yapay zeka İÇİn ruhbİlİm terİmlerİ sÖzlÜĞÜ-taslak

86
YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ – TASLAK Nadir BENCAN ÖNSÖZ Psikolojide ve nörolojide, beyin üzerine deneysel bulgulara dayanılarak geliştirilen birçok teori vardır. Deneyler, zaman zaman birbiri ile çelişen bulgular ortaya çıkarmaktadırlar veya yeni bir bulgu birden çok teoriye kaynaklık edebilmektedir. Bu sorun beynin karmaşıklığından ve beyin üzerinde araştırma yapmanın bilinen zorluklarından kaynaklanmaktadır. Beyin üzerinde araştırma ve deneylere devam edelim. Ama artık elimizde bir imkan daha vardır. Elimizdeki bilgilere göre, az veya çok karmaşık bir zihinsel işleyiş modeli oluşturup, onu bir bilgisayarda simule edebiliriz. Bu bilgisayar simulasyonu, bilişsel sistemlerle ilgili mevcut teorileri test etme ve yenilerini oluşturma açısından bize geniş bir alan açabilir. Hatta beynin nörolojik ve fizyolojik araştırmaları için bile yol gösterici olabilir. Bugün, Yapay Zeka alanında, elinde bastonla dolaşan görme engelli bir insan gibi ilerlemeye çalışıyoruz. Bunun gerçek nedeni bana göre, yazılım tekniklerimizin veya bilgisayar teknolojisinin yetersizliği değildir. Gerçek neden, neye ulaşmak istediğimizi netleştiremeyişimizdir. Açıkça teslim etmeliyiz ki, ne zekanın ne olduğu hakkında, ne düşünme dediğimiz şey hakkında, ne de ilgili diğer kavramlar hakkında, üzerinde uzlaşılmış net bir kavrayışımız yoktur. Herhangi bir dildeki herhangi bir sözlükte bu kavramlar, birbirinin içine girmiş çok sayıda eş anlamlı sözcükle ifade edilmekte ve herkes yetiştiği kültüre ve aldığı eğitime göre bu sözcükleri birbirinin yerine istediği gibi kullanabilmektedir. Bu metin, bir sözlük taslağıdır. Genel amaçlı Yapay Zeka gerçekleştirilip, değişik tekniklerle çalışan çok sayıda Yapay Zeka sistemlerimiz oluncaya kadar da son şeklini alamayacaktır. Çok sayıda yapay Zeka’nın ortak ve farklı davranışları yeterli zenginlikte ortaya çıktığında, Yapay Zeka’nın psikolojisi üzerinde çalışmak ancak mümkün hale gelecektir. Bu psikolojinin gerçek sözlüğü de ancak o zaman yazılabilecektir. Sadece bir örnek olarak veriyorum, Orhan hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü eserinde DÜŞÜNME maddesinin karşılığı olarak şu terimler yer almaktadır: “DÜŞÜNME. (1. Os. Tefekkür, Teakul, Fikir, Müfekkire, Mana, İdrak, İlim, Zihin, Şuur, Akıl; … İng. Thought, … 2. Os. Teemmül, Şuuru teemmüli, İdraki dahili, Tefekkür, Mülahaza, Kuvvei Muhakeme, Akis, İn’ikas, … İng. Reflection, Consideration …) Usun, kendi kendisini bilgi konusu yaparak, ansal çalışmayı incelemesi…” Kavramların bu bulanıklığı, zihinsel işleyişin kavranmasını ve zihinsel işleyiş konusunda modeller geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. Açıktır ki zihinsel işleyiş konusunda geliştirilecek bir model, öncelikle net zihinsel kavramlara dayanmak zorundadır. Sözlükte yer alan kavramlar, Klasik psikolojik veya güncel kullanımlarının genişliğinde ele alınmamıştır. Mümkün olduğu kadar netleştirilip eş anlamlı kavramlardan ayrıştırılarak, bilgisayar programlama mantığının gerekleri ön planda tutularak, ama en çok da bir zihinsel model

Upload: nbencan6640

Post on 22-Jan-2016

236 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TER İMLER İ SÖZLÜĞÜ – TASLAK

Nadir BENCAN ÖNSÖZ Psikolojide ve nörolojide, beyin üzerine deneysel bulgulara dayanılarak geliştirilen birçok teori vardır. Deneyler, zaman zaman birbiri ile çelişen bulgular ortaya çıkarmaktadırlar veya yeni bir bulgu birden çok teoriye kaynaklık edebilmektedir. Bu sorun beynin karmaşıklığından ve beyin üzerinde araştırma yapmanın bilinen zorluklarından kaynaklanmaktadır. Beyin üzerinde araştırma ve deneylere devam edelim. Ama artık elimizde bir imkan daha vardır. Elimizdeki bilgilere göre, az veya çok karmaşık bir zihinsel işleyiş modeli oluşturup, onu bir bilgisayarda simule edebiliriz. Bu bilgisayar simulasyonu, bilişsel sistemlerle ilgili mevcut teorileri test etme ve yenilerini oluşturma açısından bize geniş bir alan açabilir. Hatta beynin nörolojik ve fizyolojik araştırmaları için bile yol gösterici olabilir. Bugün, Yapay Zeka alanında, elinde bastonla dolaşan görme engelli bir insan gibi ilerlemeye çalışıyoruz. Bunun gerçek nedeni bana göre, yazılım tekniklerimizin veya bilgisayar teknolojisinin yetersizliği değildir. Gerçek neden, neye ulaşmak istediğimizi netleştiremeyişimizdir. Açıkça teslim etmeliyiz ki, ne zekanın ne olduğu hakkında, ne düşünme dediğimiz şey hakkında, ne de ilgili diğer kavramlar hakkında, üzerinde uzlaşılmış net bir kavrayışımız yoktur. Herhangi bir dildeki herhangi bir sözlükte bu kavramlar, birbirinin içine girmiş çok sayıda eş anlamlı sözcükle ifade edilmekte ve herkes yetiştiği kültüre ve aldığı eğitime göre bu sözcükleri birbirinin yerine istediği gibi kullanabilmektedir. Bu metin, bir sözlük taslağıdır. Genel amaçlı Yapay Zeka gerçekleştirilip, değişik tekniklerle çalışan çok sayıda Yapay Zeka sistemlerimiz oluncaya kadar da son şeklini alamayacaktır. Çok sayıda yapay Zeka’nın ortak ve farklı davranışları yeterli zenginlikte ortaya çıktığında, Yapay Zeka’nın psikolojisi üzerinde çalışmak ancak mümkün hale gelecektir. Bu psikolojinin gerçek sözlüğü de ancak o zaman yazılabilecektir. Sadece bir örnek olarak veriyorum, Orhan hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü eserinde DÜŞÜNME maddesinin karşılığı olarak şu terimler yer almaktadır: “DÜŞÜNME. (1. Os. Tefekkür, Teakul, Fikir, Müfekkire, Mana, İdrak, İlim, Zihin, Şuur, Akıl; … İng. Thought, … 2. Os. Teemmül, Şuuru teemmüli, İdraki dahili, Tefekkür, Mülahaza, Kuvvei Muhakeme, Akis, İn’ikas, … İng. Reflection, Consideration …) Usun, kendi kendisini bilgi konusu yaparak, ansal çalışmayı incelemesi…” Kavramların bu bulanıklığı, zihinsel işleyişin kavranmasını ve zihinsel işleyiş konusunda modeller geliştirilmesini zorlaştırmaktadır. Açıktır ki zihinsel işleyiş konusunda geliştirilecek bir model, öncelikle net zihinsel kavramlara dayanmak zorundadır. Sözlükte yer alan kavramlar, Klasik psikolojik veya güncel kullanımlarının genişliğinde ele alınmamıştır. Mümkün olduğu kadar netleştirilip eş anlamlı kavramlardan ayrıştırılarak, bilgisayar programlama mantığının gerekleri ön planda tutularak, ama en çok da bir zihinsel model

Page 2: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

doğrultusunda düşünülerek ele alınmıştır. Değişik modeller bu kavramlara daha farklı anlamlar yükleyebilirler şüphesiz. Kavramların ve modelin detaylı açıklamaları, genellikle verilmemiştir. Her bir madde bir makale konusu olabilecek önemdedir. Bu konuda, ilgilenen okuyucuların en azından ansiklopedik düzeyde psikoloji bilgisine sahip olduğunu varsayıyorum. Bazı kavramlar ise, bilinen anlamlarının dışında özgün tezlere dayanmaktadır ve daha detaylı açıklanması gerekmiştir. Düşünme, Zeka, Hafıza, Muhakeme, Bilgi, Bilinç, Fikir, İç göz, Kanaat, Kavram, Duyu, Duygular bunlar arasındadır. Bu kavramlar önerdiğim modelin temellerini oluşturmaktadırlar. Düalizm maddesine, Yapay Zeka ile doğrudan bir ilgisi olmadığı halde yer vermek gereği duydum. Çünkü bu konu, Yapay Zeka’nın mümkün olmadığı yolundaki görüşlerin temelini oluşturmaktadır. Sözlük içinde yaptığım alıntılarda öncelikle yerli çalışmaları tercih ettim. Bunlar arasında da, ilgili maddenin açıklanmasına katkısı açısından ya geniş referanslara sahip olanlarını, ya da alışılagelmişten değişik görüşlere yer verenlerini tercih ettim. Umarım okuyucular verilen kaynaklar sayesinde daha geniş araştırma imkanını bulabileceklerdir.

Page 3: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

AKIL: (Reason). Düşünme eyleminin doğruluğunun ve yeterliliğinin ölçüsü olarak kullanılır. “Çok akıllı”, “aklı kıt”, “akılsız” gibi nitelemeler bunu gösterir. Hayvanların akılsız olduğu yolundaki değerlendirme, onlarda bir düşünme eyleminin olmadığı ön kabulünden kaynaklanır. “Akılları pazara çıkarmışlar, herkes gene kendi aklını almış” atasözü de, akıl konusundaki ölçünün ne kadar subjektif olduğunu anlatır. Bilgisayar dünyasında Akıl’ın karşılığı, gerek donanım, gerekse yazılım açısından çeşitli bilgisayarları birbiri ile kıyaslamamız olabilir. Çift çekirdekli işlemci, 5 Gb. Ram, Windows Vista gibi saydığımız özellikler, hangi bilgisayarın diğerlerine göre daha “akıllı” olduğunu gösterebilir. ALGI: (Duyum, Perception). Algı, Duyu, Duyum, İdrak, Anlama, birbiri ile karıştırılan ve sıklıkla eş anlamlı olarak kullanılan kelimelerdir. Duyu, Duygu teriminden titizlikle ayrırmalıdır. Duyu; duyu organlarımız dediğimiz, dış dünyadan beynimize haber getiren organlarımız aracılığı ile aldığımız sinirsel iletidir. Duygu ise, iç veya dış bir etki karşısında beynimizde salgılanan bazı kimyasalların tüm vücudu etkilemesi ile oluşan ruhsal durumdur. Bu durumun kendisi de, duyu organlarımız tarafından algılanır ve beyne iletilir. Görme, işitme, ısıyı hissetme, basıncı hissetme, koklama, tatma, ağrıyı hissetme, denge veya dengesizliği hissetme, kalpte çarpıntı hissetme gibi bilgilenmeler Duyu ile ilgilidirler. Korku, sevinç, huzur, heyecan, endişe gibi ruhsal durumlar ise Duyguların konusudurlar. Bu ruhsal durumlar, gene duyu organları tarafından saptanıp beyne bildirilirler, bu sayede korkmuş veya heyecanlı olduğumuz hakkında bilgi sahibi oluruz. Algı; dış dünya, bedenimiz veya Bilinç ile ilgili bilgilerin duyu organları yolu ile bilince aktarılmasıdır. Bu kavram, İdrak kavramı ile de sıklıkla karıştırılır. Bir duyu organı bir etkiye maruz kaldığında(ışık, ses dalgası, vb.), beyindeki ilgili değerlendirme merkezine bu etkiyi ulaştırabiliyorsa, etki algılanmış olur. Herhangi bir aksaklıktan dolayı alınan etki merkeze aktarılamıyorsa, algılama yoktur. İdrak ise, alınan etkinin Hafızadaki bir Bilgi ile eşleşmesi, yani anlamlandırılmasıdır. Algı için sinirlerin başarılı iletimi yeterlidir, İdrak için ise bu iletinin tanınması gerekmektedir. (Bkz. İdrak, Bilgi) Bedenimizden gelen Algılar kavramı, hareketlerimiz ve denge duyumuzla ilgili olarak kas gerginliğini gösteren Algılar; açlık, susuzluk, iç organlardaki ağrılar gibi Algılar; çarpıntı hissi, baş dönmesi gibi Algıları ifade eder. Algı, Duyum, İdrak kavramları üzerinde, felsefe ve psikoloji bilimlerinde bir uzlaşma yoktur. Çeşitli ekoller ve çeşitli araştırmacılar, bu kelimelere kendi sistemlerine göre özel anlamlar yüklemektedirler. Bu belgede önerdiğim anlamlar da, kendi zihin modelime göre bana özel anlamlardır. Bilgisayar dünyasında, klavyeden, dosyadan, kameradan, mikrofondan, başka bir sensörden veya muhakeme ünitesinden, sorgulardan programın girişine ulaşan sinyallere Algı diyebiliriz. Programın input ünitesi(bir bölümü Bilinç karşılığı olmalı, bkz.Bilinç) tarafından bu sinyallerin değerlendirilip, hafızadaki bir bilgi ile eşleşmesinin ve bağlantısının sağlanması ile de İdrak oluşur. İdrak işlemi sonucunda, alınan sinyaller yeni bir Bilgi haline gelir ve veritabanındaki Kronolojik Tabloya bu yeni hali ile kaydedilirler. Aynı Bilgi’nin eski hali de tablodaki yerini korumaktadır, silinmemiştir. Ama yeni bir sorgulamada, en son bilgi öncelikli olarak değerlendirilir.

Page 4: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

AMAÇ: (Purpose). Gerçekleştirmek için bir eylem ile birlikte düşünülen İstek. Düşünsel veya davranışsal bir eylem ile bağlantılandırılmayan isteklerimiz Amaç değillerdir, İstek olarak kalırlar.(Bkz. İstek) Düşünsel ve bedensel bütün davranışlarımız, bir istekten kaynaklanır. 1- İstek bizi harekete zorlar(motivasyon). 2- İsteğin tatmini için Hafızadan uygun hareket modeli seçeriz. 3- Bu hareket modeline uygun bir yol haritası, bir Hayal oluştururuz. 4- Hayali adım adım gerçekleştirmek için harekete geçeriz. Her adımda yol haritasının dış dünyadaki gerçekliğe ve hedefimize(isteğimize) uygun gidip gitmediğini kontrol etmek için değerlendirmeler yaparız. Bu şemada hedef de, hedefe ulaşmak için oluşturduğumuz yol haritasının(Hayalin) her adımı da, birer Amaçtır.(Bkz. Hayal) ANI: (Hatıra, Remembrance). Daha önce hafızada bulunanın, yeniden Bilince gelmesidir. Anımsama’dan farkı, daha önce hafızada bulunduğunun açık seçik bilinmesidir. Algı, İdrak işlemi ile Bilgi haline gelir ve Hafıza’ya kaydolur. Bu süreçlerden Algılama süreci Bilincin dışındadır, yani kişinin bu işlemden haberi yoktur. Ama İdrak, Bilgi ve kayıt süreçleri Bilinçte izlenir. Yeni bir algılama veya çağrışım ile Bilgi hafızadan yeniden Bilince çağrıldığında, bu Bilginin dışarıdan veya gaipten değil de, hafızadan geldiği konusunda kuşku yok ise, bu bilgiye Anı deriz. Bir veritabanından bir sorgu ile süzülen Bilgi, Anı’dır. Bu kavramı daha çok, programın Hayal dediğimiz iç algılamalarında kullanmamız gerekir. Hayal esnasında üzerinde çalışılan bilgiler, dış dünya bilgileri değil, hafıza bilgileridir. Bu bilgiler ile “sahte Anılar” oluşturur, onlar üzerinde çalışır, sonra onları siler veya “sahte Anı” olarak hafızaya kaydederiz. ANIMSAMA: Yaşanmış olduğu çok zayıf veya bulanık olarak Bilince gelebilen Anılar. Bu zayışığın nedeni; çok eski ve/veya önemsiz olduğu için Anı’nın doğal zayışaması, Bilinçaltı operasyonlar, veya bir psikopatoloji olabilir. Bazen benzer etkili Anılar arasında bir interferans, girişim de bu sonucu doğurabilir. İnsana özgü bir kavramdır. Programda ortaya çıkıyorsa, donanımdan veya yazılımdan kaynaklanan bir hataya işaret eder. ANLAM: (Mana, Meaning). Semantik(anlambilim)in konusu. Anlam, Algıların Zihindeki çağrışımları olarak tanımlanabilir. Semantik bilimin Anlam ile dil(lisan) temelinde ilgilenmesi, insan Zihninin çalışmasının “içten konuşma” şeklinde izleniyor olmasındandır. Oysa bütün canlılarda, çevreden gelen algıların değerlendirilip, hafızada taranarak anlamlandırıldığı bir tür “sinir dili” vardır. İdrakler bu “sinir dili” ile oluşur, Bilgiler bu “sinir dili” ile kaydolur, biz sonradan bunları Türkçe, İngilizce, vb. edinilmiş simgelere çevirip bu yolla konuşur veya düşünürüz. Bahsettiğimiz “sinir dili”, bilgisayarda “0” ve “1” lerden oluşmuş belli sayıda “digit” kalıplarına karşılık gelir. ANLAMA: (Fehim, Comprehension). Bir uyartının, sözün, mimiğin, davranışın, olayın, kısaca bir İdrakin bizde yarattığı düşünce. İdrak işlemi için ilgili Algı’nın hafızadan çağrıştırdığı ilk Bilgi yeterlidir. Anlama için ise, bundan daha fazlası gereklidir, bir şeyin özünü ve bütünsel bilgisini kavrama çabasıdır. İlgili Algılar mümkün olan en fazla yönü ile İdrak edilmeye çalışılır, o andaki koşullara uygun yeni bağlantılara göre Bilgiler yeniden yorumlanır. Belki, İdrak konusu şeyin üzerine bir büyüteç tutmak diyebiliriz. Bilgisayarda İdrak; bir Algı’nın, o andaki “sorgu kriterleri kiti” ile Kronolojik Tablodan süzdüğü bilgilerden en üst sıradaki bir tanesinin, basit olarak işlenme ve yeni bir Bilgi haline getirilme işlemini ifade eder. En basit bilgi elde etme işlemidir. Anlama ise, Algı’nın bütün

Page 5: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

tablolardan(duyular, duygular, refleksler, içgüdüler…) ve değişik “sorgu kriterleri kitleri” ile süzdüğü bilgilerin, o anda oluşan eşiğin üstünde kalan değerlere sahip olanlarının hepsinin birden Muhakeme ünitesine alınıp değerlendirilmesi ile oluşan yeni Bilgi’yi ifade eder. Bir nesne veya Olayın ¼ saniyelik değil, belki 3-4 saniyelik video klibidir. AYIRIM: (). Genellemenin, aykırı Bilgiler geldikçe sınırlandırılması ve sonunda alt Genellemelere ulaşılmasıdır. BEYİN: (Brain). Beyin faaliyeti başlıca üç alanda incelenebilir: 1- Otonom Sinir Sistemi. Otonom sinir sistemimiz bilincimizin denetimi olmadan yaşamsal fonksiyonlarımızı düzenler. Nefes alırız, kalbimiz atar, midemiz sindirir. Ayrıca tükürük, insülin ve sindirim enzimleri salgılarız. Bizim bilinçli denetimimiz olmadan iskelet kaslarımız kasılma ve gevşeme gösterebilir. Genelde metabolizmanın düzenlenmesi bu yolla olur. 2- Zihinsel faaliyet. Bilinçli veya bilinçdışı olarak beyinde yapılan her türlü algılama, değerlendirme, kaydetme ve bilinçli tepki üretme faaliyetidir. Özellikle hafıza, Muhakeme, hayal konularında Yapay Zeka ile doğrudan ilgili olan faaliyetlerdir. 3- “Beyin metafiziği” de denilen, rüyalar, sezgi, yaratıcılık, İçgüdü ve Reflekslerimiz, Bilinç dışı öğrenme ve problem çözme gibi Bilinçte tam olarak izlenemeyen faaliyetler. İnsan beyninde ortalama 100 milyar kadar hücre bulunmaktadır. Bazı iddialara göre bunların 10–15 milyarı nöron adı verilen sinir hücreleri, geri kalanlar ise nöronlara destek olduğu sanılan glia adı verilen hücrelerdir. Glia hücreleri, son yıllara kadar sinir hücrelerine destek görevi gören, beslenme ve temizlik gibi işlevler yürüten yardımcı hücreler olarak düşünülüyordu. Son yıllarda, glia hücrelerinin bilişsel süreçlerde yer aldıklarına dair bulgulara ulaşılmıştır. İnsan ve şempanze beyninin iki yarım küresi arasında bir eşitsizlik vardır(asimetri). Sol yarıküre biraz daha büyüktür. Yapılan araştırmalar, beynin sol yarımküresinin matematik, dil ile ilgili fikirlerin işlenmesi, yazma, fikirlerin sınıflandırılması, sözel, mantıksal, analitik ve lineer operasyonlar gibi işlevleri idare ettiğini ortaya koymaktadır. Aynı araştırmalara göre sağ yarımküre ise sözel olmayan işlevlere yönelmekte; hayal gücü, renk, müzik, ritim, şekil ve şemaların (grafik, harita ve çizgiler) işlenmesi, sezginin kullanılması, uzaysal farkında olma, belirsizliklerle ilgilenme, rastlantısal ve açık uçlu fikirlerin işlenmesi ve görsel-uzaysal işlemleri yönetmektedir.

Aşağıda beyin konusunda kısa bir özete yer veriyorum(1): 1 Üçlü Beyin Teorisi: Paul MacLean tarafından 1978’de geliştirilmi ştir. MacLean beynin üç bölgeden oluştuğunu ve bu üç bölgenin insanın evriminin farklı aşamalarında meydana geldiğini ileri sürmektedir. Bu üç bölge birbirinden anatomik ve kimyasal olarak ayrılmıştır ve birbirleri içerisinde hiyerarşik bir yapıya sahiptirler. MacLean bu üç bölgeyi ilkel beyin (reptilian brain), limbik sistem ve neokorteks olarak sıralamaktadır (Pinkerton, 1994; Foster-Deffenbaugh, 1996; Sönmez, 2004). Beyindeki elektrokimyasal değişiklikler bu üç katmanın etkileşmesini ve insan davranışlarının oluşumunu sağlamaktadır. Her üç katman da kendi içinde farklı işlevler yerine getirmektedir. Buna rağmen bu üç bölüm birbirinden bağımsız değil, her biri eş zamanlı olarak sürekli birbiriyle etkileşim halindedir. Bazen belli bir bölgenin baskın olarak iş görmesi ise olasıdır (Ülgen, 2002). İkel Beyin: Beynin en içteki parçası olan ilkel beyin büyük oranda beyin sapından oluşmaktadır. MacLean bu bölgenin insanlardaki ilkel davranışları kontrol ettiğine inanmaktadır (Foster-

1 Beyin ve Öğrenme, Esra Keleş, Salih ÇEPNİ

Page 6: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Deffenbaugh, 1996). Sindirim, dolaşım, solunum, eşleşme törenleri, belli bir bölgeye ait olma, toplumsal hâkimiyet kurma, alışkanlıklar, zorunluluklar, savaş ya da kaç cevabı bu nöronlarda işlenir. Vücudun bir bütün olarak hayatta kalma çabası bu bölge ile ilişkili bir olaydır (Ülgen & diğ., 2002; Pinkerton, 1994). Üst düzeyde zihinsel kapasite gerektirmeyen bu bölgeye ait davranışların bir diğer özelliği de otomatik olmaları ve değişime kuvvetli direnç göstermeleridir (Foster-Deffenbaugh, 1996). Limbik Sistem: Beyin sapını çevreleyen kısım olan limbik sistem, kişilik özellikleri, bellek, açlık ve susuzluk, kimyasal denge, kan basıncı, hormon salgılama, koklama hissi ve bağlanma ihtiyacının kaynağıdır (Foster-Deffenbaugh, 1996; Özden, 2003). İçsel ve dışsal yaşantılardan alınan uyaranları birleştirme yeteneğine de sahiptir. Limbik sistem ayrıca dış ortamda meydana gelen değişikliklere vücudun daha rahat uyum sağlamasına yardımcı olmaktadır (Ülgen & diğ., 2002). Limbik sistem sadece beyin sapını çevrelemekle kalmaz. Aynı zamanda beynin iç kısmında bulunan hipokampüs, corpus callosum, talamus, hipotalamus ve amigdala bölgelerini içerir. Amigdala ve hipotalamus limbik sistemin iki önemli parçasıdır (Özden, 2003). Jensen’a göre amigdalada, 12 ya da 15 ayrı duygu ile ilgili merkez bulunmaktadır (Weiss, 2000). Amigdalanın olaylar ve duygular arasında bağlantı kurmada önemli bir rolü bulunmaktadır. Ayrıca beynin duygusal belleğinin kodlanmasından da sorumludur (Demirel, 2003). Hipotalamus, tüm vücut fonksiyonlarının dengeli bir biçimde yürütülmesini sağlayan kontrol erkezidir. Vücut sıcaklığı, karbonhidrat ve yağ metabolizması, vücut ağırlığı ve heyecan hipotalamusta kontrol edilmektedir. Talamus beynimize gelen çok sayıda uyarandan hangisine odaklanacağımızı belirler ve bunları korteksin ilgili alanına gönderir. Koku alma dışındaki tüm duyusal impulslar talamustan geçmektedir. Dışardan gelen uyaranların iyi, kötü, çirkin gibi sınışandırıldığı yerdir. Ancak bu duyular talamusta değil, kortekste anlamlandırılır (Demirsoy, 1997). Limbik sistem içerisindeki hipokampüs ise kendisi için önemli olduğunu belirlediği yaşantıları, hatıra olarak depolanmak üzere cerebral kortekse göndermektedir (Kolb & Whishaw, 1990; Foster-Deffenbaugh, 1996) Neokorteks (Düşünen beyin): Beynin altıda beşini oluşturan neokorteks, görme, işitme gibi duyusal yeteneklerin yanında konuşma, yazma, soyut düşünme, örüntü oluşturma, kavram yapılandırma gibi üstün zihinsel kapasite gerektiren işlevleri deyürütmektedir. Duyulardan gelen verilerin işlendiği ve 1bütünleştirilerek bir anlam meydana getirildiği, ileriye dönük planlarımızı yaptığımız alandır (Pinkerton,1994; Ülgen & diğ., 2002). Neokorteks dört farklı alandan (lobdan) oluşmaktadır. Bunlar: ön lob (frontal), şakak lob (temporal), yan lob (parietal) ve arka lob (occipital) olarak sıralanmaktadır (Walsh, 1987; Kolb & Whishaw, 1990). Alnın arkasında bulunan ön lob bilinçli kararların alındığı, planlama ve karar vermenin gerçekleştirildi ği, bir anlamda hayatta kalma mekanizmamızı işleten bir alandır. Limbik sistemden gelen uyaranları işleyen bu alan sosyal davranışlarımızı kontrol etmektedir. Adından anlaşılacağı üzere şakakların yanında bulunan şakak lob, aslında beynin işitme ile ilgilenen bölümüdür. Şakak lob ayrıca ses, koku ve görüntülerin kaydedildiği bir hafıza merkezidir. Her iki yarıkürenin arka kısmına doğru yer alan yan loblar, dokunma ve tad almanın işlendiği bölümdür. Bu lob sayesinde harfleri bir araya getirerek kelimeleri, kelimeleri bir araya getirerek de cümleleri oluşturabilmekteyiz. Yarıkürelerin arka bölümündeki arka loblar ise görme ile ilgilenen alandır. Beyne ulaşan görüntüler burada analiz edilerek; vücutta hareket etme, yer değiştirme ya da yönelme gibi tepkilerin verilmesine neden olur (Foster-Deffenbaugh, 1996; Uluorta & Atabek, 2003; Sylwester, 2004; Leeson & Willis, 2004).

Page 7: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Beyin ve sinir sistemi ile bilişsel davranışlarımız arasındaki ilişkiyi inceleyen nörobilim sayesinde, günümüzde MRI (Magnetic Resources Imaging), fMRI (Functional MRI) ve PET (Position Emission Tomography) gibi yeni teknolojiler kullanılarak testler yürütülmekte, beyni çalışan bir kişinin beynindeki nöronların durumunu renkli olarak pozitron emisyonu tomografisi ve Nükleer Magnetik Rezonans Resimleyicisi (NMRI) gibi sistemlerle görüntülenebilmekte, böylece bellek, duygu, dikkat, örüntüleme gibi birçok değişken ve bunların öğrenmeye etkisi irdelenmektedir (Taşçıoğlu, 1994; Weiss, 2000; Thomas, 2001; Soylu, 2004). Aşağıdaki alıntı da, Beyin konusunda son bulgulardan birini göstermesi açısından ilginçtir.1 İtalik olmayan parantez içindeki açıklamalar bana aittir. Toplam beyin kitlesinin %10’unu oluşturan serebellumda(beyincik) tüm merkezi sinir sistemi nöronlarının %50’si bulunmaktadır (1). Deneysel ve klinik çalışmalar sonucunda serebellumun motor davranışlar(hareket), koordinasyon, denge üzerindeki etkisi uzun yıllardır bilinmektedir. (1. Margolis RL. Cerebellum and psychiatry. Intl Rev Psychiatry 2001;13:229-231) Bununla birlikte serebellumun son yıllara kadar bilişsel ve duygusal işlevler gibi zihin işlevleri üzerindeki etkisi yeterince araştırılmamış ve ihmal edilmiştir. Yakın yıllarda serebellumda sorunlar gelişen olgularda (iskemi(kanlanma eksikliği), tümör gibi) bilişsel ve duygusal belirtilerin de yaygın olarak tanımlanması ile serebellumun yalnızca motor davranışlar üzerinde etkili olduğu savı değişmeye başlamıştır (3-4). Ayrıca hasta olgular dışında sağlıklı deneklerde de serebellumun bilişsel işlevlere katkısının olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur (5-6). İlk olarak Schmahmann ve Sherman (7-8) serebellumda nörolojik problemleri olan hastalarda bilişsel ve duygulanım belirtilerinin olduğu bir durumu Serebellar Bilişsel Duygulanımsal Sendrom adı ile tanımlamışlardır. Schmahmann ve Sherman’ın tanımladığı bu sendrom planlama, organize etme, ketleme(engelleme) ve soyut düşünce gibi yönetici işlevlerde bozulma, görsel-uzaysal dezorganizasyon, bellek bozukluğu, kişilik değişiklikleri, sığ ya da künt duygulanım, uygunsuz ve kontrolsüz davranışlar, konuşma akıcılığının azalması, agrammatizm(gramerden yoksun konuşma bozukluğu) veya hafif anomi(kuralsızlık) gibi belirti ve bulguları içermektedir. Serebellum retiküler sistem(Beyin sapından, Talamusa kadar uzanan bir bölgeyi kapsayan sinir ağı sistemi), limbik yapılar (singulat ve parahipocampal gyrus(beynimizde temel duygu merkezlerinin bulunduğu, duygu denetimi, hafıza, olayların organizasyonu, koku, tehlike duygusu gibi işlevleri olan bölüm.)), temporal lob(şakak lobları), parietal korteks(beyin kabuğunun tepedeki bölümü), prefrontal korteks(alın bölgesi arkasındaki beyin kabuğunun ön kısmı) ile bağlantılar yapmaktadır. Serebellumun retiküler sistemle olan bağlantıları yoluyla uyarılma ve dikkat üzerinde, limbik yapılarla olan ilişkisi yoluyla duygusal süreçler ve motivasyon üzerinde, temporal ve frontal lob ile olan ilişkisi nedeniyle konuşma üzerinde, parietal lob ile olan ilişkileri yoluyla görsel uzaysal yetiler ve prefrontal korteks ile olan ilişkisi nedeniyle yönetici işlevler üzerinde dolaylı ya da doğrudan etkisi bulunmaktadır (9-10)

Zihinsel süreçlerle ilgili beyin bölgeleri konusunda çalışmalar henüz emekleme devresindedir. Bu nedenle, sahip olduğumuz bilgilerin yeni gelişmeler karşısında hızla eskidiğini, sağlam zannettiğimiz kimi yargılarımızın çöktüğünü görmek artık olağan görülmektedir. Glia hücrelerinin bilişsel hiçbir işe yaramadığı sanılıyordu. Bunlar, beyindeki hücrelerin yüzde doksanına yakınını oluştururlar. Ayrıca,

1 Serebellar Bilişsel Duygulanımsal Sendrom: Bir Olgu Sunumu Lütfullah Beşiroğlu, Mustafa Güleç, Songül Gündoğdu Kıran, Nermin Polat

Page 8: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

açık beyin ameliyatlarında, beynin büyük bölümünün elektrik uyarılarına hiçbir cevap üretmediğinden hareketle, 1950’li yıllarda, beyindeki sinir hücrelerimizin de çok az bir kısmını kullandığımız sanıldı. Bu yüzden, beynimizin ancak yüzde beşini kullandığımız şeklinde bir “şehir efsanesi” doğdu. Bugün bu fikrin ne kadar saçma olduğunu, beynimizin tamamını kullandığımızı biliyoruz. Bugün hala, beyindeki sinir hücresi(nöron) sayısı çeşitli yayınlarda 10 milyar ile 100 milyar arasında ifade edilmektedir. Kimse insan beynindeki nçronları saymaya teşebbüs etmiş de değildir. Çeşitli yöntemlerle yapılan tahminler bu kadar farklı sonuçlar doğurmaktadır. Beyin konusunda bir başka şehir efsanesi de, beyindeki on milyardan fazla sinir hücresinin her birinin, diğerleri ile binlerce sinaps(bağlantı) yaptığı, bilginin bu bağlantılarda saklandığı ve bunların sayısının neredeyse trilyon kere trilyonlarla ifade edilebileceğidir. Bu nedenle beynin bilgisayarda simule edilmesi imkansızdır, bilgisayarlar asla beynin kapasitesine ve hızına erişemezler. Artık biliyoruz ki, zihinsel süreçler beyindeki hücre sayısından ve bağlantılarından bağımsızdırlar. Bir karıncanın gözünde, bir insanın gözünden çok daha az görme siniri bulunur. Ama karınca gözü, çevreyi değerlendirme açısından insan gözü kadar başarılıdır. Bir karıncanın baş bölgesindeki sinir düğümü(böceklerde beyin yoktur, vücut segmentlerine dağılmış sinir düğümleri vardır. Baş bölgesindeki düğüm, daha gelişmiştir ve bir beyin taslağı gibidir), insan beyninden çok daha az sinir hücresine sahiptir. Bir fil beyni de, insan beyninden çok daha fazla sinir hücresine sahiptir. İnsan beyni ortalama 1300-1400 gram, fil beyni ise ortalama 5000 gramdır. Bu nedenle, insanın diğer türlerden daha zeki, daha akıllı, beyni daha gelişmiş olduğunu kanıtlama yöntemi olarak, “vücut ağırlığına oranla beyin büyüklüğü” ölçüsü geliştirilmi ştir. Bu ölçüile ele alındığında, insan beyni bütün beyinler arasında en gelişmiş beyin olmaktadır. Bir diğer ölçü de, beyin korteksindeki kıvrımların azlığı-çokluğu konusudur. “Memelilerde en çok kıvrıma sahip beyin insan beynidir” denilmektedir. Ama ne memelilerin bütün türlerinin, ne de omurgalıların bütün türlerinin beyinleri kıvrım çokluğu açısından tasnif edilmiş değildir. Beyin kapasitesini ve işlem hızını bilgisayarlar ile kıyaslarsak, ne görürüz? Mesela gözümüz saniyede otuz görüntü algılayabilir. Ama bunu bir bilgi olarak algılamaz. Bilgi olması için, algının idrak edilmesi lazımdır. İşte o idrakin süresi ise ortalama 1/4 saniyedir. Eğer her idrak bir bilgi oluşturuyor ise ve saniyede dört idrak sağlayabiliyorsak, hafızamızdaki bilgi miktarını hesaplayabiliriz: Bir saatte 3600 saniye var. Dörtle çarparsak, saatte 14.400 bilgi yapar. Yirmi dörtle çarparsak, Günde 345600 bilgi yapar. Üç yüz altmış beş ile çarparsak, yılda edindiğimiz bilgi miktarını buluruz; 126.144.000 bilgi bölü yıl. Yirmi yılda da, 2.522.880.000 bilgi yapar. Demek ki yirmi yılda, yemesek içmesek, her bir ¼ saniyemizi bir şeyleri İdrak ederek geçirsek, iki buçuk milyar bilgi biriktirebiliyoruz beynimizde. Peki, uyuduğumuz zamanları, aylaklık ettiğimiz zamanları, aşık olduğumuz için hiçbir şey düşünemediğimiz zamanları çıkarırsak, bu bilgi yarıya iner mi? Ya unuttuğumuz bilgiler? Aslında, kapasite açısından rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Yirmi yaşında eğitimli bir insanın sahip olduğu bilgi miktarı, kesinlikle bir milyar birimin altındadır. Bu bilgi birimleri, bilgisayar dili ile kaç bayt değerinde olurlarsa olsunlar, temsil ettikleri toplam bilgi, bugünün herhangi bir ev bilgisayarının kapasitesinin altında kalır. İşlem hızı bakımından kıyaslama ise, daha zavallı bir beyin gösterir bize. Algıları sağlayan en hızlı sinir hücresi, 1/20 saniye(50 milisaniye) hızda iletim yapar. Bilginin asıl sağlayıcısı idrak işlemi ise ¼ saniyede(250 milisaniye) gerçekleşir. Yani saniyede dört işlem gerçekleştirir beyin. Bugünün ev bilgisayarlarında işlemciler, saniyede birkaç milyar işlem yapabiliyor.

Page 9: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

BİLGİ: (Knowledge). “Öğrenme, araştırma ya da gözlem yolu ile edinilen gerçekler.”1 Bilgi, hafızamızda bulunan, kendi başına bir anlam taşıyan bir kayıttır. Bu kayıt dış dünyadan veya Bilinçten gelen Algılara dayanıyor olabilir. Ama sonuçta Muhakeme tarafından doğrulanmış veya yanlışlanmış, yeni değerler eklenmiş olmak zorundadır. Bilgi, subjektiftir. Dış dünyanın, aynadaki yansı gibi Bilinçte yansıması değildir. Dış dünyada nesneler ve olaylar vardır, ama Bilgi yoktur. Bu nesne ve olayların her Bilince ve Bilincin her durumuna göre değişen İdraki, ayrı ayrı Bilgiler oluşturabilir. Bilgi, gerek dış dünyayı, gerekse Bilincimizi temsil açısından o an için doğrulanmış ve tamdır, ama hiçbir zaman gerçekliği tam olarak temsil edemez, her zaman eksiktir. Eksik olmasının birinci nedeni, duyu organlarımızın Algı kapasitelerinin, gerçekliği tam olarak algılamaya yeterli olmamasıdır. Biz her ne kadar bazı aletlerle bu yeteneğimizi artırmaya çalışıyorsak da(mikroskop, teleskop, radyo dalgaları, vb.), gerçeklik dediğimiz şey makro kozmosta ve mikro kozmosta sonsuz boyutlara uzanmaktadır. Eksikliğin ikinci nedeni ise, Bilgi’nin kendisinin oluşumunda, bir önceki bilginin bir parametre olarak süreci etkilemesidir. Her Bilgi, kendisinden daha az eksikli yeni bir Bilgiye gebedir, onu gerektirir. Bilgi, bir veritabanının Kronolojik Hafıza tablosunun işaretlenmiş bir grup satırdır. Bağlı tablolardaki(duyu, duygu, refleks… tabloları) satırlar veya satır grupları, Bilgi değildirler, çünkü kendi başlarına bir anlamları yoktur, tek yönlüdürler. Eğer bir bağlı tablodaki bir kaydın kendi başına bir anlamı varsa, bu anlam zaten olduğu gibi Kronolojik Hafıza tablosuna da aktarılır ve Bilgi olarak işaretlenir. Bir bilgi, öncelikle duygusal değerler taşır. Kaydedildiği anda zihinsel konjonktürde bulunan istek, heyecan, korku, ümit, zevk… değerleridir bunlar. Kayıt ortamındaki amaca göre taşıdığı “önem değeri” vardır. Bir önceki benzer kaydın ne kadar önce yapıldığına bağlı “zamanda yakınlık değeri” vardır. Ne kadar sık kayıt yapıldığı ile ilgili “tekrar değeri” vardır. Temel içgüdülere, dürtülere, tutumlarımıza ve yargılarımıza, reflekslerimize yakınlık değeri vardır. Bütün bu değerler, o bilgiye statik bir ortalama değer verirler. Yeni Algı da, şimdiki duruma ait aynı değerlerin dinamik bir ortalamasını taşır. Bilgi konusunda çağdaş yaklaşımlardan birisi Oluşturmacılıktır. Aşağıdaki alıntı bu konuda açıklayıcı bilgi verebilir.2 Oluşturmacılık (constructivism) temel olarak bilişsel kuramlara dayanmaktadır. Bu görüş bilginin öğrenen kişinin var olan değer yargıları ve yaşantıları tarafından oluşturulduğunu ileri sürer. Bu yüzden bilgi kişiden bağımsız olarak değil de kişinin oluşturduğu ve yapılandırdığı şekilde ortaya çıkar (Kaptan ve Korkmaz, 2000). Kişi kendi dışında var olan gerçekleri algılama yerine, zihninde var olan hipotezleri test ederek gerçekler(in)e ulaşmaya çalışır. Oluşturmacılık açısından bilgi nesnel değil, görecelidir. Positivist paradigma gerçeğin nesnel olduğunu kabul etmiş ve gerçeğin kişinin dışında var olduğunu, keşfedildiğini ve ortaya çıkarıldığını ileri sürmüştür (Bağcı Kılıç, 2001). Positivist yaklaşımdan farklı olarak, oluşturtmacılıkta bilgi dış dünyanın kişideki bir kopyası veya bir kişiden diğerine geçen bir olgu değil, bizzat kişi tarafından oluşturulan bir yapı olup, kişiye özeldir (Yurdakul, 2005).

1 TDK Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 2 Oluşturmacılığın Kuramsal Temelleri (The Theoretical Foundations of Constructionism) Yrd. Doç Dr. Ahmet ŞİRİN

Page 10: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Oluşturmacı anlayışta bilgi bilenden bağımsız bir şekilde doğada var değildir. Bilgi özneden bağımsız değildir. Özne bilgiyi kendi içindeki öteki öznelerle etkileşimi sırasında oluşturur, oluşturduğu bilgiden kendi de çevresi de etkilenir. Bilginin oluşturulması, zihinsel süreçlerin gerçekleşmesi ile başarılır; bilginin oluşturma şekli ve süreci (ve bilgi) bireysel ve içsel bir kavramdır. Bu kavramlar Piaget tarafından özümseme, uyma, dengeleme olarak adlandırılmıştır (Beydoğan, 2005). Çevre ile etkileşim sonucu bilginin oluşturulması sürecinin nasıl geliştiği özümseme, uyma, dengeleme kavramlarıyla açıklanmıştır (Özden, 2005). Çocuk veya birey karşılaştığı yeni durumu eski bilgi ve deneyimleri (şemaları) ile anlamayaçalışır buna özümseme denir. Eski bilgiler yetersiz gelirse zihninde yeni bir kavram (şema) oluşturarak yeni duruma uyum sağlar. Yeni duruma karşılık yeni bir kavram oluşturarak, bozulan denge tekrar kurulur. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Hayatında ilk defa kaplan gören bir çocuk, onu zihnindeki kedi kavramı ile karşılaştırarak, özümsemeye çalışacak, bir süre sonra onun kediden farklı olduğunu görerek bilişsel denge bozulacaktır. Ancak çocuk bir süre sonra kaplan kavramını oluşturarak yeni duruma uyum sağlayacak ve dengesizlikten kurtulacaktır. BİLİNÇ: (Şuur, Consciousness). Nasıl düşündüğünü düşünme(Metacognition) ve kendini zihnini izleme (self-monitoring). Bilinç, ne olduğu ve nasıl çalıştığı konusunda yüzlerce fikir öne sürülen kavramlardan birisidir. Ruhbilimde bilinç terimi, öznenin kendini sezişi ya da kendinin farkına varışı anlamında kullanılır, algı ve bilgilerin anlıkta izlenmesi süreci olarak tanımlanır. Geniş anlamda bilinç, usun kullanılmasıdır. Ruhbilimsel açıdan insan, kendi varlığını ancak bilinciyle aşabilir. 1 Bilinç konusu, uzun yıllar diğer pek çok konu gibi psikolojide davranışçı ekolün etkisi altında kaldı ve “araştırılamaz” konular kategorisinde kaldı. Doksanlı yıllarda “Bilişsel Psikoloji” (Cognitive psychology) akımının etkisi ile, bilim adamları arasında bilincin bilimsel düzeyde açıklanabileceğine, nasıl ortaya çıktığının anlaşılabileceğine dair görüşler değer kazanmaya başladı. Bu tartışmalarla beraber araştırmalar ve geliştirilen teoriler de arttı. Bazı teorisyenler ulaşılan nörolojik ve bilişsel teorilerin bilincin açıklanması için yeterli olduğunu savunurken, bazıları hala bazı zihinsel fenomenlerin objektif olarak incelenemeyeceğini savunuyorlar. Bu konuda öne sürülen en önemli sav, bir sistemin kendi yapısını ve işleyişini anlamasının imkansız olduğu savıdır. Bu ikinci görüşün son zamanlarda en önde gelen temsilcisi David Chalmers’a2 göre bilinçle ilgili “kolay problemler” ve “zor problem” vardır. “Kolay problemler”; Bilinç deneyimi olmaksızın nörolojik olayların doğasını araştırmaktır. Bugün Bilincin nörolojik yanı üzerinde epeyce yol aldığımızı söyleyebiliriz. Algılama, karar verme ve davranışa geçme süreçlerimiz, Kavram oluşturma ve bunları Hafızada saklama ve geri çağırma süreçlerimiz konusunda hem deneysel, hem de teorik malzeme açısından zengin sayılabilecek bir literatüre sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Diğer tarafta ise “zor problem” vardır: Bu, nörolojik süreçlerden bağımsız olarak Bilincin ne olduğunun saptanması problemidir. Nasıl fiziksel dünyadan bilinç doğar? Niçin bazı nörolojik olaylar bilinçli deneyimle sonuçlanırken, diğerleri sonuçlanmaz? 1 (http://www.felsefe.gen.tr/bilinc_nedir_ne_demektir.asp) 2 Chalmers, D. J. (1996). The conscious mind: In search of a fundamental theory.

Page 11: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bilinç neden gerekli? Zor problem, aslında bana göre Bilincin gerekliliği problemidir. Bilinç canlı organizma için bir zorunluluk mudur, yoksa bir evrimsel hatadan mı ibarettir? Bilinç, yaşam için ne açıdan gereklidir? Neden oturup da beynimizin içini seyretmemiz gerekmektedir? Canlı organizma için bir şekilde gerekliliği varsa bile, bilgisayar için bu neden elzem olsun? Yeterince karmaşık her sibernetik sistem, kendi dengesini korumak üzere, dışarıdan zeki olarak değerlendirilebilecek davranışlar üretebilir. Bilgisayar da, ekranı kapalı olduğu halde gene de böyle bir karmaşık denge programını çalıştırabilir ve onun üzerinde oto-tıklamalar yapabilir. Mesela kendi kendine oyun oynayabilir. Öyle ise, kendini izlemesi neden gerekmektedir? Neden ille de monitörün açık olması gerekmektedir? Muhakeme işlemlerinin fizik dünyaya uygun olup olmadığının denetlenmesinde, elimiz bir eşyaya uzanırken göz ne işe yarar? Hafıza bilgilerini birbirine çarpıp bölerken de buna benzer bir avantaj sağlar mı iç izleme? Bu soruların cevapları Hayal kavramındadır. Hayal, öncelikle dış dünyanın beyinde bir temsilini(represantasyon), sorunun açık seçik görülmesini, mümkünse beş duyu açısından da azami bilgilerin alınmasını, muhakemede bu sorunun çözümünün çabucak belirlenmesini ve çözüme ulaşmak için plan yapılmasını gerektirir. Yani Hafızadan geçmişin temsilini, Duyu organlarından şimdinin temsilini alıp, Hayal organında geleceğin temsilini oluşturmamız gerekir. Hayal organındaki gelecek temsilinin fizik dünyaya uygun olup olmadığının, peşpeşe gelen her “şimdi” anı için denetlenmesi gerekir. Bu işlerin sağlıklı yapılabilmesi için ise, beş dış duyu, ek iç duyular ve Bilincin mükemmel bir ortak çalışmasına ihtiyaç vardır. Teorik olarak, tüm algılarımız ve tepkilerimiz kapalı iken de yaşayabiliriz, ama sıkı bir desteğe ihtiyacımız olur. Pratikte böyle yaşamaya bitkisel hayat diyoruz. Duyu organlarımızdan birisi eksikse, gene yaşayabiliriz ama, bu çok fakir, eksik bir yaşam olur. Üstelik bu yaşamı sürdürmek hayli zorlaşır. Gözümüz yoksa, kulaklarımız yoksa, veya Bilincimiz yoksa. İleri derecede zihinsel engelli bireyler bize bu konuda bir fikir verebilirler. Canlı organizma, üç gruba ayrılabilecek davranışlar gösterir:

1- Türünün tüm bireyleri için yaşamın devamını sağlayan, genlerine işlenmiş davranışlar ve düşünceler, İçgüdüler ve Refleksler. Bunların Yapay Zekadaki karşılığı, bizim programa yükeyeceğimiz bazı başlangıç değerleridir. Bu değerlerin programın işleyişi sırasında değiştirilmesine izin vermeyeceğiz.

2- Bireyin az-çok tekrar eden sorunları çözmesi için, daha önceki tecrübelere dayanan, artık üzerinde düşünülmesi gerekmeyen kalıp davranışlar ve düşünceler. Bunların tamamı şartlı refleks karakterindedirler. Tekrarlayan girdiler için, en uygun çıktıya yönelik patika oluşturulması. Bunun Yapay zekadaki karşılığı, hafızada belirli bir tekrar değerini aşan kayıtlar için bir paketleme modülü olacaktır.

3- Bireyin her gün ortaya çıkabilen geçici sorunları çözebilmesi için, bilinçli davranış ve düşünceler. Geçici sorun tekrar tekrar ortaya çıkmaya başlarsa, bilinçli davranış ve düşünceler o sorun için kalıp haline getirilerek ikinci gruba alınırlar. Böylece beyinde o sorun otomatik tepkiye bağlanır ve bilinç yeni sorunların çözümü için boşaltılmış olur. Bu, zihinsel enerji tasarrufudur. Çünkü beyinde en fazla enerjiyi, bilinçli düşünme eylemi tüketir. Bunun Yapay Zekadaki karşılığı, işte asıl Yapay Zekayı Yapay Zeka yapan karmaşık modüller mimarisi olacaktır.

Beynimizin hareket ile ilgili işlevlerini ayıralım. İç organların yönetimi ile ilgili işlevlerini de ayıralım. Hormonlar, diğer salgılar, uyku, içgüdüler, refleksler, duyu organlarının ilettiği uyartılar, hepsini…

Page 12: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Geriye gene de bir şeyler kalır. Bu geri kalan bir şeyler, dış dünyadan ve içimizden gelen uyartıların değerlendirilmesi işlemleri, hafıza, hafızaya kaydetme ve geri çağırma, problem tanımlayıp o problemleri çözme, bütün bu işler olurken ortaya çıkan duygulanımları hissetme gibi işlevlerdir. Bu işlevlerin hepsine birden “zihinsel işlevler” deriz. Zihinsel işlevlerin hepsini bilmeyiz. Bunların çoğu biz farkında olmadan gerçekleşir. Ama bir kısmını da biliriz, izleriz, net bir şekilde adım adım takip edebiliriz. İşte Bilinç; beynin, kendi kendisinin ve işleyişinin bir bölümünün farkında olabilme yeteneğidir. Gerek dış, gerekse iç algılar ancak burada bizce “bilinir” olurlar. Bilinç, yalnızca bir problem çözme yeri değil, içimizi ve dışımızı izlediğimiz bir tür ekrandır. Bilinç, beynimizin bir bölümünün çalışmasını izleyen özel bir duyu organı olarak düşünülebilir. Kafamızın içinde oturan minik bir insan(Homunculus) tasavvuru eskiden beri önerilmiştir. Bu minik insanın, bizim dışarıdan aldığımız bilgilere ek olarak, beynimizde olup bitenleri de görebildiği ve hatta onları yönetebildiği kurgulanmıştır. Bilinç, kısmen böyle düşünülebilir. Ama ben daha çok, beynimizin içinde, beynimizin bir kısım sinirlerinden uyartı alan, çalışması daha çok görme sistemimizin çalışmasını andıran bir alıcı organ olarak değerlendiriyorum. Beynin çalışmasını yönetme-yönlendirme iddiası bugünkü bilgilerimizle biraz temelsiz durmaktadır. İç Göz Aynı gözümüz gibi çalışan, beynimizin içinde bir yerlerde bulunan ve beynimizin bazı bölgelerine bakıp oralarda olup biteni görebilen bir üçüncü gözümüz olduğunu düşünelim. İşte biz bu “İç Göz”e Bilinç diyebiliriz. “İç Göz”ün görme alanı dışında kalan bütün zihinsel süreçlere de, Bilinç Dışı süreçler dememiz gerekir bu durumda. Diyelim ki; beynimizde, dış dünyayı sanal olarak yeniden üretme yeteneği olan bir yapı var. Bu yapıya, hayal üretim alanı diyelim. Hafızadan girdi alıyor, bu girdilerle ihtiyaca uygun tasvirler (resim, şema, çizim) üretiyor olsun. Sonra, bu tasvirlerin zaman içinde hareketinden oluşan sanal olaylar da üretebiliyor olsun. Beynin tasvir üretme yeteneğine musavvira, olay üretme yeteneğine muhayyile deniyordu eski teorilerde. Bu kavramlar birer yeteneği tanımlamanın yanında, bu yeteneklerin beyindeki lokasyonuna da işaret ediyorlardı. Mesela Muhayyile derken, beyinde bu işle ilgili olduğu varsayılan bir bölgeyi de tanıma dahil ediyordu ilgililer. Biz, bu her iki yeteneğe birden Muhakeme yeteneği, bu yeteneğin lokasyonu için de “Muhakeme Alanı” diyebiliriz geçici olarak. İşte şimdi Bilinç avucumuza sığar hale geliyor. Dış dünyadan ve hafızadan gelen verilerle, sanal bir olay yaratabilen, yani “hayal oluşturabilen” bir sinir hücreleri grubu… Hafızadan ağaç ve elma tasvirlerini alıp yeniden gözümüzün önüne getiriyor, elmayı ağaçtan düşürmek için elma şeklini zaman içinde hareket ettiriyor… ve elma düşüyor. Bir hızlı düşüyor, bir yavaş düşüyor, bazen yukarı düştüğü bile oluyor. Eğlenceli!.. En azından gözümüzü korkutmuyor, hatta merakımızı uyandırıyor! Bilincin varlık nedeni: Denge görevi İç Göz, yani Bilinç, Muhakeme Alanındaki işlemlere kendisi bir şey katmıyor, yalnızca bir duyu organıdır diyebilir miyiz? Hayır. Bilinç, orada ne olup bittiğini Hafızaya ve beynin diğer bölgelerine veri olarak gönderiyor, tıpkı dış duyu organlarımız gibi. Gözümüz veya kulağımız eksik olduğunda yaşamımız nasıl etkileniyorsa, Bilincimiz eksik olduğunda da ölmeyiz, ama bakıma

Page 13: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

muhtaç bir yaşama mahkum oluruz. Bilinç, canlı organizmanın karşı karşıya kaldığı geçici problemlerin çözümü için vardır. Ama diğer duyu organlarımız da bu iş için vardır. Bu amaçla dış ve iç dünyayı gözleyecek, iç dünya ile çevre arasındaki faydacı dengeyi(self, ego, nefs) sürdürebilmek için uygun bir “gelecek” hayal edecek ve bu gelecek için plan yapacaktır beyin. Denge, son derece dinamik bir dengedir, çünkü iç ve dış ortam sürekli değişmektedir. İşte bilinç, bu denge için var olan organlarımızdan biridir. Bu dengeyi kurmak üzere bir içgüdü ile desteklenmiştir. Sözkonusu içgüdü, Bilincin, tıpkı yeni doğan bebeğin memeyi arama emme refleksi gibi, beyine gelen her türlü uyartıda “ben ve başkası” taraması yapmak üzere yapılanmış olmasıdır. Ego başlığı altında göreceğimiz gibi, mekanın sıfır noktasında, zamanın şimdi noktasında ve bütün duyuların belirli bir koordinasyonu ile gelen uyartıların optimal değerinde, “ben” bilincini oluşturur. Soyut metafizik kavramlardan söz etmiyoruz, böyle bir denge programlaması bilgisayarda gerçekleştirilebilir. 20 kadar ana duygusal durumumuz vardır.1 Bu duygusal durumlar, belirli salgıların belirli bir anda beyindeki değerlerinin toplam etkilerinden oluşurlar. Hafızada yer alan önceki tecrübelerin ve dış dünyadan o anda alınan bilgilerin her birisinin de kendi duygusal değerleri bulunur. Aslında bu bilgiler, çağrıştırdıkları daha eski duygusal değerleri ortama taşırlar. Bunlara bilişsel ağırlık değerleri diyelim. Bilişsel ağırlık değerleri dediğimiz şeyler inançlarımız, tutumlarımız, yargılarımız, alışkanlıklarımız gibi şeylerdir. İşte tüm bu değerlerin o an için faydacı dengesini oluşturmaktır sözkonusu etiğimiz. Bu işlemlerin uygun bir mimaride kurgulanması, Yapay Zeka’yı oluşturacaktır. Bilinç nelere yetenekli değildir? Bilinç, zihin kavramının tümünü kapsamaz. Bilinçaltı işlevler ve Sezgiler Bilinç alanına giremezler. Bilinç, hafızayı da göremez. Ancak hafızadan süzülüp “İşlem Hafızasına”(kısa süreli hafıza) gelen bilgileri görür(yukarıda Muhakeme Alanı olarak bahsettiğimiz yere Bilişsel psikologların çoğu “ İşlem Hafızası- Working Memory” der). Bir çağrışım veya algı sonucu veri tabanından süzülüp geçici muhakeme tablolarından birine(İşlem Hafızası) alınan hafıza parçasını(view, rapor) izleyebilir. Hafızaya kayıt yapan, sorgulama yapan, kayıtları silen organların hiçbirini göremez Bilinç. Burada bahsedilen organların beyinde bir karşılığı olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ama Yapay Zekada bu organlara karşılık gelecek modüllerin bulunması gerektiği için böyle ifade edebiliriz. Duyu organlarındaki sinirlere gelen bir uyartı sağanağı, hafızaya girip yerleşene kadar bazı işlemlerden geçer. Bu sağanaktaki bazı uyartı öbekleri Dikkat Organını tetikler, Dikkat sayesinde o uyartı öbeğine odaklanılır, hafızada sorgulanıp tanınması sağlanır(anlamlandırma), çeşitli duygusal filtrelerden geçer ve sonunda Dikkatin o öbek üzerinde devam edip etmemesine, o öbeğin kalıcı hafızaya kaydedilip kaydedilmeyeceğine, ve otomatik tepkilerin harekete geçirilip geçirilmeyeceğine karar verilir. Bu sürecin büyük bölümü Bilinç dışı olarak gerçekleşir. Bilinç, ancak bu sürecin sonucundan haberdar olur(genellikle). İşte Bilinç öncesi bu süreçlerin gerçekleştirilmesi yeteneğine de “Ön Muhakeme” diyelim geçici olarak. Çünkü burası da neticede bir karar verme işlemi yapmaktadır. Muhakeme Alanındaki işlemler asıl olarak Hayal kurmadır. Oluşturulan bir Hayal, fizik dünyaya uygunluğu açısından denetlenirse, hayal olmaktan çıkar, Muhakeme olur. Yani Hayal ile Muhakemenin arasındaki fark, hafızadaki diğer bilgileri kullanarak, veya ihtiyaca göre yeni gözlem,

1 Nadir Bencan, Düşünen hayvan, 2010

Page 14: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

deney yolu ile dış dünyaya uygunluk denetimidir. Bu durumda, insan beyninde sürecin hayal kısmının sağ yarıküreye, denetim kısmının sol yarıküreye bağlı süreçler olduğu bile düşünülebilir. Beynimize dışarıdan gelen bilgiler önce orta beyin yapılanmalarından geçer, sonra da ilgili korteks bölgesine giderler. Bu yol üzerinde bilinmeyen bir yerde Ön Muhakemeye tabi tutulurlar(muhtemelen Retiküler Sistemde). Ön Muhakemede gelen algıların Hafızadaki bilgilerle eşleştirilmesi yapılır, bu yolla anlamlandırılıp bir “İdrak” haline getirilmesinin gerekip gerekmediğine karar verilir. Gerektiği sonucuna varılırsa, Dikkat Organı devreye girer ve O algıya odaklanılır. Bu andan itibaren alınan algılar Bilince de çıkma vizesi alırlar. Yani Bilinç, alınan Algı ancak İdrak edildikten, anlamlandırıldıktan sonra süreci izlemeye başlar. Yani bu andan itibaren Korteksteki görüntü ve ses paternlerini, diğer duyularla ilgili representasyonları izleyebilir, oralara kendi çıktılarını gönderip tahrif de edebilir onları. Eğer duyu organlarının her birinin özel hafızaları varsa(veritabanında her duyu için ayrı bir tablo oluşturmak gibi), bu hafızaların her birinden ayrı ayrı veri alabilir. “ İç Göz”, anlaşılıyor ki, Ön Muhakeme süreçlerini net olarak göremiyor. Hafızaya kayıt süreçlerini net göremiyor. Dikkati oluşturan ve yöneten süreçleri net göremiyor. Refleksler ve içgüdüsel davranış süreçlerini net olarak göremiyor. Daha önce oluşturulmuş davranış ve düşünme kalıplarının işleyişini(şartlı refleksleri) net göremiyor. Bu işlemleri siluetler halinde, belli belirsiz, belki de diğer beyin bölgelerindeki etkileri sayesinde dolaylı olarak görebiliyor, ama tam olarak tanımlayamadığı hayaletler şeklinde. Bazılarını da siluet halinde bile göremiyor, tamamen habersiz kalıyor. Nöroloji terimleri ile konuşursak, buralardan gelen bilgiler ancak eşik altı bir uyarılma hali oluşturuyor. Bilinç, ister sözel dil olsun, isterse vücut dili(davranış) olsun, bir dil, yani simgeler kullanmadan netleşemez. Algılarımız, anlamlandırılmadan önce isimsizdirler, bir organdaki sinir uçlarından gelen uyartı öbeklerinden ibarettirler. Henüz bir isim, bir simge kazanmamışlardır. Dış dünya ile iletişimi nasıl dil ve davranış ile sağlıyorsak, kendi kendimizle iletişimi de dil ve davranış ile sağlarız. Nitekim düşünme eylemi, ağırlıkla içimizden konuşma şeklinde gerçekleşir. Simge kullanımı ne kadar az ise, düşünme, yani kendi kendisi ile iletişim de o kadar yetersizdir. Kavram oluşturma ile ilgili bölümde, bu konudan bahsedilecektir. Doğuştan sağır ve dilsizler, düşünmede de el hareketleri imajlarını kullanırlar. Bilinç nelere yeteneklidir? Bilinç yalnızca Muhakeme alanını, yani musavvira’dan gelen Tasvirleri ve muhayyile’den gelen Hayalleri görebilir. Beş duyudan gelen bilgilerden, Muhakeme Alanına uğrayanları görebilir. Bir de hafızadan veri girişi vardır buraya. Hafızadaki işlemleri göremez, sadece hafızanın çıktılarını görebilir. Bilinç, duygulanımları, bunların ortaya çıkışlarını ve yok oluşlarını izler. Duyguların muhakeme ve kayıt süreçlerini kuvvetle etkilediklerini, ama onlardan çok az etkilendiklerini saptayabilecek kadar bu süreçlere yakından bakabilir. Bir benzetme yaparsak, İç Göz, Bilinç ekranını bir ara kaplayıp, sonra kaybolan çeşitli renkler olarak görür duyguları. Bir bakarız ekran kırmızıya boyanmış, bir bakarız pembeye. Bilinç, Muhakeme ve Hayal sürecinin her aşamasını gözlemleyebilir, yani yalnızca sonuçtan haberdar olmakla kalmaz. Ama bazı sorgu ve muhakemeler çok hızlı gerçekleşirler. Bu hız, Bilincin kendi algılama hızını aşarsa, bu durumda Bilinç bunların ancak sonuçlarını izleyebilir. Sezgi ve İlham dediğimiz türden Bilgilerin bir kısmı bu kapsamda olabilir. Ancak Sezgi ve İlham’ın

Page 15: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

tamamen bu kapsamda değerlendirilmesi pek mümkün değildir ve bu günkü bilgilerimizle, bunların bir kısmı ancak metafizik alanda değerlendirilebilmektedir. Bilinç konusunda en yeni nörolojik yaklaşımlardan biri de, Beynin ürettiği elektrik dalgaları ile Bilinç arasında kurulan ilişkidir. Pınar Tuna’dan alınan aşağıdaki pasaj bu konuda bir fikir verebilir.1 Öznel deneyimlerimiz ancak "bilinçli kararlar" aracılığı ile oluşur ve bilinçsiz zihinsel durumlar "zihni" oluşturamaz. Her sinir hücresi ateşlemesi EMA(Elektro Manyetik Alan) oluşturmasına karşın, her EMA oluşumu bilinç üzerinde etki etmez. Uyarılmış potansiyellerde, bilincin ortaya çıkması için +250 msan. gerek duyması, EMA'ın yeterli genliğe ulaşmasından sonra sinir hücresi ateşlemesini etkilemesinin bir dolaylı göstergesi olabilir. McFadden'e göre, EMA ve bilinçte esas olan, EMA varlığı değil, devinimsel sinir hücrelerine EMA'ın etki ederek bilgi aktarmasıdır. Devinimsel sinir hücrelerine ve aynı zamanda dış dünyaya olan bu aktarım oransal olarak düşüktür. Dolayısı ile bilincin devamlılığından ziyade kesikli (bilinçsiz dönemlerle ayrılmış) olması söz konusudur. Bunu sağlayan mekanizmalardan biri sinir hücrelerinin tümünün EMA’a, belli bir eşik altında duyarlı olmamasıdır. Ancak, birlikten kuvvet doğması gibi, çok sayıda sinir hücresi eşdurumlu ateşleme yaparsa, EMA değişikliğe neden olup, devinimsel sinir hücrelerini uyarır ve davranışsal değişiklikler ya da niyetlenmeler ortaya çıkar. EMA bilinç teorisine göre, paralel bilinçsiz sistem üzerine kurulu, “seri” bir bilinç sistem vardır. Birçok bilinçsiz yapılan hareketin otomatik yapıldığı gösterilmiştir. Bilinç seri çalışır ve bir arada birçok bilinçli işlem yapılır. Her işlem birçok sinirsel yolda karşılıklı bir uyuma gerek duyacak şekilde (paralel) yapılarak, işlenen bilgi tüm EMA yayılır. Son olarak, Bilincin kendi kendisini kavrayamayacağı tezine değinelim. Bilinç kendini anlayabilir, kavrayabilir, çünkü benzetme yeteneğimiz, metafor yeteneğimiz vardır. Ağaçtan düşen bir elmadan kalkarak evrenin işleyişinin yasalarını anlayabildik. Basit aksiyomlardan kalkarak en karmaşık teoremlerin ispatlarına ulaşabildik. Karıncalara, solucanlara, hatta amiplere bakarak insan Bilincini de, insan ruhunu da anlayabiliriz, kavrayabiliriz. Kaldı ki artık elimizde, bilgisayar gibi bir araç var. Makrokozmos için teleskop neyse, mikrokozmos için mikroskop neyse, insan zihni için de bilgisayar aynı önemde artık. Bilgisayarlar sayesinde felsefeyi laboratuara sokmak, “deneysel felsefe” yapmak mümkün hale gelmek üzere. (Bkz:Dualizm) BİLME: (Vukuf, Knowing). Biliyor olma hali. Kanı(zannetme, pozitif emin olmama hali), şüphe(negatif emin olmama hali) ve inanma(duyusal Algılarla değil, duygusal Algılarla Bilgiye sahip olma hali) kavramlarının karşıtı olarak kullanılır. ÇAĞRIŞIM: (Association). Bir bilinç durumunun kendiliğinden başka bir ya da birçok bilinç durumlarını uyandırması… Düşünceler arasındaki mantıksal bağdan ayırt edilmelidir, çağrışımda mantıksal bir bağ yoktur. Örneğin sokağı güneşli görmek bize havanın sıcak olduğunu düşündürür, bu mantıksaldır. Oysa sokağı güneşli görmek bize güneşli bir gündeki anımızı düşündürebilir, bu çağrışımsaldır.(O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü). Çağrışımlarımız, eğer yeni İdrak ile tam eşleşme yoksa; 1- benzerliğe göre, 2- karşıtlığa göre, 3- zamanda yakınlığa göre, 4- mekanda yakınlığa göre, 5- bütünselliğe göre, 6- Duygusal Değerlere göre, 7- Bilişsel Değerlere göre, 9- Yönteme göre, ve 8- Mantıksal gerekliliğe göre gerçekleşebilirler.

1 Tuna P., Brain: An Electromagnetic System. NeuroQuantology , September 2007

Page 16: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Çağrışım, bir Algı’nın hafızamızdan ilgili bir Bilgiyi çekip çıkarmasıdır. Bilinç bir anda bir tek Bilgi üzerinde işlem yapabildiği için, hafızada bir sorgulama yapılacak ve sorgu sonuçlarının en üstteki bir tanesi işleme alınacaktır. Süzülen bilgilerden hangisinin en üst sırada yer alacağını belirleyen, bilgilerin sahip olduğu değerlerdir(bkz.Bilgi). Hafızada sorgulama, obje veya olay bazında yapılır. Ama aynı obje veya olay ile süzülenler arasında sıralamayı belirleyen, hafızadaki Bilgi’nin değerleri ile yeni gelen Algı’nın değerleridir. İşte bu değerlerin birbirine uygunluğu, hafızadan süzülen Bilgiler arasından hangisinin ilk sırada olacağını belirler. Yeni Algı’nın değerleri son derece dinamiktir, o andaki zihinsel konjonktüre göre sürekli değişir. Çünkü her yeni çağrışım, o andaki zihinsel konjonktür için yeni bir parametredir ve eski ortamı değiştirir. Bu yüzden, aynı Algı bile bazen peş peşe yeni çağrışımları tetikler, çünkü her çağrışım Algı’nın değerlerini değiştirmektedir. Çağrışım, Hafızadan bir grup ardışık satırı(bir satır bloğunu) süzüp geçici Muhakeme tablosuna alır. Bu tablodaki yüzlerce satır arasında, “iç göz”ün odağı, dikkati, ortada bulunan, diyelim ki 20 satırdadır. Muhakemeye alınan, yalnızca bu 20 satırdaki bilgilerdir. Ama tıpkı gözümüzün titreşimler yaparak odak dışındaki bölgelere de hızla kayıp-yeniden odağa dönmesi gibi(saccade), “iç göz” de hızlı sıçramalarla tablodaki diğer satırlara da bakışlar atıp durur. İşte bu bakış atmalar, tablodaki Olayın bütünü hakkında bir Kanaat oluşturur. Odaktaki Olay kesiti Muhakeme edilmektedir, ama bu Muhakemeye Olayın bütünü hakkında bir Kanaat de eşlik etmektedir. Kanaat, Bilinç dışında oluşur, burada Bilincin bir katkısı yoktur. Figür Bilinçte izlenen, Fon Bilinçdışında bulunandır. Muhakeme alanına yapılan Saccade’ler, ayrı bir “tampon bellekte” tutulur ve fon’u oluşturur. Odaktaki Olay kesiti Muhakemedeki Fikirin Figürü, eşlik eden Kanaat de Fonudur. Bilinç bu süratli sıçramaları takip edemez, ancak bazı Tasvir flaşları olarak algılar. ÇELİŞME: (Contradiction). Birbirlerini olumsuzlayan iki kavram, önerme veya yargının durumu. Çelişme durumundaki iki şeyden ikisi de aynı anda doğru veya aynı anda yanlış olamazlar. “Bu kalem beyazdır” ve “bu kalem kırmızıdır” önermeleri, aynı kalemi ifade ettikleri sürece çelişme halindedirler. Biçimsel Mantığın(Aristo mantığı) üç temel ilkesinden biri, çelişmezlik İlkesidir. “Bir şey aynı zamanda hem kendisi, hem de kendisinden başka bir şey olamaz”. ÇIKARSAMA: (Inference). Bir önermeden yeni bir önerme elde etmenin en basit olanı. Hafızada peşpeşe yer alan iki bilgiyi, özel bazı koşullarda tek Bilgi halinde birleştirmek gibi doğal bir yeteneğimiz vardır(bkz. Şartlı Refleks). Bu yeteneğimiz Çıkarsama ile ilgili değildir. Çıkarsama, Hafızadaki mevcut Bilgilerin değişik biçimde yeniden düzenlenerek yeni bir Bilgi elde etmeyi ifade eder. Burada en basit yöntem, iki adet Bilgi kullanarak yapılan çıkarsamadır: “Sokrates ölümlüdür” önermesindeki iki adet Bilgiyi yeniden düzenleyerek, “ölümlü olan Sokrates’tir” önermesini elde ederiz. İkiden fazla Bilgi ile yapılan çıkarsamalara, “akıl yürütme (Muhakeme, hüküm oluşturma)” deriz. DİKKAT: (Attention). Seçici Dikkat ve Doğal Dikkat. Dikkat mekanizması, beynimizin içeriden ve dışarıdan gelen uyartılardan bir anda yalnızca bir tanesi ile ilgilenmesini sağlar. Hayatımızda Dikkat, büyük bir önem taşır. Dikkat yetimiz olmasaydı, her an duyu organlarımıza gelen milyonlarca uyarı altında ezilir kalırdık. Ben bu yazıyı yazarken, aynı

Page 17: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

zamanda kalp kaslarımın tümünü, gövdemin oturduğum sandalyeye yaptığı basınçla ilgili kalça bölgemden gelen bilgileri ve yoldan geçen türlü çeşitli motorlu araçların açık pencereden giren seslerini de değerlendirerek çalışmam gerekirdi. Beyin, gelen uyarıların çok büyük bir bölümünü eler ve sadece bazı uyartıların geçmesine izin verir. Bu seçimin bir kısmı öğrenme ile gerçekleşir(negatif şartlı refleksler). Sinir sistemi her türde belirli bantlarda algılamaya ayarlanmıştır. Mesela insan kulağı, türümüze özgü olarak 200 ile 20.000 hertz arasındaki frekansları, bunlar arasında da 4 ile 140 desibel arasındaki şiddette olanları duyar, diğer işitsel uyartıları algılayamaz. Biyolojik olarak bu frekans ve şiddette olan seslerin tümünü algılamaya ayarlanmış olan beynimiz, bebeklikten itibaren öğrendikleri ile, bazı seslerin kaydetmeye değer olmadığına, bazılarının ise çok önemli olduğuna karar vererek eleme sürecini başlatır. Elenenler de hala algılanmaya devam edilmekte, fakat dikkate alınmamaktadırlar. Bunların bir kısmı, belki gerek olurlar diye bir saniye kadar bekler ve kaybolurlar(Kısa Süreli Hafıza). Bazı uyartıların özellikle değerlendirme dışı olmasına karar vermişsek, onlar bir saniye bile bekletilmeden yok edilirler. Eğer çalar saatimi kurarak sahura kalkıyorsam, ramazan davulunun sesine ilk birkaç gün uyanırım. Fakat sonra onu duymamaya başlarım. Çünkü gereksiz olduğu, beni ilgilendirmediği kanıtlanmıştır o birkaç gün içinde. Dikkat, esas olarak Bilincin dışında iş görür. Sinir uçlarına etki eden bir uyartının Algıya dönüşmesi, o uyartının, beynin bazı bölgelerine ulaşması ile gerçekleşir. Uyartı, hemen hemen eş zamanlı olarak Beyin sapına, Beyinciğe, Orta Beyin çekirdeklerine ve sinirin sonlandığı sensoriyel korteks alanlarına ulaşır. İşte bu anda, gelen uyartı hakkında ilk değerlendirmeler yapılır ve organizma için tepki oluşturmaya değer olup olmadığına karar verilir. Bu kararda öncelikle refleksler, ardından hafızadaki tecrübeler ele alınırlar. Hareketin varlığı veya yokluğu, varsa hareketin yönü, Algının şiddeti gibi değerler belirli refleksleri tetiklerler, otomatik cevap davranışı oluştururlar. Oluşan cevap kompleks bir yönelme-kaçınma davranışı olabileceği gibi, seçilen uyartının Bilinç alanına sevkedilmesinden ibaret de olabilir. Sonuçta beyin, çevreden gelen binlerce uyartı içinden birini seçer, ya refleksif tepki verir, ya da projektör altına alır, Hafızadan gerekli sorgulamayı yapar, anlamlandırmayı sağlar ve Kısa Süreli Hafızaya alarak Bilinç alanına sokar. Bu ana kadar Bilincin olan-bitenden haberi yoktur. Bilinç kendisine sunulan “anlamlandırılmış” veri ile uğraşırken, Dikkat mekanizması ağırlıkla o knu üzerindedir. Ama kısa aralarla(milisaniyeler) iç ve dış dünyayı taramaya devam etmektedir.

Bernard J. Baars, Zihin modelleme açısından önemli makalesi “The global brainweb: An update on global workspace theory” de, bir listeden belirli isimleri dinlerken farklı bir uyarı ile dikkatleri dağıtılmaya çalışılan deneklerle yapılan çalışmayı anlatır. Baars’a göre, Bilinç, duyulara dayalı bir “seçici dikkat” projektörü(tiyatro sahnesindeki spot ışığı) içerir. Bu projektör, beynin alın lobları ve otomatik kesme sistemleri olarak ikili kontrol altındadır. Otomatik kesme sistemleri; beyin sapı, ağrı sistemleri, Amigdala gibi duygusal merkezlerdir. Bu dikkat kesme sistemleri, denek verilen bir listedeki isimleri tekrarlarken, önemli yeni uyartıların bilinçte araya girmesine imkan sağlarlar.

Emel Güneş, “Dikkat Mekanizmaları” isimli çalışmasında konu ile ilgili geniş bir özet sunar: “Günümüzde, gerçekten de dikkat işlevi ile ilgili olarak birbirinden görece bağımsız üç önemli dikkat bileşeni olduğu kabul edilmektedir. Bunlar; dikkatin seçiciliği, dikkatin yüksek bilişsel işlevler tarafından denetimi, uyanıklık ve bununla ilişkili olarak yeni uyaranlar için tetikte olma (vijilans) durumunun korunmasıdır. Bu bileşenlerin toplamı, dikkatin bilişsel bir işlev olarak faaliyet göstermesini sağlamaktadır (3). “Dikkat konusundaki araştırmalar, dikkat işlevinin merkezi sinir sisteminde özelleşmiş bir sistem

Page 18: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

oluşturduğunu göstermektedir. Bu sistem, pasif olarak girdi veya çıktılardan etkilenen beynin data işleme sistemlerinden anatomik olarak ayrılmıştır. Duysal ve motor sistemler gibi çok farklı beyin bölgeleri ile bağlantılıdır, fakat kendisi bunlardan ayrı bir sistemdir (12). Dikkatin özgün işlemleri için beynin farklı bölümleri devreye girmektedir. Bu anatomik bölgelerin birbirinden bağımsız olmadığı, aralarındaki çok yoğun karşılıklı bağlantıların bir nöral ağlar sistemi oluşturduğu kabul edilmektedir (13). Bu sistemin bir merkezi olmadığı gibi, beynin tümünü de kapsamadığı düşünülmektedir (14). “Posner ve arkadaşları tarafından önerilen model, Mesulam’ın önermiş olduğu modeldeki beyin bölgelerini içermesine rağmen, bu bölgeler, dikkatin temel bileşenlerinden ağırlıklı olarak birini yerine getiren ayrı nöral ağlar şeklinde organize olmuştur. Buna göre bu model; posterior dikkat ağı, anterior dikkat ağı ve yeni uyaranlar için tetikte olma (vijilans) ağı olmak üzere üç ayrı işlevsel ağdan oluşmaktadır (Şekil 2). Posterior dikkat ağı daha çok seçici dikkatin oluşturulmasında rol alırken, anterior ağ ise yürütücü dikkatten sorumlu tutulmaktadır. Vijilans ağı da diffüz modülatör sistem aracılığı ile uyanıklığı ve dikkat etme durumunu devam ettirmeyi sağlar. “Posterior ağ; pariyetal korteks, pulvinar ve superior kollikulusu içerir. Bu alanlar dikkati uzaysal konuma göre yöneltme görevinde işbirliği yapmaktadır. Bunlardan pariyetal korteksin dikkatin önceki hedefin bulunduğu yerden ilişkisinin kesilmesinden, superior kollikulusun dikkatin spot ışığının beklenen/istenen hedefe doğru taşınmasından, pulvinarın da istenen hedefte dikkatin odaklanmasından / tutulmasından sorumlu olduğu bildirilmektedir (12). Bu ağın işlevinin ortaya çıkarılması, görsel-uzaysal yönelmenin incelendiği çalışmalar sayesinde olmuştur. Görsel-uzaysal yönelme, genelde hedefin foveaya düşürülmesi olarak tanımlanmaktadır (17). Bir görüntünün görsel taranması sırasında uyaranların foveaya düşürülmesi, hızlı (50 ms içinde) sakkadik göz hareketleri aracılığı ile sağlanmaktadır. Buna “uyarana açıkça yönelme” (overt visual orienting) denir. Araştırıcı sakkadik göz hareketleri yapılmadan da davranışsal olarak önemli stimuluslara dikkat edilebilir. Bu, gözlerin odaklandığı yerden, dikkatin yerinin ayrılabilmesi anlamına gelmektedir. Örneğin gözler bir noktaya fikse durumda iken dikkatin görme alanında herhangi bir yere yöneltilmesi mümkündür. Böylece, gözlerin ve başın pozisyonunda değişiklik yapmaksızın, yerleşimine dikkat edilmesi istenen bir stimulusa öncelik tanınabilir (13). Görme alanında birden bire bir stimulus belirdiğinde, sakkadik göz hareketleri olmadan dikkatin istemli veya refleks olarak stimulusun bulunduğu yere doğru yönelmesi işlemine “uyarana gizlice yönelme” (covert visual orienting) denir (7). “Posner, nörolojik olarak sağlıklı deneklerle bu paradigmayı kullanarak yaptığı çalışmalara dayanarak, bir uzaysal konumdan diğerine dikkatin yer değiştirmesinin üç işleve bağlı olduğunu teorize etti. Dikkatin öncelikle odaklandığı yerden ilişkisi kesilmeli; ikinci olarak, yeni uzaysal konuma doğru taşınmalı ve son olarak da dikkat yeni uzaysal konumunda tutulmalıdır. “Anterior dikkat ağı, seçiciliğin amaca ve ihtiyaca uygunluğunu denetler. Bu denetimden sinir sisteminin yüksek bilişsel işlevi olarak tanımlanan yürütücü işlevlerin bir bileşeni olan yürütücü dikkat sorumlu tutulmaktadır. Yürütücü dikkat, seçenekler arasından istemli seçim yapmak, uyuşmazlıkları çözmek ve emosyonları düzenlemekle ilişkilidir (9). “c) Uyanıklık ve yeni uyaranlar için tetikte olma ağı / Vijilans ağı Yeni uyaranlar için tetikte olma durumunun devam ettirilmesini ve dikkatin sürdürülmesine hizmet eden bu ağ, lokus seruleusun kortekse olan inputlarını içermektedir (16). Lokus seruleusun kortekse olan noradrenerjik inputları, uyanıklık durumunun sürdürülmesinde kritik role sahiptir. Buradan çıkan nöronlar beyindeki en

Page 19: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

diffüz bağlantılardan bazılarını oluşturur. Bu sistemin tek bir nöronu 250 000’den fazla sinaps yapabilir ve aksonun bir ucu serebral kortekste iken bir diğeri serebellar kortekste olabilir. Noradrenerjik sistem bu yapısı ile dikkat, uyanıklık, uyku-uyanıklık siklusu, öğrenme ve bellek, anksiyete ve ağrı, beyin metabolizması gibi sinir sisteminin bir çok işlevinin düzenlenmesinde işin içine karışmaktadır (31). “Vijilans ağı, posterior sistem aracılığıyla yönelmenin verimini artırarak ve anterior sistemde devam eden aktiviyi baskılayarak hem posterior hem de anterior dikkat sistemlerini etkilemektedir (16).” A.şebnem SOYSAL ve ark. Da “Bilişel Psikoloji Kapsamında Yer Alan Dikkat Teorileri” başlıklı çalışmalarında farklı görüşlere yer verirler: “Nijokiktjen (1988) dikkati “istemli” ve “istemsiz” olmak üzere ikiye ayırmıştır. İstemsiz dikkat, kişinin herhangi özel bir amacı veya çabası olmadığı halde dış çevre ortamındaki bazı nesneler ve olayların birer uyaran niteliği alacak biçimde kişinin algı alanına kendiliğinden girmesi olarak tanımlanmaktadır. İstemsiz dikkatin oluşmasında dürtüler ve duygudurumu gibi süreçler rol oynamaktadır. Belirli bir anda bir tek şey üzerine dikkatini yoğunlaştırabilme istemli dikkatin temel özelliğidir. Bu durumda uyaranın tanınabilir ve anlaşılabilir olması gerekmektedir. İstemli dikkat, ilgi ve motivasyonla yakından ilişkilidir. Anlam ve algının buluştuğu noktada yer almaktadır. Dikkat gelişimi genelde istemli dikkatin gelişimini ifade etmektedir. Bu da içten gelen eğilimlere hakim olunması ve dıştan gelen ilgisiz uyaranların önlenmesi, dikkatin sağlanması ve sürdürülmesi için çaba gerektirmektedir. Bunun dışında literatürde dikkatin bölünmüş ve odaklanmış olmak üzere iki bileşene ayrılarak incelendiği görülmektedir (Pashler 1998). “Geç Seçme Teorisi, Deutsch ve Deutsch (1963) tarafından ortaya atılmıştır. Araştırmacılar teorilerini, tüm bilginin aslında dikkat edilmeden dinlendiği üzerine yapılandırılmıştır. Tepki sisteminin kapasitesine göre algılama sistemi değişmektedir. İnsanlar birçok mesajı dinleyebilir ancak yalnızca bunlardan bir tanesini imgeleyebilirler. Demek ki kişinin hangi mesajın anlamlandırılacağına yönelik bazı temel öngörülere ihtiyacı vardır. Eğer bu kullanılacak olan ölçüt anlama dayalıysa denekler kulaklarına gelen mesajları takip edip ilgili mesajı imgeleyebilirler. Burada belki de üzerinde durulması gereken konu seçiciliğin ne zaman gerçekleştiğidir. Seçim tanımanın erken aşamasında mı -girdinin tasviriyle birlikte- yoksa sonraki aşamalarda mı -girdi tasvirleri depolanan nesne tasvirleriyle kıyaslandığında- yapılmaktadır. Bu konu önemlidir, çünkü bir şeyi onun ne anlama geldiğini bilmeden önce mi (erken seçme) yoksa bildikten sonra mı (geç seçme) göz ardı edebileceği ile ilgilidir (Pashler 1998, Anderson 1995). “Dikkate alınmayan sessel bilgiler işlenmemektedir. Ancak, denekler kısa süreli olarak bilgiyi yakalayabilme yeteneğine sahiptirler. “ İşitsel bir bilginin işlenmesi ile görsel bir bilginin işlenmesi arasındaki en önemli ayırım görsel bilginin sadece belli bir bölümünün bellekte kalmasıdır. Görme alanının ancak belli bir kısmını değerlendirebiliriz. Baktığımız bölgede bazı bilgileri filtre edebilirken, özellikle çok küçük alanlara odaklandığımızda, gözlerimiz foveayı o bölgeye odaklar. “Görsel dikkat konusunda yapılan araştırmalar bir resme ya da sahneye bakan deneğin gözlemini gerektirmektedir. Deneğin gözlerine bakarsak odaklanmadığını, aksine bir tarama faaliyeti içerisinde olduğunu görürüz. Bu tarama, okurken olduğu gibi düz ve sürekli bir hareket değildir; birbirini izleyen duraklamalarla gerçekleşir. Bu göz hareketlerini kaydeden pek çok teknik vardır. En basit yöntem bir kamera ile göz hareketlerini izlemektir. Böylece, alınan kayıttaki göz imgesi

Page 20: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

üzerinde, bakılan şeyin gözün korneasına yansıması izlenebilir. Deneyi yapan kişi, bu imgeyi inceleyerek sahnenin gözün durakladığı noktasını tespit edebilir. Az önce bir resme bakarken ortaya çıkan göz hareketlerinden söz ediyorduk. Gözün resim üzerinde durakladığı noktalar rastlantısal değildir. Bu noktalar, genellikle resim hakkında en fazla bilgiyi veren önemli özelliklerin yerleşmiş olduğu yerlerdir. Bir yüz fotoğrafı taranırken gözlere, buruna ve ağza denk düşen bölgelerde pek çok duraklamalar gerçekleştiği görülmüştür (Atkinson ve Atkinson 1996). “Bili şsel süreçler, otomatikleşme açısından ikiye ayrılır. Bunlar; dikkat gerektirmeyen otomatik süreçler ve dikkat gerektiren kontrollü süreçlerdir. Otomatik süreçler kişinin dikkat harcamadan gerçekleştirdiği süreçlerdir. Örneğin araba kullanmak ve dil yetileri otomatiktir. Kontrollü süreçler ise bilinçli bir kontrol gerektirir. Örneğin her farklı bölgedeki konuya dikkat etme gibi. Dinlenen bir konuda konuşmanın seçici hale getirilmesi kontrollü sürece örnektir. Çok yüksek bilişsel süreçleri içine alan zihinsel aritmetik performansı da kontrollü sürece örnektir (Pashler 1998, Anderson 1995).” İstemli ve İstemsiz Dikkatin beyindeki lokazizasyonu için de bazı bulgular vardır: “Ön dikkat sistemi ya da ventral dikkat sistemi, insan beyninde bulunan iki algısal sistemden biridir. Diğer algısal sistem arka ya da dorsal dikkat sistemidir. Ana işlevi dikkati belirgin uyaranlara doğru yönlendirmektir. Ön dikkat sisteminin çoğunlukla istemsiz eylemlerle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Nöral ağ sağ beyin yarımküresinin yanındadır ve sağ temporal-parietal bağlantı ile sağ ventral frontal korteksi de içerir. Özellikle beklenmeyen konumlarda ortaya çıkan belirgin hedeflerin farkedilmesiyle bu sistemde aktivitenin arttığı görünür. Ayrıca algısal uyaranlarda ani değişiklikler olduğunda, ya da görev bloklarının başlangıcı ve bitişinde, ve bir denemenin bitirilmesinde de ön dikkat sisteminde aktivite artışı gözlemlenmiştir. “Arka dikkat sistemi ya da dorsal dikkat sistemi, istemli yönlendirme ile ilgilidir ve dikkatin nereye, ne zaman ya da ne üzerine yoğunlaşması gerektiğine dair ipuçları verildiğinde aktivite artışı gözlemlenir. Arka dikkat sistemi iki yandadır ve intraparietal sulcus ile her iki beyin yarıküresinde presantral ve superior sulcus bağlantısını içerir.”1 DUYGULAR: (Emotions). (Duygusal Değerler-Bilişsel Değerler) Bir canlının çevre ile ilişkisinde, cansızlardan farklı olarak, aktif, seçici ve özgün olmasını sağlayan şey, onun duygularıdır. Bir bütün olarak sinir, kas sistemi ve içsalgı bezleri, ayrıca duyu organları, duyguların emrinde ve onlar için çalışırlar. Tıpkı, düşünme faaliyeti gibi. Düşünme de, duygulann emrindedir ve duygular için çalışır. Bu, en gelişmiş düşünme yeteneğine sahip olduğu öne sürülen insan türü için bile böyledir. İnsanda düşünme, duyguları ancak etkileyebilir. Ama ne kadar kuvvetli etkilerse etkilesin, sonunda belirleyici olan duygulardır. Yani özetle, canlıyı canlı yapan şey, beynin esas faaliyeti, duygular aracılığı ile çevre ile ilişki kurmaktır. İnsan, ıssız bir adada tek başına kalsa, ilk günler dışında, dayanılmaz bir yalnızlık duyar. Bu yalnızlık duygusundan kurtulabilmek için, bir hayvan grubuna katılmayı düşünebilir. Onlarla birlikte dolaşmak, gezip oynamak isteyebilir. Ama bu, o gruptaki hayvanlarla bir duygusal alışveriş sağlayabilirse mümkündür. Gözgöze gelebilecek, onları sevip okşayabilecek, onlar da kendisini yalayabileceklerse mesela. Yoksa, bu kuru birliktelik, yalnızlık duygusunu gideremeyecektir. Einstein'in E=m.c2 formülü, bazı duygulara eşlik etmiyorsa, bazı duyguların tatminine yaramıyorsa, ne kadar anlamlı olurdu? Bu formülün canlılığından, çevreye uyumundan, çevreyi etkilemesinden ve

1 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan_beyni

Page 21: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

değiştirmesinden bahsedebilirmiydik? Bu formüle hayat veren, insanın merak, doğayı yenme ve geleceğini garantiye alma gibi duygularıdır. Düşünme, bu duyguların emrinde, onlar için çalışarak bu formülü üretmiştir. Duyguların sosyal ve düşünsel etmenler tarafından baskı altına alınması, hayvanda psikolojik sorunların çıkış noktasını oluşturur. Nevrozlar, psikozların çoğu, bilinçaltı savunma mekanizmalarımız, bu baskılamadan kaynaklanırlar. Düşünme yeteneğine çok az ihtiyaç duyan ve çoğunlukla duyguları ile davranan hayvan türlerinin psikolojik sorunları olabileceğini zannetmiyorum. Duygulardan bağımsız salt düşüncede de psikolojik bir sorun bulunamaz. Eğer hesap makinaları ve bilgisayarların duyguları da olsaydı, tamir servislerinin yanında, onlar için ruhsal tedavi merkezleri de oluşturmamız gerekecekti. Duygular, canlı organizmada, belirli bir uyarana karşı geliştirilen tepkilerden, kaslarla ilgili olanlar değil de, beyindeki salgılarla ilgili olanlarının bilinçte algılanmasıdır. İçsalgı bezlerinden sinapslardaki keseciklere kadar biyokimyasal maddelerin etkileşimi ile oluşur ve düşünmeden, kalb kasları ve kıl köklerine kadar tüm vücudu etkilerler. Hiçbir uyaran yokken, beynin elektrotlarla uyarılması ile de kızgınlık, korku, vb. duygular oluşturulabilmektedir. Hatta elektrotlarla uyarılan bölgeye göre, belki uyarının şiddetine göre, korku, kızgınlık, hoşlanma, surat buruşturma gibi duyguların yanısıra, çok daha farklı duygulanımlar da ortaya çıkabilmektedir. Bunlar denek tarafından tanımlanamamakta ve ifade edilememektedirler. Duygular, bizim tarafımızdan en iyi bilinen, ama en az açıklanabilen olaylardır. Bildiğimiz duygulardan bazılannı (alfabetik sıraya göre) sıralarsak, bu konuda bir fikir edinebiliriz: Acımak, Affetmek, Ağlamak, Alay, Alçak gönüllülük, Antipati, Bencillik, Bezginlik, Cesaret, Cimrilik, Coşku, Durgunluk, Elem, Elcillik, Endişe, Eziklik, Güven, Gurur, Hamiyet, Haz, Hayranlık, Hayret, Hasret, Haset, Heyecan, Hırs, Huzur, Hüzün, İftihar, İlgi, İntikam, Korku, Kızma, Kin, Kibir, Kıvanç, Merak, Mutluluk, Neşe, Nefret, Onur, Özgürlük, Pişmanlık, Sadakat, Sabır, Sempati, Sevda, Sevgi, Sevinç, Şaka, Şefkat, Şüphe, Takdir, Tatmin, Utanma. Duygular, algılanan bir olay veya obje üzerine oluşurlar. Ancak sık sık tekrarı halinde etkileri azalır ve giderek kaybolurlar. Yani aynı uyarana karşı "yorulma" bunlarda da geçerlidir. Organizmada korku veya haz veren bir olayın aynı biçimde sık sık tekrarlanması, ilk defaki şiddette bir duygulanım yaratmaz. Hatta daha fazla tekrar halinde olay kanıksanır, gündelik bir olay haline gelir ve artık hiçbir duygulanım oluşturmaz olur. Ancak güven, kıskançlık, vb. gibi bazı duygular, tekrar ile azalma eğilimi göstermedikleri gibi, artabilirler de. Bilim adamları, duyguları bir türlü derli- toplu bir sınıflandırmaya tabi tutamamışlardır. O kadar birbirine girmiş, o kadar öznel ve o kadar değişkendirler ki, ciddi bir sistematiğe sığdırılmalarına en azından şimdilik imkan yok gibi görünmektedir. Duygulanım hayatımız çok büyük bir çeşitlilik ve zenginlik göstermektedir. Çeşitli duygulanım durumlarının kültürlere göre de değişiklik göstermesi ve aynı kültür içinde bile bunların adlandırılmasında farklılıklar bulunması, duyguların net olarak kavranmasını önlemektedir. Hatta, duygularımızı ifade etmek için genellikle kelimeler yeterli olmamakta, mimiklere, bazı ifade hareketlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Kelimelerle ifade ettiğimiz bir duygu, hemen her zaman, başka bir duygu ile karıştırılma veya yetersiz anlaşılma riskini taşımaktadır. Duygular, beynin bütünü ile ilgilidir. Beyin sapı, orta beyin, talamus ve gangliyonlar, korteks, yani bütün merkezlerin ortak çalışmalarının ürünüdür duygular. Ama asıl üretildikleri yerlerin, limbik sistem ve hipotalamus olduğu anlaşılmaktadır.

Page 22: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Duygulanım, sinir sistemimizin bir ürünüdür. Ama, sinir hücrelerinin bildiğimiz çalışma tarzları ile doğrudan doğruya açıklanamayan özellikler gösterir. Bir sinir hücresinin iletimi, hep veya hiç yasasına göre ya aldığı uyarıya tam kapasite ile tepki gösterir, ya da hiç tepki göstermez, duyarsız kalır. Ama duygulanım, çeşitli şiddetlerde ortaya çıkabilir. Bir sinir hücresi, sürekli olarak etki eden aynı uyarana ilk anda tepki veriyorsa, daha sonra tepki vermez. Ancak değişik bir uyarı gelince tepki oluşturur. Halbuki duygulanım, sürekli olabilir. Uzun süre aynı uyarana karşı korku, sevgi, kızgınlık, vb. duyabiliriz. Gene sinir hücresi, aldığı bir uyarı kesildiği zaman ancak bir ard- deşarj süresi kadar tepkiyi devam ettirirken, duygulanım, uyarı kesildikten sonra da uzun süre devam edebilir. Örneğin, bir uyarana karşı oluşan duygulanım, sinir hücresi gibi milisaniyelerle değil, dakikalarla ölçülebilir (günler ve aylarla ölçülen duygulanımların, hafıza ve yeniden hatırlama ile ilgili olması gerekir). Duygulanımın oluşumu da, bir sinir uyarısından çok daha geçtir. Bir uyarı, genellikle bilinçte algılandıktan sonra duygulanım oluşturur. Yalnızca korku duygusu, refleks hareketlerle birlikte oluşur ve daha sonra bilinçte algılanır. Bu durumu açıklamak için, duygulanımı asıl olarak bitkisel sinir sisteminin oluşturduğu ve sinir hücrelerinin bu sistemi uyararak duygulanıma sebep olduğu düşünülebilir. Bitkisel sinir sistemi de özellikle içsalgı bezlerinin salgıları ile birlikte çalıştığı için, bu salgıların kandaki (ve beyin sıvısındaki) etkilerini uzun süre devam ettirdiklerini ve belirli şiddet derecelerinde etki sağladıklarını söyleyebiliriz. Fakat bitkisel sinir sistemimiz, belirli birkaç tarzda bedeni etkilemektedir. Buna karşılık, çok daha fazla sayıda birbirinden ayrı duygulanım durumumuz vardır. Hatta tamamen aksi duygularda, bitkisel sinir sistemi aynı etkiyi gösterir. Aşırı sevinçte de, aşırı üzüntüde de ağlarız. Ama biz ağlarken, sevinçten mi, yoksa üzüntüden mi ağladığımızı gayet iyi biliyoruzdur. Beyni etkileyen ilaçlarla yapılan deneylerde de, bitkisel sinir sistemini uyaran aynı ilacın, deneklerin ruhsal durumlarına göre çok değişik duygulanımlara sebep olduğu anlaşılmaktadır. Sinirlerin iletimi elektrikseldir ve bildiğimiz yasalara uyarlar. Duygularımızı oluşturan yapılar ise, her ne iseler, sinirlerden farklı olmalıdırlar. Eğer bunlar özel olarak birbirini yeni baştan uyaran feed- back devreleri halinde örgütlenmiş sinir kümeleri değilseler, mutlaka kimyasal moleküller, yani salgılar halinde beyni etkiliyor olmalıdırlar. İster sinaps keseciklerindeki transmitterler olsun, isterse daha gelişmiş minik salgı bezleri olsunlar, sinirler aracılığı ile bir uyarı aldıklannda, fizyolojik güdülere, kazanılmış güdülere ve ortam şartlarına göre az veya çok salgılanıyor, ve uyarı kesildiğinde yeniden emilmeleri (veya nötralize edilmeleri ) birkaç dakika alıyor olmalıdır. Yani beynimizde, daha geç oluşan, daha uzun süre etkisini devam ettiren ve etki süresi uyarının kesilmesine bağlı olmayan ayrı bir sistem çalışması vardır ve bu sistem sinir hücresinden çok salgı bezlerinin çalışmasına benzer bir çalışma göstermekte, duygulanmızı oluşturmaktadır. İnsan, esas olarak duyguları ile davranır. Ama düşünme de, yeni duygular ve yeni tatmin yolları oluşturarak bu sürece katkıda bulunur. Ahlak, din, gelenek gibi kurumlardan kaynaklanan "değerler", insanlarda yeni "duygular" oluşmasına neden olurlar. Doğal duyguların özelleşmiş biçimleridir bunlar. Mesela kıskançlık duygusu, özelleşerek "adalet" duygusu halini alır. Sözünde durmak, küçük düşmek, onur, ihanet, kalleşlik gibi davranışlara özel duygulanımlar, bunlara örnek olarak verilebilir. Aslında bu tür duygulanımlar, toplum içinde saygı görmek, üstünlüğünü kanıtlamak duygusunun değişik biçimleridirler. Temel duygular Duyguları, alışık olduğumuz gibi haz-elem şeklinde iki kutuplu bir yelpaze üzerinde değerlendirmek, çok yetersiz kalmaktadır. Duygular, haz ile elem arasına sıkıştırılamayacak kadar

Page 23: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

çeşitlilik gösterirler. Ayrıca duygularımızı kabaca gözden geçirirken bile, çok değişik kutupluluklar görebiliriz: İlgisizlik- durgunluk- bezginlik- duyarsızlık- ilgi- şevk- hırs. Korku- çekinme- cesaret- cüret. Hiddet- öfke- kızma- hoşgörü- acıma. Sevda- şefkat- sevme- sempati- antipati- sevmeme- nefret- kin. Huzur- tedirginlik- sıkıntı- endişe. Şüphe- tereddüt- kararlılık- emin olma. Zevk- haz- tiksinmek- iğrenmek. Sevinç- neşe- mutluluk- hüzün- elem. Eziklik - pişmanlık- borçluluk hissi- alçak gönüllülük- onur- gurur- kibir. Haset- cimrilik- kıskançlık- fedakarlık- vericilik. Takdir- hayranlık- küçük görme- alay. Sadakat- vefa- vefasızlık. Görüldüğü gibi, zaten haz ve elem birbirinin karşıtı duygular değildir. Haz tiksinmenin, elem de neş'enin karşıtıdır. Hemen dikkati çekeceği gibi, buradaki kutuplaştırmalar bana aittir, kabaca ve sırf örnek olsun diye oluşturulmaya çalışılmıştır. Vurgulamak istediğim, duygularımızın kolay kolay herhangi bir sistematiğe sığdırılamayacağıdır. Hele haz- elem yelpazesi gibi dar bir sınıra asla. Hayvan yavrusunda, doğumdan hemen sonra, hayatın devamı için gerekli olan başlıca üç duygu vardır. Tehlikeden kaçmak için KORKU, gerekli ve yararlı şeylere ulaşmak için İLGİ, çeşitli faaliyetler arasında denge için TATMİN duyguları. Her üç duygu için de, genlerinde hazır olarak gelen bilgilere sahiptir yavru. Belirli bir şiddetin üstündeki duyumlardan ( ses, ışık, tat,vb.) korkar. Belirli bir şiddetin altındakilerden de. Karanlık ve sessizlik gibi. Besinlerin tat ve kokusuna, annesine ve kendi türüne karşı ilgisi vardır. Ve duyu organlarının faaliyetleri için bir tatmin sınırı vardır. Gözünü aynı noktada belirli süre tutabilir, bir sesi belirli bir süre dinleyebilir, vb. Bunlar, refleks karakterinde, genetik kökenli duygusal cevaplardır ve türlere göre sınırları, hatta belki çeşitleri değişebilir. Yavru büyüyüp tecrübeler biriktikçe, bu duygular çeşitlenecek ve düzeylerine göre, başka fizyolojik süreçlerle ilişkilerine göre, çok değişik duygulanımlar olarak algılanacaklardır. Merak, sevinç, sevme, korku vb. bütün duygu öbekleri, kendi yelpazesi içinde uyanıp-sönme, kendi karşıtına dönme nöbetleri izler. Devamlı olarak süren bir duygu olamaz sağlıklı organizmada. Bir duygunun karşıtını yaşamayan birey de olamaz. Çünkü karşıtı yoksa o duygu da yoktur. Bununla birlikte, bazı duyguların daha ağır bastığı bireyler vardır. Fizyolojik altyapı, bazı duyguların daha yoğun yaşanmasını gerektirebilir. Bu durum, bireyde ömür boyu sürer. DUYU: (Hasse, Sense). Uyarımları alma yetisi. Başlıca duyular olan görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma duyuları, duyu organları aracılığıyle alınır. Ayrıca basınç ve ısı duyuları, denge duyusu, uzay duyusu, zaman duyusu, yön duyusu gibi duyular da vardır(Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975). Duyu organları, kendilerine özgü yollarla dış dünyadan beyne haber yollayan organlardır. Genellikle en çok bilinen “beş duyu” olarak anlaşılırlar. Çünkü bu beş duyunun, her birinin kendine has organları vardır. Görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma duyuları, özel organlar aracılığı ile çalışırlar. Ama bunlardan başka duyularımız da vardır. Yapay Zeka açısından en önemli ek duyumuz, Bilincimizdir. Bilinç, beynimizin içinde korteksteki duyu alanlarında oluşan imajları ve muhtemelen orta beyinde yer alıyor olması gereken “hayal” alanını gözleyen bir “İç Göz” gibidir. Uzay ve zaman algısı da Bilincin Hafızadan aldığı verilerle oluşur.

Page 24: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Diğer ek duyulardan bazılarının getirdiği haberleri biliriz. Bazıları ise, Bilince çıkmadan daha alt merkezlerde değerlendirilirler. Bunlar; 1- açlık, tokluk, bulantı, dışkılama ihtiyacı gibi iç alem duyusu, 2- kas lifleri arasından ve eklemlerden haber getirerek bilinçdışı olarak vücudun durumunu, hareketlerin hızını bildiren ve hareketlerde koordinasyonu sağlamaya yardım eden derinlik duyusu, 3- iç kulaktan kaynaklanan ve vücudun ağırlık, dönme, yatay ve dikey durumlarının algılanmasını sağlayan denge duyusu, 4- henüz niteliği tam olarak anlaşılamayan ama varlığı hakkında pek çok veri bulunan manyetik alan, güneş lekeleri, iklim farklılıkları gibi etmenlerle ilgili duyumuz, 5- bilimsel olarak incelenen, ama henüz varlığı tam olarak kanıtlanamayan, sadece istatistiki olarak dikkate değer bir ölçü veren telepati, ya da yaygın adı ile altıncı duyu. Görüldüğü gibi, biraz zorlama ile beş değil, onbir duyumuz olduğunu söyleyebilmekteyiz. Duyularımızın fiziki sınırları ve özellikleri vardır. İnsan kulağı, 20-20.000 hertz arasındaki frekansları, 4-140 desibel şiddetindeki sesleri duyar (normal konuşmanın şiddeti 60 desibeldir). Bu arada kulağımız, binlerce sesten herhangi birini seçip dinleyebilir. Bu işi, dikkat ve onun daha yoğunu olan konsantrasyon ile yapar. Konsantrasyon, binlerce sinirden gelen uyarıların birçoğunun bir merkezde inhibe edilmesi (engellenmesi) ve yalnızca istenen uyarıların değerlendirilmesi çabasıdır. Dilimiz, uyaranları ekşi, tatlı, acı ve tuzlu olarak dört biçimde algılayabilir. Burnumuz, havadaki serbest uçucu yağ moleküllerinin analizi ile uğraşır ve bunlardan yüzlercesini birbirinden ayırabilir. Köpekte bu sayı binlerceyi bulur. Böcekler ise, yok denecek miktardaki kokuları kilometrelerce uzaktan algılayabilmektedirler. Gözümüz, 700 milimikron ile 390 milimikron dalgaboyu arasındaki elektromanyetik ışımaları algılar. Gözmerceğinin arka ve ön yüz yarıçapları, uzağa ve yakına bakma esnasında farklıdırlar. Işığa göre daralıp genişleyen pupillanın çapı, 3.5-4 mm.dir, 8 mm.ye çıkabilir ve 2 mm.ye düşebilir. Pupilla, otonom sinir sistemindeki değişikliklerden etkilenir ve duygularımızı ele verir. Beş duyumuzun algı sınırları, bize özgü dünyayı tanıma sınırlarını oluşturur . 18.000-45.000 Hz. arası frekanslarla oluşturulan bir müzik parçası bize hiçbir şey ifade etmez. Çünkü duymayız onu. Halbuki bir kelebek belki onu zevkle dinlemekte ve bu yüzden dans etmektedir. Mor ışık ile Gamma ışını arasındaki ışımalar da bize karanlıktır. Ama bir başka canlı, bu sınırları algılayabilen duyu organlarına sahipse, bizim gördüklerimizin ve duyduklarımızın hiçbirini algılamadan, kendine özgü çok değişik renkler, sesler, kokular ve tatlar dünyasında belki de bizden daha zevkli bir yaşam sürecektir. Bir yılan, kızılötesinde belki yedi değil, yirmi yedi ana renk görmektedir ve biz bu renkleri tasavvur bile edemeyiz. Bir sivrisineğin duyargaları, bir derecenin binde biri kadar sıcaklık değişimlerini algılayabilmektedir. Afrika’daki bazı tür akbabaların, 4000 metre yukarıdan, yerde yatan bir ceylanın ölü mü, yoksa uykuda mı olduğunu ayırt edebildikleri öne sürülmektedir. Objenin gözde bıraktığı hayal bizdeki gibi 1/20 saniye değil de, mesela öküz gözünde tam 1 saniye ise, trene öyle şaşkın bakmasını mazur görmemiz gerekecektir. Çünkü, hayatında ilk defa flu bir cisim görmektedir. Öte yandan kedinin gözünde bu hayal 1/50 saniye ise, sinema seyretmekten hiç hoşlanmayacaktır.(N.Bencan, Düşünen hayvan, 2010) DÜAL İZM: (İkicilik, Dualism):Bilinç ile Şuur kavramları üzerinde sürdürülen bir tartışma vardır. Gelişen doğa bilimlerinin, insanı mekanik bir robot gibi açıklamayı başarmaları tehlikesine(özetle

Page 25: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

materyalist felsefenin insan zihnine bakışına) karşı çıkan İdealist Felsefe savunucularının tezleri şöyledir: Bilinç hayvanlarda da vardır ama, insanda ayrıca bir de Şuur vardır. Şuur ruh ile bağlantılıdır. İnsan Bilinç sayesinde her şeyi bilebilir ama, ancak şuur sayesinde “kendi bildiğini bilir”. “Bilmek” ile, “bildi ğini bilmek” aynı şey değildir ve insan, “bildiğini de bilir.” Bir hayvan çevresindeki her şeyin farkındadır ama, bunu bildiğinin farkında değildir. O, bir otomat gibi, içgüdüleri ile tepkiler verir çevreye. İnsan ise, çevreyi bilir, ayrıca kendisi olduğunun da farkındadır ve çevreyi bildiğini de bilir. Bilinç ile Şuur kavramlarını bu tarzda ele alış, Yapay zeka açısından bir önem taşımamaktadır. Yapay zeka’yı ilgilendirebilecek konu, Sezgi ve İlham konusudur. Bu kavramların kaynağı Tanrı, Ruh veya henüz bilemediğimiz fizyolojik bir mekanizma olsun, Muhakeme ve Hafıza ile ilgili yeteneklerimizi etkiledikleri açıktır. Sezgi ve İlham eksikliğinin(eğer böyle bir eksiklik olacaksa), bilgisayarların hız ve kapasite fazlalığı ile dengelenip dengelenemeyeceğini ancak deneyerek görebiliriz. Kaldı ki, bugünkü bilgilerimizle bile Sezgi ve İlham yeteneklerini de içeren zihin modelleri geliştirmek mümkündür. Bu tür modellerin ortaya konulması ruh-madde probleminin çözüldüğünü göstermez. Ancak, daha derinlere, içgüdüler ve genler düzeyine ötelendiğini gösterir. Yapay Zeka’ya asla ulaşılamayacağını savunan görüşlerin kaynağını teşkil ettiği için, bu konudaki tartışmaları birkaç kaynaktan izleyelim: “ Searle bu konuda şöyle demektedir: “Çağdaş gerçeklik modelimiz ile gerçeklik ve gözlem arasındaki ilişki anlayışımız, öznellik görüngüsünü barındıramıyor. Bu model, nesnel (epistemolojik anlamda) gözlemcilerin nesnel olarak (ontolojik anlamda) varolan bir gerçekliği gözlemledikleri bir modeldir. Fakat bu modelin gözlemleme eyleminin kendisini gözlemlemesi mümkün değildir. Gözlemleme eylemi, nesnel gerçekliğe öznel (ontolojik anlamda) bir erişimdir. Başka bir kişiyi kolayca gözlemleyebilsem de, onun öznelliğini gözleyemem. Ve daha da kötüsü, kendi öznelliğimi gözleyemem, çünkü yapmayı düşüneceğim her türlü gözlem, gözlenmesi beklenen şeyin kendisi olacaktır... Gözlemin ontolojisi, epistemolojinin aksine kesinlikle öznellik ontolojisidir.”[34] “Searle’e göre bilincin, bilimlerdeki genel yöntemlerle anlaşılmasını ve felsefi analizinin yapılmasını olanaksız kılan işte bu öznel durumdur. Ağrıya, gıdıklanmaya veya renk algısına dair bilinç durumları hep birisinin bilinç durumudur. Bu ise gözlemlenemez ve nesnel araştırma konusu olamaz. Fakat bu durumları birinci şahıs olarak yaşamamız bunların inkar edilmesine (eleyici materyalizme) de olanak vermez. Bilincin kendisini açıklamaya kalkanlar, hep bilincin kendisinden önceki süreçleri açıklamakla sınırlı kalmaktadırlar.[35] Oysaki ‘bilince’ sebep olan nöronlardaki elektrik sinyalleri ve beyindeki biyokimyasallar olsalar da, zihindeki deneyimlerimizi bu sinyaller ve biyokimyasallar ile özdeşleştirilemeyecek bir şekilde yaşarız. Polkinghorne, Daniel Dennett ve benzerlerinin ‘Bilinç Açıklandı’ (Conciousness Explained) gibi ihtiraslı başlıklarla yazdıkları kitaplarda bilincin doğasını açıklamayı başaramadıklarını söyler.[36] “Burada karşımıza çıkan öznellikten kaynaklanan epistemolojik duvarın aşılması mümkün gözükmemektedir; bu yüzden, bilimsel araştırmalar ne kadar ilerlerse ilerlesin bilincin maddeye indirgenmesinin gelecek zaman zarfında da mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bu konudaki agnostik tavır iki şekilde olabilir. Birincisinde içinde bulunduğumuz dönemdeki bilgi seviyemizin agnostikliği gerektirdiği, ilerleyen bilim düzeyi ile bunun aşılabileceği savunulabilir. İkincisinde ise içinde bulunduğumuz agnostik tavrın sahip olduğumuz yeteneklerle hiçbir zaman aşılamayacağı ifade edilebilir; bu ‘güçlü bir agnostik tavır’dır. Eğer sorun mikroskoplarımızın gücü olsaydı; elektron mikroskobu yerine bir gün kuantum mikroskobunun yapılmasını ve sorunun çözümlenmesini ümit edebilirdik. Fakat sorun, aşılması mümkün gözükmeyen epistemolojik bir

Page 26: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

duvardır. Bu yüzden biz güçlü bir agnostik tavrı savunuyor ve bu dünyada sahip olduğumuz yetenekler ve bilincin öznel karakteri yüzünden, bu sorunun aşılmasının mümkün olmadığını düşünüyoruz.[37]” ....... “Eğer zihin sadece maddi hammaddeden oluşuyorsa ve zihnin gizemleri tamamen çözülebilirse, elimizdeki hammadde ile zihni taklit etmeyi umabiliriz. Böylesi bir durum gerçekleşirse, zihne materyalist yaklaşımın doğru olduğundan kimsenin şüphesi kalmayacaktır. Günümüzde bu tip iddialar özellikle yapay zeka çalışmalarıyla irtibatlıdır. Yapay zeka çalışmalarının, zihne materyalist yaklaşımın doğrulanması için en çok ümit bağlanan ve bu konuyla ilgili olarak halk arasında en popüler ilgi odağı olan alan olduğu söylenebilir. Materyalist işlevselci yaklaşım, zihinsel olguları beyin içindeki nedensellik ilişkileri ile açıklar.[40] Bu yaklaşımı benimseyenler, bilgisayarlara uygun program yazılıp, yapay zeka içinde benzer nedensellik ilişkileri kurulursa, insanların duygularının ve bilincinin aynısına yapay zekanın da sahip olacağını düşünürler.” ..... “Bilgisayarların, bir bilince sahip olmadan dışarıdan bakıldığında bilinçliymişçesine davranışlarda bulunabileceklerini anlatmak için verilmiş en meşhur örnek Searle’ün ‘Çin odası’ örneğidir (bu örnek zihin felsefesinde yoğun bir şekilde tartışılmıştır): Searle, Çince bilmediğiniz ve bir odaya kapatıldığınız varsayımıyla örneğine başlar. Bu odada, mektupla gelen Çince yazıları, odadaki Çince bir kitaptaki yazılarla eşlemeniz, bu bir araya getirme işleminde kitabın işaret edeceği Çince yazıları da bir mektupla geri göndermeniz istenir. Odaya gelen Çince yazılar bazı sorulardır, kitapta bunlarla ilgili eşleşmede cevapları bulursunuz ve geri gönderirsiniz ama Çince bilmiyorsunuzdur. Dışarıdan olayı izleyen ve size verilen komutlarla hareket ettiğinizden ve Çince bilmediğinizden habersiz olanlar, sizin Çince bilip soruları cevapladığınızı zannedeceklerdir. Searle, bilgisayarların işlemesinin de buna benzetilebileceğini; bilgisayarların, bilincinde olmadan sembolleri kendilerine verilen programa göre kullandıklarını ve yapay zekaların, insan zihnini taklit etmelerinin mümkün olamayacağını söyler.[44]” ..... “Yapay zekaların insan zihnini taklit edebileceğine dair yaklaşımlar, insan zihninin fonksiyonlarının matematiksel olarak ifade edilebileceği ve bu yüzden de yapay zekalar tarafından taklit edilebileceği iddiasını taşır. Oysa daha önce belirttiğimiz gibi bilinç halleri maddeye indirgenemez, yani matematiksel olarak ifade edilemez; bu, yapay zekaların, insanlardan çok daha iyi satranç oynasalar da hiçbir zaman bilinçli olamayacakları anlamına gelir. Dünyanın yaşayan en iyi matematikçi ve fizikçilerinden biri olarak kabul edilen Roger Penrose’un bu konudaki yaklaşımları, yapay zekaların insan zihnini hiçbir zaman taklit edemeyeceklerine ilave delil oluşturmaktadır. Penrose, matematiksel anlayışın kendisinin bile matematiksel olarak ifade edilmesine olanak olmadığını söylemektedir. Ona göre ‘anlayış’ hesaplamadan farklı bir şeydir. Bu yüzden, matematiksel algoritmalara dayalı yapay zekalar hiçbir zaman insan zihnini taklit edemezler.[46] Penrose, ‘Turing makinesi’ adı verilen sınırsız bellekli, işlemleri hiç hesap hatası yapmadan sonsuza dek sürdüren ideal bir bilgisayarı ele alıp; insan zihnini, böylesi bir makinenin bile taklit edemeyeceğini göstermeye çalışır. Penrose’un verdiği örneklerden biri sonsuza giden hesaplamalarla ilgilidir: Lagrange Teoremi’ne göre; her sayı, dört tane tam kare sayının toplamına eşittir. Fakat bir bilgisayar sonsuza dek işleme dalacağından böylesi bir teoremi oluşturamaz. Penrose, bu ve benzeri örneklerden hareketle ‘matematiksel içgörü’nün, doğruluğundan emin olunabilecek bir hesaplama biçiminde kodlanmış olamayacağını söyler.[47] Böylesi bir içgörüyü matematiksel olarak ifade edememek ise bu özelliğin yapay zekaya hiçbir şekilde aktarılamayacağı anlamını taşır. “Penrose, Gödel’i takip ederek, doğal sayıların özelliklerinin anlaşılmasının da hesap kurallarıyla gerçekleşmediğini söyler. Çocukların, hiçbir hesaplama yöntemiyle nitelenemeseler de doğal sayıların ne olduğunu anlayabilmesini bu görüşüne örnek olarak verir. Çocuğa verilen hesaplama

Page 27: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

kuralları değildir, fakat doğal sayıları ‘anlamasını’ sağlamaktır. Buna bağlı olarak Penrose, matematiksel anlayışın hesaplamaya dayanmadığını; olup bitenlerin ‘farkına varmaya’ bağlı olduğunu söyler. Bu ise anlayışsız bilgisayarlara aktarılabilecek bir özellik değildir.[48] Bilincin anlaşılmazlığını ve yapay zekaların insan zihnini taklit edemeyeceğini savunan Penrose da Searle gibi gelecek bir zaman diliminde bu konunun çözülmesine ihtimal vererek şöyle demektedir: “Ortalıkta bizi son derece şaşırtan bir şeyler dönüyor olması, bunu hiçbir zaman anlayamayacağımız anlamına gelmemektedir.”[49] Oysa biz, Penrose ve Searle’ün gösterdiği örneklerin bu konuya şimdilik agnostik kalmamızdan çok daha fazlasını gerektirdiğini; bu konudaki agnostik durumdan sahip olduğumuz algılarımız, becerilerimiz ve araçlarımızla hiçbir zaman çıkmamızın mümkün olmadığını düşünüyoruz. Searle’ün açıklamaları gibi Penrose’un açıklamaları da bu konunun anlaşılmasının epistemolojik duvarlarla engellendiğini göstermektedir. Ne bilincin birinci şahıs ontolojisi olmasıyla ilgili epistemolojik duvarı aşabiliriz, ne de matematiksel olmayan ‘matematik anlayışı’nı matematikleştirip, zihnin nasıl çalıştığını matematiksel programlı bir yapay zekayla taklit edebiliriz.” ..... “Buraya kadar insan zihninin sadece maddi cevherle açıklanabildiğini savunan yaklaşımın iddialarının yanlışlığını göstermeye çalıştık. Birçok kere bizim yaptıklarımıza benzer eleştiriler, ‘karşı kampın’ yetersizliklerinin gösterilmesi suretiyle dualizmin bunun yerine teklif edilmesi için ifade edilmiştir. Bu yüzden, daha önceki sayfalardaki yaklaşımlarımızı okuyan birçok kişi “Peki neden ruhun ayrı bir cevher olduğuna da agnostik kalıyorsunuz” diye sorabilir. Öncelikle, zihnin materyalist bir yaklaşımla başarılı bir şekilde açıklandığını ifade eden yaklaşımın yanlışlığını göstermeye çalıştığımızı, oysa zihnin sırf maddeden (tek cevherden) oluştuğu iddiasını yanlışladığımız iddiasında bulunmadığımızı belirtmeliyiz. Biz, insan zihni sırf maddi cevherden oluşmuşsa bile bunun başarılı bir şekilde gösterilemediğini ve de gösterilemeyeceğini savunuyoruz. Bu yüzden, buraya kadar yanlışlığı gösterilmeye çalışılan, materyalist yaklaşımı başarıya ermiş bir proje olarak sunan yaklaşımdır; yoksa zihnin bir tek maddi cevherden oluştuğunu kabul eden yaklaşımın kendisi değildir. “Bilimsel ve felsefi açıdan doğruluğu gösterilemediği için zihne materyalist yaklaşıma agnostik kalıyoruz. Diğer yandan, insan ruhunun ayrı bir cevher olduğu, insan zihninin özelliklerinin sadece ayrı bir cevher ile açıklanabileceği iddiasının doğruluğu da bilimsel veya felsefi açıdan gösterilemediği için, bu yaklaşıma da agnostik kalmanın en tutarlı yol olduğunu düşünüyoruz. Dualizmi savunanların en çok izlediği yol materyalist yaklaşımdaki boşlukları göstermek ve bu boşlukları ayrı bir cevher (ruh) ile doldurmaktır.[50] Materyalist yaklaşımın boşlukları vardır, fakat bu boşlukların varlığı, bu boşlukların ayrı bir cevher ile doldurulması gerektiğini göstermez. Dualist yaklaşımı savunanlar da birbirinden farklı iki cevherin nasıl ilişki kurduklarını gösterememektedirler.[51] Nitekim maddeci yaklaşımı benimseyenlerin birçoğu dualizmin bu yüzden reddedilmesi gerektiğini söylemektedirler. Sonuçta dualist yaklaşımlar da boşluğa sahiptirler; eğer boşluklardan dolayı bir görüşü reddedeceksek insan zihni hakkında (aslında buna hayvan zihni de eklenebilir) ortaya atılmış bütün görüşleri reddetmemiz gerekir. Zaten bu yüzden, bu konuda agnostik kalmanın en tutarlı yol olduğunu savunuyoruz. “Bilinci önemsemeyen veya yok sayan materyalist yaklaşımların yanlışlığının gösterilmesi, ruhun ayrı bir cevher olduğunun ispatı olarak kabul edilemez. Zihne yaklaşımda eleyici materyalizmin tamamen yanlış, davranışçılığın ise epistemolojik açıdan yanıltıcı olup, bilincin ontolojik gerçekliğini kavramayı sağlayamayacağını söyleyebiliriz. Bunlara karşılık, eleyici materyalizmin ve davranışçılığın hatalarına düşmeden, zihnin sadece maddi cevherden oluştuğunu savunan yaklaşımların da var olduğunu bilmeliyiz. Bahsettiğimiz yaklaşımlarda, zihnin ‘zuhur eden’ (emergent) bir özellik olduğu savunulur: Bu yaklaşımlara göre zihin, kendini oluşturan nöronların veya atomların özelliklerine indirgenemez, fakat madde-dışı bir cevher de ihtiva etmez. Bu yaklaşımlarla savunulan iddia “Bütün, kendini oluşturan parçalardan daha fazla bir şeydir ve

Page 28: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

kendini oluşturan parçalarla açıklanamaz” şeklinde özetlenebilir.[52] Bu açıklama tarzında bütünün parçalardan bağımsız bir cevher taşıdığı reddedildiği ve fizik yasaları ihlal edilmeden zihinsel olayların açıklandığı savunulduğu için, bu yaklaşım materyalizm ile uyumludur. Zihnin ‘zuhur eden’ bir fenomen olduğunu, indirgemeci materyalistlere ve dualistlere karşı savunanlara örnek olarak günümüz felsefecilerinden Philip Clayton’u ve Arthur Peacocke’u verebiliriz. Clayton, sinirbilimsel teorilerin insan zihnini açıklayabileceğine karşı çıkarken insan zihninin fenomenlerini bilimsel çalışma dışı bırakan dualizme de karşı çıkar. Clayton, ‘zuhur etme’ ile ilgili yaklaşımın teolojik yorumlara açık olduğunu ama teist olmayanların da bu yaklaşımı benimseyebileceğini belirtir. Clayton’a göre de sinirbilim, sadece birinci şahıs tarafından yaşanan bilinç hallerini üçüncü şahıs bakış açısıyla ele alamayacağı için; hiçbir zaman bilincin açıklanması mümkün olamayacaktır.[53] Fakat Clayton, bize göre bu düşüncesinin gerekli sonucu olan agnostik yaklaşımı benimsemeden ‘zuhur etme’ yaklaşımını benimser. “Peacocke ise genel dünya görüşü olarak ‘zuhur etme’yi benimser ve doğadaki üst seviyelerin alt seviyelere indirgenemediğini savunur. Onun insan doğasına yaklaşımı bu genel ‘zuhur etme’ yaklaşımıyla uyumludur. Peacocke, birçok filozoftan farklı olarak zihinsel olanla ilgili ‘zuhur etme’yi sadece beyin özellikleriyle ilişkilendirmez; o ‘sosyal toplumun içindeki bedendeki beyinsel özellikleri’ bir bütün olarak değerlendirir.[54] Bizce, zihin eğer sadece maddi cevher ile açıklanmaya çalışılacaksa ‘zuhur etme’ gibi fizikalizmin indirgemeciliğine karşı bir yol izlemek gerekir. Çünkü materyalizmin bunun dışında izlediği yollarda, ya zihnin en önemli özelliği olan bilinç yok kabul edilmiştir, ya da bilinç yokmuşçasına yaklaşımlar gösterilmiştir. Oysa bu yaklaşımlar sağduyuya ve birinci şahıs olarak sürekli tanıklık ettiğimiz bilincin inkar edilemeyecek önemine aykırıdır. Fakat diğer yandan bilincin indirgenemeyen ve ‘zuhur eden’ bir özellik olduğu söylendiğinde ne kadar az şey söylendiğinin ve maddenin belli bir şekilde birleşiminden adeta sihir gibi bilincin açığa çıktığı gibi bir izah yapıldığı da gözden kaçmamalıdır. Bu açıklama yetersiz bir açıklama olsa da ruhun maddeden ayrı bir cevher olduğunu söyleyen dualist yaklaşımın fenomenleri açıklamakta bundan daha başarılı olduğu söylenemez. Sonuçta bilinci yok kabul eden maddeci yaklaşımların ve ruhla maddi beden arasındaki bağlantıyı zayıf gören dualist yaklaşımların yanlışlığının belli olduğunu söyleyebiliriz; bu konuda agnostik kalmaya gerek olmadığı ve net tavır belirlenebileceği görüşündeyiz. Fakat zihnin maddi cevherden zuhur eden bir özellik olduğu ile zihnin madde-dışı bir cevherle ilişkili olduğunu söyleyen ve bunları söylerken aslında zihnin doğasının anlaşılması adına pek az şey söylemiş yaklaşımların hangisinin doğru olduğuna karar veremeyeceğimiz kanaatindeyiz.[55] Bize göre, bu konuda kanaate varanların kanaatlerinin asıl oluşmasını sağlayan bilimsel olarak ispatlanmış veriler değildir; fakat daha ziyade, bu konu ele alınmadan önce apriori olarak kabul edilmiş metodolojiler, felsefeler veya teolojilerdir.”1 Bir başka kitabında da C. Taslaman şunları anlatıyor: “Sıkça yapılan bir hatanın tam da bu noktada altını çizmek istiyorum. Yapay zekâların, daha da geliştirilmeleri sonucunda birçok konuda insanın başaramayacaklarını başaracaklarına, hatta şu anda bile birçok şeyi daha iyi gerçekleştirdiklerine hiçbir şüphem yok. Fakat yapay zekâların insan zihninden mahiyet olarak farklı olduğunu, bu makinelerin beceri derecesini arttırmanın hiçbir şekilde onları, insan zihni gibi bilinçli bir zihne çeviremeyeceğini düşünüyorum; çünkü asıl sorun beceri derecesi değil, bu mahiyet farklılığıdır. Eğer insan zihninin deneyimleri maddî süreçlere indirgenebilseydi, belki bunların yapay zekâ ile taklidi söz konusu olabilirdi ama bu hiç de mümkün görünmemektedir. Örneğin insanın mutluluk, sıkıntı, acı gibi zihni deneyimlerini ele alalım; bunları maddî süreçlere indirgemeye kalktığımızda karşımıza güzel bir manzara görme veya ayağımıza diken batması gibi maddî süreçler çıkabilir. Ama bunları ne kadar indirgersek indirgeyelim, 1 Caner Taslaman, Beden-ruh düalizmine teolojik agnostik tavır:

Page 29: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

karşımıza çıkan güzel manzara görme zihindeki mutluluk deneyiminden, ayağa diken batması ise zihindeki acı deneyimden tamamen farklıdır. Aslında maddî süreçlere bazılarınca indirgenebileceği zannedilen renkleri görme deneyimi de dış âlemde bulunan renklerin kendisine ve soğuk deneyimimiz de bedenimizin dışındaki fizikî süreçlere indirgenemez. Burada dikkat edilmesi gerekli husus, bir deneyimimizin maddî bir sürece indirgenebilmesi ile maddî bir süreçten dolayı kaynaklanması arasındaki önemli farktır. Örneğin, dış dünyada derecenin düşmesi, moleküllerin bedenimizle teması, sinirlerin beyne bunu iletmesi gibi fiziksel süreçler elbette ki soğuk deneyiminin arkasında vardır; fiziksel süreçlerin aynısını kablolarla yapay zekâya iletsek, yapay zekâ insanın söyleyemeyeceği hassasiyette dışarıdaki dereceyi gösterebilir, fakat hiçbir şekilde soğuk veya sıcağa dair deneyimimizin bir benzeri yapay zekâca yaşanmış olmaz. Zihnin deneyimlerini maddî süreçlere indirgeyemediğimiz için, bunların maddî olarak programlanması ve yapay zekâya aktarılması mümkün değildir, yoksa sorun birçok kişinin sandığı gibi yapay zekânın kabiliyetlerini daha arttırmak ile ilgili değildir. Mutluluk, acı, inanç, istek, ümit gibi deneyimlerin maddî süreçlere indirgenemeyecek olması, bir kısım materyalistleri, bu deneyimlerin aslında hiç olmadığı iddiasına kadar sürüklemiştir; materyalizmin sağduyuya ve her gün yaşadığımız deneyimlere zıt bu iddiayı yapan koluna ‘eleyici materyalizm’ (eleminative materialism) denir. Diğer yandan, zihnin maddî süreçlere indirgenemeyeceğini savunanların hepsi, zihni madde dışı bir cevherle ilişkilendirmezler. Buna göre zihin, madde dışında bir cevherle hem alakalı değildir hem de maddî süreçlere indirgenemez; zihin, madde belli bir şekilde bir araya gelince ‘zuhur eden’ (emergent) özelliklere (bu görüşte ‘cevher’ kavramıyla ‘özellik’ yer değiştirir) sahiptir, zihni bilgisayar programı ile aynı şekilde görmek mümkün değildir. Bu görüşün en ünlü savunucularından biri John R. Searle’dür ve onun bu konudaki ‘Çin odası’ örneği meşhurdur.” 1 “Zihin içeriği/öznellik, David Chalmers'in belirttiği gibi "bilincin zor problemleri"nden biridir. Bu aynı zamanda, beyindeki maddenin düzenlenişinin bilinç ve farkındalık gibi görüngüsel bakışa (qualia) nasıl neden olduğu sorusudur. Maddeci bakış açısı ile eğer beynimizin silikon bir kopyasını yapabilseydik bilinçli ve farkında olabilecek anlamına gelir. EMA teorisine göre, bilgi hem beyindeki sinir hücreleri ağında hem de oluşan bütüncül EMA'da bulunur. Herhangi bir alan, tüm alanla nedensel ilişkilidir. Oysa sinir hücrelerindeki bilgi dağınık değildir ve yereldir. Bu nedenle farkındalık beynin EMA'da yer alır. Zihin içeriğine farkındalık için de aynı şey geçerlidir. Bilinçli olmak, EMA'ın içerdiği bilginin "farkında" olarak, öznel ve öznel bir zihin durumunu "hissetmektir". Kırmızı rengin hissedilmesi, gözden giren kırmızı ışığın beyindeki bir grup sinir hücresi üzerinde etkisinin, beyin EMA'da dalgalanmalar (pertubasyon) oluşturması sonucudur.”2 “Zihin okuma yeteneğinin gelişimi insanın evrimsel sürecinde hayatî önemi haizdir, çünkü insanın tehlikeli saldırganlardan korunmasına yardımcı olur (10). Biz insanlar zihin okuma yetimiz sayesinde başkasının düşüncesini, niyetini ve bir sonraki eylemini tahmin edebiliriz (15). Bu yetenek temporal ve prefrontal korteks yapılarına dayanmaktadır, özellikle temporal uçlar, süperior temporal sulkus ve medial prefrontal korteks (mPFK)’in bu yetenekte başlıca iş gören alanlar olduğu ileri sürülmektedir (16). İşte bu varsayıma göre, din aslında işlevsel ve adaptif bir avantajı olmadığı halde, yaklaşık yüz bin yıl önce insanın başkalarının niyetini anlamak amacıyla geliştirdiği prefrontal korteks genişlemesinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkmış olabilir (10). Zihin okumanın

1 Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı: 2 Tuna P, Brain: An Electromagnetic System:

Page 30: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

dinî inancın gelişmesinde nasıl bir rol oynamış olabileceği çok açık değilse de, insanların bu yetiyi aşırı derecede kullanmaları sonucunda görünmeyen bir varlığın (Tanrı) bile niyetini, duygularını, cezalandırma isteğini vs. tahmin ettikleri için Tanrı inancının gelişip pekişmesinin mümkün olmuş olabileceği ileri sürülmektedir (17, 18).” “Yaratıcı sürecin en önemli bileşeni yeni çağrışımlar (yeni nöronal bağlantılar) yapabilmektir. ... “hem psikotikler ve özellikle sanrısal bozukluklu hastalarda, hem de filozoflar ve yaratıcı bilim adamlarında (Arşimed, Newton gibi) görülen ve “evreka” belirtisi olarak isimlendirebileceğimiz (işte şimdi her şeyi kavradım, taşlar yerine oturdu mânâsına) belirtinin altında bu aşırı çalışan çağrışım yeteneği yatıyor olabilir (21). “Yaratıcı düşünce ile paranormal inançlar arasındaki ilişkiyi doğrular biçimde uzak çağrışımlar testi denilen bir testte inançlı öğrencilerin inançsız öğrencilere göre çok daha orijinal ve nadiren kurulabilecek çağrışımları kurabildikleri, ayrıca genel olarak çağrışım kurma sürelerinin inançsızlardan daha hızlı olduğu görülmüştür (21). Benzer biçimde sihirsel düşünme eğilimi olan normal insanların, kelime eşleştirme testinde daha uzak çağrışımları kurdukları ve daha yaratıcı oldukları bulunmuştur (23,24,25) “Paranormal inançların bir ileri düzeyinin delüzyonlar olabileceği ve bu ikisinin ilişkili olduğu düşüncesi şizotipal kişilik bozukluğu olanlarda paranormal inanç ve deneyimlerin sık görülmesi bulgusu ile desteklenir (20, 23, 27). Sonuçta olaylar ya da bilgiler arasında kolayca bağlantılar kurabilmek bir yandan yaratıcı düşünceyi oluşturuyor ve bu tür kişilerin toplumdaki konumlarının daha farklı (filozof, kâhin vs) olmasını sağlıyorken, bir yandan da aynı yeteneğin biraz ilerisi kişinin artık tamamen ilgisiz şeyler arasında bağlantı kurmasına yol açarak paranormal yaşantılar ve doğaüstü inançlara yol açıyor olabilir. Hatta bu yeteneğin daha ilerisi (ya da farklı bozuklukların da devreye girdiği bir şekli) de sanrıların ve psikotik durumların müsebbibi olabilir. Paranormale ve doğaüstüne inancın yaygın olmasının bir nedeni belki de onun yaratıcılıkla arasındaki bu olumlu ili şki olabilir.” “Bazı yazarlara göre insan beyni otoriteye boyun eğme eğilimi gösterir, çünkü doğal seçilim çocukların beynini anne-babaları ne derse inanma eğilimi ile donatmıştır “ İkiz çalışmaları dindarlıkta kalıtımın rolünü %35–55 arasında bulmaktadır (29,30). Çalışmaların birçoğu dindarlıkta kalıtımın etkisinin adolesans ve gençlik döneminde değil, erişkinlikte belirgin olduğunu ortaya koymaktadır (29,31). Yani genç yaşlarda dindar olup olmayışta eğitim ve çevrenin etkisi daha belirgin iken, orta yaşlardan itibaren bu durum kalıtımın lehine değişiyor gibi görünmektedir. Burada kalıtılan şey muhtemelen dindarlık değil, dindar olup olmamayı dolaylı olarak etkileyen aracı beyin yolaklarının etkinlikleri ve kişilik sistemleri olsa gerektir. “Çocukta beyin gelişmesinin incelenmesi de yukarıda bahsettiğimiz dinî inanç-prefrontal korteks ili şkisini doğrular. Küçük çocuklarda, yani henüz beyinde yapılması gereken sinaptik budanma işlemi tamamlanmadan önce, özellikle frontal loblarda aşırı sayıda nöron ve nöronal bağlantı mevcuttur (34). Bu aşırılığın çocuklardaki hayal dünyasının genişliğine ve dolayısıyla canavarlar, periler, cinler gibi birçok doğaüstü varlığa kolayca inanmalarına yol açıyor olabileceği ileri sürülmektedir. Başka bir deyişle küçük çocuklar özellikle frontal yapılarda aşırı ve gereksiz bağlantılara sahip oldukları için kolayca gerçeklikten kopup sihirli varlıklara inanma eğilimi göstermektedirler (35).”

Page 31: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Mistik deneyimler sırasında beynin frontal yapılarında bazı metabolizma değişiklikleri olduğu bildirilmektedir. Bu kan akımı değişikliklerinin mistik deneyim sırasında hissedilen ego sınırlarının silinmesi, evrenle bütünleşildiği hissi, kendilik algılamasının (sense of self) yok olması gibi yaşantılara neden olduğu düşünülmektedir “Normal üniversite öğrencilerinde paranormal deneyimler yaşama skorları ile meziobazal temporal lob işaretleri arasında yüksek bir ilişki bulunmaktadır (50). Ayrıca işitsel hallüsinasyonlar, zaman-uzay sapmaları yaşayan ya da ruhanî inançları olanların EEG’lerinde sağ temporal lob işlev bozukluğunun sık olduğu bildirilmiştir (51). Yine, paranormal inançlara sahip olan normal sınırlardaki insanların da EEG’lerinde sağa lokalize bozukluklar gözlenmektedir (52). Normal insanların temporal bölgeleri, özellikle temporoparietal bağlantı alanları zayıf elektromanyetik akımla uyarıldığı zaman da bu kişilerde “yakınında birisinin bulunduğu” algılaması veya “ben Allah’ı görüyorum” hissi oluşmaktadır (53,54). “Mistik deneyimlerin çoğu kez dağlarda gelmesini hipoksiye bağlı temporal işlev bozukluğuna bağlayanlar vardır (55). Nitekim mistik olmayan dağcılarda da yükseklerdeyken “ışık görme, birisinin varlığını hissetme, korku hissi” gibi algılama ve duygulanım değişiklikleri olduğu bildirilmektedir (56,57). Bu belirtiler yüksekliğe bağlı hipoksinin temporoparietal bölgeler ve prefrontal alanlarda yaptığı değişikliklere bağlanmaktadır (55). “Mistik deneyim sırasında sıkça görülen bir başka belirti “bedenin dışına çıkma deneyimi” (out of body experiences) belirtisidir. Bu bulgunun sağ parietal lobla, özellikle temporoparietal bağlantı bölgesi ile ilişkili olduğu ileri sürülmektedir (58). Mistik yaşantılar ve meditasyon sırasında parietal kan akımının azaldığı bildirilmektedir (40,45). Parietal loblar kendimiz ve kendimiz dışındakine yönelimi sağladığı gibi, zaman ve mekân yöneliminden de sorumlu olan beyin alanlarıdır. Dolayısıyla yoğun meditasyon ya da mistik yaşantı sırasındaki parietal lobların disfonksiyonu kendi ve tüm dış dünyanın sınırlarının kaybolduğu hissi, böylece kişinin kendisini tüm evrenle ya da Allah’la birleşmiş gibi hissetmesi ve “zaman ve mekândan münezzeh olma” hislerine yol açıyor olabilir (45). “ İnançlarda sebatkârlık (muhafazakârlık)’ta daha çok sol hemisferin rol oynadığı, sağ hemisferleri daha aktif olanların ise değişime daha açık oldukları ileri sürülmektedir (59). Nitekim sağ temporal lobektomiye maruz kalmış hastaların katı, değişmez bir dünya görüşüne saplanıp kaldıkları bildirilmektedir (60). Bu tutuculuğun bir yere kadar evrimsel bir avantajı olabilir: sol hemisfer bu sayede kendisine gelen bir sürü tutarsız bilgiye rağmen en muhtemel olan hikâyeye yapışmakta ve bu şekilde kişinin iç tutarlılığını sürdürmekte olabilir (61,62). “Mistik yaşantılar sırasında birlik hissi (ben-bendışı ikili ğinin ortadan kalkması), zamanın ve mekânın yok olması, şimdiye kadar bilinmeyen bir gerçeğin, en gerçek olanın keşfi hissi (aydınlanma, hakikate erme) ve sonsuzluk hissi yaşanmaktadır. Bu deneyime genellikle olumlu bir duygu durumu eşlik etmektedir. Yaşananlar Aristo mantığına uymamasına rağmen yaşayanlarca tamamıyla ve kesinlikle gerçek olduğuna inanılır. Mistik yaşantılar sırasında çoğunlukla kişinin kimlik duygusu kaybolmaz. “Tüm insanî tecrübeler gibi mistik yaşantılar da beynin işlevleridir, dolayısı ile beynin biyolojik işlevlerinden birisi gibi ele alınıp incelenebilir. Mistik deneyim sırasında beyin metabolizmasında bazı değişiklikler olduğu bildirilmektedir. Örneğin, bu deneyim sırasında frontal kan akımında değişiklikler (genellikle artış şeklinde) olmakta ve bunlar mistik deneyim sırasında hissedilen ego sınırlarının silinmesi, evrenle bütünleşildiği hissi, kendilik algılamasının yok olması gibi algılama değişikliklerinin nedeni olarak düşünülmektedir (37,39). Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, mistik

Page 32: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

deneyim sırasında sıkça görülen “bedenin dışına çıkma” belirtisinin ise sağ parietal lobla ilişkili olduğu ileri sürülmektedir (45). Mistik yaşantılar sırasında kaudat nükleusun aktive olması o sırada şartsız aşk ve mutluluğun hissedildiğine işaret edebilir, çünkü bu bölge diğer tür mutluluklar sırasında da aktive olan bir bölgedir (69,70). İnsulanın aktive olması mistik deneyim sırasında yaşanan otonomik değişikliklerle ili şkili olabilir (39). Sonuç olarak mistik deneyim sırasında birçok beyin bölgesinin işin içine karıştığı ileri sürülebilir. Çünkü mistik deneyim algılama, biliş ve emosyon gibi birçok zihinsel işlevin değiştiği bir deneyimdir. “Bazı yazarlar epilepsi ile mistik deneyimlerin ilişkisini açıklarken, bu iki durumun ve bir de sanatçı yaratıcılığının aslında beyindeki aynı olaydan, bazı beyin yapılarındaki nöronların hipersenkronize aktivitesinden kaynaklandığını, arada sadece şiddet farkı olduğunu ileri sürmektedirler (74). Yani bir dereceye kadar sadece artistik yaratıcılığı ya da mistik deneyimleri başlatan ya da besleyen bu hipersenkronize nöronal aktivite, aşırı bir duruma geldiği zaman ya da ulaşmaması gereken beyin yapılarına ulaştığı zaman epileptik nöbetlere yol açıyor olabilir. Birçok yaratıcı sanatçının (Dostoyevski, Van Gogh gibi) aynı zamanda epileptik olmaları da bu hipotezle uyuşmakta gibi görünmektedir. Temporal lob epilepsisinde, sanatçıların yaratıcılık süreçlerinde, ya da mistik deneyim sırasında ortak olarak yaşanan yoğunluk hissi ve normalin dışında algılamaların, düşünce bağlantılarının yapıldığı deneyimlerinin sebebi de muhtemelen budur. Memelilerde beynin bazı bölgeleri bu aşırı senkronize çalışma durumuna geçmeye daha eğilimli gibi görünmektedir. Hipokampusun CA3 bölgesi ve vizüel neokorteks yapıları nöronlarında bu eğilim belirgindir. Bu nöronların özellikle ritmik müzik, dans gibi ritmik hareketler ve ışık uyaranlarına cevap olarak hipersenkronize deşarj durumuna geçtikleri bilinmektedir. Ritmik müziğin ve dans gibi ritmik beden hareketlerinin hemen tüm mistik gruplarca vecd halini tetiklemede kullanılmasının nedeni bu olsa gerektir (74). “Mistik deneyimlerin serotonerjik sistemin bozukluğundan kaynaklanıyor olabileceği ileri sürülmektedir. Örneğin serotonerjik bir madde olduğu bilinen liserjik asit dietilamid (LSD)’in sarhoşluğu sırasında ortaya çıkan değişiklikler mistik deneyim sırasında yaşanan değişikliklere çok benzemektedir (90). LSD intoksikasyonu sırasında da şeylerin anlamının derinleşmesi, evrenle bütünleşme, duyusal algılamaların yer değiştirmesi (sinestezi), zaman algısının değişmesi ve iç ve dış dünyanın ayırt edilemez oluşu gibi belirtiler gözlenmektedir.”1 “Birey dış dünyayla ilgili olayları ve objeleri düşünebildiği gibi, kendisi hakkında da düşünebilir. Düşünme kapasitesi insan oluşun en temel özelliğidir. Sağlıklı olan her birey bir taraftan kendisi hakkında düşünürken, diğer taraftan diğerlerinin kendisi hakkındaki düşüncelerinden de etkilenir. Bu yolla oluşturulan düşünceler fiziksel özelliklere (görünüm, sağlık vb.), kişisel özelliklere (kişilik, zeka, yetenekler vb.), sosyal ilişkilere (aile üyeleri, arkadaşlar vb.), üstlenilen rollere (öğrenci, muhasebeci, öğretmen, satış elemanı vb.), bilinçli olarak elde edilen inançlara (dini inanış, görüşler, yaşam felsefesi vb.), kişisel yaşantılara ve hatta sahip olunanlara (kitaplar, giysiler, araba, müzik seti vb.) ilişkin bilgileri kapsar [1].

1 Ertuğrul Eşel, Dinî ve Mistik Deneyimlerin Muhtemel Bilişlsel ve Nörobiyolojik Düzenekleri:

Page 33: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“ İlk davranışçılardan Wilhelm Wundt, diğerleri arasında, bireyin kendi bedeni ile ilgili deneyiminin büyük oranda benlik düşüncesi olduğunu savunmuştur. Kendini hissetme veya benlik farkındalığı her şeyden önce kas gerginliği ya da diğer içsel durumların farkında olmak demekti. Bununla beraber, 20. yüzyılın sonunda William James’in kuramıyla birlikte, bu sınırlı görüş terk edildi [6]. “James’e göre, bedensel benlik (bodily self) özyaşantının (self-experience) 3 kategorisinden birinin içindedir. Bu üç kategoriden birincisi “maddesel ben (material me)”dir. James, bireyin maddesel olarak sahip olduğu yaşantıların sadece bedeninden ibaret olmadığını, aynı zamanda evi, ailesi ve çevresindeki fiziksel nesneleri de kapsadığını belirtmiştir. Özyaşantının ikinci kategorisi “sosyal ben (social me)”’dir. Burada kişinin başkalarının ve kendinin gözünde kimliğinin farkında olması söz konusudur. James’e göre, başkalarının kişiyi nasıl gördüğüne ilişkin değerlendirmelerinin sonucu kendinin farkında olması, kas gerginliği kadar gerçektir. Üçüncü kategori olan “ruhsal ben (spiritual me)” daha belirsizdir, fakat genellikle bireyin kendi zihinsel süreçlerinden ve duygularından haberdar olmasını ifade eder[6].” ..... “Alan yazınında benlik kavramını en geniş biçimde ele alan akımlardan biri de Hümanistik Psikolojidir. Bu akım, Carl Rogers’ın (1951) bir psikiyatrist olarak geniş deneyimlerinin tümevarımsal bir özeti olan kişilik kuramı ile dile getirilmiştir. Buna göre, her birey kendi algılarından oluşan özel ve farklı dünyası içinde yaşar. Bu, kişinin başkalarıyla etkileşmek ve hareketlerini seçmek için kullandığı algısal haritasıdır. Küçük çocuklarda, gelişim sürecinde, bu özel dünyanın bir parçası olan ben ve ben olmayan, giderek birbirinden ayrılmaya başlar. Benlik duygusunun gelişimi sürecinde, çocuk, doyurucu ve destekleyici veya engelleyici ve tehdit edici olarak gördüğü deneyimleriyle olumlu veya olumsuz bir değer edinir [7]. “Carl Rogers, James’in görüşlerine karşılık, farklı olarak ideal benlik kavramını açıklamıştır. Gerçek benlik ile ideal benlik arasındaki uyum iki şekilde oluşur. Bunlar; 1- İdeal benliğin yüksek olması ve gerçek benliğin ideal benliğe ulaşabilmesi; 2- İdeal benliğin düşük olması ve gerçek benliğin ideal benliğe kolayca ulaşabilmesidir. İdeal benlik ile gerçek benlik arasındaki uyum kişinin kendini kabul etmesini (self-acceptance) ifade etmektedir. Rogers kendini kabullenmenin iyi düzeyde zihinsel sağlıkla eşdeğer olduğunu, uyum problemlerinin çoğunun ise kendini kabullenme duygusunun eksikliğinden kaynaklandığını belirtmiştir [15].” ..... “1970’li yıllarda Bem tarafından kavramsallaştırılan “benlik algısı teorisi” (self-perception theory) ise, bireylerin kendilerini daha iyi tanımayı nasıl öğrendiklerini konu almaktadır. Atıf konusunda benliğin analizinde önemli bir katkı sağlayan bu kuram, iki yargıya dayanmaktadır: 1. Bireyler kendi tutumlarını, duygularını vb içsel durumlarını, kendi davranışlarından ve bu davranışların içinde yer aldığı koşullardan hareketle yordayarak tanırlar. 2. İçten gelen işaretler belirsiz, zayıf ve güç yordanır oldukları ölçüde birey, işlevsel olarak, tıpkı bir dış gözlemcinin konumundadır, yani o da kendisini tanıma çabasında iken, dış gözlemcinin ona baktığı gibi kendisine bakar ve dışa yansıyan işaretlerden kendisiyle ilgili çıkarsamalar yapar. Özetle bu kuram, insanın kendisini bir gözlem objesi gibi aldığını ve kendi tepkilerine ve tutumlarına bakarak yorumda bulunduğunu öne sürmektedir [17].”1 Yapay Zeka açısından, Düalizm tartışmaları bizi pek ilgilendirmemektedir. Kimse bilgisayara ruh üflemek niyetinde değil. İnsan gibi düşünüp, bilgileri arasında insan gibi yaratıcı bağlantılar 1 Fatma Nilgün CEVHER, Mustafa BULUŞ, Benlik Kavramı ve Benlik Saygısı: Önemi ve Geliştirilmesi:

Page 34: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

kurabildikten sonra, “bildiğini bilip bilmemesi” bizi hiç ilgilendirmiyor. Ama bazı şeylere “imkansız” diyerek ilke düzeyinde kapıları kapatanlara da birkaç laf etmek gerekiyor doğrusu. Çin odası deneyi, acınacak derecede basit bir işlemi konu alır. Çince yazılı kartlar içeriye girer, bir kitaptan cevaplar eşleştirilir ve dışarıya verilir. Bu işlem elbette düşünmenin veya zekanın örneğiolamaz. Fakat siz Çince yazıların yanında Arapça, Sanskristçe, Rusça ve Hiyeroglif yazılı kartlar da verin ve cevapların aranacağı kitaba da cevapları belirli bir şifre ile dağıtın. İşte o zaman içerideki insanın ne kadar zeki olduğu ortaya çıkar. İşte o zaman bilgisayarın bu işi ortalama insandan daha zekice yapıp yapamayacağı ortaya çıkar. Roger Penrose göre, “Bir sistem, kendi içinde bir şeyin modeline sahip olursa bu şeyin ‘bilincine’ varabilir ve kendinin bir modeline kendi içinde sahip olursa, ‘kendi kendinin bilincinde olabilir’. ...bir video kamera, kaydettiği sahnelerin bilincinde olamaz; bir aynaya yöneltilmiş bir video kamera, kendi varlığının bilincinde olamaz” diyerek kendi kendinin farkında olmanın bilinç gelişimi için yeterli olamayacağını öne sürer. Penrose'a saygısızlık etmeden, beyinle ilgili konularda hep "yetersiz karmaşıklık" yanılgısına düşüldüğünü belirtmek istiyorum. Çin odası deneyi de böyle idi. Biz o videoyu, yalnızca bizim yönelttiğimiz bir görüntüyü kaydetmesiiçin tasarladık, görüntüde kendisini tanıması için değil. Sahibini görünce kuyruğunu sallaması için de değil. Eğer amacımız farklı olsaydı, videoyu da farklı tasarlayacaktık. Nitekim güvenlik amaçlı veya çeşitli endüstriyel amaçlı video kameraları çok farklı davranabiliyorlar bugün. Amacımız bu olursa, aynaya yönelmiş bir video kamera, özel koşullarda kendi kendisinin farkında olabilir. Eğer videoya, otomatik fokuslama ve otomatik aydınlık ayarlarına ek olarak; 1- Kaydettiği görüntüleri sınıflandırma ve saklama modülü eklersek 2- Sınıflandırılmış kayıtlarla belirli değerlere göre benzeşen yeni görüntüler yakalandığında, onları hafızadan geri çağıracak bir modül eklersek 3- Yeni yakalanan görüntünün benzerlik değerini artırma ihtiyacı olup olmadığına karar verecek bir "temel ihtiyaçlar ve istekler" modülü eklersek 4- Aynı amaca hizmet edecek bir "anlık ihtiyaçlar ve istekler modülü" eklersek 5- Benzerlik değerini artırmak üzere videonun görüntüdeki objeye yaklaşmasını veya fokuslama değerini artırmasını sağlayacak bir modül ve donanım eklersek 6- Bütün bu işlerin sonucunu video için anlamlı bir ceza veya ödül haline getirecek bir modül eklersek 7- Ceza veya ödülün anlamlı olabilmesi için zorunlu olan, bir "ego" modülü eklersek(Yapay Zeka çalışmalarında ego, ayrıca mekan ve zaman değerlendirmesi için de zorunlu bir ihtiyaçtır) 8- Birçok başka “çekim yapan videoyu” izlemesi ve onları uygun şekilde sınıflandırması için imkan sağlarsak, aynı imkanı birçok başka aynalar için de sağlarsak 9- Videonun hareketi ile bu hareketi yöneten modül arasında gerekli geri besleme devrelerini doğru olarak kurgularsak,

Page 35: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

İşte en az bu koşullarda, video aynada kendisinin görüntüsüne ulaştığında, bir tekrar süresi sonunda bu videonun kendisi olduğunun farkına varabilecektir. Gördüğü diğer videolara farklı, kendisine farklı davranabilecektir. Beyni değerlendirirken, yukarıdaki koşullardan çok daha fazlasının, pek çok daha fazlasının bir arada bulunduğunu, makro yapılar düzeyinde özel bir karmaşıklık düzeyinin söz konusu olduğunu unutmamamız gerekir. Hatta bir karıncanın baş sinir düğümünde bile. Kaldı ki benim bu yorumum, mekanistik bir yorumdan ibarettir. İşin içine hücre düzeyinde, proteinler ve enzimler düzeyinde, atomlar düzeyinde karmaşıklıkları soktuğumuzda, video örneği gibi örneklerin ne kadar cılız kaldıklarını daha iyi görebiliriz. Bu noktada, bir sibernetik terimi olan ultrastabilite’den bahsetmek yerinde olacaktır. “Sibernetikte, çok elemanlı ve karmaşık sistemlerin ortak denge durumunu belirtmek için ultrastabilite (üst-denge) kavramı kullanılır. Bütünü teşkil eden her bir denge sisteminin birbirine bağlanması ile, bu sistemlerin hepsi için geçerli bir denge durumu oluşturulur. Canlı organizmalar, sayılamayacak kadar çok ayrı denge durumlarının birbiri ile irtibatlanmasından meydana gelmişlerdir. “Ayhan Songar, Sibernetik isimli eserinde canlı organizmadaki bu üst denge durumunu şöyle anlatıyor: ‘Bir insan organizmasını düşünün. Kan şekeri %90-120 mg. arasında, vücut ısısı 36.5 santigrat derecede kalmakta, göz bebekleri gözümüzün retinasına en uygun ışık gelecek şekilde hareket etmekte, ....ilah. pek çok ve sayısız sistem kendi kendini feed-back’leri vasıtasıyla düzenlemektedir. Fakat bunların hiçbiri müstakil, bağımsız, kendi başına sistemler değildir. Kan şekerindeki ufak bir değişiklik, kan basıncımızdan gözbebeği açıklığına kadar bütün sistemlerde tesirini gösterecek, buna mukabil mesela biraz sıkılmamız, üzülmemiz kan basıncını yükseltirken hormon salgılarımızı derinden etkileyecek, korkan insanın gözbebekleri büyüyecek, bu göze gelen ışık miktarını arttıracağı için ayarlamada meydana gelecek yeni durumdan bütün organizma haberdar olacaktır. Demek oluyor ki, organizmanın denge durumuna yapılacak olan ufak bir müdahale, karnımızın acıkmasından ayağımıza diken batmasına, veya sabah gazetede okuduğumuz cinayet haberinin sinirlerimizi bozmasına kadar, bu koskoca biyolojik kompleks makinenin en ücra köşesine, en ilgisiz gibi görünen hücresine kadar haber verilecek, yeni bir denge durumu bulunmaya çalışılacaktır.’ “Söz konusu dengeler, baştan belirlenmiş (makinelerde proje ile, canlılarda ise genetik olarak) belirli sınırlar arasında sisteme hareket serbestisi veren dinamik dengelerdir. Belirlenen sınırlar arasındaki dalgalanmalar, organizmanın bütünü açısından ultrastabiliteyi bozucu özellik taşımazlar. Bu sınırlar içerisindeki değişiklikler normal ve sağlıklı kabul edilirler. Örneğin kan şekerinin %90-120 mg. arasında değişmesi, organizma açısından bir sağlıksızlık işareti vermez. “Ultrastabilitenin dinamik özelliği, organizmaya belirlenen sınırlar içinde çok çeşitli ve mükemmel denge sağlama olanakları verir. Bir soğuk alma ile veya bir enfeksiyonla hemen organizma iflas edip çürümeye başlamaz. Bunun için, çok daha ciddi tehditler gereklidir. Aynı şekilde ruhsal hayatımızda da bazı şartlanmalar, kompleksler, yanlış algı ve değerlendirmeler, organik hasarlar, kalıcı bozukluklar yaratmazlar. Belki kısa bir çalkalanmadan sonra yeniden denge kurulur. Kurulan yeni dengenin şu veya bu ölçüde normalden sapmış olduğu düşünülebilir. Ama “toplumsal ultrastabilite”nin normal kavramı o kadar geniş ve esnektir ki, bu sapmalar çoğunlukla önem taşımazlar. Toplumsal hayatımız içinde birbirimize karşı toleransımız genellikle geniştir.

Page 36: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“ İnsan topluluklarında bireylerin birbirlerine karşı toleranslarının azalıp çoğaldığı dönemler olmuştur tarihte. Hayvanlarda ise bu konuda daha istikrarlı bir çizgi izlenir. Bir türün bireyleri arasındaki ilişkileri ele alırsak, bunların birbirlerine çok az sınırlamalar koyduklarını görürüz. Bunda belki de onlardaki iletişim eksikliği etkili olmuş olabilir. Eğer düşüncelerini toparlayıp kelimelere dökebilseydi, grubun lideri olan kurt, diğer kurtlara yirmi-otuz maddelik bir yönetmelik hazırlayacaktı belki de. Ama sadece hırlayarak ve dişlerini göstererek ancak birkaç maddelik sınırlamaları bildirebilmektedir. “Ruhsal hayatımız için ultrastabilite, hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar dinamik bir karaktere sahiptir. Duyu organlarımıza çarpan her uyarı ile denge durumu değişmekte ve yeni bir denge kurulmaktadır. Herhangi bir andaki denge durumu o kadar oynaktır ki, aynı şartlar içinde bulunan bir grup insanda aynı bir uyarı ile, her birinin dengelerinin ne kadar ve ne yönde değişeceğini kestirmek mümkün değildir. “Bunun sebeplerinden birisi, her insanda merkezi sinir sisteminin yapısı, elemanları ve iletim yollarının birbirinden parmak izi kadar farklı özelliklere sahip olmaları ve tecrübelerinin farklılığıdır. Belirli soğuklukta hava akımına bırakılan bir grup insandan şu kadarı nezle olur, şu kadarı da olmaz. Yapısal farklılıklar kabaca bu iki sonucu doğurur. Fakat belirli ölçüde duygusal bir etkiye maruz bırakılan bir grup insanın her birinde ayrı ve özgün bir tepki ortaya çıkacaktır. “Ancak, bazı tür duygusal etkilerle, insanlarda birbirine benzeyen tepkiler de alınabilir. Parmak izlerinin hepsi birbirinden farklıdır ama, hiç balpeteği şeklinde parmak izine de raslanmamıştır. Parmak izi, belirli genel sınırlar içinde farklılıklar gösterir. İnsan sinir sistemi de, bütün bireye özgülüğüne rağmen bir “insanın” sinir sistemidir. Bu yüzden savaş, doğal afetler, bayramlar gibi durumlar insanların çoğunda benzer şekilde öfke, hüzün, sevinç ya da birbirine çok benzer düşünceler doğururlar. Sinir sistemimizin özgünlüğü daha çok psikolojinin konusunu oluştururken, ortak yanları da daha çok sosyal-psikolojinin çalışma alanını teşkil eder.”1 DÜRTÜ: (Saik, Motive). Kaynağı duygulanım olan neden… Kaynağı us olan güdü terimine karşı kullanılır(Felsefe Sözlüğü). Fizyolojik ya da ruhsal dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan ve canlıyı türlü tepkilere sürükleyebilen içsel gerilim(Ruhbilim terimleri Sözlüğü). DÜŞÜNME: (Tefekkür, Thought). Düşünme, Muhakeme ve hayal işlemlerini kapsar. Bilinç bundan fazla olarak, duyu organlarından gelen İdrakleri pasif izleme işlemini de ifade eder. Pasif izleme kavramına, reflekslerimiz ve hareketlerimiz, dengemiz, duruşumuz da girer. Pasif izleme sırasında İdrak çalışmaları yüzünden sık sık Düşünme eylemi ortaya çıkıp- kaybolur. Bir problem ile karşılaştığımızda, önce verili durumun analizi ile, problemi tanımlarız. Düşünmenin iki öğesinden hayal, isteklerimizden hareketle problemin muhtemel çözülmüş halini oluşturmamızı sağlar. Bu hayal, amacı oluşturur. Düşünmenin diğer öğesi muhakeme, bu amaca ulaşabilmek için verili durum ile amaç arasındaki uyumsuzlukları saptar ve giderme yollarını arar. Düşünme yetimiz başlıca iki parçadan oluşur: Birisi hafızadaki verileri çağırma ve yaşanmış olayları yeniden izlemedir. Bu olayları rasgele sırada çağırıp, birbirleri ile rasgele bağlayarak eğlenebiliriz de. Bir oyun gibidir bu: Hayal etmek. Hayal, hafızadaki herhangi bir objeyi, zamanda serbestçe ileri veya geri götürerek, farklı mekanlar içinde ve farklı olaylar içinde algılayabilme yetimizdir. 1 Nadir Bencan, Düşünen hayvan- Bir Canlılar Psikolojisi Denemesi:

Page 37: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

İkincisi ise, bir engelle karşılaştığımızda ortaya çıkan problem çözme faaliyetidir. Bunun için önce problemin muhtemel çözüm şeklini hayalde oluşturmak, sonra şimdiki durum ile hayaldeki çözümü karşılaştırıp aradaki farkları saptamak, sonra en önemli farktan başlayarak bu farklılıkları ortadan kaldırmanın yollarını tek tek hayal etmek ve onlara da aynı süreci uygulamak gerekir. Yani problemi daha küçük parçalara bölmek ve her küçük parça için bir temel süreci işletmek: “Çözülmüş halini hayalde canlandır, engelleri sapta, engelleri ortadan kaldırma yöntemini seç”. Eğer hem problem yabancı ise, hem engeller kolay saptanamayacak muğlaklıkta ise, hem de hafızadaki –daha önce kullanılmış- çözüm yolları işe yaramayacak gibi görünüyorsa, iş zor demektir. “Artık düşün dur!..” Aslında böyle bir durum, daha fazla veri işleyerek daha uzun süre aynı zihinsel mesaiyi harcamaktan ibarettir. Zorluk, zihnimizin çok çabuk yoruluyor olmasından kaynaklanmaktadır. Muhakeme ortamında(Kısa Süreli hafıza, Çalışma hafızası) çok sayıda bilgi varsa, dikkat bunlar arasında birinden diğerine atlayarak dolaşır. Dikkat eğer bu atlamaları yapmazsa, dikkat altında olmayan bilgi hemen kaybolur. Muhakeme ortamındaki fikirler ancak dikkat ile beslendikleri süre boyunca o ortamda kalabilirler. Yoksa hemen kaybolurlar. Bu yüzden dikkat onları tek tek ve sık sık dolaşmalıdır. Bu yüzden muhakeme işlemi çok enerji ister ve beyin için çok yorucudur Bu temel problem çözme süreci, yani “Çözülmüş halini hayalde canlandır, engelleri sapta, engelleri ortadan kaldırma yöntemini seç” yöntemi, daha bebekliğimizden itibaren öğrendiğimiz doğal ve basit bir algoritma ile işler. İhtiyaç duyulan bütün veriler hafızada mevcuttur. Problemin çözülmüş halini hayal etmek böyledir. Çocuk, bir istek için bir problem ile karşı karşıyadır ve bu istek, bilemediniz buna çok benzeyen bir istek için bir çözüm daha önce yaşanmıştır. Engeller hakkında da, yöntem hakkında da aynı şey geçerlidir. Büyük ihtimalle muhakemede yapacağı tek ekstra şey, en yakın benzer problemi seçmek ve ona daha önce uyguladığı çözümü aynen uygulamaktan ibaret olacaktır. Bu çözüm, “bana ne, ben şunu istiyorum” diye ağlamak bile olsa. Bu davranışının sonucuna göre, hafızasına, “şu isteklerde ağlamak bir çözüm yöntemi olarak işe yarıyor, şu isteklerde yaramıyor” diye yeni bir bilgi eklemiş olacaktır. Daha önce yaşanmamış problemlerle karşılaştığında, çocuk öncelikle anne babasına sorma ve çözüm yolunu onlardan öğrenme yolunu seçer. Bu yöntemin de etkili bir problem çözme yöntemi olduğunu ilk bebekliğinde, daha konuşmayı öğrenmeye başlarken öğrenmiştir. Gerçekte, yetişkin hayatında da ender olarak kapsamlı muhakeme yapmak ihtiyacı doğar. Gündelik hayatımız, daha önce çözmüş olduğumuz problemlerin çözümlerini kullanarak sürdürülür. Yetmediği yerde başkalarına danışırız. Yetmediği yerde problemden uzaklaşmaya çalışırız. O da yetmezse, ancak o zaman problemi çözmek için kafa yormaya başlarız. İşte Yapay Zeka’mız da iş yükünün büyük bölümünü mevcut bilgileri ve mevcut çözüm yöntemlerini kullanarak problemleri çözmeye harcayacaktır. O da ender olarak “muhakeme modülünü” tam kapasite ile doldurup sınırlarını zorlayarak çalıştırmak zorunda kalacaktır. Ama buraya kadarı hala “Yapay Zeka” değil, belki “Yapay Düşünme” olarak kalacaktır. EGO: (Benlik Bilinci, Self). Bilinç, canlı organizmanın karşı karşıya kaldığı geçici problemlerin çözümü için vardır. Bu amaçla etrafı ve iç dünyayı gözleyecek, iç dünya ile çevre arasındaki faydacı dengeyi(self, ego, nefs) sürdürebilmek için uygun bir “gelecek” hayal edecek ve bu gelecek için plan yapacaktır. Denge, son derece dinamik bir dengedir, çünkü iç ve dış ortam sürekli değişmektedir. İşte bilinç, bu denge için vardır. Bu dengeyi kurmak üzere bir içgüdü ile desteklenmiştir.

Page 38: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Sözkonusu içgüdü, tıpkı yeni doğan bebeğin memeyi arama emme refleksi gibi, beyine gelen her türlü uyartıda “ben ve başkası” taraması yapmak üzere yapılanmış olmasıdır. Ego başlığı altında göreceğimiz gibi, mekanın sıfır noktasında, zamanın şimdi noktasında ve bütün duyuların belirli bir koordinasyonu ile gelen uyartılar, “ben” bilincini oluşturur. Yukarıda bahsedilen tampon belleği izleyen işte bu “ben” bilincidir. Yapay Zeka neden bir ego ihtiyacı duyar? “Bizim belirlediğimiz parametreleri değerlendirerek birtakım tercihler yapabilen bir sistem tasarlayabilirdik ve bu sistem, bizim zekice hazırladığımız algoritmalar sayesinde çok miktardaki bilgiyi çok kısa sürelerde işleyerek zeki kararlar alabilirdi. Fakat sistem eğer gerçek bir zeka olacaksa, küçük bir ego’ya ihtiyacı vardır. Mekan idrakinde, ego merkezdedir, sıfır noktasındadır ve yönleri, uzaklıkları bu merkeze göre değerlendirir ... Bir merkez tanımlamadan, mekan idrakini sağlayamıyoruz ... Sağ, sol, ön, arka, yukarı, aşağı, içi, dışı, her türlü mekansal durum tesbitleri için bir referans noktası, bir nirengi noktasıdır ego. Zaman idraki için de böyle. Geçmiş ile gelecek arasında, sıfır noktasında durur. Yani şimdi noktasında, .... Sistemin kendi sürekli zaman algısı olmak zorunda.” “Aldığı girdilerin mekan ile ilgili olanlarını, kendini merkeze koyarak düzenleyecek, ortamın bir haritasını oluşturacak ... İlk görevi bu. Yani aldığı bilgileri mekanda bir yere yerleştirecek. Üstelik o mekan, tanıdık bir mekan olmalı, yani daha önceki bilgileri ile bağlantı sağlama imkanı sunmalı. Değilse, önce mekanı tanımaya çalışır, keşfe çıkar ego. Sonra, o mekanda yer alan hareket bilgilerini, hafızadaki hazır hareket şablonlardan birine göre etiketlemesi gerekir. Yani koşan insan varsa, sallanan kol hareketlerinin şablonuna değil de, hangi mesafeyi ne kadar zamanda aldığı ile ilgili bir hız şablonuna odaklanır mesela. Burada da zaman içinde değişim önem taşır ve gene bir merkez, yani ego gerekir.” “Bu kadar değil, istek mesela. Sistem, klasik programlar gibi bizim isteklerimizi yerine getirmekle yetinmeyecek, kendi isteklerini de yaratacak. Düşünme’nin motivatörü isteklerdir. Sonra duygular var. Ne zaman tatmin olacak bir işlemden? Sonra, her türlü saldırıdan kendisini koruması gerek. Bütün bunlar için bir ego şart oldu işte. Ego modülü, her fikir’e, duygularla ve isteklerle ilgili bir değer ekler.” “Bir ego modülü olmadan, sistem bir kullanıcıya bağlı olmaktan kurtulamaz ve kendi başına değerlendirmeler yapamaz. Kendi yönünü çizemez. Bilgiyi bilgisayar için anlamlı hale getirmenin başka yolu yoktur. Mutlaka kendi iyi ve kötü ölçüleri olacak, kendi doğru ve yanlış değerleri olacak. Bunun için de eğitim aşamasında, hatalarda cezalandırılması gerekir. Başarılı değerlendirmelerinin ödüllendirilmesi gerekir. Ödül ve cezayı öncelikle başlangıç değerleri ile tanımladık, daha sonra da eğitim aşamasında sık sık kullandık. Ödül ve korku, şartlı refleks oluşumu için elzemdir, öyle mi?”(Nadir bencan, Bilge)

FARKINDALIK: ().Algılar Ön Muhakemeden geçerken geniş çapta elemeye tabi tutulurlar. Ön Muhakeme işlemleri Bilince kapalıdır. (bkz. Ön Muhakeme). Bu elemeyi aşabilen uyartılar için, bir “Farkındalık bandı”ndan söz edebiliriz. Bu band, bilinçli çaba ile veya şartlanmalarla genişletilip daraltılabilir. Aynı şekilde, ön muhakemenin Bilinç dışı farkındalığı belirli konularda azaltılıp çoğaltılabilir. Farkındalık, Şartlı Reflekslerin “refleks” özelliğinin bir gereğidir(Bkz. Şartlı Refleksler). Refleks olarak Bilinçten önce otomatik tepki verir(Ön Muhakeme yolu ile), Bilinçten geri besleme yolu ile de sınırları genişletilip daraltılabilir, seçilen obje veya olay için hassasiyeti ayarlanabilir.

Page 39: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Hafızadan gelen Figür türü bilgileri de, beynimiz, tıpkı dış dünyadan gelen bilgiler gibi ‘fark eder’. Hafızadan gelen Fon türü bilgiler ise, bilinç tarafından “fark edilmeye” çalışılır ve fark edilemediği için de, rasyonalize edilir. Yani akla uygun farketmeler haline sokulur. Hafızadan gelen bilgiler için de Bilincin Farkındalığı söz konusudur.

FİKİR: (thought, belief, concept, idea, opinion, mind, advice, suggestion, attitude, cogitation, conceit, conception, estimation, hint, impression, inspiration, notion, position, thinking, verdict, view, voice, sentiments):

“Düşünen Hayvan” kitabından bu konuda şunları öğreniyoruz:

“Karikatürlerde, bazen kafanın üzerinde yanan bir ampülün ne anlama geldiğini hepimiz biliriz. Bir buluş olarak sembolize edilen yeni bir fikir, bir çözümdür o ampül. Eğer kafamızın üzerinde gerçek bir ampülümüz olsaydı, karikatürlerdeki gibi yalnızca dâhiyane buluşlarımızda ve zor problemlerin parlak çözümlerinde yanmayacaktı. Tersine, zayıf bir ışıkla da olsa, sürekli olarak yanıp söndüğünü görecektik onun. Ama hiçbir zaman sürekli yanmayacak, zayıf veya kuvvetli olsun hep bir an parlayıp sönecek, bunları yeni ama başka fikirlere ait parlamalar takip edecekti.

“Bu parlamaların önemlice olanlarını günlük hayatımızda hepimiz kolaylıkla fark ederiz ve bunu, ‘aklıma bir fikir geldi’ diye ifade ederiz. “Ne yazıktır ki ‘fikir’ konusunda bize bilgi verebilecek hemen hiç araştırma yapılmamıştır. Bu, hem bir kavram olarak ‘fikir’in ayrı tarif edilmemiş olmasından, hem de beyinde, bilinç ile beynin geri kalan bölgeleri arasındaki bağlantı unsuru olmasındandır. Bilinç, fikir hakkında bilgi sahibidir. Ama ‘fikir’in ortaya çıkı ş sürecini izleme ve değerlendirme imkânından yoksundur. Çünkü bu süreçlerin hemen tamamı bilinç dışında meydana gelir. Dolayısıyla fikir, beyinde, objektif izleme ve araştırılması en zor konulardandır. Ama şu kadarını bilebiliriz şimdiden: En azından bir sinir faaliyeti olduğuna göre, gelişi belli milisaniyelerle ölçülebilir olmalıdır. Belli eşik değeri aşan uyartılarla (çağrışımlar veya duyumlar) ortaya çıkıyor olmalıdır. Bir art-deşarj’a sahip olmalıdır; yani, peşpeşe ancak belirli aralıklarla bilince geliyor olmalıdır. Ayrıca, yavaş yavaş ve devamlı değil, bir anda ve bütünüyle gelen bir ‘paket’ olmalıdır. Hatırladığımız gibi bunlar, bir sinir hücresindeki iletimin özellikleridir. “Bilgilenmenin genel bir şemasını çıkarırsak, Fikir hakkında daha net bilgilere kavuşabiliriz. Beynimize, beş duyudan ve diğerlerinden ayrı ayrı sinyaller gelmektedir. Dikkat tarafından elenip kortekse ulaşabilen bilgiler, korteksteki lokalizasyon bölgelerinde kodlanır. Yani bilinç diline çevrilir ve aynı anda merkezde bunlara konum, zaman, eşlik eden duygulanım vb. kodlar eklenerek, tek bir kod halinde saklanırlar. Bu kod, o an alınan tüm bilgileri kapsayan üç boyutlu bir fotoğraf gibidir ve bir figür ve onu çevreleyen bir fondan meydana gelmiştir. İşte bu kod, ‘fikir’dir. Hafızada saklanan da budur. Aristotelesteles bunu, ‘zihindeki iz’ diye tanımlar ve yazıların ve dillerin toplumlara göre değişmesine rağmen, zihindeki izlerin tüm insanlarda müşterek olduğunu ve objelere dayandığını söyler. Hafızadan çağrıldığında, bir bilgisayarın yazıcıyı çalıştırması gibi, korteksin lokalizasyon bölgelerinde (veya aynı işi yapacak bir başka bölgede) yeniden deşifre edilir ve ilk sinyallerin aynısı hayalimizde canlanır. Yani olayı ve objeyi görüyor, duyuyor, yeniden o anı yaşıyor gibi oluruz. “‘Hayalimizde canlanma’ deyince, artık bilinç sahasına girmişiz demektir. Duyu organlarından gelen sinyaller veya hafızadan gelip deşifre edilen fikir, beynimizin bir yerindeki bir ekranda(bilinç) belirir. İşte bu ‘ekranda belirme’ sayesinde biz, ‘biliriz’. Ekranda peşpeşe fikirlerin gelip gitmesi ve bunlar arasında kurduğumuz bağlantılar, çevreden bilgi sahibi olmamızdır.

Page 40: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Hafızadan gelen bilgileri, beynimiz, tıpkı dış dünyadan gelen bilgiler gibi ‘fark eder’. Hafızadan gelen ‘sezme’ türü bilgiler ise, bilinç tarafından “fark edilmeye” çalışılır ve fark edilemediği için de, rasyonalize edilir. Yani akla uygun fark etmeler haline sokulur. “Hafızadan gelen fikirler mekan ve/veya zaman ile ilgili bilgileri taşırlar. Mekan bilgileri, eski dilde tasavvur diye adlandırılan şeydir nesnenin şekil ve konum bilgilerini içerir ve musavvira denilen bir yetenek ile anlatılır. Bir nesnenin uzaydaki konumunu ve durağan haldeki özelliklerini zihinde yeniden canlandırmak eylemidir. Benzer şekilde, zaman bilgileri de hayal diye adlandırılır, nesnenin hareket bilgilerini içerir ve muhayyile denilen bir yeteneğe bağlanır. Tasavvur bir fotoğrafa, tahayyül bir video klipe benzetilebilir. Tasavvur ve hayal, bizim tanrısal yeteneklerimizdir. Orada her şey her şeyle yanyana gelebilir, aynı anda her yerde olabilir ve anında her yere gidebilir, her şey olabilir, hem de bir anda. “Ol” deriz ve olur!” .... “Beynimizin temel işlem birimi ‘fikir’ dir. Beyne gelen bilgiler, ancak bir fikir oluşturabildikleri takdirde işleme alınabilirler. Yoksa beyin, bir fikir oluşturana kadar dikkat kesilmiş halde bekler. ‘....e....e....e...’yi görmemiz, beyinde özel bir anlam yaratmaz. Zorlanırsa, üç adet ‘e’ harfi ve noktalar, yazının rengi, kağıdın türü, yeri ve zamanı olarak fikirleştirmeye gider. Halbuki ‘M..m..l..k..t’ harfleri, kısa bir dikkatten sonra, sesli harfleri eksik yazılmış ‘Memleket’ kelimesi olarak fikirleştirilir. I şık yanıp söner. Beyin algıyı işlemiştir. “Radyoyu kurcalarken, Çince haber okuyan bir istasyon bulduğumuzu düşünelim. Koca bir konuşmanın bizde yarattığı fikir, sadece bu tuhaf ses kalabalığının eğlenceli veya sıkıcı olduğudur. “Halbuki Çince bilseydik, yani konuşmayı beynimiz deşifre edebilseydi, konuşma süresince kafamızda binbir fikir dolaşmaya başlayacaktı. “Özetle beynimiz, kendisine ulaşan iç ve dış uyarıları kendine göre şifreliyor, işliyor, saklıyor, geri çağırıyor. Şifrelenemeyen uyarılar ise beyinde hiçbir işleme tabi tutulamıyorlar. Bir bilgisayar da, klavyeyi dijitale çeviren ‘çevirmen’i devreden çıkarsak, bizim tuşlara basmamızı bön bön seyredecek ve hiçbir işlem yapamayacaktır. “Fikir, paket halindedir. Tek tek özellikleri, nicelikleri değil, nitelikleri ifade eder. Fikir bir bilgi değil, bir fotoğraftır. Birçok bilgiyi birden içinde barındırır. En çok bilgiyi barındıran fikir ile en basit bilgiyi ihtiva eden fikir arasında, geliş süresi ve işleme açısından hiçbir fark yoktur. İkisi de bir anda gelir ve kesilir. Artık bilinç, o paketi açıp içindekileri okumakla uğraşacak, yani fotoğrafı incelemeye başlayacaktır. Bu inceleme süresi, fikrin geliş süresinden elbette daha uzundur ve ihtiyaca göre yeni fikir gelinceye kadar sürer. “Bazen yeni bir fikre ihtiyaç olduğu halde, yeni fikir gelmeyebilir. İşte, konuşurken ara sıra araya sokuşturduğumuz ‘eeee’, ‘efendime söyliim’, ‘annadın mı’, ‘ondan sonra’ gibi klişe anlatımlar, yeni fikir gelene kadar karşımızdakini ve kendimizi oyalayarak zaman kazanma çabamızı ifade ederler.” .... “Fikir, fon ve figür olarak gelir ve bu haliyle bilinçte işleme alınır. O anki düşünme akımı açısından gerekli olan bilgi, figürdür. Paketteki diğer bilgiler açıktan koyuya giden bir sis perdesi altında fonda beklerler. Ama gelen bir fikirdeki figürü, aynı fikir içinde fon yapıp, fondaki bir bilgiyi figür haline getirmek mümkün değildir. Bunun için, aranan yeni bilgiyi figür olarak taşıyan yeni bir fikir gerekir. Gelen yeni fikirde, bir önceki figür bu defa fondadır. Çünkü beynimiz, sahip olduğu her veriyi ister basit ve tek, isterse en kompleks yapıda olsun, bir tek fikirle temsil etmektedir. Ahmet, bir fikirdir. Ailesi ile birlikte Ahmet, başka bir fikirdir. Dişini çektirmiş Ahmet, önceki Ahmet’ten ayrı bir fikirle temsil olunur. Ahmet’in içinde bulunduğu Türkler, insanlar, evren, ayrı ayrı

Page 41: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

fikirlerdir. Takılar ve eklemelerle bunlar birbirine çevrilemez veya türetilemez. Yani burada, bir artı bir eşittir iki değildir. Bir artı bir, başka bir ‘bir’ yapar. Bir fotoğraf olarak, kompleks bir fikrin ne kadarlık ayrıntısı gerekiyorsa, o kadar büyütülmüş hali yeniden, ayrı bir fikir olarak gelir. “Algı aşamasında, eğer peşpeşe sıralanıp da bir nicelik özelliği almıyorlarsa, nitelik olaylar kolaylıkla fikirleşirler. Halbuki niceliklerini algılamak istediğimiz bir olay ya da obje için ek bir enerji harcarız (kavrama). İnsan beyninde, normalde, memeli bir hayvan olarak çevreye uyabilmeye yetecek ortalama bir ayrıntı düzeyinde fikir oluşur. Beynimiz, biyolojik olarak buna ayarlanmıştır. Özel bir istek veya çaba yoksa, algıladığımız her şey, yaşamak için gerekli bir ayrıntı düzeyinde, kaba veya ince olarak fikirleşir. Örneğin bir insanın yüzü ve gözündeki çok ince değişiklikleri fark ederiz ama, ayağımızın ucundaki minik bir taş parçası ile bir buğday tanesini ayırt edemeyiz. Halbuki bir tavuk, buğday tanesini bir çırpıda fark edebilirken, bir insan yüzünü siluet olarak algılaması yetmektedir ona. Doğal gerekliliğin dışındaki ince kavrama olayı organizmayı yorar ve zorlar. Çeşitli niceliklerin uygun tarzda birleştirilip bir fotoğraf haline getirilmesi, bunun nasıl bir fotoğraf olması gerektiğini tayin çabası, fotoğrafı yeterli görmeyip başka bir açıdan (başka figür ile) yeniden fotoğraf istenmesi; bu, muhakemedir.” 1 Fikirde, Bilincin gördüğü şey Figürü, Ön Muhakemeden gelen gölgeler de Fonu oluştururlar. GENELLEME: (Generalisation).Şartlı Refleks oluşumunun özelliği. Genelleme, Ayırım süreci ile birlikte yürür. GÜDÜ: (Motive). Bilişsel kaynaklı neden. Dürtü terimi, Duygusal kaynaklı nedenler için kullanılır. HAFIZA: (Bellek, Memory) “Hafıza, tüm hayvanlarda beynin ortak bir fonksiyonudur. Aldığımız bilgileri saklayamazsak, hayat birbirinden kopuk saniyelerden ibaret olurdu. Hafıza, geçmiş ile şimdiki zaman arasında bağlantı kurmamızı sağlar ve böylece geleceğin kapılarını aralar. Hafıza, bütün hayvan türlerinde doğal yaşam için yeterli bir kapasiteye sahiptir. İnsanda da öyledir. Fakat insan, doğal hafıza kapasitesi ile yetinmeyip yazıyı icadetmiş, kitaplıklar doldurarak kendisine muazzam bir yedek hafıza deposu yaratmış ve böylece diğer hayvan türlerinden farklı çevre ilişkilerine girebilmenin yolunu açmıştır. Hafıza zamanın “şimdi” noktasına kadar edindiğimiz bilgileri taşır. Düşünme alanımız, hafızaya paralel bir zaman oku olarak değerlendirilebilir. Ama yalnızca geçmişi değil, geleceği de içermektedir. Gerektiğinde muhakemede kullanmak üzere, bu zaman oklarından geçici birkaç tane daha yapıp-bozabiliriz. Hafızadan istediğimiz bir parçayı alıp bu zaman okunun istediğimiz yerine(geçmiş veya gelecek) yerleştiririz ve düşünme eylemi böylece başlamış olur. Biz, nesnel gerçeklik olarak yalnızca hafızamızdakileri ve anlık algılarımızı, yani şimdi ve geçmişi yaşarız. Fakat zihnimiz, (Homunculus- kafamızın içindeki küçük adam) hafızayı ve hayali, geçmişi ve geleceği aynı anda ve aynı önemde yaşar. Herhangi bir olayı hafızadan alıp da bu zaman oku üzerine koyduğumuzda, zaman okunu bir şaryo gibi kullanabiliriz. Şimdi noktasını o olayın neresine getirirsek, oradan gerisi geçmiş, oradan ilerisi gelecek olur ve bir beklentiyi ifade eder. Bu beklenti çok önemlidir. Yeni algıladığımız bir duruma uyan bir anı parçası bulduğumuzda(kavram veya olay), o anıyı alıp hemen yeni durum için bir şablon olarak kullanmak isteriz. Böylece o anının “şimdi”den sonraki gelişimi, yeni durumun

1 Nadir Bencan, Düşünen hayvan

Page 42: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

gelişimi beklentisi olarak işimize yarar, tutumumuzu belirler, muhakememizi kolaylaştırır.” (Nadir Bencan, Düşünen Hayvan) Bugüne kadar hafıza konusunda yapılan nörofizyolojik araştırmalarda, beyinde, hafıza merkezi veya hafızanın en önemli merkezi denebilecek bir yer bulunamamıştır. Beynin çok değişik bölgelerindeki hasarlar hafızayı etkilemektedirler. Üzerinde çok yoğun araştırmalar yapılmasına rağmen Hafıza konusunda elde edilen bulgular net bir Hafıza Modeli geliştirilmesine imkan vermemektedir. Beyin çalışmalarında en fazla teori herhalde hafıza konusundadır. Hafıza, Bilgilerin zaman sıralı olarak saklandığı veritabanımızdır. Bir YZ veritabanı, her duyu alanından gelen Bilgiler için ayrı tablolar, Duygular için ayrı tablolar, Bir “Olay” tablosu ve bir “Kavram” tablosu içermelidir. Hafızada kayıtlar sürekli bir zaman akışı şeklinde, sorgulamalar ise bir zaman kesitini esas alan satır grupları düzeyinde yapılır. Veritabanı, Bilincin erişimine kapalıdır. Bilinç, hafızayı, kayıt, silme ve sorgu süreçlerini izleyemez. Bir çağrışım sonucu hafızadan süzülüp geçici muhakeme tablolarından birine(İşlem Hafızası, Kısa Süreli Hafıza) alınan hafıza parçasını(view, rapor) izleyebilir. Hafıza kayıtlarının kaynağı Duyulardan gelen Algılardır. Bu Algılar Ön Muhakemeden(Farkındalık) geçerken geniş çapta elemeye tabi tutulurlar. Eleme işlemi sırasında Duygusal ve Bilişsel Değerler etkilidir. Elemeyi geçen Algı, bu değerlerle birlikte bir Bilgi(İdrak) halini alır ve Olay tablosuna kaydedilir. Aynı anda duyular, duygular ve diğer tablolara da aynı Bilgiye ait nicelikler kaydedilirler. İdrakimiz ortalama 250 milisaniye(1/4 saniye) ile sınırlıdır. Bu demektir ki, insan hafızasının tablolarında en fazla ¼ saniyede bir satır eklenebilir. ¼ saniyelik her bir satır, kendi başına bir Bilgidir. Zaman sıralı bir kayıt düzeninde, değişik zaman kesitleri ile çalışmamız gerekebilir. Bir günlük kayıtlarımızın tamamı bir kesit olarak alınabilir, bu bizim gündelik sıradan (rutin) yaşamımızı ifade eder. Ama o bir günlük kaydın içinde “sabah” ayrı bir zaman kesitidir. Bunun içinde “kahvaltı” ayrı bir zaman kesitini, “kahvaltı” ve “büroda geçen ilk birkaç saat” birlikte gene ayrı bir zaman kesitini ifade eder. ¼ saniyelerden oluşan satırların her türlü ardışık gruplanması, bir Bilgi olarak ele alınabilir. Satırları neden gruplamamız gerektiği, canlı yaşamı ile ilgili genetik bir sorundur. Hafızanın sorgulama sistemi, Bilinç dışında ayrı bir “iç göz” gibi, bir “satıra” değil bir “alana” bakar. Olay temelinde çalışır. Bir Olay ise, zamana yayılmış bir grup Bilgiden başka bir şey değildir. Genellikle bir(veya birden fazla) nesne, değişmeyen(veya farklı biçimde değişen) bir zeminde hareket etmektedir. Canlı organizma, bu hareketleri takip edebildiği ölçüde nesneyi yakalar veya ondan kaçabilir. “ İç göz”, insan hafızasında doğal işleyişinde beş-on saniyelik olayları(20-40 satır) bir bakışta görebilecek yapıda gibi görünüyor. Bu kesit, “iç göz”ün zorlanmadan odaklanabildiği kesittir. Ama bu odağın dışında, Hafızada bu kesitin öncesinde ve sonrasında daha geniş bir kesiti de daha bulanık olarak algılar. Kesintili sıçramalarla da o bulanık alanlara hızlı gidip-gelmeler yapar. Bu sıçramalar(saccade denir), gözümüz bir görüntüyü odaklamışken, bakılan nesnenin bütünü üzerinde saniyede üç defa olmak üzere, başka noktalara gidip-gelmesine benzer. Gözümüz, bu sayede odakladığı bölge ile nesnenin geri kalan yerlerinin(bütünün) bağlantısını koparmamış olur. Dikkati uyarıp da odaklanmayı değiştirmedikçe, bu göz hareketleri Bilinçte algılanmazlar. Aynı işleyiş hafızaya bakan “İç Göz” için de geçerli gibi görünüyor.

Page 43: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“ İç göz”, çağrışım gereklerine göre odağındaki satırları geçici Muhakeme tablolarından birisine kopyalar. Bu suretle o Bilgiler Bilinç alanına çıkmış olurlar. Veritabanının düşünme açısından en önemli özelliği, üç boyutlu olması gereğidir. Bilgiler zaman ve mekan açısından “bilgi” olarak değil, “paket” olarak ele alınacaktır çünkü. “An” olarak değil, “olay” ya da “süreç” olarak ele alınacaktır. “Resim” olarak değil, en az birkaç resimden oluşan bir “klip” olarak ele alınacaktır. İnsan beyni, tek tek noktaları görebilir ama, ortada çok nokta varsa onları çizgi olarak görmek ister. Tek tek çizgileri görebilir ama, çok çizgi varsa onları şekil olarak görmek ister. Çok şekil varsa onları anlamlı bir manzara olarak görmek ister. Parçaları da algılayabilir ama, onları bir bütün içinde algılamak eğilimindedir. Yani algıladığı mekansal bilgileri “gruplayarak” değerlendirmek eğilimindedir(Gestalt Psikolojisi bu temele dayanır). Bu yüzden, eğer ortada dört adet dikine bağlantılı eşit düz çizgi varsa, bunları dört adet çizgi olarak değil de bir adet “kare” olarak ele almamızı sağlayacak bir üçüncü boyut eklemeliyiz tablomuza. Aynı şekilde, “zamana yayılan mekansal değişiklikler” olan olayları kaydedebilmemiz için de tablonun üçüncü boyutuna ihtiyacımız olacaktır. Burada da, kısa zaman içindeki olayları daha büyük bir zaman parçası içindeki olaylarla birleştirip, daha büyük resmi görmek eğilimi vardır. Benim şu anda çay içiyor olmam, bilgisayarda saatlerdir yazı yazıyor olmam olayının bir parçasıdır. Ama bu parça, bardağa uzanmam, onu uygun şekilde yakalayıp ağzıma götürmem, ….vb. gibi alt parçalara sahiptir. Ayrıca bugün yazdığım yazı da, haftalık, aylık, …., 25 yıllık bir amacın küçük bir parçasını oluşturmaktadır. Bu eğilimin alt ve üst zaman sınırları her canlı türünde farklıdır. İnsanda doğal olarak ¼ saniyeden başlayarak, olayları birkaç dakikalık bir bütünün parçaları gibi algılamak eğilimi var gibi görünüyor. Daha uzun zamanları bütünleştirmek, eğitim ve tecrübe sonunda, ek bir zihinsel çaba ile mümkün olabiliyor gibi. Başka canlı türlerinde, biyolojik ihtiyaçlarına göre bu süreler daha farklı olabiliyor. Hafızanın işleyişi ile ilgili olarak genellikle “kısa süreli hafıza” ve “uzun süreli hafıza” diye ikili bir model önerilir (ana hafıza deposu ve ön hafıza olarak da adlandırılır). Bazı bilim adamları bunu yeterli bulmayarak üçlü, dörtlü modeller önermişlerdir. Bunlara göre, “çok kısa süreli” ve “orta süreli” olarak da ayırmak gerekmektedir. Bazı bilim adamları “olgu hafızası” ve “beceri hafızası” (bisiklete binme, müzik aleti çalma vb. gibi kas hareketleri ile ilgili hafıza) diye ayrıma gitmişlerdir. Bazı hafıza teorilerine göre, “deriyi yüzmek”, “o maçı almak” veya “o penaltı atışı” gibi olaylar “episodik hafıza” kapsamında kaydedilirler. Fakat bu kayıtlar orta vadede kaybolur ve sadece bu anıların izleri, bunlara dair bir genel bilgi veya genel bir “anlamsal içerik” kalır. İşte bu izler, yani etiketler, diğer bazı kavramlarla birlikte “semantik hafızayı(semantic memory)” oluştururlar. Semantik hafıza, episodik hafızanın bir alt katmanı değil, ayrı yapılanması ve işleyişi olan ayrı bir hafızadır bu teoriye göre. Hafıza ile ilgili bir başka sınıflandırma da, hafızayı zaman temelinde ikiye ayırır: Geçmiş ile ilgili hafıza(retrospektif memory) ve gelecek için yaptığımız planlar ve hayallerimiz ile ilgili hafıza(prospektif memory). Bazı bilim adamları da hafızayı bir bütün olarak incelemek gerektiğini, sürelere göre bölmenin hatalara götüreceğini öne sürmüşlerdir. Aşağıda, Hafızanın sınıflandırılmasına referanslar veren bazı çalışmaları aktarıyorum: “Belleğin, bilgiyi işleme ve yorumlamada (Information-Processing Model) farklı aşamalar kat ettiği bilinmektedir. Bunlar: duyusal kayıt, kısa süreli bellek (çalışan hafıza) ve uzun süreli bellektir (Banikowski & Mehring, 1999).

Page 44: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“i) Duyusal Kayıt: Çevre ile etkileşim halinde bulunan birey, duyu reseptörleri vasıtasıyla devamlı kendine gelen uyarıcıları algılar. Bireyin gördüğü, işittiği, duyduğu tattığı ya da hissettiği şeyler duyusal kayıtın içeriğini oluşturmaktadır. Bu hafızanın kayıt hızı bir milyonUYARTI/saniye olarak belirtilmektedir (Soylu, 2004). Oldukça büyük bir kapasiteye sahip olan duyusal kayıt ne yazık ki bu kaydı saniyeler sonra kaybeder. Görsel bilgi 1 saniyeden az, dokunma ile ilgili bilgi 2–3 saniye, işitsel bilgi 4 saniye sonra kaybedilmektedir. Ancak yeterli dikkatin harcanması durumunda duyusal kayıttaki bilgilerin kısa süreli belleğe aktarılması mümkün olabilmektedir (Banikowski & Mehring, 1999). “ii) Kısa Süreli Bellek (Primer bellek – Short term memory): Düşünmenin çoğunun ve bilgi işlemenin gerçekleştiği kısa süreli bellek, belleğimizin en fazla iş gören bölümü olarak kabul edilmektedir. Gelen bilgiyi görüntülemesi ve sınırlı kapasite ve sürece sahip olması en belirgin özellikleridir. Kısa süreli bellekte bilgilerin çoğu ses olarak saklanmaktadır. Bu bellekte tutulan bilginin miktarı ve bilginin tutulma süresi yaşa göre değişmektedir. Örneğin bir yetişkin tekrarlama yapmaksızın 10 ile 20 saniye arasında 5 ila 9 öğeyi kısa süreli bellekte tutabilmektedir. Ancak çoğu kişi bir seferde yedi şeyden fazlasını hatırlayamamaktadır. Kısa süreli belleğe gelen bilgi için üç alternatif bulunmaktadır. Ya bilgi ihmal edilir (unutulur), ya tekrar edilerek kısa süreli hafızada tutulur yada tekrarlama ile daha önceki bilgilerle birleştirilerek uzun süreli belleğe transfer edilir Kısa süreli bellekteki bilgiler bir süre hipokampüste saklandıktan sonra uzun süreli belleğe aktarılmaktadır (Banikowski & Mehring, 1999; Ziylan, 2001). “Yakın zamanlarda yapılan araştırmalar kısa süreli belleğin, beyinde yeni sinapsların oluşması gibi yapısal değişiklere bağlı olmadığını, beyindeki elektriksel ve kimyasal olaylara bağlı olduğunu ifade etmektedir (Chudler, 2005). “iii) Uzun Süreli Bellek (Long term memory): Uzun süreli bellek; sekonder (intermediate) bellek ve tersiyer bellek olarak iki safhadan oluşmaktadır. Bilgilerin yıllarca saklanabildiği sekonder bellekteki herhangi bir bilginin hatırlanması güçtür. Bir bilginin bu belleğe aktarılması için 30 dakika ile 3 saat arasında bir zaman dilimi gerekmektedir. Kısa süreli bellekteki bilgilerin sekonder belleğe aktarılması için bilgilerin kodlanması gerekmektedir. Benzerlik ya da zıtlıkların sınıflandırıldığı bu bellekte detaylar geri planda, genellemeler ise ön plandadır. Bu bilgilerin uzun süreli belleğe aktarılması, bilgilerin tekrar edilmesi ile gerçekleşmektedir (Ziylan, 2001). Bilginin hem görsel hem de sözel olarak depolanabildiği tersiyer belleğin en belirgin özellikleri ise; limitsiz kapasiteye sahip olması, depolanan bilgiler arasında güçlü bir bağlantılar ağı oluşturması ve uzun bir sürece sahip olmasıdır. Bilgilerin tersiyer belleğe aktarılması güç olmakla birlikte, bu bellekte depolanan bilgiler bir ömür boyu hatırlanabilir. Bir bilginin uzun süreli belleğe yerleştirilebilmesi için sık sık tekrar edilmesi gerekmektedir (Ziylan, 2001). “Uzun süreli bellekte sözcükler genellikle işitildikleri sesleriyle birlikte değil, taşıdıkları anlamları ile saklanmaktadır. Bunun dışında uzun süreli bellekte ses, koku ve görüntülerin saklanması da mümkündür. Bir bilginin uzun süreli bellekte saklanması ancak beynimizdeki nöral bağlantılarda meydana gelen kalıcı fonksiyonel, biyokimyasal ve yapısal değişikliklerle mümkün olabilmektedir. Uzun süreli bellek kendi içerisinde semantik(DECLERATİVE), episodik ve işlemsel olmak üzere üç farklı bölümde incelenebilmektedir (Banikowski & Mehring, 1999; Ziylan, 2001). “Yaygın olarak bilinen bu bellek türleri dışında; anılara ilişkin bellek, anlamlara ilişkin bellek, örtük bellek (farkında olunmayan), açık bellek (farkında olunan), doğuştan ve kazanılmış bellek gibi diğer bellek türleri de bulunmaktadır (Karakaş, 2005).

Page 45: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Bellekteki bir bilginin hiçbir zaman uzun süreli belleğe aktarılmamış olması, uzun süreli bellekteki bilgiyi hatırlama yeteneğimizi kaybetmemiz ve uzun zamanın geçmesi gibi faktörler öğrendiğimiz bilgileri unutmamıza neden olmaktadır (Banikowski & Mehring, 1999).” 1 Ayrıca bkz: STRATEGIES TO ENHANCE MEMORY BASED ON BRAIN-RESEARCH By: Banikowski, Alison K., ) “Bili şsel bilim psikologları belleğin, duyusal kayıt, kısa süreli bellek veya işleyen bellek ve uzun süreli bellek olmak üzere üç bileşenden oluştuğunu ifade etmektedirler. Bilginin kısa süreli olarak depolandığı yere kısa süreli bellek adı verilir, eğer bilgi bellekte tutulmaya gerek görülmezse, bellekten birkaç saniye sonra atılır ve artık geri döndürülemez. Bilginin bellekte tutulmasına karar verilirse, bilgi, uzun ve kısa süreli bellek arasında bir ara işlevsel bellek olarak işlev gösterdiği tahmin edilen işleyen belleğe geçer. “Birçok modele göre, işleyen belleğin bir bölümü belirli bir zaman dilimi için sınırlı sayıdaki bilgiyi depolar, buna karşılık diğer bölümleri bu bilgiyi anlamlandırmak için işlemeye başlarlar. Bu bilgiyi işleme etkinliği bittikten sonra, anlam uzun süreli bellekte depolanır (Carpenter ve Just, 1989: 31- 32) “ İşleyen bellek(Working memory)=Muhakeme: İnsanların merkezi işlemcisi, işleyen bellek olarak adlandırılmaktadır. Bilişsel bir süreci etkilemek için, bilgi uzun süreli bellekten geri getirilip i şleyen belleğe atılmalıdır. İşleyen bellek bu yüzden uzun süreli belleğin aktif bölümünü oluşturmaktadır (Kintsch, 1998: 217). McNabb ve Thurber’e göre (2006: 21) işleyen bellek, içerik, metin yapıları, kelimelerin anlamları, öncül bilgi ve kelime hazinesinin geri getirilmesini belirleyen, uzun süreli belleğin aktif bölümüyle ilgili teknik bir kavramdır. Aktif olan işleyen bellek, düşünceler geliştirmeye ve değiştirilmeye devam ederken, geçici olarak bilgiyi depolar.” ... “Bilginin değiştirilip düzenlenmesi ve kısa süreli olarak depolanmasından sorumlu olan işleyen bellek, bu özelliğinden dolayı okuma anlama, zihinsel aritmetik ve kıyassal usa vurma gibi değişik etkinliklerde, insan bilişi için çok önemlidir (Zoelch vd., 2006: 40) Osaka ve Osaka (2002: 155) işleyen belleğin, eş zamanlı olarak bilginin işlenmesi ve depolanmasıyla ilgili olan bir zihinsel hafıza süreciyle bağlantılı bir kavram olup, okuduğunu anlama, öğrenme ve usa vurma gibi karmaşık bilişsel bir süreçte önemli bir rol oynadığını belirtmektedirler.” ..... “Şetcher (2006: 189) dinlemenin ve okuma anlamanın, içerisinde kelimelerin ve cümlelerin daha kapsamalı bir şekilde işlenmesi ve art alan bilgisiyle uyumu için tutulduğu, ve bir metne ait daha önceden yapılmış yorumların, yeni gelen bilgiyle ilişkisi göz önünde bulundurularak yeniden değiştirilip düzenlendiği bili şsel bir alan olan işleyen belleğe ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. “Huey (1908) (akt. Jonides, 1995: 229-230) dile yönelik okuma anlamada işleyen belleğin kullanılması gerektiğini belirtmektedir, çünkü işleyen belleğe bir cümlenin başında yer alan kelimeleri depolamak için gerek duyulmaktadır, bunun sonucu olarak daha sonra gelen kelimeler tutarlı bir anlam bütünlüğü içinde bu kelimelerle uyumlu hale getirilebilirler.(neden kelimelerle düşündüğümüzü bu olay açıklayabilir. Ses işleme bölgesi-auditory bölgeler, daha uzun süre, 4 saniyeden fazla süre uyartıları takip edebiliyor(Başar). Halbuki visual bölge, daha kısa süre takip edebiliyor. Düşünme sırasında en uzun süre takibini sağlayan organımızı kullanmamız doğal. Bu yüzden düşünürken fotoğrafları değil de kelimeleri-sesli uyaranları- kullanıyoruz. Tabii, visual

1 Esra Keleş, Salih ÇEPNİ, Beyin ve Öğrenme

Page 46: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

uyaranlar da buna eşlik ediyor. Ama yalnızca eşlik ediyor.) (Görsel bilgi 1 saniyeden az, dokunma ile ilgili bilgi 2–3 saniye, işitsel bilgi 4 saniye sonra kaybedilmektedir. Ancak yeterli dikkatin harcanması durumunda duyusal kayıttaki bilgilerin kısa süreli belleğe aktarılması mümkün olabilmektedir (Banikowski & Mehring, 1999)” “ İşleyen bellek kavramı iki açıdan kısa süreli bellek kavramından ayrılmaktadır. İşleyen belleğin tek bir parçadan daha ziyade, bir dizi alt sistemi içerdiği var sayılmaktadır. Baddeley ve Hitch (1974) (akt. Gatercole ve Baddeley, 1993: 4) işleyen belleğin üç bileşenini belirlemişlerdir. Bu bileşenlerden ikisi, fonolojik döngü (phonological loop) ve görsel-mekansal kopyalamadır (visuo-spatial sketchpad). Bu bileşenler gelen bilgilerin akılda tutulmasından sorumludur. Fonolojik döngü, işitsel olarak gelen bilgilerin kullanılması ve korunmasıyla ilgilenirken, görsel-mekansal kopyalama, görsel ve yersel bilgilerin işlenmesi ve akılda tutmasıyla görevlidir. Fonolojik döngü sözel bilginin depolanmasından ve işlenmesinden sorumlu iken, mekansal ve görsel kopyalama ise, mekansal ve görsel bilginin işlenmesinden ve depolanmasından sorumludur (Haris; Cady, QuocTran, 2006: 72). Üçüncü bileşen olan merkezi yürütücü (central executive) kısa süreli belleğe gelen bilgilerin tutulması için hangi deponun kullanılacağının seçilmesinden ve bu bilgilerin derlenmesinden sorumludur.”(Biz modelimizde bu alt alanları, geçici muhakeme tabloları olarak adlandırıyoruz-N.Bencan)1 Hafızanın başka sınıflandırma türlerini de başka bir çalışmadan izleyelim: “Hafızanın bilinen iki alt türü vardır. Kapalı (implisit ya da prosedürel) hafıza algılama ve motor ödevler içindir, bilinçdışıdır. Açık (eksplisit, epizodik ya da deklaratif) hafıza ise bilinçli, hatırlama gerektiren hafızadır. Kişi, yer, nesne ve olguları hatırlamak için gereklidir. “Öğrenme santral sinir sisteminde nörokimyasal değişikliklere neden olmaktadır. En basit öğrenme formları habitüasyon, sensitizasyon, klasik şartlanma ve operan şartlanmadır. Bu öğrenme biçimlerinin hepsi de duyusal nörondaki nörokimyasal bir değişikli ğin (eksitatör nörotransmitter salınmasında azalma ya da artma) sonucudur.(1) “Habitüasyon (Alışma): Kapalı hafızanın en basit formu olan habitüasyonda, hayvan zararsız bir uyaranın özelliklerini ve tekrarlayan uygulamalar sonucunda ona aldırış etmemeyi öğrenmektedir. Uyaran yinelendiğinde, duyusal nöronlarca oluşturulan monosinaptik uyarıcı potansiyeller giderek azalmaktadır. Sinaptik geçişteki bu azalmanın ise duyusal nöronların presinaptik terminallerinden salınan nörotransmitter miktarındaki azalmaya bağlı olduğu bulunmuştur.(2) “Sensitizasyon (Duyarlılaşma): Sensitizasyonda habitüasyonun tersi biçimde, organizma zararlı bir uyarana maruz kaldığında hem o uyarana hem de zararsız başka uyaranlara daha güçlü cevap vermeyi öğrenmektedir. Sensitizasyon heterosinaptik bir süreçtir.(3) Sinaptik gücün artması zararlı uyaranla aktive olan modülatör internöronlarla tetiklenmektedir. Modülatör internöronlar duyusal nöronların presinaptik terminalleri üzerinde akso-aksonik sinapslar oluşturmaktadır. Zararlı uyaran sonrası internöronlardan serotonin ve diğer nörotransmitterler salınmaktadır. Bu nörotransmitterler presinaptik bölgedeki reseptörlerine bağlandıktan sonra gen ifadesini değiştirerek dakikalar süresince duyusal nöronun terminallerinden transmitter salınışını artırmaktadır (Şekil 1). Tekrarlayan uyaranlar ise bağlantılarda günler süren güçlenmeye neden olmaktadır.(4)

1 Salih ÖZENİCİ, İşleyen Belleğin Okuma Anlama Sürecindeki Rolü ve İşlevi:

Page 47: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Klasik şartlanma: Klasik şartlanma sensitizasyondan daha karmaşık bir öğrenme türüdür. Bunda organizma bir tip uyaranı diğeriyle eşleştirmeyi öğrenmektedir. İlk olarak Rus fizyolog ve psikolog Ivan Pavlov tarafından tanımlanmıştır. Davranışsal olarak nötral bir uyaran (şartlı uyaran) destekleyici bir uyaranla (şartsız uyaran) birlikte uygulandığında oluşmaktadır. Eğitimden önce hayvanda şartsız uyaran refleks bir cevap oluşturur ancak şartlı uyaran oluşturmazken, ikisinin kritik arayla uygulanmasıyla yapılan eğitim sonrası, şartlı uyaran tek başına şartsız uyaranın oluşturduğu refleks cevabı oluşturabilmektedir.(5) “Operant Şartlanma: Organizma klasik şartlanmada iki farklı uyaran arasındaki ilişkiyi öğrenirken, operan şartlanmada bir davranış ve onun karşılığı arasındaki ilişkiyi öğrenmektedir. Her ikisinin benzer nöral düzenekleri paylaştığı düşünülmektedir. Her ikisinde de zaman aralığı önemlidir. (10) Sabahleyin duyduğumuz taze yapılmış kahvenin kokusu, ya da diş hekiminin bekleme odasındaki ses ve koku bize geçmiş olumlu ya da olumsuz deneyimlerimizi hatırlatır. Operan şartlanmada davranış, karşılığında aldığı ödül ya da cezaya göre öğrenilmektedir. “Pozitif ve negatif pekiştirme davranışın tekrarlanmasını kolaylaştırırken, davranışın karşılığında verilen ceza davranışın tekrarlanmasını zorlaştırmaktadır.(1) Operan şartlanmadaki öğrenme düzenekleri psikiyatride, özellikle davranış terapisinde kullanılmaktadır. Operan şartlanma sadece yüksek organizmalarda değil, omurgasız ve basit canlılarda da davranışı değiştiren bir hafıza türü olarak görülmektedir.(11)1

Hafıza ve onun çeşitli uygulamaları bugün Bilgisayarlarımızda kullanılmaktadır. ROM, RAM, ÖN Bellek, Tampon Bellek, ses kartları ve görüntü kartlarındaki, yazıcılardaki özelleşmiş hafızalar örnek olarak verilebilir. Beynin çalışmasından ne ölçüde esinlenerek düzenlendiklerini anlatmak için kısa bir örnek verelim: “Yeni gelen öbeklere yer açmak için, önbelleğin içinde bulunan öbek veya öbeklerin silinmesi gerekir. Hangi öbeklerin önbellekten boşaltılacağını belirlemek için kullanılan kurala “Yaz-Sil Denetimi”(Replacement Policy) denir. Yaz-sil denetiminin ana sorunu ileride en az kullanılacak olan öbeğin tahmin edilip önbellekten silineceğeni belirlemektir. Donanımın hangi öbeğin en az kullanılacağını belirlemesi oldukça zordur. Günümüzde hangi öbeğin önbellekten silineceğini belirlemek için kullanılan 2 yöntem vardır: “Rastgele öbek çıkarılması: Önbellekteki herhangi bir konumdaki öbek silinir ve bellekten getirilen öbek bu konuma yazılır. Bu yöntem pek sağlıklı değildir. Önbellekte sık erişilen bir öbeğin silinmesine ve zaman kayıplarına yol açabilir. “En eski öbeğin çıkarılması: Bu yöntemde “ilk giren ilk çıkar”(FIFO) mantığı kullanılır.(İnsan beyni de böyle çalışır N.B.) “Son zamanda en az kullanılan öbeğin çıkarılması:(Least Recently Used - LRU) Önbellekte bir konuma veri yazılacaksa, öbeklerden son zamanda en uzun süredir erişim yapılmayan öbek çıkarılır. Önbelleğin dinamik kullanımı hakkında bilgi gerektirir. Bu nedenle maliyet daha fazladır, ancak FIFO yönteminden daha başarılıdır.

1 Sevda DEMİRCİ, Ertuğrul EŞEL, Öğrenme ve hafızanın hücresel düzenekleri ve psikiyatrik hastalıklarla ilişkisi

Page 48: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Optimum yaz-sil denetimi: Gelecekte hangi öbeklere hangi sıra ile erişim olacağını bilmeyi gerektirir. Bu sıra tahmin edilebilir, ya da kod daha önce çalıştırılarak görülebilir. Ancak maliyet yüksektir.”1 HAYAL: (). Bilinç perdesinde oynayan film. Ön Muhakemenin tetiklemesi yolu ile(çağrışım da denir) Hafızadan gelen bilgilerin Muhakeme alanında yeniden temsili(representasyonu). Gerçeğe uygunluk denetimi yapılıyorsa Muhakeme, Yapılmıyor da serbest akışa bırakılıyorsa Hayal deriz. İÇ GÖZ: ().İç duyular(internal senses)(iner speech, visual imagery, ) Yalnızca göz değil, tüm dış duyularımızın(Görsel-Visual-, İşitsel-audotory-, dokunsal-tactil-, tat-taste- ve kokusal-olfactive-) sanal-virtual- karşılıkları vardır. Muhtemelen ağrı, denge ve diğer iç duyularımızın da. Bunlar beyinde ayrı merkezler olabilirler. Ama yalnızca ilgili duyuların, Hafızadan aynı uyarıyı aldıklarında yeniden aktifleşmesi de olabilirler. Uyarı sinir uçlarından da gelse, hafıza kodlarından da gelse, ilgili duyu merkezlerinde aynı izleri harekete geçiriyor olabilir. Bu konu nörofizyolojide aydınlatılmayı bekleyedursun, bilgisayarda böyle bir sorun bulunmamaktadır. Biz bu representasyonu bilgisayarda birçok teknik kullanarak oluşturabiliriz. Sonuçta yapılan, hafıza kodlarına ulaşıldığında ilgili duyu dosyasını çalıştırmaktan ibarettir. Belki en kolay yolu da, her bir duyu alanına karşılık gelecek şekilde ayrı hafıza tabloları oluşturmak olabilir. Hafızanın sorgulama sistemi, Dışarıya bakan gözümüz dışında ayrı bir “İç Göz” gibi, bir “satıra” değil bir “alana” bakar. Odaklandığı şeyi çevresi ile birlikte algılar, ama netliği çevreye doğru giderek azalmaktadır. Olay temelinde çalışır. Bir Olay ise, zamana yayılmış bir grup Bilgiden başka bir şey değildir. Genellikle bir(veya birden fazla) nesne, değişmeyen(veya farklı biçimde değişen) bir zeminde hareket etmektedir. Canlı organizma, bu hareketleri takip edebildiği ölçüde nesneyi yakalar veya ondan kaçabilir. İç göz”, insan hafızasında normalde beş-on saniyelik olayları(20-40 satır) bir bakışta görebilecek yapıda gibi görünüyor(Bkz. Algı). Bu kesit, “iç göz”ün zorlanmadan odaklanabildiği kesittir. Ama bu odağın dışında, Hafızada bu kesitin öncesinde ve sonrasında daha geniş bir kesiti de daha bulanık olarak algılar. Kesintili sıçramalarla da(Sakkadik hareket) o bulanık alanlara hızlı gidip-gelmeler yapar. “ İç göz”, çağrışım gereklerine göre odağındaki satırları geçici Muhakeme tablolarından birisine kopyalar. Bu suretle o Bilgiler Bilinç alanına çıkmış olurlar. “ İşleyen Hafıza... kendi içinde iki duyusal bilinç içerir; işitsel alan -the phonological loop- (içten konuşma için) ve görsel alan -the visual sketchpad- (görsel canlandırma için). İşitsel alan, sol yarıkürenin klasik konuşma bölgesi olan Broca ve Wernicke alanlarını kullanıyor gibi görünür. Wernicke alanı, işitsel korteks’e komşudur... Aynı şekilde, görsel canlandırma da görsel kortekse ihtiyaç duyar gibi görünüyor, özellikle de güçlü canlandırmalarda.İşleyen Hafıza, bu iki içsel bilinç alanının da amaçlı olarak kullanıldığı yerdir.” (Bernard J. Baars The global brainweb: An update on global workspace theory) İÇGÜDÜ: (İnstinkt). Hayvanlarda, bir türün bütün bireylerinde ortak olarak bulunan, türün hayatta kalmasını ve devamını sağlamaya yönelik dürtülerin tümü. Bitkilerde de benzeri mekanizmalar vardır, ama bunlar hayvanlardaki gibi “güdü” veya “dürtü” sınıfında değerlendirilmezler. Bunun

1 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0%C5%9Flemci_%C3%B6nbelle%C4%9Fi

Page 49: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

nedeni, Güdü veya Dürtülerin davranış ile, yani hareket ile ilgili kavramlar olmalarıdır. Bitkiler ise insanlar açısından anlamlı bir hareket hızına sahip değillerdir, hareket edemez sınıfta değerlendirilirler. İDRAK: (Perception). Algı’yı Bilgi haline getirme süreci. İdrak bir işlemi, Bilgi bu işlem sonucunda elde edilen şeyi ifade eder. Duyu organlarımızdan kalkan sinirler, dış ve iç etkileri beynimizin ilgili bölgelerine ulaştırırlar(Algı). Bu uyartılar Hafızada sorgulanıp, uygun eşleşme bulunduğu anda tanınır, bilinir olurlar. İşte bu işleme İdrak etmek denir. Algı, İdrak sayesinde Bilince çıkar. İdrak edilmemiş Algı, ancak Bilinç dışı işlemlere konu olabilir. İdrakin ölçülebilir özellikleri vardır. Psikometrik ölçümlerde, insanda ortalama idrak süresinin ¼ saniye (250 milisaniye)olduğu bulunmuştur. Bu süre, bir duyu organına uyartı verildikten sonra, o uyartının fark edildiğinin denek tarafından bildirilmesine kadar geçen süredir. Algıda sinir hücrelerinin iletim hızı, çeşitli duyu organlarında farklıdır(50-200 milisaniye). Ayrıca peşpeşe uyartılarda giderek uyartı süresinin uzaması ve şiddetinin düşmesi (yorulma) sözkonusudur. Halbuki İdrak olayı bütün duyu organlarında aynı sürede gerçekleşmektedir ve yorulma da sözkonusu değildir. Bu da bize, İdrakin duyu organları ile değil, beyinde başka bir merkezle ilgili olduğunu gösterir. Ayrıca İdrak, sinir hücreleri gibi bir defalık atımlarla çalışmaz. İdrak, resimleri bir “Olay” haline gelinceye kadar sıralar. Bu konuda Susan Blackmore, ses idraki konusunda şunları yazıyor: “Sesler yalnızca belirli bir zaman süresince algılandığında bir idrak oluştururlar. Dikkatimizi bir sesten başka bir sese çevirdiğimizde, mesela araba sesinden çocuğun sesine, yeni sesi idrak etmemiz için bir süre geçer. İlk frekansta o sesi tanıyamayız, belirli bir zaman bandında o sese ait frekansları blok olarak sorgulayıp tanımamız gerekir. (Susan Blackmore, There is no stream of consciousness) İLGİ: (Affinity). Belli bir amaca ulaşmak için Duygunun ve Dikkatin olumlu yönelimi. İlgi, iç veya dış bir uyarana karşı, organizmada bir yönelme, yaklaşma tepkisi ortaya çıkaran duygudur. Korkulup kaçılan bir uyarana karşı da ilgi duyulabilir. Bu defa ilgi, onu tanımaya ve araştırmaya yöneliktir. Yani organizma bir bütün olarak objeden uzaklaşmakla birlikte, gözü, kulağı ve bilinci ona yönelmektedir. İlgi çeken şey veya olayın, ilgi süresince alışılmışın veya beklenenin dışında bir gelişim göstermesi, HAYRET uyandırır. Eğer ilgi, bir tepki gerektiriyorsa ve bu durumda hayret sözkonusu ise, ne tür bir tepki gösterileceğini kestirememekten dolayı ŞAŞKINLIK doğar

İlginin derecesinde normalden aşağıya doğru gerilemeler olabilir. Bunlar genellikle patolojik haller gösterirler. Durgunluk, isteksizlik, ilgisizlik, bezginlik, duyarsızlık halleri, ya ruhsal, ya da bedensel bir hastalık hali ile birlikte ortaya çıkan, ilginin körelme derecelerini ifade ederler. İLHAM: (Esin, İnspiration). “Etkilenme, çağrışım veya içe doğmayla akla gelen yaratıcı duygu, düşünce, ilham.”1 Ön Muhakemenin, Bilinç tarafından beklenmeyen sonucu. Daha önceki çıkarımlara uyan, beklenen Bilgiler İlham olarak değerlendirilemez. Daha önceki Bilgilere uymayan beklenmeyen, ama yararlı ve öncekilerle uyumlu yeni Bilgiye İlham deriz. İMAN: (Belief). Deneysel olarak doğrulanmamış, pratikle desteklenmemiş olanı benimseme… Bilgi, kanıtlanmış ya da kanıtlanabilir olandır. İman ise kanıtlanmamış ve asla kanıtlanamaz

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük

Page 50: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

olandır. Daha çok dinsel içerikli olarak kullanılır. Diğer alanlarda kullanımı İnanç şeklindedir.(Felsefe Sözlüğü) İNANÇ: (Belief). Bir kanaate dayanarak varılan Yargı. Bilgi, Muhakemeye dayanarak elde edilen Yargıdır. İSTEK: ()”Bir şeye duyulan eğilim, arzu, şevk.”1 Bir programın kendi “İsteklerini” üretebilmesi mümkündür. Kendi isteklerini üretebilen ve hafızasındaki verileri değerlendirerek bu isteklere ulaşmanın yollarını nasıl arayabileceğini “öğrenebilen” bir program, aradığımız Genel Amaçlı Yapay Zeka olacaktır. Sorun, bir programın nasıl “İstek” oluşturabileceğine, bu isteği nasıl bir “Amaç” haline getirebileceğine, ve bu amaca ulaşmak için verileri nasıl işleyebileceğine dair bir model oluşturmaktır. Düşünmenin en önemli altyapı öğesi “istek”tir. İstek olmadan muhakemeye başlanamaz. Boşveririz, kafamızı çevirip gideriz. Beyinde istek, içgüdülerimiz yolu ile sağlanır. Işığa yönelmek, karanlıktan kaçmak, besine yönelmek, anneye ve kendi türümüzden canlılara yakın durmak, karşı cinse ilgi duymak, soğuktan korunmak ve güvenli ortamlara yönelmek bunlardandır. Merak, araştırma, değişikli ğe yönelme ve düzen isteme de bu kapsamdadır. Bu temel isteklerin üzerine, daha sonra edindiğimiz tecrübeler yolu ile çok çeşitli ve incelmiş istekler eklenirler. Salt zihinsel istekler de bunlardandır. Hayatımız için hiç de gerekli değil gibi görünen bir yığın şeyi bilmek isteriz ve kafa yorarız. Bir şeyi istiyorsak ve ona ulaşmada engeller varsa, işte o zaman önce kızgınlık, sonra muhakeme başlar. İkisi de fayda vermiyorsa, vazgeçme davranışı ortaya çıkar. “ İstek Modülü”, bir Yapay Zekanın hayati parçası olacaktır. Eğer bir “İstek Modülü”nü işletebilirsek, bugünkü programlama teknikleri ile çözemeyeceğimiz sorun yoktur. Bu modül, klavyeden girme yerine, programın bir tür “oto-tıklama”lar yapmasını sa ğlayacaktır. “Bilgisayarlar kullanıcının isteklerini yerine getirir, kendileri bir şey isteyemezler” denir. İşte, kendi isteklerini üretebilen bir program, “Yapay Zeka”nın kapısını aralar. Peki nasıl çalışır istek? Bebekte, önce “ilgi” vardır. İlgi, isteğe dönüşür veya dönüşmez. İlginin isteğe dönüşmesi için, ilgi objesinin “elde edilebilir” olması gereklidir, bunun mümkün olup olmadığını da tecrübelerimiz bize söyler. İlgi, genetik olarak fizyolojik ihtiyaçlarımıza yönelmiştir: Besin, uygun ortam ısısı, güvenlik, ışık gibi. Sonra zihinsel ilgi unsurları gelir: Yeni olan, farklı olan, şiddetli olan duyumlara ilgi. Genel olarak algılarda “uyum” ve bazı özel durumlarda “uyumsuzluk” da ilgi çeker. Anlık ruhsal durumumuza göre, ilginin hedefi değişiklik gösterir. Aynı ortamda bazen “iyi, hoş, güzel” şeyler ilgimizi çekerken, bazen “kötü, çirkin” şeyler öncelikle ilgi alanımıza girebilirler. İlgi ve istek, bebekte zamanla oluşacak olan “benlik” bilincinin içinde yer alırlar. Tecrübeler biriktikçe, istenen ve istenmeyen obje, ortam ve olaylar, “iyi-kötü”, “sevgi-nefret” gibi sınıflarda kavramlaştırılırlar. Ayrıca sosyal bir tür olmamızdan gelen sosyal içgüdülerimiz vardır. Aidiyet

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük

Page 51: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

duygusu, takdir edilme ve beğenilme duygusu, diğerlerinden üstün olma isteği, en iyileri diğerlerinden önce elde etme isteği gibi sosyal istekler de benlik bilinci altında örgütlenirler. Son olarak bedensel yorulmadan kaçınma, zihinsel yorulmadan kaçınma, can sıkıntısından kaçınma ve eğlenmeye yönelme gibi biyolojik isteklerimizi de ekleyelim benlik bilincine. İşte bu istek ve kaçınmalar, her türlü muhakememizin temelini oluştururlar. “Motivatör”dürler. Bunlar olmadan hayal olur, ama muhakeme olmaz. Bilgisayarda bir “İstek” oluşturmak ne kadar zordur? En basit şekli ile istek, tek kademeli “if…then” koşulu ile yaratılır. “Şu şartlar var ise, şöyle davranmayı iste, veya tercih et!” Bu şartları insandaki gibi 100 civarında hormon, enzim ve sinaptik transmitterlere göre kademelendirelim. Ayrıca, belirli bir anda, o ana özel bir tek davranış geliştireceğimize göre, bu şartların bir “ağırlıklı ortalamasını” dikkate alacağımızı da düşünelim. Üstüne, hafızamızda yer alan, “benlik bilinci”mize bağlı yüzlerce –daha önce oluşturduğumuz- yargının bazılarının da birer şart oluşturacağını düşünelim. İşte bu kadar parametre arasından “if…then” önermeleri ile oluşturacağımız son ortalama, makinemizin “isteğini” oluşturacaktır. Yapay Zekada bu şartlar daha sınırlıdır. 20 kadar duygusal değerin, beyindeki enzim ve transmitterlerin düşünme ile ilgili olanlarının yerini tutabileceğini söyleyebiliriz. Bilgisayarımızın, evdeki radyoyu kıskanması gerekmeyecektir sonuçta. Hafızadaki “benlik bilinci” yargıları ise, tıpkı beynimizdeki gibi, otomatik olarak şarta dönüşen yapıda olacaklardır. Beyinde, bir yargı oluşturur ve onu duygusal bir değer ile bağlantılandırırız. Programda ise, bir yargı ifadesi oluşturur ve ona bir duygu değeri veririz. Sonra, eğer o yargı çağrılmışsa, “bu duygu değeri şu ise, ortalamaya şu formüle göre değer gönder” deriz. Bebek, uykudan uyanır ve yattığı yerden etrafı izlemeye başlar. Bir süre sonra sıkılır(monotonluktan sıkılma da içgüdülerimizdendir). Sıkılma başlayınca, ilgi hafızadaki “eğlenceli” kayıtlara yönelir. Bunlar içinde hemen hepsinde obje olarak anne vardır. Anne, bir şekilde erişilebilir durumdadır, çünkü daha önceki rasgele davranışlarda erişilmiştir. Anneyi ister. Fakat anne yoktur. Çok ister. Anne gene yoktur. El-ayak hareketleri ile, sinirlenerek tepki gösterir. Anne gene yoktur. Sonunda, daha fazla sinirlenmesi onu ağlama tepkisine götürür. Sinirlenme, daha çok sinirlenme ve ağlama, isteğin önünde bir engel varsa ortaya çıkan ilkel fizyolojik tepki biçimimizdir. Ağlamadan sonra anne gelir, kucaklar, pışpışlar, güzel sesler çıkarır, meme verir, oynar. Uyanıp etrafı seyretmeye başlamasından itibaren bu olay, veritabanına bir “satır grubu” olarak kaydedilmiştir. Buna benzer olaylar tekrarlandıkça, bebek, her defasında bir önceki, iki önceki olayları(benzer satır gruplarını) da hatırlayacak ve onlar ile aynı olan sütunları mimleyecektir(aynılık değeri veya tekrar değeri atama). Belki 5-6 tekrar sonunda, diğer pek çok şey değiştiği halde, “ağlama” ve “annenin gelmesi” ikilisinin hep aynı kaldığını görecek ve bu ikiliyi önceki satır gruplarının özeti veya üst-kavramı haline getirecektir. Bu bir yargı oluşturmadır. Değer verme ve oluşturulan yargı, bir muhakeme işlemidir. Yargı; “ağlarsam anne gelir” veya “anneyi istiyorsam ve anne ortada yoksa, ağlamalıyım” şeklindedir. Beynimizde bu tür yargılar “genelleştirilme” eğilimindedir. Böyle bir yargı otomatik olarak, “herhangi bir şeyi istiyorsam ve o şey ortada yoksa, ağlamalıyım” şekline çevrilir. Önce genellenir, sonra, gelişen olaylarda doğrulanıp doğrulanmadığına göre, sınırlandırılır yargı. İleriki yıllarda bebek, düzenli bir gelir(fizyolojik ihtiyaçlara bağlanır) veya itibarlı bir mevki(sosyal statü ihtiyacına bağlanır) için kaba bir yol haritası oluşturacak(gelecek hayali), bu yol haritasına yüksek bir önem değeri verecek, bu yol haritası doğrultusunda ÖSS’de en az filanca puanı alması için Türkçe

Page 52: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

testlerinde eksik olduğunu gördüğü bazı yönleri tamamlamak üzere belki bir dönem kendisini romanlar okumaya verecektir. Roman okuma isteği, aslında can sıkıntısından veya macera sevdiğinden(değişiklik isteği ile eğlenme isteği birlikte) değil, fizyolojik veya sosyal ihtiyaçlara bağlanmaktadır bu kişide. Her isteğimiz, “benliğimizi” tatmin içindir ve benliğimizin tüm ihtiyaçları, son analizde fizyolojik, sosyal ve bedensel ihtiyaçlarımızın türevlerinden ibarettir. Motivasyon içten gelen ve dıştan gelen isteklendirme olarak ikiye ayrılabilir. İçten gelen isteklendirme kişinin ne istediği ve neye ihtiyaç duyduğu ile ilgilidir. Dıştan gelen isteklendirme ise bizim dışımızdaki birinin bir şeyi yapmamızı istemesi olarak ifade edilebilir (Weiss, 2000). İZLEN İM: (İntiba, İmpression). Kanaat olarak ifade edemediğimiz, daha muğlak yargılarımıza izlenim deriz. Bir Bilgi eğer Bilince değil de Bilinç dışı verilere dayanıyorsa, yani onu Muhakeme edemiyor veya adlandıramıyorsak, Figürlere değil de Fonlara dayanıyorsa, o Bilgiye İzlenim deriz. Bebeklikten beri edindiğimiz tecrübeler, bizde bazı bakışlar oluşturur. Bunlardan birisi, “bir tasvire veya olaya yüklenen özellikleri, o tasvir veya olayın elemanları da taşır” izlenimidir. KANAAT: (Zan, Surmise, Belief ). Kanaat, Yargı ve İman(İnanç), Bilgilerimizin birbirleri ile ili şkisinin kategorileridirler. “Ali Geliyor”. İlk Bilgimiz bu ise ve elimizde bununla çelişen başka bir Bilgi yoksa, bu Bilgi genellenir. Yani, “Ali’ler gelir” ve “bir şey geliyorsa, o şey Ali’dir” deriz. Her iki genelleme de, Kanaat’tir. Hem Ali hakkında, hem de gelme eylemi hakkında oluşan kanaatimizdir. İlk Bilgi, eğer daha önceki bilgilerimizle çelişmiyorsa, genellenir ve Kanaat olur. Daha sonra gelen destekleyici Bilgiler, Kanaati güçlendirirler. Eğer bu Bilgiler bizim için önem ve süreklilik taşıyorlarsa, sağlam bir Kanaat haline gelirler(bkz. Şartlı Refleks). Eğer ardından gelen Bilgiler ilk Kanaat ile çelişiyorsa, Kanaati zayıflatırlar. Bir çelişik Bilgi ile zayıflamış Kanaat, Şüphe duygusunu uyandırır.(Bkz. Şüphe). Şüphenin karşıtı emin olmaktır ve Tatmin duygusundan kaynaklanır(bkz. Tatmin). Emin olma, çeşitli İnanç kademelerini ifade eder. En yüksek derecesi İman olarak adlandırılır. Hareket ve duygularla ilgili Şartlı reflekslerimiz, Doğal reflekslere dayanır, onlar üzerinde inşa edilirler. Kanaatlerimiz de Duygusal Değerler ve Bilişsel Değerlere dayanır ve onlar üzerine inşa edilirler. Hafızadaki bir grup satırı Bir simge ile işaretleyip onları yeni bir Bilgi yapma, yani isim verme, bir Muhakeme olayıdır. Bir Muhakeme olayından geçen Kanaat, artık Yargı olur ve kendi kategorisinde sağlam yargı, şüpheli Yargı olarak değerlendirilebilir. Bir Muhakeme işlemine konu olmamış Kanaat, pekişmiş bir Şartlı Refleks haline gelmişse bile, henüz Kanaattir. Henüz bir isim verilmemiş Bilgi, Kanaat kategorisinde bir Bilgidir. Bir Bilgi eğer Bilince değil de Bilinç dışı verilere dayanıyorsa, yani onu Muhakeme edemiyor veya adlandıramıyorsak, Figürlere değil de Fonlara dayanıyorsa, o Bilgiye İzlenim deriz. Olay ve Tasvirlerin duyu tablolarında fiziksel karşılıkları vardır. Ama düşünsel işlemlerin, bağlantıların, Şartlı Reflekslerin duyu alanlarında fiziksel karşılıkları yoktur. Onlara bir isim verdiğimiz anda, bir kelimenin görsel Tasviri ve bir ses öbeğinin işitsel Olayı şeklinde fiziksel

Page 53: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

karşılık da kazanırlar. Tüm bu Tasvir ve ses kazandırma olayları, Muhakeme alanında gerçekleşir ve böylece Kanaat, Yargı kategorisine geçmiş olur. Çağrışım, Hafızadan bir grup ardışık satırı süzüp geçici Muhakeme tablosuna alır. Bu tablodaki yüzlerce satır arasında, “iç göz”ün odağı, dikkati, ortada bulunan, diyelim ki 20 satırdadır. Muhakemeye alınan bu 20 satırdaki bilgilerdir. Ama tıpkı gözümüzün titreşimler yaparak odak dışındaki bölgelere de hızla kayıp-yeniden odağa dönmesi gibi, “iç göz” de hızlı sıçramalarla tablodaki diğer satırlara da bakışlar atıp durur. İşte bu bakış atmalar, tablodaki Olayın bütünü hakkında bir Kanaat oluşturur. Odaktaki Olay kesiti Muhakeme edilmektedir, ama bu Muhakemeye Olayın bütünü hakkında bir Kanaat de eşlik etmektedir. Odaktaki Olay kesiti Muhakemedeki Fikirin Figürü, eşlik eden Kanaat de Fonudur. Bilinç bu süratli sıçramaları takip edemez, ancak bazı Tasvir şaşları olarak algılar. “ İç göz”, geçici Muhakeme tablosunda, odak dışında sıçramalar yapmakla kalmaz, bu sıçradığı satırların ana hafızadaki bağlantı linklerine de sıçramalar yapar. Bu sıçramalar da Kanaat oluşumuna etki ederler. Bu tablo dışı sıçramalar, İlham yollarımızın bir kısmını oluştururlar. KAVRAM: (Conception). “Sözcüklere gerçek anlamlarını vermek ve bunlar aracılığıyla düşünmek, olayların ve süreçlerin özünü kavrayıp temel yanlarına ve özelliklerine ilişkin genellemeler elde etmek olanağını sağlayan, nesnel çevrenin insan düşüncesindeki yansıma biçimi.”1 “Dünyadaki nesnelerin, durumların, hareketlerin ve tasavvurların dildeki ifadesidir. Kavramın değeri, niteliği aynı dili konuşan kimselerce aşağı yukarı aynıdır: ekmek, su, susuzluk, tembellik, delikanlı, dörtnala, tutumlu vb".”2 “1. Bir şey üzerinde birçok ayrı algıları kapsayan genel düşünce. 2. Bir olay, bir nitelik ya da nicelik üzerinde oluşan zihinsel imge. 3. Kaplamı ve içeriği bir im ya da sözle anlatılarak anlam kazandırılan soyut düşünce.” 3 “Dünyadaki nesnelerin, durumların, hareketlerin ve tasavvurların dildeki ifadesidir. Kavramın değeri, niteliği aynı dili konuşan kimselerce aşağı yukarı aynıdır: ekmek, su, susuzluk, tembellik, delikanlı, dörtnala, tutumlu vb.” 4 Bir milyar bilgi, hatta bir milyon bilgi beyin için çok fazladır aslında. Eğer biz muhakeme için bir defada yalnızca 7-10 bilgiyi kullanabiliyorsak, yüz bin bilgi bile çok fazla olabilir. Beyin bunun için bilgiyi azaltmayı hedeşeyen pratik bir yöntem kullanır ki, aynı yöntemi bizim de Yapay zekada kullanmamız gerekir. Beyin, algıladığı objedeki, manzaradaki pek çok parametreyi azaltıp, giderek tek parametreye indirmeye çalışır. Onu bir sembol ile anmak, ona bir özel isim vermektir bu olay. Bu, düşünmenin doğal bir parçasıdır ve muhakeme yeteneğini artırmanın yegane yoludur beyin için. Muhakeme odasına bu isim alınır. İsim, muhakemenin çalışabilmesi için elzem görünüyor. Bunun nedeni belki de, beynimizin ses izleme yeteneğinin, görüntü izleme yeteneğinden farklı olması olabilir. Beyin çeşitli frekanslardan oluşan bir

1 TDK Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü(BSTS) / Toplumbilim Terimleri 1975 2 BSTS / Gramer Terimleri Sözlüğü 2003 3 BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974 4 BSTS / Gramer Terimleri Sözlüğü 2003

Page 54: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

ses öbeğini saniyeler boyunca izleyip, sonra hepsine birden bir anlam yükleyebilir. Dört saniyelik bir müzik parçasını izlediğinde, beyin, yüz civarında ses algısını biriktirip sonra ona bir anlam ataması yapıyor demektir. Görüntü işlemede ise bu hız ve kapasiteye ulaşamıyor gibi insan beyni. İsimleri, içimizden konuşma gibi izleriz Bilincimizde. Belki de Muhakeme alanı, daha kolay geldiği için ses temelli bir çalışma sistemi uygulamaktadır ve bu yüzden isim verilemeyen, salt duyu alanlarındaki izlere dayanan verilerle çalışamamaktadır. Fakat sonuçta, bu isim ile ilgili tüm parametreler, ilgili tablolarda da muhafaza edilmeye devam edilmektedir ve üstelik isim muhakeme odasına alındığı anda tablolardaki ilgili parametreler de aktifleşirler. Aktifleşme, muhakemenin bir aşamasında eğer bu parametrelere ihtiyaç duyulursa, öncelikli olarak çağrılmaları için bir geçici tabloya alınıp bekletilmeleri anlamına gelir. Beyinde bu işlem, ilgili sinirlerin uyartı eşiklerinin düşürülmesi ya da ilgili sinir grubunun yaygın uyartı haline geçirilmesi şeklinde yaşanır. Veritabanında yeterli tekrara ulaşan, yani artık özel bir isimle anılmayı hak eden bilgi grubunu saptayıp, ona özel bir isim verecek bir modül gerekecektir. Bu modül, bilginin ya da bilgi grubunun özel bir ismi hak edip etmediğini saptayacak, verilecek ismi belirleyecek, veritabanında ilgili olabilecek yerler ile bu ismin linklerini sağlayacak algoritmalarla çalışacaktır. Beynimizde bu işlem, genel olarak “şartlı refleks oluşturma” mekanizmalarının bir parçasıdır. Peki bir “Kavram Oluşturma Modülü” nasıl çalışır? Hafızadaki akıp giden bir olay dizisinden, bir açıdan kendi başına anlamlı olan bir bölümü işaretlemekten ibarettir kavram oluşturmak. Bunun basit bir yolu, temel isteklere, ihtiyaçlara, ilgilere göre dikkati tetiklediği kareden başlayıp, Tatmin duygusunun ortaya çıkmaya başladığı kareye kadar kopyalayıp, bir isimle birlikte hafızanın sonuna yapıştırmak olabilir. Bu işlem, “bir bakışta görmeyi” sağlayan doğal Algı sınırlarında, basit bir işlemdir. Fakat zaman veya mekan olarak doğal algılarımızın sınırlarını aşan, yani daha uzun veya çok kısa zamanı kapsayan, daha geniş veya çok dar alanı kapsayan (makroskopik veya mikroskopik) algı kümeleri için, Bilinci zorlar. Çok defa tekrar etmeleri gerekebilir, önce parçalara bölüp isimlendirmek, sonra bütüne doğru ilerlemek gerekebilir. Bütün bu işlemlerde kendi tecrübelerimizden öğrenme, yani şartlı refleks mekanizmaları devrededir. Bilincin gerekliliği burada da görülür. Muhakeme yöntemlerimizi izleyip onları ayrı birer “Algı” olarak ele almasaydık, bu karmaşık işlerin üstesinden gelemezdik. Benzerlik veya zıtlık düzeyinde, ilgili parametrelerde yapılan sorgulamanın sonucu, yeni bilgi ile ardarda kaydolur. Çünkü Ön Muhakeme işlemi de hafızaya kaydolur. Ön Muhakeme esnasında hangi alanların sorgulandığı, benzerlik veya zıtlık noktalarını gösterir. Başka bir zamanda aynı bilgi yeniden alındığında ve sorgulandığında, öncelikle en son kayıt olarak bu benzerlik veya zıtlık bilgisini taşıyan satırlar galacaktir Ön Hafızaya. Bu da, ilgili benzerlik veya zıtlık noktalarının tekrar değerini artıracaktır. Kavramlaşma, algıların tekrar değerinin bir eşiği aşması ile ilgili olduğu kadar, istek ve amaç gibi duygusal ve bilişsel değerlerin de bir eşiği aşması ile ilgilidir. Yeni doğmuş bir bebeğin Zihninde, yaşadığı olaylar zaman sırası ile Hafızasına kaydolurlar. Hafıza’ya bakan “iç göz”, geniş bir açı ile bakar ve birden çok bilgiyi aynı anda görebilir(bkz. Şartlı Refleks, Hafıza). Bir süre sonra, olayların peş peşe gelişlerine göre, bebeğin hafızasında şu Bilgiler yer alacaktır: Acıktım(içimde bir yer acıdı) ve ağladım Sıkıldım ve ağladım Bir yerim acıdı ve ağladım

Page 55: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Özledim ve ağladım Ağladım ve anne geldi Ağladım ve anne meme verdi Ağladım ve anne kucağa aldı Ağladım ve anne salladı Bu satırların her biri, peş peşe gelen iki ayrı bilgiyi birbirine bağlayan Yargılardır. Bir Yargı oluşturunca, artık o yargı, yeni bir Kavram olarak, çağrışım ve çıkarsamalarda tek bir Bilgi olarak yer alır. Yani bebek; “ağladım ve anne geldi” olayını bir simge ile hatırlar. Simge; kendi ağlama sesi, gırtlağındaki acı hissi, ciğerlerinin zorlanması hissi, annenin yaklaşan görüntüsü gibi, olaylarla ilgili herhangi bir anı parçası olabilir. İlgili anı parçalarından en kolay erişilebileni seçilir ve bu iki Bilgiye simge olarak atanır. Artık o simge, bağlı olduğu o iki Bilgiyi hatırlatacaktır bebeğe. Mesela “AAG” der ona. “Anneyi istiyorum, o halde ağlamam gerekiyor” demesine gerek yoktur artık. Anneyi istediği zaman, doğrudan AAG çağrışımı yapılır(Yargı’nın çağrışımda önceliği) ve ağlamaya başlar. Bu atanan simgeler, sinir dilimizi oluşturur. Sonraları bu sinir dili karşılığı olan Türkçe, Çince, vb. kelimeleri öğrenip onları kullanacaktır bebek. Büyüme sürecinde bir yandan yargılar çoğalırken, bir yandan da “iç göz”ün bakış açısını kontrol etme, daraltıp genişletme yeteneği de, öğrenme yeteneğimiz sayesinde gelişir. Acıkınca ağlarım-AA Ağlarsam anne gelir-AAG Anne gelince meme verir-AMV Peş peşe gelen bu yargıların ilk zamanlar yalnızca iki tanesini bir bakışta görebilirken, zamanla üç taneyi aynı anda görebilme yeteneğine kavuşur bebek. Üç aşamayı bir Yargı halinde birbirine bağlamayı başarmak, muhakemede yeni bir olaydır. Bebek bu aşamaya 0-2 yaş döneminin sonuna doğru ulaşır. Konuşmayı öğrendiği andan itibaren de hızla gelişir bu yeteneği. Çünkü artık AA, AAG gibi zihinsel semboller yerine kelimeleri kullanmaya başlamıştır. Zihinsel semboller sezgidir, Fon’dur, Bilinç onlarla ne yapacağını pek bilemez. Kelimelerse Figürdür, Bilincin çalışma alanına girerler. Muhakeme, kavramlar olmadan çalışamaz. Muhakeme sezgilerle çalışamaz. Bu bilgilerin yeniden düzenlenmesinde de ilk tecrübeleri(ilk yargıları) erken çağlarda ediniriz. “Acıkınca ağlarım- ağlarsam acıkırım” yeniden düzenlemesi doğru değildir, çünkü ilk denemelerde yanlış olduğu anlaşılır. “A ğlarsam acıkırım” Yargısına bir “Yanlış değeri” eklenir. “Ağlarsam anne gelir- Anne gelirse ağlarım” çıkarsaması için de böyle yapılır. Hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren biriktirdiğimiz, binlerce böyle “yanlış” veya “doğru” veya “şüpheli” işaretli yargılarımız vardır. Peş peşe gelen olaylarda, iki veya üç olayı bir yargı halinde tek simgeye indirdikçe, iki veya üç simgeyi de bir başka tek simgeye indirgeme imkanına kavuşuruz. Simgeler, kavramlardır(bkz. Kavram). Ama bu Kavram piramidini her alanda yapamayız. Buna gerek de yoktur zaten. Bizim için önemli, sık tekrarlanan olaylar arasındaki bağlantılarımızda bu tür kavramsal Yargı’lara ihtiyaç duyarız. Önem taşımayan, geçici sorunlar için muhakemeyi otomatikleştirmeye ihtiyaç duymayız. Şimdi Kavram üzerine bazı görüşleri aktaralım: “Peirce’e göre, herhangi bir şey üzerindeki görüşümüz, o şeyin hissedilebilir etkilerinden oluşur (Peirce, 1958a:124).

Page 56: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

“Kirchhoff’a göre, gücün etkilerini anlayabiliriz fakat gücün kendisinin ne olduğunu ise anlayamayız. Peirce’e göre ise böyle bir düşünce “bir çelişkidir.”

“Çünkü, “güç kelimesinin zihinlerimizde çağrıştırdığı düşüncenin, hareketlerimizi etkilemekten başka bir işlevi yoktur, ve bu işlevler etkilerinden başka bir yolla güç ile ilişkilendirilemez. Sonuçta, gücün etkilerini biliyorsak, bir güç vardır denildiğinde ima edilen her olay hakkında bilgi sahibiyizdir, ve bundan öte bilinmesi gereken bir şey yoktur” (Peirce 1958a:129). “Örneğin, elimizi ateşin altına koyduğumuzda elimiz yanacaktır. Bu “ateş”in nitelilerinden yalnızca biridir ve ateş hakkında bildiğimiz bütün nitelikleri bir araya getirdiğimizde ateşin tanımını elde etmiş olacağız. Peirce’e göre bu deneysel yöntem, düşünce ve kavramları “semerelerinden tanımak” olarak bilinen eski bir kuralın özel bir uygulamasından başka bir şey değildir (Peirce, 1978:271)

“Bir nesne konusundaki düşüncelerimizde kusursuz açıklığı elde etmek için, o nesnenin ne gibi tasavvur edilebilir pratik etkilerinin olabileceğini, ondan ne gibi duyumlar beklememiz gerektiğini, ve ne tür tepkiler göstermeye hazırlanmamız gerektiğini göz önünde bulundurmalıyız” (James, 1975a:29). Diğer bir deyişle, James’e göre, “kavrama ve düşünme sadece eylem için vardır” (James, 1979:92).

“Çünkü pragmatistlere göre, kişiler ancak düşünce ve kanaatlerine çevreden gelen tehditler sonucunda kavramların anlamlarını sorgulamaya başlar ve belirli bir hareket tarzı benimsemeye karar verirler. Bu nedenle, araştırma Peirce tarafından şüphe durumundan kanaat (inan) (belief) durumuna geçme çabası olarak tanımlanmıştır. Peirce şöyle yazar: “şüphenin başlaması kanaat durumunun (a state of belief) ulaşılması çabasına yol açar. Bu çabayı araştırma olarak adlandıracağım.

“Şüphe ile çaba başlar, ve şüphenin yok olmasıyla bu çaba sona erer. Bu nedenle, araştırmanın yegane amacı, düşüncenin bir sonuca vardırılmasıdır (settlement of opinion)” (Peirce, 1958b:99-100). Peirce bu tezini başka bir makalede tekrar ederek şöyle der: “düşünce sadece kanaatin oluşturulmasına yönlendirilebilir.

Hareket halindeki düşüncenin tek olası güdüsü, durağan düşüncedir (thought at rest)” (Peirce, 1958a:121).”1

“Kavramlar Bilginin yapı taşlarıdır ve bireyin öğrendiklerini sınıflandırmalarını ve organize etmelerini sağlar(Koray ve Bal, 2002:83) Kavramlar eşya, olaylar, insanlar ve düşünceler benzerliklerine göre gruplandırıldığında gruplara verilen adlardır.(Turgut, Baker, Cunningham ve Piburn, 1997)”2 KEŞİF: (Reconnaisance).Hafızada var olmayan yeni bir Bilgi, Yöntem, veya Bilgiler arasında yeni bir bağlantı fark etme. Zeka’nın en önemli göstergelerinden birisidir. Sürekli olarak aynı veritabanı üzerinde aynı yöntemlerle çalışmak, problemler de aynı kjaldığı sürece olabilir. Fakat problemlerin sürekli değiştiği ortamlarda çözüm bulabilmek, değişen ortamlara uyum sağlayabilecek davranışlar üretmek, işte bu bir “Zeka” gerektirir.

1 Nejat Doğan, Pragmatizmin Felsefi Temelleri 2 Güliz Aydın, Ali Günay balım, Fen ve Teknoloji Öğretiminde Kullanılan Kavramsal değişim Stratejilerine dayalı Örnek etkinlikler

Page 57: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Düşünmek ve problem çözmekten farklı olarak, yeni bilgiler edinmek, mevcut bilgileri yeni-problemin çözümüne katkı sağlayabilecek- tarzda yorumlamak, yeni çözüm yöntemleri arayışına girmek ve yeni çözüm yöntemleri bulabilmek gerekir. MANTIK: (Logic). Düşüncenin düşünce ile doğrulanması bilimi. “ İnsan ölümlüdür”. “Sokrates de insandır”. O halde “Sokrates de ölümlüdür”. Bu akıl yürütmede, elimizde üç adet Bilgi (insan, Sokrates, ölüm), iki adet Yargı(“insan ölümlüdür”, “Sokrates İnsandır”) vardır. Bu üç Bilgi, yeniden düzenleme ile altı adet Yargı oluşturma imkanı sunar. 1-“ Sokrates ölümlüdür”, 2-“Sokrates insandır”, 3-“insan olanlar ölümlüdür” , 4-“ insan olanlar Sokrates’tir” , 5-“ ölümlü olanlar insandır”, 6-“ ölümlü olanlar Sokrates’tir”. Bu Yargılardan iki tanesi zaten elimizde olan Yargılar(kalın yazılanlar), diğer dört tanesi yeni oluşturulabilecek Yargılardır. Ama bu yeni Yargılardan yalnızca bir tanesi, “Sokrates ölümlüdür” yargısı bizim o anda ihtiyacımız olan “doğru” yargıdır. Elimizdeki üç bilgi ve iki yargı ile sınırlı kaldığımız sürece, sonuçta ulaştığımız altı Yargının hepsinin de doğru olduğunu kabul etmemiz zorunludur. 4, 5 ve 6 numaralı yargıların doğru olmadığını, ancak başka Bilgi ve Yargılara başvurarak gösterebiliriz. Mesela “ölümlü olanlar insanlardır” Yargısının yanlış olduğunu öne sürmemiz için, insanlardan başka varlıkların da ölümlü olabildiğini bilmemiz gerekir. Muhakeme alanına alınan Bilgilerden ürettiğimiz yeni Bilgileri, Hafızadaki başka bilgilerimizle karşılaştırıp, bir tür “uyum testinden” geçirmemiz gerekmektedir. Ancak bu “uyum testinden” geçen önermeleri “yeni Yargı” olarak işaretleyip kaydetmemiz gerekir. Muhakeme esnasında, tecrübe ile otomatikleşen bir sistem, oluşan her yeni önermeyi hafızadaki eski Yargı ve Bilgilerle sorgular, çelişme denetimine tabi tutar. Çelişenleri biz farkına bile varmadan bir kenara atar. Şüpheli olanları da, ayrı bir muhakeme işlemi için yeni bir tabloya kaydeder. Tecrübe ve eğitime göre bu otomatik işleyiş, çeşitli düzeylerde sonlandırılabilir. Bazı insan yüzeysel bir denetimi yeterli görürken, bazısı dibine kadar irdeler. Üçten fazla Bilgi ile yapılan akıl yürütmeler, daha da fazla yargı üretirler. Mesela dört adet Bilgi; 12 adet ikili, 16 adet üçlü ve 28 adet dörtlü olmak üzere toplam 52 adet yargı üretme imkanı verir. Bu Bilgi yığını içinden belirli kriterlere en çok uyan Bilgiyi bulmak için çeşitli algoritmalar kullanmak mümkündür. Bunlardan bir tanesi, sıralı bir şekilde tek tek değerlendirerek en doğru olanı bulmaktır. Bu yöntem, klasik programlamada sıklıkla kullanılır. Bir başka yöntem, Bilgileri dallanmalar şeklinde düzenleyip, ilk olumsuzlamada o dalı iptal edip diğer dala geçme yöntemidir. Bir başka yöntem, sezgisel algoritmalar kullanmaktır. Bebeklikten beri öğrendiğimiz yöntemler ve oluşturduğumuz düğümler, bir arada kullanılırlar. En sonuçsuz durumda, hala çözüm dayatıyorsa, veya ispat gerekliliği varsa, sıralı yönteme başvururuz. Üç Bilgiden fazlasından oluşan kombinasyonlar için beynimizin olanakları yetersizdir. Ama yazıyı icat ederek bu sorunu aşmış bulunuyoruz. Ne kadar kesin Bilgiye ihtiyaç duyuyorsak, ona göre yöntem seçeriz. Bir fabrikadaki robot kol, mikron düzeyinde kesin bilgilerle hareket etmelidir. Ama bir “yol tarif etme programı”, “şuradan dosdoğru git, soldan ikinci sokak” demekle en doğru Bilgiyi saptamış olacaktır. Bir kişiyi “dazlak” olarak nitelemek için, saçlarının sayısının hangi eşiği geçmesinin gerektiğini saptamak gerekebilir de, gerekmeyebilir de.

Page 58: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bu sorunu çözmek için, bazı kestirme yöntemler kullanırız. Yukarıdaki altı adet önermeyi ele alalım: Bu akıl yürütme rastgele değil, bir amaç için yapılmaktadır. Sokrates’in elinde, “Sokrates bir gün ölecek” şeklinde bir yargı(Bilgi) vardır. Bu yargıyı çocukluğundan beri bir yerlerden edinmiş, ezberlemiş, ve sorgulamadan bugüne kadar taşımıştır. Bugün, bu yargı bir nedenle, sorgulayıcı bir nedenle çağrışıma girmiştir. Neden ille de ölmesi gerekmektedir, ölmemesi mümkün müdür sorusunu gizli olarak içinde taşıyan bir akıl yürütme bu şekilde başlamıştır. Bir amaç vardır ve o amaç, bu soruya mantıklı(çelişmeyen) bir cevap bulmaktır. Bu soru üzerine belki ilk çağrışımlar; “her şey ölür” yargısı, bu yargının hemen olumsuzlanması ile, “her canlı ölür” yargısı, bu yargının mümkünse daraltılması ihtiyacı üzerine, “her insan ölür” yargısı olacaktır. Her insanın ölüyor olması, Sokrates’in de ölmesini neden zorunlu kılsın ki? İnsanlar ölebilir ama, Sokrates ölmese olmaz mı? İşte burada, ikiden fazla Bilgi taşıyan önermelerde orta terime olan ihtiyacı görmekteyiz. “Sokrates insandır” yargısı, gene zamanında edindiği, ezberlediği, veya zamanında üzerinde düşünüp, çözümleyip, karara bağladığı bir yargıdır. Sokrates’in de ölmesinin zorunlu olduğunu gösteren, işte bu yargıdır. Sokrates insan değil de Tanrı olsaydı, ölmesi zorunlu olmayabilirdi. Bebeklikten beri edindiğimiz Yargılar, bizde bazı düğümler oluşturur. Bunlardan birisi, “bir tasvire veya olaya yüklenen özellikleri, o tasvir veya olayın elemanları da taşır” izlenimidir. Bunu, “bir kümenin taşıdığı özellikleri, o kümenin elemanları da taşırlar” şeklinde de söyleyebiliriz. Bu nedenle, “Sokrates insandır” orta terimi zaten içinde “ölümlü olmayı” taşımaktadır, çünkü daha önceden “İnsanlar ölümlüdür” şeklinde bir Yargımız bulunmaktadır. İnsanlar Ölümlüdür. Sokrates de insan mı? O halde zorunlu olarak ölümlü olacaktır, çünkü insan kümesi içindedir. Bir küme, elemanlarından ayrı olarak, kendine ait özellikler de taşır. Mesela “insanlar ölür ama, insanlık ölümsüzdür” denilebilir. Bu çelişik durumdan kaçınmak için, “insanlar” kümesinden ayrı bir “insanlık” kümesi oluştururuz. İnsanlar kümesinin elemanları tek tek insanlardır ama, insanlık kümesinin elemanları yalnızca bazı özelliklerdir. “Bu zihinsel faaliyetler yalnızca deneysel bilimlere özgü olmayıp bütün araştırıcı süreçlerin bir özelliğidir. Çünkü bu bir antropolog, bir sosyolog veya tanı yapmak isteyen bir doktorun benimseyeceği yöntem olduğu gibi, otomobildeki arızayı bulmaya çalışan tamircinin de düşünce tarzıdır. Bütün bunlar klasik tümevarım yönteminin bilgi toplama ve sınıflandırmasından çok uzaktır. Bir mantıksal noktaya dikkat çekmek istiyorum: Bir genç bilimci, hipotezlerini çıkarım veya tümdengelim yöntemleriyle elde ettiğini düşünmekten kesinlikle kaçınmalıdır. Bu bir mantıksal uyarıdır. Aksine bir hipotez, kendisinden olgular hakkında çıkarım veya tümdengelim yöntemi ile ifadeler elde ettiğimiz şeydir. Böylece, büyük Amerikan filozofu C.S. Peirce’in de açıkça farkettiği gibi, hipotezleri, sonuçları gözlemlediğimiz şeyler olacak şekilde oluşturma süreci, çıkarım yapmanın karşıtı olan bir süreç olmaktadır –bu süreç için roduction ve abduction sözcükleri önerdiyse de ikisi de tutmadı.”1 Deduction(Tümdengelim); “Bütün için doğru olan, parçaları için de doğrudur” ilkesiyle karar vermektir. Örneğin; Yağmur yağınca çimler ıslanır Yağmur yağıyor Demek ki çimler ıslak!

1 Osman kaya, Tümdengelim(Dedüksiyon)

Page 59: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Induction(Tümevarım); Problemi parçadan bütüne doğru anlama çabasıdır. Örneğin; Dün yağmur yağdı ve çimler ıslandı Bugün yağmur yağdı ve çimler ıslandı Demek ki ne zaman yağmur yağarsa yağsın çimler ıslanacak Abduction; Tüme varım ve tümden gelim yöntemlerinin girdilerini kullanarak çözüme ulaşmaya çalışmak demektir. Örneğin Yağmur yağınca çimler ıslanır Yerler ıslak Demek ki yağmur yağmış olabilir MERAK: (Curiosity). Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek. Merak, bir yönü ile “bu nedir?” refleksidir. Araştırma refleksi de diyebiliriz. Etrafımızdaki dünya durmadan değişir ve bu değişikli ğe uyum sağlayabilmemiz için yeni oluşan durumu anlamamız, öğrenmemiz gerekir. Bu yüzden duyu organlarımız sürekli olarak etrafımızdaki yeni, farklı, şiddetli uyartılara yönlendirilirler. Bu yönlendirmeler Bilinç dışı olduğu için genellikle dikkatimizi çekmez. Diğer yönü ile de, Bilinçli bir Merak vardır. Çevredeki bir değişikli ği-yeniliği saptarız, kaçma veya yakalama şeklinde ilk tepkimizi de refleks olarak veririz. Eğer refleks tepki gerekmiyorsa, veya refleks tepkiyi verdikten sonra ortam sakin ve başka bir acil iş yoksa, o yeni olan şeyi daha yakından tanımak, daha iyi öğrenmek, hafızamızdaki sınıflardan birisine uydurmak veya yeni sınıf oluşturmak üzere incelemeye alırız. Bu iş bir yanı ile eğlencelidir, çünkü organizmanın monotonluktan kaçma ve değişiklik isteğini destekler. METAFOR: (Benzetme, Mecaz, Metaphor) “1. Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz. 2. Bir kelimeyi veya kavramı kabul edilenin dışında başka anlamlara gelecek biçimde kullanma”1 “Metafor bir algı aracıdır (Arnett,1999). Metaforlar çoğunlukla benzer bir alandan yeni ve çoğunlukla bilinmeyen bir alana bilgi transferini kapsar (Tsoukas, 1991). Metaforiksel düşünce çok karmaşık bir fenomeni veya durumun özelliklerini aydınlatmak için kavramsal bir araç olarak benzer bir olay ve nesneyi kullanmayı kapsar (Oxford, Tomlinson, Barcelos, Harrington, Lavine, Saleh, ve Longhini, 1998). Metafor sadece mecaz değil aynı zamanda temel bir düşünce mekanizmasını oluşturmaktadır. Metaforiksel ilişkiler, kavramsal sistemin önemli bir parçasını yapılandırır ve metaforun özü, bir şeyi (olgu, kavram, nesne gibi) başka bir şeye göre anlamak ve tecrübe etmektir (Cerit, 2008; Lakoff ve Johnson, 2005). “Metafor genellikle söylemi süslemeye yönelik bir söz sanatından ibaret sayılır, ama önemi bundan çok daha fazladır. Metafor kullanımı, genel olarak dünyayı kavrayışımıza sinen bir düşünme biçimi ve bir görme biçimi anlamına gelir. Metaforun ilginç yönlerinden biri her zaman tek yönlü kavrayış üretmesidir. Metafor, belli yorumları öne çıkarırken, diğerlerini arka plana iter. Metafor yapısı itibariyle çelişkindir (paradoxical), aynı zamanda çarpıtmaniteliği taşıyan güçlü kavrama olanakları yaratabilir. Çünkü bir metaforla yaratılan görme biçimi, bir görmeme biçimi haline gelir. Teoriyi metafor olarak kabul edince, hiçbir teorinin bize kusursuz ya da her amaca uygun bir bakış açısı vermeyeceğini hemen kavrarız. Asıl gerekli olanın, metafor kullanma sanatında beceri kazanmak, yani örgütlemek ve yönetmek istediğimiz durumları görmenin, anlamanın ve biçimlendirmenin yeni yollarını bulmak olduğunun farkına varırız (Morgan, 1998).”2

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük 2 Karmaşık sistemlerde liderlik bakışıyla: DNA liderlik Hasan Basri Gündüz, Şenol Beşoluk, İsmail Önder

Page 60: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

MUHAKEME: (Akıl yürütme, Reasoning). İkiden fazla Bilgi ile yapılan çıkarsama, bir Bilgiyi diğer Bilgilerle doğrulama, ikiden fazla Bilgiden yeni bir Bilgi üretme, veya birden fazla Bilgi veya yargıya bir simge vererek, onları tek yargı haline getirme işlemine “akıl yürütme (muhakeme, hüküm oluşturma)” deriz. Serbest çağrışım ile oluşan Hayal üzerindeki her türlü “gerçeğe uygunluk” denetimi, Muhakemeyi oluşturur. Buradaki “gerçek”, bizim iç ve dış dünya hakkındaki daha önceki bilgilerimizden oluşur. Muhakeme, YZ açısından, geçici tabloları karşılaştırıp eşitlik veya çelişki aramaktan ibarettir. Mantık, Muhakemenin kurallarını inceler. Mantık maddesinde gördüğümüz gibi bizim sonunda toparlayıp öz haline getirdiğimiz “insanlar ölümlüdür, Sokrates de insandır, öyle ise Sokrates de ölümlüdür” şeklinde bir akıl yürütme, aslında zihnimizde bu şekilde meydana gelmemektedir. Önce Zihinde bir ihtiyaç ortaya çıkmaktadır(Sokrates’in ölmesi gerçekten zorunlu mu, bütün bildiklerimize rağmen ölümsüz olsa keşke). Bu ihtiyaca dayanan bir amaç oluşmuştur(hadi bir araştıralım şunu). Bu amaca ulaşmak için “seçilen” bir yol haritası(yöntemler) söz konusudur(Bu tür araştırmalarda daha önce kullanılmış başarılı yöntemlerde en uygunu-uygunları belirlenir). Bu yöntemlerin en önemlisi, önceliği çıkarsamalara değil çağrışımlara(tekrar tekrar sorgulamalara. Çünkü onlar, çıkarsamalara göre daha az zihinsel enerji harcarlar) vermektir. Eğer eski yargılarımız ihtiyacı karşılamaya yetiyorsa, Bilgileri yeniden düzenleyerek sonuç aramaya gerek yoktur. İkinci yöntem, mümkün olan en az Bilgi ile çıkarsama yapmak üzere Çağrışımları düzenlemektir. Bir orta terim kullanarak çıkarsamalar yapmak için, Muhakeme’nin yararlandığı ortam “Kısa Süreli Hafıza”dır. Elimizde iki adet Bilgi vardır: Ölüm, Sokrates ve İnsan. Bu Bilgilerin her biri için Hafızada sorgulama yapılıp Ön Hafıza’nın ayrı ayrı odacıklarına alınırlar. İkinci adım olarak, bu Bilgilerden altı adet düzenleme oluşturulup altı ayrı odacığa kaydedilirler. Üçüncü adım, bu odacıklardaki Yargılardan her birinin “uyum testine” tabi tutulmalarıdır. Bir odacıktaki yargı uyum testine tabi tutulurken, diğerlerinin unutulmaması için beyinde oldukça yorucu bazı işlemler gerçekleştirilir. Ama bilgisayarlarda böyle bir sorun yoktur. Beyinde Ön Hafıza kapasitesi 6-7 birim Bilgi ile sınırlı iken, bilgisayarda neredeyse sınırsızdır. Uyum testlerinin her odacıktaki Bilgi için tamamlanması beklenmez. İlk yeterli uyuma ulaşıldığında işlem sonlandırılır, yeni yargı “doğru” olarak işaretlenir ve odacıklar boşaltılır. Muhakemenin bebeklikteki gelişimini izlemek, bize bu konuda temel bilgileri verebilir. Diyelim ki anne tanımlandıktan sonra, bir gün annesi kalın bir manto, başörtüsü ve gözünde gözlüklerle geldi ve hemen bebeğini kucağına almak istedi. Görüntü oldukça değişiktir. Hakim koku aynı olmakla birlikte, değişik kokular da vardır üzerinde. Ses ve tonlamalar aynıdır. Bu farklılıklar hemen beynin muhakeme ile ilgili bölümlerini uyarırlar. Hafıza ve içgüdüler, bu farklılıklar içinde en tehlikeli, en hoş, en yeni, en farklı olanı seçer ve dikkat öncelikle o farklılık üzerinde yoğunlaşır. Bu “en tehlikeli, en…” unsurlar, bize, beyinde bu unsurlarla ilgili bir değer atama mekanizması olduğunu gösterir. Öyle ya, en tehlikeli varsa, daha az tehlikeli, tehlikesiz gibi bir skala olmalıdır. Bu skalayı duygusal salgılar(hipotalamus’un sorumluluğunda) ve bazı sinaptik transmitterler oluştururlar. Dikkat o andaki en önemli duygusal etkiyi yaratan farklılığa yönelince, yani Ön muhakeme işini yapınca, Bilinç gözetimli Muhakemeye devreye girer. Diyelim ki bu, annenin yeni görüntüsü olsun. Bu görüntü ilk bakışta korkutucu mudur, hoş mudur, güven verici midir, test edilerek Ön Muhakemede bir değer verilir(Oluşan salgıların değeri ölçülüp görüntüye eklenir). Yetmez. Bakalım süreç nasıl gelişecektir. İlerleyen saniyelerde olayın gelişimi izlenir ve değer verme her aşamada devam eder. En

Page 61: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

sonunda, bildiğimiz anne olarak bağrına basıp da hemen üzerini çıkarıp memesini ağzına dayayınca, görüntü farkının da, koku farkının da Kısa Süreli Hafızadaki izlerine bir “önemsiz” değeri eklenerek silinmeye terkedilir. Hafızaya işlenen Yargı: Annenin bazen biraz değişik görünüp biraz değişik kokması, önemli değildir demek ki. Değişiklik algılanmış, dikkat “en…”değişiklik üzerine toplanmış, değişiklik izlemeye alınarak ne tür duygusal değerler oluşturacağı gözlenmiş, bu muhakeme sırasında gerektiğinde ara kararlar da vererek, sonunda bir karara varmıştır: Bu değişiklikler, annenin önceki duygusal değerlerinden farklı bir duygusal değer üretmemiştir: Demek ki paniğe gerek yok. Ortama küçük bir insan silueti(bir çocuk) girer. Hafızadakinden farklı bir algı vardır. Yani bir muhakeme gerekliliği vardır. Hafızaya ve içgüdülere göre, olması gerekeni hayal eder bebek. İçgüdüler bu silueti “hoş” bulmuştur, ama aynı anda bir tedirginlik de üretilmiştir. Yani hayal iki uçludur. Birincisi; bu yeni küçük insan ona daha küçük bir meme verecektir ve bu eğlenceli olabilir. Çünkü annesinin memesinden biraz değişik olabilir. İkinci hayal ise, bu küçük insan çok farklı görünmekte, farklı kokmaktadır ve en önemlisi, bakışları çok çok farklıdır(ileride bu bakışları “muzip, hınzır” olarak anacaktır). Tedirginlik vardır. Ortalık “tehlike” kokmaktadır. Şimdi, obje dikkatle izlenecek ve olayın gelişimi sürekli muhakeme altında tutulacaktır; hem Ön Muhakemede, hem de Muhakemede. İstediği şey şudur bu durumda: Değişik bir memeden süt emmek, ama alıştığı huzurlu ortamı kaybetmeden, tehlikesizce. Ama çelişik duygular altında böyle bir isteği formüle etmek ve onu bir “amaç” olarak tanımlamak için hafızasındaki birikim henüz çok yetersizdir. Biraz daha değişik bir memeyi emmenin cazibesi mi daha önemlidir, yoksa o bakışların ifade ettiği tehlikeden kaçınmak mı daha önemlidir? O tehlikenin ne olabileceği hakkında hafızada bir bilgi yoktur. Acı duyma, düşme, alıştığı statükoyu kaybetme… Bu bilgiler yoktur. Sadece bir tedirginlik duygusu vardır. Bu duygu, isteği dışında onu “uzak durmaya” itmektedir. Bu iki hayal bebeğin beyninde diğer düşüncelerden izole edilmiş, muhakeme ortamına ayrı ayrı alınmıştır. Dikkat, bu iki hayal üzerinde, birinden diğerine atlayarak dolaşmaktadır. Siluet yaklaştıkça, alınan değerler de değişirler: Bakışları daha muzır veya daha sevecenleşebilir, çıkardığı sesler hafızadan yeni bilgileri ortama taşıyabilir, vb. Duygusal değer sütunlarında yer alan değerler, bir arada oluşturdukları bir tür “ağırlıklı ortalama” değer üzerinden dikkatin yönünü belirlerler. Dolayısıyla bu değerlerin bant genişlikleri ve normal noktaları, kısmen başlangıç değeri olarak girilecek, kısmen de programın eğitimi sırasında denemelerle bulunacaktır. Düşünsel faaliyetler, algılarımız kadar duygusal etki oluşturmazlar. Düşünsel ortamın sanal bir ortam olduğunu ve ne tehlike, ne de ciddi hazlar oluşturmayacağını öğrenmişizdir. Öyleyse salt düşünsel muhakemelerde nasıl “değer ataması” yapabiliriz? Beyinde, muhakeme alanı fazla sayıda bilgi ve uzun süreli mukayeseler ile çalıştığı zaman çok çabuk yorulur. Bu yorgunluk hoş bir duygu değildir ve bundan kaçınılmaya çalışılır. Bundan kaçınmanın dış yolu problemden kaçmaya çalışmak, iç yolu ise muhakemedeki bilgi sayısını azaltmaya çalışmaktır. Bu, aslında hafızadaki bilgiler düzeyinde “refleksler oluşturmak” demektir ve gördüğümüz gibi, bebek bunu ilk algılarında bile yapmaya başlar. Algoritmamızda, muhakemeye giren veritabanı satır blokları belirli bir yoğunluğun üzerinde ise, onlara bir “kötü” değeri ekleyebiliriz. Bu değerin varlığı, onları daha kısa bloklar haline getirmek üzere özel bir muhakeme işlemini uyarabilir. Yani veritabanımızın sütunları arasında, bir boyut blokunun “iyi” veya “kötü” olduğunu gösteren değer sütunu da olmalıdır. Hatta bu sütun, ne kadar iyi veya kötü olduğunu da gösterecek genişlikte bir değer skalasına sahip olmalıdır.

Page 62: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bir başka değer sütunu, amaca yakınlık açısından bir skalayı gösterebilir. Bu skala, bir uçta “bingo!” ve öbür uçta “saçmalama!” gibi değerler alabilir. Daha başka değer sütunları ihtiyacı da, eğitim aşamasında ortaya çıkabilecektir. Her muhakeme süreci, Bilinç tarafından gözlenir ve adım adım bir veritabanına(hafızaya) kaydedilir. Son satırında “bingo!” değeri taşıyan bloklardan, daha sonraki muhakemelerimizde yöntem olarak yararlanırız. Hatta kullandıkça, bu yöntemler de blok olarak kısaltılıp “refleks” haline getirileceklerdir. Bu süreçler sonunda, yetişkinliğimizde, “Şu konularda, sonuca şu yöntem ile ulaşmıştım” dediğimiz, o yöntemi uygulayıp tatminkar sonuç alamazsak “şu yöntemi deneyebilir miyim acaba” dediğimiz bir bir yol haritasına sahip oluruz.. Yetişkinde olayı izlemek için, algoritma haline getirmek üzere bir olay tasarlayalım. Olay: Sabahleyin evden çıkıp işe gidecektir. Bir nedenle gecikmiştir. Evden çıkıp hemen evin önündeki arabasına doğru hızla yürürken, gergindir. Saat 8.30’da işyerinde toplantı vardır ve en az 15 dakika geç girecektir toplantıya. Peki neden gergindir? Akşamdan, toplantıya dair bir beklenti oluşturmuştur(hayal). Bu hayalde, toplantı başlıyor(elbette zamanında), tartışılan konular üzerinde görüşlerini belirtiyor, asıl hazırlandığı konuda iyi bir sunum yapıyor, tartışmalar, eleştirileri cevaplama, patrondan ve arkadaşlarından takdir sözleri, birkaç kıskanç bakış… Bu beklenti/hayal de hafıza kayıtlarından, ego’sunun duygusal isteklerine en uygun olanları arasından derlenmiştir. Ama şimdi geç kalmıştır ve bu hayalin en azından başlangıç bölümü hayata uymamaktadır. Başlangıç bölümü açıkça hafıza kayıtlarına ters düşmektedir. Oluşturduğu beklentiyi/hayali her adımda gerçek hayat ile ve duygularının tatmini ile test etmek alışkanlığı vardır. Öyle, bir kere beklentiyi oluşturunca üzerine yatıp, hayatın o beklentiye göre akmasını bekleyemez. Bunu taa erken çocukluğundan beri öğrenmiştir ve hala da öğrenmeye devam etmektedir(bkz: Yapay zeka ve Düşünme- Nadir Bencan http://ilhamlar.org/YZ-Dusunme.html ). Hayatı beklentiye uydurmaya çalışmayıp, beklentiyi hayata göre her adımda revize etmek, bir yöntem olarak sahip olduğu en eski kalıplarından birisidir. Beklenti ile hayatın her çelişmesinde, bu yöntem kalıbı bir refleks olarak hemen devreye girmektedir. Ego açısından beklentinin duygusal değerine göre de, bu işlem uygun bir gerilim üretmektedir. Bir hayalin nasıl kurulacağı sorusu, aslında hafızada mevcut bir olayın nasıl geleceğe ait bir olay haline dönüştürüleceği sorusudur. Bunun için, mevcut olayın zaman, mekan ve nesnelerle ilgili değerlerinin, istenen zaman, mekan ve nesnelerle değiştirilmesi gereklidir. Neyi değiştireceğimizi ve nasıl değiştireceğimizi bebekliğimizde öğreniriz. Muhtemelen önce rüyalarımızda rasgele değişiklikler ortaya çıkar, uyandığımızda bunları hatırlarız, ve bu değişikliklerdeki bazı önemli(bizi etkileyen) noktaları fark edip hafızamıza kaydederiz. Bu kayıtlar çoğaldıkça, bu değişiklikleri uyanıkken de istemli olarak yapma denemelerine başlarız. Giderek hafıza kayıtlarını değiştirip eğlenme repertuarımız genişler ve bunun yöntemleri de kalıplaşmaya başlar. Kafasının bir tarafında(önemli işler klasörü diyelim) toplantı ile ilgili hayal dururken, gecikeceğini ilk anladığı anda toplantı hayali alarm vermeye başladı. Evden işe gidiş paketinin ilk satırları; saat 7.45 civarında evden çıkış, arabanın camlarını temizleme, lastiklere göz atma, trafik durumuna göre

Page 63: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

8.20 gibi işyerine giriş ve mesaiye başlamadan önce bir çay içecek vakit bırakma… Muhtemel ufak gecikmeler, yolda veya arabayı park ederken bir tanıdıkla ayaküstü sohbet filan da mümkün. Hafızasındaki yüzlerce işe gidiş kaydının ezici çoğunluğu bu aynı ¼ saniyelik satırları içeriyor. Bu yüzden de paketleşmiş zaten. İşte olaylar bu paket dışında gelişmeye başlayınca, o günkü işe gitme paketi ile en yakın ilişkili(ama paket olmayan, “önemli işler ajandasında/klasöründe tutulan) “toplantı beklentisi/hayali”nin ilk satırları “çelişme alarmı” vermeye başladı. Bu çelişme alarmı(tetikleyici), hafızadan çelişme alarmları ile ilgili kayıtlara baktı. Eğer bir kalıp varsa öncelikle kalıplar tercih edileceği için de, önce kalıpları süzdü. Kısa bir inceleme ile, hemen “beklenti revizyon yöntemi” kalıbı seçildi ve işlem hafızasına(bilinç alanı) gönderdi. Sonraki ¼ saniye için, bu kalıba göre hafıza kayıtları tarandı:

1- Evden çıkıştaki gecikmeye rağmen toplantıya zamanında yetişmesi mümkün müdür? Hayır, hiç eşleşme yok.

2- Hafızasındaki “önemli bir toplantıya geç gitmekle” ilgili kayıtlar: a. Birkaç kayıtta, patronundan fırça yemişti. Ego’su epeyce hırpalanmıştı b. Bir kayıtta, patronu daha geç geldiği için toplantı da geç başlamıştı c. Arkadaşlarının anlattığı hikayelerde, işten atılan bile vardı(8 kayıt) d. Filmlerde ve romanlarda, değişik ölçülerde Ego hırpalanması(çok sayıda kayıt) e. İyi, takdir, maaş zammı gibi kayıtlar: Hiç yok.

Bu sonuçlar Ön Muhakeme alanında değerlendirilerek, birisi İşlem hafızasına(Muhakeme Alanı) gönderilecek ve Bilince çıkarılacaktır. Ama eldeki sorgu sonuçları, yeni oluşturulacak beklenti/hayalin hep “ego hırpalanması” ile birlikte olacağını göstermektedir. Gerginlik bu yüzdendir. Bu yaşantılarda gerginlik üretilmişti, şimdi de gerginlik beklentisine girilecek. Evden çıkıp arabaya doğru hızla yürürken, bir yandan da, yeni duruma uygun en olası “toplantı başlangıcı” hayalini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu durumlarda kullandığı paketlerden biri tetiklenir hemen: Muhakemede seçenekleri tek tek eleme yöntemi paketi. Düşünme ve bir yargı oluşturma ile ilgili başka yöntemleri de vardır. Uzun “düşünme” hayatı boyunca pek çok duruma uygun pek çok yöntemi paketleştirmiştir. Bu yönteme göre, hafızadan, duruma en çok uyan “toplantıya geç kalma” kayıtlarından üç-dört tanesini Geçici Muhakeme Tablolarına(hatırlayalım, İşlem hafızası en çok yedi adet bilgiyi taşıyabilir) alır ve tek tek seçip değerlendirmeye başlar. Daha fazla alamaz, çünkü yapacağı işlemler için boş tablolara ihtiyacı olacaktır. Şimdi ele aldığı kayıtlardaki zaman ve mekan değerlerini güncellemekte, kişi değerlerini kendisi ve patronu, iş arkadaşları ile değiştirmektedir. Bu hayal oluşturma çabaları da, sanki dış dünyadan görüntü ve sesler alıyormuş gibi, ¼ saniyelik idrakler halinde Kısa Süreli Hafızaya kaydolmaktadırlar. Elbette bu kayıtlar da “dikkat” etiketine göre, ya birkaç dakika sonra silinip gitmekte, ya da bir önem değeri kazanarak Hafızada kalıcı olmaktadırlar.

1- Hızla toplantı odasına girer, herkes oradadır ve patron sert bir şekilde “sorumsuzluğundan” bahseder. Herkesin gözü onun üstündedir. İlk hayaldeki başarılı sunum ve takdir dolu tepkiler bölümlerinin duygusal tatmin değeri de oldukça düşmüştür artık. Hem eziklik, hem de kızgınlık duyguları gelişir o anda. “Ne yani, herkesin başına gelemez mi?” Mevcut duruma uygun bir hayaldir, ama duygusal tatminler açısından düşük puan almaktadır bu beklenti/hayal.

2- Toplantı odasına girer ve geciktiği için özür dileyerek, “gece eşinin hastalandığını ve hastaneye gitmek zorunda kaldıklarını, ancak sabaha karşı uyuduğunu, bu nedenle 15 dakika

Page 64: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

geç kaldığını” söyler(bu mazereti nasıl bulduğunu bilmemektedir. Belki yakın zamanda bir filmde görmüştür, belki eşine bir nedenle kızgınlığından, ilk aklına gelen bu olmuştur…). Ön Muhakemenin bu sorgulamada hangi kriterleri kullandığını bilmemektedir. Mazereti kabul edilir, geçmiş olsun dileklerinde bulunulur. Her şey yolundadır. Ama toplantıdan sonra eşine “geçmiş olsun” telefonu açılması, hatta o akşam evlerine geçmiş olsun ziyaretinde bulunulması gibi tehlikeli gelişmeler çağırılmıştır Hafızadan. Hafızasında, hastalanan eş durumunda yapılanlara dair işyerindeki geleneklerle ilgili kayıtlar vardır ve hayalin bu aşamasında o kayıtlar çağrışıma takılmıştır. Ayrıca “yalan söylemek”, bilişsel kalıplarında her zaman egosunu biraz hırpalayan duygular üretmektedir. Öz saygısı zedelenmektedir. Gene de duygusal tatminler açısından, ilk seçenekten daha yüksektir bu seçeneğin puanı.

3- Toplantıya girer, patron daha gelmemiştir ve arkadaşları laklak etmektedir. Selamlaşıp şakalaşarak yerine oturur. Duygusal tatmin puanı tepededir. Rahatlama, sevinme, eski hayaldeki takdir tepkileri yerli yerinde durmaktadır. Ama bu seçenek tamamen kendisinin dışında gerçekleşebilir ve Hafızasında, bunca senedir patronun geç geldiği yalnızca bir tek kayıt vardır. Yani çok düşük bir ihtimal. Hafıza kayıtları, bu tür beklentilerin hayata uyma olasılığının sıfıra yakın olduğunu göstermektedir.

Bu durumda ikinci seçenek en yüksek puana sahip görünmektedir. Peki bu puanı daha da artırmak mümkün mü? Bir beklenti seçeneğinin tatmin puanı düşükse, neler yapılabileceğine dair yöntem kalıpları vardır. Düşük tatmin puanı, çocukluğundan beri oluşturduğu bu kalıpları hafızadan çeker. “Bir seçeneğin puanını artırma yöntemleri” açısından hafıza yeniden taranır. Bu işlem neredeyse otomatiktir. Bir idrak, kendisi sorgulamanın ürünü olduğu halde, her zaman hafızadan yeni sorgulamalara(çağrışım) neden olur. Ön Muhakeme, kendisi muhtemelen saniyede yirmiden fazla “düşük değerli” sorgulama yapmaktadır hafızada. Bu sorgu sonuçlarından nisbeten önemli gördüklerini de her ¼ saniyede bir Muhakeme alanına(Bilinç) göndermektedir. Bu iş için, o anda Ön Muhakemenin veya Muhakemenin boş olması yeterlidir. Boş kalınan her ¼ saniyeyi, zihnimiz bu tür düşük değerli sorgulamalarla(serbest çağrışımlarla) doldurma eğilimindedir. Derin uyku ve koma hali dışında. Süzülen yöntem kayıtlarından birinde(en uygununda), “seçenekteki mazeretin yerine daha uygun bir mazeret bulmak” vardır. Bu yöntem taa çocukluğunda edindiği, çoktan kalıp haline gelmiş, kendisinin onlarca defa kullandığı, başkalarından da yüzlerce defa duyduğu bir yöntemdir. Peki ne diyecek? Sabahleyin musluk patladı, değiştirmek zorunda kaldım?.. Ya da… Bu düşüncelerle, hızla arabayı açmış, binmiş, çalıştırmış ve dikiz aynasına bakıp yolu kontrol ederek yola çıkmıştır bile. Bütün bunların hiç farkında değildir, yaptığı her şey “araba kullanma” paketi tarafından yürütülmektedir ve yaptığı her şeyi bir saniye bile geçmeden unutmaktadır. Yolda bir yandan mazeretler konusunda hafızasındaki kayıtları gözden geçirmeye devam ederken, bir anda mağazalardan birinin tabelasının değiştiğini fark eder. Daha büyük ve cafcaflı bir tabela asılmıştır mağazaya. Halbuki her gün geçtiği yoldaki diğer dükkanların eski tabelaları hiç dikkatini çekmemiştir. O günkü yolculuktan aklında kalan, büyük ihtimalle gergin-hızlı araba kullanıyor olması ve o mağazanın tabelasının değişmiş olduğu olacaktır. Başka bir şey hatırlamayacaktır o sabahki yolculukla ilgili. Aniden önce ayağı fren pedalına gider ve sonra, hemen hemen aynı anda yol üzerindeki Akköprü’nün trafiğe kapatılmış olduğunu, on kadar arabanın köprü önünde biriktiğini fark eder(idrak). Hatta köprü girişinde bir trafik aracı durmaktadır ve bazı sürücüler trafik memurları ile konuşmaktadırlar. Bilincinden önce ayağının fren pedalına gitmesinin sebebi, uygulanmakta olan

Page 65: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

iki paketten yola ait beklenti paketindeki bir değişikli ğin dikkati kendisine çekmesi, yapılan Ön Muhakeme işlemleri sonucunda araba kullanma paketinde revizyona gidilmesidir. Aynı anda yol paketinin de revizyonu gerektiği sonucuna varılmış ve her iki revizyon ihtiyacı da Bilince bildirilmi ştir. Aslında aynı anda yürürlükte olan daha başka zihinsel ve hareket paketleri de vardır. Onlardan da kimisi durdurulmuş, kimisi de devam etmektedirler. Zaten gergin bir şekilde ve acele ile işe yetişmeye çalışan biri için, bu durum ciddi bir “engelleme”dir. Mevcut beklenti/hayal için yeni bir hayat darbesidir. Bir engelleme, beklenti/hayalin önem derecesine uygun bir heyecan oluşturur: Kızgınlık. Bu, engeli yok etmeye yarayan bir enerjidir. Ya bizzat engele yöneltilir, ya da o mümkün değilse, başka bir şeye yöneltilerek boşaltılması gerekir. Hangi durumlarda engele yönelteceği, hangi durumlarda başka nesneye yönelteceği, hangi durumlarda hiçbir şeye yöneltmeyip kendi kendini yiyeceği ile ilgili kalıpları vardır. Hafıza kayıtlarından en uygun paket seçilir:

1- İki el yumruk yapılarak direksiyon simidine şiddetle(hasar vermeyecek azami şiddetle) vurulur.

2- Aynı anda dişler sıkılarak kafa iki yana sallanır. 3- Ardından, küfür kalıplarından biri(en uygun olanı) seçilip, engelin egosunu en incitici tonda

söylenir. İşte daha önce hiç yaşamadığı bir durum: Zaten baskı altında iken ortaya çıkan bir engellenme durumu. Hafıza taraması tetiklenir ve sorun çözme ile ilgili olarak bu tür durumlarda kullanılabilecek paket(bir paketler dizisidir) Geçici Muhakeme tablosuna yüklenir. Paket, şu alt paketleri içermektedir(her alt paket de başka alt paketlerden oluşur):

1- Önce, durumu tanımlama paketi 2- Sonra, çözüm hayali oluşturma paketi 3- Daha sonra çözüm hayalini diğer rutin paketlerle ve dış ortam ile denetleme paketi.

Mevcut durumu önce ilk paketin “tanımlama” parametrelerine göre taradı hafızayı: Kapalı yol. Hafızasında, artık hiç açılmayacak yol, uzun süreli(aylarca) kapalı kalan yol, onarım gibi gerekçelerle saatlerce kapalı kalan yol, kaza gerekçesi ile kısa süreli kapanmış yol, bir devlet büyüğünün geçmesi dolayısı ile çok kısa süre kapatılmış yol gibi örnekler vardı. İlk görünüm, kısa süreli kapatılmış yol olarak tanımlandı ve Muhakeme Alanına sunuldu. Bu tür seçimlerin nasıl yapıldığını bilincinde izleyemiyordu. Ön Muhakemeden doğrudan geliyordu bu tür izlenimler. Herhangi bir bilinçli muhakemeye konu olmuyorlardı. Ama bu ilk izlenimlerin doğruluğunun, Muhakeme alanında denetlenmesi gerekiyordu genellikle. Ön Muhakemenin yaptığı bu tür seçimler, Muhakeme alanının algoritmik çalışmasına karşılık, Yapay Sinir Ağlarının çalışmasına daha çok benziyordu sanki. Ya da yalnızca Bilincin takip edemeyeceği kadar hızlı sorgulama yapılması olabilir miydi(saniyede 20 sorgu)? Neyse, şimdi elinde bir veri vardı: Kısa süreli kapanmış yol. Bu sonuç hemen muhakeme tarafından da doğrulandı ve “acil işler klasöründeki” toplantı hayalinin gecikme alarmının şiddetinin artmasına neden oldu. Gerginlik daha da arttı. İkinci paket devreye girdi hemen. Çözüm hayali ile ilgili olarak tarandı hafıza, Ön Muhakeme tarafından.

1- Ek gecikme zamanını en aza indirecek alternatif yollara yönelmek

Page 66: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

2- Görevlilerle konuşup, yolun açılma zamanını öğrenmek, sonra yeniden değerlendirmek(ya bu sırada arkası başka araçlarla dolup, geri çıkması imkansız hale gelirse?)

3- Eve dönüp yatmak 4- Aracı orada bırakıp yürüyerek gitmek 5- Yolun açılmasını beklemek 6- İşyerine telefon ederek, köprünün kapalı olduğunu, bir süre beklediği halde henüz

açılmadığını, bu yüzden gecikeceğini bildirmek. Bu seçenekler Ön Muhakemede değerlendirilip, bilin bakalım hangisi en yüksek puanı alarak Muhakemeye(Bilince) gönderildi? Bildiniz, son seçenek. Hem de birkaç saniye kesiri içinde. Kısaca, duruma göre bir Muhakeme denetimi yaptı. Ego’nun duygusal isteklerine(şans eseri) fazlası ile uygunluk vardı bu seçenekte. Evden geç çıktığını kim bilecekti ki? Evden zamanında çıktığı halde, köprü yüzünden geç kalmış oluyordu. Küçük bir pembe yalan, o kadar! Arkası dolmadan hemen harekete geçmesi gerekiyordu, çünkü toplantıyı kaçırmayı hiç istemiyordu. “Geri vites” paketini uygulamaya başlarken, kullanacağı alternatif yol paketine ilişkin beklenti/hayali oluşturmaya başlamıştı bile. Önce hafızadan şehrin ilgili bölümünün haritasını çıkardı. Elle çizilmiş bir harita gibi çarpık çurpuk da olsa, şehri ilk gezdiği günlerde çıkarılmış bir harita idi bu. Mekan idrakinin önemli bir parçası idi ve sürekli olarak güncelleniyor, eski versiyonları ise unutulmaya terk ediliyordu. Erken çocukluktan beri ilk öğrendiği şeylerden birisi, kendisini merkeze koyarak bulunduğu yerin bir zihinsel haritasını çıkarmak olmuştu. Hiç bilmediği yeni bir yere gittiğinde, kaba taslak da olsa bir harita çıkarmadan kendisini güvende hissedemiyordu. İlk yapacağı iş, etrafı inceleyip, gerekiyorsa keşfe çıkıp, bulunduğu mekanı tanımaktı. Bu haritaya göre, önce Cumhuriyet caddesine çıkacak, sonra oradan Atatürk Bulvarına girecekti… Hafıza konusu ile bağlantılı da olsa, Muhakeme işlemini anlatan ve bu konuda birçok referans içeren bir alıntı aşağıdadır: “Bili şsel bilim psikologları belleğin, duyusal kayıt, kısa süreli bellek veya işleyen bellek ve uzun süreli bellek olmak üzere üç bileşenden oluştuğunu ifade etmektedirler. Bilginin kısa süreli olarak depolandığı yere kısa süreli bellek adı verilir, eğer bilgi bellekte tutulmaya gerek görülmezse, bellekten birkaç saniye sonra atılır ve artık geri döndürülemez. Bilginin bellekte tutulmasına karar verilirse, bilgi, uzun ve kısa süreli bellek arasında bir ara işlevsel bellek olarak işlev gösterdiği tahmin edilen işleyen belleğe geçer. “Birçok modele göre, işleyen belleğin bir bölümü belirli bir zaman dilimi için sınırlı sayıdaki bilgiyi depolar, buna karşılık diğer bölümleri bu bilgiyi anlamlandırmak için işlemeye başlarlar. Bu bilgiyi işleme etkinliği bittikten sonra, anlam uzun süreli bellekte depolanır (Carpenter ve Just, 1989: 31-32) “İşleyen bellek(Working memory)=Muhakeme “ İnsanların merkezi işlemcisi, işleyen bellek olarak adlandırılmaktadır. Bilişsel bir süreci etkilemek için, bilgi uzun süreli bellekten geri getirilip işleyen belleğe atılmalıdır. İşleyen bellek bu yüzden uzun süreli belleğin aktif bölümünü oluşturmaktadır (Kintsch, 1998: 217). McNabb ve Thurber’e göre (2006: 21) işleyen bellek, içerik, metin yapıları, kelimelerin anlamları, öncül bilgi ve kelime hazinesinin geri getirilmesini belirleyen, uzun süreli belleğin aktif bölümüyle ilgili teknik bir

Page 67: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

kavramdır. Aktif olan işleyen bellek, düşünceler geliştirmeye ve değiştirilmeye devam ederken, geçici olarak bilgiyi depolar. “Abu- Rabia’ya göre (2003: 210) işleyen bellek, problem çözme, detaylı düşünme ve okuduğunu anlama gibi birçok karmaşık düşünce sürecinin meydana geldiği bir alandır. Bilginin değiştirilip düzenlenmesi ve kısa süreli olarak depolanmasından sorumlu olan işleyen bellek, bu özelliğinden dolayı okuma anlama, zihinsel aritmetik ve kıyassal usa vurma gibi değişik etkinliklerde, insan bilişi için çok önemlidir (Zoelch vd., 2006: 40). Osaka ve Osaka (2002: 155) işleyen belleğin, eş zamanlı olarak bilginin işlenmesi ve depolanmasıyla ilgili olan bir zihinsel hafıza süreciyle bağlantılı bir kavram olup, okuduğunu anlama, öğrenme ve usa vurma gibi karmaşık bilişsel bir süreçte önemli bir rol oynadığını belirtmektedirler. “Macizo ve Bajo’ya göre (2009) göre, okuduğunu anlama, işleyen belleğin kullanılmasını gerektiren, bilişsel düzeyde meydana gelen zorlu bir etkinliktir. Bu süreci gerçekleştirmek ve bu süreç esnasında önemli bilgileri hafızada tutmak için, ister kelime ister cümle isterse de metin düzeyinde olsun, işleyen belleğe her zaman ihtiyaç duyulmaktadır. Okuma sürecinde işleyen bellek, okunan şeyin hatırlaması esnasında, cümlelerin veya kelimelerin tanınması ve çözümlenmesi anlamına gelmektedir (Reese, 1982). “Alexander ve Winne (2006: 149), Dixon, Le Fevre ve Twilley (1988) (akt. Chiappe vd., 2002: 102) okuduğunu anlama ve işleyen bellek arasında yüksek bir ilişki olduğunu ifade etmektedirler. “Sembollerin ve kelimelerin hızlı bir şekilde işlenmesi, etkin okuma becerilerinin gelişimi için gereklidir. Bu hızlı bilgiyi işleme etkinliği işleyen belleğe, işleme hızına ve uzun süreli bellekten bilginin geri getirilmesine bağlıdır. Okuduğunu anlama süreci işleyen bellekte meydana gelmektedir. Okuma anlamaya ayrılan işleyen bellek miktarı, temel okuma becerilerinin otomatikleşme düzeyine bağlıdır. Dehn’e göre (2006: 35-36) kelimeleri çözümleme zorluğu çeken ve düşüncelerini açık bir şekilde ifade etme eksikliği olan bir okuyucu, genel olarak okuma anlama için yeteri kadar işleyen bellek kaynağına sahip değildir. “ İşleyen bellek, bir metinde birbirini takip eden kelime dizelerinden ortaya çıkan düşünceleri okuyucu uyumlu hale getirip yapılandırırken, okuyucunun yapmış olduğu işlemlerin sonucunu veya ara bölümünü depolayarak okuduğunu anlamada önemli bir rol oynamaktadır. Dixon, Le Fevre ve Twilley (1988, akt.Chiappe, Siegel and Hasher, 2002: 102). Şetcher (2006: 189) dinlemenin ve okuma anlamanın, içerisinde kelimelerin ve cümlelerin daha kapsamalı bir şekilde işlenmesi ve art alan bilgisiyle uyumu için tutulduğu, ve bir metne ait daha önceden yapılmış yorumların, yeni gelen bilgiyle ili şkisi göz önünde bulundurularak yeniden değiştirilip düzenlendiği bili şsel bir alan olan işleyen belleğe ihtiyaç duyduğunu ifade etmektedir. “Huey (1908) (akt. Jonides, 1995: 229-230) dile yönelik okuma anlamada işleyen belleğin kullanılması gerektiğini belirtmektedir, çünkü işleyen belleğe bir cümlenin başında yer alan kelimeleri depolamak için gerek duyulmaktadır, bunun sonucu olarak daha sonra gelen kelimeler tutarlı bir anlam bütünlüğü içinde bu kelimelerle uyumlu hale getirilebilirler.(neden kelimelerle düşündüğümüzü bu olay açıklayabilir. Ses işleme bölgesi-auditory bölgeler, daha uzun süre, 4 saniyeden fazla süre uyartıları takip edebiliyor(Başar). Halbuki visual bölge, daha kısa süre takip edebiliyor. Düşünme sırasında en uzun süre takibini sağlayan organımızı kullanmamız doğal. Bu yüzden düşünürken fotoğraşarı değil de kelimeleri-sesli uyaranları- kullanıyoruz. Tabii, visual uyaranlar da buna eşlik ediyor. Ama yalnızca eşlik ediyor.) (Görsel bilgi 1 saniyeden az, dokunma ile ilgili bilgi 2–3 saniye, işitsel bilgi 4 saniye sonra kaybedilmektedir. Ancak yeterli dikkatin harcanması

Page 68: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

durumunda duyusal kayıttaki bilgilerin kısa süreli belleğe aktarılması mümkün olabilmektedir (Banikowski & Mehring, 1999).) “ İşleyen bellek kavramı iki açıdan kısa süreli bellek kavramından ayrılmaktadır. İşleyen belleğin tek bir parçadan daha ziyade, bir dizi alt sistemi içerdiği var sayılmaktadır. Baddeley ve Hitch (1974) (akt. Gatercole ve Baddeley, 1993: 4) işleyen belleğin üç bileşenini belirlemişlerdir. Bu bileşenlerden ikisi, fonolojik döngü (phonological loop) ve görsel-mekansal kopyalamadır (visuo-spatial sketchpad). Bu bileşenler gelen bilgilerin akılda tutulmasından sorumludur. Fonolojik döngü, işitsel olarak gelen bilgilerin kullanılması ve korunmasıyla ilgilenirken, görsel-mekansal kopyalama, görsel ve yersel bilgilerin işlenmesi ve akılda tutmasıyla görevlidir. Fonolojik döngü sözel bilginin depolanmasından ve işlenmesinden sorumlu iken, mekansal ve görsel kopyalama ise, mekansal ve görsel bilginin işlenmesinden ve depolanmasından sorumludur (Haris; Cady, QuocTran, 2006: 72). Üçüncü bileşen olan merkezi yürütücü (central executive) kısa süreli belleğe gelen bilgilerin tutulması için hangi deponun kullanılacağının seçilmesinden ve bu bilgilerin derlenmesinden sorumludur. “Görsel mekansal kopyalama, görsel imajları tutup manupule eder, buna karşılık fonolojik döngü ise, konuşmaya dayalı bilgi için benzer bir işlevi yerine getirir. Merkezi yürütücü, bu süreçte bu iki alt sistem tarafından desteklenir ve dikkati kontrol eder. Fonolojik döngü fonolojik bilgiyi depolar ve bunun içeriklerini tekrara dayalı bir döngü içerisinde, sürekli olarak seslendirerek bunun bozulmasını engeller. “Merkezi yürütücü sistem, önemli bilgiye dikkati yönlendirmeden, önemsiz bilgiyi ve uygun olmayan eylemleri bastırmadan ve aynı zaman dilimi içerisinde birden fazla bir etkinlinlik yapılması gerektiğinde bilişsel süreçlerin koordinasyonundan sorumludur (Baddeley;Hitch, 1974). “Fonololjik düğüm ve görsel mekansal kopyalama, sözel ve görsel bilginin geçici olarak depolanması süreciyle ilişkili iken, merkezi yürütücü giren bilginin işlenip depolanması ve bunların koordinasyonuyla ilgilidir. Merkezi yürütücü, bilginin her bir birimini ve o zamana kadar oluşturulmuş olan metnin anlamına yönelik uyumunu kolaylaştıran bir koordinatör olarak işlev gösterir (Cain, 2006: 62-65)1 NEDENSELLİK: (Causality). Nedenle sonuç arasındaki ilişki. “Hayatımız boyunca tanık olduğumuz olaylar ve edindiğimiz bilgiler, bizde, yani insan türünde (belki diğer türlerde daha farklı sonuçlar ortaya çıkıyor olabilir) her olayın bir nedeni olması gerektiği, hiçbirşeyin öyle hop diye ortaya çıkmadığı izlenimi yaratmıştır. "Hiçbirşey yoktan varolmaz ve varolan hiçbirşey yok olmaz" bilimsel "önyargı"sının temelleri bu izlenimdedir. Ayrıca, benzer nedenlerin benzer sonuçlar doğurduğu izlenimi de ediniriz. İki olayın nedenleri hiçbir zaman aynı olamazlar. Ama ne kadar "benzer" iseler, doğurdukları etkiler de o kadar "benzer" olacaklardır. Prof. Cemal Yıldırım bunu şöyle anlatıyor: "doğada olup biten herşeyi, diğer bazı şeylerin sonucu saymak, hiçbir olgu, süreç veya değişimi nedensiz kabul etmemek bilimin dayandığı varsayımlardan birisidir... Her olgu kendinden 'sorumlu' başka bir veya daha fazla olguya bağlıdır. “Gerçek ya da en etkili nedenin ne olduğu konusundaki yargımız, şartlı reflekslerin oluşumundaki "zamanda yakınlık" ilkesi ile oluşur. Zamanda yakınlık ilkesi, her bir olay için değişkenlik gösterir. Çiçek tutarken aniden parmağımın belirli bir türde acıması, diken batması veya arı sokması yüzündendir Ama baharda ekinlerin yeşermesinin nedeni, bizim sonbaharda onlan ekmiş olmamızdır. Sonbahardaki ekim ile bahardaki yeşerme arasında zamanda yakınlık nasıl öne 1 Salih ÖZENİCİ. İşleyen Belleğin Okuma Anlama Sürecindeki Rolü ve İşlevi

Page 69: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

sürülebilir? Burada, ekinlerin yeşermesi ile ilgili toprak, gübre, yağış, ısı, vb. gibi birçok neden arasında, birçok şartlı refleksler zinciri ile zihin devreye girmektedir ve hayvanlann yapamadığı budur. Hayvan, en yakın nedeni benimsemekle yetinme eğilimindedir. İnsan zihni ise, (ürettiği kavramlara semboller atayabilmesi sayesinde-konuşma) zamanda en yakın nedenden başlayıp, zamanda daha uzaklara doğru daha başka nedenlerle de bağlantılar kurabilmektedir. “ İki olayın zamanda yakınlığının yalnızca bir defa ortaya çıkması, bize hiçbir bilgi vermez. Ama eğer bu gözlemimiz bir süreklilik kazanıyorsa, önce dikkatimizi çeker. Zihin, olayı daha dikkatle ele alır ve algılanan konuda birbirine bağlanması muhtemel üç-beş olayı birlikte değerlendirmeye başlar. Yani, bir teori oluşturur. En basit genellemedir bu. Daha sonraki denemeler, bu genellemenin önce doğrulanıp, sonra da daraltılarak bir tek olayı neden olarak görmeye yöneltir zihni. Yeteri kadar denemede doğrulanırsa, artık bir olayı öteki olayın nedeni olarak görme, refleks halini alır. “Nedensellik bağlantısı, dış dünyayı şartlı reflekslerimize uygun bir düzen içinde görme eğilimimizden dolayı, zihnimizde bir araştırma süreci sonucu olarak kurulur. İlk birkaç gözlem ile dikkatin konu üzerine çevrilmesinin ardından, hayvanlarda da bulunan bir araştırma süreci başlar. Bazı sorular sorulup cevap aranması şeklindedir bu süreç. "Ne?"ile, olayın figürleri ve fonları tanınmaya çalışılır. "Nerede?" ile, figürler arasında mekanda yakınlık araştırılır. "Ne zaman7" ile, figürler arasında zamanda yakınlık araştırılır. "Ne ile?" ile, ilk farkedilenlerden başka figürler bulunup bulunmadığı araştırılır. “Ne kadar?” ile, figürlerin niceliği araştırılır. Bütün bu araştırmaların yeterli sonuçları alındıktan sonra, "Neden?" sorusunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkmaya başlar beyinde. Bu cevabı aniden , OP'den alıverir bilinç. Sonuçlar belli bir anda yanyana biriktirilmiş ve paralel muhakeme ile yargı oluşmuştur. Bu cevap, olay hakkında bir yargıdır ve şimdi yapılması gereken, daha önceki yargılara ve gözlemlere ters düşen yanlarının bulunup bulunmadığını bilinçte, seri muhakeme ile araştırmaktır. “Olaylar arasındaki bağlantı, yani neden-sonuç ilişkisi, şartlanma ilişkisinden ibarettir. Bir olay bir başka olayı "şartlamakta'", "yönlendirmekte", onun "şartı" olmaktadır. Bir olayın, diğerinin "zorunlu şartı" olup olmaması önemli değildir organizma için. "Gerekli ve yeterli şart" olmasıdır aranan. "Zorunlu şart", daha denetimli mantık sistemleri tarafından aranır. "Koltuk, oturmak içindir", "sulu yemekler kaşıkla yenir", “kış ın dışarı çıkarken kalın giyinmek gerekir", "araba çarparsa ölürüz", "annem benden büyüktür",vb. bütün yargılarımız, nesne ve olaylara verdiğimiz isimler, ölçme ve saymalarımız, eğer kalıplaşıp da bilincin dışında otomatik tepkiler haline gelmişlerse, şartlı reflekslerimizdirler. Bilinç, yalnızca olayları birbirine bağlamaya, olaylar arasındaki şartlanmaları kavramaya çalışır. Ama bu henüz "refleks" değildir. Bilinçli davranıştır. Refleks haline gelmesi, gördüğümüz gibi, bir süreç işidir ve bir davranış, duygu yada yargı, ancak bu sürecin sonunda "şartlı refleks" halini alır.

“Nedensellik temelinde düşünmenin zorunlu sonucu, Dünyayı (ve herşeyi) anlamlandırmaya çalışmaktır. Bu da insanı, kendine bir ‘inanç sistemi’ oluşturmaya götürür. Mevcut inanç sistemi bizi tatmin etmediğinde, yenisini ararız ve oluşturmaya çalışırız. Öyle ki, sonunda kafamızda her şey yerli yerine otursun, birbiriyle tutarlı ilişkiler içinde olsun. “Nedensel düşünmezsek, bir inanç sistemine ihtiyacımız kalmaz. Yalnızca yaşarız. Acı gerçek. “Peki, nedensel düşünmemek mümkün mü? “Öyle bir düşünme sistemi ki; ‘çünkü’, ‘için’, ‘...den dolayı’ kelimelerini kullanmayacağız. Gözlem, güdü, kaçınma ve niyet kullanılabilir. Önerme yapılabilir, ama kıyas ve yargı yok. Zaman yok, oluş yok, olmuş bitmiş var. Tanrının nedensel düşünmediği kesin gibi görünüyor.

Page 70: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

...

“ İnsanlar, olayları bağlantısız ve açıklanamaz görmekten hoşlanmazlar. Bu durumda, savunma geliştiremeyeceklerini ve tehlike içinde kalacaklarını düşünürler herhalde. Duyumlarla aldığımız bilgileri, hem genelleme, hem de bağlantı içinde görme eğilimimiz vardır. Bu, şartlı refleks oluşumunun karakteridir. Biz, canlı organizma olarak, genlerimize kayıtlı güdülerle ve reflekslerle yaşarız. Çeşitli özel sorunların çözümü için beynimize, yeni refleksler oluşturma görevi verilmiştir. Yeni refleks oluşumu, çevredeki yeni durumun bir an önce etraflıca tanınması ve tepki oluşturulması demektir. Yeni çevrenin bir an önce tanınması da, binlerce uyarının, beynin kapasitesini zorlamayacak şekilde az sayıda gruplar halinde değerlendirilmesini, ve grupların da birbirleri ile ili şkili düzenli bir sistem olarak algılanmasını; yani, bir tek kavrama indirgenmesini; yani bir tek olaya genellenmesini gerektirir. Araba kullanmayı öğrenirken de ekstrapiramidal sistemimiz; ön cam, dikiz aynası, direksiyon, gaz, fren ve debriyaj pedalları, vites kolu, korna ve silecekler gibi tüm hareketleri tek bir program olarak otomatikleştirmeye çalışır. Önceleri bu hareketler grup grup otomatikleştirilirler ve birkaç paket halinde kullanılırlar. Fakat deneyimli bir sürücüde bunlar, kesinlikle tek bir program halini almıştır. Öyle ki, biryerden bir yere giden deneyimli sürücü, radyo dinler, yanındaki ile konuşur, işini düşünür, vb. Düşünmediği ve farkında olmadan yaptığı tek şey, aracı sevk ve idare etmesidir o anda. Hiçbir özel dikkat göstermeden akıp gider trafiğin içinde. ...

“Beynimizdeki değerlendirme sinirlerinin ileti hızı, duyu sinirlerinden daha yavaş olmalı ki, olayları sürekli gibi algılarız. Değerlendirmemiz duyu sinirlerinden daha hızlı olsaydı, olayları kesik kesik algılayacaktık. .... “Olaylar arasında nedensellik bağlantısı kurmada aşırılık, türümüze özgü bir davranıştır. Odada aniden bir top yuvarlanmaya başlasa, kedi hemen topu takibetmeye başlar ve yakalamaya çalışır. Oysa biz, dönüp onun nereden geldiğini araştırırız.. Çağdaş bilimler her olayı geniş bir nedensellik ağı içinde araştırmak eğilimindedirler. .... “Bir olayı bir di ğerinin izleyeceği beklentisi, bilincimizin beklentisidir. Bir bebek veya bir kedi yavrusu, suya düştüğü halde ıslanmazsa, buna şaşırmazlar. Ama tecrübelerin sağladığı şartlanmalar, bize, suya düşen her şeyin ıslanacağını düşündürür. Bu yüzden yetişkin insan da, yetişkin kedi de, su onları ıslatmadığında şaşırırlar ve suyu araştırmaya başlarlar. “Bilincin bu nedenselliğinden dolayı, insanın dünyaya gelmesinin bir nedeni olması gerektiğini düşünmeden rahat edemeyiz. Oysa, bu dünyada önceden hazırlanmış bir senaryonun oyuncuları değil de, doğaçlama yaparak yaşayan oyuncular olduğumuz da düşünülebilir pekala.1 OLAY :(Occurence) Hafızada her bilgi bir “Olay” olarak temsil edilir. “Olay”, birkaç karelik bir çizgi film klibi gibidir. Beynimiz, her türlü bilgiyi mutlaka zamana yayılmış halile değerlendirmek eğilimindedir. Duyduğumuz bir notayı da tek başına anlamlandıramayız, devamını dinleyip bir müzik parçası olarak anlamlandırmak isteriz. Zihinsel işlevlerde zaman önemli bir yer tutar. Algılarımız parça parça gelir ama, Zihnimiz, zaman içinde bunların nasıl ilişkide olduğunu belirlemek için Hafızayı ve çevreyi tarar durur. İdrak böyle gerçekleşir. Hayatımız boyunca, tekrarlama eğiliminde olan davranış(hareket) ve düşünme gruplarını birer paket olarak ele alma eğilimindeyizdir. Değişik araştırmacılar bu paketler için “script”, “episode”, “theme”, “scheme”, veya “Cognitive module” ifadelerini kullanmaktadırlar.

1 Nadir Bencan, Düşünen Hayvan

Page 71: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bizim için ilk defa karşılaştığımız olaylarda-tecrübelerde, milisaniyelik hareketler önem taşır. “An” dediğimiz o sublektif en kısa zaman, yani idrak süresi, ortalama ¼ saniye kadardır(250 milisaniye) ve “olay” değil, “durum” türü algıya izin verir. Zihine bir fotoğraf karesi sunar. Bunlar birkaç özellikleri ile hafızaya kaydedilebilirler. Fakat sık tekrarlanmıyorsa veya duygu öğesinde “önemli” işareti taşımıyorsa, unutulurlar. Peşpeşe gelen fotoğraflar bizim için bir anlam taşıyorsa, bir video klip gibi kaydedilirler(Bkz: Kavram). İlk olaya bir şekilde benzeyen ikinci bir Olay veya durum, hemen bu iki Olayın bir paket olarak ele alınması sürecini başlatır. Paketler alt paketlere sahip olabilirler ve çok uzun zamanı kapsayabilirler. “Bir ömür” de bir pakettir. Tekrarlanmayıp, hafızamızda tek olarak kalan önemli yaşantılar, paket değil, “episode” ifadesine daha yakındırlar. “Bir keresinde ..... olmuştu” dediğimiz Olaylardır bunlar. Bir saat sonra saniyelik Olayları, bir hafta sonra saatlik Olayları, bir ay sonra gündelik Olayları, bir yıl sonra aylık Olayları unuturuz. Birkaç alt paket kalır sadece aklımızda. Bu, soyutlamadır. İki yıl önce Haziran ayının on ikisinde öğlen saatlerinde ne yaptığımızı hatırlamayız. Hatırımızda kalan bir paket olarak, “öğlen olduğu için yemek yiyordum herhalde” deriz. Ama 12 Haziran’ın o yıl Pazar gününe geldiği söylense, hemen bir başka kavramı hatırlarız ve “o zaman gazete okuyorumdur” deriz(Pazar öğlen paketi). Hafıza zamanın “şimdi” noktasına kadar edindiğimiz bilgileri taşır. Hayal alanımız, Hafızaya paralel bir zaman oku olarak değerlendirilebilir. Ama yalnızca geçmişi değil, geleceği de içermektedir. Gerektiğinde Muhakemede kullanmak üzere, bu zaman oklarından geçici birkaç tane daha yapıp-bozabiliriz. Hafızadan istediğimiz bir parçayı(paket veya episode) alıp bu zaman okunun istediğimiz yerine(geçmiş veya gelecek) yerleştiririz ve düşünme eylemi böylece başlamış olur. Hafızada bir olayı sorgulamak, veritabanında bir tablodaki kayıtlardan ardışık bir grubu sorgulamak anlamına gelir. Yapay Zeka alanında bütün sorgulamalarımızı, bütün veritabanı yönetimini bu esasa göre düzenlememiz gereklidir, çünkü hayatın akışı birimlerin değil, olayların akışı halindedir. Klasik satır sorgulama yöntemleri ile zeka üretmenin sınırlarına dayandık gibi görünüyor. Amatör amaçlarla kullanılan ve “Multi-Line Querying” denilen bazı teknikler bu amaçla geliştirilebilirler. ÖN MUHAKEME: (Preconsciousness?).Duyu organlarından gelen Algılar Ön Muhakemeden (Farkındalık) geçerken geniş çapta elemeye tabi tutulurlar. Gelen bir Algı önce refleksler, şartlı refleksler, içgüdüler, o andaki hakim duygular, acil işler veya yarım kalan işler olarak işaretlenmiş paketlerden oluşan bir filtre tarafından süzülür. Bu süzme işlemi, öncelikle Dikkat mekanizmasını tetiklemek içindir. Aynı anda, Hafızada da kaba ve hızlı bir sorgulama yapılmaktadır. Algılarla eşleşen Hafıza materyali de, tıpkı dış Algı gibi filtrelere yönlendirilir. Buradaki işlemler Bilince kapalıdır. Hiç farkında olmayız. Dikkat projektörünün altına girmeyi hak eden Algılar, aynı anda Bilinç alanına da girmiş olurlar. Bundan sonra artık paralel iki süreç işleyecektir beyinde. Birisi Dikkat öncesi Algıların işlenmesi süreci, diğeri de Bilinç alanında cereyan eden Muhakeme süreci olacaktır. İdrak, Algı’yı Bilgi haline getirme sürecidir. İdrak bir işlemi, Bilgi bu işlem sonucunda elde edilen şeyi ifade eder. Algı, İdrak sayesinde Bilince çıkar. Bilince çıkmasının nedeni, Ön Muhakeme işleminden geçmesidir. İdrak edilmemiş Algı, ancak Bilinç dışı işlemlere konu olabilir.

Page 72: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Ön Muhakeme esnasında, birden çok işlem ünitesi paralel olarak çalışır. Reflekslerimizin ve şartlı reflekslerimizin tümü çalıştığı gibi, salt zihinsel alanda da birden çok modül aynı anda çalışmaktadır. Bir metni okurken, bir modül cümleleyi işlemektedir. Bir başkası kelimeleri, bir başkası harflerin şekillerini işlemektedir. Belki bir başkası da kağıdın yüzeyini, rengini gözlemektedir. Ön Muhakemenin Hafızada sorgulamalar yapması, Hafızanın normal çalışmasından farklı gibi görünmektedir. Çok daha hızlı, zahmetsiz ve şaşırtıcıdır. En olmadık anı parçaları aniden yakalanabilir. Bu işlem neredeyse otomatiktir. Bir idrak, kendisi sorgulamanın ürünü olduğu halde, her zaman hafızadan yeni sorgulamalara(çağrışım) neden olur. Ön Muhakeme, kendisi muhtemelen saniyede yirmiden fazla “düşük değerli” sorgulama yapmaktadır hafızada. Bu sorgu sonuçlarından nisbeten önemli gördüklerini de her ¼ saniyede bir Muhakeme alanına(Bilinç) göndermektedir. Bu iş için, o anda Ön Muhakemenin veya Muhakemenin boş olması yeterlidir. Boş kalınan her ¼ saniyeyi, zihnimiz bu tür düşük değerli sorgulamalarla(serbest çağrışımlarla) doldurma eğilimindedir. Derin uyku ve koma hali dışında. ÖNYARGI: (Bias, Precoception). Kanaatlerin Yargı kategorisinde ifade edilmesidir. REFLEKS: (Tepke, Reflexes) “Bir uyartıya verilen cevap. Alınan uyartı sonucunda meydana gelen impulsa, beyne iletilmeksizin verilen cevap. Yansı.”1 Refleksler, canlının dış etkilere verdiği tek tip, kalıtımla gelen tepkilerdir. Gözümüze hızla yaklaşan bir cisme karşı göz kırpma refleksi, ani düşme durumunda yakalama refleksi gibi bazı refleksleri herkes bilir. Bunlar, bilincimize de haber verilerek yapılan reflekslerdir. Dikkat! İş yapılır, bilince yalnızca haber verilir. İzin alınmaz. Bazı reflekslerde ise, bilince haber bile verilmez. Işık durumuna göre daralıp genişleyen pupilla refleksi gibi. Aynı şekilde, vücudumuzda dıştan izlenemeyen bazı otomatik tepkiler de refleks sayılabilirler. Otonom sistem faaliyetleri, vücut sıvısının kimyasal dengelenmesi gibi çalışmalar da belirli organların, bezlerin, dokuların refleks türü faaliyetleridir. Refleks cevaplar, organizmanın çevre ile ilişkisinde bilince gerek duyulmadan, otomatik olarak kendine özgü davranış oluşturan, bir canlı türünün tüm üyelerinde aynı olan, kalıtımla gelen, öğrenilmemiş cevaplardır. Ancak yaygın kullanımda, yalnızca kaslarla ilgili faaliyetlere refleks denmektedir. Halbuki pupillayı daraltan olay kadar, kana adrenalin boşaltan olay da sinir sisteminin öğrenilmemiş tek tip cevabıdır. Birinde hedef organ pupilla kasları, diğerinde adrenal kortekstir. Dolayısı ile, bir sinir iletiminin neticesi ister fiziksel bir olay (pupilla daralması), ister kimyasal olay (adrenalin boşalması veya cinsel ilgi) olsun, eğer olay merkezi sinir sisteminin müdahalesi ile, ama bilincin dışında kendiliğinden bir cevap şeklinde ise, reflekstir. Yani mesela boşluğa atladığımız zaman kendiliğinden düşmeye başlamamız refleks değildir. Çünkü boşlukta düşüp düşmemeye sinir sistemimiz karar vermez. Ama düşerken sağa-sola çırpınarak tutunacak bir yer aramamız reflekstir. Bu esnada eğer tutunabileceğimiz üç-beş nesne arasında, “Şu iyi değil, en iyisi şunu tutayım. Yok yok, şu ilerideki daha iyi” diye bilinçli bir seçme yapıyorsak, bu da refleks değildir. Çünkü davranışı asıl oluşturan bilinçtir bu durumda. Refleksin bir diğer özelliği de, etkilere gösterilen “basit” tepkiler olmasıdır denir. İki nöronlu, hadi bilemediniz birkaç ara nöronun ilavesi ile üç-beş nöronlu refleksler en basit ve temel reflekslerdir bu tanıma göre. Bundan dolayı da, daha karmaşık gibi görünen otonom sistem tepkilerine ve daha da karmaşık görünen “içgüdü” tepkilerine refleks denmez. Halbuki çok basit otonom sistem olayları olduğu gibi, aksırma refleksi gibi çok karmaşık refleksler de bulunmaktadır. Nörolojinin ve

1 TDK BSTS/Biyoloji Terimleri Sözlüğü

Page 73: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

fizyolojinin kullandığı kavramlarda aslında böyle bir karışıklık yoktur. Karışıklık, kavramların temel eğitim düzeyinde ve popüler kullanımında ortaya çıkmaktadır. “Prof. Mehmet Akçay’dan bir aktarma ile, refleksin bilimsel tanımını ve fonksiyonunu kısaca özetleyerek devam edelim: “Refleksin tanımı: Refleks, organizmanın kendisine etki eden uyaranlara merkezi sinir sisteminin katılmasıyla, ve fakat bilincin aracılığı olmaksızın verdiği cevaptır. Refleks için karakteristik olan şey, sinirsel merkezler tahrip edildiği zaman artık oluşmamasıdır. Duyular, refleks oluşumuna ya eşlik eder, veya sonradan meydana gelirler. “Refleksin anlam ve önemi: Reflekslerin ekserisi organizmanın korunmasına hizmet ederler. Örneğin kornea refleksinde göz kapağı kendiliğinden açılıp kapanmakla, gözyaşını kornea üzerine yayar ve bu organı kurumaktan korur. Pupilla refleksi ise retinayı fazla ışıktan korur. Keza karın örtüsü refleksi aracılığıyla visserler dışarıdan gelebilecek darbelere karşı korunurlar. “Bir kısım refleksler türlerin devamına hizmet ederler. Üreme organlarının reflektorik etkinlikleri bu cümledendir. Bunlardan başka, çevrenin sayısız değişikliklerine organizmanın uyabilmesini sağlayan birçok diğer kas hareketleri ve bez sekresyonları da keza reflektorik olarak ayarlanırlar.” 1 SEZGİ: (Intuition). Muhakeme alanında işlenmeye elverişli olmayan, bir isimle, bir sembolle ifade edilemeyen her türlü Bilgiye Sezgi veya İlham deriz. “ İç göz”, geçici Muhakeme tablosunda, odak dışında sıçramalar yapmakla kalmaz, bu sıçradığı satırların Hafızadaki bağlantı linklerine de sıçramalar yapar. Bu sıçramalar da Kanaat oluşumuna etki ederler. Bu tablo dışı sıçramalar, İlham va Sezgi yollarımızın bir kısmını oluştururlar. Fikirdeki Figürün etrafını saran Fon bilgileri, bilinçte daima Sezgi olarak algılanır. Ayrıca, beynimizde bizim henüz bilemediğimiz ekstra duyu yolları varsa, onlardan gelen uyartılar da herhalde Sezgi türü Bilgiler oluşturacaklardır. ŞARTLI REFLEKSLER: (Conditional Responses). Hafızada peşpeşe yer alan iki bilgiyi, özel bazı koşullarda tek Bilgi halinde birleştirmek gibi doğal bir yatkınlığımız-yeteneğimiz vardır. Bu yeteneğimiz, yapay refleksler oluşturabilme yeteneğimizdir. Şartlı refleks, canlıda doğuştan varolmayan, ama normal refleks yolları üzerinde sonradan öğrenilerek kazanılan yeni refleksleri anlatır. Gene Akçay’dan öğrenelim: “Doğuştan mevcut refleksler cinsin bütün bireylerinde vardır. Doğuştan mevcut sinir yolları, reseptörler ve icra organları bu reflekslerin var oluşlarını sağlarlar. (....) Sonradan kazanılan, yani kondüsyone refleksler (şartlı refleksler) ise kendiliklerinden oluşmazlar, aksine, kişinin yaşamı boyunca öğrenilirler. Bu refleksler sabit değildir, geçici olarak veya tamamen kaybolabilirler. Kondüsyone refleksler, daha önce varolan bir refleks üzerinde gelişirler. Bu refleks, doğuştan var olabileceği gibi, daha önce kazanılmış bir kondüsyone refleks de olabilir.” 2

1 Mehmet Akçay, Sinir Sistemi Fizyolojisi 2 Mehmet Akçay, Sinir Sistemi fizyolojisi

Page 74: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bir doğuştan refleks üzerine bir şartlı refleks, onun üzerine bir başka şartlı refleks, onun da üzerine bir başka şartlı refleks ....oluşturmak mümkündür. Konuşmamız ve birçok bilinçli davranışımız böyle gerçekleşir. Şartlı reflekslerin oluşturulabilmesi için beyin korteksine ihtiyaç olduğu genel kanıdır. Çünkü korteksi çıkarılan (dekortike) hayvanlarda şartlı refleks oluşturulamamakta ve eski şartlı reflekslerini de kaybettikleri görülmektedir. Ama, 1,5 cm.lik su solucanları olan planaryalarda şartlı refleksler oluşturulabilmektedir. Planaryalarda bir korteks’ten bahsedemeyeceğimize göre, dekortike hayvanların durumuna başka bir açıklama aramamız gerekecektir. Şartlı refleksleri de tam olarak tarif etmekte zorlandığımız görülüyor. Şartlı reflekslerde, oluşma ve pekişme sürecinde bilinç aktif olarak devrededir. Ama yeterince pekişmeden sonra, artık şartlı uyaran, bilinçdışı olarak doğal refleksle aynı tepkiyi yaratır. Yani olayın karakteri artık ‘refleks’ karakteridir, otomatiktir. Çok eskiden kazanılmış ve iyice pekişmiş öyle şartlı reflekslerimiz vardır ki, onları doğal reflekslerimizden ancak bayılma veya koma durumunda ortaya çıkmamaları ile ayırabiliriz. Limon görünce ağzımızın sulanmasının bir doğal refleks olmadığını ancak böyle anlarız mesela. Eğer “şart” sözü önem taşıyorsa, yani bu refleksler bir şarta bağlı oldukları şeklinde tarif edilecekse, doğal reflekslerin de her birinin bir şarta bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Doğal reflekslerle şartlı refleksler arasında tek fark, birincilerin doğuştan ve sabit, yani hayat boyu ihtiyaç duyulan ve devam eden, ikincilerin ise gerek duyuldukça edinilen ve ihtiyaç ortadan kalktığında sönmeye başlayan refleksler olmasıdır. Ivan Pavlov, (1849-1936) en hayranlık uyandıran bilim adamlarının belki de başında gelir. Fizyolojideki bilimsel araştırmaları ile, titizliğin ve ayrıntılara gösterilen dikkatin harika örneklerini vermiştir. Şartlı refleks kavramını oluşturduğu köpekler üzerindeki deneyleri, eminim sizi de aynı kanıya götürecektir. Pavlov’un deneylerinin herkes tarafından bilinen yanı, köpeğin salya çıkarma refleksi üzerine, zil sesi ile bir şartlı refleks oluşturulmasıdır. Köpek, doğal bir refleks olarak, ağzına besin konduğunda salya çıkarmaktadır. Besin bir zil sesinden hemen sonra verilmiş, bu defalarca tekrarlanmış ve artık hayvan öğrenmiştir ki, ne zaman zil sesi duysa, arkasından yemek geliyor. Bu şartlanmadan sonra, yemek gelmese bile, her zil sesinden sonra salya çıkarmaya devam etmiştir. Eğer defalarca zil çalınıp yemek verilmezse, salya miktarı giderek azalmakta ve sonunda kaybolmaktadır. Yani hayvan, bu defa da, artık zil sesi ile yemek gelmediğini öğrenmektedir. Bu yöntem, şartlanma konusunda bugün de bütün araştırmalarda temel yöntem olarak kullanılmaktadır. Pavlov, bu çalışmasını hemen bir makale haline getirip yayımlatarak da yeterince ün sahibi olabilirdi. Buluşu, duyularla fizyolojik süreçlerin ilişkileri konusunda bu hali ile de yeterince büyüktü. Ama o, zil sesi ile besinin ağıza konması arasında önce zil ve sonra zil olarak saniyeler, dakikalar cinsinden, aynı köpekte yüzlerce ve farklı köpeklerde yüzlerce deney yaptı. Üretilen salya miktarı ile ilgili olarak gene yüzlerce deney gerçekleştirdi. Bu deneylerle, bugün bazı araştırmacıların yaptığı gibi ilk sonuçlarla yetinilmeyip, çok daha derinlere doğru sürdürülmesi gereğini de gösteriyordu. Sonuçta, kullanılan hayvanın zeki veya aptal olmasından, deney ortamı ve deneyci ile hayvan arasındaki ilişkilere kadar birçok etmenin sonuç üzerinde etkili olabileceğini ayrıntılı bir şekilde gösterdi.

Page 75: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Konumuz açısından, Pavlov’un deneylerinin asıl ayrıntıları önem taşımaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1-Köpeklerin şartlanma süreçleri, bireysel özelliklerine göre değişkenlik gösteriyordu. Her köpek, aynı koşullarda aynı deneysel verimi vermiyordu. Hatta aynı köpek, değişik zamanlarda değişik tepkiler gösterebiliyordu. Hasta hayvanlarda refleksler ya çok güç elde edilebiliyor ya da hiç elde edilemiyordu. Zeki hayvanlar daha çabuk şartlı refleks geliştiriyorlardı. Hırçın ve uysal hayvanların şartlı tepkiler geliştirmeleri arasında büyük farklar oluyordu. Bazı hayvanlarda pozitif refleksler, bazılarında negatif refleksler daha kolay elde edilebiliyordu. Yani köpeğin sağlığı, o andaki psikolojik durumu ve karakter özelliklerinin, şartlı refleks oluşumu üzerinde etkileri vardı. Hatta herhangi bir olayın köpeğin dikkatini çekmesi, deneyin başarısını engelliyordu. 2-İlk görünüşte, korteksi çıkarılan hayvanda kazandığı bütün şartlı refleksler kayboluyor, yenileri de oluşturulamıyordu. Bundan, şartlı refleks oluşumunda korteksin en önemli organ olduğu sonucu çıkıyordu. Beyin kabuğu olmadan, öğrenme olmaz! Hatta dekortike hayvanlar özenli bir bakımla dört yıl kadar yaşatıldığı halde sonuç değişmemişti. Pavlov, bu sonuçla yetinecek bir bilimci değildi. Bu sonuç, tek başına ona pek bir şey ifade etmiyordu. Köpeğin tüm korteksini, beyinde yalnızca beyin sapı ile orta beyin kalacak şekilde kazıyıp çıkaracaksınız. Hemen hemen beyinin üçte ikisini. Sonra onu deney kafesine sokacaksınız. Yani karşınızda sürekli astım krizleri olan bir ihtiyar var ve siz ona uzay geometrisi öğretmeye çalışıyorsunuz. Sonra da ulaştığınız sonucu açıklıyorsunuz: Astım krizi olanlar uzay geometrisi öğrenemezler! Pavlov, önce korteksteki belirli bölgeleri araştırdı ve şunu buldu: Edinilen şartlı refleks ile ilgili beyin bölgeleri önem taşıyordu. Görsel yolla edinilen bir şartlı tepki, korteksin oksipital bölgesi çıkarıldığında, diğer bölgeler sağlam kalsa bile tamamen yok oluyordu. İşitsel refleksler de, aynı şekilde, temporal bölgenin çıkarılması ile yok oluyorlardı. Köpeğin salya salgılamasını sağlayan bir beyin bölgesi çıkarıldığında da, salya refleksi kayboluyordu. Pavlov daha ileri araştırmalarla, beyindeki salya merkezi tahrip olsa bile, görme, işitme, koklama ile ilgili merkezler tarafından yeniden salya refleksi oluşturulabildiğini ortaya çıkardı. 3- Pavlov, “deneysel nevroz” dediği bir tür ruhsal durumu tanımlamıştı. Deneylere katılan köpekler güzel güzel zil duyup salya akıtırken, bazı durumlarda birdenbire çılgınlaşıyor, bağırıp çağırarak kaçmaya ve deneyciyi ısırmaya çalışıyor, bir türlü sakinleştirilemiyor, bütün öğrendiklerini de unutuyorlardı. Bu durum, deney şartlarında istenildiği zaman oluşturulabildiği için, “deneysel nevroz” demişti Pavlov. Deneyde, önce bir daire şekli ile besin arasında şartlı refleks oluşturuldu ve pekiştirildi. Aynı sürede, bir elips şekli de sürekli olarak gösterildi, fakat besinle desteklenmedi. Bu şartlanmaların iyice yerleştirilmesinden sonra, köpeğin elips ile daire arasındaki farkı nereye kadar ayırt edebileceğini öğrenmek için, daire şekli giderek elipse benzetilmeye başlandı. Başlarda biraz yamultulan daireyi, köpek gene daire olarak algılayıp, salya tepkisi veriyordu. Fakat daire, elipse çok yakın, ayırt edilmesi zor bir şekil aldığında, işte yukarıdaki “deli köpek” çıktı ortaya. Pavlov, gene burada bırakmadı. Aynı deneyi yüzlerce köpekle tekrarladı. Bu olayda da köpeklerin bireysel özelliklerinin önem taşıdığı anlaşılıyordu. Bazı dışa dönük kişilik özelliği gösteren sağlıklı

Page 76: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

köpekler saldırganlaşırken, uysal karakterli köpeklerde bu deney, aşırı uyuşukluk ve kayıtsızlık şeklinde sonuç veriyordu. 4- Şartlı ve şartsız uyaranlar arasındaki süreyi de araştırdı Pavlov. İki uyarı arasındaki süre ne kadar kısa olursa, o kadar güçlü ve çabuk sonuç alınıyordu. Yani hayvan, iki uyarı arasında neden-sonuç ili şkisini daha kolay kurabiliyordu. Ama koşullu uyarı, koşulsuz uyarı ile aynı zamanda veya çok sonra verilirse, hiçbir karşılık alınamıyordu. 5-Konumuz açısından en önemli ayrıntı da, Pavlov’un, köpekteki genelleme ve ayırım ile ilgili çalışmasıdır. Köpeklere belirli bir tonda zil sesi ile yemek verilirse, o tondaki zil sesine şartlı refleks oluşur. Ama ilk tona yakın zil seslerine de köpek aynı tepkiyi gösterir. Öyle ki, ilk tondan uzaklaştıkça salya miktarı da azalır ve tamamen değişik bir tona ulaşıldığında, salya salgılanmaz olur. Bu genelleme, yani şartlı uyarana benzeyen diğer uyarılara da tepki gösterme, her şartlı refleksin ilk aşamasıdır. Bunun arkasından, ikinci aşama olan ayırım gelir. Köpek, pekiştirilme durumuna göre, ilk tona yakın zil seslerini ayırmaya ve onlara tepki vermemeye başlar. İlk ton dışında eğer besin verilmiyorsa, çok yakın da olsa diğer tonlara tepki vermemeyi öğrenir. Ayıramayacağı kadar az farklılıklar hakkında karar vermeye zorlanırsa, yukarıda gördüğümüz “deneysel nevroz” oluşur. Şartlı refleksteki ayırım özelliğine gelince: Köpek (ve her canlı); beyninde kurduğu şartlı bağlantı ile, şartlı uyarana çeşitli yönlerden benzeyen belli bir dağılımdaki bütün uyaranlara da tepki gösterir. Bu, genellemedir. Ancak ilk olumsuz tecrübe ile birlikte, eleme faaliyeti de başlar. "Demek ki şu türler değilmiş". Yani elenen, yalnızca bir uyaran değildir. Olumsuz uyaran da genellenir ve bir grup uyaran elenmiş olur. Eleme, tecrübe süresince devam eder ve bir noktada, çok ince bir ayrıma ulaşılır. Bu ayırım inceliği, canlının duyu organlarının ayırdetme gücü kadardır. Köpek, koku konusunda insandan çok daha hassas ayırımlar geliştirebilir. İnsan da, mikroskop kullandığı için bir kartaldan çok daha hassas görsel ayırımlar geliştirebilir. Operant şartlanma denilen bir tür şartlanma, bu konuyu daha iyi anlatır. Operant şartlanmada, şartlı uyaran ile şartsız uyaranın arasına bir başka uyaran daha girmekte ve organizma bu üç uyaran arasında bir ilişki geliştirmektedir. Deney kafesindeki fareye, bir pedala bastığında yiyecek düşmektedir. Ama aynı anda bir de ışık yanmaktadır. Işık yanmıyorsa, yiyecek düşmemektedir. Fare, birçok deneme sonunda, yalnızca ışık yandığı zaman pedala basması gerektiğini öğrenir. Işık yanmadığı zaman pedala basmasının boşuna çaba olduğunu bilmektedir artık. Genelleme ve ayırım, ayrı ayrı, bize hayvanlarla insanların ortak iki yanını gösterirler. Önce genellemeyi ele alalım: Köpek, daire (ve benzeri) görüntü ile birlikte yemek geleceğini öğreniyor.(tümevarım). Yakın zamanda gördüğü dikdörtgene benzer elips görüntüsü ise, yemek habercisi değil. Pekiştirmelerle bunu da öğreniyor. Şimdi köpeğe, daire biraz yamultularak, yani daireye yakın bir elips şekline sokularak gösteriliyor. Genel görünüm, öğrenilen iki şekil içinde, daireye benzemektedir. Tam aynısı olmasa bile. Bu durumda köpek şöyle düşünmektedir: Daire görününce, bu adam bana yemek veriyor Şimdi gösterdiği de bir daire O halde yemek geliyor (tümdengelim) Bu üç satır, büyük önermesi, küçük önermesi ve vargısı ile, formel mantığın ifadesidir. Birinci önerme, şartlı refleks oluşumundan önce ulaşılan bir yargıdır. Karşılaşılan iki olay arasında bir bağlantı keşfedilmiştir. Bu keşif belki ilk karşılaşmada, belki de yüzüncü karşılaşmada yapılmış olabilir. Bu, hayvanın zekası başta olmak üzere daha birçok etmene bağlıdır. Sonuçta bağlantı

Page 77: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

keşfedilmiş ve şartlanma süreci bu keşifle başlamıştır. İlk keşif, aynı zamanda ham bir yargıdır da. İki olay arasındaki bağlantının birkaç defa tekrarı halinde, bu ham yargı hayvan için yeterli bir yargıya dönüşür. Elde edilen, birkaç deneme ile ulaşılmış bir "tümevarımsal" yargıdır. Birınci önerme elde edilmiştir. Artık bu önermeden hareket ederek "tümdengelim" önermeleri çıkarabilir. Bundan sonraki süreç, yargının pekiştirilmesi sürecidir. Artık sözkonusu olaylarla her karşılaşmada mevcut yargı pekişecek veya sarsılacaktır. Mevcut yargının pekişmesi veya sarsılması, hayvanda ayırım ve kavrama sürecinin başlaması demektir. Artık daire ile elipsi ayırabilme, araya giren üçüncü, dördüncü olaylarla bağlantılarını görebilme mümkün hale gelmiştir. Burada, algılarımızla ilgili bazı tesbitler yapmamızda fayda vardır: Sinir hücresinin çalışması şöyle bir süreç izler: 1) Bir defada, kendisine ulaşan uyarıları olduğu gibi iletir. Bu, göz için çeşitli görüntüler, kulak için çeşitli sesler, burun için çeşitli kokular, vb. dir. 2) Bir dinlenme devresinden sonra, yeni uyarılar algılar. İkinci bir algı için, bir dinlenme devresine ihtiyacı vardır(latent period). Beyindeki merkezler de, sinir hücrelerinden gelen uyarıları aynı şekilde algılar. Bir anda beyne gelen tüm uyarılar,(gözden, kulaktan, vb.) paket olarak bir defada algılanırlar. Buna paralel algı diyebiliriz. Peşpeşe gelen ardışık algılara da seri algılama diyebiliriz. Paralel algılama, bizim mekan anlayışımızın temelini oluşturur. Şeylerin birlikteliği, biraradalığı hakkında bize bilgiler verir. Aralarındaki yakınlık-uzaklık ve yön bilgileri, beş duyunun en azından dördünde (tat duygusu bu yönden pek açık görünmüyor) bir anlık algıda beyne iletilir. Seri algılama ise zaman anlayışımızın temelini oluşturur. Peşpeşelik, ardışıklık, süreklilik hakkında beynimiz bu yolla bilgi edinir. Paralel algılar "tanıma"da, seri algılar "bilme"de işe yararlar. İşte şartlı refleks olayının temelinde de bu seri algılar var gibi görünüyor. Zaman içinde peşpeşelik, nedensellik, bir olayın bir diğerini şartlaması, yani olaylar arasındaki zaman bağlantısı, şartlı refleks oluşumunun temelidir. Şartlı uyarının, şartsız uyarı ile aynı anda verilmesi halinde şartlı refleks oluşmamasının sebebi de budur. Çünkü bu durumda seri algılama değil, paralel algılama meydana gelmektedir. Seri algılama, peşpeşe alınan paketlerdeki çeşitli duyu değişikliklerini izleyip, aralarında çeşitli yönlerden bağlantılar kurarak olayları "süreklilik içinde" algılamamızı sağlar. Eğer olayları "sürekli" şekli ile algılayamazsak, kopuk paketler halinde algılarsak, sorun çözemeyiz. Sorun çözmek için zaman ve mekan anlayışına ihtiyacımız vardır. Sorun çözmede, olayların sürekliliğini, sorunu hangi olay zincirinin çıkardığını, zincirin yönünü nasıl değiştirmemiz gerektiğini vb. düşünürüz. Bu esnada farkettiğimiz, keşfettiğimiz bazı ardışıklık bağlantılarını, genellemelerimizde, tümevarımlarımızda kullanırız. İşte bunlar şartlı refleksleri oluştururlar. Sorun'a göre, sübjektif olay zincirleri yaratır ve paketleştiririz onları. Pavlov’dan beri Şartlı Refleksler çok iyi araştırılmış ve işleyiş mekanizmaları ortaya konmuştur. Fakat bir yönü üzerinde dikkatimizi özellikle odaklamamız gerekir: Negatif Şartlanma. Beynimizin dış ve iç çevreden her an aldığı milyonlarca Bilgi’yi elemesini Negatif Şartlanmaya borçluyuz. Muhakeme sırasında, muhtemel çözüm yollarından çoğunu elemeyi de Negatif Şartlanmaya borçluyuz. Şartlı reflekslerin oluşmasını bebek gelişiminde izlemek de bize bazı aydınlatıcı ipuçları verir. “Yenidoğanlar sese yanıt verirler ancak birçok ses arasında herhangi spesifik bir sesi selektif olarak

Page 78: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

işitmek ve ona uygun bir yanıt ortaya koymak çok daha sonra gelişir.

“1-3 günlük bebekler, tekrarlayan çıngırak sesine karşı alışkanlık gösterebilir ve baş çevirmeyi bırakabilir. Birçok kez tekrarlanan sesi, yenidoğan öğrenir ve tepki vermeyi bırakır. “Yenidoğanın sese tepkisi genellikle kalp hızı ve solunum hızında değişiklik şeklindedir. Konuşma ve müzik gibi hafif-orta derecedeki sesler (55- 75 dB) kalp hızında azalmaya yol açar ve “yönelme yanıtı” olarak ilinir. Yönelme yanıtı, bebeğin uyarıyı algılamasını ve öğrenmesini kolaylaştırır. Yüksek yoğunluktaki (80-85 dB üzeri) sesler ise kalp hızını arttırır ve “savunma yanıtı” olarak bilinir. Davranış durumu ve merkezi sinir sisteminin gelişme derecesi de sese karşı verilen kardiyak yanıtı etkiler. “Term bebekler(zamanında doğan bebekler), tekrarlayan uyarıları öğrenip kalp hızını azaltabilirken, prematüre bebeklerde bu öğrenme meydana gelmez. Kardiyovasküler sistem olgunlaştıkça sese karşı daha fazla tepki vermeye başlar. “Kalp hızından başka, akustik uyarılar kan basıncında da değişikliklere yol açar. Birçok bebekte yüksek ve düşük frekanslardaki sesler sistolik ve diyastolik kan basınçlarında 10 mm Hg’lik bir artışa neden olur. Kan basıncı 5 dk. sonra bazal düzeye döner. “Solunum sisteminin sese karşı verdiği tepki, sistemin ilk andaki durumuna bağlıdır. Eğer bebeğin solunum hızı düşükse, ses, solunum hızında artmaya yol açar. Buna karşılık eğer bebeğin solunum hızı yüksekse, sesin etkisiyle solunum hızı düşer. “Aslında, gerek evde gerekse de hastanede olsun, ses, tek başına bir uyarı değildir ve aynı anda başka duyu organları da uyarılmaktadır. Örneğin; annesinin kucağındaki bir yenidoğan annesinin sesini duymakla beraber, annesinin dudak hareketlerini de görmekte ve vücudundaki ritmik hareketleri hissetmektedir. Dolayısıyla bebek, bazı uyarıları öğrenirken, sesle ilişkili olan ve olmayan uyarıların da farkına varmakta ve birçok duyu organını kullanarak aldığı uyarıları birleştirerek bir senteze varmaktadır. Daha sonra da, birbiriyle ilişkili olaylar hakkında mantıklı bağlantılar kurmakta ve bu olayları hatırlamaktadırlar.”1

1-3 günlük bebeklerin, tekrarlayan çıngırak sesine karşı alışkanlık gösterebilmesi ve baş çevirmeyi bırakması, Negatif Şartlanmanın ne kadar temel bir davranış özelliği olduğunu gösterir. Sinir sistemi bir uyartıyı algılar, o uyartıyı temel dürtüler açısından bir “Önem” değeri ile damgalar ve bu Öneme göre uyartıyı yaratan objeye yönelir veya kaçar. Her iki halde de, o objeye karşı bir duyarlılık geliştirir. Yalnızca o objeye karşı değildir bu duyarlılık. Ona benzeyen bütün objelere karşı genelleştirilmi ştir. Çıngırak sesine benzeyen bütün seslere karşı “baş çevirme” tepkisi verecektir bebek artık. Çıngırak sesinin hemen arkasından meme veya kucağa alınma gelirse, tekrarlar sonucu bu ses ile meme veya kucak arasında bir Şartlı Refleks kurulabilir. Ama çıngırak sesinin uyardığı dürtüler ile hiçbir bağlantı kurulamazsa, giderek duyarlılık azalmaya başlar ve Negatif Şartlanma gelişir. Çıngırak sesinin, ilk başta sanıldığı gibi önemli olmadığı sonucuna varılmıştır ve artık çıngırak sesine önem verilmemeye başlanır. Giderek duymaz olur bu sesi. Aslında ses algılanmaya devam etmektedir, fakat Bilinçte bir İdrak seviyesine çıkamamaktadır. Çevremizdeki birçok sesi, Negatif şartlanmalarımız(inhibitor mekanizmalardaki şartlanmalar) sayesinde duymayız.

1 Fahri OVALI, Fetus ve Yenidoğanda İşitme: Temel Kavramlar ve Perspektifler.

Page 79: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

ŞÜPHE: (Kuşku, Suspicion).1. Bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirememekten doğan kararsızlık, kuruntu, işkil, şüphe, acaba; 2. Başkalarının iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusu1 İlk Bilgi, eğer daha önceki bilgilerimizle çelişmiyorsa, genellenir ve Kanaat olur. Daha sonra gelen destekleyici Bilgiler, Kanaati güçlendirirler. Eğer bu Bilgiler bizim için önem ve süreklilik taşıyorlarsa, sağlam bir Kanaat haline gelirler(bkz. Şartlı Refleks). Eğer ardından gelen Bilgiler ilk Kanaat ile çelişiyorsa, Kanaati zayıflatırlar. Bir çelişik Bilgi ile zayıflamış Kanaat, Şüphe duygusunu uyandırır. Şüphenin karşıtı emin olmaktır ve Tatmin duygusundan kaynaklanır(bkz. Tatmin). Emin olma, çeşitli İnanç kademelerini ifade eder. En yüksek derecesi İman olarak adlandırılır. TATM İN: (Satisfaction). Tatmin duygusu, Bilinç ile ilgili olmayan durumlarda, fizyolojik olarak otomatik bir özellik gösterir. Acıkınca yemek yer ve doyarız. Çatlayıncaya kadar yemek yemeye devam etmeyiz. Doymak demek, yalnızca yemek yemeyi bırakmak değil, yemek aramayı da bırakmak, canımızın yemek istememesi demektir. Çok yorulunca dinlenmeye çekiliriz. Çok dinlenince hareket ararız. vb. Burada tatmin duygusundan, daha çok bilinçle ilgili olarak bahsedeceğiz. Çünkü bilinçdışı tatmin duygusu, bitkilerle de ortak olarak paylaştığımız bir duygudur. Bitkiler de, besin, ışık, su, vb. ihtiyaçları ile ilgili arayışlara ve bu ihtiyaçların giderilmesi ile ilgili tatmin davranışlarına sahiptirler. Fazla su verildiğinde, kökleri sünger gibi bu suyu emmeye devam etmez. Bir noktaya kadar, fazla su iletimini önleyici mekanizmalar harekete geçerler. Bu mekanizmanın yeterli olmadığı durumlarda kökler çürür ve organizma ölür. Bu çeşit tatmin, aslında sibernetik bir etkileşim sürecidir. Hayvanlarda ise bazı ihtiyaçların belirmesi ve giderilmesi sürecinde, Bilinç de devrededir. Olan- bitenden haberdardır ve duyguların kendilerini gerçekleştirmelerine yardımcı olacak faaliyetlere girişir. İşte burada ele alacağımız Tatmin, bu tür hayvansal tatmin duygusudur. Bilinç ile ilgili Tatmin, duyularımızda ve zihinsel işlevlerimizde önemli rol oynar. Duyularımızla ilgili olarak, edinilen bir Bilginin yeterli olup olmadığına, bilgi almanın sürdürülüp sürdürülmeyeceğine bu yolla karar veririz. Zihinsel işlevlerle ilgili olarak da, bir çağrışımın ya da bir yargının yeterli olup olmadığına karar verilir. Yargılama durdurulur veya devam ettirilir. Hatta bazan tam Tatmin olunmasa bile, yeterlilik düzeyinde bilgi toplama durdurulur. Beynin başka öncelikleri olabilir çünkü. Neden-sonuç ilişkisi kurmada, Tatmin duygusu belirleyici rol oynar. Bir olayın, bir başkasının dolaysız nedeni olarak görülmesi, diğer nedenlerin ihmal edilmesinin bir sonucudur. Bir etkileşimde, doğada asla yalnızca iki etmen bulunmaz. Bir olaylar demeti, bir başka olaylar demetini etkiler. Biz, sonuca varmak için, bu olaylar demeti içinden "gerektiği" kadarını alıp, neden ve sonuç diye niteleriz. "Gerektiği kadar"ın ölçüsü ise, bizdeki Tatmin duygusundan başka birşey değildir. Vardığımız sonuçtan tatmin olmuyorsak, neden- sonuç ilişkisi diyemeyiz ona. Araştırmaya devam ederiz, ya da açık bırakırız.

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük

Page 80: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Duyu organları ile bilgilenmedeki fizyolojik sınırlar, tatmindeki sübjektifliğin ilk nedenidir. Neden- sonuç ilişkisi için, bir ardışıklık zorunludur. Ardışıklık izlenimi ise, duyularımız tarafından edinilir. Gözümüz, saniyede 20 görüntüden fazlasını, sürekli gibi görür. Daha kısa sürelerle araya bir ya da birden fazla etmen giriyor olsa, gözümüz onu göremeyecek ve ancak gördüğü kadarı ile neden- sonuç ilişkisi kurabilecektir. İki ayrı olay arasında neden- sonuç ilişkisi kurulabilir. Ama bir ve aynı olaydaki akış ya da değişim, neden- sonuç ilişkisine konu olamaz. Halbuki görsel algılarda, saniyede 20 titreşimden daha kısa süreli değişimler bizde bir olayın akışı izlenimi bırakır. Yani böyle bir olayı, bir neden- sonuç ili şkisi olarak değerlendiremeyiz. Tatmindeki sübjektifliğin ikinci nedeni, "anlık beyinsel konjonktür"dür. Bedeni oluşturan tüm hücrelerin fizyolojik kapasiteleri, anatomik özellikleri, türe özgü genetik formülasyon, kazanılmış tüm bilgiler, edinilmiş Şartlı Refleksler, güdüler, o andaki fizyolojik ihtiyaçlar, oluşturulmuş tutumlar, yaşam hedefleri, bilinçaltına itilen bilgiler, beş duyudan sürekli olarak akan bilgiler, o andaki duygularımız vb. toplu olarak, her an bir "anlık beyinsel konjonktür" oluştururlar. Bu konjonktür bireye özgüdür ve her an değişir. Küçük bir sinirlenme, vereceğimiz kararda belirleyici etki yapabilir. Aslında kararda belirleyici olan, "anlık beyinsel konjonktürün" oluşturduğu duygudur. "İntikamımı aldım" veya "hayır, daha intikamımı tam alamadım" tavrı, o andaki konjonktürde Tatmin duygusunun oluşup oluşmadığının ifadesidir. Başka bir konjonktürel ortamda tam olarak oluşabilecek Tatmin duygusu, şu andaki konjonktürde, zihin, hafiza, güdüler, bilinçaltı bilgileri, başka duygular, vb. unsurların muhalefeti ile karşılaşıp bastırılabilir. Bilimsel düşünmede, duygularımızı saf dışı bıraktığımızı ve objektif olduğumuzu zannederiz. Bu, bir dereceye kadar doğrudur da. Birkaç bin yıldır, objektif değerlendirme için gerekli düşünme prensiplerini oluşturmaya çalışmıştır insan. Mantık kuralları ve "ispat”ın gerekleri belirlenmiş, bilimde bütün vargılar bir ispat zinciri ile birbirine bağlanmış, deneysel bilgilerin geçerliliğinin şartları titizlikle belirlenmiştir. Öyle ki, bilimsel bilgideki sübjektişik sadece birkaç aksiyom ve postulat ile sınırlı hale gelmiştir. Bunların dışında, sübjektif değerlendirmelere yol açabilecek olan "duyu organlarımızın fizyolojik sınırları" da, geliştirilen teleskop, mikroskop, vb. araçlarla her geçen gün biraz daha aşılmaktadır. Fakat bilimsel bilgide de sonucu belirleyen, Tatmin duygusudur. Bilimsel bir araştırmada ulaşılan sonucun yeterli görülüp görülmemesi bir noktadan sonra, "anlık beyinsel konjonktüre" bağlıdır. Kimisi ortalama bir araştırma ile tatmin olurken, kimisini matematik ispatlar bile tatmin etmez. Hatta bu tatmin olmamışlık duygusu iledir ki, yüzlerce yıl sonra birisi kalkıp, bir matematiksel ispatın yanlışlığını gösterebilir. Yüzlerce yıl herkesi tatmin eden bir ispat, bir kişiyi tatmin etmemiş, araştırmış ve onun yanlışlığını ispatlamıştır. Kimbilir, belki yüzlerce yıl sonra onun da yanlışlığı ispatlanabilecektir. Kimbilir, belki yüzlerce yıl sonra tüm "ispat anlayışımızın" yanlışlığı gösterilecek ve yepyeni bir matematik sistem kullanıyor olacağızdır. Yürütülen bir muhakeme, yani ön hafızanın bekleme odasındaki bilgilere uygulanan işlem, bir noktada durdurulabilir(Tatmin) veya sürdürülebilir. Muhakeme sonucu bilinçte oluşturulan “yapay anı”, çeşitli ayrıntıları ile, sorunu çözecek düzeye gelince muhakeme durdurulur. Veya sıkıldığımız için, başlangıçtaki istek köreldiği için, ilginin şiddeti azaldığı için de durdurulabilir. Yani bir muhakemenin gerçekten gereken sonuca kadar sürdürülmesi, bilinç dışında, daha çok Tatmin, sıkılma, İlgi gibi duygusal faktörlere bağlıdır. Ulaşılan sonuç, gerçekten yeterli olduğu halde, tatminkar bulunmayabilir de. "Bir daha düşünelim" derken, vardığımız sonucun duygularımızı tatmin etmediğini ifade ederiz. Bilimdeki belli başlı gelişmeler, bu tür tatminsiz ruhların eseridir. Bunun daha fazlası ise, “takınaklı düşünce” denilen psikopatolojik duruma yol açar.

Page 81: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Bir muhakemeyi, aylarca sonuç alamadan sürdürmek mümkündür. Hafızamız çok şükür bunu sağlayacak kadar zengin ve fikirlerimiz arasındaki ilişki ihtimalleri sonsuzdur. Fakat beyin, bir noktada Muhakemeyi durdurma eğilimindedir. Çünkü yapacak başka işleri de vardır. Ama bu defa da, birçok konuda çok yüzeysel bir muhakemeyi yeterli görmemiz ve hatta tutum ve ideolojilerimizi bile bu kısa muhakemelerle oluşturmamız tehlikesi vardır. Hatta bu kadar muhakemeden bile kurtulmak için, güvendiğimiz bazı insanların, liderlerin, aile büyüklerinin yargılarını benimseme yoluna gideriz. Beyin, bir muhakeme konusunu Yargı olarak bağlar. Bir zaman sonra, bu yargıya ters düşen bilgi ve deneylerin birikmesi ile, Tatmin duygusu kaybolabilir ve yeni bir Muhakeme başlar. Ya yeni bilgiler eskiye uydurulur, ya eski Yargı değiştirilip yeni bir Yargıya ulaşılır, ya da Muhakemeden kaçınılarak çelişkiler görmezden gelinir. Bu yollardan hangisinin tercih edileceği de, yeni bilginin niteliğinden çok, o andaki duygulara bağlıdır. Her şeyden önce, yeni bir Yargı için istek duymak gerekir çünkü. VİCDAN: (Conscience). İnsanın kendini yargılama yetisi. Bu yeti kısmen doğuştan, içgüdülerden kaynaklanır ve tüm insanlarda ortaktır, kısmen de edinilen Bilgilerle oluşan değerlerden kaynaklanır. Edinilmiş kısmı büyük ölçüde toplumsal değerlere bağlıdır. YARGI: (Hüküm, Judgment). Bir muhakeme işleminin sonucu olan ve doğruluğuna inanılan yeni Bilgi. YAKLA ŞIM : (Approach). Bir sorunu ele alış, ona bakış biçimi.1 Hafızadaki veya dış dünyadaki Bilgileri “belirli bir istek, ilgi veya eski bir yargı için” sorgulamayı ifade eder. Önüme düşen bir kağıdı merak açısından, talih açısından, pislik olduğu açısından, mesaj olduğu açısından, bir arkadaşın şakası olduğu açısından… alıp inceleyebilirim. Bu açıların her biri, kağıdı farketmem üzerine o andaki zihinsel konjonktürüm gereği ilk sıraya çıkmış sorgu sonuçlarıdır. Yaklaşımlar, iç ve dış Algılarımız üzerinde bir filtre gibi çalışır. “Okuduğunuz bu metin, kendi başına anlamlı bir obje değildir. Ona, bizim yaklaşımımız bir anlam verir. Benim için bu metin, yirmibeş yıllık bir çalışmanın damıtılmış halidir. Ama bu bir tez çalışması olsaydı, tez danışmanım öncelikle bu metnin formatı ile ilgilenecekti, belki de içeriği ile hiç ilgilenmeden “yeniden yaz” diyecekti. Lisedeki Türkçe öğretmenim oturup tek tek imla hatalarını işaretlemeye başlayacaktı. Tertip-düzen meraklısı eşim bu metin ile, yalnızca ortalıktan kaldırıp çekmeceye atma zamanının gelip gelmediği açısından ilgilenecekti. Kedimiz Zilli bu kağıtları kısa bir süre koklayacak, sonra arkasını dönüp gidecekti. Herhangi bir bilgisayar mühendisi, belki şöyle bir göz atıp sonra kendi ilgi alanına dönecekti. Ancak yapay zeka ile ilgilenen ve kafasında kendi modelini oluşturmaya başlamış bir araştırmacı, bu metne benim yaklaşımıma benzer bir açıdan yaklaşabilecekti. “Yaklaşımlarımız, körlerin fili tarifine çok benzer şekilde algılarımızı sınırlar. Beynimizin o ara öne çıkardığı sorun ne ise, o sorunun temsil edildiği tablo alanına bir önem değeri verilir(figür belirlemenin önemli bir unsuru) ve algılanan her olay o önem değeri taşıyan alan ile sorgulanır. Diğer alanlar, çok yeni-farklı veya çok şiddetli olmadıkça, ihmal edilirler.”2

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük 2 Nadir Bencan, Yapay beyin değil yapay zeka-2

Page 82: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

YÖNTEM: (Method). Bir muhakeme sırasında gerçek sorunu yakalama, detaylara gömülmeden ana halkaya yönelme ve uygun bir sıra ile işlemleri tasarlama, bir yöntem sorunudur. Biz daha önce uyguladığımız çözümleri veya başkalarından duyduğumuz, gördüğümüz, öğrendiğimiz çözümleri “yöntem” olarak ayrıca kaydederiz hafızamıza. Bir sorunu çözerken de, yalnızca sorunun çözülmüş halini hayalimizde canlandırmakla kalmayız. Bunun yanında, çözüm aşamalarını da hayalimizde adım adım canlandırırız. İşte bu aşamada insanlar birbirinden farklılaşırlar ve bu farklılık büyük ölçüde problem çözme tecrübesinden, yöntemlere verilen önemden, alışkanlıklardan oluşur. Dağarcığında yüzlerce farklı soruna uygulanmış yüzlerce farklı çözüm yöntemini özenle ve ayrıntılı olarak biriktirip saklayan(bu işe önem veren) bir insan, bunu savsaklayarak yapan bir insana göre daha zeki bir görünüm verecektir. ZEKA: (Anlak, Intelligence). “Anlamak yetisi… Anlama, ilişkileri kavrama, algılama, soyutlama, öğrenme, yeni durumlara uyma, çıkarsama, genelleme, yargılama, birleştirme, çözümleme, ayırt etme, eleştirme yeti ve yeteneklerinin toplamıdır. Denilebilir ki ne us, ne An(Zihin), ne anlık(müdrike, idrakin gerçekleşmesi), ne bellek, ne bilinç, ne de düşünme olan Zeka, bütün bu yetilerin hep birlikte ve çok iyi işlemeleri ile gerçekleşir.” (O. Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü) Zeka, bilimsel olarak tarif edilememiş kavramlardandır. Daha doğrusu, birçok farklı tarifi yapılmış ama bunların hiçbiri üzerinde görüş birliği sağlanamamıştır. Bunlardan birkaçı şöyledir: "Zeka, yeni durumlara uyabilme yeteneğidir." "Zeka, geçmiş deneylerden yararlanarak bugünkü sorunları çözebilme yeteneğidir." "Zeka, ilişkileri kavrama yeteneği, usa vurma, anlama ve yargılama yetisidir." "Herkesin zekası bulunmakla birlikte , pek az insan zekidir. İnsan olarak, diğer canlı türlerinden çok daha fazla zekamız vardır." "Zeka; güçlük, karmaşıklık, soyutluk, ekonomi, bir amaca adapte olma, toplumsal değerler ve kökenin ortaya çıkması gibi özellikleri olan bazı etkinlikleri yüklenebilme ile bu etkinlikleri enerji yoğunlaştırma ve duyusal güçlere karşı direnebilme isteyen koşullarda yürütebilme yeteneğidir."( George Studdart) "Zeka, Studdart'ın bu ifadesini tümüyle anlayabilme yeteneğidir."( Anthony Smıth) Zeka testlerinin yaratıcısı Binet’e göre zeka, insanın sahip olduğu dikkat, bellek, yargılama, akıl yürütme, soyutlama gibi yetiler topluluğudur. Fakat Binet de, bu tartışmaların içinden çıkamamış ve "zeka, benim testlerimin ölçtüğü şeydir" diyerek sorundan sıyrılma yolunu seçmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise zeka testleri, kişinin zekasını değil, zeka testi çözebilme yeteneğini ölçerler. (N.Bencan, Düşünen Hayvan) Bütün bunlara rağmen, zekanın genel olarak neyi ifade ettiği konusunda üstü örtülü bir ortak görüş de vardır ki, şunları içerir: 1) Verileri daha doğru, daha çabuk, daha etraflıca değerlendirme. 2) Kolaylıkla yeni bağlantılar görebilme, yeni yaklaşımlar geliştirebilme ve eldeki verileri yeniden ve yeniden gruplayabilmeyi sağlayan esnek bir zihinsel örgütlenme(bilgileri ve yargılarıyla duygusal bağlar geliştirip onları kemikleştirmeden, onlara yalnızca birer “data” muamelesi yapabilen bir zihin yapısı). Bilimsel tanımında anlaşamasak bile, zeka kavramı hepimiz için tanıdık bir kavramdır. O, bilincimizin dış dünyayı araştırıp tepki geliştirmesinde, bazılarımızı diğerlerinden daha başarılı

Page 83: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

yapan şeydir. İnsanlar, çevre ile zihinsel ilişkilerindeki başarıları açısından; dahi, zeki, normal, salak, aptal, bön, geri zekalı gibi kategorilere sokarlar diğer insanları. Kendileri hakkındaki düşünceleri ise genellikle "zeki" oldukları şeklindedir. Halbuki zeka, tanımlara bakılırsa, bir nitelik değil, niceliktir. Ayrıca, göreceli bir kavramdır. Zeka testleri, ancak teste katılan bireylerin birbirlerine göre olan durumlarını ortaya koyabilirler. Ve bu testler, seçilmiş bir grubun belirli yeteneklerini birbirleri ile kıyaslayarak ölçmek amacı ile hazırlanmışlardır. Zeka, öyle görünüyor ki, beynimizin normal düşünme faaliyetinden farklı olan ve normal düşünme yeteneğimize bir şeyler katması beklenen bir özelliktir. İnsan türünde her birey(beyin anomalileri dışında) bir düşünme yetisine sahiptir. Bu yeti, dışarıdan alınan bilgileri ortalama bir seviyede seçme, düzenleyerek saklama, gerektiğinde yeniden çağırma ve mantık kuralları dediğimiz bazı kurallar içinde birbirleri ile karşılaştırıp yeniden düzenlemeyi, yani çıkarsama yapmayı içerir. Ayrıca, gene ortalama bir düzeyde, bilgileri “duygusal etkilerden arındırarak” değerlendirebilme(Zeka-3) ve mevcut bilgileri geleceğe yansıtabilme yeteneklerini de kapsar. Ayrıca düşünme yeteneğimiz, bilincimizden ayrı düşünülemez. Bilinci, beynimizde olan biteni izlediğimiz bir tür ekran olarak tarif edebiliriz. Orada olup bitenlerden bazıları, bu ekrana yansır ve ancak bu sayede bizim tarafımızdan “biliniyor” olurlar. Bilinç, bu anlamıyla, beynimizin işçinde bazı yerlere bakan bir üçüncü göz gibidir. Bir ek duyu organımız olarak düşünebiliriz onu. Hafızamıza bakar, tıpkı dış gözümüz gibi bazı bölgelere odaklanır, daha yakına odaklanır, daha uzaktan bakıp bütünü kavramaya çalışır. Hafızamız ile duyu bölgeleri arasındaki bilgi hareketlerini de izler, ilginç bulduklarına kilitlenir. Daha yakından incelersek, sinirsel çalışma anlamında dış gözümüzün çalışmasına çok benzediğini fark ederiz bu iç gözün. Bu kadarı her insanda bulunan “Düşünme” yetisidir ve “Zeka” ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Zeka dediğimiz özellik, düşünme yetimize bir şeyler katarak, sahibini diğerlerinden artı veya eksi yönde farklılaştıran bir özellik olmalıdır. Zeka, Bazı doğuştan veya kazanılmış yeteneklerin kullanılması yolu ile, bir bireydeki düşünme eyleminin başarısının diğer bireylerden farklılaşmasını ifade eden bir kavramdır. Bulanık kavramlardandır. Bilimsel olarak genel kabul gören bir tarifi yapılamamıştır. Kullanımı yönünden görecelidir, diğerlerine göre daha zeki veya daha az zeki olmayı gösterir. Zeka testlerinde; IQ değerlerine göre idiot, embesil, debil, sınır zekalı, normal zekalı, ileri zekalı, üstün zekalı, çok üstün zekalı, deha şeklinde sınıflamaya gidilir. Halk arasında da; İnsanlar, çevre ile zihinsel ilişkilerindeki başarıları açısından birbirlerini dahi, zeki, normal, salak, aptal, bön, geri zekalı gibi kategorilere sokarlar. Zeka, Düşünme eyleminin başarısının değer ölçüsü olarak kullanılan bir kavramdır diyebiliriz. Bu anlamı ile Zeka, doğuştan gelen düşünsel yeteneklerin karşılığı olarak; hız ve kapasite yönünden donanımsal yeteneklerle olduğu gibi, yazılımla ilgili özellikler yönünden de diğer programlardan farklılaşabilir. Ayrıca kazanılmış yeteneklerin karşılığı olarak da; eğitimi sürecinde ve hayatı boyunca edindiği bilgi ve tecrübeler, oluşturduğu kavram, yargı ve tutumlar nedeniyle kendi kopyalarından farklılaşacaktır. Son otuz yılda, Zekanın tek bir yeti olarak ele alınmasının doğru olmadığı, pek çok alanda zihinsel yeteneklerin ayrı ayrı ele alınabileceğini öneren “Çoklu Zeka” yaklaşımları ortaya çıkmıştır. Başlıca örnekleri Duygusal Zeka, Müzik zekası, Sosyal Zeka, vb. dir. Bu tür Zeka ayırımlarının, şimdilik Yapay Zeka konusunu çok ilgilendirmediğini söyleyebiliriz.

Page 84: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

Zekayı etkileyen unsurlar: 1- Bir problemin çözümü için önce problemin muhtemel çözüm şeklini hayalde canlandırmak, sonra şimdiki durum ile hayaldeki çözümü karşılaştırıp aradaki farkları saptamak, sonra en önemli farktan başlayarak bu farklılıkları ortadan kaldırmanın yollarını tek tek hayal etmek ve onlara da aynı süreci uygulamak gerekir. Yani problemi daha küçük parçalara bölmek ve her küçük parça için bir temel süreci işletmek: “Çözülmüş halini hayalde canlandır, engelleri sapta, engelleri ortadan kaldırma yöntemini seç”. Eğer hem problem yabancı ise, hem engeller kolay saptanamayacak muğlaklıkta ise, hem de hafızadaki çözüm yolları işe yaramayacak gibi görünüyorsa, iş zor demektir. “Artık düşün dur!..” Aslında böyle bir durumun çaresi, daha fazla veri işleyerek daha uzun süre aynı zihinsel mesaiyi harcamaktan ibarettir. Zorluk, zihnimizin çok çabuk yoruluyor olmasından kaynaklanmaktadır. Muhakeme ortamında çok sayıda bilgi varsa, Dikkat bunlar arasında birinden diğerine atlayarak dolaşır. Dikkat eğer bu atlamaları yapmazsa, Dikkat altında olmayan bilgi hemen kaybolur. Muhakeme ortamındaki fikirler ancak Dikkat ile beslendikleri süre boyunca o ortamda kalabilirler. Yoksa hemen kaybolurlar. Bu yüzden Dikkat onları tek tek ve sık sık dolaşmalıdır. Bu yüzden Muhakeme işlemi çok enerji ister ve beyin için çok yorucudur. Bazı insanların zihni daha çabuk yorulur. 2- Bilinç, beynimizin içinde bazı yerlere bakan bir üçüncü göz gibidir. Bir ek duyu organımız olarak düşünebiliriz onu. Hafızamıza bakar, tıpkı dış gözümüz gibi bazı bölgelere odaklanır, daha yakına odaklanır, daha uzaktan bakıp bütünü kavramaya çalışır. Hafızamız ile duyu bölgeleri arasındaki bilgi hareketlerini de izler, ilginç bulduklarına kilitlenir. Daha yakından incelersek, sinirsel çalışma anlamında dış gözümüzün çalışmasına çok benzediğini fark ederiz bu iç gözün. İç gözümüzün biraz miyop, hipermetrop veya astigmat gibi kusurlarının olması, zekayı etkileyecektir. 3- Alışılmamış, yeni yaklaşımlardan korkmama, tersine hoşlanma. İnsanlar içinde bulundukları ortamı mümkün olduğu kadar stabil hale getirmeye eğilimlidirler. Hep bir “düzen” isterler çevrelerinde. Gelecek öngörülebilir olsun, sahip oldukları her şey yerli yerinde olsun, biri bir şey söylediği zaman herkes ne söylendiğini anlasın, ama doğru anlasın, vb. Fakat uğruna çaba gösterilen bu hayat gerçekleştiğinde, tekdüze, sıkıcı, çekilmez bir hayat olacaktır. Dolayısı ile, biraz değişiklik de gerekir etrafta. İnsan türünde, işte bu düzen-değişiklik ikileminde bir ortalama denge vardır. Daha çok düzen, daha az değişiklik şeklindedir bu denge. Diyelim ki ortalama eğilim, yaşamda %85 düzen -%15 değişiklik isteği düzeyinde olsun. Bazı insanlarda bu eğilim mesela %92 - %8 düzeyinde olabilir. Bu insanlar %8’den daha fazla değişimlerden korkarlar, uzak durmaya çalışırlar. Bazı insanlarda ise %80 -%20 düzeyinde olabilir. Bu insanlar da %10- %15 değişiklik düzeyinde sıkılmaya başlarlar. Bu yapısal yatkınlık, zeka’da önemli bir öğedir ve beyinde yine korteks altı yapılanmaların denetimindedir. 4- Bir muhakeme sırasında gerçek sorunu yakalama, detaylara gömülmeden ana halkaya yönelme ve uygun bir sıra ile işlemleri tasarlama, bir yöntem sorunudur. Biz daha önce uyguladığımız çözümleri veya başkalarından duyduğumuz, gördüğümüz, öğrendiğimiz çözümleri “yöntem” olarak ayrıca kaydederiz hafızamıza. Bir sorunu çözerken de, yalnızca sorunun çözülmüş halini hayalimizde canlandırmakla kalmayız. Bunun yanında, çözüm aşamalarını da hayalimizde adım adım canlandırırız. İşte bu aşamada insanlar birbirinden farklılaşırlar ve bu farklılık büyük ölçüde problem çözme tecrübesinden, yöntemlere verilen önemden, alışkanlıklardan oluşur. Dağarcığında yüzlerce farklı soruna uygulanmış yüzlerce farklı çözüm yöntemini özenle ve ayrıntılı olarak biriktirip saklayan(bu işe önem veren) bir insan, bunu savsaklayarak yapan bir insana göre daha zeki bir görünüm verecektir.

Page 85: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK

5- Tecrübe kavramının bir kısmı da, bilgilerimizi hayalimizde yeniden ilişkilendirmekten ibarettir ki buna bilimsel çalışmada “zihinsel deney” veya “düşünce deneyi” denir. Einstein’in izafiyet teorisindeki tren deneyi, Maxwell’in cini(2. termodinamik yasası ile ilgilidir), Newton’un top güllesi deneyleri gibi. Yani çocuk, çevresinin yanında, kendi hayal dünyasında da kendisini eğiterek, zekasını ileride şu veya bu yönde daha iyi kullanabileceği şekilde örgütler. ZİHİN: (Mind). Bilinç’ten biraz daha geniş kapsamlı olarak kullanılır. Bilinçaltı, Hafıza ve Sezgiler gibi bilinç dışı beyin faaliyetlerinin bir kısmı da bu kavrama yüklenir. Hatta bazen ruh kavramı ile bile ilişkilendirilir. Beyinde bu kavramın kapsamadığı işlevler; hormonal düzenlemeler, hareket ile ilgili(motor) işlevler, sempatik ve parasempatik sistem işlevleri, hafıza kayıt ve silme işlemleri ve reflekslerdir. Beyin bunların hepsinden bilgi sahibidir ama, bu bilgiler zihinsel alana taşınmazlar, başka alanlarda değerlendirilip yönetilirler. Ancak bu işlevlerin gerçekleşmesi sonunda vücutta oluşan etkiler birer Algı olarak beyine dönerler ve bu yolla da Zihin kapsamına girmiş olurlar. Programın girdi ve çıktı yolları dışındaki her türlü çalışması bu kavram ile ifade edilebilir diyebiliriz. ZİHİNSEL KONJONKTÜR: “ Konjonktür: 1. Geçerli durum. 2. Her türlü durumun ve şartın ortaya çıkardığı sonuç.”1 Belirli bir andaki ruhsal durumumuzla ilgili değerlerin ağırlıklı ortalamasının oluşturduğu dinamik zihinsel denge. Ruhsal durumumuzun değerleri; o andaki her türlü duygusal değerleri, genel sağlık durumumuzla ilgili değerleri, o andaki düşünme eylemimizle ilgili değerleri kapsar. Algılarımız her an dış dünyadan getirdikleri yeni uyartılarla bu değerlerin değişmesine neden olurlar.

1 TDK Güncel Türkçe Sözlük

Page 86: YAPAY ZEKA İÇİN RUHBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ-TASLAK