yıldız tornavida - 13. sayı

48

Upload: yildiz-tornavida

Post on 21-Mar-2016

268 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Bu sayıda, Ar-Ge Destekleri, Bilinçaltı Mesajlar, Entropi, Kaos Teoremi gibi köşe yazılarının yanı sıra; yapılan sosyal aktiviteler, kulüp olarak yapılan aktiviteler, kulüp organizasyonları, Batuhan Yılmaz Röportajı ve yazarların popüler bilim tadında mimari, teknoloji, tarih ve sosyal içerikli yazıları yer alıyor.

TRANSCRIPT

ĐÇĐNDEKĐLERİÇİND EKİLER

6 6.İLTEK Günleri’nin Ardından

8 Teknik Gezi: Mercedes

9 IEEE İstanbul Bölge Toplantısı

10 Yıldızlar El Kaldırsın

12 YPY’11 Proje Yönetimi Eğitimi

14 IEEE Türkiye Gold Kongresi

15 Ae2 Project - Shell Eco Marathon

18 Ar - Ge Destekleri“Öğrenci Adamsın, Yanında Bulunsun”

22 Staj Nedir? Neden Yapılır?24 Fiber Yarı İletkenler ve Akıllı Giysiler

İÇİND EKİLERĐÇĐNDEKĐLER

Enerji Yalanları 26

Entropi 28

Kaos Teoremi - II 30

Röportaj: Batuhan Yılmaz 32Bilinçaltı Mesajlar 38

Sürüş Destek Sistemleri 40Modernite ve Getirdikleri 42

Rüya İçinde Rüya Görüyorum, Öyleyse Varım 44

Bunu Mu Demek İstediniz 45

Nerede Ne Var 46

6.ĐLTEK Günleri’nin ArdındanTeknolojiye Davetlisiniz!

6

Sektörün en köklü öğrenci etkinliği olan İLTEK Günleri’nin 6. sı “Tekno-

lojiye Davetlisiniz!” sloganıyla 21,22, 23 Mart tarihlerinde YTÜ Oditoryumu’nda gerçekleşti.

Ağırlıklı olarak bilişim ve telekomünikas-yon konularının mercek altına alındığı 6. İLTEK Günleri, Türkiye’nin ve dünya-nın önde gelen şirketlerinin sunumları, alanında uzman akademisyen ve şirket yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilen paneller ve bu sene ilk defa gerçekleşti-rilen CEO Forum ile katılımcılarına güzel bir etkinlik fırsatı sundu.

Bu yıl iki operatörün ve sektörde önemli yere sahip olan şirketlerin yer aldığı bir İLTEK yaşadık. Avea’nın platin sponsor, Ericsson’un altın sponsor, Eutelsat’ın gümüş sponsor ve Kartaca’nın destek sponsoru olduğu 6. İLTEK Günleri’ne bu şirketlerin yanı sıra Turkcell, Hayat Net, Huawei, Alcatel-Lucent, TTNET, Moto-rola gibi sektörün önde gelen şirketleri de katılım gösterdi. Etkinliğe üniversite-miz öğrencilerinin yanında şehir dışın-daki öğrenci arkadaşlarımızında ilgisi büyüktü. Ayrıca etkinliğimiz Pozitif TV aracılığıyla ilk defa internet üzerinden canlı yayınlanarak katılamayan veya farklı şehirlerde yaşayanlara da ulaştı-rıldı. Yaklaşık 10.000 izleyicinin katılımı ile interaktif bir ortamda gerçekleşen 6. İLTEK Günleri, öğrenciler için faydalı bir etkinlik haline getirildi.

Etkinliğimizin ilk günü olan 21 Mart Pa-zartesi günü saat 11.00’de Rektörümüz Prof.Dr. İsmail YÜKSEK, YTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Dekanı Prof. Dr.

Galip CANSEVER ve YTÜ IEEE Kulübü Başkanı Recep İLKBAHAR tarafından yapılan açılış konuşmalarının ardından oturumlarımız başladı. Turkcell’den Ay-sun AKÇAM’ın “Yeni Teknolojiler / All IP-IM” konusu hakkında yaptığı sunumla başlayan 6.İLTEK Günleri, Hayat Net’in “Sanallaştırma ve Bulut Bilişim Sinerjisi” sunumuyla devam etti. Tooway’in “Yeni Nesil Uydu Teknolojisi ve KASAT” konu-sunda bilgi verdiği sunumun ardından, TTNET İş Geliştirme Yöneticisi İzzet BO-ĞAZLIYANOĞLU “Talepler ve Gelişen Dünya” konusunu ele aldı. Gün sonunda oldukça ilgi gören Bilişim Paneli’nde ise Getron Bilişim Hizmetleri Finans ve İn-san Kaynakları Müdürü Selçuk TELCİ ve YTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd.Doç.Dr Tevfi k İNAN “Bili-şim Sektöründe Kariyer” konusu üzerine öğrencilerle karşılıklı sohbet havasında bir oturum gerçekleştirerek öğrencilerin kafasındaki soruları giderdiler.

Etkinliğimizin ikinci gününe Avea’nın İnsan Kaynakları Kıdemli Direktörü Ba-hattin AYDIN’ın “Telekom Sektörünün Mühendisten Beklentileri” adlı sunumu ile başladık. Öğle arasının ardından Kartaca’dan Roy BÜYÜKSİMKEŞYAN “Bir Proje Yöneticisinin Günlüğü: Son Projemi Nasıl Batırdım?” adlı sunumuy-la oldukça ilgi çekti. Ericsson ve Hua-wei sunumlarının da ardından merakla beklenen Telekomünikasyon Paneli ile günün sonunda Telekomünikasyon Sek-törünün Dünü, Bugünü ve Geleceği ele alındı. YTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aktül KAVAS’ın öncülüğünde ger-çekleşen Telekomünikasyon Paneline

eski bir Avea çalışanı olan Turkcell Ge-nel Müdür Yardımcısı Tayfun ÇATAL-TEPE ve eski bir Turkcell çalışanı olan Avea Genel Müdür yardımcısı Coşkun ŞAHİN katılım gösterdi. Tayfun ÇATAL-TEPE ve Coşkun ŞAHİN’in iki şirketi de çok iyi tanımasından dolayı daha verimli geçen panelde iki genel müdür yardım-cısının zaman zaman şakalaşması katı-lımcılara eğlenceli anlar yaşattı.

Etkinliğimizin son gününe oldukça kala-balık geçen bir oturumla başladık. İstan-bul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanı ve aynı zamanda Işık Üniversi-tesi Kurucu Rektörü olan Prof. Dr. Sıddık YARMAN’a öğrencilerin ilgisi büyüktü. Öğle arasının ardından Alcatel-Lucent’in “Light Radio ve Uygulamaları” sunumu, daha sonrasında da Avea’nın “Dünya’da ve Türkiye’de ARGE” sunumları yer aldı. Motorola’nın “Kurumsal Mobilite Çözüm-leri” adlı sunumunun ardından etkinliğin son oturumu olan CEO Forum başladı. CEO Forum’da Avrupa’nın en büyük uydu ağına sahip olan şirketi Eutelsat’ın Türkiye CEO’su Ali KORUR’un katılı-mıyla gerçekleşti. Öğrencilerin yoğun ilgisi burada da görülüyordu.

Dolu dolu geçen 3 günlük etkinliğimiz boyunca Avea, Ericsson, Eutelsat ve Kartaca’nın stantları yoğun ilgi gördü. İstanbul dışından gelen katılımcılarımız da etkinliğimizden oldukça memnun ay-rıldılar. Her geçen sene daha da tecrü-be kazanan ve kendini geliştiren İLTEK Günleri’nin 7. sinde görüşmek dileğiyle

Haberler

Ersan ŞAHİ[email protected]

İrem [email protected]

Mercedes Teknik Gezisi

8

Teknik gezi sevdasına düşmüş, bir otobüs mühendis düştük köy yolları-

na. Git git bitmiyor yol. Hedef Mercedes-Benz Hoşdere Fabrikası.

Güvenlik görevlilerinin ikazıyla üzüle-rek bıraktık fotoğraf makinelerini kapı-da. Neyse ki üzüntümüz çok sürmedi, içeride gönlümüzü aldılar. Nasıl mı ? Güzel bir kahvaltı sofrasıyla. Kıpkırmızı domatesler,ince ince doğranmış sala-talıklar, çeşit çeşit peynir,zeytin,salam derken çoktan unutmuştuk makineleri. Kahvaltı da kahvaltıydı ama. Ağza si-mitle birlikte alınan peyniri, zeytinle süs-lerken lokmanın sonuna doğru patlatma usulü yediğimiz domateslerle bir kah-valtıdan alınabilecek hazzı maksimuma çıkardık. Ee hepimiz mühendis adayıyız. Bu hoş sofrayı en verimli şekilde değer-lendirmeyi ihmal etmedik tabi, bildiğin sünnetledik. Yemeğin yanında ikram edilen tavşan kanı çayla da sohbetin de-mini almıştık konferanstan önce.

Kahvaltı faslını bitirdikten sonra, Mercedes’in insan kaynakları depart-manında görevli Çağrı Bey ile konferans salonuna geçtik. Kendisi gayet samimi, cana yakın birisidir. Zaten okulumuzda çokça gördüğümüzden dolayı bilindik bir simaydı bizim için. Tabi söz hakkı önce ev sahibinin. Ön sıralarda yerimizi aldık-tan sonra genel olarak Mercedes-Benz hakkında, ardından Mercedes-Benz Türkiye ve içerisinde bulunduğumuz Hoşdere Otobüs Fabrikası hakkında güzel bir sunum izledik.

Her öğrenci gibi bizim de merak ettiğimiz şeyler vardı tabii. Konuşmaya soru-ce-vap şeklinde devam ettik. Ne mi sorduk? Orada olsaydınız sizin de soracağınız şeyleri. Staj, not ortalaması, yabancı dil

zorunluluğu vs. öncelikle şunu belirtmek isterim ki Mercedes-Benz gibi büyük ve uluslararası bir fi rmada staj yapmak düşündüğünüz kadar zor değil. “Torpili olmayan giremez.” umutsuzluğuna ka-pılmayın. İnternet sitelerinde staj formu var, “dikkatlice” doldurun ve yollayın. Tabi seçimleri belli kriterlere göre yap-tıklarını da unutmayın. Sonra ben baş-vurdum beni almadılar diye dergimize yüklenmeyin. Çoğu büyük fi rma gibi Mercedes-Benz de yabancı dile önem veriyor. Alman fi rması olduğu için Al-mancaya önem verdiklerini düşünüyor-sanız yanılıyorsunuz. Öncelikli olarak İngilizce. Tabi Almanca da biliyorsanız bir adım önde olacaksınızdır.

Yemeğimizi yedik,çayımızı içtik, sorular sorduk ve sonunda gezimizin asıl ama-cı olan insan kaynakları simülasyonuna geçtik. Aramızdan altı arkadaş seçtik ve başladık...

Bu etkinliğin amacı kişinin baskı altında ve başkalarıyla bir yarış içersinde oldu-ğu bir ortamda karar verebilme yetisini test etmek. Vereceği tepkileri incelemek. Çağrı Bey, altı arkadaşımıza en sevdik-leri çizgi fi lm karakterini sordu ve önle-rindeki kağıda yazmalarını istedi. Müfet-tiş Gadget, Twetty, Heman, Pollyanna, Spiderman ve Coyote. Amaç; esinlen-dikleri karakterleri sorarak kişilerin alt kimliklerini ortaya çıkarmak.

Konumuz; işe alım süreci. Önümüzde 15 adayın özgeçmişi var. Arkadaşları-mız bu özgeçmişleri inceleyerek içle-rinden kendilerine en uygun olan adayı seçmek diğerlerini bu adayı işe aldırmak için ikna etmek. Hedef pozisyon ise ge-nel müdür asistanlığı.

Hep beraber adayları değerlendirmeye başladık fakat 15 adayı inceleyip birine karar vermenin çok uzun zaman ala-cağını düşündüğümüz için oyunu biraz değiştirdik. Aday sayısını altıya indirdik. Masadaki altı kişiden biri Çin’e gönderi-lecek ve adaylar kendilerinin bu iş için uygun olduğunu ispat etmeye çalışacak.

Etkinlik süresince fark ettik ki herkes önünde yazan çizgi fi lm karakteri gibi davranıyor. Heman en başından beri lider konumundaydı. Müfettiş Gadget tartışmanın tıkandığı yerde hemen bir çözüm önererek olaya müdahale ediyor-du. Twetty ve Pollyanna kendileri yerine daha istekli olan adayı göndermeyi de-nediler. Coyote işin ayrıntısındaydı. Çin-ce bilen olup olmadığını, Çin’de ne yiyip ne içeceklerini sordu. Spiderman biraz arka planda kaldı, başlarda belli etme-di kendini ama sonlara doğru maskesini takıp o da dahil oldu oyuna.

İzleyenlerin arasından olan biri olarak söylemek isterim ki, eğer bir gün siz de arkadaşlarınızla böyle bir simülasyona katılırsanız, aranızdan, gerçekten giriş-ken ve konuşmayı seven birilerini seçin. Başka bir ifadeyle, çizgi fi lm kahramanı Cadı Sila, Gargamel, Joker olacak birile-ri. Çünkü masadakiler ne kadar çok ko-nuşur ve ne kadar çok tartışırsa simülas-yon sizler için o kadar verimli olacaktır.

Çağrı Bey burada masayı yumruklayan-lar, üstüne çıkanlar oldu dedi. Başta çok şaşırmıştık ama sonlara doğru normal bir şey olduğunu anladık. Bizim ki pek hareketli geçmese de, ‘’Toplum karşısın-da kendinizi nasıl ifade edebilirsiniz?’’ ve ‘‘Başka bir insanı hangi yönleriyle daha objektif değerlendirebilirsiniz?’’ onu öğ-renmiş olduk.

Haberler

Ümmet [email protected]

9

IEEE Đstanbul Bölge Toplantısı

Her ay İstanbul’daki IEEE Öğrenci Kolları tarafından düzenlenen, kol

sorunlarının tartışıldığı, çeşitli sunumla-rın yapıldığı ve kollar arasındaki iletişimin sağlandığı İstanbul Bölge Toplantısı’nın Mayıs ayağı, Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda YTÜ IEEE Öğrenci Ku-lübü tarafından gerçekleştirildi.

İstanbul Bölge Toplantısı, Tanışma Otu-rumu ile başlamış oldu. Kulüp üyelerinin birbirlerini tanıtmasının ardından, Bölge Toplantısı’nda yapılacak sunumlar ve toplantının genel işleyişi hakkında bilgi verildi.

Verilen öğle yemeğinin ardından sıra “Energizer” adlı bölüme geçti. Nedir bu Energizer? Açıklamak gerekirse, kala-balık bir şekilde oynanan tanışma oyun-ları diyebiliriz. Sayacak olursak:

Kaptan Kim: Dışarıya birini aldıktan sonra katılımcılar arasından bir kaptan seçilir ve bu kişi diğerlerine başlangıç hareketlerini verir. Dışarıdan gelen kişi kaptanı bulmaya çalışır.Sayı çemberi: Grup çember halindedir. Lider kişi gruptan; grupta kaç kişi varsa o sayıya kadar saymasını ister. Fakat sayma işlemi sırayla olmayacaktır. Han-gi sayıyı kimin söyleyeceği belli değildir, aynı anda kişiler aynı sayıyı söylerlerse

sayma işlemine baştan başlanır. Amacı grup oluşturma bilincini kazandırmaktır. Düğüm: Yaklaşık onar kişilik gruplara ayrılınır. Her grup bir çember oluşturur. Önce sağ ellerini havaya kaldırıp sağın-daki ya da solundaki kişilerin dışında birinin elini tutar. Sonra aynı şekilde sol ellerini tutarlar. Amaç ortada oluşan dü-ğümü çözmektir.

Oldukça eğlenceli geçen, kulüp üyele-rinin birbirleriyle daha rahat kaynaşma-sını sağlayan oyunlardan sonra sıra Kol Sorunları Workshop oturumuna geldi. Kolların sorunlarının paylaşıldığı, çö-züm arandığı oturumda “Nasıl sponsor bulabiliriz? Nasıl üye çekebiliriz? Nasıl başarılı bir organizasyon çıkartabiliriz?” gibi sorulara cevap arandı. Ardından Bölge Toplantısı, İTÜ IEEE Öğrenci Kulübü’nün yapmış olduğu “Sponsorluk” konulu sunumuyla devam etti. Oturum YTÜ IEEE Öğrenci Kulübü’nün yapmış

olduğu “Kurumsallık” ile ilgili sunumuy-la bitmiş oldu. Bir diğer oturum ise IEEE Day Çalıştayı oldu. Bu çalıştayda farklı kulüp üyeleri grup oluşturarak herhangi bir etkinlik oluşturdular. Gruplar, büt-çeyi ve sponsorları da ele alarak ha-zırladıkları bu ufak çaptaki etkinlikleri Oditoryum’da gold üyelere sundular. Sosyal etkinlikten proje yarışmasına kadar etkinlikler tanıtıldı. Etkinliklerin ta-nıtılmasının ardından birinci, gold üyeler tarafından Proje Yarışması seçildi. İs-tanbul Bölge Toplantısı tam gaz devam etmekle beraber, sıra Gold Oturumu’na geldi. Gold üyeler; üniversitede IEEE kulübü adı altında aktif olarak çalışmış, iş hayatında da aktif üyeliğe devam et-miş kişilerdir. Gold üyeler;, üniversite yıllarında yaptıklarını, IEEE için yaptık-larını ve üniversitedeki kulüp yaşamının, zorluklarının iş hayatında ne gibi artılar sağladığını bizlerle paylaştılar. Keyifl i geçen oturumdan sonra İstanbul Bölge Toplantısı bitmiş oldu. Toplantıdan son-ra yenilen akşam yemeğinin ardından akşam eğlencesi ile birlikte toplantının yorgunluğu atılmış oldu.

8 Mayıs 2011 Tarihi’nin YTÜ IEEE Öğ-renci Kulübü için büyük bir anlamı vardı. 8 Mayıs 2001 de kurulan Türkiye’nin En Aktif Bilim ve Teknoloji Kulübü, 10. Yılını kutladı. Nice yıllara YTÜ IEEE!

Haberler

Musa [email protected]

YTÜ Sosyal Sorumluluk ProjesiYıldızlar El Kaldırsın!

10

2011 yılında 100. yılını kutlayan Yıldız Teknik Üniversitesi, sosyal sorumlu-

luk projelerine ağırlık veriyor. Sosyal so-rumluluk projesi kapsamında her fakül-te, Türkiye’de birer okulun ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Bu bağlamda Elektrik-Elektronik Fakültesi tarafından düzenle-necek olan ve fakültenin öğrenci toplulu-ğu olan IEEE Öğrenci Kulübü tarafından organize edilecek olan “Yıldızlar El Kal-dırsın!” projesi ile gerçekleşmesi bekle-nen hedefl er:•İstanbul Sarıyer’de bulunan Gümüş-dere İlköğretim Okulu’nun ihtiyaçlarını karşılamak,•Gümüşdere İlköğretim Okulu öğrencile-rinin eğitimlerine katkı sağlayacak des-tekler vermek,•Bu okuldaki ihtiyaçların giderilmesinin yanı sıra, öğrencilere manevi yardımda bulunmak, onlara yol göstermektir.

Dekanlık ve IEEE Öğrenci Kulübü ile ortak ilerleyen projede, ilk olarak temel eksikler masaya yatırıldı. Okulun ihti-yaçlarından birkaçı olan 1 adet LCD Televizyon, 2 adet yazıcı ve 2 adet pro-jeksiyon makinesi ile ilk etapta bulunan eksikler giderilmiş oldu. Bunun yanı sıra IEEE Öğrenci Kulübü’nün gönüllü üye-leri ile birlikte okulun laboratuvarı onarıl-

mış, her sınıfa ecza dolabı yerleştirilmiş ve birçok yerden kitap temin edilerek okulun kütüphanesi zenginleştirilmiştir. Okulun fi ziksel ihtiyaçlarının yanı sıra öğrencilerin kitap, kırtasiye gibi ihtiyaç-larının giderilmesine ek olarak yaptığı-mız ziyarette onlara çeşitli konular hak-kında bilgi verildi, soruları cevaplandı.Öğrencilerin ileriki eğitim-öğretim süreci hakkında bilgiler verildi, genel hatla-rıyla meslekler tanıtıldı ve bu meslek-ler doğrultusunda onlara yol gösterildi. Ayrıca öğrencilerle birebir ilgilenerek, maddi desteklerden daha önemlisi ma-nevi destek sonuna kadar verilmiş oldu.Böylece ilköğretim öğrencileriyle gönüllü IEEE üyeleri arasında sıkı bir bağ ku-ruldu. Günün sonunda iköğretim okulu öğrencileri ile IEEE Öğrenci Kulübü’nün

gönüllü üyeleri birlikte kitap okuma akti-viteleri ve spor aktiviteleri düzenlenerek eğlencenin boyutu had safhaya ulaştı. Günün sonunda bütün öğrencilerin memnuniyeti ve hepsinin şimdiden bir idealinin olması, “Yıldızlar El Kaldırsın” projesine verdiğimiz önemi ortaya çı-karmakta ve dekanlık ile birlikte başarılı bir sonuca ulaştığımızı göstermektedir. Daha büyük sonuçlar doğurmak adına birçok farklı kurum ve kuruluşlarla görü-şülecek ve destekleri istenecektir. IEEE Öğrenci Kulübü üyeleri de bu görüşme-leri düzenleyecek, dekanlık, rektörlük ve YTÜ mezunları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş bağlantılarıyla başarılı sonuçlar için çalışılacaktır.

Haberler

Musa KOCAMAN

[email protected]

Yıldızlı Projeler Yarışması’11YILDIZ - SEM Proje Yönetimi Eğitimi

12

Kulübümüz, vizyon sahibi üniversite öğrencilerini teşvik etmek ve üniver-

site öğrencilerine destek vermek ama-cıyla 2009’da ilki gerçekleşen Yıldızlı Projeler Yarışması’nı düzenlemektedir. Yarışmamız üniversite öğrencilerinin ya-pacakları çalışmaların kalitesini destek ve teşvik ile arttırarak, yarışma sonra-sında kabul edilen projelere ilgi duyacak kişi ve kurumlarla temasa geçmek; bu yolla danışmanlık, malzeme, laboratu-var ve hizmet desteği almak ve ortaya çıkan çalışmaların bilim dünyasına, araştırma kurumlarına, sanayi kuruluş-larına ve sektöre duyurulmasında yar-dımcı olmaktadır. Bu proje yarışması ile üniversite-sanayi işbirliği için somut bir adım atılmış olacaktır. İlk yılında İs-tanbul Sanayi Odası, ikinci yılındaysa Makine Tanıtım Grubu’nun ana spon-sorluğunda düzenlenen yarışmamız, bu sene İstanbul Ticaret Odası’nın ana sponsorluğunda gerçekleşecektir.

Yıldızlı Projeler Yarışması’nın ilk kulva-rı, 50 farklı üniversiteden 112 proje ile katılım sağlanarak başarıyla sonlanmış ve akademisyenlerimiz tarafından be-lirlenen 16 fi nalist projenin sahiplerine Yıldız-Sem tarafından 20-21 Haziran tarihlerinde sertifi kalı ‘’Proje Yönetimi Eğitimi’’ verilmiş, proje sahipleri fi kirlerini profesyonel platforma taşımanın ilk adı-mını atmışlardır.

İki gün toplamda 12 saatlik eğitimde bize çok değerli birikiminden örnekler vere-rek proje yöneticiliğini anlatan ve eğitimi samimiyetle interaktif düzeyde gerçek-leştiren eğitimcimiz Bircan Şeşen; Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi 1981 yılı mezunu. Sabancı Holding, Aliağa Petkim gibi şirketlerde Sistem Programcısı, Uygulama Uzmanı, Proje Lideri ve Veri Tabanı Uzmanı gö-revlerinde çalışmış ve 2006’dan bu yana da Avea, Kızılay, Man, Carrefoursa, Tra-desoft, YKK, İstanbul Teknik Üniversite-si Sürekli Eğitim Merkezi gibi kurum ve şirketlere “Proje Yönetimi” eğitimi ver-miştir. TBB “Proje Yönetim” ve “Süreç Yönetimi”, TKBB “Süreç Yönetimi” eğit-meni olan Şeşen, 2006-2009 yıllarında 8 projede Proje Yönetimi yapmıştır.

Eğitim sürecimizin detaylarından bah-sedecek olursak; eğitimimizin ilk günü, Türkiye’nin dört bir yanından gelen fi -nalistlerimizi karşılayarak başladı. Bir-can Hanım samimi bir tanışma sohbe-tinin ardından iki günlük eğitimin neleri kapsayacağından bahsetti ve yapacağı sunumun çıktısını tüm fi nalistlerimize ve kulüp üyelerimize dağıttık. İlk günün ana başlıkları arasında ‘’Proje Süreci’’ , ‘’Proje Başarısını Etkileyen Faktörler’’ , ‘’Projelerde Başarısızlık’’ , ‘’Kurumların Organizasyonları ve Proje Yönetimi’’ , ‘’Proje Ofi si’’ , ‘’Proje Yöneticisi Beceri-leri’’ , ‘’Kapsam Belirleme’’ gibi birçok eğitici bölüm vardı. Bircan Hanım fi na-listlerimize ertesi gün için küçük ödevler vererek iki günlük eğitim sürecini yoğun-laştırdı. İlk günün sonunda proje sahi-bi öğrencilerimizle daha rahat tanışıp kaynaşabilmek amacıyla hep beraber bir yemek yedik. Yemekte yaptığımız sohbetler sayesinde hem öğrencilerimi-zin projeleriyle ilgili daha detaylı bilgiler

edinme fırsatımız oldu hem de onları daha yakından tanıyıp aramızdaki ile-tişimi güçlendirdik. Yemeğin ardından yaptığımız boğazda tekne turu ile yeni edindiğimiz arkadaşlarımızla keyifl i va-kit geçirdik. Tekne turumuzda aramızda olan Engin Ayçiçek hocamıza ve aile-sine tekrar teşekkür ederiz. Günümüz böyle sonlanırken fi nalist arkadaşlarımı-zı ertesi gün tekrar görüşmek üzere YTÜ Maslak Öğrenci Yurduna yolcu ettik.

Eğitimimizin ikinci günü Bircan Hanım’ın vermiş olduğu ödevler doğrultusunda görüş ve değerlendirmeler ile başladı. ‘’Projede Entegrasyon Yönetimi’’ , ‘’Risk Yönetimi’’ , ‘’Zaman-Maliyet Yönetimi’’ , ‘’İletişim, Kalite, İnsan Kaynakları Yöne-timi’’ gibi kulüp olarak da son derece ilgi çekici bulduğumuz konu başlıkları konu-şulduktan sonra Bircan Hanım ‘’Aktivite Tanımı’’ başlığı altında Proje Planlama Yaklaşımları, Kaynak Tahminleme, İş Programı Geliştirme, Projede Zaman Yönetimi konularını detaylı anlattı ve fi nalistlerimizden 1 saat içinde bir proje bulup onu geliştirmelerini, zaman, risk, maliyet planlarını yapmalarını istedi. Fi-nalistlerimiz gruplara ayrılarak projeleri-ni geliştirip sundular ve eğitmenimizden değerlendirmeler alarak projenin gelişim yolu hakkında fi kir edindiler. Bu çalışma, fi nal projeleri için de geleceğe yönelik neler başarabileceklerinin mini bir uygu-laması oldu.

Eğitim sürecimiz noktalanırken fi nalist-lerimiz ve biz Bircan Şeşen’e teşekkür edip memnuniyetlerimizi dile getirdik ve Yıldız Çatı Restoran’da bir akşam yeme-ğiyle günün tatlı yorgunluğunu atarak ke-yifl i bir sohbet ettik. Yoğun ama oldukça güzel geçen iki günlük eğitim sürecimiz sona erdiğinde, proje sahibi öğrencileri-mizi yolcu ederken onları okulumuzdan memnun bir şekilde göndermek bizim için en büyük gurur kaynağıydı. Final gü-nüne en iyi şekilde hazırlanan fi nalistle-rimiz için bu eğitim hem teknik anlamda hem de sosyal anlamda oldukça güzel bir etkinlik olmuştu. Bu eğitimle birlikte YTÜ IEEE Yıldızlı Projeler Yarışması Komitesi olarak, şimdiye kadar yaptığı-mız ve yapacağımız işlerin önemini bir kez daha hissetmiş olduk.

Haberler

Hande [email protected]

Gizem PEKKÜÇÜ[email protected]

9.IEEE Türkiye Öğrenci Kolları ve GOLD Kongresi

14

2-7 Eylül’de gerçekleşen 9.IEEE Öğrenci Kolları ve GOLD Kong-

resi Fırat Üniversitesi IEEE Öğrenci Kulübü’nün ev sahipliği ile Elazığ’da gerçekleşti. Yıldız Teknik Üniversite-si IEEE Öğrenci Kulübü’nü temsilen Yusuf, Oğuzhan, Ümmet, Halit, Bu-rak, Recep ve ben katılım gösterdik. Bayram sonrası olduğu için neredey-se hepimiz farklı şehirlerden, farklı saatlerde, farklı ulaşım araçları kulla-narak Elazığ’a gittik � Farkında olma-dan kendi içimde Doğu Anadolu’ya karşı öyle bir önyargı beslemişim ki, bunu ancak uçaktan inip Elazığ hava-sını solumaya başlayınca fark ettim. İlk andan itibaren Elazığ bizi kendi büyüsüne kaptırdı. Sanırım hiçbirimiz böylesine mükemmel bir kongrede, böylesine güzel anılar biriktirebilece-ğimizi tahmin bile etmezdik.

Kongre 2 Eylül Cuma günü herke-sin birbiriyle yavaş yavaş tanışmaya başladığı, tanışanların da özlemlerini giderdiği güzel bir mangal partisi ile mesire alanında başladı ve akşam eğlencesi ile devam etti.

3 Eylül Cumartesi günü Nokta Medya ile kongreye tam anlamıyla başlamış olduk. IEEE Türkiye Şubesi Yeni Baş-kanı Prof. Dr. Okyay Kaynak’ın katılı-mı da ilk gün gerçekleşti ve IEEE Tür-kiye Öğrenci Kolları ile tanışan Okyay Hoca, ” IEEE R8 Exemplary Student Branch” ödüllerini de kendi eliyle kol başkanlarına verdi. 2011 yılında bu

ödülü YTÜ IEEE, ODTÜ IEEE, İTÜ IEEE ve Bilkent IEEE aldı. IEEE yapı değerlendirmesi ve IEEE Türkiye Kar-deş Kollar Projesi 2010-2011 dönemi eşleşen kardeş kolların sunumlarıyla ilk gün oturumları tamamlandı ve gü-nün akşamında gerçekleşen galada da kollar arası tanışma, kaynaşma devam etti ve ben açılış gecesinden sonra kongrenin hiç bitmemesini is-terken buldum kendimi. Evet çok kı-sıtlı imkanlarımız vardı; ama biz bu imkanlara inat o kadar iç içe, o kadar birlikte, o kadar “kardeş” olduk ki… Bu kongrenin, Elazığ’ın bana, bize ve tüm IEEE Türkiye ailesine kattıkla-rını anlatmak gerçekten zor.

Kongrenin ikinci günü kol oturumları, adaylıkların açıklanması ile devam ederken, herkes ITKK Web Site-si Yarışması için sabırsızlanıyordu. Logo kategorisinde İstanbul Kültür Üniversitesi’nin logosu seçilirken, Çukurova-Yaşar kardeş kollarının tasarladığı web sitesi ise birinci oldu. Kültürel gece içinse en güzel cümle “anlatılmaz yaşanır” olacak şüphe-siz. KSÜ IEEE’nin getirdiği Maraş dondurmalardan mı bahsetsem, ha-zırlanan çiğköftelerden mi, yoksa yakılan kınalardan mı, çalınan saz-lardan mı… Bundan sonrası benim için gerçekten bir rüya gibiydi; Hazar Gölü’nün güzelliği hala Photoshop zannetmem boşa değil. Gölün ke-narında ateş yaktığımız ve etrafında şarkı söylediğimiz akşam, sonrasın-da da dileklerimizi gökyüzüne fener-lerimizi bıraktığımız gece hayatımın en güzel günlerinden bir tanesiydi ve orda hangi koldan, hangi şehirden gelirse gelsin herkesin “İyi ki IEEE var!” dediğine eminim.

Kongrenin son günü Harput’taki kah-valtımızda ve kaleyi gezerken herkes tek yürek olmuş manzaranın güzelli-ğine bulanmıştı. Elazığ’a ayak bas-tığımız ilk andan itibaren, bizi servi-

se bindirdikleri son an’a kadar Fırat IEEE ekibinin misafi rperverliğini ben anlatacak cümle bulamıyorum belki ama Ümmet’in veda ederken ettiği şu sözler özetler belki: “Siz bize ne yap-tıysanız, içtiğimiz sudan yediğimiz yemeğe kadar. İstanbul’da bizden de aynısını bekleyin.” Hayatımın en büyük tecrübelerinden birini yaşattığı, tüm önyargılarımı kır-dığı ve kardeşim diyebildiğim birçok insanla tanışmama vesile olduğu için, bu kadar güzel anılar biriktirebildiği-miz için başta Mengüalp Yavaşoğlu olmak üzere tüm Fırat IEEE Kongre Ekibi’ne teşekkür ederim.

9.IEEE Öğrenci Kolları Kongresi’nde-ki seçim sonuçlarını da birkaç satır aşağıda bulabilirsiniz. IEEE Türkiye Başkanlar Kurultayı’na ev sahipliği yapacak olan Gazi Üniversitesi’nde görüşmek üzere.

-Türkiye Şubesi Öğrenci Temsilcisi: Engin Yıldız (Marmara Üniversitesi)-Bilgisayar Topluluğu (Computer So-ciety) Danışmanı: Mehmet Sencer Karadayı (ODTÜ)-Communication Society (ComSoc) Danışmanı: Anıl Ayhan (İTÜ)-Güç ve Enerji Topluluğu (PES) Da-nışmanı: Taylan Demir (İTÜ)-Kurumsal Destek Danışmanı: İsmail Baysal (Dokuz Eylül Üniversitesi)-WIE Danışmanı: Duygu Doğu (Dicle Üniversitesi)-IEEE Türkiye Kardeş Kollar Projesi Koordinatörü: Meryem Bayraktar (YTÜ)-İletişim Koordinatörü: Mengüalp Yavaşoğlu (Fırat Üniversitesi) WIN Sorumlusu: İstanbul Kültür Üni-versitesi IEEE Öğrenci Kolu ev sahip-liği yapacaktır.Bilişim Kurultayı Sorumlusu: Bilkent Üniversitesi IEEE Öğrenci Kolu ev sahipliği yapacaktır.CeBIT Sorumlusu: İstanbul Kültür Üniversitesi IEEE Öğrenci Kolu ev sahipliği yapacaktır.IEEE TR Öğrenci Kolları ve GOLD Kongresi: ODTÜ ve İTÜ ortak olarak ev sahipliği yapacaktır.

Haberler

Meryem BAYRAKTAR

[email protected]

15

Ae2 Proje EkibiShell Eco Marathon

Kendi yaptığımız arabaya binmek. Başta bir hayaldi. Her gün yanı-

mızdan vızır vızır geçen şeylerden yapacağız. Güneş enerjisiyle çalışa-cakmış bir de. Hadi canım sen de!

Konuya uzak birbirinden farklı 6 mü-hendis adayı. Başımızda bu tecrübeyi daha önce yaşamış olan bir mühen-dis adayı daha. Elektrik Mühendisliği öğrencisi Nezih Darçın 6 tane Elekt-ronik ve Haberleşme Mühendisliği öğ-rencisini toplamış, ‘Araba yapacağız var mısınız?’ diyor. Herkes birbirine bakıyor. Mekanik ağırlıkta bir nesne-yi belki de hayatında ilk defa somun, civata kavramlarıyla tanışacak olan 6 kişiyle yapmak. Evet daha önceden ortaya proje çıkarma anlamında çe-şitli tecrübelerimiz var ancak bunların hepsi elektronik olarak üzerinde yo-ğunlaştığımız çeşitli robotik uygula-malar. Bakışlardaki anlamsızlık biraz da cahil cesaretiyle birleşip yaparız nidalarıyla harmanlanıyor.

İşte Ae2 Proje Ekibi 2010 yılının Ekim ayında 7 mühendis adayıyla böyle doğmuştu. Başta Alternatif Enerji-li Araç Ekibi olarak düşündüğümüz ekip isminin tesadüf eseri mail gru-bunda AEAE olarak kullanılmasın-dan dolayı Ae2 olarak daha kullanışlı olacağına karar verdik. Zamanla Ae2 olarak telafuzunun daha rahat oldu-ğunu gördük ve Ae2 Proje Ekibi ola-rak ismimize son halini verdik.

Doğmuştu doğmasına ama bizi büyü-tecek bir bilir kişi lazımdı. Daha önce

bu tür projelere destek vermiş, genç-lere ve araştırmaya önem veren biri. Proje Danışmanlığını yürütebilecek ve sorunlarımızı içtenlikle dinleyip çö-züm üretebilecek bir lider. Vakit kay-betmeden Elektrik Mühendisliği’nden Arş. Gör. Engin AYÇİÇEK hocamıza teklif götürdük. Hocamız aslında pek de düşünmeden yanımızda olduğunu ve ekibe inancını dile getirdi.

İlk toplantılar ne yapacağımızı anla-mak ve görev paylaşımı yapmak ile geçti. Gövde neydi, kalıp neydi, ikisi-nin arasındaki fark neydi, hele hele monokok şasi neyin nesiydi? Ekipte Makine Mühendisliği öğrencisi olma-ması en büyük sıkıntıydı. Nitekim aracın gövdesini hangi malzeme-den yapacağımız konusunda benim görevlendirilmem sonucu olayın bu şekilde gitmeyeceği apaçık belli ol-muştu. Yaptığım kompozit malzeme ve gövde yapımı sunumu herkesi çok etkilemiş olacak ki sunumdan hemen sonra ekibe Makine Mühendisliği öğ-rencisi bir arkadaşı ekibe katmanın derdine düştük.

İşte tam da umutsuzluğa kapılmışken Hüseyin Erkek derdimize derman oldu. Ekibe uyum öncelikle istenen şeydi. Çünkü yapacağımız projede fi kir çeşitliliğinden çok çıkan fi kirle-re saygı önemliydi. Yoksa bir arpa boyu yol alamazdık. Nitekim Hüseyin ekiple çok çabuk kaynaştı ve daha ilk günden ekibin önemli bir parçası oldu. Böylelikle Ae2 Proje Ekibi 8 ki-şiye yükselmiş oldu.

Hüseyin’in ekibe katılmasıyla me-kanik anlamda yaşadığımız kaygı azalmıştı. Ancak Hüseyin de yapa-cağımız şey hakkında pek fi kir sahibi değildi. Tecrübesizlik yine en büyük sorunumuzdu. Aracın tasarımı nasıl olmalıydı? Çizim hangi programda yapılmalıydı? Gövdede hangi malze-me kullanılmalıydı? Sorular peşi sıra geldi.Tam da tecrübeye ihtiyaç duy-duğumuz o günlerde Deran Turan yardımımıza yetişti. Araç dizaynında kendi tasarımları bulunan ve bu tasa-rımlarla çeşitli yarışmalarda yarışan Malzeme ve Metalurji Mühendisliği öğrencisi arkadaşımız ekibe katılan son üye oldu. Böylelikle 9 kişiye ulaş-mış olduk. Ae2 Proje Ekibi 2011 yılı Eylül ayı itibariyle 1 akademik danış-man ve 9 üyesiyle 10 kişi olarak varlı-ğını sürdürmektedir.

Amacımız Neydi?

Yaptığımız yeni bir icat mıydı? Şimdi-lik hayır. Özet olarak güneş enerjisiy-le çalışan bir araba ürettik. Peki ne-den güneş enerjisi? Hedefi miz 2011 Mayıs’ın son haftası Almanya’da düzenlenecek olan Shell Eco Marat-hon 2011 yarışlarına katılmaktı. Ve-rimlilik kıstasına göre değerlendirme yapılan bu yarışmada (ayrıntılı bilgi için:ecomarathon.shell.com) ‘Prototip Güneş Aracı’ kategorisinde kabul edilen hiçbir proje bulunmuyordu. Yeni kurul-muş bir proje ekibi olarak ses getirecek bir kategoride yarışmalı ve sponsor arar-ken reklam yapabilme şansı yüksek ar-gümanlar sunabilmeliydik. Bu nedenler-

Haberler

Olcay KORKMAZ

[email protected]

16

den dolayı Türkiye’den ilk defa bu kate-goride kabul gören bir araç yapmayı ön-celikli hedefi miz olarak kabul ettik.

Shell Eco Marathon Başvuru Aşama-ları

İlk olarak ekibinizin bu işi yapabileceğine inandırmanız gerekli. Bu amaçla Faz 1 olarak adlandırılan süreçte takım ruhu-nuzu, neden bu yarışmaya katılmak is-tediğinizi ve çevreye olan duyarlılığınızı özetleyen bir dökümantasyon yapmanız gerekli. Bu aşamayı geçtikten sonra ara-cınızın teknik özelliklerinin enine boyuna incelendiği Faz 2 süreci geliyor. Bütün çizimlerinizi, bütün devre şemalarınızı ve hangi özellikte malzemeler kullana-cağınızı bu süreçte belirtmeniz gereki-yor. Şunu söyleyebiliriz ki aracı yapmak kadar bu ön elemeleri geçmek de bir o kadar sıkıntılı ve yorucu. Emeklerinizin hepsi boşa gidebilir, günler süren dö-küman hazırlama sürecinde pes edebi-lir, size inanmayan kişilerin atmadıkları imzalar nedeniyle inancınızı kaybede-bilirsiniz. Ekibin birbirine olan güveni ve inancı sayesinde bu sıkıntıların hepsini aşarak Almanya’da yarışma hakkı ka-zandık.

Teknik Özellikler ve Yapım Aşamaları

En basit haliyle bir güneş enerjili araç Güneş’ten gelen enerjinin güneş panel-leriyle alınıp elektriğe çevrilmesi ve bir bataryaya sevkedilmesi, bu bataryanın da motoru çalıştırması prensibine da-yanır. Kullanılacak bir motor sürücü ile motor kontrol edilir ve MPPT (Maximum Power Point Tracking) sistemiyle güne-şin gelme açısına bağlı olarak değişen enerjinin dolayısıyla gücün en iyi şekilde kullanılması sağlanır.

Aracın dizaynı ve mekanik elemanla-rın seçimi ise elektronik kısımlara göre daha özgürce yapılabilir. Yarışılacak olan kategori, pistin uzunluğu, sürücü-nün fi ziksel özellikleri ve en önemlisi maddi bütçe aracı tasarlarken göz önün-de bulundurulan bazı faktörlerdir.

Aracı tasarlarken elektronik ve mekanik kısmın birbirini tamamlaması en önemli faktördür. Örneğin motorun gücü göv-deyi kaldırabilecek güçte olmalı veya bataryanın boyutları aracın içinde sıkıntı yaratmamalıdır. Emniyet kemerinin yeri-ne kadar her parçanın yeri çıkabilecek bağlantı sorunlarına karşı özenle karar-laştırılmalıdır. Ne de olsa tecrübe konu-şuyor artık. Bizim en zorlandığımız kısımlar ise pa-nel ve hareketli ön aksam oldu. Panel almaya çalışırken yaşadığımız maddi

sıkıntılar ve projelere gösterilen duyar-sızlık, ön aksamda ise parça çizimleri ve üretimleri başımızı ağrıtan kısımlar oldu. İstediğimiz gibi bir panel satın alama-yınca çareyi internet üzerinden güneş hücreleri alıp kendi panelimizi kendimiz yapmakta bulduk. Çok sağlıklı olmasa da 1m2 panelin üretimini biz gerçekleş-tirmiş, güneş hücrelerinin bağlantılarını tek tek biz yapmıştık.

ANKA’nın Teknik ÖzellikleriMotor : 36V, 1kW, Araç için özel tasar-lanmış Hub MotorPanel : %16.5 verimli hücrelerden oluş-muş, 1m2 alana sahip, Pet-G tabla üze-rine yerleştirilmişMotor Sürücü: V-Fiets marka 36V, 20A Batarya: Golden Motor marka 36V, 16Ah Lityum İyon BataryaGövde Malzemesi: Cam Fiber takviyeli polyester kompozit yapıŞasi: 6061-T6 Serisi Alüminyum Profi lLastikler: 20x1.75 Michelin DiabloJantlar: 19x406 20” GrunertJant Göbeği: Octane One Orbital 20mm Thru Axle

Frenler: Shimano M535 Hidrolik Fren Sistemi

Yarışma Vakti

Heyecan, korku, telaş! Neler yaşamadık ki o hafta? Vize haftamızda yaşadığımız nakliye şokuyla sarsıldık önce. Anlaş-

tığımız şirket tam da sınav haftamızda aracı kendilerinin götüremeyeceklerini, başka bir şirket bulmamız gerektiğini be-lirtti. Fakat diğer alternatifi miz olan fi rma diğer Türk ekiplerinin araçlarını iki gün sonra yola çıkaracaktı. Bizim planları-mızda ise aracı 10 gün sonra yollamak vardı. Çare yoktu. İki günde bitecek bu iş. Sanayi çatısında uyku tulumlarında yattık ama yaptık. Var gücümüzle ça-lışarak aracı iki gün içinde çalışır vazi-yette Almanya’ya yollamayı başardık. Başardık başarmasına ama Almanya’da da sıkıntılar peşimizi bırakmadı. Önce gümrük sorunuyla karşılaştık ve aracı iki gün geç teslim aldık; sonrasında ise mo-tor sürücümüzün yanmasıyla bir başka sürprizle karşılaştık. Küçük bir Almanya turuyla eksiklerimizi tamamladık ve ya-rışmanın son günü hem teknik hem de güvenlik testlerimizi geçmiş bir vaziyette pistteydik.

Heyecan doruktaydı. Bir kısmımız pistin kenarlarındaki tribünlerden yarışı takip ediyor, bir kısmımızı ise pit stop alanın-da olacak aksaklıklara karşı hazır bekli-yordu. Boşuna beklemiyorlardı aslında. İlk hakkımızda fazla ısınmadan kaynaklı motor sürücümüz kendi kapatmış ve araç 2.turda durmuştu. Yılmak yoktu. Sorunlara çare üretmek için okuyoruz sonuçta. Aracın gövdesinde motor sürü-cünün bulunduğu kısma delikler delerek hava akımını sağladık ve 2.hakkımızda coşkulu bir şekilde yarışı tamamladık.Kuşların efendisi ANKA 25,5 km yolu 437 Watt harcayarak yarışı 7. bitirmişti. Belki çok önemli bir başarı değildi ama ilk kez yarışan bir ekibin bu kadar aksak-lıklarla yarışı tamamlayabilmesi bizce küçümsenemezdi.

Gelecek PlanlarımızAe2 Proje Ekibi olarak bir marka değeri elde etmek ve ekibin sürekliliğini sağla-

Haberler

17

mak öncelikli hedefi miz. Bunu sağlaya-bilirsek başarılarla adımızdan söz ettir-memiz çok da zor olmayacaktır. 2012 senesinden başlayarak bundan sonraki Shell Eco Marathon yarışlarına katılmak ve Dünya’nın en prestijli güneş araçları yarışması olan World Solar Challenge’a 2015 yılında katılım sağlamak planları-mız arasında. Belki sözünü ettiğimiz ya-rışmalarda şu anki ekibimizden öğrenci bulunmayacak ancak Ae2 Proje Ekibi içinde barındırdığı üyelerin isimleriyle değil takım ruhuyla bu yarışmalarda boy gösterecektir. Ekip olarak kurumsal de-ğer kazanmak ve alternatif enerjiyi temel alan projeler tasarlamak ise en büyük hayalimiz.

Yaşadığımız sürecin özeti ve bugüne kadar perde arkasında kalanlar bu şe-kildedir. Önümüzdeki dönemde bu yeşil adımlara eşlik edecek arkadaşları ara-mızda görmek bizi memnun edecektir. Katılacak olan arkadaşlarımızın istek ve çalışkanlıkları ekibimizi daha da ileriye taşıyacaktır. Hataların ardına sığınırsak hiçbir zaman gerçek başarıyı elde ede-meyiz. Bunun bilincinde ve kararlılığında yeryüzüne temiz izler bırakabilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Katkılarından dolayı projemiz Ana Sponsorları; Hexagon Studio, Rözmaş A.Ş’ye, Gümüş Sponsorlarımız; AKS Elektromekanik AŞ, İstanbul Ticaret Odası ve Metin Otomotiv’e, Bronz Spon-sorlarımız; BASF ve Empa Electronics’e, Destek Sponsorlarımız; ABB, Pırıl İnşa-at, Elsim, Poliya Composite ve Mahindra Forgings Europe AG’ye, Medya Spon-sorumuz ElektrikPort’a, FaalEnerji Der-gisine ve Emintaş Onur Sanayii Sitesi sakinlerine; projemizin ilk gününden beri desteğini esirgemeyen Yıldız Teknik Üniversitesi Vakfı’na ve YTÜ Teknopark Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Erdem

BEKTAŞ’a, bu zorlu yolda bizlere eşlik eden ve bizleri bugünlere getiren ailele-rimize teşekkürü bir borç biliriz.

Ekibimiz

Araş. Gör. Engin AyçiçekY.T.Ü Elektrik Elektronik FakültesiElektrik Mühendisliği Öğretim Görevlisi

Nezih DarçınY.T.Ü Elektrik Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

M.Aziz AydınY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

Serkan AkbulutY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

Olcay KorkmazY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

Mustafa ErdemirY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

H. Serhat GülY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

Đbrahim ĐşlerY.T.Ü Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği 3. sınıf öğrencisi

Hüseyin ErkekY.T.Ü Makine Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencisi

Deran TuranY.T.Ü Malzeme Mühendisliği Bölümü 4. sınıf öğrencisi

www.ae2projectteam.comhttp://twitter.com/ae2project

http://friendfeed.com/ae2projecthttp://fl ickr.com/ae2project

[email protected]

Haberler

Ar - Ge DestekleriÖğrenci Adamsın, Yanında Bulunsun !

18

Bir bıraksalar dünyayı mı oynatacak-sınız? Biraz sermayeniz olsa pa-

rayı kırarsınız değil mi? Yahut para da istemiyorsunuz, dükkan yeter, sermaye beynin kıvrımlarında zaten yanlış mı düşünüyorum? Geçelim bu lafl arı da çıkalım sahaya. İşte para, işte fi kir, işte dükkan! Batmaya hazır mısınız?

Dergimizin bu sayısında fi kirlerimizi na-sıl değerlendirebileceğimizi, ne tür des-tekler alabileceğimizi inceleyelim dedik. Hep anlatılır ya “Bir arkadaşım vardı şu-radan destek aldı şimdi köşeyi döndü.” diye. Benim de var elbet bu tarz tanı-dıklarım. O köşeyi dönme hikayelerinin sıkça dinledim, sıkça anlattım. Aslında çok da zor olmadığını gördüm zamanla. Yazımda bu köşenin nasıl dönüldüğünü sizlerle paylaşacağım.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki proje desteği almak ucu bucağı olmayan bir konu. Özel sektörden birçok fi rmanın kendi bünyelerinde proje destekleri bu-lunmakta. Hatta proje desteği alabilme-niz için sayıları giderek artan proje des-tek fi rmaları kurulmaktadır. Ancak bu teşviklerin birçoğunun dayanak noktası Tübitak ve KOSGEB olduğu için ağırlık olarak bu kurumlardan bahsedeceğim. Hali hazırda öğrenci olduğumuz ve der-gimizin hedef kitlesi de öğrenci oldu-ğundan kurulmuş olan fi rmalara verilen Ar-Ge desteklerinden bahsetmenin pek mantıklı olmayacağını düşünmekteyim.

Tübitak Destekleri

Kurum tanımında da yer aldığı üzere Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun görevlerinden biri araştır-ma geliştirme çalışmalarını ve yenilikleri desteklemektir. Kurumun Sanayi Ar-Ge Proje Destekleri, Akademik Ar-Ge Des-tekleri, Kamu Kurumları Araştırma ve Geliştirme Projelerini Destekleme Prog-ramı, Bilim ve Toplum Proje Destekleri başlıklarıyla dört farklı hedef kitleye hi-tap eden destek programları bulunmak-tadır. Öğrenci olarak destek alabileceği-miz teşvik programları ise şöyledir:

Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişim-leri Destekleme Programı (Teknogiri-

şim)

2011 yılı için proje çağrısı yapılmayan bu programın amacı; girişimcilik kavra-mının teknoloji ve yenilik odaklı fi rmalara yönelmesini sağlamak, lisans, yüksek lisans veya doktora düzeyinde eğitimli kişilerin bilgi ve araştırmalarını ticari ve katma değeri yüksek ürünlere dönüştü-rebilmelerini teşvik etmektir.

Kimler Başvurabilir?

1.Üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun ola-bilecek durumdaki öğrenciler,

2.Yüksek lisans veya doktora öğrencisi yada lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini en çok 5 yıl önce almış kişiler başvurabilir.

Teknogirişim destek programında gi-rişimcilere fi rmalarını kurduktan sonra yardım edilmesi en büyük dezavantaj olarak gözükmekte. Ancak fi rma kuru-lumunun tamamlanmasının ardından, personel, malzeme, alet/teçhizat/yazı-lım, seyahat, danışmanlık, hizmet alımı, ofi s kira gideri ve ofi se ait su, elektrik, ısıtma ve iletişim giderleri Tübitak tara-fından %75 oranında, en fazla 100.000 TL ile geri ödemesiz olarak desteklenir. Bu programdan yararlanabilme süreniz ise bir yıl ile sınırlıdır. Projenizin kabul sürecinde iki yenilikçilik kategorisinde değerlendirme yapılır.

1.Üründe Yenilik -Mevcut Bir Ürünün Yeni Modellerinin Geliştirilmesi(Temel bir üründe yapılan değişikliklerle yeni ürünler geliştirilmesi veya mevcut ürünün yeni bir alana uy-gulanması)

-Yeni Bir Ürün Geliştirilmesi

-Yeni Bir Ürün Platformu Geliştirilmesi (Kendisinden yeni modellerin türetilebi-leceği temel bir ürünün geliştirilmesi)

-Ülke için Yeni Bir Ürün Geliştirilmesi

Kapak Konusu

Olcay KORKMAZ

[email protected]

19

-Dünya için Yeni Bir Ürün Geliştirilmesi (Dünya pazarlarında olmayan bir ürünün geliştirilmesi)

2.Süreçlerde Yenilik

-Maliyet Düşürücü veya Standart/Kali-te Yükseltici Sonuçların Elde Edilmesi Amacıyla Yeni Tekniklerin Geliştirilerek Uygulanması

-Üretimle İlgili Olarak Yeni Bir Yöntem veya Teknoloji Geliştirilmesi

Üniversite Öğrencileri Yurt Đçi/ Yurt Dışı Araştırma Projeleri Destekleme

Programı Yurt içinde veya uluslararası düzeyde proje yarışmalarına katılım gösterecek lisans öğrencilerini destekleme progra-mıdır. Ayrıca yarışmalardan bağımsız araştırma projelerine de destek verile-bilir. Kimler Başvurabilir? 1.Üniversitede kayıtlı öğrenci olan ve lisans eğitiminin son sınıfına gelmemiş,

2.Danışman bir hocanın rehberliğinde proje yapıyor olanlar.

Projeler en çok bir yıl boyunca, destek süresince öğrencinin lisans öğrenimine devam etmesi koşuluyla desteklenir. 2011 yılı için öngörülen destek miktar-ları araştırma projeleri için proje başına 2.000 TL yurt içi proje yarışmaları için yarışma başına en çok 20.000 TL, yurt dışı proje yarışmaları için kişi başına 1.000 ABD Doları, yarışma başına 4.000 ABD dolarıdır.

KOSGEB Destekleri

Girişimcilik Destek Programı

Girişimciliğin yaygınlaştırılması, başarılı ve sürdürülebilir işletmelerin kurulması ve istihdamın artırılması için verilen bu destek programı üç alt bölümden olu-şur. Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi, Yeni

Girişimci Desteği, İş Geliştirme Merkezi Desteği bu programın alt bölümleridir. Eğitimler için ücret alınmaz ve girişimci-lik özelliklerinin sınanması, iş fi kri egzer-sizleri yapılması ve iş planı hazırlanması eğitimleri verilir. Uygulamalı girişimcilik eğitimini tamamlayarak işini kuran giri-şimciler ‘Yeni Girişimci Desteği’nden ya-rarlanabilir. Yeni Girişimci Desteği’nde;

a)İşletme Kuruluş Desteği: 5.000 üst li-mitli, Geri Ödemesiz

b)Kuruluş Dönemi Makine, Teçhizat ve Ofi s Donanım Desteği: 10.000 üst limitli, Geri Ödemesiz

c)İşletme Giderleri Desteği: 12.000 üst limitli, Geri Ödemesiz

d)Sabit Yatırım Desteği: 70.000 üst li-mitli, Geri Ödemeli destek alınabilir.

Kapak Konusu

20

Ar-Ge, Đnovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı

Ar-Ge destekleri içinde belki de en kapsamlısı sayılabilecek bu programa işletme bazında başvurulabileceği gibi girişimci bazında da başvurulabildiğin-den yazıma almak istedim. Yenilikçi faaliyetleri desteklemeyi amaçlayan bu programda kira desteğinden personel desteğine kadar her şey mevcut. Tek-nolojik fi kirlere sahip tekno-girişimcilerin desteklenmesi için KOSGEB’in resmi sitesinde yer alan proje destek tablosu şu şekildedir:

AB Destekleri

Avrupa Birliği politikalarıyla örtüşen araştırma, eğitim, sağlık, tüketicilerin ko-runması, çevrenin korunması ve insani

yardım gibi projelerin ya da faaliyetle-rin destekleri geri ödemesiz olarak AB tarafından sağlanabilir. Ancak bireysel anlamda bu hibelerden yararlanmak Av-rupa Komisyonu tarafından yaptığınız projenin kabul edilmesi ile gerçekleşir ki araştırdığıma göre bir hayli zordur. Fikir vermesi açısından değinmekte fayda bulduğum AB desteklerinin kaynağında vatandaşlardan toplanan vergiler olduğu için proje süreciniz çok şeffaf olmalıdır.

Desteğin miktarına gelince yurt içinde bahsettiğimiz teşviklerden bir hayli faz-la gözüküyor. En az 10.000 Euro ila en fazla 375.000 Euro arasında verilen destekler için AB ülkesi vatandaşı ol-mak gibi bir koşul bulunmuyor. Yani dişe dokunur bir proje ile gidildiğinde proje masrafl arınızın en fazla %97’lik kısmı-nın karşılanması koşuluyla bahsi geçen destek miktarlarını almak mümkün.

Yıldızlı Projeler Yarışması

Kulübümüz tarafından bu sene 3.sü dü-zenlenen Yıldızlı Projeler Yarışması da bir diğer alternatifi niz. İnternet üzerinden ön başvuru yapıp katılabileceğiniz bu yarışmada fi nalde projenizi kabul ettir-mek sizin elinizde. Bilim ve sanayi ku-rulu tarafından incelenen projelerin bu seneki destekleri 1.olan proje için 5.000

TL, 2.olan proje için 3.000 TL, 3.olan proje için ise 2.000 TL idi. Bu seneki yarışmaya 50 farklı üniversiteden 112 proje katıldı ve fi nale kalan 18 projenin sahiplerine Yıldız SEM tarafından “Pro-je Yönetimi” eğitimi verildi. Yarışmanın başvuru yelpazesinin çok geniş olması bir avantaj olarak ön plana çıkmaktadır.

Alabileceğimiz destekler farklı kurumlar-dan olsa da genel olarak izleyeceğimiz yol benzer olacaktır. Her teşvik progra-mının ayrı başvuru koşulları ve başvu-rabilme yeterlilikleri bulunsa da genel olarak izlenecek taslak bir yol haritası çıkartılabilir. Fikir olması açısından bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim.

1.Proje Belirleme

2.Proje Hibe ve Kredi Kaynakları Araş-tırması

3.Proje Planının Oluşturulması, Proje Ekibinin Kurulması

4.Proje Zaman ve Kaynak Planlaması

5.Proje Dosyasının Oluşturulması

6.Proje Başvurusunun Yapılması

7.Proje Sunumu ve Savunmaya Hazırlık

8.Proje Değerlendirme ve Sözleşme Süreci

Yazdığım destek programlarının tam dokümanları ve başvuru koşulları ilgili kurumların internet sitelerinde mevcut. Dergiye yazamayacağım kadar uzun ve birçok prosedürle dolu olduğundan yazımda yer vermeye gerek duymadım. İşin özü şudur ki her ne kadar adil de-ğerlendirildiklerine emin olamasak da örnekleriyle mevcut bu destek program-larından kabul görmek mümkün. İş biraz da fi kirlerin orijinalliğine değil getirisinin ne olduğuna bakıyor. Kabul edilen pro-jelerin uygulanabilir olması kadar diğer-lerinden fark yaratacak getiriye sahip ol-ması ön plana çıkacak gibi duruyor. Yine de her gün ayni işi yapamam, az param olsun benim olsun diyorsanız denemek-te fayda var bizden söylemesi.

Kaynaklar: www.tubitak.gov.trwww.kosgeb.gov.tr

www.akadamiproje.comwww.etkinproje.com

Kapak Konusu

StajNedir, Neden Yapılır?

22

Meslek hayatına atılan ilk adımdır staj. Alınan lisans eğitimini pekiş-

tirmenin, teoriği pratiğe dökmenin en uygun yolu. Çoğu bölümde zorunlu tu-tulduğu için okulu bitirebilme koşulu ola-rak da sayabiliriz. Genel ve mesleki ola-rak ikiye ayrılır stajlar, bazı bölümlerde atölye stajları da vardır. Genel staj hem bilgi yeterliliği bakımından hem de çoğu öğrencinin daha ilk iş tecrübesi olduğun-dan pek önemsenmesede mesleki ve atölye stajları oldukça önemlidir. Mesleki stajda çoğu öğrenci son sınıf olduğun-dan mesleki olgunluğa eriştiği için hem çalıştığı yerden hem de kendisinden beklentisi yüksek olacaktır.

Başvurular Nasıl Değerlendiriliyor ?

Her yıl başvuru dönemiyle birlikte bir çok fi rmaya özgemiş gönderir, kariyer sitele-rini kolaçan ederiz. Her alanda olduğu gibi yine marka olmuş şirketler, öğrenci-lerin de ilgi odağı olur. İnsan kaynakları uzmanları binlerce başvuru aldıklarını söylerler her seferinde. Bu sayının sek-tördeki pazar payıyla da doğru orantılı olduğu aşikar. Bir fi rma düşünün (isim vermeyelim rek-lam olmasın). Her yıl 5 bin staj başvuru-su alsın. Bu 5 bin başvuruyu tek tek ince-lemeleri ve ön elemelerle sayıyı azaltıp

daha sonra görüşmeye çağıracaklarını belirlemenin ne kadar zor ve uğraştırıcı bir iş olacağını hepimiz tahmin edebili-yoruz. Bu uğraştırıcı iş yükünden kur-tulmak için fi rmalar, başvuruları internet üzerinden alıyor ve değerlendirmeyi bil-gisayar üzerinden yapıyorlar. İşte dikkat edilmesi gereken asıl nokta da bu. Bil-gisayar üzerinden yapılan başvurularda kesinlikle stajı yapacağınız sektörle ilgili kilit kelimeleri kullanmalısınız. Kendi bö-lümümle alakalı olarak “enerji verimliliği” sözcüklerini örnek gösterebilirim. Elden verdiğim bir başvuruda İK uzmanının hemen dikkatini çekmiş, evet bizim de ilgilendiğimiz bir konu iyi ki yazmışsın demişti. Aynı mantığı bilgisayar üzerin-deki taramalarda öne çıkabilmek için kullanmak yerinde olacaktır.

Kilit kelimeler dışında tabi kişisel özel-likleriniz de çok önemli. Yabancı diliniz, özellikle de ingilizce seviyeniz okuduğu-nuz okuldan daha önemli bir kriter olabi-lir değerlendirmelerde. Bir çok fi rma için olmazsa olmazlardan hatta. Çizim prog-ramları, yazılım programları hatta offi ce programlarındaki bilginiz de sizi bir adım öne çıkaran ayrıntılar olacaktır.

Stajı Nerede Yapmalıyım ?

Mesleğe yönelik çalışmaları barındıra-cağı için staj yapılacak yer çok önem-

lidir.Büyük şirketler mi yoksa orta halli şirketlere mi gitmeli ? Bu sorunun ceva-bı biraz da kişinin hedefl erine bağlı as-lında. Uluslararası bir fi rmada üst düzey yönetici olmak gibi bir amacınız varsa, stajınızı da bu amaca uygun şirketlerde yapmak yerinde olacaktır. Zira büyük şirketler işe alımda genelde stajı kendi bünyesinde yapmış adayları tercih edi-yor. Ne de olsa daha önce çalıştığı, kişi-liğini az çok bildiği ve çalışanlarını diğer adaylardan daha iyi tanıyan birisi. Büyük fi rmalar daha fazla stajyer aldığı için sizinle ilgilenecek kişi sayısı az ola-bileceği gibi size bir şeyler öğretebilmek için de can atmayacaklar, kendinizi ispat etmenizi bekleyeceklerdir. Ayrıca bil-gi güvenliği, kılık kıyafet, kimlik taşıma zorunluluğu, yemekhanelerdeki oturma düzenleri gibi katı şirket kuralları da olacaktır. Tabi büyük şirketlere girmek pek de kolay değil. Biraz sosyal olmak gerek böyle şirketler için. Sadece derse girerek mühendis olunmuyor sonuçta. Bunun için etkinliklere katılmak, kariyer günlerine gitmek gerek. Maalesef sade-ce gidip oturmak da pek yetmiyor. Soru sormak, daha doğrusu soru sormasını bilmek gerek.

Çoğu kariyer etkinliğine fi rmaların İK uz-manları katılıyor. Başvuruya gittiğinizde sizi mülakata alacak insanlar yani. İşte böyle fırsatlarda gidip tanışmak, kafa-

Kapak Konusu

Ümmet [email protected]

23

nıza takılan soruları sormak yaranıza olacaktır. Eğer şansınız yaver gider de mülakatı tanıştığınız kişiyle yaparsanız daha az heyecanlanır, kendinizi daha iyi anlatabilirsiniz.

Öte yandan küçük şirketlerde staj yap-mak, tecrübe edinme açısından daha iyi olabilir. Böyle fi rmalar hem daha az stajyer alır hem de iş hacimleri daha az olduğu için sizinle ilgilenen kişiyle daha çok vakit geçirebilirsiniz.Böylece hem daha çok pratik yapabilir hem de daha çok soru sorabilirsiniz. İleri dönemde şirket ismini etkin bir referans olarak kullanamasanız da orada edineceğiniz tecrübe ile bir çok kişinin önüne geçebi-lirsiniz. Ne de olsa özel sektörde tecrübe her şey demek.

Mülakatta Nelere Dikkat Etmeli?

Sektörün önde gelen bir fi rmasına gidi-yorsanız, gitmeden önce çok iyi hazırla-nın. İnternetten fi rma ile ilgili araştırma yapın. Mutlaka internet sitesine göz atın, varsa yapmış olduğu projeleri inceleyin. Mercedes gibi büyük fi rmalar ürettikleri otomobiller hakkında sorular sorup ken-dilerini ne kadar iyi tanıdığınızı sorgula-yabilirler. Sözlüklerden fi rma hakkında yazılmış yazıları da okuyabilirsiniz, belki daha önce orada staj yapan biri tecrübe-lerini aktarmıştır.

Kılık kıyafet konusu çok da önemli bir ayrıntı değil ama siz yine de çok gevşek davranmayın ve kahverengini pek tercih etmeyin. Benim bildiğim devlet daireleri ve THY dışında sakala karşı fi rma yok fakat siz yine de gitmeden hafi f toplayın sakallarınızı, gevşek bir imaj vermeyin karşı tarafa. Mülakat sırasında heyecan-lı olduğunuzu saklamaya çalışmayın. Kimse önemsemediği bir şey için heye-canlanmaz. Karşınızdaki İK uzmanları ya da müdürler de bunun bilincindedir-ler. Bazen sizi test etmek için ters dav-ranabilir, üstünüze gelebilirler. Unutma-yın bu bir mülakat, aşırı tepki vermeden gerekli cevapları verin. Samimi olun ve yalan söylemekten kaçının.

Verimli Staj Nasıl Olmalı ?

Mülakatı da geçtikten sonra staja baş-layabiliriz. Küçük bir fi rmaya gittiyseniz sizden başka stajyer olmamasından ötürü ilk günün sıkıcı ve hayal kırıklığıy-la geçme ihtimali yüksek olabilir, ikinci gün her şey normal gelecektir merak etmeyin. Büyük fi rmalarda ise kuralla-ra uymaya özen gösterin, en başından azar işitmek canınızı sıkabilir, hevesinizi kaçırabilir.

Çoğu fi rmada stajyere ayak işleri yaptı-rılır. Bu tür işleri yapmaktan çekinmeyin, çünkü iş bittikten sonra karşılığını soru sorarak alabilirsiniz. Sorarak öğrenecek-siniz. Sormaktan asla çekinmeyin, biri cevaplamazsa bir başkası mutlaka ce-vaplar. Boş zamanlarınızda daha önce yapılan işleri inceleyin, kafanıza takılan yerleri bir kenara yazın, sonra sorarsı-nız. Mutlaka yanınızda not defteri olsun. İlk günlerde o kadar çok öğreneceksiniz ki aklınızda tutamayabilirsiniz, yazın def-tere rahat edin.

Fabrika, üretim tesisi gibi yerlerde çalı-şıyorsanız usta başının yanına sık sık uğrayın ve ustanın yıllanmış tecrübe-lerinin tadına bakmayı unutmayın. İşi öğrendiğinizi düşünüyorsanız yapacak bir şey isteyin,kendinizi denemiş olursu-nuz. Hem iş yükünü hafi fl etmek onların da işine gelir. Yanlış yapmaktan kork-mayın, en iyi öğrenmeye yoludur yanlış yapmak. O an ki stresle asla unutmazsı-nız hatanızı.

Eğer stajınız 30 günlükse ki bu da iki ay gibi uzun bir süre yapıyor, muhtemelen ikinci haftadan sonra hep aynı şeyleri yaptığınızı fark edeceksiniz. Hevesle başladığınız staj sıkıcı gelebilir size ama unutmayın ki mezun olduktan sonra yine bu tür bir işte yıllarınızı harcayacaksınız. O yüzden yapacak işler bulmaya çalışın sürekli.

Staj Defteri Yazarken

Stajın amacı okulda alınan teorik eğitimi pratiğe dökmek olsa da, sizden aldığınız pratik eğitimi tekrardan kağıda dökmeni-zi isteyecekler. İşin belki de en zor kısmı-dır bu. Mutlaka günü gününe yazılmalı. Yoksa sonradan yazması gerçekten çok zor olur. Öyle şeyler yazmalısınız ki stajı gerçekten yaptığınıza inansınlar. Aksi takdirde en az 10 gün daha staj yapmak zorunda kalırsınız. Düşünün stajınızın 1 günü kabül edilmezse o 1 gün için 10 gün daha staj yapmak zorunda olacak-sınız. O yüzden her öğrendiğinizi yazın, resimler çekin, varsa raporlar ekleyin. Biraz süsleyin, biraz ballandırın. Nor-malde her gün için en az 1 sayfa yazmak gerekiyor staj defterine ama dediğim gibi bir süreden sonra aynı işleri yaptığınız için yazacak bir şey bulamayabilirsiniz. Bu konu da her ne kadar emin olama-sam da sayfa sayısının gün sayısının biraz altında olması çok problem olma-yacaktır diye düşünüyorum.

Staj defterini de yazdıktan sonra sıra geldi kaşelettirmeye. Yazdığınız her sayfayı sorumlu mühendise kaşelet-tirmeniz gerekiyor. Bu nedenle defteri eksiksiz doldurduğunuzu ve her sayfayı kaşelettirdiğinizi iyice kontrol edin. Son-radan tek bir sayfa için peşinden koştur-mak zorunda kalırsınız.

Kapak Konusu

Fiber Yarı Đletkenler ve Akıllı Giysiler

24

Tekstil endüstrisi, optoelektronik ve nanoteknoloji devrimi ile yeni bir dö-

nemin kapılarını aralıyor. Nanoteknoloji ve optoelektronik malzemeler kullanıla-rak daha önce hayal bile edemediğimiz çok çeşitli fonksiyonlara sahip kumaşlar elde ediliyor.

Nanoteknoloji sayesinde kirlenmeyen, güzel kokan kumaşların yavaş yavaş üretilmeye başlanması gibi çeşitli tek-nolojik gelişmeleri duymaya başladık. Bunların yanı sıra araştırmacılar giydi-ğimiz bir giysinin, üzerindeki nanosen-sörler sayesinde kalp atışlarımızı, vücut ısımızı ve kan şekerimizi düzenli kontrol ederek, istenmeyen bir durum olduğun-da bizleri ya da kablosuz bir hatla dok-torumuzu haberdar edebilecek sistemler üzerinde çalışıyor. MP3 çalarımızın, el-bisemizin güneşten elde ettiği enerjiyle çalıştığı ya da cep telefonlarımızın elbi-semiz tarafından şarj edilebileceği uy-gulamalar da üzerinde çalışılan konular arasında. Tabi yukarıda bahsedilen bu ürünlerin üretilebilmesi için en önemli konulardan biri de bu uygulamalar için gerekli elektrik enerjisini sağlayabilmek ve enerjinin uygun şekilde kullanılabil-mesini, istenen işlemlerin gerçekleşti-rilebilmesini sağlamaktır. Bu nedenle de birçok bilim adamı nanoteknoloji ve optoelektronik vasıtasıyla bu konuya bir çözüm getirmeye çalışmaktadırlar. Bu konuyla ilgilenen araştırma ekiplerinden MIT’deki bir çalışma grubu ise fi ber üze-rindeki bir çalışmalarıyla yeni bir gelişme kat ettiler.

MIT’deki malzeme bilimcileri basit yarı iletken elemanları bir fi berin içerisine inşa etmeyi başardı. Bu yeni üretim iş-lemi, fi berlerin bir gün akıllı ve kendini enerjisini sağlayabilen kumaşların yapı-labilmesini mümkün kılacak mantık ka-pılarıyla, görüntü işlemeye ve fotovoltaik kapasiteye sahip şekilde üretilebilmesini sağlamaktadır.

MIT’deki araştırmacılardan olan Nic-holas Orf, yarı iletken elemanları fi ber içerisine sentezlemeyi başardı. Optik fi ber kalın, silindirik genellikle silis bir malzeme yolu ile başlanarak yapılması-

na karşın Orf ve arkadaşları onun yerine bir polimer kullandılar. Malzeme akışkan olacak yumuşaklığa erişinceye kadar ısıtılmaktadır. Daha sonra genellikle bin-lerce metre uzunluğunda ama yalnızca birkaç mikrometre çapında olan bir fi ber içerisine yerleştirildiler.

Yarı iletkenleri fi berin içine ekleme fi kri, mühendislerin oldukça ilgisini çekmek-tedir. Ancak birçok kullanışlı yarı iletken yüksek erime noktasına sahiptir ve tipik olarak yarı iletkeni fi berin içerisine çek-me işleminde kullanılan sıcaklıklarda akışkan hale gelmemektedir. Araştırma ekibi bu problemin üstesinden çok adım-lı işlem kullanarak geldi. Öncelikle yarı iletken çinko selenidin komponentlerinin erime noktalarını düşürerek işe başladı-lar ve bir dizi işlemden geçirerek bunu başardılar.

Fiberi işleme işinin en büyük önemi bü-yük yapıları oldukça küçük hale getirme imkânı sağlamasıdır ve bu sayede bi-leşenler birbirlerine daha yakın konu-ma getirilmektedir. Böylelikle oldukça karmaşık devreleri, fi ber içerisinde na-nometre boyutunda cihazlar haline ge-tirmek mümkün olmaktadır. Araştırma-cılar, doğru bileşenler ile işlemin geniş yelpazede yarı iletken malzemeler üret-mek için çalıştırılabileceğini söylemek-teler. Bu da gelecekte esnek elektronik tekstillerin ve fi berlerin ışığı elektriğe çevirebileceğini göstermektedir. Bu ge-lişme sayesinde bir gün belki de bir cep telefonu üzerinize giydiğiniz tişört ile şarj

edilebilecek.

Aynı araştırma grubu 2009’da gömülü yarı iletken camlar ile ışığın açısını, yo-ğunluğunu, fazını ve dalga genişliğini algılayabilme yeteneğine sahip fi berler geliştirdiler. Bu malzeme lenssiz bir ka-mera gibi davranan bir kumaş için temel olabilir. Aynı zamanda bu malzemeler, askeri alanda kullanım için de gelecek vaat etmektedir. Bu malzemeler kullanı-larak askeri giysilerde düşman askerinin nişan aldığı giysi sahibine bildirilebilir ya da askerin vücut ısısı, tansiyonu, nab-zı gibi hayati bilgileri kablosuz bir hatla merkeze bildirilebilir ve gerektiğinde kısa süre içerisinde askere müdahale yapılabilir.

Ayrıca araştırmacılar, bu yeni çalışma-nın daha verimli ve daha duyarlı şekilde ışık algılayan fi berlerin geliştirilebilmesi-nin önünü açtığını söylemekteler. Clemson Üniversitesi’ndeki optik fi ber araştırmacılarından John Ballato üreti-len bu fi berlerin ilgi çekici yeni gelişme-lerin kapısını aralayacağını dile getir-mektedir. Ancak bu yöntemde kullanılan polimerler, yumuşak yarı iletkenler ve metaller, fi berin karşılayabileceği optik gücünü sınırlandırmaktadır. Bu deza-vantajına rağmen yeni yöntem, fi berin yeni bir form oluşturma, propagasyon, algılama ve fotonları, elektronları mani-püle etme gibi birçok özelliği yerine ge-tirebilmektedir. Araştırmacılar, yeni yön-temin dezavantajlarını en aza indirmek ve hayata geçirilebilmesi için çalışmala-rını sürdürmekteler.

Bu çalışmalar, günümüz teknolojisinin önemli alanlarından olan nanoteknoloji ve optoelektroniğin geleceğin teknoloji ürünlerine büyük bir katkısının olacağını gösteriyor.

Teknoloji

Gökhan SEZEK

[email protected]

Enerji YalanlarıAteş, Su, Toprak, Feomidyum

26

Çocuğunuzun sağlıklı büyümesini mi istiyorsunuz? Sadece süt yetmez.

Aslında çocuğunuzun günde 27 litre inek sütüne ihtiyacı var biliyor muydunuz? Nerden bulacaksınız bu kadar sütü? Cevap tabi ki Banane! 30 ml Banane’nin içinde 27 litre süt özü bulunuyor. Alın çocuğunuza yedirin topaç gibi olsun.

Böyle bir reklam izledikten sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Tabi ben biraz abartılı anlattım fakat 27 litre olayı gerçek! İzledikten sonra düşünmeye başladım ama ciddi ciddi düşünüyorum ulan kim inanır ki buna? Hadi 5 olsun 10 olsun ama yok 27 litreyi kafam almıyor. Anneler bu reklamlara inanıp çocuklarına bu ürünü alıyorlar mı acaba? Evde oturup düşünmekle ol-muyor tabi her bilim adamı gibi benim(!) de gözlem yapmam lazım. Alış veriş merkezindeki çocuklu aileleri izlemeye başladım. Hakikaten çoğu ailenin alış-veriş arabasında ‘Banane’ var diğer markaların esamesi okunmuyor. Yalan ne kadar büyük olursa müşterisi de bir o kadar fazla oluyor demek ki. Asıl derdim bunu anlatmak değil aslında.

Bu tip yalanlar her reklamda (bu kadar saçma olmasa da) var. Sadece belli bir kesime hitap ettiğinden çok fazla dikkat çekmiyor olabilir. Siz de izlerken sadece reklam gözüyle bakıyor olabilirsiniz. Asıl ilgiyi üzerine toplayan, kimsenin kayıtsız kalamayacağı konular. Enerji de bunlar-dan en popüler olanı. Bakın ne palavra-lar var burada :)

Feomidyum

Sosyal ağların hemen hemen yok sayıldığı 90’lı yıllarda bir forward mail ortalığı kasıp kavuruyor. Forum sitel-erinde alevli tartışmalar da cabası. Hatta sitesi bile var. “Türkiye Bilim-sel Aydınlanma Platformu. Türkiye’nin aydınlık geleceğine hoş geldiniz…” Çok alengirli bir site değil ama demir leblebi. Şöyle devam ediyor:

“Feomidyum Gerçeği ve Türkiye: Feomidyum, Amerikan Askeri Bilim Araştırmaları Grubu (MSRA) tarafından son derece ileri bir teknoloji kullanılarak tanımlanan, ayrıştırması büyük yatırımlar gerektiren ve varlığı bilim çevrelerine deklare edilmeyen yeni bir elementtir. Feomidyum, son derece ba-sit ve ucuz metaller kullanılarak süper sıknatıs üretilebilmesini sağlar. Süper mıknatıs me işe yarar?En basit anlatımla PETROLÜ ÇÖPE ATAR…Feomidyum kullanılarak üretilen süper mıknatıslar ile örneğin mevcut elektrik motorlarından % 730 daha verimli yeni nesil elektrik motorları üretilebilir. Yani benzinli motorlar büyük ölçüde tarihe karışır. İş sadece elektrik motorlarıyla

da bitmiyor. Süper mıknatıs uzay araştırmalarından tıbba,elektronikten ulaşıma kadar (mesela feomidyum alaşımlı süper mıknatıs kullanılarak havada giden, sürtünmesiz hızlı tren şebekesi yapmanın maliyeti neredeyse banliyo treni seviyelerine iniyor) bir çok alanda devrim yaratacak.” %730 verim ne demek! Daha dur neler var devamında:

“Bilin bakalım rezerv nerede?

Nasa askeri topografi k araştırma uyduları tarafından tespit edilen to-plam rezervin %74’ü Türkiye’de. (% 4.8 Nepal’de,diğer rezerv en fazla %0.4 olmak kaydıyla bir çok ülkeye dağılmış durumda) Tahmini mali değer o kadar yüksek ki telaffuz bile edilemiyor. Trily-onlarca dolar.”

Hayal gücü sınır tanımamış biraz daha uğraşılsa yerli bir bilim kurgu fi lmi çıkabilir buradan. Bir de bu işin yansımaları var orası daha komik. Aslında acıklıda denebilir ama ben baya güldüm. Döne-min Saadet Partisi İl Başkanı gen-çlere seslendiği bir konuşmasında feomidyum’un nimetlerini anlata anlata bitiremiyor. Salon alkış kıyamet. Öbür gün bir gazetede yayınlanan haberin başlığı ise ‘Saadet Partisi iktidara yürüy-or’. Daha fazla yorum yapmaya lüzum yok durum kendini izah ediyor zaten. Cem Yılmaz’ın bir repliği aklıma geliyor ama yazamıyorum. Ateş, su, toprak, feomidyum :)

Bor

Feomidyum’dan daha masum bir konu bor. Aslına bakarsanız yalan bile sayılmaz ama bu konuda çok fazla bilgi kirliliği mevcut . Nükleer enerjini gün-demde olduğu bu günlerde güneş ve rüzgardan sonra insanların aklına gelen bir enerji kaynağı(!) Ben şahsi olarak bu-nun tartışmasını çok fazla yaptığım için bu konuda çok hassasım. Şahsi tartışma derken de sadece yakın çevremle değil toplum nezdinde değer verilen STK’ların

Enerji

Orhan Doğan ORHAN

[email protected]

27

temsilcileri ile de bu konuda tartıştım. Bundan dolayı burada yer almasını iste-dim.

Genel yanılgı Bor’un birincil bir enerji kaynağı olduğu. Yani sadece Bor kul-lanarak çeşitli reaksiyonlar sonucunda enerji edilebileceği inancı. Biri Bor en-erji kaynağı deyince benim aklıma ka-zanda yakılmaya çalışılan külçe külçe taşlar aklıma geliyor. Bor’u enerji elde ederken (Hidrojen tutucu olarak veya jet yakıtlarında) kullanılıyor ama direkt Bor’dan enerji elde etmek en azından şu an için mümkün değil.

Erke Dönergeci

Burada farklı bir dünya söz konusu. Akıl almayan bir teknoloji ve zeka! 2006 yılında Erke Erke Araştırmaları ve müh-endislik Anonim Şirketi yüksek rütbeli bir çok generali katılım gösterdiği bir basın toplantısı düzenliyor. Çağın buluşu olarak lanse ettikleri erke dönergeci-ni “çevreye zarar vermeyen, istenilen güç ve sürati sağlayabilen, doğrudan hareketin elde edilebildiği, yakıt gerek-tirmeyen bir kuvvet makinesi. İstenen güç ve sürati sağlayabilen, doğrudan hareketin elde edilebildiği, yakıt gerek-tirmeyen istenen yerde istenen miktarda sınırsız elektrik üretme yeteneği olan bir cihaz” olarak komuoyuna tanıtıyorlar. Tanıtım derken masanın üzerinde sadece bir prototip mevcut.

Büyük bir kampanya ve propogan-da sürecinin ardından çoğu kişiden

para toplayan şirket 2007 yılı iti-bariyle ürünü tamamlayacaklarını bildirdi. Yetkililer 2007 aralık ayında çalışmaların uzayabileceği yönünde bir basın açıklaması daha yaptılar. Bu açıklamadan sonra ses seda yok! Şirkete maddi destekte bulunan şahıslar tamamen iyi niyetle, beklide bu işe bir yatırım gözüyle bakarak böyle davranmış olabilirler ama komutanım bu kadar da olmaz ki!

Diğer taraftan baktığınızda alınan pa-

tentler var. Şirket bugüne kadar üç tane patent almış. Tabi patent içeriği gizli saklı olduğundan neyin patentini aldıklarını da bilemiyoruz. Cihazın nasıl çalıştığına dair aktarılan tek şey daha önce hiçbir cihazda kullanılamayan maddenin atalet özelliğini kullanarak bunu kullanılabilir mekanik enerjiye çevirdikleri. Atalet derken öyle çok karmaşık bir şey beklemeyin bildiğimiz eylemsizlikten bahsediliyor.

Alınan patentlerdeki taslak çizim-lerine baktığımda aklıma takılan ilk şey sürtünme ve vantilasyon kayıplarını nasıl yok ettikleri. Hadi sürtünmeyi geçtim cihazın dönen aksamının hiçbir yerinde ne bir sargı ne de elektrik üretebilecek herhangi bir aksam görünmüyor. Nerd-en bakarsanız bakın anlaşılamayan bir durum var ortada. 2007’den bu yana da hiçbir yetkili bir açıklamada bulunmadı.

Enerji ihtiyacı her geçen gün artmaya devam ediyor. Buna bağlı olarak en-erji kaynakları da hızla tükeniyor. Bu ve bunun gibi nice yalanlar ve yanlış yönlendirmeler her zaman hayatımızda olacak gibi geliyor bana. Unutmayalım ki “Bilgi sahibi olmadan fi kir sahibi ol-unmaz”.

Enerji

EntropiDoğanın Yıkıcı Gücüyle Karşılaşın

28

Hayatınızdaki her şeyin ters gittiği-ni hissettiğiniz oluyordur, peki çok

mu şikayet ediyorsunuz? Yapmayın, bu doğanın bir kanunu! Evet doğru, Termo-dinamiğin İkinci Yasasına göre; evrenin düzenli olanı yayıp dağıtma isteğine ‘va-rolarak’ karşı koyuyoruz. Evren düz bir çarşaf gibi olmak isterken biz düzlüğü bozan varlıklar olarak güçlü ve görkemli rakibimiz karşısında kaybetmeye, yenil-meye, ayrışmaya, üzülmeye ve ölmeye mahkumuz!

Isı, insanların doğa olaylarını sorgula-maya başladıkları andan itibaren, dört ana elementin en bilinmezi olmuştur. Termodinamiği anlamak için ısının tarihi-ne bakalım. Eski çağlardan bu yana ısı-nın sırrını çözmek için çeşitli tanımlama-lar yapılmıştır. Aristoteles için ‘’Hayatın ve ona güç veren her şeyin – gıdaların, duyguların, hareketin ve düşüncenin- kaynağı’’ ısıydı. Isının ölçülmesi için bir standarda bağlı kalmak ise 18. Yüzyıla kadar gerçekleşmeyecekti. Galileo Gali-lei 1592 yılında suyu kullanarak ilk ter-mometreyi bulduktan sonra ‘’bu alette değeri ölçülen şey ısıdır’’ diye bir tanım-lama yaptı. Bir asır sonra 1714’te Daniel Gabriel Fahrenheit civa ile daha kararlı bir termometre yaptı fakat bu rakamları kullanışsız termometre yerine, 1742’de Andres Celsius’un geliştirdiği, suyun donma noktasını 0, kaynama noktasını 100 derece gösteren termometresi be-nimsendi.

Her şey yolunda gibi görünürken Joseph Black o güne dek sorulmamış bir soru sordu. Suyu ve civayı aynı miktarda al-masına ve eşit zamanlarda ısıtmasına rağmen neden sıcaklıkları farklıydı? Bu soru termometre buluşunu temelden sarsacak nitelikteydi. Black her mad-denin bir ısı kapasitesi olduğunu savu-nuyordu ve kalorimetreyi icat ettiğinde termometrenin pabucu dama atılmış oldu. Isının; farklı sıcaklıktaki iki cisim arasındaki enerji geçişi olduğu tanımına, tüm bu çetrefi lli yollardan sonra varıldı. Isının bu gizemli ve geri dönüşsüz yo-lunun büyüsüne kapılmış sayısız bilim insanından Rudolf Julius Emanuel Clau-sius 1822’de dünyaya geldiğinde, dünya ısıyla ilgili bazı sorularını hâlâ cevapla-

yamamıştı. 1833 yılında John Herschel ısının tüm canlı türlerine güç verdiğini, dahası cansız varlıklara da can verdiğini söylemişti. Örneğin bir su kütlesi ısıyla buharlaşıyor ve yağmur oluyordu. Kasır-ga, sel, deprem gibi olaylar insanları her zaman korkutmakla birlikte aslında dün-yanın yaşadığını da kanıtlar nitelikteydi. Güneş, dev bir buharlı makine kazanı gibiydi ve hayatlarımızın güç kaynağıy-dı. Bu tezden yola çıkarak bilim insanları başka yıldızların da makine kazanı gibi çalıştığını ve böylece evrenin her yerinin bir tür ısı makinesinden güç aldığının düşünülebileceği sonucuna vardılar.

Clausius Berlin Üniversitesi’nde li-sansını tamamladıktan sonra Halle Üniversitesi’nde yüksek lisans yapar-ken ısının gizemi aklında büyük bir yer ediyordu kuşkusuz. O dönemde Sadi Carnot, makine performansının kazan sıcaklığına değil, kazan ile soğutucu arasındaki sıcaklık farkına bağlı olduğu-nu bulmuştu (Carnot ilkesi) ve bu bulu-şuyla Clausius’un zihnine yön vermişti. Clausius doktorasını yaparken Joule’ün olağanüstü keşfi konuşuluyordu. Bir tel-den geçen elektrik akımı gücünün bir kısmını ısıya çeviriyordu. Ayrıca Mayer, ısıl kuvvetin tek bir şey olduğunu ve bö-lündüğünü, kiminin bitkiye can verdiğini, kiminin vücutta kinetik enerjiye dönüştü-

ğünü ve bölünmeye hep devam ettiğini söylüyordu. Clausius, Joule’un titiz de-neylerinde ve Mayer’in alışılmadık te-zinde ısıyla ilgili yepyeni bir yaklaşımın olguya ve felsefeye dayalı temellerini görmüştü. Bu yaklaşımları harmanla-yarak 1850yılında ‘’Isının Harekete Ge-çirici Gücü ve Isı Teorisi İçin Bundan Çıkarılabilecek Yasalar’’ adlı makalesi-ni yayımladı. Clausius’a göre var olan enerji hiçbir zaman yok olmuyor, sadece dönüşüyordu. Bu hepimizin bildiği gibi, termodinamiğin 1. Yasası olan Enerjinin Korunumu Yasası’ydı.

“∆ E Evren= 0”Clausius, kusursuz bir formül bulmuştu. Ancak evrendeki tüm enerji toplamı aynı kalmasına rağmen o güne kadar %100 verimle çalışan bir makine icat edilme-mişti, çünkü ısı enerjisi hiçbir zaman tümüyle işe dönüşmüyordu. (Verim= İş/verilen ısı) Clausius iş üretme yetene-ğinden yoksun kalan enerji türüne entro-pi adını verdi. Bütün doğal değişikliklere ‘pozitif entropi’ ve bütün doğal olmayan değişikliklere ‘negatif entropi’ diyerek Entropi Korunumu Yasası’na ulaşmak istiyordu. Fakat 2. Yasa evrenimizin ku-sursuz olmadığını gösterecekti.

Clausius evrenin bir tür ısı makinesin-den güç aldığı tezinden yola çıkarak bir buharlı makineyi düşündü: Harcadığı tüm enerji, sürtünme kuvveti, sızan ve boşa giden ısı vs. her şey toplandığın-da, pistonların işe dönüştürdüğü enerji-den daima fazla çıkıyordu. Yani pozitif entropi daima negatif entropiden fazla çıkıyordu. Termodinamiğin 2. Yasası, ‘’Bir çevrimde çalışan ve bir kaynaktan soğurduğu enerjiye eşit miktarda iş ya-pan bir makine yapmak mümkün değildir ‘‘demişti. Isı hep sıcaktan soğuğa doğru akıyordu, bisiklet freni ısı açığa çıkarı-yordu ama güneşin ısıttığı bir bisiklet harekete geçmiyordu, parfüm kapağı açıldığında koku tüm odaya yayılıyordu, odanın tek bir noktasında toplanmıyor-du. Clausius’un şaşkınlıkla fark ettiği gibi işin kötü yanı, bu sadece bir makine için değil, bir kupadaki çayın soğumasından, bir insanın hücrelerinin çalışma meka-nizmasına kadar tüm evrene genelleme yapılabilecek bir gerçekti. Yani; entropi; tek yönlü, katı, evrenseldi.

Entropi İle Sıcaklığın Diyagramı

Rudolf Clausius

Bilim

Hande BALKAN

[email protected]

29

“∆ S Evren > 0”Clausius’un yaptığı keşif sadece onun entropi korunumu teorisinin bir hayal kırıklığı ile sonuçlanması demek değil-di, aynı zamanda evrenin insanlık için korkunç bir şekilde geri dönülmez yolda düzensizliğe gittiğini ispatlıyordu. Düze-ni oluşturan her şey, insanlar, binalar, şehirleşme, bitkiler, hayvanlar… oluşur-ken bedeli çok daha büyük bir düzen-sizlik oluyordu. Sözgelimi bir bina inşa etmek entropinin negatif yönde artması demekti fakat binada kullanılan malze-me düzenlemesi, işçilik gücü, kullanı-lan makinelerin harcadıkları enerji vs. tüm etmenler toplandığında yine pozitif entropi galip geliyordu. En bilindik söz-le “Kainatta her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çek-mek” istiyordu. Maddeler halinde sırala-yacak olursak;

1 - Evrende sürekli potansiyel enerjiden kinetik enerjiye bir geçiş vardır. Bir diğer deyişle, evrenin sıcaklığı sürekli artmak-tadır.

2 - Bir soğutma işlemini başka bir yeri orayı soğuttuğumuz miktarın daha fazla-sı ısıtmadan yapamayız.

3 - Doğada bir maddeden 100% verimli iş elde etmek imkansızdır. Mutlaka ısı-nın bir kısmı boş yere harcanmaktadır.

İkinci yasa’nın temeli birçok keşfe yol açtı. J.Williard Gibbs entropi ile sıcak-lığın diyagramını oluşturdu, böylece mühendislik anlamında entropiye yeni kapılar açtı.

İkinci Yasa, aynı zamanda olasılıkçı bir yasadır. Entropi, sistemin başlangıç ve son durumunun göreli olasılıklarının bir ölçüsüdür. Şöyle ki; kapalı bir kabın içindeki gazı ele alalım; organize ve dü-zenlidir. Kapak açıldığında ise gaz mo-lekülleri odaya gelişigüzel dağılır ve bu büyük bir karmaşadır. Bu yüzden entro-pi, sistemin düzenlilikten ne kadar uzak olduğunun ölçüsüdür. Teoride gazın odaya yayılan moleküllerinin hepsinin odanın bir köşesine toplanması olasıdır, mikro anlamda tüm moleküllerin rastge-le olan davranışlarına bağlıdır. Tabi ki pratikte çok düşük bir ihtimal olduğun-dan göz ardı edilir. Ludwig Boltzmann, entropinin tersinemez artışını, büyüyen moleküler karmaşa olarak ifade eden ilk bilim adamı olmuştur.

Bu yasaya göre evrendeki entropi -artık düzensizlik eğilimi olarak da bahsedebi-liriz- tersinmez şekilde sürekli artmakta. Isı enerjisi sıcaktan soğuğa doğru aka-cak, sıcak bölgeler soğuyup soğuk böl-geler ısınacak ve zamanla evrende hiç

soğuk ve sıcak kalmayacak. Bir gün ‘ter-modinamik denge’ oluşacak ve ısı ölümü yaşanacak. Hatırlayınız; yazının başla-rında bahsettiğimiz Carnot ilkesine göre, bu; makinelerin çalışmaması demekti. Kısacası bir gün evrendeki tüm doğal makineler duracak, bir bakıma evrenin ölümü gerçekleşmiş olacak. Evren, elde edilebilir enerjiyi tükettikçe zaman artık beliren bir şey olmayacağından, duyum-sanılan an olmayacak. Öyleyse enerji harcandıkça zaman da tükenecek. Gü-nümüzde de zaman sürecinin sonunda oluşan karadelikler, yüksek bir entropi düzeyine karşılık gelir.19.yüzyılın ortalarında, evrenimiz mak-simum düzensizlikte olmak istediğini ve bizim yaşamlarımız birer düzen ol-duğundan kaybetmeye mahkum ol-duğunu öğrendik. Bizim evrenimizde; enerjinin tamamı korunuyor, fakat tam verimlilikle kullanılamıyordu. Sonraları Edward Aloysius Murphy, Jr tarafından yayınlanan ve en bilindik haliyle “Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir.” şeklinde özetlenen Murphy Kanunları da fi kir tabanını Termodinamiğin İkinci Yasası’ndan alır.

Evrenin sona yaklaşma arzusu ha-yatımızda büyük hasarlara neden ol-maktadır. Örneğin; 26 Ağustos 1883’te Endonezya’nın Krakatoa adasında bir yanardağ patladı. Patlama öyle yoğun-du ki püskürttüğü gaz ve tozlar Güneş’in mavi görünmesine neden olmuştu. O korkunç patlamada 36.000 kişi öldü. Ya-nardağ, doğal bir makineydi tabi ki, pat-layınca yer altındaki ısı enerjisinin büyük kısmı akustik enerjiye, bir kısmı ışık enerjisine dönüştü. Kalan ısı ise boşa harcandı. Isı; 2000 derece Fahrenheit’lık bir magma odasından soğuk adaya aktı. Bir anlık patlamayla 36.000 makine ses-sizliğe gömüldü ve sıcaklık farkı eşitlen-di. Entropi arttı, evren bu felaketten kârlı çıktı.

ĐKĐNCĐ YASA ÜZERĐNE YAPILAN BĐ-LĐMSEL TARTIŞMALAR

Entropi Yasası dünyayı değiştirdi. Yüz-yılımızın en büyük bilim adamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu “bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak tanımla-mıştır: ‘’ Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici dü-zen şeklinde kendini gösterecektir.’’ de-miştir. Arthur Eddington, entropi yasası-nın, tüm doğa yasaları içinde en önemli yere sahip olduğunu, evren hakkındaki bir teorinin, Maxwell’in formülleriyle, hat-ta daha önceden yapılmış bazı deney-lerle uyumsuz olsa bile doğru olma şan-sının bulunabileceğini; ama ikinci yasa ile çelişiyorsa hiçbir şansının olmadığını söyler.

Çelişkilerden bahsetmişken, kimi bilim insanlarına göre entropi yasası, evrim teorisiyle çelişmektedir. Evrim teorisin-de uygun koşullardaki cansız atom ve moleküller bir araya gelerek, tek hücreli canlıları, DNA, Mitokondri gibi kompleks moleküler yapıları oluşturmuş ve bu süreçte canlı giderek organize bir yapı halini almıştır. Bazı bilim insanları bunu evrenin düzensizlik çabasına bütünüyle ters bulmaktadır, bazıları ise dünyamı-zın dışarıdan enerji aldığından açık bir sistem olması gerektiğini söyleyerek bu tezi yalanlamaktadır.

Bu tezi savunanlar İkinci Yasa ve yara-dılış teorisini birbirine yakın tutuyor. Ev-ren düzensizliğe akmakta ise bir düzen-den gelmiş olması gerekir diye düşünen din adamları da evrenin kendiliğinden var olmadığını savunurken entropiyi te-mel alıyor. Din ve entropi üzerine yapı-lan tartışmalar bununla da sınırlı değil. Olasılıkçı bir yasa olan entropi yasası bazı bilim adamlarına göre mucizeleri de açıklıyor. ‘’Denizin ortasına hayali bir çizgi çizdiğinizi düşünün. Su molekülleri sürekli hareket halinde olduğundan bir-birine çarpıyor. O çizginin solundaki tüm su moleküllerinin aynı anda sola ve tüm sağdakilerin aynı şekilde sağa hareket etme olasılığı son derece düşüktür, ama doğa yasalarına aykırı değildir’’ şeklinde yorumlanıyor yasa.

Bu tartışmalara ek olarak entropi; felse-fe, komünizm ve kapitalizm gibi konular-da da kendine tartışma alanı buluyor.

Tüm yorumları bir kenara bırakırsak, gerçek olan şu ki Entropi Yasası, günlük yaşamımızda ölüm kuvvetlerinin, yaşam kuvvetlerine galip geldiği bir dünyada olduğumuzu bize kanıtlıyor. Bir doğum, evrenin başka bir yerinde çok daha bü-yük bir yıkıma yol açıyor ve canlıların hepsi çevresinden negatif entropi alarak yaşamlarını devam ettiriyorlar. Evrenin ne zaman amacına ulaşıp ılıklığa kavu-şacağını ise bilmiyoruz.

Bilim

Kelebek Etkisi, Kaos TeoremiKaosa Giden Yol - II

30

Bir önceki sayıda Laplace Şeytanı ile başladığımız yolculuğumuza Belir-

sizlik İlkesi ile devam etmiştik. Bu sayı-da ise yolculuğumuza bilim dünyasında önemli bir yeri olan “Kelebek Etkisi” ni ve kuantuma başlangıcında büyük payı olan “Kaos Teoremi” ile devam edece-ğiz.

KELEBEK ETKĐSĐ “Çin’de bir kelebeğin kanat çırpması, Amerika’ da bir fırtınaya sebep olabilir.”Bu cümleden de anlaşılacağı gibi evren-de gerçekleşen ufacık bir neden büyük bir sebebe yol açabilir. Kelebek Etkisi olarak adlandırılan bu kuram, determi-nizmin temel taşlarından biri olan “ Kü-çük nedenler, küçük sonuçlar doğurur. “ mantığına büyük bir darbe indirmiştir. Peki, bu kuram nedir ve nasıl ortaya çık-mıştır?

1963 yılında meteorolog Edward Lorenz hava raporu için ardışık dizilerden birini uzun uzadıya incelemek istediği bir sı-rada kestirme bir yol izlemeye kalkıştı. Programı tekrar başa dönüp çalıştırmak yerine ortalardan bir yerden başlattı. Makineye başlangıç durumundaki şart-ları vermek için, daha önce yazıcıdan çıkardığı dizelere bakıp oradaki sayıları klavyeden aynen girdi. Gürültüden kaç-mak için başka bir odaya geçti ve 1 saat

kadar sonra döndüğünde hiç ummadığı bir şeyle karşılaştı; hem de öyle bir şey ki bununla artık yepyeni bir bilim dalı fi -lizlenmeye başlıyordu.

Bilgisayarın yaptığı bu dökümde bir önceki dökümün tıpatıp tekrarlanması gerekirdi. Lorenz aynı sayıları makine-ye kendi eliyle girmişti. Programda bir değişiklik yoktu oysa Lorenz yazıcıdan yeni çıkan döküme baktığında gördüğü şey şuydu: Hava durumu bir önceki dö-kümde yer alan şeklinden o kadar hızla uzaklaşmaktaydı ki bir kaç aylık bir süre zarfında aradaki bütün benzerlik ortadan kalkmıştı. Lorenz, bir bu sayı kümesine baktı bir de önceki sayı kümesine. Sanki bir şapkanın içinden rastgele 2 hava du-rumu seçip almış gibiydi. İlk aklına gelen şey gene vakumlu tüplerden birinin bo-zulduğu oldu.

Birden gerçeğin farkına vardı. Makine bozulmuş falan değildi. Mesele makine-ye işlediği sayılardan kaynaklanıyordu. Bilgisayarın hafızasına kaydedilen on-dalık kesir sayıları 6 haneydi: 506127. Yazıcıdan çıkan dökümde ise yerden kazanmak için sadece 3 hane görünü-yordu: 506. Lorenz binde birlik bir far-kın sonucu etkilemeyeceğini düşünerek sayıyı yuvarlamıştı. Önce grafi ksel se-yirlerindeki fark çok az olan bu iki olay

birbirinin aynısı gibi devam ederken belli bir noktadan sonra yavaş yavaş farklı noktalara yönelmeye başlıyor ve bir süre sonra aralarında hiçbir benzerlik kalmı-yor. Böylece Kelebek Etkisi kavramı or-taya çıkmıştır.

Lorenz, bu kuramı daha fazla irdeleye-rek meteoroloji olaylarının tahmin edile-meyecek kadar karmaşık olduğunu söy-ledi. Hava raporlarındaki tahminlerin 2-3 günden sonrasında yanılmaların başla-yacağı ortaya kondu ve bu günümüzde de devam etmektedir. Daha sonraki iler-leyen süreçte bu kurama daha teknik bir isim verildi: Başlangıç koşullarına has-sas bağımlılık.

Bu kuram, diğer bilimsel alanları de-rinden etkilemiş ve birçok açıdan yeni ufuklar açmıştır. Mesela; psikiyatrlar, küçücük bir gülücüğün, evrene katacak olduğu pozitif enerji sayesinde Boğaz köprüsünde intihar etmeye yeltenen biri-sinin hayatını kurtarabilir diye düşünme-ye başladılar. Bu bulgulama bir hadis–i şerifte şu şekilde yer alıyor: “Gülümse-mek sadakadır ve sadaka ömrü uzatır.”

Bu kuram sinema yönetmenlerine de il-ham kaynağı olmuştur.”Kelebek Etkisi” adıyla çekilen fi lmde bu kuramın işleni-şini çok iyi bir şekilde görebiliriz.

Filmde; o an önemsiz olarak gördüğü-müz, herhangi bir zararını görmeyece-ğimizi düşünerek verdiğimiz kararların ilerde değiştirilemez ve can sıkıcı du-rumlara yol açtığını iyi bir şekilde gör-mekteyiz.

Evan Treborn zaman mevhumunu yitir-miştir. Hayatının erken evrelerinden iti-baren, önemli anları bir unutkanlık kara deliğinde yok olmuş, çocukluğu hatır-layamadığı bir dizi dehşet verici olayla gölgelenmiştir. Geriye kalansa hafızası-nın hayaleti ve çevresindeki kırık hayat-lardır: Çocukluk arkadaşları Kayleigh, Lenny ve Tommy’nin hayatları.

Çocukluğu boyunca, Evan kendisini günlük tutmaya ve günlük hayatındaki ayrıntıları yazmaya teşvik eden bir psi-kologun gözetimindedir. Artık üniver-sitede olan Evan, günlüklerinden birini okurken, kendini birden bire ve açıkla-namayan bir nedenle geçmişe dönmüş bulur. Anlar ki; yatağının altında sakla-dığı defterler geçmişe dönüp, hatıraları-nı anımsayabilmesi için birer araçtırlar. Ama bu anımsayışlar, arkadaşlarının, özellikle de yetişkinliğinde de sevmeye devam ettiği çocukluk aşkı Kayleigh’nin yıkılmış hayatından sorumluluk duyma-sına neden olur.

Bilim

Ersan ŞAHİ[email protected]

31

Çocukken elinden gelmeyen şeyleri yapmaya karar veren Evan, kasıtlı ola-rak geçmişe yolculuklar yapar. Bugünkü aklıyla çocukluk bedenine girerek, tarihi yeniden yazmaya ve arkadaşlarını ve sevdiklerini bu travmatik deneyimlerden kurtarmaya çabalar.

Ama Evan ne zaman geçmişte bir şey değiştirse, yaptıklarının bugünde bek-lenmedik ve feci sonuçlar doğurduğunu görür. Ne kadar çaba gösterirse göster-sin, kendisi ile Kayleigh’nin “sonsuza dek mutlu” yaşadıkları bir gerçeklik dün-yası yaratamayacak gibi gözükmektedir.

“ Söylediklerinize dikkat edin; düşün-celere dönüşür... Düşüncelerinize dikkat edin; duygu-larınıza dönüşür... Duygularınıza dikkat edin;davranışlarınıza dönüşür...Davranışlarınıza dikkat edin;alışkanlıklarınıza dönüşür... Alışkanlıklarınıza dikkat edin;değerlerinize dönüşür...Değerlerinize dikkat edin; karakteri-nize dönüşür... Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür... “ - GANDHİ

Görüldüğü gibi Kelebek Etkisi hayatı-mızın her anında yanı başımızda yer almaktadır. Ve bu etki bilimi kaosa götü-ren yolda büyük adımı atmış oldu.

KAOS Kaos teorisi, başlangıçtaki koşullara, de-ğişkenlere karşı son derece duyarlı dina-mik sistemlerin davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. Kaos, nonlineer (doğrusal olmayan) sistemler üzerinde çalışır.

Kaos teorisi, bilim dünyasındaki ününü Edward Lorenz’in ortaya koyduğu Ke-lebek Etkisi ile kazanmaya başlasa da kavramın çıkışı çok daha eskiye daya-nır. Kaosa ilk olarak Yunan ve Çin mito-lojilerinin yaradılış efsanelerinde rastlan-mıştır. Eski Yunan fi lozofl arı tarafından da dünyanın oluşum aşamasını anlam-landırmak için felsefede kullanılmaya başlanmıştır. Bilim tarihine girişi 18. yüz-yılda olmuştur. Önceleri Poincare, Wei-erstraas Cantor, Peano gibi matematik-

çilerin ilgisini çeken kaos daha sonraları daha çok fi zikçilerin ilgi gösterdikleri bir konu olmuştur. İşte 18. ve 19.yüzyıllarda kavrama pek çok farklı bilim insanı tara-fından getirilen anlayışlar teorinin çıkışı-na kaynaklık etmiştir.

Kaosu yaşamımızın her anında görme-miz mümkündür. Mesela; musluktan akan su bazen düzenli damlasa da ba-zen düzensiz biçimde damlar. Kalbimiz çoğu zaman düzenli atsa da bazen çar-pıntı yapar. Sigara dumanı belli bir yere kadar düzdün yükseliyor gibi gözükse de bir anda kırılmaya ve çalkalanmaya başlar. Borsada, önemli iç ve dış siyası olaylar olmadığı zamanlar bile düzen-siz gibi gözüken sürekli bir dalgalanma vardır. Bir yaprağın daldan kopup yere düşmesinde bir rastgelelik vardır. Bu hadiseler kaotik sistemler olarak adlan-dırılmaktadır. Kaotik sistemlerin iki önemli özelliği var-dır: •Hesaplanamaz Olmak: Kaotik sistem-lerin hareketlerini önceden hesaplaya-mayız ve sonucunun ne olacağı hakkın-da kesin bir cevap bulamayız. Dalından kopan yaprağın nereye düşeceğini han-gimiz bilebilir?•Başlangıç Koşullarına Hassas Bağlı-lık: Bu konuya Kelebek Etkisi kuramın-da değinmiştik. Kaos Teorisi’nin çıkış sebebidir.Dinamik sistemlerin davranışları ilk bakışta tamamen tesadüfe dayalı ve düzensiz olarak görünebilir. Ancak bu davranışlar aslında ortamdaki birçok değişkenin etkileri ve hatta bu değiş-kenlerin kendi aralarındaki etkileşimleri tarafından belirlenir. Sigara dumanı ör-neğine bakacak olursak; dumanın ha-reketi ortamdaki hava akımı tarafından belirlenir, hava akımındaki değişimlerin nedeniyse odanın başka bir yerinde bir sıcaklık veya basınç farkı oluşmasıdır.Kaos Teorisi’nin gelişmesi için son yıl-lardaki en büyük desteği fraktal geomet-riyi bulan Benoit Mandelbrot vermiştir. Fraktal geometri; kaosun resmi olarak adlandırılan, karmaşık matematiksel for-müllere dayanan olağanüstü geometrik biçimlerdir. Ağaç dalları, akciğerlerimiz-deki bronşlar, karnabahar bitkisi, gök-yüzündeki o bulutların karmaşık yapıları ve kar taneleri fraktallerden bazılarıdır. Fraktallerin önemli bir başka özelliği de “kendine benzerlik” durumudur. Ağaç köklerindeki, dallarındaki ve yaprakların-daki dallanmalar; kendilerini değişik öl-çeklerde, aynen olmasa da tekrar eder. Doğanın gerçek düzeni olduğunu iddia eden Kaos Teorisinin temel önermelerini şu şekilde özetleyebiliriz:1.Başlangıç koşullarına hassas bağım-lıdır.2.Özgündür. Hiçbir olay aynı şekilde

tekrarlanmaz. Örn: Kar tanesi, parmak izi eşsizlikleri...3.Kendi kaotik sınırları içinde kararlı (dü-zenli, kozmotik) olabilir. Örn: Jupiterin kırmızı lekesi, yıldız yörüngeleri...4.Geometrisi kesirli (fraktal) yapıya sa-hiptir. Örn: Kasırgalar, spiraller, bulutlar, akışkanlar, türbülanslar, karnabahar, brokoli, eğreltiotu...5.İkiden fazla boyutludur. Kesirliler de dâhil. İspatı: Üç cisim problemi.6.Birbirleri içinde çözünüp yeni ve daha büyük kaotik dinamik sistemler oluştura-bilir. Örn: Süper iletken üzerindeki elekt-ronların kuantum dalga fonksiyonları, para piyasaları, borsa...7.Öngörülemezdir. Kendine has bir dü-zeni olsa da belirsiz bir yanı da vardır. Dolayısıyla “kader her an yeniden yazı-lır” önermesini doğrular niteliktedir.

SONUÇYaşadığımız evren; harikulade bir sis-tem dâhilinde işlemektedir. Bilim insan-larının tek derdi bu sistemi çözmek ve bunun için her bilim adamı kendi elindeki bilgilerle bir şeyler üretmeye bir şekilde bu soruya cevap aramaya çalışmış. Her-kes kendi bulduğu düşünce ve teorilerle bu sürece büyük katkıda bulunmuştur. Bu doğrultu da karşımıza Laplace Şey-tanı ile başlayan ve sürekli gelişerek devam eden bir bilimsel süreç çıkmıştır.Bakalım ilerleyen zamanlarda insanoğlu aradığı soruya cevap bulabilecek mi?

Son bir şey; acaba Laplace, teorisindeki şeytandan kastı sadece insanoğlu mu? Belki de Laplace’ın kastettiği şeytan; bi-lim adamlarının yıllardır sırrını çözmeye çalıştığı bu harikulade sistemin yaratıcı-sı Allah’tır.

KAYNAKÇA: 1.James Gleick – Kaos, TÜBİTAK Yayınları2.David Ruelle – Rastlantı ve Kaos, TÜBİTAK Yayınları3.Timur Karaçay – Determinizm ve Kaos 4.Serdar Altunoğlu – Kaos Teorisi ve Felsefesi

5.Sinan Canan – www.sinancanan.net

Bilim

Batuhan Yılmaz

Röportaj

32

Musa Kocaman: Kendiniz hakkında bize biraz bilgi verir misiniz?

Batuhan Yılmaz: İlk önce okul-la başlayalım isterseniz. Bahçeşe-hir Üniversitesi’nde Mekatronik Mü-hendisliği öğrencisiyim, Elektronik Mühendisliği’nde çift anadal yapıyorum. Bunun haricinde çalışıyorum.

M.K. : Biyokimya otoanalizörü ve koa-gulometre kabı projeleriniz hakkında bil-gi verir misiniz?

B.Y. : Kan verdiğinizde biyokimya, mik-robiyoloji ve hormon testleri yapılır. Mik-robiyoloji ve biyokimyayı tek düzenekte topladık denebilir. Yani siz kan verdiği-nizde gelen kültür testlerini yapan cihaz bu. 52-53 parametre testde çalışıyor. Bunlar şu an hastanelerde mevcut ci-hazlar. Ancak Türkiye’de üretilmiyor. Bizimkinin farkı ise en hızlı cihaz olma-

sı. Mevcut cihazlarda maksimum saatte 240 ile 400 Tesla arası test yapılıyor. Kan veriyosunuz, 20 ile 25 parametre testde çalışılıyor. Sisteme kan verdiği-nizde sonuçları ertesi güne ancak ala-biliyorsunuz. Cerrahpaşa’da sistem iki güne sarkabiliyor.

Koagulometre daha küçük bir cihaz ama biyokimya otoaralizöründen çok daha gerekli. Koagulasyona, kanın pıhtılaş-ması demek. Koagulometre de kanın pıhtılaşma süresini ölçen alet. Bu süre hesaplanırken dört test kullanılıyor. Bu test her hastaya yapılmalı. Yönetmelik de bunu gerektiriyor. Türkiye’de üretil-miyor.

M.K. : Tıp elektroniği alanını nasıl seç-tiniz?

B.Y. : Biraz tesadüf oldu aslında. Şöyle ki bir hocam Bahçeşehir Üniversitesi’nde

çalışıyordu ve İstanbul Üniversitesi’nde-ki bir projeden bahsetti. Proje; Uzak Doğu’dan gelen bu tarz cihazların Türk-çeleştirmesi üzerine bir proje. Bende bu proje ile bu sektörü tanıma fırsatı bul-dum. M.K. : Projeye başlarken kimlerden destek aldınız? Hangi konularda eğitim-lere veya seminerlere katıldınız?

B.Y. : Proje aslında iki-üç yıl öncesine dayanıyor. Yani ‘’şunu şöyle yapalım’’ dememizle başlıyor. Sadece kendi açı-nızdan birşeyler yapmanız imkansız. Her şeye kendiniz yetişemiyorsunuz. O yüzden zaman zaman dışarıdan bilgi-si olan insanlardan yardım alıyorsunuz daha doğrusu almak zorunda kalıyor-sunuz. İlk başta okul harici benim katıl-dığım mikroişlemciler kursları vardı. C Programcıları Derneği’nin verdiği mik-roişlemciler dersleri vardı. Teknik resim üzerine açılan kurslara da gitmiştim. Başlangıç böyle oldu.

İlk yıl Yıldızlı Projeler Yarışması 2010’a katılırken kendi bütçemizle bir şeyler yapmıştık. Tabi o çok ilkeldi. Analog elektroniği apayrı bir dünya, onu da yeni yeni öğreniyoruz. Ondan sonra da projeyi Sanayi Bakanlığı’na yazdık teknogirişime. İş profesyonelleşmeye başladı ve “şirket” kavramı ortaya çıktı. Şirket kurduktan sonra başka kurumlara da sorumluluk duymaya başlıyosunuz. Bir şeyleri aksatmadan yapmak zorun-da kalıyorsunuz. Bu yüzden de hizmet almaya başladık. Ne kadar tasarlamak isteseniz de bir parçayı nerede,hangi makinada üreteceksiniz,hangi malze-me hangi makinada işlenir ya da hangi malzeme Türkiye’de üretilir bunlar an-cak üretimde yer almış insanlar tarafın-dan tarafından bilinebilir. Bu tür bilgileri üniversitede öğrenme gibi bir imkanınız yok.

Sonra böyle bir arkadaş bulduk. Ama arkadaş bizden ayrıldı.Yeni iki arkadaş daha aldık. Biri üretim teknisyeniydi. Onunla devam ediyoruz. O şu anda par-çaların üretimini sanayide takip eden ar-kadaş. Diğeri ise Makine Mühendisi’ydi. O da teknik resimleri tamamen tasarla-yandı. Parçaların çoğunu o arakadaş (Meltem) diğer kısımları ise ben çizdim. Aldığımız arkadaş bu parçaları kullanılır haline getirdi, montaj şemalarını çıkarttı. Böylece devam etti.

M.K. : Projeye başlarken şirket kurmak aklınızdan geçti mi hiç?

B.Y. : Şirket kurmayı çok daha evvelden beri düşünüyorduk ama savunma sana-yinde düşünüyorduk. Çünkü savunma

Yıldızlı Proje Yarışması 2010’da birinci olan, ardından Sanayi Bakanlığı Teknogirişim Sermaye desteğini alıp kendi şirketini kuran proje ekibinden Batuhan Yılmaz ile keyifl i bir röportaj gerçekleştirdik.

Röportaj

Musa KOCAMAN

[email protected]

33

sanayi maddi olarak daha kazançlı. Fa-kat orada da çok değişik tecrübeler ya-şadık. Savunma sanayinde siz üretince Türkiye satar diyorsunuz. Maalesef önü-nüzde çok fazla engel var. NATO’dan AB ‘ye kadar belli kriterlere göre kendini-zi kabul ettirmeniz gerekiyor.

M.K. : Peki tıp elektroniği kolay bir iş mi?

B.Y. : Tıp elektroniği hiç de kolay bir iş değil. Tıp elektroniği çok büyük bir pasta. Firmalar çok büyük. Rakiplerimiz milyar dolarlık fi rmalar. Ayrıca el altından yü-rütülen çok işler oluyor. Bunlar sağdan soldan duyduklarımız. Nasıl ve neler olacak bir arada yaşayarak göreceğiz.

M.K. : Üniversite sıralarında şirket sahi-bi olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

B.Y. : Gerçekten çok ama çok zor. Kur-duğumuz şirket Sanayi Bakanlığı’yla işi-miz olduğu için o kuruma karşı sorumlu olduğumuz bir şirket. Denetim tamamen onların elinde. Durum böyle olunca de-diklerinden çıkamıyorsunuz. Her şeyin belirli vakti ve şekli oluyor. Bu yüzden üniversite ile birlikte yürütmek de çok zor. Birinden feragat etmek zorunda ka-lıyorsunuz, ya işi ya da üniversiteyi as-kıya alıyorsunuz. Benim için üniversite askıya alınan kısım oldu. Öte yandan okulu bitirmek zorundayım o yüzden de-vam ettirmeye çalışıyorum ama maale-sef çok zor.

Avantajlarına gelirsek pek gördüğüm söylenemez. Akademisyenler bu işe çok karşılar. Yani herkes ne gerek vardı diye düşünüyor. Bu yüzden üniversite bazın-da bir avantajını görmedim ama ileride farklı olumlu etkiler karşıma çıkabilir.

M.K. : Sanayi Bakanlığı Teknogirişim Sermayesi’ne nasıl başvurdunuz?

B.Y. : Onu Yıldızlı Projeler Yarışması’nda öğrendim. Ziya KARA-BULUT YPY 2010’a katılmıştı konuşma yapmak için. Orada Ziya Bey ile tanıştık ve teknogilişimden bahsetti. Sonra inter-netten biraz daha araştırdık. Önce özet kısmıyla başvurduk sonra bizden detaylı

iş planı istediler. Bunun yanında maddi yönünü de istediler. Onları da gönder-dik. Açıkçası benim hala tereddütlerim var. Çünkü olmayan bir ürünü pazarla-mak çok zor. Özellikle bu tarz cihazları kaşınızdaki mühendis topluluğuna anlat-mak çok zor. Hayal edemiyorlar ki; bizim sunumda tıpçılar da yüksek mühendis-ler de vardı. Onlar da anlatttığımız bu cihazı çok ileri teknoloji gördükleri için Türkiye’de üretilebileceğini düşünmü-yor, inanmıyorlardı. O yüzden sunumda çok zorlandık. En son aşama idi sunum, bunun için Ankara’ya çağırıyorlar. On-lardan da geçtik, sonra da şirket kurma süreci başladı bizim için. Ama o zaman da çok zorlandık. Beş iş günü içinde siz-

Röportaj

34

den şirketi kurmanızı ardından da Ankara’ya anlaşma imzalamaya gitme-nizi istiyorlar. Türkiye’de genelde bir şir-ket iki haftada ancak kurulabiliyor. Çün-kü vergi dairesini gidiyorsunuz, evrakları veriyorsunuz oradaki görevli inceleyelip üç gün sonra ancak veriyor. Oradan şirket görüşmesi yapmak için notere ve diğer yerlere gidiyorsunuz. Oralarda da koşuşturması bir iki gün sürüyor. Sonra SGK’ya kaydolmaya gidiyorsunuz, ora-sı da iki gününüzü alıyor. Yani verilen o beş gün işkence gibi bir beş gündü. Bu zorlu başlangıçtan sonra ancak şirket kurabildik.

M.K. : YPY’ye nasıl başvurdunuz, nere-den duydunuz?

B.Y. : Tam olarak hatırlamıyorum ama internetten olabilir. Biz o sene robot ya-rışmalarına merak sarmıştık. Hemen he-men hepsine katılmıştık. Öyle bir yarış-ma görünce katılmak insanda alışkanlık yapıyor. Daha sonra YTÜ’deki yarışma daha iyi ve kaliteli diye oraya başvur-dum.

YPY diğer yarışmalara kıyasla çok farklı. Zaten belli de oluyor organizasyondan. YPY’nın konsepti çok farklı. Sadece robot üzerine olmadığı için hoş fi kirler çıkıyor ve bunun yanı sıra geçen sene jüri de çok iyiydi. Sanayicilerle bir arada olması da apayrı bir güzellik katıyor tabi.

M.K. : YPY size ne kattı bu aşamada?

B.Y. : Gerçekten çok şey kattı. Mesela katılmasaydık Teknogirişim’i duymaya-caktık. Geçen sene YPY’de duyduğu-muzda teknogirişimle şirket kuran 80 kişi civarıymış. Bizim dönemde ise bu 200 kişiydi. Bundan sonra daha da artacak, popüler olacak diye düşünüyorum.

M.K. : Türkiye’deki proje yarışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

B.Y. : ODTÜ hariç hepsini bir karede toplayabiliriz. Proje yarışmalarında en önemli şeylerin biri de projeye katıldı-ğınızda orada yarışan diğer ekiplerdir. Bu şekilde değişik işler ortaya çıkabi-

liyor. Bunlar insana ilham kaynağı olu-yor. Oradan bir parça buradan bir parça alabiliyorsunuz. Fakat Türkiye’deki diğer proje ve robot yarışmalarında bu pek yok maalesef. Artık herkes belli katego-riler üzerine aynı insanlar, yüzler ve aynı projeler her yeri dolaşıyor. O yüzden YPY bunlardan çok farklı bir konsept. Bence çok daha iyi. İnsanlar sadece fi -kirleriyle başvurabiliyor. Yani illaki bir ka-tegoriye dahil olmak zorunda değilsiniz. Olması gereken de bu zaten. Yurt dı-şında robot yarışmalarının bir çoğunda robot yarışması olmasına rağmen hiçbir kategori yok. İnsanlar sadece teknoloji ile uğraşıyor. Türkiye’de ise böyle değil. Hep aynı fi kirler, aynı robotlar, aynı mo-torlar. Bu insana zevk vermiyor. Serbest projeler için de bu geçerli. Sadece yarış-ma düzenlemek için yapılan yarışmalar çok var; özellikle son iki senede patlama yaşandı. Genelde anadolu üniversitele-rinde -gerek adını duyurmak gerek öğ-rencilerin heyecanı- çok fazla yarışma var. Bence bu kadarı gereksiz.

M.K. : Peki Türkiye’deki inovasyon kül-türü hakkında ne düşünüyosunuz?

B.Y. : Aslında yok diyebilirim. Gerçekten bir tekel yok ve denetleyen bir kurum olmadığı için herkes istediğini yapıyor. Mesela benim daha evvel çalıştığım Dünya çapında otomasyon fi rmasının yaklaşık 100.000 çalışanı var ve bu tarz fi rmalar Türkiye’de inovasyona öncülük yapmaya çalışıyorlar. Ticaret dışında bu işi yürütüyorlar reklam ve öğrencilere ör-nek amaçlı.

Röportaj

35

Fatih Ayhan: Sence tam bir girşimcinin tanımı nedir?

B.Y. : Türkiye için konuşulursa bir yerde çalışacaksınız, belli bir maaşınız olacak, kendinizi geçindireceksiniz. Şu ana ka-dar üç farklı AR-GE’de çalıştım. Üçün-de de gerek yöneticiler gerek çalışanlar mutlaka başka yerlerde çalışıyorlardı. Neticede insanların mutlaka paraya ih-tiyacı var ve geçinmek,barınmak zorun-dalar.Ben dün ayrıldım mesela çalış-tığım yerden. Hepimiz başka yerlerde çalışıp ortak alanda burada buluşuyo-ruz. Ama bence olması gereken parayı tamemen göz ardı etmek. Daha evvel çalıştığım kurumlardan birinde savunma sanayiye üç tane patentli ürün ortaya çı-kardık. Üçü de sadece Türkiye’de değil Dünya’da ilk ve tekti. Üçü de satılmadı. Girişimcilik öğrenciyken yapılması en zevkli iş. Çünkü bakmak zorunda ol-duğunuz kimse yok. Sadece kendinizi geçindirecek,eğlendirecek kadar bir büt-çeniz olsun yetiyor.

M.K. : Gelecek hedefl eriniz ve projeleri-niz neler peki?

B.Y. : Tabi ki birçok projem ve hedefi m var. Aslında bir şeyi proje olarak düşü-nürseniz maddiyat olarak da düşünmek zorundasınız. Bir şeyler yapayım, ürete-yim satayım ve sıfırdan başlayayım de-mek ve yapmak çok zor. Ya ailenizden sermayeniz olacak ya da bu işi yürüten fi rmayı devralacaksınız.Medikal labora-tuarlarda 15-16 cihaz var kullanılan ve bunlar Türkiye’de üretilmiyor. Dünya’da sadece birkaç fi rma üretiyor. Bütün me-dikale bakarsanız elektronik bazında yüzlerce cihaz var. Yepyeni, hiç olmayan fi kirler de var. Bunlar ayrı ayrı düşünce-ler, projeler. Ömürler yapmaya yetmez. Hedefl er olarak ise ticarileşmek var. So-nuçta artık şirketiz, şirket demek para kazanan kurum demek. Para kazanmak zorundasınız. Henüz o işe geçemedik, projeyi yürütüyoruz halen. Proje bittikten sonra öncelikle otoanalizör ve koagulo-metrenin ticarileşmesi söz konusu. Ama onun için de para gerekli. Çünkü üretim

tesisi kurmak günümüzde nereden bak-sanız 500.000 liraya mal oluyor. Bunun için de devlet teşviği var.Mevcut serma-yesi olan bir fi rmayla temasa geçebilirz ki şu an böyle bir görüşmemiz var ya da direkt proje üretim kısmı hizmet alım şeklinde, mevcut seri üretim yapan fi r-malardan birine gidip kendi ürünümüzü hazır olarak alıp bir yere pazarlayabiliriz.

M.K. : Peki proje olarak satabilir misiniz?

B.Y. : Onu yapmam, çünkü ufak bir işi bile yaparken sabahlıyorsunuz. Bu işle-re başlayan herkesin başından mutlaka geçmiştir. Ufacık devreler neden çalış-mıyor diye saatlerce iki dirençle bakışı-yorsunuz. Ben bir yılda tahmin edemedi-ğim kadar bilgi ile yüklendim. Çok ciddi bir emek var, reklam pazarlama kısmı-nın altında gerçekten birşeyler için ko-şuşturmak zorundasınız. O yüzden böy-le bir emeği paha biçip satamazsınız. Üretmek istenirse ticari olarak birleşme olabilir.

Röportaj

36

Cihaz sonuçta Türkiye’de olmayan bir cihaz. Sanayi Bakanlığı bu sebeple destek verdi. Sadece cihazı yaptık, oldu ama koy dükkana üretmedik tarzı bir du-rumda çok saçma olur. Çıkış noktasında üretmek, Türkiye’ye katma değer sağ-lamak var. Ama ben yaptım, tasarladım siz alın ben kenara çekileyim de olmaz. Zaten bunu ben yaptım demek, diyebil-mek de çok özel ve güzel bir duygu.

M.K. : Biraz da ilginç anılarınızdan ve yaşadıklarınızdan bahseder misiniz?

B.Y. : İlginç anımız çok aslında. Buraya eşya taşımaktan, komşulardan... Bu-raya ilk çıktığımızda insanlar bu tür bir işe alışık değildi. Eşyaları taşıdığımız-da teyzeler, komşular yemek getirmeye başladı. Sonra bizi evde bulamayınca tencereleri kapıya bırakmaya başladılar. En son yemek getiren bir teyzeye “biz burada çalışıyoruz, yaşamıyoruz” dedik, teyze de bu “biz burada çalışıyoruz, ya-şamıyoruz” lafını çok farklı yerlere çek-miş. “Burada ne işler karıştırıyorsunuz?”

diye mahallenin ileri gelen amcaları bizi ziyarete geldi. Amcayı oturttuk, anlatsak tam anlamıyla anlama olasılığı düşük, çalışıyoruz desek “Burası sanayi mi?” diyecek. Arayı bulmak gerçekten çok zor oldu. Bir de gece çalıştığımız için evde tıkırtılar oluyor haliyle. İnsanları rahatsız etmek istemiyoruz. Alışık değiller neti-cede burası aile apartmanı. Bunlar bize en başta bayağı komik anılar yaşattı. Ar-kadaşım Barış biraz daha duygusal bir insan. Gece yüksek seste müzik dinle-

yip komşuları rahatsız ettiğini düşünerek evden çıkıp iki saat eve gelememişti bir keresinde.

Gece, korku çok oldu. Karşı binanın camında üçgen bir yer var. Bir gün eve geldim Barış camın karşısında kilitlen-miş duruyordu. Ben gelince “n’oluyor?” dedim. Biri var diye gösterdi bana. O an gece ben de öyle sandım. Ayin töreni oluyor diye biz kafamızda kurduk dur-duk. Sonra projektörü bağlayıp içeri ışık tuttuk. Ardından bir komşu bunu görüp içerisi aydınlandı diye polisi aramış. Po-lisler geldiler. Bizim projektörü görünce “Siz deli misiniz?” dediler. İfade vermek zorunda kaldık. Bir de kan tahlili yapan eski bir cihazı Cerrahpaşa’dan aldığı-mızı gören hasta bakıcılar cihazı kaçırı-yoruz sanıp bizi eve kadar takip etmiş. Tam içeri girdik kapıda dört-beş kişi “Siz burada ne yapıyorsunuz, cihazı niye al-dınız?” diye hesap sordular.

Hande Balkan: Cerrahpaşa ile ortak mı çalışıyorsunuz?

B.Y. : Cerrahpaşa’da birçok laboratuar var. Örneğin; bir tane çok büyük bir labo-ratuar var, tamamen hastalara çalışan bu laboratuar dışında bir de kalibrasyon laboratuarı var. Bütün medikal cihazlar -gerek özel hastanelerde gerek devler hastanelerinde- 15 günde 30 günde bir kalibrasyon yapmak zorundalar. Bu-nun sebebi hastalara daha iyi hizmet verebilmek. Türkiye’de bu işi yapan Cerrahpaşa. Bütün cihazlar numunele-ri buraya gönderiyor. Cerrahpaşa’daki Amerika’dan gönderilen mevcut cihaz-larla onların üzerinde çalışıp mevcut so-nuçlarla karşılaştırıyorlar.

Cerrahpaşa’da olmamızın en büyük avantajı; bize bu imkanı sağlaması. Çünkü cihazımız direkt o laboratuarda çalışmaya başlayacak. Orada çalışınca da şu an Türkiye’deki cihazlarla karşı-laştırma fırsatımız olacak. Devletin Türk Standartları Enstitiüsü’nde daha evvel böyle bir durum olmadığı için buna uy-gun yönetmelik yok. Fakat şöyle bir sis-tem yapmışlar: Eğer Türkiye’de olmayan bir cihaz üretilirse kalite standartı için yurtdışındaki mevcut cihazlarla karşılaş-tırıp, belgeliyorlar. Bu sebeple

Cerrahpaşa çok iyi oldu. Çünkü kapı kapı dolaşıp, derdinizi anlatmanıza ci-hazlarını kullanmanıza gerek kalmaya-cak. Mahalledeki en ufak laboratuara bile sizi kolay kolay sokmuyorlar, anla-mıyorlar. O sebeple büyük faydası oldu. Cerrahpaşa hem akademik hem de klinik görev aldığı için buradaki öğretim görevlileri sadece akademik ya da klinik değil. Cihazların laboratuar otomasyon

Röportaj

37

kurulum ihalelerinde görev alan hocalar bana çok sayıda örnek ihale gönderdi-ler. Hocalar o sebeple cihazların teknik şartnamelerini de çok iyi biliyorlar. O yüzden hangi cihazda ne olması gerek-tiğini ya da mevcut Türkiye’deki ya da Dünya’daki hastanelerindeki teknik ihti-yaçları biliyorlar.

M.K. : İ.Ü. Cerrahpaşa Fakültesi Hasta-nesi ile çalışmaya nasıl karar verdiniz?

B.Y. : Cerrahpaşa ile çalışmamız büyük tesadüf oldu bizim için. Daha doğrusu Cerrahpaşa’da nerede çalışabiliriz diye laboratuar aramaya başladım. Toprak kayması olmuş, laboratuarı taşımışlar. Hasta bakıcının biri tuttu kolumdan “La-boratuarı buraya taşıdık.” dedi. Sonra ben laboratuardayken biri geldi “Burada ne arıyorsun?” diye. Laboratuardan so-rumlu hocayı aradığımı söyledim. Bura-da bekle dedi ve ardından da bir bayan geldi. O hoca laboratuardan sorumlu hocaymış. O sırada kendimi tanıtamadı-ğımdan, kendimi savunmak için projemi anlattım. Hocanın hoşuna gitmiş. Zama-nında yani ambargo yıllarında testleri elle yapmak zorunda kalmışlar o yüzden böyle bir cihazın Türkiye’de üretilmesi ona çok cazip gelmiş. Yeri geldi akşam-ları burada da çalıştık. Bu sebeplerden dolayı Cerrahpaşa bizim için büyük şans oldu.

M.K. : Son olarak bu duruma aile fertle-rinin bakış açısı nasıl?

B.Y. : Ailem şu an beni destekliyor ama başta çok karşılardı. Çünkü ben bu sü-rece girdiğimde tam neyin ne olduğunu bilmiyorlardı. Hatta annem benim mü-hendis olacağımı öğrendiğinde tıp yaz-madığım için bana küsmüştü. 3-4 ay benimle küs kaldı. Ama sonra barıştık tabi. :)

Not: Röportaj sırasında beni yalnız bırakmayan Fatih Ayhan’a, Özgün Baştaş’a, Hande Balkan’a ve fotoğrafl arı çeken Büşra Danış’a teşekkür ederim.

Röportaj

Bilinçaltı MesajlarDikkatli Bakıyor Musun?

38

Rekabet kavramı çok uzun zaman-lardan beri yaşlı gezegenimizin bir

gerçeği konumunda. Tüm canlı türlerinin var oldukları andan itibaren kendilerini içinde buldukları bir yarış da diyebiliriz buna. Arz-talep ilişkisinin etkisiyle yarış pek çok farklı ortama taşınsa da sabit olan tek kural tarih boyu değişmedi. “Güçlü olanlar ayakta kalır.” Tek ge-reksinimin “güç kontrolü” olması, zafere giden yolda her şeyin mübah olması an-lamına geliyordu ta ki yasalarla bazı sı-nırlar çizilene kadar. Bunun sonucunda yarışçılar, pisti büyütmeye karar verdiler ve yarışı insan bilinçaltına taşıdılar. Çe-şitli bilinçaltı mesaj(subliminal message) teknikleriyle fi kirlerini ve ürünlerini kabul ettirme sürecine giriştiler. Her türlü sını-rın son bulduğu bir pazarda yayılmak, şu ankine nazaran çok daha mantıklı olacaktı.

Bilinç ve bilinçaltına dair konuşmadan önce çok karıştırılan bu iki kavramı açıklamak, konunun daha rahat anlaşıl-masına büyük bir katkıda bulunacaktır. Çoğumuzun sandığı üzere birbirlerini karşılayan iki kavram olmaktan ziyade, birbirini “tamamlayan” iki kavramdır. Bi-linci daha çok farkındalık ile eşleştirebi-liriz; iradenin, aklın, mantığın kaynağıdır ve kısa süreli hafızadan sorumludur. Yani buz dağının görünen yüzü diye-biliriz, peki ya görünmeyen yüzü?Buz dağının sekizde yedisini oluşturan esas kısım? Burada bilinçaltı devreye giriyor. Bilinçaltı, duyguların ve alışkanlıkları-mızın kaynağıdır ve bilincin verdiği ka-rarlarda önemli derecede pay sahibidir. İki türlü cevabı vardır: Ya kabul eder ya da reddeder ama verdiği tüm kararlarda bireyin iyiliğini hedefl er. Amacı hayatta kalmaktır ve önemli olan şimdidir. Ey-lemleriniz ve çevrenin üstünüzdeki etkisi sonucu şekillenerek karar mekanizma-sını etkiler. Lütfen son cümleyi bu yazı

boyunca aklınızın bir kenarında tutmaya çalışın.

Bilinçaltı Mesaj Çesitleri

Beynimiz çevreyle sürekli iletişim halin-dedir. Farklı kaynaklar aracılığıyla elde ettiği binlerce veriyi tıpkı bir bellek gibi bilinçaltında depo eder. Kaynakların çe-şitliliği sonucu bilinçaltına ulaşmak için pek çok farklı teknik üretilmiştir. Görme ve işitme tabanlı bu teknikler farklı yol-lar izlese de temelde aynı amaca hizmet etmektedir: Eldeki bilgiyi karşı tarafa be-nimsetmek.

ĐşitselSesler aracılığıyla iletilen bilinçaltı me-sajlarda backmasking denilen teknik hakimdir. Bu yöntemle günlük hayat-ta sıklıkla karşılaştığımız şarkıların, tv programlarının, bazı dinletilerin, fi lm-lerin ve bilgisayar oyunlarının içlerine bazı mesajlar sıkıştırılmaktadır. Eğlence amaçlı kullanıldığı gibi zamanla gözda-ğı, reklam, propaganda amaçlarıyla da sık sık kullanılmıştır. Şarkılarda belirli kısımların tersten çalınması, söz akışın-da bazı kelimelere özellikle vurgu yapıl-ması, frekans düzenlemeleri, şarkı ya da konuşma sırasında alttan çok düşük sesle başka bir parça veya konuşmanın çalınması gibi farklı yollarla dinleyiciye istenilen mesaj iletilmektedir. Kasıtlı ya-pıldığı gibi tesadüfen de ortaya çıktığı olmuştur, bunları gözden kaçırmayan komplo teorisyenleriyse zaman zaman ortalığı ayağa kaldırmaktan kaçınma-mışlardır. Örneğin, eskiden kullanılan çift tarafl ı kasetlerde bazen kasetin bir yüzü dinlenirken diğer yüzündeki parça-ların tersten okunuşu da fısıltı yüksekli-ğinde duyulabiliyordu.

Az sayıda tesadüfün dışında bu teknik pek çok müzisyen tarafından kullanıl-mıştır. Led Zeppelin’in Stairway to Hea-ven adlı parçasında kompleks bir örneği olduğu iddia edilmiştir, parçanın bir kıs-

mı tersten çalındığında satanizm temelli bir mesaj açığa çıkmaktadır, zamanında gruba bu konuda dava açılmış fakat delil yetersizliği sonucu grup beraat etmiştir. Backmasking aracılığıyla verildiği iddia edilen mesajlarda cinsellik ve satanizm ön plandadır. Bu da birebir insan algı-sıyla alakalıdır, konular, temellerinde yatan kavramın birer aracısıdır. İnsan beyni doğum ve ölüme diğer tüm kav-ramlardan daha fazla tepki vermektedir. Doğum cinsellikle, yani “sex”le, ölüm ise farklı pek çok kavramla (öldürmek, yok etmek, satanizm) bağdaştırılır. Bu yön-tem sadece işitsel değil, tüm bilinçaltı mesaj tekniklerinin ortak kuralıdır. Bağ-daştırmalar ve benzetmeler çok önemli yer tutar,dolayısıyla beynimiz doğum-ölüm temelli konu ve kavramları gizlice veya açıkça barındıran ürünlere daha hassas yaklaşmaktadır.

Beatles’ın “I’m so Tired” parçasında yine tersten çalınan bir kesitte Paul McCartney’nin 1966 da öldüğü ve yerine kendisine çok benzer birinin geçtiği ifa-de edilir. Bu da ölüm içeren örneklerden biridir.

Tahmin edeceğiniz gibi backmasking örnekleri sanat dünyasıyla sınırlı kalma-maktadır. Reklamlarda, tv-radyo prog-ramlarında, fi lmlerde, oyunlarda, politi-kacıların konuşmalarında da örneklerine rastlanmaktadır. Ortadoğu’da Amerikan işgali sırasında kentlerde hoparlörlerden okunan Kur’an ayetlerinin arka planında insan kulağının duyup algılayamayacağı frekanslarda “Direnmek faydasız, teslim olun.” gibi pek çok ses kaydı çalınmış-tır. Böylece halk, direnci azaltıp teslim olmaya teşvik edilmiştir. Ayrıca bazı politikacıların halka hitaplarında tersten dinletildiğinde karşıt politikaları ve dü-şünceleri kötüleyen, satanizm tabanlı metinler olduğu fark edilmiştir. Yine de backmasking konusunda kimse kesin bir hüküm getirememektedir, çünkü ses dosyaları yeterince net değildir ve ba-

Led Zeppelin

The Beatles

Sosyal

Onur Mustafa ERDOĞ[email protected]

39

zıları sadece komplo severlerin abartılı çabaları sonucu ortaya çıkmıştır.

Görselİşitselden farklı olarak görsel açıdan bi-linçaltına mesaj vermenin pek çok tek-niği bulunmaktadır. Çok kısa sürelerle ekranda belirip kaybolan yazılardan tutunda, ekrandaki görselin arka planın-daki ufacık bir detaya kadar bilincin fark edemeyeceği fakat bilinçaltımızın daima algıladığı mesajlar bulunmakta. Günü-müzde tüketimin her alanındaki büyük çaplı rekabetler sonucu, reklam sektörü sıklıkla bu yönteme başvurmuştur ve so-mut başarılar elde etmiştir. İnsan beyni-nin bir bellek gibi olduğunu söylemiştik, mesajlar alınır ve bilinçaltında biriktiril-meye devam eder, bu yüzden sürekliliği olan mesajlar zamanla daha etkili olup kişilerin yönlendirilmesini dahi sağlaya-bilirler. Bu da bilinçaltı mesajların rek-lam sektöründe neden yaygın bir şekilde kullanıldığını açıklıyor. Fakat burada bir yanlış anlaşılmaya dur demek gerek. Mesaj verenlerde mesaj alanlar kadar bu tekniklere açıktır, yani düzeni kur-maları onları bilinçaltı mesaj tekniklerine karşı koyma gücü kazandırmıyor. Yazar Ambrose Bierce’in de dediği gibi “Falcı, müşterisinin göremediği bir şeyi görebi-len kişidir, onun bir budala olduğunu.”

Gördüğümüz bir anlık görüntü 655 sa-tır ve frame(çerçeve) denilen 24 küçük kareden oluşur. Sinemada saat-dakika-saniye şeklinde bir sıralama vardır. Sa-niyeden sonra ise kare gelir ve 1 saniye 24 kareden oluşur. Her 327,5. satırda “control-track” denilen aralıklar vardır. Bu aralıktaki görüntüler kesilip yerine yenileri atılarak 25. Kare oluşturulur. Son ve 25. Kare anlıktır, gözle görüle-mez fakat algılanır ve bilinçaltına kayde-dilir. Bu tekniğe de 25. Kare Tekniği adı verilmiştir. Peki açık açık mesaj vermek yerine neden bu yöntem tercih edilmek-tedir? Cevabı basit, yazının başında da bahsettiğim bilinç-bilinçaltı farklılığı yüzünden. Bilinçaltımız bir saniyede 400 milyar bit bilgiyi işlerken, bilincimiz bunun sadece 2000 tanesini fark eder. Böylece 25. Kare Tekniğini kullananlar, kişinin bilinçli tercih hakkını gasp edip kendi ideolojilerini kitlelere yaymaya ça-lışırlar. Sanal reklamlarda da benzer bir taktik uygulanmaktadır. Sanayi Bakanlı-ğının tanımına göre sanal reklam, huku-ken kullanımı meşru görüntülerin, canlı veya banttan bilgisayar marifeti ile mani-pülasyonu ve söz konusu görüntülerde yer alan muhtelif unsurları reklam amacı ile halihazırda kullanılan veya ileride ge-liştirilecek teknolojiler vasıtasıyla oyun sahası ve çevresi üzerine düşürülen tüm görüntüleridir. Yani fi lmdeki karakterin X marka kola içmesi ya da Y marka par-

fümü sıkması gibi. Zaman zaman ken-dimizle özdeşleştirdiğimiz karakterlerin markalı ürünler kullanması bilincimiz tarafından fazla dikkat çekici bulunmasa da bilinçaltımız mesajı almıştır.

25. Kare Tekniğinin açık bir biçimde kullanıldığı fi lmlerden biride “Dövüş Kulübü”dür. Filmin bazı noktalarında Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler Durden karakteri ekranda görünüp kaybolur. Ay-rıca fi lm modernite karşıtı mesajlar da içermektedir. Diğer görsel mesaj teknik-lerini yaygınca kullanan bir diğer fi rma ise “Disney”dir. Afi şlerinde sıklıkla cinsel uzuvlara benzeyen çizimler kullanmış-lardır. Bunların dışında pek çok üretici fi rmada reklamlarında ve ambalajlarında gizlice bilinçaltı mesaj teknikleri kullan-mışlardır.

Mesajların Geçmişi Bilinçaltı mesajların kökenleri 1900’lü yıllara dayanıyor diyebiliriz. Daha önce de bazı illüzyon numaraları olsa da bu yıllardan itibaren daha sistemli çalışma-lar yapıldığından başlangıç olarak kabul edilebilir. İlk bilinen örneği Knight Dun-lap adlı Amerikan psikoloji profesörünün “hissedilemez gölgeler” yöntemiyle aynı uzunluktaki iki çizgiyi deneklere farklı boyutlarda algılatmasıdır. Böylece yeni tekniklerle beraber insanoğlunun

algı ve karar mekanizmasına müdaha-le edilebileceği anlaşılmıştır. II. Dünya Savaşı döneminde askerlerin düşman uçaklarını tanıması amacıyla kullanılan tahistoskop da bu alandaki gelişmelere ilham vermiştir. Hızlı bir biçimde pek çok görüntü sergileyen bu araç günümüzde okuma hızını artırmak için kullanılmak-tadır.

Market araştırmacısı James Vicary’nin yaptığı deney ise bilinçaltı mesajların miladı olarak görülmektedir. Kendinden önceki gelişmelerin ışığında, fi lmlerde çok kısa biçimde görünüp kaybolan ya-zı-imgeler aracılığıyla insanların karar mekanizmasının etkilenebileceğini dü-şünen Vicary 1957’de New Jersey’de anlaştığı bir sinema salonunu 6 haftalık bir deneye tabi tuttu. “Piknik” adlı fi lm-de “Kola iç.” ve “Mısır ye.” Mesajları-nın hızla görünüp kaybolması sonucu sinemada kola satışlarında %18 mısır satışlarında %57 oranında artış görün-müştür. Fakat daha sonra 1962 yılında Dr. Henry Link’de aynı deney sonucu satışlarda hiçbir artış görülmediğini ka-nıtlamıştır. Ayrıca yapılan araştırmalar-da New Jersey’deki sinema salonunun 6 hafta içinde Vicary’nin iddia ettiği gibi 45,700 kişiyi ağırlayamayacağı ispatlan-mıştır ve deneye olan güven sarsılmıştır.1973’de Amerika ve Kanada’da “Hüsker Du?” adlı oyunun reklamlarında “Al onu” mesajı ekrana veriliyordu. Aynı yıl Wil-son Bryan Key “Subliminal Seduction”Kitabında bu ve bunun gibi pek çok reklamda bilinçaltı mesaj tekniklerinin kullanıldığını iddia etmiştir. Ortalıkta dolaşmaya başlayan bilinçaltı mesaj iddiaları sonucu paniğe kapılan halkın sesleri yetkililerin kulağına kadar ulaştı. Sonuç olarak bu reklamlar Amerika ve Kanada’da yasaklandı. Zamanla diğer pek çok hükümet de bilinçaltı mesaj tek-niklerine karşı tavrını aldı.

Asırlardır bu dünya üstünde yaşıyor ol-sak da hala başkalarının kullanımına açık zaafl arımızın üstesinden gelmiş du-rumda değiliz. Ne kadar komplo teorile-rine açık bir konu olsa da bazı gerçekleri de göz ardı etmek imkansız. İdeolojileri yaymanın, daha çok kara geçmenin, po-litikaları sürdürmenin pek çok farklı yolu bulunmakta, bu yolları kullananlar da farkındaki büyük değişimler her zaman bireylerden başlamaktadır.

Tyler Durden

Müller-Lyer İlüzyonu, Hissedilemez Gölgeler

Sosyal

Sürüş Destek SistemleriElektronik Yardımcılar

40

Hasta Formula 1 seyircilerine 90’lı yıl-ların başlarını sorarsanız size Prost,

Senna ve Aktif süspansiyon sistemi diye cevap verirler. Williams takımı, Elekt-ronik alanındaki gelişmeler sayesinde pratik olarak kullanılmaya başlanan aktif süspansiyon sisteminin meyvelerini 90’lı yılların başından itibaren toplamaya başladı. Williams takımı 1992 ve 1993 yıllarında yapılan 32 yarışın 30’unda pol pozisyonunda yarışa başladı ve bu ya-rışlardan 20’sini kazandı. Aerodinamik

deha Adrian Newey’nin (Şu an Red Bull takımının şef tasarımcısı) hakkını teslim etmek gerekir ancak Williams’ın Formu-la 1’i domine etmesi, aktif süspansiyon sisteminin yasaklanmasıyla son buldu.

Konuya apayrı bir yerden girdim fakat elektronik sistemlerin ve sürüş destek sistemlerinin etkilerini göstermek için elimdeki en güzel örnek 90’lı yılların ba-şındaki teknolojik gelişmeler diyebilirim. Modern otomobillerde kullanılan pek

çok sürüş destek sistemi, ilk önce mo-torsporlarında kullanılıp, etkinliğini ispat ettikten sonra binek otomobillerde uygu-lanmaya başlandı.

Günümüzde geliştirilen sürüş destek sistemlerini güvenlik, ekonomi ve konfor başlıkları altında toplayabiliriz. Bu nok-tada ufak bir nüans var. Güvenlik için kullanılan sistemlerin pek çoğu (hatta tamamı diyebiliriz) aslında motorspor-larında sürücülerin performanslarını art-tırmak adına geliştirilen sistemler. Yarış pilotları, araçlarının sınırlarını mümkün olduğunca zorladıkları için bu tür sis-temleri kullanarak kalkış anında veya frenleme yaparken çok değerli saniyeler kazanabiliyorlar.

İşin hikaye kısmını bitirdikten sonra as-lında isimlerine az çok aşina olduğunuz bu sistemlerin aslında ne yaptığını ve nasıl çalıştığından bahsedelim.

ABS Antilock Braking System

Ani fren esnasında tekerleklerin kilitlen-mesini önleyen sistemdir. Peki tekerlek-lerin kilitlenmesi neden kötü? Tekerlek-ler kilitlenirse sürücü aracın direksiyon hakimiyetini tamamen kaybeder ve di-reksiyon hakimiyetini kaybeden sürücü olası bir kazaya karışarak en iyi ihtimalle

Teknoloji

Mahmut Can KOVAN

[email protected]

41

maddi zarara uğrar. ABS’nin bir diğer olumlu etkisi fren mesafesiyle ilgili. Ani frenlemede tekerlekler kilitlenirse sta-tik sürtünme kuvveti dinamik sürtünme kuvvetine (bkz: Serway Fizik 1) dönüşe-cektir. Azalan sürtünme kuvvetiyle birlik-te aracın fren mesafesi -özellikle yüksek hızlarda seyrederken- inanılmaz arta-caktır. Genel olarak toparlarsak; ABS ani frenleme esnasında hem direksiyon hakimiyeti kurmaya yardımcı olarak hem de fren mesafesini oldukça kısaltarak sürüş güvenliğini arttırır.

ESP Electronic Stability Program

ESP, aracın çeşitli bölgelerine yerleş-tirilmiş sensörlerden topladığı verilerle aracın kayıp kaymadığını hesaplayan ve buna göre motora ve frenlere müda-hale ederek aracın tekrar sürüş çizgisine oturmasını sağlayan sistemdir. Bosch tarafından geliştirilen sistem ilk olarak 1995 yılında Mercedes S serisinde op-siyonel olarak yer almış ve ardından BMW, Volvo, Subaru, Porsche, Honda gibi fi rmalarda kullanmaya başlamıştır.

TCS Traction Control System

Traction Control System veya kabaca Türkçe’ye çevirirsek Anti Patinaj Sistemi aracın tekerleklerinin patinaja düşmesini önleyerek yol tutuşunu ve çekişi arttıran bir sistemdir. Formula 1 de pilotlara ol-dukça katkı sağlasa da yeteneğin önüne geçtiği için bir dönem kullanılmış ancak şimdi yasaklanmış bir sistemdir. Peki anti patinaj sistemi nasıl çalışır? TCS; çekişe sahip tekerleklere bağlı sensör-lerden aldığı verilere göre patinaja dü-şen tekerleği frenleyerek ve motor gü-cünü belli miktarda keserek tekerleğin tekrar çekiş görevini yerine getirmesini sağlar. Özellikle kaygan zeminlerde ara-cın savrulmasını önleyerek olası kazala-rın önüne geçen bir sistemdir.

EBD Electronic Brakeforce Distribution

Ani frenleme esnasında aracın ağırlığı öne doğru kayar ve arka tekerlekler üze-rindeki yük azalır. Buna bağlı olarak araç

savrulabilir. EBD bu noktada devreye gi-rerek fren gücünü ön ve arka tekerlekler arasında dağıtır ve aracın savrulmasının

önüne geçer. Sistem her tekerleğin hı-zını aracın hızıyla karşılaştırarak fren-leme esnasında ön ve arka akslara ne kadar fren gücü dağıtılacağını hesaplar ve ABS ile ortak çalışarak frenlemeye yardımcı olur.

Brake Assist

Brake Assist (fren yardımcısı) ani fren-leme esnasında frene tüm gücüyle ba-samayan sürücüler için geliştirilmiş bir sistemdir. Sürücü ayağını aniden gaz pedalından çektiğinde sistem devreye girer ve fren basıncını yükseltir. Sürü-cü frene bastığında halihazırda arttırıl-mış fren basıncını kullanır ve tam güçle frenleme yapar. Sistem ABS’nin devre-ye girmesini kolaylaştırdığı için oldukça önemlidir.

Aktif Süspansiyon Sistemi

Yazıya aktif süspansiyonla başladım

aktif süspansiyonla bitireyim. Bu sistem Sürüş konforunu ve güvenliğini arttıran bir sistemdir. Aracın üstündeki sensör-lerden gelen verileri işleyen sistem vi-rajlarda her bir süspansiyonun sertliğini ayarlayarak aracın gövde hareketlerinin en aza indirilmesini sağlar.

Yazımın başında bahsetmiştim. Özellik-le bu sistem sayesinde Williams takımı inanılmaz sonuçlar aldı. Araç virajlarda o kadar iyiydi ki pilotların direksiyonu döndürmesi yetiyordu. Aynı şekilde TCS ile pilotlar patinaja düşme derdi olma-dan viraj çıkışlarında ve özellikle büyük önem arz eden kalkışta doya doya gaza basma imkanı buluyorlardı.

Tahmin edebileceğiniz gibi bu elektronik sürüş destek sistemleri pilotun etkisini azaltıp işi bilgisayara devrederek ve saf yarış ruhunun git gide kaybolmasına ne-den oldu ve bu yüzden geçtiğimiz yıllar-da yasaklandı.

Toparlarsak; elektronik sürüş destek sistemleri yarış dünyasında rekabe-ti pilotlardan bilgisayara devrettiği için pek sevilmese de günlük hayatımızda kullandığımız otomobiller için oldukça önemli ve vazgeçilmez.

A: Kızaklama Seviyesi B: Brake Assist ile Frenleme C: İyi Sürücü D: Ortalama Sürücü

Acil Fren Yardımcısı Donanımı

Teknoloji

ESP kapalı (sarı) ESP açık (siyah)

Modernite ve Getirdikleri

Türk Mimarisine Rize Yaklaşımı

42

Biliyorum başlık çok afi li oldu sevgili okur. Bir an Türk mimarisine yönelik

kapsamlı çözümlemeler yapacağımı dü-şündün. Mimari bilgim çoğunlukla ‘vay be’ den öteye gidemese de rahatsız ol-duğum bir durum hakkında yazmaktan kendim alıkoyamadım. Bahsettiğim şey plansız yapılaşma ve kilim desenli apart-man gerçeği.

İstanbul’un tarihi semtlerinde bir gezin-tide ansızın karşıma çıkan ve o anda orada olmaması gerektiğine dair büyük bir inanç duyduğum gri beton bloklardan bahsediyorum. İstiklal Caddesi boyunca ilerlerken gözlerimi kaçırmak durumun-da kaldığım odakule ve türevlerinden bahsediyorum. İstanbulu bırakıp anado-luya bakarsak güzelim konakların yanı-başına dikilmiş sıvasız apartmanlardan, çevresiyle hiçbir bütünlük oluşturmayan binalardan bahsediyorum.

Sadece tarihi semtlerle ilgili bir sorun de-ğil elbette bu durum, İstanbulda ve diğer büyük şehirlerde son 50-60 yılda gelişen semtlerde göze çarpan bir düzensizlik var maalesef. Belediyelerin sorumsuz-lukları, inşaatı yapanların eğitimsiz mü-

teahhitler olması; çevre, ulaşım ve alt-yapı sorunlarıyla boğuşan mahallelerde yaşamamıza sebep oldu.

Bugün İstanbulda daracık kaldırımlarda park etmiş arabalar arasından yürüyüp, bu kadarda olmaz denilen yokuşlardan tırmanıp işine evine giden, nefes alacak bir park veya yeşil alana sahip olma-yan binlerce insan yaşıyor. İnsanlar en azından evinde rahat etmeyi beklerken su baskını, deprem gibi afetlerde canla-rından oluyor, maddi zarara uğruyorlar. Halk arasında Laz müteahhit diye anılan ve ülkemizin pek çok ilçesine son şeklini vermiş insanların yapıtları kimi zaman

komik ama çoğunlukla acı bir şekilde haberleri süslüyor.

İnsanımızın bir zamanlar özenle işle-dikleri evlerinin duvarlarını şimdilerde çıplak kırmızı tuğlaya layık görmelerinin sebebi elbette birden fazladır. Bu se-beplerin başında maliyet geliyor, artan nüfusun barınma ihtiyacını karşılayacak hızlı ve ucuz yapılaşma ihtiyacı birbiriyle alakasız sıra sıra apartmanların dikilme-sine sebep oldu. Ancak esas sorun yerel yönetimlerin şehir estetiğine ve sürdürü-lebilir büyümeye yönelik planlamasının eksik olmasından kaynaklanıyor. Her sokağın birer sanat eseri olmasını bek-lemesek de binaların boyut, renk ve ka-rakter uyumuna sahip olmasını istemek anlaşılabilir bir talep. Bu düşüncelerimi aktardığım bir mimar arkadaşım ise bu yapılaşma şeklinin modernizmin sonu-cu olduğunu ve değişen maliyet üretim dengesi ve yüksek nüfus artışı nedeniy-le kaçınılmaz olarak bu duruma gelindi-ğinden ve daha bir sürü şeyden bahsetti. Üstelememekte yarar gördüm fakat hala ikna olmuş değilim. Şehirlerin bir mima-ri karakteri olması gerektiğini ve bunun yöneticiler tarafından sosyoekonomik

Sosyal

Necip CEBECİ[email protected]

43

gerçeklere uyumlu bir şekilde korunması gerektiğini düşünüyorum.

Yerel yöneticilerin görevinin kimi tarihi semtlerde olduğu gibi insanları evlerin-den zorla sürmek ve bu bölgelerde ya-pay kültürel değişim yaşatmak değil de sorun teşkil eden emniyet, altyapı gibi meselelere çözüm bulmak ve eğer bir demografi k değişim olacaksa bu değişi-min kendi kendine tamamlanmasına im-

kan verecek bir plan gerektirdiğini düşü-nüyorum. Ayrıca kimi Avrupa ülkelerinde ve bazı ABD şehirlerinde uygulanan kira kontrolü sistemininin etkin bir şekilde hayata geçirilmesi insanların yıllarını geçirdikleri mahallelerinden uzaklaştırıl-masının önüne geçecek ve dönüşümün sağlıklı yürümesini sağlayacaktır. Aynı şekilde bir planın şehrin geri kalan kı-sımlarında da hayata geçirilmesi yaşam kalitesini yükselteceği gibi ani ve yapay

değişikliklerin de önüne geçecektir.

Ancak yapılmakta olan uygulamar bu düşüncenin tam tersine, yeni gettolar yaratmaya yönelik devam etmekte. Bu sefer devlet ve büyük kurumsal şirketler eliyle yapılan projeler farklı gelir grupla-rından ve farklı sosyal çevrelerden in-sanların bir arada yaşamasının önüne set çekmekte toplumdaki ayrışmayı güç-lendirmektedir. Bu konuyla ilgili en çar-pıcı örnekler Brezilya ve Hindistan gibi gelir uçurumunun çok yüksek olduğu ve buna bağlı olarak duvarlar ardında şe-hir ve mahalle kültüründen uzak yaşam alanlarının çoğalması gösterilebilir.

Türkiyede bu kadar keskin bir ayrılık ol-masa da uydu semtlerin çoğalması ve şehircilik anlayışının değişmesi ilerleyen zamanda toplumda önemli sıkıntılara yol açabilir. Mahalle kültürünün yok ol-masıyla beraber insanların giderek daha içine kapalı, tüm ihtiyaçlarını şehre git-meden halledebileceği, özel güvenlik ve hizmetlerin sunulduğu sitelere yönelme-si bu durumun göstergesidir.Yönetimle-rin ulaşım altyapı ve güvenlik gibi sorun-lara çözümler üreterek bu gidişin önüne geçmesi ve yaşanılabilir bir şehir sun-ması uyumlu bir toplum için gereklidir.

Sosyal

Rüya Đçinde Rüya Görüyorum, Öyleyse Varım !

44

“Sana ‘’fi lleri düşünme’’ dediğimde, ne düşünürsün?” diye sorar Arthur. “Fil-

leri?” diye cevaplar Saito. “Aynen öyle, ama bu fi kir sana ait değil.” diye özetler Arthur. Filleri düşünen kişi Saito’dur, an-cak fi kir ona ait değildir hatta neden fi lleri düşündüğünü bilmiyordur bile muhteme-len, sadece düşünüyordur. Tamam, herkes sakin olsun. Burada uzun uzun “Inception” incelemesi yap-mayacağım. Benim şahsi favori fi lmle-rimden birisidir kendileri, hatta Cristop-her Nolan bana göre inanılmaz iyi bir senaryo yazarı ve yönetmenidir. Yarat-tığı her fi lmde, her dünyada bizi 2 sa-atliğine değil, uzun yıllar boyunca esir eder. Çıktıktan sonra düşünmeye de-vam edersiniz, sorgularsınız, bir sonuca varmaya çalışırsınız. Genelde de vara-mazsınız ya da düşünmek, kafa yormak o kadar hoşunuza gitmiştir ki sonuca bağlansın istemezsiniz. Konu ne kadar “rüya içinde rüya” olsada kaba taslak bana göre fi lmin asıl konu-su; insan düşüncesiydi. Zaten bahset-mek istediğim konu da bu. Ben fi lmden çıktıktan sonra “ya şöyle fi kirler yerleş-tirselerdi, şöyle yapsalardı mrmrmrmr…” diye mırıldanırken bazı arkadaşlar da “Oğlum fi lm boyunca adamın rüyasını izledik resmen yaa” diye dert yanıyor-lardı etrafta. Hatta fi lm sonrası akşam babamla aramızda geçen konuşmada babam “Valla ne yalan söyleyeyim, rüya müya ben hakikaten uyudum fi lmde” de-yince hızla konuyu kapattım. Düşünce-lerimi kendi kafamda yaşatmaya devam

ettim o tarihten sonra. Ehehe. “Düşünmek özgürlüktür.” Evet güzel, okuduk, ama anladık mı? Tekrar yazıyo-ruuum… Yok vazgeçtim yazmıyorum, siz paragrafın başını tekrar okuyun ve birazcık düşünün. Acaba her düşündü-ğümüzde özgür müyüz? Özgürce mi düşünüyoruz? Ya da özgürken mi dü-şünebiliyoruz? Ya da düşünmek özgür olmak için yeterli mi? Descartes “Düşü-nüyorum, öyleyse varım.” Derken bunu mu kastetti sizce?

Şöyle başlayayım önce… Bir kere yalan yanlış element uydurmayın. Descartes’in “Cogito ergo sum” lafı Türk-çeye yanlış çevrilmiştir. Ya da en azın-dan felsefeye giriş dersinde ben bunu öğrendim. Cümlenin doğrusu tam olarak çevrilemese de “Benim, ben olduğumun farkındayım, öyleyse varım, bu dünyada varım” gibi bir şeye çıkmaktadır. Şimdi düşünüyorsun değerli arkadaşım… “Bu çılgın üniversiteli 3 kelimeyi çevireyim derken nasıl 9 kelimeye ulaştı?” diye. Cevap veriyorum; b seçeneği yani çevir-medim tam olarak, açıkladım. O yüzden aramızdaki buzları eritelim ve alt parag-rafa geçelim.

Düşünebilmek neden bu kadar önemli? Çünkü, sağlıklı insan; sağlıklı düşünen insandır genel görüşe göre. Buradaki sağlığı fi kir sağlığı olarak belirtebiliriz tabi. Peki özgürlük bu düşünceleri sağ-lıklı olarak uygulamaya geçirince mi bizim oluyor? Ya da özgürsek her dü-şüncemizi belirtmekte veya hayata ge-

çirmekte de özgür müyüz?

Düşün düşün düşün… Plink! Bir adet ampul var kafamın üstünde. Hoop, kap-tım o ampulü. Bakıyorum ne yazıyor için-de… “Özgürlük yalnızca düşünceden ya da eylemden ibaret değildir, özgürlük bir çeşit düşünce ve davranışlar bütünüdür kardeşim.” yazıyor. Ampule teşekkür ediyor ve yerine uğurluyoruz, ve tekrar sorguluyoruz ufaktan. Ben başlıyorum siz devam edin hemen ardımdan.

Eskiden bir fi krin sahibi olmak için, yal-nızca onu düşünmek yetmezdi. Bir fi k-riniz varsa, önce bunu uygun bir dille, arkasında durarak, kim olduğunuzun da sonuna kadar anlaşılmasına izin vererek belirtmek zorundaydınız. “Resimli radyo mu? Şerefsizim benim aklıma gelmişti.” diyerek fi kirlerinize sahip çıkmıyordu-nuz. Eylem gerekliydi, destek gerekliydi, bazen kaynak gerekliydi. Bütün bunların arkasına da önce bu fi krin arkasında du-racak “medeni cesaret”, sonra da bu fi kri insanların ona gülüp geçeceğini, belki de ondan nefret edip aşağılayacağını bilerek sonuna kadar zorlamak için “ce-saret” gerekliydi.

Birde günümüz ortamlarına bakalım ma-dem. Facebook, twitter, fl ickr, blogger… Uzuyor da gidiyor sosyal paylaşım site-leri. Kimseye giydirmek değil derdim, bi-razcık “düşünce özgürlüğü”nün aşırılığa kaçtığına inandığımı belirtmek. Herkes düşüncesini söylemekte, dile getirmek-te özgür. Ama insanlar bunu kimliksiz bir şekilde, tamamen saldırma amaçlı yapabiliyorlar şu günlerde. Çünkü pay-laşım siteleri sayesinde artık düşünmek için bir kimlik sahibi olmak zorunda da değiliz. Düşünen topluluğun bir parça-sı olmak için artık cesaret gerekmiyor, yalnızca bir kullanıcı adı ve şifre yeterli. Sonra her şeyi düşünmekte, sonuçları-na katlanmadan bunları dile getirmekte serbestsiniz. Yine de bütün bu araçları doğru şekilde kullananlar da var hala. Buradan da hem bir takipçi, hem de düşüncelerini arada dile getiren bir in-san olarak, kim olduğunun arkasında durarak, düşüncelerini paylaşıma açan, dürüst insanlara da teşekkür edeyim o zaman. Bir sonraki sayıda görüşürüz .

Sosyal

Mehmet EKMEKÇİ[email protected]

Bunu Mu Demek Đstediniz?

45

Gündelik hayatta çok sık kullandığımız kısaltma-ların ne anlama geldiğini biliyor musunuz?

MR(Manyetik Rezonans)

Güçlü bir mıknatıs alanı içinde rad-yo dalgaları ile vücuttaki hidrojen atomunun titreşimini sağlayarak

vücudun çeşitli bölgelerinin incelenme-sine yarayan bir tekniktir. MR tarayıcı-sında bulunan çok kuvvetli iki mıknatıs-tan birinin yarattığı elektromanyetik alan ile vücutta bulunan hidrojen atomları bir sıra halinde dizilir. Gönderilen radyo dalgaları ile sıraya dizilen hidrojen atom-larına çarparak düzenleri bozulur. Hid-rojen atomları rezonans(titreme) enerjisi saçarak tekrar sıraya dizilirler ve saçtık-ları bu enerji tarayıcıdaki diğer mıknatıs tarafından ölçülür. Genellikle beyin ve omurilik dokularını incelemede kullanılır.

EKG(Elektrokardiyografi )

Kalp hücreleri, elektriksel bir uyarı üretebilen ve bu uyarıyı iletebilen hücrelerdir. Kalbin çalışması sinüs

dalgalarından çıkan elektrik uyarıları ile olur ve kalp hücreleri bu uyarıları

iletir. Kalpteki elektriksel aktivitenin kaynağı ise üzerinde oluşan potansiyel değişimleridir. EKG ise bu elektriksel aktivitenin kağıda yazdırılması işlemidir. Bu işlem deriye yerleştirilen elektrotlar sayesinde gerçekleştirilir. EKG cihazı ise kalp aktivitesi sonucunda deri yüzey-inde oluşan 1mV civarındaki elektriksel

sinayli algılayıp ekranda göstermek ve EKG kağıdına kayıt yapmak ile görev-lidir. Sinyallerin genlikleri, süreleri ve tekrarlama sıklıkları kalbin fi zyolojik du-rumu hakkında bilgi verir.

EMG(Elektromiyografi )

Kasların kasılması sinirler aracılığıyla beyinden iletilmiş olan uyarıcı potansiyellerin kaslarda

oluşturduğu ‘Motor Ünite Aksiyon Po-tansiyelleri’ olarak bilinen elektriksel potansiyeller sayesinde olur. EMG kasların kasılmasını sağlayan elek-triksel aktivitenin izlendiği kas ince-lemesidir. İncelenen parametreler ise kasılmayı sağlayan ‘Motor Ünite Ak-siyon Potansiyelleri’nin şeklinin veya sıklığının normal sınırlar içinde olup olmadığı veya anormal elektriksel ak-tivitelere rastlanılıp rastlanılmadığıdır. Kasların üzerine yerleştirilen elektrotla, ilgili sinire elektriksel uyarım verilmesi ile uygulanır.

EEG(Elektroensefalografi )

Beynin çalışabilmesi için nöron-lar arası iletişim zorunludur. Bu iletişim elektriksel sinyallerle

sağlanır. Beyinde oluşan bu elektrik-sel sinyallerin incelenmesine EEG de-

nir. EEG çekilmesinin amacı beyinde oluşan zararları tespit etmektir. Genel olarak epilepsi tanısında ihtiyaç duyulur. EEG uygulamasında elektrotlar kafa de-risi üzerine yerleştirilerek bu elektrotlar arası elektriksel potansiyel değişiklikleri kayıt edilir.

Teknoloji

Olcay KOKMAZ

[email protected]