1.bÖlÜm: doĞadakİ ekstrem olaylar - yahyagungor.net±nıf-ders-notları.pdf · c. hidrolik...

65
1.BÖLÜM: DOĞADAKİ EKSTREM OLAYLAR 1. Doğanın Ekstremleri Doğadaki Ekstrem Durumlar Doğa olayları her zaman normal süreç içinde gerçekleşmez. Bazen normal süreçlerinin dışına çıkarak o güne kadar görülmeyen ya da çok nadir görülen doğa olayları şeklinde gerçekleşir. Ekstrem doğa olayları olarak adlandırılan bu olaylar, doğal süreçler üzerinde önemli etkiye sahiptir. Ekstrem doğa olayları, klimatolojik, jeolojik ve hidrolojik karakterli olmak üzere üç grupta toplanır. A. Klimatolojik Karakterli Ekstrem Olaylar 1. Ekstrem Sıcaklıklar (Aşırı Sıcak ve Soğuklar) Bir yerde ölçülen en yüksek sıcaklık ve en düşük sıcaklık değerleri başta insan olmak üzere o yörede birçok canlı türünün yaşamını olumsuz etkiler. Bugüne kadar yapılan ölçümlere göre yeryüzünde en yüksek sıcaklık değerleri 13 Eylül 1922 tarihinde Libya'nın El Aziz kentinde 57°C olarak ölçülmüştür. Yeryüzünde ölçülen en düşük sıcaklık ise 21 Temmuz 1983 tarihinde Antarktika’da Vostok istasyonunda -89,2°C olarak ölçülmüştür. Sıcaklıklarda oluşan ekstrem değerler doğal sistemler üzerinde en büyük etkiyi kuraklık olarak gösterir. Uzun süreli aşırı sıcak veya soğuklar kuraklığa neden olur. Türkiye’de de aşırı sıcaklar ve aşırı soğuklar sonucu kuraklık görülebilmektedir. Bu durum üzerinde Türkiye'nin orta kuşakta yer almasının etkisi vardır. Çünkü Türkiye kutup bölgelerinden gelen soğuk hava kütlelerinin etkisiyle ani soğuyabilmekte ve ekvatora yakın bölgelerden gelen hava kütleleriyle de ani ısınabilmektedir. Sibirya kökenli soğuk karasal hava kütlesi ile denizel kutbi soğuk hava kütlesinin Türkiye’yi uzun süre etkilemesi aşırı soğukların yaşanmasına neden olur. Bu etkinin sonucunda Türkiye’de bugüne kadar ölçülen en düşük sıcaklık 9 Ocak 1990 tarihinde Van'ın Çaldıran ilçesinde -46,4°C olarak ölçülmüştür. Sözü edilen hava kütlelerinin etkili olduğu dönemlerde insan ve diğer canlıların yaşamı olumsuz etkilenmekte, su yüzeyleri donmakta, hidroelektrik enerji üretimi aksamakta ve büyük ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Türkiye'de aşırı sıcakların oluşması karasal tropikal sıcak hava kütlelerinin (Basra alçak basıncı) ve denizel tropikal sıcak hava kütlelerinin (Asor yüksek basıncı) belli dönemlerde güney ve batı yönlerinden etkili olmasıyla açıklanır.

Upload: others

Post on 21-Sep-2019

36 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

1.BÖLÜM: DOĞADAKİ EKSTREM OLAYLAR

1. Doğanın Ekstremleri

Doğadaki Ekstrem Durumlar

Doğa olayları her zaman normal süreç içinde gerçekleşmez. Bazen normal süreçlerinin dışına

çıkarak o güne kadar görülmeyen ya da çok nadir görülen doğa olayları şeklinde gerçekleşir.

Ekstrem doğa olayları olarak adlandırılan bu olaylar, doğal süreçler üzerinde önemli etkiye

sahiptir. Ekstrem doğa olayları, klimatolojik, jeolojik ve hidrolojik karakterli olmak üzere üç

grupta toplanır.

A. Klimatolojik Karakterli Ekstrem Olaylar

1. Ekstrem Sıcaklıklar (Aşırı Sıcak ve Soğuklar)

Bir yerde ölçülen en yüksek sıcaklık ve en düşük sıcaklık değerleri başta insan olmak üzere o

yörede birçok canlı türünün yaşamını olumsuz etkiler. Bugüne kadar yapılan ölçümlere göre

yeryüzünde en yüksek sıcaklık değerleri 13 Eylül 1922 tarihinde Libya'nın El Aziz kentinde

57°C olarak ölçülmüştür.

Yeryüzünde ölçülen en düşük sıcaklık ise 21 Temmuz 1983 tarihinde Antarktika’da Vostok

istasyonunda -89,2°C olarak ölçülmüştür.

Sıcaklıklarda oluşan ekstrem değerler doğal sistemler üzerinde en büyük etkiyi kuraklık

olarak gösterir. Uzun süreli aşırı sıcak veya soğuklar kuraklığa neden olur. Türkiye’de de aşırı

sıcaklar ve aşırı soğuklar sonucu kuraklık görülebilmektedir. Bu durum üzerinde Türkiye'nin

orta kuşakta yer almasının etkisi vardır. Çünkü Türkiye kutup bölgelerinden gelen soğuk hava

kütlelerinin etkisiyle ani soğuyabilmekte ve ekvatora yakın bölgelerden gelen hava

kütleleriyle de ani ısınabilmektedir.

Sibirya kökenli soğuk karasal hava kütlesi ile denizel kutbi soğuk hava kütlesinin Türkiye’yi

uzun süre etkilemesi aşırı soğukların yaşanmasına neden olur. Bu etkinin sonucunda

Türkiye’de bugüne kadar ölçülen en düşük sıcaklık 9 Ocak 1990 tarihinde Van'ın Çaldıran

ilçesinde -46,4°C olarak ölçülmüştür. Sözü edilen hava kütlelerinin etkili olduğu dönemlerde

insan ve diğer canlıların yaşamı olumsuz etkilenmekte, su yüzeyleri donmakta, hidroelektrik

enerji üretimi aksamakta ve büyük ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Türkiye'de aşırı

sıcakların oluşması karasal tropikal sıcak hava kütlelerinin (Basra alçak basıncı) ve denizel

tropikal sıcak hava kütlelerinin (Asor yüksek basıncı) belli dönemlerde güney ve batı

yönlerinden etkili olmasıyla açıklanır.

Bu etki yaz aylarında daha fazladır. Türkiye’de günümüze kadar ölçülen en yüksek sıcaklık

14 Ağustos 1993 tarihinde Mardin’de 48,8°C olarak ölçülmüştür. Türkiye’de aşırı sıcakların

yaşandığı dönemlerde akarsu, göl ve barajlardaki su seviyesi alçalmakta, içme ve kullanma

suyu ile tarımsal sulamada sıkıntı çekilmekte, tarımsal verim düşmektedir. Ayrıca insan ve

diğer canlıların yaşamı olumsuz etkilenmektedir.

2. Şiddetli Rüzgârlar ve Fırtınalar

Kasırga, hortum ve tayfun gibi adlarla ifade edilen şiddetli rüzgâr veya fırtınalar çok büyük

can ve mal kaybına yol açan klimatolojik karakterli hava olaylarıdır. Bu olaylar sürekli alçak

basınç alanları olan tropikal bölgelerde ani basınç değişiminden meydana gelmektedir.

Saatteki hızı 300 km’yi bulabilen bu rüzgârlar sarmal hava hareketleri olduklarından

hortumlara neden olurlar. Bünyelerine aldıkları nem yükseklerde yoğuşarak şiddetli yağışlara

neden olur. Karalar üzerine geldiklerinde şiddetleri azalsa da oluşturdukları yağışlar

sonucunda büyük hasara neden olurlar. Ayrıca bu rüzgârlar estiği deniz veya okyanus

sularının kabarmasına, büyük dalgaların oluşmasına ve su baskınlarına neden olur. Çok sayıda

can kayıplarına neden olduğu gibi, ev ve işyerlerinin de yıkılmasına neden olur.

Örneğin, Hint Okyanusu'nda ocak-mart ayları arasındaki şiddetli tayfunların, Florida’da

haziran-kasım ayları arasında oluşan tropikal hortumların çapları 300-1000 km’yi bularak söz

konusu zararlara neden olmaktadır. 1990 yılında ABD’nin Teksas eyaletindeki Galveston

yerleşim merkezinde etkili olan kuvvetli rüzgârlar ve bunların neden olduğu su baskınları

sonucu çok sayıda insan ölmüştür.

Kasırga, hortum, hurricane, tayfun gibi şiddetli rüzgârlar daha çok Orta Amerika, Güneydoğu

Asya ve Avustralya'da etkili olur. Bu tür rüzgârların etkisi Türkiye'de fazla değildir. Bu

durumun nedeni Türkiye’nin orta enlemlerde yer almasıdır.

B. Jeolojik ve Jeomorfolojik Karakterli Ekstrem Olaylar

1. Tsunami

Deniz veya okyanus tabanında oluşan depremin, deniz tabanını ani olarak yükseltmesi sonucu

suların kıyıya doğru hareket etmesiyle oluşur. Bu dalgalar 0-50 m yüksekliğinde olabilir.

Hızları saatte 800 km ye kadar ulaşabilir. Tsunamiler su kütlelerinin fazla olduğu

okyanuslarda daha etkili olmaktadır. Deniz ve okyanus tabanlarında oluşan volkanik

faaliyetlerde tsunami oluşturabilir.

1960 yılının mayıs ayında Şili açıklarında oluşan depremin neden olduğu tsunami Şili

kıyılarını etkiledikten sonra okyanusun diğer kıyısında bulunan Japonya kıyılarında da etkili

olmuştur. Bu durum tsunamilerin etki alanlarının geniş olduğunu göstermektedir. 1883 yılında

Endonezya'da Karakatau Yanardağının püskürmesiyle oluşan tsunami 35 m. yüksekliğinde

dalgalar oluşturarak Sumatra ve Java adalarında 36.500 kişinin ölümüne neden olmuştur. Yine

26 Aralık 2004 tarihinde, Endonezya’nın Sumatra Adası açıklarında 9 büyüklüğünde oluşan

deprem sonrası meydana gelen tsunami Güneydoğu Asya’da 10 ülkede 150.000 den fazla

kişinin ölmesine neden olmuştur.

2. Depremler

Çok sık meydana gelen depremlerin çoğunun şiddeti çok az olduğundan insanlar tarafından

hissedilemez. Fakat şiddetli depremler yıkıcı etkide bulunur ve doğada çeşitli değişimlere

neden olur.

Bunlar,

--- Tsunamilerin oluşması Fayların (kırıkların) oluşması

--- Zeminde sıvılaşmanın olması

--- Kaynak ve kaplıca sularının kimyasal ve fiziksel özelliklerinde değişimlerin olması

--- Göl ve yer altı su seviyelerinde değişimlerin olması Akarsu yataklarının yer değiştirmesi

--- Kıyı şeridinin yer değiştirmesi

--- Heyelan ve toprak kayması gibi kütle hareketlerinin olması

şeklinde sıralanabilir.

Çin'in Shensi kentinde 1550 yılında yaşanan depremde 830.000 kişi ölmüş ve bu olay tarihe

en fazla can ve mal kaybının olduğu deprem olarak geçmiştir. Türkiye’de ise 26 Aralık

1939'da Erzincan'da yaşanan 8 büyüklüğündeki depremde 30.000 kişi hayatını kaybetmiştir.

Bu deprem bugüne kadar bilinen Türkiye'de en büyük deprem olmuştur.

3. Volkanik Olaylar

Volkanik patlamalar sonucu bol miktarda malzemenin yeryüzüne çıkması ile bir taraftan

volkanik araziler oluşur, bir taraftan da duman ve küller atmosferi kaplayarak güneş

ışınlarının yeryüzüne ulaşmasını engeller. Bu durum sonucunda bir süre sıcaklık azalması

yaşanabilir. Ayrıca volkanizma sonucu yüzeye çıkan lavlar çok sayıda insanın hayatını

yitirmesine neden olabilir. Örneğin 1883 yılında Endonezya'nın Karakatau Yanardağında

oluşan patlama sonucu binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Okyanus tabanında meydana

gelen volkanik patlamalar sonucu su sıcaklığı artar ve bazı canlılar bu durumdan olumsuz

etkilenir. Buzul bölgelerinde oluşan volkanik püskürmeler buzulların hızla erimesine yol

açtığından büyük sel felaketleri yaşanabilmektedir.

4. Heyelanlar

Yeryüzünde sık sık meydana gelen kütle hareketleri arasında heyelanlar önemli yer tutar.

Heyelan toprağın eğim yönünde yerçekimine bağlı olarak kütle halinde yer değiştirmesidir.

Heyelanların oluşumunda arazinin eğimi, tabaka yapısı ve yağışlar en etkili faktörlerdir.

Heyelanların sonucunda oluşabilecek olaylar şu şekilde sıralanabilir.

--- Doğal hayat kesintiye uğrar ve bazı canlılar yok olur.

--- Tarım alanlarındaki verimli topraklar, heyelanlarla taşınan verimsiz topraklarla örtülür.

--- Ağaçlar ve diğer bitkiler yerinden sökülerek toprak tabakasıyla eğim yönünde taşınır. Bitki

formasyonu bozulur.

--- Bazı havza veya akarsu önleri kapanarak heyelan set gölleri oluşur.

Heyelanlar zaman zaman çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur.

C. Hidrolik Karakterli Ekstrem Olaylar

1. Aşırı Yağışlar

Uzun yıllar boyunca elde edilen yağış ortalamalarının çok üstünde gerçekleşen yağışlar aşırı

yağışlar olarak adlandırılır. Bu yağışlar yağmur, kar ve dolu şeklinde gerçekleşir. Aşırı

yağışların ortaya çıkardığı en önemli sorunlar sel ve taşkınlardır. Sel ve su taşkınları bazen

çok sayıda can ve mal kaybına yol açabilmektedir.

2. Kuraklık

Yağışların kaydedilen normal değerlerin çok altına inmesi kuraklığa neden olur. Kuraklık

yavaş gelişir fakat etkisi uzun sürer. Meteorolojik karakterli doğal afetler içinde tahmini en

zor olan kuraklıktır. Kuraklığın etki alanı diğer doğal afetlere göre daha geniştir.

Yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgâr ve düşük nem kuraklığın oluşmasında etkili olan faktörlerdir.

Örneğin 1907 yılında Çin'de meydana gelen kuraklık sonucu 24 milyon insan zarar

görmüştür.

Bir bölgede uzun süreli kuraklık yaşanması sonucunda,

--- Tarımsal ürünlerin üretiminde azalma

--- Üretilen tarım ürünü çeşidinde azalma

--- Otlak ve ormanlık alanlarda azalma

--- Yer altı ve yer üstü su seviyesinde azalma

--- Hayvan ölümlerinde artma

--- Bazı su canlılarının türlerinde ve miktarlarında azalma

--- Bölge halkının başka alanlara göç etmesinde artma gerçekleşir.

2. İnsan ve Doğa Etkileşimi

Doğal ve Beşeri Süreçler Arasındaki Etkileşim

İnsanlar ilk dönemlerde yaşamlarını daha çok doğanın işleyişine uydurmuşlardır. Dünya'yı

keşfettikçe ve Dünya hakkındaki bilgileri arttıkça doğanın işleyişine daha fazla müdahale

etmeye başlamışlardır. Özellikle teknolojik gelişmeler sonucu insanın doğaya müdahale gücü

artmış ve doğal sistemlerin işleyişine müdahalesi hız kazanmıştır. İnsanın doğal sistemlerin

işleyişine etkisi son dönemlerde çok daha fazladır. Bu durumu örneklendirecek pek çok eser

vardır.

İki Ülkeyi Birleştiren Yol:

Manş Tüneli

Manş Denizi'nin altından Fransa ve İngiltere’yi birbirine bağlayan tüneldir. Yeryüzünün en

uzun su altı tünelidir. 50,5 km uzunluğunda olan bu tünelin 37,9 km si deniz altındadır. Deniz

seviyesinin 91 m altında yapılan bu tünel aralarında 30 m kadar mesafe olan iki demiryolu

tüneli ile bunları bağlayan geçitlerden oluşur.

Çölde Oluşan Yaşam Alanı:

Kaliforniya'daki Central Valley Projesi

insanların doğal çevreye etkileri sonucu çöl alanları bile günümüzde verimli tarım alanlarına

dönüşebilmektedir. Örneğin Kaliforniya'daki eski çöl alanı olan Central Valley sulama

kanalları sayesinde verimli bir tarım alanına dönüşmüştür. Barajlarda biriktirilen sular

kanallarla barajların güneyinde yer alan kurak alanlara bağlanmış ve böylelikle çöl alanlarında

turunçgil yetiştirmeye başlanmış hayvanlar için otlaklar oluşturulmuştur.

Dünya’daki En Büyük Su Nakli Projesi:

Libya Yapay Nehir Projesi

Çöl bölgelerini tarım alanlarına dönüştürmek için yapılan bir başka proje de Libya yapay

nehir projesidir. 1984 yılında yapımına başlanan bu proje ile Libya'nın güney kesimlerindeki

yer altı sularının kuzey kesimindeki çöl bölgelerine taşınması amaçlanmıştır. Günde 5 milyon

m3 su taşıyacak olan proje tarım alanlarına 150.000 hektar yeni tarım alanı katacaktır. Proje

bittiğinde sutaşıma hattının uzunluğu 4.000 km’yi bulacaktır. Bu uzunluk projeye Dünya’nın

en uzun su nakli projesi unvanını kazandırmıştır.

İsviçre ve Dağlar

İsviçre Alpleri güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan iki dağ sırasından oluşur. Bu

dağlar İsviçre'nin yaklaşık %60'ını oluşturur ve yükseltileri yer yer 4.000 m’yi geçer.

İsviçreliler Alp Dağları'nın olumsuz koşullarına rağmen uzun tüneller ve viyadükler yaparak

hem karayolunu hem de demiryolunu ülkenin hemen her köşesine ulaştırmışlardır. Ayrıca bu

dağlık alanları kış turizmi açısından da değerlendirmişler ve turizm gelirlerinin %60 kadarını

Alp Dağları bölgesinden elde eder duruma gelmişlerdir.

Kıyı Bölgelerinin Doldurulması

Toprakları yetersiz veya elverişsiz olan ülkeler kıyı bölgelerini doldurarak çeşitli şekillerde

değerlendirmişlerdir. Bu duruma en güzel örneklerden biri Hollanda'dır. Hollanda kıyılarının

büyük bir bölümü deniz seviyesinde veya deniz seviyesinin altında olmasından dolayı fırtına-

lar ve deniz seviyesindeki yükselmeler sonucu ülke kıyıları sık sık kıyı taşkınlara ve su

erozyonuna maruz kalmaktadır.

Ülke taşkınlara karşı yapay ve doğal birimlerden oluşan bir kıyı koruma sistemi ile

korunmaktadır. Bu amaçla denizden arazi kazanma, taşkın koruma setleri yapımı ve deniz

seviyesinin kontrolü çalışmalarını yapmışlardır. Japonya da, kıyı bölgelerinin doldurulmasıyla

toprak kazanımı yapan ülkelerden biridir. Örneğin, Aichi Bölgesi'ndeki Nagoya Hava Alanı

denizden kazanılan arazi üzerinde yapılmıştır.

Türkiye’de Doğu Karadeniz sahil yolunun yapımı esnasında yer yer denizi doldurarak arazi

kazanımı elde etmiştir.

3. Yarından Sonra (Doğa'nın Yakın Geleceği)

Yeryüzünün oluşumundan beri jeolojik devirler boyunca iklimler sürekli bir değişim içinde

olmuştur. 21. yüzyılda ise küresel iklim değişmeleri önceki yıllara göre daha kuvvetli

olacaktır. Sıcaklık ekstremlerinin kara ve deniz buzullarında azalmalara, şiddetli tropikal

fırtınalarda artışlara yol açması beklenmektedir.

Karbondioksit, metan ve diazotmonoksit gibi gazların atmosfere salınımı artmaktadır. Bu

gazlar Güneş'ten gelen ve yerden yansıyan ışınları tutarak Dünya’nın aşırı ısınıp, aşırı

soğumasını önler. Bu gazların atmosfere salınımının artması Dünya'daki iklim koşullarının

önemli ölçüde değişmesine neden olmaktadır. Bu değişimlerin başında küresel ısınma

gelmektedir. Bu gazların artması sonucunda güneş ışınları atmosferde daha çok tutulur ve yer-

yüzünde sıcaklık artar. Bu gazlar içinde en fazla artış karbondioksit gazında olmuştur. Bu

durumun nedeni ise fosil yakıt tüketiminin artmış olmasıdır.

Küresel ısınma sonucunda meydana gelmesi beklenen değişmeler şunlardır;

Buzulların erimesi

--- Son yıllarda yapılan incelemeler kutup bölgelerindeki buzulların inceldiğini

göstermektedir.

--- Buzulların erimesiyle birlikte,

--- Deniz seviyesinin yükselmesi ve kıyı çizgisinin karalara doğru ilerlemesi ve çok sayıda

insanın göç etmesi

--- Yükseltisi deniz seviyesinde veya deniz seviyesinin altında olan Hollanda, İngiltere,

Bangladeş ve Danimarka gibi ülkelerin önemli bölümünün deniz suları altında kalması

--- Okyanus ve açık deniz sularının sıcaklık ve tuzluluk özelliklerinde belirgin değişmeler

olması Tuzlu sularla tatlı suların karışması ve bunun sonucunda tatlı suların büyük bir

kısmının kullanılamaz hale gelmesi

--- Kıyı ekosistemini oluşturan canlı türlerinin bazılarının yok olması

--- Okyanus akıntılarının yavaşlaması ve etki alanının azalması

--- İklim değişmelerinin hız kazanarak pek çok canlı türünün olumsuz etkilenmesi

beklenmektedir.

Bilgi Kutusu: Küresel ısınma sonucu buzul erimeleri gerçekleşeceğinden beraberinde küresel

soğumaya neden olabileceği de olasılıklar arasında kabul edilmektedir. Bu olasılık sıcak su

akıntılarının etki alanının buzul erimesi sonucu azalacağı varsayımına dayandırılmaktadır.

Bitki ve Hayvanların Küresel Isınmadan Etkilenmesi

Bitki ve hayvan türlerinin yaşayabilmesi için bu türlerin birbirinden farklı sıcaklık

gereksinimleri vardır, iklim koşullarındaki değişmelere bağlı olarak bitki ve hayvan türleri de

değişen koşullara uyum sağlamaya çalışacaktır, iklim değişikliklerinin hızı artarsa bu uyum

gerçekleşemeyeceğinden pek çok bitki ve hayvan türü yok olabilecektir. Ayrıca sıcaklık

koşullarındaki artışa bağlı olarak şimdileri orta kuşakta yetişme alanı bulan bazı bitkiler kutup

kuşağı çevresinde de yetişebilecektir.

Küresel ısınmaya bağlı olarak yukarıda anlatılanlar dışında, kuraklığın ve orman yangınlarının

artması, bazı su kaynaklarının kuruması, salgın hastalıkların etkili olması, mevsim sürelerinin

değişmesi gibi sonuçlarında ortaya çıkması beklenmektedir.

Süper Volkanlar

Bilinen volkanik olaylardan yüzlerce kat daha büyük olabileceği varsayılan doğa olaylarına

süper volkan denir. Bu volkanların etkili olabileceği alan çok geniştir. Ayrıca bu tür

volkanlardan atmosfere yayılan küller geniş çaplı iklim değişikliklerine yol açabilir. Bilimsel

çalışmalar sonucunda yapılan değerlendirmeler göre, volkanlardan atmosfere yayılan sülfürik

asitin oluşturduğu tabaka güneş ışınlarını ve yeryüzünden yansıyan ısıyı emerek buzul

çağlarının yaşanmasına yol açabilir.

Süper volkanların geçmiş dönemlerde yaşandığı Yellow Stone (ABD) ve Toba Dağı

(Endonezya) gibi yerlerde yerin derinliklerinden gelebilecek bu tür riskler daha fazladır.

2.BÖLÜM: UYGARLIKLARIN ORTAYA ÇIKIŞI

1. İlk Kültür Merkezleri (İlk Uygarlıklar)

Ülke veya toplumların maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim ve teknoloji

ürünlerinin tamamı uygarlık veya medeniyet olarak adlandırılır. Yeryüzünde coğrafi şartlara

bağlı olarak ırk, dil, din ve yaşam tarzı bakımından birbirinden farklı medeniyetler doğmuş ve

gelişmiştir. Bu medeniyetlerin oluşmasına coğrafi şartlarla birlikte farklı toplumların katkısı

olmuştur. Genellikle medeniyetler isimlerini kuruldukları bölgeden veya o medeniyeti kuran

topluluktan almaktadır.

Medeniyetlerin oluşmasında iklim koşulları önemli faktörlerden biridir. Son buzul döneminde

insanlar, dünya üzerinde daha dağınık halde yaşıyorlardı. Buzul devrinin sonlarında

sıcaklıkların artması ve iklim koşullarının değişmesine bağlı olarak buzul alanları azalmıştır.

10-12 bin yıl öncesinden bugüne kadar Büyük Sahra, Arabistan Çölleri ve Orta Asya başta

olmak üzere Dünya’nın birçok yerinde iklim gittikçe kuraklaşmıştır. İklim değişikliği ile

birlikte kuraklaşan bölgelerde dağınık halde yaşayan insanlar, su kaynaklarına yakın

alanlardaki vadi boylarında toplanmışlardır. Buzul çağının sona ermesi insanları avcılık ve

toplayıcılıktan tarım toplumuna geçişe zorlamıştır. Böylece iklim değişikliği uygarlıkların

doğmasında ve gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Bu coğrafi nedenlere bağlı olarak ilk

büyük medeniyetler kurak ve yarı kurak alanlarda doğmuştur.

İlk Medeniyetlerin Kuruluşu

a. Mezopotamya Medeniyeti

Mezopotamya güneyden Suriye ve Arabistan çöllerine açık, kuzey ve kuzeydoğudan yüksek

dağlarla çevrili geniş bir düzlüktür. Varlığı ve önemi Anadolu topraklarından doğan Dicle ve

Fırat nehirlerinden kaynaklanır. Mezopotamya “İki nehir arasındaki yer” anlamına gelir. Bu

medeniyet Fırat ve Dicle nehirleri tarafından sulanan verimli Mezopotamya ovasında kurulan

kültürlerden oluşur. Sümerler, Akadlar, Babiller, Asurlular Mezopotamya Medeniyetini

oluşturan uygarlıklardır.

Mezopotamya'da tarıma uygun olmayan alanları tarıma kazandırmak için sulama kanalları

yapılmış, bataklıklar drene edilmiş ve taşkın sonrası oluşan alüvyon birikintilerini

düzeltmiştir. Bu çalışmalar sonucunda zamanla köyler gelişmiş ve kentlere dönüşmüştür.

Böylece Mezopotamya'da ilk kültür merkezleri ortaya çıkmıştır. Kentlerin ortaya çıkması

insanlık tarihinde, ateşin bulunması ve tarımın başlamasından sonra kaydedilen önemli bir

aşamadır. İlk kültür merkezlerinin ortaya çıktığı, önemli mimari eserlerin oluşturulduğu

uygarlıklar, tarihi ve coğrafi koşulların etkisiyle hızlı gelişme göstermiştir.

b. Mısır Medeniyeti

Mısır medeniyeti Kuzey Afrika'da Nil Nehri ve çevresinde kurulmuştur. Etrafının çöllerle

kaplı olması nedeniyle diğer medeniyetlerden etkileşimi az olmuştur. Bu nedenle Mısır

medeniyeti kendine özgü özelliklere sahiptir. Mısırlıların medeniyete geçişinde, tarım

alanlarının işlenmeye başlanması, bu alanlardan yılda iki kez ürün alınabilmesi, Nil Nehri’nin

varlığı ve uygun iklim şartlarına sahip olması ve Mezopotamya uygarlığı etkili olmuştur. Nil

Nehri çevresinde yaşayanlar düzenli taşkınlardan sonra bozulan tarlaların sınırlarını yeniden

tespit etmek için matematikten yararlanmışlardır. Bu durum kamu yönetimi örgütlenmesini

oluşturarak bilimin de gelişmesine katkı sağlamıştır. Nil Nehri’nin uygarlığa diğer bir katkısı

da üzerinde ulaşım yapılmasıdır. Nehrin düzenli akışı nehir taşımacılığının gelişmesini

sağlamış, bu durum yönetimin bölgeyi kolayca denetleyebilmesine olanak sağlamıştır. Nil

boyunca hem ticari faaliyetler rahatça yapılmış hem de vergiler kolayca toplanmıştır. Bu

durum Mısır uygarlığının çok daha hızlı büyüyüp güçlenmesinde etkili olmuştur.

c. Aztek Medeniyeti

Meksika’nın orta ve güney kesimlerini içine alan bölgede kurulmuştur. 14. ve 16. yüzyıllar

arasında hüküm sürmüşlerdir. En önemli geçim kaynakları tarım olmuştur. Meksika'da

bulunan ve günümüzün en büyük piramidi olan 182.107 metre kare alana kurulan bir piramit

yapmışlardır. Bu piramidin yüksekliği 54 metredir.

d. İnka Medeniyeti

Bu medeniyet Büyük Okyanus kıyısına paralel uzanan And sıradağları üzerinde 12. ve 16.

yüzyıllar arasında yaşamış ve büyük bir imparatorluk halini almış medeniyettir. Bu bölge çok

değişik iklim ve doğa koşullarını içermekteydi. İnsanların yaşadıkları And Dağları’nın batı

kıyısında çöl ve vadiler yer alırken kuzeydoğu kesimleri tropikal yağmur ormanlarıyla

kaplıydı. İnkalar şehirlerini ve kalelerini dini inançları nedeniyle korumak ve savunabilmek

için And Dağları'nın yüksek kesimlerindeki dik ve sarp yamaçlara yapmışlardır. Bu

yapılardaki devasa taş bloklar çok hassas ve düzgün bir şekilde birbirleriyle birleştirilmiştir.

İnkalar bulundukları bölgenin coğrafi konumu nedeniyle güneşin hareketleri konusunda

uzmanlaşmışlar ve güneş saatini yapmışlardır. Yüksek kayalıklara yerleştirdikleri elips

şeklindeki altın yansıtıcılarla astronomik gözlemler yapmışlar, güneşin yıllık hareketlerini

incelemişlerdir.

İnka ören yerlerinde yapılan kazılarda İnka kraliyet ailesine ait kişilerin mumyalanmış

cesetleri bulunmuştur. And Dağları'nın yüksek tepelerindeki buzların içinde kalarak

günümüze kadar ulaşmışlardır.

e. Maya Medeniyeti

Meksika’nın güneyi ve Orta Amerika’nın kuzey bölgeleri içinde kurulmuş bir medeniyettir.

En önemli geçim kaynağı tarımdır. Piramit, tapınak ve çeşitli sanat eserleri inşa etmişlerdir.

Astronomi, matematik, mimari ve sanatta ileri gitmişlerdir. Bu uygarlığın birçok bakımdan

sona ermiş olmasına rağmen halen Meksika sınırları içinde yaşamakta olan bazı insanlar

tarafından maya dili konuşulmaktadır.

f. Akdeniz Uygarlıkları

Akdeniz kıyıları medeniyetlere beşiklik eden ilk alanlardan biridir. Tarım topraklarının az

olması, akarsuların varlığı, liman olmaya elverişli ada ve yarımadaların bulunması bu bölgede

İyonya, Lidya, Yunan, Fenike ve Roma gibi birbirinden farklı medeniyetlerin kurulmasına

neden olmuştur. Bu medeniyetlerden bazıları yer altı ve yer üstü kaynakları bakımından fakir

olduklarından deniz ticaretine önem vermişler ve ihtiyaçlarının bir bölümünü denizden

karşılayarak denizci karakterli uygarlıklar kurmuşlardır. Gemi yapımı, balıkçılık ve deniz

ticareti önemli geçim kaynakları arasında yer alır. Bu uygarlıklar Akdeniz kıyılarındaki

ürünleri toplayarak ihtiyacı olan toplumlara pazarlamaya başlamışlardır. Böylece farklı

uygarlıklar arasında kültürel etkileşim gerçekleşmiştir.

Akdeniz uygarlıkları yeni şehirler ve koloniler kurarken buradaki insanlar verimli tarım

alanlarının az olması nedeniyle daha geniş ticari imkân sunan sahalara yerleşmişlerdir. Bu

nedenle kentleşme Akdeniz'in doğu kıyılarından batı kıyılarına doğru yayılmıştır.

g. Çin Medeniyeti

Yaklaşık 4 bin yıllık tarihi olan Çin medeniyeti Dünya'nın en eski medeniyetlerindendir.

Güneydoğu Asya'da kurulmuştur. İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından kâğıt, pusula,

barut ve matbaa Antik Çin medeniyetine aittir, ipek böceğinden ipek elde etmişler ve ipek

Yolu olarak bilinen ticaret yolunun açılmasını sağlamışlardır.

h. Hint Medeniyeti

Hint Yarımadası’ndaki elverişli iklim koşulları ile Ganj ve İndus akarsularının suladığı

verimli topraklar medeniyetlerin kurulmasına imkân sağlamıştır. Hint medeniyetinde güçlü

imparatorluklar yerine küçük prenslikler ön plandadır. Bu medeniyette en önemli toplumsal

yapı Kast Sistemi'dir.

3.BÖLÜM: EKONOMİ GÖÇ VE YERLEŞME

1. Ekonomik Faaliyetlerin Sosyo Kültürel Etkileri

Yeryüzünde coğrafi özelliklerin farklı olmasına bağlı olarak ekonomik faaliyetler ve yaşam

tarzları gelişmiştir. Ekonomik faaliyetlerin farklı olması insanların yaşam tarzlarını ve

kültürlerinin farklı olmasına neden olmuştur.

Sanayi Devrimi’nden önce dünyada hâkim olan ekonomik faaliyet türü tarım ve hayvancılıktı.

Tarımsal etkinliklerde insan gücüne daha fazla ihtiyaç duyulması, ailelerin daha fazla çocuk

sahibi olmayı istemelerine neden oluyordu. Bu durum kalabalık aile tiplerinin oluşmasını

sağladığı gibi günlük yaşantı ve insanlar arasındaki ilişkilerin buna göre şekillenmesine neden

oluyordu.

Sanayi Devrimi’yle ekonomik etkinliklerde önemli değişiklikler olmuş, yeni iş alanları

açılmış, insanların sanayi bölgelerine göç etmesiyle de kalabalık şehirler oluşmaya baş-

lamıştır. Burada yaşayan insanların yaşam tarzları değişmiş, insanlar arasındaki ilişkiler daha

karmaşık bir durum almıştır. Ekonomik özellikleri farklı olan bölgelerde yaşayan insanların

sosyo ekonomik olaylara bakış açıları birbirinden çok farklı olmuştur. Örneğin turizm ve

sanayi faaliyetlerinin yaygın olduğu iki farklı şehirdeki yaşam biçimleri değişiklik

göstermektedir.

Sanayi Devrimi’nden önce küçük bir yerleşim yeri olan bir kasaba, daha sonra bir şehir haline

gelebilir. Bu tür değişimlerin yaşandığı yerleşim alanlarındaki insanların hayat tarzları,

kültürleri ve birbirleriyle olan ilişkileri büyük oranda değişikliğe uğrar. Bu tür değişimleri

hem Türkiye’de hem de Dünya'nın pek çok yerinde görmek mümkündür. Almanya'da Ruhr

Havzası önemli madencilik ve sanayi bölgelerinden biri olarak bu tip değişime verilebilecek

en güzel örnektir.

Ruhr Bölgesi

Ruhr sanayi bölgesi Avrupa’daki sanayi bölgeleri arasında Sanayi Devrimi’nin bütün

aşamalarının gerçekleştiği en önemli bölgelerden biridir. Bu bölgenin temel geçim kaynağı

yakın bir zamana kadar kömür ve çelik üretimiydi. Günümüzde ise bilişim teknolojisi, lojistik

ve alternatif enerji bu alanın gelişmesini belirleyen faktörler olarak karşımıza çıkar.

Almanya sanayisi gelişimini Ruhr ve Saar havzalarındaki maden kömürü yataklarına

borçludur. Ruhr Havzası'nda üretilen demir ve çeliğin bir bölümü makina ve motor üre-

timinde kullanılır. Aşağı Saksonya, Frankfurt, Mannheim ve Stuttgart önemli sanayi

tesislerinin bulunduğu merkezlerdir. Demir-Çelik, kömür, çimento, kimyasal maddeler,

makine, taşıt, elektronik aletler, gemi yapımı, tekstil ve gıda bu havzadaki gelişen sanayi

dallarıdır.

Ruhr Bölgesi Almanya'nın nüfus bakımından en kalabalık bölgesidir. Bu bölgede

sanayileşmeyle artan iş olanakları yoğun göç almasına neden olmuştur. Böylece Düsseldorf,

Essen ve Dortmund gibi şehirler çevresindeki köy ve çiftlikleri de içlerine alarak büyümüşler

böylece günümüzde Almanya'nın en büyük şehirleri konumuna gelmişlerdir.

Ruhr Bölgesi bir dönem fabrika bacaları, vinç kuleleri ve yüksek fırınları ile dikkat çekerken

son yıllardan köklü bir değişim içine girmiştir. Çevreye duyarlı sanayi teknolojileri sayesinde

Avrupa çevre teknolojisinin merkezi haline gelmiştir. Maden ocaklarının büyük bir kısmı

kapatılmış, ağır sanayinin büyük bir kısmı üretimini Doğu Avrupa’ya kaydırarak Ruhr

Bölgesi birçok alanda kendini yenilemeyi başarmıştır. Günümüzde kentsel dönüşüm projeleri

ile Ruhr Bölgesi’ndeki terk edilmiş endüstri alanları yeniden toplumun kullanımına

kazandırılmaktadır. Böylece sürekli bir yapısal ve kültürel dönüşümü gerçekleştirmek,

Avrupa’nın en büyük metropolleri arasında yer almayı sağlamak ve diğer bölgelere örnek

oluşturmak amaçlanmıştır. Bölge için on yedi kenti kapsayan, yüzün üzerinde proje üretilmiş,

göç kültürünün ve bu kültürün olumsuzluklarını silmek için birçok uygulama hayata

geçirilmiştir. Eski sanayi tesislerinin yerini şimdi sosyal aktivite ve spor alanları almıştır.

Cannes

Fransa'nın güneyinde yer alan Cannes şehri, günümüzde tüm Dünya’nın tanıdığı şehirler

arasında yer alır. Şehrin tanınmasında en önemli faktör, ilk olarak 1946 yılında düzenlenmeye

başlayan film festivali olmuştur. Avrupa’nın 3 büyük film festivalinden biri olan Cannes film

festivali yapılmadan önce küçük bir balıkçı kasabası olan şehir günümüzde 7,5 milyon turist

çeker konuma gelmiştir. Yaz aylarında ve film festivalinin yapıldığı dönemlerde nüfusu artan

şehirde kış aylarında nüfusun azaldığı ve sessizliğin hâkim olduğu bir durum yaşanır.

Las Vegas

Las Vegas şehrinin gelişmesi turizme bağlı olarak gerçekleşmiştir. ABD’nin Nevada

eyaletinde bulunan şehir düz bir ovaya kurulmuş adeta bir çöl şehridir. Şehrin ekonomisinde

eğlence turizmi ağırlıklıdır. Önceleri küçük bir yerleşme alanı olan şehirde günümüzde 1,5

milyona yakın sayıda insan yaşamaktadır.

Şehirde lüks otellerin, eğlence merkezlerinin ve aktivite- lerinin bulunması her zaman turist

çekmesine neden olmuştur. Bu durum şehrin Dünya’nın en önemli eğlence merkezlerinden

biri olmasını sağlamıştır.

Las Vegas pek çok eğlence merkezine sahip olmasının yanında birçok teknoloji şirketine de

ev sahipliği yapmaktadır.

2. Şehirleşme, Göç ve Sanayileşmenin Toplumlar Üzerindeki Etkisi

1. Şehirlerin Doğuşu ve Şehirleşme

İlk çağlardan günümüze kadar şehirlerin gelişiminde ve şehirleşmede etkili olan faktörler

sürekli değişmiştir. Örneğin ilk şehirlerin kurulmasında verimli topraklar etkili olurken Yeni

Çağ’daki şehirleşmede Sanayi Devrimi etkili olmuştur.

Teknolojinin gelişmesi, doğal kaynakların keşfi ve işletilmesi nüfus artışı ve ihtiyaçlara artan

talep hızlı bir şehirleşmeyi beraberinde getirmiştir. Örneğin, küçük bir yerleşim yerinde

sanayi faaliyetlerinin başlaması ya da bir maden ocağının açılması o alanda nüfusun

artmasına, şehirleşmenin hız kazanmasına, sosyal, ekonomik ve kültürel yapıda değişimlere

yol açmıştır. Bu değişimler şehrin cazibe merkezi olmasına neden olmakta ve insanları ken-

dine çekmektedir. Şehirleşme, göç ve sanayileşme süreci birbirleriyle sıkı bir ilişki

içerisindedir. Sanayileşmenin yaşandığı yerlerde göçe bağlı olarak şehirleşme hız ka-

zanmaktadır. Bu durum birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların başında

göç ve çevre sorunları gelmektedir.

2. Göç ve Kentleşme İlişkisi

Göç olgusu sosyal bir hareket olmasına karşın, ekonomik yaşamdan kültürel yaşama kadar

hayatın her yönünü etkileyen temel bir değişimdir. Göç ve kentleşme arasındaki ilişki

köylerin itici faktörleri ile kentlerin çekici faktörlerinden kaynaklanmaktadır. Kırsal

kesimlerden kentlere olan yoğun göç hareketi hem mekânsal olarak hem de kültürel açıdan

kentten soyutlanmış Getto adı verilen alanları ortaya çıkarmıştır. Metropollere yönelen ve

aşırı ölçüde nüfus yığılmasına neden olan göç, kentlerde işsizliğin artmasına neden

olmaktadır. Ayrıca hızlı gerçekleşen göçler şehirlerin alt yapı, ulaşım, eğitim, sağlık ve asayiş

sorunlarını büyük ölçüde artırmaktadır.

Göç hareketinin bir diğer etkisi de arsa ve arazi değerlerinin artmasıdır. Konut ihtiyacı verimli

tarım alanlarının ve orman arazilerinin hızla yerleşime açılmasına neden olmuştur. Çarpık

kentleşme sonucu büyük şehirlerde sanayi tesisleri ile konutlar bir arada bulunmaktadır.

Bundan dolayı sanayi kirliliği kentlerde yaşayan insanların sağlığını önemli oranda tehdit

etmektedir.

3. Günümüz Dünyasından Geleceğin Dünyasına

1. Geçmişten Günümüz Dünyasına

Sosyo ekonomik gelişme sürecine bakıldığında toplumların insanlık tarihi açısından önemli

gelişim aşamaları geçirdikleri görülür. Bu aşamaların birincisi, insanı toprağa ve yerleşik

düzene bağlayan tarım toplumuna geçiştir. İkincisi tarım toplumundan kitlesel üretimin,

tüketimin ve eğitimin önemli olduğu sanayi toplumuna geçiştir. Üçüncüsü ise kitlesel refahın,

bilginin ve nitelikli insanın önem kazandığı bilgi toplumuna geçiştir. Günümüzde de ekono-

mik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda birçok değişim ve donuşum yaşanmaktadır. Bu tur

değişimlerin en önemlisi teknoloji alanında yaşanan hızlı gelişmelerdir.

2. Teknolojik Gelişme ve Doğaya Etkileri

Teknoloji, küreselleşme olgusunu meydana getiren unsurlar arası da en belirleyici olanıdır.

Teknolojinin etkisi sadece teknik alanda kalmayıp, başta ekonomi olmak üzere sosyal,

kültürel ve siyasal alanları etkileyip belirlemektedir. Bu etkiler sadece dar bir alanda değil

ülkeler arası boyutlara ulaşmıştır.

Ülkelerin yapısal değişimini etkileyen unsurların başında teknolojik gelişme gelir. Teknolojik

gelişim ve değişim insanların yaşam standartlarını yükseltmekte ve kolaylaştırmaktadır. Bu

belirlemelerden de çıkarılabileceği gibi, çağımızda uluslar, bütün güçlerini teknolojik

üstünlük kurmaya yönelik organize etmişlerdir.

3. Teknolojik Gelişim ve Değişim

Teknolojinin insanlık tarihindeki yeri çok önemlidir. Çünkü teknolojik gelişme ve buluşlar

insan yaşamını temelinden değiştirmiştir. Örneğin, otomobil insanın ulaşımındaki hızını

önemli ölçüde artırmıştır. Tarımda kullanılan metotların ve tekniklerin gelişmesi de üretimde

çok büyük artış sağlamıştır.

Tarımsal faaliyetlerde makineleşme, suni gübre kullanımı ve tohum ıslahı gibi önceleri yaygın

olmayan uygulamalar birim alandan alınan verimi artırmıştır. Makineleşme sanayi toplumu

için ne kadar önemli ise bilgisayar ve iletişim teknolojileri de günümüz bilgi toplumu için o

denli önemlidir.

4. Gelecekte Nüfus ve Yerleşme

Tarihsel olarak şehirleşme, sanayileşme ile birlikte farklı bir gelişme seyri izlemiştir. Bu

nedenle şehirleşmeyi sanayi faaliyetlerinden ayrı düşünmek yanlış olur. Günümüzde dünya

nüfusunun yarısı şehirlerde, bu nüfusun yaklaşık olarak % 5'i, nüfusu 10 milyonu aşan büyük

şehirlerde yaşamaktadır. Gelişmiş ülkelerde şehirleşme oranı % 80'lere yaklaşırken Güney

Amerika'da bu oran % 70 civarındadır. Şehir nüfus oranının en az olduğu Afrika Kıtası'nda

bile şehirlerde yaşayanların oranının yakın bir gelecekte % 50’nin üzerine çıkacağı tahmin

edilmektedir.

1960'ta 1 milyar insan şehirlerde yaşarken bu sayı 1985'te 2 milyara, 2002’de 3 milyara

ulaşmış, 2030'da ise 5 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu durum 2030 yılında dünya

nüfusunun % 60'ının şehirlerde yaşayacağı anlamına gelmektedir.

Az gelişmiş ülkelerde her yıl şehir nüfusuna 60 milyon kişi eklenmektedir. Bu da her yıl şehir

nüfusuna İngiltere’nin nüfusu kadar insan eklendiği anlamına gelir. Dünyada 1950 yılında

nüfusu 10 milyonu aşan tek şehir New- York’ken 2015 yılında mega (metropol) şehir

sayısının 26’yı bulması beklenmektedir. Bu şehirlerin % 90’a yakınının gelişmekte olan

ülkelerde olacağı tahmin edilmektedir. Şu anda nüfus sayısı bakımından dünyanın en

kalabalık şehirlerinden biri olan Tokyo’nun nüfusunun 2015 yılında 27,2 milyona ulaşacağı

öngörülmektedir.

Meksiko City, Dakar, Mumbai (Bombay), Sau Paulo ve Delhi gibi şehirlerin nüfuslarının da

2015'te 20 milyon kişiyi geçeceği tahmin edilmektedir.

5. Geleceğin Ekonomisi

Dünya ekonomisindeki değişikliklerin itici gücünü, dünya ülkelerindeki farklı demografik

oluşumlar, teknolojik yenilikler, uluslararası ticaretin ve mali sistemin serbestleştirilmesi ve

yerel reformlar oluşturmaktadır. OECD tarafından 2000'li yılların başında geleceğin

ekonomisiyle ilgili bir proje tasarlanmıştır. Bu proje bir yandan ülkeler için yüksek büyüme

hızları öngörürken diğer yandan da önümüzdeki 25 yıl içerisinde farklı ülkelerin ekonomileri-

nin birbirlerinden nasıl etkileneceğini ortaya koymuştur. Bu rapora göre gelecekte

gerçekleşmesi beklenen gelişmeler şunlardır.

--- Doğal kaynakların üretiminde önemli artışlar olacaktır.

--- Verimlilikte ve yaşam standardında artış olacaktır.

--- Ticaretin serbestleştirilmesi, iletişim ve ulaşım maliyetlerinin düşmesi, sermayenin

uluslararası alanda hareketliliğinin artması, ekonomik kaynakların dışa açılımlarını

artıracaktır.

--- Dünya ticaret hacmi artacak ve dünya gayrisafi milli hasılasının % 45'ini oluşturacaktır.

--- Tarımsal üretim hızı artacak, tarım toprakları geniş olan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin,

dünya tarım ürünleri ihtiyacının karşılanmasında önemi artacaktır.

--- İletişim teknolojisinin gelişmesiyle birlikte ticari örgütlenmeler artacak, dünya büyük bir

pazar haline gelecektir.

--- En iyi ve en ucuz malı en hızlı şekilde tüketicilere ulaştıran ülkeler ve firmalar bu ticari

sisteme uyum sağlayacaktır, sağlayamayan ülkelerde ise işsizlik ve fakirlik artacaktır.

Ekonomik gelişmelere bağlı olarak Dünya genelinde kişi başına düşen milli gelir sürekli

artmaktadır. Örneğin 1950 yılında kişi başına düşen milli gelir 1671 dolar iken 1990 yılında

3971 dolar olmuştur. 2015'te 5971 dolara, 2050'de ise 9473 dolara ulaşması öngörülmektedir.

Dünya genelinde gelir dağılımı dengeli değildir. Bu dengesizliğin gelecekte de devam edeceği

tahmin edilmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ve bu ülkelerin yer aldığı kıtalarda milli gelir

düşük iken gelişmiş ülkelerde ve bu ülkelerin bulunduğu kıtalarda yüksektir.

4.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE COĞRAFİ BÖLGELERİN

OLUŞTURULMASI

TÜRKİYE’DE BÖLGE SINIFLANDIRILMASI:

Fiziki, beşeri ve ekonomik özellikler bakımından benzerlikler gösteren ve bu özellikler

arasında karşılıklı neden sonuç ilişkilerinin olduğu mekân parçalarına bölge denir. Bölgelerin

ortaya çıkmasında bir veya birden fazla coğrafi unsur etkili olabilmektedir.

1. FİZİKİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:

İklim, yer şekilleri, yer yapısı ve bitki örtüsü gibi özelliklere göre bölge sınırlandırmaları

yapılmaktadır. Bu coğrafi özelliklerden yer şekilleri, yer yapısı gibi özellikler değişme

göstermezken; bitki örtüsü ve iklim özellikleri çok uzun süre içerisinde değişime

uğrayabilmektedir.

A. YÜZEY ŞEKİLLERİNE GÖRE BÖLGELER

1. Dağlık-Engebeli Bölgeler:

Ülkemizin üçüncü jeolojik zamanda oluşması dağlık bölgelerin fazla olmasına ve geniş

alanlar kaplamasına neden olmuştur. Ülkemizdeki başlıca dağlık bölgeler; Karadeniz dağlık

bölgesi, Hakkâri dağlık bölgesi, Erzurum – Kars dağlık bölgesi, Menteşe dağlık bölgesi,

Yıldız dağları dağlık bölgesi, Yukarı Kızılırmak dağlık bölgesi ve Antalya dağlık bölgesidir.

Türkiye’de Başlıca Dağlık Alanlar

2. Düz- Ovalık Bölgeler: Ülkemiz arazi yapısı itibariyle genç oluşumlu olduğundan düzlük

alanlar çok fazla yer kaplamaz. Ayrıca düz alanların bir kısmı da yüksek düzlükler

şeklindedir. Ülkemizdeki başlıca düz-ovalık bölgeler; Çukurova bölgesi, Güney Marmara

ovaları bölgesi, Ergene ovası bölgesi, Kıyı Ege ovalık bölgesi, Konya ovası bölgesi ve

Gaziantep - Şanlıurfa bölgesidir.

Türkiye’nin Başlıca Ova ve Platoları

B. İKLİM TİPLERİNE GÖRE BÖLGELER:

İklim özellikleri göz önüne alınarak bölge tasnifi yapılır. Ülkemiz iklim özelliklerine göre

başlıca üç bölgeye ayrılır. Bunlar; Akdeniz iklim bölgesi, Karadeniz iklim bölgesi ve Karasal

iklim bölgeleridir.

Türkiye’de İklim Özelliklerine Göre Bölgeler

C. BİTKİ ÖRTÜSÜNE GÖRE BÖLGELER:

Geniş alanlarda yayılış gösteren bitki türlerine göre yapılan bölge tasnifidir. Orman bölgesi,

maki bölgesi ve bozkır bölgesi gibi.

Türkiye’de Bitki Örtüsüne Göre Bölgeler

2. BEŞERİ COĞRAFYA ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:

Fiziki faktörlerin yanında birbirleri ile nüfus dağılışı, yerleşme tipi, ekonomik faaliyetler

bakımından benzer özellikler göstermeleri bu bölgelerin oluşmasında etkili olmuştur.

A. Nüfus Yoğunluğuna Göre Bölgeler:

1. Yoğun Nüfuslu Bölgeler: Yer şekilleri bakımından sade görünüm gösteren, ulaşım

koşullarının geliştiği, sanayi bakımından gelişmiş, modern tarım imkânlarının fazla olduğu

bölgelerdir. Ülkemizde başlıca yoğun nüfuslu bölgeler; İstanbul-İzmit çevresi, Ankara

çevresi, İzmir çevresi, Bursa çevresi ve Adana-Mersin çevresidir.

Türkiye’de İllerin Nüfus Yoğunluklarına Göre Dağılışı (2012)

2. Seyrek Nüfuslu Bölgeler: Genellikle dağlık veya iklim ve toprak özellikleri bakımından

elverişli olmayan yüksek düzlük alanlardır. Ulaşımın gelişmemiş olması, iklim koşullarının

elverişli olmaması ve ekonomik faaliyetlerin kısıtlı olması bu bölgelerin oluşmasında etkili

olmuştur. Ülkemizde başlıca seyrek nüfuslu bölgeler; Hakkâri ve çevresi, Tunceli ve

çevresi, Tuz gölü ve çevresi, Kırklareli ve çevresi, Sivas ve çevresi, Muğla ve çevresi, Sinop

ve çevresidir.

B. YERLEŞİM ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:

Yerleşmeyi oluşturan nüfusun miktarı ve nüfusun ekonomik özellikleri gibi özellikler dikkate

alınarak bölge tasnifi yapılır.

1. Kırsal Bölgeler: Kırsal nüfus oranının fazla olduğu bölgelerdir. Daha çok tarımsal

faaliyetler yaygındır. Sanayileşme ve hizmet sektörü gelişmemiştir. Ülkemizde yer alan

başlıca kırsal bölgeler; Rize ve çevresi, Giresun ve çevresi, Hakkâri ve çevresi, Tunceli ve

çevresi, Kars ve çevresi, Sivas ve çevresidir.

2. Kentsel Bölgeler: Nüfus miktarının fazla olduğu tarım dışı sektörlerin geliştiği yoğun göç

çeken bölgelerdir. Ülkemizde yer alan başlıca kentsel bölgeler; İstanbul ve çevresi, Ankara

ve çevresi, İzmir ve çevresi, Bursa ve çevresi, Adana ve çevresi, Antalya ve çevresidir.

C. EKONOMİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE BÖLGELER:

Bölgeleri bir birinden farklılaştıran özelliklerden biride yapılan ekonomik faaliyet türüdür.

Bazı bölgeler çevrelerinden tarımsal faaliyetlerin yoğunluğu ile ayrılırken bazı bölgeler ise

madencilik faaliyetleri bakımından çevresinden ayrılır.

1. Tarım Bölgeleri: Verimli tarım alanlarının olması, sulama koşulları, geniş düzlüklerin

olması, makineleşme gibi faktörlerin geliştiği veya iklim ve toprak özellikleri nedeni ile

ekonomik değeri yüksek tarım ürünlerinin yetiştirildiği bölgelerdir. Başlıca tarım

bölgelerimiz; Konya ve Aksaray çevresi, Manisa ve Akhisar çevresi, Şanlıurfa ve çevresi,

Rize ve çevresi, Adapazarı ve çevresi, Iğdır ve çevresi, Eskişehir ve çevresidir.

2. Sanayi Bölgeleri: Nüfusun büyük bir bölümünün fabrikalarda çalıştığı, gelir düzeyinin

yüksek olduğu, kültürel ve sosyal açıdan gelişmiş bölgelerdir. Yoğun göç çeken alanlar olarak

bilinirler. Başlıca sanayi bölgelerimiz; İstanbul ve İzmit çevresi, İzmir çevresi, Bursa

çevresi, Adana ve Mersin çevresi, Gaziantep çevresi, Zonguldak çevresidir.

3. Serbest Ticaret Bölgeleri: Yabancı mal ve eşya girişinin gümrüksüz serbestçe girebildiği

bölgelerdir. Başlıca serbest ticaret bölgelerimiz İstanbul Atatürk Havalimanı, Mersin Limanı,

Antalya Limanıdır.

Türkiye’de Serbest Bölgeler

4. Maden Bölgesi: Maden çıkarımının yapıldığı ve maden bakımından zengin olan

bölgelerdir. Başlıca maden bölgelerimiz; Elazığ ve çevresi, Kütahya ve çevresi, Batman ve

çevresi, Murgul ve çevresi, Zonguldak ve çevresi, Seydişehir ve çevresidir.

5. Turizm Bölgesi: Doğal ve tarihi güzellikler bakımından önemli olan yerlerdir. Genellikle

sıcak ve güneşli gün sayısının fazla olduğu, geniş kumsallara sahip kıyılar, kış sporlarının

yapıldığı yerler ile tarihi kalıntıların bulunduğu alanlar bu bölgelerin oluşumunda etkili

olmuştur. Başlıca turizm bölgelerimiz; Antalya ve çevresi, Muğla ve çevresi, İstanbul ve

çevresi, Bursa ve çevresi, Erzurum ve çevresidir.

D. KARMA BÖLGELER:

Bu tür bölgelerin oluşumunda ekonomik anlamda çeşitlilik etkilidir. Yani birden fazla

ekonomik etkinliğin birlikte geliştiği bölgelerdir.

1. Tarım, Sanayi ve Turizm Bölgesi:

--- İstanbul çevresi

--- Bursa çevresi

--- İzmir çevresi

--- Adana – Mersin çevresi

2. Maden ve Sanayi Bölgesi:

--- Zonguldak bölgesi

--- Elazığ çevresi

--- Batman çevresi

--- Seydişehir çevresi

--- Eskişehir çevresi

3. Ticaret, Turizm ve Tarım Bölgesi

--- İzmir- Manisa çevresi

--- Aksaray – Nevşehir çevresi

--- Bursa ve çevresi

--- Adana – Mersin çevresi

UYARI! Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Türkiye’nin coğrafi bölgelerini aşağıdaki haritada

olduğu gibi yeniden düzenlemiştir.

Türkiye İstatistik Kurumuna (TUİK) Göre Bölgeler

5.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE ULAŞIM VE TİCARET

Türkiye'de Ulaşım

Türkiye’de Ulaşım Sistemlerinin Gelişimi

Ulaşım ya da ulaştırma; bir yarar sağlamak üzere insanın veya onun ürettiği eşyanın çeşitli

araçlar ile başka bölge, ülke veya kıtaya ekonomik, hızlı ve güvenilir biçimde nakledilmesidir.

Ulaşım bir toplumun ekonomik ve sosyal yapısını etkileyerek refahın artırılması ve

yaygınlaştırılmasında önemli rol oynar. Bir ülke ekonomisinin ulaşım yolları o ülkenin can

damarıdır.

Türkiye’de 1950’li yıllara kadar ulaşım sistemleri içinde demir yollarının ağırlığı vardır. İlk

demir yolumuz 1866 yılında tamamlanmış olan Aydın-İzmir demiryolu hattıdır. Cumhuriyetin

ilk yıllarına kadar İngiliz ve Fransızlar tarafından Ege Bölgesi’nde çeşitli demiryolları

yapılmaya devam etmiştir. Sonraki yıllarda millileştirilen demir yollarımızın işletilmesi 1929

yılında kurulan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır.

Ülkemizde demiryollarındaki hızlı ilerleme 1940’lı yıllara kadar sürmüştür. İkinci Dünya

Savaşı’nın başladığı dönemde bu ilerleme durmuştur.

Ülkemizde 1950’li yıllardan itibaren karayollarına verilen önem artmıştır. Bu dönemde

yapılan yeni yollarla birçok il ve ilçe merkezi birbirine bağlanmıştır.

Sonuç olarak, bugün ülkemizde en ağırlıklı ulaşım sistemi kara yolu taşımacılığıdır.

Ülkemizde deniz ve hava yolu ulaşım sistemleri ise kara ve demir yolu ulaşımına göre daha

yenidir.

Türkiye’de Ulaşımı Etkileyen Doğal ve Beşeri Faktörler

a. Doğal Faktörler: Türkiye’de ulaşımı etkileyen doğal faktörlerin başında yüzey şekilleri

gelir. Ülkemizdeki yüzey şekillerinin önemli bir bölümünü sıradağlar oluşturur. Önemli

sıradağlarımız olan Kuzey Anadolu Dağları ve Toroslar genel olarak doğu-batı doğrultusunda

uzanış gösterir. Bu nedenle Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde kıyı ile iç kesimler arasındaki

ulaşım bu dağların geçit verdiği kesimlerden sınırlı olarak yapılabilmektedir. Ege Bölgesinin

kıyı kesimindeki sıradağlar ise kıyıya dik olarak uzandıklarından bu bölgede kıyı ile iç

kesimler arasındaki ulaşım olanakları daha fazla gelişmiştir. Dağların geniş yer tuttuğu Doğu

Anadolu, Karadeniz ve Akdeniz Bölgelerinde karayolu ve demir yolu ulaşımı daha sınırlıdır.

Buna karşılık yüzey şekillerinin daha engebesiz olduğu İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu,

Marmara ve Ege Bölgelerinde ise bu ulaşım olanakları daha gelişmiştir. Kara yolu ve demir

yollarımızın genel olarak yüzey şekillerinin uzanışına paralel olduğu söylenebilir.

Ülkemizdeki ulaşımı etkileyen bir başka doğal faktör iklimdir. İç bölgelerimizde hüküm süren

karasal iklim koşulları nedeniyle özellikle kar yağışının arttığı sonbahar ve kış aylarında bu

bölgelerdeki ulaşım faaliyetleri aksamakta ve çoğu köy yolu kapanmaktadır. Yine bu

dönemde görülen sis ve buzlanma yollarda birçok trafik kazasına yol açmaktadır.

Karadeniz Bölgesi başta olmak üzere genelde kıyı bölgelerimizde kışların bol yağışlı geçmesi

nedeniyle zaman zaman seller ve heyelanlar olmaktadır. Bu nedenle yollar ve köprüler zarar

görmekte buna bağlı olarak ulaşım aksamaktadır.

b. Beşeri Faktörler: Türkiye’deki ulaşımı etkileyen beşeri faktörler; iş gücü, teknik eleman,

sermaye, teknoloji ve ekonomik faaliyetler gibi faktörlerdir. Yeni ulaşım yollarının yapılması

için gerekli olan sermaye, nitelikli iş gücü ve yetişmiş mühendis vb. beşeri faktörler olarak

ulaşım faaliyetlerini etkiler. Ekonomik faaliyetlerin niteliği de ulaşımın gelişmesinde etkilidir.

Örneğin, sanayi tesislerinin yoğun olduğu yöreler, turizm yöreleri ulaşım olanakları gelişmiş

olan ya da ulaşım yatırımlarına hız verilmesi gereken yörelerdir.

a. Karayolları

--- 1950 yılına kadar karayolu yapımında bir ilerleme sağlanmadı.

--- 1950yılından sonra Karayolları Genel Müdürlüğü kurularak kara yolu çalışmaları hız

kazandı. Yük ve yolcu taşımacılığın da % 30 olan pay günümüzde yolcu taşımacılığında % 95

yük taşımacılığında ise % 70’lere ulaşmıştır. Son 30 yılda kara yolu uzunluğu 5 kat, motorlu

taşıt sayısı 40 kat artmıştır.

--- Kara yollarımızın büyük bölümü kıyı boyu veya kıyıya yakın yollardır.

--- İç bölgelerimiz büyük ölçüde kıyıdaki limanlara ve diğer kentlere düzgün yollarla

bağlanmıştır, il merkezleri ile ilçeler arasında asfalt yollarla; ilçelerle beldeler ve köyler

arasında ise asfalt, stabilize ve toprak yollarla ulaşım sağlanmaktadır.

--- Turizmin gelişmesini sağlayacak kara yolları yapımına öncelik verilmiştir.

--- Otoban yolların uzunluğu 2003 yılında 1881 km’ye ulaşmıştır.

Bilgi Kutusu:

--- Devlet ve köy yollarının toplam uzunluğu 1963 yılında 220.506 km iken 1990'da 367.715

km ve 2003 yılında 426.662 km’dir.

--- Avrupa standartlarındaki karayollarımızın uzunluğu 63 bin km'dir.

--- Otomobil sayısı ilk kez 1960 yılında 100 bini aşmış olup, 2003 yılında 4,7 milyona

ulaşmıştır. Aynı yıl otobüs sayısı 250 bine, kamyon sayısı ise 900 bine ulaşmıştır.

Merak Kutusu: Türkiye’de trafiği en yoğun kara yolları hangileridir?

Ülkemizin en yoğun karayolu; İstanbul-Ankara-İskenderun hattıdır, ikinci derecede yoğun

karayolu; Doğu Karadeniz kıyıları ile Ankara-Bursa arasındaki yoldur. İzmir-Aydın-Denizli

ite Edirne-Tekirdağ- İstanbul da yoğun karayolları arasındadır.

b. Demiryolları

--- İlk demiryolumuz 1866'da işletmeye açılan İzmir-Aydın hattıdır. Bu hat 1897’da 703

km’ye ulaşmıştır.

--- 1870'de İstanbul’u Avrupa'ya bağlayan demir yolu inşasına başlanmış, 1886'da İstanbul-

Viyana bağlantısı sağlanmıştır.

--- 1860-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğumda Hicaz, Şam, Rumeli de dâhil olmak

üzere 8 000 km’lik demiryolu yapılmıştır.

--- Cumhuriyet döneminde bu demiryollarından 4138 km’si sınırlarımız içinde kalmış olup

3783 km’si yabancı şirketler tarafından işletiyordu.

--- 1924-1938 arasında yılda ortalama 212 km olmak üzere toplam 2935 km olan

demiryollarının uzunluğu 6692 km'ye ulaşmıştır.

--- 1939-1945 arası II. Dünya Savaşı yıllarında ise sadece 201 km demiryolu yapılmıştır.

--- Demiryolu hatlarımız 1950’de 7671 km iken 1967’de 8008 km'ye ara hatlarla 9873 km'ye

ulaşmışken 2002'de hatlar 8671 km’ye toplam hatlar 10.508 km’ye ulaşmıştır.

--- Demiryollarımız özellikle doğu-batı doğrultusunda uzanır. Bu yollar daha çok akarsu

vadileri ile ova yüzeylerini izler.

--- Güneybatı Anadolu ile Doğu Karadeniz Bölümü'nde demiryolu ulaşımı yoktur.

--- Yer şekillerinin meydana getirdiği engeller demir yolu maliyetlerinin yükselmesine bazı

yörelerimize ulaşılmamasına neden olmaktadır.

--- Demiryollarımızda yolcu taşıma oranı 1955’de % 22 yük taşıma % 61 iken, günümüzde

yolcu % 2'ye yük taşıma ise % 4'e düşmüştür.

--- Demiryollarımızda çeken, çekilen araçlar ile bütün raylı sistemler ekonomik ömrünü

tamamlamıştır. Bu sistemler kısa sürede yenilenmeli ve uluslararası standartlara

kavuşturulmalıdır.

--- Demiryollarının modernleştirilmesi karayollarının yükünü de azaltacağından

demiryollarında mutlaka birtakım yenilikler yapılmalıdır.

c. Denizyolları

Dört denize kıyısının bulunması ile iki önemli boğaza sahip olması, Türkiye’nin denizcilik

alanında gelişmesi açısından çok önemlidir.

--- Cumhuriyet’in ilk yıllarında denizyolu taşımacılığı yaygın idi. Kara ve demiryollarının

hızla gelişmesi bu sektörü önemli ölçüde etkilemiştir.

--- Güvenliğinin yanında demiryollarından 3,5, karayollarından 10, havayollarından 22 kat

daha ucuz olduğu halde yurtiçi yük taşımacılığında % 5, yolcu taşımacılığında ise % 0,3 pay

alabilmektedir.

--- Deniz ticaret filomuz 2003 yılı itibarıyla dünyada 20. sırada yer alır.

--- Dünya deniz ticaret filosunda Liberya, Japonya, Yunanistan, İngiltere, Norveç, Rusya,

Panama ve ABD önde gelen ülkelerdir.

Başlıca Limanlarımız

Gemilerin yük ve yolcu alıp indirdiği yerler liman denir.

Limanlar ya doğal ya da insanlar tarafından ek tesislerle uygun hale getirilir.

--- En büyük ve en işlek limanlarımızdan biri İstanbul’dadır. Bu limanız sadece ülkemize

değil, tüm kıtalara yönelmiştir. Türkiye’de ithal edilen malların büyük bir bölümü İstanbul

Limanı'na gelmektedir.

--- Geniş art bölgesi ve modem liman tesisleriyle İzmir, Batı Anadolu’nun ve Türkiye'nin en

önemli ihracat limanıdır.

--- Dünya’da yük ve boşaltma faaliyetleri en çok olan limanlar Rotterdam Hollanda, Singapur,

Kobe-Japonya, Çiba-Japonya ve Newyork-ABD’dir.

Kritik Kutu: Ard bölge ya da hinterland, bir limanı besleyen veya bu limana ulaşılabilen

alanları ifade eder. Bu nedenle hinterlandı geniş olan limanlar hızla gelişirken; hinterlandı

dar olan ve iç kesimlerle ulaşımı zor olan limanlar ise gelişmemiştir. Karadeniz kıyılarının

neredeyse tek doğal limanı olan Sinop'un gelişmemesinin nedeni hinterlandının dar olmasıdır.

--- İzmit ve Bandırma ülkemizin önemli limanları arasında yer alır.

--- Orta Karadeniz'in ve Karadeniz Bölgesi’nin en büyük limanı ise Samsun’dur. Zonguldak

ve Ereğli ile Trabzon önem bakımından Samsun'dan sonra gelir ve bu limanları Giresun ve

Ordu Limanları izler.

--- Mersin Limanı ise son yıllarda hızla gelişen bölgenin ve Orta Doğu'nun en önemli uğrak

limanlarından biridir. İskenderun limanı demir yolu ve kara yollarıyla geniş ve verimli bir

alana bağlı olduğu için hızla gelişmektedir. Antalya Limanı önemli bir turizm merkezidir.

Ayrıca iç ve dış ticarette gelişmektedir.

--- Alanya, Kemer, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Kuşadası ve Çeşme ise yat limanları olarak

önem taşımaktadır.

d. Havayolları

Karayolu ve demiryolu seyahatlerinin ülkemizde çok uzun zamanda gerçekleşmesi ve yorucu

olması nedeniyle hava ulaşımı ülkemizde giderek önem kazanmakta ve gelişmektedir.

--- Ülkemizde hava ulaşımı özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra hızla gelişmiştir.

1960’lardan itibaren modern uçakların alınması, 1980’den sonra özel havacılık şirketlerinin

sayısının hızla artması, yabancı turistlerin genellikle hava yollarını tercih etmesi hava

yollarının önemini artırmıştır.

--- 1933 yılında 5 uçak 28 koltuk kapasitesi olan Türk Hava Yolları 2003 yılında 138 uçak ve

11.620 koltuk kapasitesine sahiptir.

--- Yolcu sayısı 1951'de iç ve dış hatlarda 111.194,1965’te 976.292, 1975 yılında 4.800.288,

1998’te 10,5 milyon, 2000 yılında 12 milyon iken 2002’de tekrar 10,3 milyona düşmüştür.

--- 2003 yılında hava yolları tekrar yükselişe geçmiş olup yolcu trafiği sıralamasında İstanbul

Atatürk Havalimanı 12,1 milyon, Antalya 10,3 milyon, --- Ankara Esen- boğa 2,7 milyon

yolcu taşımıştır. Bu havalimanlarını İzmir Adnan Menderes ile Dalaman takip eder. Bu beş

hava limanı yolcu trafiğinin yaklaşık % 90’nı taşır. Atatürk Havalimanının payı % 37 iken

diğer havalimanlarımızın payı önemsizdir.

--- Türkiye'de Adana, Ağrı, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Kars, Kayseri,

İzmit, Malatya, Mardin, Muş, Nevşehir, Samsun, Isparta, Sivas, Trabzon, Şanlıurfa, Van,

Konya ve Bursa’da hava alanları mevcuttur.

e. Türkiye’de Boru Hatları Ulaşımı

Dünya’da artan enerji ihtiyacı petrol ve doğal gaz gibi önemli enerji kaynaklarının

taşınmasında çeşitli yolların denenmesine yol açmıştır. Bu taşımacılıklardan birisi de boru

hatları taşımacılığıdır.

Türkiye’nin yakınında yer alan Hazar Bölgesi, zengin petrol ve doğal gaz yataklarına sahiptir.

Bu bölgede yer alan Azerbaycan, Kazakistan’ın ve Türkmenistan’ın sahip olduğu petrol

rezervlerinin yaklaşık 260 milyar varil olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakam Dünya

rezervlerinin % 25’i kadardır. Azerbaycan ve Kazakistan petrollerini, Türkmenistan ise doğal

gazını;

--- Tengiz (Kazakistan) – Novorrossisk (Rusya) Petrol Boru Hattı,

--- Atirau (Rusya) – Şamara (Rusya) Boru Hattı,

--- Bakü (Azerbaycan) – Tiflis (Gürcistan) – Ceyhan (Türkiye) Boru Hattı

gibi hatlarla Dünya piyasalarına ulaştırmaktadır.

Hazar Bölgesi’nin petrol ihracının giderek artacağı hesaplandığından, bu boru hatlarının

ihtiyacı karşılamayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle yeni boru hatları projeleri ortaya

atılmıştır. Bunların başlıcaları;

--- Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı,

--- Kazakistan – Çin Petrol Boru Hattı,

--- Kazakistan – Türkmenistan – İran Petrol Boru Hattı,

--- Bakü – Tiflis – Erzurum – Ankara Doğal Gaz Boru Hattı’dır.

Türkiye’nin Boru Hatları Taşımacılığındaki Yeri: Türkiye, doğal gaz ve petrol

bakımından zengin Orta Doğu ve Orta Asya ülkeleri ile Avrupa Arasında bir köprü

durumundadır. Bu durum ülkemizin boru hatları taşımacılığının bir koridoru haline gelmesine

yol açmıştır. Türkiye’yi enerji koridoru yapacak projeler şunlardır:

--- Bakü – Tiflis – Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı. Bu hat Azeri petrollerini Dünya

pazarlarına ulaştırmaktadır.

--- Aktau – Bakü – Tiflis – Ceyhan Petrol Boru Hattı. Bu hatla Kazak petrolleri BTC’ye

bağlanacaktır.

--- Hazar – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz Hattı (Nabucco Projesi). Bu proje, Türkiye ile

AB’nin gelecekteki doğal gaz ihtiyacının karşılanmasına büyük katkı sağlayacaktır.

--- Kerkük – Yumurtalık – Petrol Boru Hattı. Ülkemizde en eski petrol boru hattıdır. 1976

yılında tamamlanmıştır.

--- Rusya – Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı (Mavi Akım Projesi). 2002 yılında tamamlanmış

olan bu hattın yaklaşık 376 km’si Karadeniz’in altından geçmektedir. Bu hattın 2010 yılında

tam kapasite çalışması planlanmıştır.

--- İran – Türkiye – Almanya Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hat proje aşamasındadır.

--- Irak – Suriye – Mısır – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz boru Hattı. Bu hat proje

aşamasındadır.

--- Katar – Türkiye – Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hat proje aşamasındadır.

--- Türkmenistan – Türkiye – Almanya Doğal Gaz Boru Hattı. Bu hattın projesinin ön

fizibilitesi yapılmıştır. Türkmenistan ile gerekli antlaşma imzalanmıştır.

Ulaşımın Ekonomi ve yerleşmeyle İlişkisi: Günümüzde ulaşım teknolojilerindeki

gelişmeler, ekonomilerin hızla gelişmelerinde önemli etken haline gelmiştir. Ulaşım

olanakları sayesinde çok uzak mesafeler arasında ticari faaliyetler sürdürülebilmektedir. Bu

nedenle ülkelerin ekonomik alanda gelişmeleri bir anlamda ulaşım olanaklarının

gelişmişliğine bağlıdır. Güçlü ekonomiler çok geniş bir Pazar sayesinde ayakta

durabilmektedir.

Dünya üzerinde nüfuslanmanın, sanayi ve ticaret faaliyetlerinin yoğun olduğu yerler ile

ulaşım olanaklarının dağılımı arasında az çok paralellik vardır. Bu durum geniş bölgelerde

görüldüğü gibi bir ülkenin çeşitli yöreleri arasında da görülebilmektedir. Örneğin, ülkemizde

Marmara Bölgesi’nin nüfuslanma, sanayi ve ticari faaliyetlerde diğer bölgelerden çok önde

olmasında başlıca etken, her türlü ulaşım olanağına sahip olmasıdır.

2. Türkiye’de Ticaret

Ticaret; kâr amacıyla her türlü mal ve hizmet alım satımını kapsayan ekonomik faaliyettir.

Ticaret bir ülke içinde oluyorsa iç ticaret; ülkeler arasında oluyorsa dış ticaret diye

adlandırılır.

1. İç Ticaret

Türkiye'de ürünlerin hasat zamanı ile üretim alanları ve tüketicilerin yoğun olduğu bölgeler

arasında önemli farklılıkların olması iç ticaretin canlanmasına neden olmuştur.

--- Türkiye'de tarım ürünleri ve çeşitli malların ticaretini; dükkânlar, pazarlar, panayırlar,

borsalar, tarım satış kooperatifleri, toptancı halleri, fuarlar, ticaret merkezleri ile kamu iktisadi

kuruluşları gerçekleştirmektedir.

--- Türkiye'nin en önemli ticaret merkezi İstanbul'dur. İstanbul ülke çapında borsa ve

bankacılığın merkezidir ve büyük bir tüketici pazarıdır.

--- İzmir, Ankara, Adana, Bursa, Konya, Gaziantep bölge düzeyinde; Kayseri, Erzurum,

Samsun, Trabzon, Eskişehir, Antalya, Isparta, Zonguldak, Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve

Kahramanmaraş bölüm ya da yörede etkili ticaret merkezleridir.

2. Dış Ticaret

Dış ticaret ihracat (dışsatım) ile ithalat (dışalım) faaliyetlerini kapsar.

---Bir ülkenin ödemeler dengesi dış ticaretine bağlıdır.

--- İhracatımızda en önemli yeri AB ülkeleri almaktadır. En fazla ihracat yaptığımız ülke

Almanya'dır. Bu ülkeyi İngiltere, İtalya, Fransa, İspanya ve Belçika izler.

--- İhracatımızda ikinci sıra OECD ülkeleri olan ABD, Japonya ve Avusturalya’dır.

--- İslam ülkeleri ise ihracatımızda üçüncü sıradadır. İran, Suudi Arabistan başta olmak üzere

Cezayir, Libya, Mısır, Suriye ve Ürdün bu iki ülkeyi izlemektedir.

--- İhracatımız da Doğu Avrupa ülkeleri olan Rusya Federasyonu ve Polonya'da gittikçe artan

bir öneme sahiptir.

--- İhraç ürünlerimiz; imal edilmiş mallar, işlenmiş mallar, gıda maddeleri, canlı hayvan,

makine ulaştırma araçları, kimya sanayii ürünleri, madenler, içki, tütün madeni yağlar, yakıt

ile hayvansal ve bitkisel yağlar oluşturur.

İhracatın Sektörel Dağılımı

--- İthalatımızın ülkelere göre sıralaması da ihracatımıza benzer. Başta Almanya gelir ve bu

ülkeyi ABD, Japonya, Suudi Arabistan gibi ülkeler izler. Son yıllarda Rusya Federasyonu ve

Çin’de ithalatımızda ilk sıralarda yer almaya başlamıştır.

--- İthal ürünlerimiz arasında ilk sırada makine ve ulaştırma araçları yer alır, ikinci sırayı

işlenmiş mallar, kimya sanayiine bağlı ürünler, madeni yakıtlar ve yağlar daha sonra ise

hammaddeler, çeşitli eşya, gıda maddeleri ile içki ve tütün gelir.

Bilgi Kutusu: Ülkemizde dış ticaretin gelişmesi için son yıllarda serbest bölgeler

kurulmuştur. İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin ve Trabzon’da kurulmuş bu bölgelerde malların

gümrüksüz alım ve satımı gerçekleştirilerek dış ticaretimizin gelişmesi hedeflenmektedir.

3. Transit Ticaret

Bir ülkeden başka bir ülkeye nakledilen mal ve hizmetlerin üçüncü bir ülkenin ulaşım

imkânlarından faydalanılarak gerçekleştirilmesine transit ticaret denir.

--- Karadeniz, Akdeniz ülkeleri ile Avrupa ve Asya ülkeleri arasında kalan ülkemizin transit

ticaret potansiyeli çok yüksektir.

--- Türkiye tır taşımacılığı açısından Avrupa’da önemli bir yere sahiptir.

--- Ülkemizden geçen gemiler veya yabancı araçlar geçiş ücreti ödemektedir.

--- Benzer uygulamayı Avrupa ve Asya ülkeleri de uygulandığından ve yabancı ülkelerdeki tır

sayımızın ülkemizden geçen tırlardan daha fazla olması nedeniyle önemli miktarda döviz

kaybına uğramaktayız.

6.BÖLÜM: TÜRKİYE’DE KÜLTÜR VE TURİZM

Türkiye’de Turizm

İnsanların oturdukları yer dışında; görme tanıma dinlenme, eğitim, spor, tedavi ve kutsal

yerleri ziyaret amacıyla yaptıkları gezilerden doğan ilişkilerin bütünü turizm olarak

tanımlanır.

--- Turizm, toplumlar arasında ekonomik, sosyal ve siyasi iş birliği geliştiren önemli bir

araçtır.

--- Turizm, insan ilişkilerini barışa ve mutluluğa yönelten ve uluslararası niteliği olan

faaliyetler bütünüdür.

1. Türkiye’de Turizmi Etkileyen Faktörler

--- Türkiye'de turizmi etkileyen faktörlerin başında iklim gelmektedir. Akdeniz ikliminin

etkisi altında olan Akdeniz, Ege ve Marmara kıyıları turizme çok elverişli hava şartlarına

sahipken; her mevsimi yağışlı Doğu Karadeniz ile kışların sert ve uzun geçtiği İç ve Doğu

Anadolu’da iklim turizmi olumsuz etkilenir.

--- Ülkemizde turizmi yer şekilleri de olumlu veya olumsuz şekilde etkilemektedir. Yüksek

dağlık alanlar kayak ve kış turizmine buzullar, sirkler, çağlayanlar ve göllerin ilgi çekmesine;

volkanik araziler peribacalarına ve karstik araziler mağara ve traverten gibi yeryüzü

şekillerinin ilgi çekmesine neden olurlar.

--- Bu özelliklerin yanı sıra bitki ve hayvan varlığındaki çeşitlilik, toplumsal ve kültürel miras

ile refah seviyesi ile insan davranışları turizmi etkilemektedir.

2. Türkiye’nin Turistik Değerleri

Türkiye Asya, Avrupa, Afrika ve Orta Doğu turizm pazarı içinde en şanslı ülkelerden biridir.

Türkiye'nin turistik değerlerini doğal ve kültürel olarak ikiye ayırabiliriz.

a. Doğal Güzellikler

--- Deniz turizmi: Ege ve Akdeniz denize girme mevsiminin uzunluğu ve sayısız plajları ile

başta gelirken Marmara ve Karadeniz'de denize girme süresi daha kısadır. Özellikle 1970 yılı

sonrasında deniz, kum ve güneş turizmine ülke içinden ve dışından olan ilgi çok artmıştır.

--- Yayla turizmi: Doğu Karadeniz bu konuda başta gelirken bu bölümü Akdeniz

Bölgesi’nde Toroslar izler. Bu alanlara hızla konaklama tesisleri, yayla evleri ve kampingler

yapılmaktadır.

--- Sağlık turizmi: Türkiye termal turizmi için gerekli çok sayıda kaplıca, içme ve maden

suyu kaynaklarına sahiptir. Bu kaynaklar birçok hastalığı tedavi etme özelliğine sahiptir.

Bursa, Gönen, Yalova, İzmir, Ankara, Denizli, Afyon ve Diyarbakır ile Sivas bu konuda başta

gelen illerimizdir.

--- Kış turizmi: Türkiye’de Bursa-Uludağ, Bolu-Kartal- kaya, Ankara-Elmadağ, Kayseri-

Erciyes, Kastamonu- Ilgaz, Kars-Sarıkamış, Erzurum-Palandöken başlıca kayak

merkezlerimizdir.

--- Dağcılık ve Doğa turizmi: Süphan, Ağrı Dağı, Kaçkar, Mercan, Aladağlar ve Erciyes dağı

bu konuda en önemli dağlarımızdır.

Akarsu ve Mağara turizmi: Çoruh, Fırat, Dicle, Sakarya, Eşen, Köprüçay, Dalaman, Göksu,

Seyhan, Ceyhan, Kızılırmak, Mercan ve Zap suyu akarsu turizmine elverişlidir, Mersin,

Antalya, Burdur, İzmir, Manisa ve Aydın çevresi de mağaralar bakımından değerlidir.

--- Yat turizmi: Alanya, Antalya, Kaş, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Çeşme’de yat

turizmine yönelik tesisler kurulmuştur.

--- Doğa turizmi: Nevşehir-Ürgüp ve Göreme’de peribacaları, Denizli'de Pamukkale,

Manisa’da volkanik şekiller, Mersin ve Antalya'da karstik şekiller, sayısız göl ve kuş

cennetleri, bitki türleri, kelaynak kuşları, deniz kaplumbağaları (karetta karettalar), milli park

alanları bu konudaki değerlerimizdir.

--- Kongre turizmi: Uluslararası siyasi ve kültürel kongreler konferanslar, festival, fuar ve

yarışmalar ülkemizde hızla çoğalmaktadır. İstanbul, Antalya, İzmir, Ankara ve Bursa bu

konuda başta gelmektedir.

b. Tarihi Değerler

Tarih öncesi dönemlerden başlamak üzere, Hitit, iyon, Lidya, Frigya, Libya, Urartu, Asur,

Helenistik Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı'dan kalma eserler yurdumuzun her tarafını

süslemektedir. Bu da ülkemizi turizm açısından çok çekici kılmaktadır.

3. Türkiye’de Turizmin Gelişmesi

Türkiye turizminde özellikle 1980 yılı sonrası önemli gelişmeler yaşanmaktadır. 1980 yılında

Türkiye'ye gelen turist sayısı 1,2 milyon kadar iken, 2004 yılında 17 milyon 546 bin yabancı

turist ülkemize yaklaşık 12,2 milyar dolar döviz bırakmıştır. Turist sayısı 2005 yılında 24

milyonu aşmış ve o yıl 18,1 milyar dolar gelir sağlanmıştır.

Merak Kutusu: Dünya turizminde en çok harcama yapan ülkeler hangileridir?

2000 yılında en çok harcamayı 64,5 milyar $ ile ABD yapmıştır. Bu ülkeyi Almanya 47,8,

Japonya 31,9, İngiltere 36,3, Fransa 17,7, İtalya 15,7, Hollanda 12,2, Kanada 12,1 ve Çin

13,1 milyar dolar ile izler.

4. Turizmin Türkiye Ekonomisindeki Yeri ve Önemi

Günümüzde giderek önem kazanan bir sektör olan turizm, bacasız sanayi olarak

adlandırılmaktadır. Dünyada bazı ülkelerde turizm geliri, sanayi ve ticaret gelirlerini bile

aşmaktadır.

--- Ülkemizde son 10 yılda hızla gelişen turizm sektörü sanayi, ulaşım, ticaret hatta tarım

sektörünün bile gelişmesine neden olmaktadır.

--- Turizm yabancı sermayenin rağbet etmesine ve ülke ekonomisine katkı sağlanmasına yol

açmaktadır.

--- Turizm yatırımları inşaat ve benzeri birçok sektörün hareketlenmesi ile yatırımların

artması, çevresinin güzelleşmesine ve değerlenmesine neden olmaktadır.

--- Doğal ve kültürel değerler korunmakta gelecek nesillere aktarımı sağlanmaktadır.

--- Ülkemizin bütçesine çok önemli katkılar sağlanmaktadır.

7.BÖLÜM: TÜRKİYE'DE NÜFUSUN GELECEĞİ

Türkiye’de Uygulanan Nüfus Politikaları:

Günümüz dünyasında ülkelerin uyguladıkları başlıca üç tür nüfus politikası vardır. Bunlar;

1. Nüfus artış hızını azaltmaya yönelik nüfus politikaları,

2. Nüfus artış hızını arttırmaya yönelik nüfus politikaları,

3. Nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmeye yönelik nüfus politikaları şeklinde sıralanabilir.

Türkiye’de 1927’den günümüze kadar olan süreçte farklı nüfus politikaları uygulanmıştır.

Genel olarak 1963 yılına kadar nüfusu arttırmaya yönelik politikalar benimsenirken, 1963’ten

sonra ise nüfusu azaltmaya yönelik politikaların benimsendiği söylenebilir.

1927’den 1963 yılına kadar olan dönemde, savaşlar nedeniyle (I. Dünya Savaşı, Kurtuluş

Savaşı) erkek insan gücüne ihtiyaç duyulması, salgın hastalıkların yaygın olması, yüksek

ölüm oranlarıyla azalan nüfusun doğumlarla telafi edilmeye çalışılması, ülkenin hızla

kalkınmak zorunda olması, fazla nüfusun ülke için askeri ve siyasi güç olarak görülmesi gibi

faktörler nüfus artış hızını arttırmaya yönelik nüfus politikaları uygulanmasında dayanak

noktaları olmuştur.

Bu amaçla, çok çocuklu ailelere vergi muafiyeti altı ya da altıdan fazla çocuklu annelerin

ödüllendirilmesi, gebeliği önleyici ilaçların satılmasının yasaklanması, çok çocuklu ailelere

tarla tahsisi, evlenme yaşının erkeklerde 17, kadınlarda ise 15’e indirilmesi, göçmenlere

gümrük muafiyeti getirerek göçlerin teşvik edilmesi gibi uygulamalar yapılmıştır.

1963’ten 2000 yılına kadar ise nüfus artış hızını azaltmaya yönelik nüfus politikaları

benimsenmiştir. Bu dönemin dayanak noktaları ise şu şekilde sıralanabilir: Tarımda

makineleşmenin artması, sağlık hizmetlerinin gelişmesiyle ölüm oranlarının düşmesi, orduda

insan gücünden çok silah gücünün ön plana çıkması, I. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile nüfus

artışının sorun olarak tanımlanması.

1963’ten 2000 yılına kadar olan dönemde görülen başlıca uygulamalarsa şunlardır: Aile

planlamasının yapılması, bebek ölüm oranlarının azaltılması, gebeliği önleyici araçların temin

edilmesi ve satılmasının sağlanması, insanlara istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk

sahibi olma özgürlüğünün tanınması.

Günümüzde ise daha çok ülkemizde nüfusun nitelik ve niceliğini iyileştirmeye yönelik nüfus

politikaları uygulandığı söylenebilir.

TÜRKİYE’DE NÜFUSUN GELECEĞİ VE NÜFUS PROJEKSİYONLARI

NÜFUS PROJEKSİYONLARI: Nüfus Projeksiyonları; matematiksel formüllerle nüfus

konusunda geleceğe yönelik tahminler yapmaktır.

Nüfus projeksiyonları geleceğe yönelik politika üretme noktasında büyük önem arz

etmektedir. Mevcut nüfus eğilimlerinin tespit edilmesi ve bu eğilimlerin devamı halinde

gelecekteki nüfus yapısı hakkında çıkarımlarda bulunulması daha sağlıklı politikalar

üretilmesini sağlar. Nüfus projeksiyonlarının bir tahmin değil, mevcut nüfus eğilimlerinin

devam etmesi veya benzer süreçleri daha önce yaşamış ülkelerin eğilimlerinin analiz edilerek

bu eğilimlerin yansıtılması durumunda nüfusun gidişatını gösteren bir uygulama olduğu

söylenebilir.

Türkiye nüfusunun 2023 yılında 84 247 088 kişi olması beklenmektedir;

Türkiye nüfusu 2023 yılında 84 247 088 kişi olacaktır. Nüfus 2050 yılına kadar yavaş bir artış

göstererek en yüksek değerini 93 475 575 kişi ile bu yılda alacaktır. 2050 yılından itibaren

düşmeye başlayan nüfusun 2075 yılında 89 172 088 kişi olması beklenmektedir.

Türkiye nüfusunda yaşlı nüfus oranı 2023 yılında %10,2’ye yükselecektir;

Demografik göstergelerdeki mevcut eğilimler devam ettiği takdirde Türkiye nüfusu

yaşlanmaya devam edecektir. 2012 yılında yaşlı nüfus olarak tabir edilen 65 yaş ve üzerindeki

nüfus 5,7 milyon kişi, bunların toplam nüfusa oranı %7,5’tir. 2023 yılına gelindiğinde bu

nüfus 8,6 milyon kişiye, oranı ise %10,2’ye yükselecektir.

2023 yılında Türkiye nüfusunun yarısı 34 yaşın üzerinde olacaktır;

Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 2012’de 30,1 iken 2023’te ise 34’e çıkacaktır. 2012 yılında

erkeklerde 29,5 olan ortanca yaş, 2023 yılında 33,3’e ulaşacaktır. Kadınlarda ise 2012 yılında

30,6 olan ortanca yaş, 2023’te 34,6 olacaktır. Türkiye nüfusunun ortanca yaşı 2050’de 42,9 ve

2075’te 47,4 olacaktır. Erkeklerde 2050’de 41,8 olacak olan ortanca yaş 2075’te 46’ya

ulaşacaktır. Kadınlarda 2050’de 44’e ve 2075’te 48,7’ye ulaşacaktır.

Türkiye nüfusu, Dünya ülkeleri arasında 2075 yılında 24. sıraya düşecektir;

Birleşmiş Milletlerin 2012 yılı nüfus projeksiyonlarına göre Dünya nüfusu yaklaşık 7 milyar

52 milyon kişidir. 2012 yılında Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 1,1’ini oluşturan Türkiye,

nüfus bakımından dünyanın en büyük 18. ülkesidir.

2050 yılında Dünya nüfusu 9 milyar 306 milyon kişi olurken, temel nüfus projeksiyon

senaryosuna göre Türkiye 20. sıraya gerileyecektir. 2075 yılına gelindiğinde Dünya nüfusu 9

milyar 905 milyon kişiye yükselecek, Türkiye’nin sıralamadaki yeri ise 24 olarak

değişecektir.

Kısaca Türkiye’de nüfus projeksiyonlarıyla;

--- Doğum ve ölüm oranlarının düşeceği,

--- Çocuk nüfusun azalacağı, yani nüfusun dinamizmini kaybedeceği,

--- 65 yaş üstü nüfusun artacağı, yani nüfusun yaşlanacağı,

--- Nüfusun ikiye katlanma süresinin uzayacağı düşünülmektedir.

UYARI! Nüfus projeksiyonları sosyo-ekonomik politikaları yansıtan, aynı zamanda sektörler

için gerekli olan üretici ve tüketici kitlenin belirlenmesinde yardımcı bir araç niteliği taşır.

Türkiye’nin Nüfus Piramidi (1980) Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2012)

Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2023) Türkiye’nin Nüfus Piramidi (2050)

Nüfus piramitleri incelendiğinde;

--- Nüfus artış hızının azaldığı,

--- Çocuk nüfusunun azaldığı,

--- Yaşlı nüfusun arttığı,

--- Yaşam süresinin uzadığı görülmektedir.

UYARI! Türkiye’nin 2023 ve 2050 yıllarında nüfusun yapısını gösteren grafik arı kovanı

şeklinde olacaktır. Yani Türkiye’nin nüfus yapısıyla, az gelişmiş ülke statüsünden çıkıp

gelişmiş ülke statüsüne doğru ilerleneceği düşünülmektedir.

8.BÖLÜM: TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL KALKINMA PROJELERİ

Türkiye’de kalkınma projelerinin amacı, kalkınma potansiyeline sahip ancak yeterli düzeyde

gelişim gösterememiş bölgelerin gelişmesini sağlamaktır.

UYGULANMAKTA OLAN PROJELER:

GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi): Güneydoğu Anadolu Bölgesi tarıma elverişli alanlar

yönünden oldukça geniştir. Fakat şiddetli kuraklık ve sulama problemlerinin varlığı tarımsal

üretimde verimliliği önemli oranda düşürmektedir. Güneydoğu Anadolu Projesi tam kapasite

ile çalıştığında özellikle tarımsal üretimde ciddi verim artışı beklenmektedir. GAP Güneydoğu

Anadolu Bölgesinde sadece tarımsal verimliliği arttırmayacak, bunun yanında, sanayi, ulaşım,

kültür ve turizm gibi alanlarda da önemli gelişmeler yaşanmasına katkıda bulunacaktır.

Kapsadığı iller: Güneydoğu’da yer alan Adıyaman, Şanlıurfa, Batman, Diyarbakır,

Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt ve Şırnak’tır.

Projenin Amaçları: Bölgenin gelir düzeyini ve hayat standardını yükseltmek, kırsal

alanlardaki verimliliği ve istihdam oranlarını arttırmaktır. Proje kapsamında 22 baraj, 19 HES

ve 1,7 milyon hektar alanın sulu tarıma kavuşturulması ve enerji üretiminin artırılması

planlanmaktadır.

GAP’tan Sonra:

--- Sulanabilen tarım alanları genişleyecek,

--- Tarımsal ürün çeşitliliği artacak, (pamuk, mısır, ayçiçeği üretimi)

--- Tarımsal üretim ve tarım sektöründen elde edilen gelir artacak,

--- Bölgede enerji üretimi artacak,

--- Sanayi tesislerinin sayısı artacak,

--- İşsizlik azalacak ve bu durum beraberinde bölge dışına yaşanan göçleri azaltacak,

--- Ulaşım ağı gelişecektir. (Bölgede karayolu ağı gelişmiş, havaalanları inşa edilmiştir.)

FİZİBİLİTE ÇALIŞMALARI TAMAMLANAN PROJELER:

1. DAP (Doğu Anadolu Projesi):

Kapsadığı İller: Doğu Anadolu’daki 16 il.

Projenin Amaçları:

--- Bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan kalkınmasını sağlamaktır.

--- Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı olan bölgede hayvan ırklarının ve otlak alanlarının

iyileştirilmesi ile birlikte hayvancılığın ticaretteki önemini arttırmak hedeflenmektedir.

2. DOKAP (Doğu Karadeniz Projesi):

Kapsadığı İller: Artvin, Bayburt, Gümüşhane, Ordu, Giresun, Rize ve Trabzon illerini

kapsamaktadır.

Projenin Amaçları:

--- Doğal kaynakların daha verimli kullanımını sağlamak,

--- Ulaşım ve iletişim koşullarını geliştirmek,

--- Yayla turizmini geliştirmek,

--- Kıyı kesimlerinde ürün çeşitliliğini arttırmak, iç kesimlerde ise sulama imkânlarını

arttırmak,

--- Mevcut işletmeleri desteklemek ve yeni işletmeler kurulabilmesi için çeşitli olanaklar

sunmak gibi amaçlar hedeflenmektedir.

3. YHG (Yeşilırmak Havzası Gelişim Projesi):

Kapsadığı İller: Amasya, Çorum, Samsun ve Tokat illerini kapsamaktadır.

Projenin Amaçları:

--- Yeşilırmak’ın akım düzensizliğinden kaynaklanan sel, taşkın, erozyon, su ve çevre kirliliği

sorunlarının çözülmesi,

--- Otlak alanlarının iyileştirilmesi,

--- Düzenli kentleşme ve sanayileşmenin sağlanması hedeflenmektedir.

4. ZBK (Zonguldak Bartın Karabük Projesi):

Kapsadığı İller: Zonguldak, Bartın ve Karabük illerini kapsamaktadır.

Projenin Amaçları:

--- Taşkömürü yataklarının daha verimli işletilebilmesi,

--- Kardemir’in modernize edilmesi,

--- Organize sanayi bölgelerinin kurulması,

--- Yeni limanlar inşa ederek çeşitli hammaddelerin ucuza temin edilmesini sağlamak,

--- Seracılık ve meyveciliğin geliştirilmesi hedeflenmektedir.

9.BÖLÜM TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİĞİ

Jeopolitik, ülkelerin coğrafi özellikleri ile siyasetleri arasındaki ilişkileri inceleyen bilim

dalıdır.

Jeopolitikte Etkili Olan Unsurlar:

1. Değişmeyen Unsurlar: Coğrafi konum, jeolojik ve jeomorfolojik özellikler, iklim, bitki

örtüsü ve su kaynakları.

2. Değişen Unsurlar: Politik, askeri, ekonomik, sosyo-kültürel ve bilimsel-teknolojik

değerler.

Türkiye bulunduğu coğrafi konum özellikleri nedeniyle siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan

dünyanın en önemli ülkelerinden biridir.

Türkiye’nin Dünya Üzerindeki Konumu

Türkiye’nin matematik konumu, uç noktaları, kara sınırı ve kıyı uzunlukları

Türkiye’nin önemli bir ülke olmasında;

--- Eski dünya karalarının (Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları) birbirine en çok yaklaştığı yerde

bulunması,

--- Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlaması,

--- İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına sahip olması,

--- Dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz yataklarına sahip Ortadoğu ve Hazar Bölgesine

yakın bir konumda bulunması,

Dünya’nın Başlıca Petrol Üretim Bölgeleri

--- Ilıman iklim kuşağında yer alması ve aynı anda farklı iklim özelliklerini yaşayabilmesi,

--- Zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olması,

--- Doğal güzellikler yönünden zengin bir ülke olması gibi faktörler sayılabilir.

Uluslararası Örgütler ve Türkiye

Türkiye jeopolitik konumu nedeniyle uluslararası ilişkilerde önemli bir ülkedir. Ülkemiz

gerek coğrafyası gerekse tarihi geçmişi nedeniyle doğu ve batı medeniyetleri arasında özel bir

yere sahiptir.

20. yüzyılda meydana gelen I. ve II. Dünya savaşlarının ortaya çıkardığı sorunlar, uluslararası

güç dengeleri arasında oluşan rekabet ve soğuk savaş ülkemizi küresel ve bölgesel ölçekteki

çeşitli siyasi, askeri ve ekonomik örgütlerle işbirliğine yöneltmiştir. Aşağıdaki tabloda

ülkemizin üyesi olduğu bazı uluslararası örgütler yer almaktadır.

Türkiye’nin Üyesi Olduğu Uluslararası Örgütler

Siyasi Örgütler Ekonomik Örgütler Askeri

Örgütler

Çevre

Örgütleri

Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Para Fonu (İMF) NATO Greenpeace

(Yeşil Barış)

Avrupa Konseyi İnsan

Hakları Mahkemesi (AİHM)

Dünya Bankası (WB) Batı Avrupa

Birliği (WEU)

Avrupa Konseyi Ekonomik Kalkınma ve

İşbirliği Örgütü (OECD)

İslam Konferansı Örgütü

(İKÖ)

Dünyanın En Büyük 20

Ekonomisi (G-20)

TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN BAŞLICA SORUNLAR:

Türkiye’yi Doğrudan İlgilendiren Sorunlar: Batı Trakya sorunu, Ege Denizindeki kıta

sahanlığı sorunu, Kıbrıs sorunu, Irak sorunu, Suriye ile Fırat ve Dicle’nin sularıyla ilgili

yaşanan sorunlar.

Batı Trakya Sorunu: Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir sorundur. Batı Trakya’da

yaşayan Türk azınlığın Lozan Antlaşmasıyla doğan taleplerine Yunanistan’ın olumlu yanıt

vermemesi sonucu doğmuştur.

Ege Denizindeki Kıta Sahanlığı Sorunu: Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir

sorundur. Yunanistan’ın 1960’lı yıllardan sonra Ege Denizindeki kıta sahanlığının tümünü

sahiplenmesi üzerine ortaya çıkmış bir sorundur. Lozan Antlaşmasıyla belirlenen kara suları

uzunluğu her iki ülke içinde 3 mil iken Yunanistan bunu önce 6 mile sonrada 12 mile

çıkarmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin itirazı sonucu bu karar uygulanamamıştır. Türkiye ile

Yunanistan arasında imzalanan 1976 Bern Antlaşması ile kıta sahanlığı sorununun görüşmeler

yoluyla halledilmesi öngörülmektedir.

Kıbrıs Sorunu: Yine Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan bir sorundur. 1960 yılında

İngiltere’nin adadan çekilmesi üzerine Türk ve Rum halkları Kıbrıs Cumhuriyeti’ni

kurmuşlardır. Fakat Rumların adayı Yunanistan’a bağlamak istemeleri sonucu adada yaşayan

Türklere baskılar artmıştır. Artan baskı zulümler karşısında Türkiye, garantörlük hakkını

kullanarak adaya 1974 yılında asker çıkarmıştır. Çözüm arayışları sonuç vermeyince 1983

yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.

Irak Sorunu: Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan Körfez Savaşı sonrası yaşanan gelişmeler

Türkiye-Irak ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Körfez Savaşından sonra Birleşmiş

Milletlerin (BM) Irak’a ambargo uygulaması Türkiye’yi ekonomik yönden olumsuz

etkilemiştir. Türkiye’nin uğradığı ekonomik kaybın yanında, Irak sınırında meydana gelen

güvenlik sorunları ülke güvenliğimizi de ciddi anlamda tehdit etmiştir.

Suriye ile Fırat ve Dicle’nin Sularıyla İlgili Yaşanan Sorunlar: Suriye’nin Güneydoğu

Anadolu Projesiyle (GAP) birlikte Fırat ve Dicle’nin sularından daha az yararlanacağı

iddiasıyla ortaya çıkan bir sorundur. İki ülke arasında 1987 yılında antlaşma imzalanmasına

karşın sorun tam anlamıyla çözümlenememiştir.

Türkiye’yi Dolaylı Olarak İlgilendiren Sorunlar: Kosova sorunu, Bosna-Hersek sorunu,

Makedonya sorunu, Kafkasya’daki sorunlar (Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali, Gürcistan’da

Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlık mücadelesi), Ortadoğu’da yaşanan sorunlar

(Filistin sorunu)

Kosova Sorunu: Kosova’da farklı etnik unsurlar yüzünden çıkan bir sorundur. 2008 yılında

bağımsızlığını ilan eden Kosova devletini ilk tanıyan ülkelerden biriside Türkiye olmuştur.

Fakat Sırbistan, Rusya gibi devletler Kosova’nın bağımsızlığını tanımayarak sorun

çıkarmaktadırlar.

Bosna-Hersek Sorunu: Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Sırpların başlattığı ve Avrupa

ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkenin seyirci kaldığı bir sorundur. NATO sonraki

dönemde müdahalesi ile 1992 yılında Bosna-Hersek Cumhuriyeti kurulmuştur. Bosna-

Hersek’le olan tarihi ve kültürel bağlarımız bölgedeki siyasi ilişkiler üzerinde etkili

olmaktadır.

Makedonya Sorunu: Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte 1991 yılında Makedonya’nın

bağımsızlığını ilan etmesiyle başlamıştır. Yunanistan ve Bulgaristan’ın Makedonya’nın

bağımsızlığını tanımaması, Kosova ve Bosna-Hersek’te olduğu gibi bölgede farklı birçok

etnik unsurun yaşıyor olması zaman zaman gerginliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Kafkasya’daki Sorunlar: Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesini işgaliyle

ortaya çıkmıştır. Gerek bu olay gerekse de Ermenilerin sözde Ermeni soykırımı iddiaları

nedeniyle Türkiye-Ermenistan ilişkileri gelişememektedir. Ayrıca Gürcistan sınırları içinde

yaşanan Abhazya ve Güney Osetya sorunlarının çözümünde Türkiye barışçıl yollar

önermektedir.

Ortadoğu’da Yaşanan Sorunlar (Filistin Sorunu): Çeşitli dinlerce kutsal sayılan

mekânların varlığı, yer altı zenginlik kaynaklarının çokluğu gibi nedenlerle uzun zamandan

bu yana yaşanan bir sorundur. Türkiye Filistin sorunun çözümünde her iki milletinde (Filistin

ve İsrail) lehine olmasından yana tavır takınmaktadır.

10.BÖLÜM: ÜLKELERİN GELİŞMİŞLİK DÜZEYLERİ VE DOĞAL

KAYNAK POTANSİYELLERİ

1. ÜLKELER NEDEN FARKLI GELİŞMİŞLERDİR?

Ülkeler; konumları, doğal kaynaklardan yararlanma olanakları, bilim ve teknolojiyi kullanma

yetenekleri ve uluslararası platformda edindikleri yere bağlı olarak farklı gelişmişlerdir.

Ülkelerin gelişmişlik düzeyini ölçmede;

--- İnsani gelişim endeksi,

--- Kişi başına düşen millî gelir,

--- Sağlık ve eğitim göstergeleri (kişi başına düşen doktor sayısı, okullaşma oranı, okuryazar

oranı vb.)

--- İşsizlik oranı,

--- Bölgesel eşitsizlik,

--- Nüfus göstergeleri (genç nüfus oranı, yaşlı nüfus oranı, nüfusun ekonomik sektörlere göre

dağılımı vb.) kriterleri kullanılmaktadır.

İnsani Gelişim Endeksi: Her ülkedeki yaşam uzunluğu, okuryazar oranı, eğitim ve yaşam

düzeyi doğrultusunda hazırlanan ölçümdür.

Bu endeks, insanların yaşam standardı ve özellikle çocuk hakları için ölçüt olmaktadır. İnsani

Gelişim Endeksi; bir ülkenin gelişmiş, gelişmekte olan veya gelişmemiş bir ülke olduğunu

belirlemenin yanında, ülke ekonomisinin yaşam düzeyini ne derecede etkilediğini de ortaya

koyar.

Yaşam standardı ölçümü;

--- Uzun ve sağlıklı bir yaşam, ortalama yaşam süresi ile yapılır.

--- Bilgi ölçümü, okuryazar oranı (2/3’ü) ilkokul, lise ve üniversite kayıtları (1/3’ü) ile yapılır.

Ülke

Sıralaması

İnsani Gelişim

Endeksi

Ortalama

İnsan Ömrü

Okuma Yazma

Oranı (%) 1995-

2005

Okullaşma

Oranı (%)

2005

Satın Alma Gücü

US (Dolar)

1 İzlanda 0.968 81.5 99 95,4 36.510

2 Norveç 0.968 79.8 99 99.2 41.420

4 Kanada 0.961 80.3 99 99.2 33.375

5 İrlanda 0.959 78.4 99 99.9 33.375

7 İsviçre 0.955 81.3 99 85.7 35.633

12 ABD 0.951 77.9 99 93.3 41.890

13 İspanya 0.949 80.5 99 98.0 27.690

16 İngiltere 0.946 79.0 99 93.0 33.238

81 Çin 0.777 72.5 90.9 69.1 6.757

84 Türkiye 0.775 71.4 87.4 68.7 8.407

128 Hindistan 0.619 63.7 61.0 63.8 3.452

136 Pakistan 0.551 64.6 49.9 40.0 2.370

147 Sudan 0.526 57.4 60.9 37.3 2.083

156 Senegal 0.499 62.3 39.3 39.6 1.792

158 Nijerya 0.470 46.5 69.1 56.2 1.128

165 Zambiya 0.434 40.5 68.0 60.5 1.023

172 Mozambik 0.384 42.8 38.7 52.9 1.242

173 Mali 0.380 53.1 24.0 36.7 1.033

NOT: Ekonomik açıdan kalkınmış olan birçok ülkede sosyal sorunların çözülmemesi

üzerine ekonomik büyüme ve insani gelişme arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkmış,

böylece İnsani Gelişme Endeksi (İGE) oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler Kalkınma

Programı, (UNDP) tarafından İnsani Gelişme Raporu (İGR) 1990 yılından itibaren

yayınlanmaya başlanmıştır.

NOT: Kalkınma ve gelişme, 1970 yılından önce büyük ölçüde, ulusal gelirle eşit

görülmekteydi. Bu amaca uygun olarak ülke refahındaki değişimlerin temel

göstergesi olarak kişi başına düşen millî gelir ölçütü kullanılmıştır. 1970 yılından sonra

gelişmeyi; insanı, sosyal, kültürel, çevresel ve mekânsal boyutlarıyla tanımlama

amacı taşıyan yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.

Az Gelişmiş Ülkelerin Genel Özellikleri

a) Ekonomik:

• Kişi başına düşen millî gelir düşüktür.

• Sermaye yetersizdir.

• Sürekli dış ülkelere borçludur.

b) Tarım:

• İklime bağımlılık fazladır.

• Tarımsal üretim düşüktür.

• Tarımda ilkel yöntemler kullanılır.

• Makine kullanımı düşüktür.

• Tarımda insan ve hayvan gücü kullanımı yaygındır.

• Birim alandan elde edilen verim düşüktür.

c) Demografik:

• Doğum oranı yüksektir.

• Temel ihtiyaçların karşılanmasında güçlük çekilir.

• Ortalama yaşam süresi kısadır.

• Yaşlı nüfus oranı azdır.

• Çocuk sayısı fazladır.

d) Kültürel-Siyasal:

• Eğitim yetersizdir.

• Okuryazar oranı düşüktür.

• Eğitilmiş insan oranı azdır.

• Beyin göçü fazladır.

e) Teknolojik ve diğer özellikler:

• İletişim ve teknoloji gelişmemiştir.

2. GELİŞMİŞLİK SEVİYELERİNE GÖRE ÜLKELERİ TANIYALIM

ALMANYA:

Konumu ve Doğal Özellikleri

Avrupa'nın ve Dünya'nın en önemli ülkelerinden biri olan ülke; Baltık ve Kuzey denizleri

kıyısında yer alır. Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, İsviçre, Avusturya, Çek

Cumhuriyeti, Polonya ve Danimarka ile komşudur.

Ülke; Kuzey Almanya Ovaları, Orta Almanya yüksek alanları ve Almanya Alpleri olmak

üzere üç bölgeye ayrılır. İklimi okyanusal ve karasal iklim tipleri arasında geçiş karakteri

göstermektedir. Topraklarının üçte biri ağaçlandırma çalışmalarıyla kazanılmış ormanlarla

kaplıdır. Ren, Elbe ve Weser önemli akarsularıdır.

Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler

1871 yılında siyasi birliğini tamamlayarak büyük bir imparatorluk haline gelen ülke, I. ve II.

Dünya Savaşlarını kaybedince doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. 1990 yılında ise tekrar

birleşti.

Birim alandan yüksek verimin elde edildiği ülkede buğday, arpa, çavdar, yulaf, patates, şeker

pancarı ile çeşitli sebzeler üretilir. Hayvancılık, domuz yetiştiriciliği ve balıkçılık önemli

ekonomik faaliyetlerdir.

Dünyada en çok taş kömürü çıkartan ülkeler arasında yer alır. Saar, Aachen ve Ruhr kömür

havzalarıdır. Almanya sanayi gelişmişliğinde dünyada ABD ve Japonya'dan sonra gelir. Çok

gelişmiş bir ulaşım ağına, ticaret hacmine ve turizmine sahiptir. Almanya ile olan ilişkilerimiz

her bakımdan son derece gelişmiş olup ithalatımızın %15'i, ihracatımızın yaklaşık %20'sini bu

ülkeyle yaparız. En çok Türk işçisinin çalıştığı ülkedir.

3. GELİŞMEMİŞ BİR ÜLKE: NİJERYA

Konumu ve Doğal Özellikleri

Gine Körfezi’nin kuzeydoğusunda Atlas Okyanusu kıyısında yer alan ülke Benin, Nijer, Çad

ve Kamerun ile komşudur. Ülkenin yüzey şekilleri oldukça sadedir. Orta ve kuzeyi plato olup

güneyi ve kıyıları ovalıktır. Sıcak ve nemli tropikal iklimin görüldüğü Nijerya'da Kuzeye

gidildikçe Savan ve Kurak iklimler yaşanır. Topraklarının üçte biri yağmur ormanları ile kaplı

iken savanlar ve galeri ormanları geniş alanlarda görülür.

Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler

200’den fazla etnik grubun bir araya gelerek oluşturduğu ülke zengin bir kültüre sahiptir.

Uzun yıllar İngiliz sömürgesi olarak kaldıktan sonra 1960 yılında bağımsızlığını ilan etti.

Tarım, ülke topraklarının üçte birinde yapılır. Yer fıstığı kakao, kauçuk, çeltik, soya fasulyesi,

pamuk, yağ palmiyesi, akdarı, süpürge otu ve mısır başlıca ürünleridir. Savanlarda koyun ve

sığır yetiştiriciliği yaygındır.

Nijerya yer altı kaynakları açısından oldukça zengin bir ülkedir. Petrol, doğalgaz ve niyobit

üretimlerinde dünyada söz sahibi iken kalay, volfram, maden kömürü, altın ve demir

çıkartılan diğer önemli madenlerdir.

Nijerya'da sanayi gelişmektedir. Ülkenin ihracatında ham petrol, petrol ürünleri, çeşitli

madenler ve kereste önem taşır. Ayrıca ülkede kuzey-güney yönlü ulaşım çok gelişmiştir.

4. DOĞAL KAYNAKLARIN VERİMLİLİĞİ:

Doğal Kaynakların Uluslararası İlişkilere Etkileri

Maden, petrol, su, orman, tarım gibi doğal kaynaklar, tarih boyunca toplumların kalkın-

masında önemli rol oynamıştır. Dünya nüfusunun artması ve toplumsal ihtiyaçların

çeşitlenmesi doğal kaynaklara olan talebi hızla artırmıştır.

Bazı ülkeler petrol, doğal gaz ve kömür gibi enerji kaynaklan bakımından, bazıları ise orman,

su kaynakları vb. alanlarda daha zengindir. Bu farklılıklar ülkelerin küresel ve bölgesel

etkileşimini artırmaktadır.

Ülkeler, doğal kaynaklarını farklı şekillerde kullanmışlardır. Örneğin, Kanada, İsveç, Norveç

gibi bazı ülkeler doğal kaynaklarını kullanarak ekonomik yönden gelişmişlerdir. Orta Doğu

ve Afrika ülkeleri ise çeşitli nedenlerle doğal kaynaklarından yeterince yararlanamamışlardır.

Afrika, Orta Doğu ve Güney Amerika'da bulunan ülkelerin doğal kaynakları bazı ülkeler

tarafından sömürülmektedir. Örneğin, nemli tropikal ve subtropikal bölgelerde bulunan

zengin tarım potansiyeline sahip Kolombiya, Brezilya, Arjantin gibi ülkelerde plantasyon

tarımı, yerliler tarafından yapılamamaktadır, çünkü bu plantasyonlar ABD, Avrupa ülkeleri ve

Japonya'ya ait çok uluslu şirketlere aittir.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de uluslararası ilişkilerde doğal kaynaklara sahip olma ve

bu kaynakları kontrol etme giderek önem kazanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin birçoğu

sömürgeleri olan ülkelerin doğal kaynaklarından yararlanarak bugünkü sanayileşme düzeyine

ulaşmışlardır. Orta Asya'da Kazakistan- Türkmenistan-Özbekistan'ın, Kuzeydoğu Afrika'da

Çad-Libya-Mısır-Sudan, Kuzeybatı Afrika'da Cezayir- Fas-Nijerya-Mali-Moritanya-Batı

Sahra'nın ve Orta Amerika'daki ülke sınırlarının bugünkü şekliyle oluşturulmasının nedeni

zengin doğal kaynaklara sahip olmalarıdır. Stratejik doğal kaynaklara sahip olan bu ülkeler,

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ulusal bağımsızlıklarını ilan ettikleri hâlde ekonomik alanda

bağımsızlıklarını elde edememişlerdir.

Ülkelerin doğal kaynakları nasıl kullandığını, bu durumun bölgesel ve küresel ilişkilere

etkisini bazı ülkeleri inceleyerek görelim.

Rusya Federasyonu

Rusya Federasyonu 1991'de SSCB'nin dağılması sonucu kurulmuş bir ülkedir. Rusya, doğal

kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir, ülke; petrol, doğal gaz, turba

ve kömür gibi enerji kaynakları ve boksit, bor, altın, elmas, platin, fosfat, krom gibi madenler

bakımından da çok zengindir. Ayrıca 763 milyon hektarı aşan orman alanı ile orman arazisi

genişliği bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Baykal Gölü 24 bin km3 tatlı su

kapasitesi ile dünyanın önemli tatlı su kaynakları içinde yer almaktadır. Nükleer ve

hidroelektrik enerji üretiminde dünyada beşinci sıradadır.

Tundra-tayga kuşağı olarak adlandırılan Rusya Federasyonu'nun % 70'ten fazlasını oluşturan

kuzey bölgeleri petrol, doğal gaz, kömür, altın, kereste, tatlı su kaynakları ve hidroelektrik

enerji potansiyeli bakımından zengindir.

Rusya ekonomisinin temelini petrol ve doğal gaz oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu doğal

gaz rezervlerinin büyüklüğü açısından dünyada ilk sırada yer almaktadır. Rezervlerin tahmini

olarak toplamı 48 trilyon m3 yıllık doğal gaz üretimi ortalama 600 milyar metreküptür. Bu

üretimin yaklaşık 1/3'ünü Almanya, İtalya, Fransa, Finlandiya ve Türkiye'ye ihraç etmektedir.

Rusya'nın ihraç ettiği doğal gaz bölgesel ve uluslararası sorunlara yol açmaktadır. Özellikle

bazı ülkelerle Rusya arasında doğal gaz bedellerinin ödenmesi konusunda anlaşmazlıklar

çıkmaktadır. Örneğin, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın Rusya'ya olan borçları nedeni ile doğal

gazın Avrupa'ya taşınmasında sorunlar yaşanmaktadır.

Rusya, dünyadaki petrol üretiminin yaklaşık % 10'unu gerçekleştirmektedir. 140 milyar ton

olan dünya rezervleri içinde Rusya'nın payı 6 milyar 609 milyon ton seviyesindedir. Petrol

rezervlerin % 80 Sibirya'da, % 20'si Ural, Volga gibi bölgelerde bulunmaktadır. 2004 yılında

Rusya Federasyonu'nda 460 milyon ton ham petrol üretilmiş ve bunun 277 milyon tonu ihraç

edilmiştir. Rusya petrol ihracatını çoğunlukla Baltık Denizi ve Karadeniz'de yer alan

terminaller aracılığı ile yapmaktadır. Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan'dan sonra dünyanın

en büyük ikinci petrol ihracatçısıdır. İhracatının büyük bir kısmını petrol ve doğal gaz

oluşturduğu için dünya piyasalarındaki değişmeler ve dalgalanmalar Rusya ekonomisini

önemli ölçüde etkilemektedir. Uluslararası piyasalarda petrolün ve doğal gazın fiyatı

yükseldikçe ekonomideki büyüme hızlanmakta, fiyatlar düştükçe ekonomi küçülmektedir.

Rusya dünyada kömür rezervleri bakımından üçüncü sırada yer alır. Yıllık üretimi yaklaşık

270 milyon tondur. Rusya'daki ilk demir yolları da kömür üretim ve dağıtımına bağlı olarak

gelişme göstermiştir.

Güney Afrika Cumhuriyeti

Afrika kıtasının güneyinde yer alan, Atlas ve Hint okyanuslarına kıyısı olan Güney Afrika

Cumhuriyeti (GAC), Cap, Natal, Transval ve Oranj eyaletlerinin birleşmesiyle oluşmuş

federal bir cumhuriyettir, ülkenin doğu ve güneydoğu kıyılarında Mozambik Sıcak Su

Akıntısının etkisiyle ılıman bir iklim hâkimdir ve ülkede ormanlık alanlar oldukça azdır.

Farklı etnik gruplardan oluşmuş olan bu ülke Afrika'nın kalabalık ülkelerinden biridir.

Hollandalılar, Almanlar ve Fransızlar doğal kaynaklara sahip olmak için 1488 yılından

itibaren Güney Afrika topraklarına yerleşmişlerdir. 1800'lerin sonunda İngilizler, elmas ve

altın madenlerinin bulunması üzerine GAC'ye gelmeye başlamıştır. Yerli halklarla İngilizler

arasında yaşanan savaşlardan sonra 1910 yılında İngiltere'ye bağlı ve egemenliğin Avrupalı

beyazların elinde olduğu Güney Afrika Birliği ortaya çıkmıştır.

GAC günümüzde Afrika kıtasının en gelişmiş ekonomisine sahiptir. Ayrıca yabancıların en

fazla yatırım yaptığı ülkedir, ülkede ekonomik faaliyetler büyük ölçüde değerli metal ve

madenlere, tarım ürünlerine dayanmaktadır. Altın dışındaki ihraç ürünlerinin % 30'u ham ve

işlenmiş tarım ürünlerinden oluşmaktadır. GAC, Afrika'nın tek kâğıt ve selüloz üreticisidir.

GAC değerli madenler bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir, ülke dünyanın en

büyük altın üreticilerinden biridir. Burada meydana gelebilecek bir üretim aksaklığı

uluslararası piyasaları etkilemektedir (bk. Haber köşesi). 2006 yılında 52 milyar dolar ihracatı

içerisinde, platin 8 milyar, altın 5 milyar, elmas 2,5 milyar dolarlık paya sahiptir. Son yıllarda

üretim ve ihracatta altın ve elmasın yerini platin grubu almaktadır.

Ülkede kömür önemli bir enerji kaynağını oluşturmaktadır. 2009 yılında ülkede 272,5 milyon

ton kömür üretilmiş, bunun 67 milyon tonu ihraç edilmiştir.

Güney Afrika Cumhuriyeti sahip olduğu değerli madenlerin ve doğal kaynakların sağladığı

ekonomik gelişmeyle Afrika kıtasında kurulan bölgesel birliklerde etkin ülke konumuna

gelmiştir.

5. ENERJİ TAŞIMACILIĞI:

Enerji Nakil Hatlarının Stratejik Önemi

19. yüzyıldan itibaren petrol, kömür, doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahip olmak, bunların

üretimini elde tutmak ve dağıtımını denetim altında bulundurmak büyük devletlerin temel

amaçları arasında yer almıştır. Yaşadığımız iletişim çağının tüm araçları enerjiye

endekslenmiş durumdadır. Bu bakımdan enerjinin kişi başına yıllık tüketimi de ülkelerin

gelişmişlik ölçütü olarak görülmektedir. Bundan dolayı enerjinin temini ve taşınması önem

arz etmektedir.

Üretici ve tüketici bölgeler arasında gerçekleştirilen petrol ve doğal gaz taşımacılığı, teknik

açıdan büyük farklılıklar göstermektedir. Petrol, nispeten düşük maliyetle deniz yolu ile

taşınabilirken, doğal gazın (LNG) önce sıvılaştırılması, tüketilmeden önce de tekrar gaz hâline

getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem oldukça yüksek bir maliyet gerektirdiğinden doğal gazın

boru hatları ile nakli tercih edilmektedir.

Avrupa Birliği ülkeleri, ABD ve Japonya satın aldıkları petrolün büyük bir bölümünü deniz

yolu ile taşımaktadırlar. Dünya ekonomisi için enerji kaynaklarının devamlı ve güvenli bir

şekilde taşınması çok önemlidir. Özellikle petrol ve doğal gazın tankerlerle taşınmasının çevre

kirliliğine neden olması ve ekonomik olarak pahalı olması bu enerji kaynaklarının boru

hatlarıyla taşınmasını zorunlu hâle getirmiştir.

Petrolün büyük kısmının tankerlerle taşınması uluslararası suyollarının önemini artırmıştır.

Basra Körfezi'nden ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon tondan, 2020 yılında 1.668 milyon

tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Orta Doğu petrollerinin çıkış kapısı konumundaki

Hürmüz Boğazı önemli bir noktadır. Buradan çıkan petrol, Akdeniz'e ulaşmadan önce Bab-ül

Mendeb Boğazından ve Süveyş Kanalından geçmektedir.

Hazar Bölgesi Enerji Kaynakları

Hazar Bölgesi tarih boyunca hem ticari açıdan hem de askerî açıdan ön plana çıkmıştır.

Günümüzde ise bu bölge zengin enerji kaynakları nedeniyle dünya gündemindedir. Hazar

Havzası'ndaki enerji kaynakları, Orta Doğu'nun zengin enerji yataklarına bir alternatif olarak

görülmektedir. Önemi artan enerji kaynaklarının paylaşımı için ülkeler arasında sorunlar

çıkmaktadır.

Hazar Bölgesi'nde yer alan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan'ın sahip olduğu petrol

rezervlerinin yaklaşık 260 milyar varil olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktar, bugünkü

dünya rezervlerinin % 25'ine karşılık gelmektedir. Doğal gaz rezervlerinin ise 16-19 trilyon

m3 (dünya rezervlerinin % 11-12'si) olduğu tahmin edilmektedir. Hazar Bölgesi'ndeki petrol

ve doğal gaz boru hatlarının büyük bölümü Sovyetler Birliği döneminde inşa edildiğinden,

günümüzde Hazar ve Orta Asya petrol ve gazının dünya piyasalarına ulaşmasının yolu Rusya

topraklarından geçmektedir.

Kazakistan ve Azerbaycan petrolünü, Türkmenistan ise doğal gazını aşağıda belirtilen üç

önemli hatla dünya piyasalarına ulaştırmaktadır. Bu hatlar şunlardır:

1. Tengiz (Kazakistan)-Novorossisk (Rusya) Petrol Boru Hattı, 1580 km uzunluğunda ve

yıllık 26 milyon ton taşıma kapasitesine sahiptir.

2 Atirau (Rusya)-Şamara (Rusya) Boru Hattı, yıllık 15 milyon ton taşıma kapasitesine

sahiptir.

3. Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı (Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye), 1730 km

uzunluğunda ve yıllık 50 milyon ton taşıma kapasitesine sahiptir.

Hazar Bölgesi'nin petrol ihraç potansiyelinin 2010'da 140, 2015'te ise 215 milyon ton olacağı

tahmin edilmektedir. Dolayısıyla şu anda faaliyette bulunan boru hatlarının 2010 yalı

itibariyle tahmin edilen petrol ihracatını gerçekleştirmede yetersiz olacağı görülmektedir. Bu

nedenle, Hazar Bölgesi'ndeki petrol ve doğal gazı taşıyacak yeni projeler ortaya çıkmıştır. Bu

projeler şunlardır:

1. Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı

2. Kazakistan-Çin Petrol Boru Hattı

3. Kazakistan-Türkmenistan-İran Petrol Boru Hattı

4. Bakü-Tiflis-Erzurum-Ankara Doğal Gaz Boru Hattı

Yeni Enerji Koridorları Hangileri Olacak?

Hazar ve Orta Asya ülkelerinden doğuya uzanan petrol ve doğal gaz hatları Afganistan ve

İran'ı stratejik konuma taşırken, batıya uzanan hatlar ise Türkiye'yi bir enerji koridoru hâline

getiriyor. Doğu-batı enerji koridoruyla Orta Asya petrolleri daha ucuza taşınabilecektir.

Ülkemiz petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından önemli sayılabilecek rezerve sahip

olmamakla beraber, bu kaynaklar bakımından zengin olan ülkelerle sınır komşusudur. Dünya

enerji sevkiyatında çok önemli bir yeri olan ümit Burnu ile Hürmüz Boğazına alternatif

olabilecek en güvenli ve en kısa yol Türkiye üzerinden geçmektedir.

Türkiye, zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olan Hazar Havzası ve Orta Doğu

ülkeleri ile büyük bir pazar olan sanayileşmiş Batı ülkeleri arasında doğal enerji köprüsü

durumundadır. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle tarihî, kültürel ve ekonomik ilişkileri

bulunmaktadır. Bu nedenle Avrasya Bölgesi'ndeki yeni oluşumlara cevap verebilmek için

uluslararası şirketler birliği tarafından gerçekleştirilen Doğu-Batı Enerji Koridoru Projesi

içinde Türkiye de yer almaktadır. Bu proje Trans-Hazar ve Trans-Kafkasya petrol ve doğal

gaz boru hatlarının yapımına dayanmakta böylece Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin enerji

kaynaklarının Batı pazarlarına güvenli ve çeşitli güzergâhlardan ulaştırılmasını

öngörmektedir.

Kuzey-Güney ve Doğu-Batı Enerji Koridoru: Türkiye

Türkiye, büyük üretim bölgeleri ile tüketim bölgeleri arasında oluşturduğu köprü nedeniyle

bölgede jeopolitik anlamda kilit ülkedir.

Türkiye, kuzey-güney eksenine de büyük önem vermekte ve bu güzergâhta transit ülke konu-

mundadır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, Irak-Türkiye petrol boru hattı ve Samsun-Ceyhan

boru hattı büyük kapasiteye sahiptir. Bununla birlikte Boğazlardan geçen petrol göz önünde

bulundurulduğunda, önümüzdeki yıllarda dünyadaki petrol arzının % 6, 7‘lik bölümünün

Türkiye'den transit geçeceği hesap edilmektedir. Ayrıca Ceyhan, ileride inşa edilecek petrol

rafinerisi ve LNG terminali ile bölgenin “enerji musluğu" hâline gelecektir.

6. GÜNÜMÜZÜN UYANAN DEVİ: ÇİN

Konumu ve Doğal Özellikleri

Pasifik Okyanusu'nda 22.500 km kıyı uzunluğuna sahip olan ülke Afganistan, Bhutan,

Birmanya, Hindistan, Laos, Moğolistan, Nepal, Kuzey Kore, Vietnam, Rusya Federasyonu,

Kazakistan, Kırgızistan ve Pakistan ile komşudur. Ülke topraklarının üçte ikisi, dağlık ve

engebeli olanlardan, yaklaşık üçte biri platolardan, kalan kısmı ise fazla yüksek olmayan

tepelik alanlar, düzlükler ve çöllerden oluşur. Taklamakan ve Gobi Çölü'nün bir kısmı Çin

topraklarında yer alır. Dünya'nın en yüksek tepesi Everest (8848m) Çin - Nepal sınırında yer

alır. Geniş bir yüz ölçümüne sahip olan ülkede farklı iklim bölgeleri mevcuttur. Genel olarak

karasal, step, çöl ve muson iklimleri görülür. Topraklarının % 14’ü ormanlarla kaplıdır.

Bozkırlar, çayırlar ve çöl bitkileri daha geniş alanlarda görülür.

Merak Kutusu

Çin Seddi

Sarı Deniz kıyısındaki Şanhaikvan'dan Kansu Eyaleti’ne kadar, doğu-batı doğrultusunda

1900 km boyunca uzanan dünyanın en uzun duvarıdır. Dönemeçleriyle birlikte 2.400 km'yi

bulur. Bu duvar ülkeyi Hunların saldırılarına karşı korumak amacıyla M.Ö. 3. yüzyılda Çin'i

tek imparatorluk altında birleştiren İmparator Shi Huang Di döneminde yapılmaya başlandı.

Çin şeddi bazı dönemlerde Moğol, Mançu ve Japon saldırılarına karşı etkisiz kaldıysa da

insanoğlunun gerçekleştirmiş olduğu en büyük yapılardan biridir.

Tarihçe, Beşeri ve Ekonomik Özellikler

Çin, Dünya’nın en eski uygarlıklarından biridir. İlk kez barut ve kâğıt üretimi ile ilk matbaayı

Çinliler bulmuşlardır. Dünya kültür ve medeniyetini her yönden etkilemişlerdir.

Tarımsal üretimin devlet kontrolünde olduğu ülkede halkın % 70’i tarımla uğraşır. Yetiştirilen

ürünler arasında çeltik, çeşitli sebzeler, pamuk, tütün, çay, mısır, buğday, turunçgiller başta

gelir. Çin, pamuk, pirinç ve tütün üretiminde birinci, sebze üretiminde ikinci, mısır ve çay

üretiminde ise dünya üçüncüsüdür. Hayvancılıkta çok ileri düzeydedir. Küçükbaş

hayvancılıkta birinci, büyükbaşta üçüncü, domuz üretiminde, kümes hayvancılığında ve

balıkçılıkta da birinci sıradadır.

Çin, çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir ve bunların da birçoğunun çıkarımında ve

rezervinde birinci sıradadır. Demir, linyit, taş kömürü yanında volfram, cıva, boksit, doğal gaz

ve petrol üretimleri önemlidir. Demir - çelik, kimya, tekstil, elektronik ve gıda önemli

sanayileridir. Son yıllarda ticaret hacmi çok genişlemiştir. Ulaşımın yeterince gelişemediği

ülke Çin Şeddi ve tarihi turizmiyle önemli miktarda turist çekerken, Türkiye ile ticari ilişkileri

de hızla gelişmektedir.

11.BÖLÜM: KÜRESELLEŞMENİN ETKİSİ

Sıcak Çatışma Bölgeleri

Tarih boyunca beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlar ile dinsel, siyasal ve kültürel nedenlere

bağlı olarak insanlar arası pek çok sorun ortaya çıkmıştır. İnsanlar tarafından oluşturulan

devletlerarasında da sıcak çatışmalara neden olmaktadır. Uluslararası alanda da çatışmalar

genellikle taraflardan birinin ulusal güvenliğinin ya da hayati çıkarlarının diğer devlet

tarafından tehdit edildiğini düşünmeye başlamasıyla ya da uluslararası sistemi kendi lehinde

yeniden yapılandırmak istediğinde gündeme gelmektedir. Buna çatışmalara en güzel örnekler

I. ve II. Dünya savaşlarıdır. Günümüzde farklı nedenlerden dolayı ortaya çıkmış çatışma

bölgeleri vardır. Bu bölgeler örnek olarak Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu, Orta ve Kuzey

Afrika bölgeleri örnek olarak verilebilir. Uluslararası çatışmalara neden olan faktörler şu

şekilde sınıflandıra- biliriz:

A. Doğal Unsurlar

--- Toprak paylaşımı

--- Yeraltı zenginlikleri paylaşımı

--- Enerji kaynaklarının paylaşımı

--- Su kaynaklarının paylaşımı

B) Beşeri ve Ekonomik Unsurlar

--- Ekonomik sorunlar

--- Sınır sorunları

--- Siyasi ekonomik farklılıklar

--- Geçmişe dayanan sorunlar

--- Bağımsızlık istekleri

--- Önemli ulaşım yollarının kontrolü

Sıcak Çatışma Bölgesi Orta Doğu

Medeniyetlerin beşiği olan Orta Doğu tarih boyunca dünyadaki önemli stratejik alanlardan

biri olmuştur. XVII. yüzyılla birlikte sömürgeleştirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Batı Avrupa

ülkeleri bu bölgeye ayrı bir önem vermiş, Asya'daki sömürgelerine bir geçit olarak

görmüşlerdir. Yakın tarihteki gelişmelerle birlikte bölge, tekrar dünya kamuoyunun

gündemine oturmuştur. Özellikle enerji kaynaklarının zenginliği bölgeyi hedef haline

getirmiştir. Dünyada enerjiye olan ihtiyacın artması, rezervlerin zengin olduğu bu bölgeye

jeostratejik bir önem kazandırmıştır. Bir bölgede petrol olup olmadığını araştırmak ve kuyular

açmak oldukça maliyetli bir iş olduğu için birçok ülke bu riskli araştırmalardan

kaçınmaktadır. Ancak Orta Doğu'da bulunan bir rezervin etrafında açılan kuyulardan oldukça

yüksek rezervlere sahip yataklara ulaşılmaktadır. Dolayısıyla petrol yatırımcıları için cazip bir

bölgedir. Orta Asya’da çıkarılan doğalgazın ve Hazar Denizi etrafından çıkartılan petrolün bu

bölge üzerinden taşınması sonucu çakışan çıkarlarla bölgedeki dengeler bozulmuştur. Orta

Doğuda geçmişten günümüze gelen sorunlara baktığımızda iki önemli sorunla karşılaşırız.

Petrol Sorunu

Dünya’nın dört büyük petrol sahası içinde en büyük ilginin Orta Doğu çevresinde

toplanmasının en büyük etkeni bölgedeki siyasi istikrarsızlıktır. Bu istikrarsızlık birçok

ülkenin iştahını kabartmakta ve bu ülkelerde mevcut kaynaklardan olabildiğince kendi

ülkelerine ekonomik çıkar sağlama isteği uyandırmaktadır. Çıkartılan petrolün dağıtımı ve

bunun kontrolü de egemen ülke için ayrı bir avantajdır.

En önemli petrol yatakları Basra Körfezi çevresinde ve özellikle İran’da, Suudi Arabistan’da,

Irak’ta, Kuveyt’te ve Katar'da bulunmaktadır.

Orta Doğu’nun diğer yerlerinde Suriye’de İsrail’de, Lübnan'da şu ana kadar ciddi anlamda

petrol rezervleri bulunamamıştır. Ancak bu ülkeler sınırları içinde bulunan taşıma hatları ve

petrol tasfiye tesislerinden büyük gelirler elde edilmektedir.

Orta Doğu petrollerinin çıkarılması, işlenmesi ve diğer ülkelere ulaştırılması oluşturulan iş

ortaklıkları vasıtasıyla olmaktadır. Ancak bu ortaklıkları oluşturan hükümetlere ve

uluslararası şirketlere bakacak olursak, birkaç şirketin aradan sıyrıldığını görebiliriz. Bu

şirketler petrol yataklarına sahip ülkelerden birçok ekonomik imtiyaz sağlamışlardır.

Su Sorunu

Dünyada yaşamın devam edebilmesinin en önemli unsurlarından biri olan su, artan nüfus ile

ülkeler için refah seviyesinin bir göstergesi haline gelmiştir. Endüstriyel ve tarımsal su

kullanımının da yaygınlaşmasıyla, zaten su problemleri yaşayan Orta Doğu coğrafyasında

suyun önemi birkaç kat daha artmış, bölgede petrolden sonra en önemli sorun adeta su sorunu

olmuştur.

Nüfus hareketleri ve meteorolojik şartlar nedeniyle birçok ülkede özellikle de büyük

şehirlerde şehir suları ihtiyacı karşılayamamaktadır. Bu şartlar devam ettiği takdirde esi 21.

yüzyılın ikinci çeyreğinde dünya genelinde ve bilhassa Orta Doğu'da ciddi su problemlerinin

yaşanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle su artık ticari bir araç olarak görülmeye

başlanmıştır. Kim bilir belki de 50 yıl sonra “petrol zengini ülkeler" değil de “su zengini ülke-

ler” diye bir tabir kullanılmaya başlanacaktır.

Bu şartlarda, özellikle az yağış alan Orta Doğu ülkelerinin su kıtlığı içinde yaşamakta olduğu

görülmektedir. Bu ülkeler Mısır, İran, Irak, Ürdün, Kuveyt, Libya, Suudi Arabistan, Tunus,

Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Bahreyn’dir. Bu ülkelerden özellikle Irak, Dicle ve Fırat

sularıyla dışarıdan beslendiğinden su kıtlığını hissettirmektedir.

Bugün Orta Doğu’da tartışılan en önemli su problemlerinden biri sınırı aşan sulardır. Bu sınırı

aşan nehirlerle ilgili olarak Orta Doğu’da ciddi problemler yaşanmaktadır. Orta Doğu

bölgesinin, su kaynakları bakımından zengin olmaması ve su kaynaklarının bazı ülkelerin

elinde toplanması Orta Doğu'da bir su meselesini gündeme getirmiştir.

Orta Doğu’ya hayat veren beş su kaynağı vardır. Bunlar Mısır ve diğer komşu ülkeler

tarafından kullanılan Nil nehrinin suları; İsrail, Ürdün ve Filistinliler tarafından kullanılan

Şeria nehrinin suları; Lübnan, Suriye ve Türkiye tarafından kullanılan Asi nehrinin suları;

Türkiye, Irak ve Suriye tarafından kullanılan Fırat ve Dicle nehirlerinin sularıdır.

Türkiye su kaynakları bakımından Dünya'nın en problemli bölgelerinin birinde yer

almaktadır. Örneğin Asi, Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanımı Türkiye ile Irak ve Suriye

arasında anlaşmazlığa yol açmaktadır.

12.BÖLÜM: DOĞAL KAYNAKLAR VE ÇEVRE

1. DOĞANIN İŞLEYİŞİ:

DOĞAL ÇEVRENİN SINIRLILIĞI

İnsanlar, tarihi boyunca doğal hayatların sınırsız olduğunu düşünmeyerek bilinçsizce

kullanmışlardır. İhtiyaçların artmasına bağlı olarak kaynakların tüketilmesine ya da

azalmasına neden olmuş, bu da doğal dengenin bozulmasına yol açmıştır.

Gelişmiş ülkeler, doğal kaynakların kullanımında büyük bir baskı unsuru olan nüfus artışını

kontrol altına almışlardır. Ayrıca teknolojiyi kullanarak kaynak üretimi ve tüketimi arasında

denge oluşturarak ekonomide sürdürülebilir kalkınma modeline gitmişlerdir.

Günümüzde ekolojik dengeyi bozan en önemli faktörlerden biri, insanların doğal kaynakları

bilinçsizce tüketmesidir. Örneğin Aral Gölü’ndeki suyun pamuk tarımı için kullanılması, göl

suyunun azalmasına ve çevredeki ekosistemin bozulmasına neden olmuştur.

Arazide çayır ve meraların aşırı otlatılması bitki örtüsünün yok olmasına neden olmuştur. Bu

da çevredeki canlıların azalmasına yol açmıştır.

Bilgi Notu: Dünyadaki bütün türlerin bir kısmı önümüzdeki 30 yıl içinde yok olma tehlikesiyle

karşı karşıyadır. Örneğin, tropik ormanlarda yapılan hatalı ve plansız faaliyetler, burada

canlı türlerinin % 5 - %15 yok olmasına neden olacaktır.

Toprak ve Orman Sınırlılığı

Toprak bütün canlılar için önemli bir unsurdur. Toprak oluşumu uzun sürdüğü için bilinçsizce

kullanımı ekolojik dengenin bozulmasına neden olacaktır.

İnsanlar tarafından tahrip edilen ormanlar kısa sürede kendini yenileyemez, bu nedenle

barındırdığı tür ve canlıların yok olmasına neden olur.

Şehirlerin Sınırları Ne Olmalıdır?

Plansız şehirleşme, ekolojik dengenin bozulmasına ve canlı türlerinin yok olmasına neden

olmaktadır. Bu nedenle planlı şehirleşme yapılmalıdır. Nüfusun ve şehrin büyümesinin

doğaya minimum zarar verebilecek düzeyde olması gerekir.

Doğanın Bilinçsizce Kullanımı

Günümüzde bilinçsiz bir şekilde avlanma yapmak ekolojik dengenin bozulmasına yol

açmaktadır. Bu nedenle hayvan nesli tükenmektedir. Bu durum dünyada ve ülkemizde büyük

tehdit oluşturmaktadır.

Bilim çevrelerinin tahminlerine göre 20-30 yıl içinde canlı türlerinin 1/5 oranında tükenme

tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtilmiştir.

Ormanların yok edilmesi yaşayan canlıları tehlikeye sokmaktadır.

Su Ürünlerinin Sınırlılığı

Okyanuslarda, denizlerde yaşayan canlılar, insanların yaptığı tahribatlar sonucunda yok olur

ve kendilerini yenileyemez. Örneğin, son teknolojik gelişmelerle balık avları daha fazla

yapılırken diğer canlıların da azalmasına neden olmaktadır.

Küresel ısınmayla okyanuslardaki canlılar geri dönülmez bir tehlikeyle karşılaşacaktır.

Örneğin, sıcaklığın artması mercan alanlarının azalmasına ve ölmesine neden olacaktır.

İnsanların sularda oluşturduğu fiziksel ve biyolojik kirlilik canlı hayatını olumsuz

etkileyecektir.

2. DOĞADAKİ TEHLİKELER:

Doğal afetler, her zaman insanlığı tehdit etmiştir. Alınan önlemler yeterli olmamıştır. Fakat

geliştirilen teknolojiler ile doğal afetlerin zararları en aza indirilmeye çalışılmaktadır.

Her yıl doğal afetlerden dolayı milyonlarca insan ölmektedir.

3. ÇEVRE KORUMA UYGULAMALARI:

Çevre Sorunları İçin Yapılan Çalışmalar

Yakın zamana kadar yalnızca hava olarak algılanan çevre ile hava kirliliği olarak tanımlanan

çevre kirliliğinin günümüzde küresel ölçekte olduğu ve çevrenin yalnızca havadan

oluşmadığı, insanın da içinde yer aldığı doğanın kendisi olduğu gerçeğinin farkına varılmıştır.

Çevrenin korunması ve daha yaşanılır bir çevrenin sağlanabilmesi, günümüzde tüm insanlığın

ortak hedefi hâline gelmiştir.

Bu bağlamda, yerel anlamda ülkeler, küresel kuruluşlar çevre koruma uygulamalarını

planlayarak hayata geçirme çabası içindedir. Kuşkusuz bu çalışmalar hukuki dayanak

istemektedir. Dolayısıyla ülkeler ve uluslararası kuruluş ve örgütler çevre koruma

uygulamaları için yasal düzenleme yapmaktadır. Yasal düzenlemeler gelişmiş ülkelerde daha

kapsayıcı daha kolay ve daha uygulanır biçimde gerçekleşmektedir.

ÇEVRE İLE İLGİLİ KONFERANS VE SÖZLEŞMELER

Uluslararası çevre hukukunun gelişmesine katkı sağlayan en önemli unsur, uluslararası

çaptaki sözleşmelerdir.

Stockholm Konferansı ile başlayan süreçte şu anlaşmalar yapılmıştır:

--- Ramsar Sözleşmesi (Sulak alanları koruma projesi): 1971- Sulak Alanların korunması

için yapılan sözleşmedir.

--- CITES Washington Antlaşması: Türleri tehlikede olan bitki ve hayvan ticaretinin

önlenmesi için 1973’te yapılan anlaşmadır.

--- Dünya Çölleşme Konferansı: 1977’de Nairobi’de yapılmıştır.

--- Barcelona Anlaşması: Akdeniz’in kirliliğe karşı korunması amacıyla 1978’de yapılmıştır.

--- Bonn Anlaşması: Dünya’da tükenmekte olan göçmen kuşlarının korunmasını öngören

anlaşmadır. 1979’da imzalanmıştır.

--- Dünya Çevre Zirvesi: Rio’da yapılmıştır.

--- Bern Anlaşması: Avrupa’da nesli tükenmekte olan bitki ve hayvanları koruma altına alan

anlaşmadır. 1979’da imzalanmıştır.

--- Biyolojik Çeşitliliği Koruma Konferansı: 170 ülkenin katılımıyla 1994’te Bahama’da

yapılmıştır.

--- Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması: 90 ülke tarafından 1994’te imzalanmıştır.

--- Habitat 2 Konferansı: İstanbul’da 1996’de yapılmıştır.

--- Sürdürülebilir Gelişme Hakkında Dünya Zirvesi (Rio-10) Konferansı: 2002’de

Johannesburg’da yapılmıştır.

Kyoto Protokolü

Sera etkisi oluşturan gazların emisyonunu kısmak üzere sanayileşmiş ülkelerin yaptığı

anlaşmadır.

Kyoto Protokolü’nde alınan kararlar:

--- Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5’e çekilecek,

--- Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya

yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,

--- Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji

tüketen teknoloji sistemlerinin endüstride yaygınlaşması sağlanacak, ulaşımda ve çöp

depolamada çevrecilik temel ilke olacak,

--- Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji

kaynakları kullanılacak,

--- Fosil yakıtlar yerine biyodizel gibi yenilenebilir enerji kaynakları kullanılacak,

--- Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık

işlemleri yeniden düzenlenecek,

--- Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler ve teknolojiler devreye sokulacak,

--- Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji

ön plana çıkarılacak,

--- Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.

Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası: Avrupa Birliği, (AB) çevre politikası ile çevrenin

korunması, kalitesinin yükseltilmesi, insan sağlığının korunması, doğal kaynakların akılcı ve

dikkatli kullanılması hem bölgesel hem küresel çevre problemleri ile ilgili olarak uluslararası

düzeyde önlemlerin alınmasını hedeflemektedir. AB Çevre Politikasının temel uygulama

alanları aşağıda gösterilmiştir.

Atık Yönetimi: AB ülkelerinde yılda 2 milyar ton atık ortaya çıkmaktadır ve bu miktar her

yıl % 10 oranında artmaktadır. AB'nin atık yönetimi birbirine bağlı üç temel unsura dayalıdır.

Bunlar; atık miktarının azaltılması, atığın yeniden dönüşüme tabi tutulması ve atıkların

yakılması sonucu ortaya çıkan kirliliğin azaltılmasıdır. Eski taşıtların ve elektrikli aletlerin

toplanması ve denizlerdeki kullanım süresi dolan petrol platformlarının sökülmesi gibi

yeniden dönüşüm işlemleri AB düzeyindeki yönergelerle üreticilerin sorumluluklarına dâhil

edilmektedir. Ambalajlar, piller ve mineral yağlar nedeniyle oluşan kirliliği ortadan

kaldırmaya yönelik düzenlemeler de bulunmaktadır.

Gürültü Kirliliği: Temel amaç gürültüyü kaynağından azaltmaktır. Bu nedenle AB de

gürültü kaynaklarının çıkarabileceği azami gürültü düzeyleri yasal düzenlemelere tabidir.

Su Kirliliği: AB, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının korunması ve verimli kullanılması için

farklı standartlar getirmiştir.

Hava Kirliliği: AB Komisyonu, Kyoto Protokolü hedeflerine uymak amacıyla sera gazları

atıklarının AB içinde alım satımını sağlayacak bir sistemin kurulması çalışmalarını

sürdürmekledir. (Taştırmadan kaynaklanan hava kirliliğini azaltmak için, çevre dostu

taşıtların vergi indirimleriyle desteklenmesi ve arabaların yakıt tüketiminin azaltılması gibi

öneriler bulunmaktadır.

Doğanın Korunması: Avrupa’da 1000 bitki türü ve 150 kuş türü yok olma tehlikesi ile karşı

karşıyadır. Bu nedenle doğal ortamın korunmasını konu alan düzenlemeler söz konusudur.

AB’de radyoaktif atıkların idaresi ve genetik değişime uğramış organizmalar konularında da

düzenlemeler bulunmaktadır.

İklim Değişikliği: AB, iklim değişikliğinin nedenleri ve ortaya çıkardığı sorunlarla mücadele

konusundaki çerçeve stratejisini 19901ı yılların başında belirlemiş ve 1992 yılındaki Rio

Zirvesi'nde kabul edilen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine katkıda

bulunmuştur. AB, iklimle ilgili pek çok inisiyatifin yanında yenilenebilir enerji kaynaklarının

üretilmesi ve yakıt ekonomisinin iyileştirilmesini teşvik etmektedir.

4. ÇEVRESEL ÖRGÜTLER VE ÖZELLİKLERİ:

İnsanlar faaliyetlerini gerçekleştirirken çevre faktörünü ihmal eder biçimde planlama

yapmaları, ekolojik dengeyi bozmuştur. Tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede,

mevcut doğal kaynaklarla yaşamlarını sürdürebilmelerini hedefleyen çevre yönetimi,

yeryüzündeki kaynakların sınırlı olduğuna ve geri dönüşü olmayan bir şekilde tahrip

edildiğine dikkat çekerek, ekolojik dengeyi bozmadan ekonomik kalkınmanın

sağlanabilmesini amaçlamaktadır.

Çevre yönetimi tüm canlıların sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaları, doğal kaynakların

korunması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesi amacıyla gerek kamusal, gerekse özel kesim

tarafından iletişim, planlama ve denetim sisteminin oluşturulması ve bu sistemi çalıştıracak

bir örgütün kurulmasıdır. Çevre yönetimi ile insanın çevre üzerindeki etkisini asgari düzeye

indirmek, toplumun çevre bilincini arttırıp çevrenin korunmasına, geliştirilmesine katkıda

bulunmasını sağlamak ve bu amaçla çıkartılan yasa, yönetmelik ve kararlara sıkı bir şekilde

uyulmasını sağlamak hedeflenmektedir. Bu amaçlarla çevreyi koruma açısından değişik

özelliklerde çevresel örgütler oluşturulmuştur.

Devletlerarası İklim Değişikliği Heyeti: Devletlerarası İklim Değişikliği Heyeti insan

etkinlikleri neticesinde oluşan iklim değişikliği risklerini değerlendirmeyle sorumlu

devletlerarası bilimsel bir organdır. Heyet 1988'de Dünya Meteoroloji Örgütü, Birleşmiş

Milletler çevre programı, 2 BM örgütü tarafından kurulmuştur. Devletlerarası İklim

Değişikliği Heyeti kendi araştırmalarını bizzat kendisi yapmaz. Başlıca etkinliği BM iklim

değişikliği Konseyinin uygulamalarındaki meselelerle ilintili özel raporları yayınlamaktır. Bu

konseyin çalışmaları neticesinde Kyoto Protokolü ortaya çıkmıştır.

Greenpeace: Greenpeace, gezegeni yaşanmaz hâle getiren çevre suçlarına karşı bilimsel

verilere dayanan kampanyalar yürütür ve şiddet içermeyen doğrudan eylemlerle tanıklık

ederek bu suçları basın aracılığıyla gündeme getirir. Merkezi Amsterdam'da bulunan örgütün,

45 ülkede 28 bölge ofisi bulunmaktadır.

Başlıca çalışma alanları;

--- Okyanuslar ve yaşlı ormanların korunması.

--- İklim değişikliğini durdurabilmek için fosil yakıtların kademeli olarak sonlandırılması ve

yenilenebilir enerjilerin teşvik edilmesi.

--- Nükleer silahlanma ve nükleer kirliliğe son verilmesi.

--- Temiz ve geri dönüştürülebilir enerjinin kullanılması.

--- Zehirli kimyasalların ortadan kaldırılması.

--- Genleri ile oynanmış organizmaların doğaya bırakılmasının önlenmesi.

--- Savaşların önlenmesi.

--- Küresel ısınmanın durdurulması.

--- Ticari amaçlı balina avının kontrol altına alınması.

Avrupa Çevre Ajansı: Avrupa Birliği ajansı olup, Avrupa çevre ağına monitör (gözlemci)

olmayı hedeflemektedir. 12.10.1990 tarihinde kurulmuştur 32 üye devletin temsilcilerinden,

bir Avrupa Komisyonu temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu tarafından görevlendirilmiş 2 bilim

insanından oluşan yönetim kurulu tarafından yönetilmektedir.

Bir Avrupa Birliği organı olduğundan Avrupa Birliği üyeleri de otomatik üye olurlar fakat

diğer devletler de anlaşma şartıyla üyeliğe kabul edilebilirler. Amacı, AB’ye ve üye ülkelere

çevreyi iyileştirme, çevreyle ilgili hususları ekonomik politikalara entegre etme ve

sürdürülebilirliğe doğru ilerleme konularında bilgilendirilmiş kararlar vermelerinde yardımcı

olmaktır.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı: Birleşmiş Milletler Çevre Programı, gelişmekte olan

ülkelerin çevre politikalarını uygulamalarına yardımcı olacak BM çevre etkinliklerini

düzenler. Haziran 1972’de İnsan Çevresi üzerine gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler

Konferansı neticesinde kurulmuştur. Merkezi Nairobi, Kenya'dadır. Ayrıca farklı ülkelerde

altı bölge ofisi bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletlerin küresel ve bölgesel düzeylerdeki çevre meseleleri odaklı çalışmaktadır.

Görüşmeler ışığında küresel bir çevre oluşturmak için çevre politikalarının geliştirilmesinde

işbirliği koordinasyonu gerçekleştirmek ve acil meseleleri hükümetlerin dikkatine sunmak ve

uluslararası eylemlere hazır bir toplum oluşturmak temel sorumluluğudur. Atmosfer, deniz ve

kara eko- sistemleri başlıca etkinlik alanlarını oluşturur. BM Çevre Programı, çevre bilimi ve

bilgisinin gelişiminde, uluslararası çevre bilincinin oluşturulmasında, bölgesel kurum ve

kuruluşlar ile merkezî hükümetlerle ortak çalışarak uygun çevre politikalarının belirlenmesi

ve uygulanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Program, kalkınma projeleriyle ilintili çevre ve finansal uygulamalarda da aktif rol alır.

Program, zararlı kimyasallar, sınır ötesi hava kirliliği ve uluslararası suların kirlenmesi gibi

önemli meselelerle ilgili anlaşmalardaki uygulama ve faaliyet kılavuzlarının geliştirilmesine

yardım etmiştir ve etmektedir.

Dünya Dostları: Dünya Dostları ve kökleşmiş halk ağları ile 77 ülkede daha sağlıklı ve adil

bir dünyayı müdafaa etmektedir. Mevcut kampanyalarını temiz enerji ve küresel ısınma

meselesinde çözüm, yeni ama zehirli ve zararlı teknolojiden insanlarımızı koruma, daha rahat

ve düşük sevide kirletimi olan taşıma araçlarına odaklanma meydana getirmektedir.

Çevre ve insan hakları meselelerine Dünya Bankasının ilgisini çekmiştir, Başta ABD olmak

üzere tüm dünya devletlerine küresel ısınma ile ilgili gerekli yasaları çıkarmaları için baskıda

bulunmuşlardır, çevreyi yok edici 150’den fazla baraj ve su projelerini durdurmuştur,

Uluslararası düzeyde balina avcılığını yasaklamıştır.

Dünya Vahşi Yaşam Fonu: Yaklaşık 50 yıldan beri dünyanın en büyük ve en saygın

bağımsız koruma örgütlerinden biridir. 5 kıtaya yayılmış 5 milyonu aşkın destekçisi, 90

ülkede mevcut temsilcilikleriyle uluslararası koruma hareketlerindeki büyük değişimde

önemli bir rol almıştır. 1985’ten beri, Fon, 12 bini aşkın projeye 1 milyar dolardan fazla para

yatırımında bulunmuştur.

Tüm bu projeler ve eylemler, yeryüzündeki doğal çevre alanlarının azalmasındaki

hızlanmanın durdurulmasında ve insanların doğayla içi içe yaşamalarına yardımcı olmada

etkin rol oynamıştır.

Uluslararası Doğa Koruma Birliği: Uluslararası Doğa Koruma Birliği, dünyaya çevre ve

kalkınma meselelerinde faydalı çözümler bulmasında yardım etmektedir. Bilimsel

araştırmaları desteklemekte ve tüm dünyada arazi projeleri geliştirip yönetmektedir. Hükümet

ve hükümet dışı kurumlan bir araya getirerek güvenlik ve yasa uygulama ve geliştirmelerinde

aktif rol almaktadır.

Merkezi Cenevre, İsviçre’de bulunan uluslararası Doğa Koruma Birliği, 1000’den fazla

hükümet ve hükümet dışı organizasyonları, 160’dan fazla ülkeden 11.000 kadar gönüllü bilim

adamı, 60 ofiste 1.000 kadar profesyonel çalışanıyla dünyanın en eski ve en büyük küresel

çevre hareketidir. Vizyonu; doğaya değer veren ve onu koruyan adil bir dünya oluşturmaktır.

Görevi; doğayı olanca çeşitliliği ile korumak konusunda toplumu etkilemek ve

cesaretlendirmektir.

Dünya Doğayı Koruma Vakfı: Örgüt, dünyanın en tanınmış koruma kuruluşlarından.

1961’de Londra’da kuruldu, daha sonra, merkezi İsviçre'nin Gland kentinde (IGCN ile aynı

yerde) bulunan uluslararası bir örgüt haline geldi. WWF’nin 50 ülkede şubesi var. Büyük

Panda resmi yalnızca bu kuruluşun değil, bütün çevre koruma etkinliklerinin simgesi olarak

görülüyor. Örgütün çalışmaları, alan projelerine doğrudan katılımdan, hükümetlere lobi

yapma faaliyetlerine kadar uzanıyor. WWF, 2002 yılında yayımlanan Yaşayan Gezegen

Raporu ile insanların doğa üzerindeki giderek artan olumsuz etkilerini göz önüne serdi.

Doğal Hayatı Koruma Derneği: New York çevresinde dört hayvanat bahçesi ve bir

akvaryum işleten Amerikan kuruluşu. 1895 yılında New York Zooloji Derneği adıyla kurulan

WCS, dünyanın en eski çevre koruma kuruluşlarından. 20’nci yüzyılın başlarında, dünyada

ilk defa yapay döllenme programı uygulayarak, Kuzey Amerika bizonunun soyunun

tükenmesini engelledi. WCS, hayvanat bahçelerinin doğal hayatın korunması için aktif olarak

çalışmaları gerektiği düşüncesinin öncüsü; bu konuda 50 ülkede 300 tane projesi vardır.

Uluslararası Fauna ve Flora: 1903 yılında avlanma ve yaşam alanlarını tahribatı yüzünden

azalan Afrika memelilerini korumak amacıyla kurulan FFI, Kruger ve Serengeti Milli

parklarının yapımında etkin rol oynadı. Merkezi Cambridge'te bulunan kuruluşun projeleri,

Belize'den Filipinler'e uzanan geniş bir alanda sürüyor. Çalışmaları arasında, önemli yaşama

alanlarının satın alınması, doğal hayata ilişkin araştırmalar ve yapay döllenme programları yer

alıyor.

TÜRKİYE'NİN ÇEVRE KONUSUNDA TARAF OLDUĞU ULUSLARARASI

SÖZLEŞMELER

•Akdeniz Genel Balıkçılık Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşma, Roma 1949

•Kuşların Korunması Hakkında Uluslararası Sözleşme, Paris 1959

•Avrupa ve Akdeniz Bitki Koruma Teşkilatı Kurulması Hakkında Sözleşme, Paris 1951

•Nükleer Enerji Sahasında Hukuki Mesuliyete Dair Sözleşme

•İşçilerin İyonize Edici Radyasyonlara Karşı Korunması Hakkında Sözleşme, Cenevre 1960

•Atmosferde, Uzayda ve Sualtında Nükleer Silah Deneylerini Yasaklayan Sözleşme,

Moskova 1963

•Hayvanların Uluslararası Nakliye Sırasında Korunması Konusunda Avrupa Sözleşmesi, Paris

1968

•Dünya Kültür ve Tabiat Mirasının Korunması Hakkında Sözleşme, Paris 1972

•Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarının Korunması Sözleşmesi, Bern 1979

•Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, Barselona 1976

•Akdeniz'in Gemi ve Uçaklardan Vaki Olan Boşaltmalarla Kirlenmesinin Önlenmesine Dair

Protokol, Barselona 1976

•Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirliliği Sözleşmesi, Cenevre 1979

•Nükleer Kaza Halinde Erken Bildirim Sözleşmesi, Viyana

•Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve İmhasının Kontrolü Sözleşmesi, Basel

22.3.1989

•Gemilerin Sebep Olduğu Deniz Kirlenmesini Önleme Sözleşmesi

•Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve Ozon Tabakasını İncelten

Maddelere Dair Montreal Protokolü,

•Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Rio de Janeiro, 5.6.1992

•Karadeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi, 1992

•Özellikle Su Kuşları Yaşama Alanı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar

Hakkında Sözleşme (RAMSAR),

•Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi, Aralık 1994, Paris

•Antarktika Antlaşması,

•CITES Nesli Tehlikede Olan Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine ilişkin

Sözleşme

5. DOĞAL KAYNAKLARIN YÖNETİMİNE AİT İLKELER:

Hızlı nüfus artışı ve sanayileşme nedeniyle doğal kaynaklara yönelik talep giderek

artmaktadır. Ancak bazı doğal kaynakların sınırlı olması ve zaman içerisinde tükenecek

olması, mevcut kaynakların verimli kullanımını gerekli kılmaktadır. Doğal kaynakların etkin

bir şekilde kullanılması için de doğal kaynak yönetimi ile ilgili ilkelerin belirlenmesi

gerekmektedir.

6. SINIRLI KAYNAKLAR:

Su Kaynakları Tükeniyor

Yaşamın temel kaynağı sudur. Su, hem ekosistemlerin devamlılığı hem de insan yaşamı için

vazgeçilmezdir. Dünyada tatlı su miktarı toplam suların % 3’ünü oluşturur.

Dünya nüfusunun yaklaşık % 20’si yeterli içme suyundan yoksundur. %40’ı sağlıklı suya

ulaşamamaktadır.

Dünya Meteoroloji Örgütü raporuna göre 2025 yılında üç milyar insan susuzlukla karşı

karşıya kalacaktır.

Dünyadaki su kıtlığının ana nedenleri:

--- Yenilenebilir kaynak miktarının azlığı

--- Yanlış ve aşırı su kullanımı

--- Hızlı nüfus artışına bağlı olarak kişi başına düşen su miktarının azalması

Türkiye’de Su Varlığı

Türkiye’nin su varlığı 113 milyar m3 olup şimdilik kendine yetmektedir.

Fakat var olan kaynaklarını korumak ve geliştirmek için çeşitli çalışmalar yapmak zorundadır.

Son yıllarda su rezervlerinin korunması ve geliştirilmesi konusunda birçok proje hayata

geçirilmiştir.

Konya Kapalı Havzası Projesi

Bu proje Anadolu’nun su varlığı için önem arz etmektedir. Proje, Türkiye toplam alanının

%17’sini kapsamaktadır.

Konya Kapalı

Havzası’ndaki Sulak

Alanlar Alanı Özelliği Koruma Statüsü

Samsam Gölü 830 ha Hafif tuzlu SİT (1992)

Kozanlı Gölü 650 ha Tatlı su, sazlık SİT (1996)

Kulu Gölü 860 ha Hafif tuzlu SİT (1992)

Ereğli Sazlığı 37.000 ha Tatlı su, sazlık

SİT (1992), Doğa rezervi (6.787 ha)

Eşmek aya Sazlığı 11.250 ha Tatlı su ve tuz gölleri, sazlık

SIT (1992). Yaban Hayatı Koruma Sahası (4.500 ha)

Beyşehir Gölü 73.000 ha Tatlı su gölü

SİT (1988/91), Beyşehir Millî Parkı (88.787 ha), Kızıldağ

(Millî Parkı 59.400 ha), İçme suyu rezervi

Suğla Gölü 16.500 ha Tatlı su gölü -

Hotamış Sazlığı 16.500 ha Tatlı su, küçük tuz gölü

SİT (1992)

Bolluk Gölü 1.100 ha Tuz Gölü, tuzlalar SİT (1992)

Tersakan Gölü 6.400 ha Tuz Gölü, tuzlalar SİT (1992)

Tuz Gölü 260.000 ha Tuz Gölü, bozkır

SIT (1992), Özel Koruma Alanı (5000 km2 )

Doğal Hayatı Koruma Vakfı 2003 yılında havzada Akılcı Kalkınma Projesi başlatmış, bunun

hayata geçirilmesi için de şu çalışmalarda bulunmuştur.

--- Etkili ve sürdürülebilir havza yönetimi için gerekli kapasitenin oluşturulması

--- Pilot projelerin geliştirilmesi ve uygulanması

--- Entegre havza yönetim anlayışının kamuoyuna aktarılması

Türkiye’de Kaybolan Sulak Alanlar

--- Hatay’daki Amik Gölü, 1968’de başlatılan ıslah çalışmasıyla kurutulmuş, bu nedenle

çevrenin iklimi değişmiş, seller oluşmuştur.

--- Burdur’daki Kestel Gölü tarım alanı için kurutulmuştur.

--- Kahramanmaraş’taki Gavur Gölü tarım alanı elde etmek için yok edilmiştir.

--- Akşehir Gölü’nün 350 km2 si çöl olmuş, gölü besleyen bazı akarsular çeşitli şekillerde

kurumuştur.

--- 1977’de 260 bin hektar olan Tuz Gölü 2004 yılında 160 bin hektara düşmüştür.

--- Konya havzasında Samsam ve Hotamış Gölü, Eşmekaya Sazlığı, Suğla Gölü tarım arazisi

elde etmek için kurutulmuştur.

--- Sultan Sazlığı, Ramsar alanından biridir, çünkü koruma altındadır. Atıklar nedeniyle tehdit

altındadır.

7. DOĞAYLA UYUMLU YAŞAMAK:

Çevrenin Önemi ve Korunması

Çevre insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı

olarak etkileşim içinde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal ve ekonomik ortamdır.

Canlılar doğal çevreyle sürekli etkileşim halindedir. Doğal çevrenin bozulması çevre

sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Doğal faktörlerin azalması çevrenin önemini

artırmış, bu nedenle çevre koruma fikri gelişmiştir. Günümüzde doğal çevrenin korunması ve

iyileştirilmesi giderek önem kazanmıştır.

Çevre Koruma Projeleri

Ülkemizde doğal çevrenin korunması amacıyla çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bunların en

önemlileri sulak alanlar ile ilgili hazırlanan projelerdir. Bu projeler, sulak alanlar, Uluabat

Gölü ve gölde biyoçeşitlilik olarak belirlenmiş ve uygulanmıştır.

Sulak Alanlar

Sulak alanlar, tropikal ormanlar gibi en fazla oksijen üreten ekosistemlerdir. Buralarda çok

sayıda canlı yaşama imkânı bulduğu için biyoçeşitlilik oldukça fazladır.

Bilgi Notu: Türkiye, sulak alanlar bakımından Avrupa ve Orta Doğu'nun en zengin ülkesidir.

Çevre ve Orman Bakanlığı'nca yapılan değerlendirmelerde 250 tane doğal alanın

uluslararası öneme sahip olduğu tespit edilmiştir.

Uluabat Gölü: Bursa’da merkeze 25 km uzaklıktadır. Göl normal seviyesinde 160 km2 yüz

ölçümüne sahiptir. Ortalama derinliği 2,5 m’dir. Gölü besleyen en önemli su kaynağı Mustafa

Kemal Paşa Çayı’dır. Göl suları, Uluabat Deresi ile Susurluk Çayı’na ve bu çay aracılığıyla

Marmara’ya akar.

Uluabat Gölü’nde Biyoçeşitlilik: Gölde nesli tükenme tehlikesi altında olan karabatak, tepeli

pelikan, flamingo, bıyıklı samur, su samuru ve nilüfer bitkisi yaygın olarak görülür.

Göl, göç yolları üzerinde olması ve Kuş Gölü’ne komşu olması nedeniyle kuş varlığı

yönünden en önemli sulak alanlardan biridir. 1996 yılında yaklaşık 429.000 su kuşunun gölde

yaşadığı tespit edilmiştir.

U lu aba t Gö lü Pro je s iy l e Meyd ana Gel en Değ i ş ik l ik

Pro j ed en Ön ce Pro j ed en S on ra

Mustafa Kemal Paşa Çayı’nın göle

döküldüğü yerdeki kirlenme nedeniyle balık

üremesi olumsuz yönde etkilenmiştir.

Göl çevresinde kirliliğe neden olan Mustafa

Kemal Paşa Çayı kaynaklı kirliliğin

azaltılması yönünde ilgili kurum ve

kuruluşlarca denetim ve proje geliştirme

çalışmaları hız kazanmıştır.

Avcılık, su kuşlarını tehdit eden en önemli

sorundu.

Halkın bilgilendirilmesine bağlı olarak

avcılıkta ciddi bir düşüş yaşanmıştır.

Göl çevresindeki yerleşimlerin evsel atık

suları arıtılmadan göle verilmekteydi.

Eskikaraağaç köyünde yapay sulak alan

arıtım sistemi kuruldu. İlgili kamu kurumlan

ve üniversitelerin de katkılarıyla köyün

evsel atık suları artık doğal yöntemlerle

arıtılıyor.

Gölde aşırı avcılık nedeniyle turna balıkları

yeterli düzeyde büyümeden avlanıyordu. Bu

nedenle turna balığı sayısı azalmıştır.

Turna balığı sayısı, balıkçılık kooperatifinin

avlanma yasağı olduğu dönemlerdeki doğru

uygulamaları ve jandarmanın denetimi

sonucunda % 50 oranında artmıştır.

1986 yılında ortaya çıkan mantar hastalığı

yüzünden yöre halkı için önemli bir geçim

kaynağı olan kerevit artık avlanamaz hâle

gelmiştir.

Kerevit yeniden avlanabilecek düzeye

ulaştı. Ancak ucuz fiyata satılan Çin kereviti

yüzünden ekonomik anlamda cazibesini

yitirdi. Bundan dolayı artık avlanmıyor.

Uluabat Gölü, kuş göç yolu üzerinde

olduğundan, göç eden ve bu alanda yuva

kuran leylek ve pelikanlar, uçuş güzergâhı

üzerindeki elektrik hatlarının kopmasına

neden oluyordu. Bu durum kuşların

azalmasına ve köylerin elektriksiz

kalmasına kadar varan sorunlara yol

açıyordu.

Leylek Dostu Köylüler Projesi ile

leyleklerin hatlara çarparak ölmesi ve

yuvalarının dağılması, kurulan leylek

platformlarıyla önlendi. Ulusal kuş gözlem

ağına raporlanarak gönderilmesi için,

köylerde gönüllü genç gözlemciler

tarafından bir izleme ağı oluşturuldu.

Proje öncesinde yöre halkı Uluabat Gölü

ekosistemi ve önemi hakkında fazla bir

bilgiye sahip değildi.

Çocuk ve gençlere yönelik çevre eğitimleri

sayesinde Uluabat Gölü nün doğal ve

kültürel değerlerinin korunması yönünde

eğitim ve bilinç düzeyi artırıldı.

Bilgi Notu:

Ramsar Sözleşmesi: 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde birçok ülke tarafından sulak

alanların korunması yönünde imzalanan bir sözleşmedir. Tüm sulak alanların korunmasına

birincil öncelik sağlanması, sulak alan ekosistemlerindeki biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesi

yönünde gerekli önlemlerin alınması bu görüşmeler sonucunda karara bağlandı. Ramsar

Sözleşmesine Türkiye 1993 yılında imza attı. Türkiye'de 19'u önemli olmak üzere 250’yi aşkın

sulak alan sözleşme kapsamına alındı. Sözleşmeye taraf olan ülkeler, sınırları dâhilindeki tüm

sulak alanları korumak, geliştirmek ve akılcı kullanımı sağlamakla yükümlüdür.

Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED): ÇED belirli bir proje veya gelişmenin, çevre

üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği bir süreçtir. Yeni yapılan proje ve gelişmelerin

sürekli veya geçici etkilerini, sosyal sonuçlarını ve alternatif çözümlerini içine alacak şekilde

analizi ve değerlendirilmesidir.

ÇED'in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik

politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz

çevresel etkilerin önceden tespit edilip gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktadır. ÇED,

ülkemizde 7 Şubat 1993 tarihinden bu yana uygulanmaktadır.

8. DOĞAL MİRASIN KORUNMASI:

Doğal miras; estetik, kültürel, bilimsel ve ekonomik unsurlarla zenginleşen doğal

güzelliklerin ve biyolojik çeşitliliğin oluşturduğu değerlerdir. Bilimsel veya görsel açıdan az

rastlanan, küresel değeri olan jeolojik ve morfolojik oluşumlar, tükenme tehdidi altındaki

hayvan ve bitki türlerinin yetiştiği yerler doğal miras alanları olarak kabul edilir. Doğal

mirasların korunma altına alınması hem doğanın korunması hem de doğal kaynakların sağlıklı

tüketilmesi açısından önemlidir. Korunması gereken doğal miras jeolojik, jeomorfolojik,

traverten, mağara, kıyı, şelale, ilginç yapılar veya ormanlar olabilir.

Doğal Miras Alanları ve Ekosistem

Ortak doğal miraslardan bazıları ekolojik tür ve çeşitlilik bakımından önemlidir. Örneğin,

Galapagos Adaları, Yellowstone Ulusal Parkı ve Batı Karadeniz’de Yenice ormanları tür ve

çeşitlilik bakımından zengindir.

Ekolojik tür ve çeşitlilik bakımından zengin olan doğal mirasların korunma altına alınması

ekosistemler ve doğal dengenin sağlanması bakımından önemlidir. Örneğin, ormanların

korunması ile su dengesinin düzenlenmesi, erozyonun önlenmesi ve karbon dengesinin

korunması sağlanacaktır.

Başlıca Doğal Miras Alanları

Galapagos Adaları: Büyük Okyanus’un batısında Ekvador’a bağlı adalardır. Volkanik bir

yapıya sahip olan adalar, zengin su altı yaşamı, tür ve biyoçeşitliliğe sahiptir. Doğal

zenginlikleri nedeniyle Yeryüzü Cenneti olarak adlandırılır.

İguaçu Çağlayanı: 1984 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış olan

İguaçu Çağlayanı Millî Parkı Güney Amerika’da bulunmaktadır.

Avustralya Mercan Resifleri: Tropik denizlerde oluşan mercanlar, tropikal yağmur

ormanları biyomu kadar zengin tür ve çeşitliliğe sahip, okyanuslar için son derece önemli

biyomlardır. Mercan resiflerinin en geniş ve özgün örneğini oluşturan Avustralya Mercan

Resifleri koruma altındadır.

Doğal Mirasın korunması için yapılması gerekenler şunlardır;

--- Biyolojik çeşitlilik ve ekolojik dengenin korunması için çalışmalar yapılmalıdır.

--- Çöpler geri dönüşüm için ayrılmalıdır.

--- Organik ürün kullanılmalıdır.

--- Orman alanları genişletilmelidir.

--- Su kaynakları bilinçli ve ekonomik kullanılmalıdır.

--- Geri dönüşüme önem verilmelidir.

--- Yenilenebilir enerji kaynakları kullanılmalıdır.

9. ÇEVRE BİLİNCİ:

Çevrenin doğal ya da çeşitli müdahalelerle değişmesi o bölgede bulunan tüm canlı

faaliyetlerini etkilemektedir. Boyutları ve etkileri genişleyen çevre sorunları toplumların çevre

konusunda daha bilinçli olması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Gelecek nesillerin daha

sağlıklı ve güvenilir bir ortamda yaşamalarını sağlamak için çevreye duyarlı bireyler

yetiştirmek, bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu amaçla çevre sorunlarının ortaya çıkmasında

etkili olan bireylerin bu sorunların giderilmesinde de üzerlerine düşen sorumlulukların neler

oldukları bilincine ulaştırılmaları gerekmektedir.

Çevre bilinci bireylerin ve toplumların çevre ile dengeli bir şekilde ilişkilerde bulunabilmesi

için sahip olması gereken davranış, tutum ve düşünce şeklidir. Bunun temelinde insanların

çevreyi tahrip etmeden, ondan yararlanma ilkesi yatmaktadır. Doğayı korumak, yaşadığımız

çevredeki ortak kullanım alanlarını paylaşmak, canlı yaşamına ve kendi hak ve

ihtiyaçlarımıza olduğu kadar biyoçeşitliliğe ve çevreye de saygı duymak çevre bilincinin

temel amaçlarıdır.

Çevre bilincini oluşturmak için küresel ve yerel çevre sorunları konusunda herkes duyarlı

olmalı ve üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmelidir.