ubat / 2007...the ones who love the prophet muhammed (peace be upon him) show their deep affection...

88
1 Şubat / 2007

Upload: others

Post on 13-Apr-2020

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

1Şubat / 2007

Page 2: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

2 Somuncu Baba

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli

ISSN: 1302-0803

YIL: 13 SAYI: 76

Şubat 2007

Basım Tarihi: 01 Şubat 2007

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz SahibiSebahaddin ATEŞ

Genel Yayın Yönetmeniİsmail PALAKOĞLU

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Tanıtım ve Halkla İlişkilerMelek ATALAY

Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK

Grafik / Tasarım ve UygulamaMuharrem AKINEmre AYDOĞANSamet ŞAHİNASLAN

Kapak Resim Ali Ekber SADIKÎ

Arka Kapak EbruHikmet BARUTCUGİL

Tashihİbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

ArşivSabit DEMİR

Somuncu BabaAylık İlim - Kültür ve Edebiyat Dergisi

76 Şubat2007Fiyatı: 6 YTL

İ ç i n d e k i l e r

Ömer Tuğrul İnançer: “Ehl-i Beyt-i Mustafa Hem Temiz, Hem Temizleyicidir”“Saygı bir davranış biçimidir. Sevgi ise bir gönül me-selesidir. Rasulullah’ı ve ailesini saymak mümkündür. Terbiyeli insanlar bunu yaparlar. Sevmek ise, yüksek gönül sahibi olan insanlara mahsustur.”

Kelamî Mezheplere Göre Ehl-i Beyt İnancı“Ehli beyt, İslâm dininin son peygamberi Hz. Muhammed’in ev ahalisi ve akrabalarını, kısa-cası ailesini tanımlamak için kullanılan genel bir adlandırmadır.”

Sevgilinin Sevgililerini

Sevmek“Allah (c.c)’ı sevmenin

yolu Muhammed (s.a.v)’den geçiyor.

Onu sevmekten, onu izlemekten, onun

rehberliğine teslim olmaktan geçiyor.”

8

2815

Page 3: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

3Şubat / 2007

Abone İşleri ve Reklamİsmail Hakkı ÖZBAYAhmet Hulûsi KÖMÜRCÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYATel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım DPP

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Şİstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent/ANKARA Tel: 0 (312) 278 08 24

FiyatTek Sayı : 6 YTLKurum Abone : 100 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 60 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 60 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 5 EUROAvrupa Harici Yurtdışı Abone : 90 USD

Posta Çeki (Darende Postanesi): 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

İrtibat Telefonları

Asr-ı Saadet Bahçesinin Dört Gülü

“Âlûsî, Kevser suresindeki “Kevser” kelimesiyle kaste-dilen anlamları kaydettik-ten sonra, Kevser’de Hz. Peygamber’in çocuklarının ve bilhassa Hz. Fatıma’nın dâhil olduğunu da nakleder.”

Çocuklara Allah Kavramının Doğru Öğretilmesinin Önemi

“Çocuklara dini konular ve özellikle Allah kavramı öğretilirken, Allah’ın onları seven, onlara merhametle yaklaşan, bir varlık olduğu anlayışı öne çıkarılmalıdır.”

Balkanlardaki Türk İzleri“Balkanlar’da 14. ve 18. yüzyıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini değiştirmeden Türk usûlü yaşamışlardır. Bu tarzın bu rahatlığın, bu serbestliğin, bu hoşgörülü hayatın sonunda Makedonya’da, Bosna’da Hristiyan halk, kitleler halinde İslâm dinine geçmişlerdir.”

42

54 70

Page 4: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

4 Somuncu Baba

Ehl-i Beytin GülleriPeygamberimiz (s.a.v)’i seven gönüller, ona olan

muhabbeti değişik şekillerde izhar etmişlerdir. Bişr-i Hafî hazretleri Allah Rasûlü (s.a.v)’nün dolaştığı çöl kumlarına ayakkabıları ile basmamış, ayak yalın dolaşmış, şâir Nâbi ise, Medine civarında bile edebe muhâlif hareket edilmesine razı olmamış, muhabbetini edebî bir üslupla dile getirmiştir.

Gül kokulu sevgilinin aşk râyihâlarını yüreğinde hisseden, hâl ve hare ketle ittiba etmekle birlikte, bu sevgiyi şiir diliyle ifade edenlerden biri de Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’dir.

Osman Hulûsi Efendi, nesep itibariyle hem o pak ve temiz nesilden gel mesi, hem de Peygamber (s.a.v)’e duyduğu aşırı sevgi, saygı, bağlılık ve hür metten dolayı eserlerinde bu konuya ayrı bir önem vermiştir.

İslâm tarihinde Hz. Hasan (r.a) neslinden gelenlere “Şerif”, Hz. Hüse yin (r.a) soyundan gelenlere de “Seyyid” adı verilmiş; kendilerine hür met ve muhabbet göstermek, Hz. Peygamber (s.a.v)’i sevmenin bir tezahürü kabul edilmiştir. Osmanlı döneminde halk arasında tanınmaları için farklı kıyafetlerle dolaşmaları sağlanmıştır. İsimleri, şecereleri ve ahlâkî durum larını tespit eden teşkilatlar kurulmuştur.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de, bu pak soydan hem anne, hem de baba tarafından iki koldan da gelmesi sebebi ile Ehl-i Beyt’ten bir Seyyid olması, ayrıca da Ehl-i Beyt’e duyduğu sevgi ve saygısı ile takdire şayandır.

Osman Hulûsi Efendi, Ehl-i Beyti güle benzetmiş ve kendisinin de oraya, Altın Silsile olarak adlandırdığı neseb-i âliye, bir evlat olarak bağlı olduğunu şu şiiriyle beyan etmiştir:

Hulûsî sulbümüz el-hakRasûl’ün âline mülhakAltun silsilenin mutlakHep kavmi kardaşı güldür

diyerek, Rasûl’ün âline nesep yoluyla bağlı olmasını, o altın silsilenin bir halkası olmasını iftiharla dile getirmiştir. Seyyidlerin tümünün (akraba) o gül neslin bir parçası olduğunu ifade etmiştir.

SummaryThe Roses of Ehli Beyt

The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways.

Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in his works both because he was a member of that pure ancestry

and his great love, respect and addiction to the prophet Mu-hammed (pbuh). In the History of Islam (Islamic History), the ones who descended from Hz. Hasan (may Allah be pleased

with him) are called as “Şerif” and the ones from Hz. Hüseyin (may Allah be pleased with him) are called as “Seyyid”.

Showing respect to them is considered as the manifestation of affection to the Prophet Muhammed (pbuh). Osman Hulusi Efendi defined the family members of the Prophet Muham-med (pbuh) as a “Rose” and he declared his adherence to

them as a descend at of that noble family in his poem:

Our descendants is real and right, Hulûsi We are the mem-bers of the Messenger’s family And as being the members of

that “Golden Lineage” All people and brothers are a Rose.

In his another poem, he also stated the importance of showing respect to that noble family and emphasized that

harming the members of his family means harming the Prophet:

“Your hatred to the family of Muhammed (pbuh) is your hatred to Muhammed (pbuh)And the hatred to the Prophet

Muhammed (pbuh) is your hatred to Allah.”

Peace be upon to the Prophet Muhammed, The Messenger of Allah And peace be upon to the pure ancestry of Muham-

med Rasulullah

Ehl-i Beyt : The household of the Prophet Muhammed (pbuh)

Pbuh : Peace be upon him

Rasulullah : The Messenger of Allah

Başyazı...

Page 5: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

5Şubat / 2007

Bir başka şiirinde ise;Bülbül gibi gülzârına ol gamze-i sehhârınaKurbânım her etvârına bakmam cihânın vârınaBir gün gelip bakmadınız Âl-i Rasûl’ün zârına

Derdiyle giryân olduğum aşkıyla nâlân olduğumHâl-i perîşân olduğum hep olduğum pâzârınaBir gün gelip bakmadınız Âl-i Rasûl’ün zârına

manzum ifadeleriyle, “Evlad-ı Rasûl, bir çok sıkıntılara katlandı, zorluklarla karşı karşıya kaldı. Gül için, gül yüzlü için dertlere düştü. Ancak bunu takdir edemeyen vefasızlar bir gün bu durumlarla ilgilenmedi. Yarın huzur-ı mahşerde Allah Rasûlü, Ehl-i Beyt’ine yapılan haksızlıkları ve insanların ilgisizliğini, hürmetsizliğini elbetteki soracaktır. Sizler o zaman ne yapacaksınız?” manasında Ehl-i Beyt’e sahip çıkılması gerektiği hususunu belirtmiştir. Buna benzer bir başka beyitte ise;

Rasûl’ün âline buğzun Rasûlu’llah’a buğzundurRasûlu’llâh’a buğzun Allah’a buğzundur

buyurarak Ehl-i Beyt’e yapılan buğzun ve kötülüğün, Rasûl’e ve Allah’a yapıldığına dikkat çekmiştir. Bu konuda Divân-ı Hulûsî-i Dârendevî’de birçok beyite rastlamak mümkündür. Biz konu ile alâkalı bunları nakle diyoruz. Ayrıca konuya Mektubât-ı Hulûsi-i Darendevî’de de oldukça yer verilmiş olup örnek olması açısından bir tanesini naklediyoruz:

“Ey hâk! Tinet-i pâkın şol nurdandır ki, zübde-i mahlûkâtın sulb-i pâ kinden intikâl etmiş ve ol mefhar-ı dü-cihânın silsile-i mîrâcına imtisâl etmiş ve cevher-i rûh-ı pür-fütûhun ol tarîki tutup ve ol harem-serâyın kapısına kurbanlığa baş koyup kesb-i nakdî visâl etmiş.”

Osman Hulûsi Efendi 1988 yılında umre ziyaretindeyken ikindi namazından sonra yapılan bir sohbette Seyyidliğin öneminden bahsederek şöyle buyurmuştur: “Ebu Zerri Gıfarî (r.a.) hazretlerinin bir kelamı var, ‘İbadeti taatde belin yay gibi olsa (şahadet parmağını bükerek işaret etti) Ehl-i Beyt’i sevip, hizmet etmedikçe amelin makbul olmaz.”

Selam olsun Âlemlerin Efendi’sine, Selam olsun Rasullah’ın temiz nesline…

İçindekilerDîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî’denEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ..........................6Sevgilinin Sevgililerini SevmekProf. Dr. Mustafa KARA ............................................8Selam Olsun Peygambere ve Âline!Prof. Dr. Ali AKPINAR .............................................10Kelamî Mezheplere Göre Ehl-i Beyt İnancıProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ .................................15Sevmek, Dürüst DavranmaktırProf. Dr. Mehmet AKKUŞ .......................................20Sûfîlerin Ehl-i Beyt SevgisiDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE ..........................................22Allah’tan Ümit KesilmezBekir OĞUZBAŞARAN ...........................................27Ehl-i Beyt-i Mustafa Hem Temiz, Hem TemizleyicidirSadık YALSIZUÇANLAR ..........................................28Abdullah b. Ebî EvfâDoç. Dr. Bünyamin ERUL .......................................33Kutlu Elçide Torun SevgisiDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM .......................................34Çok Geç Gelen HuzurAhmet Tevfik OZAN ...............................................39Merhametli Olun Merhamet Bulun…Rukiye AYDOĞDU .................................................40Asr-ı Saadet Bahçesinin Dört GülüMusa TEKTAŞ .........................................................42Bilge Reis/İmâm Hz. Ali’nin Siyasî ÖğretisiDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA ............................48Balkanlardaki Türk İzleriYard. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN ............................54Şifahane ve İnsanResul KESENCELİ ....................................................58Kültürler Arası Eğitim Nedir?Mustafa ÖNDER .....................................................60GönülAlim YILDIZ ............................................................64Geçmiş Toplumumuzdan GörünümlerProf. Dr. Nesimi YAZICI ..........................................66Çocuklara Allah Kavramının Doğru...Yrd. Doç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN .................70Muhammed Bâkır (k.s)Yusuf HALICI ..........................................................72Peygamberimiz (s.a.v.) ve ÇocuklarKevser BAKİ ............................................................74Aşka Artık İnandımMuhsin İlyas SUBAŞI ...............................................77Leyli’yi Mürşid BilenAhmet EFE ..............................................................77Şekür EfendiMeryem Aybike SİNAN ...........................................78Bahtsız GelinÜmit Fehmi SORGUNLU ........................................81Oyun Çağındaki Çocuklarda Doğru BeslenmeAkın DİNDAR .........................................................84AşûreMesude SARI ..........................................................86

[email protected]

Page 6: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

6 Somuncu Baba

Buluşduk hamdü li’llâh sevgili ceddim Hüseyn’immişYüz urduk âsitân-ı hâkine hem nûr-ı aynimmiş

Ezelden hubbunu cânım gibi cân içre saklardım Bu nakd-i cân ise ser-mâye-i dünyâ vü bînimmiş

Firâkıyla yanıp yıllarca hicrânıyla inlerkenNigâh-ı iltifâtı çâre-i kalb-i hazînimmiş

Habîb-i Kibriyâ’nın sıbt-ı mazlûmu Hüseyn’imin Yakîn bildim ki dergâh-ı muallâsı Hüseyn’immiş

Hudâ’ya sad-hezârân hamd ü şükr olsun ki lutf etdin Hulûsî nûr-ı aynım sevgili ceddim Hüseyn’immiş

Page 7: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

7Şubat / 2007

Hat: Yusuf Coşkun BENEFŞE

Page 8: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Sevgilinin Sevgililerini Sevmek

İ nsanın bilgi, duygu ve sezgi boyutu olduğu bilin-mektedir. Dinî hayatın kemâl noktasına doğru tır-

manması da bu esasların ahenkli bir şekilde bir araya gelmesine bağlıdır.

Bu besteye ister eski tabirle ilmelyakîn, aynel-yakîn, hakkalyakîn diyelim, ister yeni tabirle bilmek, görmek, gerçekleşmek, isterse de bilmek, bulmak, olmak diyelim mesele değişmez. Yani dindar olmak bir anlamda ilmî, hissî, fikrî, kabiliyetlerimizin dav-ranışlarımızla bütünleşmesidir. Bunun için bilmek kadar sevmek de önemlidir. İman kadar ibadet de önemlidir. Tefekkür kadar tebessüm de önemlidir. Hikmet kadar hizmet de önemlidir.

İslâm medeniyetine bu açıdan bakılınca şu söy-lenebilir: Medrese ilim ve felsefe ile tekke irfan ve sanat ile daha çok meşgul olmuştur. Birincisi insanın aklî boyutunu ikincisi kalbî yorumunu öne çıkar-mıştır. Birincisi insanın aklî arayışlarına ikincisi kalbî kavrayışlarına zemin hazırlamıştır. Bu zenginlikleri elde eden insanın yolu medeniyetimizin üç temel müessesesinden biri olan camiye çıkacak ve orada yapılan huşu dolu secde ile zirveye tırmanacaktır. Bu yolculuğa göz, kulak ve kalbin seyr ü seferi de dene-bilir: “Size kulak göz ve gönüller verdik… Ne kadar az şükrediyorsunuz…”(Mülk, 67/23)

Şimdi temel sorumuzu soralım: İnsanın eğitiminin olmazsa olmaz bir parçası olan his ve duygu eğitimi nasıl gerçekleşecek? Bir diğer ifade ile dergâhlarda bu eğitim nasıl gerçekleşti?

İlim ve HayatProf. Dr. Mustafa KARA

“Allah (c.c)’ı sevmenin yolu Muhammed (s.a.v)’den

geçiyor. Onu sevmekten, onu izlemekten, onun

rehberliğine teslim olmaktan geçiyor. Bu

makamda ikinci soruyu sormak gerekecektir: Hz.

Muhammed’i sevmenin yolu nereden geçiyor?

Cevap çok zor değil: O’nu sevenleri sevmekten…

Önce müminlerin anneleri sonra çocukları torunları… Önce yakın dostları, sonra

onları izleyenler…”8 Somuncu Baba

Page 9: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Bu soruya cevap ararken pek çok konuya te-mas etmek, pek çok açıdan bakmak gerekebilir. Her şeyden önce tasavvufî hayat kişinin istek ve iradesiyle başlayan, karşılıklı sevgi ve saygı yasa-sına dayanan bir gönül alışverişidir. Dinî bilgilerin hislerle tanışması, amel ve davranışlarla buluşma-sıdır. Birbirlerine gönülden bağlı olan insanların bir arada bulunduğu dergâhlarda yapılan sohbet-ler sadece sevgi ve saygıyı takviye etmemiş, bu temel üzerine oturan görgü kurallarını da öğret-miştir. Böylece insanların hem cinslerine bakış açısı değiştiği gibi eşya ile olan münasebetleri de farklılaşmıştır.

Dinî bir atmosferle buluşan, “kendini bil” ifa-desiyle tanışan insana dinin ve kâinatın sahibini sevmenin yolu gösterilecektir. Ama nasıl? Bu soru-nun cevabını gönül adamları şu ayette buluyorlar:

“De ki ey peygamber! Allah’ı sevmek istiyorsanız bana tabi olun! Allah da sizi sevsin ve günahla-rınızı bağışlasın, zira Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır” (Âl-i İmran, 3/31)

Bu ayete göre Allah’ı (c.c) sevmenin yolu Mu-hammed (s.a.v)’den geçiyor. Onu sevmekten, onu izlemekten, onun rehberliğine teslim olmaktan geçiyor. Bu makamda ikinci soruyu sormak gere-kecektir: Hz. Muhammed’i sevmenin yolu nere-den geçiyor? Cevap çok zor değil: O’nu sevenleri

sevmekten… Önce müminlerin anneleri (bkz. Ah-

zab, 33/6) sonra çocukları torunları… Önce yakın dostları, sonra onları izleyenler… Sonra onları iz-leyenler… Sonra ondan tarih ve coğrafya olarak çok uzak olduğu halde onu herkesten daha çok sevenler…

Şimdi dergâhların şiir ve mûsıkî dolu atmos-ferinden feyz alarak duygularını manzumelerle ifade eden bir divan şairine, Şeref Hanım’a kulak verebiliriz.

1861 yılında vefat eden ve İstanbul Yenikapı Mevlevîhâne’sinin haziresine defnedilen Şeref Hanım’ın Ehl-i beyt ve âl-i Âba ile ilgili fikir ve duyguları şöyle:

Ben hâk-i pây-ı Âl-i Abâya bila riyâBin canım olsa cümlesini eylerim fedâ

***Bihamdillah muhibb-i Hazret-i Âl-i abâyım benEzelden hanedân-ı Mustafa’ya cân fedayım ben

***Bir lahza cüda olmayayım Âl-i abâdan Ya Rab, beni dûr eyleme evlâd-ı Ali’den

***El-amân binti Resulullah meded ya MurtazaDeldi bağrım yakdı cânım mâcerây-ı Kerbelâ

Kuba Mescidi / MedineFotoğraf: Serkan ÖZTÜRK

9Şubat / 2007

Page 10: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

10 Somuncu Baba

Fotoğraf:Hulûsi GÜLSEREN

Page 11: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Peygamberimizle ilgili olan, onu yakınlık ve ona aidiyet ifade eden Ehl-i Beyt, Âl-i Rasül, Seyyid (Efendi), Şerif (Saygın) gibi kavramlar

bugün çokça tartışılmakta, kimi çevrelerce yerli yersiz kullanılmakta ve hatta istismar edilebilmektedir. Biz bu yazımızda bu kavramlarla ilgili mu-teber görüşleri öne çıkarmaya gayret edeceğiz. Böylece gerçek anlamda Hz. Peygamber’in âl ve ehlinin kimler olduğu ortaya çıksın, yanlış anla-ma ve istismarlar son bulsun.

Âl kelimesinin aslı ‘ehl’ olup kelimedeki hâ önce hemzeye, sonra da elife çevrilerek âl olmuştur. Âl, kişinin ev halkı, soyu, yakınları ve din-daşları anlamlarında kullanılmıştır. Ehl, kişinin yakın akrabalarıdır. Hz. Peygamber’in ehli, onun eşleri, kızları ve damatlarıdır.1

Dilciler, iki Kur’an kavramı olan ‘ehl’ ve ‘âl’ kelimeleri arasında şöyle bir ince anlam farkı olduğuna dikkat çekmişlerdir: Ehl, nesep ve aidiyet bildirir. Ehlü’r-Racül (kişinin ailesi), Ehlü’l-İlim (ilim adamı), Ehlü’l-Karye (şehir ahalisi) gibi. Âl ise, yakınlık ve arkadaşlık bildirir. Âlu’r-Racül (kişinin yakınları, arkadaşları), Âlu Firavun (Firavun’un yandaşları). Âl kelimesinde nesep bağı pek yoktur. Yine ehl kelimesi, canlı ve cansızlara izafe edilir-ken, âl sadece canlılara izafe edilir.2 Buna göre Ehl-i Beyt-i Rasûl, Allah Rasûlü’nün akrabaları anlamına gelirken; Âlu Muhammed, daha geniş manada Hz. Peygamber’in nesep bakımından yakınlarını içine aldığı gibi, tüm arkadaş ve taraftarlarını da içine alır.

Âl kelimesi, Kur’an’da şu anlamlarda kullanılmıştır: Kavim, yandaş, aile efradı, soy sop. Âl kelimesinin Kur’an’daki kullanımlarda ortak nokta, kelimenin ‘aidiyet’ ve ‘yakınlık’ bildirmesidir.3

Hz. Peygamberin Ehlinden Olmak, O’nun İzinde Olmakla Mümkündür!

Hz. Peygamber’in ehli, onun dininden olan, onun izinde giden üm-meti içine alır. Nitekim, “Şirkten takvaya yönelmiş her müttakî kişi, Hz. Peygamber’in ehli ve âlidir.”4 “Her peygamberin ehli, onun ümmetidir”5 denilmiştir. Nasıl ki Âlu Firavun, Firavun’un kavmi, yandaşı, etbaı ve din-daşları olan herkesi içine alıyorsa; Âlu Rasul de, nesep bağı olsun olma-sın, onun döneminde yaşasın yaşamasın, onun dini ve milleti üzere olan herkestir. Bu sebeple onun din ve milletinden olmayanlar, onun yakınları bile olsalar onun âlinden sayılmazlar.6 Çünkü Firavun ve âlinin suda bo-

Selam Olsun Peygambere ve Âline!(Allahümme Salli Alâ Muhammedin

ve Alâ Âli Muhammed)

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

“Namazlarda bizlere salavât

dualarını okumayı tavsiye ederken kendi âline dua

etmeyi de öğreten Peygamberimiz,

tüm izinden giden ümmetine engin şefkat, merhamet

ve şefaat etmeyi kendine şiar

edinmiş bir yüce şahsiyettir.”

11Şubat / 2007

Page 12: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

12 Somuncu Baba

ğularak helak edildiklerini anlatan ayetlerde, Âlu Firavun’u oluşturan-lar, Firavun’un oğlu, kızı, amcası, dayısı, kardeşi ve yakını değildi. O yüzden Ebû Leheb ve Ebû Cehil, Hz. Peygamber’in akrabası olsa-lar bile onun âlinden sayılmazlar. Nitekim Hz. Nuh’un inanmayan oğlu için Yüce Allah, “O senin eh-linden değildir. Çünkü onun yaptığı iyi olmayan bir iştir”7 buyurmuştur. Ayet, “o, senin dininden değildir yahut o, sana tufandan kurtulmayı vadettiğimiz yakınlarından değildir, çünkü onun özü bozuktur,8 o se-nin izinden gitmemiştir, o senden yabancılaşmıştır, diye anlaşılmıştır. Yoksa bu, o senin çocuğun değil-dir anlamına gelmez. Nitekim Hz. Nuh’un oğlu, tufanda boğularak inkârının cezasını kendisi çekmiş-tir.

Yine başka bir ayette Hz. Nuh ve Hz. Lut Peygamberlerin in-karcı hanımları anlatılırken şöyle buyrulmuştur: “Kocaları, Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savama-dı...”9 Çünkü onlar, inkârları sebe-biyle sonuçta Peygamberlerin âli olmaktan çıkmışlardır.

Âlu’n-Nebî ifadesi özel anlam-da, Hz. Peygamber’in soyu, onun eş ve çocukları, ona uyan ve onun izinde gidenler, Haşim ve Mutta-liboğulları, Hz. Fatıma’nın soyun-dan gelenler, onun aile efradı, ne-sep yahut nisbet bakımından ona uzananlar; genel anlamda ise onu izleyen herkestir, diye anlaşılmış-tır.10 Ehl-i Beyt’ten Ca’fer-i Sâdık,

“Hz. Peygamber’in dininin gerekle-rini yerine getiren tüm müslüman-lar onun âlidir.”11 diyerek bu genel anlama vurgu yapmıştır.

Amr b. As, Peygamberimiz’in kendisine şöyle söylediğini an-latır: “Dikkat et, benim babamın ya kınları olan falanlar benim dostlarım değildir. Benim asıl dostlarım, Allah ve salih mümin-lerdir.”12

Kur’an-ı Kerim’de; “Doğrusu Allah ve melekleri, Peygamber’ine salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona, tam anlamıyla salât ve selâm edin”13 buyrulmuştur. Bu ayet inince Peygamberimiz’e, kendisine nasıl salât ve selam edi-leceği sorulunca da o, şöyle deyin buyurmuştur:

“Allahım, Muhammed ve âline salat et. Tıpkı İbrahim ve âline salât ettiğin gibi. Doğrusu Sen, övülme-ye lâyıksın ve yücesin.

Allahım, Muhammed ve âlini mübarek kıl. Tıpkı İbrahim ve âlini mübarek kıldığın gibi. Doğrusu Sen, övülmeye lâyıksın ve şanı yüce/iyi-liği bol olansın.”14

Yukarıdaki tanım ve açıklamalar ışığında Peygamberimiz’in tavsiye-siyle namazlarda okunan salâvat-ların, yalnızca Hz. Peygamber’in yakınlarından olan âli ile sınırlı ol-madığını ve onun izinde olan tüm müminleri kapsadığını söyleyebili-riz. Öte yandan Peygamberimiz’in tavsiye ettiği bu duayı, meleklerin, Hz. İbrahim’in ev halkına yaptık-ları şu duadan esinlenerek tavsiye ettiğini de söyleyebiliriz: “Ey ev halkı! Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun! Doğrusu Al-lah övülmeye layık ve şanı yüce/iyi-liği bol olandır.”15

Peygamber’in Soyundan Olmak Yetmez! Onun Yolunda Olmak Gerek!

Elbette Hz. Peygamber’in ne-seben ve sıhren (evlilik yoluyla) yakını olmak, herkesin istediği bir şeydir. O’nun seçkin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in so-yundan (şerîf ve seyyid) olmak da öyledir. Ama tüm bunlar, insanın elinde olmayan ve Allah’ın tak-diriyle olan şeylerdir. Dolayısıyla Allah vergisi her nimet gibi, bu nimetler de O’nun yolunda kulla-nılıp değerlendirilebildiği oranda anlamlı ve şereflidir. Aksi takdirde, nice insanlara verilen nice nimet-ler, onların azgınlık ve taşkınlığını artırmış ve sonuçta helaklerine ne-den olmuştur.

Kan dökücü Kâbil’in Hz. Âdem’in oğlu olması; putperest bir kişi olan Azer’in Hz. İbrahim Kabe Örtüsü / MekkeFotoğraf: Serkan ÖZTÜRK

Page 13: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

13Şubat / 2007

Peygamber’in babası olması; Hz. Nûh ve Hz. Lût Peygamberler’in inkarcı karılarının peygamber eşi olmaları. Ebu Leheb’in Hz. Peygamber’in amcası olması gibi. Tüm bu yakınlıklar, bu kişilere hiçbir şey kazandırmamıştır. Üs-telik Hz. Peygamber dönemin-de yaşayan inkârcılardan sadece Ebu Leheb’in adı (künye olarak) Kur’an’da geçmiş ve Hz. Peygam-ber de onun hakkında, “Benim Ebu Leheb ile herhangi bir yakınlı-ğım kalmamıştır.” buyurmuştur.

Yine o, “Öncelikle en yakın akrabanı uyar”16 ayeti inince, Pey-gamberimiz kırk beş kişiyi toplayıp kızı Hz. Fatıma ve halası Hz. Safi-

ye başta olmak üzere tüm yakınla-rını, Peygamber’in yakını olmakla aldanmamaları konusunda şöyle diyerek uyarmıştır:

“Ey Ka’boğulları! Ey Abdümena-foğulları! Ey Haşim oğulları! Ey Ab-dülmuttalipoğulları! Kendinizi ateş-ten koruyun. Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Ey Muhammed’in halası Safiyye! Kendinizi ateşten koruyun. Vallahi ben, Allah’tan gelecek şeyi sizden savamam, O’na karşı bir şey yapamam. Ancak Allah size merhamet ederse, o başka. Benim malımdan dilediğinizi isteyin, onu verebilirim; ama Allah’ın azabına karşı size bir şey yapamam!”17

Yine Peygamberimiz, kendisiy-le nesep bağı olmadığı halde Hz. Selman hakkında “Selman bizden, ehl-i beyttendir” buyurarak ehl-i beyt sınırını genişletmiş ve genel anlamına dikkat çekmiştir.

Bu uyarılar bize, Peygamber yakını olmanın mücerret olarak kişiye bir üstünlük ve ayrıcalık ka-zandırmadığını anlatmaktadır. Üs-telik Kur’an’da, Peygamber yakını olmanın, diğer insanlardan farklı olarak bir takım yükümlülükleri beraberinde getirdiği üzerinde durulur: “Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık ya-parsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu Allah’a göre kolaydır. Sizden kim de Allah’a ve Peygamber’ine itaat eder ve yararlı iş yaparsa, ona da mükâfatını iki kat veririz. Ona Biz, bol rızık hazırlamışızdır. Ey Pey-gamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”18

Yukardaki örneklerde de gö-rüldüğü üzere seçkinlerin yakını olan bazı kişiler, Allah’ın kendile-rine bahşettiği seçkinlerin yakını olma nimetinin kadr ü kıymetini bilememişler ve bu nimeti, nimet sahibine yaklaşma aracı olarak de-ğerlendirememişlerdir. Şayet onlar, bu nimetin kıymetini bilerek, ni-metin gereğini yerine getirmiş ol-salardı, peygamberlerin yakınları, tevhid ehli kişiler olarak sitayişle anılacaklardı. Ama öyle olmamış ve onlar bu sefer peygamber ya-kını azgınlar olarak yine özellikle anılmışlardır. Bu yüzden hadiste

“Ameli geri bırakan kişiyi soy sopu öne geçirmez”19 buyrulmuştur.

Bu örneklerden de hareket ederek diyoruz ki, âl ve ehl keli-melerini dar kalıplardan kurtara-rak, kapsamlı anlamda algılamak gerekmektedir. Zaten insan, ken-di iradesi doğrultusunda yaptıkları ve kazandıklarıyla Allah katında değer kazanacaktır. Aynı şekilde

Page 14: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

14 Somuncu Baba

kişi, Hz. Peygamber’in yolunu izlemekle, onun dinini sahiplen-mekle ona olan yakınlığını artı-racak ve onun akrabası olacak-tır. Bu anlayış, âl/ehl kelimesinin Kur’an’daki kullanımlarından olan ve yukarıda verdiğimiz anlamlarla da paralellik arz edecektir. Şöyle ki, Hz. Peygamber’in izinde giden müminler, onun ümmeti, ona ya-raşır bir topluluk ve onun aile bi-reyleri mesabesinde değerlendiri-lecektir. Tabi ki Peygamberimiz’in âline selâm okuma, öncelikle Hz. Peygamber’in kendisine inanmış yakınlarını kapsayacaktır. Ama bu dua, onlarla sınırlı kalmayacak, kı-yamete kadar onun izinde giden-leri de içine alacaktır.

Sonuç

1. Ehl ve âl kelimeleri, temel-de aidiyet ve yakınlık ifade eden kelimelerdir. Kelimeler, kişinin ne-seben ve sıhren (doğum ve evlilik yoluyla olan) yakınlarını kapsadığı gibi, kişiyle başka bağlarla alakalı olan kişileri de kapsayabilmektedir.

2. Zürriyet ve sıhriyet yoluyla Hz. Peygamber’in yakını olmak, insanın elinde olan bir şey değildir. Bu, her insanın arzuladığı güzel bir şey olsa bile, temelde bir ayrıcalık ve üstünlük sebebi değildir. Hz. Peygamber’in yakını olan saygın kişiler, bu saygınlıklarını yalnızca onun akrabası olmakla değil, onun izinden gitmekle kazanmışlardır. Nitekim “Size Kur’an ve ehl-i bey-timi emanet olarak bıraktım onlara yapıştığınız sürece sapmazsınız”20 hadisinin “Size Kur’an ve Sünneti-mi emanet olarak bıraktım onlara yapıştığınız sürece sapmazsınız”21 şeklindeki versiyonu bu tezi doğ-rulamaktadır. Buna göre ehl-i beyt, Kur’an ve Sünnet doğrultusunda hareket eden, Hz. Peygamber’in izinde giden herkestir.

3. Namazlarda bizlere salavât dualarını okumayı tavsiye eder-ken kendi âline dua etmeyi de öğreten Peygamberimiz, tüm izinden giden ümmetine engin şefkat, merhamet ve şefaat etme-yi kendine şiar edinmiş bir yüce şahsiyettir. Nitekim O, salavâttan hemen önce okumamızı tavsiye ettiği tahıyyat duasında “esselamü aleynâ ve alâ ıbâdillahissalihîn”(Selam, bizim ve Allah’ın sâlih kulları-nın üzerine olsun) diyerek selamı tüm sâlih kullara şamil kılmıştır.

4. Tarihte zürriyet ve sıhriyet bakımından Hz. Peygamber’in yakını olanlardan, onun sağlığında ve onun vefatından sonra gelen seyyid ve şeriflerden onun yolun-da gidip ona yakışanlar olduğu gibi, ona yakışmayanlar ve hatta bunu istismar edenler bile olmuş-tur. Seyyid ve şerifliği sadece, kimi zamanlarda onlara tanınan imti-yazlardan yararlanma fırsatı olarak değerlendirmek isteyenler eksik olmamıştır. Bugün de yaşayış ve gidişatıyla Hz. Peygamber’e hiç benzemediği halde, sırf onun so-yundan gelmiş olmayı kullanmak isteyenler vardır. Kaldı ki, özellik-le bu işleri takip eden bir kurum olan Nakîbu’l-Eşrâf’ın22 işlerliğini kaybetmesinden beri, onun yakı-nı olmak da sağlam bir şekilde ve kesin olarak tespit edilebilen bir şey değildir.

5. Kur’an-ı Kerim’de geçen âl ve ehl kelimeleri, hem Hz. Peygamber’in yakınları için, hem başka insanların yakınları için ve hem de genel anlamda kullanıl-mıştır.

6. Hz. Peygamber’in âlinden olmanın, kişiye Allah katında bir şeyler kazandırabilmesi için, âl kavramını genel anlamda almak en doğru ve tutarlı yoldur. Namaz duaları başta olmak üzere pek çok duada yer alan Âl-i Muhammed ifadelerine bu anlamı yüklemek,

bu kapsamlı anlayışın bir gere-ğidir. Bu anlamda Âl-i Rasûlden olmak/sayılmak, isteyen herkese açık bir kapıdır. O halde yarışanlar bu uğurda yarışsınlar ve o halkada yerlerini almaya baksınlar.

7. Peygamberin ve seçkin ki-şilerin soyundan olmak elbette güzel bir şeydir. Ama yalnızca bu husus, bir ayrıcalık, üstünlük ve övünç vesilesi olamaz. Önemli olan o seçkin kişilere lâyık olabil-mek, onları izleyip onlara benze-yebilmektir.

1- İbn Manzûr, Lisân, XI, 28; Muhammed Nureddin el- Müneccid, el-İştirâk’ül-Lafzî fi’l-Kur’an, s, 106.

2- Bkz. Askerî, Furûk, s. 233. Bir başka görü-şe göre âl kelimesi rücu etmek, yönetmek anlamına gelen âle kökünden türetilmiştir.

3- Bkz. Hz. Peygamberin Âlinden Olmak, Di-yanet Avrupa Dergisi, Ankara-2003, Sayı 50, s, 5-8.

4- Kurtubî, el Câmi’, I, 381; Tahtavî, Hâşiye, s. 8.

5- İbn Manzûr, Lisân, XI, 28-29; Kasım^, Tefsîr, XIII, 4853.

6- Rafizîler, Hz. Peygamber’in âli, sadece onun kızı Fatıma ve torunları Hasan ve Hüseyin’dir, derken; bazıları Âlu Muham-med, onun eşleri ve zürriyetidir, demişler-dir. Bkz. Kurtubî, el Cami’, I, 381-382.

7- 11 Hûd, 46; Kurtubî, el Câmi’, I, 382.8- Kurtubî, el Câmi’, IX, 46.9- 66 Tahrim, 10.10- Tehanevî, Keşşâf, I, 87-88; Kurtubî, el

Cami’, XIX, 182-183. 11- Rağıb el İsfehânî, el-Müfredât, s. 38; Fîru-

zabâdî, Besâir, II, 162-163.12- Yakub b. İshak Ebî Avâne, Müsned, Beyrut,

ty, I, 96; Kurtubî, el Câmi’, I, 382.13- 33 Ahzab 56.14- Buhârî, Tefsîru Sure, 33/10; Deavât, 31,

32; Müslim, Salât, 65-69; Ebû Davûd, Salât, 179; Taberî, Camiul Beyân, XXII, 43-44; Kurtubî, el Cami’, XIV, 233-235.

15- 11 Hud, 73.16- 26 Şuarâ, 214.17- Yakub b. İshak Ebî Avâne, Müsned, I, 93-

96.18- 33 Ahzab, 30-32.19- Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 304 (Müslim).20- Müslim, Fedâlü’s-Sahâbe 36; Ahmed, V,

181.21- Ebû Davûd, Menâsik 56; İbn Mace,

Menâsik 84; Muvatta’, Kader 3.22- XV. yüzyıldan itibaren Osmanlılarca ihdas

edilip Osmanlı saltanatının ilgasına kadar devam eden bu kurum, Hz. Peygamber’in soyundan gelenlerin defterini tutuyor, on-ların işlerini görüyor ve onlara tanınan bazı ayrıcalıklardan onları yararlandırıyordu. Bu Osmanlı kurumundan önce de Hz. Peygamber’in soyundan gelenler tespit edilmiş ve onlara özel bir ilgi ve hürmet gösterilmiştir. Bkz. Pakalın, Osmanlı Tarihi ve Deyimleri Sözlüğü, II, 647-648; Mefail Hızlı, ‘Nakîbu’l-Eşrâf’, Şamil İslâm Ansiklo-pedisi, VI, 133,134.

Dipnot

Page 15: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Kelamî Mezheplere Göre Ehl-i Beyt İnancı

Arapça’da ehl sözcüğü, muzaaf olduğu kelime-ye göre anlam kazanır. Bu kelime, bir yere, bir

düşünceye, bir inanç ve görüşe ait olan insan toplu-luğunu ifade eder.1 Kur’an-ı Kerim’de geçen bu ta-bir muzaaf olarak karye halkı2, Medine halkı3, senin ailen4, zikir ehli5, sizin aileniz6, ev halkı7 gibi değişik şekillerde kullanılmıştır. İşte bu makalemizde Kur’an ve sünnetten hareketle Müslüman tecrübede ehl-i beyt kavramı nasıl bir anlam alanına sahip olmuştur? sorusuna cevap arayacağız.

Yukarıda geçtiği gibi Arapça’da ‘ehl-i beyt’ tabi-ri, İngilizce’deki household kelimesinin anlamı gibi ‘aile’ manasına kullanılmaktadır. Sosyolojide aile; çekirdek ve geniş aile şeklinde ikiye ayrılır. Her iki tanımda ekleme ve çıkarma yapılmış olsa da ortak noktayı, aynı ortamı paylaşan aile bireyleri topluluğu oluşturur. Dolayısıyla ehl-i beyt tabiri, ailede bulu-nan bütün fertleri birbirinden ayırmaksızın ya da bir kısmını bir kısmına tercih etmeksizin hepsini içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Bu anlamda hiçbir kimse, ailede bulunan ve birlikte aynı mekânı paylaşan herhangi bir kimsenin ‘eşini ya da çocuğu-nu’ ev halkından saymamazlık edemez.

Ehl-i Sünnet’e Göre Ehl-i Beyt Anlayışı

Kur’an-ı Kerim’de özellikle iki yerde kullanı-lan ‘ehl-i beyt’ kavramında evin hanımı, ailenin en önemli unsuru olarak sayılmıştır. Bu hususu şu iki âyette rahatlıkla görmek mümkündür:

DüşünceProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

“Ehli beyt, İslâm dininin son

peygamberi Hz. Muhammed’in

ev ahalisi ve akrabalarını,

kısacası ailesini tanımlamak için

kullanılan genel bir adlandırmadır.”

15Şubat / 2007

Page 16: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

16 Somuncu Baba

“Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı, kocam da ihtiyar olmuşken nasıl doğurabilirim? Doğrusu bu şaşılacak bir şey, dedi. Ey evin hanımı/Yâ ehle’l-beyt! Allah’ın rahmeti ve be-reketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah’ın işine şaşarsınız? O, övülmeye lâyıktır, yücelerin yü-cesidir, dediler.”8

“Önceden, sütannelerin me-mesini kabul etmemesini sağla-dık. Musa’nın ablası: “Size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davra-nacak bir ev halkını/ehl-i beyti tavsiye edeyim mi?” dedi.9

Bu her iki âyette geçen

“ehl-i beyt” terimi, evin ha-nımları hakkında kullanılmıştır. Kur’an’da bir başka ayette ge-çen: “Ey ehl-i beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor”10 pasajında-ki “ehl-i beyt” terimi, özellikle Hz. Peygamber’in hanımları ve çocukları için kullanılmıştır. Bu yüzden ilk müfessir taba-kası içerisinde yer alan İbn Ab-bas, Urve b. Zübeyir ve İkrime ‘ehl-i beyit’ten maksadın Hz. Peygamber’in hanımları oldu-ğunu ifade etmişlerdir.11 O hal-de Sünnî İslâm anlayışına göre son âyetten (el-Ahzap 33/33) hareketle söylemek gerekirse

‘ehl-i beyt’, Hz. Muhammed (s.a.v)’in eşleri, kızı Hz. Fatı-ma, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.

O halde Kur’an-ı Kerim’de geçen ehl-i beyt kavramı, bir kimsenin ailesine mensup olan bütün bireyleri içine alacak bir anlam genişliğine sahiptir. Nitekim Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetler de bu gö-rüşü desteklemektedir. Şöyle ki, İbn Ebî Hâtim’e göre, Hz. Aişe’ye Hz. Ali hakkında so-rulduğunda şu cevabı vermiş-tir: “Hz. Peygamber’in en çok sevdiği ve yine O’nun en çok sevdiği kızının kocası olan bir kimseyi mi bana soruyorsunuz? Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi, Hz. Fatıma’yı, Hz. Hasan ve Hüseyin’i çağırarak bir örtü altı-na alıp; “Allah’ım! Bunlar benim ev halkım, onlardan pisliği uzak-laştır ve onları tertemiz kıl!” diye dua ettiğini gördüm” demiştir. Hatta Hz. Aişe bu olay karşısın-da, Ey Allah’ın Rasulü! Bende senin ev halkından biriyim. Beni de örtünün altına alıp dua etsen, demiş, bunun üzerine Hz. Pey-gamber (s.a.v) de şu cevabı ver-miştir: “Sen dışarıda kal. Elbet-te sen zaten ehl-i beytimsin.”12 Müslim, Tirmizi ve Ahmed b. Hanbel gibi muhaddislerden birçoğu Hz. Peygamber’in, baş-ta mü’minlerin anneleri olmak üzere, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ehl-i beyitten saydığını gösteren bir-çok hadis rivâyet etmişlerdir.13 Bu rivâyetten anlaşıldığına göre,

Gamame Mescidi / MedineFotoğraf: Serkan ÖZTÜRK

Page 17: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

17Şubat / 2007

Hz. Peygamber Hz. Ali ve ev-lâdını aba içerisine alırken, Hz. Aişe’ye zaten siz ehl-i beyttensi-niz, demek suretiyle kızı, dama-dı ve torunlarını onure etmek istemiştir. Yoksa Hz. Peygamber, burada ehl-i beytini sınırlandır-mamıştır. Söylemek gerekirse ehli beyt, İslâm dininin son pey-gamberi Hz. Muhammed’in ev ahalisi ve akrabalarını, kısacası ailesini tanımlamak için kullanı-lan genel bir adlandırmadır.

Yukarıda söz konusu edilen Ebû Hâtim’in rivâyetinden an-laşılmaktadır ki, mü’minlerin annelerini ehl-i beytten sayma-yanların görüşü yanlıştır. Ne ya-zık ki, İslâm düşünce tarihinde bu dışlamacı bakış açısı ehl-i beyti sınırlandırıcı bir İslâm yorumunu benimseyerek, Hz. Peygamber’in eşlerini kapsam alanı dışında tutmuştur. Bunun tarihi, içtimaî ve itikada yönelik bir takım sebepleri vardır. Şüp-hesiz bu mesele ayrı bir tartış-manın konusudur. Burada şu kadarını söyleyelim ki, Kur’an-ı Kerim tarafından açıkça ifade edilen bir konuya hadisle kar-şı çıkmak son derece usûl ve üslûp yanlışı yapmak olur. Bazı hadislerde rivâyet edilen14 Hz. Peygamber’in ailesinden dört kişiyi örttüğü örtünün içine Hz. Aişe ve Hz. Ümmü Seleme’yi almaması olayından, onları ehl-i beyt içine dâhil etmediği an-lamı çıkarılamaz. Kaldı ki Hz. Peygamber’in eşleri zaten ev halkındandır. Çünkü Kur’an’da onlara; “Ey ev halkı!” diye hitap edilmiştir. Bununla birlikte Hz.

Peygamber Kur’an’da bu açık ifadenin ailenin diğer üyelerinin ehl-i beyte dâhil olmadığı gibi bir yanlış anlamaya sebebiyet olabileceğini düşünerek onların da Hz. Ali, Hz. Fatıma ve oğul-ları gibi ev halkından olduğunu bu olay vesilesiyle ayrıca belirt-miştir. Bu sebeple müminlerin anneleri olan muhtereme eşleri hakkında tekrar vurgulamaya gerek duyulmamıştır. Çünkü Kur’an bu noktayı açıklığa ka-vuşturmuştur.15

Şia’ya Göre Ehl-i Beyt Anlayışı

İslâm düşünce tarihinde Şia ve daha sonra Şia’nın te-siriyle Alevî inancına mensup kimseler Hz. Peygamberin

eşlerini dışlayarak ehl-i beyt teriminin anlam alanını; Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fa-tıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Cafer-i Sadık, Musa Ka-zım, Ali Rıza, Muhammed Taki, Ali Naki, Hasan el-Askeri veMuhammed Mehdi ile sınırlan-dırıcı bir yorum yapmışlardır.16 Şia’ya göre Hz. Peygamber’den sonra imâmet Hz. Ali ve evlâdı-nın hakkı olarak iddia edilmiştir. Onların inancına göre imâmet, soy takip eder. Eğer kalıtım, yal-nızca babayı takip eden bir er-kek evlâdına atıfta bulunuluyor-sa, bu durum Hz. Muhammed’e uygulanabilir değildir. Eğer kalı-tım en yakın akrabalara atfedi-

Somuncu Baba Camii Şadırvanı / DarendeFotoğraf: Emre AYDOĞAN

Page 18: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

18 Somuncu Baba

lirse, o halde Hz. Muhammed, Hz. Ali’nin en yakın akrabasıdır. O, hem yeğeni, hem damadı, hem hane halkının (ehl-i beyt) bir üyesidir. İşte Şia’ya göre, Hz. Ali, Hz. Muhammed’e çok yakın oluşundan dolayı Pey-gamber kanalıyla İlâhi nimet ih-sanının alıcısı olarak mülahaza edildi. Şiilere göre ehl-i beyt; Hz. Muhammed, Ali, Hasan, Hüseyin ve onların erkek ahfa-dının liderliğinin meşrûiyetinin geldiği mübarek aileyi oluştu-rur. Bu meşrûiyet onların lider-

liğine yetki veren Peygamber’e olan yakınlıklarından kaynakla-nır. Ehl-i Beyt’e ilişkin Kur’anî bir referansı17 Şiiler Hz. Ali ve ahfadının meşrûiyet ve masu-miyetinin ilâhi kaynağı olarak görürler. Şia’da bu ilâhi kut-sama ve nimet, Allah’tan Hz. Muhammed’e ve onun kanalıy-la Hz. Ali’ye ve onun ahfadına ulaşan hiyerarşik otorite sürek-liliğinin simgesel işareti olarak düşünülür. Böylece Şia’da oto-rite makamlarının karizmatik meşrûiyeti imamların şahsında

ebedileştirilmeye/somutlaştırıl-maya çalışıldı. Dolayısıyla Şia ve Alevî-Bektaşî geleneğinde ehl-i beyt isnâ aşeriyye denilen oniki imamdan ibarettir. Bu gö-rüşe göre imâmet de soya daya-lı olarak Ali evlâdının hakkıdır.

Osmanlı Toplumunda Nakîbu’l-Eşraf Kurumu ve

Görevleri

Bilindiği gibi Hz. Peygamber arkasında yaşayan bir oğul bı-rakmadı. Erkek çocukları küçük yaşta vefat ettiler. Bu sebeple müşrikler Hz. Peygamber’e, soyu kesik anlamında ‘ebter’ de-diler. Bunun üzerine Kur’an’da;

“doğrusu adı sanı ortadan kalka-cak olan, sana kin tutan kimse-dir” buyrulmak suretiyle O’nun soyunun devam edeceği, ak-sine müşriklerin biteceği ifade edilmiştir.18 Elbette Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, Hz. Ali ve evlâdı-nı ehl-i beyt kavramı içerisinde değerlendirmiş ve büyük saygı beslemiştir. Bu camia içerisin-de ehl-i beyt muhabbeti dillere destandır. Bu İslâm yorumun-da, Şia ve diğer fırkaların aksi-ne, sahabeyi tekfir etmek değil, hepsini, aralarında hiçbir ayrım yapmadan hayırla anmak var-dır. Çünkü onlar, Allah’ın ken-dilerinden razı olduğu kimse-lerdir. Erkek evladı olmadığına göre Hz. Peygamber’in soyu, kızı Fâtıma’nın oğulları Hasan ve Hüseyin vasıtasıyla devam etmiştir. Bu iki isimden gelen soya, değişik İslâm toprakların-da farklı isimler verilmiştir. An-cak XII. yüzyıldan itibaren Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere

Fotoğraf: Fatih ERKOÇOĞLU Topkapı Sarayı / İSTANBUL

Page 19: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

19Şubat / 2007

1- Ragıb el-İsfehânî, el-Müfredât, İstanbul, 1986, s. 36.

2- el-Araf 7/96.3- et-Tevbe 9/101.4- Hud 11/46.5- el-Enbiya 21/7.6- el-Mâide 5/89.7- el-Ahzab 33/33.8- Hud 11/72-73.9- el-Kasas 28/12.10- el-Ahzap 33/33.11- Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, Beyrut, 1981, III,

94.12- Müslim, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel ve

çok sayıda muhaddis bu konuyla ilgili hadis rivayet etmişlerdir.

13- Tartışmalar için bakınız. Mevdûdî, Tef-hîm, İstanbul, 1987, IV, 370.

14- Deylemî.15- Mevdûdî, Tefhîm, IV, 371.16- Muhammed Rıza el-Muzaffer, Akâidü’l-

İmâmiyye, Kum, 1961, s. 55-57.17- el-Ahzâb 33/33.18- Bkz. el-Kevser 108/1-3.19- Rif’at, Ahmet, Devhatü’n-Nukabâ, (haz.

H. Yüksel-M. Fatih Köksal), Sivas, 1998; Yüksel, Hasan, “Osmanlı Toplumunda Sâdât-ı Kirâm”, (Uluslar Arası Osmanlı Tarihi Sempozyumu Bildirileri içinde), İzmir, 1999, s. 341.

20- Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyim-leri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 1993, II, 647.

21- Ocak, Yaşar, Türk Sûfiliğine Bakışlar, İs-tanbul, 1996, s. 253-54.

22- Yaman, “Kızılbaş Alevî Dedeleri”, s. 413.

23- el-Ahzap 33/33.24- el-Muzaffer, Akâidü’l-İmâmiyye, s. 59.e

Dipnot

“şerîf”, Hz. Hüseyin’in soyun-dan olanlara da “seyyid” de-nildiği bilinmektedir. Özellikle Osmanlı toplumunda ‘seyyid ve şerif’lerden oluşan bu gru-ba “sâdât-ı kirâm hazeratı” adı verilir. Osmanlı yönetimi, Hz. Peygamber neslinin devamı olarak bilinen ve bu sebeple de halktan oldukça büyük saygı/iti-bar gören “sâdât-ı kirâm”a baş-kan olarak en muvafık gördüğü kimseleri “nakîbü’l-eşraf” (Ali evlâdı müfettişi) olarak tayin etmiştir.19

Nakîbü’l-eşraf’ın başında bu-lunduğu kurum, peygamber so-yundan gelenlerin işlerine bakar, neseplerini, doğum ve ölümle-rini kaydeder; onları kötü du-rumdan korur; fey’ ve ganimet-ten paylarını dağıtır, kadınların kendilerine uygun olmayanlarla evlenmemelerini sağlar ve sahte seyyidlik (müteseyyidler) olay-larını takip ederdi.20 Öteden beri İslâm toplumlarında seyyid ve şerif oldukları kanıtlanmış ve nakîbü’l-eşrâf defterlerine isim-leri geçmiş kimseler büyük iti-bar görmüşlerdir. Bulundukları toplumda yüksek itibar ve ka-bul gören bu zümre, meşrûiye-tini doğrudan “evlâd-ı resûl” so-yundan almışlardır. Bu sebeple de onlara halk katında birçok kerametler ve doğa-üstü üstün-lükler atfedilmiştir. Hatta halk arasında yaygın olan “hakiki seyyidin üstüne sinek konmaz”,

“seyyidler evliyâ kılıcı gibidir, üs-tüne basmadıkça kesmez” gibi sözler, onların toplumsal statü-lerinin yüksek olduğunu belirt-

mektedir. Anadolu Alevîliğinde dini bir otorite olan dedelerin seyyidlikle bağlantılı hale geti-rilmesi, tamamen Şah İsmail’in üstün teşkilatçılık yeteneğinin bir parçasıdır. Şah İsmail, Şa-manist nitelikli dinî liderliği ehl-i beyt’e bağlamış ve başta ken-disi olmak üzere, dedelerin, Hz. Ali’nin soyundan geldiklerine dair icâzetnâmeler düzenlemiş ve dağıtmıştır.21 Safevîler, daha önce siyasal yararlar sağlamak üzere kullandıkları seyyidlik ko-nusunu Anadolu’daki Alevîler üzerinde nüfuzlarını sağlamlaş-tırmak ve sürekli kılmak için de kullanmışlardır. Anadolu’ya XV. yüzyıl sonlarından itibaren Sa-fevi propagandası ile birlikte gi-ren Hz. Ali kültü, On iki İmam kültü ve Kerbela Matemi gibi kültler soy konusunun ön plâna çıkmasını sağlayıcı çok önemli bir rol oynamıştır. Hacı Bektaş-ı Veli gibi tarikat şeyhleri için dü-zenlenen irşat şecereleri, halk katında zamanla soy şecereleri haline dönüştürülmüştür.22

Sonuç

Özetle söylemek gerekir-se, ehl-i sünnete göre ‘ehl-i beyt’ tabiri dar anlamda değil, geniş anlamda kabul görmüş-tür. Yine bu inanca göre Hz. Peygamber’den başka kimse masum değildir. Şia mezhebi taraftarları; “Allah sizden pis-liği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor”23 âyetini delil getirerek oniki imama aynen Hz. Peygamberin günahsızlı-ğı anlamına gelen ‘ismet’ sıfatı vermişlerdir.24 Onlar, âyetteki

‘rics/pislik’ kavramı ile günah

ve hatanın kastedildiğini, do-

layısıyla ehl-i beytin günah ve

hatadan temizlendiğini söyler-

ler. Hâlbuki bu âyetle ümmete

model oluşturacak olan aile-

nin örnek bir aile olduğu, bu

sebeple de Hz. Peygamber’in

ailesinin övüldüğünün ipuçları

verilmektedir. Bir nevi bu âyetle

onlara, siz sıradan bir aile değil-

siniz, dolayısıyla gündelik haya-

tınızda yapıp-ettiklerinize çok

dikkat ediniz, helâl ve haramlar

konusunda hassasiyetlerinizi ön

planda tutunuz, demek isten-

miştir.

Page 20: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Sevmek, Dürüst Davranmaktır

S evgi bir imtihandır. İnsan sevdiği kişiye, benim-sediği fikirlere, inandığı değerlere bağlılığından,

onlara olan muhabbetinden zaman zaman imtihana çekilir. Bu değerlere olan sevgimizin varlığını ya di-limizle ya da davranışlarımızla ifade ederiz. Zama-nımızda birçoklarına karşı son derece mültefit dav-ranır, onlara olan sevgimizin derecesini son derece seçerek kullandığımız ifadelerle belirtmeye çalışırız. Oysa sevginin esas barındığı yer gönüldür, kalbdir. İçimizde oluşan bu sevginin derecesini ise her zaman kelimelerle ifade etmeyiz. Hattâ bunu ifade etmeye bazen kelimeler bile yeterli olmaz.

Bir insana defalarca sevdiğimizi söyleyip de onun hoşlanmadığı tavır ve davranışlar sergilemek; buna rağmen her karşılaştığımızda da kelimelerle hatamızı örtmeye çalışmak doğru bir hareket değildir. Bunun için hepimiz içi dışı bir olan dostlardan, özü sözüne uygun ahbâblardan, sözüne sâdık kimselerden hoş-lanır, ancak böyle sevgililerin dürüstlüğüne inanırız. Böylelerini över, böyle insanlardan olmayı arzularız. Esas sevgi de zaten böyledir. Gerçek dostluklar da hep bu esaslara dayanır.

Aşağıdaki gazelde de ifade edildiği gibi nefsinin isteklerini bırakmadan, yârin arzularına uygun dav-ranmadan gerçek safâya ulaşılmaz. İnsan o habîbin sevgisine mazhar olunca da gerçek safânın, lutuf ve devânın ne olduğunu anlar.

Hulûsî Efendi beşinci beyitte zikr ettiği bir rivaye-te göre gazelde söz konusu edilen sevgili Peygamber Efendimiz olabilir. Çünkü Allah’tan başka esas sevil-mesi gereken Peygamberimizdir. O, Habîbullâh’tır. Nitekim Allahu Teâlâ, kendi rızâsını, sevgisini elde

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

“Nefsinin isteklerini bırakmadan, yârin

arzularına uygun davranmadan gerçek

safâya ulaşılmaz. İnsan o habîbin sevgisine

mazhar olunca da gerçek safânın, lutuf ve

devânın ne olduğunu anlar.”

20 Somuncu Baba

Fotoğraf:Muhammed GÜLSEREN

Page 21: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

21Şubat / 2007 21Şubat / 20077

etmeyi Âl-i İmrân Sûresi 31. ayette beyan buy-rulduğu gibi peygamberine tâbi olmaya bağlı kıl-mıştır.

Cenâb-ı Hak bizi kendi rızâsına uygun dav-ranan, Habîb’ini seven ve onun sünnetine uyup istikâmet üzere yaşayan ve hülâsa sevdiklerine dürüst davrananlardan eylesin.

Gazelin Metni1. Hevâsına soyun yârın hevâsıyla hevâlan gel Safâ-yı nefsi koy yârın safâsıyla safâlan gelen

2. Ne lutf u ne atâdır gör ne zevk u ne safâdır gör Ne derd ü devâdır gör devâsıyla devâlan gel

3. Aceb bir kârıdır derdi aceb bir varıdır derdi Aceb esrârıdır derdi bu derdle âşinâlan gel

4. N’idersin gayrı sevdâyı n’idersin gayrı ehvâyı N’idersin gayrı da’vâyı rızâsıyla rızâlan gel

5. Soyun âlâm-ı dehrîden halâs ol dâm-ı zehrîden Libâs-ı “Fakru fahrî”den abâ giyip ridâlan gel

6. Hulûsî hâs olup yâr ol hevâsına giriftâr ol

Yok olup da sonra gel var ol ana varı fedâlan gel

Gazelin Açıklaması

1. İnsan birini sevdiği zaman onun arzu ve is-

teklerine uygun davranışlarda bulunmalıdır. Bun-

dan dolayı insan kendi nefsinin arzu ettiği, hoşlan-

dığı şeyleri bırakmalı ve sadece sevdiği ve değer

verdiği kişilerin hoşnut olduğu, safâlandığı şeylere

ilgi duymalıdır.

2. Ey âşık, sevdiğinin devâsına ulaşırsan derdi-

ne nasıl bir çare olduğunu o zaman görmüş olur-

sun. Sevdiğin kişi bu devayı sana bir lutuf ve bağış

olarak ihsan edince o zaman gerçek ikramın ne

olduğunu da anlamış olursun.

3. Sevgili için yanıp tutuşmak, onun derdiyle

dertlenmek insan için çok cazip bir şeydir. O der-

din var olmasında, o dertle dertlenmekte çok aca-

yip sırlar vardır. Bundan dolayı aşk derdini iyice

kavrayıp, o yola girmelidir.

4. İnsan sevdiğinin rızasına, hoşnutluğuna uy-

gun davranışlarda bulunursa, artık onun beğendi-

ği, arzu ve istekler dışında; onun uğrunda yaşadı-

ğı davalardan başka ne bir sevdaya düşer, ne de

hevâ ve hevesler peşinde koşar.

5. Peygamberimiz bir rivayette şöyle buyur-

muştur: “ Fakirlik benim övündüğüm bir durum-

dur.” Onun için sen de ey okuyucu, yaşadığımız

hayatın bitmek tükenmek bilmeyen elem ve

üzüntülerinden uzak dur. Böylece insanı manen

zehirleyip öldüren aşırı dünya sevgisinden kurtul-

muş olursun. Bunu elde etmek için de Peygam-

berimizin yukarıdaki sözünü iyice benimse ve o

sözü elbise gibi üzerinde taşı.

6. Ey Hulûsî! Tertemiz ve samîmî bir dost ol-

maya bak. Bunun yanında sevdiğin kişinin arzu ve

isteklerini yerine getirmekte aşırı düşkünlük gös-

ter. Böylece onun yolunda varlığı bile fedâ et ki

gerçek varlıkta hakîkî varlığa erebilesin.

Page 22: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

22 Somuncu Baba

Resim:Ali Ekber SADIKÎ

Page 23: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

23Şubat / 2007 23

Ehl-i Beytin Anlamı

Ehl-i beytin biri geniş, biri dar olmak üzere iki manası vardır. Ge-niş manasıyla ehl-i beyt, son peygamberin bütün ev halkını ifade

etmektedir ki Peygamberimizin hanımları da buna dahildir. Hatta bu geniş mana, Hz. Peygamber’in kanından gelme keyfiyetini aramadığı için Hz. Peygamber’e çok yakın bazı kişiler de ehl-i beyt kavramının çerçevesine alınabilir. Nitekim Selman-ı Farisi bunlardandır ve bir ha-diste “Selman bizdendir.”1 buyurulmasının hikmeti budur. Dar anla-mında ehl-i beyt, Hz. Peygamber’in sülbünden gelenleri ifade eder ki bunlar Hz. Fatıma ile onun çocukları Hasan, Hüseyin ve eşi Hz. Ali’dir.2

Ehl-i Beyt Sevgisinin Temelinde Yatan Ana Unsur

Hz. Peygamber’in yakın çevresi, yani ailesi olan ehl-i beyt üyele-rinin ilk İslâm toplumundaki dinî ve sosyal fonksiyonları tüm Müslü-manlar tarafından bilinen bir gerçektir. İlk dönemde Müslümanlar Hz. Peygamber’e karşı besledikleri sevgi ve saygının bir benzerini onun ya-kınları olan ehl-i beytine karşı da beslemişlerdir. Bundan daha önemlisi Müslümanlar İslâm’ın yeni nazil olan prensiplerini Hz. Peygamber’in öğretim ve uygulamasından öğrendikleri gibi ev ve aile hayatının özel konumlarının öğreniminde ehl-i beytten istifade etmişlerdir. Ehl-i beytin bu fonksiyonu Hz. Peygamber’in irtihalinden sonra da devam etmiştir. Sosyal açıdan ise ehl-i beyt ilk dönemlerden itibaren İslâm toplumu içerisindeki konumunu ve ağırlığını her zaman hissettirmiştir. Devam eden süreçte ehl-i beytin siyasî, iktisadî ve fıkhî boyutları da dikkate alınacak olursa, günümüze kadar uzanan İslâm tarihi sürecin-de ehl-i beytin önemi daha iyi anlaşılmış olacaktır.3

Sûfîlerin Ehl-i Beyt Sevgisi

Zühd dönemi tasavvuf mekteplerinden biri olan Kûfe ekolünde

Sûfîlerin Ehl-i Beyt Sevgisi

Sûfi PerspektifDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE

“Ehl-i beyt, son peygamberin bütün ev

halkını ifade etmektedir ki Peygamberimizin

hanımları da buna dahildir. Hatta bu

geniş mana, Hz. Peygamber’in kanından

gelme keyfiyetini aramadığı için Hz.

Peygamber’e çok yakın bazı kişiler de

ehl-i beyt kavramının çerçevesine alınabilir. “

Page 24: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

24 Somuncu Baba24 Somuncu Baba

ehl-i beyt taraftarlığı en önemli hususiyetlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Sûfî adıyla anılan ilk şahıs kabul edilen Ebû Hâşim el-Kûfî (ö. 150/777) burada yaşamıştır. İlerleyen zamanlarda tasavvufun İran coğ-rafyasına Kûfe ekolüne mensup mutasavvıflar kana-lıyla yayıldığı da bilinmektedir.4

Sûfî tarikatlarda ehl-i beyte karşı ilgi ileri düzeyde ve dikkat çekici noktadadır. Bu durum o kadar be-lirgindir ki, bazı tarikatlar silsilelerini on iki İmamla başlatmaktadır. Sünnî anlayışa bağlılıkta tavizsiz tu-tumlarıyla tanınan Nakşibendiler bile Hz. Ebubekir’e dayanan silsilenin yanı sıra, ikinci koldan silsileyi Hz. Ali’ye dayandırmışlardır.5 Hz. Ebûbekir’e dayanan silsilede de dördüncü halkaya Cafer-i Sadık (ö.148/765)’ı yerleştirmektedirler. Bu durum, onların Şia’ya muhalefetleri ile birlikte, ehl-i beyt sevgisini devam ettirdiklerinin kanıtı olarak zikredebilir.6 Aynı şekilde Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) Şii muhalifi bir sima olarak bilinmesine rağmen pîri olduğu Kadiriy-yenin silsilesi de 12 İmam’a dayanmaktadır.

Hz. Hasan ve Hüseyin’e çok özel muhabbeti ile tanınan ve onlara ayrı bir pâye veren Niyâzî Mısrî (ö. 1105/1694), Hz. Muhammed’in Ashabına ve ehl-i beyt’ine olan sevgisini, onlara revâ görülen eziyetlere üzüntüsünü, şu satırlarda dile getirmektedir:

Ol Ebûbekr u Ömer Osman Ali dört yâridir,Ol risâlet bağının anlar gül-i gülzârıdır,Cümle Ashâb hidâyet râhının envârıdır,Ben anın Âline Ashabına kurbân olayım,Ben anın Ashâb ü ahbâbına kurbân olayım

Ol Hasan hazretlerine zehr içirdi eşkıyâ, Hem Hüseyin oldu susuzluktan şehîd-i Kerbelâ, İkisidir aslı nesli cümle âl-i Mustafâ,” Ben anın Âline Evlâdına kurbân olayım,Ben anın Ashâb ü ahbâbına kurbân olayım.7

Yunus Emre ise bir şiirinde; Hz. Ali, Hasan ile Hüseyin’i, Fatma ananın kuzuları, şehitlerin hem ser-çeşmesi hem ser-dârı, âşıkların gözü yaşı, Arş’ın iki küpesi, susuz ümmetin sâkîsi olarak tanıtmaktadır.8

Hz. Ali’nin Tarihsel Kişiliği

Hz. Ali (r.a), sağlığında Hz. Muhammed (s.a.v)’in övgüsüne mazhar olmuş bir sahâbîdir. O; Allah’a ve

Resul’üne iman eden ve İslâm’a gönülden bağlanan bir mümin, beş vakit namazını kılan, Ramazan oru-cunu tutan, haccını eda eden ve İslâm’ın diğer temel ilkelerini uygulayan bir Müslüman, bir âbid, mütevazı bir hayatı, eşyaya kul köle olmaya tercih eden bir za-hid, günlük evradını okuyan bir zâkir, birçok hususta herkesin fetvasına başvurduğu bir fakih ve bir âlim, Allah yolunda ömrünün sonuna kadar cihad eden bir mücahiddir.

İlk iki halifenin özellikle fıkhî ve ilmî meselelerde mutlaka fikrine başvurdukları ve Hz. Ömer’in şûra üyesi olarak seçtiği ve önemli konularda mutlaka fik-rini aldığı bir müçtehittir. Söz söyleme sanatında us-tadır. Son derece zeki ve feraset sahibidir. Arapçanın dilbilgisi kurallarını ilk defa o belirlemiştir.9

Hz. Peygamber’in ona dair övgüsü, tekke ve dergâhlarda iyi algılanarak, Hz. Ali’ye karşı güçlü bir muhabbet beslenmiştir. Zira Ali (r.a), İslâm tasavvuf düşüncesini derinden etkilemiş bir isimdir. Onun ilmi, ahlâkı, zühd ve takvâsı, yani ibadet hayatına verdiği önem, sûfiler tarafından örnek alınmıştır. Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909), Hz. Ali’nin tasavvuf kültürün-de ne denli önemli bir konuma sahip olduğunu şu sözü ile beyan etmektedir: “Allah kendisinden razı olsun, Emirulmuminin Hz. Ali eğer harplerle meşgul olmasaydı bizim bu tasavvuf ilmimize dair pek çok in-celikleri bize öğretirdi. Çünkü o, kendisine ilm-i ledün verilmiş birisiydi. İlm-i ledün Kur’an’da Hızır (a.s)’a has kılınmış bir ilimdir.”10

Page 25: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

25Şubat / 2007 25Şubat / 20077

Gerek Ahî ve Bektâşî dervişleri, gerekse diğer tarî-kat erbabınca, Hz. Ali’ye “Şâh-ı Velâyet” ve “Sultân’ül-Evliyâ” lâkapları uygun görülmüştür.

Fütüvvet Eri Olarak Hz. Ali

Yiğitlik, kardeşlik, dürüstlük ve güven teşkilâtı olan Fütüvvet teşkilâtı, adını Hz. Ali’nin yiğitlik dürüstlük ve güvenilirliğinden almıştır. Hizmette en önde dünyevî mükâfat söz konusu olunca ise kendini en arkaya al-mada en güzel örneklerden biridir Hz. Ali (k.). Ancak Hz. Ali gençliğini, yiğitliğini ve Hz. Peygamber’e ya-kınlığını asla istismar etmemiştir. Fütüvvet anlayışına Hz. Ali’nin örnek teşkil etmesi, “Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr” ifadesi ile temellendirilmiştir. Hz. Ali’nin kahramanlığını anlatan bu ibare, tekkelerde zevkle okunan Zülfikârnâme’lere “redif”, Yeniçeri Ocağı’nın sancağına “sembol” olmuştur. Cesaret ve şecaati ile gönüllerde yer edişi onun, “Haydar-ı Kerrâr” ve “Şâh-ı Merdân” sıfatlarıyla tanınmasına yol açmıştır. Hz. Ali’nin fütüvveti, onun cesaret ve kahramanlığı kadar, ahlâk ve faziletini de temsil etmiştir. Hz. Ali’nin fütüv-veti ile ilgili yaşanmış örneklerin sunulduğu en önem-li eserler, kuşkusuz Cenknâme’lerdir. Cenknâmeler, tekke ve dergâhlarda, köy odalarında yoğun bir şekil-de okunmuş, Hz. Ali’nin İslâm’ın yayılması için yap-tığı mücadeleleri anlatan menkıbeler, insanlarımızın zihin ve gönüllerine kazınmıştır. Cesaret, kahramanlık, fedâkârlık ve vefâkârlık gibi duyguların gelişmesinde bu menkıbelerin tesiri büyük olmuştur. İnsanımızın zihninde Hz. Ali, din ve imanla özdeşleşmiştir. Onun ahlâkını örnek alanlar, örnek olmuşlardır. 11

Hz. Ali’nin İslâm’ın yayılması için canı ve malı ile gayret gösteren bir kişiliğe sahip olması, talip ve dervişlerin hayat anlayışlarını derinden etkilemiştir. Bu gerçekten hareketle Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî (ö.562/1166) de, hikmetlerinde Hz. Ali’nin İslâm’ı yaymadaki katkılarını ve kahramanlıklarını şu şekilde dile getirmektedir:

Tarif eylesem, Ali Allah’ın arslanıdırKi kılıç ile kafiri kırmaktadır.Kafirleri eyler imana davet;Vermektedir her zaman İslâm’a kuvvet.12

Özellikle savaşlarda gösterdiği kahramanlıklar, destanlaştırılarak dilden dile anlatılmış, kalplerde yer etmiştir. Yemînî, Fazîletnâme’sinde onun İslâm’ın ya-yılması için yaptığı fedâkârlık ve kahramanlıkları şöyle dile getirmektedir:

Nice putperest ehl-i zünnâr, Dîn-i Ahmed’e eylediler ikrâr. Nice ger zât kişi ateşperesti, Yıkıp tahtın yüzünü yere bastı. Zülfikâr korkusundan ehl-i zünnâr, Muhammed dinine etmiştir ikrâr.13

Hz. Ali’nin kahramanlığı Yeniçeri’ye, Gazî’lere ve Alp’lere örnek olmuştur. Yemînî, Hz. Ali’nin sınır tanı-mayan mücâdele coğrafyasını şu satırlarda dile getir-mektedir:

Ne Türkistan kaldı ne Bedehşan, İmana davet etti Şâh-ı Merdân. Şehâdet getiren buldu necâtı, İnanmayana gösterdi memâtı. Muhammed dini ile tuttu kuvvet, Küfür ehlinde hiç kalmadı kudret.14

Vâhib Ümmî’nin Zülfikârnâme’sinde ise Hz. Ali şu mısralarla methedilmektedir:

Varına kıldı nazar, ol Hâlik-ı perverdigâr, Zât-ı Hakk’ın emriyle Düldül’e oldu süvâr, Na’rasınun heybetinden kâfir oldu târumâr, Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikâr.15

Page 26: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

26 Somuncu Baba26 Somuncu Baba

Peygamber Çiçeği Hz. Fatıma

Cennet kadınlarının sultanı Hz. Fatıma validemiz, Hz. Muhammed (s.a.v)’in necip neslini sürdüren en küçük kızıdır. Hz. Fatıma, Sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle yetişmiş her yönüyle kendine babasını örnek almıştır. Onu görenler sadece fizikî görünüşü ile Hz. Peygamber (s.a.v)’e benzetmemiş, haya, cö-mertlik, merhamet, konuşma ve yürüme tarzı ile de benzetmişlerdir.16

Hz. Fatıma’ya Hz. Peygamber (s.a.v) ve yakın çev-resi tarafından verilen lâkap ve sıfatlar, onun seçkinli-ğini, ahlâkî üstünlüğünü anlatmaya yeterlidir. İffet ve haya timsali oluşundan dolayı “Betül”; ibadete düş-künlüğü neticesi ilâhî nurun yüzünde aksedişinden

“Zehra”; vakar ve ağırbaşlılığıyla hanımların efendisi anlamında “Seyyidün-Nisâ”; ona bakan yüz simasın-dan, ahlâkî tavırlarından Rasûlullah (s.a.v)’ı hatırlattı-ğından dolayı, babasının kızı anlamına gelen “Bint-i Ebiha”; üstün bir zekâya ve kavrayış gücüne sahip olduğundan dolayı “Zekiyye”; kimseyi incitmemeye gösterdiği özenden ve elinden geldiğince insanları hoşnut etmeye çalıştığından dolayı “Marziyye” den-miştir.

Ehl-i beyt sevgisi sûfîlerin temel özelliklerinden-dir. Seyyid ve Şerif olmak bir şereftir. Seyyid ve Şerif olanların Hz. Peygamber’e yaraşır bir evlat olmaları temel gayedir. Ancak, birilerinin soyundan gelmiş olmak Allah katında üstünlük vesilesi değildir. Allahu Teala, Nuh Peygambere kafir olan oğlu hakkında şöy-le diyor: “Ey Nuh! Şüphesiz o, senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir amel sahibiydi (kafirdi). O halde hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme.”17 Hz. Peygamber de kızı Fatıma’ya şöyle demiştir: “Ey Fatıma! Bil ki Allah katında (sırf baban olduğum için) senden hiçbir zararı gideremem.”18

Konumuzu, Yenikapı Mevlevihânesi kabristan-lığında metfun bulunan ve on dokuzuncu asrın güçlü Mevlevi şairlerinden sayılan Şeref Hanım (ö. 1278/1861)’ın ehl-i beyte dair bir şiiri ile bitirmek is-tiyorum.

Ümîdimi kat’eyleyemem dâd-ı Alî’denMücrimlere lutf u kerem imdâd-ı Alî’denHaşr it bile ayrılmayam ecdâd-ı Alî’denKim ola karîn Ahmed’e şeh-zâd-ı Alî’denYâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den

Terfî’-i kemâlâtına etmez mi bu şöhretDâmâd-ı Nebî Şîr-i Hüdâ Şâh-ı velâyetEdna kulı olmak dü-cihanda ulu devletKurbiyyete bir yol ararım rûz u şeb elbetYâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den

Düşmez yere dâmân-ı ‘inâyetleri eldenBu zerreye nevbet mi deger meh gibi RûşenCedd-i Hasaneyn ‘aşkına ferdâ dilerim benBir lahza cüdâ olmayayım ‘Al-i ‘abâ’danYâ Rab beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den

‘İrfân u ‘ilm sâhibi sır-dâş-ı PeygamberZehrâ gibi pâkîzeye hem-mahrem ü hem-serÖpsem nola ayağın odur Sâki-i KevserOlsun reh-i tahkîkde mahdûmları rehberYâ Râb beni dûr eyleme evlâd-ı ‘Alî’den

Miskîn-i siyeh-rû Şeref’i eyleme tahkîrŞâyân-ı hakâretse de kıl lutf ile tevkîrÂgâhsın ahvâle ne hâcet sana takrîrBu nutk-ı şerîf oldı gönül levhine tahrîrYâ Râb beni dûr eyleme evlâd-ı Alî’den.19

1- İsmail b. Muhammed Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut 1351, c. I, s. 459.2- Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut,

İstanbul 1998, s. 343-344.3- M. Bahaüddin Varol, “Soruşturma”, Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Kış 2004,

s. 411-412.4- Ebu’l-Ala Afifi, Tasavvuf İslâm’da Manevi Devrim, ter.: H. İbrahim Kaçar

- Murat Sülün, Risale Yayınları, İstanbul 1996, s. 100-101.5- Kasım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, Basılmamış Doktora

Tezi, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, İstanbul 1949, no. 337, s. 24-25; Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşbend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı (XII-XVII. Asırlar), İnsan Yayınları, İstanbul 2002, s. 37.

6- Halil İbrahim Şimşek, “İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farûkî Sirhindî’nin (ö. 1034/1624) Şia ve Ehl-i Beyte Bakışı”, Marife, yıl: 4, Sayı: 3, Kış 2004, s. 199-200.

7- Niyâzi Mısrî, Mısrî Dîvânı Şerhi, şerh: Seyyid Muhammed Nûr ve Hacı Maksûd Hulûsi, haz.: Mahmut Sadettin Bilginer, Baha Matbaası, İstanbul 1976, s. 151-152.

8- Yunus Emre, Dîvân, haz.: Mustafa Tatçı, MEB Yayınları, İstanbul 1997, c. IV, s. 78.

9- Ekrem Keleş, “Ali Gibi Bir Genç”, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, Sayı: 171, s. 17.

10- Ebû Nasr Serrâc et-Tûsî , el-Luma’, tah.: Abdülhalim Mahmud ve Abdülbaki Sürur, Kahire 1960, s. 179; Ferideddin Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, haz.: Süleyman Uludağ, Erdem Yayınları, İstanbul 1991, s. 17.

11- Osman Eğri, “Kültürümüzde Ehl-i Beyt Sevgisi”, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2005, Sayı: 171, 8-9.

12- Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, haz.: Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993, s. 56.

13- Mehmet Yemînî, “Fazîletnâme”, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi içinde, haz.: İsmail Özmen, c. II, s. 74.

14- Mehmet Yemînî, “Fazîletnâme”, Alevî-Bektâşî Şiirleri Antolojisi içinde, haz. İsmail Özmen, II/77.

15- Vâhib Ümmî, Dîvân, haz. Ali Torun, Ankara, 1987, Gazi Ü. S. B. E., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 340.

16- Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 98; Tirmizi, Menakib, 60.17- Hûd, 46.18- İbn Haldun, Mukaddime, çev. Halil Kendir, Yeni Şafak Kültür

Armağanı, İstanbul 2004, I/50.19- Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarikatlar, Sır

Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 297-298.

Dipnot

Page 27: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

27Şubat / 2007

Düşünmeyen bunu bilmez Allah’tan ümit kesilmezKimseyi kulluktan silmezAllah’tan ümit kesilmez

Ümitsizlik kara zindanİnsanda bırakmaz dermanÜmitlerle yaşar insanAllah’tan ümit kesilmez

Ne kadar darda kalsan daGünahkârlığa dalsan daNefsin esîri olsan daAllah’tan ümit kesilmez

Geceden sonra gündüz var Hiç durma Allah’a yalvarGün doğmadan neler doğarAllah’tan ümit kesilmez

Bekir OĞUZBAŞARAN

Hazînesi biter sanma Şeytan iğvâsına kanmaİnanmayana inanmaAllah’tan ümit kesilmez

Gazâbından çok rahmetiKullarına merhametiSekiz yarattı cennetiAllah’tan ümit kesilmez

Başka bir kapımız mı var?Ağla, açılana kadarBir gün bakarsın af çıkarAllah’tan ümit kesilmez

Karamsarlığa kapılmaÜmit beslemekten yılmaBoş ağaç gibi yıkılmaAllah’tan ümit kesilmez

Oğuz der ki, kul seçilmezAncak bunu nankör bilmezNe kadar verse eksilmezAllah’tan ümit kesilmez…

Page 28: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Ömer Tuğrul İnançer: “Ehl-i Beyt-i Mustafa

Hem Temiz, Hem Temizleyicidir”

Ehl-i beyt tabiri neyi ifade eder? Ehl-i beyt’i sevmek ve saymak, o kutlu aileye ve nesle bağlı olmaya çalış-

mak ne anlama gelir?

Biz hep Amerikalılara kızıyoruz, kelimeleri kısaltıp konuşuyorlar diye. Ama biz de yapıyoruz aynı şeyi. Ehl-i beyt deyip geçiveriyoruz. Halbuki onun tamamı Ehl-i beyti Mustafa’dır. Ehl-i beyt kelimesi yetersizdir; çünkü hepimizin beytimiz var, ehlimiz var. Ehl-i beyt, “ev ahali-si” demektir. Ehl-i beyt-i Mustafa; “Mustafa’nın ev ahalisi” demektir. Biz ayran, limonata, çay vs. içeriz ama onlarla abdest alamayız. Çünkü, ayran, limonata, çay temizdir ama temizleyici değildir. Asit temiz değildir ama temizle-yicidir. Kâinatta hem temiz hem de temizleyici olan şey vardır. Biri su, biri Ehl-i Beyt-i Mustafa. Hem temiz, hem temizleyicidirler. Ayrıca saygı bir davranış biçimidir. Sevgi ise bir gönül meselesidir. Rasulullah’ı ve ailesini saymak mümkündür. Terbiyeli insanlar bunu yaparlar. Sevmek ise, yüksek gönül sahibi olan insanlara mahsustur. Ve ifrat-ı muhabbette edeb sakıt olur. Bunu da herkes anlamaz. Edepsizlik gibi görülebilir, saygısızlık gibi görülebilir ama ifrat-ı muhabbette edep sakıt olur. Rasulullah Efendimiz’i sevmek demek O’nun sevdiklerini sevmek, sevmedikle-rini sevmemek demektir. Efendimiz’in zevceleri Kur’an hükmüyle müminlerin anneleridir. Anasını sevmeyen ev-lat zaten haramzadedir. Annelerimiz hakkında ayettir, se-veceğiz. Ve bir zerre imana sahip olanlar bu sevgiyi taşırlar. Keza aile efradı da Efendimiz’in O’nun sevdiği için, sevil-meye lâyık olduklarından mana bizatihi hepsi mustakil olarak fevkalade sevgi ve saygıya layık insanlardır. Bizim ne yazık ki yeterince tetkik etme meraklısı bir ahalimiz

RöportajKonuşan: Sadık YALSIZUÇANLAR

“Saygı bir davranış biçimidir. Sevgi ise bir gönül

meselesidir. Rasulullah’ı ve ailesini saymak mümkündür.

Terbiyeli insanlar bunu yaparlar. Sevmek ise, yüksek

gönül sahibi olan insanlara mahsustur. Ve ifrat-ı

muhabbette edeb sakıt olur. Bunu da herkes anlamaz.

Edepsizlik gibi görülebilir, saygısızlık gibi görülebilir

ama ifrat-ı muhabbette edep sakıt olur. Rasulullah Efendimiz’i sevmek demek

O’nun sevdiklerini sevmek, sevmediklerini sevmemek

demektir.”

28 Somuncu Baba

Page 29: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

29Şubat / 2007

yok. Bunların hepsi kitaplarda yazılı, biraz okuyuver-sinler. Ne kadar yüksek insanlar olduklarını, ne kadar saygıdeğer insanlar, ne kadar sevgiye lâyık insanlar olduklarını zaten öğreneceklerdir. Efendimiz’in ve ai-lesinin düşmanları sadece cahiller ve gafillerdir. İnanç meselesi ayrı bir meseledir. Bismark, Goethe hıristi-yandır. Ama Bismark; “Senin zamanında yaşayama-dığıma esef ediyorum, ey Müslümanların peygamberi. Hatıran önünde tazimle eğilirim” diyor. İman değil ama bir saygıdır bu. Belli olmaz bu saygısından dolayı Allah’ın Habibi’ne olan muhabbeti iman ile müşerref kılmış olabilir. Onu bilemeyiz.

Habibullah ne demektir, ‘Allah’ın Sevgilisi’ nite-lemesinden ne anlaşılmalıdır? Makam-ı Mahbubiyet, sadece Efendimiz’e mi özgüdür?

Muhabbet asla tek taraflı olmaz. Mutlaka karşılıklı olur. Mahbub hub olarak görülen, güzel olarak gö-rülen yani sevilen demektir. Cenab-ı Allah’ın sevdiği Muhammed (s.a.v)’dir. Bu sadece Efendimiz’e mah-sus bir makamdır. Makam-ı Mahbubiyet, Mahbubu Kibriya, Habibi Kibriya’dır. Ayrıca insanlardan da, üm-metten de Rasulullah Efendimiz’e ve dolayısıyla Allah-ı Zülcelal’e büyük muhabbet besleyen zevat-ı kiram vardır. Onlar da Efendimiz’in mahbub-ı kibriya ma-kamının varisleri olarak kendi miktarlarınca makam-ı mahbubiyet sahibidirler. Rasulullah Efendimiz’in varisleri; âlimler, arifler ve aşıklardır. Alimler nübüv-

vetine, arifler hikmetine, aşıklarsa muhabbetine va-ristirler. İnsanı yücelten yegane kıymet Muhammed mihengine vurulmaktır. Ne kadar Muhammedi isen ilimde, irfanda, muhabbette ne kadar Muhammedi ise o kadar büyüksün. İşte Hz. Abdulkadirleri, Hz. Mevlanaları, Hz. Hüdaileri, Hz. Suud Efendileri bü-yük yapan Yunus Emreleri, büyük yapan muhabbet-i Muhammediyyeleridir, başka bir şey değil.

Efendim Hz. Bilal malum Habeşliydi, Arapça te-laffuzunun sorunlu olduğu rivayet edilir, ‘eşhedü’ di-yemediği, ‘eshedü’ şeklinde telaffuz ettiği söylenir. Fa-kat Efendimiz, ezanı onun sesinden dinlemeyi tercih edermiş. Buna bazı sahabiler itiraz edince de, ‘Bilal’in sin’i, Allah katında şın’dır’ buyurmuştur. Hatta bunun üzerine Hz. Ebubekir’in, ‘keşke Muhammed’in ha-tası olsaydım’ dediği rivayet edilir. Bu sözü nasıl yo-rumlarsınız?

Rasulullah Efendimiz her hususta çok yüksek ve çok incedir. Eğer musıki ile bizzat meşgul olsa idi bu-nun bütün ümmete sünnet olması gerekirdi. Halbuki musıki bir kabiliyet meselesidir. Herkeste olmaz ama musıkiden lezzet almayan insan da olmaz. Efendimiz de o lezzeti en yüksek derecede alıyordu. Nereden biliyorum? Hz. Bilal gibi bir Habeşle, Hz. Abdullah İbn Mektun gibi bir ‘kör’ü -zahir itibariyla estağfu-rullah!- müezzin olarak tayin etmesinden de anlaşı-labiliyor. Çünkü o kadar yakıcı, o kadar güzel ve o

Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi (k.s) Kabri / DarendeTuğrul İNANÇER ve Ahmet ÖZHAN

Page 30: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

30 Somuncu Baba

kadar ahenkli okuyorlar ki her ikisi de onları seçiyor. Rasulullah Efendimiz Kur’an-ı Kerim’i kendi müba-rek, fasih lisanıyla okuduğu gibi bugün biliyorsunuz dünyadaki kıraat ilmine intikal etmiş yedi tane oku-yuş vardır ve bunların hepsi doğrudur, hiç biri hata değildir. Resullullah Efendimiz’den hata zuhur etmez. Hz. Ebubekir’in burada söylediği çok ince bir sözdür.

“Muhammed (s.a.v)’e yakın olayım. O’nunla bir ilgim olsun da hatası olayım” manasına yüce bir muhabbet ifadesidir. Hz. Ebubekir çok önemli bir zat-ı şeriftir. Bir sözü bizim için yeterlidir değerini anlamaya. “Ya-rabbi benim bedenimi öylesine büyüt ki cehenneme benden başka kimse sığamasın, müminler yanmasın.” Bir adam Rasulullah’tan sonra idareyi eline aldı diye emirül müminin olmaz. Bu sözü söyledi diye emirül müminin olur. Hz. Ömer de “Fırat kenarında bir dul kadının oğlağı kaybolsa benden sorulur” dediği için emirül miminindir. Bu incelikleri anlamak lazımdır.

“İlim bir şehirdir, kapısı Ali (ra)’dir” hadisini nasıl an-lamak gerekiyor?

Hz. Ali’yi kelimelere sığdırmak mümkün değildir, bütün ashab ve ileri gelenleri gibi. Bu sadece Hz. Ali hakkında değildir. “Ben sıddıkiyet şehriyim Ebubekir kapısıdır, ben adalet şehriyim Ömer kapısıdır, ben haya şehriyim Osman kapısıdır, ben ilmin şehriyim Ali kapısıdır”. Bu sözün tamamı böyledir. Bu sadece Hz. Ali’ye mahsus değildir. “Ben Fatıma’danım, Fatı-

ma bendendir.” Bunlar yakınlık ifade eden terimlerdir, Arapça deyimlerdir. Çok fazla yakınlık ifade etmek için kullanılmıştır. Hz. Ali hem Efendimiz’le kan bağı, hem damatlık bağı, hem de çok yakını olmak itibariyle çok yakınlar. Bu yakınlığı biz anlayalım diye bu sözler sadır olmuştur. Çünkü nasıl Kur’an-ı Kerim’de “Rasulullah’a itaat bana itaattir, O’na isyan bana isyandır” diye ayet-i kerime indiyse Resul-i Kibriya Efendimiz’in de bu nevi zevat hakkında söyledikleri sözlerle onlara ita-at Efendimiz’e itaat, onlara isyan Efendimiz’e isyan demektir. Onun için Hz. Ali’ye isyan edenleri haklı görenlerin kulakları çınlasın, Hz. Ali’ye isyan edenler, Efendimiz’e, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’e, dolayısıyla Allah’a isyan etmişlerdir.

Mirac’ın sırrı açısından bakıldığında, Efendimiz’in Cemal-i Hakk’a ayna olması hikmetini nasıl izah edersiniz?

Süleyman Çelebi’miz hakikaten çok yüksek haki-katleri bir beyte sığdırarak ifade etmiş çok önemli bir zat-ı şeriftir. ‘Sen ki miraç eyleyip ettin niyaz/Ümme-tin miracını kıldın namaz.’

İşte bu Rasulullah Efendimiz’in namaz hakkındaki hadisleri de nazar-ı itibare alındığında beraberce dü-şünülürse Mirac, Allah ile ayniyet kesbetmek demek-tir. Aynı olmak demek değil ama ayniyet kesbetmek demektir. Hz. Mevlâna bunun misalini bir hikaye ile şöyle anlatıyor Mesnevi-i Şerif’te: Bir padişah bir

Somuncu Baba Camii ve Türbesi / DarendeFotoğraf: Aslan TEKTAŞ

Page 31: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

31Şubat / 2007

saray yaptırmış. Bütün odalarını ayrı ayrı nakkaşlara tezyin ettiriyor. Birinci gelene de büyük bir hediye ve-recek. Bütün nakkaşlar talip olmuşlar. Kimi salonlara, kimi koridora, kimi şuraya, kimi buraya…Çok meş-hur bir nakkaş da büyük salonun ana duvarına nakış yapmaya talip olmuş. İki delikanlı gelmiş demişler ki;

“Efendimiz biz o büyük nakkaşın yapmış olduğu nakşın tam karşı duvarını istiyoruz. Ama bir şartımız var. ara-ya bir perde gerilecek iş bitene kadar.” “Peki” denmiş. Aradan geçen zaman içerisinde bütün nakkaşlar du-varları nakışlamışlar. Son gün, artık hem yarışma, hem karar verme günü gelmiş. Hakikaten o meşhur nakka-şın yaptığı duvar nakışı diğer nakkaşların dahi takdirini kazanacak kadar fevkalade. “Fakat bir şart daha var perdeyi en son açacaksınız” demişlerdi. Daha önce bi-rinciliği o meşhur nakkaş kazanmış, adeta belli; fakat perde açılacak. Perdeyi çekmişler karşıda aynı nakşın daha parlağı, daha güzeli. O meşhur nakkaş da hayret etmiş “Benim düşündüğümü siz nasıl düşünürsünüz. Benden kopya çektiniz.” Hayır, kopya çekmek müm-kün değil; çünkü zaten padişahın muhafızları geziyor. Sadece duvara cila yapmış o iki delikanlı. Öyle bir cila yapmışlar, öyle bir parlatmışlar ki karşıdaki nakşı daha güzel bir şekilde aksettiriyor. Onun için Hasan Sezai efendimizin tabiriyle,

“Muhammed’dir Cemal-i Hakk’a mir’at

Muhammed’den göründü kendi bizzat”

Ağır bir sözdür. Herkesin anlayabileceği bir söz de-ğildir bu.

Anlamayanlardan ricamız; inkar etmesinler, “olur mu böyle şey?” demesinler. “Biz henüz anlayacak çağa gelmemişiz” desinler. Eksikliklerini kabul etsinler. Rica-mız budur. Cemal-i Hakk’ın mir’ati nasıl Muhammed (s.a.v) ise, Muhammediliğin aynaları da evliyaullah efendilerimiz hazaratıdır. İşte onun için Ali’den nakışlar lemaan eder, parlar. Hz. Ali efendimizden günümüze kadar bütün turuk-ı aliyye yolcusu zevat-ı kiramda o kabloya bağlılık, o akıma bağlılık o paralellikle devam eder, kıyamete kadar da devam edecektir.

Kaside-i Bürde yazarını düşünürsek, bir şairin insanlık tarihi boyunca aldığı en büyük armağan Efendimiz’in hırkasıdır diyebilir miyiz, ne dersiniz?

O şiirin, o şairin gönlünü alacak bir şey. Bu gö-nül alma nedir? Çünkü bunlar gönül meseleleridir. Bu bir metelik de olabilir, bir tatlı tebessüm de ola-bilir. Efendimiz’in yaptığını nazar-ı itibare alırsak eğer sırtından çıkarıp verdiği hırka da olabilir. İşte yine bir Varis-i Muhammedi olan Mevlâna Celaleddin-i Rûmi efendimiz, kendisine Hz. Şems’ten haber getirenlere sırtındakini, üstündekini çıkarıp veriyor. Diyorlar ki “ya Hüdavendigar bunlar yalan söylüyorlar. Hz. Şems’i gör-dükleri falan yok.”

“Biliyorum” diyor, “verdiğim hediye yalanlarınadır. Doğru söyleselerdi canımı verirdim.” Bunlar muhabbet

Darende, Somuncu Baba Tanıtım Merkezi / DarendeFotoğraf: Aslan TEKTAŞ

Page 32: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

32 Somuncu Baba

bahisleridir efendim, herkes anlamaz. Bu muhabbet bahsidir. Yunus Emre’mizin tabiriyle “âşık olan kişiler deligen olur/kişi neye gülerse başa gelegen olur/Der-viş Yunus sen dahi incitme dervişleri/Dervişlerin duası kabul olagan olur.”

Mesela şair İkbal’in çok güzel bir sözü vardır. Hz. Fatıma’dan bahseden çok büyük bir makalesinde;

“ben Hz. Fatıma’yı övmedim sözlerimde. O’ndan bah-setmek suretiyle Hz. Fatıma şeref verdi sözlerime” di-yor. Bu başka şairler için de geçerlidir. Bu mealden söyleyen birçok zevat vardır. Şair İkbal çok yakın za-manda olduğu için söyledim.

Efendimiz’e yazılmış naatlar arasında en çok sev-diğiniz hangisidir? Naat geleneğine ilişkin neler söy-lersiniz?

Şimdi Müslüman dünyasında lisanlar değişiktir. Bugünkü yirminci asır başlarındaki dünya Müslü-manlarının toplamının yüzde yirmibir civarı Arapça konuşur. Yani zannedildiği gibi Arapça konuşanlar Müslümanların ekseriyetini teşkil etmezler. Urdu-ca daha kalabalıktır. Yüzde yirmisekiz civarındadır. Türkçe ve şubeleri yüzde yirmialtı civarındadır. Ma-lezya ve Endonezya gibi mahalli diller de vardır. Boş-nakça ve Arnavutça gibi diller de var Müslümanların kullandığı. Türkçe bütün tarih içerisinde Müslüman dünyasının yüzde yirmibeşler civarında olduğu hal-de dünya edebiyatında Efendimiz’e yazılan naatla-rın yüzde sekseni Türk edebiyatına aittir. Biz Türkler Efendimiz’i çok severiz. Öyle severiz ki Süleyman

Çelebi’nin deyimiyle; “Hem heva üzerine döşen-di bir döşek/Adı Sündüs döşeyen anı melek.” Biz Efendimiz’in yer yatağında veya karyolada doğma-sına bile razı değiliz. Ancak havaya döşenen bir dö-şek üzerinde dünyaya gelmesini kabul ederiz. Bun-ların olup olmaması önemli değildir. Bu hadiseler önemli. Bunlar edip insanların edebiyatıdır. Aşık insanların edebiyatıdır. Elbette ki dervişlik denen Rasulullah Efendimiz’e bağlılık geleneğinin edebi-yatıdır. (Malum Süleyman Çelebi Hazretleri, Emir Sultan Hazretlerinin dervişidir. Nurbahşiyye tarika-tına mensuptur. Bursa Cami-i Kebir’inin ilk imam ve hatibidir. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan Bursa Ulu Cami’nin.) Evet, yani biz Efendimiz’i çok severiz. Bunu en çok dile getiren de biziz ama bü-tün mücevherler kıymetlidir de bazılarına yüzük taşı gibi derler. Benim görebildiğim, okuyabildiğim çok küçük, birkaç kitaptan ibaret. Madem ki şah-sen sordunuz benim için yüzük taşı olanlardan biri. Diğerine kıyamayacağım yani Şeyh Galip Efendimi-

zin “Sultan-ı Resul Şah-ı Mümeccedsin Efendim” bir tanedir benim için. Bu objektif değil, subjektif bir gö-rüş. Ama ‘sen Ahmed- u Mahmud u Muhammedsin Efendim…’

Bu sözler şair tabiatı ve tabiat-ı şiiriyye ile söy-lenecek sözler değildir, aşk-ı Muhammedi lâzımdır. Onun da basamağı yine Şeyh Galip efendimizin sözüyle: “Efendimsin cihanda itibarım varsa senden-dir…” diye başlayan Hz. Mevlâna’ya yazılmış olan şiirdir. “Başımda bir külah-ı iftiharım varsa sendendir” diye. Tabi bunlar hep silsile silsile olur. Bir taşın dur-gun suya atıldığında çıkardığı halkalar gibi görüntü-sü birbirinden ayrı ama aslı aynıdır. Biz baktığımız zaman halka halka görüyoruz, hepsi havuzdaki su. Yani Muhabbet-i Mevlâna demek Muhabbet-i Mu-hammediye demektir. Muhabbet-i Muhammediye demek Muhabbetullah demektir. Zuhuru değişiktir ama işte şaşı olmayanlar, iki gözle bir görmeyi bilen-ler bunları birbirinden ayıramazlar. Çünkü ‘münhasır vasıta-ı rüyet iken göremez kendini dide bile.’ Göz görme vasıtası olduğu halde kendini göremez. Bun-ları doğru görmek lâzım, şaşılığın âlemi yok. Gönül tedavisi olursa şaşılıklar geçer.

Çok teşekkür ederiz üstadım.

Ben teşekkür ederim. Bu vesile ile Somuncu Baba Dergisi okurlarını en kalbi duygularla selamlıyorum.

Ö.Tuğrul İNANÇERH. Hamidettin ATEŞ

Page 33: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

33Şubat / 2007

Hadisleri : “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah’tan barış/afiyet dileyiniz. Ama düşmanla karşı-laştığınızda ise dayanınız! Biliniz ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır.”Rasulullah (sav) şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Beni kar, tolu ve soğuk suyla temizle! Beyaz bir elbiseyi, kirlerden temizlediğin gibi, kalbimi de hatalardan temizle! Batı ile Doğu’yu birbirinden uzaklaştırdığın gibi, günahlarımı da benden uzaklaştır! Allah’ım! Şu dört şeyden sana sığınırım: Korkmayan kalpten, doymayan nefisten, duyul-mayan duadan, faydasız ilimden sana sığınırım. Allah’ım! Senden takva içinde geçen bir yaşam, düzgün bir ölüm ve rezil olmayacağım bir varış diliyorum!”Sözleri: “Rasulullah (sav) vasiyet etti mi?” sorusuna önce “hayır” cevabını veren Abdullah b. Ebî Evfâ, “Peki, müminlere vasiyeti emrettiği halde Hz. Peygamber neden vasiyet etmedi?” itirazıyla karşılaşınca: “Allah’ın Kita-bını tavsiye etti (ya!)” demiştir.Kaynaklar: Tabakat, IV. 301-2, VI. 21; İstiab, II. 264-5; Üsd, 182-3; Nubela, III. 428-430; İsabe, II. 279-280; DİA, I. 96; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 24; Ahmed, Müsned, IV. 352-7, 380-383.

Sahabe Albümü

Adı : AbdullahKünyesi : Ebû Muâviye, (Ebû Muhammed ve Ebû İbrahim de denmektedir)Doğum yılı : Risaletten birkaç yıl önceDoğum yeri : MedineBaba adı : Ebû Evfâ, Alkame b. Halid, o da sahabidir. Anne adı : Tespit edilemediEş(ler)i : Tespit edilemediAkrabaları : Zeyd b. Ebî Evfa ile kardeştir.Oğulları : Künyelerinden hareketle Muaviye, Muhammed ve İbrahim.Kızları : Tespit edilemedi, ama bir kızı ölmüş ve cenaze namazını kendisi kıldırmış.Kabilesi : Huzâa Kabilesi, Eslem boyundanİslâm’a girişi : Hudeybiye’de H. 6. sene.Sohbet süresi : 4 yıl.Rivayeti : 90 hadis. Şa’bi, A’meş ve başkaları ondan rivayet etmiştir. Fakihtir.Yaşadığı yer : Medine, Hulefa-i Raşidin döneminde Basra, Kufe-Eslem.Mesleği : Muhtemelen ziraat ve askerlik Hicreti : Medine’den Kufe’ye göçmüştür.Savaşları : Hudeybiye’de Rıdvan Bey’ati’nde bulundu, Hayber’in Fethi’ne ve Huneyn Savaşı başta olmak üzere yedi savaşa katıldı. Hz. Ebu Bekir dönemindeki irtidat edenlere karşı yapılan savaşlara katıldı. Hz. Ali ile Muaviye arasındaki Sıffîn Savaşı’na katılmayıp tarafsız kalmayı tercih etti. Haricilere karşı savaşanlar arasındaydı. Görevleri : Tespit edilemediFiziki yapı : Yaşlandığında gözlerini kaybetmiştir. Huneyn’de dirseğinden yaralanmıştır. Kınaladığı için iki örgülü saçı ile sakalı kızıldı. Mizacı : Etkileyici bir kişiliğe sahip, kendisine danışılan düşünceli biriydi. Ayrıcalığı : Uzun yaşayan ve Kufe’de en son vefat eden sahabidir. İmam Ebu Hanife’nin kendisine ye-tiştiği dört sahabiden biridir. Ömrü : 100Ölüm yılı : H. 86 (87-88 de denmiştir)Ölüm yeri : KufeÖlüm sebebi : YaşlılıkHakkında : Babasının zekatını teslim edince Hz. Peygamber onun ailesine dua etti.

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

Page 34: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Kutlu Elçide Torun Sevgisi

İ nsan kendisini sözlerinden ziyade yaşamıyla ifade eder. Çoğu zaman hâl, kâle ihtiyaç hissettirmeden

bütün bir meramı ortaya döküverir. Bu kendini ifade et-mek isteyen açısından daha kolay olduğu gibi, onu göz-lemleyen açısından da daha anlaşılırdır. Bununla birlikte en güzeli, kişinin hem sözlerinin hem de eylemlerinin beraber mütalaa edilmesidir. Kutlu önderin yaşamına bu iki zaviyeden baktığımızda, birbirini tamamlayan iki yarım küre misali mükemmel bir uyum ve insicam he-men gözümüze çarpar. Onun yaşamını dilimlere ayır-dığımızda veya belli açılardan kategorize ettiğimizde, nihâî karar cümlemiz her zaman “mükemmel” olacak-tır. Böylesi bir sonuç, hamasî zorlamanın iteklemesiyle ulaşılan bir netice değil, akl-ı selîmin ve objektif bakış açısının insanı adeta sürüklediği bir olgudur.

Bu yazımızda onun gül kokulu hayatının çok fark-lı bir bölümünü, torunlarıyla olan ilişkilerini kısaca ele alacağız. Böylece, her açıdan örneklik ifade eden yaşa-mına bir minik pencere daha açmış olacağız.

Sevgili peygamberimizin üç oğlan dört kız toplam yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. İbrahim hariç, diğer er-kek çocukları İslâm daveti başlamadan evvel küçükken vefat etmişler, kızları risalet devresine yetişmişlerdir. Kız evlatları da Hz. Fatıma hariç Rasûl-i Ekrem hayattayken vefât etmişlerdir. Hz. Fatıma da, Allah elçisinin bekâ âlemine irtihalinden sonra altı ay yaşayabilmiştir.

Son elçi, İslâm uğruna pek çok arkadaşını ve gönülda-şını kaybetmenin yanı sıra yavrularını da toprağa vermiş, nice acılar yanında, evlat acısıyla da yüreği altı kez yan-

“Hz. Peygamberimizin pak nesli Hz. Ali

ile Hz. Fatıma’nın evliliklerinin meyveleri

olan çocuklarıyla devam etmiştir. Kutlu elçinin tüm

damatları, Rasûlullah’ın kızları hayattayken,

Arap kültüründe çok evlilik yaygın olmasına

rağmen ikinci bir evlilik yapmamışlardır.”

Peygamber İklimiDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM

34 Somuncu Baba

Page 35: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

35Şubat / 2007

mıştır. Onlar için gözyaşı dökmüş, öpüp kokladığı yavrularından ay-rılmanın verdiği elemle derinden hüzünlenmiştir. Ancak en kederli anlarında bile ilahî takdîre boyun eğmiştir. Altı aylıkken vefat eden İbrahim’i kucağına alıp bağrına basmış, gözleri yaşla dolmuştur. Bazıları koca Peygamber’in göz-lerinin yaşarıp mahzun olması karşısında şaşırınca, onlara şunu söylemiştir: “Gözler yaşarır, kalp-ler mahzun olur, fakat biz Allah’ın hoşnut olduğundan başka bir şey söz sarf etmeyiz. Vallahi ey İbra-him, ölümün sebebiyle hepimiz üzgünüz.” Böylece, kendisinin de her şeyden önce bir insan olduğunu, karşısındakiler gibi bir yürek taşıdığını ve çocuğunu kay-betmesinden dolayı çok mahzun olduğunu dile getiriyor ancak karşılaştığı durumu metanetle karşılıyordu.

Rasûlullah’ın torunlarına gelin-ce; kızı Hz. Zeynep’in teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs ile olan evliliğinden Ümâme adlı kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Hz. Zeynep, Mekke’den Medine’ye hicret ederken yolu müşrikler tarafından kesilip de-vesi ürkütülünce hayvandan yere düşmüş ve hamile olduğu ikinci çocuğunu burada düşürmüştür. Hz. Zeynep’in kendisi de hicretin sekizinci yılında vefat etmiştir.

Diğer kızı Hz. Rukiye ile Hz. Osman’ın evliliğinden olan ilk to-run düşük olarak doğmuş, diğer torunu ise bebekken vefat etmiş-tir.

Vefat eden ilk kızı Hz. Rukiye’nin ölümünden sonra Sevgili Elçi Hz. Osman’ı ikinci

kez damadı yaparak üçüncü kızı Ümmü Gülsüm’le evlendirmiştir. Bu evlilikten çocuk olmamış, Hz. Ümmü Gülsüm de babası hayat-tayken genç yaşta vefat etmiştir. Büyük Peygamber, Hz. Osman’ın tekrar dul kalmasından dolayı

“bir üçüncü kızım olsaydı onu da Osman’a verirdim. Çünkü o gök-teki meleklerin bile haya ettiği bir insandır” buyurarak, ona ne ka-dar önem verdiğini ve sevdiğini göstermiştir.

Son Elçinin küçüklükten iti-baren terbiyesinde yetişen am-casının oğlu, ilk müslüman ço-cuk Hz. Ali’yle en küçük kızı Hz. Fatıma’nın evliliklerinden üç kız

üç oğlan dünyaya gelmiştir. Oğ-lan çocuklar Hasan, Hüseyin ve Muhsin’dir. Muhsin küçük yaşta Rasûl hayattayken vefat etmiştir. Hz. Fatıma’nın kızlarının adları ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Rukiye’dir. Ümmü Gülsüm Hz. Peygamber’in Ümâme’den sonra-ki ikinci kız torunudur. Hz. Fatıma, erkek çocuklardan sonra ilk kız çocuğu olarak onu doğurmuştur.

Hz. Fatıma ismi için danışmak üzere babasına gider. Ölen ab-lalarından birinin ismini vermek istediğini söyler. “Hangisinin ismi-ni vermeyi önerirsiniz” diye sorar. Hz. Peygamber de üçüncü kızı Ümmü Gülsüm’ün adını önerir.

Page 36: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

36 Somuncu Baba

Böylece doğan kıza bu ad veri-lir. Hz. Fatıma diğer kızlarına da genç yaşta vefat eden ablalarının isimlerini verecektir.

Hz. Peygamberimiz’in pak nesli Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın ev-liliklerinin meyveleri olan çocukla-rıyla devam etmiştir. Kutlu elçinin tüm damatları, Rasûlullah’ın kızları hayattayken, Arap kültüründe çok evlilik yaygın olmasına rağmen ikinci bir evlilik yapmamışlardır.

Hz. Peygamber’in torunlarıyla ilgili olarak kaynaklarda anlatılan-lar daha ziyade, -yaş sıralaması-

na göre zikredecek olursak- Hz. Ümâme, Hz. Hasan ve Hz. Hü-seyin ile yaşadıklarıdır.

Yukarıdaki kısa malumata ba-kılacak olursa, Hz. Peygamber’in hayatının acılarla yoğrulan bir yaşam olduğunu söylemek abartı olmaz. Sevgili Hatice’si yanında,

-Hz. Fatıma hariç- çocuklarını ve pek çok torununu kaybetmiştir. İnsanlığa hidayet yolunu aydın-latmanın ağır yükü ve karşılaştığı sıkıntılar yanında aile efradını tek tek kaybedişini gözümüzün önüne alacak olursak, onun ha-yatının ne kadar çileli olduğunu

anlamakta zorlanmayız. Gerçek-ten de o, çok ağır bir imtihandan geçmiştir. Bu öyle bir imtihan ki, imtihanın içinde onlarca başka imtihanlar barındıran bir imti-han…

İnsan, torun sahibi olduğu zaman çocuk sevgisi yüreğinde yeniden depreşir. Sanki baba ol-duğu günlere tekrar döner. Hatta yıllar önce çocuklarına gösterdiği sevgi ve şefkatin daha fazlasını to-runlarına gösterir. Nitekim büyük-lerin torunlarına karşı olan sevgi ve bağlılıkları hepimizin gözlem-lediği bir husustur. Annelik veya babalık duyguları tekrar canlanır ve kaybettikleri bir şeyi yıllar son-ra yeniden bulmuşçasına torun-larına bağlanırlar. Rasûlullah’ın hayatında gördüğümüz de aynı durumdur. Kendi çocuklarına doyamamış olmanın verdiği iş-tiyak, yüreğinde var olan çocuk sevgisi ile birleşince ortaya çok hoş bir manzara çıkmıştır. Hem de ne hoş bir manzara!

Onun torunlarıyla olan ilişki-lerine baktığımızda, toplumdaki yüksek konumuna rağmen, on-larla birlikte çocuk olabildiğini, şakalaştığını, bütün bunları ya-parken de etrafına güzel bir ör-neklik sergilediğini gözlüyoruz. Özellikle de kız çocuklarını diri diri toprağa veren bir toplumun belleklerindeki izler hala silinme-mişken, kız torununa alışılmışın ötesinde değer vermesi; gurur meselesi yapıp çocuklara sevgi ve şefkati esirgeyen, yavrulara sevgi göstermeyi zayıflık sayan bir top-lum önünde muhabbetini alenî izhar etmesi, hem o büyük elçinin

Page 37: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

37Şubat / 2007

yüreğindeki sevgiyi yansıtır hem de etrafındakileri eğitme isteğini. Hem de onun büyüklüğünü…

Bu nedenle, çocuk sevmenin, onlarla ilgilenmenin ve şakalaş-manın ayıp bir şey olmadığını, hatta buna hem çocuğun hem de büyüklerin ihtiyacı olduğunu öğretenin Rasûlullah olduğunu söyleyebiliriz. Çocuklarıyla veya torunlarıyla şakalaşan, onlarla ha-lıların üzerinde yuvarlanan, öpüp yanaklarını koklayan, gıdıklayan, hafiften çimdikleyen ebeveyn ile büyükler ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayacaklardır. İşte bu noktada, Allahu Teala’nın onu en güzel ahlaka sahip olarak gön-derdiğini belirtmesindeki hikmeti (Kalem, 4) biraz daha anlıyoruz.

Kutlu Allah elçisi işte böyle bir dedeydi. Torunlarına çok de-ğer verirdi. Onun “çocuğu olan kimse ona karşı çocuklaşsın.” bu-yurduğu nakledilmiştir. Enes bin Malik’in “aile fertlerine karşı, Hz. Muhammed’den daha şefkatlisini görmedim” demesi de bu gerçe-ğe vurgudur. Onun hayatından vereceğimiz örneklere ilk önce Hz. Peygamber’in torun sevgisini tattığı ilk kişi ve Mekke’de doğan tek torunu olan Hz. Ümâme’yle başlayalım:

Bir defasında Efendimize bir gerdanlık hediye olarak gelir. Onu eline alıp “aile içinden bana en sevgili olana vereceğim” buyu-rur. Annelerimiz, bunu verse ver-se Hz. Aişe’ye verir diye düşünür-ler. Fakat Hz. Peygamber o vakit-ler biricik torunu olan Ümâme’yi çağırır ve kolyeyi boynuna takar. Böylece hem torununu sevindi-

rir, hem de kız çocuklarına değer vermek gerektiğini göstermiş olur. Bunun yanında, nafile namaz-larında Ümâme’yi omuzlarına aldığı, rukûya giderken yere koy-duğu, secdeden kalkarken tekrar omuzlarına aldığı da olmuştur. Bu yolla dedeyle torun arasında sevgi bağını oluşturduğu gibi, torun ile namaz arasında da bir sevgi köp-rüsü kurmuştur. Hz. Peygamber’in ona olan düşkünlüğü o derece idi ki, yüzünde kir gördüğü zaman bunu bizzat kendisi silerdi.

Allah elçisinin diğer torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’e gös-terdiği şefkat de aynı yoğunluk-taydı. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sırtına alır, Medine’de orada bu-rada dolaştırırdı. O seviyede bir insanın çocuğu sırtına alıp halkın içine çıkması çok önemlidir. Son derece içten, samimi ve gurursuz bir yaşam sergileyerek hem onla-ra karşı sevgisini gösteriyor, hem de müminlere örneklik sergili-yordu. Yine bir gün, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin sırtındayken Hz. Ömer evlerine girdi. Durumu görünce çocuklara takılarak ‘ne güzel bineğiniz var’ dedi. Allah Rasûlü de şu yanıtı verdi: “Onlar ne güzel süvariler!” Görüldüğü gibi Hz. Peygamber kendisini binek, sırtındaki torunlarını da binici olarak tanımlamaktadır. Bu sözler elbette coşkun bir çocuk sevgisiyle söylenebilecek sözler-dir. Bir başka defasında torunları omuzundayken çıkagelecek ve onlara şöyle diyecektir: “Altınız-daki bineğiniz ne güzel binek ve üstündeki yük olarak sizler ne gü-zel yüksünüz.”

Bir cuma günü Allah Rasûlü hutbe verirken, torunu Hasan camiye girer. İleri doğru giderken ayağı takılır ve yere düşer. Hz. Peygamber hemen minberden iner, torununu kucağına alır ve tekrardan minbere döner. Ardın-dan camidekilere şu ayeti okur:

“Mallarınız ve çocuklarınız bir im-tihandır.” . Sonra da şöyle buyu-rur: “Ben çocuğu kucağıma alın-caya kadar hutbeden indiğimin farkında değildim.” Çok ilginç bir örnektir bu. Hz. Peygamber torununa olan şefkati nedeniy-le düştüğünü görünce derin bir üzüntüye kapılmış, adeta hutbe verdiğini unutmuş ve onu yerden kaldırmak için hızla yürümüştür. Bu Hz. Peygamber’in çocuk sev-gisini göstermesi ve bizlere örnek

olması açısından müthiş bir ör-

nektir. Ayrıca bu olayın camide

hutbe verirken yaşanmış olması

da dikkat çekicidir.

Yine bir defasında Allah Rasû-

lü, cemaate namaz kıldırıyordu.

Secdeye vardığı anda, torunu

Hüseyin sırtına atladı. Hz. Pey-

gamber o sırtından inene kadar

secdeden başını kaldırmadı. Sec-

deyi uzatınca sahabe namazda

bir şey olduğunu sandı ve na-

mazdan sonra hemen sordular:

“Ya Rasûlallah! Namazı uzattınız,

başınıza bir şey geldi sandık.” Hz.

Peygamber şöyle buyurdu: “To-

runum beni binit yaptı, acele edip

zevkini kursağında bırakmak iste-

medim.” Ne güzel bir dede, ne

kadar içten bir torun sevgisi! Ço-

cukların camiyle hemhâl oluşları

da işin bir başka boyutu!

Page 38: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

38 Somuncu Baba

Birgün Hz. Fatıma’yı ziyarete gider. Torunları su isteyince bizzat kalkarak annelerinden önce su ge-tirir. İlk önce daha büyük olan Hz. Hasan’a verir. Hz. Fatıma “babacı-ğım, Hasan’ı daha çok mu seviyor-sun” diye sorar. Hz. Peygamber de

“hayır. Suyu ilk o istediği için böyle yaptım” buyurur.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i omuzlarına bindirdiği, dört ayak olup sırtı üzerinde gezdirdiği, ba-zen ayağı üzerinde sallayarak, ba-zen dilini çıkararak, bazen göğsü üzerinde yürüterek güldürüp eğ-lendirdiği de nakledilmiştir. Keza Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin’in elinden tutar, onun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar, sonra da “haydi çık” buyururdu. Hz.

Fatıma’ya “iki oğlumu (Hasan ve Hüseyin’i) bana çağır” der, sonra her ikisini koklar, bağrına basardı. Torunlar da dedelerinin bu sev-gisine karşılık verirlerdi. Nitekim bir gün Hz. Hasan’ı yanına ça-ğırmış, koşarak gelen Hz. Hasan Rasûlullah’ın kucağına atlamış ve minik elleriyle Rasûlullah’ın sakalını okşamaya başlamıştı. Rasûlullah’ın o anda aldığı haz-zı anlatmak imkansız olsa gerek. Bunu gözümüzde canlandırma-ya çalışırsak başka söze hacet kal-mayacaktır. Belki siz de aynı şeyi yaşıyorsunuzdur.

Yine bir gün ashabıyla birlikte yemeğe davet edilir. Yolda bakar ki Hz. Hüseyin diğer çocuklarla oynuyor. Nebî cemaatin önünde

torununa doğru koşar ve iki elini uzatır. Çocuk sağa sola kaçmaya başlar. Kutlu Nebî yakalayıncaya kadar onu güldürür. Ellerinin biriy-le çenesinden, ötekiyle başından tutar, sonra da kucaklayıp öper.

Rasûl-i Kibriyâ yaşamıyla bu örnekliği sergilerken, çocukları-na şefkat göstermeyen ve onla-ra kaba davranan, ilgisiz duran insanlara da sitem ederdi. Bir defasında Akra’ bin Habis, Allah Rasûlü’nün Hz. Hasan’ı öptü-ğünü görünce, “benim on tane

çocuğum var, bir tekini bile öp-

müyorum” der. Rasûlullah’ın ona verdiği cevap şudur: “Merhamet

etmeyene merhamet edilmez.” Yani siz çocuklarınıza acıyın ki, Al-lah da size acısın. Siz onlara mer-hamet, şefkat gösterin ki, Allah da size merhamet etsin. Bir defasın-da da bir bedevi Rasûlullah’a ge-lerek “siz çocukları öper misiniz?

Biz onları öpmeyiz” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona “Al-

lah senin kalbinden merhameti sı-

yırmışsa ben sana ne yapabilirim?” diye cevap verir.

Bizleri yaratan Yüce Rabbimiz, kutsal kitabımızda “ey inananlar!

And olsun ki, sizin için, Allah’a ve

ahiret gününe kavuşmayı uman-

lar ve Allah’ı çok anan kimseler

için Rasûlullah en güzel örnektir.” buyurmaktadır. (Ahzab, 21). Yukarı-da anlatılanlar bu ayeti ne kadar da güzel açıklamaktadır. Yine bu, onun örnekliğine ne kadar muh-taç olduğumuzu da göstermiyor mu?!! Öyleyse eylem zamanı-dır…

Page 39: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

39Şubat / 2007

Bu çöller, nihayetsiz aczimle bir seraba Bile çıkmaz, yanarım; ardımdaki izlere... Attığım her adımda, beynimde bir acaba: Acaba, ne gün çıkar bu yollar denizlere?

Ben çaresiz ve mağrur nefsimle yapayalnız Şu çölün ortasında sorarım: sahibi kim; Ufkunu hayal meyal seçtiğim sahraların? Ve kanatsız kuşların, ararım sahibi kim?

Bir bilsem sahibini, kudreti arşı tutmuş; Şu sahra “Kün” emriyle bir vahaya dönecek... Bu kumlar ki: Yeşilin ahengini unutmuş Pışkıran kanlı canlı dallarla sevişecek...

Çölleri bir vahaya çeviren sırrı buldum: BİSMİLLAH... kanadı yok kuşlara iki kanat. Çırpınmaktan, kanatsız; senelerdir yoruldum Huzur, çık artık diyor, göklere, kanat kanat...

Ahmet Tevfik OZAN

Page 40: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

“Merhametli olanlara Rahman

(olan Allah) merhamet eder.

Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”

Rahman ve Rahim olan Allah, tüm varlıkları rahmetiy-le yarattı. Rahmet, kullarına karşı Raûf olan Rabb’in

her nimetine sinmiştir. İlahi bir lütuf olan rahmetle in-sana hayat bahşedildi, türlü nimetler verildi. Rahmetim her şeyi kuşatmıştır2 ilahi nidasıyla kimi zaman müjdeli bir rüzgâr, kimi zaman gökten inen yağmur3, bazen de kalpleri kaynaştıran sevgi oldu rahmet.

Allah’ın engin merhameti Rahman ve Rahim isimle-riyle ifade edilir. İnanan, inanmayan her kul, bu isimlerin tecellisiyle hayat bulmuştur. Merhametlilerin en merha-metlisi olan Allah, rahmetinin yansıması olarak müminler için öğüt, şifa, hidayet ve rahmet olan Kur’an-ı Kerim’i4 indirmiştir. Bunun yanında âlemlere rahmet olarak gön-derdiği Rasûlü, insanlar için her zaman şefkat ve merha-met kaynağı olmuştur. Zira merhamet onun zatıyla bü-tünleşmiştir. İlahi rahmetin yeryüzündeki müşahhas ör-neği olan Allah Rasûlü’nün her anı rahmettir. Konuşması rahmet, daveti rahmet, duası rahmet, hâsılı tüm âlemler için varlığı rahmet…

Müminlere karşı çok şefkatli olan rahmet peygambe-rinin sözleri de insanları sevgi ve merhamete çağırmakta-dır: “Merhametli olanlara Rahman (olan Allah) merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.5” “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.6” Hadislerde Allah’ın merhametine nail olmanın, gökteki meleklerin mağfiret dualarını al-manın ölçüsü olarak yeryüzündeki canlılara merhametle davranmak emredilmektedir.

Merhamet kelimesinin kökü olan rahmet kelime-si, Allah’ın kullarına olan ihsan ve lütfuyla birlikte sevgi

Peygamber İklimiRukiye AYDOĞDU

Merhametli Olun Merhamet Bulun…

40 Somuncu Baba

Page 41: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

ve şefkatini de ifade etmektedir. Özü ve sözüyle rahmete çağı-ran Peygamberimiz, Merhameti Rahman’dan bir damar7 şeklinde tanımlamıştır. Nitekim başka bir hadislerinde “Allah’ın rahmeti yüz parçaya ayırdığını, doksan doku-zunun kendisine ait olduğunu, bir parçanın ise yeryüzündekilere verildiğini”8 belirtmektedir. İşte insanlar ve hayvanlardaki mer-hametin kaynağı budur. Bu lütuf ile insanlar birbirlerini sevmekte, anne yavrusuna şefkat göstermek-tedir. Ancak Allah’ın kullarına olan rahmeti, en şefkatli varlık olan an-nenin yavrusuna olan sevgisi ile dahi kıyaslanamaz

Allah’ın rahmetinin en büyük tezahürü olan Allah Rasûlü, her haliyle merhamet kaynağıdır. O rahmet pınarıdır. O, hanımları-na iyi bir eş, çocuklarına şefkatli bir baba olmuş, yetimlerin başını okşamış, fakirlerle yemeğini pay-laşmış, hayvanlara dahi merha-metle muamelede bulunmuştur. Müminlere çok düşkün olan Hz. Peygamber, özellikle inananlar arasında bu duyguların yerleş-mesi için çalışmış ve müminlerin tek vücut olup sevinç ve acılarını paylaşmalarını öğütlemiştir.9 Mü-minler arasında sevgiyi yaymak, merhameti gönüllere nakşetmek için kin, düşmanlık, hased, gıybet yasaklanmış, bunların yerine se-lamlaşma, hediyeleşme, sadaka, sıla-i rahim tavsiye edilmiştir.

Rahmetini çocuklardan da esirgemeyen, onları öpen, baş-larını okşayan, onlarla şakalaşan Allah Rasûlü’nün bu samimiyetini gören Akra b. Hâbis bu duruma şaşırmıştır. Kendisinin çocuklarını hiç öpmediğini söylemiş, Peygam-

berimiz (s.a.v) de “Allah senin kal-binden merhameti söküp atmışsa ben ne yapabilirim”10 buyurmuştur. Yine Allah Rasûlü kızı Zeyneb’in çocuğu can çekişirken ağlamış ve buna şaşıranlara da “Bu bir rah-mettir. Allahu Teala onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eder”11 buyurmuştur. Allah’ın rah-metine nail olmanın ölçüsü mah-lûkata merhametli davranmaktır. Buna hayvanlara iyi muamele de dâhildir. Zira her canlının hayatı muhteremdir ve taşıdığı candan ötürü merhametle muameleye müstahaktır. Bir rivayette fahişe bir kadının dahi susuzluktan kıvranan bir köpeğe su vermesi nedeniyle Allah’ın affına nail olduğu anlatıl-maktadır.12 Bir başka hadiste ise bir kediyi hapsederek aç ve susuz bırakan bir kadının, bu davranı-şından dolayı azabı hak ettiğin-den bahsedilmektedir.13 Şu halde Allah’ın merhameti ya da azabı mahlûkata yapılan muamele ile bağlantılıdır. İman nuruyla zihni aydınlanan, ilahi rahmetle gönlü temizlenen mümin, her canlıya merhametle yaklaşmalıdır.

Rahman ve Rahim olanın adıyla yaşanan bir hayatta mümin, rahmet insanı olmalıdır. Bu şuurla yaşanan ömürde hiçbir cana karşı zulme yer yoktur. Çağımızın mer-hamet bekleyen dünyasına inan-mış insan rahmet esintileri taşıma-lıdır. Yaratılanları Yaradan’a duyu-lan aşktan dolayı seven; âlemdeki her canlıya bu gözle bakan ve Allah’a imandan sonra mahlûk-u Huda’ya şefkat umdesi kadar gü-zel bir şey olmadığını düşünen Hulusi Efendi, herkesi merhametli olmaya şöyle çağırmaktadır: Güneş gibi şefkatli, yer gibi teva-zulu, Su gibi sehavetli, merhametle dolu ol…14

1- Ebû Davud, Edeb 58, had. no: 4941.2- Arâf 7/156.3- Arâf 7/57.4- Yunus 10/57.5- Ebû Davud, Edeb 58, had. no: 4941.6- Muslim, Fedâil 15, had. no: 66; Tirmizî, Birr

16, had. no: 1922.7- Tirmizi, Birr ve Sıla 16, had. no: 1924..8- Buhari, Edeb 19, had. no: 6000.9- Buhari, Edeb 27, had. no: 6011.10- Buhari, Edeb 18, had. no: 5997.11- Buhari, Merdâ 9, had. no: 5655.12- Buhari, Bed’ü’l-Halk 17, had. no: 3321.13- Müslim, Birr ve Sıla 134, had. no: 6677.14- Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Divân-ı

Hulûsî-i Darendevî, İstanbul, 1986, s. 123.

Dipnot

41Şubat / 2007

Page 42: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

“Âlûsî, Kevser suresindeki “Kevser” kelimesiyle kastedilen anlamları kaydettikten sonra, Kevser’de Hz. Peygamber’in çocuklarının ve

bilhassa Hz. Fatıma’nın dâhil olduğunu da nakleder. Cihanşümul, mukaddes, mübarek ve muazzam bir şahsiyet olan Hz. Fatıma’nın

medh ü senasını ifade eder. Peygamber’in çocukları ve onların nesli âdeta Hz. Nuh’un gemisi gibi olup, bütün Muhammed ümmetinin

kurtuluş ve yücelme sebebi sayılır.”

42 Somuncu Baba

Page 43: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Saadet bahçesinin dört gülü… Güllerin Efendisinin ehl-i beyti, şe-refli âli… Her biri müjdelenmiş velî… Onları sevmek, muhabbe-

tin temeli… Mü’minin en makbul ameli… Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin… Evlatlarına, soyundan gelenlere denildi şerif-seyyid. Bu muhabbeti gönülde hissetmek en büyük îyd…

Eşi Bulunmayan: Betül

Hz. Fatıma; Hz. Muhammed (s.a.v.)’in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı. Müslümanların dördüncü halifesi “İlmin kapı-sı” Hz. Ali (r.a.)’nin hanımı. Kerbelâ’da zulme boyun eğmeyip mü-cadele ruhunu kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan

“Cennet gençlerinin efendisi” Hz. Hüseyin (r.a.)’in ve Kerbelâ’da esir edildikten sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid’in sarayında yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana, Yezid’i ise dize getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep (r.ah.)’in annesi. Hz. Peygamber’in,

“Dünyadaki en iyi dört kadın şunlardır: Meryem, Asiye, Hatice ve Fatıma” buyurduğu “Âlemlerin kadınlarının ulusu”. Peygamberimi-zin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm’den sonra dördüncü ve en küçük kızı. Risaletin 5. yılında dünyaya gelen, Hicrî II. Milâdî 633. yılda Medine’de Mescid-i Nebevî’ye bitişik odasında vefât eden, Cennetü’l-Bakî’ye defnedilen Hz. Fatıma (r.a.h.)… Yüzü parlak olduğu için saf, berrak, ay gibi parlak anlamına gelen “Zehrâ”, eşi bulunmaz anlamına gelen “Betül” sıfatlarıyla övülen “Kevser’le müj-delenen ehl-i beytin gülü Hz. Fatıma…

Manzum nesep silsilesinde Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i zikrettikten sonra şu beyiti kaleme alır:

Bu der-i bi bahaların olup validesi ZehraKi nesl-i paki Ahmed hem cemi eşfai nisvan

Peygamberimizin temiz neslinden ve kadınların şefaatçisi olacak Hz. Fatıma’yı hürmetle yâd eder.

Asr-ı Saadet Bahçesinin Dört Gülü

EdebiyatMusa TEKTAŞ

43Şubat / 2007

Fotoğraf:Hulûsi GÜLSEREN

Page 44: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

44 Somuncu Baba

Kevser Suresindeki Müjde

Kevser suresinin geliş sebebini müfessirler şöyle anlatırlar: Asr-ı Saadette cahiliyyet Arapları kız ço-cuklarını yüz karası, ayıp ve uğur-suz sayarlardı. O kadar ki, her kimin kızı dünyaya gelse, zavallı çocuğu diri diri toprağa gömerek öldürürlerdi. Dünyaya gelen ço-cuk erkek olursa, babanın yerini tutacak, adını andıracak, düşman-larından öç alacak, baba ocağını tüttürecek diye kız çocuğuna ter-cih edip, kurbanlar keserler, zi-yafetler çekerler, düğün dernekler

yaparlardı. Peygamber Efendimi-zin de -Allah’ın hikmeti- erkek çocukları yaşamayıp hayatta kız çocukları kaldığı için Peygamber Efendimize “Ebter” lâkabını ver-mişlerdi.

İşte Kevser suresi ile Cenab-ı Hakk, Sevgili Peygamber’ini te-selli ve Hz. Fatıma ile müjdelemiş, ondan türeyecek tertemiz Mu-hammed neslinin kıyamete kadar devam edeceğini tebliğ etmiştir. Âlûsî, Kevser suresindeki “Kevser” kelimesiyle kastedilen anlamla-rı kaydettikten sonra, Kevser’de

Hz. Peygamber’in çocuklarının ve bilhassa Hz. Fatıma’nın dâhil olduğunu da nakleder. Cihan-şümul, mukaddes, mübarek ve muazzam bir şahsiyet olan Hz. Fatıma’nın medh ü senasını ifade eder. Peygamber’in çocukları ve onların nesli âdeta Hz. Nuh’un ge-misi gibi olup, bütün Muhammed ümmetinin kurtuluş ve yücelme sebebi sayılır.

Hz. Fatıma’yı Ağlatan ve Güldüren Gizli Haberler

Yine Hz. Aişe der ki: Rasû-lullah (s.a.v)’ın yanında oturuyor-dum. Rasûlullâh, Fatıma’yı, çağırt-tı. Fatıma, yürüyerek geldi. Onun yürüyüşü, Rasûlullah’ın yürüyüşü-nü andırırdı.

Rasûlullâh; “Merhaba, hoş geldin kızım!” buyurdu. Onu, sa-ğına veya soluna oturttuktan sonra, kendisine, gizlice bir şey söyledi. Fatıma, ağladı. Sonra, ona, gizlice bir şey daha söyledi. Bu defa da, Fatıma, güldü. Ben, bu günkü gibi, gülmenin, ağlamaya, sevinmenin, üzülmeye bu derece yakın oldu-ğunu görmemiştim! Fatıma’ya, bu ağlamasının ve gülmesinin sebebi-ni sordum.

“Tutulduğu hastalığı neticesinde vefat edeceğini haber verdi. Buna, ağladım. Sonra, ev halkının, ken-disine, ilk kavuşup katılanı, ben olacağımı haber verince de, gül-düm.” dedi.

Hz. Ali ve İki Oğlunun Peygamberimizi Ziyaretleri

İbn-i Abbas der ki: “Abbas, Pey-gamber (s.a.v)’ı, hastalığında ziya-rete gelmişti. Peygamber (s.a.v)’ı kaldırıp serîrinin üzerine oturttu.

Hat: Yusuf Coşkun BENEFŞE “Ya Hazreti Fatıma (R.A)”

Page 45: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

45Şubat / 2007

Peygamber (s.a.v)’ı, ona: “Ey Amca! Allah da, seni yükseltsin!” diyerek dua buyurdu.

Abbas “Ali, içeri girmek için izin istiyor?” dedi. Rasûlullah (s.a.v)

“Girsin!” buyurdu.

Ali, Hasan ve Hüseyin ile bir-likte içeri girince, Abbas “Yâ Rasû-lallah! Bunlar, senin evlatlarındır!” dedi. Rasûlullah “Ey Amca! Onlar, senin de, evlatlarındır!” buyur-du. Abbas “Ben, onları, severim!” dedi. Rasûlullah (s.a.v); “Sen, on-ları sevdiğin gibi, Allah da, seni sevsin!” buyurdu.

Hulûsi Efendi Hazretleri, şehit-lerin anası Hz. Fatıma ve mertlerin önderi Hz. Ali’yi nesep silsilesinde şöyle zikrediyor: Verâsetle erişdi çün siyâdet Ana da vâlidesinden tamâmet

Ki oldur pederi ayn-ı Rasûl-i Ekrem Anası Fatıma’dır nûr-ı akdem

Babasıdır anın çün Şâh-ı Merdân Aliyyü’l-Murtazâ sultân-ı ekvân

Aydınlık Yüzlü Hz. Ali

Ali b. Ebî Tâlib, Rasûlullah’ın amcasının oğludur. Annesi Fatıma binti Esed’dir. Hicretten yirmi bir sene önce doğdu. Hz. Muham-med, Peygamber olarak gönderil-diğinde ergenlik çağlarında idi ve Hz. Peygamber’in evinde kalıyor-du. İslâm’ı ilk kabul edenlerdendi. Hz. Peygamber, Muhacir olarak Mekke’den çıkarken, O’nun yata-ğında gecelemesi sebebiyle büyük bir şerefe sa hipti. Öyle ki gözcüler, Hz. Peygamber’in kendi yatağında yattığından hiç şüphe etmiyorlar-dı. Daha sonra Hz. Peygamber’in, sahiplerine verilmek üzere ema-net ettiği eşyaları yerlerine verip hicret etti. Hicretten sonra da Hz. Peygamber, onu kızı Fatıma ile ev-lendirdi. Tebük seferi hariç bütün harplerde Hz. Peygamber ile bir-likte bulundu. Tebük seferinde ise Hz. Peygamber onu ailesine bak-makla görevlendirmişti. Onun her harpte doldurulmaz bir yeri ve öv-güye değer tesiri vardı. Tehlikelere dalan ve güçlüklere aldırmayan

bir yiğit idi. Hz. Peygamber’in va-hiy kâtibi idi.

Hz. Osman’ın katlinden beş gün sonra Hz. Ali’ye halife olarak bîat edildi. 4 sene 9 ay halifelik ya-pan Hz. Ali, Hicretin 40. yılında şehid edildi. Kufe’ye defnedildi.

Hz. Ali’nin İlk Hutbesi:

Bîat tamamlandıktan sonra minbere çıktı, hamdele ve salve-leyi okudu ve şöyle devam etti:

“Hiç şüphe yok ki, şanı yüce Allah, insan ları kurtuluşa götüren bir ki-tap indirdi. Bu kitabında hayrı ve şerri açıkladı. Öyleyse hayra sarılın, şerri terk edin. Farzları Allah için ye rine getirin, sizi cennete götür-sün. Allah, aşikâr olan bir haram koy du ve Müslümanın hürmetini bütün haramlardan daha ileride tuttu. İhlâsa ve Müslümanların bir-liğine önem verdi. Müslüman, hak edilen durumlar dışında, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimse dir. Müslüman’a eziyet ver-mek, ancak eziyetin vacip olması halinde helâl olur. Umumun işini görmek için koşuşun. Özellikle ölenlerinize son hizmeti yerine ge-tirin. Zira insanlar önünüzden, kıya-met ise ar kanızdan sizi kuşatmıştır. Güçlük çıkartmayınız ki, ayıplarınız gizli tutulsun. Zira insanlar başka-larına bakarlar. Allah’ın kullarına kötü davranmaktan kaçının. On-dan korkun. Üzerinde bulunduğu-nuz toprak lardan ve hayvanlardan sorumlusunuz. Yüce Allah’a itaat edin ve ona isyanda bulunmayın. Hayır gördüğünüzde onu alın, şer gördüğü nüzde ise terk edin. Hatır-layın, bir zamanlar siz yeryüzünde az ve güçsüz idiniz...”

Hulûsi Efendi Hazretleri Hz. Ali’nin kuvvetini, cömertliğini, mücadelesini manzum nesep sil-Topkapı Sarayı Müzesi/İstanbul “Hz. Fatıma’nın Seccadesi”

Page 46: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

46 Somuncu Baba

silesinde şöyle dile getirir: Babaları Aliyyul Murtaza kân-ı

sehâdır kimAna kuvvet verüp Hakk hem

dedi arslan

Nice kafirlerin bağrın delip tığ-ı şecaatle

Niceler darb-ı havfinden kabul eylediler iman

Hazreti Ali’yi kim sevmez? Le-dün ilminin şehrine Ali kapısından girildiğine göre, Allah’ı, Peygam-beri seven her müslüman, elbette Hazreti Ali’yi sevecektir. Hazreti Ali Peygamberimizin en yakınıdır, haksızlığa maruz kalmıştır. Vicdan da Hazreti Ali’yi sevmeyi em-retmektedir. Amma Hazreti Ali gibi Hazreti Ebû Bekir’i, Hazreti Ömer’i, Hazreti Osman’ı da sev-memiz gerekmektedir. Hazreti Ali’yi de, Peygamber Efendimizi ve sahâbisini sevdiğimiz gibi seve-ceğiz. Onun evlatlarının, soyunu devam ettiren ahfadını da elbette bu iman ile bu muhabbet ile se-veceğiz. Mevlâna Mesnevî’sinde şöyle der: “Ben Peygamber Efen-dimizin âilesinin, ehl-i beyti’nin

kölesiyim, Hazreti Mustafa’ya ve Ali Murtazâ’ya bağlıyım.”

Şerefli Soyun Evladı

Hz. Hasan; Hz. Ali’nin bü-yük oğlu, Peygamberimizin toru-nudur. Hicretin üçüncü yılında Medîne’de doğdu. Peygambe-rimizin dizinin dibinde büyüdü. Muâviye kendinden sonra yerine Hasan’ı halîfe yapacağını halka duyur unca, oğlu Yezid Şam’dan Medine’ye zehir gönderdi ve Hz. Hasan’ın hanımını çeşitli vaadlerle kandırarak kocasını zehirletti. Vefa-tında 46 yaşındaydı. Yüzü Pey-gamberimize çok benzerdi. Ço-cuklarına ve soyuna Şerîf denildi.

Nesep silsilesinin Hz. Hasan’la ilgili beyitleri ise şöyledir:

Dahi amucamız seyyid Hasan hulkı Rıza’dır kim

İçirüp zehri ol şaha ciğerin itdiler püryan

Edüp isyan o kavm ahfiya şah-ı şehidane

Ki bey’at eylemeyuben döndüler hep indiler tuğyan

Şehidlerin Efendisi

Hz. Hüseyin; Hz. Ali’nin oğlu ve Peygamberimizin toru-nudur. 628 yılında doğdu ve 683 Muharremi nin onuncu günü Kerbelâ’da şehit edildi.

Yerdekilerin, göktekilerin şehit-lerin imamı olan asaletli bir aileye mensup olan Peygamberimizin torunu olan ceddini, Hulûsi Efen-di şöyle anar:

Verâsetle mürüvvet menbaıdır Asâletle velâyet mahzenidir

Ki ya’nî ol Hüseyn-i müctebâdır Zemîn ü âsumâna muktedâdır

Ba bası şehîd olunca Medine’ye geldi. Muâviye’ nin vefatında Yezid’e bîat etmedi. Kûfeliler ken-disini çağırıp halife yapmak istedi-ler.

Ehl-i beyti sevenler, Hz. Hüseyin’e bir adam göndererek, aile halkı ile birlikte ge ri dönmesini istediğini, Kûfe halkına güvenme-mesini, “Çünkü bu insanlar sizin şanlı babanızdan ancak ölümle ay-rılabileceklerini söyleyen o kişiler-dir.” dediğini bildirmesini istemiş-tiler. Bir de; Kûfelilerin ona yalan söylediklerini, kendisine de yalan söylediklerini, yalancının sözünün hiçbir kıymetinin olamayacağını da ulaştır masını istediler. Haberci, Zübâle denen ve Kûfe’ye 4 gece-lik mesafe de bulunan yerde Hz. Hüseyin’le karşılaştı. Kendisine veri len haberi bildirdi. Hz. Hüse-yin ise; “Ne takdir edilmişse o olur. Allah bize azmimizin, gayretimizin mükâfatını, idarecilerin helâk olu-şuna sabredişimizin ecrini versin.” buyurdu.

Ya nındaki 72 kişiyle Irak’a doğ-Topkapı Sarayı Müzesi/İstanbul “Hz. Hüseyin’in Cübbesi”

Page 47: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

47Şubat / 2007

ru yola çıktı. Yezîd bunu haber alınca Şam’dan Irak valisi Ubey-dullah b. Ziyâd’a, onu Kûfe’ye sokmama sını emretti. O da Sa’d b. Vakkas’ın oğlu Ömer ile bir ordu gönderdi.

Ömer, geri dönme sini söyle-diyse de, Hz. Hüseyin yola devam etmek isteyince Kerbelâ’da 72 kişi ile birlikte elîm bir şekilde susuz bırakıldı ve sonunda zâlimce şe-hid edildi. Hulûsi Efendi Hazret-lerinin manzum nesep silsilesinde bu olay şöyle zikredilmektedir:

Ki Zeynel Abidin ol mah-ı ta-bana peder oldu

Nice yüzbin cefa çekti siyadet piri ol sultan

Ana peder Hüseyni Kerbelâ sâbir beladır kim

Canın hakka feda kıldı saçıldı ruhuna reyhan

Bizim büyüklerimiz Hz. Hüseyin’in şehid edilmesine, onunla birlikte şehid olan Ehl-i Beyt’in gaddarca öldürülmeleri-ne duydukları derin üzüntülerini ve bitmez tükenmez ızdıraplarını açıklamışlardır. Bu açıkla maları ve belirttikleri ızdırapları baştan sona anlatmak imkânsız dır. Burada bir örnek zikredelim.

İmam Ahmed b. Hanbel’in oğlu Salih şöyle diyor:

“Ben babama, bazı insanların Yezid’i sevdiklerini söylediğimde bana dedi ki: “Ey Oğul! Allah’a ve ahirete iman eden bir insan Yezid’i sevebilir mi?” Bunun üze-rine babama; “O halde babacı-ğım neden ona lanet etmiyorsun?” dedim. Buna kar şılık babam;

“Oğlum sen babanın herhangi bir

kimseye lanet etti ğini hiç gördün mü?” dedi.”

O gün Allah, Hz. Hüseyin ‘e, şehid olma şerefi bahşetmiş ve onu şehid edenleri, bu işe yardım-cı olanları veya bu na razı olanla-rı rezil ve perişan eylemiştir. Hz. Hüseyin, kendinden önceki İslâm şehidlerinin güzel bir örneği idi. Çünkü o ve kardeşi Hasan, cen-net gençlerinin başlarıydı. İkisi de İslâm’ın tam gelişme döneminde yetişmişlerdi. Yüce aile lerinin di-ğer fertlerinin karşılaştığı Allah’ın dini yolunda eziyet ve işkencelere katlanma, bunlara sabretme ve va-tanını terk (hicret) etme gibi acıları tatmamışlardı. Allahu Teâlâ şehid-lik rutbesi vere rek, ikisinin şanını, azametini o noktaya eriştirdi, de-recelerini yükseltti. Onların şehid edilmesi, son derece acı bir facia-dır. Alla hu Teâlâ (c.c) bir felaket ve acılı olay olduğunda; “İnna lillah ve inna ileyhi râciun=Şüphesiz biz Allah içiniz ve şüphesiz ona

dö neceğiz.” ayetini okumamızı bildirmiştir:

“Sabredenleri (Allah’ın kendi-lerinden razı olduğu ile) müjde-le. Onlara ne zaman bir felaket gelse; şüphesiz biz Allah içiniz ve şüp hesiz ona döneceğiz derler. O kimseler, Rablerinden kendilerine rahmet, merhamet ve selâm veri-len kimselerdir. Ve onlar, dosdoğ-ru yolda bulunanlardır.”(Bakara, 155-

157).

Yazımızı Hulûsi Efendi Hazret-lerinin şu beyitleriyle bağlayalım:

Muhammed Mustafâ’dır cedd-i pâki Hulûsî bunların hep pây-ı hâki

Bi-hamdi’llâh ki ceddim etdim is-bât Kamunun ruhuna olsun salavât

Rasûlullah ve O’nun ehl-i beytine salat-ü selam olsun…

Topkapı Sarayı Müzesi/İstanbul “Kerbela Toprağı”

Page 48: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Bilge Reis/İmâmHz. Ali’nin

Siyasî Öğretisi

B ilge yönetici ve savaş sanatı ustası Hz. Ali (ö.661), Mısır valisi olarak tayin ettiği Mâlik b. el-Hâris el-

Eşter’e (ö.656) siyasî hikmetleri içeren bir emirnâme gönderir. Hakikatte bu belge, İslâm devlet felsefesi-nin temel ilkelerini içinde barındırmaktadır.

Emirnâmeyi, Arapça’dan Türkçe’ye ilk defa çevi-ren, İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy olmuştur. Aynı metin, 1959 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafın-dan “Hz. Ali Diyor ki” adıyla küçük bir risâle olarak neşredilmiştir. (“Önsöz”, Hz. Ali’den Devlet Adamla-rına Öğütler, Seha neş. Ankara trz, 4)

Şimdi, erdemli siyasetin formül ve şifrelerinin bulunduğu bu vesikada bildirilen temel yöneticilik prensiplerini ele alabiliriz.

Allah’ın gönderdiği ve Elçi’sinin ilan ettiği emir ve yasaklara uymayan kimse, iki dünyada da mutluluk lezzetini alamaz. Bunun Hz. Ali’nin dilinden ifadesi, hikmetlidir: “Şehvetlere saldırdıkça nefsini kırmalısın. Serkeşlik ettikçe dizginlerini çekmelisin.” (Hz. Ali’den Devlet Adamlarına Öğütler, Seha neş. Ankara trz, 5)

Halkın Denetimi

Öncelikle yöneticiler, halkın denetimine açık ol-malıdır. Nasıl ki onlar, kendilerinden önceki selefle-rinin icraatlarını kontrol ediyorlarsa, halk da bunu yapabilmelidir. (s.6)

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

48 Somuncu Baba

Hz. Ali (R.A)

“İyi günlerde yükü ağır basan, kara günlerde yardımı az dokunan

adâletten hoşlanmaz, istemekten usanmaz,

verilince şükür bilmez, verilmezse değme gadirle savulmaz, felakete sabırsız bir topluluk da

yoktur.”

Page 49: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Heveslerine hâkim olan ve nefsini haramlardan koruyan salih yönetici için, en güzel azık iyiliğe/hayra yönelik işleri ger-çekleştirmektir. (s.6) Bunun için her dâim, halka sevgi ve merha-met göstermek gerekir:

“Sakın biçarelerin başına ken-dilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme!” (s.6)

Nitekim tebaasına karşı af-fedici ve hoşgörülü olan ida-reci, Allah’ın bağışlamasından müstağni değildir.(s.6-7) Onun için halkın işlerini hakkıyla gö-ren kimse, bununla imtihan edilmektedir.(s.7)

Nemrut gibi Allah’la sava-şan yönetici, O’nun gazabını üzerine çeker. Sonunda Allah da onunla savaşır.(s.7) Bu çer-çevede yönetimde bulunan-lar, hem Hallâk’a (çok çok ya-ratan) hem de halka dost/veli olmalıdır. Onlar, affetmekten dolayı pişman olmadıkları gibi, ceza verdiklerinden dolayı da sevinmemelidirler.(s.7)

İdare edenler, Allah’la ya-rışmaya ve rekabete girmeye yönelmeden, Cebbâr’ın bü-yüklüğü karşısında gurur girda-bında boğulmamalıdırlar. Aksi takdirde Kahhâr’ın yok edici eylemine muhatap olurlar. Zira Yaratan, zorba olanı zelîl, bü-yükleneni hakir eder.(s.7-8)

Yöneten, kendine ve tebaâ-sına karşı âdil olmalı ve zulmet-memelidir. Bu dengeyi kurmak için halkın çoğunluğunun rızâ-sını almayı ve her eylemde en

ortayı tercih etmeyi göz önün-de bulundurmalıdır. “Zirâ top-lumun hoşnutsuzluğu karşısında şahısların rızâsı hükümsüz kalır; şahısların kızgınlıkları ise toplu-mun rızâsı içinde kaynayıp gi-der.” (s.8)

Toplumun mal ve mülk bakı-mından üst tabakasını, Hz. Ali şöyle tasvir eder: “İyi günlerde yükü ağır basan, kara günlerde yardımı az dokunan adâletten hoşlanmaz, istemekten usanmaz, verilince şükür bilmez, verilmez-se değme gadirle savulmaz, fe-lakete sabırsız bir topluluk da yoktur.” (s.8-9)

Cumhûrun (Çoğunluğun) Gücü

Hakikatte Müslümanların değer ölçüsü, toplumun ço-ğunluğu olduğu gibi, düşmana karşı savaşacak din ve devletin gücünü de, halkın ekseriyeti oluşturacaktır.(s.9)

Halkın içerisinde bulunanla-rın ayıplarını örtmek ve onların gizli kalanlarını araştırmamak, yönetilenlerin ilkesi olmadır. Bunun aksi davrananları, idarî mekanizmalara yaklaştırmamak içtimaî bir zorunluluktur.(s.9)

Hat: Yusuf Coşkun BENEFŞE “Allah , Muhammed, Fatıma, Ali, Hüseyin , Hasan”

49Şubat / 2007

Page 50: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Barış ve hoşgörünün tabana yayılması için, kin ve intikam önlenmelidir. Açıklık kazanma-yan haller görmezlikten gelin-melidir. Kavga ve kargaşa peşin-de olanların sözlerine hemen inanmamalı, temkinli olunma-lıdır. Bu kapsamda Hz. Ali şu ikazda bulunur: “Sakın, ne seni yokluk ihtimaliyle korkutarak ikram etmekten geri çevirecek cimriyi, ne zor ve ağır işlere karşı azmini gevşetecek korkağı, ne de zulme saparak sana ihtirası iyi gösterecek hırslıyı danışma meclisine sokma.”(s.10)

Zulümde ve cürümde (suçta) dahli olanları her türlü toplan-tıdan uzak tutmak gerekir. Ger-

çeği her türlü şartta seslendireni dinlemek ve ona iltifatta bulun-mak bir kazançtır. Bununla bir-likte sâdık ve kanaatkâr kişileri sırdaş edinmek elzemdir.(s.10-11)

Övülmeye fırsat verilmemeli ki, iyi ve kötü birbirine karış-masın. Aksi halde büyüklenme ve kibir hali ortaya çıkar. İyileri iyilikten soğutmamak ve kötü-lerin fenalığa meylinde, onlara cesaret vermemek için; iyi ve kötüyü bir ve eşit görmemek lâzımdır.(s.11)

Yöneten ile yönetilen arasın-daki iyi niyet, bütün zorluk ve sıkıntıları ortadan kaldırır. İyi niyet içerisinden biri de güzel

âdetleri devam ettirmektir. Gü-zel âdetler; ülkede huzur, doğ-ruluk ve iyiliği geliştirir. Bu hali sürdürmek için de âlimler ve âriflerle sürekli görüşmek, ko-nuşmak ve tavsiyelerini almak hikmetin bir gereğidir.(s.11-12)

Toplumda, insanların birbir-lerinin ihtiyaçlarını karşılaması için birçok sivil ve resmî görev-li bulunur: Askerler, Hâkimler, Vergi Tahsildarları, Tüccarlar ve Zanaatkârlar. Bunun dışında bir de fakir ve muhtaç yoksullar vardır.(s.12-13)

Devlet ve Ordunun Güçlü Birlikteliği

Askerler ve ordu sayesinde

50 Somuncu Baba

Page 51: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

devlet ayakta kalabilir. Buna karşılık, devletin desteği ol-madan da hiçbir ordu başarı kazanamaz. Onların ihtiyaç-larına cevap vermek vergiyle mümkündür.(s.13)

Adaleti sağlayan hâkimler, vergi toplayan memurlar, dev-let gelirlerini arttıran tüccarlar ve hayatı kolaylaştırmaya yar-dımcı olan zanaatkârlar, hep-si de erdemli bir toplum için gereklidir.(s.13)

Fakirlerin ve muhtaçların ge-reksinimleri, tüm toplumun bir sorumluluğudur. Aynı zamanda onlar devletin himayesi ve bakı-mı altındadırlar.(s.13)

Yönetenler, Allah’ın yar-dımı, doğruluk, sabır ve ta-hammülle her türlü zorluk ve güçlüklerin altından başarıyla kalkabilirler.(s.13-14)

Sıkıntılarından kurtulan ülke, saldırganlardan ancak güçlü bir orduyla korunabilir. Güçlü bir güvenlik için, askerlerin başın-da sâdık bir komutan bulun-malıdır. Hz. Ali o askerî lideri şöyle tanımlar: “Kızgınlık anında ağır davransın, özürleri sükûn ile dinlesin; zayıflara acısın; kuvvet-lilerden uzak dursun; öyle öfke ile kalkıp çaresizlikle oturan ta-kımından olmasın.”(s.14)

Şerefli ve erdemli aileler-le yakın bir şekilde ilgilenmek, yöneticinin görevi olmalıdır. Bununla birlikte o, cesur ve er-demli kimselere yakınlık göste-rip iltifatta bulunmalıdır.(s.14)

Ordunun komutasına iyi-

lik sahibi birini geçirmek, hem ordu hem de ülke için en hayırlı hizmettir. Askerin samimiyet ve bağlılığı, yöneticilerin, onların komutanlarını memnun etme-lerine bağlıdır. Bu çerçevede kahramanların hizmetini an-mak ve cesaretlerini övmek bir borçtur.(s.15)

Âdalet Devleti

İdare edenler, altından kal-kamadıkları meselelerde, Allah ve Rasûlü’ne dayanmalıdırlar. Bu anlamda Allah’ın isteği, âdil bir yönetimdir. Adalet de, en iyi ve en değerli hâkimlerin tarafsız ve dengeli kararlarıyla gerçek-leşir. Yine yönetici, hâkimlerin verdiği hükümleri takip etmeli ve onlara ikramda bulunma-lıdır. Bu noktada Hz. Ali’nin tavsiyesi önemlidir: “…bu din, kötü adamların elinde esir oldu, onun namına istenilen yapılıyor ve onunla dünya elde edilmeye uğraşılıyor.”(s.15-17)

Erdemli Görevliler

Görevlere atanacakların iyi ve kabiliyetli olanları tercih edil-melidir. Bunda liyakat önem-lidir. Ancak görevlilerin, başka bir desteğe muhtaç olmadan geçimlerini rahat sürdürmeleri için ortam hazırlanmalıdır. Bu-nunla birlikte görevlilerin, icra-atlarını teftiş ve kontrol ihmal edilmemelidir.(s.17-18)

Üst düzey görevli ve bürok-ratlara karşı; idareciler, ihtiyatlı ve temkinli olmalılar. Onlardan hıyanet ve rezalet içerisinde bulunanlar, müstahak oldukları

cezalarla karşı karşıya kalırlar: Haksız elde ettikleri mallar alı-nır ve ifşa edilir.(s.18)

Devlet işlerini yapan görevli-ler ve diğer hizmetler için vergi toplamak, hayatî öneme sahip bir görevdir. Ancak kalkınma olmadan vergi toplamak zulme sebep olur. Çünkü “Kalkınmasız vergi toplamak isteyen kimse ül-keyi harabeye çevirir.” (s.18-19)

Devlet, doğal afetler ve ku-raklıktan dolayı muhtaçlara ve zor durumlarda olanlara yardım ve destekte bulunmalıdır. Ülke insanlarına yapılan yatırım, faz-lasıyla geri dönecektir.(s.19)

Ağır Şartlara Dayanıklı Güçlü Ülke

Güçlü ülkeler, ağır şartla-ra karşı daha dayanaklıdır. Bir memleketin harap olması ise halkının sefalete düşmesinden-dir. Sefalete yol açan sebep ise, yöneticilerin basiretsizliğidir. (s.20)

Yöneticiler, özel görevlerde bulunanların geçimlerini sür-dürmelerine itina göstermeli-dirler. Onların da vazifelerini hakkıyla yerine getirmeleri ge-reklidir. Bunun için işini titiz ve eksiksiz yapmayanların hataları-na göz yummamak esastır. İda-reciler, buna dikkat etmezlerse, yerilecek ve ayıplanacak hallere düşerler.(s.20-21)

Ülkenin gelişim ve ilerle-mesine katkısı en büyük olan tüccar ve zanaatkârlara iyi dav-ranmak bir görevdir. Zira onlar, yaşadıkları toprakların yararı

51Şubat / 2007

Page 52: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

için her türlü zahmet ve riske katlanarak tüm dünyayı do-laşırlar. Ancak onların aşırı ta-mahkâr, stokçuluk ve hilekârlık gibi erdemsizliklere düşmeme-si için, icraatlarını takip etmek gerekir. Bununla birlikte ölçü ve tartıda sahtekârlık yapanlar, fiyatlarla fazla oynayanlar ve ih-tikâr yapanlara fırsat vermemek yöneticilerin görevleri arasında-dır. Böyle davrananlar, aşırıya kaçmadan cezalandırılmalıdır. (s.21-22)

Fakir ve Garibin Sosyal Hakkı

Yöneticiler, fakir ve muhtaç-

lar hususunda Allah’tan kork-malıdırlar. Devletin hazinesin-den onlara hisse tahsis edilme-lidir. Onların hakkını gözetmek, emanet edilen bir vazifedir. Bu-nunla birlikte garipleri korumak ve onlara güler yüz göstermek bir sorumluluktur.(s.23)

Bakıma muhtaç bir diğer top-lumsal sınıf da, yetim ve yaşlı-lardır. Devlet onlara bakmak ve ihtiyaçlarını karşılamak zorun-dadır. Bu çerçevede yöneticiler, muhtaçlarla belirli bir yerde ve vakitte beraber bulunmalı; onla-rın maksadını aşan sözlerini hoş görmelidir. Hz. Ali, bu hususta

şu prensibi tavsiye etmektedir: “Hem verdiğini güler yüzle, gönül hoşluğuyla ver, veremediğin tak-dirde kabul olunabilecek özürler dile.” (s.24-25)

Vazifelerin Yerinde ve Zamanında Gerçekleşmesi

Yöneten kişi, yardımcılarının yapamadığı bazı işleri kendileri yapmalıdır. Onlar, işlerini gü-nünde yapmalı, ertelememe-lidirler. Her günün işini o gün görmek esastır. Zira diğer gün-lerin kendilerine mahsus işleri bulunmaktadır.(s.25)

Toplumun mutluluğu ve hu-zuru için çalışan idareciler, vazi-felerini yerine getirirlerken, iba-detlerini ihmal edip aksatma-malıdır. Hz. Ali’nin ifadesiyle “…Çalışmalarının hepsi Allah içinse de sen yine vakitlerinin en hayır-lısını Allah ile arandaki durumlar için nefsine hasret.”(s.25)

Yöneticiler, namazda imam olduklarında, ibadetin süresini uzun tutmamalıdırlar. Bununla birlikte onların, halktan uzak ve saklı bulunmaları, bir kısım yan-lış düşüncelere sebebiyet verir. Bu bağlamda halkın şikâyetleri, adaletin gerçekleşmesi yönüyle idare edenler için bir kazançtır. Böyle bir ortam ise; yöneticile-rin, beraber çalıştığı yakınların, erdemli ve liyakat sahibi olma-sıyla doğrudan ilgilidir. Nitekim iktidarı elinde bulunduranlar, herkesi, hakkı kabule zorlamalı-dır. Yine bazı şartlarda, verilmesi gereken cezalar da, herkes için geçerli olmalıdır.(s.26-27)

52 Somuncu Baba

Page 53: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Hakikî yönetici, yaptığı hatadan dolayı, hiçbir aşa-ğılanma duygusuna mağlup olmadan tebaâsından özür dileyendir.(s.28)

Düşman Aldatılmaz

Mutluluğun hüküm sürdü-ğü bir ülke için, gerektiğinde düşmanın barış teklifini İlâhî Rızâ’ya uygunsa reddetmemek yerinde bir davranıştır. Bununla birlikte eğer barış anlaşması vakî olursa, düşmanın hareketlerine karşı tedbirli olunmalıdır. Ancak düşmanınla olan sözleşmeye de, sâdık kalınmalı ve riayet edil-melidir. Bu anlamda düşmana verilen sözden geri dönülmez; ahde hıyanet edilmez; dolayı-sıyla düşman aldatılmaz.(s.28-29)

Erdemli toplumun idarecile-ri, yaptıkları sözleşmeyi bozmak için sözlerin gizli manalarından yararlanmaya kalkmazlar. Zira, onlar darlık ve sıkıntıyı hıyane-te tercih ederler. Aynı zaman-da bu erdemli kimseler, haksız yere kan dökmekten sakınırlar. Bilirler ki, haksız öldürmenin hiçbir mazeret ve gerekçesi ola-maz. Kazaen olan durumlarda, mağdurun hakkı ve diyeti âdil bir şekilde verilmelidir.(s.29-30)

Allah’ın sevdiği yönetici, ken-dini beğenmez ve övülmeyi de istemez/beklemez. Yine bu yö-netici yaptığı iyiliği başa kakmaz; yaptığı işi abartmaz; verdiği söz-den de geri dönmez.(s.30)

Ayrıca onlar, temkinli olmala-rına ve işlerinde zamana önem

vermelerine rağmen, aceleci hareket etmezler. Öyle faziletli yönetici kimselerdir ki bunlar, açığa çıkan kötülüklerinden ha-bersiz gibi davranırlar. Bunun için onlar, öfkelerine, ellerine ve dillerine sahip olurlar.(s.31)

Her bir ilkesi, devlet adamla-rı ve yöneticiler için evrensel bir prensip niteliğindeki sözlerinin arkasından, Bilge Reis Hz. Ali, şu hikmetli öğütlerle rehberliği-ni tamamlar:

Sonunu Hatırla, Nefsine Hakim Ol

“Şunu da iyi bil ki; bir gün seni Yaratan’a döneceğini O’na

hesap vereceğini, çok açık ve iyi bir şekilde hatırlatmadıkça nef-sine hâkim olmak imkânını kati-yen bulamazsın…Senin üzerine gerekli olan, senden evvelkilerin sana ulaşan âdil hükmünü; ya-hut isabetli olan tutumlarını ya-hut Hz. Peygamber’den (s.a.v), gelmiş bir haberi yahut; Allah’ın Kitab’ındaki bir farîzayı hatırda tutarak bu gibi meselelerde biz-den gördüğün hareket tarzına uyabilmen ve şu emirnâmem-de – bildirdiğim ve ileride nefsi-nin arzularına kapılmanı mazur gösteremeyeceğin için elimde sana karşı sağlam bir hüccet bildiğim, hükümleri tatbike çalışmandır.”(s.31-32)

53Şubat / 2007

Fotoğraf: Ülkü Özel AKAGÜNDÜZ Bağdat / IRAK

Page 54: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Balkanlardaki Türk İzleri

DenemeYard. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN

A slında bizim Balkanlar’la

ilişkimiz çok eskilere uzan-

maktadır; “Türkler V. asrın ilk

yıllarından itibaren Balkanlar’a

girdiler. Atilla’nın Balkanlar’ın

büyük bir bölümünü ele geçi-

rerek İstanbul yakınlarına kadar

geldiği biliniyor. Tarihen kolayca

tesbit edilebileceği gibi bu geliş

Slavlar’ın Balkanlar’a gelişinden

epeyce öncedir. VII. yüzyıldan

itibaren ise Türk asıllı Bulgar

kabilelerinin Balkanlar’a inişi-

ne tanık oluyoruz. Fakat bunlar

daha sonra Slavlaştılar. XI. ve XII.

yüzyıllarda ise Peçenek, Kuman

ve Uz Türkleri Balkanlar’a gelip

yerleştiler. XII. yüzyıl ortalarında

ise muhtemelen Moğol istilâsın-dan kaçan Sarı Saltuk ile sonra-ları onun adıyla anılan Türkmen aşireti Balkanlar’a geçerek Dob-ruca dolaylarında ilk İslâmi ce-maati meydana getirmiştir.

Fakat Balkanlar’la asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkiler Osman-lılar zamanında başlamış ve

54 Somuncu Baba

Page 55: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

55Şubat / 2007

günümüze kadar devam etmiş-tir. Osmanlılarda bu ilişkileri ilk başlatan Orhan Gazi’nin büyük oğlu Rumeli fatihi adıyla anılan Süleyman Paşa’dır. Bosna’nın fethi ise 1463’te Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuştur.1

Osmanlı döneminde asgari Bosna nüfusu kadar Anadolu

Türk’ü Bosna Beylerbeyliği sa-

hasına yerleşmiştir. Yani bugün-

kü Bosnalıların ya annesi Ana-

dolu Türkü veya babası Anado-

lu Türküdür.

Osmanlı’nın zorla Müslü-

man etmesi gibi bir durum söz

konusu olmamıştır.

II. Kosova Muharebesinden

sonra kendi istekleri ile Müslü-

man olan Boşnakların, 1091’de

Edirne yakınlarında Bizans ve

Kıpçak ittifakı karşısında perişan

olarak Macarlara sığınan Peçe-

neklerin evladı olduğu bilinir.

Ancak Macar devletine sığınan

Peçenekler yerleştirildikleri böl-

Fotoğraf: Aslan TEKTAŞYer: Balcik / BULGARİSTAN

Page 56: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

gede kesif Slav toplulukları ara-sında kalmışlardır.2

Bosna’daki Osmanlı eserini en iyi temsil eden şey Bosna halkının kendisidir. Boşnakların siyasal ve toplumsal model ola-rak, tüm yıkım ve katliamlara, yakın geçmişlerindeki provokatif deneyimlerine rağmen bir ara-da yaşamada, Saraybosna’nın çok kültürlü yapısını koruma-da gösterdikleri bilinç bence Osmanlı’nın bıraktığı en anlamlı tarihî mirastır.

Mostar müftüsünün vecize gibi sözü: “Artık bundan sonra kimse bizi yok edemez; zira mezarların parklara dönüştü-

rüldüğü dönemden parkların mezarlık yapıldığı bir savaş dö-neminden geçerek kimliğimizi korumanın bedelini ödedik.”3 Sırp katliamıyla hatırladığımız Bosna aslında taşıdığı Osmanlı mirasının, Osmanlılık kimliği-nin bedelini ödedi. Bu bize Os-manlılık denilen olgunun sade-ce Türklerden ibaret olmadığını da işaret ediyor.

Rum Gazileri“Bunlar ve nicesi, evvelkilerdir

Cennet mekândırlar, yanabil-

mezler”

N. Yıldırım Gençosmanoğlu

Balkanlar’da Türk kültürü ve dili ile ilgili izler 13. yüzyıldan

itibaren görülür. 14. yüzyıldan sonra dinî tasavvufî edebiyat yayılmaya başlamıştır. Bunun somut örneklerinden olan aynı zamanda Mostar’da görülme-si gereken yerlerden biri de Blagey’dir. Son derece güzel bir mekân, bir tekke için en elve-rişli su kenarı. Doğa ve mimarlık güzellikte yarışmış âdeta.

Balkanlar’da 14. ve 18. yüz-yıllar arasında Balkan halkları dil ve dinlerini değiştirmeden Türk usûlü yaşamışlardır.4 Bu tarzın bu rahatlığın, bu serbestliğin, bu hoşgörülü hayatın sonunda Makedonya’da, Bosna’da Hris-tiyan halk, kitleler halinde İslâm dinine geçmişlerdir. “Osmanlı ile birlikte yaşama biçimleri, ge-lenek ve görenekleri, kültürleri, cami, hamam, medrese, tek-ke, türbe değişimin simgeleri olmuştur. Özellikle 15. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun si-yasal alanda da güçlü olduğu bu dönemlerde edebiyatta da etkili eserler ortaya çıkmıştır.Gül budanmış dal dal olmuşMenekşesi yol yol olmuşSiyah zülfün tel tel olmuş

Ben bu yerlerden gideliGurbet ellere düşeliÖksüz Âşık

Âşıklar sazını ve bağlı bu-lundukları âşıklık geleneğini ta Balkanlar’a taşıyarak buralara yaymışlardır. Çeşitli tarikatlara bağlı dervişler, şeyhler gelerek tekkeler kurmuşlardır. Buralarda yetişenler Balkan divan edebiya-tının ve Balkan Türk tekke ede-biyatının temellerini atmışlardır.5

56 Somuncu Baba

Tombul Baba Camii Şadırvanı Shumne / BULGARİSTAN

Page 57: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Rumeli coğrafyasında o ka-dar tutulur ki divan şiiri. Sa-dece Bosna’da 26 büyük şair, Belgrat’ta ise 11 büyük şair ye-tişmiştir.6

Balkanlar’da doğmuş pek çok şair de İstanbul’a giderek şöhret olmuşlardır. Osmanlı’dan sonra “Balkan Kökenli” Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde pek çok Türk şair ve yazarlar bili-yoruz. En bilinenleri; Yahya Ke-mal Beyatlı, Mehmet Âkif Ersoy, Ömer Seyfettin. Milli Edebiyat akımına öncülük eden Genç Kalemler Mecmuası Selânik’te başlar yayına. Aslında Os-manlı izleri Anadolu’dan çok Rumeli’de daha iyi görülebilir.

Bu kayırmadan çok ayırmama-nın neticesidir. Sırp ve Hırvat dillerinde 7000 Türkçe kelime-nin bulunması ne büyük etkiler, neler bırakıldığının bir delili de-ğil midir?

“Ben ölürüm BOSNA-HERSEK düşerseUz, Kıpçak, Tacik bana küserseFikir atım, sevi dağın aşarsa;

Maraş, Antep, Şırnak vatanım derimŞakak kemiğinden süzülür terim”

Sıddık Özer

Bosna-Hersek Müslümanla-rı yaşadıkları bölgelerde, üste-lik de yüzyıllar boyunca süren Türkçe ve oldukça da güzel bir edebiyat meydana getirmişler-

dir. Bosna’daki Müslüman Türk edebiyatının ilk dönemi olarak kabul edilen XVI-XVII. yüzyıl-larda daha çok lirik türde edebî eserler verilmiştir. Bu dönem-de Ziyai, Nekresi, Derviş Paşa, Beyazidagiç, Mezaki, Sabit gibi şairler öne çıkarlar. Hele de Sabit’in Miraç ile ilgili manzu-mesi çok ünlüdür.7

Hülâsa Kemal Tahir’in dediği gibi Türkiye’nin yolu tarihinden kesiliyor. Bu eşsiz eserler, bu kültür, bu birikim ister istemez bizi dünya devleti konumuna getirmiştir. İstesen de sıyrıla-mazsın. Sorumluluk var üstün-de. Büyüklüğün gereği bu.

Bosna Hersek Destanı“Bosna’nın dağları dumandır, kardırMüminin sükûtu sade vakardırOrda Osmanlı’nın kokusu vardır;

Yüksekte olmalı, iman yüksekte!Her şehit bir tohum, Bosna-Hersek’te”Ahmet Çelen

57Şubat / 2007

1- İsen, Mustafa, Balkanlarda Değişen Sı-nırlar, Türkiye Günlüğü, Sayı:19, Yaz-1992, s. 90

2- Kafalı, Mustafa, Bosna-Hersek Meselesi, Türk Yurdu, Temmuz-1995, Sayı: 95, s. 3-4

3- Kemal Kahraman’ın Balkanlardaki Os-manlı Varlığı Üzerine Akif Emre ile Yap-tığı Konuşma, Çerçeve, sayı: 25, Ocak-2000, s. 123

4- Artun, Erman, Rumeli Kültürü, Balkan Türk Edebiyatlarına Genel Bir Bakış, Sayı: 8, Kış-2004, s. 68

5- Artun, Erman, a.g.e., s. 696- Doğan, M. Nur, Divan Şiirinde Rumeli

Coğrafyası ve Rumeli Şehirleri, Rumeli Kültürü, Sayı: 9-10, 2004, s. 23

7- Mometak, Fehim, Türkçe Yazılmış Bosna Edebiyat Mirasını Araştırmak (Çev: Altay Suroy), Yedi İklim, Sayı: 55, Ekim-1994, s. 41

Dipnot

Fotoğraf: Bekir SARI Gazi Hüsrev Bey Camii ve Külliyesi / Bosna - Hersek

Page 58: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

TarihResul KESENCELİ

Şifahane ve İnsan

İ slâmiyet insana, insan hayatına ve insan sağlığına çok büyük önem vermiştir. Öyleki tarihte tıp ala-

nındaki ilk karantina sistemi Hz. Peygamber (s.a.v) ta-rafından Tebük seferi sırasında Şam’daki veba salgını üzerine konulmuştur. Amaç; hastalığın diğer insan ve coğrafyalara yayılmasını önlemektir. Yukarda bahset-tiğimiz ilahi mesaj doğrultusunda İslâmiyet insan ve toplum sağlığına çok önem vermiş ve bu doğrultuda tarihi yönlendirmiştir. İslâm tarihinde sağlık hizmet-leri alanındaki ilk hareket Hz. Peygamber (s.a.v) dö-neminde başlamıştır. Öyleki ilk sağlık merkezi (sağlık çadırı, ocağı) Hendek savaşı sırasında oluşturulmuş-tur. Yaralıları tedavi etmek için ve askerlere hizmet amaçlı olarak kurulmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v)’in emriyle Rafidetü’l – Ensariye ve Ümmüyetü’l - Caffa-riye isimli iki hanım tarafından kurulmuştur. Burada hasta ve yaralılar tedavi edilirken ilk tedavi gören ise ok isabetiyle yaralanan Sa’d bin Muaz adlı sahabe olmuştur. İşte bu şekilde İslâm tarihindeki ilk sağlık merkezi oluşturulmuş oldu. Bundan sonra da tarihte yaşayan diğer İslâm ümmetine örnek teşkil etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’i örnek alan çok sayıda hü-kümdar, vezir, paşa, veli, şeyh, derviş ve fertler şifa-haneler ve bimarhaneler kurmuş buraları insanlığın hizmetine açmışlardır.

Selçuklular döneminde yoğun olarak açılan da-rüşşifalara (hastaneler) ihtisas sahibi, yetenekli tabip-ler, cerrahlar, hemşireler, hastabakıcılar tayin edilmiş-tir. Selçuklu Şifahanelerinin en meşhurları Kayseri,

“Kim bir canı bir can karşılığında

veya yeryüzünde bir bozgunculuğu

olmaksızın öldürürse, bütün

insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir insanın hayatını karartırsa bütün

insanların hayatını karartmış gibi olur.“

(Maide-32)

58 Somuncu Baba

Page 59: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Amasya, Kütahya ve Divriği’de bulunmaktadır. Bunların en meşhuru ise Kayseri’de kurulan şifahanedir. Öyleki Mardin Da-rüşşifasından sonra ilk tıp med-resesi (Tıp fakültesi)’dir. Gevher Nesibe Şifahanesi olarak tanı-nan bu hastahane I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun için yap-tırılmıştır. Tıp medresesi ve Da-rüşşifası olarak günümüze ka-dar gelen bu şifahane insanlığa çok önemli hizmetler vermiştir. Gevher Nesibe ismi Türk hem-şireliğinin sembolü olmuştur.

Tarih boyunca Selçuklu ve Osmanlı Devleti şifahaneler, bi-marhaneler kurmuş bunları tüm insanlığın hizmetine sunmuştur. Öyleki tedavi ve insana yardım konusunda Müslüman ve gayri müslim farkı gözetmeksizin tüm insanlığa hizmet etmişler bunun karşılığında ise hiçbir maddi bedel beklememişler yalnızca Allah rızasını ilke edinmişlerdir. Tarihte yaşanan şu örnek tablo çok ibret vericidir: Türk-İslâm dünyası üzerine düzenlenen Haçlı Seferlerinde Haçlılar çok insan katletmişler çok kan dökmüşler ve her tarafı yakıp yıkmışlar çok fazla zararlar ver-mişlerdir. Buna rağmen seferler ve savaşlar sonrası yaralı düşen ve ağır durumda olan haçlı as-kerleri Müslüman hekimlerce savaş alanlarından toplanmış şi-fahanelerde itina ile tedavi edil-dikten, iyileştirildikten sonra serbest bırakılmıştır. Bu durum karşısında hayretler içerisinde kalan haçlı askerleri mahcubi-

yetlerini bildirirken tekrar ül-kelerine dönmedikleri gibi bir bölümü İslâm dini ile şereflen-mişlerdir.

Selçuklu ve Osmanlı döne-minde çok sayıda şifahane ve bimarhane yaptırılmıştır. Vakıf yoluyla yapılan bu kurumların işletilmesi ve denetlenmesi de vakıf yoluyla olmuştur. Özellik-le şifahanelerin yanında kurulan Vakıflar hastalarla ilgilenip tedavi-lerini yaptırmışlardır. Hastayken çok ilgilenildiği gibi iyi olduktan sonra da hemen hasta taburcu edilmez Vakıf yetkilileri tarafın-dan misafir edilir, bir ihtiyacı olup olmadığı araştırılır, eğer çalışacak durumda değilse bir süre yetecek kadar harçlık tahsis edilir, hatta yol parası dahi verilirdi. Böylece insanlar sosyal hayata kazandırı-lırken güven ve inanç duyguları-da pekiştirilmiş olurdu.

Osmanlı döneminde yapılan

önemli şifahaneler ise şunlardır:

1539’da Hafsa Sultan, 1550’de

Hürrem Sultan adına kurulan

Manisa ve Haseki şifahanele-

ri, 1583’de Nurbanu Sultan’ın

kurduğu Topbaşı Bimarhane-

si, 1843’de Bezm-i Alem Vali-

de Sultan’ın yaptırdığı Gurabe

hastanesi, 1862’de Sadrazam

Kamil Paşa’nın eşi Zeynep Ha-

nım için kurulan Zeynep Kamil

Şifahanesi (hastanesi) önemli

sağlık merkezleri arasında gös-

terilebilir.

1- Sahih-i Buhari, Cilt 8, Cilt 10.2- A.İnan, Kayseri’de Gevher Nesibe

Şifahiyesi, Ankara 1972.3- A. Terzioğlu. İslam-Türk Hastaneleri

“Belleten” Ankara 1970.4- Nural Yıldırım, Kadın ve Aile “İslam

Tarihi Boyunca Sağlık Hizmetlerinde Kadınların Yerleri” Sayı 105. 1999.

5- Osman Turan, Türkiye Selçukluları Tarihi.

Bibliyografya

Yıldırım Beyazıd Darüşşifası Eyüp / İSTANBUL

59Şubat / 2007

Page 60: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Kültürler Arası Eğitim Nedir?

Kültürler arası eğitimi, farklı kültür ve inançlara sa-hip insanların karşılıklı olarak birbirlerini tanıyıp,

bir arada nasıl daha problemsiz yaşayabileceklerini araştırıp, çözüm önerileri getiren yeni bir ilim dalı ola-rak tarif edebiliriz. Kültürler arası eğitimin kültürleri birbirine tanıtıcı özelliği vardır. Böyle bir eğitimin he-defi ise bireylerin çok kültürlü ortamda uyum içinde yaşayabilmelerini sağlamaktır. Kültürler arası eğitimin ilgi alanları, hoşgörü, dayanışma ve evrensel değer-lerdir.1

A.F. Oğuzkan kültürler arası eğitimi şöyle tarif et-mektedir: “Kültürler arası eğitim, kültürel bakımdan var olan veya olabilecek gerginlikleri, ön yargıları azalt-mak, bir ülkede ya da bir bölgede yaşayan değişik insan topluluklarının ortak yaşama tam olarak katılmalarını sağlamak amacıyla düzenlenen eğitim şeklidir” veya

“okulda öğrencilerin din ve soy ayrımı gözetilmeksizin birlikte yaşama, çalışma ve oynama yönlerinden do-laysız yaşantılar kazanmasına önem veren eğitim yak-laşımıdır.”2

Din Eğitiminin bir alt disiplini ya da disiplinler üstü bir etkinlik olarak kabul edebileceğimiz kültürler arası eğitimde, konunun sadece teorik olarak sunulmasın-dan ziyade, öğrenciler bizzat yaşayarak ve katılarak öğrenirler. Bütün derslerin bu tür eğitimi destekleye-ceği ve branşlar arasındaki bağın iyi kurulması gerek-tiği açıktır.

Kültürler arası eğitim, karşılaştırmalı eğitim süreç-

KültürMustafa ÖNDER

“Kültürler arası eğitim, kültürel bakımdan var olan veya

olabilecek gerginlikleri, ön yargıları azaltmak, bir ülkede

ya da bir bölgede yaşayan değişik insan topluluklarının

ortak yaşama tam olarak katılmalarını sağlamak

amacıyla düzenlenen eğitim şeklidir” veya “okulda

öğrencilerin din ve soy ayrımı gözetilmeksizin birlikte

yaşama, çalışma ve oynama yönlerinden dolaysız yaşantılar

kazanmasına önem veren eğitim yaklaşımıdır.”

60 Somuncu Baba

Page 61: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

leri ile desteklenip çözümle-nebilecek, düşünce ve sosyal alandaki deneyimlerin çoğulcu ve karmaşık şeklidir, biçiminde de tarif edilmektedir. Böyle bir eğitimin ön koşulunun başkası-nın düşüncesine saygı duymak ve desteklemek olduğu belir-tilirken, kültürlerin eşitliği, eş değerliliği, hoş görü, çoğunlu-ğun ve azınlığın birbirlerini an-lamaya hazır olmaları üzerine inşa edilecek karşılıklı bir süreç olduğu vurgulanmaktadır3

İçe kapanma, düşmanlıklar geliştirme dönemi artık kapan-mıştır. Tanıma, anlaşma, saygı, problemlere ortak çözümler arama dünyada geçerli olmaya başlamıştır. Gelişen teknolo-ji, çok amaçlı ve çok kültürlü toplum yapısı, insanların, kül-türlerin birbirlerini tanımalarını zorunlu hale getirmiştir.

İlişkide bulunduğumuz in-sanlarla anlaşabilmek, onları anlayabilmek, davranışlarına yön veren değerleri iyi tanımak-la mümkündür. Bu ise, insanın karşısındakinin dini, ahlak ve kültürü hakkında bilgili olma-sı ile mümkündür. Bunun için kültürler arası eğitime ihtiyaç vardır. Kültürler arası eğitimde öncelikle herkesin kendi kültü-rünü ve dinini öğrenmesi esastır. Çünkü kendi dinini bilmeyen ve ona saygı duymayan birisi, başkalarının dinini ve bundan kaynaklanan davranışlarını an-lamada güçlük çekecektir.4 Kül-türler arası eğitim belki de en çok Türkiye’yi ilgilendirmekte-dir. Bunun iki önemli sebebi ya da cephesi vardır:

a- Türkiye’nin yurtdışına çok işçi gönderen bir ülke olması ve bunların çocuklarının eğitimi

nedeniyle Müslüman-Türklerin diğer din mensuplarıyla tanış-masını sağlamak.

b- Türkiye’nin kendi içinde de gruplaşma ve cemaatleşme-lerin çoğalması ve aralarındaki uçurumun, hoşgörüsüzlüğün gitgide artması nedeniyle Müs-lüman-Türklerin iç bünyelerin-deki alt kültürlerin ve grupların birbirlerini tanımalarını sağla-mak.5

Dünya’da, özellikle Avrupa’da iç ve dış göçler neticesinde bü-tün milletler için bir kültür karşı-laşması ve inanç farklılığı ortaya çıkmıştır. Bu çok dinli ve çok kültürlü yaşam yeni şartları ve yeni ihtiyaçları ortaya çıkarmıştır. Öyle ki bugün Almanya nüfusu-nun %8.6 sını yabancılar oluş-turmakta, Türkler %28.1 ile bu nüfusun en büyük grubunu tem-sil etmektedirler.6 İlk ve orta öğ-

61Şubat / 2007

Fotoğraf: Bekir SARI “Bosnalı Üniversite Öğrencileri” Bosna - Hersek

Page 62: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

renim çağındaki Türk çocukları-nın sayısı 750.000 olarak telaffuz edilmektedir. Bunlar bazı eyalet okullarında ciddi çoğunluk oluş-turmaktadırlar. Mesela Berlin’de yaşayan 170.000 Türk vatanda-şının ilk ve orta öğrenimde oku-yan 32.000 çocuğu vardır. Bu rakam Kuzey Ren Westfalya’da (NRW) 180.000’e ulaşmakta-dır. Yüksek öğrenimde 22.000 Türk çocuğu okumaktadır ve 100.000 civarında vatandaşımız Alman tabiiyetine geçmiştir.7

Yabancı nüfusun çoğalması bir “yabancılar eğitimi” prob-lemini ortaya çıkarmış, birçok ülke yabancılar eğitimi için ciddi çalışmalar yapmaya ve çözüm yolları aramaya başla-mışlardır. Nitekim Almanya’nın Kuzey Ren Westfalya (NRW) eyaletinde Soest şehrinde 1980

yılında bir enstitü kurulmuş, bu enstitü İslâm Din Dersleri için program geliştirme ve ders kita-bı hazırlama çalışmalarını halen devam ettirmektedir.8

Türkiye’nin halen 26 ülkede 3.305.303 vatandaşı bulunmak-tadır. Bunların okul çağındaki çocuklarının sayısı bir milyona yaklaşmıştır. Bu insanlara kendi kültürlerini öğretmek, kimlikleri-ni koruyup geliştirmeleri açısın-dan önemli olduğu gibi, içinde yaşadıkları toplumun kültürel değerlerini tanıyıp saygı duyma-larını ve mutlu yaşamalarını sağ-lamak için eğitsel adımlar atmak zorunludur. Yukarıdaki rakamlar kültürler arası eğitimin ülkemiz açısından ne kadar önemli ol-duğunu ortaya koymaktadır.

Ayrıca aşağıdaki sebepler bu önemi daha da artırmaktadır:

1- Türkiye’nin Doğu ile Batı ara-sında bir köprü konumunda bu-lunması,

2- Anadolu’da tarih sürecinde oluşan çok kültürlü toplum mo-dellerinin bulunması,

3- Batı Trakya, Balkanlar, Kıbrıs ve komşu ülkelerdeki Osmanlı mirası,

4- Yurtdışına yapılan insan gücü ihracı,

5- GAP’tan dolayı Türkiye’ye Doğu Avrupa ve Asya ile Afrika’nın fakir ülkelerinden ge-lecek insan gücü,

6- Türk Cumhuriyetleri ile yürü-tülen yoğun ilişkiler,

7- Türkiye’nin Gümrük Birliğine girmesi ve Avrupa Birliğine üye olmak için yoğun çaba harca-ması.9

62 Somuncu Baba

“Malezyalı Öğrenciler” MALEZYA

Page 63: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Kültürler arası eğitimin ülke-

miz açısından diğer bir önemli

yanı da şudur: Ülkemizde aynı

dine inanmalarına rağmen

mezhep, tarikat ayrılıkları gi-

derek artmakta, dini cemaatler

arasında, dindar ve dindar ol-

mayanlar arasında gitgide uçu-

rumlar büyümektedir. Aslında

tarih boyunca bu mücadele

sürmüş, her ekol veya mez-

hep diğerlerini tekfir edecek

kadar ileri gidebilmiştir.10 Öyle

ki, Avrupa’da yoğun olarak ve

az da olsa Türkiye’de camiler

dahi ayrılmaya başlamıştır. Bun-

lar, aynı kültürün alt bölümlerini

oluşturmalarına rağmen kendi

aralarında çekişmeye sebep ola-

bilecek farklılıklara sahiptirler.

Bu grupların birbirini tanı-ması, anlaması ve aynı hedefe gitmekte olduklarını fark etme-leri için de kültürler arası eğitim gereklidir. Herkes kendi inancı-nı, kültürünü, ananesini devam ettirecek ama karşısındakine saygı göstererek, birliği bozma-yarak. Son günlerde yaşadığımız olaylar birbirimizi tanıma ve an-lamada ne kadar geride olduğu-muzu gösteriyor. Kültürler arası eğitim genellikle “Dinler arası Diyalog” ve “Dinler arası Eğitim” kavramları ile birlikte zikredil-mektedir. Dinler arası diyalog çok geniş bir konudur ve maka-lemizin sınırlarına sığmaz. Ayrı bir inceleme konusu olan diya-log hakkında kısa bir kaynakça

ile yetinmek istiyorum.11

63Şubat / 2007

1- Bkz.Mustafa Önder, Prof.Dr. Beyza Bilgin ve Din Eğitiminde Yeni Yöntem Çalışmaları, AÜSBE, Basılmamış

Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1997 s.51–722- A.Ferhan Oğuzkan, Eğitim Terimleri Sözlü-

ğü, (3.Baskı), Ankara 1993, s.923- Bkz. Hasan Coşkun, Eğitim Teknolojisi Açı-

sından Kültürle arası Eğitim, Ankara 1996, s.4–9

4- Cemal Tosun, “Türkiye de Din Eğitimi ve Öğretimine Genel bir Bakış”, Tartışılan Değerler Açısından Türkiye, Ankara 1996, s.98

5- Ünver Günay,”Türklerin Dini Tarihinde ve Kültüründe Çoğulculuk ve Hoşgörü”,EÜİF Dergisi, S.10,s.49–68

6- U.Spuler- Stegemann, Muslime in Deutsch-land, Freiburg 1998, s.41–47

7- Bkz. Der Spiegel, 26.10.1998, s.44, Frank-furter Allgemeine Zeitung, 8 Şubat 1999, Mustafa Önder, “Almanya daki Türk Çocuklarına Yönelik Din Dersi Tartışma-ları–1”, Somuncu Baba Dergisi, S.23, s.30–31

8- “Landesinstitut für Schule und Weiterbil-dung” (Okul ve Meslek içi Eyalet Eğitim Enstitüsü) adındaki ve Klaus Gebauer baş-kanlığındaki bu kuruluş Türkiye’den de ilahiyatçılar çağırarak bir program hazır-lamış ve bunu yayınlamıştır. Bkz. Religiö-se Unterweisung für Schüler İslamischen Glaubens, Komisyon, Landesinstitut für Schule und weiterbildung, Soest 1986, s.10-11, Klaus Gebauer, “Religiöse Un-terweisung und Religionsunterricht für Sc-hülerinnen und Schüler İslamischer glau-bens in den Schulen des Landes Nordrhe-in-Westfalen”, Bildungsdiskussion in der Türkei und Deutschland, Ankara 1998, s.43-51, Klaus Gebauer, “Müslüman Öğrencilerin Alman Okullarındaki Dini Eğitimi”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Ankara 1991, s.75-88.

9- Hasan Coşkun, A.g.e, s.3310- Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.Süley-

man Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, İstanbul 1994

11- Bu konuda şu eserlere bkz. Hans Küng, Karl-Josef Kuschel, Evrensel Bir Ahlaka Doğru, Ter: N.Yaşar Aşıkoğlu, C.Tosun, R.Doğan, Gün yay., Ankara 1995, A.İsra Güngör, Vatikan Misyon ve Diyalog, Töre yay., Ankara 1997, Maurice Borrmans, Müslümanlarla Hristiyanlar Arasında Di-yaloga Yönelişler, Çev: E.Mehmet Ümit, Der,yay., İstanbul 1988, W.M.Watt, Mo-dern Dünya’da İslâm Vahyi, Ter: Mehmet S. Aydın, Hülbe yay., Ankara 1982, İsma-il R.Faruki, İbrahimi Dinlerin Diyaloğu, Çev:M.Karaşahan, İstanbul 1993, Beyza Bilgin, “İslâmı Yeniden Anlamak ve An-latmak”, AÜİF Dergisi, 75.yıl özel sayısı, Bilgin, “ Mezhepler ve Dinlerarası Eğitim ve İşbirliği” AÜİF Dergisi C.XXXIX, Bilgin, “Avrupa’ya Bir Ruh Vermek”, AÜİF Dergisi C.XXXVIII, Bilgin, Karanlığı Işık Yapmak-1, Gün yay., Ankara 1999, Abdurrahman Küçük, “Dinlerarası Diyalog Üzerine Bazı Düşünceler”, Din Öğretimi Dergisi, S.27, Mustafa Önder, Prof. Beyza Bilgin ve Din Eğitiminde Yeni Yöntem Çalışmaları, Basıl-mamış Yüksek Lisans Tezi, AÜSBE, Anka-ra 1997, W.M.Watt, Müslüman-Hristiyan Diyalogu, Ter: Fuat Aydın, Birey Yay., İs-tanbul 2000

Dipnotlar

Türkiye’den Öğrenciler TÜRKİYE

Page 64: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

“Çeşitli hadislerde ifade edildiği üzere, işlenen her

günah, kalpte siyah bir nokta olarak belirmektedir.

Günahlar çoğaldıkça, kalpteki siyah noktalar da

çoğalmakta ve zamanla kalp simsiyah olmaktadır.

Bundan sonra ise kalp mühürlenir ve hissiz ve

kaskatı bir hal alır. “

Gönül

Dilimizde kalp ve yürek kelimeleriyle ifade edilen gönül, kültür ve edebiyatımızda olduğu kadar

dinî düşüncemizde de önemli bir yere sahiptir. İstek, sevgi ve nefretin oluştuğu yerdir. İnsanı insan yapan ve insanı insan olmaktan çıkaran da yine gönüldür.

Tasavvuf inancında gönül, çoğunlukla ten kafesinde hapsedilmiş bir kuşa benzetilir. Yaratılış sırasında mad-desi toprak olan insana Allah’ın üflediği bir ruhtur o. Bu nedenle hapsedilmiş olduğu beden kafesinden kurtu-larak, asıl ait olduğu yere, mutlak sevgiliye bir an önce kavuşmak için çırpınır durur.

O, aynı zamanda çabucak kırılabilecek özelliğe sahip, içinde can ipliği veya fitili yanan cam bir fanustur. Bu an-lamı ifade etmek için bir türküde şu sözlere yer verilir:

Kırma gönül şişesiniYapan bulunmaz bulunmaz

Küçük bir kainât olarak kabul edilen insandaki Allah’ın misafir olarak bulunduğu makam ve meskeni-dir. Nasıl ki Kâbe Allah’ın yeryüzündeki evi ise, insan bedeninde bulunan bu yer de gönüldür. Yunus Emre bu durumu

Gönül Çalab’ın tahtıÇalap gönüle baktıİki cihan bedbahtıKim gönül yıktı ise

mısralarıyla anlatır. Allah’ın cemal ve celal gibi sıfatları-nın tecelli ettiği yerdir gönül. Bir kutsi hadiste “Ben yere ve göklere sığmadım, ancak mü’min bir kulumun gönlü-ne sığdım” buyrulmaktadır ki bir ilahide bu durum

Yere göğe sığmayandır müminin gönlündedirGönlümün içinde sultanımdır Allah hû diyen

sözleriyle dile getirilmektedir.

EdebiyatAlim YILDIZ

64 Somuncu Baba

Page 65: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

65Şubat / 2007

Fakat Allah’ın bir gönle tecel-li etmesi için bazı şartlar vardır. Öncelikle Allah’ın tecelli edeceği gönlün, her türlü günahtan arına-rak saf ve berrak bir hale gelmiş olması gerekmektedir. İkinci ola-rak da büyük mutasavvıflardan Şemseddin Sivâsî’nin

Sür çıkar gayrı gönülden tâ te-celli ede Hak

Padişah konmaz saraya hâne mâmûr olmadan

mısralarıyla anlattığı gibi masiva, gayr ve ağyâr kelimeleriyle ifade edilen, Allah sevgisinden başka tüm sevgilerin sürüp çıkarılmış olması şarttır. Çünkü padişah ola-rak kabul edilen Cenab-ı Hakk’ın, insan ülkesinin gönül sarayına misafir olabilmesi için o sarayın misafirin şanına lâyık bir hale ge-tirilmesi gerekmektedir.

Çeşitli hadislerde ifade edildiği üzere, işlenen her günah, kalpte siyah bir nokta olarak belirmekte-dir. Günahlar çoğaldıkça, kalpteki siyah noktalar da çoğalmakta ve zamanla kalp simsiyah olmaktadır.

Bundan sonra ise kalp mühürlenir ve hissiz ve kaskatı bir hal alır.

Mutasavvıflar tarafından Allah’ın tecellilerini yansıtan bir aynaya benzetilen gönlün bu te-cellileri yansıtabilmesi için yuka-rıda ifade ettiğimiz günahlardan meydana gelen kir ve paslarda temizlenmesi ve cilalı bir şekil al-ması gerekmektedir. Kalpteki bu lekeleri silmek için günahlardan dolayı tövbe ederek Allah’a sığı-nılmalıdır.

İnsan vücudunda bu kadar önemli bir konuma sahip olan gönül, kırılmaması gereken bir uzuvdur. Gönül kırmak büyük günahlardan sayılmaktadır. Gö-nül kıran bir müminin halini Yu-nus Emre şu şekilde izah eder.

Bir kez gönül kırdın ise O kıldığın namaz değilYetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil

Buna göre gönül kıran bir mü-minin abdest alması, başka din ve inançlara sahip olan insanların el

ve yüzlerini yıkamasına benzer.

Dolayısıyla namazın şartlarından

biri olan abdest gerçekleşmedi-

ğinden, kılınan namaz da namaz

özelliğine sahip olmayacaktır. Aynı

şiirin son dörtlüğü de şöyledir.Yunus Emre’m der hocaİstersen git bin Hacc’aHepisinden iyiceBir gönüle girmektir.

İmâm-ı Rabbanî de bu konuda şunları söylemektedir: “Kalp kır-maktan oldukça sakınınız. Allah’ı en çok inciten büyük günahlardan ilki Allah’ı inkardır. Bundan sonra ise kalp kırmak gelmektedir.”

Yazımızı Alvarlı Muhammed Lütfi’nin bir şiiriyle bitirelim.

Ol fakir ki yüzün bakarGözlerinin yaşı akar

Mü’min olan kalp mi yıkarBoynuna lanet mi takar

Sakın incitme bir cânı

Yıkarsın arş-ı Rahmân’ı

Page 66: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Bir Yabancı Gözüyle Geçmiş Toplumumuzdan

Görünümler

Y eni bir yere gittiğimizde, yeni bir topluma karış-tığımızda hepimiz öncelikle onları değerlendirir,

bir kanaat sahibi olmaya çalışırız. Bu arada oraları veya onları kendi ülkemiz ve insanlarımızla karşılaş-tırır, bizim örf ve adetlerimize benzeyen veya ben-zemeyen yönlerini belirlemeye çalışırız. Sıradan in-sanlar bu tespitlerini birer hatıra olarak korurlar, yeri geldiğinde de çevrelerindekilere aktarırlar. Böylece sohbetlerini zenginleştirirler. Bilgi kadar görülenler-den de faydalanmak esas olduğundan, bir atasözü-müzde “Çok gezen mi, çok okuyan mı daha iyi bilir?” denmiş, yani gezip gören kişinin sözlerine de itibar edilmesi istenmiştir.

Zaman zaman çevremizde değişik amaçlarla, farklı yerler görmüş, yeni insanlar tanımış kişilerle karşılaşırız. Onlar görmüşler ve gördüklerini naklet-mekteyseler, kendilerini dinlemek eğlenceli ve hattâ öğretici olabilir. Nitekim televizyonlardaki bir kısım belgesel programlarını da bu çerçevede değerlen-dirmemiz mümkündür. Bununla birlikte kişiler gör-düklerini anlatırken, kendi değerlendirmelerini de katmakta iseler, sözlerinin tamamının aynı değere sahip olamayacağını düşünmemiz gerekir. Çünkü herkes değerlendirmelerini sahip olduğu alt yapıya, bilgi donanımına ve daha da önemlisi kendi durdu-ğu noktaya, değer yargılarına göre yapar. Bunlar ve diğer mülâhazalarımıza rağmen gezip görenlerin an-lattıklarından geçmişte faydalandık, bundan sonra da faydalanmaya devam edeceğiz.

KitapProf. Dr. Nesimi YAZICI

“Müslümanlar arasında çok büyük saygı görür.

Kesinlikle pis işlerde kullanmazlar. Yolda küçük bir kâğıt parçası buldukları zaman, yerden alıp öperler

ve bir duvar deliğine koyarlar. Bu durum,

kuşkusuz Kur’ân’a duyulan saygıdan kaynaklanır.

Kur’ân’ı taşırken kesinlikle belden aşağı tutmazlar… ”

66 Somuncu Baba

Page 67: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Bize gitmediğimiz, görme-diğimiz yerleri, tanımadığımız insanları anlatan, onların örf ve adetlerinden bahsedenlerin çok azıdır ki, bu tespitlerini yazıya dökerler. Diğerlerinin bilgi ve görgüleri, hayatlarının son bul-masıyla birlikte, gitgide daha da sönükleşen hatıra parçacıkları halinde unutulmaya terk edi-lir. Bununla birlikte tanımak ve tanıtmak amacıyla yapılmış se-yahatler de vardır. İşte onların kitapları sayesinde biz, çok uzak geçmişler hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Onların eserleri sıra-dan okuyucular kadar tarihçile-rin de dikkatlerini çeker ve mazi-nin anlatımında, gerekli usullere uyarak, onlardan faydalanırlar.

Bizim geçmiş toplumumuz ve hayatımız çok sayıda seyya-hın ilgisini çekmiş, hakkımız-da birçok kitaplar yazılmıştır. Bunların kimilerinde haklı, ki-milerinde haksız olarak yeril-miş, kimilerinde tarafsız olarak gösterilmiş, kimilerinde ise yazarların menfi yönde bütün taraf tutma çabalarına rağmen bir kısım iyi niteliklerimizle yer alabilmişizdir. Biz bu defasın-da 1672’den itibaren iki sene süreyle İstanbul’da kalmış bir Fransız’ın, Guillaume Joseph Grelot’nun Relation Nouvelle d’Un Voyage Constantinople (Paris, 1680) adlı seyahatnâme-sinin Maide Selen tarafından İstanbul Seyahatnamesi (İstan-bul, 1988) ismiyle dilimize ka-zandırılmış olan eserinde nasıl tanıtıldığımızı değerlendirmeye çalışacağız.

Guillaume Joseph Grelot eserini, “Majestelerinin, daima muzaffer ordularını oraya gön-derdiğinde yararlanmak üzere, egemenliğine alacağı yerlerin hiç olmazsa şeklini kendilerine sunma” isteğiyle, XVI. Luis’ye sunmuştur. Onun bizim de-ğerlerimize karşı hiç de saygılı olmadığını ise, çok sayıdaki di-ğer ifadeleri yanında, Ayasof-ya Camii’nin içerisinde çizim çalışmaları yaptığı sırada, gizli gizli şarap içmekten, domuz eti yemekten geri durmamasından anlamamız mümkündür. Bu-nunla birlikte Grelot seyahat-nâmesinde bizimle ilgili birçok olumlu tespitlerini ifade et-mekten de kendini alamamıştır. Onun eserinde İstanbul’un ge-nel görünümü, sarayları, cami-

leri, bahçeleri yanında dönemin Türk toplumunun yapısı, günlük hayatın çeşitli yönleri hakkında oldukça detaylı bilgiler bulun-maktadır. Ayrıca da anlatımla-rını destekleyen gravürlerin yer alması, seyahatnâmenin bizim açımızdan değerini daha da ar-tırmaktadır.

Şimdi onun tespit ve değer-lendirmelerine geçebiliriz. Gu-illaume Joseph Grelot eserinde zaman zaman Osmanlı ülkesin-deki din ve vicdan hürriyetin-den bahseder. Nitekim onun o sırada hapishane olarak kulla-nılan Yedikule hakkında bilgi verirken “Hristiyan bir mahkum için, küçük bir şapelde rahiple-rin missa ayinini yapmalarına ve dinsel işlemlerini serbestçe

67Şubat / 2007

Page 68: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

yerine getirmelerine izin verilir” kaydını koymuş olması dikkat çekicidir. Nitekim o Osmanlı ülkesinde kölelerin durumun-dan bahsederken, diğer dinle-rin mensubu gayrimüslim tebaa yanında kölelere de, inanç ve ibadet konusunda eksiksiz ser-bestlik verildiğini açık biçimde ifade etmiştir.

Grelot’nun seyahatnâmesin-de Osmanlı ülkesindeki Müslü-manların dinî hayatlarıyla ilgili olarak da enteresan tespitler yer almaktadır. Ona göre Türkler samimi Müslümanlardır. İba-detlerini yerine getirmekte ga-yet titizdirler. Hattâ Avrupalı Hristiyanların onların ibadet ha-yatlarını örnek almaları yerinde olacaktır. Nitekim şu sözler ona aittir; “Kiliselere saygısı olmayan Hristiyanlardan, ibadet sırasında Türklerin Tanrı’ya karşı yükümlü-lüklerini nasıl bir tevazu ve özen-le yerine getirdiklerini büyük bir dikkatle izlemeleri istenmelidir.

Böylece, Müslümanların beden-lerinde ya da giysilerinde kalmış en küçük pisliği bile ne kadar özenle yıkadıklarını gözleyerek, kiliseye günahla kirlenmiş bir ruhla girmemeyi, kilise kapısın-da, dünya entrikalarından sıyrıl-mayı; ibadete adanmış mekânla-rın çoğunda yaptıklarının tersine hiç konuşmamayı öğrenebilirler. Hattâ, Türklerin ayakkabılarını kapıda çıkarmadan camiye gir-mediklerine, ibadet sırasında sessizliği ve tevazûyu korudukla-rına dikkat etmeleri bile övgüye değer”.

Grelot Müslümanların du-rumunu ifade ettikten sonra, İstanbul’daki Hristiyanların din-lerine olan kayıtsızlık ve samimi-yetsizliklerinden söz eder ve bu arada, kendisinin Ayasofya’ya gösterdiği ilgiden etkilenen, İs-tanbul doğumlu seksen yaşların-daki bir Rum’un anlattıklarına da yer verir. “Bu sevimli ihtiyar heyecandan titreyerek elimi tut-

tu ve gözyaşları içinde: “Ah evla-dım! Eğer atalarımız Ayasofya’ya Türkler kadar saygı gösterselerdi, bu kilisenin de, kentin de efendi-si hâlâ biz olurduk” dedi. “Ama” diye sözlerini sürdürdü, “evinin onuru konusunda kıskanç olan Tanrı, Bizanslıların bu günahını, öteki günahlarından daha ağır cezalandırdı”. Sonra, bu konu-da dedesinden defalarca din-lediklerini anlattı: “Son Doğu imparatorlarının hükümdarlık dönemlerinde kendini beğen-mişlik öyle bir hale gelmiş ki, biraz mal mülk sahibi zenginler bile Ayasofya’ya atla girerler ya da kiliseye kadar kendilerini tah-tırevanla taşıtırlarmış ve ortalık da hayvan pisliğine bulanırmış”.

Grelot büyük camilerimizin dış kapılarında bugün hâlâ varlı-ğını koruyan ve geçmişte at üze-rinde gelen sultanın eğilmeden geçmesine imkân vermeyen, böylece herkese Yüce Yaratıcı karşısındaki aczini ve hiçliği-

68 Somuncu Baba

Page 69: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

ni hatırlatan kalın zincirlerden bahsetmiyorsa da, tevazularının göstergesi olarak Müslümanların camiye daima, “başlarını eğerek girdiklerini” belirtiyor ve ibadet hayatları hakkında ilginç detay-lar vermekten de geri kalmıyor.

“Müslümanlarda durum fark-lıdır. İbadet sırasında öyle sade ve mütevazi duruşları vardır ki, bu büyük itaati anlatmak im-kânsızdır. Tanrı’ya dua ederek iyice yıkandıktan ve caminin ka-pısında ayakkabılarını çıkarttık-tan sonra, olabildiğince imama yakın bir yere yerleşirler. Önde oturanı itmeden, rahatsız etme-den, öylece diz çöküp topukla-rının üstüne otururlar. Doğulular bunu en mütevazi duruş olarak nitelendirirler. O şekilde, ya-nındakiyle konuşmadan, hatta bunu yapmayı akıllarından bile geçirmeden ibadetin başlama-sını beklerler”(s. 203-204). O daha sonra namaz hakkında geniş bilgi verir, bir yabancı için görsel malzeme olmak üzere namaz kılan Müslümanların resimleri-ni de çizer. Seyahatnâmesinin bir başka yerinde tekrar na-maz konusuna değinen Grelot, Müslümanların günde beş vakit namaz kılmakla elli vaktin seva-bını kazanmayı umduklarından bahseder. Namaz konusundaki titizliklerine dikkati çeker ve namaz vakti geldiğinde kervan-la seyahat etmekte bile olsalar, hemen yolculuğa ara vererek Kâbe’ye yöneldiklerini, huşû içerisinde namazlarını kıldık-larını anlatır. Cuma ve Teravih namazlarından, kandil gecele-rinden ve nihayet Üç Aylarla

özellikle Ramazandaki ibadet hayatından, Bayramlardan bah-seder (s. 71, 129, 204-208).

Müezzinler ve ezan Grelot’nun dikkatini çeken iba-det unsurları arasındadır. Ezanı dinleyen Müslümanların, bu çağrıya uymadaki samimiyet-lerinden söz eder. Özellikle bayramlarda Sultan Ahmet Camii’nin her birinde üçer şere-fe bulunan altı minaresinde, çok farklı ses ve tonlarda okunan ezanların Müslümanların ku-laklarını okşadığından, halbuki Hristiyanların hiç hoşuna gitme-diğinden bahseder. İstanbul’da çevreyi etkileyecek çok fazla ses olmadığından müezzinlerin

“berrak ve dik sesleri kentin en uzak mahallelerine kadar ulaşır. Hattâ kent dışındaki önemli me-safelerden bile duyulmaktadır.

Grelot, bir İslâm mabe-di olarak Ayasofya’dan ve İstanbul’daki bazı büyük cami-lerle Müslüman Türklerin ge-nel olarak camilere verdikleri önemden bahsederken, “Tüm uluslar arasında, ibadete ayrılmış yerlere Türklerden daha saygılısı-nı bulma” nın zorluğunu dile ge-tirir (s. 129 vd., 208-234). Bunlar ya-nında onun dikkatini çeken bir husus da Türklerin af edicilikleri ve bağışlayıcılıklarıdır. “Türkler arasında kin gütmeye hemen hiç rastlanmaz. Bazı anlaşmaz-lıklar olduğunda, pazarları sayı-lan Cuma gününü düşmanlarıyla barışmadan geçiremezler ya da bunu yapamadılarsa en azından, düşmanlarını bağışlamak üzere, o gün Tanrı’ya dua etmek (tev-

be) zorundadırlar; aksi takdirde dualarının kabul olmayacağını düşünürler” (s. 179). Bununla birlikte dinleriyle alay edilmesi-ne da asla tahammül edemezler (s. 187).

Grelot’nun kitabını okuya-caklar bizim burada sözünü ettiğimiz hususlarda çok daha geniş bilgiler bulabilecekleri gibi, tabiatıyla bizim hiç de hak etmediğimiz biçimde yerildiği-mizi de göreceklerdir. Biz ek-sikliklerimizin üzerini örtmeden, güzelliklerin yayılmasını, ço-ğalmasını arzu etmekteyiz. Bu nedenle bu defa da satırlarımı-za, Grelot’nun da dikkatini çe-ken farklı bir yönümüzü ortaya koyarak son vermek istiyoruz. Fransız seyyah, Türk-İslâm top-lumlarının yakın geçmişe kadar varlığını koruyan bir niteliğine, üzerine Yüce Mevlamızın me-sajının yazılmış olması dolayı-sıyla kâğıda verilen kıymete de-ğiniyor. “Müslümanlar arasında çok büyük saygı görür. Kesinlikle pis işlerde kullanmazlar. Yolda küçük bir kâğıt parçası bulduk-ları zaman, yerden alıp öperler ve bir duvar deliğine koyarlar. Bu durum, kuşkusuz Kur’ân’a duyulan saygıdan kaynaklanır. Kur’ân’ı taşırken kesinlikle bel-den aşağı tutmazlar… ”.

69Şubat / 2007

Josephus Grelot, İstanbul Seyhatnamesi, Çev. Maide Selen, İstanbul, 1998; Gülgün Üçel-Aybet, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve İnsanları (1530-1699), İstanbul, 2003, s. 87-89 ve diğer muhtelif sayfalar; Rophaela Lewis, Osmanlı Türkiye-sinde Gündelik Hayat ( Âdetler ve Gelenek-ler), Çev. Mefkûre Poroy, İstanbul, 1973, s. 52.

Kaynakça

Page 70: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Ha

Çocuklara Allah Kavramının

Doğru Öğretilmesinin Önemi

PsikolojiYrd. Doç. Dr. M. Doğan KARACOŞKUN

A ile, çocuğun dini gelişiminde, en fazla etkiye sa-hiptir. Birey, diğer tüm davranışlarının şekillen-

mesinde olduğu gibi, Allah inancı ve diğer dini içerikli konularda da, ailenin etkisi altında kalır. Özellikle 2-6 yaşları arası çocuklar, kolay inanırlık ve taklit özellikleri gereği, anne-babanın her söylediğine inanır ve onların her yaptıklarını taklit etmeye çalışırlar. Bunu yaparken de, ne bir şüphe duyar, ne de itiraz etmeyi düşünürler.

Bu dönemde çocuğa verilen dini eğitim, bu konu-larda kullanılan ifadeler, özellikle de korkutucu yakla-şımlar, onun dini gelişimi açısından son derece önem-lidir. Örneğin, Allah ile ilgili olarak, “Allah seni gökten izliyor, sana ceza verecek”, “Yaramazlık yaptığında seni cehenneminde yakar”, “Allah seni taş eder” vb. ifadeler, Allah’ı çocuğun zihninde ceza veren bir varlık olarak algılamasına yol açacaktır. Çocuğun yaramazlık olarak değerlendirilen davranışlarıyla baş edebilmek için, “Al-lah” kavramını kullanmak, her ne kadar bilinçsizce ya-pılıyor olsa dahi, son derece yanlış ve tehlikelidir.

Bu şekildeki yanlış din eğitiminin, yanlış bilgilendir-me ve yönlendirmenin en önemli etkisi, çocuğun kişilik yapısı üzerinde olacaktır. Allah, ahiret, cehennem vb. dini konuları, birer korku unsuru olarak algılayan ço-cuklar, ailelerin bu konulardaki ısrarlı korkutmaları kar-şısında zamanla bu korkularını daha da derinleştirerek, çeşitli gelişim sorunları yaşayabilirler. Ayrıca, Allah ve din ile ilgili konuları, olumsuz duygu ve düşüncelerle değerlendirebilirler.

“Çocuklara dini konular ve özellikle Allah

kavramı öğretilirken, Allah’ın onları seven,

onlara merhametle yaklaşan, bir varlık

olduğu anlayışı öne çıkarılmalıdır. Bu

anlayışla yetişen çocuk, Allah’tan korkarak

kaçmak yerine, O’nu her zaman kalbinde

duyarak, kendini güvende hissedecektir.”

70 Somuncu Baba

Page 71: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

71Şubat / 2007

Çocuklar, her şeyden önce ilgi ve sevgiye ihtiyaç duyarlar. Bu an-lamda, ilgi ve sevgi gördüklerine yaklaşır, korku ve baskı gördükle-rinden kaçınmak isterler. Aslında yetişkinler de aynı yapıdadırlar. Ama çocuklarda bu yönelimlerin oranı daha yüksek olur. Çünkü onlar, korku ve baskıyı göğüsleye-bilmede bir yetişkin kadar güçlü olamazlar. Bu nedenle, çocukların zihinlerindeki ve kalplerindeki Al-lah anlayışı, kesinlikle onları seven ve onlarla sevgi ve merhametle ilgilenen bir varlık şeklinde olma-lıdır.

Yine çocuklar, özellikle ha-yatın ilk yıllarında, dış dünyaya güvenip güvenmeme konusun-da bir tür karar geliştirirler. Bu anlamda güven duygusunun ge-lişmesi, çocukların kendi dışında-kilerin güvenilir ve tutarlı olup ol-madıklarını bilmelerini ifade eder. Özellikle de ihtiyaçları olduğunda, bunu giderecek kimseler bulun-madığında güvensizlik duygusu geliştirirler. Bu duygu doğumdan itibaren ilk iki yıl içinde yeterince gelişmediğinde, daha sonraki yıl-larda çocuğun sorunlu olmasına yol açabilir. İşte bu noktada, ön-celikle anne-babaya düşen görev, çocuğu sağlıklı ve doğru bir din eğitimi ile, sevecen, tutarlı, gü-venilir bir kaynağa yöneltmektir. Yani çocuktaki güven eksikliği-ni yok etmeye çalışmaktır. Eğer anne-babalar, hurafelere dayan-mayan ve katı yaptırımlarla haya-tı zorlaştırmayan, en azından ço-cuk açısından bakıldığında, onun çocukça yaşantı ve düşüncelerini baskılamayan bir dini inanca sahip iseler, bu çocuğun güven

duygusunu pekiştirmesi yahut geç de olsa kazanmasında olum-lu rol oynar. Anne-babanın dini inançları vasıtasıyla kazandıkları iç güvenlik duygusu çocuğa geçer ve bebeğin dünyanın güvenilir bir yer olduğunu anlamasına yar-dımcı olur.

Bu güven duygusunun gelişi-mi, ileri hayattaki güven duygusu-nun yaşanma şeklini belirleyecek kadar önemlidir. Bu nedenle, on-lara kızan ve ceza veren bir Allah anlayışı, onlarda güven oluştur-mayacaktır. Üstelik yetişkinlerin, ibadet ve dua gibi dini davranış-larla yöneldikleri ve en güçlü ol-duğunu söyledikleri Allah isimli varlığın, çocuklara kızan ve onları cezalandıran birisi olması, çocu-ğun tüm hayata ve dış dünyaya olan güvenini temelli sarsacaktır. Mademki Allah bu kadar büyük ve güçlüdür, o halde onun tutarlı ve güvenilecek bir varlık olması son derece önemlidir. Aksi hal-de çocuk için dış dünya, korku ve güvensizlik kaynağı olmaktan başka bir anlam ifade etmeyebi-lir.

O halde, çocuklara dini ko-nular ve özellikle Allah kavramı öğretilirken, Allah’ın onları seven, onlara merhametle yaklaşan, bir varlık olduğu anlayışı öne çıkarıl-malıdır. Bu anlayışla yetişen ço-cuk, Allah’tan korkarak kaçmak yerine, O’nu her zaman kalbinde duyarak, kendini güvende his-sedecektir. Önemli olan onun

“Allah çocuklara kızmaz ve onları cezalandırmaz; aksine, onlara merhamet eder ve onları sever” şeklinde düşünebilmesini sağla-yabilmektir. Bu inanç ve anlayış çocuğun zihnine yerleştirildiğin-de, hem sağlıklı bir dini gelişi-me imkân sağlanabilecek, hem de onun temel güven duygusu, olumlu bir şekilde kişiliğinde yer alacaktır. Böylece çocuk, hayatı-nın her aşamasında güven duy-gusu yeterince gelişmiş olmanın yanında, kendi dışındaki dünyayı ve insanları sevmeyi ve sevilmeyi de doğal bir yaşantı haline getire-bilecektir.

1- Hüseyin Peker, Din Psikolojisi, Çamlıca Yay., İstanbul, 2003.

2- Beyza Bilgin, İslam ve Çocuk, D.İ.B. Yay., Ankara, 2004.

Kaynaklar

Page 72: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

“Muhammed Bâkır son derece güzel konuşurdu.

Onu dinleyen, huzurundan ayrıldıktan sonra da uzun müddet bu sözlerin etkisinden

kurtulamazdı.Hz. Ebu Bekir’i çok

sever, daima överdi. Ve “Kim ona Sıddîk

demezse, Allah dünya ve ahirette onun sözüne

doğruluk vermez” buyururdu.”

Muhammed Bâkır (k.s)

Örnek HayatYusuf HALICI

Muhammed Bâkır 676 (H.57) senesinde Me-dîne doğdu. Babası Hz. Hüseyin’in torunu

Zeynel’âbidîn, annesi Hz. Hasan’ın kızları Fâtıma’dır. Böylece hem baba, hem ana tarafından soyları Hz. Ali’ye dolayısıyla Peygamberimize ulaşmaktadır. 731 (H.113) yılı Zilhicce ayında yine Medine’de vefat etti. Cennetü’l-Baki kabristanında babasının yanına defnedildi.

Tabiînin büyüklerinden ve Medine’nin büyük fı-kıh âlimlerinden olan Muhammed Bâkır hazretleri sahabeden Câbir ve Enes bin Mâlik ile görüşüp on-lardan ilim öğrenip hadîs-i şerif rivâyet etmiştir. On iki imamın beşincisi kabul edilir.

Eline bir ilmî mesele geçti mi, onun özüne erme-ye çalışırdı ve bulurdu. O işin özünü bulup, hakkında bir irfan duygusuna sahip olmadan bırakmazdı. Ona Bakır denmesinin de sebebi budur.

Zamanını ya ibadetle, ya ilimle meşgul olmakla, ya bildiği şeyleri başkalarına öğretmekle, ya kendisi-ne gelenlere vaizi nasihat etmekle, ya da ihtiyaç sahi-bi kimselere yardım etmekle geçirirlerdi.

Muhammed Bâkır son derece güzel konuşurdu. Onu dinleyen, huzurundan ayrıldıktan sonra da uzun müddet bu sözlerin etkisinden kurtulamazdı.

Hz. Ebu Bekir’i çok sever, daima överdi. Ve “Kim ona Sıddîk demezse, Allah dünya ve ahirette onun sözüne doğruluk vermez” buyururdu.

Güldüğü zaman; “Allah’ım, bana darılma…” diye yalvarırdı.

72 Somuncu Baba

Page 73: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Kullar, Cenâb-ı Allah’a dua ettikleri zaman, bunu içten ge-len huzur ile yapmalılar der, ilâhi kaza ve belâyı, içten gelen bu duadan başka hiçbir şey geri çeviremez derdi.

Veciz Sözlerinden;

“O ne kötü din kardeş ki var-lık zamanında senin etrafından hiç ayrılmaz, yokluğa düşünce de seni terk eder yanına hiç uğ-ramaz.”

“Bir din kardeşinin sana karşı sevgisini, senin ona karşı kalbin-de bulunan sevgi ile ölçebilirsin.”

“Gönül zenginliği gibi zengin-lik yoktur. Gönül fukaralığı kadar da, fukaralık yoktur. En yüksek irfan, kendi kendini tanımaktır. İyi sıhhat kadar büyük bir nimet, başarı kazanmak kadar afiyet yoktur. Gayreti ve azmi uzatmak gibi yücelik, dünya mallarına karşı isteği azaltmak kadar da zahitlik yoktur. İnsaf kadar adalet olmaz. Hevâ ve hevese uymak kadar günah işlenemez. Allah’ın farzlarını yerine getirmek gibi itaat yoktur. Akılsızlık kadar mu-sibet düşünülemez. İşlenen bir suçu küçümsemek kadar fena bir şey olmaz. Haksızlığa ve kö-tülere karşı savaşmak gibi üstün-lük yoktur. Öfkeyi yenmek kadar kuvvet, tamah etmek derecesin-de de alçalış yoktur.”

“İlminden faydalanılan bir âlim, ibadetle meşgul olan bin kişiden daha yararlıdır. Bir âli-min ölümü, şeytanı yetmiş iba-det edicinin ölümünden daha çok sevindirir.”

“Başkalarının kabahatlerini sayıp döktüğü halde, kendi ka-bahatini ve ayıbını görmemesi, başkalarını kötü yola gitmekten men edip de, kendisinin o kötü yolun yolcusu olması ve hiçbir menfaati olmadığı halde, insan-lara yapılan zulüm ve eziyetten sevinç duyması insana noksanlık olarak yeter.”

“İnsanın kalbine az olsun, çok olsun bir kibir girecek olur-sa, giren kibir miktarı kadar, aklı da azalır.”

“Eline fırsat geçer geçmez bundan hemen menfaat sağla-maya kalkışma. Çünkü fırsatçılık insanları sonunda perişanlığa götürür.”

Câfer-i Sâdık’a nasîhati;

Muhammed Bâkır oğlu Câ-

fer-i Sâdık’a şöyle nasîhat etti:

“Ey evlâdım! Fasıklarla arka-

daşlıktan sakın. Böyle kimseler

seni bir lokmaya değişebilir. Cim-

rilerle dost olmaktan da sakın.

Zira ihtiyacın olduğu bir zaman-

da ihtiyacını gidermeye çekinir-

ler. Yalancılarla dost olma, sana

dost görünüp konuşur, ayrılınca

hâli değişir. Ahmaklarla dostluk

ve arkadaşlık kurma, onlar da,

sana iyilik yapıyorum zannede-

rek kötülük yaparlar. Akrabayı

ziyareti terk edenlerle de dost

olma. Çünkü böyle kimselerin

Kur’an-ı Kerim’in üç yerinde lâ-

netlenmiş olduklarını gördüm.”

73Şubat / 2007

Fotoğraf: Serkan ÖZTÜRK Ambariye Camii / Medine

Page 74: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Peygamberimiz (s.a.v.) ve Çocuklar

Çocukların iyi eğitilmeleri, manevi değerlerle do-natılmaları, olumlu kişilik özelliklerine sahip ol-

maları aile, devlet ve millet için hassas bir noktadır. Çünkü “Çocuklar bizim geleceğimiz.” diyoruz. Vatan, millet, devlet onlara emanet. Onların kurduğu aileler milleti oluşturuyor. Milletin refah seviyesine ulaşması için çocuklarımızı iyi yetiştirmemiz gerekiyor.

Çocuklarımızı yetiştirirken bir davranış modeline ihtiyacımız var. Bu alanda Müslümanlar için en güzel model Peygamberimiz (s.a.v.) dir. Hz. Peygamber’in kendi çocuklarına, torunlarına ve diğer çocuklara karşı nasıl davrandığını, onların seviyesine nasıl indi-ğini, onların onurlarının, kişiliklerinin zedelenmemesi için nasıl özen gösterdiğini; onların duygularına nasıl önem verdiğini, onlara karşı sevgisini nasıl gösterdiğini vb. bilmek biz anne-babalar için büyük önem arz et-mektedir.

Peygamberimiz (s.a.v)’in davranış modellerini ör-neklerle açıklamaya çalışalım.

Çocuklara Karşı Çok Müsamahalıydı

Peygamberimiz çocukları kırmaz, onları incitmez, azarlamaz, aşağılamaz ve hor görmezdi. Bir gün Rasu-lullah (s.a.v.) hutbe okuyordu. Tam bu sırada düşe kalka Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin geldiler. Bunun üzerine Pey-gamberimiz minberden indi ve onları yukarı kaldırdı ve (kucağına alarak) şöyle buyurdu.”Allahu Teala malları-nız ve evlatlarınız birer fitnedir.” buyurmakla gerçekten doğru söylemiştir. Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşü-ne baktım sözümü kesip, onları yukarı kaldırıp (kucağı-ma) almaktan kendimi alıkoyamadım.”

AileKevser BAKİ

“Peygamber Efendimiz çocuklarına karşı şefkatli ve içten

davranan bir baba idi. Onları sık sık

kucağına alır, öper ve okşardı. Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman onu kucağına alıp bağrına

basmış, gözlerinden yaşlar akmıştı.”

74 Somuncu Baba

Page 75: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

75Şubat / 2007

Çocuklara Büyükler Gibi Önem Verirdi

Peygamberimiz (s.a.v) için çocuklar cennetten yeryüzüne inen birer rahmet damlalarıydı. Onlara selam verir, hal ve hatır-larını sorardı. Enes (r.a.)’ın anlat-tıklarına göre “Rasulullah (s.a.v.) oynamakta olan çocukların yan-larına geldi, onlara selam verdi.”

Çocuklara Karşı Çok Şefkatliydi

Peygamber Efendimiz ço-cuklarına karşı şefkatli ve içten davranan bir baba idi. Onları sık sık kucağına alır, öper ve okşardı. Oğlu İbrahim vefat ettiği zaman onu kucağına alıp bağrına bas-mış, gözlerinden yaşlar akmıştı. Bu durumu soranlara “Gönül mahzun olur, gözler ağlar. Fakat Allah’ın dilediğinden, Allah’ın hoşnutluğundan başkasını söyle-meyiz. Vallahi ya İbrahim, senin ayrılışınla üzüntülüyüz.” buyur-muştur.

Yine oğlu İbrahim sütanne-sinin yanındayken o eve gider, İbrahim’i kucaklar, öper, koklar ve bir müddet sonra geri döner-di.

Allah Rasulü şefkatini sadece torunlarına ve çocuklarına gös-termezdi. Bütün çocuklar birer güldü O’nun için.

Çocuklarla Çocuklaşırdı

Peygamberimiz (s.a.v.) ço-cuklarla zaman zaman oyun oynar ve “çocuğu olan onunla çocuklaşsın” buyururdu. Alem-lerin Efendisi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in gönüllerince oyna-yıp eğlenmeleri için onlara eşlik ederdi. Kendisinden binek ol-

malarını istedikleri zaman yere eğilir, onları mübarek sırtına alır-dı ve “Bundan güzel deve olabilir mi?” buyururlardı.

Çocuklarla o kadar iç içe olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu.

Çocuklarla Şakalaşırdı

Allah Rasulü çocuklarla soh-bet eder şakalaşırdı. Çocukların bulunduğu meclislere girerdi. Enes b. Malik şöyle anlatır: “Ra-sulullah bizim yanımıza girdi. Benim Umeyr isminde küçük kardeşim vardı. Umeyr’in Nu-ğayr isminde küçük bir kuşu var-dı. Onunla oynardı. Bir gün kuş öldü. Bu sırada Rasulullah onun yanına girdi. Onu hüzünlü gör-dü. ‘Onun hali neden böyle’ diye sordu. Küçük kuşu öldü dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber ‘Ya Umeyr! Ne yaptı Nuğayr’ bu-yurarak onunla şaka yaptı.”

Çocuklara Karşı Çok Merhametliydi

Peygamberimiz (s.a.v.) ço-cuklarına ve torunlarına karşı çok merhametliydi. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Peygamberimiz, Hasanı öptü. Akra b. Habis bu sırada Peygamberimizin yanında oturuyordu. Rasulullah’ın torunu Hasan’ı öptüğünü görünce, Akra şöyle dedi: “Benim on çocuğum var, ben olanlardan hiçbirini öp-medim.” Bunun üzerine Pey-gamberimiz (s.a.v.) ona bakarak şöyle buyurdular. “Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.” Aişe validemiz ise bir rivayetin-de “Bir bedevi Peygamberimize geldi ve şöyle dedi: Siz çocukları

öpüyorsunuz ama biz öpmüyo-ruz.- Bunun üzerine Hz. Peygam-berimiz: “Allah kalbindeki acıma duygusunu çekip almışsa ben sana ne yapayım.”

Çocuklara Kızmazdı

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz çocukların hatasını görmezden gelirdi. Bunun en açık örneğini Enes (r.a.)’de görmekteyiz. Enes’i bir ihtiyaç için gönderir. Fakat Enes dışarı çıktığında çocuklarla oyuna dalar. Ve Enes şöyle de-vam ediyor: ”Birdenbire Rasu-lullah (s.a.v.)’in arkamdan başımı tuttuğunu hissettim. Ona baktım gülüyordu. “Ey Enes’cik, sana emrettiğim yere gittin mi?” bu-yurdu. bunun üzerine ben “evet gidiyorum ya Rasulallah! dedim. Vallahi O’na dokuz-on sene hiz-mette bulundum. Yaptığım hiçbir şey için: niçin şöyle şöyle yaptın! Yahut yapmadığım bir şey için: şöyle şöyle yapsaydın ya! dediği-ni bilmiyorum.”

Çocukların Gönlünü Kırmazdı

Hz. Peygamber çocukların uyarılması gerektiğinde; gönül-lerini kırmadan, onlara bağırma-dan, küstürmeden, azarlamadan ve ayıplamadan bunu yapardı. Her zaman çözüm yolu gösterir, yapmaları gerekeni tavsiye eder-di. Ebi Seleme’nin oğlu Ömer şöyle rivayet etmektedir: ”Ben Rasulullah (s.a.v.)’ın terbiyesi al-tında idim. Yemek yerken elim, yemek tasının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine Rasulullah bana:

”Ey çocuk! Besmele çek, sağ elin-le ve önünden ye.” buyurdular. Görüldüğü gibi Peygamberimiz yaptığının edep dışı ve ayıp olduğunu söylemeyip, yumu-şak bir dille uyarmıştır. Ömer:”

Page 76: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

76 Somuncu Baba

bundan sonra hep sağ elimle ve önümden yedim.”diyerek o ne-zih terbiyenin hedefine ulaştığını belirtmiştir.

Çocuklar Arasında Adaleti Gözetirdi, Ayırım yapmazdı

Peygamberimiz kız ve er-kek çocukları arasında ayırım gözetmezdi. Kız çocuklarında bulunan şefkate dikkati çekmiş ve: ”Kız ne güzel evlattır. Şefkat-li, yardımsever, munis, kutlu ve analık duyguları ile doludur.” bu-yurmuştur. Kendi çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi, şef-kat ve merhameti diğer çocukla-ra da gösterirdi. Peygamberimi-zin hizmetçisi Hz. Zeyd’in oğlu Üsame anlatıyor: “Rasulullah bir dizine beni, bir dizine de torunu Hasan’ı oturtur; sonra ikimizi bir-den bağrına basar ve ‘Ya Rabbi bunlara rahmet et. Çünkü ben bunlara karşı merhametliyim’ diye dua ederdi.” Allah Rasulü çocuklar söz konusu olduğun-da din ayırımı da yapmazdı. Bir yahudinin çocuğu hastalanmıştı. Bunu duyan Peygamberimiz ço-cuğu ziyarete gitti. Ona Müslü-man olması için telkinde bulun-du. Çocuk babasından izin aldı ve Müslüman oldu.

Allah Rasulü bir hadisi şerif-lerinde: “Allah’tan korkun. Ço-cuklarınızın size itaatli olmalarını istediğiniz gibi, siz de onların ara-larında adaletle davranınız. Allah öpücüğe varıncaya kadar her hu-susta çocuklar arasında adaletle davranmanızı sever.”

Çocukların Üzülmesini İstemezdi

Peygamberimiz zamanında

hanımlar Mescid-i Nebeviye namaz kılmaya geldiklerinde, çocuklarını da beraberinde ge-tirirlerdi. Hz. Peygamber namaz esnasında arka saflardan gelen bir çocuğun ağlama sesini işitin-ce kısa bir sure okur ve namazı uzatmazdı.

Çocukları Severdi

Peygamberimiz, çocukları ku-cağına alıp okşar, sevgi ve şefkatle öperdi. O sadece kendi çocuk-larını ve torunlarını değil, kimin çocuğunu görse onunla konuşur, hatırını sorar ve severdi. Çocuk-lara hoşlarına gidecek şeyler ve-rerek sevindirirdi. O Müslüman olmayan ailelerin çocuklarını da sever, okşardı.

Peygamberimiz bir gün; bir omzunda Hz. Hasan diğer om-zunda Hz. Hüseyin olduğu hal-de camiye geldi. Gelirken bir onu öpüyor bir de diğerini öpü-yordu ve diyordu ki:

- Kim bunları severse beni sev-

miş olur, kim bunları sevmezse beni sevmemiş olur.

Peygamberimizin torunları Hasan ve Hüseyin’e gösterdiği sevgi sadece fıtrattan gelen bir çocuk sevgisi değildi. Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vası-tasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan ev-latları da, ehl-i beytin birer par-çasıdır. Onları sevmek her mü-minin vazifesidir.

Selman-ı Farisi’den şu ha-dis rivayet edilmiştir: ”Hasan ve Hüseyin benim oğullarımdır. Onları seven beni sevmiş olur. Beni seveni de Allah sever, Allah sevdiğini cennete koyar! Onlara düşmanlık eden bana düşmanlık etmiş olur. Bana düşmanlık eden Allah’a düşman olur. Allah düş-manlarını cehenneme koyar.”

1- Gül Nesli (Dr. Ramazan BALCI)2- Peygamber Gibi Yaşamak (Dr. Kerim

BULADI)

Kaynaklar

Page 77: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

77Şubat / 2007

Firkat ü hicran nedir, ne bilsin şâd olanlar Ne bilsin derd ü aşkı gamdan azâd olanlar

Şükür cevr ü cefânın badesin nûş etmeye Gamhânede toplanır hep bermurâd olanlar

İnsafın behresinden bir nasib almamışsa Yâri candan ayırır kanlı cellâd olanlar

Öyle meşhur meseldir ki Şirin yâr uğruna Âh ile dağlar deler gönlü Ferhâd olanlar

Âşık-ı sâdıkları bilmeyen âdem değilKi Mecnûn u Kerem’dir hayr ile yâd olanlar

Kurtulur mâsivânın bağından, zincirinden Leyliyi mürşid bilip öyle irşâd olanlar

Ahmed’im bil ki Hakka inkiyâd eylemişse Her murada erişir o nâmurâd olanlar

Ahmet EFE

Leyli’yi Mürşid Bilen

Geceleri gözlerimde uyurken gördüm utandım,Dağ çağırmış yıldızları, bana fırlatıyor sandım…

Bir ömürdür nihayet bu; bir nefeslik sevinç-keder,Onu ruhumdan aldılar, çaresizliğe uyandım.

Gül bir başka türkü söyler, bülbül bir başka renk verir,Bir alev ki bestesinde kendi rengime boyandım…

Hangi sevdâlarda saklı, hangi çilede uyanık?Alın beni bu mahşerden, seyrine baktıkça yandım!...

Çöl içimde Leylâlaştı, Ferhat dağ oldu sırtımda,Kendime türkü söylerken bilmem nedense kınandım.

Kâinat içimde gizli, bir sır ki, bir bilmece bu,Sanma kolay geçtik demden, nice ateşte sınandım…

Suyu kaynatır nefesim, oynatır dağı bakışım,Kazanacağım bu harbi, bu aşka artık inandım!..

Muhsin İlyas SUBAŞI

Aşka Artık İnandım

Page 78: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Şekür Efendi

Dedem Sefer Efendi, adı gibi yıllarca birçok şehre sefer eyledikten sonra toprakta karar kılmış, bü-

yükçe arazisi içinde kayısı, üzüm, buğday gibi tarımın birçok çeşidiyle kendini çiftçiliğe vermişti.

Okul çağına kadar yanlarında kalmıştım, bana olan sevgilerinin büyüklüğü beni yıllarca oralardan kopara-mamıştı.

Dedem, okumayı ibadet sayan bir adamdı...

Osmanlıca yazılmış yazma eserleri okuyup durur-du. Bazan bu eski kitaplardan peygamber kıssaları an-latır, beni manevî iklimin kadifemsi sayfalarında gez-dirirdi. Ne zaman Battalgazi İlçesindeki Alacakapı’ya gitse, bana da hikâye kitaplarından getirmeyi ihmal etmezdi. Battal Gazi ve Hz. Ali menkıbelerini ısrarla okutur sonra da beni imtihana tabi tutardı... Bu sınav-lardan başarıyla geçersem şayet, ödülüm bir külah ba-dem şekeri ve yine bir kitap olurdu. Bu okuma aşkını çevresindeki herkese aşılamıştı nerdeyse. En çok da Şekür Efendi’ye...

Şekür Efendi taşlarla örülmüş duvarların arkasında sakladığı üzüm bağının sahibiydi. Duvarları zaten bir adam boyundaydı. Duvar kenarlarına diktiği iğde ağaç-ları, onun üzüm bağını gizemli bir bağ yapmaya yet-mişti. Yan tarafı dedemin üzüm bağıydı. Malatya’nın en güzel üzümleri burada yetişiyordu. Şam üzümü, Kureyş, Arapkir gibi onlarca türü olan bu rengârenk üzümleri başka bir yerde bulmak nerdeyse imkânsızdı. Ben tüm vakitlerimi dedemin yanıbaşında geçirirdim. Dedem ilerlemiş yaşına rağmen tüm çevikliğiyle her iki üzüm bağını da budar, bakımını yapardı. Dedemin ellerinde her iki bağ çoşardı adeta.

HikâyeMeryem Aybike SİNAN

“Şekür Efendi, yaşlı bir Ermeniydi. Hatune dediği

ihtiyar karısıyla oldukça eski bir evde yaşıyorlardı. Civardaki tek Ermeniymiş.

Öyle söylüyorlardı. Bütün akrabaları dış

memleketlere gitmiş. Ama kendisi “ben doğduğum

topraklarda öleceğim” diyerek çocuklarının

tekliflerini bile geri çevirmiş.”

78 Somuncu Baba

Page 79: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

79Şubat / 2007

Şekür Efendi, yaşlı bir Er-meniydi. Hatune dediği ihtiyar karısıyla oldukça eski bir evde yaşıyorlardı. Civardaki tek Erme-niymiş. Öyle söylüyorlardı. Bü-tün akrabaları dış memleketlere gitmiş. Ama kendisi “ben doğ-duğum topraklarda öleceğim” diyerek çocuklarının tekliflerini bile geri çevirmiş. Dedeme:

-Gidip de gavurun memleke-tinde ne yapacağım, derdi.

Bu sözü beni çok güldürür-dü..

Oysa...

Dedem, büyük bir bilgelik-le başını sallar, “otur oturduğun yerde. Ben kimlerle sohbet ede-rim sonra” derdi.

Şekür Efendi, bu sözler üze-rine küçük gözlüklerini burnu-nun üzerinden hafiften kaldırır, manalı manalı dedemin yüzüne baktıktan sonra:

- Delimiyim ki gidip de ora-larda el olayım. Ben bu insanları, toprakları seviyorum Sefer Efen-di, hiçbir yere gidemem, derdi.

Şekür Efendi, kısacık boyluy-du. Oldukça kısa. Kafasındaki şapka olmasa çocuk sanırdınız. Kıpkırmızı hatta kızıla çalan bir yüzü vardı. Bu kırmızı küçük yüzü aydınlatan lacivert gözle-rinden her nedense korkardım. Yüzüne bakamazdım. Dedem-le konuşurlarken çaktırmadan bakardım. Anlamaya çalışırdım. Dedeme pek benzemezdi. De-demin yüzüne yansıyan nurun aksine, onun yüzünde beni ra-hatsız eden bir tuhaflık vardı.

Bir gün bunu anneanneme anlattım. Elini dudağına götü-rüp:

-Hişşt, dedi. Duyarsa çok kırı-

lır. O bir Ermeni yavrum. En ufak bir yanlış hareketin üzer onu. Buralarda bir garip. Bize yakışır mı garip kalmış, yalnız kalmış bi-rine yakışıksız davranmak. Sakın bir daha böyle bir şey konuşma-yalım, olur mu?

O günden sonra bir daha ko-nuşmadım.

Sonra...

Üzüm bağına bahar geldi. Önce asma yaprakları fışkırdı özlerinden. Bir anda yeşile dön-dü kuru dallar. Güneşin toprağı sarıp sarmalamasıyla üzüm sal-kımları çiçek açmaya başladı. O minnacık çiçeklerin nasıl koktu-ğunu unuttum bugün. İlkbaharın tatlı rüzgârı yalayıp geçti üzüm tanelerini. Bitişik bağın içindeki çeşmenin narin iniltisi beni çek-se de başına, Şekür Efendi’den korktuğum için hep uzaklardan

dinledim narin şırıltısını.

Şekür Efendi üzüm bağına her gün sabah geliyor, ikindi su-larında gidiyordu. Bir gün gelme-se de şu çeşmeyi ziyaret etsem, düşüncesi her dem taptaze du-ruyordu düşüncelerim arasında. Onun üzüm bağı beni çekiyordu kendine. Bir gün dayanamayıp dedeme anlattım. Uzun uzun güldü. Beni o çeşmenin başına götüreceğini, uzun uzun oyna-mama izin vereceğini söyledi.

Ramazan ayı idi sanırım. Bir iftar vakti Şekür Efendi’nin iftar yemeğine geleceği söylenince içime anlamını çözemediğim bir korku yerleşti. Onun o anlamsız yüzünü yemek boyunca görmek düşüncesi tadımı kaçırmıştı. O ruh haliyle anneanneme çıkış-mıştım:

-Onu neden yemeğe çağırdı-

Page 80: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

80 Somuncu Baba

nız? Oruç tutuyor mu ki, demiş-tim.

Dedem çok kızmıştı bana. Anneanneme çıkışmış ve benim bu terbiyesizliği kimden aldığımı merak ettiğini söylemişti. Şekür Efendi, karısı Hatune ile gelmiş-lerdi. Yemek boyunca gözlerimi kaldırmadım. Belki de yüzünü görmek istemedim. Ben bu kü-çük adamdan neden korkuyor-dum, bilmiyordum. Bir ara bana laf atacak oldu:

-Küçük kiz, buraya pek alışti maşallah, benim torinler beni tanımazlar bile. Ben de isterim yazlari gelsinler, bağda bahçede koşsinlar, ama ne idelim gelmez-ler işte, dedi.

İlk defa Şekür Efendi’ye acı-dım. Onun da bir insan olduğu-nu, duyguları olduğunu, acıları olduğunu anladım. Daha yakın hissettim kendime. Başımı ha-fifçe kaldırıp ön yargısız yüzüne baktım. Yüzünde derin bir keder vardı. Sanırım dedeme imreni-yordu. Çok uzaklara giden ço-cuklarını özlüyordu.

Ertesi gün erkenden kalk-mıştım. Bağın içinde gezinmeye başladım. Yine çeşmenin serin şırıltısı kulaklarımı çelmişti. Za-manıdır dedim ve atladım Şekür Efendi’nin bağına. Minik dereci-ğin yatağını takip ederek çeşme-nin başına vardım. Kendimden geçtim. Kana kana suyundan iç-tikten sonra, ayaklarımı çeşme-nin yalağına sokup oynamaya başladım. Birden bağdaki çeşit çeşit çalı çileklerinin, böğürtlen-lerin, alıçların güzelliği aklımı aldı başımdan. Burayı çok sevmiştim. Şekür Efendi’nin cenneti... Her şey ne kadar da bakımlıydı. Ru-humun tedirginliği gitmiş, derin bir huzur kavramıştı yüreğimi. Bir kır uykusuna yatma isteğiyle

uzanıverdim çeşmenin yamacı-na. Menekşe ve papatyaların, kır çiçeklerinin kokusuyla ken-dimden geçmişim ki yumuşak bir el beni çekip aldı rüyaların terkisine.

Uyandığımda Şekür Efendi’nin dedemle sohbet et-tiğini gördüm. Çok utanmıştım. Destursuz bağa girmiş ve yaka-lanmıştım. Bu mahcubiyetle eve koştum. Birkaç gün hiç uğra-madım üzüm bağına. Bir öğlen saatinde, güneşin yakıcı ışıkları inerken salkımların üzerine, an-neannemle dedemin fısıltıyla bir şeyler konuştuğunu duydum. Şekür Efendi çok hastaymış. De-dem çok üzülmüştü. Ben tekrar oyunlarıma dalmıştım.

Akşama doğru, mahallede bir telaş başladı. İnsanlar üzgündü. Şekür Efendi’nin öldüğünü söy-lüyorlardı. İçime derin bir keder doldu. Şu kısacık, yüzüne bak-maya korktuğum yaşlı Ermeni ölmüştü. Çocukların deyimiyle mahallenin gâvuru ölmüştü. Bir ara dedeme Şekür Efendi Müs-lüman değil miydi? diye soracak oldum. Bana verdiği cevap, bey-nimi delip geçmişti:

-Güzel yavrum, Şekür Efendi, Müslüman veya değil. Önem-li olan bu değil, onun bizim komşumuz olmasıydı. Biz öyle bir milletiz ki kapı komşumuzu kendimizden bilir, sayar seve-riz. Onun inancını sorgulamaz, Allah’ın takdirine bırakırız. Her-kesin dini kendine güzel kızım. Biz insanız. İnsanlığımızı bilelim yeter. Allah onun kusurlarını af-fetsin. Sen sen ol, insanı bu şe-kilde ayırma. Garibin, kimsesi-zin, mazlumun yanında ol. Ben Şekür Efendi’yi çok sevdiğimden değil, bir gariban olduğu için kolladım. Kim olsa aynısını ya-pardım. Bu millet tarih boyunca

böyle davrandığı için büyük mil-let. Bu din, bunu emrettiği için büyük din. Bu dediklerimi hiç unutma olur mu?

Dedem, bunları söyledikten sonra Şekür Efendi’nin evine gitti. Ben de anneannemin etek-lerinden tutunup ilk defa o eve gittim. Yaşlı karısı durmadan ağ-lıyordu. Mahallenin genci yaşlısı oradaydı. Onu mahalle mezarlı-ğında toprağa verdiklerinde bü-tün mahalle ağlıyordu.

Ben soluğu onun üzüm ba-ğında aldım. İlk defa telaşsız ba-ğına girmiştim. Sessizce çeşme-nin başına oturdum ve döktüm derdimi çeşmeye:

-Hiç tasasız akışan güzel ses-li çeşme, biliyor musun Şekür Efendi ölmüş? Artık sesini du-yamayacak, göremeyecek seni. Sabahları gelip, ikindi ipini akşa-ma sarkıtırken seninle vedalaşıp gitmeyecek. Seni bilmeyecek bundan böyle. Sen yalnız kıvrılıp gideceksin. Biliyor musun onu sevmiyordum ama öldüğüne çok üzüldüm. Hem de çok üzüldüm güzel çeşme.

Aradan bir yıl geçti. Ben ilko-kul ikinci sınıfa geçmiştim. Yazı iple çekmiştim. Şekür Efendi’nin bağındaki çeşmeyi özlemiştim. Büyük bir heyecanla dedemlere gittiğimde çeşmeyi görmek iste-dim. Dedem önüne baktı. Sanki bir şeyler olmuştu. Israr edince tek bir cümle döküldü dudakla-rından:

-Yavrum, Şekür Efendi öldük-ten sonra, çeşme birden kuru-du. Ne olduğunu anlayamadık, dedi.

Dilim tutulmuş gibiydi:-Ya öyle mi, diyebildim...

Page 81: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

Bahtsız Gelin

Kapı iki kez çalındı. Iraz kadın yerinden doğruldu. Gecenin karanlığında el yordamıyla kibrit ara-

dı. Elleri yanındaki sandığın üzerinde bir süre istika-metsiz gezindi. “Hay aksi akşam şuraya koymuştum” diye söylendi, güç işitilen bir sesle. Sandığın üzerinde sınırsız dolaşan elleri bir kutuya takılıp yere düşürdü. Çıkan sesten kibrit olduğunu anladı. Bu sefer elleri-ni yerde, sesin geldiği yönde dolaştırdı. Eline takılan kutuyu aldı. Gelişi güzel sallayıp dinledi. Kutunun içinde birkaç kibrit çöpünün şıkırtısını duydu. “Bul-dum” diye geçirdi içinden. Kutudan bir tane alıp yak-tı. Yanan alevin ölü ışığında yerinden kalktı. Masaya yürüdü. Masanın üzerindeki gaz lambasının şişesini çıkardı. Sönmek üzere olan alev parmaklarını yaktı. Can havliyle kibriti yere attı. Yanan parmaklarını di-liyle ıslattı. Bir iki kez havada salladı. “Hay aksi şey-tan” dedi bu defa yüksek sesle. Bir kibrit daha yaktı. Yanan alevi gaz lambasının fitiline değdirdi. Odayı loş bir ışık dalgası kapladı. Şişeyi özenle lambaya yerleş-tirdi. Oda biraz daha aydınlandı.

Kapı yeniden çalındı. Dışardan tok bir erkek sesi duyuldu.

-Iraz Ana!..

Bu Topal Duran’ın sesiydi. Anlaşılan doğum yak-laşmıştı. Seri hareketlerle tahta döşemeli odanın üze-rine serilmiş, yer yatağının ayakucunda duran elbi-selerini giyindi. Gecenin geç saatinde çalınan kapı onu hiç telaşa düşürmemişti. Çünkü doğumun bu günlerde olacağını yaptığı muayeneler sonunda an-lamıştı. Yılların verdiği tecrübeyle hareket ediyordu. Umursamaz pişkin bir sesle;

-Patlama geliyorum, dedi.

HikâyeÜmit Fehmi SORGUNLU

“Ama eğer yaşamazsa senden çok Nazlı

gızıma acırım. Üstüne evleneceksin diye korkar. Ananın ağzına bakıp tüm

uğursuzluğu kendinde sanır. Sen aldırmayasın sakın ananın sözlerine.

Bu işin uğursuzlukla falan ilgisi yok. Bana kalırsa bir şehir doktoruna götürün

derim. “

81Şubat / 2007

Page 82: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

82 Somuncu Baba

Kapı tekrar çalındı. Dışarıda-ki ses öncekine oranla daha da aceleciydi.

- Çabuk Iraz ana, çabuk.

Kapıdaki telaşa inat odanın köşesinde yatağına büzülmüş yatan on yaşlarındaki torunu-nu seyretti bir süre. Üzerinden yorganın yarısını atmış, hiç bir şeyden habersiz uyuyan toru-nunun üzerini örttü. “tıpkı ba-bası gibi üstü açık yatıyor.” diye düşündü. Çocuğun yüzünde oğlunu gördü. İç geçirdi. Altı yıldır mahpus damında yatan oğlunu hatırladı. Sonra hiç yü-zünden ölen gelinini düşündü. Tatar Selim’in tarlalarına akan suyu kesmesi üzerine oğlu ile aralarında kavga çıkmıştı. Yüzü-nü buruşturdu. Gelini Hacer’in onları ayırayım derken kaza kurşunu ile ölmesi, oğlunun o anki öfkeyle Tatar Selim’i vur-ması, sonra torununun ağıtları, öksüz yıllar ve hapishane köşe-leri bir sinema şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Başını iki

yana salladı. “Ah Tatar ah, hem bizi yaktın, hem kendini. Ce-hennemlerde yanasın İnşallah” diye mırıldandı.

Kapı bu kez ardı ardına dört kez vuruldu.

- Iraz Ana, hadi gayri çabuk ol.

Topal Duran çok acele edi-yor, gelin iyice ağır olmalı diye düşündü. Masanın üzerindeki çantasını aldı. İçini açıp kontrol etti. Lambayı kıstı, kapıya doğru yürüdü. Sürgüsünü çekti. Kapı gıcırdayarak açıldı. Topal Duran hırsla söyleniyordu.

-Hadi be ana, hadi...

Tahta at arabasına doğru yürüdü. Yıldızsız geceler gibi simsiyah at, kafasını birkaç defa aşağı yukarı salladı.

Önce Topal Duran bindi arabaya. Arkasından Iraz kadın besmele çekerek atladı. Duran dizginleri ellerine alıp iki kez çekti.

-Hadi benim kara oğlum. Çıh çıh.

At arabası köyün toprak ze-minli dar yollarında şakırtılar çıkararak ilerlemeye başladı. Bir süre hiç konuşmadılar. Uzaklar-dan bir kurt uluması duyuldu. Topal Duran’ın elleri, gayri ihti-yari yanı başında duran çiftesini sıktı. Sessizliği bozmak için Iraz kadına

-Eğer dedi, bu seferde yaşa-tamazsan…

-Canı veren Allah’tır bre To-pal.

- Ona amenna Iraz Ana.. Ama biliyorsun iki çocuğumda ölü doğdu.

-Ne yaparsın, be Duran. Ben elimden geleni yapıyorum.

-Biliyorum biliyorum da…

-Eee,...

Duran kafasını iki yana sal-ladı. Cebinden tespihini çıkarıp

Page 83: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

83Şubat / 2007

sinirle oynamaya başladı. Valla ana bu seferki doğan bebe de yaşamazsa ebeyim diye gez-meyesin köyde. Ama bir de ya-şarsaaa!.. Aha şu arabayı sana vereceğim, el aleme yetişesin diye.

-İnşallah Duran’ım inşallah yaşar. Ama eğer yaşamazsa sen-den çok Nazlı gızıma acırım. Üstüne evleneceksin diye kor-kar. Ananın ağzına bakıp tüm uğursuzluğu kendinde sanır. Sen aldırmayasın sakın ananın sözlerine. Bu işin uğursuzlukla falan ilgisi yok. Bana kalırsa bir şehir doktoruna götürün derim.

Duran cevap vermedi. Ata bir kamçı salladı. Araba biraz daha hızlanmaya başladı. Ka-ranlık köy evlerinin içinde ışı-ğı yanan tek katlı taş binanın önünde durdular. Topal Duran arabadan atladı. Aksayan yürü-yüşüyle eve doğru ilerledi. Ar-

dından Iraz ana, aceleci adım-larla girdi içeri. Tahta sedirin üzerinde yatan, sancılı genç kadına doğru yürüdü. Yılların verdiği tecrübeyle çantasını açtı. İçinden küçük siteskopu çıkarıp, kadının karnına koydu, Kulak-larını küçük alete dayadı. Biraz dinledikten sonra, köşede me-raklı gözlerle seyreden Şazimet anaya su ısıtmasını söyledi.

Topal Duran dışarı çıktı. Ak-sak adımlarla bir aşağı bir yuka-rı yürümeğe başladı. “Demek anam Nazlı’ya evlenmek istedi-ğimi duyurmuş.” diye düşündü. Sonra da “Ne yani, baba olmak benim hakkım değil mi?” diye mırıldandı kendi kendine. Ge-zinmekten vaz geçip durdu. Sonra tekrar, bir aşağı bir yuka-rı yürümeye başladı. Yürüdüğü yerde kendi kendine konuşu-yordu mırıltılar halinde. “Her doğurduğu ölüyor. Anam haklı.

Torun istiyor kadıncağız.”

İçerdeki odadan bir çocuk ağıtı duydu. Heyecanla sigarası-nı yere attı. Yüzü sapsarı olmuş-tu. Sevinmek istiyor, sevinemi-yordu. Odadan cılız bir çocuk sesiyle birlikte konuşmalar du-yuldu. Sonra çocuk sesi sustu. İçeriyi derin bir sessizlik kapla-dı. Heyecandan Topal Duran’ın dizleri titredi. Kapıya doğru yürüdü fakat içeri giremedi. Bir şeyler söylemek, bağırmak iste-di, yapamadı.

Iraz kadın ter içinde çocuğu minderin üzerine bıraktı. Çan-tasını toparladı. Bir köşede di-kilen Şazimet anaya uzun uzun baktı.

-Siz tez elden bu gelini bir şe-hir doktoruna gösterin dedi.

Sonra da başka bir şey söyle-meden üzgün bir şekilde dışarı çıktı...

Page 84: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

“Aile çocuk için bir modeldir, bu yüzden çocukların her besin

grubundan dengeli bir şekilde beslenme-lerine anne baba çok

dikkat etmelidir.”

Oyun Çağındaki Çocuklarda Doğru Beslenme

Bir-beş yaş grubunu içine alan döneme ‘oyun çağı’ denilir. Oyun çağı döneminde çocuklar-

da bedensel değişikliklerin yanı sıra önemli ölçüde davranış değişiklikleri de görülür. Çocuklar bu dö-nemde artık kendi kabuklarından sıyrılıp çevreyle iç içe olmaya başlamaktadır. Bu dönemde çocukların beslenme alışkanlıkları da değişiklik gösterir. En fazla göze çarpan özellik ‘taklit etme’ davranışlarının bas-kın olmasıdır. Oyun çağı döneminde çocuğun yeme davranışları ailenin beslenme alışkanlıklarından etki-lenir. Anne babanın doğru beslenme alışkanlıklarının çocuğa yansıması güzel sonuçlar doğurur. Unutulma-ması gereken bir nokta var ki oyun çocukları bu dö-nemde tipik bazı davranışlar gösterirler. Mesela çocuk bir gün yemeğini çok güzel yerken diğer bir gün daha az yiyebilir. Ayrıca bu yaş grubu artık kendini önem-semekte ve kendi tercihlerini ön plana çıkarmak iste-mektedir. Bu yüzden çocuk çok fazla zorlanmaktan hoşlanmaz ve anne babaya zıt bazı davranışlar ge-liştirip yemek yemeyi reddedebilir. Çevresindekilerin yedirme için ısrarları, ödüllendirme, ceza verme gibi tutumları çocuğun yeme davranışları üzerinde olum-suz etki yapar. O nedenle çocuklar bu dönemde zorlanmadan değişik yemek çeşitlerine alıştırılmalı ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları edinmelerine yar-dımcı olunmalıdır.

Çocuklar bu dönemde tek tip yiyecek yeme dav-ranışı içinde olabilirler. Bu noktada aileye büyük görev düşmektedir. Aile çocuk için bir modeldir, bu yüzden çocukların her besin grubundan dengeli bir

SağlıkAkın DİNDAR

84 Somuncu Baba

Page 85: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

85Şubat / 2007

şekilde beslenmelerine anne baba çok dikkat etmelidir.

Çocukların günlük beslenme programında yer alması gere-ken besin grupları:

Et, Yumurta, Kurubaklagiller

Kan yapımı, kasların güç-lenmesi, vücudun büyüme ve gelişmesini sağlar. Bir-beş yaş grubu için önerilen miktar gün-lük 2-3 porsiyondur. Örneğin 1 porsiyon et grubu 1 yumurtaya veya 30 gr kadar ete eşdeğerdir.

Süt ve Süt Ürünleri

Kemik ve dişlerin gelişimi, sinir sistemi ve kasların düzenli çalışmasını sağlarlar. Çocuğun süt grubundan günlük 500 ml ve 1 kibrit kutusu kadar peynir yemesi gerekir.

Sebze ve Meyveler

Büyüme ve hastalıklardan korunmak için gereklidir. Vi-tamin ve mineraller içerirler. Günlük 3-4 porsiyon çocuğun gereksinimlerini karşılar.

Tahıl ve Tahıl İçeren Besinler

B grubu vitaminlerinden zen-gindirler (B12 vitamini hariç). Ekmek, pirinç, kepek, bulgur vb. bu gruba girer. Çocuklara günlük 4 porsiyon verilmelidir.

Enerji Veren Yağ ve Şekerler

Çocuğa fazla miktarda şeker verilmesini önermiyoruz. Ço-cuk fazla miktarda şeker tüket-tiğinde diğer besin gruplarından yeterince faydalanamamaktadır. Bu yüzden az miktarda pekmez,

bal veya reçel verilmelidir. Yağ

olarak ise bitkisel sıvı yağlar ter-

cih edilmelidir.

Oyun çağı döneminde ço-

cukların çoğu iştahsızdır. Sağlıklı

bir çocuk yemek saatlerinde aç-

lık duyarak yemeklerini iştahla

yer. Fakat yapılan bazı yanlışlar-

la çocuklar yemek yemeyi red-

dedebilirler.

Yemek İkinci Planda mı?

Çocuğun çevreye olan ilgi-

sinin artması da yemek yeme-

yi ikinci plana atmasına neden

olabilir. İştahsızlık daha çok psi-

kolojik bir durumdan da kay-

naklanabilir.

Yemeğe zorlanması, aile

bireylerinin münakaşaları, ço-

cuğun yemeği kendisinin ye-

mesine izin verilmemesi, sofra

düzeni olmaması gibi durum-

larda çocuk yemek yemeyi red-

dedebilir.

Çocuklar Neden İştahsız Olur? * Yemek öncesinde çocuk su içmiş olabilir.* Yeme sırasında sofrada herhangi bir huzursuzluk yaşan-

mış olabilir. * Çocuk yemek öncesinde şeker, çikolata yemiş olabilir. * Öğün aralarında simit, pasta, kola, cips gibi abur cubur

şeyler yemiş olabilir. * Bir besin çocuğa daha önce zorla yedirilmişse çocukta

o besine karşı tepki oluşabilir. * Çocuk yemek yerken bir ödül bekleyebilir. * Yemek çocuğun istediği biçimde sunulmamış olabilir.

Page 86: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

86 Somuncu Baba

Malzemeler:2 su bardağı aşurelik buğday, (döğme)

1 su bardağı haşlanmış fasulye,

1 su bardağı haşlanmış nohut,

1 su bardağı haşlanmış kuru üzüm,

5 tane elma,

1 su bardağı kayısı,

1 su bardağı yer fıstığı,

2 su bardağı dövülmüş ceviz,

1 su bardağı badem,

Tarçın,

1 fincan pirinç,

1-1,5 kg kadar toz şeker,

Limon kabuğu rendesi.

Yapılışı:Akşamdan döğme ve pirinç ıslatılır. Sabahleyin

döğme ocağa koyularak büyük bir tencerede pi-

şirilir. Döğme kaynamaya başlayınca sık sık karış-

tırıp dibine tutmaması sağlanır. Bir çaydanlıkla su

kaynatılarak, döğmenin suyu eksildikçe su ilave

edip döğmenin güzelce açılması beklenir. Pişen

döğmeye haşlanmış nohut, fasulye, haşlayıp suyu

süzülen üzüm ilave edilir. Bir taraftan küçük kü-

çük doğradığımız elmalar bir tencerede kaynatılıp

suyuyla birlikte aşurenin üzerine boşaltılır. Karıştı-

rıp kaynaması sağlanır. Kaynayan aşureye rende-

lenmiş limon kabuğu da ilave edilir. Son olarak da

şekeri konup kaynatılır. Rengi hafif bal rengini alın-

ca ateşten alınır. Bir taşım kaynatıp doğradığımız

kayısılar aşure kaselerine koyulur. Yer fıstığı da 5

tane kadar kaselerin içine koyulur ve aşure bölü-

nür. Servisini tamamladıktan sonra biraz soğuması

beklenir. Üzerine tarçın, ceviz serpilir ve kabukları

temizlenmiş bademle süslenir.

Aşûre

Gönülden İkramlarMesude SARI

Aşûre Tatlısı

Rivayet edildiğine göre; Nuh tufanından kurtulanlar, aşûre gününde selâmete erdiler. İman edenler felâketten, tufandan kurtul-

duklarında azıklarını açtılar; buğday, nohut, fasulye vs. yiyecek maddelerini karıştırarak, pişirdiler... Pişirilen aş, öyle bereketlenmişti

ki, herkes doymuştu.

Aradan nice bin yıllar geçmiş olmasına rağ-men iman edenlerin kurtuluş günü, zaman içinde aşûre denilen bir tatlı yapılarak anılır

ve yaşatılır oldu. Pek çok geleneklerimiz var-dır ki, yediden yetmişe bütün millet fertlerini birleştirir, kaynaştırır, dayanışmaya, işbirliği-ne vesile olur. Aşûre geleneğimiz de bir tatlı ikramı gibi görünmekle beraber, sembolize

ettiği mânevî hâdise ve meydana getirdiği kardeşlik atmosferi bakımından mühimdir.

Page 87: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

87Şubat / 2007

A y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

76 Şubat2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Ehl-i Beyt Sevgisi

O’nun Âline Selam Olsun

Dergisi Hediyesi...

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Şubat 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Çiçeği”

Page 88: ubat / 2007...The ones who love the Prophet Muhammed (peace be upon him) show their deep affection to Him in various ways. Osman Hulusi Efendi, especially emphasized this paint in

88 Somuncu Baba