yol yaz 2013

130
SIYASI DERGİ Yaz 2013 »5 TL Dünya ve Türkiye'de Politik Durum MehmetYılmazer Büyük Bir Sıçrama Olarak Gezi Direnişi M. Sinan Mert Poulantzas’la Dönüşüme Bakmak M. Sinan Mert Avrupa Halk Hareketleri AyşeTansever Devlet Vesayet İktidar MehmetYılmazer Röportaj - İsmet Akça: Neoliberal “Otoriter Devlet” NEOLİBERAL OTORİTERİZMİN ANATOMİSİ: İNŞA MI ÇÖKÜŞ MÜ? Evo Morales’in Isla Del Sol’deki Tarihi Konuşması ÇKP Neden Ayakta? M. Büyükka ra bacak

Upload: yol-siyasi-dergi

Post on 27-Jul-2016

256 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Bizi aşağıda bulunan adreslerden takip edebilirsiniz. www.yolsiyasidergi.org & www.twitter.com/yolsiyasidergi & www.facebook.com/yolsiyasidergi

TRANSCRIPT

Page 1: Yol Yaz 2013

SIYASI DERGİYaz 2013 »5 T L

Dünya ve Türkiye'de Politik Durum

MehmetYılmazer

Büyük Bir Sıçrama Olarak Gezi Direnişi

M. Sinan Mert

Poulantzas’laDönüşümeBakmak

M. Sinan Mert

Avrupa Halk Hareketleri

AyşeTansever

Devlet Vesayet İktidar

MehmetYılmazer

Röportaj - İsmet Akça:

Neoliberal “Otoriter Devlet”

NEOLİBERAL OTORİTERİZMİN

ANATOMİSİ: İNŞA MI

ÇÖKÜŞ MÜ?

Evo Morales’in Isla Del So l’deki Tarihi Konuşması

ÇKP Neden Ayakta?

M. Büyükka ra bacak

Page 2: Yol Yaz 2013

Sosyalist Dayanışma Aylık Yerel Süreli Siyasi Dergi

Temmuz Özel Sayısı 1 İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Sezgin KARTAL

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sezgin KARTAL

Adres:Piyalepaşa Mah. Can Sk. No: 8/B

Beyoğlu İstanbul İletişim: 0535 922 82 68

[email protected]

Page 3: Yol Yaz 2013

Basım Yeri:Yön Matbaacılık

Adres:Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1. Kat No: 366

Topkapı- İST Tel: 0212 544 66 34

Page 4: Yol Yaz 2013

içindekilerDünya ve Türkiye'dePolitik Durum 5Mehmet Yılmazer

Büyük Bir Sıçrama Olarak Gezi Direnişi 15M. Sinan Mert

Devlet Vesayet İktidar 19Mehmet Yılmazer

Neoliberal "Otoriter Devlet" 37Röportaj: İsmet Akça

AKP İktidarında Yeni Olan Nedir?Gerçek Yeni Nasıl İnşa Edilir?Poulantzas'la Dönüşüme Bakmak 51M. Sinan Mert

Avrupa Halk Hareketleri:Geri Sayım Başladı Mı? 67Ayşe Tansever

Evo Morales'in Isla Del Sol'deki Tarihi Konuşması 99Çeviri Ayşe Tansever

ÇKP Neden Ayakta? M. Büyükkarabacak

113

Page 5: Yol Yaz 2013
Page 6: Yol Yaz 2013

DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM

Mehmet YILMAZER

Türkiye çok gerilim li bir po litik sürece girerken dünyada olan ları unut­muş görünüyor. O layların biraz derin liğ ine inince dünyadan kendisine yan ­sıyacak ekonom ik ve siyasi tahrip gücü yüksek dalgaların te laşla hazırlık yapm aya çalıştığ ı anlaşılır. Bunları ortaya koyabilm ek için dünyaya ve böl­geye bakm ak gerekir.

Dünyada DurumDünyada son gelişm elere bakıld ığ ında iki öze llik öne çıkm aktadır. Eko­

nom ik krizden hala bir ç ık ış yolu bulunam am ıştır. Bu yolda yeni arayışlar vardır. Diğeri, ekonom ik kriz derinleştikçe dünyada güç m erkezlerin in sa f­laşm ası da derinleşiyor.

Ekonom ik krizin birinci aşam ası tam am landı. Krizin etkilerini belli ö lçü ­de yum uşatm ak için piyasalara para sürülm esi dönem i bitti. Fakat bu işlem piyasaları can land ırm ad ığ ı gibi, yeniden spekülasyonun yolların ı döşedi. P iyasalara sürülen paralar bankaların ağına takıld ı, oradan spekülatörlere kredi şekline girdi, ancak üretime yönelik doğrudan yatırım a lan larına para akm adı. Büyük kapitalist m erkezlerde kredi faizleri sıfır seviyesinde o lm ası­na rağmen üretim ve doğrudan yatırım larda bir k ıp ırdanm a yoktur.

FED Başkanı Bernanke’nin son açık lam aları mali po litikalarda bir deği­şim e işaret etse de kapitalizm de bir yap ısal değişim e işaret etmiyor. ABD artık d o lar basm aktan yavaş yavaş vazgeçecektir. Üretimde bir kıpırdanm a bekleyen ABD, kriz öncesi düzene dönm eyi um m aktadır, yani dünya birik­miş serm ayesi yeniden A m erika’ya akm aya başlayacak, onun devasa açık­larını finansa etmeye devam edecektir. Böyle bir eskiye dönüşün m üm kün olup olm adığın ı dünya yakın dönem de görecektir. Bu bunalım ın aşıld ığ ı an­lam ına gelm iyor, mali spekülasyonun sadece yönünde bir değişim e işaret ediyor.

Kapitalizm in her büyük krizi onu yap ısal değişim e zorlam ıştır. Daha do ğ­rusu tıkanan ve eskiyen serm aye birikim yo lların ın yerini yenileri alm ıştır. Fakat bu d eğişim ler savaşlar dahil insanlığa büyük acılara m al olm uştur.

LOD

ÜN

YA

VE T

ÜR

KİY

E'DE PO

LİTİK

DU

RU

M

Page 7: Yol Yaz 2013

ON

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

Bugünün kapitalizm i de böyle bir yol ayrım ındadır. 1970’lerin ortalarından beri sürekli büyüyen finans m erkezli b irikim m odeli artık iflas etm iştir. Fa­kat bunalım ın beşinci y ılında hala ortada bir ç ık ış yolu yoktur. Kapitalizm ya finans m erkezli serm aye birikim ine devam edecek, ya da geliştireceği yeni tekn ik ve üretim a lan larıy la serm ayeyi yeniden üretken hale getirecektir.

Bugünün dünyasında bir tem el gerçeklik vardır. Kapitalizm bir fa y hat- tıyla iki farklı a lana bölünm üştür. İngiltere ve Am erika m erkezli sp e kü lasyo ­na dayanan, paradan para kazanan kapitalizm ; Çin, H indistan, Ja p o n ya , A l­manya gibi daha çok üretime dayanan kapitalizm . Bu saflaşm a hiç şüphesiz derin bir uçurum la birbirinden ayrılm ıyor, ancak ağır basan özellik leri aç ı­sından bir saflaşm a yaşanm aktadır. Ayrıca kapitalizm de böyle sa flaşm alar ilk kez de yaşanm ıyor. Kapitalizm in tarihine baktığ ım ızda her dünya gücü olan m erkez, sonunda finans spekü lasyonuna kaym ıştır, ardından yeni üre­tim m erkezleri ortaya çıkm ıştır. Onlarca yılı alan bu saflaşm a sonunda m ut­laka bir hesaplaşm a anı gelip çatm ıştır.

İşgücünün ucuzluğundan ve yü ksek üretim tekn iklerin in elde edilm e ve taşınm a hızının artm asından dolayı üretim daha çok “gelişm ekte olan ül­kelere” kaym aktadır. Bu durum un yaygın laşm ası ve derinleşm esi halinde dünya güç m erkezlerinde önem li kaym aların yaşanm ası kaçın ılm azdır.

Bu gelişm eye bir karşı tepki üretebilm ek am acıyla son günlerde Avrupa Birliği ile Am erika arasında serbest ticaret birliği için görüşm eler yap ılm ak­tadır. A tlan tik ’in iki yakası pazar b irliğine hazırlanıyor. Bu yeni girişim in üç anlam ı olabilir. Bunalım dan çıkışta üretimi can lan d ırm ak için bir de bu yol denenecektir. İkinci o larak, bu pazar birliği girişim leri BRICS ülkelerine karşı d aya n ık lılık kazanm a çabasıd ır. Son BRICS ülkeleri top lantısında or­tak banka kurulm ası gündem e gelm iştir. B ilindiği gibi başta Ç in ’in, kısm en Rusya’nın para birikim i o ldukça fazladır. Henüz çok erken olsa da, BRICS ülkeleri arasında bağların gelişm esi eski kapitalist m erkezler için açık bir tehdittir. Üçüncü olarak, dünya ekonom ik ağırlığ ın ın Pasifik bölgesine d o ğ­ru kaydığı artık bilinen bir gerçektir. ABD ve AB arasındaki pazar birliği gö­rüşm eleri dünya ekonom ik m erkezindeki bu kaym anın olası etkilerine karşı bir hazırlıktır. ABD, Pasifik bölgesinde gerilim yaratm ak için güney Çin d en i­zi konusunda Çin ve Ja p o n y a ’yı karşı karşıya getirm ek için epeydir uğraşı­yor. Ayrıca Kuzey Kore de böyle gerilim ler için hep bir od ak noktası o larak kalm aya devam etm ektedir. Fakat bunların yeterince etkili o lm ayacağın ı anlayan Am erika A tlantik’in iki yakası arasındaki ticarete de yeni bir şekil verm eyi gerekli görm üş olm alıdır.

Dünya ekonom ik bunalım ın ın beşinci y ılında gündem e gelen bu adım , p iyasalara para sürm e operasyonundan çok daha zor ve yavaş ilerleyecek bir adım dır; ancak dünyanın ekonom ik yapısında önem li değişim lere neden olabilir.

Öte yandan, dünya ekonom ik bunalım ın ın m aliyetini parası bol Çin gibi ülkelere yüklem eye çalışan Am erika, dünyadaki güç m erkezleri arasındaki

Page 8: Yol Yaz 2013

yum uşak saflaşm aları ister istem ez sertleştiriyor. Dünya enerji sorununun bir yansım ası o larak Suriye üzerinden yaşanan saflaşm a bunun bir kanıtıdır. Bunalım dan ç ık ış yo llarında m erkezler arası yaklaşım farkı kapanm ak bir yana her geçen gün artm aktadır.

Sonu ç olarak, kapitalizm in bunalım ı yeni bir aşam aya giriyor. Yapısal değişim zorlam aların ın arttığı bu süreçte m erkezler arası gerilim in de yük­selm esi doğaldır. A ncak şu anda dünya böyle gerilim lere h azırlanm ak için sanki geçici bir sak in liğ i yaşam aktadır.

Bölgede DurumDünyanın en gerilim li bölgesi hala O rtadoğu’dur. Bölge, güç m erkez­

lerinin b ilek güreşinin aynası durum undadır. Bölgede Suriye ve Irak en güçlü gerilim alanlarıd ır. Son yaşanan larla buna Mısır da katıld ı. Bölgeye A m erika’nın verm ek istediği şekil, Irak’ ın işgaline rağmen gerçekleşm em iş­tir. Bugün Irak b itm ek bilm eyen gerilim lerin içinde parçalanm a ve çürüm e­nin eşiğindedir. Su riye ’de ise sorun Esad sonrasında hangi güçlerin iktidar o lacağı noktasında kilitleniyor.

Irak’ı işgal etm esine rağmen ABD bölgeye istediği şekli verem em iştir. Buna karşı İran, Suriye ve Lüb n an ’dan oluşan bir direnç hattı vardır. W as­hington bu direnç hattını k ırm ak için uğraştıkça daha fazla batağa sa p la n ­m aktadır. Arap ayaklanm aları da d ikkate a lınd ığ ında bölgeye her Batı m ü­dahalesi “cehennem in kap ıların ı” açm aktadır. Öte yandan, A BD ’nin Irak’ın işgali ile varm ak istediği hedefleri tam o larak elde edebilm esi için İran, S u ­riye direnç hattını kırm ası gerekm ektedir. Fakat bu yoldaki her çaba böl­geyi sonu belirsiz ve em peryalizm tarafından denetlenem ez bir karm aşaya sürüklem ektedir.

L ib ya ’dan Batı basınında haber yer alm asa da henüz bir “dü zen ” kuru la­m adığı biliniyor. Su riye ’de sözde m uhalefet hem yeterince güce sahip d eğil­dir, hem de nitelik o larak Batı’yı tedirgin etm ektedir. Irak, ABD ve İran’ın en şiddetli hesaplaşm a alanıdır.

Bölgede Irak’ın işgalinden beri bazı önem li d eğişim ler yaşanm ıştır. İşgal sonrasında ortaya çıkan bölgede tek egem enin ABD olduğu gerçekliği d e ğ iş­mektedir. Ö zellikle Libya deneyinden sonra Rusya ve Çin, A BD ’nin her ad ı­mına karşı konum geliştirm e yeteneklerini güçlendirm işlerdir.

Öte yandan, Arap ayaklanm aları bölgede yeni bir güç ortaya çıkartm ıştır. K ırk y ıllık diktatörlüklere, top lu m sal çürüm eye ve neoliberal soyguna kar­şı halkların tepkisi zengin m ücadele deneyleriyle kendini ortaya koym uş, O rtadoğu’nun a lış ıld ık köhne kaderini değiştirm iştir. Elbette bu ortaya ç ı­kan güç henüz em peryalizm e karşı net bir siyasal öze llik kazanm am ıştır, an­cak Arap ayaklanm alarından sonra artık yeniden eskiye dönüş im kansızdır. Nabız atışları gibi bu gerçek kendini zam an zam an ortaya koym aya devam etm ektedir.

Mısır’da son yaşan an lar Arap ayaklanm aların ın ortaya çıkard ığı enerjinin

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

Page 9: Yol Yaz 2013

oo

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

hala yok olm adığım ortaya koym uştur. Yaşananlar, Mısır’da üç ana gücün: Ordu, Müslüman Kardeşler ve Tahrir’in m ücadelesinin henüz so n u çlan m a­dığını gösteriyor. İlk devrim i ordunun yard ım ıyla Tahrir’in elinden Müslü­man Kardeşler çalm ıştı, şim di buna karşı büyük bir tepki yükseld i. Ancak Tahrir bu kez de kendi gücünün siyasal sonuçların ı yaratam adığı için, bir kez daha gelişm elere ordu yön verm ektedir.

Bir d iğer önem li değişim san cılı yollardan şekillenen Kürd istan ’dır. Kürt Halkı artık bölgede önem li bir yere ve güce sahiptir. Elbette dört devletin tehditleri hala üzerindedir, ancak bölgede yeni şekillenen güçler dengesin­de bu tehditler sonuç alıcı değildir. Bölgede Kürt Halkı gittikçe güçlenen ör­gütlenm eye ve siyasi ağırlığa sahiptir.

Son olarak, bölgede Türkiye’nin konum u Irak işgalinden beri büyük de­ğişim gösterm iştir. A BD ’nin Irak’ı işgaline belli bir tavır koyan Türkiye, daha sonraki y ıllarda İran ve Suriye ile ilişk ilerin i geliştirip , A m erika’ya belli bir mesafe koym uştur. Fakat bu ara yol baştan beri açm azlarla doluydu. Kom ­şularla sıfır sorun stratejisi iflasa m ahkum bir yoldu. Sonunda Arap ayak­lanm alarıyla dengelerdeki hızlı kaym alar karşısında Türkiye, ait olduğu Batı eksenine geri döndü. Bu arada Suriye ile ilgili büyük hesap hataları yap ­tığı için dış politikada tam bir açm aza girdi. Bölge açısından önem li olan, Türkiye’nin “oyun kurucu” role soyunm uş o lm asına rağmen Arap ayaklan ­m aları sonrası bu rolü üstlenem eyeceğinin ortaya ç ıkm ış olm asıdır.

Mısır, Tunus olayları ve sözde Suriye m uhalefetinin eylem leriyle bölgede S iyasa l İs lam ’ın tırm anm a çizg isi artık inişe geçm eye başlam ıştır. Bu aynı zam anda A nkara’nın da bölgede yıpranm ası anlam ına geliyor.

Bölgede Tü rkiye ’nin konum u son on y ılda D avos’taki “one m inute” ç ık ı­şıy la önce yükselişe geçm iş, sonra Arap ayaklanm aları sırasında Am erika, Suudi Arabistan, Katar eksenine oturm asıyla hızla inişe başlam ıştır. Tü rki­ye, artık bol laf söyleyen ancak yaptırım gücü olm ayan bir ülke konum un­dadır. Bu nedenle de gittikçe hırçınlaşıyor.

Türkiye’de Yaşanan Barış Süreci ve Gezi İsyanıTürkiye kendi po litik sorun larıyla uğraşırken aslında aynı zam anda d ü n ­

ya ve bölgeden üzerine gelm ekte olan etkilere karşı hazırlık yapm aktadır. Bu hazırlık ların birisi dünyadaki ekonom ik krizle ilg ilid ir. AB ve ABD serbest ticaret an laşm ası görüşm elerine başlayınca Türkiye paniğe kapılm ıştır. Çünkü bu yolla Am erikan m allarına karşı da korum asız hale gelecektir. Oysa kendisi hala Am erika ile dış ticarette kota arttırm a kavgası verm ektedir. Dünyada bunalım derin leştikçe Türkiye’de ekonom i yavaşlam aya devam edecektir. Üstelik AB ve ABD arasında yeni ticaret an laşm aları yapılırsa, Tür­kiye bundan doğrudan etkilenecektir. Türkiye’nin hala en büyük dış ticaret alanı Avrupa’dır. Bunun orta vadede bile değişm esi m üm kün değildir.

Öte yandan, Türkiye’nin kredi notları yükseltild i. Böylece daha fazla s ı­cak para akm a o lasılığ ı vardır. Bu doğrudan yatırım a lan larına yönelm edik­

Page 10: Yol Yaz 2013

çe daha fazla spekülasyon dem ektir. Ayrıca Türkiye, Su riye ’nin işlerine daha fazla karıştıkça “gü ven li” bir ülke olm a konum unu kaybedebilir. Bunların yanı sıra otuz y ıld ır yaşanan Kürt savaşın ın şiddetlenerek devam etmesi du ­rum unda, Türkiye ekonom isi ve politikası pek çok etkiye açık hale geldi.

Bu kırılgan ekonom i ve po litik g id iş içinde “ barış sü reci” elbette özel bir yere ve anlam a sahiptir.

Dönemin Temel ÖzelliğiA K P ’nin ilk iki dönem i ile son “ustalık dö nem i” arasında fark vardır. İlk

iki dönem e askeri vesayetin geriletilm esi “ m ücadelesi” dam gasın ı vurm uş­tur. Bu dönem lerde AKP “ üstünlerin hukuku değil, hukukun ü stün lüğü” ve “ ileri dem o krasi” sözlerin i d ilinden düşürm edi. Buna bir de “ Kürt a ç ılım ı” eklenince A K P ’den beklentiler tavan yapm ıştır. Bu beklentilerin zirve yap tı­ğı po litik m om ent 2010’daki 12 Eylül referandum udur.

Askeri vesayetin geriletilm esiyle “hukukun üstün lüğü” ve “dem o krasi”nin geleceğini bekleyenleri büyük bir düş k ırık lığ ı bekliyordu. AKP iktidarı kendi hukuk düzenini kurdu ve dem okrasiyle bir bağı o lm adığın ı hemen ortaya koydu. En son burjuva dem okrasisin in tem eli “güçler a yrılığ ı”ndan şikâyet etmeye başlayan başbakan, başkan lık sistem iyle yürütm e gücünün yetki­lerini çok daha yüksek noktalara çekerek, üstüne parlam ento şalı örtülm üş bir d iktatörlüğü inşa etmeye soyunm uştur.

Bütün bu gerçekliklerin ortaya çıktığı zam an dilim i 2011 Haziran seçim le­ridir. Bu seçim lere giderken Başbakan artık “Kürt sorununun o lm a d ığ ın ı” da ilan ederek tip ik bir cum huriyet partisine dönüştüğünü gösterdi. AKP üçün­cü iktidar dönem inde cum huriyetin yeniden inşasına soyunm uştur. Cum ­huriyetin harcına ideo lo jik o larak İslam i değerleri katm aya, askeri vesayet geri çekilse de, bu topraklarda yüzlerce y ıllık köklere sah ip olan devlet ve­sayetini güçlendirm eye çalışan bir yeniden inşa g irişim in in te laşlı faaliyeti içindedir. Bu yeniden inşanın içinde pragm atik o larak her şey vardır, ancak dem okrasi yoktur.

“ B arış” sürecine girilirken dönem in siyasi karakterinin tespiti önem ta­şım aktadır. Yeni beklentilerin oluşm ası m üm kündür. Nasıl ki askeri vesaye­tin geriletilm esi sırasında dem okrasi beklentileri ortalığı kaplad ıysa, bugün “ barış” sürecinde aynı beklentilerin ortaya çıkm ası m üm kündür. Libera lle ­rin böyle um utları körüklem esi çok doğaldır, önem li olan halkların böyle beklentilere kapılıp kapılm ayacağıd ır. Böyle boş beklentiler m ücadele tak­tiklerinde, moral zem inde zaaflar yaratır.

Barış Sürecinin Başlama HikayesiAKP tarafından cum huriyetin yeniden inşasında 2014 yılı özel bir öneme

sahiptir. Bu yıl üç önem li seçim yaşanacaktır. Ayrıca onun kadar önem li olan 2014 yılına nasıl gidileceğid ir. Bu süreçte Kürt sorununun çözüm üne doğru­dan bağlı olan yeni anayasa çalışm aları vardır. AKP için başkan lık sistem i ve

VO

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

Page 11: Yol Yaz 2013

oD

ÜN

YA

VE T

ÜR

KİY

E'DE PO

LİTİK

DU

RU

M

yeni bir anayasa önem lidir. S iyasa l İs lam ’ın kazandığı m evzileri sa ğ la m la ş­tırm asın ın yolları bunlardır.

Kürt sorununda barış sürecinin nasıl başlad ığın ı açık layab ilm ek için 2012 yılına dönm ek gerekir. 2011 Haziran seçim lerinden İm ralı görüşm ele­rinin başlam asına kadar Erdoğan Kürt halkına karşı esti gürledi. Koca bir halkı Kürt Ö zgürlük Hareketini gerekçe göstererek her gün aşağılad ı. En son gerilla larla vekillerin kucaklaşm asın ı bahane ederek d o ku nulm azlık ların ın ka ld ırılm asın ı gündem e getirdi. Sonra birdenbire keskin bir dönüş yapan hüküm et, İm ralı’nın yolunu tuttu ve barış sürecine g irild i. Bu dönüşü AKP ve iktidar açısından açık lam ak zor değildir. Bunun için iki tem el sebep o la b i­lir. İlki, Kürt Ö zgürlük Hareketinin askeri yollardan ezileb ileceğin in hayalini AKP iktidarı da kurdu. Askeri vesayeti geriletip orduyu yola getirdiğini dü ­şündü, aynı zam anda özel birlikleri sahaya sürerek gerillayı tasfiye edebi­leceğine inandı. A ncak 2012 yazı bunun tam bir hayal o lduğunu AKP iktid a­rına gösterdi. Kürt Ö zgürlük Hareketi yüksek m ücadele seviyesiyle iktidarın tüm hesapların ı boşa çıkarttı. Hüküm etin İm ralı’nın yolunu tutm asın ın bir önem li nedeni bu gerçekliktir.

İkinci neden, bölgedeki gelişm elerle birlikte Türk devletinin bütün kır­mızı çizg ileri s ilin m iş ufukta bir Kürdistan görünm eye başlam ıştır. Para­doks gibi görünse de hüküm et Suriye p o litikasıy la bu süreci h ızlandırm ıştır. Rojaw a’da yaşan an lar hüküm et için alarm sinyalleri yerine geçm iştir.

Sonuç olarak, AKP esip gürlem e po litika larına devam etseydi, ne strate­jik hedefi olan cum huriyetin yeniden yap ılan d ırılm ası hedefine ne de 2014 y ılındaki taktik hedeflerine u laşam azdı. Erdoğan Kürt halkını aşağılad ıkça , nefret kustukça aynı zam anda Kürd istan ’ın doğum una yardım etm iş o lu ­yordu. Kürt Ö zgürlük Hareketi elbette Türk devletini yenecek güçte değildir, ancak A K P ’nin stratejik ve taktik hedeflerini engelleyecek gücü vardır. İkti­dar 2012 y ılında esip gürlediği zam anlarda bu gerçeği kavram ıştır. Böylece İmralı süreci başlam ıştır.

Barış sürecin in başlam asın ın Kürt Ö zgürlük Hareketi yönünden a çık la n ­ması aynı ölçüde açık nedenlere dayanm ıyor. Barış süreci için Kürt Hareketi yönünden iki genel gerekçe gösterilebilir. İlki, 1999 stratejik dönüşünde sa ­vunulan ideo lo jik zem indir. S ilah lı m ücadele çağın ın kapandığı ve ulus dev­letin öm rünü doldurduğu iddiaları Kürt Ö zgürlük Hareketinin 1999’dan beri ideo lo jik zem ini olm uştur. İk incisi, savaşın sonuç elde etmede sın ırların ın belli o lm asıd ır. Belli ölçülerde kendini tekrar eden m ücadele kazanım ları korusa da hedefe yaklaştırm ıyordu. Bu anlam da en uygun m om entte barı­şın denenm esi kaçın ılm az görünüyordu. A ncak içinde bulunduğum uz süre­cin bu denem e için en uygun zam anlam a olduğu kesin değildir. Ya da şöyle söylem ek daha doğru olur, AKP için ideal olan zam an dilim i Kürt Ö zgürlük Hareketi için hiç de ideal bir zam an aralığı değildir.

Page 12: Yol Yaz 2013

Barış Sürecinde Başlangıç Konumlarıİm ralı süreci için pek çok spekülasyon yapılıyor, bu bir anlam da doğaldır.

Hangi konularda anlaşm aya varıld ığ ı en çok m erak edilen konudur. Bu ko­nuda spekülasyon yolunu seçem eyiz. Tarafların açık lam aların d an aydınlığa kavuşan durum şöyle özetlenebilir. İktidarın ilk ve o lm azsa olm az koşulu gerillanın ülkeden çıkm asıd ır. AKP ancak bundan sonra “siyasal ortam ın iy i­leşeceğin i” iddia ediyor.

Kürt Ö zgürlük Hareketi geri çekilm e sonrasında bir dem okratik m ücade­le dönem inin başlayacağın ı, bu m ücadele ile hakların elde edilebileceğin i iddia etmektedir. Eğer ortada bir “ u zlaşm a” zem ini varsa, gerillanın geri çekilm esine karşılık bir dem okratik m ücadele ortam ı vaadinden söz ed ile ­bilir, bundan fazlası spekülasyona girer. Ö zellikle Kürtlerin d iğer ha lk lar ve kültürler aleyhine kendi hakların ı tem inat altına a larak “y a n lış” bir u zlaş­ma yaptık ları yo lundaki spekülasyonlar, hatalı o lm aktan öteye kasıtlıdır. Bu spekü lasyon ların am acı barış sürecinin tek ve gerçek tem inatı olm ası ge­reken, Kürt Halkı ile d iğer halk ve kültürler arasındaki kurulm ası gereken ittifakları bozm aya yöneliktir.

Öte yandan, A K P ’nin İm ralı sürecini başlatm asın ı, “Türklerin nihayet Kürtlerle ittifakı tercih ettiğ i” şeklinde yorum layanlar, yap ılab ilecek en ha­talı siyasi değerlendirm eyi ileri sürm ektedirler. Hangi Türkler hangi Kürt­lerle ittifak yapm ıştır? Bu ittifak neyin lehinde, kim lere karşıdır? Bu yoldan bölgede Türkiye’nin güçlenm esi kim lerin ç ıkarlarınadır? Halkların ittifakın ­dan değil de, Türkler ve Kürtlerin ittifakından söz etm ek barış sürecini ya hiç kavram am aya, ya da A K P ’ye o lm ad ık m isyonlar yüklem eye denk düşer.

Sürecin başlangıcıy la ilgili iki gerçekliğe de değinm ek gerekiyor. Barış sü ­recine Ö ca lan ’ın çağrısı ideo lo jik ve siyasi zaaflarla yüklüdür. Bunların ikisi, “ İslam kard eşliğ i” ve “ Misak-ı Milli” vurgusudur. Bu yoldan barışa g id ilm e­si m üm kün değildir. Barış sürecine A K P ’nin ve devletin ideo lo jik etkisinin seviyesin i gösterir. En güçlü vurgu dem okratik m ücadele dönem ine ve bu dönem in gerekli ittifaklarına yapılm alıd ır.

Bir d iğer başlangıç zaafı çekilm e sürecin in m eclis kararı olm adan yap ıl­m asıdır. Bu bir tekn ik sorun değildi. Tüm üyle siyasi bir sorundur. Böyle bir konunun m eclise gelm esi Kürt sorununu devletin ve A K P ’nin kavrayıp an­lattığı gibi terör sorunu olm aktan öteye siyasi bir sorun haline getirecekti. Bugün bu basam ak atlandığı için konu A K P ’nin sunduğu tarzda algılanm aya devam edilecektir. AKP, “terörü sın ır dışı etm enin” başarısını ve siyasi ka­zançların ı devşirm ek istiyor. Süreci tıkam am ak kaygısıy la barış sürecinde zaaflı bo şlu klar yaratm ak gelecek adım ları zorlaştıracaktır.

Gezi İsyanı ve AnlamıBarış sürecinin nasıl gelişeceği üzerine sp ekü latif düşünceler devam

ederken 1 Mayıs olayları yaşand ı. Taksim ’i kitlelere yasaklayan AKP, h a lk la ­ra şu m esajı veriyordu:

11

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

Page 13: Yol Yaz 2013

<ND

ÜN

YA

VE T

ÜR

KİY

E'DE PO

LİTİK

DU

RU

M

“Kim se barış süreci ile dem okratik leşm eyi b irb irine karıştırm asın , ayrı­ca dem okrasin in sın ırla rın ı ço ğu n lu k o larak belirlem e hakkına AKP sa h ip ­tir.”

1 Mayıs’ta verilen bu siyasal ültim atom barış sürecinin nasıl gelişeceğinin en güçlü kanıtı olm uştu. Gerilla s ın ır d ışına çekild ikten sonra “dem okratik m ücadele” sürecinin ne ölçüde zorlu yaşanacağın ın işaretleri ortaya ç ık ı­yordu. A ncak siyasi ortam a yıld ırım hızıyla düşen Gezi isyanı pek çok siyasal varsayım ı boşa düşürdü ve ezberleri bozdu.

Gezi isyanı 2001 Arjantin ayaklanm asından beri dünyada görülen, bu­nalım yılların d a özellik le Avrupa ve Am erika’da yaygın laşan , daha sonra Arap ayaklanm ası o larak kendini bölgem izde de ortaya kolan yeni tip isyan hareketidir. K lasik m erkezi örgütlenm eye sah ip olm ayan, akıcı yatay ilişki halkalarına sahip olan bu isyan, esas o larak AKP ve Erdoğan’ın cum huriyeti yeniden yapılandırm a stratejisi içinde “ahlaklı ve kindar ge n çlik” yetiştirm e girişim lerine karşı bir tepkidir. Fakat böyle bir tepkinin bu ölçüde yayg ın ­laşacağın ı ve bu kadar uzun süreli d irenebileceğin i kim se öngörm üyordu. Ayrıca ülkeyi biber gazı cum huriyetine dönüştüren AKP iktidarın ın bu s i­lahlarını büyük bir d irenç ve hatta neşe ve m izahla geri püskürten bu isyan Erdoğan’ın kim yasını fena halde bozm uştur. Gündem belirm ekle pek öğü- nen Erdoğan bir aydan fazla Gezi isyanın ın belirlediği gündem in peşinden gitm ek zorunda kalm ıştır. Gezi isyanı, gittikçe otoriterleşen AKP iktidarının ve başkanlığa hazırlanan Erdoğan’ın karizm asın ı derin bir şekilde çizm iştir.

“A p o litik” ve “ ben cil” o lduğu düşünülen bu genç ku şaklar Gezi isyanı s ı­rasında yaratıcı örgütlenm eleri ve dayan ışm aları ile herkesi şaşırttılar. İs­yanların “y ık ıc ı” ve “kurucu” unsurları vardır. Taksim ’deki gençler “ kurucu” özellik lerin i revirlerden, yem ek m asalarına, biber gazına karşı etkili tedbir­lerine, alanın tem izliğine, kütüphanesine kadar çeşitli örgütlenm elerle gö s­terdiler. Ayrıca mizah yetenekleri Erdoğan’ın aşağılam aların ı geri püskürt­m ekle kalm adı, dünya halkları üzerinde silin m ez etkiler yarattı.

Gezi isyanı, bu özellikleri yanında, cum huriyetin kireçlenm iş siyasal denklem leri üzerinde de y ıkıcı bir etki yapm ıştır. Cum huriyet “ la ik lik -irtica” gerilim inden kendini sürekli o larak yeniden üretm iştir. AKP iktidarı ile bu denklem in tarafları değişm iş ancak kendisi kalm ıştır. B ir dönem Kem alist- lerin yaptık ların ı, artık S iyasa l İslam yapm aya başlam ıştır. Gezi isyanı po li­tik ortam a bu k ısır denklem in d ışında bir vuruş yaparak “ Mustafa Kem alin askerleri” veya “ İslam ın m ücahitleri” saflaşm asın ı an lam sız hale getirm iş­tir. Bu vuruş siyasal o larak büyük önem taşım aktadır. Bu cum huriyet, aynı zam anda dem okratik bir n itelik kazanacaksa ancak bu yoldan yürünerek böyle bir hedefe varılab ilir.

Gezi isyanı, A K P ’nin “dem okrasinin sın ırların ı da çoğunluk o larak ben belirlerim ” tavrına güçlü bir darbe indirm ekle kalm am ış, kendi içindeki uy­gulam alarla ve ardından yarattığı halk forum larıyla siyasal gündem e “d o ğ­rudan dem o krasi” kavram ını getirm iştir. Dem okrasiyi s ırf san d ık sanan Er­

Page 14: Yol Yaz 2013

doğan, bunu her fırsatta vurgulasa da, artık Latin Am erika ayaklanm aları ile 21. yüzyıl po litikasın ın pratiğine güçlü bir şekilde giren “ katılım cı dem ok­rasi”, Gezi isyanı ile Türkiye’nin de gündem ine girm iştir. Bu po litik değerin, devlet vesayetinin yüzlerce y ıllık egem enliği a ltında yaşam ış bu topraklarda yeşerm esi büyük bir önem e sahiptir.

Gezi isyanına hüküm etin koyduğu teşhis, onun po litik tükenm işliğ in in en güzel kanıtıdır. İktidarının ilk iki dönem inde askeri vesayetle boğuştuğu ölçüde siyasi itibar kazanan AKP, bunu dem okrasi adım ı ile taçlandırm aya hiç niyetli o lm adığın ı üçüncü dönem inde ortaya koym uş, geleneksel dev­let vesayetini kendi değerleri ile yeniden inşa etme yoluna çıktıkça A K P ’nin bugüne kadar ki “devletin sa h ib i” olan partilerden hiçb ir farkı kalm am ıştır.

Bu “devlet a k lın ı” hemen içselleştiren AKP, Gezi isyanını “d ış güçlere” bağlam ış, kendini sandıkta yenem eyenlerin darbe girişim i o larak yorum ­lam ıştır. Bu yorum ların kom ik veya saçm a olm aktan öteye bir anlam ı var­dır: AKP, bir on yıl gibi kısa sürede devlet aklı ile zehirlenip k lasik bir devlet partisi haline gelm iştir. M azlum luk, “bu ülkenin zencisi o lm ak” üzerine çok edebiyat yapan AKP, artık “ayakların baş olm ası nerede gö rü lm üş” diyerek devlet katının u laşılm az yüksekliğ inden po litik ortam a bakm aya b aşlam ış­tır. Devletin bu katından politikaya bakınca, kendine karşı her sesin ve ey­lemin “dış gü çlerin ” oyunu o larak görülm esi kaçın ılm azdır. Bu tavrıyla AKP, artık devlet partisi olm a yolundaki evrim leşm esini tam am lam ıştır. Gezi is­yanı bu tam am lanan evrim leşm eyi en kör göze batırm ıştır.

Gezi isyanı her şeyi etkilediği gibi barış sürecini de etkilem iştir. Kürt Öz­gürlük Hareketi, içinde u lusalc ıların o lm ası nedeniyle Gezi isyanına kuşkulu yaklaşm ış, böylece iki halkın kardeşleşm esi konusunda tarihi bir fırsatı ka­çırm ıştır. Gezi isyanına tutarsız yaklaşım ın altında sadece eylem içinde ulu­sa lcıların varlığı değil, bu isyanın barış sürecini engelleyebileceği endişesi de vardır. Oysa güç kaybına uğram ış bir AKP Kürt Ö zgürlük Hareketi için bir avantajdır.

Gezi isyanın ın ilk hızını kaybettiği şu günlerde barış sürecin in geleceği konusunda bazı bu lan ık noktalar netleşm eye başlam ıştır. AKP ipe un ser­meye hazırlanm aktadır. Seçim barajına bile dokunm aya niyetli olm ayan AKP, büyük o lasılık la içi boş sözde reform larla yeni bir oyalam a sürecine hazırlanm aktadır. Barış sürecin in sadece AKP iktidarı ile “ u zlaşm a”dan iba­ret o lm adığı, bir dem okrasi m ücadelesi dönem i olduğu yeterince açıktır. Bu sürecin güçlü o larak ilerleyebilm esi için Kürt Ö zgürlük Hareketinin barış sü ­reci ile Gezi isyanın ın ruhu birleşm elidir.

L ice ’deki katliam , kendisi yine Kürt halkı için büyük bir acı olsa da, halk­ların barış sürecinde birleşm esi için önem li bir fırsat yarattı. Devletin otuz yıldan beri ördüğü şovenizm duvarında bu olayla büyük bir çatlak oluştu.

Sonu ç olarak, Gezi isyanıyla A K P ’nin cum huriyeti yeniden yapılandırm a stratejisi büyük bir darbe alm ıştır. Doğrudan veya tersinden cum huriyetin kireçlenm iş “ irtica -la ik lik” denklem i Gezi isyanı ile büyük ölçüde anlam ını

coD

ÜN

YA

VE T

ÜR

KİY

E'DE PO

LİTİK

DU

RU

M

Page 15: Yol Yaz 2013

NY

A V

E TÜ

RK

İYE'D

E POLİT

İK D

UR

UM

kaybetm iş, böylece hem AKP, hem de C H P ’nin ezberi bozulm uştur.Öte yandan, Lice katliam ının yarattığı ha lk lar arasındaki kardeşlik havası

barış sürecin in en güçlü tem inatı olm aya adayken, bu sürecin aynı zam anda dem okratikleşm e ile birlikte yürüm esinin de güçlü alt yapısın ı oluşturabilir. Bu tarihsel b ir fırsattır.

İktidarın bu kard eşlik ve ittifak havasını tüm gücüyle bozm aya çalışacağı çok açıktır. Mademki Gezi isyan ıyla ezberler bozuldu. İktidarın bu konuda da ezberini bozm ak halkların tarihsel bir görevidir.

10 Tem m uz 2013

Page 16: Yol Yaz 2013

BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK• • • •

GEZİ DİRENİŞİM. Sinan MERT

Gezi Direnişi büyük bir uyanış ve korku duvarlarını yıkış hareketi olarak Türkiye toplumu açısından çok önemli bir eşik aşımını ifade ediyor. Erdoğan’ın neredeyse her şeyi ve herkesi teslim aldığını düşündüğü bir anda dev bir koalisyon harekete geçe­rek diktatöre haddini bildirdi. Devlet güçleri Taksim’den uzaklaştıktan sonra iki gün boyunca Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık ofisini korumaya çalıştılar. Her şey o kadar hızlı ilerledi ki politik öznelerin çok önemli bir kısmı süreci kavrayamadı, ne olduğunu anlayamadı, işlerin nerelere varabileceğini öngöremedi. Bunların başında tabii ki Erdoğan geliyor. Kürt Hareketi ile müzakere sürecinin başlaması sonrasında Batı’daki direniş dinamiklerini çok hafife alan, direnişi bir adli vaka kategorisine so­kabileceğini düşünen Erdoğan hatasının bedelini karizmasını kaybederek ödedi. Bu kayıp, iktidarını kaybetmesine varacak uzunca bir güzergâhın da ilk önemli durağı olarak görülebilir.

Erdoğan’ın kısa vadede iktidarını kaybedeceğini düşünmek hareketi hatalara sevk edebilir. Sabırsızlık politikada radikalizmi doğurur ve bu da kimi zaman Gezi Direnişi sırasında olduğu gibi kimi eşiklerin çok çabuk aşılmasını sağlar. Fakat rakibi küçümsemek de uzun vadede hayal kırıklığına ve dağılmalara yol açar. Erdoğan, ha­reketin çok hızlı gelişmesi ve çok yoğun ataklar gerçekleştirmesi sonrasında kısa bir kafa karışıklığı yaşadıktan sonra kendi tabanını konsolide etmeye ve moralini yük­seltmeye yöneldi. Sürekli kullandığı yukarıdan ve öfkeli dilin gerçek amacı buydu. Bunu da kısmen başardı. Sonuç olarak AKP hala önemli bir toplumsal bloğu yön- lendirebiliyor. Gezi Direnişi her ne kadar son 15 yıldır ilk kez bu bloğu ciddi anlamda çatlatmaya dönük manevralar gerçekleştirse de daha kalıcı mevziler elde edebilmiş durumda değil. Bu ancak uzun soluklu bir mücadele süreci sonucunda ortaya çıka­bilecek bir sonuç olabilir.

En Önemli Meziyet: BirleştiricilikDirenişin en önemli başarısı ısrarı ve mücadeleciliğinin yanı sıra hiç kuşkusuz yan­

sıtmayı başardığı politik içerikte gizlidir. AKP’nin inşa sürecine giriştiğinin işaretlerinin her geçen gün daha da belirgin bir biçimde ortaya çıktığı ve buna karşı rahatsız olan­ların genelini ifade edebilecek bir odağın bulunmayışından kaynaklanan umutsuzlu­ğun da ortama hâkim olduğu bir dönemde ortaya konan alışık olunmayan, dili ken­dine özgü ve renkli ayağa kalkış, olağanüstü birleştirici bir rol oynadı. Burada en çok üzerine kafa yorulması gereken 31 Mayıs gecesi Taksim’de ne olduğudur. Sabahtan

LOBÜYÜ

K BİR SIÇRAMA O

LARAK GEZİ DİRENİŞİ

Page 17: Yol Yaz 2013

ON

BÜYÜK BİR SIÇRAM

A OLARAK GEZİ DİREN

İŞİ

akşam 5’e kadar tamamen devletin inisiyatifinde gelişen süreç mesai sonrası özellikle büro çalışanı olarak tasvir edebileceğimiz, yeni işçi sınıfının özel bir öbeği olarak tasnif edilebilecek kesiminin kitlesel katılımıyla bambaşka bir görünüme büründü. Olağa­nüstü kitlesellik, devlete direnme deneyimi bulunan militan unsurların daha kararlı bir biçimde öne çıkmasına yol açtı. Anılan kitlesel destek doğrudan çatışmalara işti­rak etmedi ancak direnen unsurlara muazzam bir moral üstünlük sağladı. Bir kaç saat içerisinde devlet güçleri kendisini korumakla sınırlı bir tutum izleyebilir hale gelmişti. Bu diyalektik kitle bileşimi tüm eylemlere damgasını vurdu. Devletin bu iki kesimi bir­birinden kalıcı olarak ayrıştırmaya dönük ameliyat girişimleri ise her seferinde boşa çıkarıldı. Devletin Taksim’e yeniden çıktığı gün ortaya koymaya çalıştığı performans da bu ayrıştırma senaryosu üzerine kurulu idi. Ama başaramadılar. Grup kendi içeri­sinde flama açma, taş atma konuları üzerinden ateşli tartışmalar yürütse de herkes aslında birbirine ne kadar muhtaç olduğunu bildiği için tüm kesimler gerilimlerin ko- puşma noktasına sıçramasını engellemek için olağanüstü çaba harcadılar. Hareketin tüm ideolojik ve politik farklılıklarına rağmen bir arada durma iradesine sahip çıkması muazzam bir yenilik ortaya çıkardı. Bunun ortaya çıkmasında mücadeleye akan ve aslında tüm kesimlerle arasında belli bir mesafe bulunan kesimlerin yoğun­luğu önemli bir belirleyici etken oldu. Hiçbir politik özne hareketin tümü üzerin­de söz sahibi olabilecek bir etkinliğe sahip değildi. Bu da aslında ortaya gayet kararlı ve dengeli bir politik yönetimin çıkmasına olanak sağladı. Taksim Daya­nışması bütün karmaşasına ve kurumsallaşamama haline rağmen çok etkili bir performans sergiledi. Hem alanın genel hissiyatından kopmadı hem de politik özne­lerle alanın arasının açılmasını engelleme noktasında önemli bir rol oynadı. Özellikle Erdoğan’la görüşme sonrasında alanda gerçekleştirilen forumlar görülmeye değer bir deneyim ortaya çıkardı. Politik akıl elde edilen “kazanımlar” üzerinden (“mahke­me kararlarına uyacağız”ın verilen bir taviz olarak gösterilmesi bir hukuk garabetidir, burjuva hukukunun bilfiil burjuvazinin kendisi tarafından ayaklar altına alınmasıdır, bu anlamda bir garabet olarak Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesini engellemek için Anayasa Mahkemesi’nin aldığı yeter sayı kararından mentalite olarak hiçbir farkı yoktur) hareketi daha güvenli ve sürdürülebilir bir limana taşıyıp hareketi daha uzun soluklu hale getirmenin yollarını bulmayı önerirken, alandan “devam” kararı çıkması aslında yönetilmesi zor gerilimler ortaya çıkarmaya adaydı. Fakat neyse ki Erdoğan’ın gazabı yeniden birleştirici bir unsur olarak 15 Haziran gecesi devreye girdi. Taksim Dayanışması bütün bu süreçlerde çok büyük hatalar yapmadan, hareketin birlikte sürdürülmesini sağlayacak bir ortalamayı temsil etmeyi başardı. Bu anlamda ortaya önemli bir deneyim çıkarıldığı tespit edilebilir. Yorucu ve bol tartışmalı bir yol izlendi fakat böylesi bir devasa kendiliğinden hareket ancak böyle yönsenebilirdi.

15-16 Haziran’da ortaya konan reaksiyon şanlı bir direniş olarak değerlendirilme­li. Harekete geçen güçlerin daha merkezi bir biçimde yönlendirilebilmesi sağlana- bilseydi hiç kuşku yok ki bu iki günün sonunda Taksim Komünü’nün korunması ve hatta yeni Komün alanlarının yaratılması mümkün olabilirdi. Fakat çok kendiliğin­den ortaya çıkan reaksiyon muazzam bir kararlılıkla Erdoğan’ın moral üstünlüğü ele geçirmesine engel oldu. Yenilgi ruh hali kök salmadı. Bu durum yöneteler açısından

Page 18: Yol Yaz 2013

hiç kuşku yok ki aşırı bir tedirginliğe yol açmaktadır. İstanbul’un merkezi neredey­se iki hafta boyunca direniş güçleri tarafından elde tutulmuş, hareket bölünmemiş, birbirine düşmemiş, Türkiye’nin dört bir yanında eylemler süreğenleşmiş, ölümlere, yaralanmalara rağmen kitle hareketi cüretini tam anlamıyla kaybetmemiştir. Hükü­metin saldırılarına devam edeceği tespitinin en açık gerekçesi bu durumdur.

Fay Hatlarına Sıkışmayan Bir Politik Zenginlik Sonuç Veriyor

Gezi Parkı direnişinin ortaya koyduğu mesaj Erdoğan’ın ezberini bozuyor. Çünkü muazzam çeşitliliğe sahip hareket, bu çeşitliliğini yansıtan bir ortak mesaj üretince ortaya bileşenlerin hiçbiri tarafından tek başına üretilemeyecek derinlikte bir tablo çıkıyor. Türkiye’nin geleneksel fay hatları tarafından çerçevesi çizilmiş ve ezberi ar­tık herkes tarafından bilinen politik mesajlar kitlelerde bu oranda bir yankı yarata­mıyor. Fakat Gezi ezberleri gerçekten bozacak politik mesajlar üretiyor. Bunların en önemlilerinden biri hiç kuşku yok ki anti-kapitalist Müslümanların katkısıyla ortaya çıkan görüntü. Alevilerin çok yoğun olarak desteklediği bir direnişin göbeğinde iki defa Cuma namazı kılınması sonuçları çok kalıcı olacak bir etki yarattı. Bunun dı­şında örneğin hareketin 4 şehidinden birisinin polis olması da belli kesimlerin ka­fasını ciddi biçimde karıştıracaktır. Hayatını kaybedenlerin anıldığı her yerde polis memurunun da anılması hareketin moral üstünlüğünü ortaya koyması açısından oldukça önemli. Bu mücadelede zorun rolü kesinlikle yadsınamaz. Erdoğan’ın ken­disini öne çıkaran tüm hamleleri zor ile boşa düşürüldü. Fakat sosyal medyanın bu kadar öne çıktığı bir dünyada geniş yığınların kalplerini kazanmaya dönük bir hegemonya mücadelesi de en az zor kadar önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam edecek. Devletin de son aşamaya kadar masum vatandaşlarla marjinal grupları ayırmaya çalışan çabası bu gücü bilmesinden kaynaklanıyor. Fakat şurası çok açık ki AKP bloğunun 11 yıllık iktidarı boyunca ideolojik mücadelede bu kadar başarısız kaldığı, bu kadar çaresizleştiği, yalanlarının bu kadar buz gibi açığa çıktığı süreç yaşanmamıştır. “Öyle veya böyle hep haklı olan Erdoğan” görüntüsü tamamen ortadan kalkmıştır. Erdoğan’ı savunmaya çalışanların ortaya çıkardıkları kara mizah, İstiklal’in duvarlarını süsleyen yazılamalardaki yaratıcılıkla baş edecek durumdaydı! Zello örgütü, telekinezle cinayet, faiz lobisi, İran ajanları, çadırlarda bulunduğu iddia edilenler, Camide içki, sahte Amanpour röportajı, Zaytung haberlerine balıklama at­layan belediye başkanları, eylemleri tetikleyenin bir tiyatro oyunu olduğunun ifşası, AKP cephesinin zavallılığını tekrar tekrar ortaya koydu.

Örgütlenme-Birliği Koruma-Kürt Hareketi İle Yakınlaşma-Sömürüye Karşı Söz Üretme

Bu hareket nereye kadar gidebilir? Hep beraber göreceğiz. Fakat zeminde çok önemli bir hareketlenme ortaya çıktığı açık. İnsanların kafasındaki hapishaneler yıkılıyor. Her şey sorgulanıyor. Yıllardır araya mesafe konan kesimlerle çok hızlı ya­kınlaşmalar yaşanıyor. Sorgulanan sadece AKP değil. Aynı zamanda yaşam tarzı, tü­ketim kültürü ile de ilgili ciddi sorgulamalar gerçekleşiyor. Hareketin tam anlamıyla

^1

BÜYÜK BİR SIÇRAM

A OLARAK GEZİ DİREN

İŞİ

Page 19: Yol Yaz 2013

oo

BÜYÜK BİR SIÇRAM

A OLARAK GEZİ DİREN

İŞİ

ulusalcı bir nitelik kazanacağı ve AKP’ye karşı Ergenekoncu bir reaksiyona dönüşe­ceği vehmi tam anlamıyla boşa çıktı. “Mustafa Kemal’in askerleri” şimdilik “Mustafa Keser’in askerlerinin” peşine düşmüş görünüyor. Liberal sol çevrelerin Kürt hareketi üzerinden ortama boca ettikleri bu telaş en azından HDK’yi önemli oranda uzun süre paralize etti. HDK çevrelerinde ilk hafta en çok konuşulan bu eylemin en kısa vade­de nasıl sönümlendirilebileceği idi. Solun ve kitlelerin önemli bir kesimi hala devleti sürekli unutmakla inmelenmiş vaziyette. Kemalizm devletten düştü. AKP artık dev­lettir. Bu durum başlı başına büyük bir altüst oluştur. Devlete sahip olan egemendir. Devlet demek sınırsız zorbalık tekeli demektir. Devlet olmak, revirleri yakıp yıkma özgürlüğüdür. Devletsiz Kemalizm sokaklardaki bir sürü ideolojiden birisidir. Değiş­meye ve etkileşime açıktır. Tüm kesimler gibi onlar da öğrenmektedir. Bu etkileşimin nereye varacağını hangi sınıfın ya da fraksiyonun hegemonik olmayı başaracağı gös­terecektir. Eğer sosyalist blok, sokak direnişinin merkezinde hegemonik bir rol elde edebilirse Kemalizmin devletçi ve muhafazakâr yorumları kan kaybedecek onun ye­rine daha sol Kemalizm yorumları etkinlik kazanacaktır.

Hareketin nereye kadar gidebileceği hiç kuşku yok ki ne seviyede örgütlenebi- leceğine bağlıdır. Mücadeleye yeni katılan kesimlerin örgütlenme deneyimleri son derece sınırlıdır. Dünya görüşü de anarşizan-liberter ekollerin etkisi altında olduğu için örgütlenme fikrinin kabulü bile önemli bir eşiğin aşılması anlamına gelecektir. Taksim dayanışması modelinin yerellere taşınması, burada ilk etapta forumlar üze­rinden bir etkileşim ortamının yaratılması heyecan vericidir. Bu yazı yazıldığı sırada forum yapılan parkların sayısı her geçen gün astronomik olarak artmaktaydı. Eğer bu tempo kaybedilmez ve yaz sonuna kadar aynı heyecan korunarak en genel hatlarıyla bir iletişim ağı kurulabilirse geleceğe çok daha güvenli bakabiliriz. Şu aşamada hayal kırıklığına yol açacak bir durum görünmemektedir. Fakat alışık olunmayan yollardan yürüneceği açıktır. Çok uzun tartışmalara, bireylerle kurum temsilcilerinin eşdeğer­de olduğu platformlara hazır olalım. Bu durum bir hantallık olarak görünebilir fakat böylesi bir çokluğu siyasete başka türlü tercüme edebilmenin başka bir yolu da bu­lunmamaktadır. Burada yürütülen tartışmalarda da gereğinden şiddetli karşı karşıya gelişlerden kaçınmak gerekiyor.

Hareketi örgütlenmeye teşvik etmek. Zengin çeşitliliğe sahip çıkmak ve gereğin­den erken netleşmelere, saflaşmalara engel olmak. Özgürlük tutkusunu olduğu ka­dar sömürüye karşı yüzü de belirginleştirecek önerilerle hareketi ileri taşımaya ça­lışmak. Kürt hareketi ile ilgili kesin yargılara ve gönül kırıklıklarına varılmasına karşı çıkmak. İlk başta öne çıkan görevler bunlar gibi gözükmektedir. Hareketi oluşturan bileşenlerin konuşması, tartışması ve sert polemikler yaşaması kaçınılmazdır. Kürt hareketi ile de bu aşamada rezonansa gelinememesi talihsizlik olmuştur. Fakat geç­tiğimiz yıllarda bölge ayaktayken, on binlerce tutuklanma yaşanırken Batı’dan kit­lesel bir ayağa kalkma beklediğinde de benzer bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Bizlerin birbirimize düşmesi AKP’nin en büyük arzusudur. Ve bu hareket kapsayıcılığını geliş­tirdiği oranda güçlenecek mahiyettedir.

Artık farklı bir aşamadayız.20 Haziran 2013

Page 20: Yol Yaz 2013

DEVLET VESAYET İKTİDARMehmet YILMAZER

AKP on yıldır iktidardadır. Bu on yılın cumhuriyet tarihinde özel bir yere sahip olacağını şimdiden söyleyebiliriz. AKP iktidarına güven ve beklentinin tepe nok­tasına çıktığı zaman 12 Eylül 2010 referandumu ve sonrasıdır. Fakat tam da bu tarihten itibaren AKP, beklentileri boşa çıkartmaya başlamıştır. Özellikle Cum ­huriyetin egemenlik sisteminde önemli bir yere sahip olan askeri vesayetin sona erdiğinin düşünüldüğü günümüzde, bu kez Erdoğan’ın “tek adam ”lığı ve bunun getireceği sonuçlar tartışılmaya başlanmıştır. Hatta vesayetin biçim değiştirerek varlığını koruduğu iddiaları da ileri sürülmektedir. Egemenlik ilişkileri çerçeve­sinde MİT müsteşarının soruşturma için savcılığa çağırılm asından sonra bir diğer önemli konu, iktidar ve cemaat ilişkisi tartışma gündemine gelmiştir.

Türkiye, aynı zamanda ilk defa bir sivil anayasa hazırlama işine girişmiştir. Buna bağlı olarak “başkanlık sistem i” tartışmaları başlamıştır. Kürt sorununda bir gelişme olmasa da artık sürecin böyle gidemeyeceği yeterince açıktır. Aslın­da Anayasa’da bütün netameli maddeler bir yönüyle Kürt sorununun çözümüne bağlıdır.

Türkiye, AKP iktidarı ile bir kez daha “değişim ” sancıları içine girmiştir. Ye­niden yapılanm adan söz ediliyor. Eğer bir ülkede devrim olmadıysa “yeniden yapılanm a” mevcut egemenlik ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi anlamına ge­lir. Türkiye’de bu sancı uzun süredir yaşanmaktadır. 12 Eylül sonrası süreci ele aldığımızda Özal günlerinde, daha sonra 90’lı yıllarda Demirel-İnönü koalisyonu sırasında, bu olmayınca ikibin yılında Ecevit’in liderliğindeki üçlü koalisyonla Türkiye nihayet AB aday üyeliğine kabul edildiğinde, hep bir “değişim ” ve “de­mokrasi” rüzgârı esti. Fakat hepsi de düş kırıklığı ile sonuçlandı. Bütün “değişim ” ve “dem okrasi” konusundaki beklentiler istese de isteme de 2002 sonunda ikti­dar olan AKP’nin üstüne kaldı.

AKP’nin iktidara gelişi oldukça çarpıcı oldu. 1999 seçimlerinde henüz varol­mayan AKP, 2002 seçimlerinde yüzde 34,8 oy aldı. 1999’da iktidara gelen üçlü (DSP, ANAP, MHP) koalisyonun toplam oyları yüzde 53,3’den 2002’de yüzde 14,8’e düştü. Büyük yıkımı Ecevit ve partisi DSP yaşadı. 1999’da yüzde 22,2 oy alan DSP 2002’de yüzde 1,2’ye geriledi. DYP, MHP, ANAP, SP ve DSP meclise bile

SO

DEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 21: Yol Yaz 2013

o<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

giremedi, yani hepsi yüzde on barajının altında kaldılar, meclise sadece AKP ve CHP girdi. Bu durum cumhuriyet tarihinde seçimle yaşanm ış en büyük fırtına idi. Bu fırtınaya denk sadece 1950 seçimlerinde DP’nin büyük bir oy çoğunluğuyla iktidara gelmesi gösterilebilir.

Ordu aslında 12 Eylül darbesiyle “iki partili” bir sistem yaratm ak istemişti. Gerçekleştiremedi. Darbeden yirmi yıl sonra gerçekleşen iki partili sistem ise or­dunun tüylerini diken diken edecek cinstendi. Erbakan-Çiller koalisyonuna karşı 28 Şubat “post modern darbesini” yapan ordu, beş yıl sonra siyasal islamı deği­şik bir kılıkta tek başına iktidarda bulunca belli ki artık eski egemenlik sistemi yürümüyordu.

2002 seçimlerinde kopan fırtınanın bir siyasal anlamı olmalıydı. Yaşananlar sıradan bir seçim zaferi değil, düzen için bazı kırılmalara işaret eden gelişmeler­di. Bu işaretleri birkaç başlıkta toplam ak mümkündür. İlki ve en önemlisi, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı düzenden bir politik kopuşmaydı. Önceki dar­belerde ordu kışlasından çıkıp, ortalığı istediği gibi düzenledikten sonra yeniden kışlasına çekilmiştir. 12 Eylül sonrası ANAP’la sözde sivil düzene geçilse de, ordu sürekli gündelik politika içinde kaldı. Bunun en temel nedeni PKK’nin 1984’te başlattığı Özgürlük savaşıydı. 12 Eylül sonrası yirmi yılı aşkın süreçte hangi parti ve koalisyon iktidarda olursa olsun, MGK’nın çizdiği politik çember içinde kalmak zorundaydı. İnsanlar başbakana değil, genelkurmay başkanının açıklam alarına bakıyordu. Fakat bu yirmi yılda her bahar bitirileceği söylenen PKK bitmediği gibi sorun gittikçe büyüdü. Savaşın yarattığı ortamda devlet içinde “çeteler” ve çürüme arttı, hele 90’lı yıllar katliamlar ve sokak infazları ile geçti, ancak hiçbir sorun çözümlenemedi. Derin devlet o ölçüde pervasızlaştı ki, siyasal iktidarlar kuklalara dönüştü, keyfilik tepe noktalara çıktı. MGK’nın her toplantısı yeni “kır­mızı çizgiler” ilan etti, güvenlik konsepti adı altında “gizli anayasa”lar oluşturul­du. 2002 seçimleri bu “düzenden” bir siyasal kopuş oldu. Millet, MGK ve onun çizdiği çemberde kalan partilere politik bir darbe vurdu.

2002 seçimlerinde MGK çemberinde politika yapan partilerin büyük bir darbe yemesinin anlamı, aslında ordunun büyük bir itibar kaybına uğramasının politik sahneye yansımasıdır. Bu itibar kaybını sağlayan şüphesiz ki, AKP değildir. Yıllar­dır süren Kürt Özgürlük Mücadelesi devlette ve elbette orduda bozulmalara yol açmış, politik ortamda günlük provokasyonlarıyla “derin devlet” fazlasıyla de­şifre olmuş ve yıpranmıştır. Sonuç olarak, MGK ve politikalarını, yani askeri esas yıpratan güç Kürt Özgürlük Hareketidir. Askerin Kürt sorununu sürekli iç politi­kaya müdahale aracı olarak kullanması, fakat bu yolla hiçbir sorunun çözümlen­memesi sonuçta “derin devlet”in hem deşifre olmasına hem de yıpranmasına neden olmuştur.

2002 seçim sonuçlarının ikinci anlamı siyasal islamla ilgilidir. 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile DYP-Fazilet Partisi koalisyonu bozulmuş, bir yıl sonra da Erbakan’ın partisi kapatılmış, kendisi siyasal yasaklı hale gelmiştir. FP’nin kapa­tılması sonrası bu partiden AKP ve SP doğmuştur. AKP klasik İslamcı söylemi bir kenara bırakarak iktidara kadar yürümüştür. Böylece ne yapılırsa yapılsın, artık

Page 22: Yol Yaz 2013

siyasal İslam yok edilemiyor, güneşin altındaki yerini istiyordu. Düzenin sosya­listlere karşı kendi elleriyle büyüttüğü siyasal islam artık düzen içinde kenarda bir dekor değil tek başına iktidar olacak siyasal bir güç haline gelmiştir. Elbette siyasal islamın bu noktaya gelmesinin tek nedeni sola karşı düzen tarafından beslenmesi değildir. Onun da kendi tarihi, cumhuriyetle bir hesaplaşması vardır. Koşullar öyle bir moment yaratmıştır ki, “ laik cumhuriyet” veya Erbakan’ın deyi­miyle “Batı Kulübü”nün uygulamaları büyük başarısızlıklara uğrarken, özellikle Ortadoğu bölgesinde siyasal islam güç kazanmaya başlamıştır. Bu güç kazanm a­da Sosyalizmin yıkılışının da büyük bir payı olmuştur. Sonuç olarak, 2002 seçim depremi siyasal islamın kılık kıyafet değiştirerek gücünü toparlama ve arttırma yeteneğinde olduğunu göstermiştir. Artık düzen içinde itilip kakılam ayacak çap­ta bir güce erişmiştir.

2002 seçim depreminin iki temel siyasal anlamı budur. Bu depremin şiddetini arttıran bazı olaylara da değinmek gerekiyor. 1999’da Öcalan’ın ABD yardımı ile yakalanm ası ve Türkiye’ye teslim edilmesidir. Bu olay 1999 seçimlerinde DSP ve MHP’nin oylarında bir patlama yaratmış, ancak üçlü koalisyon o kadar becerik­sizlikler sergilem iştir ki, bu sözde avantaj kısa sürmüş bu oy patlaması yapan partiler (DSP ve MHP) 2002 seçimlerinde çökmüştür. Bu çöküşte büyük bir etken de 2001 ekonom ik krizidir.

Sonuç olarak, AKP 2002 seçimlerinde düzen içi bir fay kırılmasının ortaya çıkardığı bütün politik enerjiyi arkasına almıştır. Bu fay kırılması iki şeyi ortaya koydu. 12 Eylül sonrası özellikle Kürt özgürlük mücadelesi gerekçe gösterilerek derinleştirilen “gizli anayasa”lı MGK düzeni ve onun tanım ladığı egemenlik yapı­sı artık yürümüyordu. Öte yandan, dünya neoliberalizm yolunda koşar adım gi­derken, Türkiye, savaş ekonomisiyle neoliberalizmden uzak durmaktaydı. Fakat neoliberalizm yolunda ayak sürçmelerin bedeli 2001 krizi ile Türkiye ekonom isi­ne misliyle ödetildi. Artık ne düzenin alışıldık egemenlik biçimi ne de kapitalist dünyadaki ekonom ik gidişe direnç gösteren ekonom ik yapı yürümüyordu. 2002 seçimlerindeki yaşanan depremin üssü aslında düzenin kalbine çok yakındı.

Egemenlik İlişkilerinin Yeniden YapılanmasıTürkiye’de 90’lı yılların ortalarından itibaren “yeniden yapılanm a” çok sık

kullanılan bir kavram oldu. Özal yıllarında “Il.Cumhuriyet” veya “Yeni Osman­lılık” kavramları da aynı amaçla kullanıldılar. 90’lı yılların sonlarında Ecevit’in liderliğindeki üçlü koalisyon döneminde, Türkiye’nin AB aday üyeliğine kabul edilmesiyle, demokrasi vurgusu öne çıkartılarak yeniden yapılanm anın en güçlü tartışıldığı günler oldu. Bilindiği gibi böyle beklentiler hep düş kırıklığı ile bitmiş­tir. Kendisinin isteyip istememesinden bağımsız olarak bu beklentilerin hepsi 2002 seçimlerini kazanan AKP’nin üstüne kalmıştır.

Bir ülkede devrim olup egemenlik ilişkileri sınıflar seviyesinde altüstlüğe uğramadıysa, geriye mevcut egemenlik ilişkilerinin yeniden düzenlemesi kalır. AKP’nin önünde duran beklentiler yumağı, artık eskisi gibi yürümeyen egemen­lik biçimlerinin yeniden düzenlenmesi gibi önemli bir içeriğe sahipti. Şüphesiz,

<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 23: Yol Yaz 2013

<N<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

her sınıf ve tabakanın kendine göre beklentileri vardı. Kapitalist merkezlerin tari­hine baktığımızda egemenlik ilişkilerinin köklü bir şekilde yeniden düzenlendiği üç tarihsel dönem vardır. Birisi Avrupa’da faşizmin tarih sahnesine çıktığı 1930’lu yıllardır. Burjuva demokrasileri sanki tersine bir gidişle faşizme dönüşmüştür. İkinci köklü değişim veya yeniden yapılanma ise 1950’li yıllarla birlikte “refah devletlerinin” inşasıdır. Üçüncüsü, 1980’lerde başlayan, sosyalizm in yıkılışı ile hızlanan neoliberalizm yıllarıdır.

Bize gelirsek, cumhuriyet dönemini dikkate aldığımızda egemenlik ilişkile­rinin yeniden düzenlendiği birkaç önemli tarihsel dönem vardır. Başlıca dört dönemden söz etmek mümkündür. İlki, cumhuriyetin kuruluş yılları yani “tek partili” dönemdir. İkincisi, bu dönemin kapandığı, DP’nin iktidara gelmesi ile başlayan “çok partili” dönemdir. Üçüncüsü, 1960 askeri darbesi ile başlayan AKP’nin iktidara geldiği yıllara kadar süren on yılda bir tekrarlanan askeri darbe- li yıllardır. Sonuncusu, henüz içeriği tam şekillenm em iş olan AKP iktidarı sonrası yıllardır. Yazıda özellikle AKP ile başlayan yeniden yapılanma sürecinin niteliğini çözümlemeye çalışacağız.

Bu dönemleri detaylarda kaybolm am ak için başlıca üç temelde incelemek gerekiyor. Dönemde egemen sınıflar veya zümreler arası ilişki; ikinci olarak, ege­men sınıfların ülkedeki genel egemenlik tarzı; son olarak, dönemin egemen ide­olojisi. Her dönemde bu alanlarda önemli değişimler yaşanmıştır.

Tek Parti döneminden başlarsak: Bu dönemin egemen sınıf ve zümreler arası ilişkisi aslında Osmanlı yıllarından miras alınan ve tüm cumhuriyet yılların­da ana özelliğini koruyan bir yapıya sahiptir. Devlet eliyle beslenen ve büyütülen Türk burjuvazisi tek parti yıllarında henüz oldukça cılızdır. Türk burjuvazisi böy­le bir yatakta büyüdüğü-büyütüldüğü için, Avrupa burjuva devrimleri sırasında burjuvazinin sahip olduğu temel özelliklere sahip değildir. Burjuva anlamda öz­gürlükçü değildir; üretimde yenilikçi değildir; serbest rekabetçi yılları yaşam a­dığı için rekabetçi değil, daha doğarken tekelcidir. İki egemen zümreden “dev­let sınıfları” hem güçlü hem de cumhuriyetin sahibi konumundadır; diğeri ise cılız ve kişiliksiz Türk burjuvazisidir. Cılız sermaye birikimini hızlandırm ak veya M.Kemal’in dediği gibi “her mahallede bir milyoner yetiştirmek” için devletçilik eliyle sermaye birikimi yoluna çıkılır.

Bu dönemde egemen sınıfların ülkedeki genel egemenlik tarzı ise “tek parti diktatörlüğü” biçimindedir. Partinin gösterdiği adaylar arasından seçim yapıla­bilir. Kürt isyanları nedeniyle çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu ise kuruluşun ilk yıllarında varolan kısmi demokratik havayı silip süpürmüştür. Bu yıllarda Tek parti CHP kadroları ile devlet bürokrasisi hemen hemen aynılaşmıştır.

Bu yılların ideolojisi ise, ulus yaratm ak için Türkçü, Osmanlı gericiliğine karşı laik, dünyadaki sosyalist gelişmelere karşı tepki ve savunma olarak, “sınıfsız, im­tiyazsız bir toplum yaratm a” bileşenlerinden oluşan eklektik bir ideolojidir. Tarih bu ideolojiye “Kem alizm ” adını vermiştir.

Çok partili yıllar, Menderes liderliğinde Demokrat Parti’nin iktidar olduğu yıllardır. Devlet eliyle beslenen Türk burjuvazisi yeterince palazlandığını düşün­

Page 24: Yol Yaz 2013

düğü bir dönemde artık devlet vesayetinden kurtulmak için liberalizm yoluna çıkmıştır. Egemen zümreler arası ilişkiyi yeniden düzenlemek istemiştir. Kamu işletmelerinin özelleştirilmesinin ilk defa yapıldığı yıllardır. Tek parti döneminde kapitalizm, iktidarın devletçi anlayışında oldukça ağır adımlarla yürüdü. Men­deres yıllarında ise, özellikle kırlara traktör akınlarıyla kapitalizmin ilk “serbest” gelişim yolları açıldı. Palazlanan finans kapital devletin ekonomideki alanını daraltıp kendini büyütme yoluna çıktı. Bu gerçeklikten dolayı, Menderes yılları devlet sınıfları ile palazlanan finans kapital arasında egemenliğin paylaşımı ko­nusunda sürekli gerilimin yaşandığı dönem oldu.

Genel egemenlik tarzı “çok partili”, seçimli bir parlamenter sisteme dönüşür. Demokrat Parti iktidar sürecinde gittikçe artan bir şekilde “çoğulcu diktatörlük” denebilecek bir yola girer. İzin verdiği sendikal örgütlenmeleri zamanla yasaklar. Bu yasaklam aları, muhalefete düşen CH P’nin kapatılma yollarını aramaya kadar vardırır. İktidar yanlılarının saflaştırılm ası anlamında “Vatan Cephesi” örgütlen­mesi yaratılır. Her akşam radyolardan “Vatan Cephesi”ne katılanların isimleri okunur. Bu dönemin “dem okrasi” deyimiyle değil de, “çok partili” dönem olarak anılmasının nedeni onun bu özellikleridir.

Dönemin ideolojisi, Kemalizmden ilk “sapm aları” içinde taşır. Cumhuriyetin temel değerlerine dokunulmadan tek parti döneminde dışlanan dini değerleri öne çıkartan uygulamalar yapılır. Türkçe ezana son verilmesi, tarikatların ser­best bırakılması bunlardandır. Bu dönem 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile kapa­nır.

Askeri darbeli çok partili dönem, 1960-2002 arasını kapsar. Aslında bu dö­nemi alt bölümlere ayırarak irdelemek gereklidir. Fakat konumuz açısından böy­le bir detaylandırma gerekli değildir.

Bu dönemde egemen zümreler arasındaki ilişki bir sisteme oturtulmaya ça­lışılmıştır. Finans kapital uluslar arası sermaye ile “montaj sanayi” temelinde ilişkiler kurarak iyice palazlanmıştır. Bu yıllarda finans kapitalin cumhuriyet dö­nemindeki ikinci kuşağı şekillenir. İlk kuşak Koç ailesi ile temsil edilirken, ikinci kuşağın parlak temsilcisi Sabancı’lardır. Yine bu yıllar “karma ekonomi” döne­mi olarak anılır. Özel sektöre, kamu iktisadi kuruluşlarından çok ucuza ham ve ara madde aktarılmasıyla yeni bir beslenme-büyüme yolu yaratılır. Öte yandan, devlet sınıflarından ordu, 27 Mayıs darbesi sonrası orduevleri, Orko, Oyak gibi kurumlarla ve denetlenmeyen Milli Savunma Bakanlığı bütçesiyle imtiyazlı ko­numunu kurumlaştırmıştır. Bunların yanında Milli Güvenlik Kurulu uygulam a­sıyla iktidara “güvenlik” adı altında ortak konuma gelmiştir. İki egemen zümre, “devletin sahib i” ordu ile “paranın sahibi” finans kapital “karma ekonomi” ça­tısında uzlaşmıştır. Bu dönemin en tipik özelliği, H. Kıvılcım lı’nın deyimiyle “iki hükümet” yapısıdır. Birisi parlamentoda sivil, diğeri genelkurmayda askeri hü­kümet, çeşitli kurumlar aracılığıyla egemenliği paylaşmışlardır.

Bu dönemin genel egemenlik tarzı, askeri darbelerle ikide bir ayar yapılan biçimsel bir “parlamenter demokrasi”dir. Kapitalizm, 1950’lilerde hız kazanınca artık “sınıfsız, imtiyazsız toplum ” kavramı anlam sızlaşm ış, 27 Mayıs Anayasası

co<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 25: Yol Yaz 2013

<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

ile sınıfa dayalı örgütlenmeler serbest hale gelmiştir. Bu yıllarda cumhuriyet tari­hinin en yaygın sınıflar mücadelesi yaşanmıştır. Bu yılların bir paradoksu vardır. 27 Mayıs Anayasası oldukça geniş örgütlenme hakları tanımıştır; ancak mücade­le yükseldikçe 12 Mart 1971 askeri darbesiyle bu anayasa budanmış, 12 Eylül’le toptan ortadan kaldırılmıştır. Yine bu dönemin egemenlik araçlarından en önem­lisi “derin devlet”tir. Bir gizem içine sokulan bu kurum, aslında ordu içinde özel harp dairesidir. Ancak sorun burada değildir. Cumhuriyet’le kurulan egemenlik ilişkilerinde burjuvazi, devletin vesayetinde şekillenip beslendiği için, onun sınıf egemenliği sürekli olarak devlet-özel olarak ordu-tarafından denetlenmiş ve sı­nırlandırılmıştır. Bu dengede “derin devlet” daima özel bir yere sahip olmuştur. “Derin devlet” sadece burjuva devletin kanunlar yoluyla yürütemediği işlerini kanun dışı olarak yürüten basit bir kurum olmaktan çok, devlet sınıflarının si­vil siyasete yön vermekte kullandığı bir araç olmuştur. 60-80 arası “komünizme karşı” , 80 sonrası “bölücülüğe karşı” savaşta sivil siyaseti yönlendiren hep derin devlet olmuştur. Fakat özellikle 90’lar sonrası Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı başarısız oldukça hem yozlaşm ış, çeteleşmiş hem de itibar yitirip deşifre olmaya başlamıştır.

Bu dönemin egemen ideolojisi yine Kemalizmdir. Ancak düzenin önce “ko­münizme” sonra da “bölücülüğe” karşı mücadelesinde faşizm ve siyasal islam düzen tarafından beslenmiştir. Fakat MGK düzeni özellikle 1990 sonrası hızla yıprandıkça düzenin bütün engelleme çabalarına rağmen siyasal islam bir po­litik güç olarak öne çıkmaya başlamıştır. Erbakan liderliğindeki Refah Partisinin 1995 seçimlerinde birinci parti olması cumhuriyetin ideolojik yapısında önemli kırılma noktası olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Kemalizmin itip kak­tığı siyasal islam artık düzen içinde yerini almaya hazırlanıyordu. Bu yükseliş 28 Şubat 1997 “post modern” darbesiyle durdurulmaya çalışıldı; Erbakan durdurul­du ancak siyasal islam yürüyüşüne devam ederek 2002 seçimlerinde tek başına iktidar oldu. Böylece düzenin egemen ideolojisi Kemalizm artık eleştiri oklarının hedefi haline geliyor, tarihi olarak ömrünü dolduruyordu.

AKP’li Yıllar2002 seçim sonuçları ile egemenlik ilişkilerinin artık eskisi gibi yürümeyeceği

ortaya çıkmıştı. Başlı başına AKP’nin seçimleri kazanması, üstelik CHP hariç di­ğer partilerin seçim barajının altına düşerek parlamento dışında kalmaları güçlü bir siyasal depremdi. Yaşanan son on yılı yine başlıca üç açıdan incelemek ge­rekiyor: Egemen zümreler arasındaki ilişki; düzenin genel egemenlik sistemi ve dönemin ideolojisi.

Egemen zümreler arasındaki ilişkiye iki açıdan yaklaşm ak yararlı olur. Ge­leneksel egemenlik ilişkilerinde son durum; egemen sınıflar dizilişinde son du­rum. AKP’nin bugüne kadarki iktidar yıllarının en çok göze batan özelliği elbette ki “askeri vesayet”le ilişkisidir. Devlet sınıfları ve siyasi iktidar ilişkisi Türkiye’de aslında Osm anlı’dan devir alınan geleneksel bir özelliğe sahiptir. Osm anlı’da Seyfiye ve İlmiye her zaman bir siyasal güç olmuştur. Bunun Cumhuriyet’teki de­

Page 26: Yol Yaz 2013

vamı Ordu, Üniversite ve Yargıdır. Bu ittifak en güçlü bir şekilde 27 Mayıs askeri darbesinden sonra yeniden inşa edildi. Bugüne kadar gelen bütün Cumhuriyet dönemini kapsadı. Elbette bu ittifakta en ağırlıklı güç her zaman ordu olm uş­tur. Türkiye uzun yıllar “iki hükümet”liydi. Birisi seçilm iş sivil, diğeri geleneksel “askeri hükümet”-genelkurmay. Bu ilişki ve dengeye zaman zaman darbelerle yeni düzenlemeler yapılmıştır. Bunların en sonuncusu 28 Şubat 1997’de yapıldı. Ve ikibinli yıllara başlarken bu vesayet ve ikili yapının gitmeyeceğinin işaretleri ortaya çıkmaktaydı.

AKP 2002 sonunda iktidara geldikten sonra askeri vesayetle sürekli sorun ya­şadı. Ordu ile AKP iktidarının bilek güreşinin zirve yaptığı yıllar 2007-2009 oldu ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir sivil iktidar askerin saldırılarını geri püskürt­mekle kalmadı, darbe suçlam alarıyla yüzlerce subayın haklarında dava açıp, tu­tukladı.

Askeri vesayetin geriletilmesinin heyecanlı hikayesi biliniyor. Bunun gerisin­deki nedenler irdelenirse başlıca dört koşulun üst üste geldiği görülebilir. İlki, dünyadaki köklü altüstlük, yani Sosyalist Sistemin çökmesidir. Sovyetlerin yu­muşak karnı Türkiye’nin “komünizme karşı savaşta bir cephe ülkesi” olması, ordunun geleneksel ağırlığını sürekli kılan koşullar yaratmıştır. 1990 başlarında bu koşulların ortadan kalkmasının zamana yayılan kaçınılm az sonuçları olacak­tı. İkincisi, Türkiye’nin 1999’da Avrupa Birliği aday üyeliğinin kabul edilmesidir. Buna bağlı olarak “ordunun siyasetteki yeri” yoğun bir şekilde tartışılmaya baş­lanmıştır. AB’nin dolaylı dayatmalarının o günlerde somut sonuçları olmasa da konu AB görüşmelerinde sürekli gündemde olmuştur. Üçüncüsü, çok özel bir koşuldur. ABD’nin Irak’ı işgal kararına ordunun destek vermemesi ve tezkere­nin mecliste takılmasıdır. Böylece ABD ordusunun Irak’a Kuzey’den girme yolu kapanmış, Amerika yönetimi bunun baş sorumlusu olarak orduyu görmüştür. Dördüncü koşul, bir türlü yenilemeyen Kürt Özgürlük Hareketinin m ücadele­sidir. Böylece 30 yıllık MGK politikaları başarısız olmuş, savaş nedeniyle devlet çeteleşmelerle iyice yozlaşmıştır. Her bahar PKK’nin bitirileceğini söyleyen ge­nelkurmay yıpranmış, buna bağlı olarak derin devlet iyice deşifre olmuştur. 2005 sonu Şemdinli olayları bunun en çarpıcı kanıtı olarak tarihe geçmiştir. Bir kitap­çıyı bombalayan derin devlet elemanı halk tarafından yakalanmıştır. O dönemin kara kuvvetleri komutanı Büyükanıt’ın “iyi çocukları”nın iş üstünde halk tarafın­dan yakalanm ası, derin devlet provokasyonlarının artık bir doyum ve tıkanma noktasına geldiğine işaret ediyordu. Çürüyen ve çeteleşen devletin özellikle son 30 yıllık günahlarının bedelinin, kaçınılm az bir şekilde onun “gerçek sahibi” or­duya fatura edilmesi kaçınılmazdı. İki binli yıllarla birlikte bu süreç yaşanmaya başladı.

Dördüncü koşul askeri vesayetin kırılmasında en büyük ağırlığa sahiptir. 12 Eylül sonrasının önceki askeri darbe dönemlerinden önemli bir farkı vardı. 1983 sonundaki seçimlerle sivil hükümetler kurulsa da, ordu her gün politikanın için­de kalmıştır. Bunun en temel nedeni 1984’te gerilla savaşı olarak başlayan Kürt Özgürlük Mücadelesidir. Sözde “bölünme” tehdidi gerekçesiyle, hangi parti ikti-

LO<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 27: Yol Yaz 2013

<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

darda olursa olsun, otuz yıl iç politikayı, MGK aracılığıyla ve doğrudan genelkur­mayın müdahaleleriyle ordu yönetmiştir. İki binli yıllara gelindiğinde çok açık bir şekilde MGK politikalarının başarısızlığı en kör göze batar hale gelmiştir. Ayrıca özellikle 90’lı yıllarda zirveye çıkan derin devlet provokasyonlarıyla devletteki çürüme ve çeteleşme ayyuka çıkmıştır. 90’lı yıllarda politikadaki asker vesaye­ti zirveye çıktığında, aynı zamanda çürüme ve itibar yitirme sürecine de girmiş oluyordu.

Bu tablonun kitle içinde yarattığı sessiz birikim 2002 seçimlerinde kendini or­taya koydu. Çok silik de olsa askeri vesayete karşı direnen tek siyasal parti olarak AKP, seçimlerde büyük bir sıçrama yaptı. Eli güçlendikçe askeri vesayete karşı mücadelesini yükseltti; Işık Koşaner ve ekibinin istifalarıyla bir dönem kapanmış oldu.

Askeri vesayetin geriletilmesi egemenlik ilişkileri açısından ne anlama geli­yor? Bunu bölümün sonunda irdeleyeceğiz.

Egemen sınıfların yapı ve gücünde son durum: AKP’nin iktidar olması ege­men sınıf ve iktidar ilişkilerinde açıklanm ası gereken bulanık alanlar yaratmıştır. Yola klasik anlamda egemen finans kapitalin partisi olarak çıkmayan AKP’nin on yıllık iktidarı egemen sınıflar yapısında ne gibi değişimler yaratmıştır? Ya da soru daha doğru olarak şöyle sorulabilir: Ekonomi ve sınıflar yapısındaki hangi deği­şimler AKP’yi iktidara taşımıştır?

Türkiye’de kapitalizmin gelişip yaygınlaşm asında başlıca üç dalga yaşanm ış­tır. İlki, devletçiliğin baskın olduğu tek parti dönemidir. Banka bağlantılarıyla ilk tekelci finans kapital bu dönemde şekillenmiştir. İkinci dalga, 1950’ler son­rası dönemdir. Kapitalizm hem kentlerde hem de kırlarda tek parti dönemiyle kıyaslanm ayacak hızda gelişmiştir ve devletçilik kozasını yırtmaya yeltenmiştir. Üçüncü dalga, 1980 sonrası Özal’lı yıllarla başlar. Devletçiliğin büyük ölçüde tasfiye edildiği neoliberal ekonomi politikaların yaygınlaştığı yıllardır. Fakat bu süreç Kürt sorunu ve savaş nedeniyle kesintiye uğramış, AKP iktidarıyla yeniden büyük bir hız kazanmıştır.

Tek parti yıllarında devlet eliyle beslenip büyütülen tekelci finans kapital, an­cak 50’li yıllarla birlikte palazlanmıştır. Tek parti yıllarında kırlarda, küçük üreti­ciyi pençesinde inleten tefeci-bezirgan sermaye egemendi. 50’ler sonrası finans kapital palazlanıp DP olarak iktidara geldikten sonra kırlardaki veya Anadolu’da­ki tefeci sermaye kentlerdeki tekellerin bayiliğini yapmaya başlamıştır. Böylece hem modern ticaretle tanışmış, hem de kapitalizmin gelişmesinden payını al­maya başlamıştır. 80 sonrası hız alan kapitalizmin son gelişim dalgasında, özel­likle 1996’da AB ile imzalanan güm rük birliği anlaşması sonrası, Anadolu burju­vazisinin bir kesimi basit bayilik konumundan üretici konumuna yükselmiştir. “Anadolu kaplanları” söylemi bu gerçekliğin günlük basındaki karşılığı olarak ortaya çıkmıştır.

Tekelci finans kapitalin bir “dernek” olarak örgütlenme gereğini duyduğu yıl tam da 12 Mart askeri darbesi sırasındadır. 1971 yılında kurulan TÜSİAD Türk burjuvazisinin en irilerinin temsilcisiydi. Bugün beş yüz civarındaki üyesiyle mil­

Page 28: Yol Yaz 2013

li hâsılanın yüzde 40’mı üretmektedir. Anadolu kaplanlarından MÜSİAD’ın ku­ruluşu 1990 yılıdır. Bugün yaklaşık 3 bin üyesi vardır. Gülen cemaatinin işveren kuruluşu TUSKON 2005 yılında kurulmuştur ve yaklaşık 40 bin üyesi vardır. Öte yandan TÜSİAD’ın yönlendiriciliğinde KOBİ’ler 12 federasyon altında 2005 yılın­da TÜRKONFED olarak örgütlenmiştir ve 9 bin civarında üyesi vardır. Anadolu kaplanlarını toplarsak 50 binin üzerindedir. Buradan hemen anlaşılacağı gibi bu “kaplanlar”ın büyük çoğunluğu küçük, hatta çok küçük işletmelerdir.

İstanbul sanayi odasının yayınladığı en büyük 500 listesinde 1990 yılında MÜSİAD’dan 8 firma vardır. Bu sayı 2007’de 23’e, 2009’da 31’e yükselmiştir. En büyük 500 listesinde TUSKON’dan 2009 yılında 45 firma vardır. Bu rakamlar tek başına çok fazla bir anlama sahip olmadığı için bu firmaların ekonomideki ağır­lığına da bakm ak gerekir. 500 en büyüğün içinde üretimden satışta MÜSİAD’ın payı yüzde 3,6; TUSKON’un payı yüzde 5,9’dur.

Toplam Türkiye ekonomisindeki paylara bakınca ortaya çıkan rakamlar ise şöyledir: 2008 yılı itibariyle, MÜSİAD, GSMH’nin % 6 ilâ % 8’lik bir kısmını üretip, ihracatın % 11,5’ini gerçekleştirirken, TÜSİAD ise 2007 sonu itibariyle GSMH’nin yaklaşık % 38’ini üreterek ihracatın da % 45’ini gerçekleştirmektedir.

Öte yandan, “Anadolu kaplanları” kavramı oldukça yanıltıcıdır. Örneğin MÜSİAD’in üyelerinin yarısı İstanbul, Ankara, Kayseri, Konya, Gaziantep, Bursa’da toplanmıştır. Aynı zamanda üyelerinin üçte biri İstanbul’dadır. İş alanı olarak üyelerinin üçte birinin inşaatla uğraşması da ilginçtir. 1994 yılında inşaatla ilgili MÜSİAD firma sayısı 398 iken, 2013’de bu sayı 1114’e çıkarak MÜSİAD içinde en hızlı gelişen iş alanı olmuştur.

Türkiye’nin gerçek egemen sınıfı tekelci finans kapitale göre Anadolu burju­vazinin ağırlığının çok zayıf olduğu yeterince açıktır. Ancak tekelci finans kapital dışındaki burjuvazinin 50’li yıllardan iki binli yıllara kadar geçen sürede sadece nicelik olarak büyümesi değil, aynı zamanda belli ölçüde nitelik değiştirmesi de söz konusudur. Tekelci finans kapitalin bayisi veya taşeronu olan burjuvazinin bir kesiminin kendisi bağımsız üretici ve tüccar haline gelmiştir. O zaman özel­likle AKP iktidarıyla birlikte yeşil sermayenin artan gürültüsü ne anlama geliyor?

Sınıfsal olarak egemenlik dizilişinde bir değişim yoktur, ancak düzenin genel egemenlik ilişkilerinde bir değişim yaşanmaktadır. Bilindiği gibi egemen zümre ile düzen partileri arasında birebir ilişki yoktur. AKP, tekelci finans kapital köken­li bir parti değildir. Milli Görüş gömleğini çıkarttıktan sonra genel olarak tekelci sermaye dışında kalan siyasal islam kökenli sermayenin temsilcisi olarak siya­set sahnesinde yerini almıştır. Ancak uyguladığı ekonomi politikalar uluslararası finans kapitalin Türkiye’ye dayattığı ve Kemal Derviş eliyle ilk uygulamalarına giriştiği neoliberal politikalardır. Bu haliyle tekelci finans kapitalle tam bir uyum içindedir.

Fakat özellikle 1990’lar sonrasını dikkate alırsak, gelişen ve derinleşen ka­pitalizm içinde yeni sermaye birikim yollarıyla palazlanan “yeşil serm aye” çok doğal olarak düzen içinde kendi ağırlığına göre yer isteyecekti. Sivil ve asker “iki hükümetli” “Kemalist Düzen” bu konuda o kadar katı sınırlara sahipti ki,

K>

DEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 29: Yol Yaz 2013

oo<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

bir “egemenlik krizi” yaşanm ası kaçınılmazdı. Aslında bu kriz çok somut olarak Refah Partisi’nin birinci parti olduğu 1995 seçim sonuçlarıyla başladı. Krizin kö­künde egemen zümre finans kapitalin tasfiye edilme niyetinden kaynaklanan bir neden yoktur, tam tersine 70’li yıllardan beri gelişip güçlenen “yeşil serm aye” mevcut düzen içinde ağırlığına göre yerini istemektedir. Bunun siyasete yansı­ması elbette basit matematik hesaptan öteye pek çok alışkanlık ve anlayışın kırılıp dökülmesi biçiminde yaşanmaktadır. Bu siyasal kriz tablosunun içine Demirel’in deyimiyle “son Kürt isyanını” da yerleştirirseniz ortaya tam bir “cum ­huriyet bunalım ı” çıkar. Yaşanan da budur.

Günümüzde egemenlik ilişkilerinin yeniden yapılandırılm asının başlıca iki yönü vardır. Egemen zümre ve sınıf yapısındaki değişim kolay algılanabilir bir so­mutluktadır. Tekelci finans kapital egemenliğinde bir altüstlük yoktur, kapitaliz­min gelişmesine bağlı olarak bir değişim vardır. Türkiye’de kapitalizmin gelişim dalgaları her seferinde finans kapital tapınağına kendi kuşağını yükseltmiştir. İkinci dalganın en ünlü kuşağı Sabancı ailesidir. Üçüncü dalganın tapınağa giren­leri daha yeni yeni ortaya çıkıyor. Son TÜSİAD kongresinde yönetime girenleri bir Milliyet köşe yazarı şöyle yorumluyor: “Evet TÜSİAD Anadolu’ya açılıyor. Kayserili Mahmut Boydak gibi muhafazakâr ve Cizre doğumlu akaryakıt dağıtıcısı Tarkan Kadooğlu gibi Kürt işadamları ilk kez Yönetim Kurulu’na girdiler. Başkan Muhar­rem Yılmaz Bursalı" Zaten köprü ve otoyol ihalelerine de Koç ile Ülker grupları ortak katılmıştı. Burada dini imanı olmayan finans kapital açısından şaşırtıcı bir durum yoktur.

Ancak her egemenlik biçiminin bir ideolojik çerçevesi olur. Bu çerçeve ar­tık yırtılıyor, gürültü çıkartan budur. “Laik, Kem alist” cumhuriyet eliti yıllardır itip kaktığı “islami değerlerle” tanışıyor. Burada egemenlik ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasının ikinci yanına, yani “ideolojik” yanına gelinir. Bütün siyasal gürültünün koptuğu alan burasıdır. Cumhuriyetin egemenleri değil, egemenlik biçimleri, kalıpları değişiyor. Bu konuda büyük siyasal gürültülerin kopması çok doğaldır. Düzenin genel egemenlik ilişkileri yeniden yapılandırılırken söz konusu olan sadece bir avuç egemen değildir, milyonların yeni egemenlik ideolojisine kazanılması, uyumlandırılması gibi büyük bir sorun vardır.

Burada özellikle günümüz kapitalizminin artan bir özelliğine, yeni sermaye birikim yollarına değinmek gerekiyor. Kapitalizm sermaye birikimi için ulus sı­nırları çizerek işe başladı. Fakat çizdiği sınırlar artık kendisi için engel halinde­dir. Uluslararası finans kapital bu sınırları aşmanın yollarıyla meşguldür. Bunun en son uygulanan yolu neoliberal ekonomi-politikalardır. Bu uluslararası tekelci sermayenin gücünü arttıran birikim yollarına karşı kapitalizmde özellikle daha küçük sermaye grupları tarafından yeni yollar geliştiriliyor. Sermaye birikimi için inanç ve kültürleri araç olarak kullanmak, böylece alt pazarlar yaratmak bu yollardan birisidir. Siyasal islam kökenli sermaye birikimi böyledir. Bu yolla inançlar kullanılarak hem kolektif sermaye birikimi sağlanıyor, hem bu inançlı kitleler hedef alınarak alt pazarlar yaratılıyor. Bunu dünya ölçüsünde en organi­ze bir şekilde İsrail veya daha geniş söylersek Yahudi sermayesi uygulamaktadır.

Page 30: Yol Yaz 2013

Siyasal İslam da bu konuda büyük yol kat etmiştir. Kapitalizm sermaye birikimi için inançları kullandığı gibi, daha da ötesi yeni inançlar yaratmaktadır. Dünya çapında “ modern” tarikatlar ve markalar bunların en yaygın olanıdır. Bizde “helal” markalı ürünlerle bu alt pazar uygulaması epeydir yapılmaktadır.

AKP iktidarı, sayıları beş yüz kadar olan egemen zümre finans kapitalin etra­fında dizilm iş rengarek elli bin civarındaki tapınak dışı burjuvazinin özlemlerinin bir dile gelişidir. Fakat bu özlemlerin yerine getirilişinin kaçınılm az sınırları var­dır. İrili ufaklı binlerce burjuvazi aynı anda egemenlik tapınağına giremez, ancak irileşerek, diğerlerinin başına basıp yükselerek o tapınağa girebilir, bunun da dü­zenin egemenlik yapısına ters gelen bir yanı yoktur.

AKP ve TÜSİAD arasındaki ilişki görünüşte aykırı bir durum yaratıyor. Bunun nedenlerinden birisi askeri vesayetin yıpranması ve gerilemesidir. Uzun yıllar MGK politikaları nasıl orduyu yıprattıysa, aynı zamanda TÜSİAD’ı da yıpratm ış­tır. Finans kapital bunalım günlerinde hep askeri çağırmıştır. Böyle günlerde Vehbi Koç askere mektup yazardı. En son 28 Şubat sürecinde “yeşil serm aye”nin nasıl ordu zoruyla borsadan kovulduğu hatırlardadır. AKP bu nedenle fırsatını buldukça TÜSİAD’a bu günahlarını hatırlatmaktadır. Ancak asker eninde sonun­da devletin maaşlı memurudur, tekelci finans kapital ise elinde kapitalizmin en güçlü aracını, büyük sermayeyi tutar. Neticede AKP istediği kadar bağırıp çağır­sın, egemenlik tapınağına dokunamaz. Olsa olsa tapınağın basamaklarına dizi­lip gürültü yapar.

Hiç şüphesiz AKP “yeşil serm aye”nin yolunu daha engelsiz hale getirmek ve alanını büyütmek için uğraşıyor. Fakat bu gidişin tekelci kapitalist bir düzende ekonom ik sınırları vardır. Bu yol eninde sonunda birkaç yeni “yeşil” tekelin oluş­masına ve tapınağa kabulüne varır. Tekeller dünyasında ise sermayenin rengi yoktur.

Özetlersek, AKP yıllarında egemenler arası ilişkilerde en önemli değişim aske­ri vesayetin geriletilmesidir. Devletin gerçek sahibi şanlı askerlerin “sefil sivilleri” denetlediği “düzen” büyük ölçüde değişmiştir. Ancak düzenin egemen sınıf ya­pısında bir değişim olmamıştır. Tekelci finans kapital egemenliği hükmünü sür­dürmeye devam ediyor. Kapitalizmin 80’lerdeki gelişim dalgasının öne çıkarttığı son kuşak finans kapitalistlerin egemenlik tapınağına kabul edilmesi, sınıfsal konumda bir değişimi değil, kaçınılm az yenilenmeyi anlatıyor.

AKP yıllarında genel egemenlik sistemindeki ve egemen ideolojideki son duruma bakalım: Aslında bu konulardaki değişim süreci henüz tam am lanm a­mıştır. Olası eğilimler ortaya çıkmış, ancak yeterince kurumsallaşmamıştır. Ülke hala 12 Eylül anayasası ile yönetiliyor. İktidar “ileri demokrasi” vaatlerinden baş­kanlık sistemi özlemine gelip dayanmıştır. Özetle, AKP tarafından “dem okrasi” konusunda gidilecek yol tamamlanmıştır.

Öte yandan, dönemdeki egemen ideoloji Kemalizmden “m uhafazakarlığa” doğru evrimleşiyor. Bu kavram son derece genel ve bulanıktır. Fakat net olan bir yanı vardır, artık düzenin egemen değerleri arasına eklektik bir biçimde de olsa islami değerler yerleştiriliyor. Bu konuda medyada her gün yeni bir haber gör-

ON

<NDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 31: Yol Yaz 2013

ocoDEVLET VESAYET İKTİDAR

mek mümkün. Olayların hangi noktalara kadar gideceğini öngörmek zor olsa da, yakın zamanda Kemalizm ile Siyasal İslamın değerlerinin bir sentezi mümkün değildir. Bu konudaki itiş kakış devam edecektir. Önümüzdeki günlerin temel özelliği bir yandan muhafazakar değerlerin kurumlaştırılmaya çalışılm ası, aynı zamanda egemenliğin bedeli olarak yıpranma sürecine gireceği bir dönem ola­caktır. Bugün ülkede olan bitenden artık Siyasal İslam ve onun en güçlü tem sil­cisi AKP sorumludur. Askeri vesayet yıllarında AKP hep mazlum rolündeydi. Artık egemen durum dadır ve mazlum durumundan zalim konumuna evrimleşiyor. Bu evrimleşmenin siyasal ve ideolojik bedellerinin olması kaçınılmazdır. AKP artık böyle bir sürecin içine girmiştir.

Devlet, İktidar ve Vesayet İlişkisinde Son DurumAKP yıllarında iki önemli siyasal sorun öne çıkmıştır. İlki, askeri vesayetin ge-

riletilmesi demokrasinin gelişmesi sonucunu yaratmış mıdır? İkincisi, AKP ve ce­maat ilişkisi, devlet ve iktidar konusunda hangi sorunlara gebedir?

Vesayet ve Demokrasi Sorunu: Cumhuriyetin vesayet sorunu tarihi ve yapısal nedenlere dayanır. Osm anlı’dan gelen tarihi nedenlerin en önemlisi devletin merkezi yapısıdır. Avrupa’da derebeyler kendi özgün güçlerine sahip­ti, Osm anlı’da her şey “müslümanların ortak m alı” anlayışı ile Saray’a aittir. Saray’ın gücü tek ve tartışılmazdır. Bu geleneksel anlayış cumhuriyetin kanalla­rına akışkan sıvı gibi sızm ış ve yaşamaya devam etmiştir. Bunun yanında en az bu gelenek kadar önemli olan diğer yapısal bir durum daha vardır. Cumhuriyet, yani burjuva düzeni kurulurken ülkede henüz egemen sınıf denebilecek anlam ­da burjuva sınıfı yoktur, daha doğrusu çok cılızdır. Bu nedenle kapitalizmin kuru­luş günlerinde Batı’da burjuvazinin yaptıkları Türkiye’de devlet eliyle yapılmıştır. Şüphesiz en önemlisi sermaye birikimidir. Bu konuda Cumhuriyet devlet eliyle banka örgütlemiş, öte yandan “azınlıklar”-Rum ve Ermeniler- zorla tasfiye edile­rek sermayelerine el konulmuştur.

Kapitalist merkezlerde feodalizme karşı mücadelesinden dolayı burjuvazinin kısmen özgürlükçü bir yanı vardır. Rekabet gerçekliğinden dolayı da üretimde yenilikçi bir yapı kazanmıştır. Fakat çok iyi bilinir ki, burjuvazinin tanıdığı ve ilan ettiği ilk özgürlükler sırf kendi sınıfı ile sınırlıdır. Örneğin ilk seçme hakkı “mülk sahipliği” ile sınırlıdır. Batı’da yüceltilen burjuva demokrasisi esas olarak işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki yüz yılı aşkın mücadelenin ürünüdür. İşçi sınıfının mücadelesi hem demokrasinin sınırlarını genişletmiş, hem de kendi koşullarını iyileştirmek için burjuvaziye karşı verdiği mücadele kapitalist sınıfı sürekli teknik yaratıcılığa zorlamıştır.

Türk burjuvazisi bunların hiçbirini yaşam adığı gibi devlet eliyle beslenmiş ve daha baştan tekelci bir yapı kazanmıştır. Ülkemizde sınıf mücadelesi 1960-80 yılları arasında belli bir yoğunluk kazanmıştır. Bunun bedeli ise 12 Eylül faşizmi olmuştur. Bu tarihsel ve yapısal özelliklerden dolayı Türk burjuvazisinin özgür­lüklerle ve yaratıcılıkla arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Kapitalist merkezlerde devlet, burjuvazinin sınıfsal egemenliğinin aracıdır. Burjuvazi verdiği sınıf müca­

Page 32: Yol Yaz 2013

delesi ile toplumda önderliği sadece maddi gücüyle değil, aynı zamanda moral olarak da kazanmıştır. Türkiye’de devlet, burjuva egemenliğinin aracı olmaktan çok, aslında var olmayan egemenliği kuran ve büyüten esas kurumdur. Bu ne­denle, burjuvazi bileğinin hakkına bir toplumsal önderlik kazanmamış, devlet bu cılız sınıfı elinden tutarak toplumun önüne çıkartmıştır. Hatırlardadır, o günlerin politikasının parolası “her mahallede bir milyoner yaratm ak”tı. Öyle de yapıldı.

Elbette finans kapital güçlendikçe devlet vesayetiyle ilişkisi bazı değişimlere uğramıştır. Finans kapitalin devlet vesayetine ilk sınır çekme girişimi 50’li yıllar­da Menderes iktidarı ile başlamıştı. Hikayenin sonrası biliniyor. 12 Eylül yıllarına kadar bu vesayet koyulaşarak devam etmiştir.

Bu gidiş AKP iktidarına kadar devam etti. AKP iktidarı ile askeri vesayet geri- letilirken, öte yandan neoliberal politikalara uygun olarak özelleştirmelerle dev­let vesayetinin bir diğer ekonomik ayağı da zayıfladı. Fakat bu süreçte bir diğer gerçek çok açık bir biçimde ortaya çıktı. AKP, iktidarını sağlam laştırdıkça vesayet adına yakındığı bütün kurumları ele geçirdikten sonra onları korudu, bunlar ara­cılığıyla devlet vesayetini sürdürmeye devam etti. Askeri vesayetin geriletilmesi “demokratik” bir kavrayışla değil, tamamen pragmatik bir anlayışla gerçekleşti­rildi.

Devlet ve belediye ihaleleri ile “yeşil serm aye”nin yolunu genişletmeye çalışı­yor. Ancak bu tekelci finans kapitalin yolu kapatılarak yapılmıyor. Buna AKP’nin gücü yetmez, ayrıca bir burjuva partisi olarak böyle bir anlayışı da yoktur.

Öte yandan, AKP iktidarı medyayı kontrol etmekte ordunun andıçlarını hiç aratmıyor. Bu konu o kadar ayan beyan yapılıyor ki, Başbakan’ı rahatsız eden her haber ve yorumdan sonra Erdoğan medyayı güçlü bir şekilde azarlıyor. Bu­nun bedeli yeni işten atılm alar oluyor.

Devlet ve halk ilişkisinde geleneksel vesayetçi anlayışta hiçbir önemli gelişme­nin olmadığının en iyi kanıtı cezaevleridir. AKP’nin on yıllık iktidarında cezaevle- rindeki insan sayısı üç kat artmıştır. 2000 yılında 40 bin olan sayı 2012’de 132 bini geçmiştir. Doluluk oranı yüzde 106 olmuştur. Bu hesaba göre her yıl 9 bin kişi ceza­evine yollanmıştır. Bütün bunların yanında halen 700 bin kişi hakkında yakalama kararı olduğu düşünülecek olursa ortada çılgınlaşan bir devletin olduğu anlaşılır.

AKP’nin ne ölçüde sivil bir iktidar olduğunu kendi içinden bir eleştiri çok iyi açıklıyor. “Öyle şeyler oldu ki, sivil iktidarın ne kadar sivil olduğu bizim için soru işareti hâline geldi. Mesela Uludere meselesinde hükümet, siyasi ve hukuki sorum­luluğunu yerine getirseydi, olaya hakkaniyetli ve adaletli yaklaşsaydı, “tamam, gerçekten bir askerî hata yapıldı. Ama yapılan bu askerî hatayı gerektiği gibi tamir eden bir sivil idare var” diyecektim ve yeterince sivil olduklarını düşünecektim. Ama öyle olmadı. Böyle bir hata karşısında vatandaşının yanında duran değil, askerine teşekkür eden, askerini koruyan bir hükümet oldu. Hadi PKK ve Suriye’deki savaş koşulları nedeniyle hükümetin şirazesişaşıyor diyelim ama benim AK Parti’ye eleş­tirim şu... AK Parti katılımcı bir demokrasi kurmak için uğraşmadı. Oysa Türkiye’nin pek çok meselesini çözerdi bu” (Hidayet Şefkatli Tuksal, Neşe Düzel ile röpörtaj, Taraf Gazetesi)

coDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 33: Yol Yaz 2013

<NCODEVLET VESAYET İKTİDAR

AKP’nin askeri vesayeti geriletmesinin demokratikleşme ile bir ilgisi olmadığı her geçen gün daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkıyor. Hidayet Şefkatli’nin vurgu­ladığı gibi bunun en çarpıcı kanıtı Roboski katliamıdır. Sonuç olarak, askeri ve­sayetin geriletilmesiyle ortaya çıkan alan demokratikleşme ile doldurulmamış, tam tersine iktidar partisi eliyle devletin zoru genişletilmiştir.

Devlet, İktidar, Cemaat ilişkisi: Askeri vesayetin geriletilmesinden sonra devlet iktidar ilişkileri normalleşmek bir yana başka yönden anormalleşti. Hika­ye biliniyor, ortalığı AKP Cemaat çekişmesi kapladı.

Akit gazetesinin saldırısına uğrayan Cengiz Çandar’ın vesayet konusundaki yorumu gerçeğin bir başka yönüne değiniyor: “Askerî vesayetin ortadan kalktığı ileri sürülüyor ama bu köklü bir değişikliğe işaret etmiyor. Yani askerî vesayetin ortadan kalktığı doğru. Biz baştan itibaren bunun kalkması gerektiğini ifade ettik. Demokratik bir ülkeye kavuşmanın bir gereğidir bunun ortadan kalkması. Fakat askerî vesayetin ortadan kalkması, devletin yapısı içerisinde vesayet sisteminin or­tadan kalkmasını otomatikten yerine getirmedi. Askerî vesayetin yerine başka bir vesayet sistemi kurulmak isteniyor ve yerini güvenlik bürokrasisi ve yargı ekseni üzerinden bir mekanizma aldı. Yerine başka bir güvenlikçi vesayet kuruldu"

Özellikle Cemaat- MİT çekişmesinden sonra bu kavrayış yaygınlaştı. Yargı ve güvenlik içinde cemaat çok iyi örgütlü olduğu için devlet ve iktidar ilişkisi bu saf­laşmanın prizmasından görülmeye başlandı. Akla ilk gelen soru, yeni “güvenlikçi vesayet” eskisi kadar güçlü ve dayanıklı olabilir mi? Bir diğer soru, devlet ve bur­juva hukuku açısından bu yapılanma ne anlama geliyor?

Askeri vesayetin yerini yeni bir vesayetin aldığı tespiti tam doğruyu yansıtm ı­yor. Önce vesayet kurduğu söylenen cemaat bunu yapacak güçte değildir. Bu ül­kede Menderes yıllarından beri özellikle İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Gümrük Bakanlığında hep tarikatların etkin olma çabası yaşanmıştır. Ancak bunların hepsi eninde sonunda iktidarın toleransına bağlı olmuştur. Askeri ve­sayet hem uzun geleneksel tarihinden hem de doğrudan ordunun yapısından aldığı güce sahipti. Aynı zamanda uzun yıllar siyasal iktidarlardan “bağım sız” davranma özelliği taşıyordu. Yıllar aktıkça Türkiye’de egemen sınıfların gücü büyüdü. Paradoks gibi görünse de, askeri vesayetin güç kaybetmesi, onun en zirveye çıktığı otuz yıl sonunda geldi. Cemaatin güvenlik ve yargı içindeki örgüt­lenmesi askeri vesayetin yapısal konumuna varamaz. Cemaatin devletle ilişkisi ne güçlü bir geleneğe dayanıyor, ne de yapısı ona iktidara karşı ağırlık oluştura­cak bir güç veriyor.

Askeri vesayet geleneğinde “devletin sahibi” ordu idi. Bugün cemaatin konu­muna bakıldığında devletin sahibi olm ak bir yana, ancak devletin bir kaç kuru- munda belli bir örgütlenmeye sahiptir. Buradan kaynaklanan gücü ile ilgili ilk önemli sınav MİT soruşturması sırasında yaşandı. İktidarın cevabı yüzlerce po­lis ve yargı mensubunun yerini değiştirmek oldu. Cemaat iktidar ilişkisini yeni bir vesayet olarak tanım lam ak hatalı olur. Bu ilişki daha çok iktidarı paylaşma çekişmesinden öteye bir anlama sahip değildir. Askeri vesayet yıllarında ordu iktidarı paylaşmadı, onun sivil hükümetten ayrı kendi gücü ve iktidarı, aynı za­

Page 34: Yol Yaz 2013

manda bunu uygulam ak için kurumları vardı.Bu gerçeklikten son olguya bakıldığında ortada yeni bir vesayet değil, iktidar

paylaşımı kavgası vardır. Böyle bir paylaşım ilişkisinde her zaman iktidar gücünü elinde tutanın son sözü söyleme imkanı vardır.

İkinci soruya gelirsek: Devlet ve düzen açısından bu paylaşım ilişkisi ne anla­ma gelir? Bütün düzenin ruhu ve temel kuralı olması gereken anayasa ve huku­kun iflas etmesi anlamına geliyor. Kapitalizm, ulus devletin kuruluş ve gelişim dönemlerinden farklı olarak artık alt pazarlara sahip olduğı gibi alt hukuklara da sahiptir. Günümüz dünyası modern veya geleneksel tarikatlarla doludur.

Fransız devrimi ile toplumsal düzen, o güne kadar olduğu gibi din tarafından değil hukuk tarafından düzenlenmeye başlandı. Böylece laik burjuva düzenler doğdu. Ancak bu düzenler zamanla bir avuç tekelci finans kapitalin egemenliği pekiştikçe ilk dönem özelliklerini kaybettiler. Çok küçük azınlık olan finans kapi­talistler muazzam servetleri ellerinde tutarak günümüzde modern derebeyleri haline gelmişlerdir. Bu noktadan itibaren “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” bayrakla­rını taşıyarak kurulan burjuva düzenleri keyfileşmeye ve çürümeye başlamıştır. Siyasal düzenin temelini oluşturan anayasa ve hukuk özünü kaybederek bir ka­buğa dönüşmüştür. Kapitalizm tarihsel olarak böyle bir noktaya gelmiştir.

Biz de ise burjuva hukuku hiçbir zaman kurulamadı. Hukuğun yanında daima askeri vesayetin keyfiliği varoldu. Düzenin hukuk sistemi, bir yandan askeri ve­sayetin en önemli organı derin devlet tarafından gündelik olarak ihlal edildi; bu yetmediği taktirde bizzat askeri darbelerle yeni hukuk yaratıldı. Bu gerçeklikten dolayı cumhuriyet döneminde hiçbir zaman klasik burjuva demokrasilerindeki gibi bir hukuk sistemi kurulamadı. Cumhuriyet hukuk sisteminin üzerinde her zaman askeri vesayetin keyfiliği demoklesin kılıcı gibi sallanmıştır.

Sosyalist sistem çöküp “post modern” yıllar başlayınca bu gerçekliğin ya­nına laik düzenin iflasının yarattığı sonuçlar da eklendi. 90’lı yıllarda “çok hu­kuklu sistem i” savunarak Refah Partisi laik düzenin tıkanma işaretlerini en açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. “Mega projelerin” çöktüğünün iddia edildiği postmodern günlerde siyasal islamın da “çok hukukluğu” dillendirmesi raslan- tı değildi. Erbakan’ın, “Tahakkümün ortadan kalkmasını istiyoruz. Çok hukuklu sistem olmalı. Biz geldiğimizde isteyen Müslüman nikâhını müftüye kıydıracak, isteyen Hıristiyan nikâhını kilisede kıydıracak” sözleri, Refah Partisi’nin kapatıl­ması davasında öne sürülen gerekçelerden biri olmuştu.

Burjuva demokrasisi ve hukuğunun köklü hiçbir gelenek ve işleyişe sahip ol­madığı ülkemizde, dünyada sistem çözülürken biz de çok daha hızlı parçalan­maya uğraması kaçınılmazdı. Cemaat ve tarikat örgütlenmeleri ayrı bir iç hukuk demektir. Bunlar marjinal gruplar olarak kalırlarsa düzenin genel yapısında fazla anlam taşımazlar. Ancak söz konusu milyonlar olunca tablo değişir. Cumhuriyet dönemi boyunca cemaatlerin siyasal partiler içinde bulunması ve onların politi­kaları üzerinde etki kurma çabaları hep yaşanagelmiştir.

Ancak yaşadığım ız günlerdeki tablo alışıld ık özelliklerin ötesine geçmiştir. Cumhuriyet, cemaatlerin partileri etkileme çabalarından daha fazlasıyla karşı

cocoDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 35: Yol Yaz 2013

coDEVLET VESAYET İKTİDAR

karşıyadır. Devletin güvenlik, yargı, eğitim gibi çeşitli alanlarında, düzenli bir örgütlenme ve devlet hiyerarşisinden ayrı kendi iç disiplini olan örgütlenmeler vardır. Bu anlamda AKP yılları, eski AP veya ANAP yıllarından farklı nitelik kazan­mıştır.

Cumhuriyetin hukuk ve kurumsal zeminini nasıl önceleri keyfiliği ile askeri vesayet bozdu ise, bugün de benzer bir keyfilik cemaat örgütlenmeleri tarafın­dan yaratılmaktadır. Bunun bütün işaretleti ortalığı kaplamıştır. Mahkemeler ne­redeyse futbol maçı havasına girmiştir.

Önemli olan nokta şudur. Cumhuriyet bir yeniden yapılanm anın eşiğindedir. Egemenlik ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi sürecine girilmiştir. Anayasa çalış­maları, “dem okrasi” beklentileri ve Kürt sorununu çözme girişimleri yeni sürece damgasını vuracak gibi görünüyor. Ancak bütün bunların altından cumhuriyetin en temel hastalığı yeniden başını uzatıyor. Askeri vesayetin bozduğu ve deforme ettiği hukuk ve kurumlar, düzeltilm ek yerine cemaat ve tarikat mantığıyla defor­me edilmektedir.

Bu gerçeklikten yakın geleceğe bakıldığında yeniden yapılanm anın askeri vesayet yıllarından ders çıkartılarak yürütülmesi gerekirken, tam tersine o uzun döneme damgasını vuran keyfiğinin yeni dönemde de farklı bir nitelikte yaşa­yacağı görülmektedir. Devletin kurumları içinde ayrı bir cemaat hiyerarşisinin varolması, kaçınılm az bir şekilde deformasyon ve gerilim yaratır. Devlet ve ikti­dar organları işlevleri gereği böyle çatallanm alarla yaşayamazlar. Askeri vesayet yıllarında bu “ikili hükümet” durumu gündelik politikada zaman zaman kendini derin devlet müdahaleleri (ya da provakasyonları demek daha doğru olur) ola­rak ortaya koyarken, kriz günlerinde ise askeri darbeler olarak yaşanıyordu. Gü­nümüzde iktidar cemaat çekişmesi MIT, yargı ve operasyonlar üzerinden yaşanı­yor. Üstelik bu durum henüz başlangıçtır. Olayların nasıl derinleşeceği yaşanıp görülecektir.

Fakat devletteki bu yeni çatallanm anın askeri vesayet dönemi kadar uzun ve şiddetli yaşanma şansı çok zayıftır. Günümüzde cemaatin iktidarı paylaşma tar­zının fazla bir geleceği olamaz. İktidar böyle paylaşılamaz. Siyaseten paylaşma koalisyon hükümetleri biçiminde olur. Koalisyonda her siyasal partinin güç sınır­ları bellidir ve ortak bir hükümet programına göre yürünür. Bundan farklı olarak bir siyasal iktidar, yapısı ve mantığı gereği paylaşılamaz. Devlet yönetmenin bü­tün siyasal sorumluluğu iktidar partisinde olacak, fakat bu iktidarını hiçbir siya­sal yüküm lülük taşımayan bir yapı ile (hatta gizli bir yapı ile) paylaşacak, böyle bir durum siyaseten intihar anlamına gelir. Bu durum MİT üzerinden hesaplaş­mada çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

SonuçTürkiye ikibinli yıllarla birlikte egemenlik ilişkilerinde yeniden yapılanma

sürecine girdi. Cumhuriyet tarihinde dördüncüsü yaşanacak olan bu yeniden yapılanmanın bazı özellikleri kesinlik kazansa da, önemli bir bölümü henüz sis perdesi arkasındadır. Yaşadığımız günlerde anayasa hazırlık çalışmaları ve Kürt

Page 36: Yol Yaz 2013

sorununu çözme girişimleri yaşanmakta olan yeniden yapılanmaya damgasını vuracaktır. Ortaya çıkan tabloyu özetleyerek yazıyı sonuçlandıralım.

İkibinli yılların yeniden yapılanm asında en önemli yenilik askeri vesayetin geriletilmesidir. Cumhuriyetin temel özellikleri dikkate alındığında askeri vesa­yetin tümüyle ortadan kalktığını iddia etmek doğru olmaz. Bu AKP’nin veya siya­sal islamın ne kadar ileriye gideceğine bağlıdır. On yılda bir darbelerin yaşandığı “ikili hükümet” günlerine geri dönülmesi mümkün değilse de, ordunun bu dü­zendeki ağırlığının sıfırlanması da mümkün değildir. Günümüzde “cumhuriyetin temel ayakları” hem Kürt sorunu, hem de siyasal islam tarafından zorlanıyor; aynı zamanda bölgedeki gelişmeler Türk devletini sıcak alanlara çekebilir. Bu gerçekler varolduğu müddetçe ordunun ağırlığı geriletilmiş mevzisinde varlığını koruyacaktır.

AKP iktidarı ile egemen zümre finans kapitalin durumu da “tartışılır” hale gel­miştir. Fakat bu görünüşten ibaret bir durumdur. Türkiye’de kapitalizmin yapısal değişimi söz konusu değildir. Üye sayıları toplam olarak 40 bini bulan MÜSİAD ve TUSKON, AKP iktidarı ile egemen sınıf konumuna yükselmemiştir. Ekonomideki tekelci finans kapital yapısı varlığını ve gücünü koruyor. Olan sadece, sayıları bir elin parmaklarını bile geçmeyen Anadolu burjuvazisinden sivrilen bazılarının, finans kapital tapınağına yükselmesidir. 80 sonrası kapitalizmin üçüncü gelişim dalgasının doğal bir sonucu olarak finans kapital tapınağına palazlanan son ku­şak katılıyor.

Yeniden yapılanm anın tümüyle hala bir sis bulutu arkasında duran yanı ge­nel egemenlik sisteminin nasıl şekilleneceğidir? Üstüne parlemento elbisesi giy­dirilmiş, asker-sivil “ikili hükümet” yapılanm ası ve 12 Eylül Anayasası dönemi kapanmaktadır. Ancak yerine nasıl bir egemenlik düzeni kurulacağı henüz belli değildir. Belli olan bazı özellikleri sıralayalım:

• Askeri vesayetin yerini yeni bir “güvenlik vesayeti” düzeninin aldığı tesbi- ti doğru değildir. Bu durum içinde büyük sorunlar taşıyan bir iktidar paylaşım kavgasıdır. Cemaatlerin iktidar ve devlet üzerinde bir dönem ordunun sahip olduğu gibi, bir vesayet gücü yoktur. Yeni dönemde iktidar zirvesinde paylaşım kavgaları yaşanacaktır. Bu paylaşım kavgası hiçbir “kutsallık” taşımadığı gibi bayağı bir çıkar çekişmesi olduğu için, yeni dönemde siyasal islamın duruşunu etkileyecek sonuçlar yaratacaktır. Ordunun imtiyazları budanıyor, bu kadarı gü­zel! Fakat yeni imtiyazlı zümrelerin yaratılmasının siyasal islamı bir dönem sahip olduğu “m azlum ” konumundan zalim konumuna yükselttikçe onun da bedel ödeme günleri yaklaşacaktır.

• Yaşanan yeniden yapılanma süreci Cumhuriyetin çok eski bir hastalığı ile inmelidir. Bu da anayasa ve hukuk yerine keyfiliğin hüküm sürmesi gerçekliği­dir. Dün düzenin kurallarını en keyfi ve hoyrat bir biçimde bozan ordunun yerini bugün cemaatlerin yarattığı keyfilik almaktadır. Askeri vesayete karşı ne kadar çok “hukuk”, “ileri demokrasi” nutukları atıldığı hatırlanırsa, bu kadar çabuk bir bozulma ve deformasyona girilmesi önümüzdeki dönemin çok sancılı yaşana­cağının en iyi kanıtıdır. Düzenin genel egemenlik sistemi yeniden yapılandırılır-

LOcoDEVLET VESAYET İKTİDAR

Page 37: Yol Yaz 2013

coDEVLET VESAYET İKTİDAR

ken, imtiyazlıların düzen üstü davranma keyfiliğinde, bu geleneksel mantıkta, hiç bir değişim olmadığı için düzendeki çürümede bir iyileşme değil, derinleşme yaşanıyor. Bu temel gerçeklikten dolayı yeni dönemin anayasa ve hukuk düzeni eskisinden kalite olarak farkı olmayacaktır.

• Askeri vesayetin geriletilmesi, onun yerini bayağı iktidar paylaşım kavga­sının alması bir temel gerçekliği ortadan kaldırmıyor. Geleneksel devlet vesa­yeti, bazı değişimlere uğrasa da hükmünü sürdürmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca egemen sınıfların beslenip büyütüldüğü devlet, onlar üzerindeki vesa­yetini bugün de sürdürmektedir. Askeri vesayet gerilese de, köklü geçmişe sahip olan devlet vesayeti yeni dönemde de sürmektedir. Elbette tek parti dönemin­den daha fazla sınırlamaları vardır, ancak devlet hala egemen sınıflar üzerinde vasi konumundadır. Bu konuda bir değişim işareti görülmediği gibi, başkanlık sistemi tartışmalarıyla devlet vesayetinin güçlendirilmesinin yolları döşenmek isteniyor.

Netice olarak, yeniden yapılanma sürecinin büyük bir bölümü hala sis perdesi arkasında olsa da, bu bulanıklığın arkasından üç ana eğilim seçilebiliyor: İktidar ve cemaatler arası paylaşım kavgası; bu ülkede hep hukuktan üstün olmuş im­tiyazlı zümrelerin keyfiliğinin kılık değiştirerek devam etmesi; son olarak devlet vesayetini güçlendirme girişimleri, yeni dönemin cumhuriyetin eski alışkanlıkla­rından ne ölçüde koptuğunun, daha doğrusu kopamadığının en iyi kanıtlardır.

Tabloya bütünüyle bakıldığında önümüzdeki dönemdeki yeniden yapılan­manın bir kavşakta olduğu görülebilir. AKP iktidarı devlet ve iktidar arasındaki çatallanm alarla baş edebilmek, Kürt sorununda elini güçlendirm ek için iktidar gücünü daha da arttıracak yollar arıyor. Bunun bugünkü adı başkanlık sistemi tartışmalarıdır.

Öte yandan, yeniden yapılanm ada kendi yerini alm ak için büyük bir mücade­le veren Kürt Özgürlük Hareketi çözümü “radikal demokrasi”de görüyor.

Günümüzde yeniden yapılanm anın iki önemli gücü siyasal islam ve Kürt Öz­gürlük Hareketidir. Buradan “demokratik cumhuriyet” yolunda bir sentez çık­maz. Öte yandan, devlet vesayetinin, keyfiliğin ve iktidar cemaat çekişmelerinin geleceği kucaklayacak nitelikte bir yeniden yapılanma yaratma şansı da yoktur. Gerilim yüklü, sancılı günlere giriliyor.

21 Mart 2013

Page 38: Yol Yaz 2013

NEOLİBERAL "OTORİTER DEVLET"

RÖPORTAJ: İsmet Akça

YILDIZ ÜNİVERSİTESİ Siyaset ve Uluslar arası ilişkiler Bölümü hocalarından ve aynı zamanda İstanbul EğitimSen 6 No’lu şube başkanı İsmet Akça devlet ve ikti­

dar alanında çalışmaları olan ve dersler veren önemli bir isim. Kendisiyle AKP’nin otoriter rejim inşası sürecinin kapitalizmin güncel eğilimleri ile nasıl ilişkilendi- rilebileceği üzerine bir söyleşi yaptık. Söyleşi 27 Mayıs 2013’te yapıldı. Dolayı­

sıyla Gezi ile değerlendirmeler yok. Fakat söyleşinin son cümlesi çok anlamlı bir biçimde aslında Gezi Direnişi’nin doldurduğu boşluğa işaret ediyor.” Belki aşağı­dan başka bir toplumsal dinamik çıksa Türkiye’de bu daha mümkün olacaktır.”

Evet artık Türkiye’de ve Dünya’da halklar lehine birçok gelişmenin daha mümkünolduğu günlerdeyiz.

YOL: 2008 krizi sonrasında Avrupa’da kurulan teknokrat hükümetler ve birçok kapitalist ülkede gözlenen aşırı güvenlikçi, otoriterleşme eğilimleri kapitalizm ile demokrasi arasında kurulmaya çalışılan rabıtanın çatlamasının işaretleri olarak okunabilir mi? Biz de AKP’nin özellikle 2010 referandumu sonrasında girdiği süre­ci bu bağlamda okuyabilir miyiz Marksist bir bakış açısıyla?

İsmet Akça: Artık neoliberal kapitalizmin uzunca bir tarihi oluştu. Gerek Marksizm içi gerekse Marksizm dışı eleştirel sosyal bilimcilerin işaret ettiği bir şey var: Neo-liberal dönemde siyasal alanın daralm ası, devlet formunun sosyal liberal demokratik devlet formundan uzaklaşarak daha yeni tipte bir otoriter devlet formuna dönüştüğü. Ben bu konuda Poulantzas’ın 1978’de “Devlet, İk­tidar, Sosyalizm ”de otoriter devlet üzerinden yaptığı bir analizi önemli bulu­yorum. Pek çok arkadaşım ız bu kavramı kullanıyor. Biz bazen bir kavramı her kilidi açacak anahtar diye görüyoruz. “Otoriter devlet” kavramının bu kadar abartmadan yine de faydalı bir şekilde kullanılabileceğini düşünüyorum. Bu­gün AKP’nin yaptığı her şeyi otoriter devlet formu üzerinden anlayabilir miyiz? Bence değil. Bazı değişiklikler var. Ama yine de Poulantzas’ın o kavramının bir değeri var. Poulantzas çok erken bir tarihte şunu söylüyor: Artık kapitalizmin

^1

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

Page 39: Yol Yaz 2013

oocoRÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

devlet formunun sosyal liberal demokratik bir devlet formu olm ayacağı daha otoriter bir devlet formu olacağı. Bunun üzerinden bir analiz yapıyor. Neyi söy­lüyor burada çok temel bir şekilde devletin toplam sal hayatın tüm alanlarını daha fazla kapsam ası, siyasal demokrasinin im kanlarının iyice daraltılm ası, bu anlamda bir geri çekilme, siyasal demokrasiyi mümkün kılan temel haklar ve özgürlüklerin iyice daraltılm ası, yürütmenin yargı ve özellikle yasama karşısın­da güçlendirilm esi, daha dar ve etkin bir kadroyla yürütmenin karar alıcı hale gelmesi. Yine işaret ettiği noktalardan bir tanesi siyasal partilerin toplum sal bağlarının kopması ve gittikçe daha fazla devletleşmesi diyebileceğim iz bir süreç. Ve yine bazı yerlerde paralel devlet dediğim iz uygulamaların öne çık­masından bahsediyor. Neo-liberalizmi bazen şöyle algılıyoruz. Neo-liberalizm başlıyor ve o ideal form takır takır uygulanmaya başlıyor. Biz Türkiye’de de bu hatayı yapıyoruz. 12 Eylül geldi, neo-liberalizm geldi diyoruz. Öyle değil. Sadece özelleştirmelere bakalım. Türkiye’de özelleştirmeler 2000’lere, AKP iktidarına kadar çok yavaş seyreder. Sendikaların daha önceki güç ilişkilerinde tuttukları mevziyi kaybetmemek için verdikleri mücadele ve hukuk alanının bu anlam ­da bir mevzi olarak görülebilmesi gibi nedenler bunda etkili. Bu örneklerden bir tanesi. Yaşanan aslında çok eklektik bir süreç. Devlet formu olarak 80’lerin başındaki piyasayı yiyen devlet, “devlet tamamen çekilsin” formundan 90’la- rın ortasında “piyasayı iyi yönetecek devlet formunu inşa etmeye yöneliş” de bu çeşitliliğin bir parçası. Dolayısıyla neo-liberalizm dediğim iz şey bir anda her yerde aynı hızda külliyen yerleşen bir şey değil. Mücadelelerle işleyen bir süreç .

Poulantzas bunu neo-liberal kapitalizm üzerinden okumuyor ama o yapısal eğilimi görüyor bence. Daha sonraki eleştirel analizlerde bunu teyit ediyor. Bu yapısal eğilimi -tabi ki farklı ülkelerde neo-liberalizmin dinam iği farklı işlediği için zaman ve mekan bakım ından- birçok yerde görebiliyoruz. Avrupa’ya baktı­ğımızda siyasal partilerin toplum sal bağlarının kopması, parlamenter siyasetin bildiğim iz liberal dem okratik işleyişinin anlam sızlaşm ası, partilerin birbirine çok benzemesi, özellikle iktisadi meselelerde, sosyal meselelerde karar alm a­nın teknikleştirilm esi çok karşılaştığım ız şeyler . Türkiye’ye baktığımızda parla­menter siyaset hiçbir zaman Avrupa’daki gibi anlamını kaybetmiyor. Bir şekilde güçlü, önemli bir şey Türkiye’de.

Ben Poulantzas’ın tarif ettiği otoriter devletçilik tanımını neo-liberalizm için­de karşımıza çıkan temel yapısal eğilim olarak alabileceğim izi düşünüyorum. Çünkü bir çok unsuru bir çok yerde karşılaştığım ız bir olgu. Ama bu temel eği­limin her bir coğrafyada her bir ülkede, her bir alt dönemde nasıl şekillen­diğini ayrı ayrı analiz etmek gerekiyor. Neo-liberalizm açısından şu ayrımı da yapm ak gerekiyor. Neo-liberalizmin ilk 70’lerin sonu 80’lerin başı İngiltere’de Teacherizmle başlayan yeni sağ siyaset dediğim iz yaklaşım ını temel mottosu şu: -yine bir kitabın başlığında ifade edildiği gibi- “Güçlü Devlet serbest piya­sa”. Orada neo-liberalizmin bir çelişkisi var; devleti bir yandan pek çok alandan çekm ek istiyor, özellikle iktisadi karar alma m ekanizm alarından. Pratikte böyle değil ama iddiası bu. Çünkü bir önceki devlet formunu sadece yıpratm ak istiyor.

Page 40: Yol Yaz 2013

Yoksa gerçekten devlet bütün bu alanlardan hızla çekiliyor değil. Kapitalizm böyle işleyemez. Neo-liberalizm bir yandan bunu yaparken de bir yandan top­lumsal ve politik disiplini sağlam a gayretinde. Muhafazakarlık ve otoriterlikle sürekli eklem lenerek var olan bir yeni sağ siyaset. Çünkü neo-liberalizm, mu­hafazakarlık ve otoriterliği sürekli birbirine eklemliyor. Dolayısıyla bir yandan devleti geri çekme söylemi -pratikte birebir karşılığını görm esek de- bir yandan da devleti özellikle disiplin konusunda daha fazla ön plana itme gayreti. Hani Poulantzas’ın yukarıda tarif ettiğim otoriter devlet tanımında ifade edilen boyutların önemli bir kısmını içeren politikalar. 90’ların ortalarında dünyanın muktedirleri iki şey keşfettiler: Bunda 1994 Asya krizinin de etkisi var. Bir neo­liberal sosyal politikaların yarattığı bir yeni yoksulluk var. Bunun yönetilmesi gerekiyor. İkinci sorun da neo-liberalizmin siyasal katılım sorunu idi. Özellik­le Avrupa’da klasik olarak görülen fiiliyatta bir geri çekilmeye cevaptı aynı za­manda radikal demokrasi kuramları. Küresel egemenler dediğim DTÖ gibi ku­rumlar hem bir yoksulluk sorunu ortaya koydular, hem de bir demokrasi açığı sorunu tanımladılar. Bunu nasıl çözecekler? İlkinde ne yaptılar? Yeni bir refah yönetişimi devreye soktular. Neo-liberal kapitalizm le uyuşacak yeni bir refah politikaları uyguladılar. Yoksullukla mücadele projeleri; sosyal riski azaltma projeleri, devlet, SSK, şirket işbirliği üzerinden yapılan aslında sosyal yardım mantığına dayanan ve bir karşılık da bulan yeni bir neo-liberal refah yönetişi­mi uyguladılar. Türkiye’de AKP politikaları da buna örnektir. İkincisini ise şöyle çözmeye çalıştılar: Yönetişim ideolojisiyle. 90’lı yıllarda parlamenter siyasetin ciddi bir kriz yaşam asıyla(hegem onya krizi, temsiliyet krizi) devreye yönetişim ideolojisi girdi. Katılımı kelimede de içkin kılan bu ideolojiye göre “hep beraber yöneteceğiz” deniyordu. Kimlerle birlikte? Siyasal iktidar, bürokrasi, şirketler ve STK ’lar... Katılım burada bir STK dünyası üzerinden tarif edilmeye başlandı. Bu klasik parlamenter sistemden ve onun klasik hesap verme m ekanizm ala­rından tamamen koptu. Tabii bu her yerde böyle olmadı, örneğin Türkiye’de parlamenter siyaset önemini kaybetmedi. Ama bir yönetişim paradigması ve bir yeni refah rejimi, neo-liberal kapitalizm in bir cevabıydı. 90’ların ortasından itibaren dünyanın çeşitli yerlerinde devletin bir yeniden yapılanm ası var. Ş im ­di bu yeniden yapılanm a aslında daha erken evrelerde 80’lerin başında gün­deme gelen yeni sağ siyasette de görülen bir şeyi içeriyor: İktisadi karar alma m ekanizm alarının teknikleştirilm esi ve merkezileştirilmesi. Teknikleştirilm esi, bu meselelerin normal sıradan vatandaşların anlayacağı meseleler olmadığı, piyasa diye kendinden menkul bir m ekanizmanın olduğu, buna dair kararları da ancak uzmanların verebileceği türünden bir yaklaşım ı içeriyordu. Türkiye’de bu neye döndü? Özal’ın prensleri ve üst kurulların oluşması türü gelişmeler or­taya çıkardı. Bu üst kurullar özellikle 1999-2002 arası çok yoğun gündeme geldi. Bizatihi bunun kendisi yani iktisadi meselelerin toplum sal politik boyutundan arındırılm ası, teknik bir hale getirilmesi ve üstüne üstlük teknikleştirirken yü­rütmeye veya yürütme içinden bir gruba ait olm ak üzere -ki bu bazen başbakan oldu, bazen hazine ve dış ticaret müsteşarlığı veya üst kurullar olabildi- karar

ONcoRÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

Page 41: Yol Yaz 2013

oRÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

alma süreçlerinin m erkezileştirilmesi yaşandı. Bunun kendisi zaten otoriterlik tartışması içinde düşünülmesi gereken bir şey. Demokrasiyi toplumsal özne­lerin kendi hayatlarına dair meselelerde özne haline gelebilmesi ve bunu mümkün kılacak, bunları güçlendirecek her türlü, hukuki, siyasi, iktisadi düzenlemeler olarak okumak gerekir. Neo-liberal kapitalizm farklı dönem le­rinde farklı uygulamaları olsa da her dönem özünde bunu engellemeye çalış­mıştır. Otoriterleşmenin bir ayağı bu teknikleştirme ve merkezileştirme boyutu. Diğer ayağı ise bir güvenlik devletinin sürekli devreye sokulm ası. Bunu kimileri cezai devlet olarak adlandırıyor.

Türkiye üzerinden süreci gözlemlersek, 70’lerin sonlarında kapitalizmin organik krizi yaşanıyor. Bir sermaye birikim krizi var, ciddi bir hegemonya kri­zi var ki bu devlet krizi olarak algılanıyor muktedirler tarafından. Açık bir sınıf çatışm ası var. Burjuvazinin çeşitli fraksiyonları bir sınıf birlikteliğini kurmuş ve sürecin ürünü 12 Eylül. 12 Eylül ne yapıyor? 12 Eylül’ün kurduğu devlet formu­na 82 Anayasası üzerinden bakarsak, otoriter devlet tanımına çok yakın bir şey olduğunu görürüz. Tabi ki bu Türkiye koşullarında aynı zamanda bir militari- zasyonu da içeriyor. Avrupa’dakinden farkı bu. Ama Latin Amerika’da benzer geçişlerin olduğu 1973 Şili ve 1976 Arjantin, Uruguay örneklerine çok benziyor. Yani devlet formuyla, sınıf ilişkilerinin yeniden yapılandırılm asıyla yepyeni bir düzen inşa ediliyor.

YOL: Bu otoriterleşme eğilimlerini Türkiye’ye özgü bir şey olmanın ya da kimi ulusalcı çevrelerin savladığı g ibiAKP’nin cumhuriyetle hesaplaşmasının ötesinde kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde devletin yeniden inşasına dönük bir süreç olarak tasavvur edebilir miyiz?

İsmet Akça: Bence kesinlikle böyle okum ak lazım. Türkiye’yi sürekli nevi şahsına m ünhasırlaştırm ak, tekilleştirm ek bizi çok körleştiriyor. Bu bir yanılgı. Neo-liberal kapitalizme geçişle birlikte her yerde normal devlet formunun daha otoriter bir devlet formuna dönüştüğünü görmek gerekiyor. O yüzden 1978’da Poulantzas’ın otoriter devletçilik üzerinden Avrupa’ya bakarak yazdığı şey önemli. O yüzden İngiltere’deki Thatcher deneyimine bakm ak önemli. Orada da devlet otoriter çünkü. Bu genel olanı anlatan, genel teorik olandan çıkıp, Türkiye’de olanı anlatmam ız, buradaki özgünlükleri de yakalam am ız gerekiyor. Mesela 12 Eylül geçiş sürecine baktığımızda buradaki özgünlük nedir? Tabi ki 24 Şubat süreci ile birlikte gerçekleşti. Bizde 12 Eylül süreci liberal, sol liberal perspektiflerden, “ordu zaten özerk politik bir güce sahip o yüzden darbe ya­pıyor” diye gösteriliyor. Öyle değil, o darbelerin zam anlam ası, neyin ne zaman gerçekleşebileceği, hangi güç ilişkileri içinde nasıl gerçekleştiğine bakm ak la­zım. 12 Eylül çok açık bir şekilde, neo liberal kapitalizmin bir üst okuması olarak anlaşılm ası gereken bir süreçtir. Bunu kopardığın zaman Türkiye’ye dair, onun özgünlüğünü anlatmayan bir hikaye anlatmaya başlarsın.

Page 42: Yol Yaz 2013

YOL: Marksist bir demokrasi anlayışı çerçevesi çizmeye çalıştınız. Aslında ezi­lenlerin, toplumun alt kesimlerinin kendilerini özne olarak oluşturabilmelerinin önündeki engellerin kalkmış olmasının demokrasiyi ifade ettiğini söylediniz. As­lında bu da neo liberalizmin tam ortaya çıkış manifestosunda, “toplum diye bir şey yok” diye söylem kurması ya da kolektif öznenin kendisinin artık neredeyse ta­rihi bir fonemen haline gelmesinin bir sonucu olarak okunabilir mi ? Geoff Eley’in yazdığı bir makale vardı ve orada Avrupa demokrasinin işçi sınıfının iktidar mü­cadelesinin bir ürünü olarak da değerlendirilebileceği, sadece piyasa ya da sivil toplumdan çıkan bir demokrasi anlayışının gerçekçi olmadığına dair eleştiriler vardı. Şimdi bugünden de baktığımızda aslında bu bilincin zayıflaması ile ilgili bir sıkıntı yaşamıyor muyuz? Marksizmin yaşadığı kriz işçi sınıfının yaşadığı krizle, aslında ezilenlerin örgütlenme problemi, çokluktan kolektif özne inşasının müm­kün olamaması, dolayısıyla da demokrasi ve devletin otoriterleşme problemi olarak da karşımıza çıkmıyor mu?

İsmet Akça: İkinci Dünya Savaşı sonrasında, beğenelim beğenmeyelim, çe­şitli formlar altında dünyaya baktığımızda, ‘60’lara, ‘70’lere, ne görüyoruz, her yerde ezilenlerin politik özne haline geldiğini görüyoruz. Toplum politikleşi­yor. Direniyor, mücadele ediyor. Yeni m uhafazakarlık buna bir cevap. Yani di­yor ki, yeni ekonom ik düzenin kurulması, mücadelenin, direnişin olduğu yerde gerçekleştirilemez. Bunun için yapıyı değiştirm em iz gerekir. Yani bir bina var önümüzde, bir mimari, devlet mimarisi, ister sosyal dem okratik formlar içinde, ister kalkınm acı formlar içinde mücadelelere alan açıyor. O açılm ış olan alana kimin girip çıkacağı belli değil. Ne yapm ak lazım, o mimarinin, o binanın kapıla­rını kapatm ak lazım. İçeride sadece muktedirlerin kalacağı hale getirmek lazım. Devletin yeniden yapılanm ası dediğim iz şey bu. Dünyanın her yerinde bu yapıl­maya çalışılıyor. Yukarıda saydığım ız aktörlerin toplum sal alandan dışlanm ası gerekiyor. Bunu yapm anın çeşitli yolları var. Askeri darbelerle yaparsınız, başka şekillerde yaparsınız. Ama esas yapm anız gereken şey devletin kurumsal m ima­risini yeniden tarif etmektir. Onun içindeki, oraya kazınmış olan güç dengelerini değiştirm eniz lazım ki birileri artık giremesin. Önemli olan birilerinin iktisadi ve siyasi olarak oradan dışlanm ası. Türkiye’de bu 12 Eylül, daha sonra dünyaya daha uyumlu şekilde ANAP’ın politikaları, 1990’larda Milli Güvenlik Kurulu va­sıtasıyla ordu merkezli otoriterlik üzerinden yürütüldü. 12 Eylül Anayasası ile devletin mimari formu aşağıdakilere kapatıldı, o alanı mümkün olduğu kadar insansızlaştıracak yasalar ve yasal düzenlem eler geliştirildi.

Bizim bildiğim iz liberal demokrasinin imkanlarını da yok ediyor. Sivil örgüt­lenmeyi de, mücadeleyi de yok ediyor. Hedefi bu çünkü. Otoriter devleti dü­şündüğüm üzde yeni sağ hem bu yapıyı koruyor, ANAP’a da baktığımızda, böyle oluyor, bir de Özal’a baktığımızda başta anlattığım ız iktisadın teknikleştirilm esi meselesini getiriyor. Teknikleştirme ve merkezileştirme. Bu 12 Eylül’cülerin çok yaptığı bir şey değil. Onların kafası tam böyle çalışm ıyor ama Özal’ın yaptığı tam bu. Daha sonra 90’lara geldiğimizde, Türkiye’de merkeziliği görüyoruz, merke­zinde ordunun olduğu otoriter devlet var. Milli güvenlik devleti anlayışı. Burada

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

Page 43: Yol Yaz 2013

<NRÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

bunun başına neo liberalizmi geçirm ek lazım. Olay şu çünkü 90’larda, Türkiye tip ik bir hegemonya krizi yaşıyor. Niye, çünkü siyasal partiler devletleşiyorlar. Niye devletleşiyorlar? Bir Türk siyaset alanına bakalım. Bu partilerin, örneğin 91 Seçim lerinde SH P-CH P’nin toplum sal vaatlerinin 94 Seçim lerinde tamamen düşmesi. Aslında IMF, Dünya Bankası dışında pek bir şey söylem iyor bu siyasi partiler. Kürt meselesinde de ordu merkezli olarak bu mesele güvenlikleştirili- yor, bu siyasal mevzu değildir güvenlik mevzusudur deniliyor. Bunların sonucu olarak siyasal partiler siyasal varlıklarından kopuyorlar ve orada ordu merkez­li bir devlet formu oluşuyor. Bunlara bir şey daha eklem ek lazım. Türk devleti aynı zamanda iç savaş yapan bir devlet. “Savaş yapm ak devleti yapm ak” diye güzel bir lafı vardır T illy ’nin, savaş yapıyorsanız devlet de devlet formu da ona göre şekilleniyor. O yüzden hem neo liberalizm hem de devletin diğer kurumla- rı aslında, politik hegemonya krizinin de olduğu bir dönem içinde yani 90’larda neo-liberal milli güvenlik devletine ait . Bu hem bize neo liberalizmin dünyadaki genel eğilimini gösteriyor, devletin otoriter bir form almasını gösteriyor, hem de Türkiye’ye özgü bir şeyi de gösteriyor. Bunu ordunun merkezinde olduğu otori­ter bir devlet formu üzerinden gerçekleştiriyor. İkisini birbirinden kopardığınız zaman bence iki tane yanılgıya düşmeye başlıyorsunuz. Neo liberal kapitalizm ­le bağını kopardığınız zaman daha liberal, sol liberal bakışa düşüp, Türkiye’ye özgü, Türkiye’de böyle oldu diyorsunuz. Yok bu sadece neo liberal kapitalizm ile alakalı derseniz o zaman Türkiye’ye özgü yanını görmüyorsunuz. Mesela, Türkiye’de iç savaşın olduğunu yok sayam azsınız, 28 Şubat’ı yok sayam azsanız.

90’lar bu devlet formunun artık gidemeyeceğini, siyasal anlam daki hege­monya krizinin aşılam adığını gösterdi. 28 Şubat’ın ardından koalisyonlar yine tutmadı, 2002’deki büyük kriz arkasından yepyeni bir döneme girildi.

YOL: Ben de tam aslında onu soracaktım. 27 Mayıs’la başlayan süreç2000’le- rin ilk on yılında bambaşka bir evreye sıçradı, aslında çok kimsenin de bekleme­diği bir şekilde, toplumun kimi kesimlerini hayal kırıklığına uğratacak bir biçimde ordu siyasal sahnede son derece güçsüzleşti ve zayıfladı. AKP aslında neo libe­ralizme bir hegemonya zırhı giydirerek yeniden bu süreci inşa ediyor ve özellikle 2007 Seçimlerinden sonra bunu çok net bir şekilde hissedebiliyoruz. Sizce ordu­nun bu merkezi rolüne ne oldu, 2000’lerin sonunda Türkiye’de?

İsmet Akça: AKP ordunun merkezinde olduğu siyasal bloğu yenilgiye uğrat­tı. Şimdi 2002’de A KP’in ABD ile görüşmesi, Siyasal İslam ’ın kendi içinde bö­lünmesi, ki bunun nedeni bu bölünmede bir kesimin Siyasal İslam ’ın eski s i­yaset tarzıyla Türkiye’de etkili olam ayacağını görmeleridir. Böylelikle kendisini merkez sağa biraz daha açan dinam ik bir siyasal parti ortaya çıktı. 2002 sonrası AKP burjuvazinin farklı fraksiyonlarının desteğini alan hegemonik bir zemin oluşturdu. Neo liberal kapitalizm in dışladığı, toplumun kenarına ittiği kesim­lerinden güçlü bir destek aldı, İslam ’ı Sünnilik üzerinden tarif eden kesimlerin desteğini aldı, Kürt sorununda da daha önce söylenenlerden, klasik olan gü­venlik politikalarından farkı bir şey söylemeye ve yapmaya çalıştı. Hegemon-

Page 44: Yol Yaz 2013

yasının ana öğelerini buradan tarif edebiliriz. AKP devlet sorunu itibariyle ne yaptı? AKP iktidar olduğunda aslında orduyla bir mutlu evlilik yapm ak istedi­ğini düşünüyorum. Fakat ordu böyle bir teklifi kabul etmedi. Çünkü ordunun gözünde, o bloğun gözünde aslında, bu karşılık bulmadı. Çünkü AKP İslamcı partiydi. AKP ne yaptı? İlk dönem, özellikle 2005’in sonuna kadar AB karşısında bir mevzi savaşı yaptı, AB’yi bir kart olarak kullandı ve refomlar çerçevesinde milli güvenlik devletini, orduyu geriletti. Mevzi kaybetmelerini sağladı. Ordu bunun karşısında ne yaptı? Darbe girişimleri yaptı. Beceremedi, çünkü bence toplum sal karşılığı yoktu. Arada bir geçiş dönemini konuşabiliriz ama esas ola­rak 2006’da cum hurbaşkanlığı tartışması ile alevlenen süreç, 2007’de 27 Nisan e-muhtırası, ardından A KP’nin hodri meydan deyip seçimlere davet etmesi, se­çimlerden çok büyük bir zaferle, yüzde 46 gibi bir oyla çıkm asıyla beraber, Ana­yasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılm asıyla ilgili dava açması ama kapatmayı göze alam am asıyla beraber AKP mevzi savaşını cephe savaşına döndürmeye başladı. Burada A KP’nin organik kadroları, Gülen cemaati kadroları bir em ni­yette, ikinci olarak yargıda, ama özel yargıda, yetkili mahkemelerde (DGM’lerde sonra özel yetkili mahkemelerde) kadrolaştı. Yargı, emniyet, medya ve hükü­met, bu dörtlü, bugünkü otoriter devlet formunun merkezindeki aygıtlar. Bence 90’lardan daha farklı bir şey bu. Otoriterliğin merkezinde olan bu devleti kulla­narak, bu güce dayanarak cum hurbaşkanlığını aldı, atamalarla rektörlükleri ele geçirdi, referandumun ardından yargıdaki gücü arttı. Bu aygıtları kontrol etti ve ondan sonra güçlü bir cephe savaşını yürüttü. Merkezinde ordunun olduğu blo­ğun çok da fazla direnme gücü yoktu artık. Yargı, emniyet, medya ve hükümetin olduğu bu yapının amacı davalarla orduyu çökertmekti. Aslında yargıyı da farklı bir şekilde kullanmaya başladı. Ergenekon, ardından Balyoz, Kürt hareketine karşı KCK davaları çok benzer tarzda davalar. Aslında bu davalarla ordunun eli­ni kolunu bağladı. 2012’de Yüksek Askeri Şura’da da kontrolü eline aldı. Bugün politik olarak artık oldukça güçlendi. Sivilleşm e denilen şeyi, ordunun siyasal iktidara tabi kılınm asını bence AKP gerçekleştirdi. Fakat bu tek başına demok­ratikleşme anlamına gelmiyor. Çünkü AKP bunu yeni bir otoriter devlet formuy­la gerçekleştirdi. AKP 'nin otoriter devlet formunun birkaç tane temel özelliği var. Bir tanesi, yeni bir hukuk üzerine, savaş hukuku üzerine kuruluyor. İsrail devleti gibi ama bunu parlamenter bir yapı içinde gerçekleştiriyor. Parlamenter otoriterizm gibi kavramlar tam da bunu anlatmaya çalışıyor. Mesela bazı baş­kanlık sistemleri böyle. Seçim ler oluyor, parlamento var ama demokrasi yok, haklar ve özgürlükler yok. Bunu anlatabilm ek için böyle kavramlar kullanm a­ya başladık. Tabi bu evrensel bir durum, dünyanın birçok ülkesinde gördüğü­müz bir durum, AKP de bunu yapıyor aslında. Bir yanda bir hegemonya ama bu dem okratik değil gayet otoriter ve siyasal hasım olarak herkese karşı. Bu otoriter yeni devlet formunu devreye sokuyor. Bu otoriter devlet formu savaş mantığıyla ilerliyor. Demokratik siyasette hasımlaşma siyasetin doğası gereği­dir. Ama savaş hukuku siyasal hasmı tarif etmez, düşman tarif eder. Düşman yok edilmesi gerekendir. Siyasal arenada meşru kabul edilmeyendir. Şim di bu

coRÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

Page 45: Yol Yaz 2013

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

hem dünyanın birçok yerinde, küresel olarak işleyen bir mekanizma, hem de neo liberalizmle çok alakalı. Neo liberalizmin dışladıklarının politikleşmesinin engellenmesi gerekiyor. Dünyanın her yerinde böyle. Örneğin Cezayir devleti­nin güvenlik siyaseti, bunun merkezinde terör suçu var. Bu tam bir savaş huku­kunun uygulanması. Siyasal hasımdan, siyasal farklılıktan neye geçtik biz şimdi bugün. Terör ve teröriste. Terör ve terörist dediğiniz anda, Orhan Gazi Ertekin güzel tespit ediyor, siz gayri siyasallaştırıyorsunuz. Dolayısıyla yepyeni bir sa­vaş hukuku mantığına dayanan, yargı, emniyet, medya üzerinden yeniden ya­pılandıran yeni bir otoriterlik bu. O yüzden 90’lardan farklı. Burada 11 Eylül’ün küresel etkisini de düşünm ek lazım. Terör, terörist söylemi, savaş hukukunun devreye girmesi... vs dünyanın birçok yerinde görünün bir şey bu. Burada daha farklı bir eklemlenme var. Parlamenter bir siyaset, kesinlikle liberal demokratik değil, Türkiye açısından değerlendirildiğinde sanki dem okratik açılım getiriyor gibi, ama sürekli olarak hasımlarını düşman olarak tarif ederek, otoriter devlet formunu devreye sokan yeni bir biçim ile karşı karşıyayız. Elimizde daha iyi bir kavram olm adığı için otoriter devlet demeye devam edebiliriz ama bence daha iyi bir kavram üretmemiz lazım. Bunun üzerine kurulu bir otoriter yapı bugünkü farklı durumu izah ediyor. Bir diğer şey, neo liberalizmin değişmeyen özelliği, karar alma m ekanizm alarının m erkezileştirilmesi ve teknokratikleştirilm esi. Bir diğer unsur, yargının, ceza hukukunun yeniden tanım lanm ası, polisin, em­niyetin dünyada gördüğümüz gibi, 80’lerden itibaren neo liberalizmle birlikte ortaya çıkan yeni ötekileri, kriminalize etmesi, polisin sürekli olarak bunları denetleyebilecek bir şekilde yeniden örgütlenmesi. Ne görüyoruz şimdi? Es­kiden ceza hukuku suç sonrası işlev görüyordu. Şim di dünyanın her yerinde, Amerika’da da bunu görüyoruz, suç öncesi, ortaya çıkm adan suçu engelleme, dolayısıyla asıl suçu değil suçluyu engelleme, suçluyu değil potansiyel suçluyu engelleme üzerine kurulu bir yargı ve polis aygıtı inşa edilm iş durumda şimdi. Bu sadece siyasal hasımlara yönelik değil, çok daha geniş, gündelik hayata yö­nelik bir denetleme, sosyal kontrol aygıtı üzerinden yürüyor. Bu da çok önemli bir şey, otoriterleşmeyi anlamakta.

YOL: Foucoult’da” iktidarın her yerde” olması tartışması vardı ama orada dev­let neredeyse görünmez hale gelmişti ama burada devletin her yerde olduğu, ne­redeyse insanın kendi içinde bir şeye dönüşmesi meselesini devletin yeni durumu olarak görüyoruz diyebilir miyiz?

İsmet Akça: Foucoult da son zam anlarında “devlet de önemli hala” diyor ama şimdi çok daha denetleyici bir devlet var, çok daha fazla gündelik haya­ta nüfuz edebiliyor, bunun merkezinde polis çok önemli bir yer tutuyor. Poli­si öyle kaba şekilde düşünmeyelim, polisin gündelik hayata nüfus edebilme, takip edebilme, gözetleme kapasitesinin inanılm az bir şekilde artmış olması kesinlikle Türkiye’ye has değil. Amerika’da, Avrupa’da, dünyanın diğer yerlerin­de polis aygıtının yeniden yapılanm ası gerçekleşiyor. Türkiye’de de bu küresel eğilimin bir parçası olarak gerçekleşiyor. AKP’nin polisi değil sadece, neo liberal

Page 46: Yol Yaz 2013

kapitalizm in polisi bu. Tabi Türkiye’de AKP iktidarı olduğu için siyasal hasımlara göre de biçimleniyor, burada kendine özgü dinam iklerle Gülen cemaatinin de kontrolü söz konusu oluyor, yeri geliyor Hükümet ile cem aat arasında açık ger­ginlikler de oluyor.

YOL: Burada şunu soracaktım, kollektif özne oluşmadan kontrol altında tut­mak, sınırlarının çizilmesi, aslında demokrasinin sınırlarım da bu belirliyor.

İsmet Akça: Genel otoriterleşmeyle, neo liberalizmin otoriter anlayışıyla il­gili yukarıda söylediklerim ize şunu da eklem ek lazım. Türkiye merkez sağının sağ popülizmi, milli irade algısı ve buradan çıkardığı demokrasi algısına bak­mak lazım. Çünkü neo liberal siyaset algısına da çok benziyor. Buna göre milli irade sandıktan çıkan çoğunluktur, çoğunluğun lideri de milli iradenin tem silci­sidir vs. Dolayısıyla çoğunluğa sahip olan iktidarın dışındaki aykırı her şey milli iradenin dışında sanki. Otoriter demokrasi son dönem kullanılan bir kavram. Bunu çok iyi tarif ediyor. AKP askeri vesayete karşı mücadele ettim, onun için de milli iradeyi temsil ediyorum diye yaklaşıyor. Herhangi bir sorun olduğun­da kendisini tek aktör olarak tarif ediyor, tek aktör patolojisi bu. Ortada olan sorunların çözümünde kendi dışında aktör kabul etmediği için, örneğin KCK davalarında bunu görüyoruz, diğer aktörlerin mümkün olduğu kadar belini kı­rarak tek aktör olarak sorunu çözmeye çalışıyor. Sınıfsal, etnik, toplumun farklı kesimlerinin, her türlü özerk örgütlenmenin, bu köylü hareketi olabilir, ekolojik hareket olabilir, kadın hareketi olabilir, herhangi bir hareketin, A KP’nin kontro­lü dışında özerk her türlü örgütlenme karşısında A KP’nin verdiği cevap otoriter bir yanıt oluyor. Milli iradeyi ben temsil ediyorum, bunlar şöyle, bunlar böyle... Dolayısıyla toplum sal muhalefete böyle davranıyor. Böylelikle siyasal alanı ka­patma eğilimde oluyor. Bu hem neo liberalizmin genel yönelimi hem de Türkiye sağının milli iradeyle ilgili tarihsel yaklaşım ı.

YOL: Söz konusu ettiğiniz bloğun içinde hegemonyanın kurulmasının ardın­dan bir çatlak söz konusu ve bu çatlak aslında ilk başlarda çok yüzeysel, çok kon- jonktürel, çok güncel bir şey gibi algılanmaktaydı. Biraz da bunların arasında bu kadar büyük bir çelişki olabileceğine dair bir beklenti yoktu. Ama Türkiye’de son birkaç yıldır yaşanan gelişmelere baktığımızda sanki bu blok içi gerilimin kendisi bir çok şeye damgasını vuruyor. Ve hatta önümüzdeki süreçte sanki, 2014 Seçim­leri bu noktada bu bloğun kendi içinde bir yeni hesaplaşmaya da yol açacak gibi gözüküyor. Yani AKP’nin kendi tesis ettiği hegemonyanın sınırlarını da çizen bir özelliğe sahip gibi görünüyor. Bunun en açık belirtilerini de 2014’de görebiliriz sanki. Buna ne dersiniz?

İsmet Akça: Hegemonya m utlak değildir. Her hegemonya sonuçta çatlak­ları da, kırılganlıkları da içinde barındırır. AKP açısından baktığımızda, yaptığı siyasal hamlelerden dolayı siyasal alanda bir gerginlik var. AKP bugüne kadar bu süreci yönetebildi. Ama kapitalizm in içindeki sınıfsal çatlaklar her zaman için orada duruyor. Mesela Kürt sorunu açısından sürecin nereye gideceği belli

LORÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

Page 47: Yol Yaz 2013

ON

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

değil. Bölgesel dinamikleri de göz önüne aldığım ızda çok hassas, Suriye vs. çok hassas, her an her tarafa doğru dönebilecek, savrulabilecek bir süreç. Bunlar hegemonyanın toplum sal düzeyde olan olası çatlakları. Diğer çatlak da Gülen cemaati ile AKP ile Tayyip Erdoğan arasındaki ciddi gerilimdir. Gülen cem aa­ti devletin içinde örgütlenmiş, hangi siyasal parti ile amaçlarını gerçekleştire­biliyor ise onunla gerçekleştirmiş, ilk defa bir siyasal parti olarak A KP’ye açık destek vermiş, özellikle devlet içinde kadrolaşma derdinde olan, bunu çok iyi yapan, oraya uygun ekipler yetiştiren bir cemaat hareketi. Ve neo liberal oto- riterleşmede en önemli olan kurumlar emniyet ve yargı. Önceleri Deniz Feneri davasıyla ilk belirtilerini gördüğümüz bu gerilim, önümüzdeki süreçte Anayasa yapım sürecinde başkanlık sistemi ile ilgili olarak gündeme gelecek gibi görün­mektedir. Yaklaşık 10-12 gün önce Hüseyin Gülerce bir yazı yazdı. “Türkiye’de yeni bir anayasa yapılacaksa ve bu bir toplum sal mutabakatla gerçekleştirile­cekse ve Recep Tayyip Erdoğan başkan olmayı düşünüyorsa kesinlikle bundan vazgeçmesi, hatta Cum hurbaşkanlığına bile aday olm am ası gerekiyor”. Bundan daha açık söylenemez. Bülent Arınç’ın son ABD seyahatiyle bu gerginlik aşılm ak istenmişti. Peki bu gerginliği nasıl çözerler de bir m utabakat sağlanır, bunu bil­miyorum, bu siyasal güç dengelerine bağlı. Bu başkanlık meselesine gelince, kontrol ve denge m ekanizm alarının hiç olm adığı sorunlu bir başkanlık siste­minden söz ediliyor. Şim di Recep Tayyip Erdoğan bütün bu çelişkiler söz konu­su iken zorlamaya devam edecek mi? Kendi iç çatlaklarını çözmeden, bir refe­randum muhtemelen toplumu da yarı yarıya bölecek bir referandum olacaktır. Gülen cemaatiyle bu meseleleri nasıl halledecek, Kürt sorunu, barış süreci ne olacak, Kürt hareketi şimdi bakıyor hükümet ne yapıyor diye, diken üstündeler, anlam ıyor kimse ne olacağını, ya da ben görmüyorum ama tam da ne olacağı belli değil. Dolayısıyla bunların her biri bu süreçte yum uşak karın. Biraz am iya­ne olacak ama şu an Tayyip Erdoğan’ın zorladığı şey başkanlık sistemi değil, her zaman yaptığı şeyi yapıyor AKP, pazarlığı üstten açıyor, ama zaten işi de bağ­lam ak üzere. Muhtemelen başkanlık sistemi üzerinden bir tartışma yürütüyor, kamuoyunu yönlendiriyor, ondan sonra zaten sonuçta halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanlığı sistemine evet diyecek AKP. Sanırım varm ak istedikleri yer bu.

YOL: Geçen sene, tam da bu AKP otoriterizminin çok açık bir biçimde ortaya çıkması üzerine sol kamuoyunda faşizm tartışmaları yapıldı. Çünkü o dönemde özellikle, referandum sürecinde üçe bölünen sol hareket de bu sürecin biraz daha belirgin bir biçimde farkına vardı ve genel olarak bir AKP faşizmine ya da AKP diktasına karşı bir mücadele hattı bir siyaset tarzı olarak ortaya çıktı.. Foti Ben- lisoy mesela faşizm kavramının böyle sürekli kullanılmasının problemli olduğu­nu, Türkiye’de faşizm meselesinin bir yap boz tahtasına döndüğünü söylüyordu. Bence çok önemli bir tartışmaydı ama çok fazla gelişmedi. Aslında devletin de­ğişimini, dönüşümünü kavrayabilmek için bize bir çok önemli done verecek bir tartışama yürütülebilirdi. Bir de özellikle ulusalcı kanadın geliştirdiği, cumhuri­

Page 48: Yol Yaz 2013

yetle hesaplaşma tezlerine karşı da elimizde güçlü bir avadanlığa ihtiyacımız var. Foti’nin yazılarında önce çıkan, Troçki’nin faşizm tahlilinde de öne çıkan özellikle işçi sınıfı örgütlerini dağıtma meselesi vardı. Aslında biraz da oradan yola çıka­rak bunun faşizm değil de otoriterleşme olarak okunmasına dair sonuçlar çıka­rıyordu. Ama biz Türkiye’de sınıf hareketinin fecaat durumuyla karşı karşıyayız, bir Çaykur grevi yaşandı, bu grev kurulduğu gün kapandı, THY grevi yaşanıyor, oldukça ciddi anlamda zorlanıyor ve hükümet bu grevlere gerçekten özel bir bi­çimde yaklaşıyor. Geçen Çalışma Bakanı’nın yaptığı bir açıklama var “Bu Hava- iş ’in yaptığı 20’inciyüzyılın sendikacılığıdır, 21’inciyüzyıl sendikacılığı, Hak-lş’in, Memur Sen’in yaptığıdır”diyen, sendikacılığın devlet eliyle biçimlendirilmeye ça­lışılması. Bütün bunlara da bakıldığında aslında AKP klasik faşizm tahlillerine zaman zaman giren, zaman zaman değen, zaman zaman girip çıkan bir görüntü de vermiyor mu? Mesela, bir taban hareketi üzerine oturuyor, Ankara’da naif bir eyleme eli satırlı insanların saldırısı gibi görüntüler yaşanıyor, toplumun yaşam tarzının bütününün belirlenmesine dönük, totalitarizmi çağrıştıran uygulamalar var, gerçekten doğrudan işçi sınıfının öz örgütlerini artık yaşayamaz hale getiren bir atmosferin yaratılması ve kendi şahsında sendikal örgütler yaratma teşeb­büsleri de var. Bütün bunlara bakıldığı zaman, bu faşizm tartışmalarıyla ilgili siz ne dersiniz?

İsmet Akça: Bir takım siyasi kavramları kullanırken ne çok dar kullanacağız ne çok geniş kullanacağız. Buna dikkat etmemiz gerekiyor. Bu anlamda faşizm sol tarafından çok rahat kullanılan, hızla devreye sorulan bir kavram. Siyasal retorik içine bunu sokarız. Sığar sığm az. Siyasal retoriğinizi bunun üzerine ku­rabilirsiniz ama siyasal analizim izi bugün bunun üzerine kuramayız. Faşizmden ne anladığım ız da çok tartışmalı bir şey. Ben faşizm denilen şeye baktığımda şunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bir politik partiyi ya da politik hareke­ti faşist olarak tarif edebilm ek için iki tane temel şey olduğunu düşünüyorum. Birincisi, bir karşı devrim. Bir devrimci harekete karşı bir karşı devrim organi­zasyonu olduğunu düşünüyorum. Daha da önemlisi bir kitle m obilizasyonun önemli olduğunu düşünüyorum. A KP’ye baktığımda da bir siyasal parti, siyasal hareket olarak, bu unsurları o anlamda görmüyorum. Tam tersine hatta kitle m obilizasyonundan korkan bir tutum görüyorum. O yüzden ben faşizm değil ama bunu, neo liberal otoriter popülizm olarak görüyorum. Bu dünyadaki ör­neklere de oturuyor. Ama Türkiye’nin özgünlükleri var. A KP’yi, oluşturm uş oldu­ğu sistemi siyasal bir tarif olarak faşizm olarak nitelemeyi isabetli bulmuyorum. Otoriterleşmeyi faşist bir siyasal rejime yatkınlık olarak görebilir miyiz? Bunu da çok öyle görmüyorum. A KP’nin karm aşık bir devlet formu içinde var oldu­ğunu düşünüyorum. Yine dünyadakine benzer örneklerle paralellik kuracağım ama Türkiye’de AKP’ye dair bir farklılığı da oradan çıkarabiliriz. Bugün Latin Amerika gibi bir çok örneğe baktığımızda, parlamenter bir siyasal rejim altında, yani parlamenter liberalleşmenin asgari unsurlarının olduğu ama diğer düzen­lemelerin büyük oranda geri çekildiği, ciddi bir gayri liberalleşmenin yaşandı­ğı bir olgu var. Onun dışında zaten dem okratik liberalleşme özerk demokratik

^1

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

Page 49: Yol Yaz 2013

oo

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

örgütlenmelerin varlığına izin verir. A KP’nin yaptığı şey bu. Ama bu çok fazla neo liberalizmle alakalı. Neo liberal popülizm dünyanın her yerinde böyle bir şey. Dünyanın her yerinde toplumun en aşağılarındakilere, enformal sektörde olanlara sesleniyor. Sosyal demokrat devlet formunun muhatabı olan örgütlü kesimlerle ilgili olarak kendi suretinde sendikalar açıyor, özerk durmaya çalı­şanlara ise baskıcı yöntemler uyguluyor. Dolayısıyla neo liberal popülizm, neo liberal otoriterizm dünyanın her yerinde örgütsüzlüğü teşvik ediyor. Örgütlü kesimleri ortadan kaldırıyor. O yüzden lider çok önemli oluyor. Lider siyaset­te zaten önemli ama neo liberal otoriterizmde lider çok daha önemli. Tayyip Erdoğan başkanlık sistemini istiyor ama zaten şimdi de başkan gibi dolaşıyor ortalıkta. Her şey kontrolünde, her şey elinin altında. Ve topluma doğrudan ses­lenen, medyanın yeni dönemdeki rolüyle de seslenen bir durum var. Bu neden­le de klasik faşizm bence Türkiye açısından uymuyor. Ama bu şu demek değil tabi ki, Türkiye’de AKP’nin kendine özgü bir yönü de var. Ben A KP’yi İslamcı bir siyasi hareket olarak görmüyorum ama çok ciddi muhafazakar, tutucu bir siya­sal parti. Refah Partisi siyasi İslami bir hareket ama AKP böyle değil. Tabi AKP kadrolar olarak dinci m uhafazakarlığa sahip. Bununla ne yapıyor AKP? Kendi suretinde bir Türkiye yaratıyor. Devlet kurumlarında yapıyor bunu, toplum sal hayatın içinde yapmaya çalışıyor. Bu özgünlüğü, dünyanın farklı yerlerinde­ki neo liberal totalitarizm örneklerinden farklı bir unsur olarak görmek lazım. Gündelik hayatın yaşanm asına m üdahaleler yapıyor. Mesela bunu yer yerde görmüyorsun. Bu farklılık. Aslında ötekisinin/Kem alist ulusalcıların yaptığının aynısını yapıyor.

YOL: 4+4+4’den sonra bu hassasiyet iyice arttı. AKP’nin muhafazakarlaştırma hatta İslamileştirme politikası, Ortadoğu siyasetinde Sünni bloğun önemli bir un­suru haline gelerek aslında doğrudan toplumun sünnileştirilmesi gibi bir yaklaşı­mı var gibi gözüküyor.

İsmet Akça: Bence var, gücü yettiği zaman bunu yapıyor. Bunu Amerikan tarzı bir m uhafazakarlığın, bu tip bir m uhafazakarlığın çerçevesine sokm ak doğru olmaz. İslami bir m uhafazakarlaşma yaratıyor. Mümkün olduğu kadar toplumun tüm alanlarını deneyerek, (reel siyaseti çok iyi bilen bir parti) yokla tekrar geri çekil şeklinde bir yol izliyor. Bunu hemen hemen her konuda yaptı. Mesela türban meselesi, bana göre kılık kıyafet şeyi falan olmaz, AKP ne yaptı bir ileri iki geri sonrasında türban meselesini fiili olarak çözdü. Yasal düzenle­meyi önemsemedi. Aldın mı YÖK’ü, aldın mı rektörlükleri mesele çözülüyor za­ten. Ulusalcı bloğun kalelerini düşürdüğün zaman sorun kalmıyor. Geldiğimiz yer şimdi burası oldu, bundan sonraki tartışma hocaların başlarını kapatarak girmeleri gibi konular oluyor, yani kendi suretinden bir dünya yaratmaya çalı­şıyor. Bunu yaparken AKP çoğunlukçu davranıyor. Devlet aygıtı içinde kurdu­ğu hegemonyaya dayanıyor. Yani sivil toplum hegemonyasından sonra siyasal toplumda da hegemonyasını tesis etti, devlet aygıtını da kontrolü altına aldı. Bugün A KP’nin organik bileşenlerini kontrol ettiği bir devlet var karşımızda.

Page 50: Yol Yaz 2013

Askeri vesayet falan geride kaldı. Bu masal daha ne kadar tutar bilemem ama onun reel karşılığı, gerçekliği kalmadı artık. AKP bütün bu imkanları kullanarak gündelik hayatı kamusal hayatı mümkün olduğu kadar muhafazakarlaştırm aya çalışıyor. Buna da devam edecek.

YOL: Ben son bölümde şunu tartışmak istiyorum. Demokratikliğin sınırlarını belirleyen aşağıdakilerin kolektif özne haline gelebilmesi. Dolayısıyla biz de bu­gün demokratikleşme sorununu tartışırken, kolektif bir öznenin inşasının imkan­larını tartışmadan bunu değerlendiremeyiz. Bu konuyla ilgili imkanlar da belir­ginleşiyor. Bir araya gelmeye dönük kimi deneyimler var. Ezilenlerin temsil ettiği siyasal temsilciler açısından en azından böyle. Dün örneğin Ankara’da, Demok­rasi ve Barış Konferansında da böyle bir tartışma vardı. 2014 Türkiye’nin yaşa­dığı bir sürü gerilim açısından oldukça önemli bir yıl olacak. Kürt hareketi attığı radikal hamlelerle de bir dizi açılım gerçekleştirdi, tabi ki beklentileri de arttır­mış hale geldi aynı zamanda. Çünkü AKP’nin de bununla ilgili bir takım adımlar atması gerekiyor. Ama AKP’nin böyle bir görüntü vermediği de açık. Bir taraftan askeri vesayetin geriletilmesi sürecinde gözlendiği gibi, nasıl askeri vesayetin ge- riletilmesi Türkiye’ye doğrudan demokrasi getirmediyse, barış sürecinde de aynı şeylerin yaşanabileceği gibi sıkıntılar ve tartışmalar da yaşanıyor. Sizce önümüz­deki dönemin imkanları açısından bakıldığında, bu teşebbüsler ve girişimler açı­sından bakıldığında (dünkü toplantıda mesela ÖDP, Halkevleri gibi kesimler de vardı, geniş bir aydın katılımı da vardı) böylesi bir zeminde bir kolektif özne inşası noktasında sizce bir imkan söz konusu mu, bu konuda neler düşünüyorsunuz?

İsmet Akça: Bu çok zor bir soru ama çok ümitli olduğumu söyleyemem ben. Dünyadaki direniş deneyimlerine bakıp Türkiye’yle karşılaştırırken, Türkiye bu anlamda neo liberal kapitalizme direnişlerin en dağınık olduğu ülkelerden bir tanesi. Bir takım kıvılcım lar orada burada yanıyor fakat bunlar bir siyasal mec­raya akamıyor. Hem de ortaya çıkan kıvılcım ların arasında bağlar kurulamıyor. Bunu kuracak olan sosyalist sol, siyasal sol bunu beceremiyor. 90’larda yaşa­nanlar, bir deneyim olarak ÖDP’nin parçalanm ış olması, Kürt hareketine bakıl­dığında Türkiye sosyalist hareketiyle büyüklük olarak bir orantısızlık olm ası, o orantısızlık bence sahici bir bütünlük kurulmasını sağlayamıyor, Kürt hareketi­nin bir gündemi var, öncelikli olarak Kürt sorununun çözümü olarak ortaya ç ı­kan bir mesele var, bu hareketin içinde sosyalist, sola yakın isimler de, bam baş­ka isimler de var. Kürt sorunu çözüm yoluna girerse, bir koalisyon olarak Kürt Hareketi ne olur onu bilemiyorum, bu arada bu mesele nasıl ilerleyecek onu da bilemiyorum. Tabi Kürt hareketiyle sosyalist hareketin entegrasyonunun, an­lamlı bir birlikteliğinin sağlanm ası önemli. Ama bu bugüne kadar becerilemedi. Bahsettiğim dengesizlik bence bunda çok önemli oluyor. Kürt hareketinin bir gündemi var bu gündemini takip etmek istiyor, sosyalist hareket o kadar zayıf ki başka bir gündemi ortaya koyamıyor. Güçlü bir entegrasyonu, birlikteliği sağ­layacak kuvvete de Türkiye sosyalist hareketi sahip değil. Üstelik çok dağınık ve paramparça. Hafta sonu toplantısı nasıl geçti bilmiyorum. Toplantıyı takip

VO

RÖPO

RTAJ: NEO

LİBERAL “OTO

RİTER DEVLET”

Page 51: Yol Yaz 2013

oLORÖ

PORTAJ: N

EOLİBERAL “O

TORİTER D

EVLET”

edemedim ama İngilizcedeki “wishful thinking” deyimini hatırlatıyor bana. Ben bunun çok reel zeminini göremiyorum. Bu çok önemli m uhalif kolektif bir zeminin yaratılması açısından ama kendi gündemi Kürt hareketini inanılm az şekilde sıkıştırıyor. Yakın gelecekte sınıfsal dinam ikleri onu belki de dağıtacak şekilde etkileyecek. Kürt hareketinin kendi açm azları var. Sosyalist hareketin dağınıklığı ve zayıflığı burada sağlıklı bir ilişki kurulmasına imkan tanımıyor. Ortaya çıkan bu davetleri kovalam ak gerekiyor mu? Evet, sonuna kadar kovala­mak gerekiyor. Ama bu parçalılığa ve dağınıklığa bakınca umutlu olamıyorum. Belki aşağıdan başka bir toplum sal dinam ik çıksa Türkiye’de bu daha mümkün olacaktır.

27 Mayıs 2013

Page 52: Yol Yaz 2013

AKP İKTİDARINDA YENİ OLAN NEDİR?GERÇEK YENİ NASIL İNŞA EDİLİR?

POULANTZAS'LA DÖNÜŞÜMEBAKMAK

M. Sinan MERT

2012 yılında yoğun olarak yaşanan ve toplum un başta Kürt halkının siyasi tem silcileri o lm ak üzere çeşitli muhalif, direngen kesim lerine yönelen ope­rasyonlar sadece darbe günlerini hatırlatm akla kalm adı. İlk o larak sloganvari bir söylem olarak ortaya çıkan “AKP faşizm i” vurgusu yaşanan siyasi sürecin, devlette yaşanan dönüşüm ün okunm ası biçim iyle ilgili de bir tartışm aya yol açtı. 12 Eylül referandumu, sözüm ona dem okratikleşm e yönünde anayasa değişikliklerin in gerçekleşm esini sağlam ıştı. Fakat 2012 kazın ayağının hiç de öyle o lm adığını en uslanm az 'yetm ez ama evet’çiye bile gösterdi -en azın ­dan büyük kısm ına-. Haftada iki defa yaşanan KCK operasyonları, devrim ci hareketin çeşitli bileşenlerine dönük saldırılar, hayatın her alanını saran tek­nik takipler, m ahkem elerden çıkan anlaşılm ası güç iddianam eler ve kararlar yeni bir sürecin m ayalandığına dair bir intiba yarattı. “AKP faşizm i” tartışm ası ise tam da bu zem ine oturdu. U lusalcılar bu söylem i çok daha rahat benim ­sedi. C H P ’liler tarihlerinde hiç olm adığı kadar “faşizm e karşı om uz om uza” sloganı attılar. Fakat M arksistler açısından faşizm kavramı bir olağanüstü devlet biçim ini im lem ekte idi. Bu olağanüstü devlet biçim inin ise ortaya çık­ması ile ilgili kimi süreçler, aşam alar ve koşullar tespit edilm işti. Dolayısıyla özellikle FotiBenlisoy, yazdığı bir dizi yazıda 2012 Türkiye’sinde yaşananların neden faşizm ile nitelenem eyeceğini gayet başarılı bir biçim de ortaya koy­du. Ergin Yıldızoğlu ise ortasında konum lanm aya çalıştığı ulusalcı ve Mark­sist pozisyonların bir m elezleşm esinden yola çıkarak yaşanan dönüşüm de faşizm i anım satan birçok yön bulunduğunun altını çizdi. Aslına bakarsanız yaşanan tartışm a oldukça önem li bir ihtiyaca yanıt üretmekteydi. Türkiye’de yaşayan herkes AKP iktidarının ustalık dönem inin farklı nitelikte bir devlet yapılanm ası ortaya çıkardığını hissetm ekteydi. U lusalcı kanat bu yeni yapıyı “C um h uriyetle rövanş” mantığı çerçevesinde değerlendiriyordu. 2. Cum hu­riyet, Yeni Osm anlı gibi daha ziyade çağrışım ları “geric ilik” ile referanslı, dö­nüşümün daha ziyade İslam cılar eliyle gerçekleştirild iğin i vurgulam aya ça lı­şan kavram lar kullanım a sunulm aktaydı. Liberaller için ise çeşitli zorluklara rağmen “her şey yolundaydı!”. Türkiye norm alleşiyordu. Nihayet ortaya çıkan

LOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 53: Yol Yaz 2013

<NLOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

“otantik burjuvazi” burjuva devrim ini tam am lam aktaydı. Bürokratik otorite- rizm ortadan kalkm aktaydı. Türkiye dem okratikleşiyordu.

Sosyalist-devrim ci hareket bu dönüşüm ü anlam landıracak çok etkin bir kavram seti ortaya koyam adı. Süreci faşizm olarak nitelendirm ek aslında an­lamlı bir yanıt olabilirdi. Fakat faşizm olgusu ile ilgili birikim , bu sürecin gözü kapalı bir biçim de faşizm olarak nitelenebilm esini gerçekten de im kânsız kılm aktaydı. Bu yüzden alınan genel tutum temel o larak devlette önemli bir değişik lik olm adığı yönünde tespit edildi. Devlet egemen sınıfın baskı ve zor aygıtı idi ve öyle olm aya da devam etmekteydi. Böylece Lap alis’in doğruları tıkanılan her noktada olduğu gibi bir kez daha yardım a çağrıldı.

Fakat otoriterleşm e ve hatta totaliterleşm e ile ilgili işaretler her geçen gün çoğalm akta idi. Erdoğan 12 Haziran seçim leri sonrasında iyice kuşandığı aşırı özgüveni ile her gün bir başka konuda tüm toplum un sin ir uçlarını zorlayan icraatlar ve söylem ler geliştirm eye devam ediyordu. Toplum un Necip Fazıl’ın manifestosu kalıbına dökülm ek istendiğine dair em areler güçlendi. En son AKP İstanbul İl B aşkan ı’nın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi tasfiye süreci ta­m am lanm ış, artık inşa süreci aşam asına geçilm işti.

Devletteki dönüşüm ün yeni m im arisinin hukuki altyapısı ise yeni anaya­sa ile inşa edilm eye çalışılm aktaydı. Anayasa oluşan yeni güçler dengesini, fiili durumu hukukileştirerek kalıcılaştırm ayı am açlam aktaydı. Türkiye’nin devasa ve dağ gibi birikm iş toplum sal sorunlarından ziyade hazırlanm aya çalışılan yeni A nayasa’nın en gerilim li noktasının başkanlık sistem i etrafın­da oluşm ası tesadüf o lab ilir miydi? AKP ve Erdoğan, zam an zam an m esele­yi geriplana çekse de sonuç o larak güçlü bir yürütm enin inşası noktasında başkanlık sistem inin Erdoğan’ın hayallerini süslediği ortada. Biz bu durumun aslında sadece Erdoğan’ın kişisel hırsları ve özgüveni ile açıklanam ayacağı, aslında kapitalizm in genel trendleri ile uyumlu ve neo-liberal kapitalizm in ih­tiyaçları ile ilişkili o larak düşünülm esi gereken bir otoriterleşm e süreci ile iliş ­kili olduğunu düşünüyoruz. Evet, 1989’da duvarlarla beraber sosyalizm in de çöktüğü yıllarda yaşanan dem okrasi iyim serliği artık hiçbir yerde yok. 2008 küresel krizinin şiddeti, Ç in ’in ve genel o larak BRICS’in güçlenm esi ile ortaya çıkan çok kutupluluğun yarattığı tekinsizlik, zayıflayan küresel dengeler ve yeni yükselen güçlerin ham m adde ve Pazar arayışları ile şiddetlenen küresel rekabet, küresel blokların karşılıklı konum aldığı bölgesel savaşlar ve de en önem lisi kapitalizm i yenem ese de görece terbiye etmeyi beceren, dem ok­ratikleşm esini sağlayan “devrim ci s ın ıf” hareketlerinin geri çekilm esi dünya devletlerini daha otoriter bir vasata doğru çekm ekte. Tüm dünya kapitalizm e açılan Ç in ’in ne zam an çok partili, Batı tipi dem okrasiye geçeceğini düşüne dursun neo-liberalizm ile otoriter siyasi rejimlerin hiç de uyum suz o lm adığı­na dair bir bilinç şekilleniyor. Demokrasi denen rejimin aslında siv il toplum , AB, piyasa, özelleştirm e vs. ile değil de aslında en çok düzeni y ıkm ak isteyen, başka bir dünya isteyen işçilerin,ezilenlerin m ücadelelerinin ürünü olduğu birkaç yıl sonra çok daha açık bir biçim de anlaşılacak. Neo-liberalizm otori­

Page 54: Yol Yaz 2013

ter devletle rabıtasını geliştirdikçe her şey çok daha açık bir biçim de ortaya çıkacak.

Dolayısıyla AKP iktidarının lO .yılını tam am ladığım ız ve küresel/bölgesel hesaplaşm aların şiddetlendiği bu konakta birkaç önem li soruya cevap ver­mek zorundayız:

AKP iktidarı Türkiye Devleti’nin yeni bir evresine tekabül ediyor mu? Eğer böyle bir dönüşüm söz konusu ise yeni dönem ile geçm iş dönem arasındaki süreklilik ve kopuşlar nelerdir? Böylesi bir yeni evre nereden kaynaklanm ak­tadır? Bu yeni evrede yaşanan yeni devlet biçim i ile ilgili neler öne ç ıkarıla ­bilir? Bu gelişm elerinneo-liberalizm ile otoriterizm arasındaki yakın laşm a ile bağlantısı nedir? Ne kadar u lusald ır ne kadar küreseldir?

Soruların; cevaplarını daha sonra açm ak kaydıyla, şöyle cevaplanm ası ge­rektiğini düşünebiliriz:

Evet, Türkiye’de devletin temel koordinatları ile ilgili kimi önem li dönü­şüm lerin yaşandığı ve yaşanacağı bir evreye bir süredir girilm iştir.

Bu gelişm e A K P ’nin, egemen sınıfın 2001 krizi ile doruğuna çıkan karşı he­gemonya krizine yanıt üretmeyi başaran özne olm ası ile m ümkün olmuştur. Devletin sın ıflar m ücadelesi ile ortaya çıkan güç dengelerinin bir yansım ası olduğu düşünülürse, serm ayenin hâkim fraksiyonunu tem sil etmeyen bir s i­yasi partinin hegemonya krizine yanıt üretmesi ister istemez güç dengelerinin dönüşüm üne yol açm aktadır. Süreklilik ler egem enlik kurma biçim lerinde, kopuşlar ise toplum a dayatılan hegemonya projesi ile ilgili o larak yaşan ­maktadır. Hegemonya projesi yeni güç dengesi çerçevesinde bir araya gelen iktidar bloğunu bir arada tutan kabuller, hedefler ve ideolojiler bütünüdür. AKP iktidarı ile özellikle kentli, la ik orta sınıfları ve Alevileri aşırı tedirgin eden m uhafazakârlaşm a, hatta Sünni İslam laşm a olgusu yeni iktidar bloğunun ve hegemonya projesinin yansım asıdır. Yeni-O sm anlıcılık çerçevesinde bölge­sel güç olma yönünde girişilen m aceralar da bu yeni paradigm anın önemli bir bileşenidir. Bu yeni hegemonya projesi sayesinde neo-liberalizm 1980’ler sonrasında Özal dönem inin kısa bir dönem i dışarıda tutulursa ilk kez hege- m onik olm ayı başarm ıştır. Yani toplum un ezilenlerinin önem li bir kısm ından zoru çok fazla kullanm adan rıza devşirebilm eyi başarm ıştır. Yoksullardan rıza devşirilebilm esinin en önem li araçları, sadakaya dayanan bir yoksullukla m ücadele programı ile birlikte devletin din ile daha şüm ullü bir biçim de bu- luşturulm asının sağlanm asıdır. Bu hegemonya projesi çerçevesinde ülkenin tarihi de yeni baştan yazılm aktadır.

Uzun süreli hegemonya despotlaşm a eğilim i gösterir. A K P ’nin kültürel ile ekonom ik olanı birlikte kullandığı popülizm i bir tür otoriterizm in en önemli destek noktası o larak Erdoğan tarafından kullanılm aktadır. Neo liberalizm i kabullen ileb ilir yapan-bunu büyük oranda neo-liberalizm i görünm ez kılarak da başarm aktadır- bu otoriterizm , küresel serm ayenin 2008 krizine yanıt o la ­rak ürettiği, devletlerin batan piyasaları kurtarm ak için devreye girdiği süre­cin nitelikleri ile de uyumludur. Kapitalizm , hem Türkiye’de hem de dünyada

coLOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 55: Yol Yaz 2013

LOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

burjuva dem okrasilerinden ziyade otoriter rejimlerle daha uyumlu olacağı ik­tidar teknikleri istihdam etme eğilim indedir. Batı’da gelişen faşist hareketler, M acaristan’da gözlenen otoriterleşm e, Avrupa’nın birçok ülkesinde kurulan teknokrat hükümetleri ve siyasi istikrarsızlık lar bu yöndeki olası gelişm elerin zem inini güçlendirm ektedir.

Dolayısıyla yaşanan gelişm eler faşistleşm e süreci o larak nitelenem ez bel­ki ama zam an zam an faşistleşm e süreçleri ile olağanüstü parale llikler taşı­yan yönler de içeren bir otoriterleşm e olarak isim lendirilm eyi fazlasıyla hak etmektedir.

Yeni Devleti Anlamak İçin Poulantzas’a BakmakOlağanüstü devlet biçim leri m eselesinde hiç kuşku yok ki dünya Mark­

sizm ’inin yetiştirdiği en yetkin isim lerden birisi Poulantzas’dır. Faşizm ile ilgili yaptığı kapsam lı değerlendirm eler bu konuda M arksizm ’in çeşitli tartışm alar sonunda ulaştığı bir olgunlaşm a noktası o larak değerlendirilebilir.

Kapitalist devleti ele alırken kullandığı kavram lar da aslında özellikle en önemli eseri gözüyle bakabileceğim iz Devlet, İktidar, Sosyalizm eserinde sunulduğu biçim iyle oldukça işlevseldirler. M arksizm ’e özgü bütünlüklü bir devlet teorisi inşasında Poulantzas’ın katkısı gerçekten önem li seviyededir. Althusserci pozisyondan uzaklaştıkça çok daha kalıcı eserler ortaya ç ıkarm ış­tır.

Poulantzas’ın kavram setinin konum uz açısından öne çıkan bileşenleri Serm aye Fraksiyonları, Hegemonya Krizi ve İktidar B loğu’dur.

Poulantzas’a göre kapitalist bir toplum da siyasal egem enlik tek bir sın ıf ya da fraksiyon elinde değildir. Egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çe lişk i­ler ile bunların hangi çerçevede çözüm e kavuşturulduğu devletin ve rejimin biçim i konusunda belirleyicidir. Fraksiyonlardan birisinin zorla iktidarını d a­yatm ası daha ziyade olağanüstü devlet biçim leri ile müm kündür. Bunun hari­cinde daha olağan dönem lerde serm aye fraksiyonları arasındaki ilişki Hege­monya Projesi çerçevesinde ortaya çıkan bir İktidar Bloğu inşasına yol açar. Fraksiyonlar dönem in güç dengelerini yansıtır bir biçim de eklem lenirler. Yine güç dengelerinin bir uzantısı o larak devlet içinde de mevzilenirler. Var olan hegemonya projesinin işlevsiz hale gelm esi, egemen sınıflarla alt sın ıflar ve egemen sın ıf fraksiyonlarının kendileri arasındaki ilişkileri düzenleyem ez du­ruma düşm esi halinde bir hegemonya krizi ortaya çıkar. Hegemonya krizi en genel haliyle toplum sal sınıfların kendilerini tem sil eden siyasi partilerle bir kalıcı kopuş yaşam ası şeklinde gözlem lenir. Egemen sın ıf hegem onik olma özelliğini yitirir. İktidarın sürdürülm esinde zor daha belirgin bir biçim de ön plana çıkar. Kitleler o döneme kadar destekledikleri tem siliyetlerden kopar­lar. Yaşanan bu hegemonya krizi büyük oranda iktisadi krizin, sın ıflar savaşı­nın yarattığı gerilim lerin bir ürünüdür. Alt sınıfların hegem onik hale gelmesi ve devrim ci dönüşüm le sonuçlanm a gibi bir çözümü olabileceği gibi egemen sın ıf fraksiyonlarından birisinin öne çıkıp hegemonyayı yeniden tesis etmesi

Page 56: Yol Yaz 2013

ile de sonuçlanabilir. Egemen sın ıf fraksiyonları arasındaki çelişkiler çoğu za ­man bunların ezilen sınıfın talep ve m ücadelelerine verdiği farklı tepkilerle ilişkilid ir. Fakat işçi sınıfı m ücadelesinin devrim ci bir çerçeveden uzaklaşa­rak daha ziyade reformist bir zem ine sıkışm ası, ezilenlerin tehdidi karşısında om uz omuza verme eğilim inde olan egemen sın ıf fraksiyonlarının daha net karşı karşıya gelebilm elerine ortam sağlar.

Hegemonya krizine yanıt o larak hangi sın ıf fraksiyonu iktidar bloğunun in­şasını başarırsa hegem onikfraksiyon olma hüviyetine kavuşur. Fakat siyasal krizlerin ortaya konma ve çözülm e biçim i nasıl ki her zam an iktisadi krizin bi­rebir yansım ası değilse, doğrudan ekonom ik olgularla açıklanam azsa hege- m onikfraksiyonun kim olacağı da doğrudan yaşanan m ücadelenin olum sal bir sonucudur. Ekonom ik anlam da hegem onik olan fraksiyonun her zam an siyaseten de hegem onikfraksiyon olm asına dair bir zorunluluk söz konusu değildir. Yani burada da bir tür Bonapartizm mümkün olabilir. Ekonom ik o la ­rak hakim sın ıf fraksiyonu elindeki siyasi araçlarla hegemonya oluşturam az ya da yıpranan siyasi araçlarını hızla yenileyem ezse tam am en oluşan hege­monya krizinin çözüm ünün m ücadeleyle belirlenen bir sonucu olarak eko­nom ik olarak başat olm ayan bir fraksiyon, hegem onik sın ıf fraksiyonu haline gelebilir. Fakat iktidar bloğu tabii ki sadece tek bir fraksiyonun çıkarlarını sa ­vunam az. M uhakkak hegem onik olm ayı hedefleyen fraksiyon tüm serm aye fraksiyonlarının uzun vadeli çıkarlarının savunucusu bir rol oynam ak duru­mundadır. Aksi yönde bir dayatm a olağanüstü devlet biçim lerini çağrıştırır uygulam alara yol açar.

Yeni hegemonya projesinin serm aye sınıfının tüm üne sağlad ığı en büyük o lanak hiç kuşku yok ki alt sın ıfların sağlanan rızasıdır. Hegemonya kavram ı­na vurgu yaparken G ram sci’nin “zor zırhına bürünm üş hegem onya” vurgusu­nu unutm am ak gerekir. Hegemonya sadece rıza o larak algılanam az. Zorun destek verm ediği hiçbir hegemonya bir sömürü ilişkisin in sürdürülebilm esi- ne zem in hazırlayam az. Fakat ezilen sınıfların karşıt hegemonya kurma g i­rişim lerini zayıflatacak bir hegem onyanın egemen sın ıf açısından saym akla bitm eyecek faydaları vardır. Ezilen sınıflardan sağılan artı-değer miktarı en az ekonom ik faktörlerle olduğu kadar karşıt hegem onyanın meydan okuma yeteneği ile de ilişkilidir. Egemen sın ıf hegem onyası, ezilen sınıfların organik bütünlüğünü parçalar. Karşıt hegemonya ancak m ücadele ile o luşabild iği için egemen sınıfların hegem onyası ezilen sınıfları hareket edem ez noktaya kadar- tabii ki geçici olarak- taşıyabilir. Böylesi bir hegemonyayı kurabilm e yeteneği gösteren fraksiyon, serm aye sınıfının tüm üne sağlad ığı bu büyük hizmetin karşılığını da hegem onik sın ıf fraksiyon olarak alır. Devlet içinde et­kinliği en üst seviye olan fraksiyon budur.

Poulantzas’ın bu analizinin en önem li boyutu ekonom ik determ inizm d ı­şında siyasete bir alan açm asıdır. Bu anlam da devlet, iktidar bloğunun ör­gütlenm esinin en önemli aracı ve sınıflar/fraksiyonlar arasındaki güçler den­gesinin bir yansım ası olarak analizin çok merkezi bir yerinde konumlanır. Bu

LOLOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 57: Yol Yaz 2013

LOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

analizde devlet “kendinde bir şey” o larak işlem ez. Yani sın ıfsal ilişkilerden bağım sız, top lum sal ilişkilerin üzerinde bir devlet yapısından bahsedilem ez. Devlet, toplum içinde cereyan eden m ücadelelerin bir yansım asıdır. Bu m ü­cadelelerden bağım sız, kendisi adına var olan ya da kendi varoluşunu sadece bir gelenekle m eşrulaştırabilecek bir devlet olam az. Ve daha da önem lisi bu devlet salt ekonom ik gerekirliklerin bir sonucu olarak, altyapının bir gölge fenomeni o larak da kurulam az. Devleti yaratan güç ilişkileri canlı kanlı top­lum sal öbeklerin m ücadelelerinin sonucudur. Bu m ücadelelerin ne yönde bir denge oluşturacağı ise olum saldır, var olan üretim ilişkileri ve sınıfların ör­gütlenm iş güçleriyle koşullanm ıştır. Ancak ekonom ik anlam da en etkin frak­siyon her zam an hegemonya inşa etmeyi başaram ayabilir. Ya da kendisine alan açm a, birikim ini hızlandırm a telaşındaki bir sın ıf ya da fraksiyonun bunu siyaset üzerinden başarm aya çalışm ası müm kündür. “Devlet eliyle burjuvazi yetiştirm e” meselesi tam da budur. Zaten bütün serm aye iktidarları devletler tarafından inşa edilir. Devlet dışında oluşan bir serm aye iktidarı anlam sızdır, böyle bir tarihsel olgu da gösterilem ez.

Bob Jessop , “toplum u ya da devleti öncelikli kılan yanlış ikilem leri red­detm ek zorundayız, bunun yerine devleti bir toplum sal ilişki o larak gören Poulantzas’ı takip etm eliyiz” derken bunu vurgulam aya çalışm aktadır. Salt toplum merkezli vulger Marksist yaklaşım lar için devlet meselesi önem sizdir, çünkü siyaset ekonom ik ilişkilerin birebir yansım ası üzerinden oluşur. Bura­da aslında siyasetin alanı yoktur. Kendisine özgü bir sonucu yoktur. Bu an­layış için aslında devrim in ve ciddi toplum sal dönüşüm ün de im kânı yoktur, çünkü devrim ler ancak büyük iktisadi krizlerin sonucu olarak yaşanabilirler, oysa kapitalizm tarihi serm ayenin aşam ayacağı bir ekonom ik krizinin olm a­dığını gösterm iştir. Fakat bazı siyasal m ücadeleler serm aye iktidarını paralize edebilm işlerdir. Siyasetin kendine özgü anlam ını çözüm leyem eyen, siyaseti ekonom inin gölge oyunu olarak gören anlayış sosyalizm in yaşadığı başarısız­lıkların da birinci dereceden sorum lusudur.

Devleti kadir-i m utlak bir güç olarak, aşkın ”özne” olarak görm ek de bir başka uçtur. Bu sın ıflar üstü devlet bakışının varacağı son nokta bir biçim iyle sivil top lum culuk ve liberal duruş olm aktadır. S ınıfların üstünde bir kendinde devlet, sın ıflar arasındaki m ücadelenin bir konağında m ümkün o lab ilir ancak bu durum ancak geçicidir. Güç ilişkilerini istikrarlaştıran hakim fraksiyon dev­leti denetimi altına alır.

Şim di Poulantzas’ ın bu kavram seti ile Türkiye’de yaşanan dönüşüm ün na­sıl yorum lanacağını ortaya koymaya çalışalım :

AKP İktidarı ve Yeni İktidar Bloku1980 askeri darbesi sın ıf siyasetini gündem den düşürm ek am acını başa­

rıyla tam am ladı. S ın ıf siyaseti, 1990’larda kısmen kendini toparlayabilm iş gibi gözükse de 2000’li y ıllarla birlikte gittikçe silik leşerek iktidar alternatifi olm aktan uzaklaştı.(BSB, 2008; 23)

Page 58: Yol Yaz 2013

1980’li yıllarda serm aye sınıfı yoğun bir hegemonya sorunu yaşam adı. As­keri darbenin tem izlediği, m uhalif sesleri kıstığı, em ek örgütlerinin d ağ ıtıld ı­ğı bir ortamda ihracata dayalı bir birikim stratejisi ekseninde bir hegemonya yaratıld ı. Ö zal’ın dört eğilim i birleştirdiği iddiasındaki partisi ANAP, serm aye sınıfının farklı fraksiyonlarını birleştirm eyi başararak kendisini egemen sınıf partisi o larak örgütlem eyi başardı. (Akça, 2011)

Bu dönem de yaşanan gelişm elerden en önem lisi hiç kuşku yok ki serm a­yenin farklı fraksiyonlarının hızla gelişen küreselleşm e süreciyle eklem len­meye başlam asıdır. İthal ikam eciliğin ve korum acılığın hâkim olduğu 60-80 arası sürecin aksine 1980’lerde devletin ekonom iden geri çekilm eye, bürok­rasinin etkinliğinin sınırlanm aya çalışılm ası dünya kapitalizm iyle ilişkilenir- ken devlet dolayım ından geçm e zorunluluğunu tam am en ortadan kaldırm a- sa bile azalttı. Böylece devlet kanallarında yeterince etkin olam ayan, devleti kendi serm aye birikim leri için bir araç olarak kullanacak kadar ağırlığı o la ­mayan kesim leri, dünya piyasalarıyla bütünleşerek serm ayelerini genişletm e olanağı ile buluşturdu. 1990’larda ortaya çıkan ve S iyasal İslam kökeninden beslenen yeni hegem onyacı projenin taşıyıcısı serm aye fraksiyonu olan Ana­dolu serm ayesi, yukarıda anılan süreçten ciddi o larak yararlandı. Dünya piya­salarına doğrudan açılabilm e olanağı, bu şekilde devletteki tekelci serm aye ağırlığ ının yarattığı dezavantajları Anadolu serm ayesi açısından aşılabilm esi o lanağını yarattı. (ESI, 2005)

“ Hükümet erkinin yitirilmesi, egemen sın ıflar açısından taşıdığı olası tehlikelerin ötesinde (bütün bir dizi maddi ayrıcalıklardan yoksun kalınm ası anlam ına gelir) ama aynı zam anda da önem ini devletin içindeki belirgin ro­lünden devşiren bir parti için dağılm a riskleri taşır”(Poulantzas, 2004; 264). ANAP da aynen burada bahsedildiği biçim de iktidardan düştükten sonra bir daha toparlanam adı. Dem irel’in 1980’lerin sonundaki geri dönüşü de iktidar bloku açısından hegem onyanın tesis edilebilm esinin önünü açam adı.

1990’larda tekelci serm ayenin hegem onyacı bir proje üretem eyişinin en önem li sebebi uygulanan ekonom i politikalarının dışlayıcılığ ıd ır. W ashington Konsensusu doğrultusunda uygulanm aya çalışılan m onetarist politikalar, K İT ’lerde çalışan işçiler ve tarım sektöründe çalışan lar için devletten maddi tavizler koparm anın çok daha zor olduğu bir dönemi sim gelem ekteydi. 1989 Bahar Eylemleri her ne kadar sanayi işçilerinin 1980’lerdeki ücret kayıplarını kısmen telafi edebilm esini sağladıysa da özelleştirm eler, sendikal örgütlen­menin önündeki çok yönlü engeller, işçi sınıfına dayatılan ve esnekleşm eye dayanan yeni çalışm a biçim leri işçileri büyük oranda hegem onyanın kapsa­mı dışına atıyordu. Tarım sal sübvansiyonların kesilm esi, devletin alıcı olduğu birçok ürün için piyasadan çekilm esi, merkez sağın geleneksel kalesi kırları kaybetm eye başlam asına yol açtı. Neo- liberal politikalar, tekelci fraksiyonun merkez sağ ve sol hegemonya projelerinin manevra alanını daraltm akta, alt sın ıfların eklem lenm esinde başarısız olm aktaydılar. Ayrıca aynı dönem de Kürt ulusal m ücadelesinin dizginlenem ez yükselişi de finans kapital partile-

CJ1

^1

POU

LANTZAS’LA DÖ

NÜŞÜME BAKM

AK

Page 59: Yol Yaz 2013

ooLOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

rinin hegem onik hale gelebilm esini im kânsız kılan faktörlerin başında geldi.S iyasal İs lam ’ın bir hegemonya projesine doğru evirilm esi böylesi bir kon­

jonktüre yaslanm aktadır. 1990’ların fenomen sanayi kuruluşları KOBİ’ ler ve Anadolu Kaplanları idi, post fordist çalışm a koşullarına ve küreselleşm eye hızlıca uyum sağlayan Anadolu serm ayesi 12 Eylü l’ün yarattığı ucuz işçi cen­netinden hızlı bir serm aye birikim i için yararlanm ayı çok iyi becerdi. 1960’la- rın taşra tüccarları, tekelci firm aların yerel acenteliğinden sanayi burjuvaları haline terfi ettiler. Denizli, Çorum , Maraş, Gaziantep öne çıkan sanayi şehirle­ri o larak sivrildiler. (Somer, 2007) Fakat bu büyüme hiçbir zam an finans kapi­talin güneşin altındaki yerini tehdit edecek bir noktaya da ulaşam adı.

Serm aye birikim inin gelişim i ve Anadolu serm ayesinin artan sosyal ağırlığı farklı bir hegemonya projesi yaratm adan edem ezdi. Refah Partisi bu projenin adı o larak okunabilir. Yerel seçim lerde kazanılan başarılar sonrasında 1996 seçim lerinde “Adil Düzen” kam panyası ile birinci parti olan Refah Partisi, ko­alisyon hükümeti kurdu, Genel Başkanı Necmettin Erdoğan Başbakan seçild i. (Tuğal, 2010)

Poulantzas’ın bahsettiği gerçek iktidar- biçim sel iktidar ayrımı burada kendisini hızlıca gösterdi. Çok yönlü bir psikolojik, politik ve askeri manevra eşliğinde hüküm et 28 Şubat m üdahalesi ile düşürüldü. Refah Partisi kapa­tıldı. Tekelci serm aye, henüz yeterince uysallaşm am ış S iyasal İs lam ’ın he­gem onyacı projesi ile uzlaşm adı.11 Eylül öncesinde uluslararası sistem in de İslam ’ın m assedilm esi ile ilgili çok daha ciddi rezervleri söz konusu idi. Tür­kiye gibi önemli bir NATO ülkesinde tam sınanm am ış, Batı karşıtı bir zemine oturan bir partinin kabul görmesi beklenem ezdi.

1997-2002, Ö calan’ın yakalanm ası gibi çok önem li bir olay, h içbir hege- m onik projeyi tem sil etmeyen Ecevit’in partisi D SP’ye geçici bir iktidar fırsatı sağladı. Fakat Cum huriyet tarihinin en şiddetli krizlerinden biri olan 2001 kri­zi, o ana kadar var olan neredeyse tüm partileri tasfiye ederek S iyasal İs lam ’cı hareketin m odifikasyona uğram ış hali A K P ’yi iktidara taşıdı. AKP önemli bir hegemonya projesini tem sil etmekteydi. Toplum un farklı kesim lerinin rızası­nı temin etmek için oldukça dolam baçlı bir güç biriktirm e ve mevzi kazanma m ücadelesi yürütüldü.

Uluslararası serm ayenin desteğini temin etm ek için çok önem li adım lar atıldı. AB ile ilişkilerin gelişm esi için tavizler verildi. ABD’nin olası Irak operas­yonuna açık destek verildi. 1 Mart 2003’te ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girişine im kân tanıyan tezkerenin m ecliste kabul edilm em esinin siyasi m esuliyeti ordunun üzerine y ık ıld ı. Böylece ABD’nin ve uluslararası serm a­yenin Türkiye içindeki en önem li partneri olma vasfı ordudan alındı. Önce 11 Eylü l’ün sonra da Arap Baharı’nın yarattığı koşullarda İslam dünyasının Batı’ya açılan uyumlu penceresi rolüyle iç siyasetteki m ücadelelere tahvil edilecek önem li bir güç kaynağı yaratıldı.

Tekelci serm ayeye sunulan barış çubuklarından ilki ve en önem lisi ise öncelikle Kemal Derviş tarafından başlatılan dönüşüm ün aynen devam etti­

Page 60: Yol Yaz 2013

rilmesi oldu. Var olan paketin istikrarlı bir parti tarafından sürdürülm esi te­kelci serm ayenin kendi ekonom ik program ının istikrar kazanm ası anlam ına geldi. İşçi sınıfı üzerindeki düşük ücret baskısının sürdürülm esi de Anadolu serm ayesi ile tekelci serm ayenin ortaklaştığı politik gündem lerden biriydi. Türkiye kapitalizm in çok köklü m eselelerinden biri olan kırların boşaltılm ası meselesi, çok güçlü kırsal hegemonya rezervlerine sahip olan AKP tarafından halledildi, kırların nüfusu kentlerin altına indi. Bu durum da, em ek gücü arzı­nı arttırarak işçi ücretleri ve örgütlenm eleri üzerinde serm aye lehine basınç yaratacak bir biçim de başarıld ı. (Boratav, 2010; 434)

Alt sınıflarla kurulan ilişkide de hegem onyacı yaklaşım etkili sonuçlar do­ğurdu. 1990’larda ortaya çıkm aya başlayan ve ciddi siyasi gerilim lere gebe görünen kentlerdeki çöküntü alanları-varoşlar- AKP aracılığıyla denetim altı­na alındı. İşsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan güvencesiz işçilerin tepkileri, belediyelerin ve tarikatların yardım laşm a m ekanizm aları aracılığıyla hege­monya projesine eklem lendi. İşçi sınıfı içindeki parçalanm a, güvencesiz iş­çilerin desteğinin kotarılm ası için araç haline getirildi. Kamu çalışanların ın ve sendikalı işçilerin geliştirdikleri m ücadeleler, güvencesiz işçilerin daha da m ağdur oldukları, dolayısıyla güvenceli kesimlerin karşı çıkışların ın meşru olm adığı gerekçesiyle yaln ızlaştırıld ı. Yeşil Kart, okul kitaplarının ücretsiz d a­ğıtılm ası gibi kimi adım larla sağ lık ve eğitim de yaşanan piyasalaşm aya rağ­men hegemonyaya destek devşirildi.

Türkiye Cum huriyetinin özgün tarihsel gelişim inden kaynaklanan sosyal gerilim ler de A K P’nin kırsal kökenli kesimlerden yoğun destek devşirm esine hizmet edecek biçim de değerlendirildi. İslam i duyarlılıkları olan, özellikle 28 Şubat sonrasındaki atm osferden rahatsızlığı diri kalan kesim ler kendilerin­den gördükleri AKP kadrolarına yoğun destek verdiler. Alt sınıflara sağlanan ve maddi tavizler o larak a lg ılanabilecek kimi uygulam aların yanı sıra bu kül­türel hegem onyanın da alt sın ıfların rızasının devşirilm esinde çok önem li bir rolü olduğu düşünülebilir. (Durak, 2011)1

AKP iktidar blokunda kendi pozisyonunu geliştirm eye çalışan Anadolu burjuvazisinin hegemonya projesi o larak okunursa devlet aygıtlarının A K P ’ye karşı geliştirdikleri direnç de tekelci serm ayenin iktidar blokundaki hegemon pozisyonunu koruma refleksleri o larak okunabilir. Gerçekten de özellikle Cum hurbaşkanlığı seçim leri ile birlikte yükselen gerilim A K P ’ye geri adım at­tırm aya dönük çok yönlü devlet baskısı ile birlikte ilerledi. 28 Şu b at’ta S iya­sal İs lam ’ı geriletmeyi çok rahat başaran hegem onfraksiyon aynı başarıyı 10 sene sonrasında gerçekleştirem edi.

A K P ’nin 2007 seçim lerinden oy oranını arttırarak çıkm ası, iktidar bloku içi çatışm ada yeni bir seviyeye sıçranm asına yol açtı. O ana kadar tem kinli dav­ranan ve altta güreşen S iyasal İslam , askeri darbe girişim ini de boşa düşürün- 1

1Kültürel hegemonya meselesini oldukça önemseyen Durak, sermaye birikim sürecine meşruiyet sağlayan mekanizmaların ağırlık merkezinin hukuki-siyasal üstyapıdan ideolojik-kültürel üstyapıya doğru kaydığını düşünmektedir. Bu pozisyon genel olarak AKP hegemonyasına alt sınıfların eklemlenmesinde maddi tavizleri önemsiz gören bir bakış açısının etkisi ile oluşturul­maktadır. Fakat bütünüyle yanlış olduğu düşünülemez. Kültürün hegemonya inşasında bu kadar baskın bir rol oynamasında Türkiye’nin yukarıdan modernleşmeci geleneğinin etkisi büyüktür.

On

LOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 61: Yol Yaz 2013

oPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

ce mevzi savaşından siper savaşına sıçradı.(Akça,2011b) Burada da hukuk çok önem li bir organizasyon aracı o larak devreye sokuldu. “Yasallığın bastı- rılabilem ez yeteneği” iktidar bloku içi çatışm alarda en önemli etken olarak ortaya çıktı. “Bugün siyasal bir rakibi saf dışı etmenin en etkili yolu çatışm ayı hukuk alanına taşım aktır” (Poulantzas, 2004) Ergenekon davası ile başlayan süreç ardı ardına davalarla ordu başta olm ak üzere birçok devlet organının yürüttüğü direnişin kırılm asında araç olarak kullanıld ı. Hukukun kendisinin yeniden tanzim i ile hegemonyayı güçlendirm ek için referandum lar devreye sokularak devlet içindeki direnç odaklarının kırılm ası için gereken yasal dü­zenlem eler yapıld ı. Böylece HSYK gibi çok önemli bir kuruluş muhalefet odağı olm aktan çıkartılarak, yeni hegemonya projesine uygun bir biçim de yeniden yapılandırıld ı. (Ertekin, 2011) Gelinen son noktada birçok gözlem ci tarafın­dan 10 y ıld ır hüküm et olan A K P ’nin artık devlete bütünüyle hâkim olduğu tespitleri yapılm aktadır. Güç dengelerindeki bu dönüşüm iktidar bloğunun yeni bir m imariye kavuşturulduğunun, çatışm a potansiyeli tam olarak orta­dan kalkm asa da hegem onfraksiyonun bir denge durumu yaratm ayı başardı­ğının işareti o larak okunabilir.

İktidar blokunun yeni şekillenm iş halinin kalıcı hale getirilebilm esi, istik­rarsız dengeden istikrarlı dengeye geçiş ise yeni anayasanın hazırlanm ası ve oluşan yeni blok içi güç ilişkilerinin hukukileştirilm esi ile resmi ideolojinin yeni dönem e uyarlanm ası ile mümkün olacaktır.

Faşizm Tartışmaları ve OtoriterleşmeAKP iktidarının özellikle 2011 seçim leri sonrasında başlattığı saldırı süreci

topyekûn bir otoriterleşm e tartışm ası başlattı. Kimi kesim ler anlatılm ak iste­neni kolayca anlattığı için “AKP faşizm i” söylem ini tercih ettiler. Biz de 2012 yılı propagandam ızda bu söylem i yaygın bir biçim de kullandık. Çünkü AKP gerçekten de Kürt halkı başta olm ak üzere devrim cilere, m uhalif unsurlara geliştirdiği sa ld ırılarla topyekûn bir hüruç hareketi başlatm ıştı. Bir taraftan Başkanlık sistem i tartışm aları ile neredeyse tam am en Erdoğan kültü ekse­ninde devletin yeniden inşası iddiası, bir taraftan “dindar gençlik” istiyoruz diyerek toplum a bir yaşam biçim inin dayatılm aya çalışıld ığ ına dair işaretler, s ın ıf örgütlenm elerine yönelik çok yönlü saldırılar, medyayı tam am en zaptu­rapt altına a lm ak için geliştirilen yöntem ler “faşizm ” kavram ının çağrıştırd ık­ları ile çok da uyum luydu.

Fakat şurası açıktır ki M arksizm ’in faşizm üzerine ürettiği genel yaklaşım ­lar çerçevesinde A K P ’yi tip ik bir faşist parti çerçevesine sokm ak da mümkün olm am aktaydı. Fakat bu bilim sel bilgi yaşanan durumu açık lam ak için daha etkin bir kavram geliştirm e zorunluluğunu da ortadan kaldırm am akta. AKP iktidarının devlet içerisine nüfuz etmesi ile yoğun bir otoriterleşm e ile karşı karşıya kalındığı ortadadır. Yani A K P ’nin askeri vesayeti ortadan kaldırm ası Türkiye’yi dem okratikleştirm ediği gibi tam tersine AKP hegem onyasını güç­lendirerek otoriter bir rejim inşa etmektedir. M akyavel’in düşündüğü gibi

Page 62: Yol Yaz 2013

toplum sal dem okrasi çatışm a yeteneği olan toplum sal sınıfların birbirlerine tam olarak güç yetirem edikleri m om entlerde daha belirgin olarak gözlen­mektedir.

Hegemonya tehdit edilem ez bir hale geldikçe otoriterleşm e eğilim i göste­rir. Tehdit altındaki hegemonya ise ayakta kalm ak için kendi d ışındaki kimi unsurların desteğini temin edebilm ek için kendisini bütünüyle dayatam az. Fakat tehdit unsurları ortadan kalkınca hegemonya projesi daha katı bir bi­çim de empoze edilebilir. Aslında Türkiye tarihi böylesi bir bakış açısıyla ele alındığında egemen sınıfların hegem onik olabild ikleri dönem lerde alt sın ıf­lar üzerindeki baskının arttığını, iktidar bloğu içindeki çatışm aların döneme dam gasını vurduğu süreçlerde ise alt sın ıfların görece hareket alanlarını ge­liştirebildikleri söylenebilir. C H P ’nin tek parti iktidarı karşısında dem okrasiyi tem sil eden DP’nin iktidara gelir gelm ez C H P ’ninkini bile aratan bir vesayet rejimi inşa etmeye soyunm ası gibi AKP iktidarı da askeri vesayetin özünü bir süreklilik o larak edinm iş gözükm ektedir.

AKP dünya kapitalizm i açısından sıra dışı bir örneği tem sil etmemektedir. Özellikle işçi sın ıfların ın dünya kapitalizm ine ölüm cül tehditler ve alternatif­ler oluşturm aktan uzaklaşm ası, otoriter devletlerin gelişim ini mümkün kıl­maktadır. İşçi sınıfının öldürücü sald ırıların ın geri çekilm esi aslında kitlelerin siyasal karar m erkezlerinden hızla geri çekilm esine yol açm aktadır. Toplum ­sal dem okrasi günlerinden geriye kalan kurumlar, aynen Sovyetler B irliğ i’nde Sovyetlerin başına geldiği gibi içi boş tartışm aların yapıld ığı anlam sız kurum ­lar haline gelmektedir. Verim lilik ve etkin lik söylem leriyle yürütm e kanalının elini güçlendiren yeni düzenlem eler yapılm aktadır. “Otoriter devletçilik de­m okrasideki çok büyük dönüşüm lere tekabül etmektedir. Bu dönüşüm ler kit­lelerin siyasal karar m erkezlerinden hızla dışlanm asında, devletin toplum sal yaşam ın bütününü istila ettiği bir anda devlet aygıtları ile yurttaşların ayrıl­m asında ve aralarındaki büyüyen mesafede, devletin erişilm em iş bir dere­ceye varan m erkeziyetçiliğinde, “katılım ” girişim leri aracılığıyla kitleleri yay­gın bir biçim de zapturapt alma eğilim lerinde (güçlü bir sivil top lum culuk ve yönetişim eleştirisi b.n), kısacası siyasal düzeneklerin artan otoriterizm inde özetlenm ektedir” (Poulantzas)

Teknolojik dönüşüm lerin de otoriterleşm e eğilim lerini beslediğinin altını çizm ek gerekiyor. “Üretici güçlerin” gelişim i hegem onik olabilen bir devletin toplum u kuşatabilm e yeteneğini arttırıyor. (bu im kânlar kriz dönem lerinde devrim ci güçler açısından da yeni o lanaklar yaratm aktadır. Ve tek başına RedHack bile aslında devletin otoritesinin kırılganlığını gösterm eye yetm ek­tedir.)

“Siyasi dem okrasinin kurum larının sınırlanm ası ve dönüştürülm esi d ı­şında, günüm üz toplum larını belirleyen şey, siyasi dem okrasi ile toplum sal dem okrasi arasında giderek büyüyen mesafedir. Parlam entoda ete kem i­ğe bürünen ve atıfsal çerçevesini evrensel bir akılcılığ ın oluşturm uş olduğu m eşrulaştırm a, yürütm e idarede cisim leşen etkililiğin araçsal bir ak ılc ılık

ON

POU

LANTZAS’LA DÖ

NÜŞÜME BAKM

AK

Page 63: Yol Yaz 2013

<NPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

düzenini m eşrulaştırm aya doğru kaym aktadır”. Etkililik ve performans, oto- riterizmin en önem li m eşrulaştırm a kaynağıdır. Erdoğan’ın birkaç ay önce “kuvvetler ayrılığının ayak bağı “olm asından bahsetmesi rastlantı değildir. Başkanlık sistem i ile kurulm ak istenen siyasi m im aride, yüksek yargının tek çatı altında birleştirilm esi girişim lerinde görünen, A K P ’nin egemen kitle par­tisi konumunu kullanarak devlet aygıtını egemen sın ıflar adına daha etkin kullanabilm ek için daha otoriter bir biçim de inşa etme çabalarıdır.

A K P’nin temel sın ıfsal dayanağı olan Anadolu Burjuvazisinin ekonom ik anlam da en etkin egemen sın ıf fraksiyonu olm am ası, onu daha da devletçi ve otoriterizm destekçisi yapacaktır. Çünkü Anadolu burjuvazisinin zengin­leşmesi meselesi C H P’nin finans kapitali devlet fideliğinde büyütm esine o l­dukça benziyor. Böylesi süreçlerde siyaset ve otoriterizm daha fazla ön plana çıkıyor.

A K P’nin otoriterizm i inşa ederken kullanacağı en büyük imkân da hiç kuş­ku yok ki egemen kitle partisi olabilm esidir. Kem alizm Cum huriyet tarihinde neredeyse hiçbir zam an hegem onik olabilen bir hegemonya projesinin temel hikâyesi olam adı. 'Türkiye S a ğ ı’nın onu eğip bükm esi, m illiyetçilik ve İslam ­c ılık ile aşılam ası da çok verim li bir sentez yaratam adı. Oysa bugün AKP gö­rece daha organik bir ideolojik duruştan, İslam cılıktan, besleniyor. Ve de bu ideolojik etkin lik devlet kadrolarının da büyük oranda parti kadroları ile dol- durulabilm esine olanak sağlıyor. Egemen kitle partisi, devlet idaresinin yü ­rütmenin tam anlam ıyla güdüm üne girm esinde önemli bir volan kayışı işlevi görüyor. Bu im kân, yürütm enin etkinliğini de otoritesini de arttırıyor.

A K P’yi ve Türkiye egemen sınıfların ı otoriterizm e doğru çeken en önemli koşullardan birisi de O rtadoğu’da yaşanan yeniden paylaşım dır. Sykes-P icot anlaşm ası ile 20.yüzyılın başında çizilm iş sın ırlar bugün artık çok açık bir bi­çim de aşınm a sürecine girm iştir. Suriye’nin geleceği üzerine yapılan hesap­lar, Sünni-Şii cepheleşm esi, İran’la ilgili p lanlar ve daha da önem lisi Türkiye egemen sınıfların ın küresel ölçekte sın ıf atlam ak açısından enerji kaynakla­rına duydukları açlık Erdoğan’ın Yeni O sm anlıcılık hayallerine yön veriyor. “İnsan lık ve uluslararası sistem genel bir restorasyondan geçerken bölgem iz ve özellikle son 2-3 yıl içinde Ortadoğu bölgesi büyük bir iç restorasyondan geçiyor, yeniden yapılanıyor. Geçenlerde verdiğim bir röportajda bunu 100 y ıllık parantezin kapanm ası o larak nitelem iştim . Evet, 100 yıl içinde yaşanan söm ürgecilik dönem inden ve soğuk savaşlarla, suni çizilm iş sın ırlarla , ayrış­tırılm ış ulus devlet tecrübelerinin üzerinden geçen acılı yıllardan sonra bütün bir bölge tekrar bir bütünlük, bir iç restorasyon arayışı içinde. Ve bu bölge bizim kadim m edeniyetim izin doğduğu bölge.” (Dışişleri Bakanı Ahmet Da- vutoğlu, 15 Mart 2013 Diyarbakır konuşm ası) Türkiye’nin bölgede restoras­yondan anladığı bölgenin hamisi rolüne sıçram ak, yeniden paylaşım da etkin rol alm ak, Türkiye egemen sınıfların ın bölgenin yağm asından en çok fayda­lanabileceği konumu garanti altına alabilm ek. Böylesi koşullarda Türkiye’nin bunca gerilim li bir coğrafyayla ilgili böylesi yükselm iş beklentilerinin olm ası

Page 64: Yol Yaz 2013

da savaş dahil bölgede çeşitli hesaplaşm aları gündem e getirecektir. Böylesi bir momentten geçerken otoriter bir devlet aygıtı işlevsel olacaktır.

Foti Benlisoy bu yazının girişinde bahsedilen m akalelerinde 2012 Türki­ye’sinde yaşanan gelişm eleri faşizm olarak nitelemenin aşırı o lacağını vur­gularken kimi tespitler yapıyor. Bu tespitler, faşizm için gerekli koşulların sağlanm adığ ın ı vurgulam ak için kullanılm ış. Örneğin “sadece faşizm in bile değil, genel o larak bir siyasal rejimin çözülüp yerine yenisinin şekillenm e­si bir politik krize denk düşer”. Foti’ye göre böylesi bir kriz yaşanm am ıştır. Oysa 2000’lerin ilk on yılı aslında tam da böylesi bir krizin doruk yapm a ve çözülm esi o larak okunam az mı? 27 Nisan m uhtırası, 2007 seçim leri, A K P ’ye kapatm a davası, G ül’ün cum hurbaşkanı seçilm esi ve 12 Eylül referandumu, Ergenekon-Balyoz davaları, A K P’nin HSYK yönetim ini ele geçirm esi böylesi bir kriz o larak rahatlıkla okunabilir. Askeri vesayet tam da böylesi bir krizin çözümü olarak ortadan kalkm ıştır. Dönemin politik gerilim leri rahatlıkla kriz o larak nitelenm eye m üsaittir. Foti, Troçki’den alıntı yaparak “Faşizm , prole­taryanın şekilsiz bir durum a indirgenm esi demektir, kitlelerin içine derinle­mesine sızan ve proletaryanın bağım sız b illurlaşm asını engelleyen bir idare sistem inin yaratılm ası dem ektir” demektedir. Bu noktadan bakıldığında da A K P ’nin ciddi mesafe kat ettiği ortadadır. 2000’li y ılla r Tekel direnişi dışında işçi sınıfının büyük resimden büyük oranda silindiği bir dönem olm uştur. Hak- İş, Memur-Sen gibi örgütlenm eler işçi sınıfının bağrına saplanm ış hançerler o larak A K P’nin çok özel gayretleriyle büyütülmektedir. Yine “faşizm in özerk bir siyasi akım olm asın ı” vurgulayarak A K P ’nin faşizm e yol açam ayacağını vurgulam ıştır. Fakat Türkiye İslam cılığı ile faşist hareketinin kaynakları ara­sındaki paralellik ve birbirinden beslenme de unutulm am alıdır. Erdoğan’ın üstad-ı azam statüsüne eriştirdiği Necip Fazıl aynı zam anda faşistlerin de sevgilisid ir. Bugün iktidara ulaşan S iyasal İs lam ’ın doğuş adının Milli Görüş olm ası şaşırtıcı değildir. Yine Troçki’den alınan bir bölüm: “Faşizm , küçük burjuvaziyi finans kapitalin çıkarları için seferber etmenin ve örgütlem enin özgül bir yo ludur”. AKP de yoksulların rızasının farklı bir biçim de de olsa ör­gütlenm esine yaslanarak hegemonya üretmektedir. “Serm aye için de faşizm , kendi cennetini muhafaza etm ek için yeraltında cehennem e, yani kitlelerin kapitalist buhran koşullarındaki tepki, öfke ve hayal k ırıklığına başvurm ası anlam ını taşır”. Finans kapital de benzer şekilde AKP iktidarına bir biçim de katlanm ak zorunda kalmıştır, AKP finans kapitale cennetini muhafaza im kânı sunm uş, onu politik istikrar ve süreklilik ile ödüllendirm iştir. Süreç içerisinde AKP-finans kapital ilişkisi çok daha uyumlu bir biçim e dönüşm üştür. Fakat ilk etapta Derviş yasaları ile uyum için daha tavizkar görünen AKP, iktidarlaştık- ça daha dengeli bir ilişki kurmayı başarm ıştır. Askeri vesayetin büyük oran­da geriletilm esi ile finans kapital şim di AKP ile daha da uyumlu davranm aya kendisini m ecbur hisseden taraf olm uştur.(Türkiye’nin en zengini Şahenk’le- rin haber kanalı NTV’nin 12 Haziran seçim leri sonrasında yaşadığı dönüşüm bu uyum laşm anın akılda kalıcı bir örneği olarak a lgılanabilir)

coPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 65: Yol Yaz 2013

ON

POU

LANTZAS’LA DÖ

NÜŞÜME BAKM

AK

Sonuç olarak Foti, “AKP faşizm i” kavram ının ajitatif anlam dan öteye ta­şınm am asını isterken haklıdır. Fakat AKP eliyle otoriter bir rejimin yeniden inşa edilm esine yaptığı vurgunun yetersiz kalm ası onu sonuç olarak “işçi direnişlerine asılm ak” dışında bir politik çıkış noktası öngörem ez hale getir­mektedir. A K P ’nin otoriter rejim inşa süreci ile faşizm arasında bol miktarda benzerlikler mevcuttur. Bu benzerlikler sadece tüm devletlerin zaten sahip olduğu baskı ve zor aygıtlarının bolca kullanılm ası ile ilişkili değildir. O lağa­nüstü devlet biçim lerini çağrıştıran -başta yürütm enin diğer tüm devlet un­surlarına göre güçlenm esi o lm ak üzere- politik gelişm eler bol miktarda ya ­şanm aktadır.

Bugün Kürt Sorununun çözüm üne dair atılan adım lar, hangi sonuca varır­sa varsın otoriterleşm e sürecini tersine çevirme yeteneğinde olam azlar. Çün­kü A K P ’nin tem sil ettiği otoriterleşm e sa lt Kürt sorunu ile koşullanm am ıştır. Bu aslında küresel kapitalizm in girdiği bir trendin Türkiye’ye yansım asıdır. Hatta sürecin şim diye kadarki gelişim inin de gösterdiği gibi AKP barışı otori­ter devlet inşa sürecinin önünü açacak bir biçim de kurgulam aktadır. Fakat bu kurgunun ne kadar başarıya u laşıp ulaşm ayacağı diğer öznelerin de m üdaha­le ve tutum larına bağlı o larak olgunlaşacaktır.

Sonuç OlarakPoulantzas’ın kapitalist devleti analiz etm ek için kullandığı kavramlar,

AKP iktidarı ile yaşanan süreci anlam landırm ak için oldukça açıklayıcı o lab il­mektedir. Bu çalışm ayla bunu ortaya koymaya çalıştık.

AKP iktidarını Cum huriyet tarihinin diğer burjuva iktidarlarından ayıran kimi yönler mevcuttur. Cihan Tu ğal’ın analizinde kullandığı İslam i hareketin düzene “m assedilm esi” kavramı sürecin sadece bir boyutunu açık lam akta­dır, çünkü düzenin içine çekilen hareket de düzenin kimi param etrelerinde değişim lere yol açm aktadır. Bu değişim ler ulusalcıların sürekli dile getirdi­ği gibi sadece din ve la ik lik eksenli ideolojik konularda yaşanm am aktadır. Tam tersine egemen sın ıf fraksiyonları arasındaki koltuk kapma oyununun yeni bir sonuç verdiği bir momente denk düşm ektedir. 2000’li yılların ilk on yılında ülkede yaşanan politik kriz ve yerine oturm am ışlığın sın ıfsal zem in­de bir karşılığının olm adığını düşünm ek, Tarihsel Materyalizm ile köprüleri tam am en atm ak, siyasetin çerçevesini oluşturan maddi dünyayla ilişkilen- mesini varsaym am ak anlam ına gelir. Tarihsel Materyalizmi rafa kaldırınca da M arksizm’den geriye de pek bir şey kalm am aktadır.

Sın ıf m ücadelesinin büyük resmin temel etm enlerinden biri olm aktan düşm esi egemen sın ıf fraksiyonları arasında böylesi bir hesaplaşm anın ya­şanm asını m ümkün kılan ana koşuldur. Bu koşul 2000’lerin ilk on yılında Tür­kiye siyasetine dam gasını vurm uştur.

AKP 2010 referandumu ve 2011 seçim leri sonrasında tek ve kesin iktidar haline gelm iş, 3. Cephe vurgusunu gereksizleştirecek düzeyde karşıtı üze­rinde hâkim iyet kurmuştur. Dolayısıyla A K P’nin tasfiye sürecinden inşa sü ­

Page 66: Yol Yaz 2013

recine geçeceği momentte (AKP İl Başkan ı’nın term inolojisi) iktidarın tem sil ettiği neo-liberal hegemonyaya Kürt, Alevi, işçi, kadın ve gençlerden oluşan bir direniş cephesi oluşm asının zem ini doğm uştur. Ulusalcı güçlerin 2011’de yaşadığı dağılm a da toplum un çok geniş kesim lerinin gözünü aslında yu ka­rıdaki direniş cephesine çevirm esine yol açm ıştır. Bu imkân bizlerin de için ­de bulunduğu birçok politik özne tarafından belli biçim lerde som utlanm aya çalışılm ıştır. Bu dönem de Türkiye’deki bir devrim ci politik dönüşüm ün çok önem li m om entlerinden biri olan Kürt-Alevi yakın laşm ası konusunda önem ­li ad ım lar atılm ıştır. A K P ’nin yoğun operasyonları bu bloğun her geçen gün daha da büyüm esini engelleyem em iştir. 2011 ve 2012 1 Mayıs’ ları da bu at­mosferin yansıd ığı dev m itinglere dönüşm üştür. Tam bu dinam iklerin üzerine HDK oldukça toparlayıcı bir güç olarak oturm uştur fakat HDK’nın bir önceki dönem in liberal hayallerinden AKP karşıtı bir devrim ci muhalefeti örmeye so ­yunm asına kadar belli bir süre geçm iştir.

Bütün bu gelişm eler A K P ’nin Suriye m eselesinde tökezlem esi ve AKP- Cem aat gerilim inin ortaya çıkm ası ile yeni bir boyuta taşınm ıştır. 2012 ya­zında Şem dinli eksenli yaşanan çatışm aların ulaştığı boyut ve devletin bazı alanlarda hâkimiyeti kaybetm esi AKP için bir m akas değişikliğ in i m ecbur kıl­dı. Bu tablo A K P ’yi Kürt Sorunu konusunda yeni bir manevra yapm ak zorunda bıraktı.

Bu m anevranın ne sonuçlar vereceğini hep birlikte göreceğiz fakat bu ya­zının bir diğer önerm esi bu sonuçlar ile ilgili beklentileri kısmen sınırlam aya da çalışıyor. A K P ’nin gitm ek istediği nokta birçok sebepten dolayı otoriter bir devlet inşası yönündedir. Kürt m eselesinde ne noktaya gelineceği A K P ’nin otoriterleşm e eğilim leri açısından çok da belirleyici olm ayacaktır. Erdoğan’ın başkanlık ısrarı, bu niyetlerin şu andaki en açık işaretidir. Hiç kuşku yok ki yeni anayasa tartışm alarının AKP açısından en kritik boyutu burasıdır: Erdoğan’ın en az bir 10 y ıl daha, inşa sürecinin gerektirdiği yetkilerle donatılm ış bir b i­çim de Başkanlık koltuğuna oturm ası. İnşa süreci kesinlikle sadece “la ik lik el­den gid iyor” kaygısı ile anlaşılm am alıdır. Esas olan Türkiye’nin İran aleyhine Ortadoğu’ya daha fazla nüfuz etmesi, Türkiye’nin bunun gerektirdiği kadar Ortadoğulaşm ası ve bu yağm anın paylaşılm asında Anadolu serm ayesinin Fi- nans kapital karşısında avantajlı bir konumda tutulm asıdır.

Foti, “faşizm doğuşundan itibaren içsel bir gerilim le dam galanm ış bir s iya­sal akım dır” der. AKP iktidarı da benzer bir biçim de çok yoğun içsel gerilim - lerle dam galanm ıştır. Ekonom ik o larak en güçlü olam ayan bir serm aye frak­siyonunun kurduğu iktidar bloğu içsel o larak gerilim li olm aya mahkûmdur. Ancak A K P ’nin gerilim leri sadece bunlarla sınırlı değildir. Neo-liberalizm ve hegemonya kavram larının bir arada bulunm ası bile aslında sürdürülm esi ne kadar zor bir proje ile karşı karşıya olunduğunun göstergesidir. A K P ’nin bölgesel hırslarının çok rahatsız ettiği birçok bölgesel güç bulunm aktadır. A K P ’nin kendi hüviyetinden bir ülke yaratm a ve m uhafazakârlaşm a projesine ne pahasına olursa olsun direnecek kesim ler bulunaktadır. En önem lisi de

LOPO

ULAN

TZAS’LA DÖNÜŞÜM

E BAKMAK

Page 67: Yol Yaz 2013

ON

ON

POU

LANTZAS’LA DÖ

NÜŞÜME BAKM

AK

sömürü koşullarının yoğunlaşm ası, buna karşılık bir yerlerde büyük bir zen­ginliğin birikm esi büyük bir öfkeyi alttan alta biriktirm ektedir. İnşaat balonu üzerinden döndürülen ekonom i, bölgesel güç olma hayallerini destekleyebi­lecek bir ekonom ik altyapı ortaya koyam am aktadır. Harvey’in “İspanya’nın 5 yıl önceki haline çok benziyorsunuz” sözleri kulaklarda çınlam aktadır.

A K P’nin inşa etmeye çalıştığı otoriter rejimin ayakları san ıld ığı kadar sa ğ­lam değildir. Yıkılm aya m ahkûm bu inşaya karşı istikrarlı ve tüm kesimleri ku­caklam ayı hedefleyen bir devrim ci m ücadele kazanm aya mahkûmdur. Kar­deşçe, özgür ve işten atılm a, aç kalma korkusuyla yaşanm ayacak bir ülke ancak böylesi bir m ücadele sonunda mümkün olacaktır.

5 Nisan 2013

Page 68: Yol Yaz 2013

AVRUPA HALK HAREKETLERİ: GERİ SAYIM BAŞLADI MI?

Ayşe TANSEVER

Avrupa halklarının çektiği acılara baktıkça şaşırm am ak elde değildir. II. Dünya Savaşı sonrası sosyalizm in karşısında durm ak isteyen Avrupa burjuva iktidarlar halklara “refah” koşulları yaratm ak zorundaydılar. O nedenle Avrupa halkları birçok sosyal hak elde etti ve kapitalizm in kaym ağını yedi.

Duvar çöktükten sonra ise verilen birçok hak yavaş yavaş geri alınmaya baş­ladı. Avrupa refah toplumu olmaktan çıkm aya başladı. Sosyalizm in yıkılm ası­nın ardından neredeyse çeyrek yüzyıl geçti ve halklar sosyo-ekonom ik olarak eskisinden kötü koşullara doğru yelken açtılar. Halklara zenginlik vadeden yeni liberal politikalar aksine onları yoksullaştırdı. Arkasından gelen 2008 krizi işin tuzu biberi oldu.

Avrupa halkları şaşkın lık içindedir. Doğu Avrupa halkları arasında o eski y ı­kılan sosyalizm i arayanların oranı her gün artmaktadır. “Hiç olm azsa açlıktan ve soğuktan ölm ek korkusu yoktu” diyorlar. İnanılır gibi değil ama Avrupa’da birçok insan bir lokma ekm ek ve hırkayı arar hale geldi.

Avrupa halkları kaybettiklerinin arkasından ne yapıyorlar? Nasıl ve neleri protesto ediyorlar. Nasıl eylem lilikler yaşanıyor? Kazanım lar oluyor mu? Yazı­nın amacı bu konuları basında öne çıkan şekli ile incelemektir.

Duvarın Çökmesi ile 2007 Krizi ArasıDuvarın çökm esinin hemen ardından kapitalizm Avrupa’da yeni liberal po­

litikaları devreye soktu. İşçi haklarına saldırılar İngiltere’de dönemin başbaka­nı Margaret Thatcher ile başladı. İlk hedef İngiltere’nin güçlü işçi hareketidir. 1970’li yıllarda güçlü İngiliz sendikal hareketi birçok iktidarları devirmişti. Yeni liberal politikalar ile intikam alınm alı, örgütlü güç dağıtılm alıydı. Özelleştirme ve ocakların kapatılm ası gerekçesi ile saldırıldı. Günler aylar süren direnişler yaşandı ve işçi sınıfı tüm Avrupa işçi sınıfının ve halklarının gözü önünde ye­nildi. Gerisi geldi. Tüm Avrupa iktidarları işçilerin haklarına saldırdılar, yavaş yavaş geri adım attırıldı. Örgütlü güçleri dağıtıldı. Sendikal hareket büyük bir darbe yedi. Yüzyılların mücadelesi ile kazanılan birçok hak kaybedildi.

Yeni liberal politikalar yalnız işçi haklarına değil “refah” alanlarına yayıldı. Verim lilik ve daha iyi hizmet adına özelleştirm eler başladı, kamu malları satıl­dı. Sonuçta hem devlet kasaları boşaldı hem o güne kadar üstlendiği hizmetler

ON

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 69: Yol Yaz 2013

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

pahalılandı. Devlet böylece eğitimden, sağlığa, kreşten işsizlik parasına, sosyal harcamalara kadar birçok görevini yerine getiremez oldu. Halkların kendi baş­larının çaresine bakması gerekti. Vergiler arttırıldı. Emekli maaşları fonu teh­likede diye yeni önlem ler em eklilik yaşının yükseltilm esi gibi olaylar başladı. Çalışm a yasaları değiştirildi. Esnek çalışm a diye bir kavram getirilerek çalışma koşulları zorlaştırıldı.

Bu politikaların tek kazançlısı oldu; finans-kapital çevreleri. Onlar zenginlik­lerine zenginlik kattılar. Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) için gün doğdu. Onların ver­gileri yeni iş alanları açacaklar diyerek indirildi. Küreselleşme diyerek sınırlar metalara indirildi. Sonuçta onlar ucuz emek alanlarını bulup kaçtılar. İşsizlik arttı. Yani yeni liberal politikalar diye diye halklar yoksullaştırıldı.

Özelleştirmelere, devletin görevlerinden kaçm asına karşı anti-kapitalist protestolar başladı. Bunların en şiddetlisi, 2001 yazında Genova’da dünyanın en büyük ülke liderlerinin toplandığı G8 zirvesinin protestosu sırasında yaşan­dı. Avrupa’nın yakın tarihteki en kanlı gösterisi oldu. 2 gün süren gösterilerde yüze yakın polis ve sivil yaralandı ve bir anarşist öldü. Göstericiler arabaları, dükkânları yaktılar. Bankalar soyuldu. Böylece anti-kapitalist hareket adını du­yurdu. Aralarında anti-küresel hareket üyeleri de vardı.

Anti-kapitalist hareket genel olarak o dönemde küreselleşmenin yani tüm sınırların metalara indirilm esini sağlayan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) top­lantılarını hedef aldı.1999 yılından başlayarak Seattle, Washington gibi yerler­de büyük protestolar yaptılar. Dünyanın dört bir yanından eylem ciler Seattle’a taşındı. Gösteriler DTÖ açılış töreninin iptalini sağladı. Polisle çatışm alarda 600 tutuklam a ve binlerce yaralanma yaşandı. Nike, Starbucks gibi büyük tekelle­rin dükkânlarına saldırıldı. Belediye sonuçta sokağa çıkma yasağı ilan etmek zorunda kaldı.

O dönemde her IMF, Dünya Bankası toplantısı bu gruplar tarafından protes­to edildi.

G8 zirveleri, Finans çevrelerinin Davos’ta yaptığı ekonom ik toplantılar çok ciddi savaş alanları haline geldi.

Halkların karıştığı en büyük gösteri Irak Savaşı’nın başlam ası sırasında ya­şandı. Rekor kırıldı. 11 Milyon Avrupalı 15 Şubat 2003 günü sokaklara dökülüp dünyaya savaşa karşı olduklarını duyurdular. O günden beri her 15 Şubat savaş karşıtı güçlerin gösteri düzenlediği gün haline geldi.

Anti-kapitalist gruplar çeşitli adlar altında kendilerini gösteriyorlardı. Sol örgütler küreselleşmenin kapitalistler eliyle yapılm asına başından beri kar­şıydılar. Bunun dünya halklarının soyulm ası olacağını, eşitsizliği, adaletsizliği arttıracağını savundular. Bu doğrultuda çeşitli gruplar kuruldu. Önemli olan­larından bazılarını sayalım: Küreselleşmeyi değiştir, anti-tüketim, anti-ÇUŞ’ler, Doğrudan Demokrasi, Adil Ticaret, Vatandaş Hareketleri, Küresel Adalet Ha­reketi gibi adlar altında seslerini duyurmaya çalıştılar. Finans çevrelerinin iş­lemlerinin vergilendirilm esini isteyen Attac, Fransa’da örgütlendi ve büyük etki yaptı. Finansın, dünya ölçüsündeki para oyunlarının denetlenmesine hizmet

Page 70: Yol Yaz 2013

edecekti. Tabii finans-kapital çevrelerince büyük tepkilere yol açtı.Ekonom ik Foruma karşı devrimci kesimler, halkların sosyo-ekonom ik çıkar­

larını tespit edecek, savunacak, tüm dünya ilerici halklarının ortak bir prog­ramını oluşturacak Sosyal Forum’u Brezilya’da Porte Alegre’de topladı. S lo ­ganları “başka bir dünya m üm kündür” oldu. İlk toplantı 2002 yılında yapıldı ve çeşitli w orkshoplar ve forumlarla başka bir dünyanın nasıl mümkün olacağı tartışılm aya başlandı.

Sosyal Forum o dönemde sol çevreler arasında çok tuttu. Binlerce solcu bu­ralarda toplandı, tartıştı. İlgi üzerine her kıtada bir Sosyal Forum örgütlenmeye başladı. İngiltere, Prag, Atina, Madrid, 2010 yılında da İstanbul, sosyal forumun yapıldığı Avrupa illeri oldu. Hindistan Mumbai kentinde toplanan foruma 75 bin kişinin katıldığı söylendi. Başta tüm ilerici, devrimci çevrelerin odak nokta­sı halinde olan Sosyal Forum zam anla etkisini kaybetti. Dünya sorunlarının ne kadar ortak olduğunun anlatıldığı ama çözüm üretemeyen bir üniversite haline dönüştü. Kampanyalar, protestolar düzenlendi, ama bir güç odağı, bir yaptırım merkezi olam adı. Kan kaybetmeye başladı. Halkları arkasına alam adı, sadece sol grupların birbirleri ile buluştuğu, tartışıp belki de beyin jim nastiği yaptığı toplantılar oldu.

Kadın hareketleri çok gelişti. Kesintilerden ilk etkilenen onlar olduğu için çeşitli taleplerle çeşitli ülkelerde gösteriler düzenlediler. Avrupa’nın dört bir yanında örgütlendiler. Haklarını savunm ak için büyük, canlı, renkli gösteriler yaptılar. En önemlilerinden biri Brüksel’de dünya kadınlarının toplandığı gös­teriydi.

Yine bu dönemde çevre sorunları ekseninde yeşil partiler doğdu ve gelişti. Çevre kirliliğine karşı çevre örgütlerinin yaptığı eylem ler en çok dikkat çeken protestolar arasında yerini aldı. Halklar çeşitli çevre sorunlarına karşı bilinçlen­dirildi. Petrol şirketlerinin yol açtığı doğa kirliliği ya da atom santralları protes­toları hala akıllardadır.

Sonuçta sosyalist sistemin çöktüğü 1990 yılı ile 2007 arası yeni liberal politi­kaların halk üzerindeki sonuçlarının alındığı yıllar oldu. Yeni politikaların etkisi yavaş yavaş hissedilmeye, hoşnutsuzluk yükselm eye başladı.

2007-2008 Krizi Sonrası GelişmelerYeni liberal politikalar beklendiği gibi taşa çarptı. 2007-2008 finans krizi pat­

lak verdi. Devletler finans kurumlarını iflastan kurtardı. Bunun için milyarlarca dolar ödendi. Kuşa çevrilen devlet kasaları tamamen boşaldı.

Devlet mallarının özelleştirilm esi ile zaten gelir kaynakları kurumuştu. Elde edilen paralar da çoktan bitmişti. Bütçe açıkları devlet güvenceli tahvillerin satışı ile kapatılıyordu. Yani zaten çoktandır devletler, geleceklerini yiyordu. Özellikle Akdeniz ülkelerinde bütçe açıkları AB’nin belirlediği limitin üstlerine çıktığı gibi, devletlerin dış borçları ülke yıllık üretiminin % 100’ünü aşar duru­ma geldi. Yani bir ülke bir yıl boyunca hiçbir şey harcamadan üretirse ancak borcunu ödeyebilir hale geldi.

ON

SO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 71: Yol Yaz 2013

^1 o

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

2007-2008 finans krizi bu işin tuzu biberi oldu. Daha çok kemer sıkm alar daha az harcamalar. 1990’lardan beri kesilenlere yeni kesintiler eklendi. Sosyal harcamalar, sağlık ve eğitim harcamaları kuşa çevrildi. Hastaneler, üniversite­ler satılm aya başladı. Memurlar işten çıkartıldı ve sosyal devlet küçülmeye baş­ladı. Çalışm a yasalarının yeniden işçi aleyhine değiştirilm esiyle hak kırıntıları süpürüldü. Emekli maaşları düşürüldü, emekli olma yaşı yükseltildi. Vergiler arttırıldı.

2007-2008 krizi etkisini daha çok 2009 yılında göstermeye başladı. İlk olarak AB’nin en küçük ülkesi İzlanda iflas etti. Arkasından İrlanda geldi. Yunanistan onları izledi ve kriz tüm Akdeniz ülkelerine yayıldı. Bir yıl kemer sıkınca düzlüğe çıkılacağı düşünülrü. Ama ekonomi her yıl bir öncekinden daha kötü oldu ve kesintiler artarak 2013 yılına gelindi.

Kemer sıkm a politikaları tek tek ülke ekonomilerini daraltıyor. Ellerinde para olmayan kitleler harcayamıyorlar. Ekonomi daralıyor. Daralınca diğer alanları vuruyor. Yatırım değil, işyeri kapatmalar, işten atm alar başlıyor. Bu kez ekonomi daha da daralıyor. Kısır döngü topluluğun diğer ülkelerine bulaşıyor. 2013 tahm inlerine göre Euro alanında büyüme yeniden % 0,3 azalacak ve işsiz­lik % 12,2 rakamlarına ulaşacaktır. Topluluk artık büyümüyor daralıyor. Finans kurumları y ıllık değerlendirmelerinde tek tek ülkelerin puanını düşürüyor. Kredi bulma koşulları zorlaşıyor. Ekonomilerin gelecekleri ile ilgili karam sarlık yükseliyor.

3-5 yıllık deney sonrası ne olacaktır? AB devlet başkanları zirvesi 2014-20 bütçesi tartışm aları çok çetin geçti. Sonuçta kabul edileni AB parlam ento­su onaylam adı. Önümüzdeki günlerde yenisi yazılacaktır. Fransa ve İngiltere Merkel’in kemerleri sıkm aya devam politikasına karşılar. Fransa ve Akdeniz ül­keleri kemer sıkm ak ve harcam aları kesmek yerine yeni kaynaklar bulunarak (nerden bulunacağı belli değildir) arttırmayı savunuyorlar. Ekonomilere yeni kaynak şırınga edilerek canlandırılacaktır. Yeni borçlarla belki eski borçlar öde­necektir.

Bu kadar borç içinde havadan kaynak bulunam ayacağına göre para basm ak tek çare gibi görünüyor. Ama Avrupa topluluğu 2. Dünya savaşı sonrası para basmanın yol açtığı enflasyon deneylerini acıyla hatırlıyor. O nedenle para bas­ma yolu tıkalıdır. Çare? Yok... Böyle devam. Ne zam ana kadar? Halklar patlaya­na kadar. Burjuvazinin şim dilik görünen başka çözümü yoktur.

Burjuva iktidarlar şöyle bir ikilemdedir. Kesinti yapılm azsa devletler iflas eder. Kesintiye devam edilirse sosyal patlam alar kapıdadır. Altı sakal üstü bı­yıktır. Bu ikilem içinde debeleniliyor. Topluluk içindeki farklılıkların boşlukla­rında oyalanılıyor. Godot bekleniyor diyelim.

Bu genellemenin dışında kalan bir tek ülke vardır: İzlanda. İzlanda’da ne İr­landa, ne Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’da yapılm ayan bir şey yapıldı. Kemer sıkm a yerine suçlular bulundu. Bunlar cezalandırıldı. Şim di tüm AB dur­gunluk içindeyken İzlanda ekonomisi iyiye gidiyor. IMF borçlarını geri ödemeye bile başladı. İzlanda dışında hiçbir ülke halkı böyle bir politik yolun tutulm asını

Page 72: Yol Yaz 2013

sağlayam adı ve kemer sıkma politikalarının kurbanı oldular.Küçük bir ülke olması ve anayasasındaki dem okratik bazı maddeler nede­

niyle İzlanda’da kriz süreci önce para biriminin Euro karşısında % 80 devalüe edilmesi ile başladı. IMF’nin verdiği borç karşılığı kemer sıkm a politikaları öne­risini devlet uygulamaya kalkınca halk sokaklara döküldü. Hükümet düştü. Se­çim ler yapıldı. Sol kazandı. Yeni borçlanma planına göre özetle her bir vatandaş 15 yıl 9000 Euro taksit ödeyecekti. Sol iktidar bunu referanduma koydu. Halk % 93 oyla IMF borç koşullarını reddetti. 2011’de değişikliklerle gene referandum yapıldı. Bu kez halkın % 63’ü reddetti. Halk bankaların kurtarılmasını reddetti ve böylece 3 banka m illileştirildi. Ülkenin finans krizi içine girmesine yol açan bankacılar, vurguncular yakalandılar tutuklanıp ceza evine atıldılar. Aralarında eski başbakan da bulunuyor.

Diğer ülkelerde bildik süreç işledi. Kemer sıkm a politikaları, çalışm a yasa­sındaki değişiklikler, sosyal harcamaların azaltılm ası önlemleri başladı.

Kemer Sıkma Politikalarına Genel BakışKemer sıkm a politikaları ile Avrupa halklarının protestosu yavaş yavaş baş­

ladı. İlk önce kesintinin vurduğu kitleler ve iş kolları tek tek öfkelerini dile ge­tirm ek için sokaklardaydılar. Sonra bunlar birleşti kemer sıkm a politikalarının genel olarak protestosu başladı. Doktorlar, öğretmenler, memurlar, işçiler, iş­sizler, küçük esnaf hatta orta esnaf, evinden atılanlar, emekliler, köylüler, ayrı­lıkçılar, dinciler her kesim protestolara katılmaya başladı. Milyonlar sokaklara döküldü. Her protesto eylemi bir yıl, bir ay öncekinden daha kalabalık hale gel­di. Halklar örgütlenmeye başladılar. Tek tek çıkarlarını belirlemeye, ortaya koy­maya başladılar. Her seferinde iktidar karşıtı sloganlar atıldı. İçinde bulunduk­ları zor durumu hükümetlerine iletmeye duyurmaya çalıştılar. “Kurtarmalara karşıyız” diye bağırdılar. “Bankaları değil bizleri kurtarın! Biz daha kalabalığız, biz % 99’uz!” dediler.

Her ülkede yeni liberal politika denilen aynı yol izlendiği için kriz sonrası da alınan önlem ler aynı oldu ve sonuçta da aynı etkilenme tüm Avrupa’da yaşan­dı. Biz bunların belli başlıları üzerinde bir genelleme yapacağız.

Bir zam anların topluluğa girdiği için Kelt kaplanı adını alan, topluluğun par­makla gösterilen harika çocuğu İrlanda kriz sonrası, AB ve IMF’den borç alarak bankalarını kurtardı. Kemer sıkm a politikalarını uyguladı. Harcam alar kısıldı. Halk 3 katına yükselen işsizlik altında ezilmeye mahkûm edildi. 4 y ıllık kemer sıkm a bir işe yaram adı, ufuk aydınlanm adı. Ekonomi canlanm ıyor aksine dara­lıyor. Asgari ücret % 20 düşm üş durumda. İrlanda AB’nin en büyük bütçe açığı olan ülkesidir. Düşük gelir gruplarının vergisi de, işsizlik de artıyor.

İngiltere İşçi partisi iktidarı 1,7 milyar dolarlık borcunu ödem ek için 2010 Aralık ayında kemer sıkm a politikalarını yürürlüğe soktu. II. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük devlet harcama kesintisi yapıldı. Böylece dört yıl içinde 83 milyar pound tasarruf edildi. 500 bine yakın memur çıkarıldı. Memur ma­aşları % 9 düştü. Em eklilik yaşı 66’ya yükseltildi. İşsizlik 1994 yılından beri en

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 73: Yol Yaz 2013

^1

K>

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

yüksek seviyede. Ayrıca emekli m aaşları, çocuk yardım ları kesilecek, birçok tüketim m addesinde vergiler arttırılacaktır. Bu nedenle, 2011 Mart ayında, ül­kenin savaş karşıtı 2003 protestosundan sonraki en büyük protestosu yaşandı. Milyonlar sokaktaydı. Birçok işgal eylemi yapıldı.

Zenginlerden alınan vergiler azaltılırken eğitime ayrılan ödenekler kısıldı. Orta eğitim ve üniversite kesintileri % 80 ile rekor kırdı. Öğrenciler şimdi öde­diklerinin 3 katını ödeyecekler. Öğrenciler hemen sokaklara çıktılar. Bazı parti binalarını işgal edip tahrip ettiler. Kraliyet arabasına saldırdılar. Daha sonraki günlerde meclisi işgal etiler. Sonra olaylar Dublin’e sıçradı. Polisle çatışıldı.

Sendikalar, işçi çıkartm alar ve kemer sıkm a politikaları ile Thatcher döne­minde yedikleri darbeden kurtulmaya, örgütlülüklerini arttırmaya başladılar. Krizden beri 628 bin işçi işten çıkarıldı. İşçi ücretleri düşürüldü.

Kemer sıkm a politikalarına karşı S ık sık grevler yapılıyor. Sendikalar genel grev çağrısında bulunuyorlar. Kitleler Londra’ya akın ediyor. Sendikacılar, güç­lü savaş karşıtı örgütler, sol gruplar, çevre örgütleri protestolara katılıyorlar.

Biraz daha güney doğuda, Belçika’da da kemer sıkm a protestoları s ık sık yaşanıyor. Artık her işten çıkartma kitleleri sokaklara döküyor. Devlet emek­li olan memurların yerine yenisini alm ayacağını açıkladı. Yani memurlar daha az maaşa daha çok çalışacaklar. Kesintilerin her bir memura maliyetinin yılda 2000-3000 Euro olduğu açıklandı.

Ülkede araba sanayi en gelişm iş işkoludur. AB ekonom isindeki yavaşlam a en başta araba sanayini vuruyor. Araba satışları düşecektir. O nedenle 2014 yı­lında Ford fabrikası kapatılacak. Araba sanayinin yan kolu çelik fabrikaları da işçi çıkarıyor. Bu yıl bu küçük ülkede 10 bin kişi işsizler ordusuna eklenecektir. Bu nedenle işçiler birçok kentte grevlere gittiler. Çetin görüşmeler yapılıyor. Es­kisi gibi devletin bu sektörü destekleyip işçi çıkartm alarını önlemesi diye bir şey söz konusu değil. İşsizler artacak. Ülke zor günlere yelken açtı. Belçika’da hemen hemen her gün bir çeşit protesto yapılıyor. Ayrıca burası bilindiği gibi topluluğun merkezi ve merkez ekonomi politikalarının protesto alanıdır.

Portekiz, 1970 yılından beri yaşanan en kötü durgunluğun içindedir. Halk­lar 2010 yılından beri kemer sıkm a politikalarına “Hayır” diyor. Bir hükümet gi­diyor yenisi geliyor. Yeni gelen aynı şeyi uyguluyor. Kemer sıkm a süresi uzuyor, derinleşiyor. Düzlük ufukta gözükmüyor. 2013 yılı bütçesinden yine ek olarak 78 milyar Euro daha kesinti yapılacağı açıklandı. Maaşlar bir daha kesilecek, sıradan vatandaşın vergisi bir daha arttırılacak, çalışm a yasaları daha daraltı­lacak. İşsizlik % 17.

O nedenle en güçlü protestolardan biri 2013 Şubat ayında yaşandı. Yalnız Lizbon’da 200 binden fazla insan kemer sıkma politikalarını protesto etti. Ülke­nin birçok kentinde on binler sokaklardaydı. Trenler durdu, kamu taşım acılığı yapılam adı. Lim anlar kapandı. Gemiler ne boşaltıldı, ne de yüklendi. Çöpler toplanm adı, okullar açılm adı. İlginç bir şekilde bu kez protestolar sosyal med­ya kanalı ile örgütlendiler.

Hemen arkasından 2 Mart’ta bu kez 500 bin kişi sokaklardaydı. Her keresin­

Page 74: Yol Yaz 2013

de bir öncesinin rekoru kırıldı. Bu kez iktidarın istifası istendi. Ünlü 1974 Karan­fil Devrimi’nin sloganları ve şarkıları söylenmeye başlandı.

AB topluluğunun beşinci büyük ülkesi İspanya’da kemer sıkma politikaları beşinci yılına girdi. Ekonom ik gerileme ve durgunluk buna rağmen devam edi­yor. İşsizlik % 26, genç işsizliği % 50 ve artıyor. Milyonlarca işçi part-time çalı­şıyor. Çalışm a koşulları çok kötüleşti. Ek ödentiler kaldırıldı, iş güvenliği yok. Memur maaşları düşürüldü. Yenileri alınmıyor.

Yeni yılda bankalar ve büyük şirketler y ıllık rekor karları ile birlikte çok sa­yıda işçi çıkartacaklarını açıkladılar. Bankalar bazı şubelerini kapatıyorlar. Sanki işçilerle alay ediyorlar. Bu işçileri çok kızdırdı ve sokaklara döküldüler. İspanya’da bu yılın 2. grevine 9 milyon işçi katıldı. Ülkedeki resmi 6 milyon iş­size yenileri eklenecek. Zaten bunlar birbirlerini etkiliyorlar. Bir yerde çıkarılan işçi diğer yerde başka işçi çıkartm aları doğuruyor, tetikliyor.

Bu nedenle halkların en büyük protestoları bu ülkede yaşanıyor. Yeni y ı­lın 2 ayında 3 tane ülke çapı genel grev yaşandı. Basın, “kitleler seller gibi so­kaklardaydı” diye yazdı. O laylar yalnız başkentte değil ülkenin belli başlı tüm kentlerinde yaşanıyor. İçişleri Bakanlığı geçenlerde 2012 yılında ülkede 36,000 protesto olayı yaşandığını açıkladı. Yani günde en az 100 ayrı yerde protesto yapılıyor.

İspanyalılar irili ufaklı çeşitli örgütler kurmuşlar. Gençlerden oluşan “İndig­nados” yani “Öfkeliler” geçtiğim iz yıllarda kent merkezlerini çadırlar kurarak işgal ederek adlarını duyurdular. Eylemleri ile tüm dünyaya örnek oldular. Hat­ta ABD’de Occupy eylemcileri bu hareketten esinlendi.

Mortgage, yani ev kredisi ödeyemeyenler de bir platform etrafında toplan­dılar. Eğitimdeki kesintilere karşı Yeşil akım, sağlık harcam alarına karşı Beyaz akım adı altında örgütlenmeler var. Vatandaş Akımı (Marea Ciudadana) hepsini bir çatı altında toplam aya çalışıyor. Protestolara katılan insan sayısı her geçen gün artıyor.

Hükümetin her açıklam ası arkasından yüzbinler sokaklara çıkıyorlar. Polisle öfkeli göstericiler çatışıyorlar. Banka cam ları, işyeri camları sık sık kırılıyor. Çöp kutuları ateşe veriliyor. Araba lastikleri yakılıyor. Halklar hala bankalara öfkeli­ler. “Bankacıları içeri tıkın. Asıl çözüm budur”, “Geleceğimizi çalıyorsunuz!” d i­yorlar. 27 Şubat’taki gösteride ilginç sloganlar atıldı. “Finansal darbeye hayır! Hiç borcumuz yok! Ödemeyeceğiz!” diye bağırdılar.

Son gösteriyi komşuları Portekiz halkları ile dayanışm a için de yaptılar. Böylece İberya yarım adası felç oldu. Yüzlerce uçak seferi iptal edildi. Okullar kapandı, fabrikalar durdu. İki ülkede sendikalar ilk ortak genel grevlerini ger­çekleştirdikleri için trenler iki ülkede çok seyrek olarak sefer yaptı. Ayrıca sen­dikalı olmayan işçiler de grevlere ve gösterilere katıldılar. İspanya’da protesto­cular ATM’leri tutkallarla çalışm az hale getirdiler. 600 uçak seferi iptal edildi. Portekiz’de ise uçuşların % 45’i yapılam adı.

Polisle yaşanan çatışm alarda plastik mermi kullanıldı. 140 tutuklama 70 yaralanma olayı yaşandı. Protestolar ve talepler artık daha sık sınırları aşıyor.

coIXAVRUPA H

ALK HAREKETLERİ

Page 75: Yol Yaz 2013

^1

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Portekiz’le yapılan genel grevde halklar tüm AB için yeni ekonomi politikları talep ettiler.

İtalya, topluluğun üçüncü büyük ülkesinin 2000 milyar dolar borcu var. Bu üretiminin % 127’sini oluşturuyor. Yunanistan’dan sonra ikinci borçlu ülkedir. Bu nedenle ilk Berlusconi döneminde kemer sıkma politikalarına başlandı. İşçi yasası değiştirildi. Em eklilik yaşının 67’ye çıkarılm ası önerildi. Sendikalar pro­testolara başladılar. Hükümet devrildi. Yerine teknokrat bir hükümet kuruldu, Monti başa geçti. Ama o da kemer sıkm aları sürdürdü. Üretkenliği arttırma adı­na o da her hakkı budadı. Halk gene sokaklara döküldü. Sendikalar, öğrenci­ler, politik hareketler, işsizler “Monti’ye Hayır Günü” gösterileri düzenlemeye başladılar. “Sırf kesinti! Sırf kesinti! Defol Monti” pankartları taşındı. Polisle çatışıldı. Monti sonuçta istifa etti ve yeni seçimlere gidildi. Seçim leri, protes­tonun simgesi olan 5 Yıldız Hareketi (M5S) kazandı. Şim di yeni iktidar kurma çalışm aları sürüyor.

M5S hareketinin başkanı B.Grillo kemer sıkm a politikalarına, yeni vergilere, bütçe kesintilerine karşı çıkarak seçimleri kazandı. Seçim sonuçlarından halk­ların % 45’inin değişiklik istediği ortaya çıktı. Sonucun reel politikaya dönüşüp dönüşemeyeceğini göreceğiz. Yoksa yeni seçim ler yapılacaktır.

İtalya kemer sıkm a politikalarının en karanlık tablo çizdiği ülkelerin başında geliyor. Monti iktidarında endüstriyel üretim % 5,4 düştü. Em eklilik yaşı yük­seltildi, işçi hakları kırpıldı. Vergiler yoksullar için arttırıldı. İşsizlik 2012 yılında % 15’e çıktı, şimdi daha da yükseliyor. Gençler arasında işsizlik % 30’un üze­rindedir. 9-10 milyon insan açlık içindedir. Ülke nüfusunun 60 milyon olduğu düşünülürse her 10 kişiden neredeyse 2’si aç demektir.

İtalya gençleri AB’nin en radikalleri arasındadır. Bütçedeki eğitim harcam a­larının kısılm ası ve üniversite harçlarının yükseltilm esine karşı büyük protesto­lar yaşandı. Eğitim sistemi çöküyor diyorlar. “Harçları ödemiyoruz. Okullarımızı ve kentlerimizi geri alalım !” sloganları ile yürüdüler. Okulları işgal ettiler. Gös­teriler 90 kentte yapıldı. Pisa kulesini işgal ettiler ve “Uyanın, ayaklanın, krizin bedelini biz ödemeyeceğiz!” pankartı astılar.

İtalya arazi vurgunculuğunun en yüksek olduğu ülkelerdendir. Birçok tarım alanı inşaat alanına çevrildi. Çiftçiler yerlerinden oldular. Ülke tarımı çöktü. Grillo zaten “kendi portakallarım ızı, domateslerim izi yiyelim !” diyerek bu ko­nuya parmak bastı. Arazilere yapılan evlerle büyük bir halk kitlesi konut sahibi edilecekti. Ama sonuçta işsizlik ve kesintiler ile ülkede ev borcunu ödeyemeyen büyük bir kitle oluştu. Bunların intiharları ile ülke çalkalandı. Evlerinden atılan­lar hareketi aynı İspanya’da olduğu gibi burada da yükseldi. İşgal eylemleri bu­ralardan beslendi, gençler Rom a’da yüzlerce ev işgal ettiler. Kültür ve gençlik spor alanları haline getirdiler.

Yunanistan, topluluk içinde borcu en yüksek olan ve kemer sıkm a politi­kalarının en vahşi şekilde uygulandığı ülkedir. Avrupa Merkez Bankası, Avrupa ülke liderleri ve IMF üçlüsü Yunan iktidarı ile büyük pazarlıklar sonrası ona be­lirli koşullarla kredi vermeyi kabul ettiler. Ancak bu koşullar halkların canını

Page 76: Yol Yaz 2013

çok derinden yakıyor. Halk, “günlük yaşam bir eziyet haline geldi” diye bağırı­yor. O nedenle iktidar her an devrilebilir ve ülke çalkantılı bir döneme girebilir diye düşünülüyor. Sol güçlerin ittifakı olan Syriza’nin iktidar olm asından çe­kiniyorlar. Hatta son günlerde Yunan ordusunun bir sosyal isyana karşı darbe hazırlığı yaptığı söylentileri çıktı. Ülkenin durumu o kadar kötü, halk öylesine öfkeli ve çaresiz ki her an isyan edebileceği düşünülüyor. Yunanistan sokakla­rındaki çatışm alar her gün daha kanlı daha şiddetli hale geldi.

Kemer sıkm a politikalarının altıncı yılına girildi. Her sene olduğu gibi, ik­tidar güçleri, bu yıl son diyorlar, sonra düzlüğe çıkacakları vaadini yapıyorlar ama bir şey değişmiyor. Birçok uzmana göre kemer sıkm a politikalarının ülke ekonomisini düzlüğe çıkaracağı filan yok. Örneğin kemer sıkma politikalarına başlandığında borçlar GSMH’nin % 120’sini oluşturuyordu. 4 yıld ır kemer sık­tıktan sonra borç GSMH’nin % 175’i olm uş ve 2013 içinde de % 189’a çıkacaktır. (aljazeera.net, 22.Şubat 2012, Yunanistan Yaza Kadar Maaşları Ödeyemeyebilir)

Sendikalar insanların ceplerinde kuruş olm adan günlerce sokaklarda do laş­tığını söylüyorlar. Çalışabilir nüfusun % 30’u işsizdir. Gençler arasında ise oran % 52. Yani her iki gençten biri işsizdir. Çalışan 1,6 milyon insanın ancak 600 bini tam saat çalışabiliyor. Geri kalan 1 milyon part-time çalışıyor. Bunların da adı çalışıyor oluyor.

Ücretler sürekli düşüyor. 2012 yılında yasa ile ücretler % 20 düşürülmüştür. Asgari ücret 751 Euro idi ama bir yıl içinde 586 Euro’ya, gençler arasında 511 Euro’ya düşmüş. Emek ucuzlayınca Yunanistan’a yatırım lar gelişecek denmişti ama, daha böyle bir şey yok. Bu düşük ücrete rağmen gelen yok.

Emekli m aaşları % 40 oranında düşm üş ve bu yıl % 50’ye düşürülecektir. Halkın % 80’inin geliri aşağı doğru düşmeye devam ediyor. Özelleştirmelerden dolayı tüm hizmetler paralı hale gelirken, bir de vergilerin yükselm esiyle gider­ler artıyor, gelirler düşüyor. İnsanlar 3 nesil bir arada kalmaya başlamışlar. Bir tek emekli maaşından 3 nesil yaşam aya çalışanlar çoğalmış. 8 milyon nüfuslu Yunanistan’da 4,65 milyon insan çalışmıyor. 450 bin evde hiç çalışan yok.

Yabancı 50 ilaç şirketi alacaklarını tahsil edemediklerinden artık Yunanistan’a ilaç vermiyor. Ülkede birçok ilaç bulunamıyor. Eğitim paralı olduğundan ve oku­yunca da bir iş garantisi olm adığından Yunan gençleri okullarını bırakıyorlar.

Kom şum uz Yunan halkı AB içinde böyle bir dram yaşıyor. 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgalinde bile böyle korkunç bir tablo olmamış. Artık halkların dayanacak gücü kalmadı. Bıçak kemiğe çoktan dayanmıştır. O nedenle Syriza, Avrupa finans-kapitalinin korkulu düşü oldu.

Eski Doğu Avrupa ülkesi olan Romanya da kemer sıkma politikası ile ayakta durmaya çalışıyor. 1989 komünizmin düşüşünden beri en büyük gösteriler ya­şanıyor. Memur m aaşlarının % 25, emekli m aaşlarının % 15 kesilmesine karşı sendikalar protestolar düzenliyolar.

Hemen yanındaki Bulgaristan’da binlerce insan yoksulluk ve açlık karşısın­da öfkelerini dile getirm ek için ülkenin onlarca kentinde protestolar düzenledi­ler. Topluluğa katılalı 6 yıl oldu ama hala düzlüğe çıkılm am asından yakınılıyor.

CJ1

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 77: Yol Yaz 2013

^1 ON

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Bulgarlar, AB içinde en düşük elektrik fiyatını ödüyorlardı, haziran ayında zam geldi, şimdi faturaları ödeyemiyorlar. Geçtiğim iz şubat ayında binlerce Bulgar birçok kentte elektrik fiyatlarını günlerce protesto etti. Sonuçta hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Ama ona rağmen protestolar durmadı. Halk elektrik şir­ketlerinin eski sosyalizm de olduğu gibi kam ulaştırılm asını istiyor.

Slovenya bağım sızlığını ilan ettiği 22 yılın en zor ekonom ik krizini yaşıyor. Kemer sıkm a ile karşı karşıya. Üretim düşüyor. Slovenya bankaları büyük ban­kalar değil, o nedenle borçları da çok yüksek sayılm ayabilir, ama gene de bir sorundur. Geri ödenmeyen borçlar bankaları zor durumda bıraktı.

İki milyon nüfuslu Slovenya, 2004’de topluluğa girdi. 2007 yılında da Euro alanına üye oldu. Bütçe açığının yüksekliği ve yolsuzluk iddiaları halkı sokakla­ra döktü. Büyük protestolar yaşandı. 1991 yılında Yugoslavya’nın parçalanması sırasındaki gibi büyük yürüyüşler yaşandı. Ama halk bankaların kurtarılmasına karşı duruyor. Slovenya kendi başına borcun üstesinden gelmek ile IMF’ye mü­racaat edip yardım istemek arasındaki bir dengede duruyor.

Macaristan’da son günlerde çok sayıda protesto yapıldığını görüyoruz. Ül­kenin ekonom ik sorunları başka sorunlar ile örtülerek ortaya çıkıyor. Kemer sıkm a politikalarını uygulama karşılığında AB ve IMF’den yardım aldı. Ekono­mik durgunluk düzelmeyip işsizlik artınca bu kez banka ve büyük şirket vergi­leri arttırıldı. Eski sosyalist bir ülkede kemer sıkm a sanki daha hassas bir den­ge içinde yapılm ak zorunda kalıyor. O nedenle de şirket vergileri arttırıldı. O zaman da AB merkezinden tepkiler geldi. AB bu ülkeye sürekli baskı yapmaya devam ediyor.

Eski sosyalist ülkelerde protestoları anlam ak zordur. Düzen yeni, eskinin kökleri derinlerde olduğundan düzeni savunanlar da eskiyi savunanlar da aynı anda sokakta karşı karşıya gösteri yapabiliyorlar. Yeni düzeni savunanlar şim di­ki krizi reformların yeterince derin olm am asına bağlıyorlar. Daha derin reform diyorlar. Örneğin sokakta yatmanın suç olacağı anayasaya yazılıyor. Ya da eği­tim bursu alanların devlet hizmeti yapm ası koşulu demokrasiye darbedir diye anlaşılm ası zor protestolar yapılıyor.

Topluluğun Kuzey ülkeleri İsveç, Danimarka, Hollanda bu krizden güney ka­dar etkilenmediler. O nedenle halklar bu ülkelerde güney Avrupa halkları gibi sokaklara dökülmüyorlar. Son seçimlerde AB yanlısı partiler seçimleri kazandı­lar. Euro karşıtı olanlar kaybettiler.

Son olarak bu gurubun dışında gibi duran iki ülke Fransa ve Alm anya’ya bak­mak gerekir

Bu iki ülke topluluğun motor ülkeleri olarak görülürler. Belki en uçta Alm an­ya vardır. Fransa ise Güney Akdeniz ülkeleri ile onun arasında durur.

Fransa’da insanlar şim diye kadar uygulanan yeni liberal politikalarla zaten yoksullaşm ış durumdadır. İşsizlik artıyor. % 10’u geçerek son 13 yılın en yüksek seviyesine tırmanmıştır. 3,17 milyon işsiz vardır. 2014 de işsizlik oranı % 11’i geçecek deniyor. Bir türlü artış tersine çevrilemiyor, tüm söz vermelere rağmen. 2012 yılında ekonomi yine % 0,3 küçüldü. İşsizliği söz verdiği gibi azaltm adığı

Page 78: Yol Yaz 2013

gerekçesiyle işçi sendikaları Hollande’a karşı protestoya başladılar.Araba sanayi ülkede gelişkin ve Avrupa’nın içinde bulunduğu genel durgun­

luk bu sanayiyi daralm aya zorluyor. Belçika, İspanya’da olduğu gibi Fransa’da da fabrikalar işçi çıkaracaklar. Oysa birkaç yıl önce bu sanayi şirketleri ile döne­min başbakanı Sarkozy arasında anlaşm alar yapılm ıştı. Devlet bu iş koluna işçi çıkartm am aları koşuluyla belirli kolaylıklar tanımıştı. Ama şimdi çıkartm alar gene gündemdedir. İşçiler açıklanan çıkartm alara karşı Goodyear lastik fabri­kası önünde polisle çatıştılar. Üstelik işçi çıkartma kararı tam da y ıllık kâr oran­larının açıklanm ası dönemine denk geldi. Şirketler kârlarını yine arttırmışlardı.

Kasım ayında işçi sendikaları birliği CGT ile Hollande’ın arası işsizliğin artm a­sı nedeniyle bozuldu. Birçok kentte yürüyüşler yapıldı. Sendikalar 100 kentte gösteri düzenlediler. On binler sokaktaydılar. İşçilerin yarısının aylık kazancının 1500 Euro’dan az olduğu söyleniyor. Sonuçta Fransa 30 yılın en zor ekonom ik günlerini yaşıyor. Önümüzdeki yıl bütçe açığının büyümesini önlem ek için yeni önlem ler alındı.

Hollande iktidarı beklendiği gibi krizden başka türlü politikalarla ç ık ılacağı­nı açıkladı. Kesinti yerine ekonomiye para enjekte edilerek canlandırm aya çalı­şılacaktır. Kesintilerin istenilen sonucu vermeyeceği savunuluyor. Asgari ücret yükseltilecek ve eğitime 60 bin yeni öğretmen alınacak ve em eklilik yaşı 62 den 60’a düşürülecektir.

Bütçe açığı başka yollarla kapatılm aya çalışılacaktır. Vergi kaçırm alar önle­necektir. Zenginlerin kazançları daha iyi denetlenecektir. Yılda 1 milyon Euro üstünde kazananların vergisi % 75 arttırılacaktır. Bütçeden yapılm ası düşünü­len 65 milyar Euroluk tasarruf bu kanallardan yaratılacaktır. Ayrıca kesintiyi 4 yıla dağıtacaktır.

Fakat kimse Hollande’nin bu önlemlerinin başarılı olacağına inanmıyor. Başta işveren çevrelerinin fabrikaları ülkeden kaçıracakları bu durumda da iş­sizliğin artacağı ve ekonom ik canlanm anın sağlanm ayacağı iddia ediliyor.

Almanya lideri Merkel, Hollande’ın tuttuğu bu yolun tamamen karşısında- dır. Alm anya’nın tuzu kurudur. İşsizlik % 7 civarında, AB içinde en düşük olan ülkedir. Hatta son 20 yılın en düşük seviyesindedir. 2012 Alman şirketleri için iyi bir yıl oldu. Almanya, Asya ülkelerine ihracatını arttırdı. Ama Alm anya’nın eko­nomik iyileşmesi AB içindeki kötü ekonomilerin pek işine yaramıyor.

İyi bir ekonomiye rağmen Avrupa’daki durumdan yararlanıp, önümüzdeki yıl bütçesindeki açığı 80 milyar indirecektir. Aile yardım ları kesilecek, 10 bin memur çıkarılacaktır. Nükleer enerjiden daha çok vergi alınacaktır.

Ekonominin motoru olan Mittelstand, yani orta ölçekli şirketler gelişiyor. Ama onlar da beş ya da on yıl durgunluğun süreceğini söyleyip Merkel’i işçi üc­retlerini indirmeye, vergileri düşürmeye zorluyorlar. Böylece rekabet güçlerini arttıracaklarını iddia ediyorlar. Diğer ülkelerde işçi ücretlerinin düşm esine karşı kendilerinin çaresiz olduğunu savunuyorlar ve iş yerlerinin bu durumda güney ülkelerine kaçabileceğini iddia ediyorlar. O nedenle Alman işçisinin çalışm a ko­şullarının da diğer topluluk ülkeleri seviyesine indirilm esini talep ediyorlar.

^d

^d

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 79: Yol Yaz 2013

^1 oo

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Sendikalar ise tam tersini savunuyor ve bu sene enflasyonun üstünde ücret­lere %5,5 zam istiyorlar. Sendikalar işçilerin şirket kârlarından paylarını alm a­ları gerektiğini savunuyorlar. Ücretler artarsa tüketim artar, sonuçta işverenler bundan yararlanır diyorlar. Komşulara ihracatın azalm asını iç tüketimle karşı­lamayı savunuyorlar. Önümüzdeki dönemde sendikalar ve işveren çevrelerin­de ücret zammı görüşmeleri başlayacaktır.

Avrupa’daki Protestolar

a) Öğretmen ve öğrenci protestolarıAvrupa gençliği kemer sıkm a politikalarının en önemli kurbanlarından biri­

dir. Eğitim harcam alarındaki kesintiler sonucu, eğitim sistemi büyük bir darbe yedi. Bir yandan masraflar öğrencilerin sırtına yıkılm aya çalışılırken diğer yan­dan da eğitimin kalitesi düştü. Avrupa eğitim sistem inin can çekiştiği söyleni­yor. Üniversite harçları artıyor. İlk ve orta eğitimde öğretmenler işten çıkarılı­yor. Sınıflardaki öğrenci sayısı artıyor. İyi eğitim verilemiyor. Hem öğretmenler çalışm a koşullarının kötüleşmesinden, istedikleri gibi eğitim yapam am aktan şikâyetçi, hem de veliler çocuklarının iyi öğrenemediğinden, gerekli ilgiyi gö­rememelerinden şikâyetçiler. Yani sosyal ve ekonom ik olarak eğitim sistemi bir felaket içindedir.

Tüm Güney Avrupa kentlerinde durum aşağı yukarı aynıdır. Protestolar her yeri kapladı. Binlerce Portekizli öğretmen Lizbon’da eğitim harcam alarının ke­silm esini protesto etti. Kesintiler hem öğretmen maaşlarını hem de öğretmen­lerin çalışm a koşullarını etkiliyor.

İspanya’da 2010 yılından beri eğitimden 5 milyon Euro kesinti yapılm ış. İs­panyol öğretmenler ülkenin pek çok kentinde eğitim harcam alarından kısıntı yapılm asını protesto ettiler. 3 milyonun üstünde öğrenci velileri ile birlikte yü­rüdüler, protestolar üç gün sürdü. Yoksul öğrenciler okul masraflarını karşıla­yamıyor, eğitimlerini bırakıyorlar. İspanya, okul terklerinde AB birincisi olmuş durumda. Göstericiler Eğitim Bakanı’nın istifasını istediler. Madrid sokaklarına dökülen öğrenciler “eğitim maliyetini bankacılardan kesin” diye bağırdılar.

İtalya’da durum daha farklı değildir. Öğretmenler öğrencileriyle birlikte Roma sokaklarında sık sık yürüyorlar. Onlar da eğitim harcam alarındaki büyük kısıntıları protesto ediyorlar. Meydanları işgal ediyor, polisin dağılın uyarılarını dinlemiyorlar. Evlerinden getirdikleri koltuk ve divanları meydanlara kurup bil­gisayarlarını açıyor ve derslerini orada yapmaya çalışıyorlar.

İngiliz öğrenciler de hem orta öğretim hem üniversite aidatlarının yükseltil­mesinden şikâyetçiler. Kesintiler 2010 yılında başladı ve Ulusal Öğrenciler Birli­ği tarafından her yıl şiddetli olaylarla protesto ediliyor. Genç işsizler konusunun parlamentoda daha iyi tartışılm asını istiyorlar.

Eğitim sorunu yanında bugün Avrupa’da bir gençlik sorunu yaşanıyor. Eği­tim harcam alarındaki kesintiler, mezun olduktan sonra iş bulamama, ekono­mik durgunluk hepsi gençlerin geleceği açısından bir sorundur. AB şimdi bir

Page 80: Yol Yaz 2013

gençlik sorunu ile karşı karşıyadır. Avrupa’da işsizlik oranı % 24, ama 25 yaş altı gençler arasında son iki yılda birden % 37’lere tırmandı. AB içinde 13 mil­yon iş arayan ama bulamayan genç işsiz var.

Bunlara genel olarak internet çocukları deniyor. Bunlar birbirleriyle sıkı s ık ı­ya bağlı. Bilgileri var ama işe yaramıyor. Kendilerini toplumun bir kenarına atıl­mış hissediyorlar ve biraz da öyleler. Sürekli bir iş ve ev bulamıyorlar. Bunlara bazıları tehlikeli nesil diyor. İşleri yok genç ve yoksullar. Aile kurma umutları yok. Başka ülkelere göçmeye çalışıyorlar.

İtalyan’lar 1000 Euro nesli diyorlar. Yaşları 20-30 arası bu eğitimli gençler birkaç ay bu paraya çalışıyorlar sonra ya işsiz kalırlar ya da bu maaşa devam et­mek zorundadırlar. Son seçimlerde kazanan M5S hareketi özünde bu gençlerin partisidir. M5S’nin 160 milletvekili bu gruptan geliyor.

Fransa’da da 15-24 yaş gurubu arasında işsizlik % 25’tir. Hatırlardadır 2005 yılında Paris banliyölerini bu gençler yangın alanına çevirmişti. Bu olgu şimdi tüm Avrupa kentlerine yayılabilir. Korkulan budur.

Genelde AB gençlerinin büyük bir çoğunluğu politikaya inanmıyor. Yapılan araştırm alarda bunların üçte birinin oy kullanm ayacağını söylediği yazılıyor. Bu gençler günüm üz politikalarından umutlarını kesmişler. Zaten politikacıla­rın korkusu da bundandır. Bu gençlerin patlaması onları endişelendiriyor. Ama son İtalyan seçim lerinde oy kullanarak böyle bir değişiklik yarattılar.

Bu gençler zaten sokaktalar, bir araya gelip eylem yapm aları zor değil. On binlerce genç insan protestolara katılıyorlar. İspanya’da Madrid meydanlarını işgal eden bu gençlerdi. Roma sokaklarında polisle dövüşen yine bu gençlerdi. Paris banliyölerini yakan bu gençlerdi. İngiltere, İspanya, İtalya’da işgalci hare­ket bu gençlerden oluşmuştur.

O nedenle AB parlamentosu ve meclisi bu soruna nasıl çare bulunabilece­ğini tartışıyor. Sırf gençlere yönelik projeler geliştiriliyor. Onlara çalışm a alanı yaratm ak için fon oluşturulmaya çalışılıyor. 2014-2020 bütçesinden gençlere 6 milyar Euro ayrıldı. Bununla genç işsizliği ile mücadele edilecek. Ancak bu öde­neğin sorunu nasıl çözeceği bir bilmecedir. Büyük bir olasılıkla sorunu çözmek yerine patlam ak üzere olan gençlere sus payı olarak dağıtılacak, çözüm belirsiz geleceğe havale ediecektir.

b) Sağlık personeli protestolarıAB içinde Yunanistan’dan İngiltere’sine kadar her yerde, sağlık sistemleri

aynı eğitim sistemi gibi, çökm ek ile yüz yüzedir. Devletler özelleştirm eler yoluy­la vatandaşlarının sağlık sorum luluğunu üstlerinden atmaya çalışıyorlar. Oysa başka yönlerden zaten cebi delinen vatandaşın sağlığına vereceği beş kuruşu yoktur. Sağlık personelleri bunu aktif bir şekilde iktidar güçlerine anlatmaya çalıştılar, seslerini yükseltiler. Ama şu ana kadar iktidarların hiç biri bunu duy­mak istemiyor.

AB içinde ekonomisi olduğu kadar sağlık sistemi de en kötü durumda olan Yunanistandır. Devlet doktorların m aaşlarını, hasta bakım masraflarını ödeye-

sO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 81: Yol Yaz 2013

oo o

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

miyor. Eczanelere milyonlarca borcu var. Bu durumda ne hastanelerde m alze­me kalmış, ne eczanelerde ilaç. Hastanelerde birçok bakım yapılamıyor. Hasta­ların çoğu ilaç bulamıyor. Sağlık sistemi çökm üş durumda.

Maaşlarını alamayan doktorlar hastalara bakm ak ya da bakm am ak arasında büyük zorluklarla karşı karşıyadır. Birçoğu istifa ediyor, özel sektöre geçiyor ya da fırsat varken emekli oluyor. Özel doktorlar da baktıkları hastaların paralarını devletten alamıyorlar. O nedenle özel doktorlar da devlet güvencesinde olan hastaları almıyorlar. Yani parası olana bakılıyor. Olmayan ölüme terk ediliyor.

Hastanelerden personel azaltılıyor. Atina hastanesinde 710 işçi yerine şimdi 8 işçi çalışıyor. Bazı hastanelerde elektrikler bile kesik. Devlet, “borçlarımı öde­yeceğim ” diyor. Bunun için kurtarma planı çerçevesinde gelecek yardım dilim ­lerini bekliyor. Ama bu yardım ların kapatacağı başka birçok delik var.

İspanya belki Yunanistan’dan biraz daha iyi, çünkü o kemer sıkm aya biraz daha sonra başladı, ama aynı yolun yolcusu. Devlet vatandaşlarının sağlığını 1986 yılından beri anayasa güvencesi altına almış. Şim di bu hak yavaş yavaş çeşitli yollarla geri alınıyor. 2013 yılında bütçeden 7 milyar Euroluk bir kesin­ti yapılacak. Devlet elindeki hastanelerin % 10’unu özelleştireceğini açıkladı. Ama herkes bunun sağlık sistem inin paralı hale gelmesi anlamına geleceğini biliyor. O nedenle yüzbinler hastaneler ve kliniklerde protestoya başladılar. İm­zalar toplandı devlete dilekçeler yazıldı.

Protestolar rotasyon ile yapıldı. Sağ lık işçileri haftanın belirli günlerinde hastalar ve hasta yakınlarıyla birlikte önce hastanelerde sonra sağlık ocakların­da oturma eylemleri yaptılar. Bir ayı geçkin süre, yüzbinler sokaklara döküldü­ler. Sağlık merkezlerinin önünde yolları trafiği kapattılar. Hastaneler etrafına insandan zincir örülüp “hastanene sarıl” sloganı atıldı.

İngiliz sağlık sistemi ise, zaten başından beri çok gelişkin değildir. 2010 Yılın­da yapılan büyük kesintiler sonucunda sistem daha da kötüleşti. Sağlık perso­neli burada büyük protestolar yaptı.

c) İşgal eylemleri Occupy’cılar2008 kapitalist krizinin en ilginç olayı kuşkusuz ki Occupy yani işgal eylem ­

leridir. İspanya’daki bir avuç genç tarafından başlayan eylem, sonra Avrupa’nın 20’ye yakın kentine, dünyanın da 80 ülkesine örnek oldu. ABD’de Occupy Wall Street (Wall Street’i İşgal et) (OWS) olarak yankı buldu. OWS’ciler İspanyollar- dan etkilendiklerini söylediler. İspanyol Öfkelilerı de OWS’den enerji aldıklarını açıkladılar.

İspanya’da Öfkeliler Hareketi (İndignants Movement) kemer sıkm a poli­tikalarına karşı olarak ortaya çıktı. Meydanları işgale başladılar. Mayıs ayının 15’inde kuruldukları için aynı zam anda M-15 olarak da bilinirler. Aralarınsa Real Democracy NOW’dan Geleceği Olmayan Gençler gibi 200 irili ufaklı örgüt bulunmaktadır.

Kendilerini hiçbir parlamenter partinin temsil etmediğini savunup İspanya politikasında radikal değişiklikler talep ettiler. Yani özünde bir partiye karşı de­

Page 82: Yol Yaz 2013

ğil, sisteme karşı duruyorlardı. İşsizliği, sosyal harcamaların kesilmesini, kapi­talizm i ve bankaları, yolsuzlukları protesto ediyor, temel hak ve özgürlükleri savunuyorlardı. Ev, iş, kültür, sağlık ve eğitim istiyorlardı. Tahminlere göre 8 milyona yakın insan bu gençlerin protestolarına destek verdi.

İşgal eylemleri kısa sürede Avrupa’nın belli başlı kentlerine yayıldı. Banka kurtarm alarından hoşnut olmayan yoksul halk kesimleri ve gençler, uygun gör­dükleri alanları, sokakları işgal etmeye başladılar.

İspanyollardan etkilenen İtalyanlar da kendi işgallerini yaptılar. Roma mer­kezindeki Via Nazionale sokağını işgal ettiler. Burada çadır kent kurdular. Ama gece yarısı polis saldırdı ve dağıttı. Ancak işgal eylemleri İtalya’da hala sürüyor. Rom a’nın ortasındaki bir spor alanını işgal edip yıkılm asını engellediler. Şim di halka açık bir tesis olarak kullanıyorlar. Palazzo sineması işgal edilerek gazino haline gelmekten alıkonuldu. Şim di kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir merkez haline geldi. Rom a’nın çeşitli kesimlerinde yüzlerce işgal evi bulunuyor. İtalyan yasalarındaki bir boşluktan yararlanılarak gelişen bu işgal eylemleri sonuçta Eylem Yanlısı Vatandaş kavramını doğurdu. Vatandaşlar devletten alam adık­ları, alam ayacaklarını bildikleri haklarını kendi elleri ile almaya başlıyorlar. İş­galler Roma dışında Sicilya ve Milano’da da yaygınlaşıyor.

Londra’da işgaller yaşandı. Kentin en önemli turistik alanı ünlü Katedrali yüzlerce gösterici iki hafta boyunca çadırlar kurup işgal ettiler. Yemek çadırları kurdular. Ekonom ik eşitsizlik ve ÇUŞ’lerin aç gözlülüklerini halka duyurmaya çalıştılar. Ayrıca başka alanları da işgal etme kararı aldılar.

Kilise 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez kapatıldı. Böylece kilise büyük bir gelir kaybına uğradı. Açıklandığına göre gezenlerin günlük yardımı 32 bin do­ları buluyordu. Katedral papazları ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu gençleri ç ı­kartm ak ve çıkartm am ak arasında büyük tartışm alar yaşandı. Çoğu dindar, işgalcilerin yağm ur ve soğuk altında bırakılm asını doğru bulm ayıp onların içeri alınm asını önerdi, ama sonuçta kilise gerçek yüzünü gösterip polisin işgalcileri dağıtm asını kabul etti. Polis işgalcileri zor kullanarak dağıttı. Olay İngiltere’de uzun süre tartışıldı.

Avrupa’daki işgal hareketleri burjuva basınında epey dikkat çektiler. En te­mel özellikleri büyük kitlelere ulaşabilm eleriydi. Bunlar eskinin politik örgüt­lerinden farklı esnek örgütlenmelerdi, bir araya gelerek bir tartışma ortamı ya­rattılar. Meclisler kuruldu. Bir takım konular, kriz nedenleri, neler yapılabileceği tartışıldı. Ama sisteme karşı ciddi alternatif olacak bir oluşum haline gelem e­diler.

d) Yolsuzluk protestolarıDaha çok Doğu Avrupa ülkelerinde görülüyor. Yolsuzluğun zaten zor durum ­

da olan ekonomilerini daha kötüleştirdiğini düşünüyorlar. Rom anya’da iktidar bu nedenle düştü. Çek Cum huriyeti’nde az kalsın düşecekti. Slovenya’da baş­bakan silah kaçakçılığı zannı altındadır. Hırvatistan da yolsuzluk davaları dizi dizidir. Eski Başbakan ülkenin en büyük yolsuzluk davası nedeniyle içeridedir.

00

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 83: Yol Yaz 2013

(NooAVRUPA H

ALK HAREKETLERİ

H ırvatlar bu nedenle sokaklara döküldüler. 100 binin üstünde insan Prag’da sokaklara bu yüzden akın ettiler. Slovenya’da politikacılar özelleştirmelerden rüşvet yemekle suçlanıyorlar.

Yunanistan, İspanya, Portekiz’de yolsuzluk iddiaları ile insanlar sokaklar­daydı. Yunanistan ve Portekiz’de politikacıların yolsuzluk yaptıkları ve medyaya rüşvet verdikleri için protestolar oldu. Ülkelerin ekonom ik krizinin ve yaşanan sıkıntıların asıl sorum luları arasında yolsuzluk yapan, rüşvet yiyen politikacılar gösteriliyor ve bunlara karşı dava açılm asını halklar talep olarak dile getiriyor­lar. İzlanda’da da kriz suçluları tutuklanıp hapse atıldılar.

Olaylar artık o kadar komik duruma geliyor ki, Avrupa demokrasisi komedi oyunu haline geldi. Son İtalya seçim lerinde partisi ikinci durumuna gelen Ber­lusconi seçim sonrası bir yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Yani ülkede yolsuzluk­lara adı karışan biri utanmadan seçimlere giriyor ve partisi seçimlerden ikinci olarak çıkıyor.

İspanya’da Başbakan Rajoy’un iktidar partisinin adı arsa vurgunculuğuna karıştı ve halkların öfkesi taştı. İddiaya göre Başbakan arsa vurgunu yapanlar­dan rüşvet yemiştir. İşe bazı parlamenterlerin de karıştığı biliniyor.

Öte yandan Yunanistan’da petrol yolsuzluğunu ve bundan m ilyonlarca euro vergi kaçıran kişilerin adlarını yayınlayan gazeteciler ölüm tehditleri aldılar.

Sonuçta politikacıların yaptığı yolsuzluklar Avrupa’nın tüm ülkelerine ya­yıldı. Halkların politikacılara olan güvenleri sarsıldı. Çoğu burjuva politikacısı halkların gözünde bir değer taşımıyor. Ancak alternatif olm adığı için iktidarda duruyorlar. Halklar bu kez parlamentoya yolladığı politikacıları geri çağırma hakkını tartışmaya başladı. Anayasalara böyle maddeler konulm ası, değişiklik yapılm ası isteniyor. Bilindiği gibi bu olgu pek işlemese de Sosyalist düzende vardı. Halk görevini doğru yapm adığını gördüğü politikacıyı imza toplayarak geri çağırma hakkına sahipti. AB halkları şim di çeşitli yerlerde böyle bir hakkın konulması doğrultusunda talepler dile getiriyorlar.

Yolsuzluk olayları her bir ülkede on binleri sokaklara döktü. Halklar kendi­leri yiyecek bir kap yemeğe muhtaç, işsiz ve evlerinden atılırken politikacıların rüşvet almaları ve yolsuzluklar yapm alarını büyük bir öfke ile protesto ettiler.

e) Şirket vergi kaçırmalarına karşı protestolarİngiltere’de bazı ÇU Ş’in vergi kaçırdıkları ortaya çıktı. Gençlerin arasında

son zam anlarda çok tutulan Starbucks’ın yıllardır ülkede vergi ödemediği an­laşıldı. O kadar kâr etmesine rağmen vergi yasasındaki boşluklardan yararlana­rak İngiltere’de kâr etmediğini açıklıyor ve kârlarının kaynağını başka ülkelerde gösteriyordu.

Haberin yayılm ası ile gençler Starbuck’sı protesto etmeye başladılar. Gün­lerce Starbucks kahveleri önünde eylem ler konuldu. Oradan kahve alınm am a­sı için kam panyalar yapıldı. Sonuçta şirket protestolara dayanam adı, imajının kirlenmesini göğüsleyemedi ve İngiltere kasasına 20 milyon pound ödeyerek barış yapm ak istedi. Ancak bu parayı başka bir ülkede zarar göstererek gene

Page 84: Yol Yaz 2013

kazançlı hale geçmeyeceğinin hiçbir güvencesi yoktur.Sonra olay derinleşti. Google, Vadafone, Amazon gibi şirketlerin de aynı şe­

kilde vergi ödemedikleri anlaşıldı. O zaman olay iktidara kadar yükseldi. ÇU Ş’in vergi kaçırabilmesi için AB iktidarlarının nasıl bunlarla birlikte davrandıkları anlaşıldı. Aç gözlülükleri ortaya döküldü.

İktidarlar halkları ÇUŞ’in vergilerini düşürerek yeni iş yerleri açacaklarına inandırıyorlardı. Oysa işte şirketler kazanıyorlardı ama kazançlarının vergisini ödem iyor ve yeni iş alanları da açılmıyordu. Şirketler kârlarını verginin en az olduğu yerlerden gösteriyorlar ve devlet kasasından yani halkların cebinden paralar çalıyorlar.

Starbucks olayı birçok ikonu yıktı. Eskiden ÇUŞ’lerin Bahama, İsviçre banka­ları yardım ıyla vergi kaçırdıkları biliniyordu. Ama şim dilerde artık oralara git­melerine gerek kalmıyor. AB politikaları sayesinde bunu topluluğun göbeğinde yapabilir hale geldiler.

f) Emekli maaşlarının indirilmesine karşı protestolarKemer sıkma politikalarının ilk kurbanları arasında em ekliler vardır. Büt­

çe açıklarının kapanması gündeme gelince Yunanistan, İspanya, İtalya ve Portekiz’de ilk emeklilerin m aaşından kesintiler yapılm aya başlandı. Yunan emeklilerinin m aaşları yarı yarıya kesildi. Emekli eczacı bir Yunanlının Atina’da parlamento binasının yanındaki parkta tabancayı beynine dayayıp intihar et­mesi yalnız Yunanistan’da değil, tüm AB ülkelerinde şok etkisi yaptı. Emekliler m aaşları ile yaşayam az duruma gelmişlerdi. İlaçlarını alm ak bir yana karınları­nı bile doyuramaz hale geldiler.

Bu sorun giderek tüm AB ülkelerinde yaygınlaşıp şiddetlendi. İtalya, Porte­kiz, İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde hem emekli m aaşları kısıldı; hem de bunlara sağlık harcam alarında ve ev gibi çeşitli sosyal yardım lardaki kesinti­ler eklenince son günlerinde biraz doğru dürüst yaşam ak isteyen yaşlılar hiç de hayallerini gerçekleştiremediler. Ayrıca yaşlılar genel olarak bakıma muhtaç in­sanlar oluyorlar. Günlük faaliyetlerini kendi kendilerine gerçekleştiremiyorlar. Birçoğu evlatları torunları ile birlikte yaşıyor. Emekli intiharları az sayıda değil. Birçoğu bu son günlerinde böyle yaşam aktan utanıp hayatına son veriyor.

Em eklilik yaşının yükseltilm esi de ayrı bir sorun olarak gündemde. Fransa dışında hemen hemen tüm ülkeler em eklilik yaşını yükseltti veya yükseltmeyi tartışıyor.

g) GrevlerAvrupa Sendikalar Birliği, AB içinde sorunun ortak olduğunu öne sürerek AB

çapında ortak bir eylem planı kabul etti. 14 Kasım 2012 günü tüm Avrupa halkları genel protesto ve greve çağrıldı. Kıtada kemer sıkm a politikaları ortak bir şekilde protesto edildi. Yüzbinler, m ilyonlar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yürüdüler. Her ne kadar protesto ve grevler kıtanın güneyinde yoğunlaştı ise de, kuzeyde de katılım oldu. Ancak AB içinde bir güney-kuzey farklılaşm ası ol-

cooo

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 85: Yol Yaz 2013

oo

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

duğu gözlerden kaçmadı. Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi daha zengin ülkelerde gösteriler daha ufak çaplıydı.

İspanya’da tüm okullar hastaneler kapalı kaldı. Madrid’de polisle çatışıldı. İtalya gösterilerinde de şiddet yaşandı. Portekiz’de yaşam durdu. Kara, deniz ve hava taşım acılığı yapılam adı. Avrupa havaalanlarında birçok uçuş iptal edildi.

Fransa’nın 100 kentinde gösteriler düzenlendi ama sendikalar genel grev çağrısı yapm adılar. Belçika’da yabancı elçilikler önünde protestolar düzenlen­di. Trenler 24 saat çalışm adı. Madrid, Londra gibi kentlerde bazı parlamenterler de halklarla birlikte yürüdüler.

14 Kasım Avrupa çapındaki grev dışında tek tek ülkelerde de grevler giderek daha sık ve daha uzun süreli oluyor. İspanyol havaalanı işçileri ve uçak çalı­şanları işten çıkarm alara karşı 5 gün süren grev yaptılar, 1200’ün üstünde uçuş iptal edildi. Polisle çatışm alar oldu. İspanyol havayolları grevi havacılık tari­hinin en maliyetli grevi olarak kayda geçti. Günde 3 milyon Euro kayba uğradı İspanya havayolları.

Portekiz hava yolları TAP çalışanları da Mart 2012 yıllında işçi çıkartm a ve ücretlerdeki kesintilere karşı protestodaydılar. Demir yolu işçileri de ücret ke­sintilerine karşı sokaklardaydı. Hepsi hükümetin istifasını istiyordu. Kentin ye­raltı treni sistemi tamamen durdu. Otobüsler ve gemi seferleri çok kısıtlı olarak yapıldı.

Genel grev rekoru sanırız Yunanistan’a aittir. Belki tarihte bu kadar sık genel grev yapan ülke olmamıştır. Yeni yılda 2 tane genel grev yaşandı. Ülkenin büyük iki sendikası kemer sıkm alara karşı 24 saatlik işi bırakma eylemi düzenlediler, Şubat ayı içinde ülkede yaşam tamamen durdu. Gemiler lim anlarda kaldı, baş­kentte kamu taşım acılığı yapılam adı. Hastanelerin sadece acil servisleri çalıştı. Birçok devlet dairesi kapalıydı. Bazı küçük esnaf işyerleri de kepenklerini indir­mişti. Sendikalar grevlerin ayda bir ya da iki olarak düzenli yapılacağını duyur­du. Grevlerle birlikte gösteriler de düzenlendi. Binlerce işçi Atina parlamentosu önünde toplandı.

Yunan hükümeti artık grevler ve gösteriler karşısında olağanüstü hal ilan et­meye başladı.

Yunan işçileri ilginç protesto örnekleri veriyorlar. Bunların bir tanesi Atina sokaklarında yaşandı. Binlerce kamu çalışanının işten çıkarılacağı haberine karşı işçiler “bunları da alın!” pankartları ile iç çam aşırlarının asıldığı ipleri ta­şıdılar. Yani artık bizi donumuza kadar soydunuz kanımızı emdiniz, bu da do­numuz deniyordu.

h) Patron kaçırmalarKrizin hemen arkasından Fransa’da işçiler patronları kaçırmaya başladılar.

Fabrikaların kapanması ve işten çıkartm alara karşı işçilerin tepkisi böyle oldu. Olaylar kendiliğinden gelişti. İşçiler Sony fabrikasının girişini kamyonlarla ka­patıp patronların dışarı çıkm asını engellediler. Patronları ancak tekrar masaya oturup kendileri ile pazarlık etme koşulunda serbest bıraktılar. Fabrika bir sü­

Page 86: Yol Yaz 2013

redir grevdeydi ve işçiler bunu son çare olarak gördüler.İkinci olarak ABD’li 3M ilaç şirketi işçileri, çıkartılan arkadaşlarına tazm inat

ödenmemesini protesto ettiler. Patron 24 saat rehin alındı. Sendika liderleri, fabrika yönetimi ve yerel politikacılar arasında saatler süren pazarlıklar sonrası patron serbest bırakıldı. İşçiler çıkarılan işçiler için 2 ile 3 yıl arasında tazm inat aldılar.

Bu tür olaylar Fransa’da epey arttı. Ve bu Avrupa ölçüsünde hem bir örnek oldu, hem de patronlar korkmaya başladılar. Bu olaylardan sonra Avrupa’da özel güvenlik sistemi korkunç gelişmeye başladı. Avrupa’da şu anda tek gelişen iş alanı bu güvenlik personeli alanıdır. Polis zaman zaman yetmiyor, şirketler böyle güvenliklerle korunmaya başladılar.

Patronlar yalnız kaçırılm ıyor onların kazançları da protesto konusu oluyor. Büyük şirketlerin yöneticileri yani CEO’lar aldıkları m ilyonluk m aaşlarının dı­şında bir de yönettikleri şirketlerin yıllık kârlarından paylar alıyorlar. Şirket­ler m ilyarlar kazandığı için de CEO’ların yıllık ödentileri milyonları buluyor. Halklar bu şirketler kâr etsin diye yoksulluktan kıvranırken patronların normal insanın ömür boyu alam ayacağı primler alması halkların öfkesini çekti. Yapılan protestolarda bu konu da dile getirildi.

i) Çiftçi protestolarıAB her zaman bir kır sorunu yaşadı. Topluluğun kır gelişkinliği geçmişten

gelen farklılıklar taşıyordu. Topluluk kurulurken Ortak Tarım Politikası gelişti­rildi ve buna göre topluluğun bütçesinden üçte biri tarıma ayrıldı. Ülkeler tarım nüfuslarına göre bu fondan yararlanır. Bu ülkeler arasında sürekli çatışm alara ve tartışmalara yol açar, kavgalar yaşanır. Bütçenin aslan payı Fransa’ya düşer. Her ülke kendi payını arttırm ak için elinden geldiğince dövüşür. Bu bütçe her 4 yılda bir belirlenir ve belirlenme sırasında da çiftçi protestoları artar.

Ekonom ik kriz ve kemer sıkma politikaları ile çiftçiler de zor durumda kal­dılar. Tarım girdilerinin yükselm esi karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlar. Her yıl binlerce köylünün topraklarını bıraktığı biliniyor. Ekerek zarar etmekten böylece kurtuluyorlar.

Çiftçi protestoları artıyor. Yunan çiftçileri Selanik’te son zam anlarda yolları işgal ettiler. Benzin fiyatlarının ve genel olarak girdi fiyatlarının yüksekliğinin kendilerini öldürdüğünü ilan ettiler. Polisle yaşanan çatışm alar günlerce sürdü.

Ortak Tarım Politikası genelde büyük çiftçiyi kollarken küçük çiftçi zarar edi­yor. Sübvansiyonların % 80’nin büyük çiftçilere % 20’sinin küçüklere verild iği­ni savunan küçük çiftçi dernekleri sürekli olarak protestolar düzenliyorlar. Bu eylemlerde mallarının bir değer etmediğini sim geleyecek şekilde ürettiklerini yerlere atarlar. Bu kâh elma olur kâh süt.

Geçtiğim iz günlerde Avrupa 4 yıllık bütçesi tartışm aları sırasında Brüksel, Fransa, Almanya, Hollanda ve Belçika süt üreticileri traktörleri ile AB kurumla- rının önüne geldiler ve her tarafa süt sıktılar. Küçük çiftçilerin eylemlerine ge­nellikle yeşiller, tüketici ve çevre örgütleri destek veriyorlar.

LOooAVRUPA H

ALK HAREKETLERİ

Page 87: Yol Yaz 2013

SOoo

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

k) Çeşitli meslek gruplarının protestosuİşçiler, öğrenciler dışında kemer sıkm a politikaları çeşitli meslek gruplarının

çalışm a koşullarını da derinden etkilemektedir. Eğitim personeli ve sağlık ala­nında çalışan doktorlar ve hemşireler devlet memuru olarak ücretlerinin kısıl­ması ve çalışm a koşullarının zorlaşm asını protesto ediyorlar. Onların çalışma alanı özellikle kesintiye uğrayan alandır. Kesintiden etkilenen başka devlet ça­lışanları da vardır. Örneğin itfaiyeciler, örneğin kamu aracı sürücüleri, polisler hepsi bu güney ülkelerindeki kesintiden nasiplerini alıyorlar.

İtfaiyeciler zaten zor koşullarda çalıştıklarını ve yeni kesintilerle daha da zor duruma girdiklerini söylüyorlar. Aynı şey polisler için de geçerli. İkisi de kesinti­ler nedeniyle erken emekli olanların, işten çıkartılanların yerine yeni personel alınm am asından yakınıyor. İspanya polisleri en aktif protesto edenler arasın­dadır. Ülkenin dört bir yanından gelen polisler, çalışm a koşullarının zorluğunu protesto ettiler. Ayrı bir moral baskı altında olduklarını duyurmaya çalıştılar. Yakında İspanyol halkı isyan ettiğinde devletin yanında duracak polis kalm a­yacaktır. İktidar güçlerinin kesintileri kendi can güvenliklerini de birçok açıdan tehdit etmektedir.

Yunan gazetecileri ve medya çalışanları geçenlerde 24 saatlik grev yaptı­lar. Ekonom ik koşulların zorluğu basın özgürlüğüne da kısıtlam alar getiriyor. Yolsuzlukları ortaya döken, devlet yalanlarını ortaya çıkaran, doğruyu söyleyen gazeteciler ve basın mensupları cezalandırılıyorlar, işlerinden kovuluyorlar. Yunan gazetecileri ikinci grevi yaptılar. 24 saat Yunanistan sustu. Hiçbir haber çıkm adı. TV’ler yayın yapmadılar. Hatta m üzik bile konulmadı.

Bulgaristan gazetecileri de Yunan m eslektaşları gibi protestolar düzenledi­ler. “Gerçekleri söylem ek istiyoruz” diye bağırdılar. Baskıları protesto ettiler.

Maaşlarının kesintiye uğraması karşısında Yunan adli personeli ilginç bir protesto sergiledi. Madem ücretlerimiz azaltılıyor, biz de çalışm a saatlerim izi azaltıyoruz dediler geçtiğim iz Eylül ayında. Bir ay boyunca boşanma ve vergi borcu davalarına bakm ayacaklarını açıkladılar. Ay sonuna kadar sabah saat 10’dan 13’e kadar çalıştılar. Ayrıca eve iş götürmediler. Sonuçta devletin açtığı ödenmeyen borç davaları havada kaldı. Sadece acil davalara bakıldı. Böyle- ce devlete karşı suç işlenme davaları duracaktı. Protestocular, maddi olarak zor durumda olanlar yararlandılar. Zaten çok sık ışık olan adli dosyalar daha da sıkıştı. Adli personel böylece anayasa ile belirlenen haklarını arama yoluna çıktılar. Her gün ancak 1 ya da 2 saat duruşm alara çıktılar. Daha sonra Şubat sonunda 2000 hâkim, savcı ve adli memur greve gittiler.

Ekonom ik zorluğu küçük esnaf da çok derinden yaşıyor. Açıklandığına göre Yunanistan’da son üç yılda 160 bin şirket kapanmıştır. İspanya, Portekiz ve İspanya’da durum daha farklı değildir. Özel doktoru, dişçisi, eczacısı dışında ayakkabıcısından, bakkalına serbest meslek çalışanı her alanda daralan eko­nomiden payını alıyor. Birçoğu yanında personel çalıştıramıyor, işten çıkarıyor. Çalıştırdığı işçinin maaşını ya da em eklilik primlerini ödeyemiyor. Onun ötesin­de kendi vergisini hiç ödeyemiyor. Yani orta işletmeler sırtlarını dayayacakları

Page 88: Yol Yaz 2013

bir devlet de olm ayınca kepenklerini indirdiklerinde gelirsiz kalıyorlar. Bu ne­denle İtalya ve Yunanistan’da son seçim lerin galibi 5 Yıldız Hareketi ve Syriza, programlarında küçük esnafı koruyucu maddeler getirdiler.

Avrupa Birliğinin Brüksel’de çalışan memurları da ülkelerindeki meslek­taşları gibi kemer sıkm alardan nasiplerini aldılar. Onların da maaş ve em ekli­liklerinin kesintiye uğrayacağı açıklandı. Çalışanlar greve gittiler. 2004 yılında m aaşlarının zaten % 30’unun kesildiğini söylediler. Yeni kesinti ile yabancı bir ülkede yaşama koşulları zorlaşacak. O nedenle grevlere gittiler.

L) Evden çıkartmalara karşı protestolarHer dönemin krizi kendine özgü özellikler taşıyor. 2008 krizinin en temel

özelliklerinden biri bir yandan boş evler diğer yanda sokaklara atılan insan­lardır. Olay ilk ABD’de başladı ama İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde tepe noktasına ulaştı. Türkiye de aynı yolda ilerliyor.

Boşalan kasaları doldurm anın en son yolu devlet arazilerini satmaktır. Bir ülkenin ekonom ik canlanm asının en kolay yolu inşaat sektörünün canlandırıl­masıdır. İnşaat ile kolay iş alanları açılır ve ufak kredilerle halka konut satılır. Bu işten hem devlet, hem bankalar hem de inşaat sektörü kâr eder. Bu arada da açıkgöz politikacılar arsa satışları ile ceplerini doldururlar.

Yeni liberal politikalar ile İspanya, arkasından Yunanistan ve İtalya’da deva­sa sayıda sosyal konut yapıldı. Orta sınıf diyebileceğim iz işi olan insanlar ban­kaların kolay kredi politikaları ile taksitle konut almaya başladılar. Kriz ile işten atılm alar başlayınca bu kredilerin geri ödenmesi im kânsız hale geldi. Binlerce, on binlerce insan kredi taksitlerini ödeyemedikleri için evlerinden atıldılar. Te­melleri atılm ış binlerce konut satılm adan beton yığını halinde durmaya başla­dı. Ya da bazıları bitse bile kriz nedeniyle hepsi satılm adığından kent uzakla­rında inşa edilen bu alanlara ne alış veriş merkezleri kuruldu, ne de belediye kamu taşım acılığı hizmeti verdi. Hatta çoğunda belediyeler alt yapı hizm etle­rini bile tam am lam adılar. Sonuçta hem oturanların mağdur olduğu, hem de taksiti ödenmeyen binlerce konutun beton yığını halinde kaldığı alanlar oluştu.

Yeni konut sistemleri her ülkedeki büyük reklamlara rağmen bir felaketler zinciri yarattı. Taksitini ödeyemez insanlar önce tek tek intiharlarla seslerini duyurdular. Sonuçta bu tek tek olaylar sosyal protestolara dönüştü. Evi olsun olm asın, yüz binler, yaşananları protesto etmek için eylemler sergilediler. Ev­den atmaya gelen bankacı ve icra memurları m ahalleye sokulm am aya başlan­dı.

İspanya’da son dört yıl içinde evinden atılanların sayısı 350 bine ulaştı. 1 milyon konut da boş olarak durmaktadır. Portekiz, İtalya ve Yunanistan’da du­rum farklı değildir. Sokakta yaşayan, bidonlarda yaktıkları ateş ile ısınmaya çalışanların sayısı yalnız Atina’da 10 binin üstünde deniyor. Bir yanda boş ko­nutlar diğer yanda sokaklarda yaşayanlar.

Son günlerde patlam alardan korkan AB mahkemeleri ve adalet konseyi de evden atılmalara karşı bir şeyler yapılm asını talep etti. Sonuçta baskılara ve

OO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 89: Yol Yaz 2013

oo oo

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

protestolara dayanam ayan İspanya hükümeti Kasım 2012’de ev taksiti ödeme­lerini sadece yaşlı, hasta ve işsiz olanlar için iki yıl boyunca erteledi.

Akdeniz ülkelerindeki bu borç sorunu nasıl çözülecektir? Kemer sıkm a poli­tikaları ile ekonom iler canlanmıyor. AB ekonomisi büyümüyor, durgunluk için­de. 6 ay ya da 2 yıl sonra borç taksitleri gene kendilerini dayatacaktır. Sorun sadece geleceğe ertelenmiştir. Halklar da zaten bunun bilincindedir. Şubat ayı sonunda yapılan genel grev ve yürüyüşlerde kitlelerin en yaygın sloganı “ bizim borcumuz yok!” oldu. Yani halklar sanki yavaş yavaş bu borçları ödememe eğilimi içine giriyorlar. Ödeme hayalleri, yani ekonom ilerinin düzlüğe çıkacağı hayalleri kalmamıştır. “Borcumuz yok” radikal talebi böyle bir umutsuzluğun sonucudur. Bankaları devletler halkların parası ile kurtardılar, öyleyse şim di de taksitleri alm ayarak bankalar halkları kurtarsınlar. Bankalar gibi insanlar da if­las ediyorlar.

m) Ayrılıkçı eylemlerAB içindeki kemer sıkma politikaları, vergi artışları, devlet harcam alarının

azaltılm ası, işsizlik sağlık harcam alarındaki kısıntılar genel ekonom ik zorluk­lar herkesi kendi başının çaresine bakmaya zorluyor. Topluluktan ayrılmaktan, Euro alanından çıkm aya kadar çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. İngiltere ör­neğin topluluktan çıkacağı tehdidini savurdu.

Kriz dönemlerinde her dikiş yerinden ayrılıyor. Bölgesel ayrılma istekleri ço­ğalıyor. Örneğin İngiltere’de İrlanda sorunu, Katolik ve Protestanlar arasındaki çatışm alar geçtiğim iz kış aylarında giderek yükseldi, günlerce protestolar ya­şandı.

Diğer yandan Baskların ve Katalanların İspanya merkezinden ayrılıp bağım ­sız eyalet haline gelme tartışmaları giderek yükseldi. Hatta merkeze ödedikleri vergilerin iadesini alm adıklarını iddia eden bağım sızlık yanlısı Bask partileri seçim lerde galip geldiler.

Belçika’da yaşayan iki toplum da birbirlerinden ayrılm ak istiyorlar. Ayrılıkçı örgütler sık sık gösteriler düzenliyorlar.

AB içinde ülkeler başka türlü de birbirlerinden kopuyor, ayrışıyorlar. Borçlu, yoksul ülkeler zengin ve borç veren ülkeleri suçlarken, örneğin Yunanistan’da borç veren Alm anya’ya karşı protestolar yapılırken, Almanya da Yunanistan halkını tem bellikle suçluyor.

Olaylar daha derin konuma sıçrıyor. Örneğin Romanya ve Bulgaristan’da ke­mer sıkma politikaları ve işsizlik insanları Almanya ve Fransa’ya göçe zorluyor. Fransa’da 20 bin civarında Bulgar ve Romen göçmeni var. Hatırlardadır Sarkozy bunlara savaş açm ış ve çok zor koşullarda yaşayan bu insanları ülkesinden at­maya kalkışm ıştı. O zam anlar büyük olaylar, gösteriler oldu. Ama sorun çözül­mediği gibi Bulgaristan ve Rom anya’daki son kemer sıkm alar ile birlikte göç daha da arttı.

Bu kez sorun Alm anya’da patlak verdi. Geçen sene 150 bin Bulgar ve Romen vatandaşının Alm anya’ya göç ettiği söyleniyor. Bu nedenle Mart 2013 başında

Page 90: Yol Yaz 2013

Almanya, Romanya ve Bulgaristan sınırını kapatıp Schengen alanına girm eleri­ni engellemeyi planlamaya başladı. Dış işleri düzeyinde Brüksel’de tartışm alar başladı. Romanya iktidarı, bunun yeni demir perde anlamına geldiğini açıkladı.

Almanya, Romanya ve Bulgaristan’ı Schengen anlaşm asından çıkartıp va­tandaşlarının AB içinde serbestçe dolaşm asını engellemeye kararlı görünüyor. Hollanda’nın da kendisini destekleyeceği bekleniyor. O zaman AB başka tür­den bir ayrışmaya girecektir. Schengen anlaşm asını çiğnem iş olacaktır. Böyle bir kararın yarın AB’nin içinde başka nerelere kayacağı, kimlerin hangi topluluk yasalarını çiğneyeceği belli olmaz. Doğu Avrupa’nın Polonya, Macaristan vs. gibi ülkelerden 12 milyon insan AB’nin zengin ülkelerinde çalışıp yaşıyor. Bu AB nüfusunun % 2,5’unu oluşturuyor. Ayrıca bunların çoğu kaliteli iş gücüdür. Eğer Schengen anlaşm ası çiğnenmeye başlanırsa bu işin sonu yeni ayrılıklara, Avrupa’da yeni protestolara yol açar.

Eylemlerin ÖzellikleriSon yıllarda pek çok eylem gerçekleşm esine rağmen bunların sonuçları tar­

tışma konusudur. Göründüğü kadarıyla sonuç yaratmıyorlar. Bu bir anlamıyla doğrudur. Ama olayları derinden incelediğim izde eskiden bazı farklar çıkart­mak mümkündür. Sanki halklar sadece bir şeyleri protesto etmiyor, yeni arayış­lar içindedir. Ama ne arıyorlar? Sanki eski hazm ediliyor ve yeniye hazırlanılıyor. Peki, yeni nedir? Yeni ne olacaktır? Sosyalist sistemin çökmesinden sonra baş­layan süreç tekrar geriye dönüyor. Yeni kavrayışlarla sosyalist bir hedefe doğru geri sayım başlıyor.

a) Katılım, Süre, Şiddet ve Öfke Artıyor.Yoğun protestoların başladığı 2009 yılından günümüze kadar sürece baktı­

ğım ızda protestoların giderek şiddetlendiğini söylem ek gerekir. Gelecek, belir­s izlik korkusu yükseliyor. Çaresizlik artıyor. Bunlar daha çok öfke ve daha çok şiddeti doğuruyor.

Gösterilere katılan kitleler giderek büyüyor. Eskiden bir kentte, genelde baş­kentlerde, herkesin boş olduğu bir tatil gününde düzenlenen gösteriler şimdi değişti. Ülkenin belli başlı tüm yerleşim yerinde yapılıyor. Örneğin İspanya ve Yunanistan’da protestolar artık sırf başkentlerde Madrid, Roma ve Atina’da ya­şanmıyor. Yaklaşık her hafta sonu ülkenin her kentinde insanlar sokaklara ç ık ı­yorlar. Mart ortalarında İspanya’daki protestolar 60 ayrı kentte gerçekleştirildi. İçlerinde 150 örgüt vardı. Fransa’da sendikalar tam 100 kentte gösteri düzen­lediler. İtalya’da da başlarda sırf Roma’da görülen protestolar artık belli başlı tüm kentlerde gerçekleştiriliyor. Bu anlamda eylem ler her geçen gün daha faz­la yerde yapılıyor ve daha fazla kitleyi içine alıyor. Çünkü öfke yükseliyor.

İspanya’da Şubat içindeki gösterilere bir iki milyon değil, tam 9 milyon gös­terici katıldı. 2000 yılında anti-küresel hareketler bir milyon insanı sokağa dö­keceğiz diye bir girişim de bulunm uş ve New York ya da Washington sokakların­da bu rakama ulaşm ışlardı. O zam anlar bir milyon kişiyi sokaklara dökm ek bir

ON

OO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 91: Yol Yaz 2013

VO

O

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

başarı olarak görülüyordu. Şim di sık sık belki de her ay bir yerlerde bu rekor kırılıyor. İspanya’da eğitim kesintilerini protesto eden öğrenci ve veli sayısı 3 milyonu geçti. Portekiz’de bir hafta sonu yalnız Lizbon’da 200 bin kişi yürüyor. Yalnız bir hafta sonu sırf evden atılmaları protesto için 50 kentte sokaklara dö­külen sayısı 400 bini geçti. 2013 yılının ilk iki ayında yalnız 3 tane genel grev yapıldı. Ulusal grev sayısı ise 80 tane. Şim diye kadar yaşananlar bir önceki yıla göre % 23 artmış.

Eylemlerin süreleri uzuyor. Eskiden işçilerin bir saat iş bırakması büyük bir olaydı. Şim di Yunan, İspanyol, Portekiz, İtalyan işçileri bir ay içinde bir kaç kez 24 saatlik iş bırakma eylemi yapıyorlar. Yunanistan’da artık 24 değil her kere­sinde 48 saatlik işi bırakma eylemi yapılıyor.

Gösteriler daha şiddetli geçiyor. Öfke yükseldikçe şiddet artıyor. Ufuksuzluk, çaresizlik insanları daha çok şiddete itiyor. Taş ve sopaların yerini petrol bom­baları aldı. Özel arabaları ve polis arabalarını, binaları ateşe vermeler artıyor. Polis copunun yerini ise tazyikli sular, biber gazları aldı. Daha çok gösterici tu­tuklanıyor, daha çok yaralanm alar oluyor.

Eskiden üniversite ve fabrikalar işgal edilirdi. Çünkü işçiler ve öğrenciler protestoya katılırdı. Şim di işsizler, evsizler protestolara katılınca başka yerlerin işgalleri başladı. Kent meydanları, sokaklar, devlet daireleri, devlet evleri, özel evler, kullanılm ayan tesisler, sinem alar işgal ediliyor. Yunanistan ve İspanya’da hastaneler bile işgal ediliyor. Hava meydanları işgal ediliyor. Kiliseler işgal edi­liyor. Parklar çadırlarla doluyor. Polis yetmiyor, sık sık ordu devreye sokuluyor, yardıma çağırılıyor.

Düzen her yerinden işgaldedir. Sıra parlamentolara, meclislere mi geliyor? Devlet mi işgal edilecek. Geri sayım ın son durağı burası olsa gerektir.

b) Umut ArayışlarıYukarıda sık sık değindiğim iz şeyi bir başlık altında vurgulam alıyız. Günü­

müz protestolarına katılan kitle değişti. Sıradan insanlar sorunları etrafında örgütleniyor ve eylem ler yapıyorlar. Bunun en tipikleri arasında evlerinden atılanların kurduğu örgütlenmeler sayılabilir. Evinden olan İspanya’daki 400 bin insan, örgütlenip kendi çıkarını korumak, sesini hükümete duyurm ak için taleplerini oluşturdular ve sokakları ve devlet dairelerini aşındırıyorlar. Yani es­kinin orta sınıfları yoksullar, sokakta kalanlar, açlar sınıfına doğru evrimleşti. Hepsi kurtuluş doğrultusunda dertlerine çare aram ak uğraşındalar.

Emekliler eylemlerin vazgeçilm ez kişileri oldular. Bu yaşlarında emekliler can derdinde sokaklara zorlanıyorlar. Belki de Avrupa tarihinde ilk kez yaşlılar sokaklara çıkm ak ve durum larını dile getirmek zorunda kaldılar. Yüksek emekli maaşı duyulm uş mudur? Bu kitleler Euro pahalılığı ve düşük m aaşları ile zaten kıt kanaat geçiniyorlardı. Düzen tepesi taklak geliyor. Gençler yaşlılara baka­cak iken yaşlılar gençlere bakar hale geldi. Maaşları ile evlatlarını, torunlarını beslemek zorunda kalıyorlar. Emekliler onca y ıllık hizmetten sonra devletin kendilerine bunu reva görmesine çok öfkeliler. Hatta Hollanda da emekliler

Page 92: Yol Yaz 2013

partisi kuruldu. Partinin adı 50+ yani elli yaş üstü. Meclise 2 üye sokm uşlar ve şimdi seçim olsa 16 üye sokacakları söyleniyor. “Bu düzeni kuran bizleriz. Ne yaptık da, nelere kandık da yaşlılık günlerim izde bu sefil durumlara düştük, çocuklarım ıza böyle bir ülke bıraktık” diyorlar. Ve yanlışın neresinden dönsek kârdır mantığı ile yeni bir arayış içindeler. Sokaklardan parlamentolara tırm a­nıyorlar. En azından boş vakitleri var.

Günümüze özgü bir oluşum da mahalle ya da halk meclisleridir. İlk Arjan­tin halkları mahalle meclisleri kurmuşlardı. İspanya’da “Öfkeliler” örgütünün girişimi ile ilk önce Madrid’de mahalle meclisleri kuruldu. Meclislerde m ahal­lenin ve halkın sorunları tartışılıyor. Katılanlar dem okratik bir şekilde davran­mayı, dayanışm ayı, tartışm ayı, söz almayı, dinlemeyi öğreniyorlar. Kendilerini yönetmenin ne anlama geldiğinin ilk deneylerini buralarda yaşıyorlar. Bir an­lamda halk iktidarının provasını yapıyorlar.

Gençler kitaplar getiriyorlar. Buralarda okunmaya başlanıyor. Sorunlara çö­züm ler düşünülüyor. Ortak davranma öğreniliyor. Ortak eylemler düzenleniyor. Neden ve niçinleri tartışıyorlar, bilinçleniyorlar. Krizden nasıl çıkılacağını araş­tırıyorlar. Suçlu kimdir, sorusuna yanıt arıyorlar. Seçenek arayıp üretiyorlar.

Halk Meclisleri ilk İspanya’da arkasından İtalya ve Yunanistan gibi ülkeler­de kuruldu. Meclisler sonunda çok kalabalık hale geldiler. Tartışm alar uzadı. Uzun uzun konuşm alar başladı. Katılım düştü. Meclisler parçalanmaya başla­dı ve daha verimli ve etkin hale getirilemedi ama bir şekilde sürüyor. Sonuçta protestolar sadece bir öfke kusması değil bir alternatif arayışına da yol açm ak­tadır. Belki bu örgütlenmeden bir umut çıkm adı ama en azından umudun ken­dilerinden gelmesi gerektiği bilinci yerleşm iş olm alıdır

c) DayanışmaHalklar kriz sırasında dayanışm anın ne anlama geldiğini ve güçlü olmanın

dayanışm adan geçtiğini anlamaya başlıyorlar. Krizin başlarında kemer sıkm a politikasından etkilenenler sırf kendi sorunları ile ilgili konularda protesto ey­lemlerine katılıyorlardı. Eğitim kesintisinden etkilenen öğretmenler, öğrenciler hükümetin kendileriyle ilgili kararında sokaklara çıkıyorlardı. Sağ lık personeli beyaz yakalılar olarak ayrı yürüyorlardı. Devlet memurları ayrı eylem yapıyor­du.

Ancak zam anla bu değişti. Kriz yaygınlaşıp derinleştikçe alttan baskı arttı. İşsizliği yalnız işsizler değil, işleri olanlar da protesto etmeye başladılar. Sağlık­çılar, eğitimcilere, öğrenciler işçilere ya da işçiler öğrenciler, memur m aaşları­nın düşürülm esine karşı destek verdiler. Ortak sorunlar karşısında dayanışma öğreniliyor. Halk m eclislerinde insanlar yıllardır kapitalizm in öğrettiği bencil­liklerinden, vurdum duym azlıklarından kurtulmayı öğreniyorlar. İnsancıllaşı­yorlar.

d) Teknik KullanımGünümüz protestolarının önemli bir özelliği modern haberleşme teknikleri-

SO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 93: Yol Yaz 2013

<NOn

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

nin kullanımıdır. İnternet, cep telefonu, Facebook, son olarak da Twitter Arap Baharı protestolarının gençler arasında örgütlenm esinde büyük işlev gördü. Eskinin bildiri, kuşlama gibi araçların yerini bu tür yeni teknikler alıyor. Bunlar bir açıdan da daha ucuz ve etkin oluyorlar. Günümüz hareketlerinin gelişip ör­gütlenmesinde bu tekniklerin sık sık kullanıldığını görüyoruz. İngiliz gençleri birkaç saat içinde binleri kapsayan bir protesto düzenleyebiliyorlar sonra da polisten kaçmada birbirlerini yönlendiriyorlar. Savaş karşıtı gösteriler bu tek­nikle örgütlenmenin en güzel örnekleriydi.

Bu araçlarla halk haberleri anında birbirine iletip, yardım çağırabiliyor, pro­testo düzenleyebiliyor. Giderek daha yaygın biçimde kullanılıyorlar. 2012 yaz aylarında bir Güney Asya ülkesinde NIKE ayakkabı şirketi işçilerinin ucuz ve kötü şartlarda çalıştırm asına karşı imza kampanyasına 24 saat içinde m ilyon­larca kişi imza attı. NIKE kullanımına karşı kampanya başladı. Şirket sonuçta gençler arasındaki pazarını kaybetmemek için grevdeki işçilere istedikleri ta­lepleri vererek olayı sonuçlandırm ak zorunda kaldı. Bu, haberleşme tekniğinin sosyal olaydaki büyük bir başarısıdır.

Aynı şekilde İngiltere’de Starbucks kahve şirketinin yıllardır devlete vergi ödemediği ortaya çıkınca gençler bir anda Starbucks protestosu örgütlediler. Gençler ÇU Ş’lerle dövüşte bu haberleşme ve medya tekniğini sık sık kullanır oldular.

İtalya son seçim lerinde 5 Yıldız Hareketi (M5S) sadece internet üzerinden ör­gütlenerek var olan partilere meydan okudu ve birinci parti oldu. Böylece İtal­yan seçimleri sosyal medya üzerinden kampanya yürütmenin başarısını ortaya koydu. M5S bir internet hareketidir. Hareketin internet üzerinden örgütlenen 250 bine yakın üyesi vardır. Grillo’nun Facebook’unda kayıtlı 3 milyon hayranı var.

Hareketin neredeyse hiç parası yoktu. Kampanya personeli iki elin parmak­larını geçmez. Her şeylerini internet üzerinden yürüttüler. Afişleri, TV’leri, rad­yoları hepsi internet üzerinden gerçekleşti. Parti programları, propagandaları hep internetten yayınlandı. Facebook ve Twitter’ı iyi kullanarak halka ulaşabil­diler. Parti toplantılarına kiralık araçlarla gittiler. Politik sahneye damga vurdu­lar. 21.yy’da m ilyonlar böyle örgütlenebileceğini kanıtladılar.

Teknik yalnız örgütleme değil bilinçlendirmede, medyanın dem okratikleş­mesi ve finans kapital güçleriyle savaşm ada yaygın kullanılır oldu. Wikileaks ve Anonymous hareketleri bu doğrultuda büyük hizmetler verdiler. Anonymous Pentagonun internet ağını hacklam ıştı. Bunun gibi Amerikan bankası ve dün­yaca ünlü ÇUŞ’lerin internet sayfalarını çökertti. Bir bankanın kredi kartı siste­mini durdurdu. Saatlerce işlem görülemedi. Bunun gibi sayısız protesto eylemi yapıyorlar. Devlet, bakanlık, polis sitelerine giriliyor ve çökertiliyor.

İsrail’in Filistin saldırılarına karşı en güzel saldırılardan bir tanesini gene Anonym ous yaptı. Kasım 2012 Gazze saldırısında İsrail savunma bakanlığı s i­telerine saldırdılar. 700 İsrail internet sitesi siber saldırıya uğradı. Bunların ara­sında Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık web sitesi de vardı. İsrail Finans Bakan­

Page 94: Yol Yaz 2013

lığı kendisine 44 milyon saldırı düzenlendiğini açıkladı. 5000 İsrail komutanının adları ve kim lik notları ile özel online bilgileri yayınlandı. İsrail e-m ail hizmeti veren Walla şirketinin 600 bin kullanıcısının bilgileri yayınlandı. Aynı şekilde son günlerde de Anonymous İsrail’i internet dünyasından silm ekle tehdit edi­yor.

W ikileaks internet üzerinden bilgi sızdıran bir harekettir. Devletin ve finans- kapital güçlerinin çok gizli bilgilerini kaçırıp bunları halkın bilgisine sunuyor­lar. Saldırı hedeflerinin başını Pentagon çekiyor. ABD’nin Irak ve Afganistan’da yaptığı katliam lar vs. gibi bilgiler basına sızdırıldı. W ikileaks liderlerinden olan Assange sanki tek başına dünya silah tekellerine savaş açmıştı. Onların gizli nesi varsa çarşaf çarşaf yayınlandı. Sonuçta Assange bir nolu düşm anları ha­line geldi.

Sonuçta teknik kullanım günüm üzde halklara ulaşm ak, halkları örgütle­mekte giderek daha çok kullanılan bir araç oldu. Halk hareketleri politik arena­da böyle bir başarıya imza attılar.

Halk Hareketlerini ÖrgütlemeGenelde Güney Avrupa’da sayıca, örgütledikleri kitleler açısından kabaran,

giderek daha şiddetli hale gelen halk hareketlerinin sonu ne olacaktır? Şim diki düzene giderek daha şiddetli karşı çıkan bu hareketler karşı çıktıkları iktidarları alaşağı edip kendilerini temsil eden iktidarlar kurabilecekler midir? Ya da 21. Yüzyıl Sosyalizm i’nde olduğu gibi bu hareketler iktidar olacaklar mıdır?

Bilindiği gibi Latin Am erika’da 21. Yüzyıl Sosyalizm i deneyi yaşanıyor. Mart başında kaybettiğim iz Chaves’in ülkesi Venezüella’da halkları örgütleyerek ik­tidar oldu ve Bolivya ve Ekvator ülkeleri de bu deney çizgisinde gidiyorlar. Bu sol anlayış giderek bu ülke sınırlarından çıkıp yayılıyor.

Avrupa içinde yaşadığım ız halk örgütlenmeleri ve ayaklanm aları 21. Yüzyıl Sosyalizm i’ne giden yolda bir adım olarak değerlendirm ek mümkün müdür? 21. Yüzyıl Sosyalizm i Latin Amerika’da liberal politikaların yol açtığı sosyo-eko- nomik yıkıntılar içinden filiz vermedi mi? 21. Yüzyıl Sosyalizm i sadece proletar­ya iktidarı değil, yoksulların ikili iktidarlarından yola çıkış değil midir?.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım ız onlarca halk hareketi acaba 21. Yüzyıl Sos­yalizm i doğrultusunda evrim leşecek midir? Bu hareketler kimler ve hangi çatı­lar altında örgütleneceklerdir? Örgütlenip böyle bir iktidara alternatif olmaları mümkün müdür? Chaves gibi, Evo Morales gibi bir lider çıkacak mıdır? 21. Yüz­yıl Sosyalizm ine inananlar açısından böyle bir soru gündemdedir. Avrupa’ya bu perspektiften bu teori ve ilkelerle baktığımızda acaba göze çarpan bir şeyler var mıdır?

Eski Sol HareketlerSol hareketler sosyalist sistemin çökm esinin yarattığı yıkım dan hala kendi­

lerini çıkaramadılar. O güne kadar sosyalist ya da sosyal demokrat olan partiler liberal partilerin kuyrukçusu oldular. İçlerindeki sol güçleri temizlediler.

coOn

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 95: Yol Yaz 2013

VO

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Avrupa Kom ünist Partileri işçi sınıfı demeyi sürdürüyorlar. Geçmişten ders­ler çıkartm adıkları gibi çoğu burjuva partilerine alternatif olamadılar. Çin çiz- gisindekiler kapitalizm e evrimleştiler. Troçkistler işçi sınıfı ve dünya devrimi deyip duruyor, etraflarında gelişen hareketlere inanmıyorlar.

Bu sol grup ve örgütlenmeler mevcut yapılarıyla elbette Avrupa’da yükselen halk hareketlerini kucaklayamıyorlar. Ama Yunanistan’da ortaya çıkan bir sol birlik, Syriza bu hareketleri örgütlemeye, onlar üstünde yükselm eye çalışıyor. Solda bu doğrultuda çabalar var. Ama bu süreç içinde de yeni çatlam alar, yeni bölünmeler yaşanıyor. Örneğin İngiltere’deki Resistance partisi ve Fransız anti­kapitalist partiler parçalandılar ve taban kaybediyorlar.

Avrupa içinde en öne çıkm ış 3 yeni oluşum dan söz edilebilir. Bu üç örnek de ülkelerinde yapılan son seçimlerden zaferle çıkmışlardır. Bunlardan bir tanesi İspanya’da Bask örgütlenmesidir. Ancak bunlar İspanya ülke bütününü kapsa­mıyor, sadece bölgesel yapıyı kapsıyorlar. Bilindiği gibi Bask ayrılıkçıları son zam anlarda silahlı mücadeleden vazgeçtiler ve seçimleri kazanıp bölgelerinde iktidar oldular.

İkinci örnek İtalya’da son seçimlerin galibi Beş Yıldız Hareketidir (M5S). Üçüncüsü de Yunanistan’da iktidar adayı Syriza radikal sol örgütlenmesidir. Bu üç hareket ve parti birbirinden ayrı özellikler taşım aktadırlar.

ETA ateş kes ilan edip, seçim le iktidara gelme kararı aldı. Bask Sol Ulusal Koalisyonu EH-Bildu olarak bir koalisyon kurdu. İspanya’nın Bask bölgesinde İspanya’dan ayrılarak sosyalist bir sistem kurmak istiyorlar. Kemer sıkm a po­litikalarına karşı öfkeyi bağım sızlaşm a temelinde iyi örgütlediler. Venezuela, Bolivya, Ekvator, Küba ile iyi ilişkiler geliştirdiler. Bölgelerinde yıllardır çeşitli kooperatifler içinde çalışıyorlar. Kendi bölgelerindeki hoşnutsuzluğu örgütle­yip İspanya’dan ve AB’den ayrılmayı planlıyorlar.

Beş Yıldız HareketiBeş Yıldız Hareketi adı üstünde parti değil bir harekettir. M5S lideri eski ko­

medyen B. Grillo başta bir şarlatan olarak değerlendirildi ve ciddiye alınmadı, ama oyların % 26’sını toplayınca ciddiye alınması gerektiği anlaşıldı. 1994 yı­lında Berlusconi’nin partisi oyların % 21’ini aldığında zafer ilan etmişti. Yani İtalya bölünmüş siyasi yapısı içinden bakınca % 26 oy büyük bir zaferdir. O ne­denle M5S halk öfkesini örgütleyebilen bir hareketin iktidar adayı olabileceğini gösterdi. Ancak M5S hareketi, Avrupa finans-kapitali açısından Yunanistan’daki Syriza hareketi kadar korkutucu görülmedi.

İki hareket ve parti de halkların kemer sıkma politikalarına hayır demek­ten doğdular. Hayır diyen halkları iktidara yaklaştırdılar. M5S bir gençlik örgütü gibidir. Yaşları 30-37 olan % 90’ı akademisyen genç işsizlerden oluşuyor. 160 milletvekili çıkarttılar. Hareketin başkanı B. Grillo destekçileri arasında küçük esnafın da olduğunu söylüyor. Küçük ve orta işletme sahipleri de hareketi des­tekleyerek oy vermişler. Hatta zengin kesiminden de destek buldukları söyleni­yor. İşçi sınıf ile ilgili özel bir söylemleri yok. Buradan anlaşılacağı gibi hareket

Page 96: Yol Yaz 2013

özel olarak sosyalizm i hedefleyen, topluma sınıf gözlükleri ile bakan bir hare­ket değildir. Ama bazı söylemlerinde sosyalizm i anımsatan yönelişler vardır. 21. Yüzyıl Sosyalizm i zaten böyle bir yoldan ilerliyor. Halk öfkesini ve onun örgütle­rinin taleplerini iktidara götürüyor. Ülke ve dünya güçler dengesi içinde çözüm ­ler üretiyor. Ülke sınıf ve tabakalarını ortak bir noktada buluşturuyor. Hareket kadrolarının sol rengi yoktur. Düzene öfkeli ve kendilerine düzende bir gelecek görmeyen akadem isyenlerden oluşuyor.

5 Yıldız Hareketinin temel 5 ilkesi vardır. Sırasıyla bakalım: Suyun kamu mülkiyeti; herkesin ödeyebileceği kamu taşım acılığı; sürdürülebilir bir ekono­mik kalkınma; herkese açık ve bedava internet girişi ve çevre koruma. (Suyun mülkiyeti konusunu en çok dile getiren ve BM’ye bunu bir insan hakkı olarak yazdıran kişi Bolivya lideri Evo Morales’tir.) Suyun kamu mülkiyeti olarak ilanı, günüm üz kapitalist koşullarında oldukça radikal bir sosyalist talep olarak dü­şünülebilir. Hele artık dünyanın pek çok yerinde içecek suların ÇUŞ tekelinde bir meta haline geldiği düşünülürse su üzerinde kamu mülkiyetini sağlam ak kolay bir iş değildir. Ülke içinde büyük kavgalar verilmesini gerektirecektir. Özel taşım acılık yerine kamu taşım acılığını öne çıkartm ak, bisiklet kullanımını des­tekleyecek olm ak gene sosyalist talep olarak düşünülebilir.

Sürdürülebilir bir ekonom ik kalkınma da 21. Yüzyıl Sosyalizm i kokmaktadır. Çevre koruma da zaten bunları içine alan daha büyük bir kavramdır. İnternet’in bedava ve halka açık olması da belki sosyalist bir talep olabilir. Günümüzde halk demokrasisinin bilgisayarlı bir dünyada internet üzerinden daha iyi kuru­labileceği açıktır. Bir sosyalist bu taleplerin hiç birinden rahatsız olmayacaktır.

Sorun bunların ülkedeki kurulu düzen ile büyük bir mücadele gerektirdiğini bilerek bunun hangi araçlarla yapılacağının bilincinde olup olunm adığı ile ilg i­lidir.

M5S ekonom ik olarak küçük ve orta işletmelerin çıkarlarını savunur. Tekel­lerin ve banka gibi büyük işletmelerin parçalara ayrıldığı bir ekonom ik yapı­dan söz eder. Büyük şirketler, tekeller küçük küçük işletmelere bölüneceklerdir. Böylece haksız rekabet ortadan kaldırılacaktır. Ülke küçük esnaf ve işletmeler üstünde oturacaktır. Yerli üretim ve m allar desteklenecektir. Grillo ülke porta­kallarını yiyememekten yakınıyor. Kırda küçük üretici ve bio tarım desteklene­cektir.

Bu durumda ekonomide tekellere, finans kurumlarına karşı, küreselleşme­ye karşı, kırda ve sanayide küçük üretici üzerine kurulu bir ekonom ik yapı dü­şünülüyor. Günümüz koşullarında bu ne kadar mümkündür? Bize göre M5S ha­reketi ilkel bir protesto hareketidir. Bunların yapılm ası günüm üz koşullarında finans-kapital güçleri ile büyük savaşları gerektirir. Ayrıca tekellerin parçalan­ması verim lilik ve işçilerin uluslararası ilişkileri konusunda büyük bir ilkelliktir. O anlamda da pek ciddiye alınm ası mümkün görülmüyor.

M5S eklektik bir yapıdadır. Bazı talepleri ile devleti koruyor. Kemer sıkma politikalarını başka yollarla halka kabul ettirmeye soyunmuştur. Grillo, devlet kasasına bakar ve ayda emeklilere ödenen giderleri inceler ve sonuçta bu dev-

LOON

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 97: Yol Yaz 2013

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

let bu emekli parasını birkaç ay sonra ödeyemez hale gelecektir der ve eşitçilik sloganı atar. Herkese asgari olarak yaşayabileceği düzeyde bir emekli maaşı vermekten söz eder. Zenginden alacak, herkesi eşitleyecektir. 20.yy sosyaliz­minin yıkılm asının başlıca nedenlerinden bir tanesi böyle kaba eşitlik anlayışı idi. Herkesi tembelliğe itip, sosyalist ilke olan herkesten yeteneğine göre alıp herkese emeğine göre vermeyi becerememiş ve batmıştı.

Eğitimde devlet düzenlemesi kalkacaktır, üniversiteler ve iş yerleri daha çok iç içe girecektir. Sağlık sistemi de önleyici tıbba kaydırılıyor. Sağlık lı beslenme desteklenecek, sigara gibi zararlı şeylerle savaşılacaktır. Gereksiz tedaviler için de ek ücret istenecektir. Günümüz sağlık ve eğitim sorunlarına kaba bir bakış geliştirilmiştir.

Grillo yandaşlarının baş düşmanı finans-kapital değil bürokrasidir. Yolsuz­luk internet arayıcılığı ile çözecektir. İnternet ile halk demokrasisi kurulacaktır. İnsanlar onunla siyaseti belirleyecektir. Politikacıların m aaşları indirilip yol­suzluk yapanlar siyasi yaşam dan silinecektir. Halkların doğrudan demokrasisi kurulacaktır. Su gibi hava gibi herkese bedava olacak internet ile hem bürokra­tik sorunlar çözülecek hem de şişkin devlet kadroları azaltılacaktır. Tamam da, bunlar için nasıl bir stratejik mücadele yapılacaktır. Belli değildir.

Bu anlamda M5S hareketi halk öfkesine popülist çözümler getiren bir ör­gütlenmeden öteye gidemiyor. AB içinde üçüncü büyüklükteki bir ekonomiye nasıl bir hedef çizeceği bilmecedir. Sorunlar karşısında hareketin kısa zamanda bölünmesi kaçınılm az görünüyor.

Ne İtalya’nın dış borçları ne de kemer sıkm a politikaları öne çıkarılır. Kemer sıkm alara alternatif yoktur. AB’ye kuşkuyla bakılır. Aslında bu borçlar ve kemer sıkm alar altında eşitlikçi maaş ve emekli paraları ile yaşam aya devam anlam ı­na gelir.

Sonuçta M5S hareketi bir zam anlar tüm Avrupa’ya yayılan işgal hareketle­rine benziyor. Öfkeleri var, talepleri var ama bunları düzene bir alternatif hali­ne nasıl getirecekler? İşgalciler sonuçta yok oldular. İşgal ettikleri alanlardan süpürüldüler. M5S hareketi sanki bu silinip süpürülenlerin internet üzerinden yeniden başka şekilde ortaya çıkmasıdır. Ama gene önlerinde tutarlı bir hedef­leri yoktur.

Hareket 2009 yılında kuruldu. Avrupa’da halk öfkesini örgütleyen bir hare­ket işte bu kadar kısa bir zamanda iktidar adayı olabiliyor. Halkların gücünü açığa çıkarm ası açısından ilginç bir olaydır. Ama finans-kapitalin gücünü gör­memesi ve bu konudaki cahilliği, halklara büyük bedeller ödettirebilir. Kitlesel hayal kırıklığı yaratabilir, fakat kitleler biraz da böyle öğreniyorlar.

SyrizaSyriza ise kendiliğinden çıkan bir örgütlenme değil, birçok radikal sol guru­

bun bir araya geldiği bir koalisyondur. Yani her birinin eskiye dayanan bir prog­ramı, tüzüğü vardır. Şim di hepsi bir koalisyon içinde birleşmişlerdir. Önümüz­deki aylarda da parti olacaklardır.

Page 98: Yol Yaz 2013

Syriza 2009 yılında % 4,6 oy aldı ama 2012 Haziran genel seçim lerinde % 27 oyla ikinci parti oldu. Kemer sıkm a politikaları can yaktıkça Syriza iktidara yaklaşıyor. Başından beri koalisyona katılmam dedi. Zaten politikalarına bakıl­dığında da Yunan politik arenasındaki herhangi bir parti ile ittifak yapabilm esi olanaklı gibi görünmüyor. Syriza Yunan burjuvazisi ve AB finans kapital çevre­lerinin korkulu rüyasıdır.

Syriza kemer sıkm a politikalarına hayır diyor. Şim dilik borç ödemelerini dur­duracaktır. 2. Dünya Savaşı sonrası Alm anya’nın borç ödeme koşullarını istiyor.

Syriza AB’nin yapısını eleştiriyor. Topluluğun bazılarını zenginleştiren bazı­larını da yoksullaştıran politikalar ile kurulduğunu savunup değiştirilsin diyor. Anlaşm alar yeniden gözden geçirilsin, bu politik yapı değişmeden borç sorunu çözülmez diyor. Sonuçta topluluktan çıkm ak değil topluluğa kendini olduğu gibi kabul ettirip onun yapısını değiştirmeye soyunuyor. Böylece AB’ye yeni bir yol arıyor.

Syriza ülke içinde de devlet yapısını değiştirm ek istiyor. Vergi sistemi zen­ginlerden daha çok ve düzenli vergi alınm asını sağlayacak şekilde değiştirile­cektir. Başarılırsa dış borçlar bu vergilerle ödenebilir deniyor. Yolsuzluklar araş­tırılacaktır.

Syriza küçük esnafı koruyucu önlem ler alacaktır. Çiftçinin girdi fiyatlarından yok olmaları önlenecektir. Onlara kredi bankaları açılacaktır. Askeri harcam a­lar kısılacak, fonlar eğitim ve sağlık sektörüne harcanacaktır.

Syriza işçiler arasında çalışm alar yapıyor. İktidar olduklarında işçilerin üre­tim araçlarının denetimini ellerine alm asını destekleyeceklerini söylüyorlar. Onların sosyalizm i ulaşılm az değil olabilir bir seçenek olarak görmeleri doğ­rultusunda eğitim ler veriyor. Syriza geçmişin sendika anlayışının yolsuzluk ve çürüme üzerine kurulduğu tespitini yapıp bunun değiştirilm esi gerektiğini sa ­vunuyor, işçiler içinde örgütleniyor.

Syriza çeşitli halk örgütlenmeleri içindedir. Evden atılanlar, sosyal harca­maları kesilenler, öğrenciler, memurlar ile bağlantı içinde ve onlarla birlikte çalışıyor. Mahalle çalışm aları yapıyorlar. Mahallelerde dayanışm a komiteleri kurmuşlar. Arjantin’de olduğu gibi emekler ve metalar takas ediliyor. Aydınlar bu komitelerin içindeler. Syriza bunları örgütlüyor. Sorunlara kolektif yanıt üre­tilmeye çalışılıyor.

Her ne kadar 21. Yüzyıl Sosyalizm i uygulayan ülkelerle iyi ilişkiler içinde olsa da böyle bir yönelişi yoktur.

SonuçSosyalizm in çöküşünden beri halk hareketleri bir evrimleşme yaşam akta­

dır. Başlangıçtaki anti-kapitalist ve anti-küresel hareketler zam anla büyüdü, ete kemiğe dönüşm ek için sosyal forum lar düzenlendi. Yeni liberal politikaların Avrupa’dan çok önce başladığı Latin Am erika’da halklar yıkılan sosyalizm i, 21. Yüzyıl Sosyalizm i olarak tekrar dikme uğraşı içindeler. Avrupa halkları yeni li­beral politikaların soygunu ve yıkım ı altında refah toplumu özlemlerinin kırılıp

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

Page 99: Yol Yaz 2013

ooOn

AVRUPA HALK H

AREKETLERİ

döküldüğünü görüyorlar. 2007 finans krizi kapitalist sistemin yapısal çarpıklığı­nı, halklar için bir umut olm adığını kör göze batırır hale getirdi. Avrupa halkları­nın gözlerindeki perdeler yavaş yavaş kalkıyor. Halklar yeniden bilinçlenm e ve öğrenme dönemindeler. Her protesto her düzen savunucuları ile çatışma sanki gözlerdeki perdeleri daha da açıyor. Avrupa tablosu bize böyle bir öğrenme, bilinçlenme dönemini hatırlatıyor. Ama şurası bizce kesindir. Avrupa halk hare­ketleri içinde güzel şeyler filizleniyor. Harıl harıl bir beklenti ve arayış yaşanıyor. Yavaş yavaş da olsa sosyalist hedefe doğru geri sayım başlamıştır. Bu gerçekliği görmek, hızlandırm ak her ilerici, halkseverin görevi olmalıdır.

20 Mart 2013

Page 100: Yol Yaz 2013

EVO MORALES'İN ISLA DEL SOL'DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Çeviri Ayşe TANSEVER

Çeviren Notu: Evo Morales’in bu konuşmasını, 21. Yüzyıl Sosyalizmi prog­ramına bir katkı sağladığını düşündüğümüz için yayınlıyoruz. Metnin Türkçe’de çeşitli versiyonları yayınlanmıştır. Burada yayınlanan metin, Richard Fidler’in Life on the Left dergisi ve boliviarising.org sitesinde yer alan İspanyolcadan İn­gilizceye çevirisinin çevirisidir.

Richard Fidler çevirisinin başına olayı anlatan bir giriş bölümü de koymuş. Bu bölümde, 21 Aralık 2012 günü Güneş Adası da kısaca anlatıyor. Konuşmanın anlaşılması açısından bu girişi de çevirmeyi uygun gördük.

Giriş2012 yılın ın 21 Aralık günü güney yarım küredeki yaz dönüm ü, birçok yerli

halk açısından olağan dışıdır. Çünkü Maya takvim ine göre orada ve dünyanın her yerinde bir çağ kapanm ış ve yeni bir çağ başlam ıştır. Efsaneye göre eski çağ ya da Macha (Zam ansızlık) o larak bilinen kara dönem , Kristof Kolom b’un, daha sonra Am erika olarak adlandıracağı, topraklara adım atm ası ile başlar. Sonraki çağ (Pachakuti), yavaş yavaş açlık, hastalık ve savaşların ortadan kalktığı, insan lık ve doğa arasında bir harm oninin kurulduğu bir çağ o lacak­tır.

Bolivya hükümeti bu olayı Titikaka adında güzel göldeki Isla del S o l’da (Güneş Adası) görkem li bir kutlam a düzenleyerek kutladı. Güney Am erika’nın bu en büyük tatlı su gölü yak laşık 4.000 metre yükseklikte Bolivya ve Peru arasındaki sınırı oluşturur. İnka efsanesine göre güneş burada doğmuştur.

Bolivya Dışişleri Bakanlığı, bir Aymara şair, ayrıca yerli ve cam pesino (köy­lü) hareketi içinde uzun süre aktivist o larak çalışm ış bakan David Choque- huanca liderliğinde, olayı duyurm ak için bir web sitesi kurdu. Bu sitede yerli tarih ve efsanelerin yanı sıra, turistik b ilgiler içeren m akaleler de yayınlandı. 21 Aralık öncesindeki günlerde, hüküm et hem Isla del S o l’da, hem de bu s i­tede iklim değişikliğ i, gıda krizi ve kapitalizm gibi konularda 13 farklı kamu forum ları düzenledi.

Etkinlikler, çoğunluğu Güney Am erika’dan (tabii ki!) o lm ak üzere beş kı­tadan 40 yerli grup ve çok sayıda “gringo” (yerel olm ayan) turist çekti. Ayrıca

SO SO

EVO MO

RALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞM

ASI

Page 101: Yol Yaz 2013

ooEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

devlet başkanları, e lçiler ve diğer yetkililer, dış ülkelerden de az sayıda yetkili katıldı. B irçok açıdan oldukça görkem li bir gösteri oldu.

Bolivya Başkanı Evo Morales’in festivale katılım ı en görkem li an oldu. Mo­rales 21 Aralık günü yüzyıllard ır Titikaka Gölü sularında avlanan yerli halk sanatçıları tarafından tasarlanm ış ve inşa edilm iş teknelere benzeyen büyük bir balsa salı ile festivale geldi. Kutsal alevi yaktıktan sonra, Morales hükü­metinin felsefesini on em ir şeklinde bir Manifesto ile sunduğu bir saate yakın süren bir konuşm a yaparak kalabalığa seslendi. Konuşm a küresel krizin eko­nomik, ekolojik, kurum sal, kültürel, etik ve m anevi o larak çok boyutlu o ldu­ğunu, ayrıca serm ayenin dünya ölçüsünde sald ırısın ı ve kapitalist sistem in doğa ve her şeyi m etalaştırm asını yererek hüküm etinin “ Living W ell” kom- m uniter sosyalizm ini inşa etme hedeflerini açıkladı.

Morales’in mesajı yabancı medya tarafından büyük ölçüde göz ardı ed il­mesine rağmen Bolivya’da ve daha az m iktarda Güney Am erika’da çok sayıda eleştiri ve yorum aldı. Aşağıda bu konuşm aya benim çevirim in arkasından, bu eleştirilerin bir kısm ına atıfta bulunarak kendi eleştirilerim i yapacağım . İlk önce Evo Morales’in konuşm ası aşağıdadır. Konuşm anın birçok versiyonu olm asına rağmen ben onun konuşm asını İspanyolcadan çevirdim . Bu metnin Morales’in okuduğu metin gibi gözükm ektedir. Notlar bana aittir.

* * *

Kapitalizme Karşı Durmak Ve Yaşam Kültürü Oluşturmak İçin On Emir

Kardeşlerim , Abya Yala’lı[1], Am erika, Avrupa, Afrika ve Asya’lı kardeşle­rim! Isla del Sol adasında bizleri bir araya getiren bu devasa kalabalık karşı­sındaki şaşkın lığ ım ı belirtm ek istiyorum .

Bolivya başkan yardım cısı Alvaro García Linera’ya; Nikaragua Başkan yar­dım cısı Moisés Om ar Halleslevens Acevedo’ya; Venezüella Haberleşm e ve En­form asyon bakanı Ernesto Villegas ve gene Venezüella’nın Latin Amerika ve Karayipler bakan yardım cısı Verónica Guerrero ve Kuzey Amerika bakanı C la ­udia Sa lerno’ya; Küba Kültür Bakanı Rafael Bernal A lem any’ya; Bolivya’nın Am erika, Asya ve Avrupa’dan tüm bakanları ve büyükelçilerine, selam larım ı iletiyorum . Hoş geldiniz.

Aynı zam anda bu 21 Aralık konusunu tartışan ve politik ekonom ik, çevre, Toprak Ana konusunda çok derin düşüncelerini belirten tüm sosyal hareket­lere, onların liderleri kadın ve erkeklere ve çeşitli sektörlerin örgüt yönetici­lerine selam larım ı yolluyorum . Onlar eşitlik ve sosyal adalet konusunda sür­mekte olan tartışm alara katkılarda bulunuyorlar.

Bugün hepim iz, Pachakuti yani değişim dönem inde bir aradayız.

Isla del Sol, Yeni Bir Zamanın BaşlangıcıBugün, yani 21Aralık 2012 günü, Peru ve Bolivya arasında paylaştığım ız

Page 102: Yol Yaz 2013

Kutsal T itikaka gölündeki Isla del Sol adasından, bazılarının dediği gibi dün­yanın sonunu beklediğim izi değil tekrar birleştiğim izi haykırm ak istiyoruz. Dünyanın sonu asla gelm eyecek. Biz burada dünya halklarına bu yeni şafak vaktinde bir um ut ışığı verm ek için toplandık.

Bin y ıl önce Güneş Zam anı Isla del S o l’da başladı. Tahuantinsuyo’yu ku­ran, Manço Kapac ve Mama Ocllo doğdu. [2] İşte bu yüzden bu ada zam anın ve güneş çocuklarının tarihinin başladığı adadır. Ama daha sonra yabancı iş­ga lciler ile birlikte karanlık geldi. H ırslarından cesaret bularak kıtam ız Abya Yala’ya geldiler, burada yaşayan yerli halkları kulları yaptılar. İşte bu karanlık, acı, üzüntü zam anıydı, Willka çocuklarının [3] zam ansızlık zam anıydı.

Bugün, Tahuantinsuyo’ya hayat veren bu adadan, artık bu karanlık ve za­m ansızlık çağını kapatıyor, yeni bir ışık zam anını, Pachakuti çağını açıyoruz.

Dünya halkları, toplumsal hareketler, aşağılanmış ayrımcılığa uğra­mış insanlar aynı Pacha, Pachakuti zamanlarında olduğu gibi artık yeni­den örgütleniyor, harekete geçiyor, yeni bilinç kazanıp tekrar ayaklanı­yorlar.

Bu nedenle kardeşlerim , bu büyük eşsiz tarihi olay, Pacha’ı elde etmek için harekete geçen Guatem ala, Meksika, Ekvator ve dünyanın diğer ü lkele­rindeki kardeşlerim iz için büyük bir sürprizdir

Bu sabah, kardeşim başkan yardım cısı Alvaro Garcia ve kardeşim Dışişleri bakanı David Choquehuanca ile birlikte hem Kanada hem de Amerika Bir­leşik Devletleri’ndeki Kuzey Amerika yerli halklarının bu yaz gündönüm üne olan um utlarını belirtm ek için seferber o ldukları haberini aldık. [4]

Kardeşlerim : Dünyamızın hemen hemen her köşesi kendini iklim, fi- nans, gıda, kurumsal, kültürel, etnik ve manevi kriz olarak gösteren dün­ya çapında çok sayıda krizle karşı karşıyadır. Bu kriz bize kapitalizm in ve d izg insiz tüketim in son günleri içinde olduğunu gösteriyor; yani insanoğlu­nun Toprak Ana’dan daha üstün olduğunu iddia eden ve onu kendi vahşi, ac ı­m asız, hâkim iyet objesi haline dönüştüren bir toplum m odelinin sonundayız.

Kapitalizmin ideologları kapitalist sistem krizine aşağıdaki çözümleri getiriyorlar:

Bir yandan, daha fazla kapitalizm , daha fazla özelleştirm e, daha fazla m etalaşm a, daha fazla tüketim , doğal kaynakların daha irrasyonel ve vahşi söm ürüsü ile birlikte şirketler ve özel kârın daha fazla korunm asını savun u­yorlar.

Öte yandan, daha az sosyal hak, daha az halk sağlığ ı, daha az kam usal ve parasız eğitim ve insan haklarının daha az korunm ası çözüm dür deniyor.

Bugün gelişm iş ülke halkları ve toplum ları pazarın yarattığı kapitalist kri­zi acı acı yaşıyorlar. Kapitalist hüküm etler bankaları kurtarm anın, şirketleri kurtarm anın, insanları kurtarm aktan daha önem li olduğunu düşünüyorlar. Kapitalist sistem de bankaların öncelikli ekonom ik hakları var ve birinci sın ıf vatandaşlığın tadını ç ıkarıyorlar ve bu nedenle bankaların insan hayatından daha değerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu d izginsiz kapitalizm de bireyler ve

OEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Page 103: Yol Yaz 2013

<NOEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

insanlar kardeş değildirler, vatandaş değildirler, insan değildirler. Bireyler ve halklar borçlarım ödeyem eyenler, borç alanlar, k iracılar ve m üşterilerdir yani kısacası insanların parası yoksa on lar bir hiçtirler.

Biz yeşil renk krallığında yaşıyoruz. Dolar gibi yeşil para politikaları, do­lar gibi yeşil kalkınm a politikaları, do lar gibi yeşil konut politikaları, dolar gibi yeşil kalkınm a ve çevre politikaları. Bu nedenle kapitalist sistem yeni kriz dalgası ile karşı karşıya kalınca onun ideologları yeşil ekonom i ya da yeşil kapitalizm dedikleri sözde doğayı özelleştirm eden yana oldular.

Ancak, pazar, liberalizm , özelleştirm e reçeteleri sadece yoksu lluk, d ış la ­ma, açlık ve kenara itilme doğurur.

Dizginsiz kapitalizmin dünyaya bıraktığı görüntüler tehdit saçıyor.(a) Dünyada 850 m ilyon aç insan, 30 y ıl öncesinden yak laşık 200 milyon

daha fazla.(b) Dünya en yoksulların ın yaşam beklentisi aynı 1977 y ılındaki gibi 44 y ıl­

dır.(c) Yaklaşık 1,3 m ilyar insan yoksu llu k koşullarında yaşam aktadır.(d) Dünyada 230 milyon işsiz vardır, 30 yıl öncesinden 40 milyon daha faz­

ladır.(e) Son olarak, gelişm iş ülkeler yılda 700 milyon ton yiyeceği sokağa atı­

yorlar. Bu rakam Afrika Sahrası y ıllık üretim inin üç katıdır.

Kapitalist küresel krizin yapısal nedenleri arasında şunlar sayılabilir:(a) Zenginliğin bir avuç ülke ve ayrıcalıklı küçük bir sosyal gurubun elinde

birikip yoğunlaşm ası;(b) Serm ayenin en hızlı ve en büyük kâr getiren meta ve kaynakların üreti­

mi ve pazarlam asında yoğunlaşm ası;(c) Daha fazla şeye sahip olm ak daha iyi yaşam aktır anlayışı ile üretilenle­

rin aşırı ve çok m iktarlarda tüketim inin kışkırtılm ası;(d) Serm ayeyi zenginleştirm ek uğruna çevre kirliliğine yol açacak tek kul­

lanım lık ürünlerin çok m iktarlarda üretimi;(e) Yenilenebilir ve yenilenem ez doğal kaynakların büyük çevre kirliliğine

rağmen aşırı çıkarım ı ve kullanım ı;(f) Serm ayenin çabuk ve cöm ert kâr am acıyla finansal vurgunculukta yo ­

ğunlaşm ası;(g) Bilgi ve teknolojinin en zengin ve en güçlü sosyal gurupların elinde yo ­

ğunlaşm ası;(h) Özellikle de gelişm ekte olan ülkelerde devletin bağım sızlığın ın ve eko­

nominin altını kazacak olan finans, ticaret ve çıkarım faaliyetlerinin arttırıl­ması, doğal kaynaklar ve onların kazanım larının tekelleştirilm esi;

(i) Devletin görevinin bir düzenleyici seviyesine indirilm esi ve ‘yabancı ya ­tırım cılar her sorunu çözer’ mitosu ile onların halkların m ülklerinin yöneticisi yapılm ası, yani devletin ve halkların onların zayıf kulları haline gelm esi.

Page 104: Yol Yaz 2013

Dünya kardeşlerim,Kapitalizm savurgan, tüketici, dışlayıcı, kullaştırıcı, gösteriş ve sefa­

let üreten bir uygarlık yarattı. Bu acilen değiştirmek zorunda olduğumuz bir yaşam, üretim ve tüketim modelidir.

Gezegenim iz ve insanlık ciddi o larak yok olm a tehlikesiyle karşı karşıyadır. O rm anlar tehlikede, b iyo-çeşitlilik tehlikede, nehirler ve okyanuslar tehlike­de, dünyam ız tehlikededir. Toprak Anam ız ve üzerinde yaşayan çok güzel in­san topluluğu, bu iklim krizi nedeniyle tehlike altındadır.

Bu iklim krizinin nedeni zenginliğin birkaç ülke ve küçük sosyal grupların elinde birikim i ve yoğunlaşm ası ile doğrudan bağlantılıd ır. Ayrıca daha iyi bir yaşam dem ek, daha fazla, aşırı ve pahalı tüketm ek dem ektir anlayışı da buna yol açıyor. Serm ayeyi zenginleştirm ek için tek ku llan ım lık m etaların üretimi çevreyi kirletiyor. Ayrıca yenilenebilir ve yenilenm ez doğal kaynakların aşırı tüketim inin çevreye büyük zararları vardır.

Kardeşlerim ,Bolivya Çokuluslu Devleti, dünya halklarının haykırışını tekrarlıyor ve geze­

genimize karşı ahlaki bir yüküm lülük içinde olduğum uzu kabul ederek insan­lığın Toprak Ana ile uyum ve bütünlük içinde olm ası gerekliliğini savunuyor.

Gezegenim izin geleceği çok hayati bir noktada duruyor. Yoksulluğun yok edilm esi, refahın dağıtım ı ve yeniden dağıtım ı, doğa ile bir uyum ve denge içinde yaşam ak için sosyal, maddi ve m anevi koşulların yaratılm ası ve güç­lendirilm esi doğrultusunda tutu lacak yol konusunda uzlaşm a sorum luluğu hem bilinçlerim izde duruyor, hem de yapabileceğim iz şeyler vardır.

Zengin ve sanayileşm iş ülkeler doğa ile uyum içinde zenginliğin ve refahın sosyalleşm esini arttırm aya hizm et etmelidir. Aynı şekilde yoksul ve gelişm ek­te olan ülkeler de ellerindeki küçük zenginliği dağıtm alıdırlar. Varlıklı olanın varlıksız üzerinde tahakküm kurduğu sistem de birikim ve gösteriş sürdükçe, hırs ve bencillik son bulm adıkça insanlığın bir geleceği yoktur. Bilgi, zengin­lik, insan lık ve doğaya saygıda birbirim izi tam am lam alı, paylaşm alıyız.

21 Aralık Pachakuti’nin başlangıcı, yani dünyanın yeni bir yaşam kültürü­ne uyanışı demektir. D izginsiz kapitalizm in sonunun başlangıcıdır. Kötü kul­lanm a ile insanlık ve doğa arasındaki şiddet dönem inden, yeni bir döneme, yani insanlığın Toprak Ana ile bir bütünlük oluşturduğu ve herkesin her şeyin evren ile uyum, denge ve birlik içinde yaşadığı yeni bir dönem e girildi.

Yüzyıllardır yaşayan top lum lar için, gezegenim izde tellür-kozm ik değişik­liklerin yaşanacağı günlerdeyiz. Ölüm, açlık, adaletsizlik kültürünün artık so ­nuna gelindiği kehaneti vardır. Dünyada süre giden birçok şey bitecek ve çok derin değişik lik ler başlayacaktır.

Aynı şekilde, bu yeni dönem , monarşiler, hiyerarşiler, oligarşiler, pazar ve serm aye anarşilerinin sonunun başlangıcı olm alıdır.

Pachakuti başladı. T itikaka gölündeki Isla del Sol adasında bizlerle bir araya gelen herkes, birer Gökkuşağı Savaşçısı, İyi Yaşam Savaşçısı ve bu dün­yanın isyancılarıdır.

coOEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Page 105: Yol Yaz 2013

oEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Bu bağlam da, kapitalizm e karşı durm ak ve yeni bir yaşam kültürü o lu ş­turm ak için on em ir önerm em ize izin verin.

1. Politika alanında:Demokrasi ve siyaseti yoksulu güçlendirici ve halklara hizmet götürü­

cü şekilde yeniden kurun.Dünya bir politik sistem krizi yaşıyor. Çünkü artık halkları tem sil etmeyen,

seçkinlere hizmet eden, d ışlayıcı, o ligarşik yapıda, bir avuç insanın cebini doldurm aya yönelik iktidarlar kuruluyor. Sözde dem okrasiler, doğal kaynak­ları uluslararası şirketlere peşkeş çekm enin bahanesidir. Bu sahte dem ok­rasilerde siyaset, hizm et verme değil, kar aracı olm uştur. Dünya halklarının taleplerine yanıt verm eyen, eskim iş hüküm et biçim leri hala varlığın ı sürdü­rüyor. Dem okrasileri yeniden kurm alıyız. Politikacıların , yoksulun hizm etin­de bir m ilitan olm ak yerine, aristokrat sınıftan geldiği söm ürge dem okrasisi istem iyoruz.

Eğer bir dem okrasi yoksulu, kenarda duranı güçlendirm iyorsa, en ihtiya­cı olanların acil ihtiyaçlarını başta gelen görev o larak ele alm ıyorsa geçerli değildir. B irkaç kişinin zengin olduğu, çoğunluğun yoksullaştığ ı dem okrasi, dem okrasi değildir.

Demokrasiyi yeniden kurm ak, devleti yeniden kurm ak, cum huriyeti yen i­den kurm ak, politikayı yeniden yap ıland ırm ak en başta aşağıdakileri yerine getirm ekle sağlanır:

1. Hiyerarşi, m onarşi, oligarşi, pazar ve serm aye anarşisinin her türden biçim inin ortadan kalktığı bir politik sistem yeniden kurulm alıdır. Demokrasi pazarın değil halkların iktidarı olm alıdır.

2. Seçkinler ve azınlıkların çıkarlarına hizmet veren temsili demokrasinin ötesine geçip, ne çoğunluk ne de azınlıkların olm adığı, kararların oy birliği ile alındığı, oyların değil mantığın öne çıktığı kom ünal demokrasilere geçilmelidir.

3. Politik çalışm anın yaşam a verilen tam ve sürekli bir hizm et olduğu fikrini yaygın laştıralım . Bu toplum lara etnik, insancıl ve ahlaki b ağlılık gös­termektir. Yalan söylem eye, çalm aya, tem bellik ve d a lkavukluk etmeye karşı atalarım ızdan gelen ahlaki ilkelerin tekrar canlandırılm asıdır.

4. Vatanı sanki bir iş yeri gibi kullanm ak, ona hizm et etm ek değildir. Po liti­kacılar devletin yasal ve ekonom ik kurum larını kendi özel ve kişisel çıkarları için kullanam azlar.

5. Sosyal ve toplum sal örgütler aracılığ ıyla insanlar politik iktidarı ellerine alm alı ve çok uluslu devletin yeni biçim lerini kurm alılar ki, böylece m andar obedeciendo (halk hareketlerinin taleplerine uyarak onlara liderlik etmek) çerçevesinde kendi kendilerini yönetebilsinler.

2. Sosyal hayatta:İnsan ihtiyaçlarının metalaşması yerine daha çok sosyal hak ve insan

hakkı

Page 106: Yol Yaz 2013

Adaletsiz gelir dağılım ı, tem el hizm etlerden ayrım cı ve eşitsiz yararlanm a sonucu günüm üz dünyasında zengin ve yoksul arasında süre giden farklılık, insanın aşağılandığı çok çirkin bir gerçeklik. Serm aye ve Pazar, eşitsizlik ve yoksulluğa bir çözüm değildir. Bunlar sadece hizmetleri özelleştirir ve ihti­yaçlardan kâr devşirir. Özellikle su gibi temel hizm etlerin özelleştirilm esi ko­nusunda çok trajik şeyler yaşadık.

Bu ciddi sosyal eşitsizliklerin üstesinden gelm ek için diğerlerinin yanı sıra, aşağıdaki şeyleri yerine getirm elidir:

1. Dünyam ızın dört bir yanındaki insanların su, elektrik, haberleşm e ve sa ğ lık gibi temel ihtiyaçlarının uluslararası yasalarla ve tüm ülkelerin ulusal standardı o larak tanınm ası zorunluluktur.

2. Özellikle su, yeryüzündeki tüm canlıların yaşam ası için doğrudan öne­me sahip olduğundan temel insan hakkı olm alıdır. Su, tüm üretim sürecini harekete geçiren temel öğedir.

3. Temel hizm etlerin bir insan hakkı olduğunu kabul etmenin yanında, bu hizm etlerin m illileştirilm esi ile işe başlam alıyız. Çünkü özel m ülkiyetçiler ya­şam için temel olan bu hizm etlerden halkın çoğunluğunun yararlanm asını sağlam ıyorlar. Çoğunluğun ulaşam ayacağı bir ekonom ik değer biçiyorlar.

4. Daha çok ekonom ik kaynak devletin elinde birikm ek zorundadır. Bu zenginliğin bölgeler ve insanlar arasında en çok ihtiyacı olan ve en savun m a­sız olanlara dağıtım m ekanizm aları yaratılm alıdır. A ncak böylece önüm üzde­ki birkaç yıl içinde ekonom ik zenginliği dem okratik hale getirerek, dünyadaki sosyal, maddi ve ahlaki yoksulluğu ortadan kaldırabiliriz.

5. Ne m ateryalist ne de tüketici olan, dayanışm a ve uyum içinde tüm dünya insanlarının büyük bir ailenin parçası olduğu, derin devrim ci ahlakla gelişm iş bir İyi Yaşam ve daha iyi yaşam a arayışına kendini adam ış tutarlı, yeni, bütün bir insanın oluşum unu geliştirm ek gereklidir.

6. İlaç endüstrisinin uluslararası tekelini sona erdirip, atalarım ızdan kalan doğal tıbbı bilgi ve uygulam aları yeniden güçlendirm eliyiz.

3. Kültürel ve manevi yaşamda:Halklarımızı ve kültürümüzü bağımsızlaştırmalı ve İyi Yaşam için ko-

münal sosyalizm kurulmalıdır.Kardeşlerim ,Biz her şeyin küreselleştiği ve hom ojenleştirildiği, kültürel kim liklerin geç­

mişin çöplüğüne atıld ığı, unutturulm aya çalışıld ığ ı bir dünyada yaşıyoruz. Ta­rih ve atlarım ızdan kalan kültürler, ekonom i ve po litikalar bir kenara atılıyor ve onların verdiği manevi kültürel enerji ve güç küçüm seniyor. Bu dünyam ızı insanlıktan çıkardı; m anevi, kültürel kaynaklarım ız aşağılandı. Oysa kapita­lizm in vahşetine karşı gerekli olan gücüm üzü bunlardan alacağız. O nedenle:

1. Irkçılık, faşizm ve her türden ayrım cılıktan kendim izi bağım sızlaştıralım .2. Kendim izi lüks, bencillik, açgözlülük, m etalaşm a ve tüketicilikten ba­

ğım sızlaştıralım ve İyi Yaşam biçim ini geliştirelim .

LOOEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Page 107: Yol Yaz 2013

oEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

3. Toprak Ana’nın üstünde yaşayan tüm insanların ve toplum ların bilincini güçlendirm ek için dünyam ızdaki eski kültürlerin bilgi ve yaşam anlayışlarını yeniden canlandıralım . Yaşam ak ve saygıdeğer olm anın ne anlam a geldiğini anlayalım . Biz hepim iz kardeşiz ve aynı Toprak Ana’dan besleniyoruz. Doğa­nın kendisine saygı duyalım . Tüm can lılar hayatın armoni ve dengesinin bir parçasıdır. Biz Toprak Ana’nın rahm inden doğduk ve tekrar ona döneceğiz.

4. Eğer ki bir ülkede birden fazla kültür varsa o zam an sosyal, ekonom ik, yasal ve kültürel çoğunluğa saygı duyan, çok uluslu devletlerin kuruluşunu h ızlandırm ak zorunluluktur.

4. Çevre ile ilgili olarak:Toprak Ana’nın haklarını korumak, iyi yaşamak ve “yeşil ekonomi­

nin” çevreyi sömürgeleştirmesine karşı duruş için:Son yıllarda kapitalist sistem in ideologları bu toplum m odelini kurtarm ak

için bir “yeşil ekonom i” yarattılar. Bu sadece yeşil kapitalizm için doğanın m etalaştırılm ası demektir. Yeşil ekonom i ölüm ekonom isidir, çünkü doğayı kurtarma adına dünya insanlarının ölüm ferm anıdır. Bu nedenle biz yeşil ekonom iyi bir yeni çevre söm ürgeciliği, yeşil kapitalizm olarak değerlendi­riyoruz. Aynı şekilde gezegenim izin içinde bulunduğu iklim krizi, bizi çok ya ­kından ilgilendirir, çünkü Toprak Ana üstünde yaşayan tüm insan toplu lukları doğal afetlerin korkunç sonuçlarının tehdidi altındadır.

Bu durumu değiştirmek için dünya halkları aşağıdaki eylemleri desteklemelidir:1. İklim krizine neden olm uş ülkelerin tarihsel sorum lulukların ı yerine ge­

tirerek Güney halklarına iklim borcunu ödem elerini ve bağlayıcı uluslararası an laşm alar çerçevesinde gaz em isyonunu azaltm alarını talep edelim .

2. Doğal kaynakların bitm esini önleyici eylem ler ve po litikalar uygulam a­lıyız. Yeryüzündeki yaşam Toprak Ana ve onun bileşenlerinin tutarlı bir yöne­timi ile ancak devam edebilecektir. Gezegenim izin insanlar olm adan daha iyi yaşayacağın ı, ama insanların onsuz yaşayam ayacakların ı aklım ızdan çıkart­m ayalım .

3. İçinde bulunduğum uz yüzyıl, dünyada uyum ve denge içinde yaşaya­bilm ek için uluslararası anlaşm alar, yasa lar ve tüm kanunlarda Toprak Ana haklarının evrensel o larak tanınm ası için m ücadele yüzyılıdır.

4. Dünya ülkeleri Toprak Ana ve onun bileşenlerinin doğal süreci ve çev­resel işlevlerinin m etalaştırılm asına karşı kararlı ve aktif bir m ücadeleyi yük­seltm elidirler. Kutsal Toprak Anam ızı pazarların öne çıkarttığı sahte hayal­lere satam ayız. H alklar ve Toprak Ana ne şim di ne de hiçbir zam an satılık olm ayacaktır.

5. Doğal kaynaklar ile ilgili olarak:Halkların tam gelişimi için doğal kaynaklar üzerindeki sömürgecilik

ve yeni liberal politikalar egemenliğinden kurtulmak olmazsa olmaz ko­şuldur.

Page 108: Yol Yaz 2013

Doğal zengin likler birçok ülkede ekonom ik zenginliğin tem el kaynağıdır. Ancak, çoğu ülkede bu servet uluslararası güçler tarafından özel ellerde ve halklar pahasına kendilerini zenginleştirm ek için yağm alanm aktadır. Biz tüm ülkelere, doğal kaynaklarına ilişkin aşağıdaki eylem leri öneriyoruz:

1. Doğal kaynakların m ülkiyetini tüm halkların çıkarına ve m utluluğuna yöneltm ek için devlet denetim ine alın.

2. Stratejik doğal kaynağı olan tüm ülkeler bunları m illileştirm ek sürecini h ızlandırsın, çünkü ancak böyle bir m illileştirm e ile ekonom ik söm ürgecilik süreci durdurulabilir, devlet ekonom ik kaynaklarla güçlen ir ve halklarına te­mel hizm etleri daha iyi verebilirler.

3. Doğal kaynakların sanayileşm e süreci, Toprak Ana’nın haklarının ko­runm ası ve saygıyı akıldan hiç çıkartm adan geliştirilsin.

6. Gıda egemenliği ile ilgili olarak:İyi yaşamak için karnımızı nasıl doyuracağımızı bilelim, gıda bağım­

sızlığını ve insanların gıda hakkını geliştirelim.Yiyecek güvenliği, dünya ölçüsünde gıda güvenliği ve insanın yiyecek hak­

kı çeşitli yaklaşım ve açılardan tartışılıyor. Gıda ve İyi Yaşam bireylerin temel hakkıdır. Bu nedenle devletler ve halklar bir dizi eylem leri yükseltm elidirler:

1. “İyi Yaşam için nasıl besleneceğim izi öğrenm eyi” örgütlem eli, besinle­rin birer ilaç ve kültürel k im liğ im izin parçası olduğu gerçeği ile toplum um u- zun beslenm e bilgisi ve üretici teknolojisini kurup geliştirm eliyiz.

2. Her ülkede aile tarım ını destekleyerek ayrıca kır üreticisinin ekonom ik, sosyal, kültürel, politik, üretici ve ekolojik sistem ini güçlendirm e yolu ile her ülkenin kendi kendini beslem esini sağlam aya çalışın.

3. İnsan sağlığ ına zararlı besinlerin pazarlanm asını denetlemeye önem vererek kötü beslenm enin etkilerinden insanları korum alıdır.

4. Gıda üretimi ve pazarlam asına dayalı finansal vurgunculuk cezalandır- malıdır.

7. Entegrasyon ve uluslararası ilişkiler ile ilgili olarak:Müdahalecilik, yeni liberalizm ve sömürgeciliğe karşı Güney halkları­

nın ittifakıAtalarım ız he zam an kültürlerle kaynaşık, ticaretle kaynaşık, dayanışm a

ile kaynaşık ve işbirliği ağı içinde yaşadılar. Bugün biz de destek, işbirliği ve dayanışm a çerçevesinde yaşam ı ve insanlığı güçlendirm ek için halklar ve topluluklar, devletler ve hüküm etler arasındaki kaynaşm ayı inşa etmeli, güç- lendirm eliyiz.

Ölüm ve savaş d ip lom asisi, m etalaşm a, özelleştirm e, doğal kaynakların yağm alanm ası ile karşı karşıya olan Güney’de kendim izi güçlendirm ek için kendi halklarım ızın po litikalarını kendim iz inşa etm eliyiz.

Güney, Kuzey güçlerinin itaatkâr ve köle piyonu değild ir ve olam az. Biz Kuzey güçlerinin ne endüstriyel-nükleer atık yeriyiz, ne de onların tükenm ez

O ^1

EVO MO

RALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞM

ASI

Page 109: Yol Yaz 2013

o oo

EVO MO

RALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞM

ASI

ham m adde kaynağıyız. Güney halk iktidarları, bağım sız ve vatansever ikti­darlar, ticari, kültürel, teknolojik, ekonom ik, finansal ve sosyal entegrasyon projeleri inşa ediyorlar. Güney halklarının, Kuzey halkları ile dayanışm a ha­linde, sosyal, ekonom ik ve kültürel anlam da kendisini güçlendirdiği bir dö­nemdeyiz.

Entegrasyon ancak güçlü devletlerin ve halkların, m illiyetçi, vatansever ve sosyalist hüküm etlerin politik kararlılığı ile gerçekleştirebilirler. Bölgesel güç ve entegrasyon projeleri ile güçlü Güney ittifakı kurulabilir.

Güneyin gücü onun bağım sızlığından, kalkınm a hakkından, devlet ve halkların dayanışm ası ve desteğinde doğar. Güney gittikçe güçleniyor, bütün­leşiyor. Bağım sızlık, vatanseverlik, m illiyetçilik olm adan, devlet ve halkların söm ürgecilik ve yeni liberal kölelik zincirlerini koparm a arzusu gelişm eden güçlü bir Güney kurulam az.

Güney-Güney bütünleşm esini başarm ak için aşağıdaki eylem ler teşvik edilm elidir:

1. Yaşam Anlaşm aları im zalayabilecek güçlü ittifaklar ve koalisyonlar ku­ralım. Güney kadar Kuzey halkları için ölüm anlaşm ası dem ek olan serbest ticaret anlaşm aları yerine bilgi, teknoloji ve mali kaynakların paylaşım ı an­laşm alarına imza atm alıyız.

2. Güneyin devlet ve halkları arasında entegrasyon ve ortak kalkınm a me­kanizm aları inşa edilm elidir. Bunlar en başta bilgi, teknoloji, enerji, gıda üre­tim i, finans, sa ğ lık ve eğitim alanlarını kapsam alıdır.

3. Kuzey halkları ile birlikte em peryalizm i yok etme ve Toprak Ana ile uyum içinde medeni iyi yaşam ufku geliştirilm elidir.

8. Bilgi ve teknoloji ile ilgili olarak:Bilgi ve teknoloji, yoksulluk ve açlığı ortadan kaldırıp birlikte kalkın­

manın temel araçlarıdırHaberleşm e, eğitim , tem el hizmetler, sanayi ve enerji projeleri, ham m ad­

denin işlenm esi ve gıda üretim araçlarının sağlanm ası yani kısacası ekono­m ilerim izin kalkınm ası için bilgi ve teknoloji temeldir. Günüm üzde kalkınm ış ülkeler teknolojilerini, patentler ve lisanslar ile kıskançça koruyorlar ve onları elde etm em izi engelliyorlar. Teknoloji istiyorsak onların teknoloji pazarlarına girm em iz gerekiyor. Dayanışm a yok. Gelişm iş ülkelerle teknik yardım laşm a ve dayanışm a m ümkün değildir. Teknoloji üzerindeki tekel gelişm ekte olan ülkeler üzerinde denetim sağlam a aracıdır. Zengin gelişm iş ülkelerin u lus­lararası güçleri ve em peryalizm teknolojiyi paylaşm ıyor, çünkü onları bizim üzerim izde hâkim iyet kurm ak ve bir bağım lılık yaratm ak için satıyorlar.

Bu nedenle her zam ankinden daha fazla aşağıdaki eylem leri teşvik etmek zorunludur:

1. İyi Yaşamı kurm ak ve Toprak Anam ızı korum ak için atalarım ızın ve top­lulukların bilgi, bilgelik, teknik ve teknolojileri ile modern bilim in pratiklerini ve teknolojilerini birleştirelim .

Page 110: Yol Yaz 2013

2. Kuzeyin uluslararası güçlerine teknik bağım lılığ ım ızı kırm ak için kendi öz bilgi ve tekniğim izi geliştirm eliyiz.

3. Kuzey’in uluslararası güçlerinin m etalaşm ış egoistliğine karşı Kuzey halkları ile birlikte Güney halkları ve devletlerinin dayanışm a, işbirliğ i, birbir­lerini tam am lam asını sağlayıp güçlendirelim .

9. Uluslararası kurumsallık ile ilgili olarak:Toprak Ana, yoksullar ve halkların dünya kurumsallığını inşa etmeli­

yiz. Birleşmiş Milletler ve sermaye imparatorluğunun kurumlarının mü­dahaleciliğini ve yeni liberalizmini kabul etmiyoruz ve bunlara izin ver­miyoruz.

Söm ürgeci küresel kurum lar halkları kandırm ak için tasarlanm ıştır. Yeni­lenm iş Güvenlik Konseyi ile Birleşm iş Milletler ve NATO, ülkeleri işgal ediyor, halkları yok ediyor, katliam ları yasalaştırıp yönlendiriyorlar. Ulusal güvenlik bahanesi ile insanların üstünde egem enlik sağ lam ak için askeri üsler ve sa ­vaş endüstrileri kurulm asını kabul edip, izin verem eyiz. En önem li şey halk­ların yaşam ları ve Toprak Ana’nın güvenliğidir. Silah üretimi kapitalizm i zen­ginleştiren ve gezegenim izi tahrip eden bir ölüm sektörüdür.

Birleşm iş Milletler denen küresel kurum sal m ekanizm a halkların bağım ­sız kararını yok etm ek için tasarlanm ıştır. Burası bürokrasinin, serm aye ve em peryalizm hizm etinde çalıştığı kurumdur. Dünya halkları o larak bizler, bu uluslararası kuruluşların işgali ve m üdahale hakkını kendilerinde görm eleri­ni kabul etm iyoruz. BM’nin kabul edilir bir ahlakı yoktur. Biz dünya halkları o larak bu em peryalist bürokrat elit kurumu kabul etm iyoruz.

Özelleştirm eci yeşil ekonom i BM kazanlarında pişirildi ve biz bunu ö lü­mün kara ekonom isi o larak görüyoruz. Özelleştirm e ve m üdahale reçeteleri hep buradan kök salıyor. BM zengin ve güçlü ülkelerin kurumu gibidir. Belki o nedenle EÜÖ yani Em peryalist Ülkeler Örgütü adı verilm elidir. Biz BM’yi iste­m iyoruz ve onu reddediyoruz.

Yeni liberal bürokrasi, yeşil ekonom i ve özelleştirm e bürokrasisi, yap ısal uyum politikalarını öneren bürokrasi, serm ayeye hizm et edenler, tahakküm ve yoksulluğun ideologları, hepsi halkları ve kalkınm akta olan ülkeleri sö ­m ürgeleştirm e inancı ile davranıyorlar. Onlar bizi aptal san ıyorlar ve reçete­lerini uygulayalım istiyorlar.

İyi Yaşam am açlı o larak yeni bir dünya halkları kurumu oluşturm ak için şu aşağıdakileri geliştirm eliyiz:

1. H alklarım ız ve ülkelerim izin bağım sız, saygın bir şekilde herhangi bir m üdahaleye izin verm eden, herhangi bir dış askeri üs kurm adan yaşayacağı yasal koşulları ve kurum ları inşa edelim .

2. Dünya Bankası, IMF gibi küresel finans kurum larının, onların uyduları­nın ve yeni-liberal tahakküm ün aydınlarının ideolojik ve politik etkilerinden kendim izi kurtaralım ve İyi Yaşam a yönelik po litikalar tasarlayan ve öneren kendi kurum larım ızı kuralım .

O VO

EVO MO

RALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞM

ASI

Page 111: Yol Yaz 2013

oEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

Yoksullar Dünya Örgütünü, Adalet Dünya Örgütünü, Halkların Bağım sızlığı Dünya Örgütünü, Toprak Ana Dünya Örgütünü, Dünya Halkları Meclisi Ö rgü­tünü kuralım .

10. Finans ekonomisi ile ilgili olarak:Ekonomik kalkınma pazar, sermaye ve kâr amaçlı olmamalıdır. Kal­

kınma insan mutluluğu ve Toprak Ana ile uyumlu bir denge olarak algı­lanmalıdır.

Kapitalizm yoksu lluk, açlık ve sosyal adaletsizliği küreselleştirir. İnsan haklarını, sosyal, ekonom ik ve kültürel hakları, çevreyi tahrip eder. D izginsiz kapitalizm açlık ve yoksu llu k yaratır. Küresel kapitalist finans sistem i söm ür­geci ve em peryalisttir, güçlü ülkelerin gelişm ekte olan ülke ve halklarını özel­leştirm ek, m etalaştırm ak ve kendi o ligarşilerinin denetim ine alm ak, serm a­yenin anarşik m etalaşm asına tabi k ılm ak için kullandıkları bir silahtır.

Bu nedenle biz uluslararası finans sistem i ve onun uyduları IMF ve Dünya Bankasını benim sem iyor ve onu dağıtm ak istiyoruz.

Bu nedenle dünya hükümetleri ve halklarını bu finans söm ürgeciliği z in ­cirlerini kırmaya çağırıyoruz, çünkü ancak ekonom ik ve finansal bağım sızlık, kendi kaderim izi belirlem em ize ve bağım sız bir yol çizm em ize izin verecektir.

Ekonomi ve finansın bağım sızlığı için aşağıdaki eylem leri önüm üze koyu­yoruz:

1. Eşitlik, ulusal bağım sızlık, ortak çıkarlar, doğa ile uyum, devletler ve halklar arasında işbirliği ilkelerine dayalı olan yeni bir u luslararası ekonom ik ve finansal düzen kurm alıyız. Bu yeni düzen sürdürülem ez üretim ve tüketim m odelini değiştirm eli, zengin ve yoksul ayrıca kalkınm ış ve kalkınm akta olan ülkeler arasındaki farkı büyük ölçüde azaltm aya yönelik olm alıdır.

2. Dünya Bankası ve IMF güçlerinin bağlayan kollarından özgür yeni kü­resel, bölgesel ve u lusal bir finans sistem i kurm alıyız. Yeni yapı ve yeni finan­sal düzen halkların kendisi tarafından ve on lar için olm alıdır.

3. Ulusal ve uluslararası düzeyde yeni bir yasal ve kurum sal yapı o luştur­m ak ve ayrıca yeni bir sistem le finans sektörünün gözetim i ve düzenlem esini yapm ak gereklidir. Devletler ve halklar özel finansı denetlem elidir ve özel ç ı­karların ve finans yönetim inin söm ürgeci köleliğine tabi o lm am alıdırlar.

4. Yalnız bizi tehdit etmeye, varım ızı yoğum uzu verm eye zorlayan, doğal kaynaklarım ızı özelleştirm eye, halkların ve devletlerin bağım sızlığın ı tahrip etmeye yarayan Dış Borç denilen şeyin söm ürge bağlarından kurtulm alıyız. Söm ürgeci Dış Borç gelişm ekte olan ülkeleri yoksullaştırm a ve kalkınm a kay­naklarını ellerinden alm anın yoludur. Adil olm ayan Dış Borçların iptal ed il­mesi çağrısı yapıyoruz. Eşitsizliğe son! Yoksulluğa son! Zenginliğin dağıtılm a zam anıdır.

5. Gelişm ekte olan ülkeler o larak kendi öz finans kaynaklarım ızı yarat­m alıyız. Dünyanın Yoksul ve Bağım sız H alklar Dünya Bankasını kurm alıyız: Kapitalist söm ürgeci finans sistem inin koşullu yard ım lar ve borç verm elerine

Page 112: Yol Yaz 2013

güvenem eyiz. Birleşm eli, kaynaşm alıyız. Yani kendi bağım sız, halk ç ıkarların ­dan yana devlet finans sistem im izi kurm alıyız.

6. Kapitalizm in yücelttiği rekabet politikaları yerine İyi Yaşam ufku ile ge­liştirilm iş dayanışm a, birbirini tam am lam a, politikaları ile bölgesel pazarları inşa edip güçlendirm eliyiz.

Bizim İyi yaşam kom ünal Sosyalizm görüşüm üz pazar değil haklar üzerine kuruludur. İnsanların, toplum ların m utluluğunun tam gerçekleşm esine d a­yalıdır. İnsanların, devlet ve Toprak Ana’nın birbiri ile bağlanm ış bir şekilde birbirini destekleyen m utluluğudur.

Yeniçağ emeğin iktidarı, m ahallelerin iktidarı, insanların dayanışm ası, tüm canlıların birlikte iktidar olduğu bir çağdır. Böylece Toprak Ana ve İyi Ya­şam Kom ünal Sosyalizm i kurulur.

Kardeşlerim : Yaşam ve İnsan lık için 10 em ir anlam ına gelen bu İsla del Sol adası m anifestosunu dinlem e sabrını gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bu m anifesto tüm dünya insanlarının özgürlüğünü destekleyen Bolivar halk­larının deneylerinden yola çıkm aktadır.

Kardeşlerim Abya Yala liderleri, Amerika ve Dünya halkları ve sosyal güçler o larak gezegenim izi, yaşam ı ve insanlığı kurtarm ak gibi büyük sorum luluklar taşıyoruz. Bu tarihi yaz dönüm ü, yani Pachakuti dönem inin başladığı günde, burada bulunduğunuz için teşekkür ediyoruz.

Son o larak Isla del Sol adası yerli halklarına deneylerim izi paylaşm a o la­nağı verdikleri için teşekkür ediyorum . Sosyal örgütler, silahlı kuvvetler, ba­kanlar, ulusal ve bölgesel liderlerim ize de dünya halkları için bir um ut olan bu m ükem m el festivali düzenledikleri için teşekkür ediyorum .

Lütfen şunu hep birlikte söyleyelim :Ja lla llla , dünya halkları!Kausachun, dünya halkları!

111oo500

00r~>O

00OrzOm

>73

7̂O

>oo

Page 113: Yol Yaz 2013

<NEVO M

ORALES’İN ISLA DEL SO

L’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI

KAVRAMLAR[1] Batı yarım küreye Bolivya yerlilerinin verdiği ad.[2] Manco Kapac (ya da Capac) Cusco krallığının efsanevi ilk Sapa Inca’sı-

dır. Tanrı Inti Mama O cllo ’nun oğlu denir. Bazen de Manco Kapac’ın kızı ve karısı o larak anlatılır. İnka m itolojisinde verim lilik anası ve tanrıçasıdır.

[3] Wilka, Aymara yerli dilinde “büyüklük”, “zirve” anlam ına gelir. Genel o larak yerli protesto liderlerine bu ad verilir. Pablo Varate Willka 1899 yerli ayaklanm a lideriydi.

[4] Kanada Ottava’da Harper hüküm etine karşı olan Idle No More hare­keti 21 Aralık (kış gündönüm ü) günü açlık grevinde olan Attaw apiskat lideri Theresa Spence’ye destek verdiğini açıkladı.

Page 114: Yol Yaz 2013

ÇKP NEDEN AYAKTA?M. Büyükkarabacak

GiRiŞ21. yüzyılın ilk on yılına hızlı ekonomik kalkınması ile damgasını vuran Çin,

birçok açıdan anlaşılması oldukça zor, sıra dışı bir sentez görünümü vermekte­dir. Sermayenin küreselleşmesi sürecinin en önemli bileşenlerinden biri olarak konumlanan, çektiği yabancı yatırım lar sonrasında “dünya fabrikası” olarak anılmaya başlayan, bu anlamıyla dünya kapitalist sistemi içerisinde çok özel bir yeri bulunan Çin, 1989 yılında yaşanan büyük Tienanmen olayları sonrasında ayakta kalmayı başaran bir Komünist Partisi tarafından idare edilmektedir. 1949 yılında gerçekleşen devrim ile iktidara gelen Çin Komünist Partisi, o günden bu­güne Çin siyasi hayatının, en azından merkezi düzeyde, tek hâkimidir. Bu ha­kimiyete potansiyel anlamda alternatif oluşturabilecek bir siyasi organizasyon da görünmemektedir. Batı dünyasında tek parti iktidarının, diğer post-sosyalist ülkelerde olduğu gibi ortadan kalkacağına dair beklentiler de giderek zayıfla­maktadır. (Ergenç, 2010; Heberer ve Schubert, 2006)

Bu çelişkili gibi görünen durum, literatürde genellikle Ç in’e sağladığı imkânlar açısından değerlendirilmektedir. Otoriter rejimlerin ekonom ik kalkınma süre­cinde oynayabileceği olumlu rol vurgulanarak, otoriterlik ve kalkınma arasında bir takım bağlantılar incelenmekte ve öne çıkarılmaktadır. (Haggard,1990) Oysa öncelikle açıklanm ası gereken dünyada benzerleri yok olan bir siyasi rejimin, komünist bir tek parti iktidarının, 1989’da Tienanmen Meydanı ile simgelenen ve aslında tüm ülkeye yayılan çok önemli bir meydan okuma ile karşı karşıya kalmasına rağmen nasıl olup da yoluna devam edebildiğidir. Sovyet bloğunu oluşturan tüm komünist iktidarların çökmesi üzerinden oldukça uzun zaman geçmesine rağmen Çin Komünist Partisi, uygulanan piyasacı ekonomi politika­larına rağmen iktidarını sürdürmekte, Çin’i dünyanın en önemli ekonom ik ve siyasi güçlerinden biri haline getirmekte olan bir döneme öncülük etmektedir.

Ç in’in ekonom ik anlamda ortaya koyduğu bu başarılı performans, genel an­lamda sosyalizmden kapitalizme geçiş tartışmalarını da etkilemektedir. Ç in’de uygulanan aşamacı geçiş modelinin, neo-liberal iktisatçılar tarafından savunu-

coÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 115: Yol Yaz 2013

ÇKP NEDEN AYAKTA?

lan ve genel olarak Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanan şok terapilere dayanan ani geçişlerden çok daha etkin sonuçlar üretebildiğini öne süren geniş bir evrimci grup bulunmaktadır. (Buroway,1997) Şok terapi görüşü, eski rejim­den kalan kurumsal yapının piyasaların gelişmesi ve özel sektörde sermaye bi­rikiminin sağlanm asının önündeki en önemli engel olduğunu savunmakta, pi­yasaların kurumsal yapının yıkılıp yeniden yapılanm asını sağlam ak durumunda olduğu ifade etmektedirler. (Sachs ve Woo, 1994) Buna karşılık evrimciler, ye­nileri inşa edilemeden var olan kurumların yıkılm asının olası en kötü seçenek olduğunu savunmakta, bunun yerine eskinin bağrında yeninin adım adım inşa­sına dayanan bir modeli önermektedirler. (Poznanski, 1993) Susan L. Shirk tara­fından önerilen kurumsalcı bakış açısı ise evrimci teoriye benzemekle birlikte, siyasete ve devletin rolüne daha merkezi bir rol vermekle bunlardan ayrılm akta­dır. Shirk’e göre Rusya’nın en büyük hatası ekonomik reformlar yerine politik re­formlara öncelik vermiş olmasıdır. Çin deneyiminin ortaya koyduğu ders, politik reformların ekonom ik reformları takip etmesi gerekliliğidir. Buroway de benzer biçimde Rus deneyimine Çin merceğinden bakarak yaptığı değerlendirmelerde Çin ve Rus deneyimleri arasındaki farka yol açan en önemli etkenin devlet oldu­ğunu vurgulamaktadır. Polanyi’den yaptığı bir alıntıyla da piyasa ekonomisine piyasalar aracılığıyla varılam ayacağını belirtmekte, güçlü bir devletin bu geçiş sürecini yönetmesinin neredeyse bir zorunluluk olduğunun altını çizmektedir. (Buroway,1997) Ç in’in ekonom ik başarısını açıklam ak için geliştirilen bir diğer görüşe göre ise Çin’i avantajlı bir geçiş ekonomisi haline getiren faktör, piyasa dostu federalizm olarak isimlendirdikleri bir siyasal sisteme sahip olmasıdır. (Montinola vd.,1995) Merkezin mali olanaklarını yerel yönetimlerle paylaşm a­sı, ekonomik kalkınmanın büyük oranda söz konusu yerelleşmenin sağladığı imkânlarla sağlanm ası bu tezin önemli gerekçelerini oluşturmaktadır. Bu kısa değerlendirmeden de anlaşılabileceği gibi Çin ortaya koyduğu ekonomik perfor­mans ve siyasi istikrar itibariyle geçiş ekonomileri içinde ayrıksı ve tartışmaları yönlendiren bir örnek oluşturmaktadır. Fakat bu tartışmalar daha ziyade reform sonrası politikalara yoğunlaşm akta, geçiş sürecinin sağlıklı bir biçimde yürütü­lebilmesi için devletin nasıl bir rol oynaması gerektiği üzerinde durulmaya çalı­şılmaktadır. Fakat devletin geçiş sürecinde etkin bir rol oynayıp oynayamayacağı büyük oranda sosyalizm döneminde sahip olduğu hegemonyayla, rıza üretebil­me kapasitesi ile ilişkilidir. Rusya’da 1989 sonrası yaşanan hızlı dağılma süreci, şok terapi fikrini savunanların burada çok geniş bir takipçi kitlesi yaratabilmiş ol­ması ile ilgili değildir. Devlet ve Komünist Partisi’nin toplum nezdinde neredeyse hiçbir meşruiyetinin kalmamış olması, 20. Yüzyılın kaderine damgasını vurmuş bir büyük devrimin tarih sahnesinden sessiz sedasız, önemli bir iç çatışmaya yol açmaksızın çekilmesine sebep olmuştur1. Oysa Çin’de farklı bir durum söz ko­

1 Heberer ve Schubert bu yaşananı bir içe göçme(implosion) olarak tanımlamaktadırlar. Devletin neredeyse kıpırdayamaz hale gelip, bulunduğu yere çökmesini anlatan, etkin bir kavram olduğu düşünülebilir.

Page 116: Yol Yaz 2013

nusudur. Çin devleti geçiş sürecinin her noktasında en önemli özne olarak varlık bulabilmiştir. Çin sosyalist deneyimine damgasını vuran kontrollü deneycilik, re­form sürecinde de devletin adım adım ilerleyerek politika geliştirmesine ilham vermiştir. Çin devleti, zaman zaman yaşanan tüm karşı çıkışlara rağmen sürece hakim olmayı ve rıza üretebilme kapasitesini diri tutmayı başarabilmiştir. Geçiş üzerine yapılan açıklam alar devletlerin, geçiş sürecine girilirken sahip oldukları kapasiteleri görmezden gelerek yürütülürse eksik kalmaya mahkûmdur. Dolayı­sıyla bu çalışma öncelikli olarak şok terapi uygulanarak geçiş yapan Rusya’yı ve aşamalı geçişi başaran Çin’i model ülkeler olarak alarak, devletlerinin geçiş sü­reci başlarken sahip oldukları toplumsal meşruiyet seviyelerini kıyaslamaya ça­lışmaktadır. Bu kıyaslamada da özellikle sosyalist rejimlerin köylülükle kurduk­ları ilişkiyi, meşruiyet seviyesini belirleyen temel faktör olarak almaktadır. Batı demokrasileri için “orta sınıf”ın rızasının demokratik rejimler için istikrar kayna­ğı olduğu tespit edilmiştir. Benzer biçimde genellikle azgelişmiş, kırsal nüfusun yoğun olduğu, tarımsal üretimin sanayileşmeye gereken kaynakları yaratmak zorunda olduğu sosyalist ülkelerde rejimin doğasına ve toplumla kurduğu ilişki­nin istikrarına en büyük etki devlet ile köylülük ilişkisinden gelmektedir. (Moore, 1989) Rus ve Çin Komünist Partileri’nin reform sürecinde oynayabildikleri -ya da oynayamadıkları-rolün kaynaklarını yukarıda bahsedilen devlet-köylülük ilişki­sinin sosyalizm deneyimi boyunca izini sürerek bulabiliriz. Dolayısıyla bu yazı temel olarak Sovyetler Birliği ve Çin’de yaşanan devlet-köylülük ilişkilerini kıyas­layarak, yaşanan farklı deneyimlerden yola çıkarak komünist partilerin her bir ülkede süreci yönetebilme yetenekleri arasında ortaya çıkan farkı açıklamaya çalışacaktır. “Ç in’in hala komünist bir parti tarafından yönetiliyor oluşu ülkeyi sosyalist yapar mı?” sorusu bu yazıda yürütülen tartışmanın kapsamı dışındadır. Fakat sadece şu kadarı söylenebilir ki Çin sürprizlerle dolu bir geçmişe sahiptir. Mark Selden’in deyişiyle Çin kalkınmasının en göze çarpan özelliklerinden biri farklı politik kutuplar arasında sergileye geldiği salınımdır.(Selden,1993) Dirlik de Çin sosyalizm inin en özgün yanının, sürekli diri tuttuğu deneyselci yanı oldu­ğunu vurgulamaktadır. (Dirlik,2005) Bu yüzden belki de şu andan yapılabilecek en doğru tespit, Çin’le ilgili aceleci ve kestirmeci değerlendirmelerde bulunm a­mak gereğinin altını çizm ek olacaktır.

Marksizm, Köylülük ve RızaKöylülük meselesi Marksizmin kurucularının temel meselelerinden birisi o l­

mamıştır. Sosyalizmin kapitalist sanayileşm enin ardından geleceği, kapitalist gelişmenin küçük köylü üretimini ortadan kaldıracağı, kırlarda kapitalizmin merkezileşmiş üretim birimleri yaratacağı, kent ve kır işçileri arasında önemli bir ayrım olmayacağı beklentileri tarımsal yapıların analiz edilmesi ve bunlar­la devrim sonrasında nasıl ilişkilenileceği meselelerinin acilen ele alınm ası­nı gereksizleştirmişti. Bunun önemli istisnalarından bir tanesini Marx’ın Vera Zasuliç’e 1881’de yazdığı mektup oluşturur. Burada Marx, Rus kırlarının gelenek­sel komünal yapısı olan mirlerin, Rusya’da sosyalist kuruluşa temel olabileceğini

LOÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 117: Yol Yaz 2013

ON

ÇKP NEDEN AYAKTA?

belirtir. Bu tutum kapitalist gelişme olm aksızın da sosyalizmin kurulabileceğine dair düşüncelere onay verirken aslında bir toprak reformuna değil de komünal bir mülkiyete referans vererek, devrim sonrasında sosyalist devletlerle köylüler arasında yaşanan genel gelişmelere de yol vermiştir. (Selden,1993:42) Engels yine son dönem yazılarında kırsal topluluğun denetimi altındaki kooperatiflerin örgütlenmesine vurgu yaparken küçük köylülüğün m ülksüzleştirilmesinde zor kullanılm asına kesinlikle karşı olduğunun altını çizmiştir. Küçük köylülüğün ka­çınılm az yok oluşu öngörülmektedir ama bu kolektif üretimin sağladığı avantaj­ların görülmesi ile gerçekleşecektir. (Engels,1990) Sovyet ve Çin komünizmlerine kendi özgün renklerini veren en önemli boyutları, köylülüğün en baskın sosyal grup olduğu toplumlarda gerçekleşmelerine rağmen köylülükle kurdukları farklı ilişkilerdir.

Gerçekten de Rus ve Çin devrimleri köylülüğün büyük çoğunluğu oluşturduğu topraklarda gerçekleşti. 19. Yüzyılın başına kadar kendine özgü dinamikleri ile devasa bir üretimi gerçekleştirmeyi başaran, dünyada üretilen toplam hasılanın üçte birini tek başına üreten Çin, Afyon Savaşları sonrasında yaşadığı askeri ye­nilgilerin neticesinde aynen Hindistan gibi büyük bir gerileme anaforuna kapıldı. Dolayısıyla Çin’de sanayi üretimi toplam üretimin %3.5’ini devrime kadar hiçbir zaman geçemedi. Sanayi işçilerinin oranı da toplam işgücünün % 1’ini geçeme­mişti. Aynı rakamlar 1917 öncesi Rusya’da sırasıyla %16 ve %5 seviyesindeydi. (Skocpol,2004: 457) Dolayısıyla devrimin kaderi büyük oranda köylülük ile kuru­lan ilişkinin gelişimine bağlı olm ak durumundaydı.

Rus Devrimi ve KöylülükSosyalist klasiklerde küçük mülk sahibi köylülük ile ilgili sağlıklı bir tutum ge-

liştirilememesi Rus devrimcilerin kucaklarında devasa bir köylülük sorunu ile ik­tidara gelmelerine yol açmıştır. Rusya esas olarak bir köylü toplumuydu. Feodal düzenin mengenesinden kurtulalı daha 100 yıl olmamış olan Rus köylülüğünün devrimden temel beklentisi toprağa sahip olm ak ya da elindeki toprağı büyüt­mekti. Oysa Lenin’in 1919’da açıkça söylediği gibi devrimin temel amacı ise “iş­çiyle köylü arasındaki farkı bütünüyle ortadan kaldırmak, herkesi işçi yapm aktı”. (Selden, 1993: 65) Yani devrimin temel amacı köylülüğün elindeki toprak başta olm ak üzere üretim araçlarına el koymaktı. Bunun köylüler tarafından ne kadar büyük bir dirençle karşılaşacağı ise muhtemel ki pek de bilinmiyordu. Çünkü Bolşevikler köken itibariyle köylülükle oldukça mesafeli bir kent partisi idi. Kır­lardaki örgütlenmeler, köylülerle ilgili sağlıklı bir değerlendirmeye sahip olmayı mümkün kılacak boyutlarda değildi. Zaten biraz da bu yüzden devrimin hemen akabinde Bolşevikler tüm tarımsal özel mülkiyeti kamulaştırmaya dayanan ken­di programlarını değil de yıllardır ihtilaflı oldukları sosyalist devrimcilerin, bü­yük toprak sahiplerinin topraklarına el koymaya, bunları da küçük ve topraksız köylüye dağıtmaya dayalı programını uyguladılar. (Selden, 1993: 44) Aslında bu tavır, devrimin yaşayabilmesinin pamuk ipliğine bağlı olduğu koşullarda köylü­lerin rızasını kazanmak için toprak meselesinin ne kadar hayati olduğunu ortaya

Page 118: Yol Yaz 2013

koyan bir örnek teşkil etmektedir. Gerçekten de o kargaşa günlerinde istikrarın sağlanabilm esinde Bolşeviklerin bu pragmatik tutumunun büyük etkisi olm uş­tur. Fakat sanayinin büyük yatırım lar için gereken artı-değeri yaratma kapasite­sinin sınırlı olduğu Rusya ve Çin’de kentlerin beslenebilmesi ve sanayi atılımının yapılabilm esi için gerekli kaynakların sağlanabilm esi konularında yol alınabil­mesi devlet ile kırlar arasında sürekli gergin bir ilişkinin yaşanm asına yol açm ış­tır. Bu gerilim Rusya’da köylülük ile devlet arasında iplerin tamamen kopmasına yol açan 1929 kamulaştırmasında doruk noktasına çıkmıştır. 1929 Eylül’ü sonun­da kırsal aile topraklarının sadece % 7’si kamulaşmışken, Mart 1930’da aile top­raklarının % 59’u kolhozlara zorla katılmış durumdaydı. 11 milyon ailenin sahip olduğu toprak ve üretim araçları iki ay içinde zorla kamulaştırılm ış Lenin’in de­diği gibi köylülerin işçileşmesi tam am lanm ış olmuştur. Bu süreçte yaşananların olağanüstü travm atik etkileri olmuştur. Stalin kolektif çiftliklere katılmayanları Sovyet rejiminin düşmanı ilan etmiştir. Köylüler sahip oldukları hayvanların ya­rısını devletin eline geçmesin diye kendileri öldürmüştür. 146 milyon koyun ve keçinin üçte ikisi telef edilmiştir. (Selden, 1993: 51)

Sovyet deneyimi açısından bakıldığında köylülük bir sosyal yapı olarak, şüp­heyle yaklaşılan bir kesim olmuştur. İşçi sınıfı karşısında her zaman ikincil bir pozisyona sahip olarak değerlendirilmiştir. Bu anlamda Sovyet deneyimi tam anlamıyla kentleri ve sanayileşmeyi esas alan bir sosyalizm algısına sahiptir. Doğu’dan ziyade Batı’nın, geri kalmış kırsal toplumlarından ziyade sanayileşm iş, ileri, Batılı toplumlardan doğan bir sosyalizm anlayışına, Ortodoks bir tutuma daha yakın olmuştur. Bolşevik anlayış, Marksizm’i büyük oranda bir ilerlemecilik olarak yapılandırmıştır. Geri yapıların hızla tasfiyesi, toplumu sosyalizm e taşı­yacak üretici güçlerin gelişimi açısından hayatidir. Bu anlamıyla köylülük, hızla işçileştirilmesi gereken bir sosyal tabakadır. Sahip olduğu “küçük burjuva”, tam anlamıyla m ülksüzleşmemiş karakterle de her ne kadar ezilen bir tabaka olsa da tam anlamıyla m ülksüzleşmiş proletarya gibi geleceği temsil eden bir sınıf olamaz.

Burada ilginç olan, Stalin zamanında hızlı kolektifleştirmelere karşı eleştirel tutum aldığı ve NEP (Yeni Ekonomi Politikası) benzeri daha aşamacı bir tutumu önerdiği için idam edilen Buharin’in bile 1920’lerde yazdıklarıyla Stalin ’in icraat­larını destekler bir tutum almasıdır. “Basit meta üretimi kapitalist ekonominin embriyonundan başka bir şey olmadığına göre, ....mücadele kapitalizmle ko­münizm arasındaki mücadelenin devamıdır”(Buharin, 1989) “Dolayısıyla prole­tarya diktatörlüğünün kaçınılm az sonucu proletaryanın örgütlenme eğilimi ile köylülüğün meta üretiminin anarşik eğilimi arasında gizli ya da az çok açık bir mücadeledir”(Buharin, 1989:73) Bu mücadelede ise zorun kullanılm ası “mutlak ve tartışmasız bir gereklilik oluşturm aktadır” (Buharin, 1989:123)

Büyük bir toplumsal mobilizasyon üzerinden gerçekleştirilen Sovyet devrimi- nin, özellikle 1930’lar sonrası dönemi toplumun geniş kesimlerinin sürekli ola­rak politik yaşamdan dışlandığı, tamamen bürokratikleşmiş, parti merkezli bir devlet yapısı ortaya çıkarmıştır. Toplum devlete büyük oranda yabancılaşmıştır.

ÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 119: Yol Yaz 2013

oo

ÇKP NEDEN AYAKTA?

Bu yabancılaşma hali rejimin kendisini daha fazla tehdit altında hissetmesine yol açmış, bu his arttıkça bürokratikleşme ve bütün ipleri tek elde toplama eği­limleri daha da güç kazanmıştır. Bu dönemde Marx’taki “ilkel sermaye birikim i” kavramına atıfla “ilkel sosyalist birikim yasası” kavramının üretilmesi dahi köy­lülüğe üretici güçlerin gelişimi sağlam ak için gereken sermaye kaynağı olarak bakıldığının açık bir ifadesidir.2

Bolşeviklerin köylülüğe oldukça soğuk bakmalarının bir sebebi de hareketin doğuşundan itibaren kendilerini Sosyal Devrimciler adı verilen Narodniklerle (anarşizmden etkilenen ve Rus Devriminin köylü komünlerine dayanması gerek­tiği düşüncesini benimseyen köylü devrimcileri) yürüttükleri mücadele içinde yapılandırm ış olmalarıdır. Rusya’da Marksizmin gelişimi öncesinde çok güçlü bir Narodnizm geleneği mevcuttu, bu gelenek Rusya’nın geleneksel aydınları ile yoksul köylülük arasındaki birliktelikten beslenmekteydi. Rus Sosyal Demok­rasisi ilk önemli politik tartışmalarını köylülüğün neden bir anti-kapitalist dev­rimin temeli olmayacağını savunarak Narodniklere karşı yürütmüştü. İki siyasi gelenek, Çarlığın en baskıcı günlerinde bile hiçbir zaman fazla yakınlaşm adı. Hatta Lenin’e suikast düzenleyerek kısa süre sonra ölmesine yol açan kişi de bir Narodnikti. Bu anlamda Bolşevik kadrolar içerisinde köylülüğün politik eğilim le­rine karşı hassasiyet her zaman en üst seviyede oldu.

Bolşeviklerin köylülüğe bu kadar araçsal yaklaşabilm esinin en önemli sebep­lerinden biri de hiç kuşkusuz parti olarak bu sosyal kesimle olan bağlarının çok sınırlı olmasıdır. Büyük kentlerdeki işçi havzalarında örgütlü bulunan Bolşevik­lerin devrimin arifesinde dahi kırlardaki örgütlenmesi neredeyse yok seviyesin­dedir. Devrim sırasında partinin tüm Rusya’daki köylü üyelerinin genel toplamı sadece 494 idi.(Scott, 2008:312) Bolşeviklerin köylülükle sosyal bağları büyük oranda 1. Dünya Savaşı’nda yaşanan yenilgiler sonrasında ülkeye geri dönen Asker Sovyetlerinde örgütlenen, aslen köylü olan savaş gazileri üzerinden kurul­muştu. Bu durum devrim sonrasında yaşan gerilimli günlerde köylülük ile Bolşe­viklerin ilişkilerinin çok çabuk bozulmasının önüne geçebilecek mekanizmaları çok zayıf kılmıştır. Sovyet devleti kırlara müdahale etmek istediğinde bunu bü­yük oranda kentlerden örgütlenen unsurlar eliyle yapmaya çalışmıştır. (Scott, 208:306)

Çin Devrimi ve KöylülükOysa Çin Devrimi kendisini en baştan itibaren bir köylü devrimi olarak ko-

numlandırmıştır. Aslında Çin Kom ünist Partisi de büyük oranda kentli aydınlar arasında gelişen politik eğilimlerin bir sonucu olarak kuruldu. İlksel faaliyetleri de yoğun olarak kentlerde yapılan işçi örgütlenmeleri şeklinde gerçekleşti. Çin komünistlerinin köylülükle kaynaşması aslında büyük oranda mecburiyetten

2 "İlkel sosyalist birikim yasası”nın mucidi Preobrazhensky, parti merkezinin çok daha yoğun bir sanayileşme politikasını öner­diğini ifade eden Stalin’in konuşmasını dinledikten sonra Troçkiyandaşlığından partiye geri dönmüş, kolektifleştirme sürecinde etkin olmuştur. (Silber, 1998:164)

Page 120: Yol Yaz 2013

kaynaklandı. 1911’de Ç in’de gerçekleşen devrim Qing hanedanını sona erdir­mişti ama yerine istikrarlı bir devlet yapısı inşa edememişti. Yoğun iç kargaşa ile tasvir edilebilecek bu dönemde Çin komünistleri Kom intern’in de yönlen­dirmesiyle milliyetçi parti Koum intang ile birlikte siyasi faaliyet yürüttü. Fakat 1927’de bu ittifak milliyetçilerin, komünistlerin hızlı büyümesinden duyduk­ları kaygı ile karşı saldırıya geçmelerinden sonra bozuldu. Kom ünist kadrolar şehirlerdeki katliam lardan kaçarak kırlarda konumlandılar. İşte bu süreçten sonradır ki devrimin gerçekleştiği 1949 yılına kadar komünistler büyük oranda Çin kırlarında kurdukları kızıl üslerden faaliyetlerini yürüttüler. Bu şehirlerden kırlara göç sürecinde Sovyetler Birliği Kom ünist Partisi’nin proletaryanın terk edilmemesi gerektiğine dair çağrıları da not etmekte fayda var. Denebilir ki bu 20 yıldan uzun süren iç içe yaşama hali komünistlerle köylülüğü bütünüyle iç içe geçen iki taraf haline getirmiştir. Bu iç içe yaşama hali Çin Marksizmine de çok yoğun bir biçimde dam gasını vurmuş, Çin devrimini büyük oranda bir köylü devrimi haline getirmiştir. Marksist bakış açısından sorunlu bir tutum gibi görünse de-proleteryadan ziyade ağırlıkla köylülüğe dayanan bir sosyal devrim-Çin toplumunun yapısı bu durumu zorunlu hale getirmekteydi. Dev­rimin gerçekleşmesi öncesinde komünistlerin faaliyetlerini uzun bir süre kır komünlerinde yürütm ek zorunda kalmaları, devrimin temel stratejisinin “kır­lardan kentlerin kuşatılm ası” olması gibi sebepler Çinli komünistlerle köylülük arasında organik bir ilişkinin oluşmasına yol açmıştır. Kırlardaki gerçek ilişkinin bilgisine sahip olabilm ek dahi Çinli komünistlerin Bolşeviklerle karşılaştırıldı­ğında sahip oldukları çok büyük bir avantajdı. Devrimin neredeyse tamamen köylülerden oluşan bir ordu tarafından gerçekleştirilmesi, köylü kökenli kad­roların partide yoğun olarak bulunması yine sahip olunan büyük avantajlardı. Bolşeviklerin devrimin ilk yıllarında karşı karşıya kaldıkları 150 köylü ayaklan­ması büyük oranda bu imkânlara sahip olam am anın yarattığı sonuçlar olarak değerlendirilebilir.(Scott, 2008: 317)

Çin sosyalizm ini özgün ve bu anlamda daha yaratıcı kılabilen yaklaşım lardan biri de devrimin Çinli karakterinin daha en baştan itibaren vurgulanm ış olm a­sıdır. Çinli komünistler her ne kadar uluslararası komünist hareketin bir parça­sı olarak konumlanmış olsalar da kendi toplumsal yapılarının özgünlüklerinin devrime damgasını vuracağının en baştan beri farkında olmuşlardır. Marksizmin Çin’e özgü bir yorumunun yapılmaya çalışılm ası, köylülükle çok daha olumlu ilişkilerin kurulabilmesine imkân sağlamıştır.

“Metayı ve meta üretimini bu şekilde, sadece kamu mülkiyeti ilan ederek yok etmek köylülüğü soym ak demektir”(Mao,2010:104) “Eğer hatalar yaparsak köy­lülüğü düşman saflarına iteceğiz”(Mao, 2010:105) Mao’nun bu son tespiti özel­likle Sovyetler Birliği’nde yaşanan deneyimden yola çıkarak yaptığı kesin gibidir. Mao, meta üretimi konusunda da Buharin kadar sekter ve ekonomik indirge­meci bir tutum içinde değildir. “Kapitalistlerin tasfiyesinden sonra meta üreti­mini büyük ölçüde genişletmenin meşru olduğunu anlamadan, kapitalizmden korkuyorlar.”(Mao, 2010:106)

VO

ÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 121: Yol Yaz 2013

o<NÇKP NEDEN AYAKTA?

Tarımda kolektifleştirme neredeyse tüm sosyalist ülkelerde yaşanm ış ve köy­lülükten benzer tepkiler almıştır. Fakat hiçbir ülkede Rusya’daki kadar büyük kanlı olaylar eşliğinde gerçekleşmemiştir. Sosyalizmi kurabilmek için hızlı bir sa­nayileşme ve kalkınma hamlesi gerçekleştirmek isteyen sosyalist devletler, kır­sal yapıların artığına en etkin şekilde el koyabilmek için kendilerini kolektifleş­tirme yapm ak zorunda hissetmişlerdir. Hatta bu konuda Sovyetler Birliği ile ters düşen Yugoslavya ve Çin bile kolektifleştirmeyi denemişlerdir. Devrim öncesinde kırsal gerilla mücadeleleri yürütmeleri dolayısıyla köylülük ile çok daha içli dışlı olan, onların sosyo-ekonomik talepleri ile ilgili daha yakından bilgi sahibi olan Yugoslav ve Çin komünistleri en azından kolektifleştirmeyi gerçekleştirirken Rusya’da yaşanan seviyede bir devlet terörüne imza atmamışlardır. Yugoslavya 1949’da kolektifleştirmeye gitmiş fakat oluşan olumsuz sonuçlar sonrasında geri adım atm ak zorunda kalmıştır. 1953 yılında kolektif çiftliklerde yaşayanlara ken­di topraklarında çalışm ak ya da kolektif çiftlikte kalm ak seçenekleri verildiğinde kolektif çiftlik sistemi bir gecede çökmüştür. Çin’de de 1955 yılında gerçekleşen kolektifleştirme ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılan ve devasa üretim artışları gerçekleştirmeye çalışan ileriye Doğru Büyük Atılım kampanyasının olumsuz ekonom ik sonuçları Mao’nun itibar kaybetmesine yol açmış, 1960’la- rın başlarında kolektifleştirme politikasının esnetilmesine sebep olmuştur. (Sel­den, 1993: 56) En önemlisi de Sovyetler Birliği’nde sosyalizm in, kentlerin kırları fethetmesi ve yutması olarak yaşanm asına rağmen Çin ısrarla kırlara dayalı bir toplum olma özelliğini korumuştur. Köylüyü, modern öncesi rejimlerdeki gibi toprağa bağlayan-hukou adı verilen bir ikamet sistemi aracılığıyla-Çin’de kırla­rın nüfusu reform sürecine kadar azalmamış, hatta oran olarak kentlere göre art­mıştır. Ç in’in oldukça yoğun bir sanayileşme yaşadığı yaşadığı 1952-1976 yılları arasında kırların nüfusu 332 milyon artarak toplam nüfusa oranını %87.5’den % 88’e çıkarmıştır. (Selden, 1993: 191) Sovyetler Birliği’nde ise 1926’dan 1966’ya gelene kadar kentli nüfus oranı % 15’ten % 55’e çıktı. (Deutscher, 1990: 69) Çinli komünistler kent ve kırlar arasında dengeli bir tutum benimseyebilmenin öne­mini fark etmişlerdi. Kırsal bölgelerin sanayileştirilm esi dolayısıyla işçilerin ta­rımsal üretimden tamamen kopmamaları prensibi hem Mao dönemine hem de Deng’li reform yıllarına damgasını vurmuştu. Hızlı sanayileşm e kentlerde bes­lenmesi gereken devasa bir nüfus yaratıyor, bu nüfusun beslenebilmesi mese­lesi köylülük üzerindeki devlet baskısının artmasında yol açıyor, bu da köylülük ile devlet arasındaki yabancılaşmayı arttırıyordu. Barrington Moore, benzer bir anlatımı mutlak monarşilerin köylü isyanlarını arttırıcı etkilerini anlatm ak için kullanmıştı. “..büyüyen askeri kuruluşların ve kamu bürokrasisinin giderlerini karşılayabilm ek için köylülerin üzerlerindeki yükü arttırıp ağırlaştırdığı yerler­de” köylü ayaklanmalarının patlama potansiyeli artmaktaydı. (Moore, 1989:367) Sosyalizm de hızlı kentleşmenin ve sanayileşm enin yükünü köylülük üzerine yıktıkça sosyal meşruiyetini kaybetti. Ç in’de bu sürecin daha dengeli idare edil­mesi -Alain Badiou’nun deyişiyle Çinli komünistlerin “köylerin kentlerin lehine şiddetle silinm esine taraftar olm am ası” (Badiou, 2011:92) Komünist Partisi’ne

Page 122: Yol Yaz 2013

reform sürecine öncülük edebilme şansı verdi. Reform sürecinin - ki esas olarak toprakların komün denetiminden aile denetimine geçirilmesi ile başlar-1978’de başlaması ve sosyalist sistemi dünya çapında etkisi altına alan fırtınayı öncele- mesi, reformun en kısa vadeli getirilerinin ise büyük oranda kırsal kesimler ta­rafından toplanm ası3, Çin devletinin toplumsal desteğine büyük katkısı olduğu üstünden atlanam az bir gerçektir. Aynı gerçeğin, Çin’in hızlı büyüme sürecini destekleyen “sınırsız ucuz işgücü” nü oluşturan maddi temeli de yarattığını not etmeden geçemeyeceğiz.

Meşruiyet Kaynağı Olarak Bürokrasiye Karşı Mücadele

Sovyet Devrimi’nde Bolşevik Parti çok özel bir rol oynamıştır. Lenin tarafın­dan yönetilen ve bütünüyle iktidarı almaya dönük bir organizasyon olarak öne çıkan Bolşevik Partisi, 1917’nin karm aşık günlerinde öne çıkan en organize ve diri güç olarak iktidarı ele geçirmiştir. Lenin’in daha önce pek de bulunmayan bir Marksist parti teorisinin yaratıcısı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Fakat Lenin’de parti, işçi sınıfının içindeki eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak sınırları son derece kalın çizgilerle belirlenmiş bir elit devrimciler partisi olarak yapılan­mıştır. Bu partinin temel görevi sınıfa dışarıdan bilinç taşınmasıdır. Lenin, sınıfın kendiliğinden bilincinin politik bir dönüşümü desteklemek noktasına varama­yacağını varsayıyordu. (Lenin , 1993) Dolayısıyla parti ile sınıf arasında tek yönlü biri ilişki söz konusu idi. Bu ilişki devrim sonrasında da büyük oranda devam etmiş,aşağıdan denetim m ekanizmalarının bütünüyle ortadan kalkması sonra­sında ise bürokratikleşmenin olgunlaşabileceği bir ortamın oluşmasına yol aç­mıştır.

Çin komünistlerinin Mao’nun şahsında bu konuda geliştirdikleri tutumda yu­karıda çerçevesi çizilen yaklaşım dan önemli farklılıklar mevcuttur. “Bu farklılık­lar, ilk olarak Kızıl Ordu’nun kurulması ile ortaya çıkan Marksizm Leninizmin Çin modelinden kaynaklanm aktadır... Bu mücadele esnasında, halkın taleplerine tek partinin sınırları içerisinde yanıt üretme felsefesi geliştirdiler”(Desai,2007: 45) Maoculuk’da öncü parti yaklaşım ı korunmasına rağmen uyulması gereken doğru çizgi olarak “kitle çizgisi” öne çıkarılmıştır. Parti kitlelerin sadece öğret­meni değil aynı zamanda öğrencisi de olm ak zorundadır. Partinin yürüttüğü po­litik çalışma “kitlelerden kitlelere” sloganı çerçevesinde ele alınıyordu. Partiye düşen kitlelerdeki dağınık düşüncelerin toplanm ası, biraraya getirilmesi, yoğun­laştırılması ve sonrasında yeniden kitlelere taşınarak sınanmasıdır. Daha doğru düşüncelere parti kadrolarının dar, merkezi, sınırlı toplantılarında ulaşılamazdı. “Kitlelerden kitlelere” yaklaşım ı ile “her seferinde düşünceler daha doğru, daha yaşam sal ve daha zengin hale gelene kadar sonsuz şekilde bir sarm al içinde tek­rar tekrar yapılarak” politik yöntemler geliştirilmeliydi. Bu epistem olojik açıdan

3 "Aile ekonomisinin genişletilmesi sürecinde öncülük yapan eyaletlerden Siçuan’da kişi başına düşen gelirin 50 yaun’dan -yoksulluk sınırı- az olduğu illerin(county) sayısı 1977’den 1979’a gelene kadar 39’dan 3’e düşmüştür.” (Selden, 1993:152)

<NÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 123: Yol Yaz 2013

<N<NÇKP NEDEN AYAKTA?

da genel bir “bilimsel doğru”, “tek doğru” yaklaşım ından ziyade çerçevesi geniş, demokratik katılıma açık bir anlayışı temsil ediyordu. John K. Fairbank’in deyi­şiyle kitlelerden kitlelere yaklaşım ı Çin geleneklerine uygun bir tür demokrasiy­di. (Fairbank, 1992: 319) Bürokratikleşmeye karşı “kitle çizg isi” nin sürekli diri tutulması ile ilgili hassasiyet belirgindir.

“Bir yanda bürokratik sınıf, diğer yanda işçi sınıfıyla yoksul ve alt orta sınıf köylüler, keskin olarak ayrılmış iki uzlaşm az sınıftır. Bunlar işçilerin kanını emen burjuva unsurlara dönüşüyorlar veya dönüştüler. Bunlar sosyalist devrimin ge­rekliliğini nasıl teslim edebilirler? Onlar mücadelenin hedefleridirler, devrimin hedefleridirler.” (Zedung, 2010)

Bunun en aşırı örneği 1970’lerdeki Kültür Devrimidir. Kültür Devrimi, parti içindeki bürokratikleşmiş “kapitalist yolcu”lara karşı halkın harekete geçmesi­nin bilfiil Mao tarafından tetiklenmesi olarak tanımlanabilir. Yarattığı kimi aşırı sonuçlara rağmen iki komünist çizgi arasındaki tarz farkını ortaya koyması açı­sından çarpıcı bir örnektir. Kitlelerin politik mobilizasyonunun bir politik araç olarak düşünülmesi komünist iktidarlar açısından pek görülmüş bir durum de­ğildir. Kültür Devrimi, bu bürokrasi karşıtı söylemi ve donuk, hareketsiz komü­nist ülkeler imajını yıkacak bir biçimde bir sosyal canlılığı çağrıştırması anlam ın­da da 1968’de Batı’da yükselen gençlik hareketlerinin ilgi odağı olmuştu. Bir çok noktada katı merkezi, bürokratik ve hantallaşmış Sovyetler Birliği çizgisindeki partilerin karşısında Maoculuk, uzunca bir süre devrimci alternatifi, temsil et­mişti. (Badiou, 2011)

Kültür Devrimi, şu anki Komünist Partisi tarafından Mao’nun en büyük iki yanlışından biri olarak tasvir edilmektedir. Hatta Deng tarafından başlatılan 1979’dan itibaren başlayan Reform Süreci, büyük oranda Kültür Devrimi’nin anti-tezi olarak tanımlanmaktadır.(Tianyu, 2003) Fakat birçok yazar, kendilerini Kültür Devrimi’nin reform sürecini koşullayan önemli sonuçlarını vurgulam ak zorunda hissetmektedirler. “Sınıf mücadelesinin esas alındığı bu dönemde” Mao, kapitalist yolcu olarak nitelendirdiği parti bürokratlarına karşı kitleleri se­ferberliğe çağırmıştır. Yaşanan kitle mobilizasyonu çok fazla ilkelliğe yol açmış, entelektüellere dönük tepki sanat eserlerine dönük saldırılara kadar boyutlan- mıştır. Üniversite kampüsleri kapatılmış, entelektüeller “arınmak” üzere köylere gönderilmişlerdir. Fakat Çin’deki reformların Rusya’daki sonuçları yaratmama- sının en önemli sebeplerinden bir tanesi de Kültür Devrimi sürecinin bürokrasi üzerinde yarattığı terörizasyondur. Sovyetler Birliği’nde parti içindeki bürokratik kadrolar devletin elindeki zenginliklerin yağm alanm asına öncülük etmişlerdir. Oysa Ç in’de kitlelerin yoğun baskısı altında iç bütünlüğünü ve özgüvenini kay­betmiş olan bürokrasi Sovyetler Birliği’ndeki gibi bir şok restorasyona cesaret edememiştir. Çin’de yürüyen reform sürecinin çok daha ağır ağır ve aşağıdan yukarıya doğru yürümesinin bir sebebi de budur. Ortada tam bir totaliter devlet görüntüsü olsa da toplumun tepki verebilme kapasitesi ve bu konudaki geçmiş deneyimler dengeleyici unsur olarak devreye girebilmektedir. Dolayısıyla parti yetkilileri tabandan gelen şikayetlere oldukça hassas davranm ak durumunda

Page 124: Yol Yaz 2013

kalabilmektedirler.4 Bir dünya bankası yetkilisi olan Ramgopal Agarwala, bu duruma dair bir gözlemini şöyle paylaşmaktadır: “Üst düzey Çinli liderlerin top­lumun farklı seviyelerindeki insanlarla ilişki içinde olmaya Hindistan gibi daha demokratik biçimde örgütlenmiş toplumlardaki meslektaşlarına göre daha fazla ilgi gösterdiklerini gözlem ledim ”(Arrighi ve Zhang, 2010: 25)

Çin-Rus Rekabeti ve EtkileriÇin ve Sovyetler Birliği, 1950’lerin sonlarından itibaren sosyalist blok içindeki

iki büyük rakip haline gelmişlerdi. Bu politik zıtlaşm a Çin’i Sovyetler Birliği de­neyiminden daha farklı yollar aramaya iten faktörlerden birisidir. Merkezi plan­lama konusunda da Çin’deki uygulama hiçbir zaman Sovyetler Birliği’nde uy­gulanmaya çalışılan Gosplan’lar kadar kapsamlı hale gelememiştir. Bu durum, merkezi fabrikalarda işçilerin kendi inisiyatiflerini işyerlerine yansıtmalarını sağlayan kimi boşluklar oluşması sonucunu doğurmuştur. 1960 yılında Anshon Demir ve Çelik işletmesi’nde çalışan işçiler tarafından hazırlanan rapor, işçile­rin işyerleri yönetimlerine katılım, işletmeyle bütünleşme ve reform taleplerini ifade etmekteydi. Raporda ortaya konan çerçevenin daha sonraları Japonya’da uygulamaya konan toplam Kalite Yönetimi gibi yeni yönetim teknikleri ile pa­ralellikler taşıdığı kabul edilmektedir. (Wen,2005: 5) Bu durum reform sonrası süreçte hızlı gelişmeyi mümkün hale getiren deneyimli sanayi işçisi profilini de açıklanabilir hale getirmektedir. Ç in’de yapılan yatırımların yüksek kar oranları sağlayabilm esinin en önemli sebepleri arasında pahalı makinelere yatırım yap­maktansa çok düşük ücretlere çalışan ama yüksek becerili işçilerin daha fazla sayıda istihdam edilmesi ile çok fazla sayıda işçinin aynı oranda yüksek sayıda yönetici personele gerek duymaksızın çalışabilm e yetileri en başta sayılm akta­dır. Bu durumun işyerlerindeki özyönetim geleneğinin işçilere kazandırdığı de­neyimlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. (Arrighi, 2009)

Sosyalist Gelenekteki Farkların EtkileriMao’nun sosyalist düşünceye en önemli katkısı çelişki kavramını özgün ele

alışından kaynaklanmaktadır. Mao, klasik Hegel diyalektiğindeki tez-anti tez- sentez gelişimini reddeder. Ona göre sentez imkansızdır, çelişki mutlaktır. Çelişki içermeyen hiçbir şey yoktur; hiçbir şey çelişkisiz var olamaz. (Zedung, 2008:85) Çelişkiyi bu şekilde kaçınılam az bir durum olarak tespit etmek, karşıtı ile çelişki içinde bulunsa bile bir arada bulunmayı meşrulaştırır. Felsefi alanda geliştiri­len bu tutumun pratik sorunlar ve tarihi Çin düşünce gelenekleri gibi iki önem­li kaynağı olduğu düşünülebilir. Mao’yu çelişkiyi ve zıtların birlikte varoluşunu vurgulamaya bu kadar iten 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Japon işgali kar­şısında, kendilerine dönük kanlı saldırılar gerçekleştirmiş olan milliyetçilerle it-

4 Geçtiğimiz günlerde Wukan’da yaşanan bir köylü isyanında hükümet bir süre direndikten sonra hem köylülerin taleplerini kabul etmek zorunda kalmış hem de yolsuzlukla suçlanan parti yöneticisi yerini isyanın başını çeken köylü liderine bırakmak zorunda kalmıştır. Son dönemde ortak toprakların usulsüz satışı sonrasında bir çok köylü isyanı yaşanmıştır. (Wines, 2012)

co<NÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 125: Yol Yaz 2013

<NÇKP NEDEN AYAKTA?

tifak yapma ihtiyacının ortaya çıkm ış olmasıydı. Zıtların bir arada bulunmasının kaçınılm azlığı o dönemde Koum intang’la girişilen ittifaka yapılacak “duygusal” itirazların boşa çıkarılmasına hizmet edecekti. Çelişkiyi mutlaklaştıran görüşün antik Çin düşüncesinde yansımalarını bulm ak zor değildir. Özellikle Taoculuk bu hayatın çelişkili bir bütün olarak gören anlayışıyla Mao’yu da etkilemiştir.

Bu değerlendirmelerin yapıldığı dönemde Ç K P ’nin programına damgasını vuran yaklaşım da sosyalist ve kapitalist ilişkilerin bir arada var olacağı bir Yeni Demokrasi sürecidir. 1949’da gerçekleşen devrim 1956’ya kadar büyük oranda bu programa sadık kalmıştır. Özel olarak ulusal burjuvazi ile ittifak korunmuş, özel mülkiyet hızla ortadan kaldırılmamıştır. 1953’te Ç in’de sanayi üretiminin % 37’si özel sektöre aitti. Reform sonrası dönemde yaşananları Yeni demokrasi teorisi üzerinden açıklamaya çalışan çok fazla sayıda çalışma vardır. Zıtların zo­runlu birliği anlayışı “piyasa sosyalizm i” gibi kimilerine oksimoron gelebilecek bir kavramı Çin kültürü açısından anlaşılır bir hale getirmektedir. Zıtların mutlak birliği yaklaşım ı Aristo’nun formel mantığı dışında daha sentezci ve pragmatik düşünme biçimlerine yol açmaktadır. Komünist partisi iktidarının dünyanın en hızlı büyüyen kapitalist ülkesinde sürebilmesi de bu düşünce biçiminde kendisi­ne bir zemin bulabilmektedir.

Sovyet “Siyasal iktisat” ders kitabını eleştiren Mao, “sosyalizm de çelişkiler uzlaşm az değildir” tespitini eleştirir. Çin marksizminin özgün yanlarından biri de teori ve pratik arasındaki ilişkide önceliği pratiğe vermektir. Hatta Arif Dirlik gibi kimi yazarlar Çin sosyalizm inin en ayrıksı yanının izlenecek-benimsenecek po­litika konusunda deneylere açık olması olduğunu belirtmişlerdir. (Dirlik, 2010) Bu deneylere açıklık iktidarın farklı politikalara uyum sağlayabilm e yeteneğini arttırmaktadır. “Kitlelerden kitlelere” yaklaşım ında ya da Kültür Devrimi uygu­lamalarında olduğu gibi parti dışı dinamiklerin süreçlere dahil olabilmesine im­kan tanımaktadır. Deneylere ve öğrenmeye açık olma, kendini yenileyebilmek açısından çok önemli bir dinamiktir. Dünyanın birçok ülkesinde Marksist parti­lerin muhalif olarak bile toplumsal yaşamda kendilerine yer bulamamalarına rağmen Çin marksizminin bütün tartışmalı durumlara rağmen çok sıra dışı bir deneyim yaşayan Çin’i birada tutan bir rolde kendini var edebilmesi, kendini canlı ve güncellenmiş durumda tutabilme yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal dinamiklerle canlı bağlar kurabilmeye açık olm ak bu anlamda hem komünist partisinin sürekli kendisini yenilemesine yol açmış hem de toplumun partiyle olan bağlarını bir seviyede diri tutabilmiştir. Toplumsal dinamiklerin sürece özne olarak katılabilmelerinin önünün bir biçimde açık olabilmesi çok önemli bir rıza mekanizması olarak çalışmaktadır. Mao’nun en ünlü m akalele­rinden biri Mayıs 1930 tarihli “Kitap Tapıncına karşı Ç ıkın”dır. Teorinin değeri­nin pratiğe yansımasıyla sınanm ası gerektiği yazıda döne döne vurgulanır. Kitap tapıncının üstesinden gelmenin yolu olarak fiili durumu sorgulam ak gösterilir. Daha yüksek bir organdan gelen kararların sorgulanıp anlaşılm aksızın memurca uygulanması da yazıda eleştiriye konu olan sorunlardandır.

Page 126: Yol Yaz 2013

SonuçSosyalist devletlerin siyasal istikrarı büyük oranda kentlerin iaşesini sağla­

mak ve sanayi gelişimi için gereken kaynakları tarım kesiminden çekebilmek sorunlarını nasıl halledebildiğine bağlı olmuştur. Bu sorunun zor ve şiddet kulla­nılarak, radikal biçimlerde çözülmesi rejimin rıza üretebilme kapasitesini nere­deyse bütünüyle tahrip etmiştir. Bunun en belirgin gerçekleştiği ülke Sovyetler Birliği olmuştur. Yaşanan yabancılaşmayı ortadan kaldıracak hiçbir gelişmenin yaşanm am ası, iktidar partisi ile büyük oranda köylülükten oluşan toplum ara­sındaki bağların kopmasına yol açmıştır. Dolayısıyla Glasnost politikasının siya­sal baskıyı hafifletmesinin akabinde rejim hızlıca çökmüş, geçiş sürecini istikrarlı bir biçimde yönetebilecek bir iktidar ayakta kalamamıştır.

Çin ise bambaşka bir yol izlemiştir. Komünist Partisi, iktidarını korumayı be­cererek yoluna devam etmektedir. Şurası açık ki ekonomik büyüme ve istikrarı bu biçimde sağlam ayı devam edemese, iktidarını sürdürebilmesi son derece zor olurdu. Dolayısıyla iktidarın en büyük meşruiyet kaynağı olarak ekonominin dev adımlarla büyümesinin gösterilmesi yanlış olmaz. Parti, büyük bir fırtınayı ön­ceden giriştiği reformların özellikle kırsal nüfusun hayatına olumlu etkileri saye­sinde atlatabilme şansı bulmuş ve bu şansı da iyi kullanmıştır. Biz bu metinde, Parti’nin bu şansı diğer sosyalist ülkelerden farklı olarak elde edebilmesinin bü­yük oranda kendine özgü sosyalizm anlayışından kaynaklı olduğunu göstermeye çalıştık. Dışarıdan son derece otoriter bir devlet yapısına sahip gibi görünmesine rağmen Çin’in oldukça canlı bir sosyal yaşama sahip olduğu söylenebilir. Reform sürecinin yarattığı sosyal eşitsizliklere, sanayileşme ile son yıllarda gitgide artan çevre kirliliğine karşı mücadelelerin varlığı belirtilmelidir. Toplumsal konularla ilgili gerçekleşen kitlesel eylemlerin sayısı 1993’teki 10 binlerden 2004’te 74 bine kadar yükselmiştir. Bu olaylara katılanların sayısı da aynı sürede 730 binden 3.8 milyona tırmanmıştır. (Yang, 2005:152) Buradan Çin’in çok demokratik bir ülke olduğu çıkarsam ası yapılam ayacağı gibi ülkedeki sosyal canlılığı da görmemez­likten gelinemez. Bir tarafta yazdıkları şiirler yüzünden onlarca yıl hapis ceza­sı alan şairler bir taraftan da köylülere kendi köy yöneticilerini seçme hakkının sunulduğu Köy Seçimleri uygulamasının geliştirilmesi aynı süreçte gelişmekte­dir. ilk kez Deng tarafından 1986 yılında dillendirilen politik yapısal reformlar (zhengzhi tizhi gaige) ağır aksak da olsa hayata geçirilmektedir. Konfüçyüs öğre­tilerinin yeniden gündeme gelmesiyle kavramsallaştırılmış gibi görünen “uyum­lu toplum ”(harmonious society / hexie shehui) devlet Başkanı Hu Jintao tarafın­dan bol bol kullanılmaktadır. Hu, uyumlu toplumu tanımlarken “halk içindeki çelişkilerin doğru ele alınm ası” nın önemine sık sık vurgu yapmaktadır.

“Komünist tek parti iktidarı altında yapılan politik reform anlamlıdır, çünkü devlet organlarının ve yerel parti bürokrasisinin hesap verebilirliğini önemli oran­da arttırarak rejimin meşruiyetini geliştirmektedir. Bu öncelikle hukuk devletinin güçlendirilmesi, siyasi katılımın genişletilmesi (yerel ölçekte) ve hükümeti daha profesyonel, saydam ve hesap verebilir hale getirerek yapılm aktadır”(Heberer ve Schubert, 2005:12)

LO<NÇKP NEDEN AYAKTA?V

Page 127: Yol Yaz 2013

SO<NÇKP NEDEN AYAKTA?

Bir diğer görüşe göre de komünist önderliğin sahip olduğu “otoriter esneklik” en azından kısmen Çin’in gerçekleştirdiği politik reformlardan kaynaklanmakta- dır.(Nathan, 2003) Çin’deki otoriterizm geleneği ile ilgili Batılı önyargılara karşı önemli eleştirilerden biri de Dirlik’ten gelmiştir. Dirlik’e göre Çin tarihinden kay­naklanan otoriterizm geleneği geçmişte Ç in’in neden komünist olduğunu açıkla­makta kullanılırken şimdi de Çin’deki piyasa uygulamalarının başarısının temel sebebi olarak gösterilmektedir.(Dirlik,1995)

Sosyalist rejimleri de sosyal hareketliliğe, siyasi tartışmalara alan açabilme, toplumun tepkilerine açık olabilme kriterleri açısından bakarak özgürlükler skalasında farklı noktalara oturtabiliriz.. Maoizm, köylülüğün rızasını kazanma noktasında hassasiyetini koruyan, kitle seferberliğini motive eden, kitle çizgisi­ni parti çizgisi ile bütünleştirmeye çalışan, kitle çizgisini kötürümleştirebilecek bürokratik eğilimlere karşı toplumu harekete geçirebilmeyi esas alan, çelişkinin mutlaklığı fikri üzerinden düşünsel farklılaşm alara daha makul bir çerçevede yaklaşabilen bir zemine sahip olagelmiştir. Zizek, Maoizmin bu yönlerini kendi­ni sürekli devrimcileştirme anlayışı ve devlet yapılarının kemikleşmesine karşı sürekli bir mücadele olarak tanımlamış, bu değişim dinamiği ile kapitalizmin iç­sel dinamikleri arasında bir yapısal bağlaşıklık olduğunu tespit etmiştir. (Zizek, 2008)

Çin devriminde köylülük ile parti arasında kurulan bağın sahiciliği sosyalizm deneyimleri içerisinde oldukça ayrıksıdır. Sovyet devriminde aynı bağın işçilerle Bolşevikler arasında bulunduğu düşünülebilse de işçilerin toplum içerisinde o dönemde çok küçük bir azınlık olarak kaldıkları unutulmamalıdır. Bu bağ, im­paratorla küçük köylülük arasındaki tarihsel bir aradalığın modern zamanlarda bir yeniden sahnelenmesi olarak da gerçekleşmiştir denebilir. Çin sosyalizmi, Gramsci’nin tezlerine yakın bir biçimde köylülüğün geleneksel yaşam tarzlarıy­la uyumlaşabilmeyi becermiştir. Çin küçük köylü kültürünün “yoksulluğa değil eşitsizliğe karşı olduğu” belirtilmektedir. Maoculuğun eşitlikçi tutumu, köylülü­ğün bu tarihsel bilinci ile örtüşmüştür.

Sovyetler ile yaşanan karşıtlık Mao’nun, Ç in’de Sovyet planlam acılığının sa­vunusunu yapanlara karşı yürüttüğü polemiklere de yansımıştır. Sovyet tarzı plancılığın ağır sanayiye, kıyı bölgelerine ve merkezileşmeye dair saplantıya sa­hip olduğu ve tarımı, hafif sanayiyi, iç bölgeleri ve yerel inisiyatifleri ise görmez­den geldiği değerlendirmesi yapılmıştır.( Li, 2009) Bu bakış açısı Çin sosyalizm i­nin kendine özgü bir modernleşme arayışının bir sonucu olarak da okunabilir. Bu kendine özgü modernleşme anlayışı devrimci/dönüştürücü anlayışla Çin kül­türüne özgü uyum/harmoni geleneğini sentezlemiştir.

Devlet ve köylülük arasındaki bu ilişki biçimi reform sürecine de damgasını vurmuştur. Çin reform sürecini şok terapileri eşliğinde uygulamayan, kontrollü bir aşam acılıktan hala vazgeçmemiş tek post-sosyalist ülkedir. Reform süreci kent merkezli büyük özelleştirmeler ile değil kır komünlerinde elde edilen artı­ğın denetiminin adım adım hane halklarının denetimine verilmesi şeklinde yü­rütülmüştür. Köy ve ilçe girişimleri adı verilen kırsal hafif sanayi yapıları, Çin’de

Page 128: Yol Yaz 2013

reform sürecinin en önemli motor gücü olmuşlardır. Kırlarda tarım dışı faaliyet­lerle uğraşan işçilerin sayısı 1978’de 28 m ilyon’dan, 2003’te 176 milyona çık­mıştır. (Arrighi, 2008) 1978’den 1988’e Çin kırlarında kişi başına düşen gelir reel anlamda iki katından fazla artarak 134 yuan’dan 545 yuan’a çıkmıştır. (Selden, 1993: 33) Buralarda elde edilen gelir artışları aracılığıyla dünya yoksullukla mü­cadele karnesinde en yüksek notu almayı hak eden bir başarıyla kırsal yoksulluk önemli oranda azaltılmıştır. Reform sürecinin en önemli meşruiyet kaynağının da bu olduğu söylenebilir. Çin Devrimi’nin tarihsel birikimine bilfiil hakim olan Deng, köylülükle ilgili meşruiyet yaratma mekanizmasını aynen çalıştırmayı ba­şarmıştır. Böylece Kültür Devrimi’nin büyük şokunu atlatmaya çalışan bürokrasi kendisini konsolide edebilecek sosyal meşruiyet zeminini yaratabilmiştir.

Sovyetlerde ise yıkılış da kuruluş süreci gibi şok dalgaları eşliğinde yaşanmış, siyasi sonuç ise her iki durumda da toplumun siyasal yabancılaşması ve önce mafyöz feodalleşme, sonrasında da Putin tarzı otoriterleşmenin konsolidasyonu olmuştur.

Çin toplumunun bugününün anlaşılabilm esi için Maocu geçmişin mirası Ko­münist partisi nezdinde önemli bir faktör olarak varlığını sürdürmektedir. Kimi değerlendirmelere göre Çin’in Batı’ya göre yükselişinin yeni bir dünya düzensiz­liği mi, dünya düzeninin restorasyonu mu yoksa yeni bir dünya düzeni mi an­lamına geleceğini tahmin etmek hala kolay değildir.(Xing,2009: 16) Hatta Batılı kimi kaynaklarda Çin’de piyasa reformlarının Hu Jintao yönetimiyle birlikte ke­sintiye uğradığı tespit edilmekte, bu durum sert değerlendirmelerle eleştirilmek­tedir. (Scissors, 2009) Gerçekten de uyguladığı politikalarla neo-liberal anlayışa oldukça yatkın olduğu izlenimi veren bir önceki Devlet Başkanı J ian g Zem in’e göre, Hu dönemi reformun yol açtığı sosyal yaraların sarılması anlamına gelecek kimi gelişmelere sahne olmakta, devletin ekonomi üzerindeki etkinliği ise sıkı- laştırılmaktadır. “insan merkezli kalkınm a”, “sosyalist kırların canlandırılm ası” dönemin ön çıkan sloganları olmaktadır.

Bu sloganların yeniden öne çıkarılmasının sebebi uygulanan ekonomi po­litikalarının çok ciddi sosyal gerilimlere yol açmasıdır. Reform sürecine başlar­ken dünyanın en eşitlikçi toplumlarından biri olan Çin, bugün Dünya Bankası verilerine göre Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasında Malezya’dan sonra en eşitsiz toplum haline gelmiştir.(Yang, 2005:151) Ekonomik büyümenin faydaları toplumun tüm kesimleri tarafından eşit şekilde edinilememektedir. Bu anlam ­da ortada işçiler ve köylüler açısından idealize edilecek bir durum yoktur. Fakat Komünist Partisi, hala karşısında ciddi bir siyasi muhalif yapı bulunmadan ikti­darını sürdürebilmektedir. Partinin toplumdan hala alabildiği bu zımni destekte, yukarıda anılan sosyalist deneyiminin prestijinin payı olduğu düşünülebilir.

Çin sosyalizm inin öne çıkan somut durumlara uyum sağlayabilm e yeteneği Çin açısından ucu açık, nereye gideceği kesin olarak belli olmayan bir sürecin devamına imkân sağlamaktadır. Çin Komünist Partisi’nin bu sürecin yönlendiri­ciliğine devam edebilmesi tarihsel anlamda meşruiyet kaynağı olan köylülükle ilişkisini olumlu bir zeminde sürdürebilme yeteneğine bağlı olacaktır.

K>

ÇKP NEDEN AYAKTA?

Page 129: Yol Yaz 2013

oo<NÇKP NEDEN AYAKTA?

Bu tartışma üzerinden esas bakılması gereken ise kolektif mülkiyet biçimleri ile siyasal özgürlüklerin birbirini dışlam ayacak biçimde sentezlenebildiği siya­si programlar için ipuçları ortaya çıkarabilmektir. Sosyalist sistemlerin çöküşü üzerinden neredeyse 25 yıl geçmesine rağmen, sürecin kırılma noktaları ile ilgili hala bir konsensüs oluşamaması neo-liberal hegemonyayı büyüten en önemli unsurlardan biri haline dönüşmüş durumdadır. Çin, geçmişi ve bugünüyle bu sorunun cevabının araştırılabileceği devasa bir laboratuar olma vasfını hala kay­betmemiştir. Onun bu yönü, insanlık açısından, yakaladığı göz kamaştırıcı büyü­me oranlarından çok daha önemlidir.

Page 130: Yol Yaz 2013

SİYASİ DERGİ

İşçi sınıfı Kom ünden m ucizeler beklem i­yordu. İşçi sınıfının

p a r decret du peuple uygulana­cak hazırlop ütopyaları yoktur. İşçi sınıfı kendi öz kurtuluşunu ve bu kurtuluşla birlikte güncel toplum un kendi iktisadi geliş­m esiyle karşı konm az bir b i­çim de yöneld iğ i o daha yüksek yaşam biçim ini gerçekleştirm ek için uzun savaşım lardan, ko­şulları ve insanları baştan başa dönüştürecek tüm bir tarihsel süreçler dizisinden geçm ek zorunda olduğunu biliyor. İşçi sınıfı bir ülküyü gerçekleştir­m ekle değil, yalnızca yıkılm akta olan eski burjuva toplumun kendi bağrında taşıdığı yeni toplum öğeleri karşısındaki en­gelleri kaldırm akla yüküm lüdür. Tarihsel görevinin tam bilinci ve davranışında ona yaraşır olma kahram anca kararıyla işçi sınıfı, basın uşaklarının kaba sövgü­leri ve b ilisiz yavanlıkları karşı­sında sekterce fikirlerini bilim sel yanılm azlığ ın kesinliği üze- rindne döktüren kurulu düzen tutkunu burjuva doktrinerlerinin kasıntılı kayırm ası karşısında, gülüm sem ekle yetinebilir

KA R İ MARX "FRANSA’DA İÇ SAVAŞ"