1.bÖlÜm: doĞadakİ ekstrem olaylar - yahyagungor.net±nıf-ders-notları.pdf · c. hidrolik...
TRANSCRIPT
1.BÖLÜM: DOĞADAKİ EKSTREM OLAYLAR
1. Doğanın Ekstremleri
Doğadaki Ekstrem Durumlar
Doğa olayları her zaman normal süreç içinde gerçekleşmez. Bazen normal süreçlerinin dışına
çıkarak o güne kadar görülmeyen ya da çok nadir görülen doğa olayları şeklinde gerçekleşir.
Ekstrem doğa olayları olarak adlandırılan bu olaylar, doğal süreçler üzerinde önemli etkiye
sahiptir. Ekstrem doğa olayları, klimatolojik, jeolojik ve hidrolojik karakterli olmak üzere üç
grupta toplanır.
A. Klimatolojik Karakterli Ekstrem Olaylar
1. Ekstrem Sıcaklıklar (Aşırı Sıcak ve Soğuklar)
Bir yerde ölçülen en yüksek sıcaklık ve en düşük sıcaklık değerleri başta insan olmak üzere o
yörede birçok canlı türünün yaşamını olumsuz etkiler. Bugüne kadar yapılan ölçümlere göre
yeryüzünde en yüksek sıcaklık değerleri 13 Eylül 1922 tarihinde Libya'nın El Aziz kentinde
57°C olarak ölçülmüştür.
Yeryüzünde ölçülen en düşük sıcaklık ise 21 Temmuz 1983 tarihinde Antarktika’da Vostok
istasyonunda -89,2°C olarak ölçülmüştür.
Sıcaklıklarda oluşan ekstrem değerler doğal sistemler üzerinde en büyük etkiyi kuraklık
olarak gösterir. Uzun süreli aşırı sıcak veya soğuklar kuraklığa neden olur. Türkiye’de de aşırı
sıcaklar ve aşırı soğuklar sonucu kuraklık görülebilmektedir. Bu durum üzerinde Türkiye'nin
orta kuşakta yer almasının etkisi vardır. Çünkü Türkiye kutup bölgelerinden gelen soğuk hava
kütlelerinin etkisiyle ani soğuyabilmekte ve ekvatora yakın bölgelerden gelen hava
kütleleriyle de ani ısınabilmektedir.
Sibirya kökenli soğuk karasal hava kütlesi ile denizel kutbi soğuk hava kütlesinin Türkiye’yi
uzun süre etkilemesi aşırı soğukların yaşanmasına neden olur. Bu etkinin sonucunda
Türkiye’de bugüne kadar ölçülen en düşük sıcaklık 9 Ocak 1990 tarihinde Van'ın Çaldıran
ilçesinde -46,4°C olarak ölçülmüştür. Sözü edilen hava kütlelerinin etkili olduğu dönemlerde
insan ve diğer canlıların yaşamı olumsuz etkilenmekte, su yüzeyleri donmakta, hidroelektrik
enerji üretimi aksamakta ve büyük ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Türkiye'de aşırı
sıcakların oluşması karasal tropikal sıcak hava kütlelerinin (Basra alçak basıncı) ve denizel
tropikal sıcak hava kütlelerinin (Asor yüksek basıncı) belli dönemlerde güney ve batı
yönlerinden etkili olmasıyla açıklanır.
Bu etki yaz aylarında daha fazladır. Türkiye’de günümüze kadar ölçülen en yüksek sıcaklık
14 Ağustos 1993 tarihinde Mardin’de 48,8°C olarak ölçülmüştür. Türkiye’de aşırı sıcakların
yaşandığı dönemlerde akarsu, göl ve barajlardaki su seviyesi alçalmakta, içme ve kullanma
suyu ile tarımsal sulamada sıkıntı çekilmekte, tarımsal verim düşmektedir. Ayrıca insan ve
diğer canlıların yaşamı olumsuz etkilenmektedir.
2. Şiddetli Rüzgârlar ve Fırtınalar
Kasırga, hortum ve tayfun gibi adlarla ifade edilen şiddetli rüzgâr veya fırtınalar çok büyük
can ve mal kaybına yol açan klimatolojik karakterli hava olaylarıdır. Bu olaylar sürekli alçak
basınç alanları olan tropikal bölgelerde ani basınç değişiminden meydana gelmektedir.
Saatteki hızı 300 km’yi bulabilen bu rüzgârlar sarmal hava hareketleri olduklarından
hortumlara neden olurlar. Bünyelerine aldıkları nem yükseklerde yoğuşarak şiddetli yağışlara
neden olur. Karalar üzerine geldiklerinde şiddetleri azalsa da oluşturdukları yağışlar
sonucunda büyük hasara neden olurlar. Ayrıca bu rüzgârlar estiği deniz veya okyanus
sularının kabarmasına, büyük dalgaların oluşmasına ve su baskınlarına neden olur. Çok sayıda
can kayıplarına neden olduğu gibi, ev ve işyerlerinin de yıkılmasına neden olur.
Örneğin, Hint Okyanusu'nda ocak-mart ayları arasındaki şiddetli tayfunların, Florida’da
haziran-kasım ayları arasında oluşan tropikal hortumların çapları 300-1000 km’yi bularak söz
konusu zararlara neden olmaktadır. 1990 yılında ABD’nin Teksas eyaletindeki Galveston
yerleşim merkezinde etkili olan kuvvetli rüzgârlar ve bunların neden olduğu su baskınları
sonucu çok sayıda insan ölmüştür.
Kasırga, hortum, hurricane, tayfun gibi şiddetli rüzgârlar daha çok Orta Amerika, Güneydoğu
Asya ve Avustralya'da etkili olur. Bu tür rüzgârların etkisi Türkiye'de fazla değildir. Bu
durumun nedeni Türkiye’nin orta enlemlerde yer almasıdır.
B. Jeolojik ve Jeomorfolojik Karakterli Ekstrem Olaylar
1. Tsunami
Deniz veya okyanus tabanında oluşan depremin, deniz tabanını ani olarak yükseltmesi sonucu
suların kıyıya doğru hareket etmesiyle oluşur. Bu dalgalar 0-50 m yüksekliğinde olabilir.
Hızları saatte 800 km ye kadar ulaşabilir. Tsunamiler su kütlelerinin fazla olduğu
okyanuslarda daha etkili olmaktadır. Deniz ve okyanus tabanlarında oluşan volkanik
faaliyetlerde tsunami oluşturabilir.
1960 yılının mayıs ayında Şili açıklarında oluşan depremin neden olduğu tsunami Şili
kıyılarını etkiledikten sonra okyanusun diğer kıyısında bulunan Japonya kıyılarında da etkili
olmuştur. Bu durum tsunamilerin etki alanlarının geniş olduğunu göstermektedir. 1883 yılında
Endonezya'da Karakatau Yanardağının püskürmesiyle oluşan tsunami 35 m. yüksekliğinde
dalgalar oluşturarak Sumatra ve Java adalarında 36.500 kişinin ölümüne neden olmuştur. Yine
26 Aralık 2004 tarihinde, Endonezya’nın Sumatra Adası açıklarında 9 büyüklüğünde oluşan
deprem sonrası meydana gelen tsunami Güneydoğu Asya’da 10 ülkede 150.000 den fazla
kişinin ölmesine neden olmuştur.
2. Depremler
Çok sık meydana gelen depremlerin çoğunun şiddeti çok az olduğundan insanlar tarafından
hissedilemez. Fakat şiddetli depremler yıkıcı etkide bulunur ve doğada çeşitli değişimlere
neden olur.
Bunlar,
--- Tsunamilerin oluşması Fayların (kırıkların) oluşması
--- Zeminde sıvılaşmanın olması
--- Kaynak ve kaplıca sularının kimyasal ve fiziksel özelliklerinde değişimlerin olması
--- Göl ve yer altı su seviyelerinde değişimlerin olması Akarsu yataklarının yer değiştirmesi
--- Kıyı şeridinin yer değiştirmesi
--- Heyelan ve toprak kayması gibi kütle hareketlerinin olması
şeklinde sıralanabilir.
Çin'in Shensi kentinde 1550 yılında yaşanan depremde 830.000 kişi ölmüş ve bu olay tarihe
en fazla can ve mal kaybının olduğu deprem olarak geçmiştir. Türkiye’de ise 26 Aralık
1939'da Erzincan'da yaşanan 8 büyüklüğündeki depremde 30.000 kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu deprem bugüne kadar bilinen Türkiye'de en büyük deprem olmuştur.
3. Volkanik Olaylar
Volkanik patlamalar sonucu bol miktarda malzemenin yeryüzüne çıkması ile bir taraftan
volkanik araziler oluşur, bir taraftan da duman ve küller atmosferi kaplayarak güneş
ışınlarının yeryüzüne ulaşmasını engeller. Bu durum sonucunda bir süre sıcaklık azalması
yaşanabilir. Ayrıca volkanizma sonucu yüzeye çıkan lavlar çok sayıda insanın hayatını
yitirmesine neden olabilir. Örneğin 1883 yılında Endonezya'nın Karakatau Yanardağında
oluşan patlama sonucu binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Okyanus tabanında meydana
gelen volkanik patlamalar sonucu su sıcaklığı artar ve bazı canlılar bu durumdan olumsuz
etkilenir. Buzul bölgelerinde oluşan volkanik püskürmeler buzulların hızla erimesine yol
açtığından büyük sel felaketleri yaşanabilmektedir.
4. Heyelanlar
Yeryüzünde sık sık meydana gelen kütle hareketleri arasında heyelanlar önemli yer tutar.
Heyelan toprağın eğim yönünde yerçekimine bağlı olarak kütle halinde yer değiştirmesidir.
Heyelanların oluşumunda arazinin eğimi, tabaka yapısı ve yağışlar en etkili faktörlerdir.
Heyelanların sonucunda oluşabilecek olaylar şu şekilde sıralanabilir.
--- Doğal hayat kesintiye uğrar ve bazı canlılar yok olur.
--- Tarım alanlarındaki verimli topraklar, heyelanlarla taşınan verimsiz topraklarla örtülür.
--- Ağaçlar ve diğer bitkiler yerinden sökülerek toprak tabakasıyla eğim yönünde taşınır. Bitki
formasyonu bozulur.
--- Bazı havza veya akarsu önleri kapanarak heyelan set gölleri oluşur.
Heyelanlar zaman zaman çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur.
C. Hidrolik Karakterli Ekstrem Olaylar
1. Aşırı Yağışlar
Uzun yıllar boyunca elde edilen yağış ortalamalarının çok üstünde gerçekleşen yağışlar aşırı
yağışlar olarak adlandırılır. Bu yağışlar yağmur, kar ve dolu şeklinde gerçekleşir. Aşırı
yağışların ortaya çıkardığı en önemli sorunlar sel ve taşkınlardır. Sel ve su taşkınları bazen
çok sayıda can ve mal kaybına yol açabilmektedir.
2. Kuraklık
Yağışların kaydedilen normal değerlerin çok altına inmesi kuraklığa neden olur. Kuraklık
yavaş gelişir fakat etkisi uzun sürer. Meteorolojik karakterli doğal afetler içinde tahmini en
zor olan kuraklıktır. Kuraklığın etki alanı diğer doğal afetlere göre daha geniştir.
Yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgâr ve düşük nem kuraklığın oluşmasında etkili olan faktörlerdir.
Örneğin 1907 yılında Çin'de meydana gelen kuraklık sonucu 24 milyon insan zarar
görmüştür.
Bir bölgede uzun süreli kuraklık yaşanması sonucunda,
--- Tarımsal ürünlerin üretiminde azalma
--- Üretilen tarım ürünü çeşidinde azalma
--- Otlak ve ormanlık alanlarda azalma
--- Yer altı ve yer üstü su seviyesinde azalma
--- Hayvan ölümlerinde artma
--- Bazı su canlılarının türlerinde ve miktarlarında azalma
--- Bölge halkının başka alanlara göç etmesinde artma gerçekleşir.
2. İnsan ve Doğa Etkileşimi
Doğal ve Beşeri Süreçler Arasındaki Etkileşim
İnsanlar ilk dönemlerde yaşamlarını daha çok doğanın işleyişine uydurmuşlardır. Dünya'yı
keşfettikçe ve Dünya hakkındaki bilgileri arttıkça doğanın işleyişine daha fazla müdahale
etmeye başlamışlardır. Özellikle teknolojik gelişmeler sonucu insanın doğaya müdahale gücü
artmış ve doğal sistemlerin işleyişine müdahalesi hız kazanmıştır. İnsanın doğal sistemlerin
işleyişine etkisi son dönemlerde çok daha fazladır. Bu durumu örneklendirecek pek çok eser
vardır.
İki Ülkeyi Birleştiren Yol:
Manş Tüneli
Manş Denizi'nin altından Fransa ve İngiltere’yi birbirine bağlayan tüneldir. Yeryüzünün en
uzun su altı tünelidir. 50,5 km uzunluğunda olan bu tünelin 37,9 km si deniz altındadır. Deniz
seviyesinin 91 m altında yapılan bu tünel aralarında 30 m kadar mesafe olan iki demiryolu
tüneli ile bunları bağlayan geçitlerden oluşur.
Çölde Oluşan Yaşam Alanı:
Kaliforniya'daki Central Valley Projesi
insanların doğal çevreye etkileri sonucu çöl alanları bile günümüzde verimli tarım alanlarına
dönüşebilmektedir. Örneğin Kaliforniya'daki eski çöl alanı olan Central Valley sulama
kanalları sayesinde verimli bir tarım alanına dönüşmüştür. Barajlarda biriktirilen sular
kanallarla barajların güneyinde yer alan kurak alanlara bağlanmış ve böylelikle çöl alanlarında
turunçgil yetiştirmeye başlanmış hayvanlar için otlaklar oluşturulmuştur.
Dünya’daki En Büyük Su Nakli Projesi:
Libya Yapay Nehir Projesi
Çöl bölgelerini tarım alanlarına dönüştürmek için yapılan bir başka proje de Libya yapay
nehir projesidir. 1984 yılında yapımına başlanan bu proje ile Libya'nın güney kesimlerindeki
yer altı sularının kuzey kesimindeki çöl bölgelerine taşınması amaçlanmıştır. Günde 5 milyon
m3 su taşıyacak olan proje tarım alanlarına 150.000 hektar yeni tarım alanı katacaktır. Proje
bittiğinde sutaşıma hattının uzunluğu 4.000 km’yi bulacaktır. Bu uzunluk projeye Dünya’nın
en uzun su nakli projesi unvanını kazandırmıştır.
İsviçre ve Dağlar
İsviçre Alpleri güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan iki dağ sırasından oluşur. Bu
dağlar İsviçre'nin yaklaşık %60'ını oluşturur ve yükseltileri yer yer 4.000 m’yi geçer.
İsviçreliler Alp Dağları'nın olumsuz koşullarına rağmen uzun tüneller ve viyadükler yaparak
hem karayolunu hem de demiryolunu ülkenin hemen her köşesine ulaştırmışlardır. Ayrıca bu
dağlık alanları kış turizmi açısından da değerlendirmişler ve turizm gelirlerinin %60 kadarını
Alp Dağları bölgesinden elde eder duruma gelmişlerdir.
Kıyı Bölgelerinin Doldurulması
Toprakları yetersiz veya elverişsiz olan ülkeler kıyı bölgelerini doldurarak çeşitli şekillerde
değerlendirmişlerdir. Bu duruma en güzel örneklerden biri Hollanda'dır. Hollanda kıyılarının
büyük bir bölümü deniz seviyesinde veya deniz seviyesinin altında olmasından dolayı fırtına-
lar ve deniz seviyesindeki yükselmeler sonucu ülke kıyıları sık sık kıyı taşkınlara ve su
erozyonuna maruz kalmaktadır.
Ülke taşkınlara karşı yapay ve doğal birimlerden oluşan bir kıyı koruma sistemi ile
korunmaktadır. Bu amaçla denizden arazi kazanma, taşkın koruma setleri yapımı ve deniz
seviyesinin kontrolü çalışmalarını yapmışlardır. Japonya da, kıyı bölgelerinin doldurulmasıyla
toprak kazanımı yapan ülkelerden biridir. Örneğin, Aichi Bölgesi'ndeki Nagoya Hava Alanı
denizden kazanılan arazi üzerinde yapılmıştır.
Türkiye’de Doğu Karadeniz sahil yolunun yapımı esnasında yer yer denizi doldurarak arazi
kazanımı elde etmiştir.
3. Yarından Sonra (Doğa'nın Yakın Geleceği)
Yeryüzünün oluşumundan beri jeolojik devirler boyunca iklimler sürekli bir değişim içinde
olmuştur. 21. yüzyılda ise küresel iklim değişmeleri önceki yıllara göre daha kuvvetli
olacaktır. Sıcaklık ekstremlerinin kara ve deniz buzullarında azalmalara, şiddetli tropikal
fırtınalarda artışlara yol açması beklenmektedir.
Karbondioksit, metan ve diazotmonoksit gibi gazların atmosfere salınımı artmaktadır. Bu
gazlar Güneş'ten gelen ve yerden yansıyan ışınları tutarak Dünya’nın aşırı ısınıp, aşırı
soğumasını önler. Bu gazların atmosfere salınımının artması Dünya'daki iklim koşullarının
önemli ölçüde değişmesine neden olmaktadır. Bu değişimlerin başında küresel ısınma
gelmektedir. Bu gazların artması sonucunda güneş ışınları atmosferde daha çok tutulur ve yer-
yüzünde sıcaklık artar. Bu gazlar içinde en fazla artış karbondioksit gazında olmuştur. Bu
durumun nedeni ise fosil yakıt tüketiminin artmış olmasıdır.
Küresel ısınma sonucunda meydana gelmesi beklenen değişmeler şunlardır;
Buzulların erimesi
--- Son yıllarda yapılan incelemeler kutup bölgelerindeki buzulların inceldiğini
göstermektedir.
--- Buzulların erimesiyle birlikte,
--- Deniz seviyesinin yükselmesi ve kıyı çizgisinin karalara doğru ilerlemesi ve çok sayıda
insanın göç etmesi
--- Yükseltisi deniz seviyesinde veya deniz seviyesinin altında olan Hollanda, İngiltere,
Bangladeş ve Danimarka gibi ülkelerin önemli bölümünün deniz suları altında kalması
--- Okyanus ve açık deniz sularının sıcaklık ve tuzluluk özelliklerinde belirgin değişmeler
olması Tuzlu sularla tatlı suların karışması ve bunun sonucunda tatlı suların büyük bir
kısmının kullanılamaz hale gelmesi
--- Kıyı ekosistemini oluşturan canlı türlerinin bazılarının yok olması
--- Okyanus akıntılarının yavaşlaması ve etki alanının azalması
--- İklim değişmelerinin hız kazanarak pek çok canlı türünün olumsuz etkilenmesi
beklenmektedir.
Bilgi Kutusu: Küresel ısınma sonucu buzul erimeleri gerçekleşeceğinden beraberinde küresel
soğumaya neden olabileceği de olasılıklar arasında kabul edilmektedir. Bu olasılık sıcak su
akıntılarının etki alanının buzul erimesi sonucu azalacağı varsayımına dayandırılmaktadır.
Bitki ve Hayvanların Küresel Isınmadan Etkilenmesi
Bitki ve hayvan türlerinin yaşayabilmesi için bu türlerin birbirinden farklı sıcaklık
gereksinimleri vardır, iklim koşullarındaki değişmelere bağlı olarak bitki ve hayvan türleri de
değişen koşullara uyum sağlamaya çalışacaktır, iklim değişikliklerinin hızı artarsa bu uyum
gerçekleşemeyeceğinden pek çok bitki ve hayvan türü yok olabilecektir. Ayrıca sıcaklık
koşullarındaki artışa bağlı olarak şimdileri orta kuşakta yetişme alanı bulan bazı bitkiler kutup
kuşağı çevresinde de yetişebilecektir.
Küresel ısınmaya bağlı olarak yukarıda anlatılanlar dışında, kuraklığın ve orman yangınlarının
artması, bazı su kaynaklarının kuruması, salgın hastalıkların etkili olması, mevsim sürelerinin
değişmesi gibi sonuçlarında ortaya çıkması beklenmektedir.
Süper Volkanlar
Bilinen volkanik olaylardan yüzlerce kat daha büyük olabileceği varsayılan doğa olaylarına
süper volkan denir. Bu volkanların etkili olabileceği alan çok geniştir. Ayrıca bu tür
volkanlardan atmosfere yayılan küller geniş çaplı iklim değişikliklerine yol açabilir. Bilimsel
çalışmalar sonucunda yapılan değerlendirmeler göre, volkanlardan atmosfere yayılan sülfürik
asitin oluşturduğu tabaka güneş ışınlarını ve yeryüzünden yansıyan ısıyı emerek buzul
çağlarının yaşanmasına yol açabilir.
Süper volkanların geçmiş dönemlerde yaşandığı Yellow Stone (ABD) ve Toba Dağı
(Endonezya) gibi yerlerde yerin derinliklerinden gelebilecek bu tür riskler daha fazladır.
2.BÖLÜM: UYGARLIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI
1. İlk Kültür Merkezleri (İlk Uygarlıklar)
Ülke veya toplumların maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim ve teknoloji
ürünlerinin tamamı uygarlık veya medeniyet olarak adlandırılır. Yeryüzünde coğrafi şartlara
bağlı olarak ırk, dil, din ve yaşam tarzı bakımından birbirinden farklı medeniyetler doğmuş ve
gelişmiştir. Bu medeniyetlerin oluşmasına coğrafi şartlarla birlikte farklı toplumların katkısı
olmuştur. Genellikle medeniyetler isimlerini kuruldukları bölgeden veya o medeniyeti kuran
topluluktan almaktadır.
Medeniyetlerin oluşmasında iklim koşulları önemli faktörlerden biridir. Son buzul döneminde
insanlar, dünya üzerinde daha dağınık halde yaşıyorlardı. Buzul devrinin sonlarında
sıcaklıkların artması ve iklim koşullarının değişmesine bağlı olarak buzul alanları azalmıştır.
10-12 bin yıl öncesinden bugüne kadar Büyük Sahra, Arabistan Çölleri ve Orta Asya başta
olmak üzere Dünya’nın birçok yerinde iklim gittikçe kuraklaşmıştır. İklim değişikliği ile
birlikte kuraklaşan bölgelerde dağınık halde yaşayan insanlar, su kaynaklarına yakın
alanlardaki vadi boylarında toplanmışlardır. Buzul çağının sona ermesi insanları avcılık ve
toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişe zorlamıştır. Böylece iklim değişikliği uygarlıkların
doğmasında ve gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Bu coğrafi nedenlere bağlı olarak ilk
büyük medeniyetler kurak ve yarı kurak alanlarda doğmuştur.
İlk Medeniyetlerin Kuruluşu
a. Mezopotamya Medeniyeti
Mezopotamya güneyden Suriye ve Arabistan çöllerine açık, kuzey ve kuzeydoğudan yüksek
dağlarla çevrili geniş bir düzlüktür. Varlığı ve önemi Anadolu topraklarından doğan Dicle ve
Fırat nehirlerinden kaynaklanır. Mezopotamya “İki nehir arasındaki yer” anlamına gelir. Bu
medeniyet Fırat ve Dicle nehirleri tarafından sulanan verimli Mezopotamya ovasında kurulan
kültürlerden oluşur. Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular Mezopotamya Medeniyetini
oluşturan uygarlıklardır.
Mezopotamya'da tarıma uygun olmayan alanları tarıma kazandırmak için sulama kanalları
yapılmış, bataklıklar drene edilmiş ve taşkın sonrası oluşan alüvyon birikintilerini
düzeltmiştir. Bu çalışmalar sonucunda zamanla köyler gelişmiş ve kentlere dönüşmüştür.
Böylece Mezopotamya'da ilk kültür merkezleri ortaya çıkmıştır. Kentlerin ortaya çıkması
insanlık tarihinde, ateşin bulunması ve tarımın başlamasından sonra kaydedilen önemli bir
aşamadır. İlk kültür merkezlerinin ortaya çıktığı, önemli mimari eserlerin oluşturulduğu
uygarlıklar, tarihi ve coğrafi koşulların etkisiyle hızlı gelişme göstermiştir.
b. Mısır Medeniyeti
Mısır medeniyeti Kuzey Afrika'da Nil Nehri ve çevresinde kurulmuştur. Etrafının çöllerle
kaplı olması nedeniyle diğer medeniyetlerden etkileşimi az olmuştur. Bu nedenle Mısır
medeniyeti kendine özgü özelliklere sahiptir. Mısırlıların medeniyete geçişinde, tarım
alanlarının işlenmeye başlanması, bu alanlardan yılda iki kez ürün alınabilmesi, Nil Nehri’nin
varlığı ve uygun iklim şartlarına sahip olması ve Mezopotamya uygarlığı etkili olmuştur. Nil
Nehri çevresinde yaşayanlar düzenli taşkınlardan sonra bozulan tarlaların sınırlarını yeniden
tespit etmek için matematikten yararlanmışlardır. Bu durum kamu yönetimi örgütlenmesini
oluşturarak bilimin de gelişmesine katkı sağlamıştır. Nil Nehri’nin uygarlığa diğer bir katkısı
da üzerinde ulaşım yapılmasıdır. Nehrin düzenli akışı nehir taşımacılığının gelişmesini
sağlamış, bu durum yönetimin bölgeyi kolayca denetleyebilmesine olanak sağlamıştır. Nil
boyunca hem ticari faaliyetler rahatça yapılmış hem de vergiler kolayca toplanmıştır. Bu
durum Mısır uygarlığının çok daha hızlı büyüyüp güçlenmesinde etkili olmuştur.
c. Aztek Medeniyeti
Meksika’nın orta ve güney kesimlerini içine alan bölgede kurulmuştur. 14. ve 16. yüzyıllar
arasında hüküm sürmüşlerdir. En önemli geçim kaynakları tarım olmuştur. Meksika'da
bulunan ve günümüzün en büyük piramidi olan 182.107 metre kare alana kurulan bir piramit
yapmışlardır. Bu piramidin yüksekliği 54 metredir.
d. İnka Medeniyeti
Bu medeniyet Büyük Okyanus kıyısına paralel uzanan And sıradağları üzerinde 12. ve 16.
yüzyıllar arasında yaşamış ve büyük bir imparatorluk halini almış medeniyettir. Bu bölge çok
değişik iklim ve doğa koşullarını içermekteydi. İnsanların yaşadıkları And Dağları’nın batı
kıyısında çöl ve vadiler yer alırken kuzeydoğu kesimleri tropikal yağmur ormanlarıyla
kaplıydı. İnkalar şehirlerini ve kalelerini dini inançları nedeniyle korumak ve savunabilmek
için And Dağları'nın yüksek kesimlerindeki dik ve sarp yamaçlara yapmışlardır. Bu
yapılardaki devasa taş bloklar çok hassas ve düzgün bir şekilde birbirleriyle birleştirilmiştir.
İnkalar bulundukları bölgenin coğrafi konumu nedeniyle güneşin hareketleri konusunda
uzmanlaşmışlar ve güneş saatini yapmışlardır. Yüksek kayalıklara yerleştirdikleri elips
şeklindeki altın yansıtıcılarla astronomik gözlemler yapmışlar, güneşin yıllık hareketlerini
incelemişlerdir.
İnka ören yerlerinde yapılan kazılarda İnka kraliyet ailesine ait kişilerin mumyalanmış
cesetleri bulunmuştur. And Dağları'nın yüksek tepelerindeki buzların içinde kalarak
günümüze kadar ulaşmışlardır.
e. Maya Medeniyeti
Meksika’nın güneyi ve Orta Amerika’nın kuzey bölgeleri içinde kurulmuş bir medeniyettir.
En önemli geçim kaynağı tarımdır. Piramit, tapınak ve çeşitli sanat eserleri inşa etmişlerdir.
Astronomi, matematik, mimari ve sanatta ileri gitmişlerdir. Bu uygarlığın birçok bakımdan
sona ermiş olmasına rağmen halen Meksika sınırları içinde yaşamakta olan bazı insanlar
tarafından maya dili konuşulmaktadır.
f. Akdeniz Uygarlıkları
Akdeniz kıyıları medeniyetlere beşiklik eden ilk alanlardan biridir. Tarım topraklarının az
olması, akarsuların varlığı, liman olmaya elverişli ada ve yarımadaların bulunması bu bölgede
İyonya, Lidya, Yunan, Fenike ve Roma gibi birbirinden farklı medeniyetlerin kurulmasına
neden olmuştur. Bu medeniyetlerden bazıları yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından fakir
olduklarından deniz ticaretine önem vermişler ve ihtiyaçlarının bir bölümünü denizden
karşılayarak denizci karakterli uygarlıklar kurmuşlardır. Gemi yapımı, balıkçılık ve deniz
ticareti önemli geçim kaynakları arasında yer alır. Bu uygarlıklar Akdeniz kıyılarındaki
ürünleri toplayarak ihtiyacı olan toplumlara pazarlamaya başlamışlardır. Böylece farklı
uygarlıklar arasında kültürel etkileşim gerçekleşmiştir.
Akdeniz uygarlıkları yeni şehirler ve koloniler kurarken buradaki insanlar verimli tarım
alanlarının az olması nedeniyle daha geniş ticari imkân sunan sahalara yerleşmişlerdir. Bu
nedenle kentleşme Akdeniz'in doğu kıyılarından batı kıyılarına doğru yayılmıştır.
g. Çin Medeniyeti
Yaklaşık 4 bin yıllık tarihi olan Çin medeniyeti Dünya'nın en eski medeniyetlerindendir.
Güneydoğu Asya'da kurulmuştur. İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından kâğıt, pusula,
barut ve matbaa Antik Çin medeniyetine aittir, ipek böceğinden ipek elde etmişler ve ipek
Yolu olarak bilinen ticaret yolunun açılmasını sağlamışlardır.
h. Hint Medeniyeti
Hint Yarımadası’ndaki elverişli iklim koşulları ile Ganj ve İndus akarsularının suladığı
verimli topraklar medeniyetlerin kurulmasına imkân sağlamıştır. Hint medeniyetinde güçlü
imparatorluklar yerine küçük prenslikler ön plandadır. Bu medeniyette en önemli toplumsal
yapı Kast Sistemi'dir.
3.BÖLÜM: EKONOMİ GÖÇ VE YERLEŞME
1. Ekonomik Faaliyetlerin Sosyo Kültürel Etkileri
Yeryüzünde coğrafi özelliklerin farklı olmasına bağlı olarak ekonomik faaliyetler ve yaşam
tarzları gelişmiştir. Ekonomik faaliyetlerin farklı olması insanların yaşam tarzlarını ve
kültürlerinin farklı olmasına neden olmuştur.
Sanayi Devrimi’nden önce dünyada hâkim olan ekonomik faaliyet türü tarım ve hayvancılıktı.
Tarımsal etkinliklerde insan gücüne daha fazla ihtiyaç duyulması, ailelerin daha fazla çocuk
sahibi olmayı istemelerine neden oluyordu. Bu durum kalabalık aile tiplerinin oluşmasını
sağladığı gibi günlük yaşantı ve insanlar arasındaki ilişkilerin buna göre şekillenmesine neden
oluyordu.
Sanayi Devrimi’yle ekonomik etkinliklerde önemli değişiklikler olmuş, yeni iş alanları
açılmış, insanların sanayi bölgelerine göç etmesiyle de kalabalık şehirler oluşmaya baş-
lamıştır. Burada yaşayan insanların yaşam tarzları değişmiş, insanlar arasındaki ilişkiler daha
karmaşık bir durum almıştır. Ekonomik özellikleri farklı olan bölgelerde yaşayan insanların
sosyo ekonomik olaylara bakış açıları birbirinden çok farklı olmuştur. Örneğin turizm ve
sanayi faaliyetlerinin yaygın olduğu iki farklı şehirdeki yaşam biçimleri değişiklik
göstermektedir.
Sanayi Devrimi’nden önce küçük bir yerleşim yeri olan bir kasaba, daha sonra bir şehir haline
gelebilir. Bu tür değişimlerin yaşandığı yerleşim alanlarındaki insanların hayat tarzları,
kültürleri ve birbirleriyle olan ilişkileri büyük oranda değişikliğe uğrar. Bu tür değişimleri
hem Türkiye’de hem de Dünya'nın pek çok yerinde görmek mümkündür. Almanya'da Ruhr
Havzası önemli madencilik ve sanayi bölgelerinden biri olarak bu tip değişime verilebilecek
en güzel örnektir.
Ruhr Bölgesi
Ruhr sanayi bölgesi Avrupa’daki sanayi bölgeleri arasında Sanayi Devrimi’nin bütün
aşamalarının gerçekleştiği en önemli bölgelerden biridir. Bu bölgenin temel geçim kaynağı
yakın bir zamana kadar kömür ve çelik üretimiydi. Günümüzde ise bilişim teknolojisi, lojistik
ve alternatif enerji bu alanın gelişmesini belirleyen faktörler olarak karşımıza çıkar.
Almanya sanayisi gelişimini Ruhr ve Saar havzalarındaki maden kömürü yataklarına
borçludur. Ruhr Havzası'nda üretilen demir ve çeliğin bir bölümü makina ve motor üre-
timinde kullanılır. Aşağı Saksonya, Frankfurt, Mannheim ve Stuttgart önemli sanayi
tesislerinin bulunduğu merkezlerdir. Demir-Çelik, kömür, çimento, kimyasal maddeler,
makine, taşıt, elektronik aletler, gemi yapımı, tekstil ve gıda bu havzadaki gelişen sanayi
dallarıdır.
Ruhr Bölgesi Almanya'nın nüfus bakımından en kalabalık bölgesidir. Bu bölgede
sanayileşmeyle artan iş olanakları yoğun göç almasına neden olmuştur. Böylece Düsseldorf,
Essen ve Dortmund gibi şehirler çevresindeki köy ve çiftlikleri de içlerine alarak büyümüşler
böylece günümüzde Almanya'nın en büyük şehirleri konumuna gelmişlerdir.
Ruhr Bölgesi bir dönem fabrika bacaları, vinç kuleleri ve yüksek fırınları ile dikkat çekerken
son yıllardan köklü bir değişim içine girmiştir. Çevreye duyarlı sanayi teknolojileri sayesinde
Avrupa çevre teknolojisinin merkezi haline gelmiştir. Maden ocaklarının büyük bir kısmı
kapatılmış, ağır sanayinin büyük bir kısmı üretimini Doğu Avrupa’ya kaydırarak Ruhr
Bölgesi birçok alanda kendini yenilemeyi başarmıştır. Günümüzde kentsel dönüşüm projeleri
ile Ruhr Bölgesi’ndeki terk edilmiş endüstri alanları yeniden toplumun kullanımına
kazandırılmaktadır. Böylece sürekli bir yapısal ve kültürel dönüşümü gerçekleştirmek,
Avrupa’nın en büyük metropolleri arasında yer almayı sağlamak ve diğer bölgelere örnek
oluşturmak amaçlanmıştır. Bölge için on yedi kenti kapsayan, yüzün üzerinde proje üretilmiş,
göç kültürünün ve bu kültürün olumsuzluklarını silmek için birçok uygulama hayata
geçirilmiştir. Eski sanayi tesislerinin yerini şimdi sosyal aktivite ve spor alanları almıştır.
Cannes
Fransa'nın güneyinde yer alan Cannes şehri, günümüzde tüm Dünya’nın tanıdığı şehirler
arasında yer alır. Şehrin tanınmasında en önemli faktör, ilk olarak 1946 yılında düzenlenmeye
başlayan film festivali olmuştur. Avrupa’nın 3 büyük film festivalinden biri olan Cannes film
festivali yapılmadan önce küçük bir balıkçı kasabası olan şehir günümüzde 7,5 milyon turist
çeker konuma gelmiştir. Yaz aylarında ve film festivalinin yapıldığı dönemlerde nüfusu artan
şehirde kış aylarında nüfusun azaldığı ve sessizliğin hâkim olduğu bir durum yaşanır.
Las Vegas
Las Vegas şehrinin gelişmesi turizme bağlı olarak gerçekleşmiştir. ABD’nin Nevada
eyaletinde bulunan şehir düz bir ovaya kurulmuş adeta bir çöl şehridir. Şehrin ekonomisinde
eğlence turizmi ağırlıklıdır. Önceleri küçük bir yerleşme alanı olan şehirde günümüzde 1,5
milyona yakın sayıda insan yaşamaktadır.
Şehirde lüks otellerin, eğlence merkezlerinin ve aktivite- lerinin bulunması her zaman turist
çekmesine neden olmuştur. Bu durum şehrin Dünya’nın en önemli eğlence merkezlerinden
biri olmasını sağlamıştır.
Las Vegas pek çok eğlence merkezine sahip olmasının yanında birçok teknoloji şirketine de
ev sahipliği yapmaktadır.
2. Şehirleşme, Göç ve Sanayileşmenin Toplumlar Üzerindeki Etkisi
1. Şehirlerin Doğuşu ve Şehirleşme
İlk çağlardan günümüze kadar şehirlerin gelişiminde ve şehirleşmede etkili olan faktörler
sürekli değişmiştir. Örneğin ilk şehirlerin kurulmasında verimli topraklar etkili olurken Yeni
Çağ’daki şehirleşmede Sanayi Devrimi etkili olmuştur.
Teknolojinin gelişmesi, doğal kaynakların keşfi ve işletilmesi nüfus artışı ve ihtiyaçlara artan
talep hızlı bir şehirleşmeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin, küçük bir yerleşim yerinde
sanayi faaliyetlerinin başlaması ya da bir maden ocağının açılması o alanda nüfusun
artmasına, şehirleşmenin hız kazanmasına, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıda değişimlere
yol açmıştır. Bu değişimler şehrin cazibe merkezi olmasına neden olmakta ve insanları ken-
dine çekmektedir. Şehirleşme, göç ve sanayileşme süreci birbirleriyle sıkı bir ilişki
içerisindedir. Sanayileşmenin yaşandığı yerlerde göçe bağlı olarak şehirleşme hız ka-
zanmaktadır. Bu durum birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların başında
göç ve çevre sorunları gelmektedir.
2. Göç ve Kentleşme İlişkisi
Göç olgusu sosyal bir hareket olmasına karşın, ekonomik yaşamdan kültürel yaşama kadar
hayatın her yönünü etkileyen temel bir değişimdir. Göç ve kentleşme arasındaki ilişki
köylerin itici faktörleri ile kentlerin çekici faktörlerinden kaynaklanmaktadır. Kırsal
kesimlerden kentlere olan yoğun göç hareketi hem mekânsal olarak hem de kültürel açıdan
kentten soyutlanmış Getto adı verilen alanları ortaya çıkarmıştır. Metropollere yönelen ve
aşırı ölçüde nüfus yığılmasına neden olan göç, kentlerde işsizliğin artmasına neden
olmaktadır. Ayrıca hızlı gerçekleşen göçler şehirlerin alt yapı, ulaşım, eğitim, sağlık ve asayiş
sorunlarını büyük ölçüde artırmaktadır.
Göç hareketinin bir diğer etkisi de arsa ve arazi değerlerinin artmasıdır. Konut ihtiyacı verimli
tarım alanlarının ve orman arazilerinin hızla yerleşime açılmasına neden olmuştur. Çarpık
kentleşme sonucu büyük şehirlerde sanayi tesisleri ile konutlar bir arada bulunmaktadır.
Bundan dolayı sanayi kirliliği kentlerde yaşayan insanların sağlığını önemli oranda tehdit
etmektedir.
3. Günümüz Dünyasından Geleceğin Dünyasına
1. Geçmişten Günümüz Dünyasına
Sosyo ekonomik gelişme sürecine bakıldığında toplumların insanlık tarihi açısından önemli
gelişim aşamaları geçirdikleri görülür. Bu aşamaların birincisi, insanı toprağa ve yerleşik
düzene bağlayan tarım toplumuna geçiştir. İkincisi tarım toplumundan kitlesel üretimin,
tüketimin ve eğitimin önemli olduğu sanayi toplumuna geçiştir. Üçüncüsü ise kitlesel refahın,
bilginin ve nitelikli insanın önem kazandığı bilgi toplumuna geçiştir. Günümüzde de ekono-
mik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda birçok değişim ve donuşum yaşanmaktadır. Bu tur
değişimlerin en önemlisi teknoloji alanında yaşanan hızlı gelişmelerdir.
2. Teknolojik Gelişme ve Doğaya Etkileri
Teknoloji, küreselleşme olgusunu meydana getiren unsurlar arası da en belirleyici olanıdır.
Teknolojinin etkisi sadece teknik alanda kalmayıp, başta ekonomi olmak üzere sosyal,
kültürel ve siyasal alanları etkileyip belirlemektedir. Bu etkiler sadece dar bir alanda değil
ülkeler arası boyutlara ulaşmıştır.
Ülkelerin yapısal değişimini etkileyen unsurların başında teknolojik gelişme gelir. Teknolojik
gelişim ve değişim insanların yaşam standartlarını yükseltmekte ve kolaylaştırmaktadır. Bu
belirlemelerden de çıkarılabileceği gibi, çağımızda uluslar, bütün güçlerini teknolojik
üstünlük kurmaya yönelik organize etmişlerdir.
3. Teknolojik Gelişim ve Değişim
Teknolojinin insanlık tarihindeki yeri çok önemlidir. Çünkü teknolojik gelişme ve buluşlar
insan yaşamını temelinden değiştirmiştir. Örneğin, otomobil insanın ulaşımındaki hızını
önemli ölçüde artırmıştır. Tarımda kullanılan metotların ve tekniklerin gelişmesi de üretimde
çok büyük artış sağlamıştır.
Tarımsal faaliyetlerde makineleşme, suni gübre kullanımı ve tohum ıslahı gibi önceleri yaygın
olmayan uygulamalar birim alandan alınan verimi artırmıştır. Makineleşme sanayi toplumu
için ne kadar önemli ise bilgisayar ve iletişim teknolojileri de günümüz bilgi toplumu için o
denli önemlidir.
4. Gelecekte Nüfus ve Yerleşme
Tarihsel olarak şehirleşme, sanayileşme ile birlikte farklı bir gelişme seyri izlemiştir. Bu
nedenle şehirleşmeyi sanayi faaliyetlerinden ayrı düşünmek yanlış olur. Günümüzde dünya
nüfusunun yarısı şehirlerde, bu nüfusun yaklaşık olarak % 5'i, nüfusu 10 milyonu aşan büyük
şehirlerde yaşamaktadır. Gelişmiş ülkelerde şehirleşme oranı % 80'lere yaklaşırken Güney
Amerika'da bu oran % 70 civarındadır. Şehir nüfus oranının en az olduğu Afrika Kıtası'nda
bile şehirlerde yaşayanların oranının yakın bir gelecekte % 50’nin üzerine çıkacağı tahmin
edilmektedir.
1960'ta 1 milyar insan şehirlerde yaşarken bu sayı 1985'te 2 milyara, 2002’de 3 milyara
ulaşmış, 2030'da ise 5 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu durum 2030 yılında dünya
nüfusunun % 60'ının şehirlerde yaşayacağı anlamına gelmektedir.
Az gelişmiş ülkelerde her yıl şehir nüfusuna 60 milyon kişi eklenmektedir. Bu da her yıl şehir
nüfusuna İngiltere’nin nüfusu kadar insan eklendiği anlamına gelir. Dünyada 1950 yılında
nüfusu 10 milyonu aşan tek şehir New- York’ken 2015 yılında mega (metropol) şehir
sayısının 26’yı bulması beklenmektedir. Bu şehirlerin % 90’a yakınının gelişmekte olan
ülkelerde olacağı tahmin edilmektedir. Şu anda nüfus sayısı bakımından dünyanın en
kalabalık şehirlerinden biri olan Tokyo’nun nüfusunun 2015 yılında 27,2 milyona ulaşacağı
öngörülmektedir.
Meksiko City, Dakar, Mumbai (Bombay), Sau Paulo ve Delhi gibi şehirlerin nüfuslarının da
2015'te 20 milyon kişiyi geçeceği tahmin edilmektedir.
5. Geleceğin Ekonomisi
Dünya ekonomisindeki değişikliklerin itici gücünü, dünya ülkelerindeki farklı demografik
oluşumlar, teknolojik yenilikler, uluslararası ticaretin ve mali sistemin serbestleştirilmesi ve
yerel reformlar oluşturmaktadır. OECD tarafından 2000'li yılların başında geleceğin
ekonomisiyle ilgili bir proje tasarlanmıştır. Bu proje bir yandan ülkeler için yüksek büyüme
hızları öngörürken diğer yandan da önümüzdeki 25 yıl içerisinde farklı ülkelerin ekonomileri-
nin birbirlerinden nasıl etkileneceğini ortaya koymuştur. Bu rapora göre gelecekte
gerçekleşmesi beklenen gelişmeler şunlardır.
--- Doğal kaynakların üretiminde önemli artışlar olacaktır.
--- Verimlilikte ve yaşam standardında artış olacaktır.
--- Ticaretin serbestleştirilmesi, iletişim ve ulaşım maliyetlerinin düşmesi, sermayenin
uluslararası alanda hareketliliğinin artması, ekonomik kaynakların dışa açılımlarını
artıracaktır.
--- Dünya ticaret hacmi artacak ve dünya gayrisafi milli hasılasının % 45'ini oluşturacaktır.
--- Tarımsal üretim hızı artacak, tarım toprakları geniş olan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin,
dünya tarım ürünleri ihtiyacının karşılanmasında önemi artacaktır.
--- İletişim teknolojisinin gelişmesiyle birlikte ticari örgütlenmeler artacak, dünya büyük bir
pazar haline gelecektir.
--- En iyi ve en ucuz malı en hızlı şekilde tüketicilere ulaştıran ülkeler ve firmalar bu ticari
sisteme uyum sağlayacaktır, sağlayamayan ülkelerde ise işsizlik ve fakirlik artacaktır.
Ekonomik gelişmelere bağlı olarak Dünya genelinde kişi başına düşen milli gelir sürekli
artmaktadır. Örneğin 1950 yılında kişi başına düşen milli gelir 1671 dolar iken 1990 yılında
3971 dolar olmuştur. 2015'te 5971 dolara, 2050'de ise 9473 dolara ulaşması öngörülmektedir.
Dünya genelinde gelir dağılımı dengeli değildir. Bu dengesizliğin gelecekte de devam edeceği
tahmin edilmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ve bu ülkelerin yer aldığı kıtalarda milli gelir
düşük iken gelişmiş ülkelerde ve bu ülkelerin bulunduğu kıtalarda yüksektir.
4.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE COĞRAFİ BÖLGELERİN
OLUŞTURULMASI
TÜRKİYE’DE BÖLGE SINIFLANDIRILMASI:
Fiziki, beşeri ve ekonomik özellikler bakımından benzerlikler gösteren ve bu özellikler
arasında karşılıklı neden sonuç ilişkilerinin olduğu mekân parçalarına bölge denir. Bölgelerin
ortaya çıkmasında bir veya birden fazla coğrafi unsur etkili olabilmektedir.
1. FİZİKİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:
İklim, yer şekilleri, yer yapısı ve bitki örtüsü gibi özelliklere göre bölge sınırlandırmaları
yapılmaktadır. Bu coğrafi özelliklerden yer şekilleri, yer yapısı gibi özellikler değişme
göstermezken; bitki örtüsü ve iklim özellikleri çok uzun süre içerisinde değişime
uğrayabilmektedir.
A. YÜZEY ŞEKİLLERİNE GÖRE BÖLGELER
1. Dağlık-Engebeli Bölgeler:
Ülkemizin üçüncü jeolojik zamanda oluşması dağlık bölgelerin fazla olmasına ve geniş
alanlar kaplamasına neden olmuştur. Ülkemizdeki başlıca dağlık bölgeler; Karadeniz dağlık
bölgesi, Hakkâri dağlık bölgesi, Erzurum – Kars dağlık bölgesi, Menteşe dağlık bölgesi,
Yıldız dağları dağlık bölgesi, Yukarı Kızılırmak dağlık bölgesi ve Antalya dağlık bölgesidir.
Türkiye’de Başlıca Dağlık Alanlar
2. Düz- Ovalık Bölgeler: Ülkemiz arazi yapısı itibariyle genç oluşumlu olduğundan düzlük
alanlar çok fazla yer kaplamaz. Ayrıca düz alanların bir kısmı da yüksek düzlükler
şeklindedir. Ülkemizdeki başlıca düz-ovalık bölgeler; Çukurova bölgesi, Güney Marmara
ovaları bölgesi, Ergene ovası bölgesi, Kıyı Ege ovalık bölgesi, Konya ovası bölgesi ve
Gaziantep - Şanlıurfa bölgesidir.
Türkiye’nin Başlıca Ova ve Platoları
B. İKLİM TİPLERİNE GÖRE BÖLGELER:
İklim özellikleri göz önüne alınarak bölge tasnifi yapılır. Ülkemiz iklim özelliklerine göre
başlıca üç bölgeye ayrılır. Bunlar; Akdeniz iklim bölgesi, Karadeniz iklim bölgesi ve Karasal
iklim bölgeleridir.
Türkiye’de İklim Özelliklerine Göre Bölgeler
C. BİTKİ ÖRTÜSÜNE GÖRE BÖLGELER:
Geniş alanlarda yayılış gösteren bitki türlerine göre yapılan bölge tasnifidir. Orman bölgesi,
maki bölgesi ve bozkır bölgesi gibi.
Türkiye’de Bitki Örtüsüne Göre Bölgeler
2. BEŞERİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:
Fiziki faktörlerin yanında birbirleri ile nüfus dağılışı, yerleşme tipi, ekonomik faaliyetler
bakımından benzer özellikler göstermeleri bu bölgelerin oluşmasında etkili olmuştur.
A. Nüfus Yoğunluğuna Göre Bölgeler:
1. Yoğun Nüfuslu Bölgeler: Yer şekilleri bakımından sade görünüm gösteren, ulaşım
koşullarının geliştiği, sanayi bakımından gelişmiş, modern tarım imkânlarının fazla olduğu
bölgelerdir. Ülkemizde başlıca yoğun nüfuslu bölgeler; İstanbul-İzmit çevresi, Ankara
çevresi, İzmir çevresi, Bursa çevresi ve Adana-Mersin çevresidir.
Türkiye’de İllerin Nüfus Yoğunluklarına Göre Dağılışı (2012)
2. Seyrek Nüfuslu Bölgeler: Genellikle dağlık veya iklim ve toprak özellikleri bakımından
elverişli olmayan yüksek düzlük alanlardır. Ulaşımın gelişmemiş olması, iklim koşullarının
elverişli olmaması ve ekonomik faaliyetlerin kısıtlı olması bu bölgelerin oluşmasında etkili
olmuştur. Ülkemizde başlıca seyrek nüfuslu bölgeler; Hakkâri ve çevresi, Tunceli ve
çevresi, Tuz gölü ve çevresi, Kırklareli ve çevresi, Sivas ve çevresi, Muğla ve çevresi, Sinop
ve çevresidir.
B. YERLEŞİM ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:
Yerleşmeyi oluşturan nüfusun miktarı ve nüfusun ekonomik özellikleri gibi özellikler dikkate
alınarak bölge tasnifi yapılır.
1. Kırsal Bölgeler: Kırsal nüfus oranının fazla olduğu bölgelerdir. Daha çok tarımsal
faaliyetler yaygındır. Sanayileşme ve hizmet sektörü gelişmemiştir. Ülkemizde yer alan
başlıca kırsal bölgeler; Rize ve çevresi, Giresun ve çevresi, Hakkâri ve çevresi, Tunceli ve
çevresi, Kars ve çevresi, Sivas ve çevresidir.
2. Kentsel Bölgeler: Nüfus miktarının fazla olduğu tarım dışı sektörlerin geliştiği yoğun göç
çeken bölgelerdir. Ülkemizde yer alan başlıca kentsel bölgeler; İstanbul ve çevresi, Ankara
ve çevresi, İzmir ve çevresi, Bursa ve çevresi, Adana ve çevresi, Antalya ve çevresidir.
C. EKONOMİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:
Bölgeleri bir birinden farklılaştıran özelliklerden biride yapılan ekonomik faaliyet türüdür.
Bazı bölgeler çevrelerinden tarımsal faaliyetlerin yoğunluğu ile ayrılırken bazı bölgeler ise
madencilik faaliyetleri bakımından çevresinden ayrılır.
1. Tarım Bölgeleri: Verimli tarım alanlarının olması, sulama koşulları, geniş düzlüklerin
olması, makineleşme gibi faktörlerin geliştiği veya iklim ve toprak özellikleri nedeni ile
ekonomik değeri yüksek tarım ürünlerinin yetiştirildiği bölgelerdir. Başlıca tarım
bölgelerimiz; Konya ve Aksaray çevresi, Manisa ve Akhisar çevresi, Şanlıurfa ve çevresi,
Rize ve çevresi, Adapazarı ve çevresi, Iğdır ve çevresi, Eskişehir ve çevresidir.
2. Sanayi Bölgeleri: Nüfusun büyük bir bölümünün fabrikalarda çalıştığı, gelir düzeyinin
yüksek olduğu, kültürel ve sosyal açıdan gelişmiş bölgelerdir. Yoğun göç çeken alanlar olarak
bilinirler. Başlıca sanayi bölgelerimiz; İstanbul ve İzmit çevresi, İzmir çevresi, Bursa
çevresi, Adana ve Mersin çevresi, Gaziantep çevresi, Zonguldak çevresidir.
3. Serbest Ticaret Bölgeleri: Yabancı mal ve eşya girişinin gümrüksüz serbestçe girebildiği
bölgelerdir. Başlıca serbest ticaret bölgelerimiz İstanbul Atatürk Havalimanı, Mersin Limanı,
Antalya Limanıdır.
Türkiye’de Serbest Bölgeler
4. Maden Bölgesi: Maden çıkarımının yapıldığı ve maden bakımından zengin olan
bölgelerdir. Başlıca maden bölgelerimiz; Elazığ ve çevresi, Kütahya ve çevresi, Batman ve
çevresi, Murgul ve çevresi, Zonguldak ve çevresi, Seydişehir ve çevresidir.
5. Turizm Bölgesi: Doğal ve tarihi güzellikler bakımından önemli olan yerlerdir. Genellikle
sıcak ve güneşli gün sayısının fazla olduğu, geniş kumsallara sahip kıyılar, kış sporlarının
yapıldığı yerler ile tarihi kalıntıların bulunduğu alanlar bu bölgelerin oluşumunda etkili
olmuştur. Başlıca turizm bölgelerimiz; Antalya ve çevresi, Muğla ve çevresi, İstanbul ve
çevresi, Bursa ve çevresi, Erzurum ve çevresidir.
D. KARMA BÖLGELER:
Bu tür bölgelerin oluşumunda ekonomik anlamda çeşitlilik etkilidir. Yani birden fazla
ekonomik etkinliğin birlikte geliştiği bölgelerdir.
1. Tarım, Sanayi ve Turizm Bölgesi:
--- İstanbul çevresi
--- Bursa çevresi
--- İzmir çevresi
--- Adana – Mersin çevresi
2. Maden ve Sanayi Bölgesi:
--- Zonguldak bölgesi
--- Elazığ çevresi
--- Batman çevresi
--- Seydişehir çevresi
--- Eskişehir çevresi
3. Ticaret, Turizm ve Tarım Bölgesi
--- İzmir- Manisa çevresi
--- Aksaray – Nevşehir çevresi
--- Bursa ve çevresi
--- Adana – Mersin çevresi
UYARI! Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye’nin coğrafi bölgelerini aşağıdaki haritada
olduğu gibi yeniden düzenlemiştir.
Türkiye İstatistik Kurumuna (TUİK) Göre Bölgeler
5.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ULAŞIM VE TİCARET
Türkiye'de Ulaşım
Türkiye’de Ulaşım Sistemlerinin Gelişimi
Ulaşım ya da ulaştırma; bir yarar sağlamak üzere insanın veya onun ürettiği eşyanın çeşitli
araçlar ile başka bölge, ülke veya kıtaya ekonomik, hızlı ve güvenilir biçimde nakledilmesidir.
Ulaşım bir toplumun ekonomik ve sosyal yapısını etkileyerek refahın artırılması ve
yaygınlaştırılmasında önemli rol oynar. Bir ülke ekonomisinin ulaşım yolları o ülkenin can
damarıdır.
Türkiye’de 1950’li yıllara kadar ulaşım sistemleri içinde demir yollarının ağırlığı vardır. İlk
demir yolumuz 1866 yılında tamamlanmış olan Aydın-İzmir demiryolu hattıdır. Cumhuriyetin
ilk yıllarına kadar İngiliz ve Fransızlar tarafından Ege Bölgesi’nde çeşitli demiryolları
yapılmaya devam etmiştir. Sonraki yıllarda millileştirilen demir yollarımızın işletilmesi 1929
yılında kurulan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır.
Ülkemizde demiryollarındaki hızlı ilerleme 1940’lı yıllara kadar sürmüştür. İkinci Dünya
Savaşı’nın başladığı dönemde bu ilerleme durmuştur.
Ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren karayollarına verilen önem artmıştır. Bu dönemde
yapılan yeni yollarla birçok il ve ilçe merkezi birbirine bağlanmıştır.
Sonuç olarak, bugün ülkemizde en ağırlıklı ulaşım sistemi kara yolu taşımacılığıdır.
Ülkemizde deniz ve hava yolu ulaşım sistemleri ise kara ve demir yolu ulaşımına göre daha
yenidir.
Türkiye’de Ulaşımı Etkileyen Doğal ve Beşeri Faktörler
a. Doğal Faktörler: Türkiye’de ulaşımı etkileyen doğal faktörlerin başında yüzey şekilleri
gelir. Ülkemizdeki yüzey şekillerinin önemli bir bölümünü sıradağlar oluşturur. Önemli
sıradağlarımız olan Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar genel olarak doğu-batı doğrultusunda
uzanış gösterir. Bu nedenle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde kıyı ile iç kesimler arasındaki
ulaşım bu dağların geçit verdiği kesimlerden sınırlı olarak yapılabilmektedir. Ege Bölgesinin
kıyı kesimindeki sıradağlar ise kıyıya dik olarak uzandıklarından bu bölgede kıyı ile iç
kesimler arasındaki ulaşım olanakları daha fazla gelişmiştir. Dağların geniş yer tuttuğu Doğu
Anadolu, Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde karayolu ve demir yolu ulaşımı daha sınırlıdır.
Buna karşılık yüzey şekillerinin daha engebesiz olduğu İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu,
Marmara ve Ege Bölgelerinde ise bu ulaşım olanakları daha gelişmiştir. Kara yolu ve demir
yollarımızın genel olarak yüzey şekillerinin uzanışına paralel olduğu söylenebilir.
Ülkemizdeki ulaşımı etkileyen bir başka doğal faktör iklimdir. İç bölgelerimizde hüküm süren
karasal iklim koşulları nedeniyle özellikle kar yağışının arttığı sonbahar ve kış aylarında bu
bölgelerdeki ulaşım faaliyetleri aksamakta ve çoğu köy yolu kapanmaktadır. Yine bu
dönemde görülen sis ve buzlanma yollarda birçok trafik kazasına yol açmaktadır.
Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere genelde kıyı bölgelerimizde kışların bol yağışlı geçmesi
nedeniyle zaman zaman seller ve heyelanlar olmaktadır. Bu nedenle yollar ve köprüler zarar
görmekte buna bağlı olarak ulaşım aksamaktadır.
b. Beşeri Faktörler: Türkiye’deki ulaşımı etkileyen beşeri faktörler; iş gücü, teknik eleman,
sermaye, teknoloji ve ekonomik faaliyetler gibi faktörlerdir. Yeni ulaşım yollarının yapılması
için gerekli olan sermaye, nitelikli iş gücü ve yetişmiş mühendis vb. beşeri faktörler olarak
ulaşım faaliyetlerini etkiler. Ekonomik faaliyetlerin niteliği de ulaşımın gelişmesinde etkilidir.
Örneğin, sanayi tesislerinin yoğun olduğu yöreler, turizm yöreleri ulaşım olanakları gelişmiş
olan ya da ulaşım yatırımlarına hız verilmesi gereken yörelerdir.
a. Karayolları
--- 1950 yılına kadar karayolu yapımında bir ilerleme sağlanmadı.
--- 1950yılından sonra Karayolları Genel Müdürlüğü kurularak kara yolu çalışmaları hız
kazandı. Yük ve yolcu taşımacılığın da % 30 olan pay günümüzde yolcu taşımacılığında % 95
yük taşımacılığında ise % 70’lere ulaşmıştır. Son 30 yılda kara yolu uzunluğu 5 kat, motorlu
taşıt sayısı 40 kat artmıştır.
--- Kara yollarımızın büyük bölümü kıyı boyu veya kıyıya yakın yollardır.
--- İç bölgelerimiz büyük ölçüde kıyıdaki limanlara ve diğer kentlere düzgün yollarla
bağlanmıştır, il merkezleri ile ilçeler arasında asfalt yollarla; ilçelerle beldeler ve köyler
arasında ise asfalt, stabilize ve toprak yollarla ulaşım sağlanmaktadır.
--- Turizmin gelişmesini sağlayacak kara yolları yapımına öncelik verilmiştir.
--- Otoban yolların uzunluğu 2003 yılında 1881 km’ye ulaşmıştır.
Bilgi Kutusu:
--- Devlet ve köy yollarının toplam uzunluğu 1963 yılında 220.506 km iken 1990'da 367.715
km ve 2003 yılında 426.662 km’dir.
--- Avrupa standartlarındaki karayollarımızın uzunluğu 63 bin km'dir.
--- Otomobil sayısı ilk kez 1960 yılında 100 bini aşmış olup, 2003 yılında 4,7 milyona
ulaşmıştır. Aynı yıl otobüs sayısı 250 bine, kamyon sayısı ise 900 bine ulaşmıştır.
Merak Kutusu: Türkiye’de trafiği en yoğun kara yolları hangileridir?
Ülkemizin en yoğun karayolu; İstanbul-Ankara-İskenderun hattıdır, ikinci derecede yoğun
karayolu; Doğu Karadeniz kıyıları ile Ankara-Bursa arasındaki yoldur. İzmir-Aydın-Denizli
ite Edirne-Tekirdağ- İstanbul da yoğun karayolları arasındadır.
b. Demiryolları
--- İlk demiryolumuz 1866'da işletmeye açılan İzmir-Aydın hattıdır. Bu hat 1897’da 703
km’ye ulaşmıştır.
--- 1870'de İstanbul’u Avrupa'ya bağlayan demir yolu inşasına başlanmış, 1886'da İstanbul-
Viyana bağlantısı sağlanmıştır.
--- 1860-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğumda Hicaz, Şam, Rumeli de dâhil olmak
üzere 8 000 km’lik demiryolu yapılmıştır.
--- Cumhuriyet döneminde bu demiryollarından 4138 km’si sınırlarımız içinde kalmış olup
3783 km’si yabancı şirketler tarafından işletiyordu.
--- 1924-1938 arasında yılda ortalama 212 km olmak üzere toplam 2935 km olan
demiryollarının uzunluğu 6692 km'ye ulaşmıştır.
--- 1939-1945 arası II. Dünya Savaşı yıllarında ise sadece 201 km demiryolu yapılmıştır.
--- Demiryolu hatlarımız 1950’de 7671 km iken 1967’de 8008 km'ye ara hatlarla 9873 km'ye
ulaşmışken 2002'de hatlar 8671 km’ye toplam hatlar 10.508 km’ye ulaşmıştır.
--- Demiryollarımız özellikle doğu-batı doğrultusunda uzanır. Bu yollar daha çok akarsu
vadileri ile ova yüzeylerini izler.
--- Güneybatı Anadolu ile Doğu Karadeniz Bölümü'nde demiryolu ulaşımı yoktur.
--- Yer şekillerinin meydana getirdiği engeller demir yolu maliyetlerinin yükselmesine bazı
yörelerimize ulaşılmamasına neden olmaktadır.
--- Demiryollarımızda yolcu taşıma oranı 1955’de % 22 yük taşıma % 61 iken, günümüzde
yolcu % 2'ye yük taşıma ise % 4'e düşmüştür.
--- Demiryollarımızda çeken, çekilen araçlar ile bütün raylı sistemler ekonomik ömrünü
tamamlamıştır. Bu sistemler kısa sürede yenilenmeli ve uluslararası standartlara
kavuşturulmalıdır.
--- Demiryollarının modernleştirilmesi karayollarının yükünü de azaltacağından
demiryollarında mutlaka birtakım yenilikler yapılmalıdır.
c. Denizyolları
Dört denize kıyısının bulunması ile iki önemli boğaza sahip olması, Türkiye’nin denizcilik
alanında gelişmesi açısından çok önemlidir.
--- Cumhuriyet’in ilk yıllarında denizyolu taşımacılığı yaygın idi. Kara ve demiryollarının
hızla gelişmesi bu sektörü önemli ölçüde etkilemiştir.
--- Güvenliğinin yanında demiryollarından 3,5, karayollarından 10, havayollarından 22 kat
daha ucuz olduğu halde yurtiçi yük taşımacılığında % 5, yolcu taşımacılığında ise % 0,3 pay
alabilmektedir.
--- Deniz ticaret filomuz 2003 yılı itibarıyla dünyada 20. sırada yer alır.
--- Dünya deniz ticaret filosunda Liberya, Japonya, Yunanistan, İngiltere, Norveç, Rusya,
Panama ve ABD önde gelen ülkelerdir.
Başlıca Limanlarımız
Gemilerin yük ve yolcu alıp indirdiği yerler liman denir.
Limanlar ya doğal ya da insanlar tarafından ek tesislerle uygun hale getirilir.
--- En büyük ve en işlek limanlarımızdan biri İstanbul’dadır. Bu limanız sadece ülkemize
değil, tüm kıtalara yönelmiştir. Türkiye’de ithal edilen malların büyük bir bölümü İstanbul
Limanı'na gelmektedir.
--- Geniş art bölgesi ve modem liman tesisleriyle İzmir, Batı Anadolu’nun ve Türkiye'nin en
önemli ihracat limanıdır.
--- Dünya’da yük ve boşaltma faaliyetleri en çok olan limanlar Rotterdam Hollanda, Singapur,
Kobe-Japonya, Çiba-Japonya ve Newyork-ABD’dir.
Kritik Kutu: Ard bölge ya da hinterland, bir limanı besleyen veya bu limana ulaşılabilen
alanları ifade eder. Bu nedenle hinterlandı geniş olan limanlar hızla gelişirken; hinterlandı
dar olan ve iç kesimlerle ulaşımı zor olan limanlar ise gelişmemiştir. Karadeniz kıyılarının
neredeyse tek doğal limanı olan Sinop'un gelişmemesinin nedeni hinterlandının dar olmasıdır.
--- İzmit ve Bandırma ülkemizin önemli limanları arasında yer alır.
--- Orta Karadeniz'in ve Karadeniz Bölgesi’nin en büyük limanı ise Samsun’dur. Zonguldak
ve Ereğli ile Trabzon önem bakımından Samsun'dan sonra gelir ve bu limanları Giresun ve
Ordu Limanları izler.
--- Mersin Limanı ise son yıllarda hızla gelişen bölgenin ve Orta Doğu'nun en önemli uğrak
limanlarından biridir. İskenderun limanı demir yolu ve kara yollarıyla geniş ve verimli bir
alana bağlı olduğu için hızla gelişmektedir. Antalya Limanı önemli bir turizm merkezidir.
Ayrıca iç ve dış ticarette gelişmektedir.
--- Alanya, Kemer, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Kuşadası ve Çeşme ise yat limanları olarak
önem taşımaktadır.
d. Havayolları
Karayolu ve demiryolu seyahatlerinin ülkemizde çok uzun zamanda gerçekleşmesi ve yorucu
olması nedeniyle hava ulaşımı ülkemizde giderek önem kazanmakta ve gelişmektedir.
--- Ülkemizde hava ulaşımı özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra hızla gelişmiştir.
1960’lardan itibaren modern uçakların alınması, 1980’den sonra özel havacılık şirketlerinin
sayısının hızla artması, yabancı turistlerin genellikle hava yollarını tercih etmesi hava
yollarının önemini artırmıştır.
--- 1933 yılında 5 uçak 28 koltuk kapasitesi olan Türk Hava Yolları 2003 yılında 138 uçak ve
11.620 koltuk kapasitesine sahiptir.
--- Yolcu sayısı 1951'de iç ve dış hatlarda 111.194,1965’te 976.292, 1975 yılında 4.800.288,
1998’te 10,5 milyon, 2000 yılında 12 milyon iken 2002’de tekrar 10,3 milyona düşmüştür.
--- 2003 yılında hava yolları tekrar yükselişe geçmiş olup yolcu trafiği sıralamasında İstanbul
Atatürk Havalimanı 12,1 milyon, Antalya 10,3 milyon, --- Ankara Esen- boğa 2,7 milyon
yolcu taşımıştır. Bu havalimanlarını İzmir Adnan Menderes ile Dalaman takip eder. Bu beş
hava limanı yolcu trafiğinin yaklaşık % 90’nı taşır. Atatürk Havalimanının payı % 37 iken
diğer havalimanlarımızın payı önemsizdir.
--- Türkiye'de Adana, Ağrı, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Kars, Kayseri,
İzmit, Malatya, Mardin, Muş, Nevşehir, Samsun, Isparta, Sivas, Trabzon, Şanlıurfa, Van,
Konya ve Bursa’da hava alanları mevcuttur.
e. Türkiye’de Boru Hatları Ulaşımı
Dünya’da artan enerji ihtiyacı petrol ve doğal gaz gibi önemli enerji kaynaklarının
taşınmasında çeşitli yolların denenmesine yol açmıştır. Bu taşımacılıklardan birisi de boru
hatları taşımacılığıdır.
Türkiye’nin yakınında yer alan Hazar Bölgesi, zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahiptir.
Bu bölgede yer alan Azerbaycan, Kazakistan’ın ve Türkmenistan’ın sahip olduğu petrol
rezervlerinin yaklaşık 260 milyar varil olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakam Dünya
rezervlerinin % 25’i kadardır. Azerbaycan ve Kazakistan petrollerini, Türkmenistan ise doğal
gazını;
--- Tengiz (Kazakistan) – Novorrossisk (Rusya) Petrol Boru Hattı,
--- Atirau (Rusya) – Şamara (Rusya) Boru Hattı,
--- Bakü (Azerbaycan) – Tiflis (Gürcistan) – Ceyhan (Türkiye) Boru Hattı
gibi hatlarla Dünya piyasalarına ulaştırmaktadır.
Hazar Bölgesi’nin petrol ihracının giderek artacağı hesaplandığından, bu boru hatlarının
ihtiyacı karşılamayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle yeni boru hatları projeleri ortaya
atılmıştır. Bunların başlıcaları;
--- Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı,
--- Kazakistan – Çin Petrol Boru Hattı,
--- Kazakistan – Türkmenistan – İran Petrol Boru Hattı,
--- Bakü – Tiflis – Erzurum – Ankara Doğal Gaz Boru Hattı’dır.
Türkiye’nin Boru Hatları Taşımacılığındaki Yeri: Türkiye, doğal gaz ve petrol
bakımından zengin Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleri ile Avrupa Arasında bir köprü
durumundadır. Bu durum ülkemizin boru hatları taşımacılığının bir koridoru haline gelmesine
yol açmıştır. Türkiye’yi enerji koridoru yapacak projeler şunlardır:
--- Bakü – Tiflis – Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı. Bu hat Azeri petrollerini Dünya
pazarlarına ulaştırmaktadır.
--- Aktau – Bakü – Tiflis – Ceyhan Petrol Boru Hattı. Bu hatla Kazak petrolleri BTC’ye
bağlanacaktır.
--- Hazar – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz Hattı (Nabucco Projesi). Bu proje, Türkiye ile
AB’nin gelecekteki doğal gaz ihtiyacının karşılanmasına büyük katkı sağlayacaktır.
--- Kerkük – Yumurtalık – Petrol Boru Hattı. Ülkemizde en eski petrol boru hattıdır. 1976
yılında tamamlanmıştır.
--- Rusya – Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı (Mavi Akım Projesi). 2002 yılında tamamlanmış
olan bu hattın yaklaşık 376 km’si Karadeniz’in altından geçmektedir. Bu hattın 2010 yılında
tam kapasite çalışması planlanmıştır.
--- İran – Türkiye – Almanya Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hat proje aşamasındadır.
--- Irak – Suriye – Mısır – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz boru Hattı. Bu hat proje
aşamasındadır.
--- Katar – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hat proje aşamasındadır.
--- Türkmenistan – Türkiye – Almanya Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hattın projesinin ön
fizibilitesi yapılmıştır. Türkmenistan ile gerekli antlaşma imzalanmıştır.
Ulaşımın Ekonomi ve yerleşmeyle İlişkisi: Günümüzde ulaşım teknolojilerindeki
gelişmeler, ekonomilerin hızla gelişmelerinde önemli etken haline gelmiştir. Ulaşım
olanakları sayesinde çok uzak mesafeler arasında ticari faaliyetler sürdürülebilmektedir. Bu
nedenle ülkelerin ekonomik alanda gelişmeleri bir anlamda ulaşım olanaklarının
gelişmişliğine bağlıdır. Güçlü ekonomiler çok geniş bir Pazar sayesinde ayakta
durabilmektedir.
Dünya üzerinde nüfuslanmanın, sanayi ve ticaret faaliyetlerinin yoğun olduğu yerler ile
ulaşım olanaklarının dağılımı arasında az çok paralellik vardır. Bu durum geniş bölgelerde
görüldüğü gibi bir ülkenin çeşitli yöreleri arasında da görülebilmektedir. Örneğin, ülkemizde
Marmara Bölgesi’nin nüfuslanma, sanayi ve ticari faaliyetlerde diğer bölgelerden çok önde
olmasında başlıca etken, her türlü ulaşım olanağına sahip olmasıdır.
2. Türkiye’de Ticaret
Ticaret; kâr amacıyla her türlü mal ve hizmet alım satımını kapsayan ekonomik faaliyettir.
Ticaret bir ülke içinde oluyorsa iç ticaret; ülkeler arasında oluyorsa dış ticaret diye
adlandırılır.
1. İç Ticaret
Türkiye'de ürünlerin hasat zamanı ile üretim alanları ve tüketicilerin yoğun olduğu bölgeler
arasında önemli farklılıkların olması iç ticaretin canlanmasına neden olmuştur.
--- Türkiye'de tarım ürünleri ve çeşitli malların ticaretini; dükkânlar, pazarlar, panayırlar,
borsalar, tarım satış kooperatifleri, toptancı halleri, fuarlar, ticaret merkezleri ile kamu iktisadi
kuruluşları gerçekleştirmektedir.
--- Türkiye'nin en önemli ticaret merkezi İstanbul'dur. İstanbul ülke çapında borsa ve
bankacılığın merkezidir ve büyük bir tüketici pazarıdır.
--- İzmir, Ankara, Adana, Bursa, Konya, Gaziantep bölge düzeyinde; Kayseri, Erzurum,
Samsun, Trabzon, Eskişehir, Antalya, Isparta, Zonguldak, Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve
Kahramanmaraş bölüm ya da yörede etkili ticaret merkezleridir.
2. Dış Ticaret
Dış ticaret ihracat (dışsatım) ile ithalat (dışalım) faaliyetlerini kapsar.
---Bir ülkenin ödemeler dengesi dış ticaretine bağlıdır.
--- İhracatımızda en önemli yeri AB ülkeleri almaktadır. En fazla ihracat yaptığımız ülke
Almanya'dır. Bu ülkeyi İngiltere, İtalya, Fransa, İspanya ve Belçika izler.
--- İhracatımızda ikinci sıra OECD ülkeleri olan ABD, Japonya ve Avusturalya’dır.
--- İslam ülkeleri ise ihracatımızda üçüncü sıradadır. İran, Suudi Arabistan başta olmak üzere
Cezayir, Libya, Mısır, Suriye ve Ürdün bu iki ülkeyi izlemektedir.
--- İhracatımız da Doğu Avrupa ülkeleri olan Rusya Federasyonu ve Polonya'da gittikçe artan
bir öneme sahiptir.
--- İhraç ürünlerimiz; imal edilmiş mallar, işlenmiş mallar, gıda maddeleri, canlı hayvan,
makine ulaştırma araçları, kimya sanayii ürünleri, madenler, içki, tütün madeni yağlar, yakıt
ile hayvansal ve bitkisel yağlar oluşturur.
İhracatın Sektörel Dağılımı
--- İthalatımızın ülkelere göre sıralaması da ihracatımıza benzer. Başta Almanya gelir ve bu
ülkeyi ABD, Japonya, Suudi Arabistan gibi ülkeler izler. Son yıllarda Rusya Federasyonu ve
Çin’de ithalatımızda ilk sıralarda yer almaya başlamıştır.
--- İthal ürünlerimiz arasında ilk sırada makine ve ulaştırma araçları yer alır, ikinci sırayı
işlenmiş mallar, kimya sanayiine bağlı ürünler, madeni yakıtlar ve yağlar daha sonra ise
hammaddeler, çeşitli eşya, gıda maddeleri ile içki ve tütün gelir.
Bilgi Kutusu: Ülkemizde dış ticaretin gelişmesi için son yıllarda serbest bölgeler
kurulmuştur. İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin ve Trabzon’da kurulmuş bu bölgelerde malların
gümrüksüz alım ve satımı gerçekleştirilerek dış ticaretimizin gelişmesi hedeflenmektedir.
3. Transit Ticaret
Bir ülkeden başka bir ülkeye nakledilen mal ve hizmetlerin üçüncü bir ülkenin ulaşım
imkânlarından faydalanılarak gerçekleştirilmesine transit ticaret denir.
--- Karadeniz, Akdeniz ülkeleri ile Avrupa ve Asya ülkeleri arasında kalan ülkemizin transit
ticaret potansiyeli çok yüksektir.
--- Türkiye tır taşımacılığı açısından Avrupa’da önemli bir yere sahiptir.
--- Ülkemizden geçen gemiler veya yabancı araçlar geçiş ücreti ödemektedir.
--- Benzer uygulamayı Avrupa ve Asya ülkeleri de uygulandığından ve yabancı ülkelerdeki tır
sayımızın ülkemizden geçen tırlardan daha fazla olması nedeniyle önemli miktarda döviz
kaybına uğramaktayız.
6.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE KÜLTÜR VE TURİZM
Türkiye’de Turizm
İnsanların oturdukları yer dışında; görme tanıma dinlenme, eğitim, spor, tedavi ve kutsal
yerleri ziyaret amacıyla yaptıkları gezilerden doğan ilişkilerin bütünü turizm olarak
tanımlanır.
--- Turizm, toplumlar arasında ekonomik, sosyal ve siyasi iş birliği geliştiren önemli bir
araçtır.
--- Turizm, insan ilişkilerini barışa ve mutluluğa yönelten ve uluslararası niteliği olan
faaliyetler bütünüdür.
1. Türkiye’de Turizmi Etkileyen Faktörler
--- Türkiye'de turizmi etkileyen faktörlerin başında iklim gelmektedir. Akdeniz ikliminin
etkisi altında olan Akdeniz, Ege ve Marmara kıyıları turizme çok elverişli hava şartlarına
sahipken; her mevsimi yağışlı Doğu Karadeniz ile kışların sert ve uzun geçtiği İç ve Doğu
Anadolu’da iklim turizmi olumsuz etkilenir.
--- Ülkemizde turizmi yer şekilleri de olumlu veya olumsuz şekilde etkilemektedir. Yüksek
dağlık alanlar kayak ve kış turizmine buzullar, sirkler, çağlayanlar ve göllerin ilgi çekmesine;
volkanik araziler peribacalarına ve karstik araziler mağara ve traverten gibi yeryüzü
şekillerinin ilgi çekmesine neden olurlar.
--- Bu özelliklerin yanı sıra bitki ve hayvan varlığındaki çeşitlilik, toplumsal ve kültürel miras
ile refah seviyesi ile insan davranışları turizmi etkilemektedir.
2. Türkiye’nin Turistik Değerleri
Türkiye Asya, Avrupa, Afrika ve Orta Doğu turizm pazarı içinde en şanslı ülkelerden biridir.
Türkiye'nin turistik değerlerini doğal ve kültürel olarak ikiye ayırabiliriz.
a. Doğal Güzellikler
--- Deniz turizmi: Ege ve Akdeniz denize girme mevsiminin uzunluğu ve sayısız plajları ile
başta gelirken Marmara ve Karadeniz'de denize girme süresi daha kısadır. Özellikle 1970 yılı
sonrasında deniz, kum ve güneş turizmine ülke içinden ve dışından olan ilgi çok artmıştır.
--- Yayla turizmi: Doğu Karadeniz bu konuda başta gelirken bu bölümü Akdeniz
Bölgesi’nde Toroslar izler. Bu alanlara hızla konaklama tesisleri, yayla evleri ve kampingler
yapılmaktadır.
--- Sağlık turizmi: Türkiye termal turizmi için gerekli çok sayıda kaplıca, içme ve maden
suyu kaynaklarına sahiptir. Bu kaynaklar birçok hastalığı tedavi etme özelliğine sahiptir.
Bursa, Gönen, Yalova, İzmir, Ankara, Denizli, Afyon ve Diyarbakır ile Sivas bu konuda başta
gelen illerimizdir.
--- Kış turizmi: Türkiye’de Bursa-Uludağ, Bolu-Kartal- kaya, Ankara-Elmadağ, Kayseri-
Erciyes, Kastamonu- Ilgaz, Kars-Sarıkamış, Erzurum-Palandöken başlıca kayak
merkezlerimizdir.
--- Dağcılık ve Doğa turizmi: Süphan, Ağrı Dağı, Kaçkar, Mercan, Aladağlar ve Erciyes dağı
bu konuda en önemli dağlarımızdır.
Akarsu ve Mağara turizmi: Çoruh, Fırat, Dicle, Sakarya, Eşen, Köprüçay, Dalaman, Göksu,
Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak, Mercan ve Zap suyu akarsu turizmine elverişlidir, Mersin,
Antalya, Burdur, İzmir, Manisa ve Aydın çevresi de mağaralar bakımından değerlidir.
--- Yat turizmi: Alanya, Antalya, Kaş, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme’de yat
turizmine yönelik tesisler kurulmuştur.
--- Doğa turizmi: Nevşehir-Ürgüp ve Göreme’de peribacaları, Denizli'de Pamukkale,
Manisa’da volkanik şekiller, Mersin ve Antalya'da karstik şekiller, sayısız göl ve kuş
cennetleri, bitki türleri, kelaynak kuşları, deniz kaplumbağaları (karetta karettalar), milli park
alanları bu konudaki değerlerimizdir.
--- Kongre turizmi: Uluslararası siyasi ve kültürel kongreler konferanslar, festival, fuar ve
yarışmalar ülkemizde hızla çoğalmaktadır. İstanbul, Antalya, İzmir, Ankara ve Bursa bu
konuda başta gelmektedir.
b. Tarihi Değerler
Tarih öncesi dönemlerden başlamak üzere, Hitit, iyon, Lidya, Frigya, Libya, Urartu, Asur,
Helenistik Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma eserler yurdumuzun her tarafını
süslemektedir. Bu da ülkemizi turizm açısından çok çekici kılmaktadır.
3. Türkiye’de Turizmin Gelişmesi
Türkiye turizminde özellikle 1980 yılı sonrası önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 1980 yılında
Türkiye'ye gelen turist sayısı 1,2 milyon kadar iken, 2004 yılında 17 milyon 546 bin yabancı
turist ülkemize yaklaşık 12,2 milyar dolar döviz bırakmıştır. Turist sayısı 2005 yılında 24
milyonu aşmış ve o yıl 18,1 milyar dolar gelir sağlanmıştır.
Merak Kutusu: Dünya turizminde en çok harcama yapan ülkeler hangileridir?
2000 yılında en çok harcamayı 64,5 milyar $ ile ABD yapmıştır. Bu ülkeyi Almanya 47,8,
Japonya 31,9, İngiltere 36,3, Fransa 17,7, İtalya 15,7, Hollanda 12,2, Kanada 12,1 ve Çin
13,1 milyar dolar ile izler.
4. Turizmin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi
Günümüzde giderek önem kazanan bir sektör olan turizm, bacasız sanayi olarak
adlandırılmaktadır. Dünyada bazı ülkelerde turizm geliri, sanayi ve ticaret gelirlerini bile
aşmaktadır.
--- Ülkemizde son 10 yılda hızla gelişen turizm sektörü sanayi, ulaşım, ticaret hatta tarım
sektörünün bile gelişmesine neden olmaktadır.
--- Turizm yabancı sermayenin rağbet etmesine ve ülke ekonomisine katkı sağlanmasına yol
açmaktadır.
--- Turizm yatırımları inşaat ve benzeri birçok sektörün hareketlenmesi ile yatırımların
artması, çevresinin güzelleşmesine ve değerlenmesine neden olmaktadır.
--- Doğal ve kültürel değerler korunmakta gelecek nesillere aktarımı sağlanmaktadır.
--- Ülkemizin bütçesine çok önemli katkılar sağlanmaktadır.
7.BÖLÜM: TÜRKİYE'DE NÜFUSUN GELECEĞİ
Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikaları:
Günümüz dünyasında ülkelerin uyguladıkları başlıca üç tür nüfus politikası vardır. Bunlar;
1. Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik nüfus politikaları,
2. Nüfus artış hızını arttırmaya yönelik nüfus politikaları,
3. Nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmeye yönelik nüfus politikaları şeklinde sıralanabilir.
Türkiye’de 1927’den günümüze kadar olan süreçte farklı nüfus politikaları uygulanmıştır.
Genel olarak 1963 yılına kadar nüfusu arttırmaya yönelik politikalar benimsenirken, 1963’ten
sonra ise nüfusu azaltmaya yönelik politikaların benimsendiği söylenebilir.
1927’den 1963 yılına kadar olan dönemde, savaşlar nedeniyle (I. Dünya Savaşı, Kurtuluş
Savaşı) erkek insan gücüne ihtiyaç duyulması, salgın hastalıkların yaygın olması, yüksek
ölüm oranlarıyla azalan nüfusun doğumlarla telafi edilmeye çalışılması, ülkenin hızla
kalkınmak zorunda olması, fazla nüfusun ülke için askeri ve siyasi güç olarak görülmesi gibi
faktörler nüfus artış hızını arttırmaya yönelik nüfus politikaları uygulanmasında dayanak
noktaları olmuştur.
Bu amaçla, çok çocuklu ailelere vergi muafiyeti altı ya da altıdan fazla çocuklu annelerin
ödüllendirilmesi, gebeliği önleyici ilaçların satılmasının yasaklanması, çok çocuklu ailelere
tarla tahsisi, evlenme yaşının erkeklerde 17, kadınlarda ise 15’e indirilmesi, göçmenlere
gümrük muafiyeti getirerek göçlerin teşvik edilmesi gibi uygulamalar yapılmıştır.
1963’ten 2000 yılına kadar ise nüfus artış hızını azaltmaya yönelik nüfus politikaları
benimsenmiştir. Bu dönemin dayanak noktaları ise şu şekilde sıralanabilir: Tarımda
makineleşmenin artması, sağlık hizmetlerinin gelişmesiyle ölüm oranlarının düşmesi, orduda
insan gücünden çok silah gücünün ön plana çıkması, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile nüfus
artışının sorun olarak tanımlanması.
1963’ten 2000 yılına kadar olan dönemde görülen başlıca uygulamalarsa şunlardır: Aile
planlamasının yapılması, bebek ölüm oranlarının azaltılması, gebeliği önleyici araçların temin
edilmesi ve satılmasının sağlanması, insanlara istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk
sahibi olma özgürlüğünün tanınması.
Günümüzde ise daha çok ülkemizde nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmeye yönelik nüfus
politikaları uygulandığı söylenebilir.
TÜRKİYE’DE NÜFUSUN GELECEĞİ VE NÜFUS PROJEKSİYONLARI
NÜFUS PROJEKSİYONLARI: Nüfus Projeksiyonları; matematiksel formüllerle nüfus
konusunda geleceğe yönelik tahminler yapmaktır.
Nüfus projeksiyonları geleceğe yönelik politika üretme noktasında büyük önem arz
etmektedir. Mevcut nüfus eğilimlerinin tespit edilmesi ve bu eğilimlerin devamı halinde
gelecekteki nüfus yapısı hakkında çıkarımlarda bulunulması daha sağlıklı politikalar
üretilmesini sağlar. Nüfus projeksiyonlarının bir tahmin değil, mevcut nüfus eğilimlerinin
devam etmesi veya benzer süreçleri daha önce yaşamış ülkelerin eğilimlerinin analiz edilerek
bu eğilimlerin yansıtılması durumunda nüfusun gidişatını gösteren bir uygulama olduğu
söylenebilir.
Türkiye nüfusunun 2023 yılında 84 247 088 kişi olması beklenmektedir;
Türkiye nüfusu 2023 yılında 84 247 088 kişi olacaktır. Nüfus 2050 yılına kadar yavaş bir artış
göstererek en yüksek değerini 93 475 575 kişi ile bu yılda alacaktır. 2050 yılından itibaren
düşmeye başlayan nüfusun 2075 yılında 89 172 088 kişi olması beklenmektedir.
Türkiye nüfusunda yaşlı nüfus oranı 2023 yılında %10,2’ye yükselecektir;
Demografik göstergelerdeki mevcut eğilimler devam ettiği takdirde Türkiye nüfusu
yaşlanmaya devam edecektir. 2012 yılında yaşlı nüfus olarak tabir edilen 65 yaş ve üzerindeki
nüfus 5,7 milyon kişi, bunların toplam nüfusa oranı %7,5’tir. 2023 yılına gelindiğinde bu
nüfus 8,6 milyon kişiye, oranı ise %10,2’ye yükselecektir.
2023 yılında Türkiye nüfusunun yarısı 34 yaşın üzerinde olacaktır;
Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 2012’de 30,1 iken 2023’te ise 34’e çıkacaktır. 2012 yılında
erkeklerde 29,5 olan ortanca yaş, 2023 yılında 33,3’e ulaşacaktır. Kadınlarda ise 2012 yılında
30,6 olan ortanca yaş, 2023’te 34,6 olacaktır. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 2050’de 42,9 ve
2075’te 47,4 olacaktır. Erkeklerde 2050’de 41,8 olacak olan ortanca yaş 2075’te 46’ya
ulaşacaktır. Kadınlarda 2050’de 44’e ve 2075’te 48,7’ye ulaşacaktır.
Türkiye nüfusu, Dünya ülkeleri arasında 2075 yılında 24. sıraya düşecektir;
Birleşmiş Milletlerin 2012 yılı nüfus projeksiyonlarına göre Dünya nüfusu yaklaşık 7 milyar
52 milyon kişidir. 2012 yılında Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 1,1’ini oluşturan Türkiye,
nüfus bakımından dünyanın en büyük 18. ülkesidir.
2050 yılında Dünya nüfusu 9 milyar 306 milyon kişi olurken, temel nüfus projeksiyon
senaryosuna göre Türkiye 20. sıraya gerileyecektir. 2075 yılına gelindiğinde Dünya nüfusu 9
milyar 905 milyon kişiye yükselecek, Türkiye’nin sıralamadaki yeri ise 24 olarak
değişecektir.
Kısaca Türkiye’de nüfus projeksiyonlarıyla;
--- Doğum ve ölüm oranlarının düşeceği,
--- Çocuk nüfusun azalacağı, yani nüfusun dinamizmini kaybedeceği,
--- 65 yaş üstü nüfusun artacağı, yani nüfusun yaşlanacağı,
--- Nüfusun ikiye katlanma süresinin uzayacağı düşünülmektedir.
UYARI! Nüfus projeksiyonları sosyo-ekonomik politikaları yansıtan, aynı zamanda sektörler
için gerekli olan üretici ve tüketici kitlenin belirlenmesinde yardımcı bir araç niteliği taşır.
Türkiye’nin Nüfus Piramidi (1980) Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2012)
Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2023) Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2050)
Nüfus piramitleri incelendiğinde;
--- Nüfus artış hızının azaldığı,
--- Çocuk nüfusunun azaldığı,
--- Yaşlı nüfusun arttığı,
--- Yaşam süresinin uzadığı görülmektedir.
UYARI! Türkiye’nin 2023 ve 2050 yıllarında nüfusun yapısını gösteren grafik arı kovanı
şeklinde olacaktır. Yani Türkiye’nin nüfus yapısıyla, az gelişmiş ülke statüsünden çıkıp
gelişmiş ülke statüsüne doğru ilerleneceği düşünülmektedir.
8.BÖLÜM: TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL KALKINMA PROJELERİ
Türkiye’de kalkınma projelerinin amacı, kalkınma potansiyeline sahip ancak yeterli düzeyde
gelişim gösterememiş bölgelerin gelişmesini sağlamaktır.
UYGULANMAKTA OLAN PROJELER:
GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi): Güneydoğu Anadolu Bölgesi tarıma elverişli alanlar
yönünden oldukça geniştir. Fakat şiddetli kuraklık ve sulama problemlerinin varlığı tarımsal
üretimde verimliliği önemli oranda düşürmektedir. Güneydoğu Anadolu Projesi tam kapasite
ile çalıştığında özellikle tarımsal üretimde ciddi verim artışı beklenmektedir. GAP Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde sadece tarımsal verimliliği arttırmayacak, bunun yanında, sanayi, ulaşım,
kültür ve turizm gibi alanlarda da önemli gelişmeler yaşanmasına katkıda bulunacaktır.
Kapsadığı iller: Güneydoğu’da yer alan Adıyaman, Şanlıurfa, Batman, Diyarbakır,
Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak’tır.
Projenin Amaçları: Bölgenin gelir düzeyini ve hayat standardını yükseltmek, kırsal
alanlardaki verimliliği ve istihdam oranlarını arttırmaktır. Proje kapsamında 22 baraj, 19 HES
ve 1,7 milyon hektar alanın sulu tarıma kavuşturulması ve enerji üretiminin artırılması
planlanmaktadır.
GAP’tan Sonra:
--- Sulanabilen tarım alanları genişleyecek,
--- Tarımsal ürün çeşitliliği artacak, (pamuk, mısır, ayçiçeği üretimi)
--- Tarımsal üretim ve tarım sektöründen elde edilen gelir artacak,
--- Bölgede enerji üretimi artacak,
--- Sanayi tesislerinin sayısı artacak,
--- İşsizlik azalacak ve bu durum beraberinde bölge dışına yaşanan göçleri azaltacak,
--- Ulaşım ağı gelişecektir. (Bölgede karayolu ağı gelişmiş, havaalanları inşa edilmiştir.)
FİZİBİLİTE ÇALIŞMALARI TAMAMLANAN PROJELER:
1. DAP (Doğu Anadolu Projesi):
Kapsadığı İller: Doğu Anadolu’daki 16 il.
Projenin Amaçları:
--- Bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan kalkınmasını sağlamaktır.
--- Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı olan bölgede hayvan ırklarının ve otlak alanlarının
iyileştirilmesi ile birlikte hayvancılığın ticaretteki önemini arttırmak hedeflenmektedir.
2. DOKAP (Doğu Karadeniz Projesi):
Kapsadığı İller: Artvin, Bayburt, Gümüşhane, Ordu, Giresun, Rize ve Trabzon illerini
kapsamaktadır.
Projenin Amaçları:
--- Doğal kaynakların daha verimli kullanımını sağlamak,
--- Ulaşım ve iletişim koşullarını geliştirmek,
--- Yayla turizmini geliştirmek,
--- Kıyı kesimlerinde ürün çeşitliliğini arttırmak, iç kesimlerde ise sulama imkânlarını
arttırmak,
--- Mevcut işletmeleri desteklemek ve yeni işletmeler kurulabilmesi için çeşitli olanaklar
sunmak gibi amaçlar hedeflenmektedir.
3. YHG (Yeşilırmak Havzası Gelişim Projesi):
Kapsadığı İller: Amasya, Çorum, Samsun ve Tokat illerini kapsamaktadır.
Projenin Amaçları:
--- Yeşilırmak’ın akım düzensizliğinden kaynaklanan sel, taşkın, erozyon, su ve çevre kirliliği
sorunlarının çözülmesi,
--- Otlak alanlarının iyileştirilmesi,
--- Düzenli kentleşme ve sanayileşmenin sağlanması hedeflenmektedir.
4. ZBK (Zonguldak Bartın Karabük Projesi):
Kapsadığı İller: Zonguldak, Bartın ve Karabük illerini kapsamaktadır.
Projenin Amaçları:
--- Taşkömürü yataklarının daha verimli işletilebilmesi,
--- Kardemir’in modernize edilmesi,
--- Organize sanayi bölgelerinin kurulması,
--- Yeni limanlar inşa ederek çeşitli hammaddelerin ucuza temin edilmesini sağlamak,
--- Seracılık ve meyveciliğin geliştirilmesi hedeflenmektedir.
9.BÖLÜM TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİĞİ
Jeopolitik, ülkelerin coğrafi özellikleri ile siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim
dalıdır.
Jeopolitikte Etkili Olan Unsurlar:
1. Değişmeyen Unsurlar: Coğrafi konum, jeolojik ve jeomorfolojik özellikler, iklim, bitki
örtüsü ve su kaynakları.
2. Değişen Unsurlar: Politik, askeri, ekonomik, sosyo-kültürel ve bilimsel-teknolojik
değerler.
Türkiye bulunduğu coğrafi konum özellikleri nedeniyle siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan
dünyanın en önemli ülkelerinden biridir.
Türkiye’nin Dünya Üzerindeki Konumu
Türkiye’nin matematik konumu, uç noktaları, kara sınırı ve kıyı uzunlukları
Türkiye’nin önemli bir ülke olmasında;
--- Eski dünya karalarının (Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları) birbirine en çok yaklaştığı yerde
bulunması,
--- Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması,
--- İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olması,
--- Dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip Ortadoğu ve Hazar Bölgesine
yakın bir konumda bulunması,
Dünya’nın Başlıca Petrol Üretim Bölgeleri
--- Ilıman iklim kuşağında yer alması ve aynı anda farklı iklim özelliklerini yaşayabilmesi,
--- Zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olması,
--- Doğal güzellikler yönünden zengin bir ülke olması gibi faktörler sayılabilir.
Uluslararası Örgütler ve Türkiye
Türkiye jeopolitik konumu nedeniyle uluslararası ilişkilerde önemli bir ülkedir. Ülkemiz
gerek coğrafyası gerekse tarihi geçmişi nedeniyle doğu ve batı medeniyetleri arasında özel bir
yere sahiptir.
20. yüzyılda meydana gelen I. ve II. Dünya savaşlarının ortaya çıkardığı sorunlar, uluslararası
güç dengeleri arasında oluşan rekabet ve soğuk savaş ülkemizi küresel ve bölgesel ölçekteki
çeşitli siyasi, askeri ve ekonomik örgütlerle işbirliğine yöneltmiştir. Aşağıdaki tabloda
ülkemizin üyesi olduğu bazı uluslararası örgütler yer almaktadır.
Türkiye’nin Üyesi Olduğu Uluslararası Örgütler
Siyasi Örgütler Ekonomik Örgütler Askeri
Örgütler
Çevre
Örgütleri
Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Para Fonu (İMF) NATO Greenpeace
(Yeşil Barış)
Avrupa Konseyi İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM)
Dünya Bankası (WB) Batı Avrupa
Birliği (WEU)
Avrupa Konseyi Ekonomik Kalkınma ve
İşbirliği Örgütü (OECD)
İslam Konferansı Örgütü
(İKÖ)
Dünyanın En Büyük 20
Ekonomisi (G-20)
TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN BAŞLICA SORUNLAR:
Türkiye’yi Doğrudan İlgilendiren Sorunlar: Batı Trakya sorunu, Ege Denizindeki kıta
sahanlığı sorunu, Kıbrıs sorunu, Irak sorunu, Suriye ile Fırat ve Dicle’nin sularıyla ilgili
yaşanan sorunlar.
Batı Trakya Sorunu: Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir sorundur. Batı Trakya’da
yaşayan Türk azınlığın Lozan Antlaşmasıyla doğan taleplerine Yunanistan’ın olumlu yanıt
vermemesi sonucu doğmuştur.
Ege Denizindeki Kıta Sahanlığı Sorunu: Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir
sorundur. Yunanistan’ın 1960’lı yıllardan sonra Ege Denizindeki kıta sahanlığının tümünü
sahiplenmesi üzerine ortaya çıkmış bir sorundur. Lozan Antlaşmasıyla belirlenen kara suları
uzunluğu her iki ülke içinde 3 mil iken Yunanistan bunu önce 6 mile sonrada 12 mile
çıkarmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin itirazı sonucu bu karar uygulanamamıştır. Türkiye ile
Yunanistan arasında imzalanan 1976 Bern Antlaşması ile kıta sahanlığı sorununun görüşmeler
yoluyla halledilmesi öngörülmektedir.
Kıbrıs Sorunu: Yine Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir sorundur. 1960 yılında
İngiltere’nin adadan çekilmesi üzerine Türk ve Rum halkları Kıbrıs Cumhuriyeti’ni
kurmuşlardır. Fakat Rumların adayı Yunanistan’a bağlamak istemeleri sonucu adada yaşayan
Türklere baskılar artmıştır. Artan baskı zulümler karşısında Türkiye, garantörlük hakkını
kullanarak adaya 1974 yılında asker çıkarmıştır. Çözüm arayışları sonuç vermeyince 1983
yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.
Irak Sorunu: Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan Körfez Savaşı sonrası yaşanan gelişmeler
Türkiye-Irak ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Körfez Savaşından sonra Birleşmiş
Milletlerin (BM) Irak’a ambargo uygulaması Türkiye’yi ekonomik yönden olumsuz
etkilemiştir. Türkiye’nin uğradığı ekonomik kaybın yanında, Irak sınırında meydana gelen
güvenlik sorunları ülke güvenliğimizi de ciddi anlamda tehdit etmiştir.
Suriye ile Fırat ve Dicle’nin Sularıyla İlgili Yaşanan Sorunlar: Suriye’nin Güneydoğu
Anadolu Projesiyle (GAP) birlikte Fırat ve Dicle’nin sularından daha az yararlanacağı
iddiasıyla ortaya çıkan bir sorundur. İki ülke arasında 1987 yılında antlaşma imzalanmasına
karşın sorun tam anlamıyla çözümlenememiştir.
Türkiye’yi Dolaylı Olarak İlgilendiren Sorunlar: Kosova sorunu, Bosna-Hersek sorunu,
Makedonya sorunu, Kafkasya’daki sorunlar (Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali, Gürcistan’da
Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlık mücadelesi), Ortadoğu’da yaşanan sorunlar
(Filistin sorunu)
Kosova Sorunu: Kosova’da farklı etnik unsurlar yüzünden çıkan bir sorundur. 2008 yılında
bağımsızlığını ilan eden Kosova devletini ilk tanıyan ülkelerden biriside Türkiye olmuştur.
Fakat Sırbistan, Rusya gibi devletler Kosova’nın bağımsızlığını tanımayarak sorun
çıkarmaktadırlar.
Bosna-Hersek Sorunu: Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Sırpların başlattığı ve Avrupa
ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin seyirci kaldığı bir sorundur. NATO sonraki
dönemde müdahalesi ile 1992 yılında Bosna-Hersek Cumhuriyeti kurulmuştur. Bosna-
Hersek’le olan tarihi ve kültürel bağlarımız bölgedeki siyasi ilişkiler üzerinde etkili
olmaktadır.
Makedonya Sorunu: Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte 1991 yılında Makedonya’nın
bağımsızlığını ilan etmesiyle başlamıştır. Yunanistan ve Bulgaristan’ın Makedonya’nın
bağımsızlığını tanımaması, Kosova ve Bosna-Hersek’te olduğu gibi bölgede farklı birçok
etnik unsurun yaşıyor olması zaman zaman gerginliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Kafkasya’daki Sorunlar: Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesini işgaliyle
ortaya çıkmıştır. Gerek bu olay gerekse de Ermenilerin sözde Ermeni soykırımı iddiaları
nedeniyle Türkiye-Ermenistan ilişkileri gelişememektedir. Ayrıca Gürcistan sınırları içinde
yaşanan Abhazya ve Güney Osetya sorunlarının çözümünde Türkiye barışçıl yollar
önermektedir.
Ortadoğu’da Yaşanan Sorunlar (Filistin Sorunu): Çeşitli dinlerce kutsal sayılan
mekânların varlığı, yer altı zenginlik kaynaklarının çokluğu gibi nedenlerle uzun zamandan
bu yana yaşanan bir sorundur. Türkiye Filistin sorunun çözümünde her iki milletinde (Filistin
ve İsrail) lehine olmasından yana tavır takınmaktadır.
10.BÖLÜM: ÜLKELERİN GELİŞMİŞLİK DÜZEYLERİ VE DOĞAL
KAYNAK POTANSİYELLERİ
1. ÜLKELER NEDEN FARKLI GELİŞMİŞLERDİR?
Ülkeler; konumları, doğal kaynaklardan yararlanma olanakları, bilim ve teknolojiyi kullanma
yetenekleri ve uluslararası platformda edindikleri yere bağlı olarak farklı gelişmişlerdir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeyini ölçmede;
--- İnsani gelişim endeksi,
--- Kişi başına düşen millî gelir,
--- Sağlık ve eğitim göstergeleri (kişi başına düşen doktor sayısı, okullaşma oranı, okuryazar
oranı vb.)
--- İşsizlik oranı,
--- Bölgesel eşitsizlik,
--- Nüfus göstergeleri (genç nüfus oranı, yaşlı nüfus oranı, nüfusun ekonomik sektörlere göre
dağılımı vb.) kriterleri kullanılmaktadır.
İnsani Gelişim Endeksi: Her ülkedeki yaşam uzunluğu, okuryazar oranı, eğitim ve yaşam
düzeyi doğrultusunda hazırlanan ölçümdür.
Bu endeks, insanların yaşam standardı ve özellikle çocuk hakları için ölçüt olmaktadır. İnsani
Gelişim Endeksi; bir ülkenin gelişmiş, gelişmekte olan veya gelişmemiş bir ülke olduğunu
belirlemenin yanında, ülke ekonomisinin yaşam düzeyini ne derecede etkilediğini de ortaya
koyar.
Yaşam standardı ölçümü;
--- Uzun ve sağlıklı bir yaşam, ortalama yaşam süresi ile yapılır.
--- Bilgi ölçümü, okuryazar oranı (2/3’ü) ilkokul, lise ve üniversite kayıtları (1/3’ü) ile yapılır.
Ülke
Sıralaması
İnsani Gelişim
Endeksi
Ortalama
İnsan Ömrü
Okuma Yazma
Oranı (%) 1995-
2005
Okullaşma
Oranı (%)
2005
Satın Alma Gücü
US (Dolar)
1 İzlanda 0.968 81.5 99 95,4 36.510
2 Norveç 0.968 79.8 99 99.2 41.420
4 Kanada 0.961 80.3 99 99.2 33.375
5 İrlanda 0.959 78.4 99 99.9 33.375
7 İsviçre 0.955 81.3 99 85.7 35.633
12 ABD 0.951 77.9 99 93.3 41.890
13 İspanya 0.949 80.5 99 98.0 27.690
16 İngiltere 0.946 79.0 99 93.0 33.238
81 Çin 0.777 72.5 90.9 69.1 6.757
84 Türkiye 0.775 71.4 87.4 68.7 8.407
128 Hindistan 0.619 63.7 61.0 63.8 3.452
136 Pakistan 0.551 64.6 49.9 40.0 2.370
147 Sudan 0.526 57.4 60.9 37.3 2.083
156 Senegal 0.499 62.3 39.3 39.6 1.792
158 Nijerya 0.470 46.5 69.1 56.2 1.128
165 Zambiya 0.434 40.5 68.0 60.5 1.023
172 Mozambik 0.384 42.8 38.7 52.9 1.242
173 Mali 0.380 53.1 24.0 36.7 1.033
NOT: Ekonomik açıdan kalkınmış olan birçok ülkede sosyal sorunların çözülmemesi
üzerine ekonomik büyüme ve insani gelişme arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmış,
böylece İnsani Gelişme Endeksi (İGE) oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı, (UNDP) tarafından İnsani Gelişme Raporu (İGR) 1990 yılından itibaren
yayınlanmaya başlanmıştır.
NOT: Kalkınma ve gelişme, 1970 yılından önce büyük ölçüde, ulusal gelirle eşit
görülmekteydi. Bu amaca uygun olarak ülke refahındaki değişimlerin temel
göstergesi olarak kişi başına düşen millî gelir ölçütü kullanılmıştır. 1970 yılından sonra
gelişmeyi; insanı, sosyal, kültürel, çevresel ve mekânsal boyutlarıyla tanımlama
amacı taşıyan yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Az Gelişmiş Ülkelerin Genel Özellikleri
a) Ekonomik:
• Kişi başına düşen millî gelir düşüktür.
• Sermaye yetersizdir.
• Sürekli dış ülkelere borçludur.
b) Tarım:
• İklime bağımlılık fazladır.
• Tarımsal üretim düşüktür.
• Tarımda ilkel yöntemler kullanılır.
• Makine kullanımı düşüktür.
• Tarımda insan ve hayvan gücü kullanımı yaygındır.
• Birim alandan elde edilen verim düşüktür.
c) Demografik:
• Doğum oranı yüksektir.
• Temel ihtiyaçların karşılanmasında güçlük çekilir.
• Ortalama yaşam süresi kısadır.
• Yaşlı nüfus oranı azdır.
• Çocuk sayısı fazladır.
d) Kültürel-Siyasal:
• Eğitim yetersizdir.
• Okuryazar oranı düşüktür.
• Eğitilmiş insan oranı azdır.
• Beyin göçü fazladır.
e) Teknolojik ve diğer özellikler:
• İletişim ve teknoloji gelişmemiştir.
2. GELİŞMİŞLİK SEVİYELERİNE GÖRE ÜLKELERİ TANIYALIM
ALMANYA:
Konumu ve Doğal Özellikleri
Avrupa'nın ve Dünya'nın en önemli ülkelerinden biri olan ülke; Baltık ve Kuzey denizleri
kıyısında yer alır. Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, İsviçre, Avusturya, Çek
Cumhuriyeti, Polonya ve Danimarka ile komşudur.
Ülke; Kuzey Almanya Ovaları, Orta Almanya yüksek alanları ve Almanya Alpleri olmak
üzere üç bölgeye ayrılır. İklimi okyanusal ve karasal iklim tipleri arasında geçiş karakteri
göstermektedir. Topraklarının üçte biri ağaçlandırma çalışmalarıyla kazanılmış ormanlarla
kaplıdır. Ren, Elbe ve Weser önemli akarsularıdır.
Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler
1871 yılında siyasi birliğini tamamlayarak büyük bir imparatorluk haline gelen ülke, I. ve II.
Dünya Savaşlarını kaybedince doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. 1990 yılında ise tekrar
birleşti.
Birim alandan yüksek verimin elde edildiği ülkede buğday, arpa, çavdar, yulaf, patates, şeker
pancarı ile çeşitli sebzeler üretilir. Hayvancılık, domuz yetiştiriciliği ve balıkçılık önemli
ekonomik faaliyetlerdir.
Dünyada en çok taş kömürü çıkartan ülkeler arasında yer alır. Saar, Aachen ve Ruhr kömür
havzalarıdır. Almanya sanayi gelişmişliğinde dünyada ABD ve Japonya'dan sonra gelir. Çok
gelişmiş bir ulaşım ağına, ticaret hacmine ve turizmine sahiptir. Almanya ile olan ilişkilerimiz
her bakımdan son derece gelişmiş olup ithalatımızın %15'i, ihracatımızın yaklaşık %20'sini bu
ülkeyle yaparız. En çok Türk işçisinin çalıştığı ülkedir.
3. GELİŞMEMİŞ BİR ÜLKE: NİJERYA
Konumu ve Doğal Özellikleri
Gine Körfezi’nin kuzeydoğusunda Atlas Okyanusu kıyısında yer alan ülke Benin, Nijer, Çad
ve Kamerun ile komşudur. Ülkenin yüzey şekilleri oldukça sadedir. Orta ve kuzeyi plato olup
güneyi ve kıyıları ovalıktır. Sıcak ve nemli tropikal iklimin görüldüğü Nijerya'da Kuzeye
gidildikçe Savan ve Kurak iklimler yaşanır. Topraklarının üçte biri yağmur ormanları ile kaplı
iken savanlar ve galeri ormanları geniş alanlarda görülür.
Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler
200’den fazla etnik grubun bir araya gelerek oluşturduğu ülke zengin bir kültüre sahiptir.
Uzun yıllar İngiliz sömürgesi olarak kaldıktan sonra 1960 yılında bağımsızlığını ilan etti.
Tarım, ülke topraklarının üçte birinde yapılır. Yer fıstığı kakao, kauçuk, çeltik, soya fasulyesi,
pamuk, yağ palmiyesi, akdarı, süpürge otu ve mısır başlıca ürünleridir. Savanlarda koyun ve
sığır yetiştiriciliği yaygındır.
Nijerya yer altı kaynakları açısından oldukça zengin bir ülkedir. Petrol, doğalgaz ve niyobit
üretimlerinde dünyada söz sahibi iken kalay, volfram, maden kömürü, altın ve demir
çıkartılan diğer önemli madenlerdir.
Nijerya'da sanayi gelişmektedir. Ülkenin ihracatında ham petrol, petrol ürünleri, çeşitli
madenler ve kereste önem taşır. Ayrıca ülkede kuzey-güney yönlü ulaşım çok gelişmiştir.
4. DOĞAL KAYNAKLARIN VERİMLİLİĞİ:
Doğal Kaynakların Uluslararası İlişkilere Etkileri
Maden, petrol, su, orman, tarım gibi doğal kaynaklar, tarih boyunca toplumların kalkın-
masında önemli rol oynamıştır. Dünya nüfusunun artması ve toplumsal ihtiyaçların
çeşitlenmesi doğal kaynaklara olan talebi hızla artırmıştır.
Bazı ülkeler petrol, doğal gaz ve kömür gibi enerji kaynaklan bakımından, bazıları ise orman,
su kaynakları vb. alanlarda daha zengindir. Bu farklılıklar ülkelerin küresel ve bölgesel
etkileşimini artırmaktadır.
Ülkeler, doğal kaynaklarını farklı şekillerde kullanmışlardır. Örneğin, Kanada, İsveç, Norveç
gibi bazı ülkeler doğal kaynaklarını kullanarak ekonomik yönden gelişmişlerdir. Orta Doğu
ve Afrika ülkeleri ise çeşitli nedenlerle doğal kaynaklarından yeterince yararlanamamışlardır.
Afrika, Orta Doğu ve Güney Amerika'da bulunan ülkelerin doğal kaynakları bazı ülkeler
tarafından sömürülmektedir. Örneğin, nemli tropikal ve subtropikal bölgelerde bulunan
zengin tarım potansiyeline sahip Kolombiya, Brezilya, Arjantin gibi ülkelerde plantasyon
tarımı, yerliler tarafından yapılamamaktadır, çünkü bu plantasyonlar ABD, Avrupa ülkeleri ve
Japonya'ya ait çok uluslu şirketlere aittir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de uluslararası ilişkilerde doğal kaynaklara sahip olma ve
bu kaynakları kontrol etme giderek önem kazanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin birçoğu
sömürgeleri olan ülkelerin doğal kaynaklarından yararlanarak bugünkü sanayileşme düzeyine
ulaşmışlardır. Orta Asya'da Kazakistan- Türkmenistan-Özbekistan'ın, Kuzeydoğu Afrika'da
Çad-Libya-Mısır-Sudan, Kuzeybatı Afrika'da Cezayir- Fas-Nijerya-Mali-Moritanya-Batı
Sahra'nın ve Orta Amerika'daki ülke sınırlarının bugünkü şekliyle oluşturulmasının nedeni
zengin doğal kaynaklara sahip olmalarıdır. Stratejik doğal kaynaklara sahip olan bu ülkeler,
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulusal bağımsızlıklarını ilan ettikleri hâlde ekonomik alanda
bağımsızlıklarını elde edememişlerdir.
Ülkelerin doğal kaynakları nasıl kullandığını, bu durumun bölgesel ve küresel ilişkilere
etkisini bazı ülkeleri inceleyerek görelim.
Rusya Federasyonu
Rusya Federasyonu 1991'de SSCB'nin dağılması sonucu kurulmuş bir ülkedir. Rusya, doğal
kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir, ülke; petrol, doğal gaz, turba
ve kömür gibi enerji kaynakları ve boksit, bor, altın, elmas, platin, fosfat, krom gibi madenler
bakımından da çok zengindir. Ayrıca 763 milyon hektarı aşan orman alanı ile orman arazisi
genişliği bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Baykal Gölü 24 bin km3 tatlı su
kapasitesi ile dünyanın önemli tatlı su kaynakları içinde yer almaktadır. Nükleer ve
hidroelektrik enerji üretiminde dünyada beşinci sıradadır.
Tundra-tayga kuşağı olarak adlandırılan Rusya Federasyonu'nun % 70'ten fazlasını oluşturan
kuzey bölgeleri petrol, doğal gaz, kömür, altın, kereste, tatlı su kaynakları ve hidroelektrik
enerji potansiyeli bakımından zengindir.
Rusya ekonomisinin temelini petrol ve doğal gaz oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu doğal
gaz rezervlerinin büyüklüğü açısından dünyada ilk sırada yer almaktadır. Rezervlerin tahmini
olarak toplamı 48 trilyon m3 yıllık doğal gaz üretimi ortalama 600 milyar metreküptür. Bu
üretimin yaklaşık 1/3'ünü Almanya, İtalya, Fransa, Finlandiya ve Türkiye'ye ihraç etmektedir.
Rusya'nın ihraç ettiği doğal gaz bölgesel ve uluslararası sorunlara yol açmaktadır. Özellikle
bazı ülkelerle Rusya arasında doğal gaz bedellerinin ödenmesi konusunda anlaşmazlıklar
çıkmaktadır. Örneğin, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın Rusya'ya olan borçları nedeni ile doğal
gazın Avrupa'ya taşınmasında sorunlar yaşanmaktadır.
Rusya, dünyadaki petrol üretiminin yaklaşık % 10'unu gerçekleştirmektedir. 140 milyar ton
olan dünya rezervleri içinde Rusya'nın payı 6 milyar 609 milyon ton seviyesindedir. Petrol
rezervlerin % 80 Sibirya'da, % 20'si Ural, Volga gibi bölgelerde bulunmaktadır. 2004 yılında
Rusya Federasyonu'nda 460 milyon ton ham petrol üretilmiş ve bunun 277 milyon tonu ihraç
edilmiştir. Rusya petrol ihracatını çoğunlukla Baltık Denizi ve Karadeniz'de yer alan
terminaller aracılığı ile yapmaktadır. Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan'dan sonra dünyanın
en büyük ikinci petrol ihracatçısıdır. İhracatının büyük bir kısmını petrol ve doğal gaz
oluşturduğu için dünya piyasalarındaki değişmeler ve dalgalanmalar Rusya ekonomisini
önemli ölçüde etkilemektedir. Uluslararası piyasalarda petrolün ve doğal gazın fiyatı
yükseldikçe ekonomideki büyüme hızlanmakta, fiyatlar düştükçe ekonomi küçülmektedir.
Rusya dünyada kömür rezervleri bakımından üçüncü sırada yer alır. Yıllık üretimi yaklaşık
270 milyon tondur. Rusya'daki ilk demir yolları da kömür üretim ve dağıtımına bağlı olarak
gelişme göstermiştir.
Güney Afrika Cumhuriyeti
Afrika kıtasının güneyinde yer alan, Atlas ve Hint okyanuslarına kıyısı olan Güney Afrika
Cumhuriyeti (GAC), Cap, Natal, Transval ve Oranj eyaletlerinin birleşmesiyle oluşmuş
federal bir cumhuriyettir, ülkenin doğu ve güneydoğu kıyılarında Mozambik Sıcak Su
Akıntısının etkisiyle ılıman bir iklim hâkimdir ve ülkede ormanlık alanlar oldukça azdır.
Farklı etnik gruplardan oluşmuş olan bu ülke Afrika'nın kalabalık ülkelerinden biridir.
Hollandalılar, Almanlar ve Fransızlar doğal kaynaklara sahip olmak için 1488 yılından
itibaren Güney Afrika topraklarına yerleşmişlerdir. 1800'lerin sonunda İngilizler, elmas ve
altın madenlerinin bulunması üzerine GAC'ye gelmeye başlamıştır. Yerli halklarla İngilizler
arasında yaşanan savaşlardan sonra 1910 yılında İngiltere'ye bağlı ve egemenliğin Avrupalı
beyazların elinde olduğu Güney Afrika Birliği ortaya çıkmıştır.
GAC günümüzde Afrika kıtasının en gelişmiş ekonomisine sahiptir. Ayrıca yabancıların en
fazla yatırım yaptığı ülkedir, ülkede ekonomik faaliyetler büyük ölçüde değerli metal ve
madenlere, tarım ürünlerine dayanmaktadır. Altın dışındaki ihraç ürünlerinin % 30'u ham ve
işlenmiş tarım ürünlerinden oluşmaktadır. GAC, Afrika'nın tek kâğıt ve selüloz üreticisidir.
GAC değerli madenler bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir, ülke dünyanın en
büyük altın üreticilerinden biridir. Burada meydana gelebilecek bir üretim aksaklığı
uluslararası piyasaları etkilemektedir (bk. Haber köşesi). 2006 yılında 52 milyar dolar ihracatı
içerisinde, platin 8 milyar, altın 5 milyar, elmas 2,5 milyar dolarlık paya sahiptir. Son yıllarda
üretim ve ihracatta altın ve elmasın yerini platin grubu almaktadır.
Ülkede kömür önemli bir enerji kaynağını oluşturmaktadır. 2009 yılında ülkede 272,5 milyon
ton kömür üretilmiş, bunun 67 milyon tonu ihraç edilmiştir.
Güney Afrika Cumhuriyeti sahip olduğu değerli madenlerin ve doğal kaynakların sağladığı
ekonomik gelişmeyle Afrika kıtasında kurulan bölgesel birliklerde etkin ülke konumuna
gelmiştir.
5. ENERJİ TAŞIMACILIĞI:
Enerji Nakil Hatlarının Stratejik Önemi
19. yüzyıldan itibaren petrol, kömür, doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmak, bunların
üretimini elde tutmak ve dağıtımını denetim altında bulundurmak büyük devletlerin temel
amaçları arasında yer almıştır. Yaşadığımız iletişim çağının tüm araçları enerjiye
endekslenmiş durumdadır. Bu bakımdan enerjinin kişi başına yıllık tüketimi de ülkelerin
gelişmişlik ölçütü olarak görülmektedir. Bundan dolayı enerjinin temini ve taşınması önem
arz etmektedir.
Üretici ve tüketici bölgeler arasında gerçekleştirilen petrol ve doğal gaz taşımacılığı, teknik
açıdan büyük farklılıklar göstermektedir. Petrol, nispeten düşük maliyetle deniz yolu ile
taşınabilirken, doğal gazın (LNG) önce sıvılaştırılması, tüketilmeden önce de tekrar gaz hâline
getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem oldukça yüksek bir maliyet gerektirdiğinden doğal gazın
boru hatları ile nakli tercih edilmektedir.
Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve Japonya satın aldıkları petrolün büyük bir bölümünü deniz
yolu ile taşımaktadırlar. Dünya ekonomisi için enerji kaynaklarının devamlı ve güvenli bir
şekilde taşınması çok önemlidir. Özellikle petrol ve doğal gazın tankerlerle taşınmasının çevre
kirliliğine neden olması ve ekonomik olarak pahalı olması bu enerji kaynaklarının boru
hatlarıyla taşınmasını zorunlu hâle getirmiştir.
Petrolün büyük kısmının tankerlerle taşınması uluslararası suyollarının önemini artırmıştır.
Basra Körfezi'nden ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668 milyon
tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta Doğu petrollerinin çıkış kapısı konumundaki
Hürmüz Boğazı önemli bir noktadır. Buradan çıkan petrol, Akdeniz'e ulaşmadan önce Bab-ül
Mendeb Boğazından ve Süveyş Kanalından geçmektedir.
Hazar Bölgesi Enerji Kaynakları
Hazar Bölgesi tarih boyunca hem ticari açıdan hem de askerî açıdan ön plana çıkmıştır.
Günümüzde ise bu bölge zengin enerji kaynakları nedeniyle dünya gündemindedir. Hazar
Havzası'ndaki enerji kaynakları, Orta Doğu'nun zengin enerji yataklarına bir alternatif olarak
görülmektedir. Önemi artan enerji kaynaklarının paylaşımı için ülkeler arasında sorunlar
çıkmaktadır.
Hazar Bölgesi'nde yer alan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın sahip olduğu petrol
rezervlerinin yaklaşık 260 milyar varil olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktar, bugünkü
dünya rezervlerinin % 25'ine karşılık gelmektedir. Doğal gaz rezervlerinin ise 16-19 trilyon
m3 (dünya rezervlerinin % 11-12'si) olduğu tahmin edilmektedir. Hazar Bölgesi'ndeki petrol
ve doğal gaz boru hatlarının büyük bölümü Sovyetler Birliği döneminde inşa edildiğinden,
günümüzde Hazar ve Orta Asya petrol ve gazının dünya piyasalarına ulaşmasının yolu Rusya
topraklarından geçmektedir.
Kazakistan ve Azerbaycan petrolünü, Türkmenistan ise doğal gazını aşağıda belirtilen üç
önemli hatla dünya piyasalarına ulaştırmaktadır. Bu hatlar şunlardır:
1. Tengiz (Kazakistan)-Novorossisk (Rusya) Petrol Boru Hattı, 1580 km uzunluğunda ve
yıllık 26 milyon ton taşıma kapasitesine sahiptir.
2 Atirau (Rusya)-Şamara (Rusya) Boru Hattı, yıllık 15 milyon ton taşıma kapasitesine
sahiptir.
3. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı (Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye), 1730 km
uzunluğunda ve yıllık 50 milyon ton taşıma kapasitesine sahiptir.
Hazar Bölgesi'nin petrol ihraç potansiyelinin 2010'da 140, 2015'te ise 215 milyon ton olacağı
tahmin edilmektedir. Dolayısıyla şu anda faaliyette bulunan boru hatlarının 2010 yalı
itibariyle tahmin edilen petrol ihracatını gerçekleştirmede yetersiz olacağı görülmektedir. Bu
nedenle, Hazar Bölgesi'ndeki petrol ve doğal gazı taşıyacak yeni projeler ortaya çıkmıştır. Bu
projeler şunlardır:
1. Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı
2. Kazakistan-Çin Petrol Boru Hattı
3. Kazakistan-Türkmenistan-İran Petrol Boru Hattı
4. Bakü-Tiflis-Erzurum-Ankara Doğal Gaz Boru Hattı
Yeni Enerji Koridorları Hangileri Olacak?
Hazar ve Orta Asya ülkelerinden doğuya uzanan petrol ve doğal gaz hatları Afganistan ve
İran'ı stratejik konuma taşırken, batıya uzanan hatlar ise Türkiye'yi bir enerji koridoru hâline
getiriyor. Doğu-batı enerji koridoruyla Orta Asya petrolleri daha ucuza taşınabilecektir.
Ülkemiz petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından önemli sayılabilecek rezerve sahip
olmamakla beraber, bu kaynaklar bakımından zengin olan ülkelerle sınır komşusudur. Dünya
enerji sevkiyatında çok önemli bir yeri olan ümit Burnu ile Hürmüz Boğazına alternatif
olabilecek en güvenli ve en kısa yol Türkiye üzerinden geçmektedir.
Türkiye, zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan Hazar Havzası ve Orta Doğu
ülkeleri ile büyük bir pazar olan sanayileşmiş Batı ülkeleri arasında doğal enerji köprüsü
durumundadır. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle tarihî, kültürel ve ekonomik ilişkileri
bulunmaktadır. Bu nedenle Avrasya Bölgesi'ndeki yeni oluşumlara cevap verebilmek için
uluslararası şirketler birliği tarafından gerçekleştirilen Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi
içinde Türkiye de yer almaktadır. Bu proje Trans-Hazar ve Trans-Kafkasya petrol ve doğal
gaz boru hatlarının yapımına dayanmakta böylece Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin enerji
kaynaklarının Batı pazarlarına güvenli ve çeşitli güzergâhlardan ulaştırılmasını
öngörmektedir.
Kuzey-Güney ve Doğu-Batı Enerji Koridoru: Türkiye
Türkiye, büyük üretim bölgeleri ile tüketim bölgeleri arasında oluşturduğu köprü nedeniyle
bölgede jeopolitik anlamda kilit ülkedir.
Türkiye, kuzey-güney eksenine de büyük önem vermekte ve bu güzergâhta transit ülke konu-
mundadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, Irak-Türkiye petrol boru hattı ve Samsun-Ceyhan
boru hattı büyük kapasiteye sahiptir. Bununla birlikte Boğazlardan geçen petrol göz önünde
bulundurulduğunda, önümüzdeki yıllarda dünyadaki petrol arzının % 6, 7‘lik bölümünün
Türkiye'den transit geçeceği hesap edilmektedir. Ayrıca Ceyhan, ileride inşa edilecek petrol
rafinerisi ve LNG terminali ile bölgenin “enerji musluğu" hâline gelecektir.
6. GÜNÜMÜZÜN UYANAN DEVİ: ÇİN
Konumu ve Doğal Özellikleri
Pasifik Okyanusu'nda 22.500 km kıyı uzunluğuna sahip olan ülke Afganistan, Bhutan,
Birmanya, Hindistan, Laos, Moğolistan, Nepal, Kuzey Kore, Vietnam, Rusya Federasyonu,
Kazakistan, Kırgızistan ve Pakistan ile komşudur. Ülke topraklarının üçte ikisi, dağlık ve
engebeli olanlardan, yaklaşık üçte biri platolardan, kalan kısmı ise fazla yüksek olmayan
tepelik alanlar, düzlükler ve çöllerden oluşur. Taklamakan ve Gobi Çölü'nün bir kısmı Çin
topraklarında yer alır. Dünya'nın en yüksek tepesi Everest (8848m) Çin - Nepal sınırında yer
alır. Geniş bir yüz ölçümüne sahip olan ülkede farklı iklim bölgeleri mevcuttur. Genel olarak
karasal, step, çöl ve muson iklimleri görülür. Topraklarının % 14’ü ormanlarla kaplıdır.
Bozkırlar, çayırlar ve çöl bitkileri daha geniş alanlarda görülür.
Merak Kutusu
Çin Seddi
Sarı Deniz kıyısındaki Şanhaikvan'dan Kansu Eyaleti’ne kadar, doğu-batı doğrultusunda
1900 km boyunca uzanan dünyanın en uzun duvarıdır. Dönemeçleriyle birlikte 2.400 km'yi
bulur. Bu duvar ülkeyi Hunların saldırılarına karşı korumak amacıyla M.Ö. 3. yüzyılda Çin'i
tek imparatorluk altında birleştiren İmparator Shi Huang Di döneminde yapılmaya başlandı.
Çin şeddi bazı dönemlerde Moğol, Mançu ve Japon saldırılarına karşı etkisiz kaldıysa da
insanoğlunun gerçekleştirmiş olduğu en büyük yapılardan biridir.
Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler
Çin, Dünya’nın en eski uygarlıklarından biridir. İlk kez barut ve kâğıt üretimi ile ilk matbaayı
Çinliler bulmuşlardır. Dünya kültür ve medeniyetini her yönden etkilemişlerdir.
Tarımsal üretimin devlet kontrolünde olduğu ülkede halkın % 70’i tarımla uğraşır. Yetiştirilen
ürünler arasında çeltik, çeşitli sebzeler, pamuk, tütün, çay, mısır, buğday, turunçgiller başta
gelir. Çin, pamuk, pirinç ve tütün üretiminde birinci, sebze üretiminde ikinci, mısır ve çay
üretiminde ise dünya üçüncüsüdür. Hayvancılıkta çok ileri düzeydedir. Küçükbaş
hayvancılıkta birinci, büyükbaşta üçüncü, domuz üretiminde, kümes hayvancılığında ve
balıkçılıkta da birinci sıradadır.
Çin, çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir ve bunların da birçoğunun çıkarımında ve
rezervinde birinci sıradadır. Demir, linyit, taş kömürü yanında volfram, cıva, boksit, doğal gaz
ve petrol üretimleri önemlidir. Demir - çelik, kimya, tekstil, elektronik ve gıda önemli
sanayileridir. Son yıllarda ticaret hacmi çok genişlemiştir. Ulaşımın yeterince gelişemediği
ülke Çin Şeddi ve tarihi turizmiyle önemli miktarda turist çekerken, Türkiye ile ticari ilişkileri
de hızla gelişmektedir.
11.BÖLÜM: KÜRESELLEŞMENİN ETKİSİ
Sıcak Çatışma Bölgeleri
Tarih boyunca beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlar ile dinsel, siyasal ve kültürel nedenlere
bağlı olarak insanlar arası pek çok sorun ortaya çıkmıştır. İnsanlar tarafından oluşturulan
devletlerarasında da sıcak çatışmalara neden olmaktadır. Uluslararası alanda da çatışmalar
genellikle taraflardan birinin ulusal güvenliğinin ya da hayati çıkarlarının diğer devlet
tarafından tehdit edildiğini düşünmeye başlamasıyla ya da uluslararası sistemi kendi lehinde
yeniden yapılandırmak istediğinde gündeme gelmektedir. Buna çatışmalara en güzel örnekler
I. ve II. Dünya savaşlarıdır. Günümüzde farklı nedenlerden dolayı ortaya çıkmış çatışma
bölgeleri vardır. Bu bölgeler örnek olarak Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu, Orta ve Kuzey
Afrika bölgeleri örnek olarak verilebilir. Uluslararası çatışmalara neden olan faktörler şu
şekilde sınıflandıra- biliriz:
A. Doğal Unsurlar
--- Toprak paylaşımı
--- Yeraltı zenginlikleri paylaşımı
--- Enerji kaynaklarının paylaşımı
--- Su kaynaklarının paylaşımı
B) Beşeri ve Ekonomik Unsurlar
--- Ekonomik sorunlar
--- Sınır sorunları
--- Siyasi ekonomik farklılıklar
--- Geçmişe dayanan sorunlar
--- Bağımsızlık istekleri
--- Önemli ulaşım yollarının kontrolü
Sıcak Çatışma Bölgesi Orta Doğu
Medeniyetlerin beşiği olan Orta Doğu tarih boyunca dünyadaki önemli stratejik alanlardan
biri olmuştur. XVII. yüzyılla birlikte sömürgeleştirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Batı Avrupa
ülkeleri bu bölgeye ayrı bir önem vermiş, Asya'daki sömürgelerine bir geçit olarak
görmüşlerdir. Yakın tarihteki gelişmelerle birlikte bölge, tekrar dünya kamuoyunun
gündemine oturmuştur. Özellikle enerji kaynaklarının zenginliği bölgeyi hedef haline
getirmiştir. Dünyada enerjiye olan ihtiyacın artması, rezervlerin zengin olduğu bu bölgeye
jeostratejik bir önem kazandırmıştır. Bir bölgede petrol olup olmadığını araştırmak ve kuyular
açmak oldukça maliyetli bir iş olduğu için birçok ülke bu riskli araştırmalardan
kaçınmaktadır. Ancak Orta Doğu'da bulunan bir rezervin etrafında açılan kuyulardan oldukça
yüksek rezervlere sahip yataklara ulaşılmaktadır. Dolayısıyla petrol yatırımcıları için cazip bir
bölgedir. Orta Asya’da çıkarılan doğalgazın ve Hazar Denizi etrafından çıkartılan petrolün bu
bölge üzerinden taşınması sonucu çakışan çıkarlarla bölgedeki dengeler bozulmuştur. Orta
Doğuda geçmişten günümüze gelen sorunlara baktığımızda iki önemli sorunla karşılaşırız.
Petrol Sorunu
Dünya’nın dört büyük petrol sahası içinde en büyük ilginin Orta Doğu çevresinde
toplanmasının en büyük etkeni bölgedeki siyasi istikrarsızlıktır. Bu istikrarsızlık birçok
ülkenin iştahını kabartmakta ve bu ülkelerde mevcut kaynaklardan olabildiğince kendi
ülkelerine ekonomik çıkar sağlama isteği uyandırmaktadır. Çıkartılan petrolün dağıtımı ve
bunun kontrolü de egemen ülke için ayrı bir avantajdır.
En önemli petrol yatakları Basra Körfezi çevresinde ve özellikle İran’da, Suudi Arabistan’da,
Irak’ta, Kuveyt’te ve Katar'da bulunmaktadır.
Orta Doğu’nun diğer yerlerinde Suriye’de İsrail’de, Lübnan'da şu ana kadar ciddi anlamda
petrol rezervleri bulunamamıştır. Ancak bu ülkeler sınırları içinde bulunan taşıma hatları ve
petrol tasfiye tesislerinden büyük gelirler elde edilmektedir.
Orta Doğu petrollerinin çıkarılması, işlenmesi ve diğer ülkelere ulaştırılması oluşturulan iş
ortaklıkları vasıtasıyla olmaktadır. Ancak bu ortaklıkları oluşturan hükümetlere ve
uluslararası şirketlere bakacak olursak, birkaç şirketin aradan sıyrıldığını görebiliriz. Bu
şirketler petrol yataklarına sahip ülkelerden birçok ekonomik imtiyaz sağlamışlardır.
Su Sorunu
Dünyada yaşamın devam edebilmesinin en önemli unsurlarından biri olan su, artan nüfus ile
ülkeler için refah seviyesinin bir göstergesi haline gelmiştir. Endüstriyel ve tarımsal su
kullanımının da yaygınlaşmasıyla, zaten su problemleri yaşayan Orta Doğu coğrafyasında
suyun önemi birkaç kat daha artmış, bölgede petrolden sonra en önemli sorun adeta su sorunu
olmuştur.
Nüfus hareketleri ve meteorolojik şartlar nedeniyle birçok ülkede özellikle de büyük
şehirlerde şehir suları ihtiyacı karşılayamamaktadır. Bu şartlar devam ettiği takdirde esi 21.
yüzyılın ikinci çeyreğinde dünya genelinde ve bilhassa Orta Doğu'da ciddi su problemlerinin
yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle su artık ticari bir araç olarak görülmeye
başlanmıştır. Kim bilir belki de 50 yıl sonra “petrol zengini ülkeler" değil de “su zengini ülke-
ler” diye bir tabir kullanılmaya başlanacaktır.
Bu şartlarda, özellikle az yağış alan Orta Doğu ülkelerinin su kıtlığı içinde yaşamakta olduğu
görülmektedir. Bu ülkeler Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Libya, Suudi Arabistan, Tunus,
Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Bahreyn’dir. Bu ülkelerden özellikle Irak, Dicle ve Fırat
sularıyla dışarıdan beslendiğinden su kıtlığını hissettirmektedir.
Bugün Orta Doğu’da tartışılan en önemli su problemlerinden biri sınırı aşan sulardır. Bu sınırı
aşan nehirlerle ilgili olarak Orta Doğu’da ciddi problemler yaşanmaktadır. Orta Doğu
bölgesinin, su kaynakları bakımından zengin olmaması ve su kaynaklarının bazı ülkelerin
elinde toplanması Orta Doğu'da bir su meselesini gündeme getirmiştir.
Orta Doğu’ya hayat veren beş su kaynağı vardır. Bunlar Mısır ve diğer komşu ülkeler
tarafından kullanılan Nil nehrinin suları; İsrail, Ürdün ve Filistinliler tarafından kullanılan
Şeria nehrinin suları; Lübnan, Suriye ve Türkiye tarafından kullanılan Asi nehrinin suları;
Türkiye, Irak ve Suriye tarafından kullanılan Fırat ve Dicle nehirlerinin sularıdır.
Türkiye su kaynakları bakımından Dünya'nın en problemli bölgelerinin birinde yer
almaktadır. Örneğin Asi, Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımı Türkiye ile Irak ve Suriye
arasında anlaşmazlığa yol açmaktadır.
12.BÖLÜM: DOĞAL KAYNAKLAR VE ÇEVRE
1. DOĞANIN İŞLEYİŞİ:
DOĞAL ÇEVRENİN SINIRLILIĞI
İnsanlar, tarihi boyunca doğal hayatların sınırsız olduğunu düşünmeyerek bilinçsizce
kullanmışlardır. İhtiyaçların artmasına bağlı olarak kaynakların tüketilmesine ya da
azalmasına neden olmuş, bu da doğal dengenin bozulmasına yol açmıştır.
Gelişmiş ülkeler, doğal kaynakların kullanımında büyük bir baskı unsuru olan nüfus artışını
kontrol altına almışlardır. Ayrıca teknolojiyi kullanarak kaynak üretimi ve tüketimi arasında
denge oluşturarak ekonomide sürdürülebilir kalkınma modeline gitmişlerdir.
Günümüzde ekolojik dengeyi bozan en önemli faktörlerden biri, insanların doğal kaynakları
bilinçsizce tüketmesidir. Örneğin Aral Gölü’ndeki suyun pamuk tarımı için kullanılması, göl
suyunun azalmasına ve çevredeki ekosistemin bozulmasına neden olmuştur.
Arazide çayır ve meraların aşırı otlatılması bitki örtüsünün yok olmasına neden olmuştur. Bu
da çevredeki canlıların azalmasına yol açmıştır.
Bilgi Notu: Dünyadaki bütün türlerin bir kısmı önümüzdeki 30 yıl içinde yok olma tehlikesiyle
karşı karşıyadır. Örneğin, tropik ormanlarda yapılan hatalı ve plansız faaliyetler, burada
canlı türlerinin % 5 - %15 yok olmasına neden olacaktır.
Toprak ve Orman Sınırlılığı
Toprak bütün canlılar için önemli bir unsurdur. Toprak oluşumu uzun sürdüğü için bilinçsizce
kullanımı ekolojik dengenin bozulmasına neden olacaktır.
İnsanlar tarafından tahrip edilen ormanlar kısa sürede kendini yenileyemez, bu nedenle
barındırdığı tür ve canlıların yok olmasına neden olur.
Şehirlerin Sınırları Ne Olmalıdır?
Plansız şehirleşme, ekolojik dengenin bozulmasına ve canlı türlerinin yok olmasına neden
olmaktadır. Bu nedenle planlı şehirleşme yapılmalıdır. Nüfusun ve şehrin büyümesinin
doğaya minimum zarar verebilecek düzeyde olması gerekir.
Doğanın Bilinçsizce Kullanımı
Günümüzde bilinçsiz bir şekilde avlanma yapmak ekolojik dengenin bozulmasına yol
açmaktadır. Bu nedenle hayvan nesli tükenmektedir. Bu durum dünyada ve ülkemizde büyük
tehdit oluşturmaktadır.
Bilim çevrelerinin tahminlerine göre 20-30 yıl içinde canlı türlerinin 1/5 oranında tükenme
tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtilmiştir.
Ormanların yok edilmesi yaşayan canlıları tehlikeye sokmaktadır.
Su Ürünlerinin Sınırlılığı
Okyanuslarda, denizlerde yaşayan canlılar, insanların yaptığı tahribatlar sonucunda yok olur
ve kendilerini yenileyemez. Örneğin, son teknolojik gelişmelerle balık avları daha fazla
yapılırken diğer canlıların da azalmasına neden olmaktadır.
Küresel ısınmayla okyanuslardaki canlılar geri dönülmez bir tehlikeyle karşılaşacaktır.
Örneğin, sıcaklığın artması mercan alanlarının azalmasına ve ölmesine neden olacaktır.
İnsanların sularda oluşturduğu fiziksel ve biyolojik kirlilik canlı hayatını olumsuz
etkileyecektir.
2. DOĞADAKİ TEHLİKELER:
Doğal afetler, her zaman insanlığı tehdit etmiştir. Alınan önlemler yeterli olmamıştır. Fakat
geliştirilen teknolojiler ile doğal afetlerin zararları en aza indirilmeye çalışılmaktadır.
Her yıl doğal afetlerden dolayı milyonlarca insan ölmektedir.
3. ÇEVRE KORUMA UYGULAMALARI:
Çevre Sorunları İçin Yapılan Çalışmalar
Yakın zamana kadar yalnızca hava olarak algılanan çevre ile hava kirliliği olarak tanımlanan
çevre kirliliğinin günümüzde küresel ölçekte olduğu ve çevrenin yalnızca havadan
oluşmadığı, insanın da içinde yer aldığı doğanın kendisi olduğu gerçeğinin farkına varılmıştır.
Çevrenin korunması ve daha yaşanılır bir çevrenin sağlanabilmesi, günümüzde tüm insanlığın
ortak hedefi hâline gelmiştir.
Bu bağlamda, yerel anlamda ülkeler, küresel kuruluşlar çevre koruma uygulamalarını
planlayarak hayata geçirme çabası içindedir. Kuşkusuz bu çalışmalar hukuki dayanak
istemektedir. Dolayısıyla ülkeler ve uluslararası kuruluş ve örgütler çevre koruma
uygulamaları için yasal düzenleme yapmaktadır. Yasal düzenlemeler gelişmiş ülkelerde daha
kapsayıcı daha kolay ve daha uygulanır biçimde gerçekleşmektedir.
ÇEVRE İLE İLGİLİ KONFERANS VE SÖZLEŞMELER
Uluslararası çevre hukukunun gelişmesine katkı sağlayan en önemli unsur, uluslararası
çaptaki sözleşmelerdir.
Stockholm Konferansı ile başlayan süreçte şu anlaşmalar yapılmıştır:
--- Ramsar Sözleşmesi (Sulak alanları koruma projesi): 1971- Sulak Alanların korunması
için yapılan sözleşmedir.
--- CITES Washington Antlaşması: Türleri tehlikede olan bitki ve hayvan ticaretinin
önlenmesi için 1973’te yapılan anlaşmadır.
--- Dünya Çölleşme Konferansı: 1977’de Nairobi’de yapılmıştır.
--- Barcelona Anlaşması: Akdeniz’in kirliliğe karşı korunması amacıyla 1978’de yapılmıştır.
--- Bonn Anlaşması: Dünya’da tükenmekte olan göçmen kuşlarının korunmasını öngören
anlaşmadır. 1979’da imzalanmıştır.
--- Dünya Çevre Zirvesi: Rio’da yapılmıştır.
--- Bern Anlaşması: Avrupa’da nesli tükenmekte olan bitki ve hayvanları koruma altına alan
anlaşmadır. 1979’da imzalanmıştır.
--- Biyolojik Çeşitliliği Koruma Konferansı: 170 ülkenin katılımıyla 1994’te Bahama’da
yapılmıştır.
--- Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması: 90 ülke tarafından 1994’te imzalanmıştır.
--- Habitat 2 Konferansı: İstanbul’da 1996’de yapılmıştır.
--- Sürdürülebilir Gelişme Hakkında Dünya Zirvesi (Rio-10) Konferansı: 2002’de
Johannesburg’da yapılmıştır.
Kyoto Protokolü
Sera etkisi oluşturan gazların emisyonunu kısmak üzere sanayileşmiş ülkelerin yaptığı
anlaşmadır.
Kyoto Protokolü’nde alınan kararlar:
--- Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5’e çekilecek,
--- Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya
yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
--- Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji
tüketen teknoloji sistemlerinin endüstride yaygınlaşması sağlanacak, ulaşımda ve çöp
depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
--- Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji
kaynakları kullanılacak,
--- Fosil yakıtlar yerine biyodizel gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanılacak,
--- Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık
işlemleri yeniden düzenlenecek,
--- Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler ve teknolojiler devreye sokulacak,
--- Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji
ön plana çıkarılacak,
--- Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası: Avrupa Birliği, (AB) çevre politikası ile çevrenin
korunması, kalitesinin yükseltilmesi, insan sağlığının korunması, doğal kaynakların akılcı ve
dikkatli kullanılması hem bölgesel hem küresel çevre problemleri ile ilgili olarak uluslararası
düzeyde önlemlerin alınmasını hedeflemektedir. AB Çevre Politikasının temel uygulama
alanları aşağıda gösterilmiştir.
Atık Yönetimi: AB ülkelerinde yılda 2 milyar ton atık ortaya çıkmaktadır ve bu miktar her
yıl % 10 oranında artmaktadır. AB'nin atık yönetimi birbirine bağlı üç temel unsura dayalıdır.
Bunlar; atık miktarının azaltılması, atığın yeniden dönüşüme tabi tutulması ve atıkların
yakılması sonucu ortaya çıkan kirliliğin azaltılmasıdır. Eski taşıtların ve elektrikli aletlerin
toplanması ve denizlerdeki kullanım süresi dolan petrol platformlarının sökülmesi gibi
yeniden dönüşüm işlemleri AB düzeyindeki yönergelerle üreticilerin sorumluluklarına dâhil
edilmektedir. Ambalajlar, piller ve mineral yağlar nedeniyle oluşan kirliliği ortadan
kaldırmaya yönelik düzenlemeler de bulunmaktadır.
Gürültü Kirliliği: Temel amaç gürültüyü kaynağından azaltmaktır. Bu nedenle AB de
gürültü kaynaklarının çıkarabileceği azami gürültü düzeyleri yasal düzenlemelere tabidir.
Su Kirliliği: AB, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının korunması ve verimli kullanılması için
farklı standartlar getirmiştir.
Hava Kirliliği: AB Komisyonu, Kyoto Protokolü hedeflerine uymak amacıyla sera gazları
atıklarının AB içinde alım satımını sağlayacak bir sistemin kurulması çalışmalarını
sürdürmekledir. (Taştırmadan kaynaklanan hava kirliliğini azaltmak için, çevre dostu
taşıtların vergi indirimleriyle desteklenmesi ve arabaların yakıt tüketiminin azaltılması gibi
öneriler bulunmaktadır.
Doğanın Korunması: Avrupa’da 1000 bitki türü ve 150 kuş türü yok olma tehlikesi ile karşı
karşıyadır. Bu nedenle doğal ortamın korunmasını konu alan düzenlemeler söz konusudur.
AB’de radyoaktif atıkların idaresi ve genetik değişime uğramış organizmalar konularında da
düzenlemeler bulunmaktadır.
İklim Değişikliği: AB, iklim değişikliğinin nedenleri ve ortaya çıkardığı sorunlarla mücadele
konusundaki çerçeve stratejisini 19901ı yılların başında belirlemiş ve 1992 yılındaki Rio
Zirvesi'nde kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine katkıda
bulunmuştur. AB, iklimle ilgili pek çok inisiyatifin yanında yenilenebilir enerji kaynaklarının
üretilmesi ve yakıt ekonomisinin iyileştirilmesini teşvik etmektedir.
4. ÇEVRESEL ÖRGÜTLER VE ÖZELLİKLERİ:
İnsanlar faaliyetlerini gerçekleştirirken çevre faktörünü ihmal eder biçimde planlama
yapmaları, ekolojik dengeyi bozmuştur. Tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede,
mevcut doğal kaynaklarla yaşamlarını sürdürebilmelerini hedefleyen çevre yönetimi,
yeryüzündeki kaynakların sınırlı olduğuna ve geri dönüşü olmayan bir şekilde tahrip
edildiğine dikkat çekerek, ekolojik dengeyi bozmadan ekonomik kalkınmanın
sağlanabilmesini amaçlamaktadır.
Çevre yönetimi tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaları, doğal kaynakların
korunması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla gerek kamusal, gerekse özel kesim
tarafından iletişim, planlama ve denetim sisteminin oluşturulması ve bu sistemi çalıştıracak
bir örgütün kurulmasıdır. Çevre yönetimi ile insanın çevre üzerindeki etkisini asgari düzeye
indirmek, toplumun çevre bilincini arttırıp çevrenin korunmasına, geliştirilmesine katkıda
bulunmasını sağlamak ve bu amaçla çıkartılan yasa, yönetmelik ve kararlara sıkı bir şekilde
uyulmasını sağlamak hedeflenmektedir. Bu amaçlarla çevreyi koruma açısından değişik
özelliklerde çevresel örgütler oluşturulmuştur.
Devletlerarası İklim Değişikliği Heyeti: Devletlerarası İklim Değişikliği Heyeti insan
etkinlikleri neticesinde oluşan iklim değişikliği risklerini değerlendirmeyle sorumlu
devletlerarası bilimsel bir organdır. Heyet 1988'de Dünya Meteoroloji Örgütü, Birleşmiş
Milletler çevre programı, 2 BM örgütü tarafından kurulmuştur. Devletlerarası İklim
Değişikliği Heyeti kendi araştırmalarını bizzat kendisi yapmaz. Başlıca etkinliği BM iklim
değişikliği Konseyinin uygulamalarındaki meselelerle ilintili özel raporları yayınlamaktır. Bu
konseyin çalışmaları neticesinde Kyoto Protokolü ortaya çıkmıştır.
Greenpeace: Greenpeace, gezegeni yaşanmaz hâle getiren çevre suçlarına karşı bilimsel
verilere dayanan kampanyalar yürütür ve şiddet içermeyen doğrudan eylemlerle tanıklık
ederek bu suçları basın aracılığıyla gündeme getirir. Merkezi Amsterdam'da bulunan örgütün,
45 ülkede 28 bölge ofisi bulunmaktadır.
Başlıca çalışma alanları;
--- Okyanuslar ve yaşlı ormanların korunması.
--- İklim değişikliğini durdurabilmek için fosil yakıtların kademeli olarak sonlandırılması ve
yenilenebilir enerjilerin teşvik edilmesi.
--- Nükleer silahlanma ve nükleer kirliliğe son verilmesi.
--- Temiz ve geri dönüştürülebilir enerjinin kullanılması.
--- Zehirli kimyasalların ortadan kaldırılması.
--- Genleri ile oynanmış organizmaların doğaya bırakılmasının önlenmesi.
--- Savaşların önlenmesi.
--- Küresel ısınmanın durdurulması.
--- Ticari amaçlı balina avının kontrol altına alınması.
Avrupa Çevre Ajansı: Avrupa Birliği ajansı olup, Avrupa çevre ağına monitör (gözlemci)
olmayı hedeflemektedir. 12.10.1990 tarihinde kurulmuştur 32 üye devletin temsilcilerinden,
bir Avrupa Komisyonu temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu tarafından görevlendirilmiş 2 bilim
insanından oluşan yönetim kurulu tarafından yönetilmektedir.
Bir Avrupa Birliği organı olduğundan Avrupa Birliği üyeleri de otomatik üye olurlar fakat
diğer devletler de anlaşma şartıyla üyeliğe kabul edilebilirler. Amacı, AB’ye ve üye ülkelere
çevreyi iyileştirme, çevreyle ilgili hususları ekonomik politikalara entegre etme ve
sürdürülebilirliğe doğru ilerleme konularında bilgilendirilmiş kararlar vermelerinde yardımcı
olmaktır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı: Birleşmiş Milletler Çevre Programı, gelişmekte olan
ülkelerin çevre politikalarını uygulamalarına yardımcı olacak BM çevre etkinliklerini
düzenler. Haziran 1972’de İnsan Çevresi üzerine gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler
Konferansı neticesinde kurulmuştur. Merkezi Nairobi, Kenya'dadır. Ayrıca farklı ülkelerde
altı bölge ofisi bulunmaktadır.
Birleşmiş Milletlerin küresel ve bölgesel düzeylerdeki çevre meseleleri odaklı çalışmaktadır.
Görüşmeler ışığında küresel bir çevre oluşturmak için çevre politikalarının geliştirilmesinde
işbirliği koordinasyonu gerçekleştirmek ve acil meseleleri hükümetlerin dikkatine sunmak ve
uluslararası eylemlere hazır bir toplum oluşturmak temel sorumluluğudur. Atmosfer, deniz ve
kara eko- sistemleri başlıca etkinlik alanlarını oluşturur. BM Çevre Programı, çevre bilimi ve
bilgisinin gelişiminde, uluslararası çevre bilincinin oluşturulmasında, bölgesel kurum ve
kuruluşlar ile merkezî hükümetlerle ortak çalışarak uygun çevre politikalarının belirlenmesi
ve uygulanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.
Program, kalkınma projeleriyle ilintili çevre ve finansal uygulamalarda da aktif rol alır.
Program, zararlı kimyasallar, sınır ötesi hava kirliliği ve uluslararası suların kirlenmesi gibi
önemli meselelerle ilgili anlaşmalardaki uygulama ve faaliyet kılavuzlarının geliştirilmesine
yardım etmiştir ve etmektedir.
Dünya Dostları: Dünya Dostları ve kökleşmiş halk ağları ile 77 ülkede daha sağlıklı ve adil
bir dünyayı müdafaa etmektedir. Mevcut kampanyalarını temiz enerji ve küresel ısınma
meselesinde çözüm, yeni ama zehirli ve zararlı teknolojiden insanlarımızı koruma, daha rahat
ve düşük sevide kirletimi olan taşıma araçlarına odaklanma meydana getirmektedir.
Çevre ve insan hakları meselelerine Dünya Bankasının ilgisini çekmiştir, Başta ABD olmak
üzere tüm dünya devletlerine küresel ısınma ile ilgili gerekli yasaları çıkarmaları için baskıda
bulunmuşlardır, çevreyi yok edici 150’den fazla baraj ve su projelerini durdurmuştur,
Uluslararası düzeyde balina avcılığını yasaklamıştır.
Dünya Vahşi Yaşam Fonu: Yaklaşık 50 yıldan beri dünyanın en büyük ve en saygın
bağımsız koruma örgütlerinden biridir. 5 kıtaya yayılmış 5 milyonu aşkın destekçisi, 90
ülkede mevcut temsilcilikleriyle uluslararası koruma hareketlerindeki büyük değişimde
önemli bir rol almıştır. 1985’ten beri, Fon, 12 bini aşkın projeye 1 milyar dolardan fazla para
yatırımında bulunmuştur.
Tüm bu projeler ve eylemler, yeryüzündeki doğal çevre alanlarının azalmasındaki
hızlanmanın durdurulmasında ve insanların doğayla içi içe yaşamalarına yardımcı olmada
etkin rol oynamıştır.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği: Uluslararası Doğa Koruma Birliği, dünyaya çevre ve
kalkınma meselelerinde faydalı çözümler bulmasında yardım etmektedir. Bilimsel
araştırmaları desteklemekte ve tüm dünyada arazi projeleri geliştirip yönetmektedir. Hükümet
ve hükümet dışı kurumlan bir araya getirerek güvenlik ve yasa uygulama ve geliştirmelerinde
aktif rol almaktadır.
Merkezi Cenevre, İsviçre’de bulunan uluslararası Doğa Koruma Birliği, 1000’den fazla
hükümet ve hükümet dışı organizasyonları, 160’dan fazla ülkeden 11.000 kadar gönüllü bilim
adamı, 60 ofiste 1.000 kadar profesyonel çalışanıyla dünyanın en eski ve en büyük küresel
çevre hareketidir. Vizyonu; doğaya değer veren ve onu koruyan adil bir dünya oluşturmaktır.
Görevi; doğayı olanca çeşitliliği ile korumak konusunda toplumu etkilemek ve
cesaretlendirmektir.
Dünya Doğayı Koruma Vakfı: Örgüt, dünyanın en tanınmış koruma kuruluşlarından.
1961’de Londra’da kuruldu, daha sonra, merkezi İsviçre'nin Gland kentinde (IGCN ile aynı
yerde) bulunan uluslararası bir örgüt haline geldi. WWF’nin 50 ülkede şubesi var. Büyük
Panda resmi yalnızca bu kuruluşun değil, bütün çevre koruma etkinliklerinin simgesi olarak
görülüyor. Örgütün çalışmaları, alan projelerine doğrudan katılımdan, hükümetlere lobi
yapma faaliyetlerine kadar uzanıyor. WWF, 2002 yılında yayımlanan Yaşayan Gezegen
Raporu ile insanların doğa üzerindeki giderek artan olumsuz etkilerini göz önüne serdi.
Doğal Hayatı Koruma Derneği: New York çevresinde dört hayvanat bahçesi ve bir
akvaryum işleten Amerikan kuruluşu. 1895 yılında New York Zooloji Derneği adıyla kurulan
WCS, dünyanın en eski çevre koruma kuruluşlarından. 20’nci yüzyılın başlarında, dünyada
ilk defa yapay döllenme programı uygulayarak, Kuzey Amerika bizonunun soyunun
tükenmesini engelledi. WCS, hayvanat bahçelerinin doğal hayatın korunması için aktif olarak
çalışmaları gerektiği düşüncesinin öncüsü; bu konuda 50 ülkede 300 tane projesi vardır.
Uluslararası Fauna ve Flora: 1903 yılında avlanma ve yaşam alanlarını tahribatı yüzünden
azalan Afrika memelilerini korumak amacıyla kurulan FFI, Kruger ve Serengeti Milli
parklarının yapımında etkin rol oynadı. Merkezi Cambridge'te bulunan kuruluşun projeleri,
Belize'den Filipinler'e uzanan geniş bir alanda sürüyor. Çalışmaları arasında, önemli yaşama
alanlarının satın alınması, doğal hayata ilişkin araştırmalar ve yapay döllenme programları yer
alıyor.
TÜRKİYE'NİN ÇEVRE KONUSUNDA TARAF OLDUĞU ULUSLARARASI
SÖZLEŞMELER
•Akdeniz Genel Balıkçılık Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşma, Roma 1949
•Kuşların Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme, Paris 1959
•Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Teşkilatı Kurulması Hakkında Sözleşme, Paris 1951
•Nükleer Enerji Sahasında Hukuki Mesuliyete Dair Sözleşme
•İşçilerin İyonize Edici Radyasyonlara Karşı Korunması Hakkında Sözleşme, Cenevre 1960
•Atmosferde, Uzayda ve Sualtında Nükleer Silah Deneylerini Yasaklayan Sözleşme,
Moskova 1963
•Hayvanların Uluslararası Nakliye Sırasında Korunması Konusunda Avrupa Sözleşmesi, Paris
1968
•Dünya Kültür ve Tabiat Mirasının Korunması Hakkında Sözleşme, Paris 1972
•Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi, Bern 1979
•Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, Barselona 1976
•Akdeniz'in Gemi ve Uçaklardan Vaki Olan Boşaltmalarla Kirlenmesinin Önlenmesine Dair
Protokol, Barselona 1976
•Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi, Cenevre 1979
•Nükleer Kaza Halinde Erken Bildirim Sözleşmesi, Viyana
•Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve İmhasının Kontrolü Sözleşmesi, Basel
22.3.1989
•Gemilerin Sebep Olduğu Deniz Kirlenmesini Önleme Sözleşmesi
•Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve Ozon Tabakasını İncelten
Maddelere Dair Montreal Protokolü,
•Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Rio de Janeiro, 5.6.1992
•Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, 1992
•Özellikle Su Kuşları Yaşama Alanı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar
Hakkında Sözleşme (RAMSAR),
•Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Aralık 1994, Paris
•Antarktika Antlaşması,
•CITES Nesli Tehlikede Olan Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine ilişkin
Sözleşme
5. DOĞAL KAYNAKLARIN YÖNETİMİNE AİT İLKELER:
Hızlı nüfus artışı ve sanayileşme nedeniyle doğal kaynaklara yönelik talep giderek
artmaktadır. Ancak bazı doğal kaynakların sınırlı olması ve zaman içerisinde tükenecek
olması, mevcut kaynakların verimli kullanımını gerekli kılmaktadır. Doğal kaynakların etkin
bir şekilde kullanılması için de doğal kaynak yönetimi ile ilgili ilkelerin belirlenmesi
gerekmektedir.
6. SINIRLI KAYNAKLAR:
Su Kaynakları Tükeniyor
Yaşamın temel kaynağı sudur. Su, hem ekosistemlerin devamlılığı hem de insan yaşamı için
vazgeçilmezdir. Dünyada tatlı su miktarı toplam suların % 3’ünü oluşturur.
Dünya nüfusunun yaklaşık % 20’si yeterli içme suyundan yoksundur. %40’ı sağlıklı suya
ulaşamamaktadır.
Dünya Meteoroloji Örgütü raporuna göre 2025 yılında üç milyar insan susuzlukla karşı
karşıya kalacaktır.
Dünyadaki su kıtlığının ana nedenleri:
--- Yenilenebilir kaynak miktarının azlığı
--- Yanlış ve aşırı su kullanımı
--- Hızlı nüfus artışına bağlı olarak kişi başına düşen su miktarının azalması
Türkiye’de Su Varlığı
Türkiye’nin su varlığı 113 milyar m3 olup şimdilik kendine yetmektedir.
Fakat var olan kaynaklarını korumak ve geliştirmek için çeşitli çalışmalar yapmak zorundadır.
Son yıllarda su rezervlerinin korunması ve geliştirilmesi konusunda birçok proje hayata
geçirilmiştir.
Konya Kapalı Havzası Projesi
Bu proje Anadolu’nun su varlığı için önem arz etmektedir. Proje, Türkiye toplam alanının
%17’sini kapsamaktadır.
Konya Kapalı
Havzası’ndaki Sulak
Alanlar Alanı Özelliği Koruma Statüsü
Samsam Gölü 830 ha Hafif tuzlu SİT (1992)
Kozanlı Gölü 650 ha Tatlı su, sazlık SİT (1996)
Kulu Gölü 860 ha Hafif tuzlu SİT (1992)
Ereğli Sazlığı 37.000 ha Tatlı su, sazlık
SİT (1992), Doğa rezervi (6.787 ha)
Eşmek aya Sazlığı 11.250 ha Tatlı su ve tuz gölleri, sazlık
SIT (1992). Yaban Hayatı Koruma Sahası (4.500 ha)
Beyşehir Gölü 73.000 ha Tatlı su gölü
SİT (1988/91), Beyşehir Millî Parkı (88.787 ha), Kızıldağ
(Millî Parkı 59.400 ha), İçme suyu rezervi
Suğla Gölü 16.500 ha Tatlı su gölü -
Hotamış Sazlığı 16.500 ha Tatlı su, küçük tuz gölü
SİT (1992)
Bolluk Gölü 1.100 ha Tuz Gölü, tuzlalar SİT (1992)
Tersakan Gölü 6.400 ha Tuz Gölü, tuzlalar SİT (1992)
Tuz Gölü 260.000 ha Tuz Gölü, bozkır
SIT (1992), Özel Koruma Alanı (5000 km2 )
Doğal Hayatı Koruma Vakfı 2003 yılında havzada Akılcı Kalkınma Projesi başlatmış, bunun
hayata geçirilmesi için de şu çalışmalarda bulunmuştur.
--- Etkili ve sürdürülebilir havza yönetimi için gerekli kapasitenin oluşturulması
--- Pilot projelerin geliştirilmesi ve uygulanması
--- Entegre havza yönetim anlayışının kamuoyuna aktarılması
Türkiye’de Kaybolan Sulak Alanlar
--- Hatay’daki Amik Gölü, 1968’de başlatılan ıslah çalışmasıyla kurutulmuş, bu nedenle
çevrenin iklimi değişmiş, seller oluşmuştur.
--- Burdur’daki Kestel Gölü tarım alanı için kurutulmuştur.
--- Kahramanmaraş’taki Gavur Gölü tarım alanı elde etmek için yok edilmiştir.
--- Akşehir Gölü’nün 350 km2 si çöl olmuş, gölü besleyen bazı akarsular çeşitli şekillerde
kurumuştur.
--- 1977’de 260 bin hektar olan Tuz Gölü 2004 yılında 160 bin hektara düşmüştür.
--- Konya havzasında Samsam ve Hotamış Gölü, Eşmekaya Sazlığı, Suğla Gölü tarım arazisi
elde etmek için kurutulmuştur.
--- Sultan Sazlığı, Ramsar alanından biridir, çünkü koruma altındadır. Atıklar nedeniyle tehdit
altındadır.
7. DOĞAYLA UYUMLU YAŞAMAK:
Çevrenin Önemi ve Korunması
Çevre insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı
olarak etkileşim içinde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal ve ekonomik ortamdır.
Canlılar doğal çevreyle sürekli etkileşim halindedir. Doğal çevrenin bozulması çevre
sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Doğal faktörlerin azalması çevrenin önemini
artırmış, bu nedenle çevre koruma fikri gelişmiştir. Günümüzde doğal çevrenin korunması ve
iyileştirilmesi giderek önem kazanmıştır.
Çevre Koruma Projeleri
Ülkemizde doğal çevrenin korunması amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bunların en
önemlileri sulak alanlar ile ilgili hazırlanan projelerdir. Bu projeler, sulak alanlar, Uluabat
Gölü ve gölde biyoçeşitlilik olarak belirlenmiş ve uygulanmıştır.
Sulak Alanlar
Sulak alanlar, tropikal ormanlar gibi en fazla oksijen üreten ekosistemlerdir. Buralarda çok
sayıda canlı yaşama imkânı bulduğu için biyoçeşitlilik oldukça fazladır.
Bilgi Notu: Türkiye, sulak alanlar bakımından Avrupa ve Orta Doğu'nun en zengin ülkesidir.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nca yapılan değerlendirmelerde 250 tane doğal alanın
uluslararası öneme sahip olduğu tespit edilmiştir.
Uluabat Gölü: Bursa’da merkeze 25 km uzaklıktadır. Göl normal seviyesinde 160 km2 yüz
ölçümüne sahiptir. Ortalama derinliği 2,5 m’dir. Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafa
Kemal Paşa Çayı’dır. Göl suları, Uluabat Deresi ile Susurluk Çayı’na ve bu çay aracılığıyla
Marmara’ya akar.
Uluabat Gölü’nde Biyoçeşitlilik: Gölde nesli tükenme tehlikesi altında olan karabatak, tepeli
pelikan, flamingo, bıyıklı samur, su samuru ve nilüfer bitkisi yaygın olarak görülür.
Göl, göç yolları üzerinde olması ve Kuş Gölü’ne komşu olması nedeniyle kuş varlığı
yönünden en önemli sulak alanlardan biridir. 1996 yılında yaklaşık 429.000 su kuşunun gölde
yaşadığı tespit edilmiştir.
U lu aba t Gö lü Pro je s iy l e Meyd ana Gel en Değ i ş ik l ik
Pro j ed en Ön ce Pro j ed en S on ra
Mustafa Kemal Paşa Çayı’nın göle
döküldüğü yerdeki kirlenme nedeniyle balık
üremesi olumsuz yönde etkilenmiştir.
Göl çevresinde kirliliğe neden olan Mustafa
Kemal Paşa Çayı kaynaklı kirliliğin
azaltılması yönünde ilgili kurum ve
kuruluşlarca denetim ve proje geliştirme
çalışmaları hız kazanmıştır.
Avcılık, su kuşlarını tehdit eden en önemli
sorundu.
Halkın bilgilendirilmesine bağlı olarak
avcılıkta ciddi bir düşüş yaşanmıştır.
Göl çevresindeki yerleşimlerin evsel atık
suları arıtılmadan göle verilmekteydi.
Eskikaraağaç köyünde yapay sulak alan
arıtım sistemi kuruldu. İlgili kamu kurumlan
ve üniversitelerin de katkılarıyla köyün
evsel atık suları artık doğal yöntemlerle
arıtılıyor.
Gölde aşırı avcılık nedeniyle turna balıkları
yeterli düzeyde büyümeden avlanıyordu. Bu
nedenle turna balığı sayısı azalmıştır.
Turna balığı sayısı, balıkçılık kooperatifinin
avlanma yasağı olduğu dönemlerdeki doğru
uygulamaları ve jandarmanın denetimi
sonucunda % 50 oranında artmıştır.
1986 yılında ortaya çıkan mantar hastalığı
yüzünden yöre halkı için önemli bir geçim
kaynağı olan kerevit artık avlanamaz hâle
gelmiştir.
Kerevit yeniden avlanabilecek düzeye
ulaştı. Ancak ucuz fiyata satılan Çin kereviti
yüzünden ekonomik anlamda cazibesini
yitirdi. Bundan dolayı artık avlanmıyor.
Uluabat Gölü, kuş göç yolu üzerinde
olduğundan, göç eden ve bu alanda yuva
kuran leylek ve pelikanlar, uçuş güzergâhı
üzerindeki elektrik hatlarının kopmasına
neden oluyordu. Bu durum kuşların
azalmasına ve köylerin elektriksiz
kalmasına kadar varan sorunlara yol
açıyordu.
Leylek Dostu Köylüler Projesi ile
leyleklerin hatlara çarparak ölmesi ve
yuvalarının dağılması, kurulan leylek
platformlarıyla önlendi. Ulusal kuş gözlem
ağına raporlanarak gönderilmesi için,
köylerde gönüllü genç gözlemciler
tarafından bir izleme ağı oluşturuldu.
Proje öncesinde yöre halkı Uluabat Gölü
ekosistemi ve önemi hakkında fazla bir
bilgiye sahip değildi.
Çocuk ve gençlere yönelik çevre eğitimleri
sayesinde Uluabat Gölü nün doğal ve
kültürel değerlerinin korunması yönünde
eğitim ve bilinç düzeyi artırıldı.
Bilgi Notu:
Ramsar Sözleşmesi: 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde birçok ülke tarafından sulak
alanların korunması yönünde imzalanan bir sözleşmedir. Tüm sulak alanların korunmasına
birincil öncelik sağlanması, sulak alan ekosistemlerindeki biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesi
yönünde gerekli önlemlerin alınması bu görüşmeler sonucunda karara bağlandı. Ramsar
Sözleşmesine Türkiye 1993 yılında imza attı. Türkiye'de 19'u önemli olmak üzere 250’yi aşkın
sulak alan sözleşme kapsamına alındı. Sözleşmeye taraf olan ülkeler, sınırları dâhilindeki tüm
sulak alanları korumak, geliştirmek ve akılcı kullanımı sağlamakla yükümlüdür.
Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED): ÇED belirli bir proje veya gelişmenin, çevre
üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği bir süreçtir. Yeni yapılan proje ve gelişmelerin
sürekli veya geçici etkilerini, sosyal sonuçlarını ve alternatif çözümlerini içine alacak şekilde
analizi ve değerlendirilmesidir.
ÇED'in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik
politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz
çevresel etkilerin önceden tespit edilip gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktadır. ÇED,
ülkemizde 7 Şubat 1993 tarihinden bu yana uygulanmaktadır.
8. DOĞAL MİRASIN KORUNMASI:
Doğal miras; estetik, kültürel, bilimsel ve ekonomik unsurlarla zenginleşen doğal
güzelliklerin ve biyolojik çeşitliliğin oluşturduğu değerlerdir. Bilimsel veya görsel açıdan az
rastlanan, küresel değeri olan jeolojik ve morfolojik oluşumlar, tükenme tehdidi altındaki
hayvan ve bitki türlerinin yetiştiği yerler doğal miras alanları olarak kabul edilir. Doğal
mirasların korunma altına alınması hem doğanın korunması hem de doğal kaynakların sağlıklı
tüketilmesi açısından önemlidir. Korunması gereken doğal miras jeolojik, jeomorfolojik,
traverten, mağara, kıyı, şelale, ilginç yapılar veya ormanlar olabilir.
Doğal Miras Alanları ve Ekosistem
Ortak doğal miraslardan bazıları ekolojik tür ve çeşitlilik bakımından önemlidir. Örneğin,
Galapagos Adaları, Yellowstone Ulusal Parkı ve Batı Karadeniz’de Yenice ormanları tür ve
çeşitlilik bakımından zengindir.
Ekolojik tür ve çeşitlilik bakımından zengin olan doğal mirasların korunma altına alınması
ekosistemler ve doğal dengenin sağlanması bakımından önemlidir. Örneğin, ormanların
korunması ile su dengesinin düzenlenmesi, erozyonun önlenmesi ve karbon dengesinin
korunması sağlanacaktır.
Başlıca Doğal Miras Alanları
Galapagos Adaları: Büyük Okyanus’un batısında Ekvador’a bağlı adalardır. Volkanik bir
yapıya sahip olan adalar, zengin su altı yaşamı, tür ve biyoçeşitliliğe sahiptir. Doğal
zenginlikleri nedeniyle Yeryüzü Cenneti olarak adlandırılır.
İguaçu Çağlayanı: 1984 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış olan
İguaçu Çağlayanı Millî Parkı Güney Amerika’da bulunmaktadır.
Avustralya Mercan Resifleri: Tropik denizlerde oluşan mercanlar, tropikal yağmur
ormanları biyomu kadar zengin tür ve çeşitliliğe sahip, okyanuslar için son derece önemli
biyomlardır. Mercan resiflerinin en geniş ve özgün örneğini oluşturan Avustralya Mercan
Resifleri koruma altındadır.
Doğal Mirasın korunması için yapılması gerekenler şunlardır;
--- Biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin korunması için çalışmalar yapılmalıdır.
--- Çöpler geri dönüşüm için ayrılmalıdır.
--- Organik ürün kullanılmalıdır.
--- Orman alanları genişletilmelidir.
--- Su kaynakları bilinçli ve ekonomik kullanılmalıdır.
--- Geri dönüşüme önem verilmelidir.
--- Yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalıdır.
9. ÇEVRE BİLİNCİ:
Çevrenin doğal ya da çeşitli müdahalelerle değişmesi o bölgede bulunan tüm canlı
faaliyetlerini etkilemektedir. Boyutları ve etkileri genişleyen çevre sorunları toplumların çevre
konusunda daha bilinçli olması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Gelecek nesillerin daha
sağlıklı ve güvenilir bir ortamda yaşamalarını sağlamak için çevreye duyarlı bireyler
yetiştirmek, bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu amaçla çevre sorunlarının ortaya çıkmasında
etkili olan bireylerin bu sorunların giderilmesinde de üzerlerine düşen sorumlulukların neler
oldukları bilincine ulaştırılmaları gerekmektedir.
Çevre bilinci bireylerin ve toplumların çevre ile dengeli bir şekilde ilişkilerde bulunabilmesi
için sahip olması gereken davranış, tutum ve düşünce şeklidir. Bunun temelinde insanların
çevreyi tahrip etmeden, ondan yararlanma ilkesi yatmaktadır. Doğayı korumak, yaşadığımız
çevredeki ortak kullanım alanlarını paylaşmak, canlı yaşamına ve kendi hak ve
ihtiyaçlarımıza olduğu kadar biyoçeşitliliğe ve çevreye de saygı duymak çevre bilincinin
temel amaçlarıdır.
Çevre bilincini oluşturmak için küresel ve yerel çevre sorunları konusunda herkes duyarlı
olmalı ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmelidir.