zorlu psm mag. 08...organizasyon partner medya partneri biletler biletix.com 06 12 46 50 16 20 58 66...
TRANSCRIPT
ZORLU PSM MAG. 1 Ma r t -N i s an
ZORLU PSM MAG. 08
ZORLU PSM MAG. 3 Ma r t -N i s an
Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi
Twitter.com/ZorluPSM
Youtube.com/ZorluCenterPSM
Instagram.com/Zorlu_PSM
Pinterest.com/ZorluCenterPSM
Müzik, Sanat& Teknoloji
www.sonaristanbul.com
İstanbul 24. 25 Mart
Istanbul
moderat, róisín murphy, nina kraviz,floating points, clark, hvob, kode9, honne, prins thomas, nosaj thing, matias aguayo, cola & jimmu ve çok daha fazlası...
zorlupsm.com
Organizasyon Medya PartneriPartner Biletler
biletix.com
06 12
46 50
16 20
58 66
28 36
72 76
24-25 Mart tarihlerinde gerçekleşecek Sónar Istanbul'un heyecan verici konuklarından bir seçkiye yer veren çalma listemize kulak verin!
06dans, tiyatro, müzikal
DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
12 ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
16 türler arası
SAHNENİN SINIRLARINI DÖNÜŞTÜREN YAPIMLAR
20 elektronik müziğin dünü, bugünü
ve yarını SÓNAR ISTANBUL
28 performans, sergi, panel
ve sunumlarıylaSÓNAR + D
34 bilmedikleriniz
MICHEL CAMILO & TOMATITO
36 performans peşinde açıyı zorlamak
MUHSİN AKGÜN
40hayalgücü ve tasarım gezegeninde
BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ
44bilmedikleriniz
SHANTEL & BUCOVINA CLUB ORKESTAR
46 lokalize
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
50 ilk konserden dünyanın sonuna
meydan okumayaBÜYÜK EV ABLUKADA
52 bilmedikleriniz
TINARIWEN
54 beyaz perdede müzik ziyafeti
SİNEMA TARİHİNİN ÖNE ÇIKAN CAZ FİLMLERİ
58 Avrupa’dan tüm dünyaya
BLACKGAZE
62 Alcest’ten The Flaming Lips’e
JAPON KÜLTÜRÜNDEN ESİNLENMİŞ BEŞ ALBÜM
66 bar, kulüp ve venüler
TOKYO’DAN CAN ALICI MÜZİK MEKÂNLARI
72 elinizi hızlı tutun
2017 YAZ FESTİVALLERİ RAPORU
76 sahne arkası
OPERASYON YÖNETİMİ
78 #studio’nun nisan ayı sürprizi
TELEFON TEL AVIV
ZORLU PSM MAG. 5 Ma r t -N i s an
Anadolu’nun Kayıp Şarkıları "Canlı", Beth Hart, Brazzaville, Chick Corea Trio with Brian Blade & Eddie Gómez, Esmerine, Esra Kayıkçı, Gaye Su Akyol, Gülün / Allulli / De Raymondi,
Jan Garbarek Group feat. Trilok Gurtu, Michel Camilo & Tomatito, Önder Focan & Şallıel Bros. “Funkbook”, Pantha Du Prince,
Redd ve Stephan Micus'u ağırlayacak Zorlu PSM Caz Festivali, konserlerin yanısıra ücretsiz açıkhava etkinlikleri, parti, panel,
workshop, plak pazarı ve film gösterimleriyle 3-12 Mayıs 2017 tarihlerinde Zorlu PSM’de! Detaylar zorlupsm.com’da.
ZORLU PSM MAG. 7 Ma r t -N i s an
Sunday in the Park with George
Ressam George Seurat’ın “A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte” adlı
ünlü tablosundan esinlenerek yaratılan bu Stephen Sondheim ve James Lapin müzikali, Broadway’e bir kez daha geri geliyor. İlk olarak 1984 yılında sahnelenen ve 1985’te Drama dalında Pulitzer’a
layık görülen oyun, başyapıtını tamamlamak uğruna sırtını Fransız sosyetesi, sanatçı akranları ve hatta
sevgilisine bile dönen Seurat’ın hikâyesini anlatıyor. Sanatçının tablosunu bitirmeye uğraştığı son birkaç
aya odaklanan ve yaşadığı kapanıklığın tarih üzerinde bırakacağı etkileri konu edinen müzikalin baş rollerini
Jake Gyllenhaal ve Tony ödüllü Annaleigh Ashford paylaşıyor. Öncelikle üç günlük bir konser performansı
olarak sunulan ve yakaladığı başarının ardından Broadway’de soluk alan uyarlama yalnızca on haftalık
bir süre boyunca sahnelenecek.
DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
2017 sezonunun açılmasıyla dünya sahnelerinden dikkat çeken tiyatro, müzikal ve sergilere, kışın son aylarında düzenlenen farklı sanatsal etkinliklere göz gezdiriyoruz.
Yazı Leyla Aksu
dans, tiyatro, müzikal The Glass Menagerie Amerikan tiyatrosunun en önemli oyun
yazarlarından Tennessee Williams’ın adını dünyaya ilk duyuran The Glass Menagerie, Sally Fields ve Joel Mantello’yla yeniden Broadway
sahnesinde. İlk kez 1944’te canlandırılan ve ünlü yazarın hayatından otobiyografik öğeler taşıyan
yapıt, hafıza ve hatıralar etrafında şekillenen dokunaklı bir oyun. Şaşırtıcı şekilde film
uyarlamalarıyla bir türlü başarı yakalayamayan hikâye, ana karakter Tom, kız kardeşi ve
annesinin yaşamlarını annesinin güvenilmez anımsamaları aracılığıyla seyircisine aktarıyor.
Eserin son sahne uyarlaması yedi tane Tony adaylığı kazanırken, bu yeni prodüksiyonun
yönetmenliğini Sam Gold üstleniyor ve Fields ve Mantello’ya sahnede Finn Wittrock
ile Madison Ferris’in eşlik ediyor. The Glass Menagerie açılışını mart başında yapıyor.
HamletWest End sahnesi bu sezon bir Shakespeare klasiğine daha kucak açıyor ve Olivier adayı yönetmen Robert Icke, Danimarka prensinin klasik karanlık hikâyesini yeniden uyarlıyor. Shakespeare’in en zorlu rolünü BBC’nin sevilen Sherlock uyarlamasında Moriarty olarak tanıdığımız, BAFTA ve Olivier’li oyuncu Andrew Scott kaparken, kendisiyle boy gösteren diğer isimler Juliet Stevenson ve Jessica Findlay Brown oluyor. Açılışını şubat ortasında gerçekleştiren bu yeni yapım Nisan’a kadar düzenli olarak sahnede kalıyor ve son ayında düzenlenen beş özel gösterimde de 25 yaş altı seyirciyle ücretiz olarak buluşuyor.
The G
lass
Men
ager
ie
Sund
ay in
the P
ark w
ith G
eorg
e
ZORLU PSM MAG. 9 Ma r t -N i s an
Robert RauschenbergAmerikan modern sanatının en verimli isimlerinden, pop-art habercisi Robert Rauschenberg’in altmış yılı aşkın kariyeri Tate Modern çatısı altında, MoMA’nın da katkılarıyla bir araya geliyor. 2008 yılında aramızdan ayrılan sanatçının ölümünden sonra düzenlenen ilk retrospektif olan bu sergi, resim, heykel, grafik, fotoğraf, performans, baskı ve hatta müzik gibi farklı alanlarda çalışmış ve bu alanların arasındaki ayrımları deneyselliğiyle bulandırmış Rauschenberg’in her döneminden parçalar sergiliyor. Amerikan rüyası, popüler kültür ve güncel olayları objeler ve geleneksel olamayan materyaller aracılığıyla ele alan “combines” adlı üç-boyutlu birleşkeleri, iki boyutlu kolajları, besteci John Cage ve koreograf Merce Cunningham’la olan işbirlikleri ve teknolojik deneyleri dahil olmak üzere iki yüzü aşkın esere ev sahipliği yapan Robert Rauschenberg, Nisan ayının ilk günlerine kadar sanat severleri bekliyor.
Mae
rzM
usik
Rob
ert R
ausch
enbe
rg
Hamlet
MaerzMusik2015’te çağdaş müzik festivali olarak başlayan “MaerzMusik – Festival for Time Issues”, artık her yıl Berlin’de organize edilen ve on gün boyunca, iki farklı mekândaki konserlerine paralel olarak film gösterimleri, enstalasyonlar, forumlar ve atölyeler düzenleyen oldukça genç ve deneysel bir etkinlik. Sanat yönetmeni Berno Odo Polzer’in küratörlüğünde gerçekleşen, zamana ve zamanla olan ilişkimize müziğin yanı sıra sanat, politika ve sosyal açılardan yaklaşan bu geniş kapsamlı festival, aynı zamanda programında sanatla bilim ve teknolojiyi buluşturmaya özen gösteriyor. Bu yıl mayısın ortasında başlayacak olan MaerzMusik’in programında Cabaret Voltaire kuruclarından Chris Watson, 24-25 Mart tarihlerinde Sónar Istanbul kapsamında Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz ambient ustası Tim Hecker ve düşünür ve akademisyen Donna Haraway gibi çarpıcı isimler yer alıyor.
Toronto Light FestivalToronto’nun uzun, soğuk ve karanlık kış günlerine biraz sıcaklık aşılamak ve şehrin sakinlerini dışarıya davet etmek üzere başlatılan Toronto Işık Festivali, teknolojiyle beraber gelişmekte olan ışık sanatının en heyecan verici örneklerini şehrin tarihi binaları üzerinde sergiliyor. Havada asılı kalan, renk, gölge ve ışık oyunlarıyla canlanan heykeller ve etkileşimli enstalasyonlarla Toronto’nun tarihi Distillery bölgesini sanat galerisine çevirip mahallenin eski endüstriyel binalarına yeni bir soluk getiren organizasyon, mart ayının ortasına kadar her akşam yerli ve uluslararası sanatçıların birçok çalışmasına ev sahipliği yapıyor.
Toro
nto L
ight
Fest
ival
ZORLU PSM MAG. 13 Ma r t -N i s an
Thundercat
Drunk
Goldfrapp
Silver Eye
The Shins
Heartworms
The M
agnetic Fields
50 Song Memoir
Ryan Adams
Prisoner
Jamiroquai
Automaton
Jens Lekman
Life Will See You Now
Dirty Projectors
s/t Th
ievery Corporation
The Temple of I & I
ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
Yeni çıkan heyecan verici albümlerden bir seçkiyi ve müzik dünyasından dikkat çekici haberleri sizin için derledik.
Yazı Leyla Aksu
Laura Marling
Semper Femina
Paul
Thom
as A
nder
son
& J
onny
Gre
enw
ood
Yeni Albümlere Kulak Verin:
Goldfrapp – Silver Eye (Mute Records) Avant-elektropop ikilisi Goldfrapp’in
dört yıl aradan sonra gelen yedinci albümü, John Congleton ve Haxan Cloack
prodüktörlüğünde hazırlandı.
The Magnetic Fields – 50 Song Memoir (Nonesuch Records)
Bir kere daha kapı gibi bir koleksiyon çıkaran Stephin Merritt, her parçası
hayatının bir yılını anlatan, otobiyografik, 50 parçalık bir konsept albüm yayınlıyor.
Jamiroquai – Automaton (Virgin Records)Yedi yıldan sonra funk’larıyla geri gelen Jamiroquai, yeni albümü için yapay zekâ
ve teknolojik gelişmelerin insanlığın üzerindeki etkisinden ilham aldıklarını
söylüyor.
Dirty Projectors – s/t (Domino Records)2012’den beri grup olarak sessiz kalan Dirty
Projectors, çizdikleri deneysel, armonik yolda, bu sefer Longstreth’in vokallerine odaklanarak karşımızda gibi görünüyor.
Laura Marling – Semper Femina (More Alarming Records)
Hiç ara vermeden yoluna devam eden Laura Marling, folk başlangıcından
uzaklaşmaya devam ederken, eforsuz sesiyle bu sefer kadınlığa odaklanıyor.
Thundercat – Drunk (Brainfeeder Records)Kenny Loggins, Michael McDonald, Kamasi Washington, Wiz Khalifa, Kendrick Lamar ve Pharrell gibi isimlerin yer aldığı yeni Thundercat albümü Şubat’ta bizimle.
The Shins – Heartworms (Aural Apothecary/Columbia Records)2000’lerde indie müziğin tepesine düşen the Shins, James Mercer’ın kendi başına yazdığı, ebeveynlik deneyimlerinden etkilenen yeni albümde tanıdık seslerle geri geliyor.
Ryan Adams – Prisoner (Pax Am/Blue Note/Columbia Records)1980’ler rock müziğinden ilham alan 17. uzun çalarını bu ay yayınlayacak olan Adams, alt-country ve rock arasında hüzünlü bir doğrultuda ilerlemeye devam ediyor.
Jens Lekman – Life Will See You Now (Secretly Canadian Records)İsveçli şarkıcı ve şarkı yazarı Jens Lekman’ın dördüncü albümünde gülümsetip ağlatan sözleri ve tatlı pop dokunuşları prodüktör Ewan Pearson’la buluşuyor.
Thievery Corporation – The Temple of I & I (ESL Music)Jamaika’nın kültür ve ritimlerinden esinlenerek bir araya gelen yeni Thievery Corporation albümü, farklı vokalistler eşliğinde müziğin birliğini yansıtacak.
Ceyl'
an E
rtem
John
Len
non
& Y
oko O
no
Jonny Greenwood’dan bir Paul Thomas Anderson
soundtrack’i daha geliyor
Radiohead gitaristi ve besteci Jonny Greenwood’la yönetmen
Paul Thomas Anderson, on yıl kadar önce başladıkları
işbirliklerine yılmadan devam ediyor. 2007’de seyirci karşısına
çıkan There Will Be Blood ile başlayan ve The Master, Inherent
Vice ve Junun gibi filmlerle devam eden bu birliktelik, Radiohead’in
son albümüne çekilen kliplerin ardından, Anderson’un henüz
adını koymadığı yeni film projesiyle sürüyor. 1950’lerde
Londra’nın moda endüstrisinde geçeceği açıklanan dram, dik başlı
couture terzi başrolünde Daniel Day-Lewis’i ağırlayacak. Filmin diğer oyuncuları arasında Lesley Manville ve Richard Graham’ın
da olacağı açıklandı.
John Lennon ve Yoko Ono’nun hikâyesi beyaz perdeye uyarlanıyor
Avangart sanatçı, rockçı ve aktivist Yoko Ono, John Lennon ile olan hikâyesini anlatacak yeni film projesinin prodüktörlerinden biri olacak. Ono’nun onayıyla gerçekleşen ve 11 yıl evli kalmış çiftin hem aşk hikâyesine hem de sanatsal ve politik işbirliklerine değinecek olan projenin yazarıysa Theory of Everything ile tanıdığımız ve yakın gelecekte Churchill odaklı Darkest Hour ve Freddie Mercury konulu Bohemian Rhapsody’i yayınlanacak olan Anthony McCarten. Sevgi, cesaret ve eylem gibi temaları işleyeceği açıklanan filmin gelecek kuşaklara ilham vermesi umuluyor.
Blondie’den bol işbirlikli yeni albüm yolda
2017’nin heyecan verici müzik haberlerinden biri de Blondie’nin 11. stüdyo albümüyle geri geliyor olması. Pollinator adını taşıyacak
uzunçalarda boy gösterecek konuklar arasında the Smiths’ten
Johnny Marr, Blood Orange olarak tanıdığımız Dev Hynes,
Charlie XCX, Sia, Joan Jett, Laurie Anderson, TV on the Radio’dan
David Sitek ve the Strokes’tan Nick Valensi yer alıyor. Prodüktörlüğünü
daha önce Sleater Kinney, St. Vincent ve Swans ile beraber
çalışmış John Congleton’un yaptığı albümün kapağı ve sanat çalışmaları da efsanevi isim Shepard Fairey’den gelecek. Günümüz dertlerine biraz
eğlence ve dansla taze bir soluk getireceğini söyleyen efsanevi
grubun yeni albümü mayıs başında bizlerle.
Baharın yerli albüm müjdeleri
Daha ilk iki ayında bile BaBa ZuLa, Ceyl'an Ertem, Lara di Lara, Bubituzak, Palmiyeler, Gevende ve the Away Days gibi isimlerin yeni albüm furyasıyla müzikseverleri kucaklayan 2017, önümüzdeki aylarda da aynı heyecanla devam edecek gibi. Baharın başında bağımsız yerli müzik sahnesinden yeni yayınlarla gelecek müzisyenlerden bazıları, synth dolu Fırtınayt’la Büyük Ev Ablukada, dört yıl aradan sonra yeniden elektronik sularda gezinen Beat Tape 2 ile Da Poet, çıkış albümleri Fantezi Müzik’in genişletilmiş haliyle Jakuzi ve Grup Şimşek’li pskedelik ilk kısa çalarıyla Derya Yıldırım olacak. Daha yayın tarihi açıklamamış, fakat kayıt tamamlamakta olanlar arasındaysa ikinci albümüyle Can Güngör, Seni Görmem İmkansız’dan tanıdığımız Tuğçe Şenoğul ve en son 2015'teki kısa çalarlarıyla ses veren Foton Kuşağı var.
ZORLU PSM MAG. 15 Ma r t -N i s an
ZORLU PSM MAG. 17 Ma r t -N i s an
çalışmaların tüm özgürlüğünü ortaya koyan eserlerden bir tanesi. Temel olarak bir tiyatro ve film projesi olan çalışma, Kongo’nun Büyük Göller bölgesinde yaklaşık yirmi yıldır sürmekte olan iç savaşın gerçek ve yerel aktörlerini, konunun uzmanları ve avukatlarla mahkeme salonu olarak düzenlenmiş bir tiyatro sahnesinde bir araya getirerek uluslararası bir jürinin önünde gerçekleştiren “duruşmaların” izleyiciye açık sahnelenmesinden oluşuyor. Kısmen Doğu Kongo’da kısmense Berlin’de sahnelenen bu mahkeme oyunlarının video kayıtlarıysa bir araya getirtilerek bir belgesel film çatısı altında toplanıyor.
TEN BILLIONİngiliz yazar, bilim adamı ve akademisyen Stephen Ommett’in aynı isimli kitabından sahneye ve ekranlara taşınan Ten Billion tiyatro oyunu, konuşma ve film türleri arasında köprü kuruyor. Ommett’in 2013’te yayınladığı aynı isimli kısa kitaptan İngiliz tiyatro yönetmeni Katie Mitchell’la beraber sahneye uyarlayarak dünyayı ve insan nüfusunu bekleyen korkutucu geleceğe göz attığı bu bilimsel konuşma serisi aynı zamanda canlı olarak da internette yayınlanıyor.
Giderek yükselen bir ivmeyle artan dünya nüfusunun ve tüketim çağının yol açtığı çevre sorunlarının ve küresel ısınma verilerinin yaratıcı fikirlerle toplanmış basit infografikler ve görseller eşliğinde Stephen Ommett’in ofisine dönüştürülen sahneye yansıtıldığı proje, dijital ve fiziksel yerleştirme gibi sanat uygulamalarını bilimsel konferans formatının sınırlarını zorlamak için kullanıyor. İngiltere’nin en prestijli performans sanatları merkezlerinden olan The Royal Court Theatre’da sahnelenen Ten Billion, The Guardian ve Financial Times gibi önemli mecralardan da takdir topladı.
THE CONGO TRIBUNALGeçtiğimiz sene İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında
Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatı yakaladığımız; film, müzik, radyo oyunu, edebiyat ve tiyatroyu bir
araya getiren Hate Radio’nun altında imzası bulunan İsviçreli yönetmen, gazeteci ve akademisyen Milo Rau sahnenin sınırlarını esneten ve tiyatroyu başka türlerle
bir araya getiren çalışmalarıyla biliniyor.
Rau’nun kurduğu, bir tiyatro ve film topluluğu olan International Institute of Political Murder ile beraber
2015’te sahnelediği The Congo Tribunals, türler arası
türler arası
SAHNENİN SINIRLARINI DÖNÜŞTÜREN YAPIMLAR
Orijinal fikirler, günümüzün teknolojik imkânları ve farklı üretim türlerinin yaratıcı unsurlarını kullanarak sınırları zorlayan sahne şovlarına, öne çıkan beş örnekle göz atıyoruz.
Yazı Yetkin Nural
The Congo Tribunal
ZORLU PSM MAG. 19 Ma r t -N i s an
THE ENCOUNTERİngiliz aktör, yönetmen ve yazar Simon McBurney’nin kurucusu olduğu deneysel tiyatro kumpanyası Complicite ile sahnelediği The Encounter, ses ve görsel enstalasyonların fiziksel tiyatroyu yoğun bir duyusal deneyime dönüştürdüğü oldukça özel ve farklı bir seyirlik sunuyor. McBurney’nin 1969’da Brezilya’yla Peru arasında Yağmur Ormanları’nda kaybolan ve bu şekilde Mayoruna Kabilesi’yle karşılaşan National Geographic fotoğrafçısı Loren McIntryre’ın deneyimlerini aktardığı oyun, McBurney’nin deyimiyle “beyniniz içinde bir yolculuğa çıkıyor”.2015’ten bu yana dünyayı turlayan bu tek kişilik oyunda hem anlatıcıyı hem McIntyre’i hem de yeri geldiğinde bir böcek dahi olabilen yan karakterleri canlandıran McBurney, izleyiciyi anlatısının içine çekmek için iki kulağa ayrı ayrı ses verebilen özel olarak tasarlanmış kulaklıklar kullanıyor. Tüm izleyicilere dağıtılan bu kulaklıklar sayesinde McBurney’nin hem sahnede canlı olarak ürettiği hem de daha önceden alınmış ses kayıtlarıyla ördüğü sonik kurgu üç boyutlu gözlüklerin sinemada yarattığı deneyimi işitsel olarak tiyatroya uyarlıyor ve izleyiciyi Amazon’a davet ediyor.
DR. SKETCHY’S ANTI-ART SCHOOL
New York Brooklyn’de Lucky Cat isimli barda başlayan Dr. Sketchy’s Anti-Art School’un alametifarikası bürlesk ve kabare şovlarını sanat okulu dünyasıyla bir araya getirmek oldu. Occupy Wallstreet protestoları için
çizdiği posterlerle tanınan, illüstratör, yazar ve gazeteci Molly Crapapple’ın Amerikalı
çizer A.V. Phibes’la beraber kurdukları, alternatif çizim hareketinin öncüsü kabul
edilen okul, illüstratörler, grafik tasarımcıları ve dövme sanatçıları gibi farklı yaratıcı meslek mensuplarını farklı altkültür temsilcilerinden
oluşan burlesk modellerin ve kuir karakterlerin dünyasına beraber çizim yapmaya davet ediyor. Crabapple’ın kariyerinin başlarında geçinmek
için poz verdiği nü çizim derslerindeki deneyimlerine dayanarak öğrencilerle
modellerin arasında eksik olduğunu düşündüğü diyalog ve eğlenceyi merkeze geçirdiği Dr
Sketchy’s etkinlikleri, sıkıcı sanat derslerine bir alternatif olarak yaratıldı ve kurulduğu 2005 yılından bu yana on altı farklı ülkede yüzün
üzerinde şehre yayıldı. Katılımcıların sahnede kendi şovlarını gerçekleştiren modelleri bir yandan izlerken bir yandan da çizdikleri bu
etkinliklerde aynı zamanda çeşitli sanat oyunları oynanıyor ve bol miktarda içki tüketiliyor.
PARAMOURSahneledikleri konsept şovlarıyla dünya çapında ünlenen efsanevi Kanada sirki Cirque de Soleil, görkemli akrobatik estetiklerini müzikal tiyatroyla harmanlayarak izleyici ve eleştirmenlerden büyük alkış toplayan Paramour şovunu üretti. Cirque de Soleil’in alışageldiğimiz akrobatik performansları ve görkemli setlerini müzikal tiyatronun hikâye anlatıcı geleneğiyle bir araya getiren Paramour, hem sirk hem de müzikal izleyicisini heyecanlandıran unsularıyla türler arası bir köprü görevi de görüyor. İlk ve tek Cirque de Soleil müzikali olma özelliğini taşıyan ve geçtiğimiz yıl mayıs ayında Broadway’de prömiyer yapan Paramour’un Hollywood’un altın çağında geçen hikâyesiyse bir yönetmenle keşfettiği küçük kasaba kızının “bir yıldız doğuyor” temalı, aşka uzanan yolculuğuna odaklanıyor.
The E
ncou
nter
Para
mou
r
Dr. Sketchy’s Anti-Art School
ZORLU PSM MAG. 21 Ma r t -N i s an
Müzik, Sanat& Teknoloji
www.sonaristanbul.com
İstanbul 24. 25 Mart
Istanbul
moderat, róisín murphy, nina kraviz,floating points, clark, hvob, kode9, honne, prins thomas, nosaj thing, matias aguayo, cola & jimmu ve çok daha fazlası...
zorlupsm.com
Organizasyon Medya PartneriPartner Biletler
biletix.com
elektronik müziğin dünü, bugünü ve yarını
SÓNAR ISTANBUL 24-25 Mart tarihlerinde Zorlu PSM’nin dört sahnesinde ilk kez İstanbul izleyicisiyle buluşacak ve The Immediate Future (Yakın Gelecek) teması altında müzik, teknoloji ve türlü yaratıcı projeyi
ağırlayacak olan Sónar Festivali’nin konukları farklı alıntılar, haklarında derlediğimiz ilginç detaylar ve kariyerlerinden
satırbaşlarıyla bu sayfalarda.
MODERATModeselektor ve Apparat’ın zenginliklerle
dolu elektronik müzik ortaklığı Sónar İstanbul’da yeniden bizlerle. Apparat
olarak tanıdığımız Sascha Ring, dijital teknolojideki ilerlemelerin sağladığı
demokratikleştirme sürecinin elektronik müzik üretimini etkileme biçimlerini şöyle
özetliyor: “Artık çok daha fazla miktarda elektronik
müzik üretimiyle karşı karşıyayız. Bu durumun işleri zorlaştırmasının sebebi bir DJ olarak
iyi olanları tespit etmek için tonlarca şey dinlemeniz gerekmesi. Ama bunun iyi bir şey
olduğu düşünüyorum çünkü eskiden elektronik müzik üretimi “elit” bir şeydi. Ekipmanlar pahalıydı ve paranız olması gerekliydi. İlk
başladığımda synthesizer alabilmek için pikaplarımı sattığımı hatırlıyorum. Artık
buna gerek yok. Bir bilgisayar edinip gerekli yazılımları indirerek Avicii gibi milyonlar
kazanabilirsiniz.” Billboard – 2016
Róisín Murphy1990’larda İngiltere çıkışlı Moloko grubuyla tanıdığımız, kendine has pop tarzı ve muhteşem sahne performanslarıyla hepimizi büyülemeye devam eden Róisin Murphy hakkında az bilinen üç bilgiye göz atın: *Gençlik yıllarında Pixies ve Sonic Youth hayranı olan Murphy efsanevi vokalist Elaine Page’e benzettiği vokal tarzını utandığı için uzun süre saklamış. * Aynı zamanda bir moda ikonu olarak kabul edilen müzisyenin 1960’lar stiline olan ilgisi çocukluk döneminde bir antikacı olan annesiyle gittiği ikinci el marketlerde ortaya çıkmış. *Sanatçının geçtiğimiz temmuz ayında yayınlanan son albümü Take Her up To Monto, ismini 1950’lerin sonunda yazılan ve çocukken babasından dinlediği bir İrlanda folk parçasından alıyor.
Róis
ín M
urph
y
Mod
erat
ZORLU PSM MAG. 23 Ma r t -N i s an
NINA KRAVIZGünümüzün en tesirli techno prodüktörlerinden biri olan Rus asıllı DJ Nina Kraviz’in mikslerini oluşturan dinamikler ve parça seçimlerine dair birkaç detayı bir araya getirdik:*Nina Kraviz, bir plak dükkânında ya da online alışveriş esnasında müzik seçerken iki-üç saniye içinde o parçayı sevip sevmediğine, devamını dinlemek isteyip istemediğine karar verdiğini söylüyor. *Bazı DJ’lerin miksi kusursuz yapmaya konsantre olmaktan kalabalığı unutabileceğini gözlemlediğini söyleyen sanatçı bu durumu hiç de ilham verici bulmuyor. Ona göre parça seçkisi miksten çok daha değerli ve önemli olan setin başındaki DJ’in kendini dinleyiciye hissettirebilmesi. *Ne çalacağını önceden planlamaktan hoşlanmayan, gidişatı dinleyiciyle etkileşime göre şekillendirmeyi tercih eden Kraviz’in setlerinin yarısı kendi plak şirketi Trip’ten henüz yayınlanmamış parçalardan oluşabiliyor.
FLOATING POINTS2015 yılında ilk uzunçaları Elaenia’yla karşımıza çıkan İngiliz prodüktör Sam Shepherd’ın yeni müzik evrenleri keşfetme, plak toplama ve onları paylaşma sevdası küçüklük yıllarına dayanıyor... *Küçük yaşta, plak toplamaya başladığı ilk günlerdeki caz tutkusunda piyano öğretmeninin ona verdiği üç ismin albümünün etkili olduğunu söylüyor: Kenny Wheeler, Chick Corea ve the Elevens. *Gençken tüm boş vaktini plak dükkânlarını kütüphane gibi kullanarak geçiren Shepherd, DJ’lik yapmaya 13 yaşında okul diskolarında başlamış ve sonrasında hâlâ öğrenciyken Londra’ya taşınmasıyla özel geceler ve partilerde setin başına geçer olmuş. *Shepherd haftada iki-üç kere plak alışverişine çıkıyor ve 10 binin üzerinde parçadan oluşan bir koleksiyonun sahibi.
DJ KOZEHelena Hauff gibi Hamburg elektronik
müzik sahnesinden yükselen bir diğer başarılı isim olan DJ Koze, yavaş, seksi
ve melankolik tonlardaki müziğiyle dans pistini bir düşsel bir alana çevirmesiyle tanınıyor. DJ Koze hakkında bilmeniz
gereken üç detayı derledik:*Gerçek ismi Stefan Kozalla olan DJ Koze, müzik kariyerinin başlangıcını
Alman hip-hop grubu Fischmob’la yaptı ve 2000’lerde kullanmaya başladığı DJ Koze isminden önce solo üretimlerini
Adolf Noise ismi altında yayınladı. *Vücudunda ancak neon ışıkla görülebilen
dövmeler bulunan Dj Koze’nin bir de kafayı ona ve vücuduna takmış çılgın bir
hayranı var. *2013’te yayınladığı, ismini insan beyninin
korku, endişe ve depresyon gibi duygu ve durumlarını kontrol eden bölümünden
alan son uzunçaları Amygdala, müzisyenin melankolik sesler ve düşsel vokallerden
oluşan parçalarına gönderme yapıyor.
WEVAL (LIVE)Harm Coolen ve Merijn Scholte’den
oluşan Hollandalı elektronik müzik ikilisi Weval, işbirliklerinin başlangıç hikâyesini
şöyle anlatıyor: “Yaklaşık altı yıl önce ortak bir arkadaşımız
sayesinde tanıştık. İkimiz de sinemaya ilgi duyuyorduk ve amaç aslında bir araya
gelip bir film projesi hakkında konuşmaktı. O projeyi gerçekleştirdik ve bu süreçte
birbirimizi tanımış olduk. Fakat aynı süreçte beyin fırtınası yaparken birbirimize
yaptığımız müzikleri de dinletmeye başladık ve beraber daha fazla yaratıcı iş
yapabileceğimize dair ortak bir his oluştu. İkimizin de gençliğimizde dinlediğimiz
müzikler ve genel olarak müzik zevklerimiz oldukça farklıydı ama beraber çalışmak
çok keyifli oldu. O yüzden sık sık bir araya gelmeye ve birlikte bir şeyler yaratmaya
başladık.” musicradar.com - 2016
Kode
9D
J Koz
e
Floa
ting P
oints
Nin
a Kra
viz
Wev
al
ZORLU PSM MAG. 25 Ma r t -N i s an
HELENA HAUFFMüziğinde analog ekipmanları
tercih eden ve genellikle tek seferde tamamladığı kayıtlarıyla techno
ve electro’ya farklı bir boyut katan, son yıllarda ismini sık sık duymaya
başladığımız DJ ve prodüktör Helena Hauff hakkında üç detay bilgi
karşınızda: *Maddi koşulları çok iyi olmayan bir
aileden gelen Hauff, gençlik yıllarında müzik dinleme arşivini oluşturmak
için yaşadığı şehrin kütüphanesindeki CD’leri ödünç alıp kasetlere
kaydediyormuş. *“Mutlu” müziklerin kendisini
agresifleştirdiğini ve bu tarz parçalara katlanamadığını söyleyen Hauff; sert,
kuru bir mizaha ve ilgi çeken bir garipliğe dayalı şeylerden daha çok
ilham aldığını söylüyor. *Gençlik yıllarında önce Güzel
Sanatlar eğitimi alan sanatçı daha sonrasındaysa fizik ve müziği daha matematiksel bir açıdan inceleyen
Sistematik Müzik Bilimi eğitimi almış.
COLA & JIMMUFinlandiyalı müzisyen ve prodüktör Jimi Tenor’la ABD’li şarkıcı, besteci
ve görsel sanatçı Nicole Willis’in techno, funk, soul ve cazı, house ve
electronica’yla harmanladıkları işbirliği Cola & Jimmu’nun ortaya çıkışını ve neden bu ismi benimsediklerini
Willis’ten öğreniyoruz: “Cola takma adını oldum olası
sevmişimdir. Jimi’nin mahlasıysa efsanevi Japon imparatorundan geliyor.
Cola & Jimmu adıyla müzik yapma fikri ilk olarak 2013 ocak ayında ortaya
çıkmıştı. Her şey birlikte bir house albümü kaydetmeye karar vermemizle
başladı. Projeyi electro unsurlar ve farklı enstrümantasyonlarla şekillendirmeyi ve
hep dans odaklı tutmayı planlıyoruz.” Soulhead - 2015
TIM HECKERDeneysel elektronik müzik, ambient, drone, noise ve glitch’ten beslenen karmaşık ve çok
katmanlı bir yapıya sahip müziğiyle fark yaratan Kanadalı müzisyen ve prodüktör
Tim Hecker, geçtiğimiz yıl 4AD etiketiyle yayınladığı Love Streams’in yaratım süreci
üzerinden analog ekipmanlar ve dijital materyallere yaklaşımını şöyle anlatıyor:
“Dijital sesle çalışma yöntemlerindeki ilerlemeler kaynak malzemelerin dijital mi analog mu
olduğuna dair süregelmiş tartışmaları geçersiz kılmış durumda. Dijital ve analog arasına bir
çizgi çekmek istemiyorum çünkü en ilginç şeylerin ikisinin karışımından ve melezlikten geldiğini
fark ediyorum. En iyi ifade araçları daima ikisini bir araya getirme ve soyutlamadan geçiyor.”
Fact Mag. - 2016
CLARKİngiliz elektronik müzik prodüktörü
Chris Clark, 2001 yılında henüz Bristol Üniversitesi’nde öğrenciyken yayınladığı ve büyük başarı elde eden ilk albümü Clarence
Park’ın ardından kendisi için başarının ne demek olduğunu şöyle anlatıyor:
“Benim için başarı sabit bir işinin olmaması demek. Bunun sevdiğim yanının kendi
kurallarım çerçevesinde yaşamak ve bu şekilde geçinebilmek olduğunu düşünüyorum. Ve bu
çerçeveden bakıldığında benim yolculuğum da bir başarı öyküsü aslında. Zaman zaman belirli bir
popülerlik seviyesine erişmiş sanatçıların vermek zorunda kaldığı çeşitli tavizlere tanık oluyor ve
böyle tavizler vermek zorunda kalmadığım için şükrediyorum.” wonderingsound.com - 2014
HVOB (LIVE)Avusturya menşeili elektronik müzik ikilisi
HVOB (Her Voice Over Boys), “Erkeklerden önce kadının sesi” anlamına gelen grup
isimlerinin feminist çağrışımlarına dair şu açıklamaları yapıyor:
“Grubun isminin açılımı olan 'Her Voice Over Boys' aslında grubun altında yatan fikri
anlatıyor. Günümüzde elektronik müzik
sahnesinde kadınların prodüktörlüğü hâlâ çok yaygın değil. Pek çok prodüktör ve DJ kadın vokalistlerle sadece parça bazında işbirliği yapıyor. Bizse farklı çalışıyoruz; her şeyi beraber yazıyor ve üretiyoruz. İsmimizin altında aslında feminist bir anlam yok, sadece projenin işleyişini oldukça iyi anlatan bir tanım.” idmmag.com - 2015
KODE9Dubstep efsanesi, tesirli plak şirketi Hyperdub’ın kurucusu Kode9, son albümü Nothing’e ilham veren bazı kayıtları şöyle sıralıyor: Wendy Carlos & Rachel Elkind’ın The Shining filmi tema müziği, Philip Glass’in Koyaanisqatsi filmi için bestelediği müzikler, Kode9’ın ortaklarından ve 2014’te aramızdan ayrılan The Spaceape’in “On The Run” kaydı, Ryuichi Sakamoto’dan “Esperanto”, DJ Rashad’dan “Ghost”, İstanbul’da bir plakçıdan edindiği Bruton Music etiketli ve “Fütürizm” temalı bir kütüphane plağı, Haruomi Hosono’nun “S-F-X” parçası ve Oneohtrix Point Never’ın Replica albümü.
HONNEAndy Clutterbuck ve James Hatcher, Honne adı altında ortaklaşa ürettiği electronic soul melodileriyle etkileyici canlı performanslarını İstanbul izleyicisiyle paylaşmaya hazırlanıyor. Sónar İstanbul performansları öncesi ikiliye kafalarını karıştıran teknolojik ve felsefi meseleler olup olmadığını sorduk ve şu yanıtı aldık: “Galiba söz konusu müzik prodüksiyonu olunca en büyük tartışma daima ‘analog mu dijital mi’ tartışması oluyor. Biz hâlâ analog ekipmanlarına bağlılık duyan bir ekibiz. Moog Prodigy’miz, Roland TR77’ımız, birçok Dave Smith Prophet’imiz ve Mopho’muz var ve her birinin tınısını çok özel buluyoruz. Ama bunları laptop ve ara yüzlerle dijital ortama aktarınca analog olmaktan çıkıyorlar. Bunun önüne geçebilmek için 500 Serisi pre-amplifikatör modülleri ve kompresörler kullanıyor ve o ‘gerçek’ tınıyı korumaya yardımcı olduklarını umuyoruz. Anlayacağınız tüm mesele dengeyi iyi kurmakta.”
Clar
kH
VOB
Hon
ne
ZORLU PSM MAG. 27 Ma r t -N i s an
SÓNAR ISTANBUL SAHNESİNİ ELE GEÇİRECEK YERLİ İSİMLER
PRINS THOMAS Hans Peter Lindstrom’la yaptığı işlerle tanınan Norveçli üretken prodüktör ve DJ Prins Thomas,
disco, electro, house, minimal techno ve jazz fusion gibi türleri buluşturan setlerine ve müzikal yaklaşımlarına ilham verenleri
şöyle özetliyor: “Kendimi bildim bileli çok farklı tür
müziklerden beslendim. Senelerce klarnet ve çello çaldım ve o yıllarda
(1984-1985) aynı zamanda çok kötü bir hip hop DJ’iydim.
Sonrasında birçok punk grubunda çaldım ve o zamanlar erken dönem house kulüplerine de takılıyordum. Hayatımda hep farklı şeylerin bir
dengesini kurdum. Hiçbir zaman tek bir şey yapan biri olmadım. Çünkü
sanırım hiçbir şeyi ondan bıkacak kadar çok yapmak istemedim.”
Red Bull Music Academy - 2015
NOSAJ THING (LIVE)Los Angeles, California’da
yaşayan Amerikalı DJ ve prodüktör Nosaj Thing albümleri kadar ünlü müzisyen ve grupların
parçalarına yaptığı başarılı remikslerle de biliniyor. 2010’da remikslediği parçalardan oluşan
Drift Remixed isimli bir albüm de yayınlayan Nosaj Thing’in el attığı
parçalardan bazıları şunlar:Daedelus – “It’s Maddness”,
HEALTH – “Tabloid Sores”, Flying Lotus – “Camel”, Boris – “Buzz In”, Charlotte Gainsbourg
- “Heaven Can Wait”, The xx – “Islands”, Philip Glass - “Knee
1”, Jon Hopkins – “Open Eye Signal”, Blonde Redhead – “No
More Honey”, Drake - “Forever”, Radiohead – “Reckoner”, Little
Dragon – “Klapp Klapp”.
Vildan Gündüz: DJ’lik kariyerinden önce endüstri ürünleri tasarımcısı olarak çalışan Vildan Gündüz’ün elektronik müzik macerası 14 yaşında hediye olarak aldığı, içinde Dave Seamann ve Carl Craig gibi isimlerin de olduğu toplama bir albümle başlamış. Günümüzde yerel sahnenin başarılı kadın DJ’lerinden olan Gündüz özellikle minimal, deep techno, tech house ve techno tarzlarını başarıyla karıştırdığı setleriyle biliniyor.
Style-ist: Müzik hayatına Açık Radyo’da başlayan ve 1998’den bu ayna İstanbul müzik sahnesinde sayısız partide karşımıza çıkan veteran DJ’lerden Style-ist türler arasında rahatça gezindiği eklektik tarzı, 1980’ler klasikleri ve mash-up parçalarla bezediği şaşırtıcı sürprizler içeren setleriyle şehrin en sevilen DJ’lerinden biri.
Büber: 2010 yılında DJ’lik kariyerine başlayan Büber, indie ve nu-disco setleriyle kısa sürede dans pistlerini ateşe veren isimlerden biri. Bugüne kadar Chad Valley, Dominik Eulberg, Kraak & Smaak, Toby Tobias, Citizens!, Shindu, Tom Vek, Adana Twins, Azari & III, Tiger & Woods, Miguel Puente, Teenage Mutants, Oliver Koletzki, P.A.C.O. ve Tube & Berger gibi isimlerle aynı sahneyi paylaşan Büber son dönemde yöneldiği deep ve disco house setleriyle öne çıkıyor.
Villette: Londra’da yaşayan Sina Büyüka, gazeteci olarak başladığı kariyerine bir süre
sonra Vilette isimli DJ ve prodüktör kimliğiyle İstanbul ve Londra’nın önemli kulüpleri ve
festivallerinde techno ve electronica ağırlıklı setleriyle boy göstererek devam etti. Bugüne
kadar aralarında John Talabot, The xx, Christian Löffler, Jan Blomqvist ve Digitalism’in yer
aldığı isimlerle aynı sahneyi paylaşan Villette; geçtiğimiz yıl dört şarkıdan oluşan EP’si Crossed
Wires’ı yayınladı.
Fasitdaire: Bir dönem dinamo.fm 103.8’deki düzenli programlarıyla
müzikseverlere ulaşan Fasitdaire; setlerinde experimental, abstract ve IDM türlerinden
şarkılara yer verdi. Geçmişte genel koordinatörlüğünü üstlendiği Radyo Babylon’da
bir yandan da programıyla yer alan Fasitdaire, İstanbul’un önemli mekânlarında dinleyicilerini
keşfe çıkaran türden deneysel setleriyle performanslar sergiledi.
Mabbas: Türkiye’nin en deneyimli ve donanımlı DJ’lerinden Mabbas; DJ’lik
kariyerine 1996 yılında başladıktan sonra Radio Cool, FG 93.7, Radyo Eksen, Radyo 92.3 ve
Dinamo.fm'de hazırladığı radyo programlarıyla büyük kitlelere ulaşmayı başardı.
Babylon, Indigo, Roxy, Dulcinea, Roxy, Plus, Godet, Smoke, Blanco, Dirty, The Hall, Ghetto
ve Kiki gibi mekânlar, Mabbas’ın bugüne kadar dans pistini hareketlendirdiği yerlerden sadece birkaçı… İstanbul içi ve dışında sayısız etkinlikte sahne alan Mabbas; kimi zaman saf
elektronik, kimi zaman ise eklektik setleriyle dinleyicilerini uzun saatler boyunca dans
ettirmeyi başardı.Güçlü ritimlerin hâkim olduğu karanlık
ve dinamik techno tonlarını benimsediği, elektronik müziğin hem güncel hem de saklı
kalmış isimlerinin şarkılarından oluşan setleriyle tanınan Mabbas, özellikle Türkiye'yi ziyaret
eden birçok önemli ismin performansı öncesi ve sonrasında unutulmaz performanslara imza attı.
Moderat, Pantha Du Prince, Paul Kalkbrenner, Modeselektor, Swayzak, Plaid, Ladytron, Gus Gus, Plump Djs, Chicks on Speed, Stanton Warriors gibi isimlere ev sahipliği yapma şansını yakalamasının haricinde Orbital, The Prodigy ve Moby gibi dev isimlerin İstanbul konserlerinin ardından gerçekleşen partilerde de Mabbas’ın imzası var!
Fuchs & Cervus: İstanbul’un öncü DJ’lerinden biri olmasının yanısıra dinamo.fm’in kurucusu olan Fuchs’la elektronik müzik sahnemizin hem setleriyle hem de prodüksiyonlarıyla fark yaratan isimlerinden Cervus, uzun süredir devam eden müzikal ortaklıklarını Sónar İstanbul kapsamında Zorlu PSM sahnesine taşıyor. DJ’lik, prodüktörlük ve organizasyon gibi eğlence ve müzik sektörünün farklı alanlarında faaliyet gösteren iki ismin uzun yıllara dayanan beraberlikleri elektronik müzikseverleri heyecanlandıran bir işbirliği olmaya devam ediyor.
Doğu Orcan: Techno, disco ve electronica türlerinden izler taşıyan setleriyle tanınan Doğu Orcan, müziğe ilk adımlarını yaklaşık on bir sene önce, 18 yaşında Amsterdam’da başlattığı “club night” serisiyle attı. İlerleyen yıllarda PYT, LØVE, The Red Hood isimleri altında elektronik müzik yaptıktan sonra Doğu Orcan adı altındaki son haliyle müzikteki ilk evresini tamamladı ve ayakları yere basan bir forma evrildi. Uptempo-techno ve old skool disco karışımı olan setleriyle DARKSIDE, The Magician, Jackmaster ve Modeselektor gibi ünlü isimlerle aynı sahneyi paylaşan Orcan; kaotik, aksak ve kendinden emin setleriyle dans pistinde kaçacak yer bırakmayacak.
*Bu isimlerin yanısıra Hey! Douglas, İpek Görgün ve Seretan da Sónar Istanbul kapsamında Zorlu PSM sahnesinde olacak.
Nosaj Thing
ZORLU PSM MAG. 29 Ma r t -N i s an
performans, sergi, panel ve sunumlarıyla
SÓNAR + DSónar Istanbul kapsamında sanat ve teknolojinin ilham verici
kesişimini ve yaratıcı endüstrilerin dijital dönüşümünü mercek altına alan uluslararası performans ve konferans serisi Sónar + D,
birbirinden etkileyici görsel ve işitsel şovları izleyiciyle buluştururken çok önemli panel ve sunumlara da ev sahipliği yapacak.
Sónar İstanbul’un bir uzantısı olan Sónar + D programında yer alan
AUDIOVISUAL bölümünün içeriğini kurgularken temelde hangi unsurlar ve
hangi motivasyonlar belirleyici oldu? Sadece iyi bir ses ve görselliğin ötesinde
yaptığı performanslarıyla hayatlarını adadıkları araştırma veya sanat dallarına
ilişkin sorgulayıcı altyapılara sahip çağdaş sanat bağlamlarına yakın olan sanatçılara
yöneldim. Her şeyden önce birbirine benzer ve tekrar eden performans ve sanatçılar
silsilesinin dışına çıkma ihtiyacı vardı. “Dinleme” ve “izleme” eylemlerini pasif
değil de aktif bir şekilde gerçekleştirmek; ses, ışık ve form ötesinde bu uyarıcıların etkilerini çalışmış zeki insanları sahnede görebilmekti istediğim. Dünyada sadece
bazı niş festivallerin yer verdiği türde bir performans türünden bahsediyoruz.
İzlemesi dinlemesi de her daim kolay veya eğlence odaklı olmadığı için bu
mecralara gerçekten ilgisi olan bir kitleye dokunabilmekti amacımız.
Sonar + D programında izleyeceğimiz AUDIOVISUAL performanslarında ortak hangi kriterlerden bahsedilebilir? Sanatçıların işlerini canlı performans anlamında tanımlayan belirli ekipmanlar ya da kurulumlar söz konusu mu? Genel olarak teknik altyapıları daha komplike olan performanslar. NONOTAK Studio daha mimari bir kurum gerektirirken, Cem + Rg Modular Live visuals by NOS gibi bir performans Modüler Synthesizer yerleştirmeleri ve sesi görselleştiren ara yüzler ve yazılımların entegrasyonunu gerekli kılıyor. Performanslar arası set-up’ın tamamıyla değiştirilmesi gerekiyor ve bu çok daha hızlı ve farklı bir teknik ekip gerektiriyor. Zorlu PSM’nin teknik ekibinin profesyonelliği ve sahnelerinin altyapıları bu performansları ağırlayabilmemizdeki en önemli faktör.
Sónar + D, ses ve görselliğin farklı kaynak ve formlarını özenle seçilmiş performans, demo, sergi, panel ve sunumlarla izleyiciyle buluşturarak sıradışı bir “dinleme” ve “izleme” deneyimi yaşatmaya hazırlanıyor. Öncelikle Türkiye ve dünyadan büyüleyici işitsel ve görsel performansları Sónar + D kapsamında bir araya getiren AUDIOVISUAL programının küratörlüğünü üstlenen Lalin Akalan, içerik kurgusunun detaylarına ve izleyiciyi nelerin beklediğine yönelik sorularımızı yanıtlıyor.
Ram
e Au
dint
Shiro
Non
otak
ZORLU PSM MAG. 31 Ma r t -N i s an
SÓNAR + D’NİN İŞİTSEL VE GÖRSEL PERFORMANSLARIThe Pier – Ali Demirel1993 yılından beri deneysel üretimleri üzerine çalışan, Richie Hawtin için yaptığı müzik videolarıyla radarımıza giren Ali M. Demirel, bilim ve mimariden ilham alan bir sanatçı olarak bugüne kadar dünyanın dört bir yanında önemli etkinlikler ve mekânlarda işlerini sergiledi. Demirel’in program kapsamında gösterilecek, “kıyamet sonrası” temalı ütopya serisinin ilk ayağı olan ve Biospehere imzalı müzikleriyle dikkat çeken The Pier filmi, “İnsansız bir dünyada binalar nasıl gözükürdü?” sorusunu merkezine alıyor.
Supercodex – Ryoji IkedaJapon besteci ve sanatçı Ryoji Ikeda, uluslararası alanda tesirli bir isim. İşitsel, görsel ve fiziksel unsurları matematiksel kavramlardan ilham alan bir estetikle buluşturan sanatçı, bugüne kadar The Barbian Centre’dan Tokyo Modern Sanatlar Müzesi’ne dünyanın çok sayıda önemli mekânı ve festivalinde performanslar yaptı, işlerini sergiledi ve kitap ve CD’ler yayınladı. Sónar Istanbul kapsamındaki performansıysa 2013 tarihli albümü Supercodex’i merkezine alacak.
Shiro Nonotak – Noemi Schipfer ve Takami Nakamotoİllustratör Noemi Schipfer ile mimar ve müzisyen Takami Nakamoto’nun ortaklığından oluşan Nonotak Studio’nun ışık ve ses yerleştirmesi, izleyiciye sonik sesleri hareketli görsellerle buluşturarak rüya atmosferi yaratan bir performansa sürükleyecek.
AUDIOVISUAL programı içeriğindeki yerel aktörleri seçerken nelere dikkat ettin?Ali M. Demirel, Richie Hawtin + Guggenheim performansları sonrasında hepimizin radarına yerleşti. Uzun süredir bizi yurtdışında temsil eden Ali’yi aslında tam olarak ait olduğu bir programa oturtabildik. Candaş Şişman, Deniz Kader ve Osman Koç’un üzerinde çalışmış oldukları NOS görsel motorunu bizim içimizden çıkan bir inovasyon olduğu için dahil etmek mühimdi. NOS’a Cem + Rg (Cem Güvendiren, Arcan Vargı) ile eşleştirme önerisini getirdik, daha önce beraber çalışmamış sanatçıların işbirliklerinden ortaya çıkan sonuçları görmek istedik. Cem ve Arcan, Berlin ve New York underground müzik dünyasında çok etkin olmalarının yanısıra Modüler Synthesizerlara olan düşkünlükleri ve hâkimiyetleri yüzünden dikkatimizi çekti.
Çağımızın hızla gelişen teknolojisi sanatçılara ses, görsel ve ışık üzerinde çok daha geniş bir hâkimiyet ve yaratma özgürlüğü veriyor. Sana göre bu özgürlüğün yaratım sürecine etkileri, avantajları ve varsa dezavantajları neler?Fazla opsiyon! Sonsuza kadar gidebilecek permutasyonlar. Muhtemellikler içerisinde yüzerken bir sonucu seçmek ve onda karara varabilmek gittikçe zorlaşıyor. Yaratma süreci özgürleştikçe sanatçı mütemadiyen “yaratıyor” halde kalabiliyor. Bu konuda Brian Eno’nun “Oblique Strategies” tekniklerini öneriyorum. Kendi kendimize kısıtlamalar koyduğumuzda bu özgürlüğün dezavantajlarını bertaraf edebiliyoruz. Tabii her sanatının kendini kısıtlama yöntemi farklı olacaktır. Önemli nokta odağımızın kullandığımız araçlarda değil, ne ortaya çıkarmak istediğimizde kalabilmesi. Kullandığımız teknolojilerin ne kadar sorunsuz parametreleri olsa da bizi fark etmeden belli stillere ittiğini, fark etmeden aygıtlarla etkileşimimiz üzerinden bizleri kondisyonladığını da göz ardı edemeyiz. Endüstri standardı olmuş bazı ara yüzlerin yaratıcılığı arttırmak yerine bütün kullanıcılarını birbirlerine benzetebilmesi gibi... Sanatçı, yaratım süreci, yaratım aygıtları/bedenleri arasında çoklu dinamikler mevcut.
AUDIOVISUAL performanslarında izleyiciyi neler bekliyor? İzleyici bu performanslardan neler beklemeli? Çok iyi bir ses sistemi ve görsel şölen... Ryoji Ikeda, sanatseverler olarak hepimizin mega enstalasyonları ve araştırmalarıyla aşina olduğumuz bir isim. Eserlerinin yanısıra Raster-Noton etiketinden çıkarmış olduğu albümü Supercodex’le yerleştirmelerin arkasında yatan elektronik bestelere ve bu dataların görselleştirilmesine tanık olacağız. Ali Demirel kendi performansında yeni bitirdiği filmi The Pier’i kıllanacak. Müziklerini Biosphere’ın yaptığı bu film başlı başına bir eserken, Ali’nin canlı gerçekleştireceği miksle değişik montajlara uğrayacak. NONOTAK mimari enstalasyonunu projektörler aracılığıyla canlandırıp optik illüzyonlar yaratırken dans ettirecek.
The P
ierCe
m+R
G M
odul
ar L
ive S
et Vi
sual
sCe
m+R
G M
odul
ar L
ive S
et Vi
sual
s
Aesth
etic A
nim
isim
ZORLU PSM MAG. 33 Ma r t -N i s an
Rame – Acca Francesco Tosini
Acca mahlasının arkasında gördüğümüz isim, Milan
merkezli görsel tasarım sanatçısı Francesco Tosini.
Video-mapping ve projeksiyon alanlarında yoğunlaşan
işleriyle tanınan sanatçı Sónar Istanbul kapsamında Rame isimli video performansını
sergiliyor. Analog video geribildirim tekniğini kullanan
çalışma, Antik Yunanlıların zamanı tanımlamak için
kullanmış olduğu ve zaman içinde kaybolan “organik
zaman” kavramından ilham alarak yaygın zaman algımız
üzerine kendi eleştirisini getiriyor.
Aesthetic Animism – Atay İlgünHem bir yayınevi hem de bir plak şirketi gibi işleyen Wounded Wolf Press’in kurucusu, müzisyen ve sanatçı Atay İlgün’ün modern kompozisyon ve dijital şiiri buluşturan işitsel ve görsel sunumunun rastgelelik ve üretimsel süreci kutlayan yapısı her performansı farklı kılıyor. Atay İlgün, 2017’nin ilkbaharında yayınlanacak ilk solo albüm ve sergisinden önce Sónar Istanbul sahnesinde.
Cem+RG Modular Live Set Visuals By NOHLAB / NOS VISUAL ENGINE - Cem Güvendiren / Arcan Vargı / Candaş Şişman / Deniz Kader / Osman Koç2011’den beri yaratıcı tasarımlarını sürdüren ödüllü görsel sanatçılar Deniz Kader ve Candaş Şişman’ın işbirliği olan NOHlab, büyük ilgi gören setlerinden biriyle Sónar Istanbul izleyicisinin karşısında olacak.
AUDINT SERGİSİ Kode9, Toby Heys, Eleni Ikoniadou, Patrick Defasten, Souzanna Zamfe Bugüne kadar aralarında TATE Britain ve Berlin Sanat Akademisi’nin de yer aldığı prestijli mekânlarda izleyiciyle buluşan Audint’in temelleri 1945 yılına dayanıyor. Son sekiz yılda kolektif çalışmalara yoğunlaşan proje, farklı ses titreşim ve frekansları üzerine deneyler yürüterek psikolojik ve fizyolojik düzeydeki etkilerini araştırıyor. Sónar Istanbul kapsamındaki sergide çeşitli filmler, ses enstalasyonları ve çok algılı yerleştirmeleriyle izleyici karşısında olacak.
PANELLER, SUNUMLAR VE DEMOLAR
Müziğin Tüketimi: 2017 ve Ötesi Günümüzde dijital müzik servislerinin, müzik üretimi, müzik tüketimi ve müziğin geleceğiyle olan ilişkisi bu panel kapsamında derinlemesine tartışılacak ve Türkiye şartlarında önümüzdeki günlere yönelik neler hayal edebileceğimiz sorusu gündeme getirilecek.
Genç Girişimcilikte Teşvik ve Destek Bu panel, diğer ülkelerde genç girişimleri örgütleyen yapıların tecrübelerinden ilhamla Türkiye ortamında genç girişimcilere fayda sağlayabilecek işleyen bir finans ve mentorluk sistemi geliştirilmesini hedefliyor.
Kültürel yaratıcılıkGenç sanatçıların yurt içi ve yurt dışında profesyonelleşme süreçleri ve yaratıcı anlamda başarılı olma şanslarını merkeze alan panelde, müzik, film, görsel sanatlar ve edebiyat gibi türlü alanlarda çalışan genç yetenekleri teşvik etme yöntemleri tartışılacak.
Audint Sergi Sunumuİzleyiciler bu sunumda Audint üyelerinin sesin farklı formlarının eşzamanlı olarak konuşlandırıldığında ortaya çıkan “Üçüncü Kulak” boyutuyla ilgili yaptıkları araştırma ve deneyleri dinleyecekler. Sunum, GhostCode filminin yaratım ve üretim süreci hakkındaki sergilerin ayrıntılı bir anlatımını da içerecek.
Ali Demirel Sunum Ali Demirel Richie Hawtin ve Biospehere’la yaptığı ortaklıkları sergileyeceği bu sunumda üretim yöntemleri ve kullandığı ekipmanları izleyiciyle paylaşacak.
Ableton Workshop Ses alanında kapsamlı eğitim programları yürüten SAE Institute’un kurucusu, Ableton’la Türkiye’deki ilk onaylı işbirliğini gerçekleştiren Tolga Tolun, Ableton demolarının yaratım süreci hakkında hazırladığı bir programı izleyiciyle paylaşacak.
Ram
e
ZORLU PSM MAG. 35 Ma r t -N i s an
*Mich
el Ca
milo
& T
omat
ito, 3
May
ıs’ta
Zor
lu P
SM C
az F
estiv
ali k
apsa
mın
da A
na T
iyat
ro’da
.
bilm
edik
lerin
iz
MIC
HEL
CAM
ILO
& T
OM
ATIT
O
03
05
01
04
06
02
Gerçek ismi José Fernández Torres olan İspanya doğumlu
Tomatito müzikle yakından ilgili bir aileden geliyor.
İkisi de gitar çalan amcalarının izinden yürüyen Tomatito,
Endülüs’de çeşitli kulüplerde gitar çalarken efsanevi Flamenko gitaristi Paco de Lucia tarafından
keşfedilmiş.
Tomatito’nun “küçük domates” anlamına gelen sahne adının
kökeni dedesi ve babasının takma isimlerine dayanıyor.
El Tomate Viejo (yaşlı domates) lakaplı dedesi ve El Tomato
(domates) lakaplı babasından sonra kendi ismini alan Tomatito,
domates lakabının aile erkeklerinin alkol aldıklarında kızaran
yanaklarından geldiğini söylüyor.
Grammy ödüllü piyanist ve besteci Michel Camilo'yla
İspanyol Flamenko gitaristi Tomatito’nun resmi işbirliği 2000 yılında beraber çıkardıkları Spain
albümüyle başladı. İlk olarak 1984 yılında Madrid
Caz Festivali’nde karşılaşan ikili, Spain albümünü takiben
2006 yılında Spain Again ve 2016 yılında Spain Forever isimli
beraber çalıştıkları iki albüm daha yayınladı.
Michel Camilo yoğun müzikal üretiminin ve turne programının yanısıra akademik anlamda da müzik eğitmenliğine zaman ayırıyor. Avrupa, Amerika ve Porto Riko’da sık sık ders veren Camilo aynı zamanda prestijli müzik okulu Berklee’de misafir profesörlük yapıyor ve doktora eğitimi veriyor.
Michel Camilo ve Tomatito beraber çalıştıkları Latin Grammy ödüllü Spain albümünün yanısıra solo albümlerinin başarısını da Grammy ödülleriyle tescilledi. Camilo, Live at the Blue Note albümüyle Grammy ve What’s Up albümüyle Latin Grammy; Tomatito ise Aguadulce, Sonata Suite ve Soy Flamenco albümleriyle Latin Grammy ödülü kazandı.
Dominik Cumhuriyeti kökenli Michel Camilo özellikle caz, klasik ve Latin müziği türlerinde eserler üretiyor. Camilo’nun ilham aldığı müzisyenler arasında Chick Corea, Keith Jarrett, Oscar Peterson, Bill Evans ve Art Tatum gibi isimler var.
07Camilo ve Tomatito’nun geçtiğimiz sene yayınladığı çalışma Spain Forever
önceki iki albüme oranla daha sakin bir ton öne sürüyor ve ikilinin ortak ilham kaynaklarına göz kırpıyor.
Albümde eserleri yorumlanan isimler arasında Brezilyalı gitarist ve besteci Egberto Gismonti, basçı Charlie Haden, Arjantin asıllı ünlü besteci Astor
Piazzola ve Amerikalı caz efsanesi Chick Corea bulunuyor.
ZORLU PSM MAG. 37 Ma r t -N i s an
Peki en önemlisi, Türkiye’de ışık nasıl konserlerde? Hep şikâyet edilen konudur...Sahneye her renkten bir tane attığında olmuyor o iş. Bir disiplinin olmalı. Işık bazen konserin önüne geçiyor. Yabancı sanatçı kendi ekibini getirdiyse en mutlu olduğum konserler o konserler oluyor...
Nasıl gelişti peki tüm bu olanlar? Hayatın nasıl bu yola girdi?Sene 1992, Eric Clapton Rush’ı yayınlamıştı, Alanis Morissette yeni yeni çıkıyordu. Ben tam bunları dinlerken Eric Clapton Türkiye’ye geldi. Üniversite birinci sınıftaydım. Biletler 50 milyon. Düşün ben aylık 10 milyon harçlıkla geçiniyorum ve diyorum ki imkânsız bu konsere gitmem. Tanımıyorum da o zaman İstanbul Kültür Sanat Vakfı’ndan kimseyi... Eh... Gidemedik tabii konsere. Ben Yıldız’da fotoğraf okuyordum o sıralar... Ardından aynı sene çalışmaya başladım Sabah dergi grubunda. The Rolling Stones İstanbul’a geldi. Ahmet San getirdi. Tabii ki onları çekmek istedim ama akredite olamadığım için ona da gidemedim. Ondan sonra Radikal’e girdim. “Bize Metallica çekeceksin” dediler. “Hah!” dedim, “Buldum!” “Yerimi buldum!” dedim ben.
Radikal zamanı nasıldı?Radikal’de fotoğraf çekiyordum ama ilk zamanlar yazı da yazıyordum. Gazetelerin köşesi mi kaldı artık? Günlük gazeteye girme taraftarı hiç olmamıştım çünkü orada bambaşka bir tempo var. Kendine vakit kalmayabiliyor. O zaman dediler ki “Biz seni daha ziyade Kültür-Sanat’a istiyoruz.” Kültür, sanat, lifestyle falan... Ben de bu şekilde o zamanlar bayağı bir şey biriktirdim. Takip edebileceğim her şeyi takip ettim ve o birikim günün sonunda 2006’da askerdeyken, “bir kitap yapayım” fikriyle buluştu. Derya Bengi var. Bizim Roll dergisine yetiştin mi sen?
Zorlu PSM’de en son ne çektin?Şubat’ta MFÖ’deydim. Bir de Kenan Doğulu 14 Şubat Aşk’a Şarkıları konseri için Hürriyet’e Studio’da çekim
yaptık.
Geçtiğimiz yaz PJ Harvey ve Sigur Rós konserlerinde bizimleydin. “Sahne üstü ayakta” modelini sevdin mi?
Rahat çalışabildin mi?PJ Harvey daha önce geldiğinde (2001 yılında Harbiye
Açıkhava’daydı) yaptığım çekim elbette o dönemin şartlarına göreydi; ışığı, sahnesi derken teknik olarak
sıkıntı yaşadığım bir konser olmuştu. İstanbul Caz Festivali kapsamında konser vermişti. Nick Cave’in
de geldiği seneydi o sene. Zorlu PSM’de çok daha şahane fotoğraflar çektim. Patti Smith’te de keza aynı
şekilde oldu. Oturmalıydı ancak konserin sonuna doğru herkes ayaklandığı için çok rahat çalışmıştım. Ama
teknik olarak baktığımda en iyi Patti Smith ve en iyi PJ Harvey fotoğraflarını Zorlu PSM Ana Sahne’de çektim.
Çektiğim konserler üzerinden konuşuyorum tabii, çünkü artık her şey 2017 model. Işık da öyle... Bu da
aslında fotoğrafın nasıl geliştiğiyle alakalı. Moderat konseri de “sahne üstü ayakta” modeliydi değil mi?
Ben gelememiştim. Sonar Istanbul’a yeniden geliyorlar zaten, kesin oradayım. Çünkü tekrar çekmek istediğim
başka sanatçılar da var. Róisín Murphy var mesela...
Hem dinleyici kimliğinle hem de fotoğrafçı kimliğinle düşünecek olursan, geçtiğimiz sene
gittiğin en keyifli festival neydi?Nos Alive. Portekiz. Radiohead’in üzerinden akredite
oldum. Ama şimdiyi sorarsan, Türkiye’de o kadar az konser oluyor ki gideyim, dinleyeyim, fotoğraf çekeyim
dediğim...
Türkiye’de performans fotoğrafçılığı dersem ne dersin peki?
Amerika’dan her türlü kötüyüz de Avrupa’dan iyiyiz bence. İnsanlar bir yerde duruyor, sanatçının gelmesini
bekliyor, açıyı bile zorlamıyorlar. Londra’da bir keresinde peşime takılmışlardı beni
koştururken görünce...
İtalya’da mesela, Roma’da tamamen tatil köyü gazetecileri görüyorsunuz. İngilizlerinse umurlarında
değil. Bir de neredeyse takım elbiseleriyle gelecekler...
Patti
Sm
ith
performans peşinde açıyı zorlamak
MUHSİN AKGÜN
Fotoğraf anlayışının mükemmeliyetçilikten geçtiği, “ünlüler fotoğrafçısı” ünvanıyla anaakım medyada adından bahsettiren, Türkiye’nin en
şahsına munhasır performans fotoğrafçısı Muhsin Akgün’le Harbiye’deki stüdyosunda buluştuk.
Röportaj Gülşah Görücü
ZORLU PSM MAG. 39 Ma r t -N i s an
Diyor muydun peki o zaman “Ben performans fotoğrafçısı olacağım” diye? Yoksa her şey tamamen müziği sevdiğin için mi müzik etrafında gelişti?Tamamen müzikle olan ilişkimden doğdu, gelişti. Metallica geliyordu Metallica çekiyordum. Şimdi daha farklı tabii, mesleki deformasyon da var. O sırada dinliyor muyum, dinlemiyor muyum o bile çekinceli. Bazen bir arkadaşımın konserine makinesiz gidiyorum, keyif aldığımı hissediyorum. Ama bir yandan Barcelona’da Bruce Springsteen dinlerken fotoğraf da çektim, acayip haz da aldım... Aynı şekilde Rolling Stones’u Roma’da izlerken de. Geçtiğimiz yaz NOS Alive’da Radiohead’i dinledim, ilk kez canlı dinledim. Oluyormuş işte diyorsun... M83’yi dinliyorum ya da ve bir bakıyorum arkamda 30 bin insan zıplıyor.
Sen neler dinliyorsun? Var mı spesifik türler?Rock. Bana Bruce (Springsteen) ver mesela. Neil Young... RHCP’ı mesela ilk kez yurtdışında izledim. U2’yu Wembley’de 2009’da izledim. Bir sene sonra U2’yu burada dinledim ve konserde çalıştım. Orada 88 bin kişi vardı ve gerçekten insanlar yaşıyor... Ya da Neil Young’ı izliyorum; bakıyorum yedi yaşında çocuk da var, yetmiş yedi yaşında dede de var. Rammstein konserine gidiyorsun herkes deri giyiyor, zincirler mincirler... Kıyafet olarak da yaşıyorlar, her şeyleriyle oradalar.
Burada öyle bir şey olma ihtimaline inanıyor musun?Rihanna’da oldu işte burada. Ben onu hissettim Rihanna’nın İnönü Stadyumu konserinde. Çünkü Etiler’den de izleyici geldi, Bağcılar’dan da geldi. Justin Bieber’da banliyö izleyicisi yoktu mesela. Zengin çocukların bilet aldığı, babalarının da başında veli olarak durduğu bir konserdi.
Peki son zamanlarda Zorlu PSM programında gözüne çarpan neler var? Neleri görmek istiyorsun? Kozalar’ı, bir de Godot’yu Beklerken’i görmek istiyorum.
Sonuna yetiştim, ama hep eskilerini sahaflardan toplaya toplaya müziği öğrendim.1995’te bir arkadaşım, “Gel...” dedi, “...bir dergi yapıyoruz, sabahlayacağız.” Beni götürdü Roll’a soktu. Adım vardır künyede, gerçi Katkıda Bulunanlar’da olurum hep ama... Ben fotoğrafları veriyordum, ara ara yerel şeyler de yapıyorduk ya da mesela Patti’yle röportaj yapacaktır Yücel Ağbi, fotoğraf istiyordur, onu ayarlarız...
Söz ve Müzik: İstanbul şahane işti, ne kadar güzeldi... Ellerinize sağlık. İşte ikincisini yapalım diyorum, 2010 - 2020 arasını derlemeyi düşünüyorum. Söz ve Müzik: İstanbul, 2000 – 2010 yılları arasıydı. 1999 Haziran ayı Metallica’yla başlıyor, 2010 Eylül ayı Ozzy Osbourne’la bitiyor.
Önce senin fotoğrafların seçildi, sonra mı yazılar geldi? Çok güzel insanlar var bu kitabın içinde...Kitabın hikâyesi şöyle: “Derya” dedim, “ben böyle bir kitap yapacağım, editörü de sen olacaksın.” O da “Tamam, yapalım” dedi. Beni Roll’a ilk götüren arkadaş Hakan’a vardı olay. O da Roll’un tasarımını yapıyordu. “Tasarımını sen yapacaksın, var mısın?” dedim. “Varım” dedi. Özay da dağıtım ve matbaaya bakıyordu. Böyle böyle ekibi kurduk. Derya, ben, Hakan; o zaman Baykuş vardı; çay çorba eşliğinde fotoğraflara bakıp seçiyorduk. Böyle bir yedi, sekiz toplantı yaptık. Süreç 2007’de başladı ve 2008’in ortasına kadar sürdü. Buluşup buluşup kafa yoruyorduk. Nasıl yapalım, nasıl edelim derken 2010’un Eylül’üne salladık. O yola girdikten sonra, son tahlilde dedim ki “Yazı da yazdırsak mı?” Derya, “Bu isimler otuzu geçmeyecek” dedi ve isimleri belirlemeye başladık. Sepultura geliyordu örneğin, Nejat’ı arıyorduk. Yıldırım’ı aradık, “Ben 10 yıldır konsere gitmiyorum” dedi. Antony and the Johnsons’ı dinledi. Murathan’ı aradık, “Ben Metallica yazarım” dedi. Yücel Ağbi'nin Nick Cave yazısı var. Bob Dylan da olacaktı mesela ama Dylan izin vermedi çekime. Makineyi falan sokamadık.
İkincisi böyle fotoğraf albümü gibi olmayacak ama. Daha farklı bir kâğıt kullanacağız. 2010 Eylül başlangıç olarak, 2020 Eylül bitiş olacak. Neil Young var. Rihanna var. Lady Gaga var...
“Bazen bir arkadaşımın konserine makinesiz gidiyorum, keyif aldığımı hissediyorum. Ama bir yandan Barcelona’da Bruce Springsteen dinlerken fotoğraf da çektim, acayip haz da aldım...”
Kaa
n Ta
ngöz
ePJ
Har
vey
Joss
Ston
e
ZORLU PSM MAG. 41 Ma r t -N i s an
BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEYA
ZPER
DENİ
N İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ B
EYAZ
PERD
ENİN
İKON
İK İN
SAN
DIŞI
KAR
AKTE
RLER
İ B
EYAZ
PERD
ENİN
İKON
İK İN
SAN
DIŞI
KAR
AKTE
RLER
İ
01
GOLLUM - THE HOBBIT // LORD OF THE RINGSJ.R.R Tolkien’in 1937’de yayınlanan The Hobbit kitabında yer alan Gollum karakteri yaratılışından tam 64 yıl sonra Peter Jackson’ın yönetiminde beyaz perdeye uyarlandığında tüm dünya tarafından da tanınmış oldu. Asıl ismi Sméagol olan ve Tek Yüzük’ün lanetiyle kaybederek dönüştüğü acınası yaratığın çıkardığı yutkunma ve boğulma sesleriyle Gollum ismini alan bu zavallı Hobbit, serinin
hayranlarında acıma ve sempatiyle karışık bir tiksinme ve üzüntü hissi uyandırıyordu.
Tolkien’in The Hobbit kitabında Gollum’un fiziksel görünüşünden çok da bahsetmemesi karakterin ilk görsel betimlemelerinin dev boyutlarında olmasına yol açmıştı. Daha sonraki kitaplarda
görünüşüne dair daha fazla bilgi verilen Gollum, beyazperde uyarlamasındaysa günün teknolojik imkânları sayesinde unutulmaz bir şekilde hayata getirildi. İngiliz aktör Andy Serkins tarafından
seslendirilen ve canlandırılan bu CGI (bilgisayar üretimi görüntü) karakter hareket yakalama teknolojisiyle beraber Serkins’in sesi, hareketleri ve ifadeleri etrafında yaratıldı.
02
ALIEN // ALIEN Sinema tarihinin en ikonik karakterlerinden biri olan Alien ilk defa 1979’da Ridley
Scott’un karakterle aynı ismi taşıyan filmiyle hayatımıza girdi. Zaman zaman Xenomorph XX121 ismiyle de bahsedilen bu uzaylı parazitik, yırtıcı yaratığın gotik ve cinsel
göndermeler içeren tasarımı kâbuslara yakışan bir efsanenin doğuşunu işaretliyordu. Filmin senaristlerinden Dan O’Bannon’ın İsviçreli sürrealist sanatçı H.R. Giger’in Necronomicon isimli kitabını Scott’a vermesi üzerine yönetmen Alien’ın tasarımcısını da bulmuş oldu. Giger’in Necronom IV tasarımı üzerine şekillendirilen Alien’ın ilk maketiyse plastisinle kalıp verilen eski Rolls Royce araba parçalarından, kaburgalardan ve yılan omurgasından
yaratıldı. Giger’in tasarımını 900 hareketli parçadan oluşan bir kostüm olarak hayata geçiren isimse E.T. ve King Kong gibi efsanevi tasarımlarıyla da Oscar kazanan İtalyan özel
efekt tasarımcısı Carlo Rambaldi’ye ait.
hayalgücü ve tasarım gezegeninde
BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ
20-21 Mayıs'ta Zorlu PSM'de orkestra eşliğinde izleme fırsatı yakalayacağımız Movies In Concert: The Lord of the Rings - The Two Towers gösterimi öncesinde, serinin
bu filminde yakından tanıma fırsatı yakaladığımız Gollum’un izinden giderek sinema tarihinin ikonik karakter tasarımlarına ve bu tasarımların mimarlarına göz atıyoruz.
Yazı Yetkin Nural -- İllüstrasyon Sadi Güran
ZORLU PSM MAG. 43 Ma r t -N i s an
BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDEN İN İKON İK İNSAN DIŞ I KARAK TERLER İ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEYAZPERDENİN İKONİK İNSAN DIŞI KARAKTERLERİ BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEYA
ZPER
DENİ
N İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ
BEY
AZPE
RDEN
İN İK
ONİK
İNSA
N DI
ŞI K
ARAK
TERL
ERİ B
EYAZ
PERD
ENİN
İKON
İK İN
SAN
DIŞI
KAR
AKTE
RLER
İ B
EYAZ
PERD
ENİN
İKON
İK İN
SAN
DIŞI
KAR
AKTE
RLER
İ
04
05
06
FALKOR THE LUCKDRAGON // NEVER ENDING STORYAlman yazar Michael Ende’nin epik eseri Never Ending Story kaleme alındığı 1979 yılından bu yana dünyanın en popüler fantezi eserlerinden biri olarak statüsünü koruyor. Tiyatro, film ve hatta opera uyarlamaları da bulunan kitabın en sevilen karakterlerinden biriyse elbette şans dragonu Falkor. Eserin orijinalinde Japonca “şanslı dragon” anlamına gelen “Fukuryuu” kelimesinden türetilen “Fuchur” ismiyle geçen, 1984 tarihli sinema uyarlamasındaysa Falkor ismini alan bu nazik, pozitif, arkadaş canlısı ve bilge dragon, kitabın baş karakterleri Atreyu ve Bastian’ın zor zamanlarında ihtiyaç duydukları dost olarak karşımıza çıkıyor.
15 metre uzunluğunda bir gövdeye, 10 bin plastik pul ve açık pembe ve beyaz Angora kürke sahip şans dragonu Falkor için iki adet maket üretilmiş. Falkor’un gülmesi, gözlerini devirmesi, konuşması ve kaşlarını çatması gibi ifadeler için kullanılan 16 farklı hareket özelliğine sahip bu modeller özel efekt uzmanı Guiseppe Tortura tarafından tasarlanmış. Falkor’un yaklaşık 100 kilogram ağırlığındaki kafasının tasarımıysa makyaj sanatçısı Arthur Collin’e ait.
E.T. // E.T. THE EXTRA-TERRESTRIALSteven Spielberg’ün unutulmaz filminin baş karakteri uzaylı E.T.’nin eve dönüş macerası sadece çocuklara değil, herkesin içindeki çocuğa sesleniyordu. Spielberg bu hikâye ve karakter için ilhamını ailesinin boşanma sürecinde kendisini avutmak için uydurduğu hayalî arkadaştan aldığını ifade edince filmin özünde yatan samimiyetin kaynağı da ortaya çıkmış oldu.
E.T.’nin tasarımını üstlenen Carlo Rambaldi vücudu için kendisinin resmettiği Women of Delta eserindeki uzun boyunlu kadın figürlerinden, yüzü içinse Carl Sandburg, Albert Einstein ve Ernest Hemingway gibi ünlü isimlerden esinlenmiş. Hareketli çekimler için bir, yüz ifadeleri için üç adet ayrı kafa ve bir kostümden oluşan karakteri farklı sahnelerde hayata geçiren aktörlerse Tamara de Treaux ve Pat Bilon isimli iki cüce ve bacakları olmadan doğan 12 yaşındaki Matthew DeMeritt oldu.
GIZMO // GREMLINSJoe Dante’nin kült korku-komedisi Gremlins sinema
tarihinin en şirin karakterlerinden birini de hayatımıza soktu: Şirin Mogwai ırkının
arsız, kötücül ve tehlikeli bir gremline dönüşmeyen tek masum üyesi Gizmo. Filmin suyla çoğalan Mogwai ırkı ve gece yarısından sonra yemek yiyerek dönüştükleri gremlinler, Çin mitolojisinde aynı ismi taşıyan, yağmur
zamanlarında çoğaldıklarına ve insanları kötü şeyler yapmaya ittiklerine inanılan iblislerinden ilham alınarak yaratılmış. Gizmo ve gremlinlere yarattığı kuklalarla hayat veren isimse The Fly filmindeki çalışmasıyla Oscar kazanan makyaj sanatçısı Chris
Walas olmuş.
Diğer kuklalara göre daha ufak ve kırılgan olmasından dolayı sette sürekli zarar gören Gizmo kuklası için pek çok model üretilmiş. Hatta Gizmo’nun sürekli kırılarak çekimleri bozması film ekibini
sinirlendirdiği için filme gremlinlerin Gizmo’yu duvara asıp ona dart fırlatması gibi ekibi tatmin eden sahneler eklenmiş. Gizmo’nun şirin ve naif görüntüsüne cuk oturan seslendirmesiyse Amerikalı
aktör, komedyen ve televizyon yıldızı Howie Mandel imzasını taşıyor.
03
CHEWBACCA // STAR WARS
Star Wars serisinin en sevilen karakterlerinden Chewie lakaplı
Chewbacca, Kashyyyk gezegeninin Wookiee halkından geliyor. Seride
özellikle Han Solo’nun sağ kolu olarak tanıdığımız Chewie’nin popülerliğinde
dev ve tüylü Wookie halkının bu ürkütücü görünüşlerinin altında
yatan sadık, zeki, cesur karakterleri ve yumuşak kalpleri önemli bir rol oynuyor.
Karakterin “kibar, tüylü ve İngilizce konuşmayan kopilot” konseptine
George Lucas’ın arabasında kopilot koltuğunda oturan köpeği ilham vermiş.
Chewbacca ismi için de Rusça’da “köpek” anlamına gelen “собака” kelimesinden esinlenildiği söyleniyor. 2.2 metre uzunluğundaki
aktör Peter Mayhew tarafından canlandırılan Chewbacca’nın Tibet sığırı kürkü ve keçi angorasından üretilen orijinal kostüm tasarımı Stanley Kubrick ve Peter Sellers gibi efsanevi isimlerle yaptığı
işlerle tanınan Stuart Freeborn’a ait. Chewbacca’nın konuştuğu Shyriiwook dilinin ses tasarımınıysa E.T, Indiana Jones, Star Trek ve Wall-E gibi filmlerde de imzası bulunan Ben Burtt, aslan, deve, ayı, tavşan, kaplan, porsuk ve denizayısı gibi pek çok farklı hayvanın ses kayıtlarını kullanarak üretmiş.
ZORLU PSM MAG. 45 Ma r t -N i s an
*BA
LKA
N A
TEŞ
İ - S
hant
el &
Buc
ovin
a Clu
b O
rkes
tar -
Yar
kın
Ritm
Gru
bu, K
oçan
i Ork
estra
sı ve
Ser
kan
Çağ
rı,
28 N
isan'
da Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
'da.
bilm
edik
lerin
izSH
ANTE
L &
BU
COVI
NA
CLU
B O
RKES
TAR
03
05
01
04
06
02
Shantel’in hem Bucovina Club adı altında gerçekleştirdiği DJ
setler hem de beraber canlı müzik ürettiği Bucovina Orkestar,
ismini Romanya ve Ukrayna arasında yer alan bir bölgeden
alıyor. 1990’ların ortasında ailesinin göç ettiği Bucovina bölgesine seyahat
eden Shantel, daha sonrasında kariyerine de yön verecek müzik
için ilk ilhamını bu seyahatte aldığını söylüyor.
Bugüne kadar çıkardığı sekiz albümün yanısıra pek çok EP, single
ve remiks yayınlayan Shantel aynı zamanda Essay Recordings isimli
plak şirketinin de kurucusu. 1995 yılında kurulan Essay Recordings
etiketiyle albüm yayınlayan isimler arasında ülkemizde de sahne almış Señor Coconut ve Selda Bağcan’la
yaptıkları işbirlikleriyle tanıdığımız Boom Pam gibi gruplar bulunuyor.
Gerçek ismi Stefan Hantel olan prodüktör ve DJ Shantel’in ailesi
Alman, Yunan, Musevi ve Roman kökenlere sahip.
Müzik kariyerine Frankfurt’ta başlayan Shantel, özellikle
1990’ların ortasından bu yana gerçekleştirdiği Bucovina Club
setleri ve albümüyle Balkan pop müziğini dans pistlerine taşıdı.
Ülkemizde pek çok kez sahne alan ve DJ’lik yapan Shantel, Türkiye’de özellikle “Disco Partizani” parçasıyla ciddi bir popülerlik yakaladı ve listelerde bir numaraya kadar yükseldi. Videosu İstanbul’da çekilen “Disco Partizani” parçası 2007’de parçayla aynı ismi taşıyan ve Shantel’in Buscovina Club’ın techno ağırlıklı tarzından ayrılışını da işaretleyen albümde yer alıyor.
Shantel’in 2015 yılında yayınlanan son albümü Viva Diaspora çoğu Yunan olan müzisyenlerle birlikte Atina’da kaydedildi. Yunan müziğinin kaynağında yatan oryantal unsurlardan ilham aldığını ifade eden Shantel, bu albüm için özellikle Symrna Okulu’nun öğretilerini çalıştığını söylüyor.
Stefan Hantel’in isminin ilk harfi ve soyadının bir araya gelmesinden oluşan Shantel aynı zamanda İngiltere, Amerika ve Fransa’da yaygın kullanılan bir isim. Genelde kadınlar için kullanılan Shantel ismi, eğlenceli, kırılgan, dans etmeyi seven gibi imalar içerse de aslen Fransızca taş ya da kaya anlamına gelen “cantal” kelimesinden geliyor.
07Farklı müzisyenler ve sanatçılarla sık sık yaptığı işbirlikleriyle de bilinen
Shantel sinema sektörü için de müzik üretmiş bir isim. Shantel’in müziğinin yer aldığı filmler arasında Fatih Akın’ın
yönetmenliğini üstlendiği Yaşamın Kıyısında ve ünlü komedyen Sacha Baron Cohen’in Borat’ı bulunuyor.
ZORLU PSM MAG. 47 Ma r t -N i s an
lokalize
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ Röportaj Yetkin Nural
Zorlu PSM’nin yerli müzik üretiminde öne çıkan genç isimlere yer verdiği Lokalize serisi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ndeki özel konserle devam ediyor. Şarkıcı-söz yazarı ekolünün başarılı dört kadın temsilcisinin arka
arkaya sahne alacağı konser öncesinde yerli müzik sahnesinin hızla yükselen bu isimlerine müzikle ilişkilerine dair üçer soru yönelttik.
Bu aralar neler üzerinde çalışıyorsun? Bu aralar ikinci albümün düzenlemeleri üzerinde çalışıyoruz, lakin güzel bir konser yoğunluğu oldu, biraz ara vermek zorunda kaldık. Farklı formatlardaki konserlerimize çalışmak ve yeni şarkılar yapmakla geçiyor günlerimiz.
SELİN SÜMBÜLTEPEKonservatuar eğitiminin yanısıra ünlü isimlere yaptığın geri vokallerle de sahne deneyimi kazandın. 2010’dan beri kendi üretimlerinle de uğraşıyorsun ve 2015’ten bu yana solo çalışmalarınla mikrofon başındasın. Kendi müziğini yapmak sana ne hissettiriyor? Şarkılarım yaşadıklarım ve hissettiğim her şeyin dışa vurum hali. Bir nevi meditasyon benim için. Dolayısıyla kendi şarkılarımı söylerken kendimi şeffaf hissediyorum.
2017 için ne gibi planların var? 2017’de ilk albümümün yayınlanacak olması başlı başına seneyi benim için özel kılıyor. Planlarım arasında mümkün olduğunca bol konser vermek var. Epey heyecanlıyım, içimde bir yanardağ taşmayı bekliyor sanki... Şarkılarımı albüm formatında paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
Sana ilham veren müzikler ve isimler var mı? Okul hayatım ve özellikle büyüdüğüm topraklar, kültürel bakımdan kulağımı pek çok müzik çeşidiyle besledi. Ailemin kökeni gereği Arap kültüründen müziklerle iç içeydim. Fairuz ve Vadih El Safi bunların başında gelir. Neslimin şansı diyebileceğim Barış Manço, müzikal gezginliğiyle Mazhar Alanson, müziğiyle daha erken yaşta tanışmış olmak istediğim the Beatles. Klasik müzikteyse hayran bıraktıran, diyarlar arası bir tünel inşa eden Antonin Dvorak benim ilham kaynaklarım diyebilirim.
NİLİPEKMüzikle ilk tanıştığın an aklında mı, ilk
müzik anılarını hatırlıyor musun? Müzik benim için hep vardı, haliyle ilk
tanıştığım an biraz belirsiz. Yani bir şeylerin farkına varmaya başladığımda zaten arka
planda dönen bir melodi vardı, farkındalık onunla birlikte gelişti diyebilirim. Her yerde, her ortamda şarkı söylemek için
fırsat kolladığımı hatırlıyorum, MFÖ ya da Michael Jackson dinlemeden susmadığımı
anlatıyor annemler.
Kendin söylediğin şarkıların söz yazarlığı ve bestekarlığının yanısıra piyano, bas gitar, gitar ve keman çalıyorsun. Bu çok yönlülüğün ve enstrüman hakimiyetinin müziğe yaklaşımını nasıl etkilediğini ve dönüştürdüğünü sorsak? Bu enstrümanların hiçbirini şu anda sahnede performansıma katacak kadar iyi çalamıyorum, ancak hepsi öğrenme aşamalarında birbirini etkiledi diyebilirim. Bas çaldığım dönemde riffleri yaylı melodisi gibi yazıyordum mesela. Şarkıyı ilk yazma anıma pek katkısı olmuyor belki ama şarkıları hep beraber düzenlerken farklı öğelere dair az çok bir fikrim oluyor, derdimi daha rahat anlatabiliyorum.
Selin Sümbültepe
Nili
pek
*Lok
aliz
e: D
ünya
Kad
ınla
r Gün
ü - N
ilipe
k, Se
lin S
ümbü
ltepe
, Mer
ve Ç
alka
n, S
edef
Sebü
ktek
in ko
nser
leri,
8 M
art’d
a Zor
lu P
SM S
tudi
o’da.
ZORLU PSM MAG. 49 Ma r t -N i s an
SEDEF SEBÜKTEKİN 2015’te yayınladığın Akustik LP’sinden
sonra yakında yeni çalışmalarla sevenlerini sevindireceğini duyduk.
Biraz bahseder misin, ne gibi maceraların içindesin?
Aslında Akustik bir albüm sayılmaz. Birkaç parçayı düzenleyip bir araya getirmiştik.
O zamandan beri birçok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum. Yoldaki
şarkılarda yeni sesler, yeni düşünceler, yeni etkileşimler ve yeni işbirlikleri olacak.
Heyecanlıyım...
Senin için müziğin ilgilendiğin bir şey olmaktan çıkıp, bir üretim, bir hayat meşgalesi haline gelmesi süreci nasıl
gerçekleşti? Bu süreç çok doğal gelişti, zaten yapacağım varmış diyebilirim. Müzik zor zamanlarda
ve diğer zamanlarda, hiç yanımdan ayrılmayan bir dost gibi. Yaşadığım her şeyi
anlatıyorum ona ve onunla. Ama çevremden aldığım destek olmasaydı sanırım bu anlattığımı benden başka dinleyecek
insanların olduğuna inanmazdım.
Kimleri dinleyerek büyüdün? Çocukluğuna, gençliğine ilk damga vuran sesler nelerdi? The Beatles, the Beatles, the Beatles… Babam hayatımda gördüğüm en büyük the Beatles hayranı. Haliyle ben de her şarkısını, her konserini, hayatlarını biliyorum bu adamların. Müziğe, söz yazımına, enstrüman kullanımına, deneyselliğe bakışımı daha çok küçük yaşta değiştirdi the Beatles...
MERVE ÇALKAN Nasıl bir söz yazma sürecin var,
kelimeler sana ne şekillerde geliyor? Genel bir tavrı yok gelişlerinin... Yazdığım
şarkıları düşündüğümde gördüğüm süreç şöyle; birilerine söylemek adına değil
fakat kendi içimden onlara seslenmek adına yazdığım yazılar var. Eğer müziğini
okuyabiliyorsam, şarkı oluyorlar.
Kendi parçalarınla olduğu kadar yayınladığın coverlarla da seviliyorsun.
Cover yapmak, sevdiğin parçaları yorumlamak senin için ne ifade ediyor?
Hissini yakalayabilmekten geçiyor sanırım senin olmayan şarkıyı söylemek. O hisle
şarkıyı söylemek de keyifli geliyor.
Sen bu aralar neler dinliyorsun, son aylarda kafanda en çok neler çaldı?
Burcu Tatlıses’in Güzel Kokuyorum albümü bir senedir sürekli dönüp dolaşıp
her defasında başka bir şarkısını favori yaptığım albüm oldu. Ayrıca, Ezgi’nin
Günlüğü – “Gül Kokusu”, Athena – “Ses Etme”, Bebe - “Sin Palabras”.
Sedef Sebüktekin
Mer
ve Ç
alka
n
Mar
t ve N
isan
ayla
rı Lo
kaliz
e ser
isi et
kinl
ik ta
kvim
i: Lo
kaliz
e: 9’d
an S
onra
Elek
troni
k: T
oler
ance
Bre
ak, A
kın
Sevg
ör, S
eret
an –
1 M
art
Loka
lize:
9’dan
Son
ra R
ock:
Kırk
bins
inek
, El T
opo,
Ulu
ru –
2 M
art
Loka
lize:
Dün
ya K
adın
lar G
ünü
– 8
Mar
tLo
kaliz
e: C
an B
onom
o K
âinat
Sus
tu A
lbüm
Lan
sman
Kon
seri
– 15
Mar
tLo
kaliz
e: G
aye S
u A
kyol
/ W
arm
-up
ve af
ter:
Kaa
n D
üzar
at –
22
Mar
tLo
kaliz
e: Ba
Ba Z
uLa /
War
m-u
p ve
afte
r: M
urat
Mer
iç –
5 N
isan
Loka
lize:
Can
Gün
gör -
Kor
han
Futa
cı &
Kar
a Ork
estra
– 1
9 N
isan
Loka
lize:
Hey
! Dou
glas
(Live
) / W
arm
-up
ve af
ter:
Style
-Ist
– 22
Nisa
n
ZORLU PSM MAG. 51 Ma r t -N i s an
Kullandığı takma isimlerle tanıdığımız Büyük Ev Ablukada
ekibi, kurucular Canavar Banavar ve Afordisman Salihins’e zaman içinde Galvaniz Gelbiraz, Bas
Bariton, Bentek Sizhepiniz ve Gelicem Nerdesin’in de
katılmasıyla şekillendi. Grubun bugüne kadar iz bırakan kayıt
ve performanslarına ve 2017 planlarına Büyük Ev Ablukadaca
dili üzerinden bakalım dedik.
Büyük Ev Ablukada:Grup ismiyle İkinci Yeni
Edebiyat akımının önemli temsilcilerinden Turgut Uyar’a bir saygı duruşunda bulunuyor.
Büyük Ev Ablukada, Uyar’ın Dünyanın En Güzel Arabistanı
adlı kitabında yer alan bir şiirinin adı.
Ay şuram ağrıyo: Büyük Ev Ablukada’nın ilkini
2010 yılında Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nda gerçekleştirdiği
akustik konserlerine taktığı isim. Grubu 11 Mart’ta Zorlu PSM Studio’da da bu akustik
kurulumla izleyeceğiz.
Ay şuram hâlâ ağrıyo: Büyük Ev Ablukada geçtiğimiz ocak ayında dijital platformlar
aracılığıyla Ay şuram hâlâ ağrıyo isimli bir albüm paylaştı. Bu albüm, grubun 2013’te yine
Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nda kaydedilmiş aynı adlı
performansın kayıtlarını bir araya getiriyor. Grup, mart ve
nisan aylarını albümün şerefine gerçekleştireceği bir Türkiye
turnesiyle selamlıyor.
Olmadı Kaçarız:Grubun 2011 yılında yayınladığı, on kayda yer veren albümünün adı. Büyük Ev Ablukada sonrasında başlattığı plak ve prodüksiyon şirketini de aynı isimle adlandırdı ve 2012 yılının sonunda Full Faça isimli albümünü Olmadı Kaçarız etiketiyle, CD ve plak formatında yayınladı. Olmadı Kaçarız plakçılık sonrasında Gaye Su Akyol’un Develerle Yaşıyorum albümünü, Can Güngör’ün Ben Oradaydım Zaten isimli 45’liğini ve yine Can Güngör’ün Silik Düşler CD’sini bastı.
Full Faça:Olmadı Kaçarız etiketiyle 21 Aralık 2012’de yayınlanan Full Faça, grubun “elektrikli” olarak tanımladığı kayıtlara yer veren Büyük Ev Ablukada albümü oldu.
Dünyanın Son Konseri:Maya Takvimi’ne göre dünyanın sonunun geldiğine inanılan 21 Aralık 2012 akşamı, Büyük Ev Ablukada yeni albümü Full Faça’nın şerefine “Dünyanın Son Konseri” adı altında Maslak Venue’de izleyici karşısındaydı. Dekoru ve ışığıyla özel olarak tasarlanan konserin tamamı sonrasında grubun sayfası ve dijital platformlarda video formatında yayınlandı.
Omçelik:Omçelik adıyla gruba katılan oyuncu Onur Ünsal, Büyük Ev Ablukada’yla sahnelediği akıllardan çıkmayan “Welcome To Miami” (Will Smith) yorumuyla tanınıyor. Bu performansı grubun dijital platformlar aracılığıyla izlenebilen 21 Aralık 2012 Dünyanın Son Konseri videosunda da izlemek mümkün.
Fırtınayt:Grubun elektronik unsurları müziğine katan ve bitmeyen bir partiyi andıran “yeni şekli”, Fırtınayt olarak tanımlandı. Fırtınayt dinamiğinin ilk teklisi “Hayaletler” 2016 yılının başında, ikinci teklisi “Arayan Bulur” ise 2016 Mart’ında dinleyiciyle buluştu. Fırtınayt’ın albüm formatınınsa duyurulara göre bugünlerde yayınlanması muhtemel. Uzun zamandır heyecanla beklenen albümün paylaşılmasıyla birlikte Büyük Ev Ablukada hız kesmeden canlı performanslarına devam edecek gibi görünüyor.
ilk konserden dünyanın sonuna meydan okumaya
BÜYÜK EV ABLUKADABüyük Ev Ablukada’nın 11 Mart’ta Lokalize serisi
kapsamında Studio’da gerçekleştireceği “Ay Şuram Ağrıyo” adlı akustik performansı öncesi grupla özdeşleşen jargonun
üzerinden geçiyoruz.
ZORLU PSM MAG. 53 Ma r t -N i s an
06*T
inar
iwen
, 22
Mar
t’ta Z
orlu
PSM
Dra
ma S
ahne
si’nd
e.
bilm
edik
lerin
izTI
NAR
IWEN
03
01
Tinariwen grubu, Kuzey Afrika’da bulunan Sahra
Çölü’nde yaşam süren Tuareg göçebelerinden
oluşuyor. 1979’da Cezayir’de kurulan
grup, bir süre bu bölgede parti ve düğünlerde çaldıktan
sonra 1990’larda imzalanan ateşkes sonrasında Mali’ye
geri döndü.
05
04
Grubun protest müziğinin temelinde 1990-1995
seneleri arasında çıkan Tuareg ayaklanması yatıyor.
Grubun kimi üyelerinin bu ayaklanmaya fiilen katılmasının yanısıra
Tinariwen’in şarkı sözleri de sık sık Tuareg göçebelerinin
karşılaştıkları sorun ve krizlerden bahsediyor.
Tinariwen’in son albümü Elwan geçtiğimiz şubat ayında piyasaya çıktı. Filler anlamına gelen Elwan kısmen California’da kısmen de Güney Fas’da kaydedildi. Bugüne kadar yedi albüm yayınlayan grup, 2012 yılında dördüncü albümleri olan Tassili ile Grammy ödülü kazandı.
Aslında sürekli değişen müzisyenlerden oluşan
grup her konserlerine farklı bir ekiple çıkıyor. Grup kadrosunun
değişkenliği Tuareg göçmenlerinin yaşam
stili, çöllerde ulaşımın ve iletişimin zorluğundan
kaynaklanıyor.
Tinariwen’in müzikal ilhamları arasında pek çok farklı tür ve isim yer alıyor. Fas’ın protest “chaabi” müziğinden ilham alan grup aynı zamanda Elvis Presley, Led Zeppelin, Carlos Santana, Dire Straits, Jimi Hendrix, Boney M ve Bob Marley gibi isimlerden de etkilenmiş.
02
Grubun kurucusu İbrahim Ag Alhabib çocukken izlediği bir western filminden ilham alarak ilk gitarını teneke, sopa ve bisiklet fren tellerinden yapmış. 1970’lerin sonuna doğru farklı müzisyenlerle bir araya gelerek kurulan grubun resmi bir ismi olmamasına rağmen dinleyiciler onları “Çölün İnsanları” anlamına gelen “Kel Tinariwen” olarak çağırmaya başladı.
071990’ların sonuna kadar göreceli olarak tanınmayan grup ilk defa Fransız topluluk Lo’Jo ve Lo’Jo’nun menajeri Philippe Brix’in dikkatini çekmiş. 2001’de yayınladıkları The Radio Tisdas Sessions albümünün ardından global
ölçekte üne kavuşan grubun hayranları arasında Thom Yorke, Robert Plant, Bono, Chris Martin, Brian Eno gibi oldukça ünlü isimler var.
ZORLU PSM MAG. 55 Ma r t -N i s an
SİNEMA TARİHİNDEN ÖNE ÇIKAN CAZ FİLMLERİ
Yazı Yetkin Nural
3-12 Mayıs 2017 tarihlerinde gerçekleşecek, Chick Corea, Jan Garbarek, Beth Hart, Michel Camilo & Tomatito, Önder Focan gibi ünlü isimleri ağırlayacak Zorlu PSM Caz Festivali’nden hareketle, renkli, zengin ve dramatik tarihi ve karakterleriyle beyaz perdeye
sık sık konu olan caz müziğini ölümsüzleştiren yapımlar arasından ufak bir şeçki yaptık.
beyaz perdede müzik ziyafeti
ALL THAT JAZZÜnlü yönetmen, dansçı ve koreograf
Bob Fosse’nin 1979 yapımlı yarı otobiyografik müzikal filmi All That Jazz,
tüm zamanların caz filmleri listelerinde yerini sabitlemiş bir klasik. Filmin
konusuna ilham veren Fosse’nin bir yandan Lenny filmini editlemeye çalışırken
bir yandan film olarak da listemizde yer alan Broadway müzikali Chicago’yu sahneleme çabaları olmuş. Filmin New
York tiyatro sahnesinden önemli isimlerine dayandırılan karakterlerini canlandıran oyuncular arasında ise Roy Scheider ve Jessica Lange gibi yıldızlar bulunuyor.
Senaryo, oyunculuk, müzik ve koreografileriyle vizyona girdiği andan
itibaren bir hit haline gelen All That Jazz, başarısını Palme d’Or ve dört Oscar’la
tasdikledi ve eskimeyen bir klasik olarak 2001 yılında Amerika Library of Congress tarafından “kültürel, tarihi ve estetik açıdan önemli” bulunan “National Film Registry”
arşivlerine eklendi.
LADY SINGS THE BLUESİsmini efsanevi caz vokalisti Billie
Holiday’in aynı isimli parça ve 1965 tarihli otobiyografik kitabından alan Lady Sings the Blues filmi, caz tarihinin en başarılı ve
dramatik figürlerinden biri olan Holiday’in hayatına odaklanıyor. Kanadalı yönetmen
Sidney J. Furie’nin yönettiği ve bir diğer efsanevi vokalist Diana Ross’un Holiday’i
canlandırdığı film aynı zamanda Ross’a beyaz perdede Altın Küre kazandıran ilk
rolünü vermesiyle de ayrı bir önem taşıyor. Beş Oscar adaylığı olan ve Oscar’a
aday gösterilen ilk Afrikalı-Amerikan otobiyografisi olma özelliğini taşıyan Lady
Sings the Blues, tamamını Diana Ross’un seslendirdiği Billie Holiday parçalarından
oluşan soundtrack albümüyle de büyük başarı yakaladı. Listelerde bir numaraya
kadar yükselen albüm bu anlamda Diana Ross’a zirveyi tattıran dördüncü
albüm oldu.
ROUND MIDNIGHTCaz tarihinin en başarılı saksafoncularından biri olarak kabul edilen Dexter Gordon’ın 1950’lerin New York ve Paris’inde alkolizmle mücadele eden bir caz müzisyenini canlandırdığı Round Midnight filminin yönetmen koltuğunda bol ödüllü Fransız sinemacı Bertrand Tavenier oturuyor. Tavenier’in senaryosunu Amerikalı yazar David Rayfield’la beraber yazdığı filmin baş karakteri Dale Turner’aysa caz tarihinin ünlü iki ismi, saksafoncu Lester Young ve piyanist Bud Powell ilham verdi.
Gordon haricinde Herbie Hancock, Bobby Hutcherson, John McLaughlin ve Wayne Shorter gibi dönemin diğer ünlü caz müzisyenlerini de çeşitli rollerde gördüğümüz filmin sahnelerinde müzikler de canlı olarak çalındı. Gordon’a en iyi aktör dalında Oscar adaylığı getiren filmin soundtrack’iyse albümün yapımcısı Herbie Hancock’a Oscar, Dexter Gordon’aysa Grammy ödülü kazandırdı.
THE COTTON CLUBCaz müziğinin başkentlerinden New York’un Harlem mahallesinde gerçek bir caz kulübü olan ve Duke Ellington, Louis Armstrong, Count Basie, Ella Fitzgerald ve Billie Holiday gibi efsanevi isimlerin sahne aldığı Cotton Club’ın çalışanları, ziyaretçileri ve patronları arasında dönen ilişkilere odaklanan bir suç öyküsünü beyaz perdeye taşıyan 1986 yapımı The Cotton Club, The Godfather serisi ve Bram Stoker’s Dracula gibi klasiklerden tanıdığımız ünlü yönetmen Francis Ford Coppola’ya ait. İlk olarak yazar Mario Puzo’nun kaleme aldığı senaryoysa daha sonra Pulitzer ödüllü roman yazarı William Kennedy tarafından değiştirildi.
Başrollerde oyunculuk kariyerinin yanısıra yetenekli bir trompetçi olan ve filmde kendi sololarını canlı çalan Richard Gere’e, Gregory Hines, Diane Lane ve Lonette McKee gibi yıldızların eşlik ettiği film gişede büyük bir başarı yakalayamasa da Oscar ve Altın Küre adaylıklarıyla eleştirmenlerin beğenisini topladığını göstermiş oldu. Cotton Club’ın müdavimlerinden Duke Ellington’ın müzikleriyle damga vurduğu soundtrack ise filmin klasik statüsüne erişmesinde önemli bir yere sahip.
BIRDHollywood’un dev isimlerinden Clint Eastwood’un 1988’de vizyona giren iki caz filminden biri olan Bird (Diğeri ünlü caz piyanisti Thelonious Monk’un hayatını konu alan belgesel Thelonious Monk: Straight, No Chaser idi) “Bird” lakaplı caz müzisyeni Charlie Parker’ın uyuşturucu bağımlılığıyla mücadelesini ve kariyerini merkeze alıyor. Parker’ın ciddi bir hayranı olan Eastwood’un müzisyenin hayatından çeşitli anların bir montajı olarak kurguladığı filmin müzikleriyse Charlie Parker’ın eşi Chan Parker’ın yaptığı çeşitli kayıtlardan oluşturuldu. Clint Eastwood’a Altın Küre’de En İyi Yönetmen ve Parker’ı canlandıran Forest Whitaker’aysa Cannes’da En İyi Aktör dalında ödül getiren Bird, En İyi Ses Kurgusu dalında da Oscar kazandı. Bir diğer taraftan, filmin Charlie Parker’ın Chan Parker’dan önceki üç Afrikalı-Amerikan eşini ve Miles Davis’in Parker’ın hayatındaki rolünü es geçmesi nedeniyle çeşitli çevreler tarafından eleştirilere maruz kaldı.
WHIPLASHListemizdeki diğer filmlere nazaran çok daha güncel bir yapım olan 2014 çıkışlı Whiplash, 1985 doğumlu genç yönetmen Damien Chazalle’nin aynı isimli kısa filminden uzun metraja uyarladığı senaryosuyla vizyona girdiği andan itibaren izleyicilerin ve eleştirmenlerin modern bir klasik olarak tanımladığı film özellikle içerdiği yoğun gerilim ve başrollerde izlediğimiz Miles Teller ve J.K. Simmons’ın unutulmaz oyunculuklarıyla hafızalara kazındı. Yetenekli ve gelecek vadeden caz davulcusu Andrew’la öğrencilerini sonuna kadar zorlayan konservatuvar öğretmeni Fletcher’ın arasındaki fiziksel boyutlara varan şiddetli ilişkiye odaklanan ve seyircisini de bu gergin ilişkinin içine hapseden Whiplash, dünya çapında festivallerde yakaladığı 143 adaylıktan 88’ini kazandı ve J.K. Simmons’a yardımcı aktör dalında Oscar ve Altın Küre getirdi.
ZORLU PSM MAG. 57 Ma r t -N i s an
3-12 Mayıs 2017 tarihlerinde izleyiciyle ilk kez buluşacak Zorlu PSM Caz Festivali’nde izleme şansı yakalayacağımız ünlü isim ve projelerin de beyaz
perde çalışmaları bulunuyor.
* Zorlu PSM Caz Festivali’nde sahne alacak Norveçli caz ustası Jan Garbarek, Oscar ödüllü yönetmen Michael Mann’ın 1999 yapımı The Insider
filminin soundtrack’inde yer alan müzisyenlerden bir tanesi. Garbarek aynı zamanda Kippur ve The Giant Buddhas gibi ödüllü belgesellerin müziklerini
besteledi.
* Amerikalı piyanist Chick Corea aralarında You Don’t Look 40, Charlie Brown!, Talking Sticks gibi yapımların da bulunduğu çeşitli kısa film ve
belgesellere yaptığı müziklerle de tanınıyor.
* Yalnızca Türkiye’de değil, dünyada yankı uyandıran Nezih Ünen imzalı Anadolu’nun Kayıp Şarkıları belgeseli, bu toprakların haritasını müzikle çizen
bir iş. 2009 tarihli bu yapım, yer verdiği yöresel müziklerin Alp Ersönmez ve Serhat Ersöz düzenlemesiyle canlı sahnelenişi eşliğinde Zorlu PSM Caz
Festivali kapsamında dev perdeye yansıtılacak.
* Zorlu PSM Caz Festivali kapsamında beraber izleyeceğimiz Michel Camilo ve Tomatito’nun da sinema ve televizyon işleri mevcut. Camilo 1987 yapımı
Too Much ve 1996 yapımı Broadcast News filmlerinin soundtrack’lerinde görev almıştı. Tomatito’ysa Vengo, Gitano, Solas ve Flamenco gibi pek çok
İspanyol yapımı film ve belgeselin müziklerinden sorumlu.
* Yönetmen Batu Akyol’un 2013’de vizyona giren ve Türk cazının gelişimini konu alan Türkiye’de Caz isimli belgeselinde, Murat Beşer, Okay Temiz, İlhan
Erşahin gibi ünlü isimlerle beraber karşımıza çıkan Türk caz duayeni Önder Focan, ikisi de 1988 yapımı olan Üçüncü Göz ve Melodram filmleri için
müzik bestelemişti.
ZORLU PSM MAG. 59 Ma r t -N i s an
Günümüzün yükselişte olan müzikal akımlarından blackgaze’in öncü
oluşumlarından biri olan Alcest, 30 Mart akşamı Zorlu PSM Studio
sahnesinde olacak. Neige mahlasıyla tanınan Fransız müzisyen Stéphane Paut’nun solo projesi olan Alcest’in
İstanbul konseri öncesinde, müzik sahnesinin “yeni” türlerinden biri olan
blackgaze’i mercek altına alıyoruz.
Birbirinden epey farklı olan iki müzik disiplininin bir kırması olan
blackgaze’in geçmişi yalnızca 2000’li yılların başlarına kadar uzanıyor. İçinde barındırdığı elementlerin kaynağı black metal ve shoegaze
türleri olan blackgaze; karanlık atmosferler ve bol miktarda fuzz’ı
bir araya getiriyor. Öncüsü olan iki türün de ortak noktalarından olan
“bulanıklık”, belki de blackgaze estetiğinin en önemli karakteristik
özelliği.
Alcest’in arkasındaki müzikal deha Neige’nin kurucusu ya da bir parçası olduğu diğer projeleri Mortifera, Amesoeurs ve Les Discrets, türün karakterinin oturmasını sağlayan kayıtlara imza atmıştı. Fakat Neige, Alcest dışındaki projelerinde yapıyor olduğu karışıma farklı estetikler eklemeyi ya da iki yönden birine daha fazla ağırlık göstermeyi alışkanlık haline getirmişti. Post punk ve post rock gibi farklı perspektifleri de söz konusu melez müziğe eklemleyen Neige, yer aldığı projelerde vokallerinin yanısıra çaldığı birçok farklı enstrümanla da yer aldı.
Müzik tarihinde ortaya çıkan birçok melez türde gözlemleyebileceğimiz gibi, blackgaze’in de bir müzik türü olarak kabul edilmesi pek kolay olmadı. Blackgaze türünün farklı müzikal kalıplar arasındaki duvarları esnettiği yaklaşımı, birçok “eski usül” metal dinleyicisi tarafından reddedildi. Geleneksel heavy metal dinleyicileri ve bir kısım black metal dinleyicisinin, blackgaze albümlerinin gördüğü ilgiye karşı tepkisel bir bakış getirdiği biliniyor. Black metale özgü hızlı davul partisyonları ya da yüksek ses perdesinden vokalleri, My Bloody Valentine ya da Ride gibi shoegaze gruplarından aşina olduğumuz bol distorsiyonlu gitar bloklarıyla bir araya getiren blackgaze grupları, kimi zaman metal müziği daha kolay dinlenebilir kılmakla bile eleştiriliyor.
Son yılların metal sahnesinin en dikkat çekici ekiplerinden Amerikalı grup Deafheaven’ın 2013 çıkışlı ikinci albümü Sunbather ise türün bugüne kadar yayınlanmış en başarılı albümlerinden biri olarak ön plana çıkıyor. Grubun dünya çapında birçok festivalde sahne almasını sağlayan albüm, geniş kitlelerin blackgaze estetiğiyle tanışması açısından önemli bir dönüm noktası. Pitchfork, Stereogum ve NPR gibi müzik dünyasının önemli yayın organları tarafından büyük övgüler toplayan albümde, Neige de bir parçada vokalleriyle konuk oluyor.
Avrupa’dan tüm dünyaya
BLACKGAZE
Melez müzik disiplini blackgaze’in öncüsü Alcest’i 30 Mart’ta Zorlu PSM Studio’da izlemeye günler kala yükselişte olan bu akımı öncü isimleri eşliğinde
zaman çizelgesine oturtuyoruz.
Yazı Cem Kayıran
Neig
e / A
lcest
2000’lerin başlarında ilk örneklerini duymaya başladığımız türün altın
çağını bugünlerde yaşıyor olduğunu söylemek
mümkün. Alcest’in 2005 yılında yayınlanan ilk EP’si Le Secret, müzik otoriteleri
tarafından blackgaze’in ortaya çıkışını temsil eden
kayıt olarak gösteriliyor.
ZORLU PSM MAG. 61 Ma r t -N i s an
Türün öne çıkan diğer ekipleri arasında yine Avrupalı grupların fazlalığı dikkat çekiyor. 2007 yılında Almanya’da kurulan Thränenkind, yayınladığı ilk demolarla birlikte yankı uyandırmayı başarmıştı. Grup, özellikle blackgaze’in temelini oluşturan atmosferik yapıyı özgün hikâyeler anlattığı konsept albümlerinde ustaca kurguluyor. Demo kayıtları ve kısa formatta yaptıkları ilk yayınlarında black metal ve shoegaze geleneklerine sadık kalan grup, Lifeforce Records etiketiyle yayınlanan uzunçalarlarında anlattıkları hikâyelere göre farklı yaklaşımlara da yer verdi. Almanya çıkışlı bir diğer dikkat çekici blackgaze grubu da Thränenkind’la bir split albüm yayınlamış olan Heretoir. 2006 yılında kurulan grubun yayınladığı ilk uzunçalar beş yıl sonrasında gelmişti. Günümüzün rahatsız edici gerçeklerinin getirdiği melankoli ve toplumdan izole olmak gibi temaları müziğinde işleyen Heretoir, aynı zamanda Agrypine grubuyla da tanınan müzisyen David “Eklaplantz” Conrad’ın bir projesi. Northern Silence Productions etiketiyle yayınlanacak yeni Heretoir albümü The Circle da 24 Mart’ta yayınlanıyor.
Blackgaze akımının en kısa soluklu projelerinden biri olan Dopamine ise 2008 yılında Çin’de kurulmuş bir grup. Kuruluşunda iki kişi olan, sonraki yıl Be Persecuted grubunun vokalisti Zhao’nun katılımıyla nihai haline ulaşan Dopamine, aralarında Heretoir’ın da yer aldığı altı grupluk bir derlemede yer alan dokuz dakikalık “Melting” parçasıyla dikkatleri çekmişti. 2010 yılında kendi ismini taşıyan ve işitsel bir depresyon deneyimi vadeden EP’si grubun kısa süren macerasının da son halkası olmuştu.
Çin’in söz konusu türün önde gelen bir diğer grubu Ghost Bath adına da ilginç bir yeri var. İlk albümü Funeral’ı Çinli plak şirketi Pest Productions etiketiyle yayınlayan grubun ülkenin Chongqing şehrinden olduğu açıklanmıştı. Grubun ses getiren ikinci albümü Moonlover’ın ardından Stereogum, Ghost Bath’in aslında North Dakota merkezli olduğunu ve projenin liderinin Amerikalı müzisyen Dennis Mikula olduğunu ortaya çıkardı.
Bu durum ilk başta grubun dikkat çekmek için uyguladığı bir pazarlama hamlesi olarak
yorumlandıysa da Mikula verdiği röportajlarda, niyetlerinin ulaşılmaz olmayı sağlamak olduğunu
ve kimliklerinin müziklerinin önüne geçmesini istemediklerini dile getirmişti. Ghost Bath’in çıkış noktasının Deafheaven albümü Sunbather olduğu
ve grubun isminin de bu albüme bir referans olarak üretildiği biliniyor.
Dördüncü ve şu ana kadar son albümü olan Melting Sun’ı 2014 yılında yayınlayan bir diğer
Alman grup Lantlôs da blackgaze akımının önemli oluşumları arasında yer alıyor. 2005 yılında kurulan grup, albümlerinde işlediği gerçeküstü ve
soyut temalarla türün hikâyeciliğine yeni bir boyut getiriyor. “Evsiz” anlamına gelen Lantlôs isminin
arkasında, grubun kurucusu Markus Siegenhort’un yaptığı müziği herhangi bir coğrafyaya bağlı
tutmayı tercih etmemesi yatıyor ve böylece müziğin evrenselliği bir kez daha kutlanmış oluyor.
Lant
lôsD
eafh
eave
nH
ereto
ir
Gho
st Ba
th
DİNLEMENİZ GEREKEN 5 KAYITAlcest - Le Secret EP (2005)
Lantlôs - .neon (2010)Heretoir - Heretoir (2011)
Thränenkind - The Elk (2013)Deafheaven - Sunbather (2013)
ZORLU PSM MAG. 63 Ma r t -N i s an
JAPON KÜLTÜRÜNDEN ESİNLENMİŞ BEŞ ALBÜMYazı Cem Kayıran
Konsept albümler, dinleyiciler için her zaman sürprizlerle dolu ve takipçisi oldukları müzisyen ve grupların farklı yanlarını görebileceği kayıtlar olmuştur. Bugüne kadar birçok müzisyenin çeşitli ilham kaynaklarından yola çıkarak hazırladığı, ilgi çekici konsept albümlere tanık olduk. Kimi zaman bu albümler arasında farklı coğrafyaların kültürel kimliklerinden beslenen çalışmalar da azımsanmayacak bir yer kaplıyor. Bu dosyamızda da Japonya’nın zengin kültürel mirasından etkilenerek yazılmış ve kaydedilmiş albümlerinden bir seçki sıralıyoruz.
Alcest’ten The Flaming Lips’e
Cruc
ified
Lov
ers
Weezer – Pinkerton(1996 – DGC Records)
Japon sanatçı Hiroshige’nin Night Snow at Kambara isimli çalışmasını kapağına taşıyan Pinkerton, Amerikalı
alternatif rock grubu Weezer’ın ikinci stüdyo albümü. Albüm, Giacomo Puccini’nin Madame Butterfly: A Tragedy of Japan isimli operasından ilham alınarak
yazılan parçalardan oluşuyor. Pinkerton isimli karakterin Butterfly isimli bir Japon kadına olan aşkı etrafında kurulu olan operadan albüme ismini veren karakteri
“turne yapan bir rock yıldızı”na benzeten Weezer solisti Rivers Cuomo, şarkılarında Japonya’yı yabancı birinin gözünden gözlemler gibi anlatıyor. Ayrıca albümdeki
“Across The Sea” parçasının, Rivers Cuomo’nun Japon bir Weezer hayranından gelen mektup üzerine
yazıldığını da ekleyelim.
ZORLU PSM MAG. 65 Ma r t -N i s an
The Flaming Lips - Yoshimi Battles the Pink Robots (2002 – Warner Bros.)
Konsept albüm denince akıllara gelen en çekici gruplardan biri şüphesiz ki The Flaming Lips. Oklahomalı grubun diskografisinin en özel albümlerinden biri olan Yoshimi Battles the Pink Robots da gerçek dünya ve fantastik bir evren arasında gidip gelen ilginç bir hikâye etrafında örülmüş. Kanser olan Yoshimi isimli bir genç kız ve onu ziyaret edip kurtarmaya çalışan arkadaşlarını merkezine alan albümde, bu arkadaşlardan birinin hayal gücüne dalıyoruz. Şarkılarda detaylı bir şekilde işlenen bu fantastik evrende Yoshimi Japon bir savaşçı olarak karşımıza çıkıyor ve mücadele ettiği pembe robotlar da hastalığını temsil ediyor. Gruba Grammy Ödülü kazandıran ve Japonya’ya has efsanelerden beslenen albüme ilham kaynağı olan Boredoms üyesi Yoshimi P-We de çeşitli şarkılarda vokalleriyle The Flaming Lips’e eşlik ediyor.
The Decemberists – The Crane Wife
(2006 – Capitol / Rough Trade)
Portland çıkışlı indie rock grubu The Decemberists, birçok prestijli müzik yayını
tarafından yayınlandığı yılın en iyileri arasında gösterilen albümü The Crane Wife’ta bugüne dek birçok farklı uyarlaması yapılan
Japonya’ya özgü bir halk hikâyesini işitsel formata taşıyor. Hikâyeye göre, yaşlı bir çiftin,
bir avcının tuzağına yakalanmış yaralı turna kuşuna günlerce bakarak iyileştirmesinin ardından kapılarında genç bir kız belirir.
Yaşlı çifte yardımcı olmak için eve gelen kız, iyileştirdikleri kuşun insan formundaki bir
yansıması olarak kabul edilir. Bu hikâyenin ana karakterlerinin daha genç olduğu uyarlamaları
da mevcut. Ayrıca bu albümden önce video oyunu, anime ve kısa film olarak da uyarlanmış
olan hikâye, The Crane Wives grubunun isminin de çıkış noktasına işaret ediyor.
Alcest – Kodama(2016 – Prophecy Records)
Blackgaze akımının öne çıkan gruplarından, 30 Mart’ta Studio’da izleyeceğimiz Alcest’in geçtiğimiz eylül ayında yayınladığı beşinci stüdyo albümü Kodama, Japonya’nın en önemli kültürel figürlerinden biri olan Hayao Miyazaki’nin kült filmlerinden Princess Mononoke’den yola çıkarak yazılmış. Japonca’da “yankı” anlamına gelen Kodama, söz konusu filmden ilham alarak insan ve doğa arasındaki ilişkiyi ve farklılıkları hikâyeleştiriyor. Grubun kurucusu Neige, özellikle Japonya’da yeni teknolojilerin yaygın olmasına rağmen insanların geleneklerine sadık yaşam tarzlarından etkilendiklerini ve bunun da albümde anlattıkları hikâyeye yeni bir boyut kazandırdığını irdeliyor. Alcest’in albümden önce Japonya’da yaptığı turneler, orada tanıştıkları insanlar ve aralarında bir Budist tapınağının da bulunduğu konser mekânları Kodama’yı şekillendiren diğer unsurlar olmuş.
The Flesh Eaters – Ashes Of Time
(1999 – Upsetter Records)
Temelleri 1970’lerin ortalarında atılan rockabilly ve punk rock grubu The Flesh
Eaters’ın kurucusu Chris D., müzikle olduğu kadar sinemayla da içli dışlı
bir sanatçı. Yönetmenliğini üstlendiği filmlerin yanı sıra film kritiği ve festival programcısı olarak da çalışan Chris D.,
özellikle Japon sinemasının tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınıyor. The
Flesh Eaters’ın 1999 yılında yayınlanan albümü Ashes Of Time da bir anlamda Chris
D.’den Japon sinemasına bir saygı duruşu niteliğinde. Albümde yer alan tüm şarkılar,
isimlerini “Crucified Lovers”, “Gate Of Flesh” ve “House Amid The Thickets” gibi
Japon sinemasının klasik filmlerinden alıyor.
ZORLU PSM MAG. 67 Ma r t -N i s an
bar, kulüp ve venüler
TOKYO’DAN CAN ALICI MÜZİK MEKÂNLARI
Yazı J.Hakan Dedeoğlu -- Foto Aylin Güngör
Tokyo’nun fikirler ve sürprizlerle dolu mekânlar denizinden, ekseninde müzik olan bir seçki karşınızda.
Konu mekâncılıksa yeryüzünün başat şehirlerinden biridir
Tokyo. Doğu’nun Şehri anlamına gelen Tokyo’yla ilgili insanlar
kafalarında belirli imgeler taşırlar ve bunda da haklıdırlar,
bu imgeler yanlış değildir. Şehir de zaten bu klasikleşmiş
imgelerin hakkını fazlasıyla verir. Ama şehre ayak basmanızla birlikte yüzeyin altında, sizi
etkilemeye hazır sayısız sürpriz vardır. Bunlarla yüzleşmek,
tanışmak ve kaynaşmak için rehberli paket turların dışına
çıkmanız gerekir biraz. Açıkçası Tokyo’yu standart bir turist
olarak deneyimlemeye çalışmak yeryüzünde işlenecek en büyük
günahlardan biridir. Bu olasılığı bertaraf ettiğiniz takdirdeyse şehir sizi mükafatlandırır. Bu
mükafatların en can alıcılarından biri de mekânlardır. Mekân
derken içeriğini geniş tutmak lazım; cafe’sinden restoranına,
barından canlı müzik venülerine, gece kulübünden tematik mekânlarına, “mekâncılık” konusuna ciddi ciddi kafa
yoran bir halk Tokyo halkı. Sebebini tam çözememekle
birlikte Japonların bir konuya kafayı taktıkları zaman o işi
en üst seviyede icra edene kadar durmadıkları, işi sonuna
kadar götürdükleri tespiti doğrudur. Ayrıca bir akımı
sevdikleri zaman hayatlarını buna adadıkları da doğrudur;
yani fan kültürünü bizim hayal edebileceğimizin çok ötesinde
yaşadıklarını da not edin. Hal böyle olunca birbirinden
tamamen farklı ama belirli bir kalitenin altına asla düşmeyen, fikirler ve sürprizlerle dolu bir
mekânlar denizinde buluyorsunuz kendinizi Tokyo’da.
Allah’ın sevgili kulu iseniz herhangi bir yerli arkadaşa, internet araştırmalarına ya da bu yazıya gerek duymadan da kendi nefis mekânlarınıza denk gelebilir, bulabilirsiniz, ama on altı milyonluk ciddi anlamda büyük bir şehirden bahsediyoruz burada, yani serbest dalış takılmak için kendinize ve bahtınıza çok güveniyor olmanız lazım. Yoksa aşağıda sıralayacağımız mekânları listenize alıp ziyaret etmenizi hiddetle öneririz. Bu mekânlar, ekseninde müzik olan barlar, kulüpler ve venülerden oluşuyor ağırlıklı olarak. Koca şehirdeki en has, en harbi müzik mekânlarının bunlar olmadığına eminim, dahası vardır, ama fazlası da sizin maceranızın konusu olsun.
Nig
htin
gale
Bono
bo
Le sa
ng d
es Po
ètes
Stor
ies
ZORLU PSM MAG. 69 Ma r t -N i s an
Omotesando’da bir gece Öncelikli önerimiz bünyesi uzun gecelere dayanıklı okuyuculara gelsin; mekânımız Bonobo. On üç yıl önce açılan, Tokyo yeraltı müzik sahnesinin önemli adreslerinden biri olan bu üç katlı mekândaki dans ve yüksek müzik hadisesi, neon ufak bir mağara kıvamındaki giriş katında cereyan ediyor. Mekânın medar-ı iftiharıysa, yirmi metrekarelik alanda, DJ kabininin hemen arkasında yükselen, ev yapımı iki dev kolon. “Bu kadar küçük bir mekânda bu kadar büyük kolonların işi ne” demeyin, bedeninizi onlara ve DJ’lere emanet edin, bırakın işi onlar halletsin. Buraya hemen bir parantez açıp, Tokyo’da hi-fi ses sistemleriyle ilgili ciddi bir furya olduğunu, audiofillere özel, sadece acayip müzik sistemlerinde müzik dinlemek için gidilen barlar olduğu bilgisini ekleyelim. Bonobo’nun DJ programlarıysa ciddi farklılık gösterebiliyor; deneysel ve noise setlerden elektronik seçkilere ya da farklı DJ’lerin sırayla çaldığı bir partiye denk gelebilirsiniz.
Eğer giriş katın yoğun enerjisinden yorulursanız mekân değiştirmenize de gerek yok; tek yapmanız gereken insanları usulca kenara iterek, minnacık basamaklardan orta kata çıkmanız. Bu katın ortamı bambaşka; bir kere yerler tatami (ayakkabıyla basmadığınız, geleneksel Japon zemin kaplaması) ve DJ karşınızda alçak bir masada bağdaş kurmuş, chill-out veya dingin dünya müziği seçkileri çalıyor genelde. Bu katta biraz uzanabilir ya da teras katına çıkıp hava alabilirsiniz. Sabahın ilk ışıklarını Bonobo’nun terasında karşılamak da fena bir fikir olmayabilir. Şimdi geceyi biraz başa saralım... Eğer adresiniz Bonobo olacaksa mekâna çok erken gitmeyin ve öncesinde yine aynı mahallede bulunan PR Bar’a uğrayın. Barın sakin ortamına ve güzel müzik seçkisine New York’tan ödüllerle dönmüş barmenimizin enfes kokteylleri eşlik ediyor. PR Bar’dan Bonobo’ya doğru ilerlerken, köşe bir binanın en üst katında bulunan ve yangın merdivenlerini çıkarak ulaşabildiğiniz, 1920’lerin Paris’inden Japon estetiğiyle kesip alınmış Le sang des Poètes isimli ufak bara mutlaka tek atımlık da olsa uğrayın. Bu kombo setle Tokyo’nun Omotesando semtinde enfes bir geceniz garanti.
Tokyo’da hi-fi ses sistemleriyle
ilgili ciddi bir furya olduğunu,
audiofillere özel, sadece acayip
müzik sistemlerinde müzik
dinlemek için gidilen barlar
olduğu bilgisini ekleyelim.
Bonobo
PR Bar
ZORLU PSM MAG. 71 Ma r t -N i s an
Golden Gai’nin audiofil mabediGelelim sonik kafalar, ambient, caz ve deneysel müzik severler için önemle dikkate alınması gereken bir önerimize: Golden Gai bölgesinde bulunan Nightingale. Siz de yolu Tokyo’ya düşmüş, geceleri dışarı çıkmayı seven her gezgin gibi Golden Gai’ye mutlaka düşeceksiniz, bu sebeple Nightingale’i kaçırmamalısınız. Golden Gai, içlerine en fazla altı-yedi kişi ve bir barmenin sığabildiği yüzlerce kutu gibi barın altlı üstlü dizildiği, “başka bir gezegen” hissini iliklerinize kadar hissedebildiğiniz ufak bir mahalle. Ebat olarak Nightingale’in komşularından bir farkı yok, ama ayrıcalığı müzik. On metrekarelik mekânda, iki dev kolonun ortasına oturup barmenin sizin için seçtiği plakları dinleme koşuluyla iliklerinize kadar müzikle yoğrulmuş bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Buradan önce veya sonra kafayı yan sokakta bulunan La Jetee’ye uzatın. Burası Wim Wenders, Tarantino ve Coppola gibi yönetmenlerin daha önce gelip içkilerini yudumladıkları ufacık bir mekân. Zaten gittiğinizde zat-ı muhteremlerin bitirdikleri şişeleri üzerlerinde isimleriyle görebiliyorsunuz.
Yemek ve müzik arasındaki ince bağ
Başka bir geceyeyse Kong Tong’un lambalı amfilerinden yükselen güzel
müzik seçkisi eşliğinde lezzetli yemekler yiyerek başlayabilirsiniz. Yoğun bir geceye sakin başlamak için harika bir mekân ve müziğin
iyi tınlamasına verdikleri önemi hemen anlayabiliyorsunuz. Yemek
ve müzik arasındaki ince bağı çözmüş her mekâna saygı duymak
gerek. Kong Tong’da yemeğinizi bitirdikten sonra müziksever Tokyo
gençliğinin aktığı mahallelerden biri olan Shimokitazawa’ya doğru yönelebilirsiniz. Bu mahalle canlı müzik venüleri ve ikinci el kıyafet
dükkânlarıyla meşhur. Caz severler burada 1975 yılından beri açık olan
Lady Jane’in kapısını çalabilirler. Hafta sonu canlı müziğe de yer
veren bu mekân caz severleri tatmin edecektir. Biraz daha salaş ve
sürprizlere açık şeyler isteyenlerse Open Bar’ın yolunu tutmalı. Buraya da bir parantez açalım; mekânların
çoğunda, boyutu ne olursa olsun, yemek bulunuyor. Size bira (ya da ne içiyorsanız) servisi yapan kişi hızlıca yemek de hazırlayabiliyor. Gece geç
mi oldu? Yine mi açıktınız? Open Bar’ın yemekleri de pek güzel! Bu
mahallede önerebileceğimiz son yerse Stories isimli, 1970 sonlarından beri
aynı kişi tarafından çekip çevrilen, yine bir oda büyüklüğündeki bar. Bu
barın güzelliğiyse mekân sahibinin (ki mekânda kendisinden başka kimse yok
zaten) 1960 ve 1970’lerin psikedelik folk ve rock müziğine ve krautrock’a
olan sevgisini müşterileriyle paylaşma sevdası. Arkanıza yaslanın, biranızı
yudumlayın ve izin verin arkadaşımız size duvarları dolduran yüzlerce plak arasından bütün gece bir şeyler seçip
çalsın. Siz de dinleyin.
Belli ki Tokyo mekânları bu sayfalara sığmayacak. Kısa kesmemiz gerek. O zaman son önerimiz Tokyo’nun kalplerinden biri olan Shibuya’dan gelsin. Buradaki iki nefis venü olan O-Nest ve O-East’in programına bakmakta fayda var. Tokyo’da harbi bir konser deneyimi de canlı müzik takipçileri için kaçmazlar arasında. Eğer burada bir konser izleme şansınız olursa hemen çıkışta soluğu bir pasajın alt katında yer alan Beat Bar’da alın. Bu iki mekânda konseri olan çoğu yabancı grup konser sonrası buraya geliyor, hatta bazen kabine geçip DJ’lik bile yapıyorlar. Yani gittiğiniz konser sonrası sevdiğiniz grubu burada yakalama olasılığınız bir hayli yüksek. Shibuya’da canlı müzik mekânı çok ama listeye eklenmesi gereken mekânlardan biri de Fransız müzisyen Pierre Barouh tarafından açılmış olan, dünya müziği ve caz ağırlıklı konserlere ev sahipliği yapan Saravah.
Evet, bizden şimdilik bu kadar. Gerisi sizin gezginlik, yön bulma ve keşfetme maharetlerinize kalmış. E tabii bir de Tokyo’ya gidiş-geliş biletinize.
La Je
tee
Nightingale
Kong Tong
ZORLU PSM MAG. 73 Ma r t -N i s an
Bulmers Forbidden Fruit Festival
Dublin – İrlanda3-5 Haziran
Bu yıl yedinci kez düzenlenecek olan Bulmers Forbidden Fruit
Festival, Dublin şehrinin en etkileyici mimarilerinden birinde
elektronik müzik ve indie rock dinleyicileri için rüya gibi bir hafta sonu vadediyor. Aphex
Twin, Bon Iver, Flying Lotus, Orbital, Moderat ve Maceo Plex gibi isimlerin çalacağı festivale Irish Museum Of
Modern Art, The Royal Hospital Kilmainham ev sahipliği yapıyor.
Müziğin yanı sıra moda, yemek ve görsel sanatlarla ilgili de birçok
etkileyici programa festivalinde yer veren festivalin biletlerinin
hızla tükenmekte olduğunu belirtmekte fayda var.
Primavera Sound Festival
Barcelona – İspanya31 Mayıs-4 Haziran
Festival sektöründe büyük bir marka haline gelen Primavera Sound Festival, yaz aylarının
başlangıcında, Avrupa’da belki de en geniş çaplı müzik buluşmasını
gerçekleştiriyor. Her sene genişleyen festival alanında dokuz
farklı sahnede dinleyicilerine geniş bir müzik yelpazesi
sunan festival, Avrupa’nın en keyifli şehirlerinden birinde
gerçekleşmesiyle de ön plana çıkıyor. Primavera Sound
Festival 2017’nin heyecan verici programında Grace Jones,
BadBadNotGood, Aphex Twin, Slayer, Frank Ocean, The XX ve
Skepta gibi isimler yer alıyor.
Hip Hop KempHradec Králové – Çek Cumhuriyeti17-19 AğustosAvrupa’nın sayılı hip hop festivalleri arasında yer alan Hip Hop Kemp, özellikle türün birçok farklı alt oluşumuna yer veren programıyla benzerlerinden ayrılıyor. 2002 yılından bu yana düzenlenen festival, Çek Cumhuriyeti’nin Polonya sınırında yer alan ve ülkenin en küçük illerinden biri olan Hradec Králové’de gerçekleşiyor. Bu yıl The Underachievers, Method Man & Redman, Mick Jenkins, Anderson.Paak & The Free Nationals ve Looptroop Rockers gibi isimleri ağırlayacak olan festival, hip hop’un yeni neslinden keşifler yapmak için de birebir.
Beaches Brew Marina Di Ravenna – İtalya5-8 HaziranHer sene İtalya’nın en sakin kasabalarından Marina Di Ravenna’da ücretsiz olarak gerçekleşen Beaches Brew Festival, yoğun olmayan ama etkileyici programı ve tüm gün iyi müzik dinleyip denize girebileceğiniz bir plajda gerçekleşiyor olmasıyla, tatil gibi bir festival deneyimi vadediyor. Bu senenin en gözde gruplarından King Gizzard & The Lizard Wizard, yeni albümünün turnesine hazırlanan ve söz konusu festivalde harika anılara sahip Moon Duo ve deneysel rock sahnesinin kült gruplarından Shellac, bu yılki Beaches Brew programının öne çıkan ekipleri.
Isle of WightIsle of Wight – İngiltere8-11 HaziranBirçok köklü festivale ev sahipliği yapan İngiltere’nin en eski müzik festivallerinden biri olan Isle Of Wight, uzunca bir aranın ardından 2002’de geri dönmesinden bu yana her yıl ana akım müziğin önde gelen isimlerini bir araya getiriyor. Doğayla iç içe ve birçok eğlenceli yan etkinlikle dolu üç günlük bir program yapan Isle of Wight’ta bu sene izleyebileceğiniz isimler arasında Run DMC, Arcade Fire, Rod Stewart ve Kaiser Chiefs bulunuyor.
elinizi hızlı tutun
2017 YAZ FESTİVALLERİ RAPORU
Yaz ayları hâlâ çok yakınmış gibi gelmese de Avrupa’daki müzik festivallerinin peşi sıra açıklanan lineup’ları, program yapmak için elinizi hızlı tutmanızı gerektiriyor. Bu aşamada hangi festivale gitmesi gerektiği konusunda seçim yapmakta
zorlananlar için, İrlanda’dan Norveç’e, İspanya’dan Hırvatistan’a; farklı türlere ve akımlara odaklanan 10
etkileyici festivali derledik.
Yazı Cem Kayıran
ZORLU PSM MAG. 75 Ma r t -N i s an
Dimensions FestivalPula – Hırvatistan30 Ağustos-3 EylülBüyüleyici bir atmosferde gerçekleşen ve yaz festival sezonunun son dönemine denk gelen Dimensions Festival, dünyanın dört bir yanından heyecan verici isimleri dinleyiciyle buluşturuyor. Hırvatistan’ın Pula şehrinde terk edilmiş bir kalede dört güne yayılan bir müzik ziyafeti sunacak olan festivalde Moderat, Floating Points, Marcel Dettmann, Grace Jones, Gilles Peterson, Ata Kak ve Romare gibi isimler sahne alıyor. Funk ve house etkileşimli prodüksiyonlarıyla son dönemin dikkat çeken isimlerinden biri olan Kerem Akdağ ve Worldwide FM ekibinden DJ Debora İpekel de bu yıl Dimensions sahnesinde.
Øyafestival Oslo - Norveç8-12 AğustosMüzikal anlamda her sene doyurucu programlarla dinleyicilerin karşısına çıkan Øyafestival’ı belki de en özel kılan detaylardan biri, festivalin düzenlendiği yer. Şehrin en eski yerleşim birimlerinden biri olan Middelalderparken, şehir merkezinden yaklaşık on dakikalık yürüme mesafesinde yer alan ve Orta Çağ döneminden kalma detaylarla dolu bir park. Yolunuzu Oslo’ya düşürmek için herhangi bir sebebe ihtiyacınız varsa, Pixies, The XX, BadBadNotGood, Vince Staples, Thee Oh Sees ve Mac DeMarco gibi isimlerin sahne alacağı Øyafestival aradığınız şey olabilir.
Jazz By The Sea FestivalBournemouth – İngiltere
11-17 HaziranBournemouth şehrindeki onlarca konser salonuna yayılan
Jazz By The Sea Festival, caz festivali deneyimini farklı boyutlara taşıyor. Şehrin tamamında müzikle dolu ve yenilikçi
aktivitelerle festival katılımcılarına grup ve müzisyenlerden çok daha fazlasını vadeden Jazz By The Sea’nin şu ana kadar
açıklanan programı Monica Vasconcelos, The Soothsayers, The Rat Pack, James Taylor ve The New Flower Generation gibi farklı caz estetiklerinden beslenen isimlerden oluşuyor.
Festivalin hareket halindeki sahnesi Jazzmobile de Jazz By The Sea’ye dair en güzel detaylardan biri.
Hellfest Open AirClisson – Fransa16-18 HaziranDeep Purple, Prophets Of Rage, Slayer, Rob Zombie, Aerosmith, Primus, Suicidal Tendencies, Rancid ve nice yaşayan efsaneyi, altı sahneye yayılan devasa festival alanında ağırlamaya hazırlanan Hellfest Open Air, bu yaz Avrupa’nın en gürültülü müzik buluşmalarından biri olacak. 2002 yılında organize edilen Fury Fest’ten zaman içinde evrilen Hellfest Open Air, geride kalan on yılda hep görkemli programlarıyla dikkat çekti. Fakat bu yılki programın rock ve metal müzik dinleyicileri için tarifsiz duyguları beraberinde getirdiği aşikâr...
RoskildeRoskilde – Danimarka24 Haziran-1 TemmuzHer sene festival sezonunun en büyük merak uyandıran programlarından birine imza atan Roskilde, bu senenin en dikkat çekici festivallerinden biri. 1971’den bu yana düzenlenen festival, Avrupa’da farklı ülkelerden en çok ziyaretçi çeken müzik oluşumlarının başında geliyor. Bu seneki programında da hard rock’tan hip hop’a, punk’tan teknoya geniş bir yelpazede müzisyen ve gruba yer veren Roskilde’de Foo Fighters, Arcade Fire, A Tribe Called Quest, Justice, Solange ve Cashmere Cat gibi isimler sahne alacak.
Øya
festiv
alD
imen
sions
Fest
ival
Jazz
By Th
e Sea
Fest
ival
Ros
kild
e
ZORLU PSM MAG. 77 Ma r t -N i s an
Did
em S
eher
Yor
ulm
az
Zorlu PSM’deki görevin operasyon yöneticisi olarak geçiyor. Biraz anlatır mısın, “operasyon” tanımı içinde ne gibi başlıklar ve ayrıntılar var?
Operasyon birden fazla bacağı olan bir departman. Departman olarak etkinlik yönetiminden tutun
da bina bakıma kadar giden bir görev skalası var. Ben departman içinde daha çok “self-
promo” etkinliklerde sanatçı ağırlamalarından yükümlüyüm.
Özellikle tiyatro ve müzikal ekipleri gibi büyük grupların tüm uçak, transfer, konaklama gibi lojistik işlemlerinden sorumlu olmak elbette
beraberinde çeşitli karmaşalar getiriyordur. Uçak kaçıranlar, yanlış biletler, son dakika
değişiklikleri... Senin görev sürecinde gerçekleşen en stresli aksaklık neydi mesela? Bugüne kadar en çok strese girdiğim etkinlik bu sezondaki Yeni Yıl Yeni Umutlara konseri
oldu. Hava muhalefeti nedeniyle İstanbul’a olan uçuşlar iptal edildi, bunun sonucu iki solistimiz
Stuttgart’dan İstanbul’a gelemediler. Provayı kaçırdılar. Kendilerini uzun uğraşlar sonucu Adana
üzerinden İstanbul’a getirterek ancak konsere yetiştirdik.
Tabii bir de bunun dönüş ayağı vardı. Ülkelerine dönmek için havalimanına gidip uçakta yaklaşık 12
saat kadar bekledikten sonra uçuşları iptal edildi. İki gün daha İstanbul’da kaldılar ve nihayet iki gün
sonrasında Prag üzerinden ülkerine (Almanya) yollamayı başardık. Bütün bu süreç içinde dönüş
uçaklarının iptal edilmesine rağmen bagajlar uçaktan indirilmedi. Ülkelerine döndükten ancak bir hafta sonra bagajları kendilerine yollanabildi.
İsim vermeden de olsa senden bugüne kadar karşılaştığın birkaç ilginç istek, kulis
taleplerinden acayip detaylar istesek? Açıkçası Zorlu PSM’ye gelen sanatçılardan bugüne
kadar aşırı denilebilecek bir talep gelmedi. Benim en zorlandığın bir sanatçının otel odasına piyano
istemesiydi. Kendisini elektrikli piano için ikna ettik. Aynı sanatçı odanın kapılarının içeriden
dışarıya doğru açılıyor olmasını da talep etti. Bu sebeplerden dolayı birkaç otel gezmek durumunda
kalmıştım. Daha sonra bir de bu özelliklere uyan otel için sanatçıyı ikna etme faslı vardı tabii...
Bana sanatçıların iç çamaşırı, çorap hatta daha da kişisel sayılabilecek ihtiyaçlarını bizden talep etmeleri acayip geliyor. Bir keresindeyse uçağını ısrarla 30 Şubat tarihine isteyen bir konuğumuz oldu. 30 Şubat’ta kendisini uçuramayacağımıza dair ikna etmemiz için birkaç kez yazışmamız gerekti.
Zorlu PSM’de çalışmanın en keyifli taraflarından biri de etkinliklere dilediğince katılabilmek olsa gerek. Bugüne kadar izlediklerin arasında seni en çok etkileyenler hangileri oldu? Müzikallerden Phantom Of The Opera ve Notre Dame De Paris. Bunun dışında An evening with Hugh Jackman, Patti Smith konseri, 2 Cellos... Saymaya başlarsak sayfalar yetmez...
Yeni sezonda hangi etkinlikleri heyecanla bekliyorsun? Müzikalleri çok seviyorum. Bu sebeble West Side Story'i heyecanla bekliyorum. Ayrıca Amadeus Live ve Lord Of the Rings-The Two Towers’ı da unutmamak lazım... Bir de Sónar Istanbul!
Senin Zorlu PSM sahnesinde en çok izlemek isteyeceğin şovlar, gruplar veya etkinlikler neler? İlk aklıma gelen yine bir müzikal: Les Miserables... Ayrıca Coldplay, Peter Gabriel, Kate Bush gelse keşke, daha ne isterim...
İşin harici nelerle uğraşıyorsun, hobilerin, farklı ilgi alanların neler? Yoğun bir iş tempomuz var. Bu sebeple boş vakitlerimde mümkün olduğunca ailemle birlikte kaliteli zaman geçirmeye çalışıyorum. Sinemayı, kitap okumayı, koşullar elverdiğince seyahat etmeyi ve değişik kültürler tanımayı seviyorum. Müze ve tarihi yerleri gezmekten de asla bıkmam...
sahne arkası
OPERASYON YÖNETİMİZorlu PSM sahnesinde ağırladığımız tüm müzisyen, sanatçı ve performans ekiplerinin ulaşım, konaklama ve her çeşit ihtiyaçları ile ilgilenen operasyon yöneticisi Didem Seher Yorulmaz'la yoğun
programlar, aksaklıklar ve ilginç kulis taleplerinden bahsettik.
ZORLU PSM MAG. 79 Ma r t -N i s an
#studio’nun nisan ayı sürprizi
TELEFON TEL AVIV#studio, 8 Nisan akşamı, IDM’in kültleşmiş ismi, New Orleans
çıkışlı elektronik müzik projesi Telefon Tel Aviv’i ağırlıyor.
Amerika’da underground elektronik müzik adına bir hayli bereketli
geçen 1990’lı yılların sonunda lise arkadaşları Joshua Eustis ve Charles
Cooper’ın bir araya gelmesiyle kurulan Telefon Tel Aviv, Detroit
techno, Chicago house ve memleketi New Orleans’tan R&B tesiriyle
yoğrulmuş müziğinin ilk ürünü olan Fahrenheit Fair Enough’ı 2001 yılında
Hefty Records etiketiyle yayınladı. Telefon Tel Aviv’in İngiltere
merkezli electronica’nın tanımını yapan Aphex Twin ve Autechre
gibi isimlerden etkileşimler taşıyan müziği Amerika sahnesi adına yeni
ufuklar açan bir kilometretaşı olarak tanındı. Sonrasında 2004 tarihli What is Effortless ve 2009 tarihli
Immolate Yourself albümleri aracılığıyla dineyiciyle buluşan Telefon Tel Aviv,
Charles Cooper’ın 2009 yılında hayatını kaybetmesi üzerine bir süreliğine sessiz bir döneme girdi. Eustis bu süre içinde remiks işleri ve solo projesi Sons of Magdalene’in yanısıra Tool ve A Perfect Circle’ın solisti Maynard James Keenan’ın Puscifer adlı projesiyle işbirliğini sürdürdü, The Black Queen grubunu kurdu ve Nine Inch Nails’ın turne müzisyenlerinden biri olarak karşımıza çıktı. Grup arkadaşını kaybetmesinden yedi yıl sonraysa, geçtiğimiz sene yeni Telefon Tel Aviv materyalleri üzerine çalışmakta olduğunu açıkladı. Geçtiğimiz sene aynı zamanda grubun kült mertebesine erişmiş ilk albümü Fahrenheit Fair Enough’ın da on beşinci yıldönümüydü ve albüm Ghostly International tarafından yeniden basılarak zamanın ötesindeki gücünü doğruladı.
ANADOLU’NUN KAYIP ŞARKILARI “CANLI” BETH HART — BRAZZAVILLE
CHICK COREA TRIO WITH BRIAN BLADE & EDDIE GOMEZESMERINE — ESRA KAYIKÇI — GAYE SU AKYOL
GÜLÜN / ALLULLI / DE RAYMONDIJAN GARBAREK GROUP FEAT. TRILOK GURTU
MICHEL CAMILO & TOMATITOÖNDER FOCAN & ŞALLIEL BROS. “FUNKBOOK”PANTHA DU PRINCE — REDD — STEPHAN MICUS
VE ÇOK DAHA FAZLASI... KONSER — PARTİ — PANEL — WORKSHOP — PLAK PAZARI — FİLM / BELGESEL GÖSTERİMİ - AÇIK HAVA ÜCRETSİZ ETKİNLİKLERİ