

XVI. yüzyıla kadar mükemmel bir şekilde işleyen Osmanlı eği­tim sistemi, yine bu yüzyılda altın devrini yaşamış fakat devletin çeşitli kademelerinde görülen bunalım, aksaklık ve bozukluklardan

(75) Bkz. Ateş, age, s. 66. (76) Ateş, age, s. 67 vd. (77) Baltacı, age, s. 32.

50

Page 51: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

az da olsa etkilenmeye başlamıştır. İktisadî ve idâri alanlarda gide­rilemeyen buhranlar ilmiyye teşkilâtını gittikçe daha fazla etkilemiş ve bu durum medreselerin bozulmasına kadar varmıştır. Hemekadar bu bozulmada genel sebeplerin varlığı sözkonusu ise de, medreselerin kendi bünyesinde meydana gelen birtakım olumsuz gelişmelerin de bu bozulmada önemli rol oynadıklarını ve bu konuyu bir başka ma­kalede ele almak istediğimizi belirterek ifadelerimizi noktalıyoruz.

j ! ._. '. A ,\ •

BİBLİYOGRAFYA

AKDAĞ, Mustafa; Türkiye'nin İktisadî ve İçtimâi Tarihi, Ank. 1979. ATAY, Hüseyin; Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, İst, 1983. ATEŞ, İbrahim, "Vakıflarda Eğitim Hizmetleri ve Vakıf Öğrenci Yurtları"

Vakıflar Dergisi, Ank. 1982. , • ATUP, Nafi; Türkiye Maarif Tarihi, İst. 1930. BALTACI, Cahid; XV-XVI. Asırlarda Osmanlı" Medreseleri, İst. 1976. BAKTIR, Mustafa; Suffa Ashabı, İ s t . 1984. . , ; . ÇELEBİ, Ahmed; İslâm'da Eğitim-Öğretim Tarihi, (çev. A. Yardım) İst. 1983. ERGİN, Osman; Türk Maarif Tarihi, İst. 1977., HAMİDULLAH, Muhammed; İslâm Peygamberi,;'!çev; S. Tuğ) İst.. 1980. HIZLI, Mefail; XVI. Asır Osmanlı Medreseleri, (Basılmamış Yüksek Lisans

Tezi) Bursa, 1986. *. ."" ' ",.". ' .' .. ' :" .:' " •. ÖZTUNA, Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi,,İst. .1978; ' , .<> > SERTOĞLU, Midhat; Osmanlı Tarih Lügati, İst. 1986. TAŞKÖPRlZÂDE, eş-Şekâiku'n-NU-mâniyye fî TJlemâi'd-Devlet'I-Osmâniyye,

Beyrut, 1975. ;'• -.'•,-.' I ' UZUNÇARŞILT, İ. Hakkı; Osmanlı Tarihi, Ank. 1982.

Osmanlı Devleti Teşkilâtına^ Medhal, Ank. 1984. "s Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilâtı, Ank. 1984.

YEDİYJLDIZ, Bahaeddin; "Vakıf Müessesesinin XVDI. Asır Türk Toplumun­daki Rolü" Vakıflar Dergisi, Ank. 1982.

51

Page 52: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İyi Huylar

Etme erbâb-ı tekebbürle suhan Ol girizân, mütekebbirlerden

Ukalâ gerçi şekerler yediler "— Sana kibr edene Mbr et" dediler.

Ama kavgaya çıkar bir yanı Sen tevâzu'la savuştur anı.

Tutalım çarha erişmiş câhın Yine ednâ kulusun Allah'ın

Unf ile halkı kapından sürms Kimseye dâmen ü dest öptürme.

Sana tazim olunursa ne güzeli Etmiyen cahü ile etme cedel.

Herkesi mahrem-i esrar etme Sırrını ziver-i bâzâr etme.

Herkesin kavlini sâdık sanma Cümleyi amma münafık sanma.

Varma gayrın evine bidâvet Ola amma o da ehti, himmet.

Olma mecliste ne pür-gû ne hamûş Vakt üe gah zeban öl geh gûş.

Kimseye verme huşunetle cevap Lütf ile izzet ile eyle hitap.

52

fNâlî

Page 53: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ÇALIŞAN KADINLARIN SORUNLARINA BİR BAŞKA AÇIDAN BAKIŞ

Doç. Dr. Musa Kazım YILMAZ

1951ı- yılında Mardin'de doğan Yılmaz İmam-Hatip Lisesi'ni Diyarbakır'da bitirdi.

1979'da Erzurum Islâmî İlimler Fakül­tesinden mezun oldu ve doktora çalışma­larına başladı. 1986'da Tefsir ve Hadis bö­lümünde doktorasını tamamladı.

Yılmaz, kadrosuzluk nedeniyle dışarı­dan Doçentlik çalışmalarını sürdürdü. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı müftülük sınavını kazanarak Cizre Müftülü­ğüne atandı.

1988 yılı içinde bilimsel çalışmalarını tamamladı. 1^.10.1988 ta­rihinde Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Prof. Dr. Talat Koçyigit ve Prof. Dr. A. Osman Koçkuzu'dan kurulu jüri tarafından kendisine doçent­lik unvanı verildi.

Evli ve fy çocuk babası olan M. Kazım Yılmaz, 7.3.1989'dan Din İşleri Yüksek Kurulu uzmanlığına atanmış olup, halen bu görevi yü­rütmektedir.

GlRÎŞ :

Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor : "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasmız diye sizi ka­vimlere ve kabilelere ayırdık. Muhak­kak ki, Allah katında en iyi olanınız en çok Allah'tan korkanınızdır. Allah

herşeyi bilir ve herşeyden haberdar-dır."(i)

Allah (c.c.) hayat nizamının de­vam edebilmesi için iki farklı cins yaratmıştır. Cinslerin farklı yaratıl­mış olması, ayrı fonksiyonlara sahib

(1) Kur'ân-ı Kerîm, Hücurat, 13.

53

Page 54: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

olduklarına delildir, başka bir deyiş­le, herbir cins ne maksatla yaratıl­mış ise ona göre kabiliyetler ihsan edilmiş ve geliştirilmiştir. Bu nedenle erkeğin toplumdaki yeri ayrı kadı-nınki ayrıdır. Her iki cinse yüklenen sorumluluklarda verilen kabiliyetler­le doğru orantılıdır.

Bu husus, Resul-i Ekrem (s.a.s.) efendimizin -dilinde şu şekilde ifade­sini bulmuştur : "Herbiriniz çobansı­nız ve elinizin altındakinden sorum­lusunuz. Devlet başkanı çobandır ve halkından sorumludur. Erkek ev hal­kının çobanıdır ve raiyetinden sorum­ludur. Kadın kocasının evinin çoba­nıdır ve elinin altındakinden sorum­ludur...." (2) Birçok hakikati ifade e-den bu hadisi şerif devlet başkanı, aile reisi ve ev hanımlarının asıl vazife ve sorumluluklarını dile getir-mektedir. Şöyleki :

Erkeğin kadına nisbetle daha kuvvetli bedenî bir,yapıya sahip ol­ması, hanım ve çocuklarının maişe­tini temin etmekle' yükümlü olduğu­nu göstermektedir. Aile reisi olan erkek, emri altında bulunan aile ef­radının maişetini temin- etmek için çaba sarfederken kadın, (Yukardaki hadisin delaletiyle) evini ve çocuk­larını korur, onları terbiye eder ve onlara bir nevi çobanlık eder. Bu ara­da ev işleriyle de uğraşmayı ve ko­cası için huzurlu bir ortam temin etmeyi ihmal etmez. Allah'ın rızasına uygun ideal kadın tipi budur. Çünkü ilahi adalet her iki cinse sorumlu­luklarını yüklerken (Haşa!) bir ada­letsizlik yapmamış, hayatta oynadık­ları role bir noksanlık getirmemiştir.

Bu noktaları gözönünde bulun­durduğumuz zaman, kadının asıl va­zifesinin evine ve çocuklarına hizmet olduğunu anlayacağız.- islâmiyet -her nekadar kadmm dışarda çalışması­

nı ve kocasına yardım etmesini en­gellemiyorsa da; çalışmaktan âciz an­ne ve babasının, kardeşlerinin veya çocuklarının tek bakıcısı olma zaru­reti hasıl olmadıkça kadın keyfi bir şekilde evinin haricinde çalışmak zo­runda bırakılamaz. Yani zaruri bir durum hasıl olmadıkça kadm çalış­maktan ve aile bütçesine katkıda bu­lunmaktan muaf tutulmuştur, islâ­miyet kadına, evinin işlerini idare et­mek, kocasına ve çocuklarına huzur­lu bir aile ortamı temin etmek ve çocuklarını terbiye etmekle mükellef bir varlık nazariyle bakar.Zira ka­dın ancak bu yönüyle içinde yaşadı­ğı topluma en büyük hizmeti vermiş olur. Çünkü kadının terbiye edeceği çocuklar yarının büyük insanlarıdır.

ÇALIŞAN KADINLARIN SORUNLARI :

1 —' Analık duygusunun yıpran­ması açısından :

Karı ve koca arasında olan fıtri ülfetin ortadan kalkması halinde bir ailenin varlığından söz etmek bile fü-zulidir. Zira çalışan kadın çin, işi ile çocuklarının terbiyesi ve kocasına huzurlu bir ortam hazırlama arasın­da tam bir ahenk sağlamak imkan­sızdır. Çalışan kadın çocuklarını ya bir başka kadına terkedecek. veya modern çocuk yuvalarına bırakacak­tır. Her "iki durumda da çbcuk muh­taç olduğu şefkati bulamaz. Çünkü .şefkat Allah tarafından manevi bir gıda olarak annelerin bünyesine yer­leştirilmiştir. Çocuğun annesinden uzak olması ona karşı olan sevgisini azaltır. Hiçbir şey anne sevgisinin yerini dolduramaz.

(2) Buhari, Sahih, Kitabü'1-Cuma, 11. hadis.

54

Page 55: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

- Çocuğun yetişmesinde birinci de­recede muhtaç olduğu şey; şefkat ol­ması hasebiyle, anne ve babanın bo­şanmaları veya ölmeleri halinde ço­cuğa bakmaya kimin daha layık ol­duğu . meselesi mühim bir husustur. Normal olarak annenin bu işe daha layık olduğu kabul edilegelmiştir. Ço­cuk Hakları Beyannamesinin 6. mad­desinde de "Küçük çocuk istisnai hal­ler dışında anasından ayrılmamalı­dır." denmektedir." (3)

Nitekim Hz. Peygamberden ri­vayet edilen hadisler, annenin baba­ya nazaran daha şefkatli olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple henüz buluğ çağma ermeyen bir çocuğun herhangi bir şekilde annesinden ay­rılmaması bir esas olarak kabul edil­miştir. "Allah, anne ile çocuğun ara­sını ayıranı kıyamet günü sevdikle­rinden ayrı tutar," (4) hadisi konunun ehemmiyetine dikkat çekmektedir. Günde sekiz saat çalışan bir anne ile çocuğunun arası yarılmış demek­tir. Çocuğun bu yolla anne sevgisin­den mahrum bırakılması hususu, ge­lecek için kötü sonuçlar doğurmak­tadır. Çocuk hayata atıldığı zaman, kendisine şefkat kanatlarını geren bir anne ile içli dışlı olmadığı için sert tabiatlı ve acımasız bir ldşi du­rumuna düşer. Çocukta çekirdek ha-lide mevcut bulunan ve ancak aile içinde filizlenen merhamet duygulan yavaş yavaş kurumaya başlar. Kü-çüklüğündenberi anne. sevgisini kay­beden bir çocuğun, büyüdüğü zaman başkasına şefkat ve merhamet gös­termesi tamamen tesadüf eseridir. Yaşlı anne ve babasına bakmayan merhametsiz insanların çoğalması üzerine devlet her türlü hürmete la­yık yaşlı anne ve babalar İçin huzur evlerini açmak zorunda kalmıştır. Bu tür tesislerin huzurdan ne kadar uzak oldukları tartışılmaz bir ger­

çektir. Çalışan annelerin çocuklarına yeterince bakmamalarından doğan bu durum "anlık duygusunu" yıprat­tığı gibi toplum gücünün zedelenme­sine de yol açar.

2 — Anneye duyulan ihtiyaç açısından :

Şurası bir gerçektir ki anne ve babası tarafından yeterince terbiye edilmeyen bir çocuğun yabancılar ta­rafından iyice terbiye edilmesi müm­kün değildir. Çocuk güzel ahlâk, gü­zel davranış gibi hayatta gerekli olan bir çok şeyleri ancak aile bü­tünlüğü içinde elde eder. Çocuk top­lumun istikbalini çökertecek kötü huyları aile dışında daha çabuk elde eder.

Eğer evde anne gibi ailenin te­mel direklerinden birisi yoksa veya çoğu zaman bulunmuyorsa çocuğun terbiyesinin eksik kalacağı muhak­kaktır. Buna karşılık, zaruri bir du­rum olmadan sırf meşgale için ve­ya vakit geçirmek için çalışan kadın­ların çocuklarına olan şefkatleri git­tikçe zayıflaşır. Nitekim Ibni Ab-bas'ın rivayetine göre Hz. Ebu Bekir (r.a.) Hz. Ömer'in (r.a.) oğlu Asım'ı annesine teslim ederken "O büyüyüp kendisi için seçim yapıncaya kadar annesinin kokusu, harareti ve yatağı ona senden daha tatlıdır" demiş ve Hz. Ömer (r.a.) buna ses çıkarma­mıştır (S).

(3) Prof. Dr. ibrahim Canan, Pey­gamberin Sünnetinde Terbiye, s. 266, İstanbul, 1972.

(4) Prof. Dr. ibrahim Canan, adı geçen eser, 267; Hakim; el-Müstedrek, II, s. 55, Beyrut, 1986.

(5) Prof. Dr. ibrahim Canan, Adı geçen eser, 268.

55

Page 56: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Bir diğer rivayete göre Umreden sonra Hz. Ali Mekke'den yarılırken Hz. Hamza'nın (r.a.) kızı Ammare "Amca amca!" diyerek peşine düşer. Hz, Ali (r.a.) de yeğenine sahip çı­kar ve onu Fatima'ya (r.a.) tavsiye eder. Fakat onun kardeşi Cafer (r.a. ) "Onu ben yanıma alacağını. Hanımını onun teyzesidir." der. Hz. Ali r.a.) : "Hayır onu ben almahyım, Zira amcamın kızıdır ve yanımda Ra-sıılüllah'ın kızı vardır." der. Zeyd b. Harise ise : "Hayır, o kardeşimin kı­zıdır. O benim yanımda kalmalıdır." der. Durum Rasülüllah (s.a.s.)'me bildirilir. Rasülüllah "Bu teyzesinin yanında kalmalıdır. Teyze anne gibi­dir." diyerek Cafer'in lehinde karar verir(6). Hz. Hamza'nın (r.a.) kızı­nın terbiyesi için Rasülüllah tarafın­dan teyzeye yüklenen rol, terbiye açı­sından anne ihtiyacının ne kadar şid­detli olduğunu göstermektedir.

3 — Gugtinktt Batı çıkmazına düşmemek açısından :

Aile ve toplum için en çok deh­şet verici bir durum, bir gün bütün kadınların, Batıdaki gibi çalışacak duruma düşürülmeleridir. O zaman çocuklarımız ortada kalacak ve aile­den alacaklrı bütün iyi meziyetler­den mahrum kalacaklardır. Bunun neticesinde toplum onarılmaz yaralar alır.

Bugünkü Batı toplumları, aile yönünden ne kaybetmiş ise hep bu konudaki ihmaller yüzünden olmuş­tur. Maddeci bir zihniyete sahip olan Batılı toplumlar, rızık endişesiyle ka­dınların çocuk yapmalarını en az se­viyeye indirerek refah seviyelerini yükseltmeyi amaçlamışlardı. Ancak zaman ilerledikçe, yirmi yaşmda ev­lenen bir kadın sadece bir çocuk do­ğurduğu zaman, beş yıl sonra evde

işsiz kalmaya başladı. Bütün mutlu­luğu madede arayan bu toplumlar kadının evdeki işsizliğine son vermek için onu fabrikada çalıştırmaya baş­ladılar. Bu uygulamanm batılı top­lumlara en büyük zararı, yarım asır­lık bir zaman içinde yaşlı bir nüfu­sun bütün Amerika ve Avrupa kı­tasına hakim oluşudur.

Batılılar, az çocuk yapma pren­sibini gelişmekte olan müslüman ül­kelere tavsiye edip Ortadoğu ve Af­rika'da nüfus planlanmasıyla ilgili yatırımları finanse ederken, kendi kayıplarını telafi etmek amacıyla muhtelif çarelere başvurmaktadırlar. Batılı ülkeler, zedelenmiş bulunan analık duygusunu, aileyi ve topye-kün toplumu kurtarma operasyonları meyanında, doğum ikramiyesini ço­cuk başına binlerce dolara çıkarmış­lardır. Ayrıca, bir kadının çocuğu beş yaşma gelinceye kadar çalışmaması kararı benimsenmiş ve uygulamaya konmuştur.

4 — Erkek - Kadın eşitliği açı­sından :

Kadının her yönüyle erkek gibi olduğunu iddia edenler, "Kadın hak­ları" adı altında kadına pek çok ser­bestlikler vermişlerdir. Kadını çok tehlikeli bir yola sevkeden bu acıma­sız insanlar, kadınm sadece cinsiye­tinden istifade etmeyi ön plana ala­rak şefkat ve analık gibi insani duy­gularını köreltmeyi amaçlamaktadır­lar.

Allahu Teâlâ, kadınla erkeği bir tek nefisten (insan cinsinden) ya­ratmıştır. Ancak herbiri ne maksatla yaratılmış ise o yolda iş görmelidir.

(6) Buhari, Sahih, Kitabus-Sulh, 6. hadis.

56

Page 57: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Kadın fiziki özellikleri itibariyle ha­mile kalır, doğurur ve çocuk emzirir. Büyümekte olan çocuğunu terbiye et­mek de annenin görevidir. Kadın bu işleri yapmaya doğuştan hazırlıklıdır. Çocuğun yetişmesi için gerekli olan maddi gıda vücuduna yerleştirildiği gibi, şefkat ve sevgi gibi manevi gı­dalar da kalbine yerleştirilmiştir. Kadını evine ve çocuklarının bakı­mına bağlı kılan hususiyetler de bun­lardır.

Erkek fiziki yapısı itibariyle kuvvetli yaratılmıştır. Onun böyle kuvvetli bir yapıya sahip kılınması, ailesinin geçimini temin etmeye gay­ret etmesi içindir. Allahu Taâlâ is­teseydi bu iki kuvvet dengesinin ye­rini değiştirebilirdi. "Erkekler, ka­dınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Allah, kimini kiminden üstün kıl­mıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar. Onun için iyi kadınlar i taatkar olup Al­lah'ın kendilerini korumasına karşı­lık kendileri de gizliyi koruyanlardır, (kocalarına gizli gizli ihanet etmi-yenlerdir) (7) mealindeki âyet-i keri­me, erkeklerin dış ve mali işlerle, ka­dınların ise iç ve ailevi, terbiyevi iş­lerle yükümlü olduklarını göstermek­tedir.

Bazı insanlar, Alah'm insanı bir erkekle bir dişiden yarattığının hik­metlerini anlayamıyorlar. Erkeğe ve kadına farklı özellikler veren Cenab-ı Allah, kadını evin dışında çalışmak­tan muaf tutmuştur. Kadına rahat ve huzurlu bir aile yuvası, gerçek bir hanımefendilik veren îslâm di­nini benimsemeyen toplumlar, ne ka­dar ileri olduklarını ve kadına hürri­yetler bahşettiklerini (!) iddia etse­ler bile gerçekte çok geridedirler.

5 — Nafakanın Temini acısın­dan :

Kadının öncelikle çocuklarının eğitimiyle ilgilenmesi gerektiği yo­lundaki çağrımız, onun toplumdan tecrid edilmesi gerektiği anlamına gelmez. Bu çağrıdan maksad, kadı­nın fıtri görevleri olan zevcelik ve analık gibi vazifelerini yapabilmesi için ona fırsat vermeyi sağlamaktır.

İslâm hukukunda erkek tek ba­şına ailenin nafakasını temin etmek­le yükümlü kılınmıştır(8). Zengin bi­le olsa kadın ailenin nafakasını te­min etmekle yükümlü değildir. Ka­dın evlenmeden evvel, icabı halinde, kardeşleri ve ebeveyninin nafakasın­dan sorumlu olabilir. Evlendikten sonra çocuklarına bakmakla, onlara huzurlu bir yuva temin etmekle yü­kümlüdür. Ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi (9), erkeklerin kendi mallarından kadınlara harcamaları onları evde yönetici rolüne koymuş­tur. Kadının çalışmasını zaruri kıla­cak bir durum hasıl olmadıkça, onu asli görevinden uzaklaştıracak hiç­bir görevde çalıştırılamaz. Zaruri bir durum olunca da, vakarını, haysiye­tini ve topyekün kadınlığını zedele-miyecek işlerde çalıştırılması gerekir.

6 — Çalışan kadının aile bütçe­sine gerçek katkısı açısın­dan :

Toplumun yarısı demek olan ka­dın islâm'ın nazarında erkeğin arka­daşıdır. Bu husus Veda Hutbesinde

(7) Kur'ân-ı Kerîm, Nisa, 34. (8) eş-Şeyh Mansur Ali Nasıf, at-

Taç, II, s. 366, istanbul, tarih­siz.

(9) Kur'ân-ı Kerîm, Nisa, 34.

57

Page 58: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

açık bir şekilde anlatılmıştır(io). İs­lâm'ın kadını "aile yuvasına hizmet eden bir varlık" olarak telakki et­mesi çok manidardır. Evlilik akdin­den sonra artık o bir erkeğin hiz­metçisi değil, kendi öz evinin koru­yucusu ve. hizmetkârıdır. Yapılan an­ketler gösteriyor ki, çalışan kadınla­rın büyük ekseriyeti ekonomik zo­runluluklar dolayısıyla çalışmaktadır. Geriye kalanlar da, aldıkları ücretin üçte biri kendilerine verildiği takdir­de sevine sevine istifa edip yuvala­rına döneceklerdir. Ancak Batıyı kö­rü körüne taklid edenler, iktisadi ge­lişmelere bir çözüm getirmeden in­sanları lükse ve israfa alıştırdıkları 'için erkeklerin aldıkları ücret geçim için kafi gelmemeye başladı. Bu du­rum, kadını yuvasından alıp dışar-da çalıştırmak zorunda bıraktı.

Hanımın bir anne olarak evde bulunmamasının ortaya çıkardığı manevi sorunları bir tarafa bıraka­rak, çalışan kadının aldığı ücretten kreş masrafları çıkarıldığı zaman aile bütçesine katkıda bulunmak maksadıyle çalışmasının ne kadar sathî kalacağı görülecektir.

Görülüyor ki, artan aile masraf­larını karşılamak için kadınlar ça­lıştırılmak zorunda bırakılmışsa da; şahsi masrafları, çocuklar için ge­rekli olan ana okulu ve kreş ücret­leri ve çarşı-pazar masrafları aile bütçesini değişik bir biçimde sars­maktadır.

SONUÇ :

Sonuç olarak kadını çalışmaya teşvik ederken, aile içi eğitimi ve

çocukların yetişmesini de dikkate al­mayı gerektirir. Yazımızın başında zikrettiğimiz âyet-i kerimeden de an­laşılacağı gibi kadın cemiyetin ya­rısıdır. Diğer yarısı da erkektir. Ka­dın her halû kârda toplumun oluş­masında önemli bir rol oynayacak­tır. Bu rolün müsbet ve yapıcı ol­ması için çaba sarfetmek herkesin görevidir. Bu arada, kadının çalış­masını teşvik eden devlet yetkilileri­ne de önemli bir sorumluluk düşmek­tedir. Yetkililer, işgünü kaybına ve ücret azlığına yolaçsa bile kadınların çalışma saatlerini azaltmak suretiy­le onların evdeki terbiye vazifelerine yardımcı olmalıdır. Aksi takdirde, kadının çalışmasını teşvik eden ve çalışmayan kadınlara "ekonomik ba­ğımsızlığını kazanmamış" gözüyle bakanlar, mâli portresi trilyonları bu­lan kreş ve çocuk bakım evlerini yapmak zorunda kalacakları gibi, ge­lecekte toplumun temel taşı olan aile açısından çok vahim durumlarla kar­şılaşılacağı da muhakkaktır. Biz bu görüşümüzle kadının elde ettiği sos­yal hakların lağvedilmesi gerektiği­ne işaret etmek istemiyoruz. Aksine elde edilmiş olan çalışma hakkının, kadın ve aile açısından iyi bir şekil­de ve zaruret halinde kullanılması gerektiğine işaret etmek istiyoruz. Böylece kurumlasan haklarm aile ve topluma yönelik zararları kısmen de olsa önlenmiş olur.

(10) Buhari, Sahih, Kitabül'-Enbiya, 1. hadis; Ahmed b. Hanbel Müs-ned, VI, 256.

58

Page 59: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

TRT'nin Din Kültürü ve Ahlâk

Programları Yrd. Doç. Dr.

Ülker AKKUTAY G. Ün. Gazi Eğitim Fak.

Dr. Ülker Akkutay, 1953 yılında Anka­ra'da doğmuştur, öğretimden sonra 1974 yı­lında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğ-rafya Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirmiş­tir. 1975-1977 yılları arasında Ankara'da öğ­retmen olarak çalışmıştır. "Mümtaz Turhan'­da Kültür Değişmesi ve Maarifin Islahı Me­selesi" konusunda Yüksek Lisans çalışması yapmıştır. 1977-1982 yılları arasında A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Pedagoji Kür­süsünde öğretim elemanı olarak çalışan Akkutay, 1982 tarihinde de "Enderun Mektebi" konulu Doktora çalışmasını tamamlamıştır. 1983 tarihinde Yardımcı Doçent olan Akkutay, G.Ü. Gazi Eğitim Fakül­tesi Eğitim Bilimleri Bölümünde öğretim üyesi olarak görevine de­vam etmektedir.

insan, fizyolojik ve psiko-sosyal yönleriyle bir bütündür. Bu bütün­lükteki mükemmellik, insanın ve ce­miyetin sağlıklı bir sistem oluştur­masının temelini ve gerekliliğini teş­kil eder.

insan ilişkilerinde gözönünde bu­lundurulması gereken en önemli hu­sus içinde bulunulan toplumun kül­türel yapısıdır. Kültürel yapı aniden ortaya çıkan bir oluşum değildir, in­sanların uzun yıllar birlikte yfışa-

59

ması sonucu ortaya çıkan; ideal bir­liği, din birliği, soy birliği, dil bir­liği v.s. gibi konularda ortak düşün­celere, ortak normlara sahip olmadır.

Toplumların çağdaş niteliklere sahip olması, kendine has millî ve kültürel değerlerini muhafaza ede­rek çağın tekniklerini de kullanma­sıyla mümkündür.

Milletlerin kendi dinî, millî ve ahlâkî değerlerine sahip çıkacak ve

Page 60: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

onları yaşayacak insan tipini ortaya koyabilmesi ancak bu değerlerin top­lumun bütün fertlerine sağlıklı bir biçimde öğretilmesiyle mümkündür.

Din birliğini kültür yapımız üze­rindeki önemi dolayısıyla konumuz gereği biraz daha detaylı olarak ele alalım.

Din nedir? Din, en basitinden en ayrıntılı nitelik taşıyanlarına va­rıncaya kadar, pekçok tarifle tanı­tılmaya çalışılmış bir sosyal mües­sesedir. Fakat bazen en basit tarif bile en münakaşalı hüviyete bürü-nebilmektedir(i). Bu gibi durumları da göz önünde bulundurarak şöyle bir tarif yapmak mümkündür :

Din, insanla insan, insanla Allah arasındaki münasebetleri düzenleyen, ayarlayan ilâhi kaynaklı bir mües­sesedir. Din, insan aklının ve düşün­cesinin mahsulü olan bir inanış sis­temi değildir, ihsanları ve diğer bü­tün varlıkları yaratan Allah'ın koy­muş olduğu kanun ve nizamların bü­tünüdür. İnsan aklı ve kafası tabi­atla ve tabiat hadiseleriyle bir öl­çüde tatmin olsa bile, ruhu, bunların gerisindeki hakiki sebep ile irtibat kurmadan edemez (2).

Din, ferdin kendisini bulması dı­şında sosyal bütünleşmeyi sağlayan en önemli faktördür. Milletlerin sos­yal çözülme ve bunalım durumunda dinin güçlü inanç sistemi sayesinde millî bütünleşmeyi sağlayarak niza­mi gerçekleştirdiği ve homojen bir yapı meydana getirdiği görülmek­tedir.

Süratle değişmenin sebep olduğu kültür buhranının Türk toplumunu, fazla sarsıntıya uğratmasına mey­dan vermeden sağlıklı bir gelişme ve sanayileşme yoluna sokmak -gerek­

mektedir. Devletimizin ülkesi ve milleti ile bölünmezliği korunmalı ve çağımızın büyük meseleleri karşısın­da millî tutum ve davranışlar geliş­tirilmelidir. Çünkü içtimai gelişme­ler ve kültür değişmeleri sırasında ortaya çıkan bütün şüphe, korku ve karışıklık ile hepsinden daha tehli­keli olan inançsızlıktan kurtulabil­mek için kollektif bir ideale, ma'şeri vicdana ve ahlâk-î temele ihtiyaç sar­dır (3).

Genellikle tslâm fikriyatı sırf maneviyatçı bir düşünce tarzı olarak tanıtılmış ve İslâm'ın değerlerini iş­leyen tasavvufun gösterdiği ideal kül­tür yolu çok defa hor görülerek genç nesiller kendi kültür değerlerinden koparılmışlardır(*). Bu sebeble rad­yo ve televizyon yayınlarında Türk-Islâm düşüncesinde önemli yeri olan ideal kültüren tanıtılmasına ağırlık verilmelidir.

Bu ideal ve ahlakî temelin top­lumlardaki sosyal çözülmeyi önleye­rek bütünleşmeyi sağlayabilmesi et­kili bir din eğitimine olan ihtiyacı dile getirir. Eğitim örgün olabileceği gibi kitle iletişim araçları yolu ile de yapılabilir. Kitle iletişim araçları bu gün teknolojik gelişmeler sayesin­de en ücra köşelere kadar hizmet gö­türebilmektedir. Hitabettiği insanla­rın çokluğu sebebiyle çok yetkili bir eğitim aracı olarak kullanılabilir.

(1) Âmiran Kurtkan (Bilgiseven) : "Din Sosyolojisi", İstanbul 1985, S. 1.

(2) DPT "Millî Kültür", V. Beş Yıl­lık Kalkmma Planı özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara

1983, s. 511. (3) DPT, a.g.e., s. 518. (4) Âmiran Kurtkan (Bilgiseven),

a.g.e., s. 504.

60

Page 61: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Radyo ve televizyonun eğitime uygun düşen yönlerinin başında in­san hayatının iş ve eğitim dışında büyük bir bölümü kaplamış olması­dır. Televizyon yayınlarından en az faydalanan bir kişi dahi iki, üç saat televizyonu izleme durumu ile karşı karşıya bulunmaktadır. Öyleyse te­levizyon bütün vatandaşlarla yedi­sinden yetmişine en çok beraber olan bir araçtır. Gelecek neslin nasıl ol­duğundan da sorumluluğu en üst se­viyede yüklenecek olan televizyon­dur.

iyi yapılmış programlarm her bi­rinde eğitimi ilgilendiren yönler ola­caktır. Programlar toplum üzerinde mutlaka etkisini gösterirler; fakat farklı sürelerde. Ahlaken bozuk olan bir aile yapısını işleyen filmlerin bi­zim toplumumuza etkisi olumsuz bir şekilde yansır. Hemen etkisi görül­mese de, ileri tarihte veya bir nesil sonra bunların etkileri öyle veya böyle görülecektir. Bunun yanında bir problemini ele alıp toplum yapı­mızın, kültürümüzün temel esasları göz önünde bulundurularak verilmesi mutlaka etkili ve olumlu olacaktır.

Çocuklarla ilgili olarak çevri­len dizilerde kendilerine ideal ala­bilecekleri tipler olmalıdır. Bu tip­ler kendi ideal kültür yapımızla ça-tışmamalıdır. Eğitici problemler ve çözümleri bulunmalıdır.

inanan, fakat yeterli bilgiye Sa­hip olmayan insanlar daha sağlıklı bilgiler edinmek isteyip bulamadıkla­rında hatalı görüşlere düşebilmekte-dirler. Eğer doğru ve mükemmel olan bilgiler ehli kişiler tarafmdan verilmezse hatalı sonuçlann ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Bu sebeb-le ilahiyat Fakültelerinde nicelikle beraber hattâ daha ön plânda nite­likli eleman yetiştirme konusunda ıs­rarla durulmalıdır.

Çocuklarm ve gençlerin eğiti­minde din ve ahlâk kültürü veril­mezse millî birliği sağlayan unsur­lardan birisi eksik bırakılmış olur. Din eğitiminin aslına uygun ve sis­temli bir şekilde verilmemesi duru­munda insanlr ya inançsız ya da ek­sik veya yanlış inançlı kişiler olarak yetişirler. Okullardaki din derslerin­de verilen bilgilerin evde öğretilen­lerden daha mükemmel ve doyurucu olması gerekir. Aksi halde memnu­niyetsizliklerin önüne geçilemez.

Bu konuda radyo ve televizyonun taşıdığı sorumluluk da oldukça bü­yüktür. Bu tür programlarm yapı­mında TRT ile DIB. MEB. ve üni­versitelerin işbirliği sağlanmalıdır. Böylelikle mümkün olduğu kadar hata yapmamaya çalışılmalıdır.

Dadyo ve televizyonda dîn ve ahlâk kültürünün ne şekilde ve haf­tada kaç saat verilmesi gerektiğinin iyi programlanması büyük önem ta­şımaktadır. Ancak belki daha önem­lisi din ve ahlâk programlarda veri­len bilgilerle bir bütünlük arzetme-sinin sağlanmasıdır. Aksi takdirde insan zihninde şüpheler doğar, özel­likle çoğunluğunun nüfusu müslüman olan ülkemizde verilmesi gereken bilgiler Islâmi yapıya ters düşmeme­lidir.

Televizyon ve radyoda yayınla­nan dinî programlarında, Avrupa ve diğer gelişmiş Batı ülkeleri din eği­timine büyük önem vermektedirler. Hattâ dinî programlarm dışında ya­yınlanan programlarm dine aykırı hareket olması veya din adamlarına çatması gibi durumlar engellenmek­tedir. Bu programlar vasıtasıyla va­tandaşlarının manevî huzura kavuş­masına sosyal çözülmeyi önleyerek mânâ bütünleşmesini sağlamaya ça­lışmaktadır.

61

Page 62: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Burada üzerinde durulması gere­ken önemli bir nokta da radyo ve

-televizyonda din ve ilim arasındaki , ilişkinin belirgin bir şekilde ortaya konulmasıdır. Bazılarının zannettiği gibi din ve ilim birbirine zıt düşme­mektedir. İslâm dininin bilimle ça­tışan hiçbir yanı olmayıp bilime bü­yük bir önem vermiştir.

Her ilim, âlemi veya âlemin be­lirli bir kesimdeki hadiseleri tasvir ve açıklamayı ve öngörmeyi hedef alır. İlmin hedefi bu olduğuna göre, âlim bu hadiseler hakkındaki ilmi geliştirmeden önce ilmî veriler, ilke­ler, kıstaslar ve metodoloji çerçevesi için de;

1) Bu hâdiselerin bizden bağım­sız olarak var olan bir dı§ âlemde meydana geldiklerine,

2) Bu dış âlemden bilgi elde et­menin mümkün olduğuna ve bu ha­diselerin,

3) Tasvir edilebilir,

4) Açıklanabilir,

, 5) öngörülebilir olduklarına (en azından zımnen) iman ediyor demektir (5).

Radyo ve televizyonda zaman zaman ilmî çalışmaları neticesin­

de müslüman olmuş ilim adamlarıyla röportajlar yapılması faydalı netice­ler, verir.

Kısaca konuyu özetlemeye çalı­şırsak radyo ve televizyonda şu ko­nular da göz önünde bulundurulma'.ı-

dır. TRT'de din düşmanlığı yapan ve­ya dini yanlış tanıtan programlara yer verilmemelidir.

Hazırlanan programlar hangi yaş grubu için hazırlanıyorsa o yaş gru­bunun gelişim özellikleri, kültürel yapısı göz önünde bulundurulmalı ve amaçlar buna uygun olarak hazır­lanmalıdır.

Dinî yayınlarda modern eğitim metodlarından faydalanılarak prog­ramlar daha akıcı ve ilginç hale ge­tirilmesidir.

Dîn ve ahlâk konuları endirekt olarak diğer programların içine ser-piştirilmeli, dizi Alimlerde dinî te­malarda istenmelidir.

Büyükler için hazırlanan prog­ramlarda ilgili âyet ve hadisler ilmî temellere dayandırılarak açıklanmalı­dır. Meselâ sanayi toplumunun en önemli hastalıklarından - biri... plan stress, AİDS vb. gibi hastalıkların müslümanlarda daha az görüldüğü hatırlatılarak ilgili âyetler buna de­lil olarak gösterilmelidir.

Yapılan programlarda İslâm di­ninin diğer dinlerle karşılaştırılması var olan bazı yanlış anlaşılmaları yı­kacaktır. Dinler tarihi içinde İslâm Dininin sahip olduğu üstünlüklerin mukayeseli şekilde ortaya konulma­sını hedefleyen programların yapıl­ması faydalı olacaktır.

(5) Ahmed Yüksel özemre : "Islft-miyette ilim", Lâle Mecmuası, Sayı : 3, s. 7. '

62

Page 63: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Muhacirlerin Medine'ye İntibakının

PSİKO - SOSYO - EKONOMİK PROBLEMLERİ ve ÇÖZÜMLERİ

Doc. Dr. İzzet EK

19^9'da Aybastı'da (ORDU) doğdu. Tokat tmam-Hatip Lisesi (1969), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü (1973) ve İstanbul Üniver, sitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü­nü (1975) bitirdi. Bir müddet Beyoğlu Müf tülüğünde çalıştı. 1977 de Somsun Yüksek İslâm Enstitüsü'ne asistan tayin edildi. Bu enstitünün Ondohuz Mayıs Üniversitesi İla hiyat Fakültesine dönüşmesinden sonra 198^ te Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat FakültesVne. naklen atandı ve orada doktor unvanını aldı. Halen aynı fakültede Din Sosyolojisi doçentidir.

G İ R İ Ş

. İslâmî kültüre yeni ve müsait çevre arayışları Akabe biatları ile neticesini vermiş, müslümanlık Medine'de her geçen gün yayıl­maya başlamış, arkasından Mekke'deki müslümanlar büyüklü kü­çüklü gruplar halinde yeni çevrelerine katılmışlardı. 12 Rabiülevvel 622 de Peygamber'in hicretiyle üç aydır devam eden hicret o an için tamamlanmıştı. Müslümanlar birer ikişer veya gruplar halinde Ensar'ın evlerinde barınmaya başlamışlardı; ensar ailelerinin bir ferdi rgibi onların yiyecek ve içeceklerine iştirak ediyor, aynı evde barınıyorlardı. Hem muhacirler, hem ensar için yeni, yepyeni bir hayat başlamıştı. Bu, hep böyle mi devam edecekti? Ensar, Mekkeli müslüman kardeşlerine yardımcı olacaklarına, onları koruyacakları­na, düşmanlarını düşman bileceklerine ikinci Akabe biatmda söz vermişlerdi; gerçekten vaadlerini yerine getiriyorlardı. Hakikaten Ensar için faziletli ve hayırlı bir çabaydı bu.

63

Page 64: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Muhacirler açısından da acaba durum böyle miydi? Onlar hep ensar kardeşlerinin yardımlarına mı bakacaklardı? Daima bu Me-dineli müslümanlann evlerinde mi kalacaklardı? Kendilerinin üicak bir aile yuvası olmayacak mıydı? Hiç bir şey yapmaksızın başkası tarafından kazanılmış şeylere ortak olmak bir gün, iki gün, üç gün normal olabilirdi, ama bir ay, iki ay, beş ay, bir sene böyle devam edebilir miydi? Muhacirlerin önemli bir kısmı Mekke'de ka­bilelerinin önde gelen kişileriydi, şeref ve haysiyetlerine değer ve­ren insanlardı, onlar için başkasının eline bakmak onur kırıcı ol­maz mıydı? Üstelik sınırlı ölçüde arazi ve hurmalıkları olan ve Me­dine iktisadiyatında fazla yerleri olmayan ensar bu vaziyete ne ka­dar dayanabilecekti? içlerinde bir kaç aile müstesna, zengin değil­lerdi. Öyleyse, 186 muhacirin aynı gelir ve imkânlara ortak olması refahtan pay almak değil, aksine sefaletten pay almak olmayacak mıydı? Ayrıca Medine verimli arazi ve hurmalıklariyle bir ziraat memleketiydi. Mekke'deyken ticaret yaparak hayatını kazanan müs-lümanlar hemen hemen hiç çiftçilik yapmamışlardı. Bütün bunların yanında, Medine'de mevcut sosyal gruplardan müşrik araplar ve yahudiler tarafından da hüsn-ü kabulle karşılanmamışlardı.

Çizilen bu tablo ve yukarda zikrettiğimiz sorular, muhacirler için Medine'ye intibakın hiç de kolay olmadığını, oldukça problem­li bir sosyal intibak (*) süresi geçireceklerini göstermektedir. O gün araplar arasında pek bilinmeyen "Islâmî-dinî cemaatleşme" nin te­mellerinin de hicrî birinci yılda atılmış olması, bizi, böyle bir za­man boyutu içinde muhacirlerin karşılaştığı problemleri ve çözüm­lerini tesbit ve araştırmaya sevketmiştir. incelemede tarihî müşa­hede metodu kullanılmış olup islâm tarihinde sözü edilen konunun ele alındığı bölümler çeşitli kaynaklardan taranmış, önce kaynaklar arasındaki boşluklar birbirleriyle tamamlanmaya çalışılmış, bilahe-re geri kalan hususlarda, evvelce kaynaklarda serdedilen açıklama­lar bütünü dikkate alınarak yeni değerlendirme ve yorumlar yapıl­mıştır. Bu yorum ve değerlendirmelerin günümüzde aynı meseleleri inceleyen sosyolojik eserlerin tesbitleriyle desteklenmesi ihmal edil­memiştir.

(1) Maclver, R.M., Page, Charles H., Cemiyet, c. I, Çev.: Âmiran Kurtkan, M.E.B., İstanbul, 1&71, s. 210.

64

Page 65: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

I — İNTİBAK PROBLEMLERİ

Sosyolojik açıdan ele alındığında, muhacirlerin, hicretin birin­ci yılında Medine'ye intibak sürecindeki problemlerini genelde şu kategorilerde incelemek mümkündür : A) Tabiî çevre ve iklimden kaynaklanan problemler, B) Psiko-sosyal problemler, C) Sosyo­ekonomik problemler.

A) TABU 'ÇEVRE ve İKLİMDEN KAYNAKLANAN PROBLEMLER

Medine Mekke'nin 500 km. kuzeyinde olup tabiî-coğrafî şartlar bakımından ondan oldukça farklı idi. Ziraata, özellikle hurma zi­raatına uygun 20 km2 lik bir vaha durumundaydı (2). Hicaz ovala­rının yıllık sıcaklık ortalamasına göre 10-15° daha az bir hararete sahipti (3). Mekke daha güneyde olup oldukça sıcak ve sert bir ik­limi vardı. Kur'ân'ın ifadesiyle "ekin çıkmayan" (4) kuru bir ikli­me malikti. Hayatımn büyük bir kısmını sıcak ve sert bir iklimde geçiren, ona alışan insanların biraz daha yumuşak ve nisbeten sulu bir vahada yaşarlarken intibaksızlık geçireceği tabiî idi. Günümüz­de aynı iklim bölgesinde yaşayan insanların mevsim değişmelerine intibakta güçlük çektikleri düşünülürse, çok sıcak ve sert çöl ikli­minde, kayalık bir vahada hayatım sürdürenlerin daha az sıcaklık­taki sulu vahalarda ömrünü sürdürmesi halinde, hava ve iklim şart­larından etkilenmesi kaçınılmazdı.

Nitekim bu yeni iklim şartları muhacirlere uygun gelmemişti ve hastalanmışlardı. İbn Hişam ve İbn Kesîr bu hastalığın sıtma ol­duğundan söz ederler (5). İslâm tarihi kaynaklan hastalananlar ara­sında Hz. Ebû Bekr, Âmir b. Füheyre, Bilâl-i Habeşî ve Sa'd b. Ebî Vakkas'ın isimlerini zikrederlerse de, bu miktarın daha fazla olma­sı muhtemeldir. Zira muhacirlerin hastalık sebebiyle ayakta dura­maz oldukları ve namazlarını oturarak kıldıkları, Peygamberimizin, şevkleri kırılmaması, ümitsizliğe kapılmamalan, Medine'yi sevme-

(2) Hitti, P.K., Siyâsî ve Kültürel îslâm Tarihi, c. I, Çev.: Salih Tug, İstan­bul, 1980, s. 36, 150.

(3) Hicaz ortalaması 50-65* dir. Bkz. Hitti, a.g.e., 1/36. (4) İbrahim(14), 37. (5) İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1335, c. n , s. 315 vd.; İbn

Kesîr, el-Bidaye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1966, c. UT, s. 221-224; Malik b. Enes, el-Muvatta', Beyrut, 1370/1951, c. I, s. 132.

65

Page 66: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

yip Mekke'ye dönmek istememeleri için Allah'a dua ettiğini ve "Bi­liniz ki, oturarak namaz kılanların sevabı, ayakta namaz kılanların sevabının yansıdır" diye onları hastalıklara karşı mukavemete teş­viki sözü edilen sayının sadece mezkûr dört kişiden ibaret olmadı­ğını bize göstermektedir.

Kaynaklarımız bu problemin halli için Peygamberimizin duası ve muhacirleri mukavemete davet edişinin dışında bir usûlden söz etmemektedirler.

B) PSİKO-SOSYAL PROBLEMLER

Bu kategoride ele alman problemler muhacirlerin Medine'de içinde bulundukları şartlardan kaynaklanan meseleler olup genel ola­rak iki grupta incelenecektir.

1) Can Güvenliği Endişesi

Bilindiği gibi, muhacirler nüfus itibariyle 186 kişiydi; 1500 kadar Medineli müslümanın yanında bazan birer, bazan ikişer-üçer, bazan da, Kuba'dakiler gibi(6), grup halinde bir yerde kalıyorlardı. O. gün için Medine'nin nüfusu 10.000 idi. Hamidullah'ın beyanına göre, 1500 müslümanın dışında kalanların büyük bir kısmı Medineli müşrik araplar ve yahudilerdi (7). Evs ve Hazrec kabilelerinden olan 1500 müslüman arasında, 2-3 yıldır müslüman olmalarına rağmen tam bir sosyal entegrasyon meydana gelememişti. Bu sebeple Aka­be biatlannda vadettikleri, düşmanlarına karşı Hz. Muhammed ve arkadaşlarını koruma görevini yerine getirmekte bazı aksaklıklar oluyordu Cahiliye döneminden gelen asabiyetlerinin tesiriyle, aynı dine mensup oldukları halde, hicret öncesinde birbirlerinin arkasın­da namaz kılmaktan hoşlanmıyorlardı (8). Resulullah Küba'ya gel­diğinde, Es'ad b. Zürare misalinde olduğu gibi, Hazrecliler Evslile-rin hududlarma rahat girip çıkamıyorlardı (9). Hz. Muhammed Ku-

(6) pl-Bidaye, III/197. Muhacirlerin ekserisi, o zaman küçük bir şehir olan Medine'nin dışında Küba'da kalıyorlardı. Bkz.: Şibî, Hz. Ömer, istanbul, 1927, s. 41 vd.

(7) Hamidullah, M. İslâm Peygamberi, İstanbul, 1966, c. I, s. 118 vd. (8) İbn Hişam, n/76-77; el-Bidaye, IH/151. (9) Es'ad b. Zürâre, Buas harbinde Evsli Neptel b. Haris'i öldürdüğü için

Küba'da Evslilerin yanında bulunan Resulullahı ancak gece yansı başını gözünü sararak gelebilyordu. Bilâhere rahatça gelmesi sağlanınca, gün­düzleri gelip gitmeğe başlamıştı. Bkz.: Koksal, M. Âsim, islâm Tarihi, Hz. Muhammed ve islâmiyet, istanbul, 1981, c. I, s. 8.

66

Page 67: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ba'da iken Evsli Gylsüm b. Hidm'e misafir olduğu zaman, onun mensup olduğu kabile ve boydan olan gençlerin geceleyin Resululla-hm kaldığı evi taşlamaları (10), ilk günlerde muhacirlerin içinde bu­lunduğu nazik durumun açık göstergesidir. Hz. Ali'nin burada kal­dığı evin sahibi dul bir hanıma her gece gelen kişi sebebiyle endişeye kapılması ve kadını sorguya çekmesi (n) aynı nazik vaziyeti teyit etmektedir. Bazı kaynaklar hadisede Mekke müşriklerinin tahriki üzerinde duruyorlarsa da, ev taşlama hadisesi, o gün için Medineli müslümanlann ya henüz işin başında olduklarından, ya da kaynak­ların teferruatını vermediği dahilî sebebler yüzünden duruma tam hakim olmadıklarını göstermektedir.

Küba'nın, Mekke müşrikleriyle ikili ticarî antlaşma ve dinî bağ­ları bulunan kabilelere yakın olması (12) ve sözü edilen taşlama ha­disesinden dolayı Peygamberimiz Medine'ye gelmek ister. O ve mu­hacirler kavminin himayesinden mahrum, üstelik hemşehrilerine bo­yun eğmeyen kimselerdi. Araplar arasında cari âdete göre, bu gi­biler, ancak her hangi bir kabile mensubunun himayesiyle bir yere gidebilir veya girebilirlerdi. Küba'da bulunan Evsli müslümanlann pekâla kendisini Medine'ye götürmesi mümkünken, Küba ve Medine arasında müslüman kabilelerin içinden geçeceği halde, Resulullah'm dayılarının kabilesi Benî Neccar'a haber gönderip onların silâhlana­rak gelmeleri ve O'nu Medine'ye götürmeleri (13) hususunda kaynak­lar fazla bilgi vermiyorlar. Bu durum, ya beklenmedik bir hadiseye karşı alınmış bir tedbir veya o günlerdeki nazik durumun devamını gösteren bir vakıa olarak değerlendirilebileceği gibi, araplar arası asabiyet ve himaye geleneğinin bir icabı olarak da düşünülebilir. Yukarıda bahsi geçen Es'ad b. Zürâre'nin Sa'd b. Hayseme'nin hi­mayesine alınarak can güvenliğinin sağlanması, daha ziyade hima­ye geleneğinden yararlanıldığını gösterir niteliktedir. Din kardeş­liğine dayalı bir tesanüt sistemine geçinceye kadar veya Akabe biatlanyla Medineli müslümanlann üstlendikleri himaye mükelle­fiyetine geçerlilik kazandırıncaya dek toplumda mevcut ananeler­den yararlanmak, sosyal değişmelerdeki tedrîciliğin gereği olduğu kadar, yeni şartlara uymayan, ama yerine bir yenisi henüz tam an-lamiyle yerleştirilememiş bir gelenekten (himaye) istifade etmek,

(10) Koksal, 1/104. (11) Koksal, 1/13. (12) Watt, W.M., Hz. Muhammed, Çev.: H. Örs, istanbul, 1963, s. 97. (13) Buhârî, Sahih, K. Siyer, istanbul, 1979, c. IV, s. 266; Koksal, 1/16.

67

Page 68: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

sosyal değişme sebebiyle vücuda gelecek dezentegrasyonları önleyi­ci bir tavırdır (14).

Peygamberimizin ve muhacirlerin can güvenliği endişesinin Me­dine'de bir müddet daha devam ettiğini görüyoruz. Zira ensardan olup Hz. Muhammed'in Medine'ye gelerek şehrin önde gelen kabi­leleri sayılan Evs ve Hazrec'in başkanlığına geçmesini istemeyenler (Abdullah b. Übey gibi) üe henüz iman etmemiş olanların varlığı düşünülürse, kabilesinin himayesinden mahrum kalacağını düşünen veya çeşitli sebeblerle zahiren inanmış görünen kimselerin mevcu­diyeti ve olumsuz tavırları muhacirlerin endişesini artırıyordu. Mek­ke müşriklerinin Medine'deki bu dağınık yapılaşma ve gruplaşmadan haberdar oldukları anlaşılıyor. Zira Hz. Muhammed'e yardımdan vazgeçmeleri için önce ensara, netice alamayınca Abdullah b. Ubey'e ve Evs ile Hazrec kabilelerinden henüz islâm'a girmemiş olanlara tehdit mektubu yazmışlardır. Sonunculara yazdıkları mektupta Ku-reyşliler, ya Muhammed'i öldürürsünüz, ya da bizim gibi yurdundan kovarsınız, aksi taktirde hepimiz Medine üzerine yürür, sizi öldürür, kadınlarınızı elinizden alırız, diyorlardı. Bu mektup onları çok en­dişelendirmiş olmalı ki, aralarında toplanarak meseleyi müzakere edip Peygamberle çatışmaya niyetlenmişlerdi(15). Vaziyet, hem muhacirler açısından, hem de ensar açısından vahim sonuçlar do­ğurabilirdi. Asabiyet duygularına fazlasiyle bağh bulunan arapla-rın kısa zamanda bundan vazgeçmeleri mümkün değildi. An'ane-lerin değişmesi, yerini yeni geleneklerin alması bir iki senelik bir intibak süreci içinde mümkün olamazdı. Onun için bir çatışma ha­linde en fazla kaybı olanlar daha çok muhacirler olurdu. Çünkü en-sarla tam kaynaşamamışlardı; bir çatışma durumunda ensar ev­velce verdikleri söze ne derece bağh kalabilirlerdi? Bu sebeble Hz. Muhammed meseleden haberdar olur olmaz toplantı yerine giderek onları mantıklı olmaya davet etti ve dedi ki :

— "Kureyş'in sizi tehdidi son haddine vardı, ama onlar (in söy­lediklerine kulak verdiğiniz takdirde) sizin kendinize (müslüman olanlar olmayanlar olarak savaşmak suretiyle) yapmak istediğiniz­den daha fazlasını yapacak değillerdir. Çünkü siz kendi evlât ve kardeşlerinizle çarpışmak istiyorsunuz" (M). Gerçekten Rasulullah

(14) Bu hususta bkz.: Kurtkan, Amiran, Genel Ssoyoloji, îst. 1986, s. 297-310; Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul, 1959, s. 104.

(15) Koksal, 1/105. (16) Ebû Davud, Sünen, K. Haraç, Beyrut, tarihsiz, c. III, s. 152.

68

Page 69: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve arkadaşları Evs ve Hazrec'li müslümanlar tarafından himaye altına alınmışlardı, muhacirlerle veya Peygamberle savaş, kendi kardeşleriyle savaş demekti. Toplananlar Hz. Muhammed'in bu ika­zı karşısında dağıldılar (").

Evs ve Hazrec'ten inanmayanların —müslüman olanların her geçen gün artmasıyla— sayıca azaldıkları görülüyorsa da, gerek bizzat kendileri, gerek diğer müşriklerle ortaklaşa hareketleri, özel­likle muhacirler için bir tehdit ve endişe kaynağı olma karekterle-rini koruduklarını gösterir. Meseleye, dinî bağlar ve ikili antlaşma­larla Kureyş'le ittifak halinde olan diğer kabilelerin muhacir ve ensara top yekûn cephe alması, "tek yaydan onları oka tutmala­rı" (18), Medine'yi silâhsız ne gecelenebilecek, ne de sabahlanabile-cek bir yer haline getirmişti. Herkesi korku sarmıştı, dense yeridir. Hattâ bir gece Hz. Peygamber bile çok endişelenerek "Keşke asha­bımdan elverişli birisi nöbet tutup bu gece beni korusaydı" demişti. Muhacirler de aynı düşünce ve endişeyi taşıyordu. Nitekim aynı gece bir silâh sesi üzerine Peygamber dışarı çıktığında Sa'd b. Ebî Vakkas'ı görmüş, Sa'd sözü edilen endişe dolayısiyle kendisini ko­rumaya geldiğini belirtmiştir (19). Nöbet tutma Maide sûresinin 67. âyeti nazil oluncaya kadar devam etmiştir C20).

Söz konusu endişe ve korku bilâhare ansarı da sarmaya baş­layacaktır (21).

2) Ailelerin Parçalanmasından Heri Gelen Sıkıntılar

Hangi yaşta olursa olsun, bir aileye mensup olmak, onun için­de yaşamak insanın mutlaka karşılanması gereken bir ihtiyacıdır, însan ancak bir aile yuvası içinde huzur bulur ve sosyal bir varlık olma özelliğini kazanır ve sürdürür. O bakımdan dünyada her ülke, mümkün olan ölçülerde aile bütünlüğünü korumaya gayret eder. Elde olmayan sebeblerle bir âüe ortamı bulamayan, yahut böyle bir ortamdan sonradan mahrum olanlara çeşitli sosyal hizmetler

(17) Ebû Davud, Sünen, K. Haraç, Beyrut, tarihsiz, c. IH. s. 152 vd. (18) Koksal, 1/106. (19) Buharî, Sahîh, K. Cihad, HT/222-223. (20) Âyetin meali şudur: "Allah seni insanlara kargı koruyacaktır. Şüphe­

siz Allah, kafirler güruhunu başarıya ulaştırmaz". Bu âyet ile Allah Peygamberi koruyacağını ifade etmiştir.

(21) Koksal, 1/107.

69

Page 70: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

sunarak sözü edilen mahrumiyeti gidermeye çalışırlar. Muhtelif ne­denlerle aileler arasında parçalanmalar varsa, ilgili ülkelerle anla­şarak onları birleştirmeye çalışırlar. Bu nevi gayretler, bütün top­lumlar tarafından ailenin sosyal hayatın temel birimi kabul edil­diğinin göstergesidir.

Bilindiği üzere muhacirlerin büyük kısmı ailelerini, çocukları­nı, anne ve babalarını, kardeşlerini Mekke'de bırakmak zorunda kal­mışlardı. Hz. Ömer gibi güçlü bir kaçı müstesna, diğerlerinin ço­cukları ve aileleriyle hicretlerine müsade edilmediği gibi, kendileri dahi gizlice göç etmek mecburiyetinde bırakılmışlardı. Yukarıdan beri sıraladığımız problemler karşısında, bir beşer olarak kim aile ortamının verdiği huzur ve desteği aramaz? Onun sıcak ve rahat­latıcı havasını kim teneffüs edip gerginliğini, sıkıntısını gidermek istemez? Muhacirlerin bu nevi durumlarını belirten hiç bir kayda sahip değiliz, ancak böyle şeyler hissetmediklerini düşünmek, insan tabiatından gafil olmak demektir. Yine böyle bir ortamdan mahru­miyet insanda gariplik, yalnızlık duygularının ortaya çıkmasına ve­sile oiur. Daha sonra problemlerin hallinde işaret edileceği gibi, kaynakların muhacir ensar kardeşliğinin sebebine işaret ederken "muhacirlerin gurbet vahşeti ve yalnızlığı hissetmemeleri"22) şek­linde bir sebebten söz etmeleri, onların gurbet hasreti ve yalnızlığı çektiğinin delili sayılabilir.

Bu cümleden olarak zikredilecek bir husus da, Kureyşlilerin mu­hacirlerin aile mensuplarının durumundan istifadeye kalkışmaları­nın sıkıntısıydı. Mekkeli müşrikler ellerinden kaçırdıkları müslü-manlan geriye döndürmek ve eziyetlerini devam ettirmek için ba-zan kuvvetli alevî bağlardan yararlanıyorlardı. Hz. Ömer'le birlik­te hicret etmiş olan Ayyaş'm durumu böyleydi. Mekke'ye geri dön­mezsen "sevgili annen saçlarını taramayacak, yeyip içmeyecek" diye kandırılıp Medine'den çıkanlımş, daha o civarda iken bağlanarak Mekke'ye götürülmüş ve hapsedilmiştir (B).

Aynı gayeye matufen müşriklerce tatbik edilen usûllerden bi­ri de, müslümanların Mekke'deki mal varlıklarına el konulması, ora­da kalan aile fertlerine uygulanan gayr-i insanî muamelelerdi. Ab­dullah b. Cahş'm yakınlarından Benî Cahş b. Riab'm evinden çık-

(22) Ibn Hişam, IIj/176. (23) Hamidullah, 1/103-104.

70

Page 71: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

tığında Ebû Süfyan'm saldırısına uğraması ve evinin müsadere edi­lerek Amr b. Alkame'ye satılması bahsedilen uygulamalardandı. Hz. Peygamber Abdullah b. Cahş'ın, "cennette sana öyle bir ev vardır" diyerek teskin etmişti (24). Muhacirlerden bazılarının yakınları ve malları da bu nevi uygulamalara konu olmuştu. Mekke'de ailesini koruyabilecek güç ve kuvveti bulunmayan mühacirlerse, her an böy­le bir habere muhatap olmanın beklentisi içindeydi, demek, mübala­ğa olmasa gerektir. Zira bu nevi bir sıkıntı ve endişe, hicretten 8 yıl sonra bile, Rasulullah'm gizli tuttuğu Mekke'yi feth hazırlıklarının Hatip b. Ebî Belta tarafından bir mektupla Mekke'ye bildirilmesi­nin temel sebebini oluşturmaktadır (25).

Kureyşlilerin, muhacirlerin akrabası ve kocaları müşrik hanım­ları boşatma tehdidinde bulunmaları, kocalarına bu hususta baskı yapmaları, hattâ boşatmaları P ) , önemli bir üzüntü ve sıkıntı kay­nağı olduğu gibi, ailesi henüz müslüman olmayanlar da, durumla­rının ne olacağı konusunda, Hudeybiye antlaşmasından sonra âyet nazil oluncaya kadar belirsizlik içinde kalmışlar ve sıkıntı çekmiş­lerdir (27).

C) SOSO-EKONOMİK PROBLEMLER

1) En sarın Sosyo-Ekonomik Durumu

Bir grubun başka bir gruba intibakı, yani göçmenin yeni mem­lekete kabul ediliş tarzı geniş ölçüde o ülkeye girdiği andaki mev­cut şartlarla yakından ilgilidir C28). Bu itibarla meseleye sosyolojik açıdan bakarken ensann durumunu ve içinde bulunduğu şartları bilmekte fayda vardır. Sözü edilen durum ve şartların bilinmesi, muhacirlerle ilgili olarak yukarda sıralanan problemlerin nasıl çö­züme kavuşturulabileceği hususunda da ip uçları verecektir.

Hicret öncesi Medine'nin sosyal yapısı incelendiğinde, Evs ve Hazrec kabileleri her ne kadar şehrin hakimiyetini ellerinde bulun-duruyorlarsa da, Medine iktisadiyatında yahudilerin sözü geçiyor­du. Ticarî hayatın tek hakimi olduklarından, zengindiler. Faizle borç

(24) îbn Hişam, 11/169 vd. (25) Şiblî, Asr-ı Seâdet, 1/468; Hamidullah, 1/169. Mümtehine Sûresi'nin 1-7.

âyetleri tm hususu konu edinir. (26) tbn Hişam, n/393 vd. (27).Mümtehine (60), 10-11. (28) Maclver, Cemiyet, TJ212.

71

Page 72: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

para verirlerdi. Evs ve Hazrec kabileleri onlardan faizle para al dıkları ve ödeyemedikleri için ziraate elverişli pek çok arazilerini ve hurmalıklarını yahudilere kaptırmışlardı. Hicret esnasında elle­rinde ancak kendi hayatlarını geçindirecek kadar arazi ve hurma­lıkları kalmıştı (K). Sa'd b. Ubade, Sa'd b. Muaz, Ammare b. Hazm, Ebû Eyyub el-Ehsârî, Harise b. Numan ve Kuba'lı Gülsüm b. Hidm ensarın sadece bir kaç zengini idiC30).

2) Ensarın nezdinde geçici iskan edilme ve barınmanın meyda-ne getirdiği problemler

Muhacirler gizli göç etmek mecburiyetinde kaldıklarından, ne­leri varsa Mekke'de bırakmışlar, elleri boş, —veya zengin olanlar yanlarına çok az şey alarak— gelmişlerdi (31). Bir kısmı ensardan daha evvel tanıdıkları kimselerin yanında misafir olup onların ek­meğini paylaşmışlardı. Pek tabiî olarak bütün muhacirler aynı du­rumda değildi; müslüman fakat o güne kadar hiç tanımadıkları aileler yanında kalmak ve onların yiyeceklerine, içeceklerine ortak olmak mecburiyetinde kalmışlardı. Harise b. Numan gibi ensar zenginleri, muhacirlerden gerekli görülenlere ve muhtaç olanlara verilmesini sağlamak amacıyla ihtiyaç fazlası ev ve arazilerini Pey­gambere teberru olarak veriyor, bu durumda olmayan bazı ensarın "Ya Rasulallah, istersen evlerimizi bizden al" talepleri oluyor, on­lara kendileri muhtaç oldukları için Hz. Muhammed, "Evlerinizin hayrını görün" diyordu (32). Gerçekten bu nevi bağışlar neticesi or­taya çıkan arazilerin bugünkü ifadesiyle isme muharrer tapu se­netleriyle muhacirlere dağıtıldığım müşahede ediyoruz (33). Bazı en­sann da evlerinin yakınındaki boş arazilere ev inşa etmek üzere bir kısım muhacire arazi verdikleri olmuştur C34). Bekâr ve kimsesiz muhacirlerin iskan problemleri de bir bölümünün Küba'da Sa'd b. Hayseme'nin sonradan "Bekârlar (veya garipler) evi" diye anılan

(29) Dğouştan Günümüze Büyük tslâm Tarihi, c. I, istanbul, 1986, s. 262. (30) Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/305. (31) el-Bidaye, IIT/228-229; Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/306-314. (32) Şiblî, ag.e., 1/310; Koksal, 1/157. (33) îbn Sa'd, et-Tabakatü'1-Kübrâ, Beyrut, tarihsiz, c. IH, s. 51, 56, 103, 104,

124, 126, 139, 152, 171, 175, 216, 240, 244, 255, 272; Şiblî, Asr-ı Saadet, 11/230, 327, 388, HI/20, 61, Hz. Ömer, 502.

(34) Şiblî, ag.e., 1/310 vd.; Hamidullah, 1/114.

72

Page 73: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

evinde, geri kalanının da Mescid-i Nebi'nin yanındaki "Suffe" bö­lümünde ikamet ettirilerek çözümlenmiştir (35).

Hadiseye o günün şartları ve kabile hayatı atmosferi içinde bakılacak olursa, 186 kişinin bir veya iki kabileye dahil olması, aşa­ğıda tefarruatına inileceği üzere, sosyo-ekonomik açıdan hiç de iyi durumda bulunmayan 1500 ensar arasında bir takım sıkıntılara ve­sile olacağı şüphesizdi. Ehsar zaten kendilerine yetecek miktarda­ki imkânlarına onları ortak ediyorlardı ki, bu, günümüzün iktisadî yaklaşımıyla, fert başına isabet eden hasılanın asgari 1/7 oranın­da azalması demekti. İlk günlerde durum böyleydi ve rahat görü­nür gibi idi. Ancak zamanla Kureyşlilerle dinî ve ikili ticarî antlaş­malarla sağlanan ilişkileri sebebiyle bütün arap kabilelerinin ensara ve Medine'ye karşı tavır almaları i36), hattâ ekonomik ambargo uy­gulamaya kalkışmaları (37) ensann ve daha ziyade muhacirlerin prob­lemlerini P ) büsbütün artırıyordu. Hz. Muhammed bile bundan na­sibini alıyor, bazan günlerce evinde yemek olmuyor; zengin ensar, özellikle Sa'd b. Ubâde her akşam O'na yemek göndermek durumun­da kalıyordu (39). Bir defasında Hz. Hamza Rasulullah'a gelerek bir şeyler istemek zorunda kalmıştı C40). Suffe ehlinin durumu daha da vahimdi ve zengin ensarm sürekli desteğine alınmıştı^1).

Ensann durumu da iç açıcı değildi (42). Bütün bunlara rağmen kendilerinden ziyade muhacirleri düşünüyorlardı {®). Muhacirler en­sann bu çeşit tavırlan karşısında hem sıkılıyor, hem de yapacak bir şeyleri olmuyor, çaresizlik içinde sık sık Hz. Peygambere gele­rek :

— "Yâ Rasulallâh, rızıkta, elde edilen kazançta da ensara or­tak olduk; bütün bunlar sebebiyle üzerimize ecir gelmesinden kor-kanz''^4) diyorlardı. Muhacirler arasında kabilesinin önde gelen

(35) Ibn Sa'd, 1/255 vd. (36) Koksal, 1/106. (37) el-Bidaye, TV/7; Hamdillah, 1/136-140. (38) Miras, Kamil, Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi, c. II, Ankara, 19, 544 (39) Berki, A. Hikmet, Keskioğlu, Osman, Hâtemü'l-Enbiya Hz. Muhammed,

Ankara, 1966, s. 184. (40) Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/305. (41) Berki, s. 181. (42) el-Bidaye, IH/7; Hamidullah, 1/136. (43) Haşr (59), 9. (44) el-Bidaye, nj/228.

73

Page 74: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

kişileri ve o güne kadar ticaretle hayatım kazananları vardı. Bun­lar sürekli olarak ensar aileleri yanında misafir kalmaktan, onlara yük olmaktan hoşlanmıyor, eziklik duyuyor, başkasının eline bak­mayı onurlarına yediremiyor ve ar ediyorlardı. Üstelik, bir grubun bir başka gruba intibakı, yani göçmenin yeni bir memlekete kabul ediliş tarzı geniş ölçüde o ülkeye girdiği andaki mevcut şartlarla yakînen ilgili olduğu sosyolojik bir gerçekti. Meseleye bu açıdan bakıldığında, muhacirler, bu vaziyetin devamı halinde, belki ensarla aralarının açılabileceğinden endişe etmiş, o maksatla Rasulullah'a gelerek meseleyi sık sık arzetmiş olabilirler. Hz. Muhammed'in her iki tarafa (muhacir ve ensar) sık sık hayır duâ etmesi, Allah'tan onlara acımasını istemesi (45), bilâhare münafık ve yahudîlerin bu durumdan faydalanarak ensarla muhacirlerin arasını açmaya ça­lışmaları zikredilen endişeyi doğrulayıcı niteliktedir denilebilir.

II — PROBLEMLERİN ÇÖZÜMÜ : MUHACİR-ENSAR ENTEGRASYONU ve PSİKO-SOSYO-EKONOMİK ANALİZİ

Kültürel yönden birbirine benzer veya yakın olanların daha fazla birbirlerine uyum sağlayabileceği C6) düşünülürse, muhacir ve ensarın ortak kültürel özellikler açısından kaynaşarak Medine'de ayrı bir cemaat oluşturdukları görülür. Muhacirlerin hüsn-ü kabul görüp misafir edilmeleri ve himaye edilmelerinin temelinde aynı zihniyete mensubiyetin bulunduğu açıktır. Ama sosyometrik ince­lemeler, bir cemaat içindeki grupların sosyal istikrar ve entegrasyo­nunu sağlamanın son derece karmaşık bir iş olduğunu, her sosyal hadisenin içinde insan unsurunun bulunduğunu, zihniyetin beşerî önemli saiklerinden birini teşkil ettiğini ve daha başka psikolojik ve ekonomik motivlerle birlikte sosyal davranışın meydana gelme­sini sağladığını göstermektedir (47). Onun için müşterek bir düşünce ve inançla hicret sonrası bir arada bulunan müslümanların içinde bulundukları sosyal, psikolojik ve ekonomik problemlerin halli, ye­ni İslâm cemaatının bu iki unsuru arasındaki entegrasyonu daha da geliştirecektir.

(45) Koksal, r/123. (46) Maclver, Cemiyet, 1/215. (47) Lundberg, G.A , Schrag-, C.C., Larson, O.N., Sosyoloji, c. I, Çev.: Ö. Ozan-

kaya, 1970, s. 98.

74

Page 75: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Muhacir ve ensar arasında yapılan "kardeşlik antlaşması" bu yönden değerlendirildiğinde, yukarda sözü edilen problemlerin haili ve İslâm cemaatinin bütünleşmesini sağlayıcı önemli özellikler ih­tiva ettiği görülür. Kardeşleşmenin yapısı günümüze kadar intikal etmiştir. Entegrasyonu sağlayıcı psiko-sosyo-ekonomik özelliklerinin tesbiti amaciyle hadisenin teferruatı üzerinde durmakta fayda var­dır.

Hz. Muhammed, Mescid-i Nebî'nin inşaatı devam ederken as­habının içinde bulunduğu sıkıntıları yakînen görüyor ve hissediyor­du. Bu maksatla Mekke'li ve Medine'li bütün aile reislerini topladı ve muhacirlerin problemlerinin çözümü için ensara basit ve etkili yollar teklif ederek onları samimi bir işbirliğine davet etti. Buna göre, ensar ailelerden her birinin reisi, hiç değilse zengin olanlar, muhacirlerden bir aileyi yanma alacak, iki kardeş gibi birlikte ça­lışıp kazançları bölüşecekler, ölüm halinde taraflardan biri diğe­rine varis olacaklardı; ensar bu teklifi kabul etti ve kardesleştirme yapıldı e4*). Artık muhacirlerin de Medine'de bir evleri vardı, aynı ailenin bir ferdi olmuşlardı. Kardeşleştirmenin sağladığı psikolojik rahatlık sadece bununla kalmıyor, gariplik ve hasret duyguları da asgariye indiriliyordu. Himaye edilmeye muhtaç yabancı bir insan ile (aynı inançta da olsa), aynı ailenin ferdi olan kişinin himaye şartları ve can güvenliği endişesi. arasında elbet fark vardı. Muha­cirler bu yönden de, daha fazla himayeye mazhar olmuştur demek mümkündür. Aynı konuyla ilgili olarak muhacirlerin "gariplik" ve "aile hasreti çekme" gibi ruhî unsurlar açısından da psikolojik ra­hata erdiklerini söylemek kabildir. Eazı muhacirlerin yine muha­cirlerle kardeşleştirilmelerini (49) ancak böyle bir yaklaşımla izah edebiliriz.

İlgili eserlerde açık bir izah bulunmamakla beraber, "kardes­leştirme hadisesi"nde eski bir arap ananesinden istifade edilmiş intibaı vardır. Pederşahî sisteme dayalı kabile hayatı yaşayan arap-lar arasında yaygın geleneğe göre, ailenin reisi, yabancı bir kimse­yi aileye kabul eder, bundan sonra o kişi ailenin diğer fertleri gi­bi genel himayeye mazhar olur t50). Muâhât (karleslesme) de, biraz farklı da olsa, böyle kabulün varlığı bizi şaşırtmamalıdır.

(48) el-Bidaye, m/228-229; Hamidullah, 1/116. (49) Bkz.: el-iBdaye, 111/228-229.

75

Page 76: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Ayrıca kardeşleştirmelerde, ilgililerin evvelce haiz olduğu hay­siyet ve sosyal statüye dikkat edildiği kaynaklarda zikredilir (51). Nitekim Hz. Ebû Bekr'in kardeşi, Medine'nin en muteber ve en muaz­zam şahıslarından olan Harice b. Zeyd'di(52). Hz. Ömer'inki, "ken­disi gibi kabile reisi olan Utban b. Malik"ti( s). Kültür değişmele­rinde önceki unsurların bazan aynen, bazan biraz değiştirilerek alındığı, bazan da tamamen reddedildiği bir vakıadır (M). Rasulullah'-ın islâm'ın temel yapısına uygun olan an'aneleri devam ettirdiği, uygun olmayanların bazılarının kısmî değişikliklerle islâmileştiri-lip aldığı islâm tarihçilerince de kabul edilen bir husustur.

Sözü edilen durumla ilgili olarak muhacir ve ensar arasında di­nî anlamda oluşturulmaya çalışılan entegrasyonun asabiyet duy­gusuyla takviye edilmek istenmiş olacağını söylemek, hâdiseyi aşırı zorlamak veya mübalağa etmek şeklinde anlaşılmamalıdır. P. Hit-ti, kardeşlik uygulamasiyle "dinî bağ" üzerine yeni bir ümmet oluş­turulduğunu ve böylelikle kabile bağına (kan bağına) bir darbe in­dirildiğini söylüyorsa da(55), ona, o günkü şartlar icabı aynen ka­tılmamız mümkün olamayacaktır. Zira, onun görüşü, genelde doğ­ru kabul edilmekle birlikte, hadisenin tarihlerde "kardeşlik antlaş­ması" diye takdimi ve her muhacirin bir ensar ailesine kabul edil­miş olması, hattâ geçici bir süre için de olsa, kardeşleşenlerin bir­birlerine mirasçı olabilmesi, meselede, arap kültüründe o gün için mevcut ailevî bağlardan da yararlanılma cihetine gidilmiş olduğu intibaını kuvvetlendirmektedir. Aynı yaklaşımı, bilâhere Evs ve Haz-rec kabileleri ve Yahudilerle yapılan antlaşma metninde görmek mümkündür. Bunlar başlangıçta binanın yapımı için zarurî olan uygulamalar olupC56) mecburi kültür değişmelerinin "alıştırma ve-

(50) Günaltay, M. Şemseddin, Kable'l-Islâm Araplarda İçtimaî Aile, Darül­fünun İlahiyat Fak. Mecmuası, Yıl : I, Sayı : IV, İstanbul, 1962, s. 70 vd.; Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, Müt : Z. Megamiz, İs­tanbul, 1329, c. IV, s. 30 vd. Teferruat için bkz.: Kurt, Abdurrahman, İs­lâm'ın İlk Döneminde Aile Müessesesi, Sosyolojik Bir Yaklaşım, (Basıl­mamış Yük. Lis. Tezi), Bursa, 1987, s. 28-35.

(51) Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/174, 220, 275; Hz. Ebû Bekr, s. 25. (52) Şiblî, a.g.e., s. 25. (53) Şiblî, Hz. Ömer, s. 41. (54) Konunun detayı için bkz.: Turhan, Kültür Değişmeleri, s. 45-55. (55) Hitti, 1/178-179. (56) Kutup, Seyyid, Fî Zılâli'l-Kur'ân, c. VII, Çev.: İ.H. Şengüler, B. Karlığa,

M.E. Saraç, İstanbul, 1973, s. 101, c. II. 554-55.

76

Page 77: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

tirelerinde çok tesadüf edilir (57). Ibn Haldun'un asabiyetle dini birleştiren toplumların yıkılamayacağı ve sağlam bir sosyal enteg­rasyonu gerçekleştirecekleri ile ilgili görüşünü t58) hatırlamak bu noktada yararlı olabilir.

el-Bidaye sahibinin "muâhâf'ın, muhacirler ve ensarın birbir­lerine yakın arkadaş olmaları, kalblerinin daha da ülfet etmeleri için yapıldığını ifade etmesi (59) de, bu entegrasyonun psikolojik yönlerini dile getirme açısından manidardır. Önceki paragraflarda ele alınan psiko-sosyal faktörlerin, muhacirlerin, başka bir muhitte 'yabancı", "azınlık" ve sığıntı" telakkisine kapılmasını, ensarın da böyle bir mülahaza ile onları kendilerinden saymamalarım önleye­rek "dinî temele" dayandırılmak istenen bütünleşmeyi perçinleştir-diğini rahatlıkla söyleyebüiriz. Aynı maksada binâen olmalıdır ki, muhacirlerin ensar'a mensup kız ve kadınlar ile evlendiklerini görü­yoruz. Hz. Ebû Bekr, Ömer, Talha, Abdurrahman b. Avf gibi bir çok muhacirin bu nevi izdivaçları olduğu bilinmektedir C60).

Muhacir ve ensann sosyal bütünleştirilmesinde dikkati çeken hususlardan biri de konunun ekonomik yönüydü. Göçmenlerin yeni bir memlekete kabul edilişleri geniş Ölçüde girdikleri andaki mev­cut şartlara bağlıdır. Nitekim 1933'te Birleşik Amerika'ya göç eden Avrupalılar, yerli işçi ve meslek erbabımn iktisadî refahı için ekse­riya bir tehdid telakki edilmişlerdi (61). Evs ve Hazrec'ten müslü-man olmayan kimseler ile münafıklar ve Yahudiler de muhacirler için aynı şeyi düşünüyorlardı ("). Ehsar müşrik akrabaları gibi dü­şünmüyordu. Ama muhacirler daima ensara yük olmak istemiyor­lardı. Kardeşlik antlasmasiyle ensarın ziraî işletmelerinde birlikte çalışacaklar, kazancı paylaşacaklardı. Lâkin ensarın ziraî işletmele­rinin her hangi bir elaman sıkıntısı yoktu. Üstelik böyle devam et­meleri artan nüfus karşısında fazla üretime de imkan vermiyordu. Yeni bir kazanç yolu bulunmalıydı. Bir göçmenin yeni girdiği ülke­de o zaman ihtiyaç duyulan ve önemli kabul edilen bir iş kolunda maharetli ve tecrübeli olması, kendisine büyük bir avantaj sağlar. Göçmenlerle ilgili yoğun araştırmaların yapıldığı Amerika'nın batı

(57) Kurtkan, Genel Sosyoloji, s. 16. (58) îbn Haldun, Mukaddime, c. I, Çev : S. Uludağ, istanbul, 1982, s. 488-491. (59) îbn Hişam, ü/176; el-Bidaye, III/227. (60) Şiblî, Asr-ı Saadet, IV/165 vd.; Hz. Ömer, s. 506. (61) Maclver, Cemiyet, 1/213. (62) Gazali, Muhammed, Fıkhü's-Sîre, Çev.: Resul Tosun, istanbul, 1987, s. 262.

77

Page 78: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

bölgelerine yerleşen İskandinav ve Almanlar ekseriya köylü idiler ve ziraî hünerlerini yeni ülkeye kolayca tatbik ettiler. Onlardan 30-60 yıl önce gelen Doğu Avrupalı göçmenler kumaş ve ayakkabı imalinde yetişmiş kimselerdi ve doğu sahillerinde gelişen sanayi­lerde bu alanda büyük iktisadî avantajlar elde etmişlerdi O0). Bunun gibi, muhacirler de evvelce geliştirdikleri kabiliyet ve tecrübelerini göstermek istiyorlardı. Hz. Muhammed onların bu yönlerini bildiği için muhacirleri ticaret yapmaya teşvik etti; Mekke'li müslümanlar böylelikle ticarete başladılar ("). Kaynaklar Hz. Ebû Bekr, ömer, Osman, Abdurrahman b. Avfm ticarî faaliyetlerinden bahseder­ler (").

Ticaret ensarın pek ilgilenmediği bir iş alanı idi. Çünkü Me­dine ticareti daha çok yahudîlerdeydiC65). O sebeble, muhacirlerin ticarete başiamalan müslümanlarm yeni kazançlar getirmesi açısın­dan olduğu kadar, kendilerini sömüren yahudîlere rakip çıkmaları yönünden de ensarı memnun etmiş ve rahatlatmış olmalıdır.

Muhacirler Hz. Muhammed'in tavsiyeleri çerçevesinde helâldan kazanmaya gayret ediyor, alış-verişte hile yapmıyor, faizden kaçı­nıyor, ölçüde, tartıda kimseyi aldatmıyorlardı. Bu sebeble müşteri­lerin çoğu müslümanlara yöneldi, yahudîlere itibar azaldı. Bahsi ge­çen ensarla müşterek inanca sahip olma durumu da üave edüirse, yahudilerin pek müşteri bulamamaları kaçınılmazdı i66). Mukaddes bir kitaba malik olmaları sebebiyle kendilerini araplardan üstün görerek onlarla hiç bir zaman kültürel entegrasyona ulaşamamış ya-hudîler, aynı sebeble müslümanlarla bütünleşip kaynaşmadıkları gi­bi, şimdi muhacirlerle iktisadî yönden rakip olmuşlardı. Semhûdî, çeşitli kaynaklara dayanarak muhacirlerle yahudilerin pazar müca­delelerinden söz eder(57). Nitekim yahudilerin bundan sonraki ta­vırlarında da sertlik görülecektir, başlangıçta kendileriyle yapılan antlaşmaları açıkça çiğnemeseler bile, gizliden gizliye bozmaya gay­ret edeceklerdir. Bu gizlilik Bedir harbinden sonra aleniyet kaza­nacak, Medine pazarlarındaki olumsuz tavırları sonucu ilk defa kıs­men sürgün edileceklerdir. Benî Kaynukalıların sürgünü sonrasında

(63) Maclver, Cemiyet, 1/213. (64) Büyük islâm Tarihi, 1/262. (64) el-Bidaye, UI/228; Şiblî, Asr-ı Saadet, 1/309-310. (65) Büyük îslâm Tarihi, 1/262. (66) Büyük îslâm Tarihi, 1/262. (67) Köksel, 1/161 vd.

78

Page 79: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Medine pazarlarının büyük bir bölümü muhacirlerin eline geçmiş olacaktır (M). Onun için yahudîler, muhacirlere, dini ileriye dönük amellerine âlet eden çeteler nazariyle bakmışlardır t69).

Muhacirler Medine ticaretinde artık kendilerinden söz edilen bir grup oluşturmuşlardı. Ancak Kureyş'in tehditleri ve arap kabi­leleri ile ikili antlaşmaları sebebiyle Medine pazarı pek gelişemiyor-du. Kureyş, kuzey-güney, doğu-batı istikametinde giden kervanla­rın antlaşmalarla belirtilen evvelki konaklama yerlerine uğramaları ve Medine tarafına yönelmemeleri konusunda ısrar ediyordu. Bir başka ifadeyle, yukarda da işaret edildiği gibi çeşitli gruplara yap­tığı tehditlerden netice alamayınca, iktisadî ambargo yolunu deni­yordu. Yahudiler ayrıca bu yönden de başlangıçta müslümanlara kızmışlardı. Hz. Peygamber, gerek Medine'nin emniyeti sınırlarını genişletmek, gerek Kureyş'in sürdüregeldiği iktisadî ambargoyu geçersiz kılmak ve onlara kendi metodlarıyla mukabele etmek için çeşitli seriyyeler düzenlemeye başlar. Bu seriyyelere sadece muha­cirlerden belirli bir kısmın katılması (70) ile ilgili kaynaklarda her hangi bir bilgiye rastlanmıyor. Ama ilk akla gelen şey, Medine zi­raî işletmelerinin ve ticaretinin esas unsurlarını işlerinden alıkoyma­mak ve kazanç (günümüz lisaniyle millî gelir) düşüklüğüne meydan vermemekti. Seriyyeler zaman içinde amacına ulaştı. Artık Kureyş-liler Medine sahil yolunu kullanarak Şam'a rahat ticaret kervanı gön-deremiyorlardı (71). Lakin Mekke ticar etsiz yapamazdı; hayatı ona bağlıydı; bazan iki bin deveye ulaşan ticaret kervanı düzenlerler­di (72). Sahil yolunu mecburen terkedip Irak yolunu denedilerse de, müslümanlar kervanı haber alır almaz yolunu kestiler ve kervana el koydular C73).

Muhacirler en son olarak Bedir harbine sebeb olan kervan ha­disesinden sonra Kureyş'e sahil yolunu tamamen kapatmışsa da, on lar Yemenlilerin Medine'ye gelmelerine mani olmayı sürdürecekler­dir. Mekkelilerin bu engelleyici tavırlarıyla ilgili daha sonraki se­nelerde yeni tedbirler alınacak, Kureyş'e destek olmaları için Mek­ke civarındaki kabilelerle antlaşmalar yapılacaktır.

(68) Hamidullah, 1/382; Koksal, 11/236-241. (69) Gazalî, Fıkhu's-Sîre, s. 263.

. (70) el-Bidaye, ni/234-256; Şiblî, Asr-ı Saadet, lj/327-333. (71) Gazalî, a.g-.e., s. 267 vd. (72) Berki, Hatemü'l-Enbiya, s. 210. (73) Hamidullah, 1/144.

79

Page 80: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

S O N U Ç

Günümüze kadar yapılan açıklamalarda Muhacirlerin Medine'ye intibakının psiko-sosyo-ekonomik yönlerine çeşitli kaynaklarda da­ğınık bir şekilde temas edildiğini görüyoruz. Tarihçilerimiz konuları ve çözümleriyle ilgili gelişmeleri, genellikle Hz. Peygamber'in beşer üstü özellikleri ve gücü ile O'nun peygamber kişiliğini inceleyen bir anlayış içinde ele almışlardır. Her ideoloji ve düşünce sistemi gibi dinlerin de, ancak onlara mensup kişilerin beşerî özellikleri, cemaat­leşme şekilleri, cemaatleşmelerinin temelinde bulunan bir takım psiko-sosyo-ekonomik faktörlere göre geliştiğini unutmamak gere­kir. Yani her sosyal hadisenin temelinde insan unsuru vardır, insan­lardan oluşan grupların tâbi olduğu sosyal kanunlar vardır. Allah, "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder" C74) âyetiyle dinî gelişme gibi içtimaî hadiselerin gerisinde bu insan un­suru ve onu çevreleyen ortamda bir takım psiko-sosyo-ekonomik fak­törlerin bulunduğunu inananlara hatırlatır. Aksi halde, Allah'ın in­sanlara muhtaç olduğu şeklinde gayr-i islâmî bir anlayışa varılmış olur.

Onun için hicretin birinci yılında muhacirler Medine'ye göç et­mekle hemen ensarla kardeş olmuş yeni "islâm cemaatini" oluştur­muş değildir. Adetâ Allah, muhacirleri mecburi hicret ve iskâna ta­bi tutarak yeni bir medeniyet ve düşüncenin insan eliyle nasıl gerçek-leştirilebüececeğinin sosyolojik esaslarını ve cemaatleşmenin şartla­rını, kısaca sünnetullahı müslümanlara yaşatmıştır. Bugün de ben­zer bir gelişme söz konusu olursa, onu hazırlayan psiko-sosyo-eko­nomik unsurlara dikkat etmek gerektiğini sonraki nesillere göster­miş; aksi halde hiç bir şey yapmayıp, her şeyi Allah'tan beklemenin neticeye müessir olamayacağı inancını müslümanlara fiilî tezahür­leri ile açıklamıştır.

(74) Muhammed (47), 7.

80

Page 81: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

EĞİTİM VE EKONOMİK KALKINMA İLİŞKİSİ

Suat CEBECİ M.E.B. Din. Öğrt. Gn. Md. Şb. Md.

1952 yılında Bayburt ta doğdu, ilkoku­lu köyde okuduktan sonra İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdi. 198S yılı başında Eminönü Bozdoğan Ortaokulunda Din Kültü­rü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni olarak çalış­tı. 198^ Kasımından Bakanlık Merkez Teş­kilatında Din öğretimi Genel Müdürlüğü Personel Şube Müdürlüğü görevine getiril­di. Halen aynı Genel Müdürlük bünyesinde Ders programları ve Ders Kitapları Şube Müdürü olarak çalışmaktadır, ilahiyat Fakültesinde de master öğ-remine devam etmektedir.

GİRİŞ:

İktisatçılar uzun bir süreden beri eğitimin önemini, ekonomik gelişme üzerindeki olumlu katküarını belirtmeye ve bu katkıyı ölç­meye çalışmışlardır. Fakat çok uzun bir süre ekonomik gelişmenin işçi sayısı ile fiziki sermaye miktarma bağlı olduğu kabul edilmiş, sabit bir teknoloji ile çalışan işgücünün bilgi ve yeteneklerinde, do-layısıyle verimliliğinde meydana gelecek artış ve iyileşmelerin eko­nomik gelişmeye ve milli gelir artışma katkıda bulunacağı düşünül­memiştir (').

Fakat son zamanlarda milli gelir hesaplarının daha realist gö­rüşle gözden geçirilmesi, gelir artışının fizikî ve beşerî üretim un-

(1) Prof. Necdet Serin, Eğitim Ekonomisi Ankara 1972, s. 79.

81

Page 82: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

surlarmdaki artışla izahı mümkün olmayan bir ilave artış payı gös­terdiğinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sonucun doğrudan doğ­ruya eğitim seviyesindeki yükselmeden ileri geldiği anlaşılmıştır (2).

Kalkınmanın iki temel unsurunu teşkil eden beşerî ve fizikî kay­nakların yatırıma yönlendirilmesi ve üretim sürecinde elde edilen sermayenin yeniden devreye sokulması için eğitimin önemli rolü vardır. Ferdin eğitim düzeyi arttıkça verimliliği ve buna bağlı ola­rak da gelir düzeyi artacaktır. Bu da ulusal ekonomi için bir yatı­rımdır. İnsan gücüne yatırım yapılması insan kabiliyetlerinin ni­teliğini büyük ölçüde iyileştirebilir. "Gerekli yeteneklere sahip bir nüfusun varlığı kalkman ülkelerin ekonomik gelişmelerinin yönünü ve hızını tayin eder"(3).

Ekonomik açıdan eğitime baktığımızda iki ayrı yönünün bulun­duğunu görmekteyiz. Bunlar; eğitimin üretim yönü ve tüketim yö-; nüdür.

Okulların bazı istisnalar dışında kâr amacı gütmemelerine, öğ­rencilerin de eğitim masraflarının tamamını yüklenmemelerine rağ­men eğitim harcamalarının gelecekte bireylerin verimliliğini ve ka­zancını artırması oranmda birer yatırım sayılmasını savunanlar, eği­timin şu fonksiyonlarına dikkat, çekmektedirler :

— Eğitim kabiliyetlerin keşfedilmesini sağlar. — Eğitim bireylerin beceri ve hünerlerini artırır. — İş imkânları elde etme ve fırsatları yakalama gücünü geliş­

tirir. — ilmi araştırmaları teşvik eder, geliştirir. — Bilginin yeni nesillere intikalini sağlar.

Böylece eğitim dolaylı veya dolaysız olarak üretimde etkili ol­makta, eğitim hizmetlerinin artması beşeri sermaye stokunun art­masında rol oynamaktadır.

Eğitim tüketim yönünde ise şu noktalar dikkat çekmektedir : -^ Eğitimin artması bireylerin anlayış ve zevklerinin incelme­

sini, dolayısiyle daha üst düzeyde bir hayat sürme isteklerini geliş­tirmektedir.

— Eğitim bireylerin gelir düzeylerini artırmakla onlarin buna paralel olarak artan oranda tüketim imkânlarmı geliştirmektedir.

(2) Prof. Amiran Kurtkah Bilgiseven, İktisat Sosyolojisi Açısından Eğitim Yolu île Kalkınmanın Esasları, İstanbul 1982, s. 66.

(3) Prof. Necdet Serin a.g.e., s. 163.

82

Page 83: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

— Eğitim hizmetleri ve eğitim yatırımları bir bakıma dayanıklı tüketim malları olarak değerlendirilebilmektedir(4).

Sonuç olarak; eğitimin ekonomik etkisi gerek eğitimi toplumsal istemin sonucu bir tüketim malı olarak kabul edenler ve gerekse eği­timi yatırım, dolayısıyla üretim kabul edenlerce benimsenmiştir (5). Profesör Necdet Serin'in de dediği gibi "Eğitimin gelişmiş ülkelerin iktisadi kalkınmasına önemli derecede katkıda bulunduğu hususun­da genel ve kesin bir fikir beraberliği mevcuttur." (6)

Biz bu çalışmada eğitimin ekonomik kalkınmadaki işlevini, bu işlevin alanını, hedeflerini, değerinin ölçülmesini ana hatlarıyla be­lirlemeğe çalışacağız.

EĞİTİMİN EKONOMİK İŞLEVİ

Ekonomik etkinliklerin günden güne artan nitelikli insan gücü­ne talebi karşısında insan gücünün eğitilmesi ekonomik kalkınma­nın temelini oluşturmaktadır. Görünmeyen ve uzun zamanda sonuç veren üretim değeri taşımasına rağmen eğitimin ekonomik kalkınma­daki işlevi özellikle beşeri sermaye birikimin sağlanması yönünden çok belirgin olarak hissedilmektedir. Dolayısıyle eğitim, ekonomiye temel üretim unsuru sağlamaktadır. Ancak eğitimin işlevi ekono­miye üretim etmeni sağlamaktan ibaret değildir. Eğitimin asıl amacı insan kişiliğini geliştirmeye yöneliktir.

Eğitim, araştırma etkinliği ile de aynı zamanda bir üreticidir. Bilim üretimi ekonomik örgütün başlıca dayanaklarından biridir ("'). Teknoloji üretimi ve yaygınlaştırılması kısmen çeşitli iletişim yolları ve deneyimlerle mümkün olabilsede, aslında bu bir eğitim ve araş­tırma sorunudur. "Teknoloji geliştirmede itici gücün bilimsel araş­tırmalar, bilimsel araştırmalardaki lokomotifin ise (beyin gücü) di­ye tanımlanan araştırmacı kadrolar olduğu bir gerçektir. Bir ülke doğal yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından ne kadar olursa olsun, eğer ihtiyaç duyduğu nitelik ve niceliklerdeki araştırmacıları yetiştiremiyorsa o ülke de sağlıklı bir kalkınma ve güvenli bir gele­cekten söz edilemez." (8) . .

(8) V. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel ihtisas Raporu, Bilim-Aragtırma-Tek-noloji D.P.T. Yayını; Ankara 1983, s. 134.

(4) Prof. Amiran Kurtkan, a.g.e., s: 67-68. (5) Doç. Dr. Mahmut Adem, Eğitim Planlaması, Ankara 1977, s. 33. (6) Prof. Necdet Serin, a.g.e., s. 168. (7) Doç. Dr. Mahmut Adem, a.g.e., s. 35.

83

Page 84: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Eğitimin bu genel işlevleri yanında ayrıca her tür ve düzeydeki eğitimin özel ekonomik işlevleri de vardır. Burada sadece bir ör­nekle yetinmek istiyoruz : Ortaöğretim düzeyindeki mesleki ve tek­nik eğitimle, ekonomide ihtiyaç duyulan nitelikli ara elemanlar ye­tiştirilmekle, fertlerin nitelikli işçi, usta ve teknisyen olarak ekono­mik hayatta daha verimli bir şekilde rol almaları sağlanmaktadır.

EĞİTİMİN EKONOMİK HEDEFLERİ

Eğitimin ekonomik hedeflerinden, eğitim kademelerinin ekono­minin ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gücünü karşılaması konusunda ekonomik ve toplumsal kalkmmanm gelecekteki evrimi, öteki eko­nomik etkinliklerle eğitim arasındaki ilişki kastedilmektedir.

Millî Eğitim hizmetleri genel çerçevede iki ana politika üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunlar; 1 — Sosyo-kültürel hedef, 2 — Eko­nomik hedeftir (9). Eğitime konu olan insanın milli ekonomideki üretici etkisinin sosyo-kültürel etkilerinden daha üstün olduğu yo­lunda bir tercihte bulunmak zordur. Ancak bu her iki yönüyle de eğitim yatırımlarının ekonomik sonuç doğurduğunu söylemek müm­kündür. Eğitimin katkıları ile yükselen toplumlarda birey gerek sa­hip olduğu malların kullanma ve tüketiminde ve gerekse kamu hiz­metlerinden yararlanmada daha şuurlu ve dikkatli davranacaktır. Bu durum milli ekonomiye iki yönlü yansıyacaktır : Önce kültürlü birey aldığı eğitimin etkisiyle daha üst düzeyde bir tüketici olma yoluna gidecektir ki, bu da daha üst bir hayat düzeyine talebin art­ması demektir. Böylece toplumun ekonomik hayat seviyesinin ge­lişme sürecine katkısı yönünden millî ekonomiyi yönlendirilmiş olur. Bunu kısaca "eğitimin sosyal mobiliteye etkisi" olarak ifade ede­biliriz.

İkinci olarak da bilgili ve kültürlü (eğitilmiş) insan üretimde daha verimli olmanın, daha kazançlı alanlara yönelmenin yollarını aramak, bulmak yönünden yeteneklerini daha iyi kullanıp değerlen­dirir. "Teşebbüs etkinliğinin daha aktif olarak düşünülüp artırıl-

(9) Beşinci Beş Yıllık Planın eğitimle ilgili bölümünde yer alan "Genel Dke-ler"in ekonomik hedefi dikkat çekicidir. 527, 528, 529, 530 ve 531 nolu paragraflar, ekonomik içerikli ilkelerdir. 530 nolu paragraf şöyledir: "Çeşitli alanlarda ekonominin gerektirdiği ara insan gücünün yetiştiril­mesi için teknisyen eğitimine uygun programların geliştirilmesi ve tek­nisyen eğitimine hızla başlanması sağlanacaktır." (D.P.T. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ank. 1985, s. 140).

84

Page 85: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ması" olarak niteleyebileceğimiz bu durumda da bireyin verimlili­ğinin artması milli ekonomiye yansıyacaktır.

Eğitim hizmetlerinin ekonomik düşüncedeki hedefi ise, üretim­de gerekli olan teknik ve uygulamaya dönük bilgileri insan unsu­runa kazandırmak olduğundan, eğitim hedeflerini tesbit ederken ekonominin ihtiyaçları ister istemez dikkate alınacaktır. Ancak ni­telikli ve yüksek nitelikli insan gücü yetiştirilmesi için uzun bir dö­nem gerekeceğinden eğitsel hesaplamalar, ekonominin 15-20 yü son­rası insan gücü tahminlerine dayanmalıdır.

EKONOMİK KALKINMADA PLANLI EĞİTİM

Genel anlamı ile planlama, eldeki kaynakların en verimli bir şekilde dağıtılması olduğuna göre, eğitim planlaması da bu genel ta­nımın dışında düşünülemez. Eğitim, kalkınmada ihtiyaç duyulan ni­telikli insan gücünü yetiştirmektedir. Kakılnma yönünden ekonomi ile en önemli ilişkisi de bu alandadır.

Bugün dünyanın bütün ülkelerinde eğitimin sosyal ve ekonomik gelişmenin anahtarı olduğu kesinlikle kabul edilmiştir. Eğitim dü­zeyinin düşüklüğü, geri kalmışlığın en başta gelen belirtilerinden biri olarak bilinmektedir. Dolayısıyle geri kalmışlığın yenilmesi ve sağ­lıklı bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi için yapılacak eğitimin plan­lanması zorunludur. Gelişi güzel yürütülen bir eğitim kalkınmada ekonominin her alanda ihtiyaç duyduğu nitelikli insan gücünü kar-şılayamıyacağı gibi, yüksek öğrenim görmüş işsizlerin oluşmasına veya nitelik gerektirmeyen işlerde çalışmalannada yol açacaktır.

Planlı eğitim bir taraftan kalkınmada ihtiyaç duyulan insan gücünün dengeli bir şekilde yetiştirilmesini sağlarken diğer taraf­tan da bütün bireylere bellii ölçüde bir eğitim alma fırsat ve imka­nını tanıyacak, bilginin sağlıklı bir şekilde intikali ile sosyo-kültürei yapıyı geliştirecektir.

Bunun için kaynakları kıt olan kalkınma yolundaki ülkelerin bir eğitim stratejisi belirlemeleri gerekir. Bu stratejide en can alıcı un­sur, tahmin edilen ihtiyaçlara uygun olarak nitelikli insan gücünün geliştirilmesidir. Çünkü az gelişmiş ülkeler daha yüksek dercelerde yenileşme gerektiren hızlı bir büyümeye muhtaç olduklan için yüksek seviyeli, yetişmiş insan gücüne olan ihtiyaçları da kalkınmış ülke­lere oranla daha çoktur.

(10) Doç. Dr. Mahmut Adem, ag.e., s. 34.

85

Page 86: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Azgelişmiş ülkelerde hem kalkınmanın gereği olan nitelikli in­san gücüne daha fazla ihtiyaç duyulması, hem de sosyo-kültürel ge­lişme için daha fazla eğitim hizmetinin gerekli olması yanında —bir de— kaynakların daha kıt olması eğitimde planlama ve dolayısıyle eğitime ayrılan kaynakların rasyonel bir biçimde kullanılması ka­çınılmaz bir zorunluluk olmaktadır.

Eğitimin her geçen gün öteki ekonomik kesimler aleyhine büt­çeye daha fazla malî yükler getirmesine karşılık, ekonomik kalkın­ma da, eğitimden, gittikçe daha çok sayıda ve daha çok uzmanlaş­mış insangücü itsemektedir. Öyleyse eğitim planlaması yapılırken ekonomik hedefler ve tahminlere göre eğitimin hem nicel hem de nitel (kemiyet ve keyfiyet) olarak geliştirilmesi amaçlanacaktır.

EĞİTİMİN EKONOMİK KALKINMAYA KATKISININ ÖLÇÜLMESİ

İktisatçılar İkinci Dünya Savaşından sonra eğitimin ekonomik önemini, ekonomik gelişme üzerindeki olumlu katkısını belirlemeye çalışmışlardır (")• Artık ekonomik gelişmeyi sağlayan işgücü ve fi­ziki sermayedeki artışların dışında başka etmenlerin varlığı ve bun­ların etkisi kabul ediliyordu. Bu etmenler içerisinde en önemli yeri hiç kuşkusuz eğitim alıyordu. Ancak ekonomik gelişmede eğitim ya­tırımlarının ne kadar önemli olduğunu tesbit edebilmek için eğitimin ekonomik katkısının ölçülmesi gerekmektedir. Bunun için başlıca üç yaklaşım kullanılmaktadır.

1. Basit Bağıntı Yaklaşımı

Bu yaklaşım, ekonomik faaliyet seviyesini gösteren çeşitli in­dekslerle tam eğitim faaliyetleri ile ilgili indeksler arasındaki bağın­tıyı tesbit ederek eğitim Leviyesindeki gelişmenin ekonomik büyük­lükler üzerindeki olumlu etkisini ölçer.

Bu yaklaşımla bir toplumda farklı zamanlardaki eğitim ile gayr-i safi milli hâsıla arasındaki bağıntıyı tesbit etmek mümkün­dür. Ancak eğitim yatırımlarının kısa zamanda sonuç vermediğini

(11) J.W. Kendrick A.B.D. ekonomisinde 1889-1957 yılları arasındaki gelişme­leri incelemiş, yıllık ortalama ortak girdi indeksleri ile hasıla indeksleri­ni karşılaştırmıştır. Ekonominin bilinen üretim etmenlerinde görülen ar­tış dışında hasılada yıllık ortalama yüzde 1.6 lık bir fazlalık tesbit etmiş ve bunu. insangücünün yeteneklerinin, sağlık ve eğitim şartlarının iyi­leşmesine bağlamıştır.

86

Page 87: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve sonuç vermeye başlayınca da ömür boyu süren bir verimlilik de­ğeri taşıdığını dikkatten uzak tutmamak gerekir. Meselâ bir ülke eğitim harcamalarını (t) yılında iki katma çıkarmışsa olumlu ikti­sadî etkiler. (t) yılındaki gayr-i safi milli hasıla içinde aranmama­lıdır. Yatırımların yoğunlaştırıldığı alana göre tesbit edilen (h) öğ­retim kademesi sonrası (t + h) dönemindeki gayr-i safi millî hâsıla­da bu katkı görülecektir.

2. Artık Değer Yaklaşımı

Bu yaklaşım, bir ülkenin belli bir dönem içinde gayr-i safi milli gelirinde meydana gelen artışın, sermaye ve işgücü miktarı gibi ölçülebilen girdilerde meydana gelen artışa atfedilebilecek kısmını hesaplayarak bulduktan sonra eğer arada olumlu bir fark varsa, bu farkı ölçülemeyen girdilerin etkisi olarak kabul eder. Bunu belirle­mek için, çalışılan iş saatlerine dayanan bir işgücü girdi serisi ile sabit fiyatlarla hesaplanmış bir sermaye girdi serisi düzenlemek, sonra da her iki girdinin gayr-i safi milli hâsıla içindeki ağırlıklı paylarma göre ortak bir girdi indeksi hesaplayarak bu iki unsurun hâsılaya yaptığı katkıyı bulmak gerekir. Eğer hasılada meydana ge­len tüm artıştan bu katkı çıkarılırsa artık değeri oluşturan üçüncü girdi unsuru veya unsurlarının payı belirlenmiş olur. Ancak artık değeri oluşturan sadece eğitim faaliyetleri reğildir.

— Sermayenin kalitesindeki artış — Kapasite kullanımındaki değişmeler — însan sağlığmdaki iyileşmeler — Yeniden düzenleme ve organizasyon — Işbaşmdaki resmî olmayan eğitim ve tecrübe — Resmi ve gayr-i resmî eğitim

faktörleri bütün olarak artık değer içinde yer almaktadırlar.

Bunun içindir ki Artık Değer Yaklaşımı eğitimin ekonomik kat­kısını ölçmede yetersiz kalmaktadır. Ayrıca fiziki sermayede mey­dana gelen değişiklikler ve kapasite kullanımındaki farklılaşmalar sebebiyle fiziki sermayenin katkısı olduğundan az; artık değer ise olduğundan fazla görülebilir.

3. Eğitimin Dolaysız Hâsılasını ölçme Yaklaşımı

Eğitimin ekonomik gelişmeye katkısını ölçmenin diğer bir yo­lu da eğitim görmüş insamarla eğitim görmemiş insanlar ya da farklı

87

Page 88: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

seviyelerde eğitim görmüş insanların hayat boyu kazançlarının veya gelirlerinin farkını ölçmektir. Bu yaklaşımda gelirler veya kazançlar arasındaki fark, diğer bütün urnsurlarm sabit kalması kaydıyla alınan eğitimin oluşturduğu fark veya eğitim için yapılan harcama­ların sağladığı verim olarak kabul edilir. Burada konunun iki bo­yutu vardır : Kişisel fayda, millî fayda.

Kişisel fayda yönünden, farklı eğitim görmüş kimselerin gelir­lerinin de farklı olacağı bir gerçektir. Ulusal fayda yönünden ise fertlerin üretimlerinin artması dolayısıyle gelir düzeylerinin yüksel­mesi toplumun ekonomik düzeyinin yükselmesi olarak ortaya çıkar.

Bu yaklaşımın eğitimin ekonomik katkısmı inandırıcı bir şekilde açıklayan cazip bir yönü olmakla beraber bazı yetersizlikleri de bu­lunmaktadır :

Önce bu yaklaşımda eğitim dışı sarflarm değişmeyip sabit kal­dığı varsaymamdan hareket edilir. Halbuki bu mümkün değildir. Ze­kâ, yetenek, kültürel çevre ve aile serveti vb. ölçülmesi mümkün olmayan çok önemli etkenlerdir.

İkinci olarak, eğitimin sağladığı fakat kişiye gelir olarak gir­meyen dış tasarruflar da hesaba katılmamaktadır. Suçluluğun azal­ması, iş güvenliğinin sağlanması gibi dolaylı etkilerin de göz önünde bulundurulması gerekir.

Üçüncü olarak da eğitim görmüş insanın parasal olmayan çı­karları da hesaba hatılmamaktadır. Resmî veya iş seyahatleri, loj­man ve makam araçları kullanma gibi kazançlar da kişinin eğitim sayesinde elde ettiği kazançlardır.

Sonuç olarak; eğitimin ekonomik etkinlikler ve ekonomik kalkın­ma ile sıkı bir ilişkisi vardır. Çeşitli teorik ve tecrübî (ampirik) çalışmalara dayanılarak elde edilen veriler insan gücünün kalkınma­nın en önemli unsuru olduğunu ortaya koymaktadır. Kalkınma çaba­sının devamlı olarak hızlanması ve başarıya ulaşması yeter sayı ve nitelikteki işgücünün gerekli alanlarda kalkınma çabasına katılma­sına bağlıdır. Şu halde ekonomik kalkınma sadece fiziki sermaye yığılımı ile ilgili bir olay değildir. Aynı zamanda verimli insangücü kaynağındaki hızlı bir büyüme, beşeri sermaye kaynağının gelişti­rilmesi meselesidir(12). Beşeri kaynağın geliştirilmesi, bir toplumda yer alan herkesin bilgi, maharet ve kapasitesinin artırılması olayı­dır, Bu da eğitimdir.

(12) Prof. Necdet Serin, a.gr.e., s. 160.

88

Page 89: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

III ve IV PLAN DÖNEMLERİNDE (1972 -1982) TÜRK EKONOMİSİNDE EĞİTİMİN YERİ

Artık değer yaklaşımı ile konuyu ele alarak önce İÜ ve IV plan dönemlerindeki on yıllık sürede G.S.M.H. deki gelişmeye bakıyoruz. Tablo 1 de görüldüğü gibi II plan döneminde G.S.M.H.'deki ortala­ma büyüme yüzde 5,5 iken 1978 de yüzde 2,9 a 1979 da —0,4 e 1980 de ise— 1,1 e kadar düşmektedir. (Tablo : 1)

TABLO : 1 —" Gayrisafi Millî Hasılanın ve Sektörel Katma Değerlerin Büyüme Hızları (Sabit Fiyatları)

S e k t ö r l e r rn.

Plan

O

rtala

mas

ı

Gayrisaf i Millî Has ı ­la ( P . F . Gayr isaf i Y u r t îçi Has ı l a (P . F.) Gayr isaf i Y u r t î ç i Has ı l a (F .F . ) T a r ı m Sanay i

— Madencil ik — î m a l â t Sanayii — Ener j i

Hizmet le r

6.5

6.9

7.1 3.2 9.7

15.8 i 8.8

13.4 7.9

1978

2.9

2.8

4.3 2 7 6.6

26.7 3.6

12.4 4.1

1979

—0,4

— 0.9

— 0.6 2.8

— 5.6 —16.3 — 5.3

8.0 0.2

1980

1981

— 1.1 4.1

— 0.8 4.4

— 1.0 4.7 1.7 0.1

— 5.9 7.6 —11.0 0.2 — 5.4 8.7 — 3.5 5.9 — 0.2 5.6

1082

4.6

5.0

4.3 6.4 4.8

—5.8 5.1

11.6 3.3

1983

3.2

3.7

3.8 —0.3

7.6 —6.1

9 5 3.7 4.0

o* 00 en rH

t 00 t -a, rH

2.0

2.1

2.3 2.7 1.3

—2.3 1.7 6.7 2.6

Orta

lam

ası

2.1

2.2

2.2 2.1 1.5

—8.0 2.3 5.0 2.5

Kaynak : DİE - DPT.

III plan döneminde ortalama 6,5 lik öneırüi bir artış gerçekle­şirken üretimin iki temel unsuru işgücünde ve fiziki sermayede du­rum nedir? Bunu belirlemek için önce işgücünü ele alıyoruz. III. plan döneminde işgücünde sayısal olarak belli bir artış görülmesine karşılık 15 + yaş nüfusunun işgücüne katılma oranlarmda düş­meler görüyoruz. 1972 de işgücüne katılma yüzde 70,47 iken 1978 de bu oran yüzde 65,21 e düşmüştür.

İşgücünde görülen bu nicel durum yüzde 6,5 lik bir büyüme için yeterli değildir. Üretimde en önemli unsurlardan biri olan işgücünün böyle bir büyüme içinde dahi olumlu gelişmeler göstermesi gerekirdi. Çünkü aynı dönemde yatırımlarda nisbî olarak önemli artışlar göz-

89

Page 90: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

leniyor. Konsolide bütçe harcamaları içerisinde yatırımların payı 1972'de yüzde 15,40 iken 1977'de yüzde 22,07'ye ulaşmıştır. Daha çok yatırım daha çok iş alanının açılması demek olduğuna göre İÜ. nlan döneminde yatırımların bütçe harcamaları içindeki payının yüzde 43.31'lik artışına yakın bir artışın işgücünde de görülmesi ge­rekirdi. Halbuki III. ve IV. plan dönemlerindeki on yıl sürede iş-gücündeki artış ancak yüzde 10,19 olabilmiştir. Ayrıca istihdam edilenlerin toplam nüfus içindeki payı da giderek düşmüştür. Çalışan basma bağımlı nüfus 1972'de 1,66 iken 1978'de 1,81'e yükselmiştir. Bu durum da, üretim faktörlerinden olan emeğin giderek daha fazla oranda üretim dışı kaldığım ve iktisaden gayri faal nüfusun arttı­ğını gösterir. (Tablo : 2)

TABLO : 2 — Toplam Nüfusu ve Çalışan Başına Düşen Nüfus (Bin Kişi)

Çalışan Başına Yıllar Toplam Nüfus Çalışan Nüfus Düşen Nüfus

37.431 42.049 42.927 46.780 47.804

14.036 15.121 15.249

. 15.467 15.577

1.66 1.78 1.81 2.02 2.06

KAYNAK : D.İ.E. Genel Nüfus Sayımlarından 1972, 1977, 1978 yılları hesap­lanmıştır. Temel göstergeler tablosundan farklı olarak 1982 ve 1983 yılı nüfus tahminleri yurt dışına göç eden nüfusu da kap­samaktadır.

İşgücünde nicel olarak böylesi yavaş bir gelişme olurken sabit sermaye yatırımları içerisinde eğitimin payı az da olsa bir artış göstermiştir. Bütçe harcamaları içerisinde yatırımların payı önemli ölçüde artarken yatırımlar içerisinde eğitimin payı oranmı koru-maklada kalmayıp bir miktar da artmıştır. Toplam sabit sermaye yatırımları içerisinde eğitimin payı 1972'de yüzde 2,88 iken 1973'te yüüzde 3,20 ye 1974'te de yüzde 3,43'e yükselmiştir.

Eğitim yatırımlarındaki bu artış insan gücünü nitelik yönün­den geliştirmiştir. 6,5'lik büyümeye karşılık işgücünde sayısal yön­den görülen yetersiz artıştan doğacak açığı, diğer bir anlatımla iş­gücünün nicel olarak yetersiz gelişmesinin meydana getireceği olum­suz e\kiyi işgücünün eğitim sayesinde niteliğinin artması kapatmış­tır.

90

Page 91: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İstihdamda her kademede eğitim görmüş olanların sayısında önemli artışlar olmuştur, 1970 yılında herhangi bir öğretim kuru­munda öğrenim görmemlg olanların oranı yüzde 56,4 iken 1975'te bu oran yüzde 44,5'e düşmüştür. (Tablo : 3) m . plan döneminde

TABLO : 3 — istihdamın Eğitim Kademelerine Göre Dağılımı (Yüzde Değerleri)

1960 1970 1975 1980

Okuma - yazma bilmeyenler 72 2 44,9 35,3 29,7 Okur - yazar, okul mezunu değil — 11,5 9,2 7,0 ilkokul 23,0 35,7 45,6 48,2 Ortaokul 2,1 2,6 3,7 4,8 Ortaokul dengi meslek okulu — 0,1 0,1 0,1 Lise 0,8 1,3 2,1 v 3,6 Lise dengi meslek okulu 1,0(!) 1,7 2,2 3,2 Yüksekokul ve fakülte 0,8 1,4 1,7 3,4 öğrenim kurumu bilinmeyen — 0,8 0,3 —

TOPLAM . 100,0 100,0 100,0 100,0

(*) Ortaokul dengi meslek okulları dahil. KAYNAK : DPT.

yüksek eğitimli insan gücünde yüzde yüzün üzerinde çok büyük ar­tış olmuştur. Bütün mesleklerde yüksek eğitimli teknik insan gücü 1972"de 42.055 kişi iken 1978'de 85.890 kişiye yükselmiştir. (Tab­lo : 4)

— Yüksek Eğitimli Teknik Insangucu Arzında Gelişmeler Yıllık Or. Yıllık Or. 1972 - 77 1978 - 83

1972 1977 1% Artış 1978 1983 !% Artış

TABLO : 4

Mimar inşaat Müh. Makina Müh. Elektrik Müh. Maden, Met. M. Kimya Müh. Ziraat Müh. Orman Müh. Veteriner Diğer Müh.

TOPLAM

KAYNAK : DPT.

4 380 8 290 5 550 3 420 1690 3 080 6 920 2 240 1785 4 700

9 330 20 850 15 430 7 090 2 420 8 050 7 500 3 710 2 750 5 600

16,3 20,3 22,7 15,7 7,4 21,2 1,6 8,7 9,0 3,6

9 500 21 565 15 990 7 120 2 470 8 320 8 000 3 775 2 750 6 400

14 950 28100 24 650 12 550 4 250 12 500 11950 4 350 3 500 8 050

9,5 5,4 9,0 12,0 12.0 8,5 8,4 2,9 4,9 4,7

42 055 82 730 14,5 85 890 124 850 7,8

91

Page 92: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Sonuç olarak : III. Beşyıllık Kalkınma Planı döneminde bütçe harcamaları içerisindeki yatırımların artan payı yüzde 6,5'lik eko­nomik büyümeyi sağlayacak düzeyde görülmesine karşılık işgücü ala­nında ifadeye çalıştığımız gelişme nicel olarak sözünü ettiğimiz eko­nomik büyümeyi aynı derecede etkileyecek düzeyde görülmemekte­dir. Eğitim büyümeyi aynı derecede etkileyecek düzeyde görülme­mektedir. Eğitim yatırımlarındaki artış ve işgücünün eğitim yoluyla nitelik kazanması sayısal açığı kapatmış ve dolayısıyle yüzde 6,5'lik ekonomik büyümede eğitimin önemli katkısı olmuştur.

IV. Plan döneminde durum farklıdır. Bu dönemde G.S.M.H. da önemli düşüşler gözlenmiştir, m . Plan dönemindeki ortalama yüzde 6,5'lik büyümeye karşılık 1979'da —0,4 ve 1980'de —1.1 negatif gelişme olmuştur. Aynı dönemde Konsolide bütçe harcamaları içe­risinde yatırımlara ayrılan payın önemli oranlarda azaldığını görü­yoruz. 1977'de bütçe harcamaları içerisinde yüzde 22,07 olan yatı­rımların payı 1978'de yüzde 18,69'a 1980'de 15,28'e kadar düşmüş­tür. (Tablo: 5) Yine bu dönemde konsolide bütçe harcamalarının

TABU3 : 5 — Kcnselide Bütçe Gelir vo Harcamalarının Yıllık Yüzde Artışlar.

1979 1980 1981 1982 1983

Harcamalar 78.47 81.17 39.79 27.00 37.71 Cari 87.95 89.73 29.77 33.50 22.74

— Personel 87.92 80.34 21.50 40.77 21.49 — Diğer Cari 68.00 100.64 44.88 22.38 24.92

Yatırım 45.92 79.09 83.02 32.12 12.78 Transfer 102.69 73.16 34.49 17.29 70.77 Gelirler 69.49 78 54 53.34 23.25 33.61 Genel Bütge 69.18 79.50 53.55 21.91 33.01 Vergi 64 57 84.91 58.74 27.85 26.96 Vergi D. N. G. 64.32 53.18 —2.29 1.98 12134 Özel G. ve Fonlar 571.43 90.43 162.85 —24.34 —10.25 Katma Bütçe 87.04 29.70 38.17 128.18 58 64 Fark 134 77 97.01 —34.27 74.82 T4.54 iç Borçlanma 83.43 —43.87 29.89 188.50 ?04.45 Açık veya Fazla 177.72 174.87 —41.50 46.34 10 30

G.S.M.H. ya oranımnda düşüş gösterdiğini dikkate alırsak ya­tırımlardaki azalmanın daha büyük olduğu ortaya çıkar. Konso­lide bütçe harcamalarının G.S.M.H. ya oranı 1977'de yüzde 27,56 iken 1978'de yüzde 26,91';?, 1982'de yüzde 22,56'ya düşmüştür.

92

Page 93: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İstihdam alanında da benzer durumlarla karşılaşıyoruz. İşgücü alanında sayısal olarak nüfus artışının çok gerisinde kalan küçük bir artış görülüyor. 1977'de 15121 olan işgücü talebi 1982'de sadece yüzde 2'lik bir artışla 15467 olmuştur. Halbuki aynı dönemde 15 + yaş nüfusta yüzde 15,16'lık toplam nüfusta ise yüzde 11,25'lik ar­tışlar görülmüştür. Bu gelişmeler sonucu 15 + yaş çalışan başına bağımlı nüfus 1,78'den 1982'de 2,02'ye yükselmiştir. (Tablo : 2)

Üretimin iki temel unsuru olan işgücü ve sermayede görülen bu olumsuz gelişmelerin yanında hızlı enflasyon, dünya para sisteminin bozulması, petrol fiyatlarında ortaya çıkan büyük artışlar, iş barışı­nın bozulması ve anarşi gibi faktörler IV. plan dönemindeki ekono­mik yapıyı çok daha olumsuz yönde etkileyecek niteliktedirler. Çün­kü zaten olumsuz gelişme gösteren işgücünde önemli oranda verim düşüklüğü gözlendiği gibi grevler ve lokavtlar sebebiyle çalışma ha­yatında iş günü kayıpları da küçümsenmiyecek boyutlara ulaşmış­tır. 1978 -1980 arası üç yıllık dönemde kaybolan işgünü sayısı 7.708.750'dir.

Bu dönemde eğitimdeki gelişmelere bir göz atacak olursak bu alanda eğitim yatırımlarına ayrılan paydaki çok fazla olmayan kü­çülmelerin dışında olumlu gelişmelere sahidoluyoruz. Toplam sabit sermaye yatırımları içerisinde eğitime ayrılan pay 1976'da 3,18 iken 1977'de yüzde 2,65, 1978'de yüzde 2,45, 1979'da yüzde 1,91, 1980'de yüzde 2,08. 1982'de yüzde 2,91 olumuştur.

Bunun yanında işgücünde her düzeyde eğitim görmüş olanların sayısında önemli artışlar görülmüştür. Bu, işgücüne katılmadaki nisbetin az olmasma karşılık, katılanların öğrenim görmüş olma nis-betindeki yükseklikten kaynaklanmaktadır. Herhangi bir öğretim kurumunda öğrenim görmemiş olan işgücünün toplam içerisindeki oranı 1975'de yüzde 44,5 iken 1980'de yüzde 36,7'ye düşmüştür. Eği­cim görmüş işgücünde ise ilkokuldan yukarı öğrenim görmüş olan­ların oranı yüzde 9,8'den yüzde 15,l,e yükrelmiştir. (Tablo : 6)

Yine aynı dönemde yüksek eğitimli teknik işgücündeki artış­larda devam etmiştir. 1977'de 82,730 olan yüksek eğitimli teknik işgücü arzı yüzde 50,9 artarak İ983'te 124.850'ye ulaşmıştır. (Tab­lo : 4)

Sonuç olarak; işgücünde ve yatırımlara ayrılan paylarla belirleme­ğe çalıştığımız fizikî sermayedeki gelişmeler G.S.M.H daki düşüş-

93

Page 94: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

TABLO : 6 — 1978 - 1E80 Yılları Arasında Grevler ve Kaybolan İşgünü Sayıları

Grev Sayısı

8T 126 220

Süre Toplam Gün

4 457 10.529 24 474

Greve Katılan İşçi Sayısı

9 484 21011 84 832

Kaybolan işgünü Sayısı

426.127 1147.721 7 708.750

KAYNAK : Çalışma Bakanlığı, D.P.T.

lerde fazlasıyla etkin olacak niteliktedir. Eğitim alanında görülen olumlu gelişmelerin normal şartlarda ekonomiye sağlayacağı olumlu katkı IV. Beş Yıllık Plan döneminde yaşanan petrol krizi, hızlı enf­lasyon, döviz sıkıntısı ve üretimin iki temel unsuru işgücü ve yatı­rımlardaki gerilemeler yüzünden görülmez olmuştur. Gerek işgücün­de öğrenim görmüş olanların oranındaki artış ve gerekse yüksek eğitimli teknik işgücünde görülen önemli sayısal artışın yamsıra eğitimde nitelik yönünden bir gelişmenin olduğu söylenemez. Aksine anarşi, öğrenci hareketleri, yetersiz imkanlarla açılan yeni üniver­sitelerin bina, araç-gereç, laboratuvar, öğretim üyesi eksiklikleri ne­denleri ile eğitim kalitesi düşmüştür. Bu da, IV. Plan döneminde ekonomide görülen olumsuz gelişmeye bir katkı olarak değerlendi­rilmelidir.

Nitekim 1980'de (-1,1) olan G.S.M.H. deki gelişmenin anarşinin durdurulması ile 1981'de anî bir sıçrayışla '4,1'e ulaşması, ne bir yıl içinde işgücündeki artış ne de fiziki sermayenin anî artışı ile açık­lanabilir. Bu, kapasite kullanımındaki değişikliğin yanında büyük ölçüde âtıl kalmış eğitilmiş işgücü stokunun üretimde etkinliğinin ve verimliğinin yükselmesi ile sağlanmıştır. Böylece 1978-1980 arasın­da görülmeyen eğitimin ekonomik gelişmedeki olumlu katkısı şart­lar normale dönünce ortaya çıkmış oldu. /

Tablolar ve Donelerin Kaynakları :

1, V. Beş Yıllık Kalkınma Planı özel ihtisas Komisyonu Raporu, Bilim Araştırma-Teknoloji D.P.T. Yayınları Ankara 1983.

2. V. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ankara 1985, , 3. V. Beş Yıllık Plan Destek Çalışmaları : I, D.P.T. Yayını 1985. ;.4. V. Beş Yıllık Plan Destek Çalışmaları : 2, D.P.T. Yaymı 1985.

94

Page 95: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Şeyhu'l - islâm Sâ'dî Çelebi ve Dârü'l • Ku naşı

Recep AKAKUŞ Din Işl. Yük. Krl. Üyesi

1938 yılında İnegöl / Aşağı Ballık köyünde doğdu. 1951 yılında hıfzını tamamladı. Hafız Abdurrahman GÜRSES'ten tecvid ve tas-hih-i huruf dersleri aldı. istanbul tmam-Ha-tip Lisesini ve Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdi.

Müeszin-kayy imlik, imam-hatiplik, müftü yardımcılığı ve müftülük görevlerinde bu­lundu.

1978 yılından bu yana Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olarak görev yapan Recep AKAKUŞ'un "Eyüp Sultan ve Mukaddes Emanetler" adında bir, eseri bulunmaktadır.

İ , - HAYATI, ÖĞRENİMİ VE EĞİTİMİ :

Sa'dî Çelebi, "Sa'düllah Sa'dî Çelebi" diye de anılmaktadır (>). Osmanlı Şeyhü'l-lslâmlanndandır. Şeyhu'l-îslâm İbn' Kemal'in vefa­tından bir gün sonra bu makama getirilmiştir. Onuncu Osmanlı şey-hu'1-islâm olarak beş yıl süreyle bu hizmeti basan ile yürütmüştür (2).

(1) İlmiye Salnamesi, 355, Matbaa-i Âmire 1334. (2) İlmiye Salnamesi, S. 355, Matbaa-i A'mire 1334; Abdulkadir Altınsu, Os­

manlı Şeyhu'l-lslâmları, 21. Ank. 1972.

95

Page 96: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Sa'dî Çelebi, aslen Kastamonuludur. Bu ile bağlı Daday ilçesin­de dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi, belli değildir. Pederi, îsa Çe­lebi olarak kaynaklara geçmiştir. Dede adı, Umurhan'dır (3).

Küçük yaşlarda iken pederi İsa Çelebi ile istanbul'a gelmiştir. Pederi Isa Çelebi, İstanbul-Aksaray'da kâin Muratpaşa Camiine imam olmuştur. İlme ve irfana tutkun bir kişidir.

Oğlu Sa'dî Çelebi'nin yetişmesi için özel bir gayret göstermiştir, îlk ve orta öğretim seviyesindeki bilgileri, oğluna bizzat kendisi ver­miştir.

Sa'dî Çelebi de pederi gibi ilme ve irfana tutkun bir kişidir. Oku­mak ve kitap mütâlâa etmek, onun en büyük zevkleri arasında yer alır. Şair ruhludur. Ediptir. Hem okumaktan hemde yazmaktan de­rin zevk alır. Hele tarih konularına tutku derecesinde bağlıdır. Soh­betlerini tarihî kıssalar ile süslemekten büyük bir zevk duyar.

Edip olduğu kadar halîm ve selîm bir kişiliğe sahiptir. Pederin­den ilk ve orta öğretim seviyesinde bilgi aldıktan sonra; daha üst seviyede öğrenimini tamamlamak üzere devrin tanınmış bilgin­lerinden "Samsûnî Mehmed Efendi" ye baş vurmuş ve O'nun ders halkasına girmiştir. Usûlüne uygun olarak bu zâttan icazet almış ve "Başçı İbrahim Medresesi" müderrisi olarak ilmiye sıfatına dahil olmuştur. Söz konusu sınıf içinde terfi edebilmek için sırasıyla, "Edir­ne Taşlık Medresesi" "İstanbul-Mahmud paşa Medresesi" gibi eği­tim ve öğretim kurumlarında müderris olarak görev üstlenmiştir.

İstanbul-Fatih Sahn-ı Semân müdderisi iken 1523 yılında istan­bul kadılığına getirilmiştir. On yıl bu görevde kaldıktan sonra tek­rar eski görevi olan Sahn-ı Semân müderrisliğine nakledilmiştir. An­cak kısa bir süre sonra Şeyhu'l-Islâm Ibn Kemal (1468-1533) ve­fat edince Sa'di Çelebi, bu makama getirilmiştir. Sa'dî Çelebi'nin Şeyhu-1-Islâmlık makamına getirilişi, 17 Nisan 1533 Cuma gününe rastlar.

Şeyhu'l-İslâm Ibn Kemal'in vefatıyla bu makama gelen Sa'dî Çe­lebi, beş yıl süreyle başarılı hizmetler vermiş ve ölümüne kadar bu makamda kalmıştır. 1538 yılında Hakka yürümüş ve tstanbul-Eyüp'-te kâin "Gufran Toprağı" ne defnedilmiştir(4).

(3) Aynı eserler ve aynı yerler. (4) Abdulkadir Altunsu, Osmanlı ŞeŞyhu'l-Islâmları, s. 21, Ank 1972.

96

Page 97: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

2 — SA'DÎ ÇELEBİ VE ESERLERİ :

Sa'dî Çelebi, özet halinde, yukarıda verdiğimiz eğitim ve öğre­tim hizmetlerini yaparken kitap mütalaa etmekten hiç geri kalma­mıştır. Hattâ kâdîlik ve Şeyhu'l-îslâmhk gibi idarî hizmetleri bile O'nu kitap mütâlâa etmekten alıkoymamıştır. Okuduğu her kitaba "Derkenar" tarzında haşiyeler koyduğundan "Muhaşşî Sa'dî Efendi" lakabı ile de anılmıştır.

Yukarıda işaret olunduğu üzere halîm ve selîm bir tabiata sa­hiptir. Ediptir, şairdir. Aşağıdaki beyti pek meşhurdur :

Âleme doldu(...?) lîk ben şâd olmadım, Ah! kim ben bende bir dem gamdan âzâd olmadım(5)

Başlıca eserleri; "Haşiye alâ Envâri'l-Tenzi'l", "Haşiye Ala Şer-hi'1-Hidaye", Haşiye Ale'l-Kâmûs, isimli eserleridir. Ayrıca şiir yaz­mıştır.

3 — SA'DÎ ÇELERİ DÂRÜ'L KURRÂSI VE KUR'ÂN-I KERİM ÖĞRETİMİNDEKİ YERİ :

Sa'dî Çelebi, Kanunî Sultan Süleyman devri Şeyhu'l-îslâmıdır. Hatırlanacağı üzere Yavuz, Kanunî ve H. Selim devirlerinde İstan­bul'da inşa edilen önemli bütün dinî yapılarda Mimar Sinan'ın dam­gası vardır.

Bu sebepten Sa'dî Çelebi'nin Fatih-Sahn-ı Semân Medreselerin­den "Akdeniz Medreseleri" ismiyle anılan dört adet blok medresenin güneybatısında inşa ettirdiği "Dârü'l-Kurrâ" binası da Mimar Si­nan'ın eseridir (6).

Fiziki yapısı itibarıyla dârü'l-kurrâ binası, çevreye tam olarak intibak ettirilmiş ve yapı sitili itibarıyla Fatih medreselerine tıpa­tıp benzetilmiştir. Dış görünüşü itibarıyla Fatih külliyesinin bir üni­tesi gibidir.

Cephesi, Fatih-Malta çarşısına bakar. Dârû'l-kurrâ binasının bu ciheti fevkânî (iki katlı) dır. Fatih Camii dış bahçesine açılan giriş cephesi ise tahtânî yani tek katlıdır.

(5) Aynı eser ve aynı yer. (6) Cahit Baltacı, Osmanlı Medreseleri, s. 609.

97

Page 98: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Dârü'l-kurrânın, çarşıya bakan cephesinde üç aded dükkân yer almaktadır. Giriş kısmındaki cümle kapısıyla; küçük bir bahçeye gi­rilmekte ve sahanlıklı mermer merdivenlerle dershane bölümüne çı­kılmaktadır. Takriben 7x7 ebadında olan dershane, güzel bir kubbe ile örtülmüştür. Duvarlar, taş-tuğla karışımı bir sitilde örülmüştür. Mimar Sinan'ın inşa ettiği "Dârü'l-kurrâ"ların en güzellerindendir.

Sa'dî Çelebi, Dârü'l-Kurrâsı'nda yapılacak hizmetleri, tanzim ettirdiği bir vakfiyyede detaylı bir tarzda belirlenmiştir. Vakfiyyeyi Ebussuûd Efendi, tanzim ve tescil eylemiştir. Hizmetlerin finans­manı için de Sa'dî Çelebi, yeterli gelir kaynakları bırakmıştır.

Sözkonusu vakfiyyede belirtilen hizmet cihetleri ve gelir kay­nakları şöyledir.

A — DARÜ'L-KURRÂ'DA HİZMET CİHETLERİ :

a) Şeyhu'l-Kurrâ, yaptığı tedris karşılığında günlük yedi akçe alacaktır.

b) Mütevelli, yönetim görevi karşılığında günlük beş akçe ala­caktır. ' : : ;

c) Dârü'l-Kurrâ'da ders görecek olan on talebeden her biri, günlük birer akçe alacak. Günlük toplam öğrenci masrafı on akçe olacaktır.

d) îki adet "Eczâhân=cüz ve kitap muhafızı" olacak; herbiri-ne günlük birer akçe ödenecektir. Toplam eczâhân ücreti, günlük iki akçe olarak belirlenmiştir.

e) Dârü'l-Kurrâ hizmetlisi, Dârü'l-Kurâ'nın temizliğine bakan müstahdem günlük bir akçe alacaktır.

f) Nezaret ciheti, Kontrol ve nezâret, sâhib-i vakıf tarafından ücretsiz yapılacak; ancak ilgili hâkime nezâret ücreti olarak yevmi­ye bir akçe ödenecektir.

g) Cibâyet Ciheti, Vakıf gelirlerini toplamakla görevli câbiye günlük, üç akçe ödenecektir.

h) Şart-ı Vâkıf gereği yapılacak hizmet karşılığında ödemeler tamamlanınca geriye kalan vakıf gelirlerinden; iki salih kişiye her gün birer akçe ödenecek ve vâkfın ebeveyn-i kebîreleri üzerine birer cüz Kur'ân-ı Kerîm, tilâvet olunacaktır.

ı) Gelirlerden yinede artma olursa bu fazlalığı vâkıf-ı müte­velli, dilediği hayra sarfedebilecektir.

98

Page 99: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

i) Mütevellîlik yetkisi, vâkıfa aittir. O'nun ölümünden sonra tevliyet ciheti, utekâsmın eslâh olanına geçecektir.

j) Vâkfın utekâsı kalmayınca da tevliyet, usulüne göre, salih ve mütedeyyin bir kişiye verüecektir.

k) Nezâret görevi, hasbeten lillâh, vâkıfın evladına ve ilgili hâkime ait olacaktır. İlgili ve yetkili hâkim, her yıl vakıf harcama, larını denetliyecek, muhasebesini ve vakfiyyede yer alan şartlara uy­gun harcama yapılıp-yaplmadığmı kontrol edecektir.

B — DARÜ'L-KURRA'DA YAPILACAK HİZMETLER ÎÇİN KONAN FİNANS KAYNAKLARI:

a) Binyüz akçeden oluşan vakf-ı nakdiyye. Bunun yıllık ge­liri, 20.000 akçedir.

b) Dârü'l-Kurrâ'nm, Malta çarşısına nazır cephesinde ve söz-konusu binanın alt katında üç adet dükkân. Bunların yıllık geliri : 1060 akçedir.

c) "Karâmân-ı Bozörk=Büyük Karaman" diye bilinen mahal­deki on adet mahzen ve oniki adet dükkân'm yıllık geliri : 1920 ak­çedir.

Bu dükkânlar, günümüzde Fatih İmareti olarak bilinen binanın yanındadır. Burası o devirde "Büyük Karaman" çarşısı olarak isim­lendirilmiştir. Vakfiyye kayıtlarına göre: Fatih Camiinin kıble ci­heti "Büyük Karaman" Çarşamba ciheti ise "Küçük Karaman" adıy­la yâdedilmektedir. Bundan dolayı; Sâ'dî Çelebi (Dârü'l-Kurrâsı, ma­hal olarak, "Küçük Karaman" da gösterilmektedir.

d) Aksaray-Çakırağa mahallesinde ve Yakupağa vakfı bitişi­ğinde yer alan oniki adet dükkâmn yıllık geliri, 2420 akçedir.

e) Aksaray-Âbid Çelebi Mahallesi'nde ve Valide Sultan vakfı bitişiğinde iki adet tek ve iki adet iki katlı ev. Bunlarla bağlantılı fırın, kenîf ve kuyu.

f) Mukâtaa-i zemin-i dekâkin geliri. Bunun yıllık geliri, 20 akçedir.

g) Hatice Sultan Mahallesi'nde kâin alt katında mutfak ve dükkânlar bulunan beş odak fevkani ev. Vakf-ı Necmeddin bitişiğin­de yer alan bu hanenin yıllık geliri, 2400 akçedir.

. 99

Page 100: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

h) Alacahamam Mahallesinde "Hücürât", yani : bekâr odaları. Bunların yıllık geliri, 2460 akçedir.

Ebussuud Efendi tarafından tanzim ve tescil edilen Sâ'dî Çe­lebi Dârü'l-Kurrâsı'na ait vakfiyyede belirlenen kaynaklar bunlar­dır. Menkûl ve gayr-i menkûl vakıf gelirlerinin toplamı, yıllık olarak 31.120 akçedir. Ancak; Aksaray-Âbid Çelebi Mahallesi'nde kâin fev­kani ve tahtânî evlerin yıllık geliri buna dahil değildir. 5 nci sıra­da gösterdiğimiz bu gelir kaynağının yıllık geliri, vakfiyye'de gös terilmemiştir.

Vakfiyyede belirlenen hizmetler için günlük Sİ akçe, yıllık ise 11.315 akçe masraf belirlenmiştir. Geriye kalan geliri ise vakıf mü­tevellisi, dilediği tarzda harcama yetkisine sahiptir.

C — SA'DÎ ÇELEBİ VAKFİ YYE ÖZETİ VE DEFTER KAYITLARI:

"istanbul 1760/1" nolu vakıf defterinin 115 nci sayfasında Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı'na ait vakfiyyenin Türkçe bir özeti yer almak­tadır, şöyleki :

"istanbul, şeyhu'l-Islâm esbâk, muhaşşî Sâ'dî Efendi vakfına ait kayıt örneği. T.C. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü...

Nâhiye-i cami el-Merhûm Sultan Mehmed Han ...Der mahmiyye-i Kostantîniyye...

Vâkıf-i Merhum Mevlânâ Sâ'dî bin Isâ, Şeyhu'l-Islâm, vakf:ı mezbûrun 941 zilkâ'desi evâhirinde vâkî Mevlâna Ebussuud imzası ile bir vakfiyyesi vardır ki mazmunu, zikrolunmuştur.

Kuyûd-i Asliyye : 942/2130. — Vâkıf-ı Dârü'l-Kurrâ : "NUKÛD"<u 1100 akçe, hâsılı : 20.000

akçedir. — Dekâkîn. üç bâb. Der Nezd-i Dar-ı Kurrâ Der Mâhalle-i mez-

bûr. Abdü'1-Bâkî mülkleri ve tarik-ı âm ile mahdûd. Fî sene hâsılı : 1060 akçe.

— Mahzen, 10 bâb, Dekâkîn 12 bâb. Der sûk-ı Karamâni-i Bo-zörk bi nezd-i Imaret-i Sultan Mehmed Han. Mahdûd : Hasan Paşa vakfı ve Mustafa Mülkü ve Târık-ı âm ile... Hâsılı 1920 akçe..

— Dekâkîn. oniki bâb. Der sûk-ı Aksaray. Mahalle-i Çakırağa. Mahdûd : Yakupağa Vakfı ve Târık-ı âm. Hasılı : 2420 akçe.

100

Page 101: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

— Hanehâ. Tahtânî iki bâb ve ulvî iki bâb. fırın ve kenîf ve bi'r-i mâ. Muğavveta. Der mahalle-i Âbid Çelebi. Bil mahdûd : Vakf-ı Valide Sultan ve mülk-i Rimail yahûdi. Tarîk-ı âm.

— Mukâtaa-i zemîn-i dekâkîn. fî sene : 20 akçe. — Hâne. Tahtânî ve mutbah ve dekâkîn. Beş bâb. Kenîf ve

cinbiye. Der mahalle-i Hatice Sultan. Mahdûd : Tarik-ı âm ve mülk-i Gülhatun ve vakf-ı Necmeddîn. Hâsılı : Fî sene : 840 akçe.

— Dekâkîn on bâb. ve Havz-ı Debbâğın. Der sûk-ı selih Hâne. Mahdut: Tarîk-ı âm. Arâzi-i Hâliyye. Hasılı : Fî sene : 2400 akçe.

— Hucürât. Der nezd-i Alacahamam. Hasılı : Fî sene 2400 akçe. — El-Masraf : — Cihet-i Tevliyet. Fî yevm: 5 akçe. — Cihet-i Şeyhu'l-Kurrâ. Fî yevm : 7 akçe. — Cihet-i Hâdim-i Dâr-ı Kurrâ. Fî yevm : 1 akçe. — Cihet-i Eczâhan-ı Neferân(2). Beher neferin... Fî yevm : 1

akçe. — Cihet-i cibâyet ve kitabet. Fî yevm : 3 akçe. — Cihet-i Talebe. Neferân : (10). Fî yevm: 1 akçe (toplam :

10 akçe).

Şart-ı Vâkıf ;

Mahsûlât-ı Evkaf-ı Mesârif-i Mezbûreye sarfolunan meblâğı merkumun füdûlünden; iki sâlih kimseye birer akçe virülüp vâkıfın vâlideyn-i kebîreleri üzerine birer cüz tilâvet eyleyeler.

Ziyâdesini, vâkıf-ı nıezbûr, hayrattan, her ne dilerse ona sar-feyleye ve eğer vakfa, enfa' akar bulunur ise istibdâl oluna.

Tevliyet, nefsine... Bâdehû tevliyet ve cibâyet eslah-ı utekâsma ve bâhehûm; bir sâlih ve mütedeyyin kimseye ola... ve nezâret-i has-biyye, evlâdına... ve mahrûse-i mezbûrede kâdî olan, yevmî bir akça­ya mutasarrıf olup nazır ola... ve Her senede; mütevellinin, muha­sebesin göre... ve vakfiyyede zikrolunan şürût ve kuyûdun icrasında ihtimam eyleye...

Not : işbu suret, vakıflar umûm Müdürlüğünden muhavvel. 7 Temmuz 942 tarih ve 133831/19 sayılı yazı üzerine "Kuyûd-ı Kadîme" de mevcûd Şeyfou'l-îslâm Mevlâna Sâ'dî vakfına meteallık kaydın sureti aynen yukarıya çıkarılmıştır." (7)

(7) Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter no : 1760/1, s. 115, Ankara

101

Page 102: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

D — SA'DÎ ÇELEBİ DÂRÜ'L-KURRÂSI İLE iLGİLt OLUP VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ARŞİVİNDE BULUNAN DEFTER KAYITLARI :

a b e d e f •

S h 1

DEFTER NO :

— Eski Hazine D. No : 9 — Kadı D. No : 9 — Esas Defter No : 132 — Esas Defter No : 135 — Atik Esas D. Küçük Evkaf — İstanbul-ı Evvel D. 1860/1... — Istanbul-ı sânı D. 1860/2... — Şeyhu'l-İslâm Defteri, varak : — Vakıf D. No : 1760

Sayfa No :

6 326-27

106 B34

138, 202 153 261

128 115

Sıra No :

9,34 138 877

3341

4

Yukarıya kayıtları çıkarılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Ar­şivinde bulunan defter kayıtlarında; hicrî 941 tarihinden Rumî 24 Mart 1331 tarihine kadar geçen —Sâ'dî Çelebî Dâru'l-Kurrâsı ile il­gili— bütün vukuat, mevcuttur.

Üçüncü sırada kaydedilen 132 esas nolu defterin 106 ncı sayfa­sında ve 877 nci sırasında yer alan şu kayıtlar, dikkat çekicidir :

"Istanbul-Fatih kurbûnda kâin Sâ'dî Çelebî Dâru'l-Kurrâsı'nda fî şehr : 50 akçe, mezkûr dârü'l-kurrâ tahtmdaki dükkânların bedeli icâresinden tahsis olunmuştur...

Vazifeli : Hafız İsmail Ef. b. Ahmed. Tevcih tarihi : 8 Muharrem 1288.

Muma ileyhin, bilâ veled vukû-ı vefatıyla mahlûlünden, Hafız Süleyma b. Hacı Mehmed Kâmil, bâ işâre ve irâde-i aliyye tevcih olundu. 7 Cemâziyyel evvel 1310.

Mûmâ ileyhin, ferâgî ve kasr-ı yedinden dolayı; Ahmed Hamdi Efendi 9 Cemaziyel-âhır 1323 tarihinde bâ îşâre ve irâde-i aliyye ile tevcih kılınmıştır.

Mezkûr Şeyhu'l-kurrâ cihetine; dârü'l-kurrâ tahtında kâin dük­kânların bedel-i icarından şehrî elli kuruş vazifenin, tahsisi hakkında şûrây-i Evkafça müttehaz 24 Mart 1331 tarihli karar üzerine muâ-mele-i tahsisin icrası... 28 Teşrisânî 1332".

102

Page 103: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

E — SA'DÎ ÇELEBİ DÂRÜ'L-KURRÂSI'NIN KURÂN-I KERİM TİLAVETİNDEKİ YERİ :

Kur'ân-ı Kerîm kıraâtında Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı'nın yük­lendiği önemli görevi kavrayabilmek için iki asır öncesine gitmek gerekecektir.

Tarihî kaynakların tetkikinden anlaşılacağı üzere Osmanlı Coğ­rafyasında ilm-i kıraat çalışmaları, devlet desteğinde, ilk defa Bur-sa-Ulu Cami külliyesinde başlatılmıştır.

Bilindiği üzere Bursa-Ulu Camii, Sultan Yıldırım Bayezîd va kıfları içinde yer almaktadır. Yıldırım Bayezîd vakfiyyesini yazan imam cezerî ve tescilini yapan da Molla Şemseddîn Fenârî'dir. Os­manlıların kuruluş döneminde ve 4 ncü Osmanlı hükümdarı olarak gö­rev üslenen Sultan Yıldırım Bayezîd, İstanbul'u kuşatmaya karar ver­miş ve Hz. Peygamber (s.a.s.)in hadis-i şerifinde tebcil buyurduğu komutan olmak arzusuyla İstanbul muhasarasına hazırlanmaya baş­lamıştır.

Hem maddî hem de manevî yönden ordusunu en iyi biçimde hazırlamayı plânlayan Yıldırım, güçlenmeyi sağlayacak her unsuru değerlendirmiştir. Bu meyanda İslâm âleminin tanınmış bilginlerin­den yararlanmayı da düşünmüş ve bu amaçla îmam Cezerî'yi Bursa'-ya davet eylemiştir.

îmam Cezerî (V. 833/1429), aslen Şam'lıdır. Öğreniminin bir kısmını Şam'da diğer bir kısmını ise Mısır'da yapmıştır. Hicaz ve Yemen coğrafyalarına yaptığı ilmî seyahatları ile de bu bölgeler­deki ilmî otoritelerden feyiz almıştır.

Başta ilm-i kıraat olmak üzere hadis ve fıkıh sahasında devri­nin otoritesi sayılan İmam Cezerî, Memlûk hükümdarlannm hâkim olduğu bir coğrafyada yetişmiş, gelişmiş ve tedrîs çalısmalannda bulunmuştur. Diğer taraftan da Şam kadılığı, nişancılık ve tuğra­keşlik gibi yüksek idarî vazifelerde bulunmuştur.

Hm-i kırâatta otorite olan bu zât, hicrî 799 yılında Yıldıran Ba-yezîd'in daveti üzerine Bursa'ya gelmiş, İstanbul muhasarasına ve Niğbolu Meydan Muharebesine fiilen iştirak eylemiştir.

Niğbolu savaşı zaferle neticelenince savaştan elde edilen gani­metler ile Yıldınm Bayezîd, Ulu Camii Külliyesini inşâ ettirmiştir. Bu külliyede, 20 kubbeli bir caminin yanı sıra bir medrese ve bir de mak':p yer almıştır.

103

Page 104: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Halen günümüzde ayakta bulunan ve kıraathane olarak kulla-hılan(!) medrese binası, "Va'ziyye Medresesi" olarak tanınmış ve ilk Osmanlı Şeyhu'l-İslâmı Şemseddîn Mehmed Fenarî (1350-1431) ye tahsis edilmiştir.

Ulu Cami müştemilâtı olarak yapılan ve günümüzde İvazpaşa mezrasının bulunduğu yerde inşâ edilmiş olan mektep ise "Hundî Hatun Mektebi" diye tanınmıştır. Hatırlanacağı üzere Hundî Hatun, Yıldırım Bayezîd'm kızı ve Emir Sultan'm zevcesidir.

îşte bu Hundî Hatun Mektebi de İmam Cezerî'ye (V. 833/1429) ilm-i kıraat tedrisi için tahsis olunmuştur.

Osmanhnın kuruluş döneminde Bursa-Ulu Camii Külliyesinde meydana getirilen bu kompozisyondaki madde-manâ dengesi, son derece anlamlıdır. Şöyleki:

Bursa-Ulu Oamii'nin kıble ciheti itibarıyla, sağ köşesine "Va'ziyye Medresesi" inşâ edilmiş ve zahirî ilimi temsil eden Molla Şemseddîn Fenârî'ye tahsîs edilmiştir. Caminin sol ön köşesine ise "Hundî Hatun Mektebi" inşâ edilmiş ve şeriatın iki temel kaynağı olan Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebîyi temsil eden imam Cezerî'­ye tahsis edilmiştir. Böylece; Ulu Cami, bir mânâda, zahirî ve ma­nevî ilimlerle donatılmış ve ilmin nuru ile aydınlatılmıştır.

Cami içinde yer alan minberde; İlmin ve irfanın senbolü olan Somuncu baba yani : Hamîdüddîn-i Aksarâyî (öl. 1407), yer almış­tır. O görkemli Ulu Cami mihrabında ise ilmi, hilmi, edebi ve pey­gamber sevgisini temsil eden "Mevlîd Yazarı" Süleyman Çelebi bu­lunmaktadır.

İşte Ulu-Cami Külliyesi'ni nmeydana getirdiği bu kompozisyon içinde ortaya konan madde-mâna dengesi, son derece anlamlıdır. Günümüzde toplumlara yön verme görevini üstlenmiş kişiler için de bu durum, son derece ibret vericidir.

Altını çizerek bu kompozisyonu ve madde-mâna sentezini muh­terem okuyucularıma bir daha hatırlatıyorum.

Ulu Cami Külliyesi, "artı" madde-mâna dengesini sağlayan dört ilim ve irfan otoritesi; Molla Şemseddîn Fenârî (1350-1431), İmam Cezerî (V. 833/1429), Hamîdüddîn-i Aksai-ayî (öl. 1407) ve Süleyman Çelebi (V. 1412)... Hepsi, aynı külliyede görev üstlenmiş­ler ve aym kompozisyonda yer almışlardır. İslâm sentezinin maya­lanma tarzını gösteren bu kompozisyon, son derece önemlidir.

104

Page 105: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

F — HUNDl HATUN MEKTEBİ VE İMAM CEZERÎ :

tmam Cezerî, Sultan Yıldırım Bayezîd tarafından yaoılan davet üzerine Mısır'dan kalkmış ve diyâr-ı rûm olarak bilinen Bursa'ya gelmiştir (H. 799). O, Hâcer-i Sultanî ve muallim-i Hâkânî olarak görev üstlenmiş; Yıldırım Bayezîd'in çocuklarını yetiştirmiş ve Sul­tana da ilmî danışmanlık yapmıştır.

Ulu Cami Külliyesi'ne dahil Hundî Hatun Mektebi inşâ edilince de tedrisatını burada yürütmüştür. Sultanın çok yakın dostluğunu kazanmış olan îmam Cezerî, tedrisatını ağırlıklı olarak burada yü­rütmüş ; Anadolu beyliklerine mensup bir çok ilim talibi buraya koş­muştur. Bunların dışında Kastamonu ve Amasya gelmektedir. Da­ha sonraki asırlarda ilm-i kıraat sahasında belirecek "Meslek Sa­hipleri" bu belde insanları arasından çıkacaktır. Söz gelimi : istan­bul Tarîkinin iki mesleğinden birini yani "îtilâf Mesleki" ni Amas­yalı Abdullah Hilmi Efendi temsil edecektir. Aynı tarîkin diğer mes­leki olan "sofî Mesleki" ni de Kastamonu'lu Ahmed Sufî Efendi temsil edecektir.

İmam Cezerî Ankara-Çubuk Meydan Muharebesi sonuçlanınca­ya kadar Bursa'da ilm-i kıraat tedrisine devam etmiştir. Ancak Yıl­dırım mağlup olunca Timur, oğlunu Bursa'ya göndererek Yıldırım'ın hazinelerini yağmalatmış ve İmam Cezerî'yi de aldırtarak Semer-kand'a göndermiştir.

G — FETİHTEN SONRA İSTANBUL'DA İLMÎ KIRAAT ÇALIŞMALARI VE MOLLA GÜR|ANÎ(*) :

Kaynakların verdiği bilgiye göre Molla Gürânî'yi (1450-1488) Molla Yegân, Mısır'da tanımış ve kendisini çok beğenmiştir. Bu se­bepten onu Bursa'ya davet ederek Sultan II. Murat ile tanıştırmıştır.

Molla Gürânî, muallim-i sultanî olarak görev üstlenmiş ve biz­zat şehzade Mehmed'in yani Fatih'in eğitilmesine memur edilmiştir.

İstanbul'un fethinden sonra işte bu zât, Şeyhu'l-İslâm sıfatıyla kendi adına bazı hayrî tesisler kurmuş; cami, dârü'l hadis, dârül kurrâ ve mektep yaptırmıştır.

Tefsir ve hadis sahasında otorite sayılan Molla Gürânî, ilm-i

(*) Fazla bilgi almak istiyenler, Doç. Dr. Sakıp Yıldız'in "Fatihin Hocası Mol­la Gürânî ve Tefsiri" isimli esere bakalir.

105

Page 106: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

kıraat ile de ilgilenmiş ve bu sahada kıymetli bir kaç eser de telif eylemiştir (8).

istanbul-Vefa ve Fmdıkzâde semtinde tesis eylediği hayrî eser­ler arasında dârü'l-kurrâsı meşhurdur.

Bursa'da îmanı Cezerî ile başlıyan ilm-i kıraat çalışmaları fetih­ten sonra İstanbul'da Molla Gürânî tarafından yürütülmüştür.

Ebû Amr ed-Dânî (V. 444/1058) tarafından telif edilen *'Et-Teysîr" isimli kitap ile imam Şâtıbî (V. 590 H.) tarafından telif edilen "Hırzü'l-Emânî" isimli eseri esas olan îmam Cezerî, ' Neş-rü'1-Kebîr" isimli muhteşem eserini vücuda getirmiş ve Molla Gü-rânî'de söz konusu kitabın ortaya koyduğu metot üzerine yani indi-rac metoduna göre ilm-i kıraat çalışmalarını yönlendirmiştir.

Molla Gürânî'nin tesis eylediği dârü'l-kurrâ günümüze intikal etmemiştir. O'nun görevini diğer bir şeyhu'l-Islâm dârül-kurrâsı olan Fatih Camii bitişiğinde yer alan Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı, üst­lenmiştir. '

Tarihi seyri içinde değişik dönemlerde tedrisatında bazı aksa­malar bulunsa da Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı'ndaki ilm-i kıraat ça­lışmaları, 941/1534 yılından 1332/1916 yılma kadar kesintisiz tam 382 yıl devam ettirilmiştir.

Yukarıya çıkardığımız vakfiyye kayıtları tetkik edildiğinde bu durum, açıkça görülecektir.

Diğer yandan; Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı, Fatih Külliyesinde yapılan tedrisattan devamh etkilenmiş ve ilm-i kıraat tedrisinde or­ta bir yolun izlenmesinde nâzım rol oynamıştır.

Istanbul-Eyüp Külliyesinde tedris edilen ilm-i kıraat çalışma­ları, bu sahada, önemli bir merhaleyi ifâde eder. Zira Kânûnî Sul­tan Süleyman devrinde Sokullu ve Ebussuud Efendi dönemlerinde Mısır'dan İstanbul'a özel olarak bir ilmi kıraat mütehassısı getir­tilmiştir.

Şeyh Ahmedû'l-Mısrî (1006) adıyla anılan bu zât Hz. Halid Ca­mii imamı ve Hâce-i Sultanî sıfatıyla; ilmi kıraat tedrisine başla­mıştır. Yapılan bu tedrisatta Eyüp-Sokullu Dârü'l-Kurrâsı Ebussuud Efendi mektebi ve Şeyhu'l-îslâm Hoca Sadettin Efendi Dârü'l-Kur­râsı önemli hizmetler yüklenmiştir. İlm-i Kırâatta "İstanbul Tarîk-ı" diye bilinen kıraat ekolü, burada yani Eyüp'te doğmuştur. Ahme-dü'I-Mısrî'nin tesis eylediği bu ekol, daha sonraki yıllarda A'reç Ali

(8) Sakıp Yıldız, Fatihin Hocası Molla Gürânî ve Tefsîri, s. 90-92, îst. (Sa­haflar Kitap Sarayı Yayını).

106

Page 107: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Efendi kanalıyla önce Draman Tercüman Yunus Camii müştemila-tındaki Mustafaağa Dârü'l-Kurrâsı ve sonra da Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı aracılığı ile istanbul'un Fatih Semtine yayılmıştır.

Ahmedü'l-Mısrî'nin, en seçkin talebeleri arasında yer alan, oğ­lu Mehmed Avfî'nin Üsküdar-Valide Atik Camii Dârü'l-Kurrâsına Şeyhu'l-Kurrâ atanmasıyla da ilm-i kıraat çahşmalan, İstanbul'un Anadolu yakasına yayılmıştır.

İstanbul Tarîkinin mümessili Şeyh Ahmedü'l-Mısrî (V. 1006), Eyüp-Sokollu türbesi bahçesinde mefundur. Bu tarîkin "İtilâf Mes­leki" ni Amasyalı Abdullah Hilmi Efendi temsil etmektedir. Bu zat da Topkapı Çamlık Mezarlığında medfundur. Aynı tarîkin "Sofî Mesleki" ni Kastamonu'lu Ahmed Sofî Efendi temsil etmektediı. Aksaray-Bostan Camii İmamı olarak bilinen bu zatın herhangi bir telifine rastlanmamıştır. Vefat tarihi kaynaklara hicrî (1168) ola­rak geçmiştir.

"İstanbul Tarîki" diye bilinen ilm-i kıraat ekolü, uzun yıllar Sâ'dî Çelebî Dârü'l-Kurrâsında tedris edilmiş "Münyetü'l-Musallî= Halebî sağîr" şârihi İbrahim Halebî (V. 956 H.) dahi bu Dârü'1-Kur-râda görev üstlenmiştir.

İstanbul Tarîki, diye bilinen kıraat ekolü, daha sonraki yıllar­da Nuruosmaniye, Sultan Ahmed ve Bayezîd Külliyelerine intikal etmiştir. Üsküdar-Atik Valide Külliyesindeki ilm-i kıraat çalışma­ları da Üsküdar-Selimiye Camii Külliyesine intikal etmiştir.

Köprülüler döneminde Sadrazam Köprülü Fâzıl Mustafa Paşa'-nın imamı olarak Mısır'dan getirtilen Şeyh Ali b. Süleyman El-Man-sûr da (V. 1134) İstanbul'da yerleşmiş ve Çemberlitaş-Köprülü Kü­tüphanesinde "Hâfız-ı Kütüp" olarak görev almıştır. Aym zamanda Köprülü Dârü'l-Hadisi'ne muhaddis tayin edilmiştir.

İlm-i Kirâatta otorite olan bu zât, Köprülü Külliyesi'nde ilm-ı kıraat tedris eylemeye başlamıştır. İşte bu zâtın, tedris eylediği ilm-i kıraat ekolü de "Mısır Tarîki" adını almıştır. Mısır Tarîkı'nın doğ­duğu yer Istanbul-Çemberlitaşta kâin Köprülü Külliyesidir.

Bu tarîk da "İstanbul Tarîki" gibi iki "meslek"e ayrılır. Birin­cisi "Mutkm Mesleki" İkincisi "Şeyh Atâullah Mesleki" dir. "Mut-km Mesleki" nin temsilcisi "Mehmed Naîmi Efendi" dir. Müderris­tir. Selimiye Camii Mektebi avlusunda mefdundur. İkinci meslekin temsilcisi "Şeyh Muhammed Atâullah Efendi" dir. İstanbul Kanlı-ca'da kâin Şeyh Atâullah Tekkesi şeyhidir. Bilinen eseri yoktur. Muhtemelen Tarîk sahibi Şeyh Ali b. Süleyman El-Mansûr'un (öl.

107

Page 108: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

1134) torunudur. Boğaz sularına kapılarak şehid olan bu zât, ken­di ismiyle anılan nakşî dergâhı'nm bahçesine gömülmüştür. Söz ko­nusu tekkeden günümüze herhangi bir kalıntı intikal etmemiştir. Arsa halindedir. Bir vatandaşm icarında görülmektedir. Şeyh Ata-ullah Efendi'nin türbesinin olduğu mahal de özel otopark olarak kullanılmaktadır.

Kendilerine sağlık ve esenlikler dilediğimiz günümüz üstâdla-rından muterem hocam Abdurrahman Gürses istanbul Tarîkinin "Sofî Mesleki" ni temsil etmektedir. Mehmed Öğütçü (Gönenli) ho­camız da Mısır Tarîkı'nın Şeyh Atâullah Mesleki'ni temsil etmektedir.

Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsı, her iki tarîka da hizmet vermiştir. Vakfiyye kayıtlarında görüldüğü üzere Yemişçi Zade ismail Efendi'­nin Şeyhu'l-kurrâ atanmasına kadar bu dârü'l-kurrâ İstanbul Ta­rîkinin "itilâf Mesleki" ne hizmet vermiştir. Ancak Yemişçi Zade ismail Efendi'den itibaren Sâ'dî Çelebi Dârü'l-kurrâsı, Mısır Tarî­kinin Şeyh Atâullah Efendi Mesleki'ne hizmet vermiştir.

Buraya atanan son şeyhu'l-kurra olarak vakfiyyelerde Varnalı Zade Ahmed Hamdi Efendi görülmektedir. Hatırlanacağı üzere bu zât, Mehmed Rüşdü AsıkKutlu'nun ve iki ayağı kesik İsmail Bayrı Efendi'nin de üstazıdır. Gönenli Mehmed Öğütçü'nün ise üstazı, ay­nı ekole mensup Serezli Ahmed Şükrü Efendi'dir.

Abdurrahman Gürses hocamızın üstazları, Istanbul-Üsküdar Se­limiye Camii İmam-Hatibi Hasan Fehmi Efendi'dir ki İstanbul Ta­rîkinin son mümessillerindendir. Hepsini rahmet ve minnetle anmak durumundayız.

Sâ'dî Çelebi Dârü'l-Kurrâsmı ihya ederek vâkıfının şartları doğ­rultusunda hizmete alınması çalışmalarını başlatan Fatih İlçe Müftü­müz sayın Hâki Demir"i candan kutluyor ve çalışmalarının başarıyla sonuçlanmasını diliyorum. (**).

(**) Fatih . çarşambe karakolu civarında kâin Cârüllah Veliyyûddin Efendi Kütüphanesi Fatih yangınından sonra buraya taşınmış ve sa'dî çelebi Dârü'l-Kurrası, halk arasında sehven, Veliyyûddin Efendi Kütüphanesi diye anılmaya başlanmıştır. Kendi kütüphanesinin bahçesinde gömülü bulunan Veliyyûddin Efendi'nin lahdi ve mezartaşı da Sa'dî Çelebi Daîrü'l-Kurrasînın bahçesine nakledilmiştir. Günümüzde Veliyyûddin Efendi kü­tüphanesi, Süleymaniye Kitaplığının bir bölümü olarak hizmete açıktır. Vakıflar Genel Müdürlüğünce Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilen sözkonusu darü'l-kurra, 10 Şubat 1989 Cuma günü yeniden hizmete açıl­mıştır.

108

Page 109: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Hz. Peygamber'in Hadislerinde F i t n e Kavramı

ve Sebepleri Ali ÇELİK

Manisa İl Müftü Yrd.

1957 yılında Kütahya/Merkez Ahiler Köyünde doğdu, ilk okulu kendi köyünde bi­tirdikten sonra 197^/1975 öğretim yılında Kütahya İmam-Hatip okulunu; 1978Jİ979 yı­lında da İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü'nü bitirdi. Diyanet İşleri Başkanlığının çeşitli kademelerinde görev yaptı. 1983-1986 yılla­rı arasında Haseki Eğitim Merkezini bitirdi. 1987 yılında İstanbul İlahiyat Fakültesinde Hadis Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans i yaptı. Halen Manisa il Müftü Yardımcısı olarak görev yapan Ali Çe­lik, aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesinde Doktora öğrencisi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

I — FİTNENİN TARİFİ :

"Fitne" kelimesi, lügatte altın ve gümüşün iyisini kötüsünden ayırdetmek için ateşe atıp eritmek mânâsına gelen "Fe-te-ne" fii­linden türemiş bir isimdir. Kelime zamanla daha geniş mânalar ka­zanarak, ibtilâ, tecrübe, imtihan, insanın ateşe atılıp azap edilmesi gibi mânâlarda kullanılmıştır('). Aynı zamanda "küfür, her türlü günah, fısk-ı fücur, insanlar arasında vukua gelen ihtilaf, kargaşa, şekavet ve kavgaya da ıtlak olunmuştur" (2).

(1) Ibn Manzur, Lisânu'1-arab. XVII; 193-198; Râgıb, el-Müfredât, 558-560. (2) Miras, Tecrîd-i Sarih Tere. XII, 290.

109

Page 110: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelime, türemiş şekilleriyle birlikte 60 yerde geçmektedir. Kur'ân'da ve hadislerde yukarıdaki mânâların dışında günah, sapıtma, delilik, rezalet, insanların birbirini öldür­mesi gibi çok değişik mânâlarda kullanıldığı, muteber kaynaklarda şâhitleriyle birlikte gösterilmiştir(3).

Fitne kelimesi, dilimizde daha ziyâde içtimaî bozukluk mânâla­rını ifâde eder. Arapça aslında mevcut olan bir kısım mânâlarını ise dilimize geçerken kaybetmiştir. Türkçemizde "belâ, mihnet, sı­kıntı, ayartma, azdırma, fesad, ara bozma, karışıklık, ihtilâl, din­sizlik ve delilik" (4) mânâlarında kullanılır. Fitne kelimesinin taşıdığı bu çeşitli mânâlar, aslında birbirine çok yakın olup, hepsi de de­neme ve imtihan mânâsında toplanmaktadır.

II — HADİS KİTAPLARINDA FİTNE HADİSLERİ VE ANLATIM TARZI :

Hz. Peygamber (s.a.s.), İslâm toplumu içinde zamanla ortaya çıkacak birlik ve düzeni bozacak bir takım fitnelerden çeşitli vesi­lelerle bahsetmiştir. Söz konusu fitnelerden bazısı, kendisinden son­ra ortaya çıkacak önemli olaylar, diğer bazısı da Kıyamet ve Ahir-zaman ile ilgili haberler şeklindedir.

Bu hadisler, hadis otaritelerince derlenmiş ve çeşitli bölümler altında hadis kitaplarında toplanmıştır. Kütüb-i sitte müelliflerinden Nesâî hâriç hepsi, tasnif ettikleri hadis kitaplarında "Kitâbu'l-fiten" adı altında bölümler açmışlar ve bu hadislerin büyük bir kısmını burada zikretmişlerdir. Bir kısım hadisler de dağınık olarak değişik bölüm ve bab başlıkları altında nakledilmiştir.

Fitne hadisleri, çok sayıda sahabe tarafından rivayet edilmiş­tir, özellikle el-Müksirûn (Rasûlüllah'dan binden fazla hadis nak­leden sahabe) arasında bu konuda rivayeti bulunmayan yoktur. Ayrıca RasûlüUah (s.a.s.)'in Hz. Âişe, Zeyneb binti Cahş, Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe gibi mübarek hanımlarıyla, Hz. Ebû Be­kir, Hz. Ömer, Hz. Ali, gibi büyük sahâbîler ve Muaz b. Cebel, Ab­dullah b. Mes'ud, Ebû Zer ve Huzeyfe b. el-Yemân gibi sahabenin diğer ileri gelenleri de fitneyi anlatan hadisleri rivayet etmişlerdir.

(3) îbn Manzur, a.g.e. göst. yer; Ibn Bsîr, en-Nihâye, III, 183. (4) Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, 322.

110

Page 111: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Anlatımda bazen mücerred ifâdeler, bazen soru-cevap, zaman zaman da teşbihler yapılarak muhatabın en kolay onlayabileceği bir üstûp kullanılmıştır. Bu hadisler bütün sahabeye açıkça söylendiği gibi, kimi zaman da bâzı sahâbîlere bir sır olarak ifâde edilmiştir. Huzeyfe b. el-Yemân, ashâb-ı kiram içinde Rasûlüllah'm sır dostu olarak bilinir (5).

Ortaya çıkacak fitneler, hadislerde bazen "fitne" kelimesinin vakıaya izâfetiyle anlatılmış, meselâ : Deccalin fitnesi, dünyanın fitnesi gibi; bazen de "fitne" kelimesi hiç kullanılmadan, olayın hiJ

kâye edilmesi şeklinde ifâde edilmiştir : Here, kıyamet alâmetleri gibi. Fitneyi anlatan hadisler genellikle "gelecekte olacak" (6), "Benden sonra ... şeyler göreceksiniz." (7) gibi dikkat çekici ifadele­rin yanı sıra "Olması yakın..." (8) gibi olayın büyüklüğüne ve şid­detini anlatan cümlelerle başlamakta ve olay hikaye edilmektedir.

İD — FİTNEYİ DOĞURAN SEBEPLER :

Fitne, yukarıdaki tariflerden de anlaşılacağı üzere sosyal bir hâdisedir. Bu hâdisenin ortaya çıkması şüphesiz bir takım zahirî sebeplere bağlıdır. Bu sebeplerin taşıdığı özellik bakımından, top­lumda çıkan fitne hâdisesi, ya şiddet kazanır ve yayılır veya ted­bir almıu önlenir. Onun için fitneyi doğuran sebeplerin bilinmesi çok önemlidir.

Fitneyi doğuran sebeplerin neler olduğunu tesbit etmek oldukça zordur. Konuya ilgili hadisler ele alınarak bakıldığı zaman "Fitne" diye isimlendirilen ve özellikle ümmetin dikkatinin çekildiği bazı konulardan bahsedildiği görülür. Hadislem zahirî manaları, fitnenin doğmasına sebep olabilecek faktörlerin bir kısmının tamamen kul­ların iradesi dışında olup ilâhî iradeye bağlı olduğuna işaret eder* Meselâ : Güneşin batıdan doğması, deccalin çıkması gibi. Diğer bir kısmının da kulların iradesi sonucu ortaya çıktığına işaret eden hadisler mevcuttur. Meselâ : Kadınların fitnesi, malın fitnesi, top­lumda huzursuzlukların baş göstermesi gibi.

Biz burada fitneyi doğuran sebeplerin neler olduğunu tesbite ça­lışırken, kulun iradesi sonucu ortaya çıkacak olan fitnelerin sebeple-

(5) Ibn Hacer, el-îsâbe, I, 317-318. (6) Buhâri, fiten, 10, 24; Müslim, fiten, 12, 17, 23, 69; Ebû Dâvûd, fiten, 2 3. (7) Buhari, fiten, 2. (8) a.g.e. fiten, 14; Müslim ,fiten, 18, 29, 34, 42.

111

Page 112: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

rini araştıracağız. Yapacağımız bu tesbit daha çok genellemeler şeklinde olacaktır.

A) CEHALETİN YAYGINLAŞMASI :

İslâm Dini ilme ve öğrenmeye büyük önem vermiş, cehaleti her türlü kötülüğün başında yaymıştır. Allâhu Teâla Kur'ân'da bir çok âyette "Okuma ve Öğrenme" (9)'den bahsetmiş, "bilenlerle bilmeyen­lerin eşit olmayacağını" (,0) özellikle vurgulamıştır. Rasûlüllah (s.a.s.) de konunun üzerinde bizzat durmuş, ümmetini ilme ve öğ­renmeye teşvik etmiştir O1).

İlmin kalkıp cehaletin hâkim olduğu toplumlar, her türlü kötü­lüğe daha çabuk meylederler. Nihayet sonu gelmez fitneye fesat ortamına hızla sürüklenirler. Ebû Ümâme (r.a.)'ın naklettiği bir ha­diste Rasûlüllah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur :

"Öyle fitneler olacak ki, o zaman kişi mü'min olarak sabahlayıp kâfir olarak aksamlayacaktır. Ancak Allah'ın ilmi vermek suretiyle ihya ettikleri müstesna" (12). Bu hadis de açıkça göstermektedir ki, bilgili insanlar fitnenin kucağına asla düşmeyeceklerdir. Buradaki bil­giden kastedilen mana dinden nasibi almış olmak manasıdır. Şüphe­siz her ilim kutsaldır ancak bu ilim peşin fikirlerle hareket etmeden Mutlak Hakikati bulma çabasında olursa, gerçek kudsiyetine o za­man eder. Çünkü gerçeği tesbit etmiş veya o yönde en azmdan meşru yolda ilerlemiş demektir. Zira peşinfikirler daima gerekleri gölgele­mekte, yanlış sonuçlara götürmektedir. Bu durum ise ilgin kudsi-yetini zedeler. İlmin, fitneyi önleyici faktör olmasının asıl sebebi burada yatmaktadır.

"Cehaletin Yaygınlaşması" hadisesinin kıyamet öncesi ortaya çıkacak bir takım kötülükler arasında zikredilmesi dikkat çekicidir. Çünkü kıyamet yaklaştığı zaman ortaya çıkması haber verilen bir takım fitne ve fesat olayları cehaletler hızla yayılacak sonunda kö­tü insanların topluma egemen olduğu bir zamanda "Kıyamet Şerli İnsanların üzerinde kopacaktır" (,3).

(9) Alak (96), 1-5; Nisa (4), 113; En'am (6), 91. (10) Zümer (39, 9. (11) Bukari, ilim, 19; Müslim, ilim, 15; Eû Dâvûd, ilim, 1. (12) îbn Mâce, fi ten, 9. (13) a.g.e. 25; Buhâri, fiten, 5; Müslim, ilim, 5.

112

Page 113: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Cehaletin fitneyi körükleyici bir hususiyet arzetmesi cahil in­sanların irade bakımından çok zayıf olmaları hasebiyle, çabucak fit­nenin tuzağına düşüvermeleri şu sonucu doğurmuştur: Her türlü fit­nenin en belirgin sebebi C e h a 1 e t'tir.

Konu bir başka açıdan ele alınacak olursa şöyle anlaşılabilir : Cehaletin topluma hakimiyeti o derece büyük yaralar açar ki bu büyüklük, adetâ kıyametin kopması sırasındaki sarsıntı ve dehşeti andırır. Toplumda bu derece menfi etkiler görülen cehalet olgusu en büyük sebebidir.

B) ÂLİMLERİN BOZULMASI:

Âlimlerin çeşitli tutkuları sebebiyle toplumu yanlış yöne sev-ketmeleri, toplumda fitnelerin doğmasına sebep olacağı, hadislerde ifade edilmektedir. Âlimlerin ilim ahlâkını çiğneyerek kendi şahsî duygu ve düşüncelerini tatmin etmek için ilim adına yorumlara baş vurarak yanlış yollara girmelerinin pek çok sebepleri bulunmak­tadır. Bu sebeplerin en önemlilerinden ikisi: Ya yetersiz bilgi sahibi olmaları veya menfeat temin etme hevesine kapılmış olmalarından kaynaklandığı göze çarpmaktadır. Ayrıca, tarafsız ilim yapıyorum, diyerek bir takım değerlerin dışlanması —ki ilmî çalışmada taraf­sızlık korunacaktır ama bunun ölçüsü ifrat dereceye ulaşmca bir takım kabul edilmesi zorunlu değerlerin inkârı söz konusu olabilir— hem alimi hem de onun meşgalesini verdiği ilmi gölgeleyebilir ve hiç bir pratik değeri kalmayabilir, böylece alim topluma karşı güve­nini kaybeder.

Bu şekil vasıflara sahip bir kişinin âlim sıfatıyla toplumun önü­ne düşerek önderlik yapması, o toplumun bünyesinde ne derece de­rin yaralar açacağı malumdur. Bu konuyu sevgili peygamberimiz şöyle açıklamaktadır :

Allah ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kaldırmaz, bila­kis (içlerindeki âlimlerin canlarını almak suretiyle ilmi kaldırır. Aralarında hiç bir âlim kalmaz da insanlar, câhilleri önderler edi­nirler. Onlara sorular soralar, cnlar da bilgisizce fetva verirler! Böylece hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar" (14).

(14) Müslim, ilim, 13.

113

Page 114: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Hadisimiz, cidden üzerinde derinlemesine düşünülmesini gerek­tiren konulara özellikle işaret etmektedir. Fitnenin ortaya çıktığı bir anda cehaletin yaygınlaşması hadisiyle de ilgi kuracak olursak, top­lumun geleceği demek olan ehl-i ilimin fonksiyonunun hangi düzey­de olması gerekir ki, çıkan fitne bastırılsın veya fitne hiç zuhur et­mesin.

C) İDARECİLERİN BOZULMASI:

İdarenin, kadın ve çocukların eline geçmesi veya mevcut yöne­timin idaresi altındaki insanlara zulmetmesi gibi toplumun huzur ve güvenini sarsan olaylar da fitnenin doğmasına imkan hazırlayan sebeplerdendir. Idâre ve idarecilerin bozulması diye tavsif edebile­ceğimiz bu durum, bir takım yanlış uygulamalar, toplum fertle­riyle mevcut yönetimin ters düşmesi, zamanla toplumun değer yar­gılarını sarsıp, bütün müesseselerde çözülmeler meydana getirir. Ni­hayet toplum, hızla fitne ortamına sürükleniverir. Peygamberimizin bu konudaki bir hadisini Enes b. Mâlik şöyle rivayet eder :

"Rasûlüllah (s.a.s.)'e : Yâ Rasûlallah!. İyiliği emretmek ve kö­tülükten sakmdırmaktan ne zaman vazgeçeriz (terkederiz) ? diye soruldu. Rasûlüllah (s.a.s.) : "Sizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler sizin içinizde de meydana gelince" buyurdu. Bizden ön­ceki ümmetlerde meydana gelen şey nedir dedik? Rasûlüllah (s.a.s.): İdarenin küçüklerinizde zinanın büyükleriniz arasında ve ilmin de küçük ve düşük insanlarınızda olmasıdır." duyurdu" (15).

D) DİNE BAĞLILIĞIN ZAYIFLAMASI :

Belâ ve musibetlerin gelmesine asıl sebep, insanm yaptığı kötü fiilleridir. Dinin emirleri hafife alınıp, onlara uymaktan uzaklaşıldığı zaman, binbir çeşit belâ demek olan fitnenin doğması artık kaçı­nılmaz olur. Zahiren amel ediliyor gibi görülse de, amellerde sami­miyetin bulunmaması, gevşekliği meydana getirmektedir. Bu hal çok kere riya ve benzeri kötü ahlâka dönüşerek, çirkin tabloların or­taya çıkmasına neden olmaktadır ki hadîslerde bu şekil davranışlar fitne olarak vasıflanmıştır.

(15) İbn Mâce, fiten, 21.

114

Page 115: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Burada akla şöyle bir soru gelebilir : Dinî bağlılığın zayıflama­sına sebep olan hususlar nelerdir, hengi şeyler dini hayatı zayıflat­maktadır? Tabii ki böyle bir suale, "şu sebeptir" şeklinde bir ce­vap vermek alelacele bulunmuş bir cevap olacaktır. Konunun deği­şik cephelerden ele alınması gerekir. Belki bir değil birden fazla sebep bulunup bunların beraber mütalea edilmesi gerekecektir. Fa­kat şurası bir gerçektir ki, fitnenin doğmasına sebep olarak birinci sırada zikrettiğimiz ' . ' C e h a l e t " , diyebiliriz ki bütün olumsuz­lukların, fitnevî hareketlerin temelini oluşturmaktadır. Ondan son­raki diğer sebepler ise artık "cehalet" hadisesini destekleyici mâhi­yettedir. Bu mantıktan hareketle dini hayatın zayıflamasına neden olan hususların temelinde yine cehalet yatmaktadır.

Konumuz açısından önemli olan, toplum içinde fitne olayının or­taya çıkmasında dini hayatın zayıflaması büyük yer işgal etmekte olduğudur. Toplumun ortak manevî değerleri, dinî kaide ve hüküm­lerine koyduğu ve nihayet toplumun bünyesinde yer eden dini duy­gularla beslenmiş ahlâk ve örf kaidelerinden oluşmaktadır. İçinde "Allah" mefhumu olmayan, bunun hesabı sorulacak" duygusu bu­lunmayan bir "değerler bütünü" düşünürüz, sonra da bu tür de­ğerlere sahip toplumdaki fitne olaymı değerlendiririz... Dini hayat demek, belli bir değerler bütünüyle disipline edilmiş hayat demektir.

Ebû Hüreyre (r.a.) şu hadisi nakleder : "Zaman birbirine yak­laşır, kalplere cimrilik atılır, fitneler meydana çıkar ve herç çoğa­lır." Herç nedir? Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Rasûlüilah (s.a.s.) : "Katidir, (insan öldürmektir)" buyurdu(1(S). Hadiste geçen "Zaman birbirine yaklaşır" şeklindeki cümlenin değişik yönlerde yorumla­nabileceğini naklederken İbn Hacer el- Askalânî, Ibn Battal'ın şu gö­rüşünü de kaydeder : "Bunun manası şöyle olabilir : "Dindarlıkları­nın zayıflığı bakımından zamanın insanlarmm durumlarmm birbirine yakın olmasıdır. Halkm çoğunun günahkar ve fâsık olması sebe­biyle, içlerinde iyiliği emreden ve kötülüklerle mücâdele eden kimse bulunmaz..." C7)

(16) Buhârî, fiten, 25; Müslim, ilim, 11; Ebû Dâvûd, fiten, 1; Tirmizî, zühd, 24; Müsned, II, 233.

(17) îbn Hacer, Fethü'1-Bârî, K in , 12.

115

Page 116: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

E) ADALETİN TERKEDİLMESİ :

Toplumda idarî mekanizma bozulduktan sonra bu mekanizmanın işleyişi de tabii olarak buzulur ve bir takım kötü sonuçlar doğura­cak uygulamalar başlar. Tercihli muameleler, rüşvet, ihtikar, aldat­ma gibi revaç bulan kötü ahlak ve hepsinden kötü çeşitli şekillerde kendini gösteren zulüm hâdiseleri peşpeşe ortaya çıkar. Artık ada­let tamamen terkedilmiş, Balzac'm ifadesiyle : "Adalet, eşek arıla­rının delip geçtiği bal arılarının takılıp kaldığı bir petek" vakıası ortaya çıkmştır. Adaletsizliğin hâkim olduğu toplumda ise güven ve huzurdan asla söz edilemez.

Abdullah b. Amr b. el-As, rivayet ettiği bir hadiste hu korkunç tabloyu şöyle tasvir eder :

"Rasûlüllah (s.a.s.)'in etrafında halka olmuş oturuyorduk. Fit­neden bahsetti de şöyle dedi : "İnsanları antlaşmaları bozulmuş, iti­mat ve güvenleri azalmış gördüğünüz zaman —parmaklarını birbi­rine karıştırarak— halleri şöyle karmakarışık olur!.."18)

Hırsızlık suçu işlemesinden dolayı eli kesilmesi gereken bir ka­dının affedilmesi için gelen Üsâme (r.a.)'ya Peygamberimizin ver­diği şu cevapları konunun anlaşılması açısmdan son derece önem­lidir. Şöyle buyurur : "... Allah'ın koymuş olduğu ceza hakkında mı aracılık ediyorsunuz? Sizden önceki ümmetleri helak eden şey, soy­lu biri hırsızlık yapınca onu bırakmaları, zayıf biri yapınca ona ce­za vermeleridir. Allah'a yemin olsun ki, kızım Fâtıma hırsızlık yap­saydı onun da elini keserdim" (19).

Toplumda fitnenin ilk kıvılcımları, adaletin terkedilmesiyle baş­lar, zamanla genişleyip yayılarak toplumun bütün kesimlerini etkisi altına alır. Toplumların geleceği adaletin uygulandığı sürece parlak, adaletten uzaklaşıldığı sürece de karanlıktır. Zira her biri fitne kav­ramı içinde düşünülebilen yüzlerce kötülüğün çıkmasına zemin ha­zırlanmış demektir.

SONUÇ:

Aslolan fertlerin ve toplumların sulh ve sükûn içinde yaşamala­rıdır. Her insanın farklı yaratıılış, duygu ve düşünceye sahip olması

(18) Ebû Dâvûd, Melâhim, 17. (19) Müslim, hudûd, 1.

116

Page 117: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ise ilâhî takdirin bir eseridir. Cenâb-ı Hak'kın el- Bârî, el-Hâlik, el-Musavvir esmasının bir tecellisidir. Böyle bir yaratılış farklılığına sahip insanların bir arada nasıl yaşayacakları, bunların kural ve kaideleri de yine Allah tarafından peygamberleri vasıtasıyla insan­lara bildirilmiştir. Artık insanlara düşen, kendisini ve karşısında­kini hak ve ödevler açısından beraber müteala etmek, kendileri için peygamberler tarafından tebliğ edilen sulh ve sükun dolu bir ha­yatın yollarını aramak olacaktır.

Biz bu makalemizde sulh ve sükûnu bozan, toplumu parçalara ayırarak birbirine düşüren ve sonunda hem kendisine hem de için­de yaşadığı topluma zarar veren "fitne" kavramından —hadisi şe­rifler çerçevesinde— bahsettik. Fitnenin doğmasına sebep olan hu­suslar hadislerde nasıl anlatılmış ana başlıklar halinde kısaca sun­duk. Şüphesiz bu sebepler daha da çoğaltılabilir. Ne var ki bunla­rın hemen hepsi birbiriyle içice olan konulardır. Biri diğerinden farklı düşünülemez, birbirinin tamamlayıcısı durumundadır. Onun için fit­neyi doğuran sebepleri sıralarken bunları birbirinden kesin çizgiler­le ayırmak imkansızdır. Fitne olgusu içinde bu sebeplerin hepsi bir arada bulunur.

Bu sebepleri incelerken gördük ki hemen bütün fitnevî hareket­lerin temelinde cehalet yatmaktadır. Kur'ân'daki ilk âyetin "Oku!." emriyle başlamasının ve yine İslâm'ın en azılı düşmanının "Câhillerin babası" manasına gelen Ebû Cehil lakabıyle lakaplanmasmın espi-risi de burada yatsa gerektir.

BİBLİYOGRAFYA

Kur'ân-ı Kerîm. AHMED BlN HANBEL, Müsiıed, I-VI, istanbul, 1981, Ofset baskı. BUHARÎ, Muhammed b. ismail Sahihu Buhari, I - V m istanbul, 1981. DEVELLÎOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lüg-at, Ankara, 1984 EBU DAVUD, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistâni, Sünen I-IV, Mısır Tarihsiz. ÎBN HACER el-Askalani, Fethü'1-Bârî, I-XIH, Beyrut, 1406. IBN MACE, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünen, I-II, Mısır,

1954. IBN MANZUR, Ebu'1-Fadl Muhammed b. Necibiddin, Lisanu'1-Arab, I-XX,

Beyrut, 1968. MİRAS, Kamil; NAlM, Ahme 1 Sahihu Buhari Tecrid-i Sarih Tercemesi,I-XXn,

Ankara, 1970. MÜSLİM, bin Haccac el-Kuşeyri, Sahîhu Müslim, Lübnan. RAGIB, Hüseyin b. Muhammed el-îsfehânî, Müfredat fî Garibi'l-Kur'ân 1986,

ist.

117

Page 118: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

A S I M ' dan

HAYAT DİN'Î Ölüler dîni değil, sen de bilirsin ki bu din, Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça gemin. Neye israf edelim bir sürü iknâıyyât? Hoca, madem ki bu din: din-i beşer, din-i hayat, Beşerin hakka refik olmak için vicdanı, Beşeriyyetle beraber yürümektir sânı. Yürümez dersen eğer, ruhu gider İslâm'ın; O yürür, sen yürümezsen, ne olur encamın? O nasıl kalb, o nasıl azm, o nasıl itmi'nân?... İşte tevfik-ı ilâhîye yürekten inanan; İşte "lâ havfe aleyhim" (*) diye Kur'ân-ı Hakîm,1

Bu veli zümreye etmektedir ancak tekrim. Hâlik'ın nâ-mütenahî adı var, en başı: Hak. Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak! Hani, Ashâb-ı Kiram, ayrılalım, derlerken, Mutlaka "Sûre-i Vel-Asr" ı okurmuş, bu neden? Çünkü menkûn o büyük sûrede esrâr-ı felah:1

Başta îmân-ı hakikî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat, işte kuşum insanlık. Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.

M. AKİF ERSOY

(-) Nazm-ı Celildeki "Lâ havf iin" yerine "Lâ havfe" denilmesinin sebebi Ya'kub kıraatinin gözetilmiş olmasıdır.

(1) Lâ havfün aleyhim : Onlcra korku yoktur, demektir. Kuı'ân-ı Kerîm'in on'dan fazla âyetinde geçer. İyi müslümanların sıfatları ve yaptıkları ha­yırlı işler sayıldıktan sonra "onlara âhirette korku yoktur ve onlar üzül­meyeceklerdir" buyurulur.

118

Page 119: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

İslâm Tarihinde Mekke Dönemi

Eğitim ve Öğretimi

Bilâl DOĞAN

I — KONUYA GENEL BAKIŞ

A) ISLÂMİYETİN EĞİTİM VE ÖĞRETİME VERDİĞİ DEĞER

İslâmiyet eğitim ve öğretime çok büyük değer vermiştir. Bu­nu anlamak pek de zor bir şey değildir. Islâmiyetin daha ilk nazil olan âyeti "oku" emrini vermiştir, ilimle ilgili birçok âyet-i kerî­me ve hadis-i şerif bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Bun­dan başka, Bedir savaşında esir alınanların öldürülmeyip, her eşi­tin 10 çocuğa okuma - yazma öğretmek şartıyla serbest bırakıl­ması, bilenlerle bilmeyenlerin eşit olamayacağı gerçeğinin vurgu­lanması, ilmin müslümanm yitiği olduğu ve onu nerede bulursa al­ması gerektiğinin belirtilmesi, âlimlerin Peygamber vârisi sayılma­sı, rohV" kanı ile âlim mürekkebinin eşit tutularak, âlime şehid

119

Page 120: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

kadar değer verilmesi, ilim yapmanın nafile ibadetten daha sevab-lı olduğunun ifade edilmesi, dünyanın ilk yatılı okulu olan SUF-FA'NIN İslâmla kurulması, Miladî 1700 başlarına kadar her tür­lü ilimde müslümanlarm dünya'ya öncülük etmesi vb. Bütün bun­lar İslâm'ın okuma-yazma ve eğitim-öğretime verdiği değeri gös­termesi için kâfidir herhalde.

Okuma-yazmaya, ilim ve âlime bu kadar önem veren bir dinin yaklaşık on üç yıl süren Mekke döneminde bir eğitim ve öğretim fa­aliyetinin olmaması düşünülemez. Aksine zıtlık, tezat teşkil eder. Kaynaklarda da <bu konudan yeterince bahsedilmeyişi açıkça, bir eksikliktir.

işte bu küçük çalışmamızda kısaca da olsa bu eksikliği göster­meye ve gidermeye çalıştık. Çünki bu, dinî bir görevdir, kanaatin­deyim.

1) EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN TARİFİ

a) Eğitimin Tarifi :

Eğitim, ferdin var olan kabiliyet ve becerilerini geliştirerek, kişinin kendine yeterli hâle gelmesini sağlamaktır. Yani, kişideki be­den ve ruh gelişimini sağlamak suretiyle, ferdin değişik kişi ve çev­reye karşı denge kurarak yaşama gücü kazandırmaktır. Kısaca teorik bilgilerin pratiğe dönüştürülmesi de denilebilir.

b) Öğretimin Tarifi :

Öğretim, kişiye bilgi vermek, teorik olarak yeni bilgiler kazan­dırmaktır. Kısaca, kişinin bir konu ya da konular hakkında kül­tür ve bilgisini artırmaktır.

c) Eğitim ve Öğretim İlişkisi :

Ferde ya da gruba sadece teorik bilgi kazandırmak anlamına gelen öğretim ile, bu bilgilerin uygulanır hale getirilmesi, pratiğe dökülmesi demek olan eğitimin birbirleri ile olan ilişkisi kendiliğin­den ortaya çıkmaktadır. Eğitimsiz öğretim, öğretimsiz eğitim hemen birçok konu için imkansızdır. Bu iki önemli unsur birbirini tamam­lar, etle kemik gibidirler. Bir futbol oyununu düşünün. Pratiğe dö-

120

Page 121: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

külmeden gerekli verim sağlanamaz. Bir namaz ibadeti de aynen böyledir. Bu iki misalden de eğitim ve öğretim ilişkisi anlaşılmak­tadır.

2) ISLÂMİYEflİN GELDİĞİ YILLARDA ARABİSTAN'DA EĞİTİM VE ÖĞRETİMİN DURUMU

İslâmiyet'in ilk yıllarında Arabistan'da az da olsa bir eğitim ve öğretim faaliyetinin varlığına rastlamaktayız. Bu dönemde plan­lı bir eğitim ve öğretimden hiçbir kaynak bahsetmemektedir. An­cak bu hiç yok anlamına da gelmez. Bir takım olaylar bu faaliyet­lerin varlığını göstermektedir...

İslâmiyet'in ilk yıllarında Arabistan'da okuma ve yazma pek yaygın değildi. Buna rağmen okuma-yazma konusunda Arap ya­rımadasında Mekke en üstün durumda idi('). Ancak halk edebiyat­la çok ilgileniyordu. Şiirler söylemek, güzel hitabetlerde bulunmak, geceleri halkı toplayıp hikâyeler anlatmak vazgeçilmez bir tutku idi. Çok güzel olan şiirler Kabe duvarına asılıyordu (2).

Mekke'de eğitim ve öğretim işi daha çok şiir olarak dilden di­le duyuşla yapılıyordu. Esas eğitim ve öğretim çocukları, kozmo­polit merkezlerden uzak kabilelerin yanlarına göndermekle icra edilmekteydi (3). Kozmopolit diyoruz çünki, o devirde Mekke, eği­tim ve öğretim açısından örnek olacak bir durumda değildi. Şu olay bunu açıkça ortaya koymaktadır : Mekke dışından gelen bi­risi çocuğunu eğitecek yer ararken duâ etmek üzere Kabe'ye ge­lir. Birde bakarki Kabe'de ibadet eden gençler fırsat buldukça kız­ları öpmektedir. Bu olay üzerine çocuğunu Mekke'de tutmaktan vaz­geçer. Bu ve benzeri cahillikler yüzünden çocuklar, sakin, yalnız ve terbiyeli aileler seçilerek oraya gönderilirlerdi. O günün şartları içerisinde okuma-yazma bilmek bir sanat kabul edilmekteydi. On bin nüfuslu bir şehir olan Mekke'de sadece yirmi kişinin okuma-yazma bilmesi de bunun açık ispatıdır (4).

(1) İslâm Ansiklopedisi, Mescid maddesi, c. VIII, s. 2. (2) Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 31. (3) Hamidullah M., a.g-.e., c. II, s. 71. (4) Ahmed Çelebi, İslâm'da Eğitim Öğretim Tarihi, Tere. Ali Yardım, s.

33-34; Hamidullah M., a.g.e., c. II, s. 45, 69-70.

121

Page 122: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

3) İSLÂM'LA BİRLİKTE MEKKE'DE EĞİTİM VE ÖĞRETİM FAALİYETLERİ

a) îslâmiyetin Eğitim ve Öğretimi Teşvik Etmesi :

Mekke döneminde Kur'ân'm eğitim ve öğretime, okuma-yaz-maya teşviki şu şekillerde olmuştur :

Birincisi: İlk vahiyle birlikte bir kısım âyetlerin, daha Mekke döneminde ilme, okuma-yazmaya teşvik etmesi, âlimden, öğreticilik­ten bahsetmesi, en başta gelen itici unsur olmuştur. Hira'da ilk inen âyetler bunun başlangıcını tekil eder. Bu çok ilginçtir ki, ak­la ilk gelen şey : İslâm'ın cahilliğe karşı oluşu ve herşeyin ilimle başladığını göstermesi şeklindeki ve gerçek olan bir yorumdur, de­nilebilir. Ayrıca, o zamanki toplumun (daha öncede belirttiğimiz gi­bi) ilimden çok çok uzak oluşu, yeni dînin ise hemen okuma-yazma-dan, ilimden giriş yapması, İslâm dîninin okuma ve yazmaya teşvi­kini, bunları da ne kadar önemsediğini göstermesi bakımından hay­li önemlidir (5).

Bu âyetlerden bazılarını şöylece sıralayabiliriz :

"Ey Muhammed, yaradan rabbmın adıyla oku!, İnsanı pıhtı-laşmış kandan yaratan Rabbmın adıyla oku!. Oku!. Kalemle öğre­ten, insana bilmediğini bildiren Rabbın, en büyük kerem sahibidir." Alak, 1-5

"Ey Muhammedi. Deki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu-" Zümer 9

"Biz bu misalleri insanlara veriyoruz, ancak âlimler anlar". Ankebut 4-5

"Nitekim biz, size âyetlerimizi okuyacak, sizi kötülüklerden arı­tacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek, bilmediğinizi bildirecek bir Peygamber gönderdik." Bakara 151 -

"Deki Rabbım, benim ilmimi artır." Ta'ha 114

"Sana ruhu sorarlar, Deki "Ruh Rabbim'in bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az birşey verilmiştir." îsrâ 85

(5) Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, c. II, s. 178-179; Hamidullah, a.g.e., c. 11, s. 73.

122

Page 123: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Ayrıca; Âli îmran 164, Bakara 129, Lokman 27, Fatır 28, Mücadele 11, Kalem 1, En'am 35, vs. âyetleri de burada zikredile­bilir.

ikincisi : Kur'ân-ı Kerîm'in kapsadığı konular ve uslûb bakı­mından mucize oluşudur. Yani eşsizliğidir. Bu hayrete düşürücü du­rumda okuma- yazmaya teşvik etmiştir. Kur'ân'm edebî üslûbu ve verdiği haberler, bilgiler herkesi hayrete düşürmüş, kendine bağ­lamış, gerek dîni ve gerekse Kur'ân'ı öğrenmeye insanları teşvik etmiştir. Velid b. Muğire, Utbe b. Rebîa vs. gibi olaylar bunun is­patı için açık bir misaldir. Hz. Ömer'in müslüman oluşu da bunu açıkça gösterir (6).

Üçüncüsü : Ashabın yarışıdır. Yani, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrene­bilmek, ezberleyip öğretebilmek, ondan bir parçaya sahip olabilmek, âyet ve hadisleri yazabilmek, vahiy kâtibi olabilmek gibi şerefe nail olmak için ashab yarış halindeydi. Bu ise, okuma-yazmaya teş­vik etmiştir. Ayrıca ilk müslümanlar için bütün bunlara sahip ol­mak gerekli idi(7).

Dördüncüsü ise : Yeni dîne, islâm'a girenlerin samimi, sadık, adaletli, sabırlı ve inançlarından dolayı zorluklara katlanan, ahlâk­lı birer şahsiyet halinde kendilerini göstermeleri, müslüman olsun ya da olmasın herkesin dikkatini çekmekteydi, tşte bu görünümde insanların İslâm'a girmelerini ve onu öğrenmelerini teşvik eden di­ğer bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da zikredilebilir ka­nâatindeyim.

b) Eğitim ve Öğretim Kurumları:

Peygamberimizin çocukluğunda, amcası Ebû TaUb'in yanında kaldığı zamanlarda Mekke'de okul yoktu. Peygamberimiz de, diğer çocuklarda bu yüzden okuma-yazma öğrenemediler (*) İslâmiyet gel­diği sıralarda da durum bundan farklı değildi. Müddessir sûresi na­zil olmaya başlayınca Kur'ân ve din öğretimi, eğitimi Allah (c.c.) tarafından emrediliyor, yakınlarından başlaması da açıkça Peygam­berimize bildiriliyordu. (Şuara 214) Zaten bu dönem eğitim ve öğ­retimi daha çok şifahî nitelikteydi.

(6) Algül H , a.g.e., c. II, s. 185. (7) Yardım Ali ,a.g.e., s. 34-35. (8) Hamidullah, a.g.e., c. II, s. 45.

123

Page 124: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

Açıkça dîne davet emri gelince, Peygamberimiz halkı topluyor, onlara hitab ederek yeni din hakkında bilgi vermeye çalışıyordu. Bu yüzden de kurum olarak, nerede fırsat bulunursa orası değer­lendiriliyordu. İlk eğitim ve öğretim yeri olarakta Erkam'm evi kul­lanılmıştır. Peygamberimizin evi ile İslâm'ı öğrenip öğretenlerin ev-leride bunu takip etmekteydi (9). O zamanın eğitim ve öğretim yer­lerini şöylece sıralayabiliriz :

Erkam'm evi, Peygamberimizin evi, öğrenip, öğretenlerin ve nüfuzlu kimselerin gözden uzak evleri, kimsesiz vadiler, dağlar, mağaralar, su başları, Kabe civarı, yollar, panayırlar, eğlence yer­leri, hacc ibadeti yapılan yerler, pazarlar, konaklayan kervanlar ve fırsat bulunan diğer yerlerdir (,0). Aynı dönemlerde Mus'ab b. Ümeyr ile Esad b. Zürare'de Medine'de şehrin çeşitli yerlerinde ve özelliklede Cuma günleri sohbetler düzenleyerek yer yeri kurum olarak değerlendirmeye özen gösteriyorlardı (").

c) Eğitim ve öğretim Konuları:

Mekke dönemi eğitim ve öğretim konuları üç kısma ayrılmak­tadır :

Birincisi : İnanç eğitim ve öğretimidir. Bir kısım kaynaklar-bu dönem eğitim ve öğretimini, Kur'ân-ı Kerîm'i okumak, ezberle­mek, öğretmek, öğrenmek şeklinde sınırlı göstermişlerdir. Aslında durum bundan farklıdır. Bu dönemde inanç konuları olarak, Allah korkusu, Allah'a şirk koşmamak, Allah'tan başka hiçbir varlığa tapmamak şeklindeki duyguların kalplere yerleştirilmesi en başta gelmektedir C2). Bundan başka, gayba (görünmeyene) inanmak, âhi-rete, meleklere, peygamberlere, cennel ve cehenneme ,öldükten son­ra dirilmeye inanmak gibi konulardır.

İkincisi : İbadet konularıdır. Bunların en başında da namaz gelmektedir. Peygamberimiz Cebrail'den öğrendiği gibi, yeni müs-lüman olanlara namazı öğretiyordu. Onlar da aile fertlerine ve baş­kalarına öğretiyorlardı. İbadetle ilgili konular büyük bir titizlikle

(9) Yardım, a g.e., s. 36, 59; Hamidullah, a.g.e., c. II, s. 73-74. (10) Algül, a.ge., c. II, s. 187; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, ilmî

bir kurulca hazırlanmış, c. I, s. 222-224. (11) Algül, a.g.e , c. II, s. 188. (12) Algül, a.g.e., c. II, s. 180.

124

Page 125: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve sade haliyle yaşanmaya çalışılmıştır (13). İbadethane olarak da, Mekke'nin dar sokakları, Kabe civarı, müslümanlarm evleri, vadi­ler, su başları vb. gibi yerlerdi. Peygambere gelen dîni akideler de esas olarak bir ibadetgâhı zaruri kılmamaktaydı. Peygambere göre İo zaman için tabi) bütün dünya mesciddi(14). Oruç ve diğer iba-detlerse HANÎF dini esaslarına göre devam ediyordu. Çunki daha bu dönemde islâmiyet'in ibadet konuları tamamlanmamıştı.

Üçüncüsü ise : Birtakım haram-helal hükümleri, dünya işleri ve ahlâkî eğitim-öğretim konulandır. Irk, renk ayrımı, kız çocukları diri diri toprağa gömme gibi cahiliyye âdetleri ve kötülükleri yasak fedilmiştir. Müslümamn sabırlı, metanetli, çalışkan, dürüst ve ahlâk-iı olması belirtiliyordu. Özellikle de ahlâk eğitimine dikkat ediliyor­du. Bunun için de inanç ve ibadetlere büyük önem veriliyordu. Akabe biatlarının kapsadığı hükümler ahlâkî eğitim açısından bazı önemli ölçüler getirmiştir. Burada Medınelılerden ve bu meyânda bü­tün müslümanlardan, zulüm etmemek, hırsızlıktan, zinadan, her tür­lü haramdan, yalandan ve iftiradan kaçınmak gibi çok önemli eği­tici fedakârlıklar istenmiştir. Bunu aralarında yaymaları da bizzat Peygamberimiz tarafından istenmiştir.

Ayrıca Mîrac mucizesiylede müslümanlara, ruhanî âlem, kâinat ve katları hakkında da bilgiler verilmiştir. Özellikle de Kur'ân âyet­lerinin ezberlenmesi, yazılması, saklanıp yeni müslümanlara ulaş­tırılması, bütün bunlara göre hayata düzen verilmesi, bu devir eği­tim ve öğretiminin en belirgin özelliğidir(15).

d) Mekke Dönemi Öğretmenleri :

Mekke'de îslâmî eğitim ve öğretimin baş mimarı Peygamberi-mizdir. Bundan sonra da en nüfuzlu ve en yetenekli kimseler geli­yordu. Peygamberimizin öğreticiliği ilahi bir kanun ve bir tecelli idi. Bakara 151. âyette Allah (c.c.) bunu açıkça belirtmiştir : "Ni­tekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi kötülüklerden arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek, bilmediğinizi bildirecek bir Pey­gamber gönderdik." Aynı sûrenin 129. âyetinde de Hz. İbrahim ve oğlunun aynı anlamdaki duasından bahsedilerek bu duanın gerçek-

(13) Algül, a . g e , c. II s. 187; Ibnül Esir, el Kamil fi-Tarih, c. II, s. 51; Ha-midullah, a.g.e., c. II, s. 79.

(14) islâm Ansiklopedisi, Mescid maddesi, c. VIII, s. 2. (15) M. Âsim Koksal, İslâm Tarihi Mekke Devri s. 330; Algül, a.g.e., c. II,

180, 187.

125

Page 126: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

leştiğini ortaya koymuştur. Peygamberimize verilen her bilgi doğ­ru olduğu için öğretmenliğinde de çok başarılı oluyordu. Ta'ha 114. âyette de belirtildiği gibi her şey Allah (c.c.) tarafından bizzat Pey­gamberimizin zihnine nakşediliyordu (u).

Delillere göre, Peygamberimiz, vahyedilen her Kur'ân-ı Kerîm parçasını kâtiplerden birini çağırarak yazdırırdı. Daha sonra da doğ­ru yazılıp yazılmadığım, dinleyerek kontrol ederdi.

Peygamberimizin eğitim ve öğretimi üç temele dayanırdı: îman­la hareket, amel ve şuurla riâyet şeklindeydi. Öğretirken de : Önce tatlı sesi ile yavaş ve samimi olarak Kur'ân'dan bazı âyetler okur, sonra da onları dinleyenlere izah eder ve böylece de dine davet eder­di. Bu durum o kadar tesirli idi ki, Utbe b. Rebîa Peygamberimizi bundan vazgeçirmek için çok cazip tekliflerde bulunmuştur. Lider­lik, en güzel kızlar, zenginlik vs. gibi(17).

Peygamberimizden sonra başta erkek müslümanlar olmak üze­re kadınlar da öğretmenlik görevini üstlenmişlerdir. Müslüman olan herkes öğrendiği her şeyi eve gidince aile fertlerine öğretmeye çalış­mışlardır. Bu öğretmenlerin en başında Mus'ab b. Ümeyr gelmek­teydi. Mekke'deki faaliyetlerinden sonra Medine'ye gönderilmiş, Esad b. Zürare'nin yardımıyla da yüzden fazla kişiyi müslüman yap­mıştır. Onları Peygamberimizle görüşmeye teşvik etmiş, Akabe Mat­larının hazırlayıcısı olmuştur. Ayrıca Medine'ye hicretten önce bir­takım yerlere göç eden müminler, muhacirler gittikleri her yerde öğretmenlik yapmışlardır (w).

Kaynaklara göre Mekke dönemi öğretmenleri şunlardır : Her ailenin reisi başta gelir. Erkekler : Mus'ab b. Ümeyr, Abdullah b. Ümmü Mektum, Habbab b. el Eret, Hz. Elbû Bekir ve Ömer de bu­rada zikredilebilir. Kadınlar : Hz. Hatice, Lubabe binti Haris, Hz. Ğuzayya, Hz. Ümmü Şerik, Fatma bt. Hattab, Şifâ bt. Abdullah ve daha niceleri (19).

H — MEKKE DÖNEMÎ EĞİTİM VE ÖĞRETİMİNİN SİSTEMLİ OLMAYIŞININ SEBLPLE8İ

Her şeyden önce tarihî kaynakların birleştiği şu nokta çok önem­lidir: Mekke döneminde, üstelik de müslüman olarak başkasına bir-

(16) Koksal Âsim, a.g.e., Mekke Devri, s. 130. (17) Hamidullah, a.g.e., c. II, s. 31, 58, 75; Algtil, ag.e., c. n , s. 184. (18) Algül, a.g.e., c. II, s. 186-188; Hamidullah, a.g.e., c. II, s. 109-110. (19) Koksal, a.g.e., s. 331; Algül, ag.e., c. II, s. 183; Hamidullah, a.g.e.,

c. II, s. 109-111.

126

Page 127: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

şeyler öğretebilmek çok zor bir durumdu. Bu, o zaman için çok büyük tehlikelere atılmaktı. Müslüman olanların devamlı baskı altında tu­tulmaları, çok kötü işkencelere maruz bırakılmaları, hattâ dışardan gelenlerin bile Peygamberimizi soramaz olmaları, sordukları takdir­de Ebu Zer gibi güç durumlarda kalmaları bu baskının çarpıcı ör­nekleridir. ,

Bundan başka içerde, Mekke'de zaten baskı, zulüm rüzgârları esiyordu. Hz. Ömer'in henüz müşrik iken kız kardeşine ve enişte­sine yaptığı kötü muamele, Abdullah b. Mes'ud'un Kabe'de Kur'ân okuması sebebiyle çokça dayak yemesi, Kur'ân-ı Kerîm okunan yer­lerde gürültü çıkartılması, Hz. Ebû Bekir'in sırf bu yüzden evinin bahçesine kaim duvarlı bir oda yapmaya mecbur kalması, Peygam­berimizi dini yaymaktan alıkoymak için yapılan cazip teklifler ve öldürme tehditleri, kısacası her tür hürriyetsizlik, bütün bu bas­kılardan kurtulmak için Mekke dışında hiç te medenî olmayan ka­vimlerden medet umulması ve anayurtlarını terke mecbur kalma­ları durumun ne kadar nazikleştiğini göstermek için yeterli olsa gerektir C20).

Bunlarla birlikte, daha önceden de belirtildiği gibi, cahil ve okuma yazma oranı •% 0.1 ile ifade edilen bir toplum olduğu, müs-İümanlannda bu toplumda bulunduğu göz önüne ahnırsa, Mekke döneminde sistemli bir eğitim ve öğretimin olamayışını normal karşılamak gerektiğini anlatmakta güçlük çekmeyiz. Ancak çok hız­lı bir gelişme ile Medine döneminde sistemli bir eğitim ve öğretim faaliyetine girişilebilmiş ve dünyanın ilk yatıh okuluda kurulabü-miştir. Bu kısa zaman içerisinde hiçte küçümsenmeyecek bir basa­ndır. (Allah cümlesinden razı olsun.)

SONUÇ VE TEKLİFLER

Sonuç olarak, her şeye rağmen ve o zamanın zor şartlarına gö­re,. Mekke döneminde sistemli olmasa da yine de küçümsenmeyecek bir eğitim ve öğretim faaliyetinin olduğu açıkça görülmektedir. Bü­tün imkânsızlıklara göğüs gerilerek her yer kurum olarak değerlen­dirilmeye çalışılmış, her yeni öğrenen mü'min öğreticiliği de bildiği kadarı ile üstlenmiş, bunlardan da önemlisi çok cahil bir toplumda bütün müslümanlarda her yönden büyük bir ilerleme görülmüştür. İslâm'ı ve o günün şartları gereği diğer şeyleri öğrenip, öğretmiş

(20)Doğuştan günümüz B. Isl. Tar., c. I, s. 223; Algül, a.g.e., c. II, S. 183-185.

127

Page 128: 3-12 13-22 23-26 · DİYANET DERGİSİ DÎNÎ - İLMÎ - EDEBÎ ÜÇ AYLIK DERGİ Nisan-Mayıs-Haziran 19 8 9 !• Cilt : 25 Şayi : 2 19 Diyanet işleri Başkanlığı Adına

ve yaşamışlardır. Toplumda büyük bir değişiklik meydana getirmiş­lerdir.

Bunlar küçümsenecek şeyler değildir. Tam aksine bin dört yüz yıllık İslâmî Medeniyetin kurucusu ve başlangıcı olmuş mühim faali­yetlerdir. Bir milyara yakın müslüman her türlü îslâmî bilgi ve ya­şantısını bu ilk faaliyetlere borçludurlar. Peygamber zamanının çok îsor şartlarda başarılı olduğunun en büyük isbatı sonra gelen ve çe­şitli zorluklarla karşı karşıya olan müslümanlarm Mekke dönemini örnek almasıdır.

Tekliflere gelince, şunlar söylenebilir : 1) Bu kısacık çalışmada da görüldüğü gibi, Mekke dönemi

eğitim ve öğretim açısından ve bu gözle tekrar, detaylıca ele alın­malıdır.

2) Kaynakların bu dönem eğitim ve öğretimini kritiksiz iş­lemeleri bu faaliyetlerin olmadığını göstermez. Ancak kaynaklar buna göre tasnif edilebilir.

3) Bu dönemin bir irşad ve eza-cefa mücadelesinden ibaret olduğu izlenimi vardır. Bu durum düzeltilmelidir.

4) Bütün imkânsızlıklara rağmen Mekke dönemi eğitim ve öğ­retim faaliyetleri, öğretmeni, öğrencisi ile, çalışma ve kurumuyla biz­lere ışık tutacak durumdadır. Bu zor şartlarda dahi neler yapılabi­leceğinin örneğini bize göstermektedir, işte bizlere düşen; o dönem eğitim ve öğretim faaliyet ve her tür telkin metotlarını ortaya çı­kararak ondan azami derecede istifadeye çalışmaktır. Bilhassa bu faaliyetlerinde başarıya ulaşmış olmalarında etkili olan faktörler çok dikkat çekicidir. Bunlarda su yüzüne çıkarılmalıdır.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

1 — ALGÜL HÜSEYİN : islâm Tarihi, Gonca Yayınevi, Yayıncılık Matbaası, istanbul 1986.

2 — ÇELEBİ AHMED-, islâm'da Eğitim - öğretim Tarihi, tere. Ali Yardım, Damla Yayınevi, Yüksel Matbaası, istanbul 1976.

3 — Doğuştan Günümüze Büyük islâm Tarihi, bir kurulca hazırlanmış, Re­daktör Hakkı Dursun Yıldız, Çağ yayınları zafer matbaası, istanbul 1986.

4 — Hamidullah Muhammedi, İslâm Peygamberi, Hayatı ve Eseri, 3. Baskı, Tere. M. Mutlu, irfan Yayınevi, istanbul 1972.

5 — Ibnül Esir, el-Kamil fi-Tarih, Tere. M. Begir Eryarsoy, Redaktör Mertal Tulum, Bahar Yayınevi, istanbul 1985.

6 — İslâm Ansiklopedisi, H. Baskı, c. I.-XV, Milli Eğitim Bakanlığı, Devlet kitapları. Millî Eğitim Basımevi, istanbul 1971.

7 — Koksal Âsim Mustafa, islâm Tarihi (Hz. Muhammed ve islâmiyet) irfan Yayınevi, Kuşak Ofset, istanbul 1981.

128