tutuklulukta bİreysel baŞvuru usul ve esaslari
TRANSCRIPT
TUTUKLULUKTA
BİREYSEL
BAŞVURU
TUTUKLULUKTA BİREYSEL BAŞVURU
Ali ATAY*
I. GİRİŞ
Bu çalışmada tutukluluk halinde Anayasa Mahkemesi (“AYM”) nezdinde bireysel başvuru
yapılmasının usul ve esasları ile AYM’nin inceleme sınırı başta Anayasa, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (“AİHM”) ve AYM kararları olmak üzere Türk ceza mevzuatı
çerçevesinde açıklanacaktır. Konunun kapsamlı olması nedeniyle üç başlık altında inceleme
yapılacaktır. Bu kapsamda öncelikle ilk başlıkta, ilk tutuklama kararında (tutuklamanın
şartları) bireysel başvuru yapılması hali irdelenecektir. İkinci başlıkta ise tutukluluğun
devamı halinde (tutuklamanın şartlarının sürüp sürmediği veya tutukluluk süresinin
makullüğü) bireysel başvuru durumu açıklanacaktır. Son başlıkta ise tutuklama kararında
gerekçeli karar hakkının ne olduğu ve gerekçeli karar hakkı yönünden bireysel başvuru
incelemesinin nasıl yapıldığı AYM kararları ışığında aktarılacaktır.
Başlıklar:
1. İlk Tutuklama Kararının Verilmesi, Tutuklamanın Şartları ve Tutuklamanın
Hukukiliği Denetimi
2.Tutukluluğun Kanunda Öngörülen Azami Süre veya Makul Süreyi Aşması
3.Gerekçeli Karar Hakkı (İlk tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin
kararlarda)
II. BİREYSEL BAŞVURU
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale
etmemesini güvence altına alan temel bir haktır1. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası
ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasa’da güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, AİHS ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu
protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
AYM nezdinde bireysel başvuruda bulunulabileceği hükmüne yer verilmiştir. Anayasa’nın
anılan maddesinin söz konusu fıkrasının devamında, başvuruda bulunabilmek için olağan
*Ankara Barosu Stajyer Avukat, www.atayatayhukuk.wordpress.com 1 Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Medvedyev ve diğerleri/Fransa, B. No: 3394/03, 29/03/2010, §§ 76-
79; Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 36443/06, 14/4/2015, § 74; Assanidze/Gürcistan [BD], B. No:
71503/01, 8/4/2004, § 169, 170).
kanun yollarının tüketilmiş olmasının şart olduğu; aynı maddenin dördüncü fıkrasında da,
bireysel başvuruda kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamayacağı
(ikincil nitelikte kanun yolu olduğu) belirtilmiştir.
III. İLK TUTUKLAMA KARARININ VERİLMESİ, TUTUKLAMANIN
ŞARTLARI VE TUTUKLAMANIN HUKUKİLİĞİ DENETİMİ
Ceza hukuku açısından bir koruma tedbiri olan “tutuklama”, “hakkında henüz mahkûmiyet
kararı verilmemiş olan şüpheli veya sanığın zorunlu hallerde hâkim kararı ile özgürlüğünden
yoksun bırakılması” olup Anayasamızın “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği” başlıklı 19, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi (“AİHS”)’nin 5/3-5 ve 6/2 maddeleri ile 5271 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanunu (“CMK”)’nun 100 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına
sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları
kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar
sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması ancak
Anayasa'nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı
hâlinde söz konusu olabilir.
Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan
kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek
maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde
hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin
tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır.
Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli
sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve
bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır.
Tutukluluk, CMK 100. maddeye göre ancak hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. İşin
önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama
kararı verilemez. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre,
(a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut
olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları;
1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,
2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma
hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir.
Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde
tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir. AYM, kanunun
tutuklama nedenlerine ilişkin bir karine öngörmesi durumunda bile kişi özgürlüğüne
müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının objektif bir gözlemciyi ikna edecek
biçimde ortaya konulması gerekir demektedir2.
AYM, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin anayasal
denetimini öncelikle Anayasa m.19/3 uyarınca tutuklama tedbirine başvurmanın zorunlu
koşulları arasında sayılan suçun işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunup bulunmadığı
hususunda yapılmaktadır. Bu denetim, tutuklama kararının gerekçesinde kuvvetli suç
şüphesini gösteren somut olguların gösterilip gösterilmediği ile sınırlı olarak yapmaktadır3.
Bir diğer sınırı da, Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair
hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun
hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin
takdirinde açıkça keyfilik halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür
kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun
getiriliş amacıyla bağdaşmaz. Dolayısıyla incelemenin bu çerçevede yapılması gerekir
demektedir4.
AYM, ilk tutuklamaya ilişkin yargısal denetimde kişinin bir suç işlemiş olabileceğine dair
inandırıcı nedenlerin bulunup bulunmadığıyla ve özgürlükten yoksun bırakının bu bağlamda
hukukiliğiyle ilgili sınırlı bir inceleme yapmaktadır. Tutuklama kapsamında ele alınan
olguların, delillerin niteliği ve gerekçeleri gözeterek tutuklamanın hukukiliği konusunda sorun
2 Engin Demir [GK], B. No: 2013/2947, 17/12/2015, § 66
3 Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 25.02.2016 tarihli ve 2015/18567 sayılı Erdem Gül ve Can Dündar
kararının 71. paragrafı 4 2/7/2013 tarihli ve 2012/239 sayılı Ramazan Aras kararı
olup olmadığını tespit etmekte, bir sorun tespit edilmediğinde bu yöndeki şikâyetin açıkça
dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemezliğine karar vermektedir5.
Buraya kadar yapılan açıklamaları toparlayacak olursak AYM ilk tutuklamanın hukuki
olmadığı konusunda inceleme yaparken öncelikli olarak suç işlediği hususunda "kuvvetli
belirti" bulunmasını, bunun da suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle ve
gerekçelerle desteklenmesi gerektiği hususlarını göz önünde bulundurmaktadır. İnandırıcı
delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliğini somut olayın kendine özgü şartlarına bakarak
değerlendirme yapmaktadır.
Ayrıca AYM, ciddi ve ağır bir tedbir olan tutuklamanın ancak daha hafif başka bir tedbirin
bireyin ve kamunun yararını korumak için yeterli olmayacağının ortaya konulması hâlinde
makul kabul edilebilir demektedir. Bu bağlamda kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması
için suçun işlendiğine dair kuvvetli belirtinin olması tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi
için yeterli değildir. Tutuklama tedbiri somut olayın koşulları altında "gerekli" de olmalıdır6.
Bu, Anayasa'nın 13. maddesinde düzenlenen temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması ölçütleri
arasında sayılan "ölçülülük" ilkesinin unsurlarından biri olan "gereklilik" unsurunun da bir
gereğidir7. Tutukluluğa ilişkin kararlarda hedeflenen meşru amaçla yapılan müdahale arasında
gözetilmesi gereken denge açısından öncelikle adli kontrol tedbirleri değerlendirilmeli ve
adli kontrolün neden yetersiz kalacağı gerekçelendirilmelidir8.
Bununla birlikte Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece
mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya
hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutuklulukla ilgili
kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir
yetkisi kapsamındadır9. Ancak Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan
koşulların bireysel başvuru konusu yapılmış olan tutuklama kararlarının gerekçelerinde
gösterilmiş olup olmadığını ve somut olayın koşulları altında tutuklama tedbirine
başvurulurken Anayasa'nın 13. maddesinde yer verilen temel hak ve özgürlüklerin
5 Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu’nun 14.7.2015 tarihli ve 2015/144 sayılı Hidayet Karaca kararının 115 ve
116. paragrafı 6 Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Lütfiye Zengin ve diğerleri/Türkiye, § 81
7 AYM, E.2015/40, K.2016/5, 28/1/2016
8 Engin Demir [GK], § 69
9 Ramazan Aras, § 49
sınırlandırılmasının ölçütleri arasında yer alan ölçülülük ilkesine uyulup uyulmadığını
denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevidir.
AYM, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel
durumu yanında tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması gerektiğini ve
bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu
belirtmektedir10
.
Tüm bu açıklamalar ışığında AYM ilk tutukluluk kararının hukuki denetiminde;
Suçun işlendiğine dair “kuvvetli belirti” bulunup bulunmadığı,
Tutuklama kararının gerekçesinde kuvvetli suç şüphesini gösteren somut olguların
gösterilip gösterilmediği,
Tutukluluğa ilişkin karine (katalog suçlar) öngörülmesi durumunda bile kişi
özgürlüğüne müdahaleyi gerektiren somut olguların varlığının ikna edici biçimde
ortaya konulup konulmadığı,
Temel hak ve özgürlüklerin sınırlama ölçütlerinden olan “ölçülülük” unsuru
bağlamında adli kontrol tedbirinin değerlendirilmesi ve adli kontrolün neden
yetersiz kalacağının gerekçelendirilip gerekçelendirilmediği,
Tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilip kişiselleştirilmediği,
incelemesini yapmaktadır.
Başvuru Yolunun Tüketilip Tüketilmediği İncelemesi
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında AYM, soruşturma aşamasında ve devam eden bir ceza
soruşturmasında tutukluluğun hukukiliğini inceleyebilir. Burada AYM’nin inceleme yetkisi;
ilk tutukluluğa (tutuklamanın şartları) ve tutukluluğun devamı halinde (tutuklamanın
şartlarının sürüp sürmediği veya tutukluluk süresinin makullüğü ile ilgili) şüpheli veya
müdafiinin kendiliğinden yapacağı tahliye başvuruları ile sınırlıdır.
CMK m.108 kapsamında en geç 30 günlük sürelerde yapılan aylık ara incelemeler, bireysel
başvuru kapsamında incelenmemektedir. AYM; ara incelemelerin soruşturma aşamasında
hâkimlikçe ve kovuşturma aşamasında mahkemece re’sen yapılan tutukluluk incelemeleri
10
4.12.2013 tarihli ve 2012/1272 sayılı Mustafa Ali Balbay kararı, § 116
olduğundan bahisle, bu tür başvurular hakkında doğrudan kabul edilemezlik kararı
vermektedir.
6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda
öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru
yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”
Anılan Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için
ihlale neden olduğu iddia edilen işlem veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru
yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekir. Bireysel başvurunun ikincil nitelikte bir hak
arama yolu olması nedeniyle, asıl olan hak ve özgürlüklere kamu otoritelerince saygı
gösterilmesi ve olası bir ihlal durumunda bunun idari ve/veya yargısal olağan yollarla
giderilmesidir. Bu nedenle bireysel başvuru yoluna ancak kanunda öngörülen olağan yollar
tüketilmesine rağmen ihlalin ortadan kaldırılamadığı durumlarda gidilebilir.
Bireysel başvuruya temel teşkil eden tutuklama tedbirine karşı itiraz yoluna başvurulması
halinde başvuru yolu tüketilmiştir. Buna göre ilk tutuklama kararına karşı itiraz edildikten
sonra tutukluluğun hukuki denetimine ilişkin yukarıda yer alan gerekçelerle AYM nezdinde
bireysel başvuru yoluna gidilebilir.
Bireysel Başvuru Süresi
İlk tutuklulukta veya tutukluluğa itirazlarda bireysel başvuru süresi itirazın sonucunun tebliğ
edilmesinden itibaren 30 gündür.
Örneğin; ilk tutuklama kararı 10.03.2017 tarihinde verildi. Tutuklama kararına süresi
içerisinde itiraz edildi. İtirazının bir sonraki Sulh Ceza Hâkimliği tarafından reddedilmesi ve
bunun tebliğ edilmesi üzerine 30 gün içinde bireysel başvuru yoluna gidilecektir.
IV. TUTUKLULUĞUN DEVAMI HALİNDE BİREYSEL BAŞVURU
Serbest Bırakılmayı İsteme Hakkı
Anayasanın 19. maddesinde güvence altına alınan “serbest bırakılmayı” isteme hakkı
uyarınca bir ceza soruşturması veya kovuşturması kapsamında tutuklu olan kişiler, ilgili yargı
mercilerinden serbest bırakılmalarına karar verilmesini talep edebilir. Bu hakkın bir yansıması
olarak CMK 104. maddesinin (1) numaralı fıkrasında şüpheli veya sanığın soruşturma ve
kovuşturma evrelerinin her aşamasında salıverilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Yine
CMK’nın 108. maddesinde tutukluluğun soruşturma ve kovuşturma evrelerinde belirli süreleri
aşmayacak şekilde resen incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Yargı organlarınca,
tutukluğun her aşamasında gerek kişinin serbest bırakılma talebi üzerine, gerekse resen
yapılan incelemelerde, tutulmanın meşru nedenlerinin açıklanması Anayasanın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının bir gereğidir11
.
Tutuklu Kişilerin Makul Sürede Yargılanmayı İsteme Hakkı
Anılan Anayasa maddesinde ayrıca tutuklanan kişilerin “makul sürede yargılanmayı” isteme
haklarına sahip olduğu ifade edilmiştir. Genel olarak yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılmaması, Anayasanın 36. maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma
hakkının konusudur. Kişilerin fiziksel hürriyetlerinin kısıtlanmasına ilişkin güvencelerin
belirtildiği Anayasanın 19. maddesine göre öncelikle tutukluluğun makul süreyi aşmaması
gerekir. Bununla birlikte maddenin tutuklu olarak sürdürülen yargılamanın makul sürede
sonuçlandırılması gerektiği ayrıca işaret ettiği de görülmektedir.
AYM’ye göre, hürriyeti kısıtlanarak yargılanan kişinin yargılamanın makul sürede
bitirilmesindeki menfaati, işin doğası gereği diğerlerine göre daha fazladır. Anayasanın 19.
maddesinde belirtilen tutuklu kişinin “makul sürede yargılanma” hakkı, Anayasanın 36.
maddesi ile güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede
yargılanma hakkına göre daha yüksek bir koruma sağlamaktadır. Buna göre tutuklu olarak
sürdürülen soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin süratle sonuçlandırılması gerekir. Güvence
altına alınan “makul sürede yargılanmayı” ve “serbest bırakılmayı” isteme hakları birbirinin
alternatifi değil tamamlayıcısıdır12
.
Bireysel başvuruda tutukluluğa ilişkin şikâyetlerinin incelenebilmesi için öncelikle
başvurunun süresinde yapılmış olması gerekmektedir. Bundan sonra ise, tutukluluk süresinin
makul olup olmadığının veya tutukluluk için kanunda öngörülen azami süreyi aşıp
aşmadığının değerlendirilmesi yapılacaktır. Değerlendirme yapılabilmesi için de tutuklukta
geçen sürenin başlangıcının ve sona erme tarihinin tespitinin yapılması önem taşımaktadır.
11
Halas Aslan Başvurusu, B.No: 2014/4994, 16.2.2017, §76 12
Halas Aslan Başvurusu, §66
Tutukluluk Süresi
Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı veya kanuni süreyi aşıp aşmadığı konusunda esas
alınan tutukluluk süresi, kişinin özgürlüğünün fiilen kısıtlandığı tarihte başlayıp ilk derece
mahkemesinin esas hakkındaki kararı tarihinde biten dönemdir. Bir başka deyişle tutukluk
süresi, yakalama veya gözaltına alma ya da ilk kez tutuklanma anından serbest bırakılma
anına ya da ilk derece mahkemesi tarafından verilen mahkûmiyet kararına kadar geçen süreyi
ifade eder.
Tutukluluk süresinin başlangıcı:
İlk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih
Doğrudan Mahkeme tarafından tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihi
esas alınmaktadır.
Yakalama sonunda bir tutuklama söz konusu ise, bu durumda sürenin başlangıcı
yakalama tarihinden itibaren başlamaktadır.
Sürenin sonu ise, kural olarak kişinin fiilen serbest bırakıldığı ya da ilk derece
mahkemesince hüküm verildiği tarih olarak kabul edilmektedir.
Belirtilen bu süreler arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin
makul olup olmadığının değerlendirilmesi yapılmaktadır13
.
Hükümözü - Hükme Bağlı Tutma
Sanık hakkında ilk derece mahkemesi tarafından mahkûmiyet hükmü kurulduktan sonra
devam eden özgürlük kısıtlaması ise tutukluluk süresi olarak kabul edilmemektedir. Kişi
serbest bırakılmadan yargılandığı davada ilk derece mahkemesinin kararıyla mahkûm
olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla tutukluluk hali sona ermektedir. Çünkü bu durumda
kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmakta,
“bir hükme bağlı tutma” kapsamına girmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç
şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. AİHM, ilk
derece mahkemesi kararıyla mahkûm olan bir sanığın, söz konusu mahkûmiyet kararından
sonraki tutulmasını Sözleşme’nin 5. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uyarınca
“mahkûmiyet sonrası tutma”, yani infaz olarak değerlendirmekte ve tutukluluk süresinin
hesabında dikkate almamaktadır14
.
13
AYM. B.No: 2012/1137, 2.7.2013, § 66 14
AYM. B.No: 2012/726, 2.7.2013, § 33
AYM, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin şikâyetleri Anayasanın 19. maddesinin
üçüncü fıkrası, tutukluluk süresinin makullüğü ile ilgili şikâyetleri ise Anayasanın 19.
maddesinin yedinci fıkrası açısından değerlendirme yapmaktadır.
Tutukluluğun Uzun Sürdüğü veya Makul Süreyi Aştığı Şikâyetiyle Yapılan Bireysel
Başvurularda Anayasa Mahkemesinin Görevi
Tutukluluğun uzun sürdüğü veya makul süreyi aştığı şikâyetiyle yapılan bireysel başvurularda
Anayasa Mahkemesinin görevi, derece mahkemelerince verilen tutuklama ve tutukluğun
devamına ilişkin kararlarda açıklanan gerekçeleri inceleyerek bu gerekçelerin somut olayın
özelliklerine göre ilgili ve yeterli olup olmadığını ayrıca özen yükümlülüğüne uyulup
uyulmadığını incelemektir. Bu denetim sonunda tutukluluğa ilişkin gerekçelerin,
başvurucuların hürriyetlerinin kısıtlanmasının meşru nedenlerinin ortaya konulması
bakımından ilgili ve yeterli olmadığı veya tutuklu olarak sürdürülen soruşturma/kovuşturma
süreçlerinin kamu organlarının özen yükümlülüğü ile bağdaşmayan tutumları nedeniyle
tamamlanmadığı kanaatine varılırsa tutukluğun makul süreyi aştığı sonucuna ulaşacaktır15
.
Kanuni tutukluluk süresi ile tutukluluk süresinin makul olup olmadığı hususları birbiriyle
aynı mahiyette olmadıklarından farklı hukuki değerlendirmeye tabidirler.
Farklı hukuki değerlendirmeye tabi olmak ne demek, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı
iddiası ile makul süre iddiasının hukuki denetimi nasıl oluyor, ayrı başlıklar halinde
inceleyelim.
Kanuni Tutukluluk Süresinin Aşılması (Anayasa’nın 19. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının
İhlal Edildiği İddiası)
CMK 102. maddesinin 2. fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde
tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi
gösterilerek uzatılabileceği, ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiş
olduğundan, uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresi azami beş yıldır16
. AYM, beş yılı
aşan tutukluluk süresinde başka hiçbir araştırma yapmadan Anayasa’nın 19. maddesinin
üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir17
.
15
Halas Aslan Başvurusu, §82,83 16
bkz: Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.4.2011 tarih ve E.2011/1-51, K.2011/42 sayılı kararı 17
AYM. B. No: 2012/1137, 2.7.2013, § 53
Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde azami tutukluluk süresi kişinin yargılandığı
dosya kapsamındaki tüm suçlar açısından en fazla 5 yıldır. Yoksa aynı dosya kapsamında ayrı
ayrı her bir suç için 5 yıl değildir (Mahkemelerin zaman zaman ayrı ayrı 5 yıl şeklinde
yorumladıkları da olmuştur). Ancak kanunun öngördüğü toplam 5 yıllık sürenin dolmamış
olması sebebiyle tutukluluk süresinin uzun olmadığı da ileri sürülemeyecektir. Bu sürenin
altında kalan tutukluluk süreleri de pekâlâ uzun olabilecektir.
Nitekim AYM de bir kararında Anayasanın 19. maddesi tutuklulukta makul süreyi güvence
altına aldığını, dolayısıyla kanunla tutukluluk süresi için getirilen üst sınırların makul sürenin
aşılmadığı istisnai durumlar için geçerli olabileceğini ve hiçbir şekilde kişinin bu süre
doluncaya kadar tutulabileceği anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Mahkeme, aksine üst
sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, tutukluluğun makul süreyi aştığı durumlarda, anayasal
hakkın ihlal edildiği sonucuna varılacağını ortaya koymuştur18
.
Tutukluluk Süresinin Makullüğü, Uzun Tutukluluk Süresi (Anayasa’nın 19. Maddesinin
Yedinci Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası)
AİHM göre tutukluluk süresinin makul olup olmadığı soyut olarak değerlendirilemez. Bu
değerlendirmenin her olayın şartlarına göre yapılması zorunludur. Bir olayda tutukluğun
devamı Masumiyet karinesine rağmen kişi özgürlüğü kuralına karşı üstün gelen gerçek bir
kamu yararı bulunduğuna dair olaya özel belirtilerin bulunması halinde haklı görülebilir19
.
Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu
sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin
hürriyetinin esas, tutukluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine
rağmen tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyetine nazaran daha ağır bir kamu yararının
mevcut olması durumunda haklı görülebilir. Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi
aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla belirtilen kamu
yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile
serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması
gerekir20
.
AİHM, yalnızca bir ceza soruşturması veya kovuşturması çerçevesinde, kişinin suç işlediğine
dair şüphenin bulunması halinde yetkili adli makamı huzuruna çıkarılması amacıyla
18
AYM. B. No: 2012/239, 2.7.2013, § 51 19
AİHM, Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6.4.2000, § 152 20
AYM, Murat Narman, B. No:2012/1137, 2.7.2013, § 61-62
tutuklanabileceği yönündeki içtihadını21
yakın dönemde verdiği22
kararında geliştirmiştir.
Buna göre ilk tutuklama kararından itibaren suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin varlığı
yanında tutuklamaya ilişkin nedenlerin bulunduğunun “ilgili” ve “yeterli” gerekçelerle ortaya
konulması gerekir.
AİHM, tutukluluğun devamını meşru kılan makul dört temel belirlemiştir. Bunlar:
Sanığın duruşmaya çıkmama (kaçma) tehlikesi23
,
Sanığın serbest bırakıldıktan sonra adaletin iyi idaresine zarar verecek tarzda
önlemler alabilecek olma tehlikesi (tanık ve delilleri karartma şüphesi)24
Tekrar suç işleme tehlikesi25
Kamu düzenini bozma tehlikesi26
Kuvvetli suç şüphesi, tutuklama için bir ön şart olup varlığını tutukluğun her aşamasında
korumalıdır. Tutmanın bir amacı da kişi hakkında şüpheleri teyit etmek veya çürütmek
suretiyle ceza soruşturmasını/kovuşturmasını ilerletmektir27
. Soruşturma/kovuşturma süreci
ilerledikçe kişi hakkındaki suç şüphesini doğrulayacak ya da ortadan kaldıracak delillere
erişilecektir. Bu nedenle belirli bir süre geçtikten sonra tutukluğun devamına ilişkin kararlarda
kuvvetli suç şüphesinin bulunduğunun somut olgularla birlikte açıklanması gerekir.
Tutukluğun herhangi bir aşamasında, kişinin tutuklu olduğu suç yönünden kuvvetli suç
şüphesini gösteren olgular ortadan kalkmışsa artık tutmanın meşru bir amacının bulunduğu
söylenemez.
Başlangıçtaki tutuklama nedenleri ile tutukluluğun devamına ilişkin kararların nedenleri aynı
olamaz. Soruşturma/kovuşturma sürecinde deliller toplandıkça artık delillere etki edilebilmesi
imkânı ortadan kalkmakta ya da zorlaşmaktadır. Ayrıca isnat edilen suç dolayısıyla belirli bir
süre hürriyetinden yoksun kalan ve bu itibarla yargılama sonunda alınması muhtemel cezanın
en azından bir bölümünü karşılayacak kadar tutulan kimsenin kaçma ihtimalinin
başlangıçtakine göre azaldığı da söylenebilir. Bu nedenle belirli bir süreyi aşan tutukluğa
ilişkin devam kararlarında tutuklama nedenlerinin soyut olarak belirtilmesi yeterli değildir(İlk
21
Jecius/Litvanya, B. No: 3478/97, 31.7.2000, §50; Wloch/Polonya, B. No:27785/95, 19.10.2000, §108 22
Buzadjı/Moldova [BD], (B.No:23755/07, 5.7.2016 23
Stögmüller/Avusturya, B. No:1602/62, 10.11.1969, hukuki gerekçe bölümü §15 24
Wemhoff/Almanya, B. No:2122/64, 27.6.1968, hukuki gerekçe bölümü §14 25
Matznetter/Avusturya, B. No:2178/64, 10.11.1969, hukuki gerekçe bölümü §7 26
Letellier/Fransa, B. No:12369/86, 26.6.1991, § 51 27
Dursun Çiçek B. No:2012/1108, 16.7.2014 §87
tutuklama kararı verilirken de soyut gösterilmesi yeterli değildir). Tutukluğun devamına
ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin somut olgulara dayalı olarak açıklanması ve olayın
koşullarında neden zorunlu olduğunun ortaya konulması gerekir. Tutukluluk devam ettikçe
bir taraftan bireye düşen yükümlülük artarken diğer taraftan tutulmanın dayandığı meşru amaç
zayıfladığından, tutuklunun devamı kararlarında davanın genel durumunun yanında, tutuklu
kişinin özel durumu da dikkate alınmalı, bu anlamda tutuklama nedenleri
kişiselleştirilmelidir28
.
Olağan Kanun Yollarının Tüketilmesi Gerekliliği
AYM nezdinde bireysel başvuruda bulunabilmek için ihlale neden olduğu iddia edilen işlem
veya eylem için öngörülen idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması
gerekir. Ancak tüketilmesi gereken başvuru yollarının ulaşılabilir olmaları yanında, telafi
kabiliyetini haiz ve tüketildiklerinde başvurucunun şikâyetlerine gidermede makul başarı
şansı tanımaları gerekir. Dolayısıyla mevzuatta bu yollara yer verilmesi tek başına yeterli
olmayıp uygulamada da etkili olduklarının gösterilmesi ya da en azından etkili olmadıklarının
kanıtlanmamış olması gerekir.
Azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı veya
tutukluluğun makul süreyi aştığı iddia edildiğinde doğrudan bireysel başvuruya
gidilemeyecektir.
Çünkü; CMK’nın tazminat isteminin düzenlendiği 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
göre, kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğun
devamına karar verilenler ile kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama
mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen kişilerin, maddi
ve manevi her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri düzenlenmiştir.
AYM, bu yasal olanağın başvurucunun şikâyetiyle ilgili bir çözüm getirip getirmediğini
olayın özelliğine göre incelemektedir.
AYM içtihadı; asıl davanın sonuçlanmamış olması halinde, CMK m.141’de öngörülen
tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olmadığı, ancak
28
Hanifi Avcı, B. No: 2013/2814, 18.6.2014, §70
asıl davanın sonuçlandığı veya ilk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün
kesinleştiği durumlarda CMK m.141’de öngörülen iç hukuk yolunun tüketilmesi gerektiği
yönündeydi29
.
20 Ekim 2016 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanan 29.09.2016 tarihli ve 2014/6500 sayılı
İrfan Gerçek kararında Anayasa Mahkemesi; tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası
bakımından CMK m.141’de öngörülen tazminat yolunun bireysel başvuru öncesinde
tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olup olmadığını değerlendirirken bu içtihadından
ayrılmış ve makul süreyi aşan tutukluluk sürelerine ilişkin “asıl davanın sonuçlanması veya
bu davada verilecek kararın kesinleşmesi beklenmeksizin” CMK m.141 uyarınca tazminat
talebinde bulunulmasının mümkün olduğunu belirtmiştir.
Konuya ilişkin AYM içtihadının oluştuğu tarihten sonra yakın dönemde yerleşik bir hâl alan
Yargıtay uygulaması dikkate alınmıştır. Yargıtay kararlarında30
içtihada dönüşen
tutuklamanın uzun sürmesi ve dolayısıyla tutukluluğun kanunda öngörülen azami veya makul
süreyi aşması nedeniyle açılacak tazminat davalarında, asıl davanın sonuçlanması ya da bu
davada verilecek kararın kesinleşmesi beklenmeden CMK’nın 141. maddesi hükümlerine
göre tazminat talep edilmesi mümkün bulunmaktadır
Tutukluluk hâli sona erdikten sonra tutuklama süresinin makul olmadığını iddia eden bir
başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, iddia edilen ihlalin tespitini ve
tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise bu yolu tüketmesi gerekir31
.
Başvurucunun “tutuklunun makul sürede yargılanma ve serbest bırakılma” hakkının ihlal
edildiği iddiası bireysel başvuru yapılmadan önce, maddi veya manevi her türlü zararının
giderilmesi amacıyla tazminat talebinde bulunulması gerekmektedir.
29
02.07.2013 tarihli ve 2012/239 sayılı Ramazan Aras ile 02.07.2013 tarihli ve 2012/521 sayılı Burak Döner, 30
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 29.02.2016 tarihli, 2015/2851 E. ve 2016/3143 K. 14.12.2015 tarihli,
2014/19906 E. ve 2015/19237 K. 29.09.2015 tarihli, 2015/201 E. ve 2015/13994 K. 28.09.2015 tarihli,
2014/22510 E. ve 2015/13907 K. 16.06.2015 tarihli, 2014/6167 E. ve 2015/10867 K. 08.06.2015 tarihli,
2014/23346 E. ve 2015/10032 K. 09.03.2015 tarihli, 2014/15450 E. ve 2015/4363 K 31
bkz Gavril Yossifov/Bulgaristan, B. No:74012/01, 6.11.2008, § 40; Rahmani ve Dinevac/Bulgaristan, B. No:
20116/08, 10.5.2012, § 66; Şefik Demir/Türkiye, B. No: 51770/07, 16.10.2012, § 23
Bu sebeple, yalnızca Anayasa m.19/7-8’de düzenlenen “tutuklunun makul sürede
yargılanma ve serbest bırakılma” hakkı uyarınca yapılan bireysel başvurularda CMK
m.141’de öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi zorunludur.
Oysa Anayasa m.19/3 ile güvence altına alınan “tutuklamanın hukukiliği” kapsamında
yapılan bireysel başvurularda, CMK m.141 uyarınca öngörülen tazminat yolunun tüketilmesi
şart değildir. Dolayısıyla,
Tutuklamanın hukuki olmadığı,
Kanuni dayanağının kalmadığı/tükendiği,
Kişi özgürlüğüne müdahaleyi gerektirecek somut olguların var olmadığı veya
Tutuklama tedbirinin adli kontrol tedbirlerine dönüştürülmesinde tatbik edilen
koşulların ölçülü olmadığı
iddiaları ile yapılan bireysel başvurularda, CMK m.141’de öngörülen tazminat yolunun
başvurucu için etkili ve uygun bir telafi imkânı sağlamayacağı ileri sürülebilecektir.
V. TUTUKLULUKTA GEREKÇELİ KARAR HAKKI
Gerekçeli Karar Hakkı (Gerekçe Gösterme Zorunluluğu / Need for reasons)
(AY m.19, 36, 141-; CMK m. 34, 101, 230, 232; AİHS m.5, 6.)
Genel olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması ilkesi, AİHS 6, Anayasamızın 36.
CMK’nın 141. maddelerinin bir gereği olup, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından
birini oluşturmaktadır. Özelde ise kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı bağlamında tutuklama
kararlarının gerekçeli olması CMK’nın;
34. (Kararların Gerekçeli Olması)
101. maddesinin 2. fıkrası (tutuklama kararında nelerin yer alacağı)
230 ve 232. (Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar)
Anayasamızın 19. maddesi (Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği), AİHS’nin 5. maddesinin 3.
fıkrasının (Özgürlük ve Güvenlik Hakkı) bir sonucudur.
Anayasa Mahkemesinin Gerekçeli Karar Hakkı ile İlgili Değerlendirmeleri
Gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkının somut görünümlerinden biri olup AYM de
Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında ilgili hükmü
Sözleşme(AİHS)’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle
Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının
kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı gibi ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi
kapsamında yer vermektedir. Ayrıca hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan
gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mahkemelerin
uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir32
.
Anayasanın 141. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkı, mahkeme
kararlarında kararların dayandığı hukuki gerekçenin yeterli açıklıkta gösterilmesini gerektirir.
Bununla birlikte mahkeme kararlarının gerekçesinde tarafların tüm iddialarının ayrıntılı bir
biçimde tartışılması zorunluluğu bulunmamaktadır. Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine
göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin
kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır33
.
Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek
mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun
yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi
bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı
gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez34
.
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla
beraber bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt
verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı
kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt
verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak
ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra kanun yolu mahkemelerince verilen karar
gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır.
Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer
verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup bu durumda üst
32
Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38 33
B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33 34
B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34, Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2013, § 67
dereceli mahkeme tarafından önceki mahkeme kararının gerekçesinin benimsendiği kabul
edilmelidir35
.
Tutuklulukta Gerekçeli Karar Hakkının Görünümleri
Anayasa’nın 19. maddesinin sekizinci fıkrası, yakalama veya tutuklama yoluyla
özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye özgürlüğünden yoksun bırakılmanın yasaya
uygunluğuyla ilgili olarak yetkili bir yargı merciine başvurma hakkı tanımaktadır. Hürriyeti
kısıtlanan kişinin başvurusuyla ilgili değerlendirmenin yargısal nitelik taşıması ve itirazları
bakımından uygun güvenceleri sağlaması gerekir. Bu kapsamda ilk temel teminat, esas ve
usul yönünden tutukluluğun yasaya aykırı olup olmadığının hâkim önünde gerçekleşen
duruşmalarda etkili olarak incelenmesini talep etme hakkıdır. Bu hüküm aynı şekilde
tutukluluk halinin gerekli olup olmadığının hızlı bir şekilde tespit edilmesini gerektirir36
.
Tutuklama kararlarının gerekçesiz olduğu ya da formül gerekçeler içerdiği şikâyetiyle ilgili
olarak Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurular, Anayasanın 19. maddesinin 7.
fıkrası kapsamında değerlendirilmektedir. Anayasanın 19. maddesi, AİHS’nin 5. maddesinin
3. fıkrasında düzenlenmiş olan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının Anayasadaki karşılığını
oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:
“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma
sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin
yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini
sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.
Bu hükümde, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul
sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme
haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır. Bu güvencenin ihlal edilip edilmediğinin
değerlendirmesinde esas olarak, serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararların gerekçelerine
bakılmalı ve tutuklu bulunan kişiler tarafından yapılan tutukluluğa itiraz başvurularında
35
Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26, benzer yöndeki AİHM
kararı için bkz. Van de Hurk/Hollanda, B. No: 16034/90, 19/4/1994, § 61 36
Çatal/Türkiye, B. No. 26808/08, 17/4/2012, § 32,33; A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No. 3455/05,
18/2/2009, § 203
sunulan belgeler çerçevesinde kararların yeterince gerekçelendirilmiş olup olmadığı göz
önüne alınmalıdır.
AYM, makul süreyle ilgili bir denetim yaparken kararların yeterince gerekçelendirilmiş
olup olmadığını göz önünde bulundurmaktadır.
Bir kişinin gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararıyla tutuklanması ve tutukluluğun
uzatılması kabul edilemez37
. Bununla beraber tutukluluğu meşru kılan gerekçeler gösterilerek
bir zanlı ya sanığın tutuklanmasının keyfi olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak aşırı
derecede kısa gerekçelerle ve hiçbir yasal hüküm gösterilmeden tutuklama kararı vermek ya
da tutukluluğu devam ettirmek bu çerçevede değerlendirilmemelidir38
.
AYM, tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi yönündeki kararın gerekçeli olması
ile ilgili olarak kararında39
önemli tespitlerde bulunmuştur.
Söz konusu bireysel başvuruya konu olayda yerel mahkeme başvurucunun tahliye taleplerini;
isnat olunan suçun mahiyeti, isnat edilen suçlara dair kuvvetli suç şüphelerini gösteren
olguların var olması, isnat edilen suçların katalog suçlardan olması, tüm dosya kapsamındaki
deliller değerlendirildiğinde mevcut delillerin kuvvetli suç şüphesinin varlığını göstermesi,
tutuklulukta geçen makul süreyi aşan bir durumun bulunmaması, kaçma şüphesinin
bulunması, daha hafif koruma önlemi olan adli kontrol tedbiri uygulanmasının dava konusu
açısından yetersiz kalacağı şeklindeki gerekçelerle reddetmiştir.
Bu karara karşı yapılan itiraz “tutukluluk halinin devamına dair kararın usul ve yasaya uygun
olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir.
Somut olayda, Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair
kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka
uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı
hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin
devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. İlgili ve yeterli olmayan
37
Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No:55669/00, 2.3.2006, §70;
Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1.3.2007, § 9 38
Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz: Mooren/Almanya [BD], B. No: 11364/03, 9.7.2009, §79 39
Hanefi Avcı, B.No: 2013/2814, 18.6.2014
gerekçelere dayanılarak başvurucunun özgürlüğünden mahrum bırakıldığı dikkate alındığında
söz konusu tutukluluk süresi makul olarak değerlendirilemez.
AYM yukarıda açıklanan nedenlerle, “tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye
taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği” yönündeki şikâyetinin Anayasa’nın 19.
maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir40
.
AYM’nin yerleşik içtihatlarında vurgulandığı üzere, yakalama veya tutuklama anındaki delil
düzeyi ile ilerleyen aşamalarda kişinin suçla itham edilebilmesi, tutukluluk halinin devamın
ve nihayet mahkûmiyeti için gerekli delil düzeyi aynı değildir. Başka bir ifadeyle, suç
isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgu ile ceza yargılamasının sonraki
aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde
değerlendirilmemesi gerekir41
.
Mahkûmiyetin hangi temelde yapıldığının derece mahkemelerince yeterince
gerekçelendirilmemesi bir diğer görünüm biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
AYM konuyla ilgili Billur Güzide Balyemez ve Recai Alper Tunga, B. No:2014/5909,
25.3.2015 tarihli kararında şu değerlendirmelerde bulunmuştur:
Başvuru, olaylar ve deliller birbiriyle ilişkilendirilmeden yetersiz gerekçelerle mahkûmiyet
kararı verilmesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. İlke
olarak mahkeme kararlarının gerekçeli olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Derece
mahkemeleri, dava konusu maddi olay ve olguların kanıtlanmasını, delillerin
değerlendirilmesini, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasını, uyuşmazlıkla ilgili
vardığı sonucu, sonuca varılmasında kullandığı takdir yetkisinin sebeplerini makul bir şekilde
gerekçelendirmek zorundadır. Makul bir biçimde gerekçe gösterilmesi ve bu gerekçelerin
oluşturulmasında açıkça bir keyfilik görüntüsünün olmaması hâlinde adil yargılanma hakkının
ihlalinden söz edilemez42
.
Makul gerekçe; davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan
hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve
40
Hanefi Avcı, §85) (Benzer yönde bkz. AYM, Firas ve Hebat Aslan,B.No:2012/1158, 21.11.2013 41
Mustafa Ali Balbay, §73 42
Bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 23
olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır. Zira tarafların o dava
yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp
değerlendirebilmeleri için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün hangi nedenle
o içerik ve kapsamda verildiğini gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer
vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması
zorunludur43
.
Başvuruya konu yargılamada, başvuruculara isnat edilen eylemler, başvurucuların
araştırılmasını talep ettikleri konular ve İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet hükmünü bina
ettiği hususlar dikkate alındığında, başvurucuların inceleme taleplerinin neden
karşılanmadığının ve bazı suçlamalar bakımından ise hangi temelde mahkûm edildiklerinin,
Derece Mahkemelerince yeterince gerekçelendirilmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan
nedenlerle, başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar
hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir44
.
“Kaçma Şüphesinin” Gerekçelerde Çok Sık Kullanılması Durumu
Tutuklu dosyalar üzerinde yapılan bir araştırmada 291 dosyada, kaçma şüphesinin dayandığı
eylem ve olayların açıklanmadığı dosya sayısı 265 tir. Sadece bu durum, tutuklama
kararlarının ne kadar gerekçesiz olabildiğini açıkça göstermektedir45
.
Sanığa yöneltilen suçlamanın ağır bir cezayı gerektirmesi de kaçma ihtimalinin
değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulacak bir unsur ise de AİHM içtihatlarında bu
husus tek başına tutukluluğun devamını haklı gösteren bir gerekçe olarak kabul
edilmemektedir46
.
Kaçma şüphesinin varlığını hâkim takdir ederken somut olayın özelliklerini göz önünde
bulundurmalıdır. Sanığın suçu işledikten sonra saklanmak maksadı ile ikametgâhını
değiştirmesi, kolluk kuvvetlerinin suç mahalline ulaştığı sırada sanığın kaçarken yakalanması,
yine sanığın yurt dışına çıkmak için pasaport başvurusu yapması, kaçma şüphesinin varlığına
delalet eden somut olgulardır. Hâkim, eğer “kaçma şüphesi” nedeniyle tutukluluğun devamına
43
Bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24 44
Billur Güzide Balyemez ve Recai Alper Tunga, B. No:2014/5909, 25.3.2015 45
BAYRAKTAR, Köksal; “Ceza Yargılamasının Bitmeyen Derdi Tutuklama” Güncel Hukuk, Ocak 2014/1-
121, Aylık Hukuk Dergisi, s.7 46
Mansur/ Türkiye Kararı, 8 Haziran 1995. B. No:319-B. §51-53
dair bir karar verecekse bu ve benzeri gibi somut olguları kararında belirtmesi yerinde
olacaktır. Kaçma şüphesi bu nedenle soyut değil, bizatihi kendisi somut bir durumu ortaya
koymaktadır. Kaçma şüphesi, olgularla ve delillerle ve özellikle kişiselleştirme ile
açıklanmadığı müddetçe ortada bir gerekçe eksikliğine işaret eder. Yine matbu ifadeler yahut
kanun metninin tekrarına yönelik açıklamalar da gerekçe yokluğunu gösteren hususlardır47
.
AYM tarafından gerekçeli karar hakkı adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmekle
beraber tutukluluk ile ilgili durumlarda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında ele
alınmaktadır. Tutukluluk halinde gerekçeli karar hakkının birçok görünümü olmakla beraber
en çok karşılaşılan durumlar;
Mahkûmiyetin hangi temelde yapıldığının derece mahkemelerince yeterince
gerekçelendirilmemesi,
Tutukluluğun devamı ve tahliye talebinin reddi yönündeki kararın gerekçeli
olmaması veya formül (matbu) gerekçeler içermesi,
Uzayan tutuklulukta artan şüphe kuralına yer verildiğinin
gerekçelendirilmemesi, bazı sanıkların durumlarından hareketle genelleme
yapılarak diğerlerinin de aynı davranışta bulunabileceğini varsaymak,
kişiselleştirmeyi yapmamak,
Tutuklunun inceleme taleplerinin neden karşılanmadığının, olayların ve
delillerin birbirleriyle ilişkilendirilerek “silahların eşitliği” ve “çelişmeli
yargılama” ilkeleri kapsamında değerlendirilmediği,
Kaçma şüphesinin var olduğuna ilişkin değerlendirmenin olayın oluş şekli
ve kişinin şahsi durumuyla bağlantı kurulmaksızın yapılması,
şeklindedir.
47
Turan, Dr. Hüseyin; Anayasa Mahkemesinin Bireysel Başvuru Kapsamındaki Kararları Işığında Tutuklamada
Gerekçe, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Y.6, S.21, Nisan 2015, s.395