tÜrk-İslÂm edebİyati dersİn teorİk ve felsefÎ uzami dİnÎ-edebÎ metİn tecrÜbelerİ

144
TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI - DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI - DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ YRD. DOÇ. DR. KENAN MERMER

Upload: peggy

Post on 12-Jan-2016

83 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ YRD. DOÇ. DR. KENAN MERMER. « EDEBİYAT» nedir ?. Arapça bir kelime olup – edb - kökünden türetilmiştir . Derinleştirme, işleme, geliştirme, düzen verme, iyice belirtme … gibi anlamlara gelmektedir. - PowerPoint PPT Presentation

TRANSCRIPT

Page 1: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI

- DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI

- DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

YRD. DOÇ. DR. KENAN MERMER

Page 2: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Arapça bir kelime olup –edb- kökünden türetilmiştir. Derinleştirme, işleme, geliştirme, düzen verme, iyice belirtme … gibi anlamlara gelmektedir.

• Bediî hislerin, kaosun, derin duyguların, bitmez-tükenmez etkilenişlerin ufkunda; devasa bir cesamete sahip olan «anlam» ı ifade etmek için kullanageldiğimiz canlı vasıtanın zapt u rapt altına alınmasıdır edebiyat. Anlamın/mananın bütün detaylarını barındırmaz, girift hissiyatın bir kısmını kavrar, düzenler ve dile getirir.

• İslâmî yahut dinî açıdan/perspektiften bakıldığında ise sanat ve edebiyat, bizatihi bir şey olmaktan çok; gaî bir akışın doğal üyesi olarak kabul görür. Onlar, hakikatin bir neferidir. Gerçek ve biricik sanatkâr (es-Sâni‘) Allah’tır.

«EDEBİYAT» nedir?

Page 3: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Karma ve eklektik bir görünüm arz eder. Çift taraflı ve dinamik bir yapısı vardır.

• Hafızanın işleyen ve saklanan tarihiyle ilişkilidir.

• Kabuller ve terkler; inanışlar ve reddedişler arasında mekik dokuyan dinamik bir görüntüsü vardır.

• Arap-Acem-Türk topluluklarının din ve gelenek yapılarının değişimi yeni edebiyatlar inşa etmiştir. İslâm bir milâttır. Edebiyatın ve hafızanın kadîm bir geçmişi vardır fakat kökten dönüşüm/değişim sözü ve sözün rotasını yeniden kodlamıştır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN MANASI ve USÛLÜ :

Page 4: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

F. Köprülü’nün ifadesiyle, «Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği, fikrî ve hissî gelişmeyi belirten bütün kalem mahsullerini tetkîk ile, onun manevî hayatını, gerçekte olduğu gibi tasvire çalışır. Bir milletin edebiyatı; millî ruhu ve millî hayatı göstermek için en samimi bir ayna sayılabilir»

Bu geçmiş hayatı anlamak ve anlamlandırmak için kullanacağımız usûlde, öne çıkan sanatkârların, konuların ve kavramların derinlik kazısını yapılacaktır. Bir formulasyona ulaşmak icap ederse, «küllüne bakarak künhünü görmek» diyebiliriz.

Edebiyat sözü, Frenkçe anlamında, Şinasî’den sonra geniş olarak kullanılmaya başlamıştır. Ondan önceleri şiir ve inşa kelimeleri bugünkü edebiyatın nazım ve nesir alanını anlatmaktaydı. Edebiyat, geniş anlamıyla «yazılı söz»; Türk-İslâm Edebiyatı ise, Türk toplulukların ve milletlerin var olan şifahî geleneklerini geliştirerek yazıya devşiren ve onları inanç-algı ekseninde yeniden inşa eden gerçekliğin ifadelendirilmesi olarak özetlenebilir.

Page 5: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• «Türkler arasında daha yazı yayılmadan önce mevcut bulunan millî sözlü edebiyat, lisanın ilk teşekkülünden beri canlı bulunduğu gibi, yazının yayılmasından sonra da tabiatıyla devam etmiştir»

• Türkçe’nin yaşı ulaşılabilen en eski delillere göre M.Ö. 2500-3500 yıllarına kadar geri götürülebilmektedir. Ancak ilk yazılı metinler bugünkü bilgilerimize göre VIII. Yüzyıla «Orhun Abideleri» ne uzanmaktadır.

• Milattan önce başlayıp milada kadar çektiğimiz çizgi ilk Türkçe (Pre-Turkic); milattan 8. Yüzyıla kadar ise Ana Türkçe (Proto-Turkic) denmektedir.

İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ-

Page 6: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Dil: «İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendi kanunları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık, milletleri birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli antlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir»

• Dilin Özellikleri:

Tabiîlik: İnsanîdir, doğuştan getirilir.

Hayatiyet/Canlılık: Kuralları vardır ve bu kurallar, kaideler dilin istikrarı açısından kıymetlidir.

Millîlik ve Sosyallik: Doğduğu yerlerin rengi ve psikolojisiyle harmanlanır.

Seslilik: İşaret, jest ve mimik dışında kasıtlı seslendirmeden oluşur.

İttifak: Ortak aklın kanaati üzere biçimlenir.

DİLİN MAHİYETİ VE ÖZELLİKLERİ

Page 7: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Dilbilim: Yeryüzündeki dilleri, harflerin ses özelliklerini (Ses bilgisi-Fonetik); kelimelerin türetilişini (Yapı bilgisi/Morfoloji); kökenini (Etimoloji); kelimelerin taşıdığı anlamları (Anlambilim/Semantik) ve cümle yapılarını (Cümle yapısı/Sentaks) inceleyen bilim dalıdır.

• Lehçe: Bir dilin tarihî seyri içerisinde çok eski zamanlarda ayrılan kollarına denir. Ses-şekil ve kelimeler değişir. Bkz. Çuvaşça, Yakutça…

• Şive: Yakın geçmişte ayrılan dil kollarıdır. Ses-şekil bakımından farklılaşma görülür. Bkz. Azerice, Kırgızca, Özbekçe…

• Ağız: Bir dilin çok yakın zamanda ayrılmış, küçük bölgesel kollarına denir. Bkz. Karadeniz, Ege, Erzurum, Konya, İstanbul gibi…

• Yazı dili: İstanbul ağzı esas alınarak oluşturulmuştur.

DİLLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR

Page 8: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

HİNT-AVRUPA DİLLERİ AİLESİ: Germen-Roman-Slav Dilleri, Sanskritçe, Avestçe ve Ermenice

BANTU DİLLERİ AİLESİ:Orta ve Güney Afrika

Dilleri

URAL-ALTAY DİLLERİ AİLESİ

ÇİN-TİBET DİLLERİ AİLESİ

HAMİ-SAMİ DİLLERİ AİLESİ:

Akadca-İbranice-Arapça

Page 9: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«Türkçe, Ural-Altay Dil Ailesi’nin Altay kolundan;

yapı bakımından ise «Eklemeli Diller» grubundandır.»

B) ÇEKİMLİ DİLLER: Kökler ve bazı ekler vardır. Kök

olağanüstü değişiklik gösterebilir.

Örneğin: Kitâb-Kâtib-Mektûb

A) TEK HECELİ DİLLER: Yapım ve çekim ekleri

yoktur. Bkz. Çin-Tibet Dilleri

C) EKLEMELİ DİLLER: Tek veya çok heceli kökler

ve bunlara getirilen

eklerden oluşur. Kök değişmez;

başa yahut sona ek gelir.

YAPILARINA GÖRE DİLLER

Page 10: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Türk Edebiyatı incelenirken Doğu ve Batı arasında salınan bir hayalî sarkacın hareketlerini görür gibi oluruz. Kavramların dünyası, detaylandırmaya açık, ufku ve uzamıyla, önümüze doğru serilen bir profil çiziyor olsa da, bir ilmi ancak tasnif yoluyla anlatmak mümkün oluyor:

I. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

• M. S. VIII. Yüzyıla Kadar

II. İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI

• XIX. Yüzyıla kadar

III. BATI TESİRİNDEKİ

TÜRK EDEBİYATI

• Ucu açık süreç

Page 11: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

I. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI

A) SÖZLÜ EDEBİYAT

• Şifahî geleneğin iki ana damarı vardır ki bunlar destan ve mûsikîdir. İnsan vahiy önderliğinde ve potansiyeller eşliğinde –ilhamları, sezgileri ve aklı- şiiri ve onu terennüm edeceği tınıyı inşa eder.

B) YAZILI EDEBİYAT

• Siyasal birliklerin ve köyden kent meydanına çıkışların izleğinde, kayıt altına alınan bir dil, tarih ve edebiyat sahneye çıkar. Kaideler, prensipler , gelenekler oluşturulur.

Page 12: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Sav: (Atasözü): Lafzen, iddia, tez, fikir anlamlarına gelir. Anonim ve aforizmatiktir. Örneğin, Öküz adhakı bağınça buzağı başı bolsa yeg. (Öküz ayağı olmaktansa buzağı başı olmak daha iyidir.

2. Sagu: (Ağıt-Mersiye):Yuğ/Cenaze törenlerinde ozanların söylediği manzum yahut mensur yakarışlardır. Yasçılar yas tutar, kurbanlar kesilirdi. Ölünün çadırı 7 kez beyler ve yasçılar tarafından tavaf edilirdi. En şöhretlisi Alp Er Tunga sagusudur.

3. Koşuk: (Koşma): Şölen ve –toy- denilen ziyafetler sırasında ozan tarafından saz eşliğinde okunur. Türkü yakma geleneğinin öncülüdür. Hece vezni ve dörtlük tarzında yazılır. (Aaax-bbbx…)

4. Destan: (M.Ö. 700-M.S. 8. Yüzyıl İlhamını tarihten alan ve halkın muhayyilesinde mitolojik unsurlarla zenginleşerek gelişen anonim halk edebiyatıdır. Lejand ve Epopée olmak üzere iki kısımdır. Işık, ağaç, Bozkurt, Kadın, Su, At ve Yada taşı gibi semboller kullanılır.

A) SÖZLÜ/ŞİFAHÎ EDEBİYAT (DESTAN DEVRİ EDEBİYATI)

Page 13: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. HUN ÇAĞI (V-

VII. YY.)

2. GÖKTÜRK (VI-

VIII. YY.)

3. UYGUR (VIII-

IX. YY.)

B) YAZILI EDEBİYAT

Page 14: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Akhunlar’ın bir yazılarının olduğu ve bu yazının Göktürk yazısına benzediği bilinmektedir.

• Hun yabgularının Çin sarayına gönderdikleri mektuplar mevcuttur.

• Çin yıllıklarında «Uygurların ataları Kao-küler Çince yazarlar; fakat klasikleri Hun dilinde okurlardı» ifadesi dikkate şayandır.

1. HUN ÇAĞINA AİT SİYASÎ MEKTUP VE TÜRKÜ TERCÜMELERİ

Page 15: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Kastedilen yazıtlar, Göktürk alfabesiyle yazılan ve büyük bir kısmı mezar taşlarından oluşan «Yenisey Yazıtları»; yine taşlar üzerine işlenmiş «Tonyukuk Anıtı» ve «Orhon Yazıtları»dır.

• Bengi Taşları: Moğolistan’ın kuzeydoğusunda, Orhun ırmağının eski mecrası ile Koşu Saydam gölü civarındadır. Üç kitabenin ortak ismidir.

• Tonyukuk Anıtı: Göktürklerin dört hakanına vezirlik yapan Vezir Tonyukuk tarafından, 720 senesinde diktirilmiştir. Hadiseler hatırat tarzında kaleme alınmıştır.

• Orhun Abideleri: «Kültigin» ve «Bilge Kağan» anıtlarının ikisine birden verilen isimdir. İlk metinde, Göktürklerin nasıl kurulduğu ve kutaldığı ve fakat siyasî hatalar ve ahlâksızlıklar sebebiyle nasıl Çin egemenliğine girdiği anlatılır. İkinci metinde ise, Çinlilerin, Türkleri yok etmek için çevirdikleri dolaplardan, ve temel ahlâkî düsturlardan dem vurulmaktadır.

2. GÖKTÜRK KİTABELERİ/ÂBİDELERİ

Page 16: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• VIII. Yüzyıldan itibaren Türk toplulukları arasına «Budizm-Maniheizm- gibi dinler girmeye başladı. Bu yeni inanılan dinlerin tesiriyle Uygur alfabesi kullanılmaya başladı.

• Uygur alfabesi aslen Soğdak alfabesi kaynaklı bir tipolojiye sahiptir.

• Uygur alfabesi ile yazılı metinlerde isimleri geçen, «Aprınçur Tigin» ve «Pratya-ya Şiri» isimleri bilinen ilk Türk şairleri olarak kabul görmüştür.

• «Bizim Tengrimiz ed-güsi redni tiyür Redni de yig mening edgü Tengrim algım begrekim» -Aprınçur Tigin-

(Bizim Tanrımızın iyiliği cevherdir derler. Cevherden daha üstün benim iyi Tanrım, kahraman beğrekim!)

3. UYGUR METİNLERİ

Page 17: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• İptidai bir kavim edebiyatının ürünleri olduğu için henüz ham bir yapıdadır.

• Dil, yabancı unsurlardan çok az etkilenmiştir.

• Şaman/ozan dinî ve millî bir şahsiyettir. Çoklu bir iktidarla önemli bir kültür proto-tipidir.

• Şiirlerde hece vezni ve dörtlük kullanılır. Asonans (Yarım kafiye) revaçtadır. Tek ve tok heceli sesler kulakta çınlar.

• Sözlü edebiyatta ve Göktürk metinlerinde eski Türk dini Şamanizm; Uygur metinlerinde Maniheizm ve Budizm etkisi vardır.

İSLÂM ÖNCESİ/ESKİ TÜRKÇE ÇAĞI TÜRK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLLİKLERİ

Page 18: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• İslâm’ın doğuşunun ardından Hz. Peygamber, Arap yarımadasını 23 sene gibi kısa bir zamanda son vahiyle/mesajla şereflendirmiştir.

• Hz. Ömer döneminde (634-644) fetihler süratle devam etmiş ve bir dünya gücü olan Sasaniler’e son verilmiştir. Devamında Emevîler saltanat merkezinde bir devlet yapısı kurmuşlar ve Türkler ile ilk karşılaşmalar savaş noktasında olmuştur. Bu dönemki ihtidalar kişiseldir.

• Talas Savaşı (751): Çinliler ile savaşan Abbasîler Karluk ve Yoğma Türkleri sayesinde zafer kazanmışlar; böylece iki topluluk arasında ılıman bir ortam oluşmuştur. Bu dönem toplu ihtidaların görüldüğü bir zaman aralığıdır.

• Nihayet Karahanlı Devleti hanı Satuk Buğra Han’ın Müslüman olmasıyla beraber (920) bir devlet yeni bir dini kabul etmiş, Karahanlı Devleti ilk Müslüman Türk Devleti olarak kayıtlara geçmiştir.

II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ-

Page 19: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Metafizik ve sosyolojik bir devrimin yegâne kaynağı İslâm’dır. Çadır kültürünü kent meydanına taşıyan dinamik cevher imandır. Bu bağlamda hatırlanmalıdır ki Arabistan sınırları dışında –İran’dan sonra- yeni dini kabul eden ikinci millet Türkler’dir.

• İslâm orduları öyle süratli bir fetih sürecine girmiştirler ki , kendilerine kattığı birçok kültürel unsur ve detayla birlikte muazzam bir medeniyet inşasına girişmek durumunda kalmışlardır. Roma’dan Suriye alınmış, Sasaniler’in tahtı yere çalınmıştır. Bir yandan Vizigot topraklarına (İspanya) ; diğer yandan Hind üzerine yürünmüştür. Orta Asya steplerinde Türkler bu büyük gövdeye eklemlenmiştir. İran, Horasan, Irak, Ermenistan, Doğu Anadolu, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas ve doğuda Çin sınırlarına kadar uzanan bir hakimiyet çemberi çizilmiştir.

II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ-

Page 20: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• «Bu fetihlerin iki büyük neticesi oldu. Birincisi, bu sahalarda yaşayan çeşitli dinlere ve ırklara sahip ahalinin İslâmiyet’i kabul etmeleri; ikincisi de, o kadar çeşitli medeniyetlerle temas eden İslâmiyet algısının zarurî tekamülü, yeni bir mefkûrenin feyziyle çölden fırlayan yakıcı, kahredici kuvvet eski dinlerden kalan bakiyeleri ortadan kaldırmıştı. Ve onların yerine yeni bir medeniyet kurmak zorunluluğu da böylece zuhur etmiştir.»

• Tevhid ve İlâhî Adalet prensipleriyle ülkeleri ve gönülleri fetheden İslâm, birçok unsuru kendine katarak yeni bir şehir kültürü inşa etmiştir. Bu noktada Arapça’nın ve Farsça’nın Türk kültürü ve edebiyatı üzerindeki etkisi hatıra getirilmelidir.

II. İSLÂMÎ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI-GİRİŞ-

Page 21: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eski Türk şiirinde nazım birimi dörtlük iken; yeni dönemde İran Edebiyatı’nın etkisiyle –beyit- esasına dayalı nazım şekilleri kullanılmaya başlanmıştır: Gazel, Kaside, Mesnevî, Ruba‘î, Muhammes, Terkîb-i Bend…

• Eski Türk şiirinin vezni hecelerin sayı değerlerine dayanan «hece» iken; yeni dönemde hecelerin uzun-kısa, kapalı-açık olmalarına göre tasnif edilen ve bir musikîsi olan «aruz» kullanılmıştır.

• Eski Türk şiirinde, yarım kafiye revaçta iken; yeni dönemde tam ve zengin kafiyeler ağırlık kazanmıştır.

• Mimaride soyutlama, resimde iki boyutlu çizimler, şehir kurulumunda merkezde duran cami ve musikîde muhtelif makamların renkli yelpazesi dönüşümün farklı göstergeleri olarak önümüze çıkar.

İSLÂMÎ EDEBİYATIN GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 22: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Yazılan her eser, ister dinî içerikli olsun isterse başka bir içeriğe sahip olsun, mutlaka «Besmele» ile başlar. Çünkü İslâm inancına göre besmelesiz işler bereketsizdir. Ayrıca uzun mesnevîlerin başında, besmeleyle ilgili bir manzûme olabilmektedir.

• Besmeleden sonra Allah’a övgü, yakarış ve şükrün ifadelendirildiği «Hamdele» kısmı gelir. Arapça, Farsça yahut Türkçe olarak yazılan bu bölüm; divanlarda, mesnevîlerde tevhîd ve münacat tarzında yazılmış manzûmeler şeklinde önümüze çıkar.

• Allah’a övgü ve yakarıştan sonra, Hz. Muhammed’e, onun ailesine ve arkadaşlarına dua edilen «Salvele» kısmı gelir. Mensur eserlerde bu hususta cümleler serdedilerek; divan ve mesnevîlerde ise, Na‘t-ı Şerîf ve Na‘t-ı Çâr-yâr türünde bir manzûme yazılarak yola revan olunur.

İSLÂMÎ EDEBİYATIN ESKİ EDEBÎ MUHTEVAYI DÖNÜŞTÜREN SACAYAĞI

Page 23: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eski Türk Şiiri

• İran Edebiyatı

• Akaid ve Kelâm

• Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsir İlmi

• Hz. Muhammed ve Hadis İlmi

• Fıkıh İlmi

• Tasavvuf

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 24: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eski Türk Şiiri: Yeni şekil ve muhtevalarla zenginleşen İslâmî Türk Edebiyatı’nın ilk kaynağı evvelki sözlü geleneğin ve az da olsa yazılı kültürün ürettiği değerler olarak kabul edilebilir.

• İran Edebiyatı: Eski İran edebiyatının kelime hazinesi, zengin mazmûnları İslâm’la beraber yeniden kodlanmış ve gürleşmiştir. Bizim açımızdan kıymeti, hususiyetle Divan Edebiyatı’ndaki yansımalarda görülür. Ayrıca günlük dil ve ibadetle ilgili terminolojide İran baskındır. Örneğin, Abdest, Namaz, Oruç…

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 25: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Akâid ve Kelâm: Tevhîd inancı merkezinde, Allah’ın varlığı, birliği, delilleri, sıfatları, isimleri, meleklerin mahiyeti, ilâhî kitaplar, Kur’ân’a iman, peygamberlik mesleği, Ahiret, mahşer ve kader konuları akaidin belkemiğidir.

• Kelâm ilmi ise, Allah’ın birliğini, zatî ve sübûtî sıfatların mahiyetini, Zat meselesini –aynı yahut gayrı olarak- yaratılış konularını akıl-vahiy terazisinde anlamak çabasındadır.

• Edebiyatımızda Allah, akâid ilminde verilen bilgilere paralel olarak zikredilmektedir. Tevhîdler, münâcâtlar, Esmâ-i Hüsnâ şerhleri ve muammaları direkt olarak Cenâb-ı Hak ile ilgilidir.

• Edebî eserlerde Allah; Hak, Rab, Perverdigâr, Yezdân, Hudâ, Bârî, Yaradan, Çalab, Zât-ı Kibriya, Yed-i kudret, Dest-i kudret, Nakkâş-ı ezel, Hâkim-i Mutlak … şeklinde kullanılır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 26: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Kur’ân-ı Kerîm ve Tefsir İlmi: Kur’ân, İslâmî edebiyatın ana hatlarını çizen birincil kaynaktır. Mushaf, Kitâb, Furkân, Nûr, Seb‘u’l-Mesânî gibi isimlerle zikredilir. Ayrıca teşbih sanatının yolunda, sevgilinin yüzü Kur’ân sayfasına, saçları, ayva tüyleri, zülüfleri, kaşı, gözü, kirpikleri ve beni Kur’ân hattına benzetilmektedir.

• Tefsir ilmi yaşanan zaman ve zemin parametreleriyle değişmeler göstererek kendi derinliğini kazar. Tefsirler tek tek kullanılmasalar bile, bilgi temeli ve kültür kaynağı olarak edebiyata sirayet etmişlerdir.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 27: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Hz. Peygamber (sav) ve Hadis İlmi: İslâmî Türk Edebiyatı’nın en önemli kaynaklarından biri de Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı ve ortaya koyduğu sünnetidir. Onun eylem biçimi, ahlâkî vasıfları, hayat hikâyesindeki can alıcı noktalar, mucizeleri ve elbette ki hadîsleri edebiyatın bütün ruhuna sinmiştir.

• Peygamberimiz ile ilişkili olarak, Na‘tlar, Hilyeler, Siyerler, Şemâiller, Mucize-nâmeler, Miraciyeler … ayrı birer edebiyat türü olarak tebarüz etmiştir.

• Fıkıh İlmi: Hayatın bütün alanlarında soru-sorgu eylemi devam etmektedir. Bununla birlikte Müslüman’ın temel yaşama prensipleri ve uymak zorunda olduğu kesin hükümler vardır. Bu ilmin edebiyata yansıması, tartışmalar ve değişen ahkâm mesabesinde değil; bizatihi kullanılagelen kavramların ve isimlerin izdüşümleriyle ilişkilidir. Örneğin, abdest, amel defteri, ezan, cenaze, fetva, haram, mubah, oruç, seccade, sevap, günah, tevbe, vacip, vaiz, zahid, zekât… gibi isimler ve kavramlar satır aralarında durmadan gezinmektedir.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 28: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tasavvuf: Tecrübî bir ilimdir ve bir manada insanın hakikati aramak yolunda başvurduğu sistemli bir yürüyüştür. Seyr-i sülûk; usûl-erkân vardır.

• Esas itibariyle bir yandan «marifetullâh»ı bir yandan da «tezkiye-i nefs»i gerçekleştirmek için girişilen mücadeleler tasavvufîdir ve doğal olarak edebiyatla içli dışlıdır. Hatta ayrı bir edebî ekol meydana getirecek kadar nüfuzlu ve etkili bir ilim dalıdır. Türkler arasında ilk tasavvuf ekolünü kuran kişi Ahmed-i Yesevî (ö. 1166) olarak kabul görür.

• Cüneyd-i Bağdadî(ö. 910)’nin tasavvuf tarifi şöyledir: «Allah’ın seni sende öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir»

• Tasavvuf’un İslâmî Türk edebiyatına etkisi iki başlıkta değerlendirilebilir:a) Divan Şiirine Etkisi: Vezin-şekil-muhteva itibariyle Divan Şiiri’ne etki etmiştir. Örneğin,

tasavvufî mesnevî geleneği, menâkıp-nâme, tezkiretü’l-evliyâ gibi türleri doğurtmuştur.

b) Halk Şiirine Etkisi: «Hikmet» geleneği (Yeseviyye kaynaklı) merkezinde, hece vezni ve sade bir dille ifadesini bulan Tekke Edebiyatı’nın doğmasını sağlamıştır. «Acem tesiriyle inşa edilen edebiyat (Mevlânâ) ve Hikmet geleneğiyle yoluna devam eden usûl (Yunus Emre); ahlâkî öğreti ve felsefe bakımından aynı, dil, eda, vezin ve şekil bakımından farklıdır.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KAYNAKLARI NELERDİR?

Page 29: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

A. MUHTEVA KAYNAKLARIKur’ânî İlimler, Felsefe ve Tasavvuf B. TARİHSEL KAYNAKLAR

B. 1. BİYOGRAFİK KAYNAKLAR. Şair Tezkireleri

. Şakâiku’n-Nu‘mâniyye. Tarih kitapları

. Devlet adamlarını ve meslek gruplarını anlatan eserler

. Vefeyâtnâmeler. Tasavvufî kaynaklar. Biyografik Eserler

B. 2. BİBLİYOGRAFİK KAYNAKLAR

. Mevzûâtü’l-‘Ulûm. Keşfü’z-Zünûn

. Mahzenü’l-‘Ulûm. Türkiye Makaleler

Bibliyografyası. Türk Dili Bibliyografyası

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN MUHTEVA VE TARİHSEL KAYNAKLARI

Page 30: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

DİVAN EDEBİYATI

TASAVVUF EDEBİYATI

HALK EDEBİYATI

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NIN KISIMLARI

Page 31: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• İçeriği, derinliği ve muhatap olduğu kitleyle bağlı olarak “Yüksek Zümre Edebiyatı, Enderun Edebiyatı, Saray Edebiyatı, Havas Edebiyatı ve Divan Edebiyatı” isimleriyle zikredilebilmektedir.

• Divan Edebiyatı kendi çemberini gittikçe genişleterek Klâsik bir edaya bürünmüştür. Bir ekol/okul olarak üstadları ve talebeleri, tepeleri ve vadileri vardır. Muhteva açısından değerlendirildiğinde, Tevhid, Münacat, Na‘t, Mersiye, Medhiye, Fahriye, Hicviye, Şehrengîz, Kıyafet-nâme… gibi geniş bir skalaya sahiptir.

• Kuruluş evresinde yine başlangıçların doğası gereğince, daha sade bir havayı

sunarken, gittikçe yabancı kelimeler-unsurlar merkeze oturmuş ve incelikli ve ağır bir havaya bürünmüştür.

• Fakat siyasal alanda işler terse gittiğinde Hikemiyât içerikli didaktik bir üslup kazanırken, modern anlamda Romantik diyebileceğimiz hissî ve aşırı mecazlarıyla –Sebk-i Hindî- ile konuştuğu da olmuştur. Neresinden bakılırsa bakılsın artık dev bir geleneği görürüz.

A. DİVAN EDEBİYATI

Page 32: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tasavvuf edebiyatı, birçoğu aynı zamanda şair ve âlim olan mutasavvıfların, zihinsel-pratik tecrübeleri doğrultusunda, nefsin ve şeytanın oyunlarını, iyi ve kötünün doğasını, insanı mutlak iyinin özüne yaklaştırma, ona kendi özünü hatırlatma, onu kendine getirme ve Allah’ın ismini en dibe yahut en tepeye koydurabilmek yahut zaten orada olanı zikretmek gayretiyle yazdıkları manzum ve mensur eserlerle meydana gelmiştir.

• Türkler arasında ilk tarikatı kuran ve ilk Türkçe tasavvufî eseri veren sofi Ahmed Yesevî’dir. (ö. 1166)

B. TASAVVUF EDEBİYATI

Page 33: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Halk Edebiyatı, başlangıç itibariyle sözlü geleneğin bir devamı olarak XIII. Yüzyılda Anadolu’da oluşmaya başlayan ve Divan Edebiyatı’ndan müstakil olarak gelişen bir edebiyattır.

• Anonim manzûm ve mensûr sözlü ürünlerle geniş halk kitlelerine ulaşabilmiştir. Fakat gittikçe yazılı ürünler vererek kendi geleneğini farklı bir biçimde oluşturmaya başlamıştır.

• Halk Edebiyatı’nın en önemli temsilcileri saz şairleridir ki, bize

Anadolu ve Asya halkının geçmişteki sanatsal algısını hatırlatır. Artık İslâmlaşmış bir Anadolulu bizi karşılar, elinde sazı vardır ve doğruyla eğri arasındaki farkı dile getirmek ister.

C. HALK EDEBİYATI

Page 34: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm süren Karahanlıların X. Yüzyıl’ın ortalarında tamamen Müslüman olmalarıyla beraber siyasal tarihimizde bir dönüm noktası oluşmuş; ardından edebiyatımız da bu yeni inanç ve paradigma doğrultusunda kendine yeni bir kimlik edinmeye başlamıştır.

• Bu dönemde yazılan eserler bir başlangıcın sadeliğini yansıtırlar. Hakaniye (Doğu) lehçesiyle kaleme alınmışlardır.

II. TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI İLK DÖNEM (GEÇİŞ DÖNEMİ) ESERLERİ

-KARAHANLI DÖNEMİ EDEBİYATI- (912-1212)

Page 35: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Balasagunlu Yusuf’un Kaşgar’da tamamladığı eser, Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Karahan’a takdim edilmiştir.

• Eser, şehnâme kalıbında olup (3*fe‘ûlün- 1* fe‘ûl), mesnevî şeklinde kaleme alınmıştır. İlavelerle birlikte 6645 beyitten oluşur.

• Kutadgu Bilig, «mutluluk, esenlik veren, dünya ve ahirette saadete ulaştıracak bilgi anlamlarına gelmektedir.

• Yarım kafiyeler ve cinaslarla yapılan aliterasyonların varlığı, eski Türk şiirinin bir bakiyesidir. Adeta aruzla yazılmış maniler olarak eserin tarzını tanımlamak mümkündür.

• Eser, bir siyaset-nâmedir ve «tahkiye-hikmet-mükâleme- tarzında bir yazım tekniği söz konusudur.

• Bir insanın ne ile mutlu olacağı sorusundan hareketle, ideal insanı inşa edecek ideal devlet yapısının hususiyetleri odak noktasıdır.

• Üç nüshası vardır: Herat, Fergana ve Kahire. Öne müsteşrikler tarafından tanıtılan eseri, Türkçe’ye Reşit Rahmeti Arat kazandırmıştır.

1. KUTADG U BİLİG (1069)-Balasagunlu Yusuf Hac Hâcib-

Page 36: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eser, Allah’a övgü ile başlar ve Hz. Peygamber’e övgü ile devam eder. Bunların arkasından «Çâr-ı yâr-ı güzîn» ve «Tabgaç Buğra Karahan’a övgüler gelir.

• Diğer konular şu şekildedir: Yedi gezegen ve on iki burcu söyler. İnsanın değerinin bilgi ve anlayıştan geldiğini söyler. Kitap sahibi kendi özünü söyler. İyilik yapmak hususunda öğüt verir. Bilgi ve anlayışın faziletini söyler. Kitabın adını, ihtiyarlığını ve tefsirini söyler. Bozuk tavır ve hareketlerin zararlarını söyler.

• Eserde, 4 esas karakter vardır:

1. Kün-dogdı: Hükümdârdır. Adaleti, yasayı ve düzeni temsil eder.

2. Ay-toldı: Vezirdir. İkbâl ve saadeti temsil eder.

3. Ögdülmiş: Vezirin oğludur. Akıl ve bilgiyi temsil eder.

4. Odgurmış: Vezirin akrabasıdır. Kanaat ve âkıbeti temsil eder.

1. KUTADG U BİLİG (1069)

Page 37: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. KUTADG U BİLİG (1069)

ÖDGÜLMİŞ’İN HAKAN’A CEVABI

«Kişiyi faydasız daima üzenÜç şey vardır, gör ey güçlü yöneten

Kötü huyun biri, çok inat etmekBir diğeri onun yalan söylemek

Biri de pintilik aşağılatanBunların üçü de bilgisizlikten»

ÖGDÜLMİŞ CEVÂBI İLİGKE

«Kişke tusulmaz tükel yas kılurBu üç neng turur kör ay ilçi unur

Biri arkuk erse bu kılkı yavuzTakı biri yalgan tüzer erse söz

Takı bir saran ol kişide iliBu ün neng üçegü biligsiz tili»

Page 38: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Kaşgarlı Mahmud tarafından beş senede yazılmış, Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Kaşgarlı Mahmud, ilk Türk gramercisi ve ansiklopedisti kabul edilebilir. Bu bağlamda onun eseri, ilk bilinen sözlük, ilk gramer ve ilk edebiyat antolojisi kabul edilir.

• Sebeb-i telif: Araplara Türkçe öğretmek, Türkçe’nin zengin dil varlığını ortaya koymak, Türk Dili’nin dünya dilleri arasındaki yerini belirtmek amacıyla yazılmıştır. Bu sebepten Türk hakanına değil Abbasî halifesi el-Muktedî bi-Emrillâh’ın oğlu Ebu’l-Kâsım Abdullah’a takdim edilmiştir.

• Eserde, yalnızca açıklaması yapılacak kelime Türkçe; örnekler dışındaki açıklamalar ise Arapça’dır. Eserin başında bir mukaddime vardır. Besmele ile başlar.

• Madde başı olarak verilen kelime sayısı 7500-8000 kadardır. Eserde Türkçe’nin, Türkmen-Oğuz-Çiğil-Kırgız boylarının dilleri tanıtılmıştır. Halk dilinden alınmış çok sayıda deyim, manzûme ve atasözleri (sav) vardır.

• Eserde yer alan dörtlükler, «koşma» tarzında kafiyelendirilmiştir.

2. DİVÂN U LÜGÂTİ’T-TÜRK (1072-1077)-KAŞGARLI MAHMUD-

Page 39: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eserin muhtevası geniş bir yelpazeye sahiptir: «Gramer, İsimler ve Fiiller, Akrabalık, Evlenme, Atçılık, Bağcılık, Yemekler, Dokuma, Süsleme, Eğlence, Müzik, Ev Hayatı, Tababet, Tarım, Alet-edevat bilgisi, Türk dünyasına ait ilk harita…»

• Eser, Ali Emirî tarafından XX. Yüzyıl başlarında Sahaflar Çarşısı’nda bulunmuş; Kilisli Muallim Rifat Bey kontrolünde 3 cilt olarak bastırılmıştır. (1914-1917)

• Eseri vücuda getiren en mühim etken, Abbasî Hilafet ordusuna Türk askerlerinin de alınmasıyla, Türk nüfuzunun önce Bağdat ve devamında İslâm coğrafyasındaki yükselişidir. Bu arada Türk illerinden gelen Farabî, Zamahşerî gibi büyük filozof ve âlimlerin yetişmesi, Türkçe’ye ilginin artmasına vesile olmuştur. Eser bu alakaların doğal bir reaksiyonu olarak kabul edilebilir.

• Aşıç: Tencere. Şu savda da gelmiştir:

«Aşıç ayur tübüm altun. Kamış ayur men kayda men»(Tencere der: Dibim altın. Kepçe, der: Ben neredeyim?)

- Bu sav, kendinin kim olduğunu bilenin yanında kasılanlar, şişinenler için söylenir.-

2. DİVÂN U LÜGÂTİ’T-TÜRK (1072-1077)

Page 40: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Âlim ve fâzıl bir zat olarak tanıtılan Edîb Ahmed, Karahanlı dönemi Türk şairlerindendir.

• Atabetü’l-Hakâyık, «Hakikatlerin Beşiği» anlamına gelir. Tıpkı Kutadgu Bilig gibi Şehnâme vezninde yazılmıştır. Eser, Türk-Acem ülkelerinin meliki Muhammed Dâd Sipehsâlâr Beg’e takdim edilmiştir.

• Tevhîd ile başlar, Na‘t ve Çehâr-ı güzîn ile devam eder. Hükümdarın övgüsünden sonra konuya girilir.

• Dört farklı nüshası vardır: Semerkant, Ayasofya, Topkapı Sarayı ve Uzunköprü. Atabetü’l-Hakâyık’ı ilk ortaya çıkaran Necib Âsım’dır.

• Eserin ilk 5 bölümü beyitler hâlindeki manzûmelerden oluşmaktadır. Bunların kafiye düzeni kaside gibidir. (aa-xa-xa…) Kitapta anlatılmak istenen asıl konunun yer aldığı 6. bölümden sonraki kısım «dörtlükler» hâlinde yazılmıştır. Bu kısımda 102 tane dörtlük mevcuttur.

3. ATABETÜ’L-HAKÂYIK (XII. YY.)-Edîb Ahmed Yüknekî-

Page 41: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eserin dili sadedir. Ayet ve hadisler delaletiyle ahlâkî vaazlar verilir.

• Kutadgu Bilig’in aksine; Allah’ın ve Hz. Peygamber’in adı zikredilerek atıflar yapılmıştır.

• Eserde bahsi geçen dörtlüklerin mevzuları şöyledir: «Bilginin faydası, Cehaletin zararları, Dilin muhafazası, Dünya’nın dönekliği, Cömertliğin medhi, Tevazu ve Kibir, Harîslik, Kerem, Hilim ve diğer olumlu sıfatlar…, Zamanenin bozukluğu, Kitap sahibinin özrü…»

• «Yok erdim yarattın yanâ yok kılıb

İkinç-bâr kılursen mukir men muna»

«Yok idim yarattın yine yok kılıpYine var edeceksin buna inanır ikrar ederim»

3. ATABETÜ’L-HAKÂYIK (XII. YY.)

Page 42: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Hz. Peygamber’in risâlet öncesi dönemdeki ibadetleri, tahannüs (Az bir azıkla, ailesine dönmeden birkaç gece ibadet etmek) ve tahannüf (Hanîf yaşamak) olarak hulasa edilebilir. Bu ibadet ve tefekkürlerin bir reaksiyonu olarak, onun için şöyle demişlerdir: «Muhammed, Rabb’ına âşık oldu» Bununla birlikte Peygamberimiz pratik hayat çerçevesinde de daima aktif olmuştur.

• Başlangıçta bireysel ve zühdî bir hareket olarak başlayan tasavvuf zamanın izleğinde ve mürşidlerin katkılarıyla ekolleşmiştir. Evrâd ve metot değişiklikleri tarikatları farklı isimlere büründüren esaslardır.

• Bir inanç ve düşünce sistemi olarak tasavvuf, VIII. Yüzyıl’da Irak’ta (Küfe ve Basra) doğmuş, ardından özellikle Bağdat’ta büyümüş mutasavvıfların yetişmesine zemin hazırlamıştır. Sûfî adıyla anılan ilk kişinin Ebu’l-Hâşim el-Kûfî (v. 778) olduğu kabul edilir. İleri gelen diğer mutasavvıflar ise, Hasan-ı Basrî (v. 728), Bâyezîd-i Bestâmî (v. 875), Cüneyd-i Bağdadî (v. 910) ve Hallâc-ı Mansûr (v. 922) olarak sayılabilir.

• Tarikatlar metot itibariyle 2 temele dayanır:

1. Zikir

a. Cehrîb. Hafî

2. Seyr ü sülûk

4. İLK TÜRK SÛFÎLERİ VE HİKMET GELENEĞİ (KOLONİZATÖR DERVİŞLER)

-GİRİŞ-

Page 43: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tasavvuf akımı, Irak’tan İran’a, oradan da Horasan ve Türkistan’a geçerek yayılmış, özellikle İran’da edebiyat vadisinde çok etkili olmuştur. Hakîm Senâî (v. 1131), Feridü’d-dîn-i Attâr (v. 1230) gibi dev isimlerden başlayıp İran klasik edebiyatının büyük şairi Abdurrahman Camî’ye (v. 1492) kadar devam etmiştir.

• Yani tasavvuf, İslâm’ın girdiği güzergâhtan Türkler arasına girerek Horasan ve Maveraünnehir’e kadar ulaşmıştır. İslâm’ın, Türkistan içlerinde yayılmasında tasavvufî duruşun mühim katkıları olmuştur. Ayrıca şaman-baksı geleneğindeki tipoloji, İslâm ile evrilmiş ve zenginleşmiş; böylece Alperen-derviş şairler daha makul bir biçimde merkeze oturmuşlardır.

• Özellikle Fergana, Buhara, Taşkent, Kaşgar, Semerkand gibi kültür merkezlerinde yetişen bu şahsiyetlerin/alperen dervişlerin, halka İslâm’ın temel prensiplerini ve tasavvufî hayatı öğrettikleri gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir.

4. İLK TÜRK SÛFÎLERİ VE HİKMET GELENEĞİ (KOLONİZATÖR DERVİŞLER)

-GİRİŞ-

Page 44: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• İslâm’ı kabul eden Türkler arasında ozan ve kamların yerini; Ata ve Bâb dedikleri bir takım dervişler almıştır. Kronolojik dizgede şu isimler sayılabilir: Arslan Bâb ve oğlu Mansur Ata, Korkut Ata, Çoban Ata, Süleyman Hakîm Ata (Süleyman Bakırgânî), Ali, Zengî Ata ve nihayet Pîr-i Türkistân Hoca Ahmed-i Yesevî.

• Mansur Ata, Ahmed-i Yesevî’nin ilk halifesidir. Süleyman Hakîm Ata, onun üçüncü halifesi ve başta gelen talebelerindendir. Yûsuf u Züleyha kıssasını yazan şair Ali, Divân-ı Hikmet’teki gibi dörtlüklerle ve hece vezniyle eserini kaleme almıştır. Zengî Ata, Hakîm Süleyman’ın halifelerindendir. Bu arazideki ilk ve de son zenci atadır.

• Süleyman Hakîm Ata’nın en meşhur eseri, «Kitâb-ı Bakırgân»dır ki 14 farklı şaire ait 124 manzûme ile 8 adet manzûm hikâyeden oluşur. Bu eserde şeyhinin izinden ayrılmamış ve hem şekil hem de vezin bakımından «Hikmet» geleneğini takip etmiştir.

4. 1. İLK TÜRK SÛFÎLERİ

Page 45: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Ahmed-i Yesevî XI. Yüzyılın sonlarında Batı Türkistan’ın Sayram kasabasında doğmuştur. Arslan Baba’dan aldığı Yesi’deki ilk eğitiminden sonra Buhara’ya gider. Burada âlim ve şeyh Yûsuf el-Hamedanî’ye intisap eder ve onun üçüncü halifesi olur. Sonra Yesi’ye döner ve orada irtihaline kadar ömrünü sürer. Rivayetlere göre 63 yaşından sonraki ömrünü bir hücrede geçirmiştir. Türbesini Timur yaptırmıştır.

• Ahmed-i Yesevî, Hanefî mezhebine mensup olup, Ehl-i Sünnet’e bağlı idi.

• Türkistan’daki ilk Türk tarikatı olan Yeseviyye’yi kurmuştur.

4. 2. HOCA AHMED-İ YESEVÎ (ö. 1166) VE «DİVÂN-I HİKMET»

Page 46: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Yeseviyye tarikatı, Türkistan’da geniş sınırlara ulaşmış, Yesevîlik tarikatından doğan birçok yeni tasavvufî anlayış ve ekol, Orta Asya ve Anadolu’da yüzyıllar boyunca manevî bir iklim oluşturmuştur. Hâlen de bu etkileşimler devam etmektedir.

• Sülûk silsilesi bakımından Ahmed-i Yesevî’ye mensup bulunan tarikatlar başlıca ikidir: 1. Nakşibendiyye 2. Haydariyye

• Ahmed-i Yesevî bir mutasavvıf olduğu kadar bir şair olarak da önem arz eder. Hece vezniyle kaleme aldığı hikmetleri sade yapıları ve didaktik kimlikleriyle dikkat çekerler.

4. 2. HOCA AHMED-İ YESEVÎ (ö. 1166) VE «DİVÂN-I HİKMET»

Page 47: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Türkistan’da tam anlamıyla din ve tasavvufun dilini ve rengini yansıtan ilk eserimizdir. Dinî-tasavvufî edebiyatın temel taşıdır.

• Ahmed-i Yesevî’nin şiirlerini, Türk Halk Edebiyatı’ndaki dörtlüklerden ayırmak için «Hikmet»; bunların toplandıkları mecmualara da «Divân-ı Hikmet» ismi verilmiştir.

• Milli ölçü olan hece vezniyle kaleme alınan hikmetler, 4+4+4+: 12’li olarak nazmedilmiştir. Gazel tarzında yazılmış bazı hikmetlerde yine hece vezni kullanılmıştır.

• Kafiyeler eski geleneğin izinde yarım seslerle yapılmış olup dil gayet sadedir.

DİVÂN-I HİKMET

Page 48: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Ahmed-i Yesevî hikmetlerinde, iman esaslarından, ibadetlerin faydalarından, Kur’ân ve Sünnet’e kayıtsız olarak tabi olmanın ehemmiyetinden, mürşidin ve tarikatın inanan için elzem olduğundan, 4 kapıdan (Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat), nefsin hâllerinden, benlik tağutundan, dünya hırslarından, haram-helâl bilmenin öneminden, ihlâstan, dua ve tevbeden, kanaatin faydalarından ve nihayet İlâhî aşktan dem bahseder.

• «Şu âlemde rüsvâ bolup kan yutmang Şeriatda tarikatda pir tutmang

Hakîkatda cân u tendin pâk otmeseng Gafletlendin seni dip cüda kılsun»

«Bu âlemde rüsva olup kan yutmasan Şeriatta tarikatta pir tutmasan

Hakikatte candan tenden geçmesen Gafletlerden seni ne diye uyarsın»

DİVÂN-I HİKMET

Page 49: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Karahanlı dönemindeki ilk eserlere karşın bu dönemde Arapça ve Farsça’nın etkisi hızla metinlere hükmetmeye başlar. Bu dönem Selçuklu’nun Anadolu’yu yurt edinmesiyle başlar ve Tanzimat ve Meşrutiyet döneminde görülen Batı tesirindeki edebiyata kadar çizgisine devam eder. Bu dönem kendi içinde 5 bölümde incelenebilir:

1. Selçuklu ve Beylikler Dönemi2. Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi3. Cihân Devleti ve Klasik Dönem4. Mahallîleşme ve Duraklama Dönemi5. Tanzimat ve Yeni Arayışlar Dönemi

ANADOLU SELÇUKLULARI EDEBÎ-TASAVVUFÎ HAYAT (ORTA DÖNEM)

-GİRİŞ-

Page 50: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Horasan ve İran topraklarında tekâmül eden Selçuklu Medeniyeti, sivil ve resmî yönleriyle Anadolu’da âbidelerini dikmiş; Ahîlik, Fütüvvet, Bâcıyân-ı ve Abdalân-ı Rûm gibi sosyal ve kültürel kurumlarını inşa etmiştir. Nitekim Ulucamilerin, kümbetlerin, medreselerin, şifahânelerin inşasıyla başlayan kültürel-dinî-mimarî süreç, Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre gibi âlim, edîp ve dervişlerin varlığıyla kültürel havzasını çemberini zenginleştirmiştir.

• Ayrıca bu dönem ilklerin ve ufuk şahsiyetlerin boy gösterdiği bir zamandır. Divân Edebiyatı’nda olsun (Hoca Dehhânî), Tasavvufî merkezde olsun (Mevlânâ, Sultan Veled); hem de Tekke ve Halk Edebiyatı’na ilham veren efkâr bağlamında (Yûnus Emre) ufuk şahsiyetler önümüze çıkar.

ANADOLU SELÇUKLULARI EDEBÎ-TASAVVUFÎ HAYAT (ORTA DÖNEM)-GİRİŞ-

Page 51: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. HACI BEKTÂŞ-I VELÎ (XIII. YY.)

• Rivayetlere göre (Vilâyet-nâme) H. Bektâş-ı Velî’nin babası İbrahim-i Sânî, Lokmân-ı Perende ve Ahmed-i Yesevî’nin feyz sofralarından beslenmiştir. Bektâş-ı Velî için, Yesevî okuluna mensup bir gönül eri, Horasan’dan Anadolu’ya gelen bir gurbetçi derviş diyebiliriz. Başka bir rivayete göre ise o, Baba İlyas’ın şeyhlerinden Baba İshak’ın mürididir.

• Hacı Bektâş-ı Velî’ye nispetle ifade edilen Bektâşîlik, kuruluş ve ilk yayılma yeri olan Kırşehir ve çevresinde faaliyet göstermiştir. Bu çevrede Şiî-Bâtınî inanışlara meyilli olan halk, bu tarikata büyük ilgi göstermiştir.

XIII. YY. DAKİ UFUK ŞAHSİYETLERE VE SANATKÂRLARA VE ONLARIN

ESERLERİNE BİR BAKIŞ

Page 52: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• XIII. YY. Anadolu’sunda halktan büyük ilgi ve destek gören Bektaşîlik; dinî, ekonomik, askerî yönden sosyal bağları olan Ahîlik Teşkilatı ve Yeniçeri Ocağı’yla paralel olarak yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür.

• H. Bektâş-ı Velî’ye nispet edilen bazı eserler varsa da, esasen akla gelen ilk ve en önemli eseri «Makâlât»tır.

XIII. YY. DAKİ UFUK ŞAHSİYETLERE VE SANATKÂRLARA VE ONLARIN ESERLERİNE BİR BAKIŞ

Page 53: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tasavvufî nitelikteki eser, 4 kapı ve 40 makamı açıklamak amacıyla

yazılmıştır. Dört kapıdan maksat «Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat»tır. 40

makam ise bu kapılardan girip, geçilecek kırk adet merdiven

basamağıdır ki bunlarla bir üst kapıya ulaşılabilir.

• Makâlât’ta bu merkez bahsin dışında da bahisler vardır: Âdem’in dört nesneden yaratılışı, şeytanın hâlleri, Âdem’in sıfatları…

«MAKÂLÂT»

Page 54: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Makâlât’ın ilk bölümünde inanan insanlar 4 gruba ayrılmıştır:

a) Âbid: Şeriat kavmidir. Sembolü yel/havadır. Namaz, oruç, zekât, hac ve gusül ibadetleri merkezindedir.

b) Zâhid: Tarikat kavmidir. Sembolü od/ateştir. Zikir, havf u recâ ve nefis terbiyesi merkezindedir.

c) Ârif: Marifet kavmidir. Sembolü sudur. Tefekkür, terk-i dünya, terk-i ukbâ, Velâyet merkezindedir.

d) Muhîb: Hakikat kavmidir. Sembolü topraktır. Münacat, Seyir, Müşahede ve Tevhîd merkezindedir.

-Makâlât’tan Bir Nefes-

« Ârif cevab virür kim: … Ammâ benûm üç dostum vardur. Kaçan kim ben ölicek birisi evde kalır, birisi yolda kalur ve birisi benimle bile gelür. Evde kalan ma‘lûmdur, yolda kalan hısımlarumdur ve ehlümdür.

Ve benümle bile gelen eylüklerümdür.»

«MAKÂLÂT»

Page 55: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tasavvufu ve edebiyatı derinden etkilemiş ve sarsmış çok yönlü bir şahsiyettir. Dinî ilimleri fehmetmiş bir âlim; tasavvufî bir geleneğin pîri, bir sûfî düşünür; Divân-ı Kebîr ve Mesnevî-i Ma‘nevî’yi tertip etmiş bir şâirdir.

• 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan’ın Belh şehrinde (Afganistan’ın kuzeyi) doğmuştur. İlk eğitimini babası Sultânü’l-ulemâ Bahâüddîn Veled’den almıştır. Bahâüddîn Veled, Moğol saldırılarından az önce Belh’ten ayrılır. İran’dan Hicaz’a ve oradan Şam yoluyla Anadolu’ya gelir. Bu seyahat esnasında Feridüddîn-i Attâr ile görüşüldüğü kaydedilmiştir.

• Mevlânâ’nın hocalığını babasının vefatının ardından, babasının öğrencisi Seyyid Burhâneddîn-i Muhakkık üstlenir. Onun vefatının ardından Mevlânâ hazretleri beş senelik bir uzlet hayatı yaşar. Ve bir gün uzaklardan Şems gelir.

• Manzûm eserleri Farsça, mensur eserleri Farsça ve Arapça ile kaleme almıştır. Mana merkezinde düşünüldüğünde klasik edebiyatı derinden etkilemiştir.

2. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (1207-1273)

Page 56: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Mevlânâ hazretleri 23 Ekim 1244’te (37 yaşındayken) Konya’da Şems-i Tebrîzî ile tanıştı. (Şanım ne yücedir&70 İstiğfâr meselesi) Bu tanışma, Mevlânâ’nın hayatında yeni ve derin inkişafların zuhur etmesine yol açmıştır. Bir manada mevcut potansiyel birçok şok dalgasıyla aktüele dönüşmüştür. Bu karşılaşmada Şems hazretleri 60 yaşındadır.

• Şems-i Tebrîzî’nin gelişi, Hz. Mevlânâ’nın kendinde yeniden doğması anlamına gelir. Gönlünün suskun silahlarını Şems’in nişangâhında konuşturmuştur. Onların konuşması bazen bir yankı bazen bir monolog gibidir. İkiz ruhların bir sofrada buluştuğu fark edilir. Büyük yolculukta kader arkadaşı, kader yoldaşıdırlar. Sezai Karakoç’un ifadesiyle, «Mevlânâ ve Şems-i Tebrîzî’nin varlıkları bir elmanın, bir olmanın iki yarısı gibidir.»

«ŞEMS-MEVLÂNÂ DOSTLUĞU»

Page 57: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Alışıldık esasları çiğneyen bu dostluk, ortalama ahlâk ve algının cenderesinde kalır. Şems Şam’a kaçar. Sonra Mevlânâ yine uzlete çekilir. Bu ilk ayrılığa kadar dostlar 16 ay süren bir zamanı beraber yaşamışlardır. Ayrılığın acıları Mevlana’yı iyice yalnızlaştırmış olduğundan, oğlu Sultan Veled, Şems’i Şam’da bulur ve geri getirir. Bu defa 3 sene süren bir evre yaşanılır. Nihayet Şems hazretlerinin ölümüyle/katliyle dostluk defterinin ilk sayfası kapanır. Niyetler ve özlemler ukbâya emanet edilir.

• Şems’in ardından uzleti ve hüznü terennüm eden Mevlânâ, önce ümmî bir

kuyumcu olan Salahaddîn-i Zerkûb’u kendine halife ve hem-dem edinmiş; gazellerin ve rubaîlerin yazıldığı bu dönemin ardından (10 sene kadar); Hüsameddîn-i Çelebî’yi halife ve sırdaş edinmiştir.

• Ömrünün son dört-beş senesini Mesnevî’yi inşâ etmekle geçiren Hz. Mevlânâ, 1273 senesinde Konya’da Hakk’a yürümüştür.

«ŞEMS-MEVLÂNÂ DOSTLUĞU»

Page 58: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«Kimdir o? Hayat kaynağı eş öldü dedi!

Kimdir o? Ümit söndü, ateş öldü dedi.

Melûn dama çıktı, yumdu bir ân gözünü

Düşmandı ya Şems’e ‘Bak güneş öldü’ dedi.»

«ŞEMS İÇİN BİR RUBAλ

Page 59: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Mesnevî-i Ma‘nevî: Mevlânâ, Mesnevî’yi yazmaya; Hüsameddin Çelebî’nin kendisine Senaî’nin «Hadîka»sı yahut F. Attâr’ın «Mantıku’t-Tayr»ı vezninde, irfan sırlarını, tarikat usûllerini açıklayan bir eser nazmetmesi hususundaki talep ve teşvikiyle karar kılmıştır. Esasen böyle bir fikri daha önce düşünmüş olan Mevlânâ, sarığından çıkardığı ilk 18 beyti halifesine vererek paralel kanaatlerini de delillendirmiştir.

Aruz vezninin «fâ‘ilâtün/fâ‘ilâtün/fâ‘ilün» kalıbıyla yazılan Mesnevî’nin üslûbu son derece akıcıdır. Beyitler büyük bir heyecanla, süratle hedeflerine koşarlar. Teknik detaylar ve tasannu değil; mana ve mesaj ön plândadır.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 60: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Mevlânâ, didaktik bir eser olan Mesnevî’de bir kasıt ve plân üzere hareket etmiştir. Nitekim herhangi bir münasebetle bir meseleyi aktarırken çok kuvvetli olan «tedâî» kabiliyetiyle başka bir hikâyeyi hatırlamış, o hikâye onu başka bahislere sürüklemiş; derken başka başka hikâyeler birbirine ulanmıştır. Bu şekilde devam ederken, birden ilk başlanılan hikâyenin yarım kalan kısmı tamamlanmıştır. Bu merak ve hissiyatı tetikleyen bir üsluptur. Küllî manayı önceleyen bir tekniğin izdüşümüdür.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 61: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Anlıyoruz ki, Mevlânâ’nın çağrısında kullandığı dil, ne hükümleri dikte eden bir fermân; ne münazara-muhakeme vadisinde ser-âzat koşan felsefî bir argüman ne de idrak ve duygu dünyamızı zorlayan, salt sanatsal kaygıları tek hedef gören zoraki bohem bir üretimdir.

Mevlânâ, eseri için şöyle bir tanım getirir:

«Mesnevîmiz vahdet dükkânıdır Orada Bir’den başka ne görsen puttur

yahut

Bu Mesnevî manadır; fe‘ûlün fâ‘ilât değil!»

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 62: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Kendisi bu bahis merkezinde eserini şöyle hulâsa eder:

«Ey benim kafiye düşünenim! Rahatça otur, Benim yanımda en güzel kafiye sensin.

Harf ne oluyor ki sen onu düşünesin, Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı!

Harfi, sesi, sözü artık birbirine vurup parçalayayım da, Seninle bu üçü olmaksızın konuşayım.

Sen olmadıkça senin inayetin lütfetmedikçe Gece-gündüz, nazım ve kafiyenin ne değeri olabilir?

Bu çeşit meydana gelen şiire kim bakar ki…»

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 63: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

İkişer ikişer demek olan Mesnevî’de; duyguların ve ahlâkî öğelerin karşılıklı duruşları Kur’ânî bir ilhamın eseridir. Haram-helâl, suç ve ceza birbirini takip eder. Madde ve

mana âleminin büyük savaşımı ve hesaplaşması yahut birbirine mezcoluşu gözler önüne serilir.

• «Hz. Mevlânâ’dan sonra efrâd-ı insâniyeden hiçbir ferde ayıklık kudretiyle beraber; hâlet-i mahviyet ve istiğrak nasip ve bu mertebe ulûm-ı aklî ve naklînin ihatası ve müşâhedât-ı keşfî ve vicdânî müyesser olmamıştır ki Mesnevî-i Şerîf’in mislini söyleyebilsin.»

–A. Avni KONUK-

• «O öyle bir şairdir ki, sevimli, âhenktâr, âteşîn ve müfrittir. O öyle bir dehadır ki, ondan ıtır, nur ve biraz da garabet husûle gelir.»

-Maurice Barrés-

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 64: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

“Bigane meğirid merâ zin kûyemDer kûy-u şuma hâne-i hod mîcuyem

Düşmen neyem her çend ki düşmen rûyemAslem Türkest eğerçi Hindû gûyem”

(Beni bu beldede yabancı saymayın. Sizin beldenizde ben evimi arıyorum. Her ne kadar düşman görünüşlüysem de düşman değilim.

Farsça yazsam bile aslım Türk’tür.)

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 65: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

2. DİVÂN-I KEBÎR/DİVÂN-I ŞEMS: Mevlânâ’nın vefatından sonra oğlu Sultan Veled, Hüsâmeddîn Çelebî ve diğer müritleri tarafından bir araya getirilmiştir.

Mevlânâ’nın gazelleri 21 farklı bahirde söylendiğinden hem kütle bakımından hem de sanat açısından göz doldurur. Ayrıca gazellerden sonra söylenmiş iki bin (2000) rubaî bile tek başına bir kalem ehline kafi miktarda dolgunluk kazandırmaya muktedirdir.

Mevlâna, gazellerinin büyük çoğunluğunu Şems olmak üzere az sayıda Selâhaddin-i Zerkûb ve Hüsâmeddin Çelebi için söylemiş ve çoğunlukla “Şems”, bazen de “Selâhaddin”, “Hüsâmeddin” mahlaslarını kullanmıştır. Ayrıca gazellerinin bir bölümünde de “Hâmûş” (suskun) mahlasını kullanmıştır. Şems’le karşılaştıktan sonra şiire daha da ağırlık veren Mevlâna “Hâmûş” mahlaslı şiirlerini muhtemelen Şems’ten önce söylemiştir.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 66: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Allah’a duyulan aşkı, döneminin özelliklerine uyarak şiir halinde yansıtan Mevlâna, Şems (güneş) başta olmak üzere, bağ-bahçe, gül-bülbül, âşık-mâşûk, deniz-damla, mey-sâkî gibi sembollerle ilâhî aşkı hep ön plânda tutmuştur.

• Bazı şiirlerinde de gazelin ruhundan farklı olarak sosyal konulara girer; rüşvet yiyen kadıları eleştirir; yalancı şeyhleri, yobaz bilginleri menfaatçi ve aşağılık olarak nitelendirir; pazar yerlerinden, düğün adetlerinden, sokakta oynayan çocuklardan, zulmete direnişten, özgürlükten bahseder. Mevlâna bu tarz şiirleriyle de adeta döneminin toplumsal olaylarını ve konumunu bizlere yansıtarak, bir tarihçi görevi yapar.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 67: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Mevlâna, bazen de karşılaştığı olaylarla ilgili fikirlerini şiirlerine yansıtır ve olayın içeriğine göre yine etkileyici bir üslubu tercih eder. Buna örnek olarak Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıç Arslan'ın (ö.1265-66) Mevlâna’nın izin vermemesine rağmen Aksaray’a gitmesi ve orada öldürülmesidir. Mevlâna bu olayın ardından;

Ne-goftemet me-rev ancâ ki âşinât menem Der-în serâb-ı fenâ çeşme-i hayât menem (Demedim mi sana gitme oraya; seni tanıyan, bilen benim ancak; Şu yokluk serabında yaşayış kaynağı benim ancak Geldiğin yer hiç mi aklında yok?)beytiyle başlayan meşhur gazelini söyler.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 68: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Hiç biliyor musun? Rebap ne diyor, gözyaşlarıyla yanıp kavrulmuş ciğerlerle neler söylüyor?Diyor ki etinden uzak düşmüş bir deriyim ben, nasıl ağlamayayım, nasıl dertlenmeyeyim ayrılıktan?Tahta da diyor ki, yemyeşil bir daldım ben; balta kesti, bıçkı dildi beni.A padişahlar, ayrılık garipleriyiz biz; sonunda dönülüp huzuruna varılacak Hakk’a feryat etmedeyiz, duyun feryadımızı.Önce Hak’tan ayrıldık da şu dünyaya geldik; fakat halden hale, şekilden şekle döne döne ona gidiyoruz biz.Sesimiz, kervandaki çana benziyor, yahut da buluttan düşen yıldırım sanki.A konuk, hiçbir durağa gönül verme; çünkü ondan çekilip ayrılırken yaralanırsın sonra.Rebabın şu dosdoğru sesi, ister Türk olsun, ister Rum ülkesinden, ister Arap; âşıksa onun dilincedir, onun dilidir.Müjdeler olsun ey kavim! İşte bu, kapının açılışıdır; tezce dolanmaktan, batmaktan kurtuldunuz artık.Kitabın aslı, yanında olan sevgilinin râzılık vakti geldi çattı, ferahlayın.Dedi ki kaybettiklerinize üzülmeyin; perdeleri yırtıp yakan dolunay göründü.Otlak, sulak bir yer burası, çöktürün develerinizi; öyle nimetler var burada ki sayıya sığmaz.Sevgide çekilen cefada binlerce vefa var; sevgiyle susmada güzel güzel konuşma lezzeti var.A ulular biz sustuk, susmadaki sırrı anlayın artık; doğrusunu daha da iyi bilir Allah. (Gölpınarlı, IV, 154, 155; Furûzânfer, 304)

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 69: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

3. MECÂLİS-İ SEB‘A (YEDİ MECLİS): “Yedi Meclis” adını taşıyan bu eser de Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda kürsüden ve toplantılarda verdiği yedi vaazın yazılmasından oluşmaktadır. Eser, muhtemelen Mevlâna’nın Şems’le karşılaşmalarından (29 Kasım 1244) önce verdiği vaazların oğlu Sultan Veled veya başkaları tarafından dikte edilmesiyle bir araya getirilmiştir. Ne var ki, I. Bölüm ’de (Meclis) Şems’in Makâlât’ından bazı hikâyelerin aktarılması; Şems’le karşılaştıktan sonra da Mevlâna’nın bir veya birkaç kez vaaz verdiği hususunda bize ışık tutmaktadır.

• Mevlâna’nın çeşitli yerlerde ve cemaatlarda yaptığı sohbetler ve açıklamaları genellikle Fîhi mâ Fîh adlı eserinde yer almaktadır. Rahat bir değerlendirmeyle söyleyecek olursak; Mecâlis-i Seb’a resmî vaazların toplandığı bir eser; Fîhi mâ Fîh ise hâl ehliyle yapılan sohbetlerin yazıya aktarıldığı bir kitaptır. Her iki eserin dili, hitap şekli ve konuların işleniş tarzından da bunu anlamak son derece kolaydır.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 70: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Her Meclisinde farklı, dinî ve toplumsal olayların ele alındığı Mecâlis-i Seb’a’nın ana Meclis konuları şu şekildedir:

1.Meclis: Ümmetin bozguna düşmesi, Besmele-i Şerîf’in tefsiri, Peygamberin mucizesi (Ayın yarılması).2.Meclis: Allah’a yöneliş, günahtan çekinme, gönül zenginliği, Besmele’nin Be’si.3.Meclis: Zâhid-ârif, Padişah-kul ve inanç kuvveti.4.Meclis: Halka rahmet olanlar, kulluk, gerçek tövbe.5.Meclis: Abdü’l-Muttalib’in yağmur duası, benlik, insanların grupları.6.Meclis: Münacât, Tevrat’taki öğüt ve dünya, «Lâ-İlâhe»nin tefsiri.7.Meclis: Aklın şerefi, bilgi ve irfan, öz’den olan ve sonradan öğrenilen bilgi.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 71: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Eserin genelinde hakim olan bir usûl de, konulara göre seçilmiş Hadis-i Şeriflerin açıklanması, peygamber kıssalarının anlatılması ve özellikle Dîvân-ı Kebîr’den, Mesnevî’den, Senâî ve Attar’ın eserlerinden ilgili beyitlerin getirilmesidir.

«MECÂLİS-İ SEB’A’DAN BİR NEFES»

Gerçek bilgi, öğrenilen değil, öğretilen bilgidir......Ben ümmîyim. Ümmînin iki anlamı vardır: Birinci anlamı yazmayan, okumayandır. Halkın çoğu ümmî sözünden bu anlamı anlar. Fakat gerçeğe erenlerce; sözün, işin gerçeğini bilenlerce ümmînin anlamı şudur: Başkalarının elle, kalemle yazdıklarını o, elsiz, kalemsiz yazar; başkaları olmuş, geçmiş şeyleri hikâye ederler; o ise gaybtan bahseder; henüz olmamış ve gelmemiş; fakat olacak, gelecek şeyleri hikâye eder.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 72: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

4. FÎHİ MÂ FÎH: Kitabın adı da yine onu meydana getiren kişiler tarafından konmuş “Onun İçindeki İçindedir, İçinde İçindekiler Vardır, Ne Varsa İçindedir, Ne Varsa Onda Var” gibi anlamlara gelir. Fîhi mâ Fîh, bazı yazma nüshalarda da Esrârü’l-Celâliyye, Risâle-i Sultân Veled gibi isimlerle geçer .

• Mevlâna’nın diğer eserleri gibi Farsça olan bu kitabın birkaç bölümü Arapça’dır. Farsça’sı ise sohbet konularını içerdiği için konuşma diline oldukça yakındır.

• 61 bölümden (Fasıl) oluşan eser «Mevlâna diyor ki...», «Hüdavendigâr şöyle buyurdu...» gibi konu başlıklarıyla Mevlâna’nın tasavvufî konulardaki sohbetlerini içermekle birlikte, Mesnevî’de yer alan bazı konuların zikredilmesi ve bunların açıklanması bakımından da Mesnevî’nin şerhi olarak da değerlendirilir. Yine; Mesnevî’de vezin ve kafiye söz konusu olduğu için Mevlâna orada istediklerini tam açamaz, oysa Fîhi mâ Fîh mensur olduğu için istenilen şeyleri söylemek daha kolaydır.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 73: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

FÎHİ MÂ FÎH’TEN BİR ÖRNEK

Namazın ruhu...Biri: «Allah’a namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır?» diye sordu.Mevlâna da şöyle cevap verdi: “Hem-namaz vardır; ama namaz yalnız bu sûretten, şekilden ibaret değildir; bu, namazın kalıbıdır. Çünkü; bu namazın başı, sonu bellidir. Başı ve sonu olan her şey ise kalıptır. Tekbir namazın başı, selâm ise onun sonudur. Bunun gibi şahâdet de yalnız dilleri ile söyledikleri şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve başı olan her şey sûret ve kalıptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve sonsuzdur; başı sonu yoktur. Bu namazı Nebîler bulmuşlardır ve bunu ortaya çıkaran Nebî :“Benim Allah ile bazı vakitlerim olur ki o zaman, oraya ne bir Allah tarafından gönderilmiş Peygamber ve ne de Allah’a en yakın bulunan bir melek sığar.” (H.) buyuruyor. O halde namazın ruhunun (öz) sadece, bu görünüşünden, şeklinden ibaret olmayıp; belki istiğrak, kendinden geçiş olduğunu, bilmiş olduk. Çünkü bütün sûretler dışarıda kalır, oraya sığmazlar. Katıksız, sırf mânâ olan Cebrâil bile oraya sığmaz.»

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 74: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• 5. MEKTÛBÂT: Mevlâna’nın emir, vezir, dost ve akrabalarına yazdığı 147 mektubu içeren bir kitap olup; yine onun ölümünden sonra bir araya getirilmiştir.

• İslâmî edebiyatlarda edebî bir tür olarak kabul edilen mektup yazma geleneği, İ.Ö. İran ve Arap edebiyatlarında da kullanılmaktaydı. O dönemlerde, siyasî ve ticarî bir araç olarak kullanılan mektup türü, İslâmiyet’le birlikte hem bu sahalarda görevini yerine getirmiş, hem de Gazzâlî (ö.1111) ve Şeyh Mahmûd-ı Şebusterî (ö.1320) gibi düşünür ve mutasavvıflara sorulan sorulara cevap niteliğinde de yazılıp eğitim ve irşâd aracı olarak kullanılmıştır.

• Mevlâna 147 adet mektubun seksen tanesini; Selçuklu Sultanı II. İzzettin Keykavus (9 adet) ve Emir Muineddin Pervâne (25 adet) gibi padişah, emir ve üst düzey devlet görevlisi olan kişilere yazmış ve bu mektuplarda çeşitli hayır ve yardım işlerinin yerine getirilmesi için onlara ricada bulunmuştur. Mevlâna bu tarz mektupların birinde (80.mektup) Sultan II. İzzettin Keykavus’a “oğul” diyerek samimi bir ifade kullanmıştır.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 75: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Mevlâna, sultan, emir ve devlet ileri gelenlerine yazdığı bu mektuplarında, devlet yada yöneticiler tarafından haksızlığa uğramış kişilerin kendisine ilettikleri şikayetlerini ilgili yerlere yazarak, bunların mağduriyetlerinin giderilmesini istemiş ve hemen hemen tamamı yerine getirilmiştir.

• Mevlâna diğer mensur eserlerinde olduğu gibi mektuplarında da sade ve anlaşılır bir Farsça’yı tercih etmiş; nadiren de edebî bir dil kullanmıştır. Yine diğer eserlerinde olduğu gibi mektuplarını da konu ile alâkalı Âyet, Hadis, kendisinin ve diğer şairlerin (özellikle Attâr ve Senâî) şiirleri, atasözleri ve hikayelerle süslemiş ve muhataba vermek istediği mesajı iyice pekiştirmiştir.

• Mektuplarına, genellikle «Allah kapıları açandır» mânâsındaki «Allah mufettihu’l-ebvâb» cümlesiyle başlayan Mevlâna, muhatabını güzel lâkab, söz ve ünvanlarla onurlandırır; daha sonra söyleyeceklerini dile getirir; mektubu yazma amacını belirtir, istek mektubu ise «Kim bir iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on misli vardır.» (Kur’an VI/160), «İnsanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır.»(Hadis-i Şerif) ve «Tatlı suyun başı kalabalık olur» gibi Âyet, Hadis ve atasözleriyle muhatabını yönlendirir; sonunda ise mektubun muhatabına ömür boyu başarı, sağlık, kuvvet, bereket vs. diler ve mektubunu tamamlar.

HZ. MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİ

Page 76: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Türkçe’yi sanatkârâne bir üslûpla kullanan Yûnus Emre, Oğuz Türkçesi’ne dayalı Anadolu Türkçesi’nin müstakil bir yazı dili olarak kullanılmasında önemli bir rol oynamış, kurucu bir şahsiyettir.

• «Sakarya bölgesinde Tapduk Emre isimli bir şeyhin dervişi olduğu; Anadolu’da, Suriye’de, Azerbaycan’da dolaştığı, Porsuk Çayı’nın Sakarya ile birleştiği yerdeki Sarıköy’de doğup orada vefat ettiği ve aynı yerde medfûn olduğu görüşü hâkimdir. Ayrıca Yûnus Emre’nin Sivrihisarlı (Eskişehir) oluğu Bektaşî ananelerinde açıkça ifade edilmektedir.» Yûnus Emre’nin 40 yıllık sülûku da devamlı zikredilen bir rivayet olarak dikkat çeker.

• Yûnus’un menkabevî kimliği ve farklı yerlerdeki mezarları onun gerçek kimliğini anlamamıza yardımcı oluyor. Ona duyulan muhabbet düz bir tarihi değil de, efsanevî bir hikâyeyi kurgulamıştır.

• «XIII. YY. da Türklük binasının yapılaşmasında; yapı taşlarını Yûnus Emre; ustabaşılığını Hacı Bektaş; iç mimariyi Mevlânâ; statiği Ahî Evran; harçlarını ise Nasreddin Hoca oluşturuyordu.» A. Güzel, Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı, s. 335.

3. YÛNUS EMRE (GOCA YÛNUS) (1240-1320)

Page 77: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Yûnus Emre, Mevlânâ’nın Farsça, Hacı Bektâş-ı Velî’nin Arapça neşrettiği tasavvuf düşüncesini bir anlamda Türkçe (Oğuzca) ile söylemiştir.

• «Tasavvufî halk şiirini (Tekke) başlatmış olan Yûnus Emre, Mevlânâ’nın derinleştirdiği tasavvuf felsefesini baz alarak fakat daha temiz-selîs bir dille ifade etmiştir. Şiirlerinde daha çok hayat, ölüm, Âhiret, Allah aşkı, vahdet-i vücûd, insanlık, gerçek aşk/sevgi gibi konulara yer vermiştir.»

• Orta Asya Türk tasavvuf geleneğiyle İslâm tasavvufunu birleştirmiş; yani Ahmed-i Yesevî ile Muhyiddîn-i Arabî’nin düşüncelerini bir araya getirmiş, ekol-okul bir şahsiyettir.

3. YÛNUS EMRE (1240-1320)

Page 78: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• «Yûnus Emre’nin 1307 senesinde kalem aldığı «Risâletü’n-Nushiyye» isimli mesnevisi aruzun –fâ‘ilâtün, fâ‘ilâtün, fâ‘ilün- kalıbıyla yazılan bir giriş ile başlar. Kısa bir mensur bölümden sonra –mefâ‘îlün, mefâ‘îlün, fe‘ûlün- vezniyle yazılan asıl bölüm gelir. 600 beyiten oluşan eserin Giriş manzûmesinde –Hz. Âdem’in yaratılışı, Anâsır-ı Erbaa- açıklandıktan sonra; mensûr kısımda akıl, iman ve ilim kapıları ele alınmıştır. Daha sonra ruh-akıl, kibir-kanaat, buşu-gazap, buhl-haset … konuları şerh edilmiştir.»

• Yûnus Emre tahsilli bir şahsiyettir. Arapça ile İslâmî ilimleri okumuştur. Onun kendisi hakkında «ümmîyim» demesi, tamamen sembolik bir anlam taşır:

«Ümmî benem Yûnus benem Dörttür anam dokuz babam»

3. YÛNUS EMRE (1240-1320)

Page 79: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Yûnus Emre’nin çizdiği/somutlaştırdığı insan tipinde evvele göre bir paradigma değişikliği fark edilir: Dışa dönük, savaşçı, maddî kuvvete dayalı «alp» tipinin yerini; manevî olanın yanı manayla ilgili şeylerin yana yakıla peşine düşen «velî» tipi almıştır.

• Anadolu sahasında en eski Türkçe söyleyen sanatkâr Şeyh Evhadü’d-dîn Kirmânî’dir. Fakat Anadolu’daki ilk Türkçe divân Yûnus Emre’ye aittir. Yûnus Emre’nin divânı 300’e yakın şiirden oluşmaktadır. 60 kadar şiir aruz ile yazılmıştır. Şiirler şekil itibariyle genel olarak gazel-kasîde tarzına yakındır. Şiirlerin ağırlık noktasını/merkezini İlâhîler oluşturmaktadır. Ve elbette bu merkezi yöneten sembolik güç, Yûnus Emre’nin ustalıkla kullandığı «sehl-i mümteni‘» sanatıdır. Zoru kolayca söylemek Yûnus’un adeta nişanesi olmuştur.

-Yûnus Emre Dîvân’ından-

« Dört kitâbın ma‘nîsin okudum tahsîl itdim‘Işka gelicek gördüm bir uzun hece imiş»

«Mescid ü medrese de çok ‘ibâdet eyledüm‘Işk oduna yanuban ondan hâsıla geldüm»

«Ey ‘âşıkân ey ‘âşıkân ‘ışk mezhebi dindür banaGördi gözüm dost yüzüni yas kamu düğündür bana»

3. YÛNUS EMRE (1240-1320)

Page 80: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• SULTAN VELED (1226-1312): Teşkilatçı zekâsı ve çalışkanlığıyla, babası Mevlânâ’nın bıraktığı zahir ve batın birikimini ve kültürünü, büyük bir dergâha kalb etmiştir. Anadolu’nun çeşitli şehirlerine Mevlevî zaviyeleri kurdurmuştur.

• Babasının son halifesi ve ilk Mevlevî şeyhi/dedesi kabul edilen Hüsâmeddîn Çelebî’den sonraki post-nişîndir. Mevlevî âyini, mevlevî âdâp-erkânı/prensiplerini ortaya koymuştur.

• Farsça, Rumca ve Türkçe söyleyebilen bir şâirdir. Aynı zamanda o Anadolu Türkçesinin edebî temellerini atan şahsiyetlerin başında gelir.

• Eserleri: Dîvân, İbtidâ-nâme, İntihâ-nâme, Rebâb-nâme, Ma‘ârif

«Beni anda anı bende görünüzBeni andan anı benden sorunuz»

XIII. YÜZYIL ÇERÇEVESİNDE DİĞER KURUCU

ŞAHSİYETLER

Page 81: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

AHMED FAKÎH (v. 1252): Rivayetlere göre meşhur alp-erenlerden biri ve Bahâeddîn Veled’in mürididir. Kitaplarını ateşe atıp, dağlara kaçtığı söylenir.

Çarh-nâme isimli eseri, 100 beyitlik bir kasidedir. Kasidede didaktik/öğretici/formal bir hava hissedilmektedir.

« Sana birkaç öğütler vireyin ben Ki her birisi dürr ola yâ mercân

Öğüdüm bu günahdan tevbe eyleKi imâm kasdın eyler bil ki şeytân»

XIII. YÜZYIL ÇERÇEVESİNDE DİĞER KURUCU ŞAHSİYETLER

Page 82: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

ŞEYYÂD HAMZA (XIII. YY.): Bir duvar ustasıyken (Şeyyâd), Ahî zümresine intisap etmiş ve Anadolu halkı için şiirlerini söylemiştir. Bilhassa na‘tları mühimdir. Şeyyâd Hamza’nın «Yûsuf u Züleyha» isimli mesnevîsi, Şehnâme vezninde 1529

beyitlik önemli bir kasidedir.

«Kimi yiğit kimi pîr Ulu hâce cihângîr

Mağbûn olup yaturlar Ağır ziyan içinde

Kanı harîr giyenlerSultânuz biz diyenlerYayan yürimiyenler

Çayır çemen içinde»

XIII. YÜZYIL ÇERÇEVESİNDE

DİĞER KURUCU ŞAHSİYETLER

Page 83: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

HOCA DEHHÂNÎ (XIII. YY.) : Dehhân, nakışçı demektir. Aslen Horasanlı şâir için genel itibarla şu yakıştırma yapılmaktadır: Din dışı, profan, dünyevî şiiri Anadolu’da icra ederek Divân Edebiyatı’nın kurucusu olmuştur.

• Aynı zamanda devrinin ve muhitinin sosyal hayatını, ahlâk, iman ve güzellik anlayışını aksettiren ilk şâir olarak kabul edilir.

• Sultan Alaaddîn-i Keykubad, Selçuk Şehnâmesini ona yazdırtmıştır.

• Hoca Dehhânî’nin divân şiirinin başlangıcı kabul edilmesinin en mühim nedeni, «bahar, gül, işret meclisleri, sakîler … » gibi dünya zevklerini; «hasret, arzu, heves ve şikayet» hâllerini kuşanarak dünyevî aşkın çeşitli tezahürlerini ve nihayet hayatın geçiciliğinin altını çizmesiyle ilişkilidir. Bu bir anlamda yaşanılan zaman ve mekânın kutsanmasıyla da anlaşılabilir. Buradaki eda zahiri batından daha çok önceleyen bir algının ürünüdür.

XIII. YÜZYIL ÇERÇEVESİNDE DİĞER KURUCU

ŞAHSİYETLER

Page 84: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Artık bu noktadan sonra, yani X-XIII. Yüzyıl’dan itibaren hem alperen dervişlerin/arketipler, hem ana örneklerin/prototiplerin inşa ettiği dinî-edebî yürüyüşte, Divan Edebiyatı’nın da ilk nüvesini vermesiyle Türk-İslâm Edebiyatı’nın kategorik ana hatları belirlenmiştir:

1. DİVÂN EDEBİYATI

2. TASAVVUF-TEKKE EDEBİYATI

3. HALK-OZAN EDEBİYATI

Page 85: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• «Osmanlı Devleti, Selçukluyu uç beyliğinden cihan devletine dönüştüren iradenin adıdır. Kuruluş dönemi, kronolojik olarak İstanbul’un fethine değin geçen süreci kapsar. Beyliklerin varlık sürdüğü zamanlarda bölgesel bir edebiyat var ise de bunlar bir ekol mahiyetinde değildir.»

• Osmanlı, İstanbul’un fethine kadar Anadolu’da dirlik ve düzen kurmaya çalışmış, bununla birlikte Bursa ve Edirne’de kayda değer edebî bir muhit inşâ etmiştir.

• Osmanlı Kuruluş Devri edebiyatı, Söğüt’ten Bursa’ya ve oradan da Edirne’ye evrilen süreci ifade eder.

III. OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ EDEBİYATI

Page 86: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«Sönmez seher-i haşre kadar şi‘r-i kadîm Bir meş ‘aledir devredilir elden ele» -Y. K. Beyatlı-

• Divân şiiri denilince Harezm, Hakanî, Çağatay, Azerî ve nihayet Anadolu/Osmanlı şivelerinde yazılan, estetik kaideleri olan bir şiir akla gelmelidir.

• Divân şâirleri hemen her defasında «bikr-i manâ»nın peşinde olmuşlardır. Bu amaca ulaşmak için kıvrak bir zekâ, dil hassasiyeti ayrıca bir şiir hafızası gereklidir.

I. DİVÂN EDEBİYATI (ÇERÇEVESİ VE MEŞGULİYETİ)

Page 87: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Belâğatçılar manayı bir dilbere; edebî sanatları da onun giyinip kuşandıklarına, takılarına ve süslerine benzetmişlerdir.

• Divân şiiri iki hüneri/sanatı çok kullanmışlardır: «Hüsn-i talîl» ve «Teşbîh». Bir de teşbihin en ileri derecesi kabul edilen «İstiâre» sıklıkla kullanılmıştır. Bu sanatları kullanmanın gayesi manayı kemâle erdirmekle ilgilidir.

• Divân Edebiyatı, kelime ve terkipleriyle; mazmunlarıyla, nazım şekilleriyle, vezin-kafiye-redif tarzıyla beraber belli kalıplara bağlanmış kurallı bir edebiyattır.

I. DİVÂN EDEBİYATI (ÇERÇEVESİ VE MEŞGULİYETİ)

Page 88: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Divân şiirinin dili, kuruluş döneminde sade bir dil yapısına sahiptir. Fakat zamansal süreç ileriye doğru aktıkça yoğunlaşan bir şekilde Arapça-Farsça kelime ve terkipler günlük dile ve dolayısıyla şiir diline girmiştir.

• Mazmunlar oluşmuş, klişeler kurgulanmıştır. Kaynakçası ve kültürel bataryası ufuk kazanmıştır. Kur’ân kıssaları, tasavvufî kavramlar, Hadis-i Şerîfler, Türk-İslâm tarihi, İran mitolojisi, Tıp, Astronomi, Mûsikî, Botanik, Hayvan isimleri gibi konularda geniş bir birikimin konuşturulması gereken bir sanat alanı inkişaf etmiştir.

I. DİVÂN EDEBİYATI (ÇERÇEVESİ VE MEŞGULİYETİ)

Page 89: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. TEVHÎD: Allah’ın birliğinin anlatıldığı manzum ve mensur eserlere denir.

2. MÜNÂCÂT: Allah’ın karşısında duyulan acz ve kulluk bilinciyle yapılan yakarışlara, dualara verilen isimdir. Manzum yahut mensur olabilir. Mensur olanlarına «Tazarru-nâme» adı verilir.

3. NA‘T: Hz. Peygamber’i övmek için yazılan manzum yahut mensur eserlere verilen isimdir.

4. HİCVİYE: Bir şahsiyeti, bir makamı yahut bir kavramı yermek ve eleştirmek için yazılan manzum yahut mensur eserlere verilen isimdir.

5. FAHRİYE: Şairlerin kendilerini övmek için karaladıkları, meydan okuma içeren şiirlere verilen isimdir.

6. MERSİYE: Vefat eden birinin ardından yazıyla yas tutmaya verilen isimdir. Manzum yahut mensur olabilir.

DİVAN EDEBİYATI’NA AİT ESERLERİNİN GENEL AKSAMI

Page 90: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. KURULUŞ DEVRESİ (XIII. YY. HOCA DEHHÂNÎ)

2. GEÇİŞ DEVRESİ (OSMANLI TÜRKÇESİ FATİH-YAVUZ SELİM DÖNEMİ 1451-1512)

3. KLASİK DEVRE (XVI. YY-ŞÂHİKALAR-ZİRVELER)

4. SEBK-İ HİNDÎ VE HİKEMİYAT (, NEF‘Î, NABÎ, ŞEYH GÂLİB)

5. TANZİMAT DÖNEMİ (BATI TESİRİNDEKİ TÜRK EDEBİYATI)

DİVAN EDEBİYATI’NIN DÖNEMLERİ

Page 91: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• «Tasavvuf edebiyatı, birçoğu aynı zamanda şâir ve âlim olan mutasavvıfların; vahyi ve insan dünyasındaki tecrübeleri merkeze alarak, nefsin ve şeytanın oyunlarını, iyi ve kötünün genel pozisyonunu, ahlâkın niçin ve nasıl inşa edileceğini ifade etmek için yazdıkları manzûm ve mensûr eserlerle oluşturulmuş bir külliyattır. Aynı zamanda o hissî ve dinî bir birikimdir.

• Tasavvuf Edebiyatının ve doğal olarak İslâmî Türk Edebiyatı’nın ana kaynağı Kur’ân ve Sünnet’tir.

• Tasavvufî edebiyatın hattını çizmek, dinin yayılma hattını çizmekle eş değerdir. Keza o da Arap âleminde önce boy göstermiş ardından İran kanalıyla Anadolu topraklarına girmiştir.

II. TASAVVUF EDEBİYATI (ÇERÇEVESİ VE MEŞGULİYETİ)

Page 92: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Arap edebiyatında tasavvufî nüveleri taşıyan ilk eser Hüseyin b. Mansûr el-Hallâc’a (v. 921-922) ait kabul edilir. Yine bu arazide mühim isimlerden biri Kasîde-i Tâiyye ve Hamriyye sahibi el-Fâriz (1180-1234)’dir.

El-Fâriz’i takip ve taklitle devam eden süreçte tasavvufî edebiyat İran’a sirayet etmiş ve oradaki kadîm kültürle karışarak hızla gelişmiştir. Tasavvuf Edebiyatı’nın İran’daki ilk temsilcisi Şeyh Ebû Said b. Ebu’l-Hayr (v. 1048-1049)’dır.

İran’da tasavvuf akımını şu dört isim üzerinden okumak da mümkündür:

Hâkim Senâî (v. 1150) Nizâmî-i Gencevî (1140-1204) Ferîdüddîn-i Attâr (v. 1240) Molla Câmî (1414-1492)

Türkler arasında ilk tarikatı kuran ve ilk Türkçe tasavvufî eseri veren büyük sufî Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed-i Yesevî (v. 1166)’dir.

Page 93: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Bir damar; Senâî, Ferîdüddîn-i Attâr, Nizâmî, Sa‘dî gibi İran edebiyatının mutasavvıf şâirlerinin etkisi altında, Mevlânâ, Sultan Veled gibi eserlerini Farsça yazmış sufî-şâirlerin öncülüğünde gelişmiştir. Bu tarzı devam ettiren şâirlerimiz daha çok Divan Edebiyatı nazım şekillerine bağlı kalmışlar ve aruzla eserler vermişlerdir.

2. İkinci damar ise; Orta Asya’dan uzanıp gelerek Anadolu’da aynı özellikleriyle devam eden ve hece veznini kullanarak gelişen tasavvuf edebiyatıdır. Yûnus Emre’nin yalın ve özcü tarzından ilham alır. Bu ekol daha çok Halk Edebiyatı içerisinde Tekke Edebiyatı ismiyle varlığını sürdürmüştür.

ANADOLU’DA TASAVVUFÎ SEYRİN İKİ DAMARI

Page 94: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Tasavvuf neşvesi içinde yazılmış tekke şiirleri, ilâhiler, nefesleri nutuklar, devriyeler ve şathiyeler,

2. Tasavvufun mahiyetini, tarikatların esaslarını, âdâp-erkânını anlatan didaktik eserler,

3. Evliyâ tezkireleri, menâkıp ve tabakât kitaplar,4. Tasavvuf terimlerini açıklayan eserler.

TASAVVUFÎ ESERLERİN AKSÂMI

Page 95: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Şifahî-sözlü geleneğin/edebiyatın bir devamı olarak XIII. Yüzyıl’da Anadolu’da harlanan ateşin ve hafızanın yeni ismidir.

• «Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi aşk hikâyeleri; Battal ve Danişmend-nâme gibi destanlar; masallar, fıkralar, bilmeceler, tekerlemeler, ninniler, maniler, türküler ve orta oyunu gibi ürünleriyle bu ekol geniş bir skalaya sahiptir.»

• Halkın içinden çıkmış ve orada dallanıp budaklanmıştır. En mühim özelliği sade olmasında aranmalıdır. Soyuttan ziyade somut bir algı hayatı ve tarihi okur. En önemli temsilcileri saz şairlerimizdir.

• Kendine has manzûm ve mensûr eserlere sahiptir. Mazmûnlarda hece vezni ve dörtlük kullanılır.

III. HALK YAHUT ÂŞIK EDEBİYATI (ÇERÇEVESİ VE MEŞGULİYETİ)

Page 96: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Türk-İslâm Edebiyatı’nda ele alınan konular; Allah, melekler, semavî kitaplar, peygamberler, Hz. Muhammed (sav), ashâb-ı kirâm, ehl-i beyt, kıyamet ve Âhiretle alakalı meseleler, akâid-nâmeler, fıkhî mevzular, hac ve kutsal mekânlar olmak üzere geniş bir alandan süzülerek çemberini oluşturur.

• Bu konuların dışında Fütüvvet-nâme, Gazavât-nâme, Hamza-nâme gibi hayatın içinden mevzular da epik/kahramansı bir dille anlatılır.

• Divan şiiri ve halk şiiri içerisinde, hem bir ilham olarak hem de zahirî göndermeleri sebebiyle hayatla, köyün ve şehrin yaşantısıyla ilgili canlı ve sosyolojik göndermeler mevcuttur.

• Türk-İslâm Edebiyatı’ndaki en esaslı konu, bizzat Cenâb-ı Allah’ın mutlak varlığının ifadelendirilmesi olarak özetlenebilir.

TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI’NDA DİNÎ-EDEBÎ TÜRLER

Page 97: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. TEVHÎDLER: Tevhîdin kelime manası «birkaç şeyi bir araya getirip tek yapmak, birleştirmek, bir saymak, bir kabul etmek, tek olduğuna inanma» olarak özetlenebilir. Akîde bağlamında ise «Allah’ın tek olduğuna, hiçbir eşi, benzeri ve ortağı olmadığına ve olamayacağına inanmak» demektir.

Edebî ıstılâh olarak, tevhîd inancının alanına giren konuların yer aldığı edebî eserler için kullanılan bir tabirdir. Allah Teâlâ’nın varlığından, birliğinden, tek ve benzersiz olduğundan, isim ve sıfatlarından, kudretinin tecellisinden bahseden manzûm ve mensûr eserlere denir.

Mutasavvıf şairler, «tevhîd» konusunu ele alırken, varlık ve onun birliği düşüncesi ekseninde hareket ederler. Bu bağlamda ifade etmeliyiz ki vahdet-i vücûd ekseninde yazılan tevhîdler olduğu gibi vahdet-i şühûd ekseninden yazılan tevhîdler de mevcuttur.

CENÂB-I ALLAH’I KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 98: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Cenâb-ı Hakk’ın selbî/zâtî ve sübûtî sıfatlarından bahsedilir. Allah’ın yek-tek ve benzersiz oluşu merkezdedir.

2. İkinci kısımda sübûtî sıfatlardan ağırlıklı olarak «kudret» sıfatının kainattaki tecellileri anlaşılmaya ve anlatılmaya çalışılır.

3. Son kısım yakarışların, yalvarmaların, af dileyişlerin önümüze çıktığı kısımdır. Bu bapta diyebiliriz ki, ikinci kısımda kemâlin ve kudretin yansımaları; üçüncü kısımda ise acziyetin ve kulun güçsüzlüğünün havf/derin saygı ile karışık heyecanını görürüz.

TEVHÎD’İN KISIMLARI

Page 99: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Allâh Teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır. Fakat insan O’nun zâtının künhünü/esasını idrakten âcizdir. Gözler O’nu göremez ama akıl sahipleri ve inanmaya müheyya gönüller O’nu fark eder ve bilir.

2. O kadîm, kâdir ve bâkîdir. Evvel ve âhir O’dur. Vâcübu’l-vücûd’dur, Yaratandır, benzersizdir. Allâh Teâlâ, hâdis olanlara benzemez. Allâh Teâlâ, cisim-cevher-araz-sûret-heyûlâ değildir.

3. Allâh Teâlâ’nın kudreti, Celâl ve Cemâl sıfatlarıyla tecellî eder. Âlemdeki ahenk ve yenileniş/halk-ı cedîd, ilim, kudret, irade ve tekvîn sıfatlarının delilidir. Bununla birlikte Tevhîdlerde âlemin ve Âdem’in yaratılışı hususu da yer alır.

ŞER‘Î TEVHÎD’DEKİ ESASLAR

Page 100: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

1. Allâh Teâlâ gizli hazinesini âşikâr etmek ikin kainatı yaratmıştır.2. Allah Teâlâ’nın zâtı idrak edilemez. Ancak sıfatları üzerinde düşünülerek

ve el-Esmâ/güzel isimleri kavranarak tevhîd-i Zât bilinir.3. Bu suretle, evvel ve âhirin O olduğu kavranır. Bir adım sonra zâhir ve

bâtının da yalnızca O olduğu anlaşılır.4. Allâh Teâlâ’nın var olduğu hâlde gizli kalması, zuhûrunun kemâlindendir.5. Tasavvufî hakikatlere ermek için, akıl kâfi gelmez; aşk-ı ilâhî lazımdır.6. İnsanın en mühim gâyesi niçin yaratılmış olduğunu kavrama ve bilme

çabasında aranmalıdır.7. Aşk-ı İlâhî uğruna benliğini ve ma-sivâyı terk etmek lazım gelir.8. İnsanların maksat ve gayesi, Allâh Teâlâ’ya kavuşmak olmalıdır. Zira

varlığın manası ve özü bizzat O’ndan ibarettir.

TASAVVUFÎ TEVHÎD’DEKİ ESASLAR

Page 101: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• O, öyle bir vahdet denizidir ki, O’nun dalgaları yani Esmâ ve sıfatların tecellileri hiçbir zaman kesilmez. Kesret yani çokluk/ma-sivâ, işte bu tecellilerden ötürü zamanla varlık âlemine çıkabilmişlerdir.

• Mevcûd-ı hakîkî ancak Allâh’tır. Sonradan olan mümkinâta «mevcûd» demek ise tecellî alakası sebebiyle mecazîdir. Çünkü bir kısmı Allah ile; diğer bir kısmı ise yaratılmış olan şeylerle var olan çeşitli varlıklar yoktur. Varlık bu manada Bir’dir; O da Allah’tan başkası değildir.

• «Zihnini ve düşünme biçimini mutlak kudret sahibi olan ve yaratmasında ve yarattıklarının hayatlarını idame ettirmelerinde onlara Rahman ve Rahim isimleriyle eşlik eden Tek bir Varlık fikri etrafında ören mümin insan, bunun arkasından böyle bir inanmanın gerektirdiği davranış tarzlarını da geliştirecektir. Tek bir İlah’ın kabulünün hemen ardından, insanın kendinden daha yüce ve üstün bir Varlık’la ilişkisine rengini veren bağlılık, bağlanma, şükretme, vefa, minnettarlık, vb. duygular geliştirilmelidir.»

TEVHÎD İLE İLGİLİ BAZI HUSUSLAR

Page 102: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Ben bilmez idim gizli ‘ayân hep Sen imişsinTenlerde vü cânlarda nihân hep Sen imişsin

Senden bu cihân içre nişân ister idim benÂhir bunu bildim ki cihân hep Sen imişsin

-Nev‘î-

«Debistân-ı kıdemde ol Debîr-i lem-yezelsin kimİki harf ile kıldın on sekiz bin âlemi imlâ»

-Âlî-

Bir Nefes Tevhîd

Page 103: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«Dest-i kudretle yoğ iken âlemi vâr eyledinKimini müslim kılıp kimin kâfir eyledin

Hârdan güller bitirdin nahlden hurmâ-yı terİbret için kullarına hikmet izhâr eyledin»

-Muhibbî-

«Mekân senden dolu yâ Rab velâkin bî-mekânsın senVücûdumla zamân memlû velâkin bî-zâmânsın sen»

-Murâdî-

Bir Nefes Tevhîd

Page 104: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

2. MÜNÂCÂT: Kelime anlamı, «fısıldamak, kulağa söylemek, iki kişi arasında geçen gizli konuşma»dır. Istılâhî anlamı ise, «bir kimsenin ellerini semâya kaldırarak dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemesine, yalvara yakara talepte bulunması»dır. Edebiyattaki tanımına gelince, «Bağışlayıcı olan Yüce Allah’tan bir dilekte bulunmak için yazılan manzûmelere» münâcât denir.

Tevhîd ile Münâcât arasındaki temel fark, tevhîdde mevzuun mihverini ekseriyetle «vahdâniyyet-i İlâhiyye-sıfat-ı İlâhiyye-kudret-i İlâhiyye teşkil etmesiyken; münâcâtta ise bu kudret ve azamet karşısında acz ve fütûr duyan müminin niyaz duygusunun öne çıkmasıdır diyebiliriz.

Klasik edebî eserlerimizde manzûm münâcâtlar daha çok kaside, gazel, mesnevî, rubâî, kıt‘a, terkîb-i bend ve ilâhî şeklinde yazılır. Mensur olarak yazılan münâcâtlara ise «tazarru-nâme» denir.

CENÂB-I ALLAH’I KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ

TÜRLER

Page 105: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Münâcâtlar, Allah’ın güzel isimlerinin –Esmâ-i Hüsnâ şerhleri müstesna- en çok referans gösterildiği edebî türdür. Münâcâtlar bağlamında, yegâne Ğaniyy-i Mutlak Allah’tır Onun ilminin ve kudretinin sonu yoktur. Tek hâkim O’dur.

• Şâir öncelikle bunları dile getirir, ardından aczini itiraf eder. Geçmiş günahlarından dolayı ah u enîn içindedir. Pişmandır, tevbe eder ve af diler. Sonsuz lütuf ve kerem sahibine sığınır. Ölümü, Âhiret’i, kıyameti ve mahşeri hatırlar. Endişe içinde ama hep bir ümide sığınarak dualar eder.

• Mutasavvıf şâirler, vahdete ulaşma arzusu içindedirler, hep bunu dilerler; Allah’tan gayri her şeyden, dünyadan ve dünyalıklardan kurtulmak isterler. Onlara göre burası tam bir gurbettir. Esas gaye Cemâlu’llâh’a ulaşmaktır.

• Münâcâtlarda Allah’ın daha çok şu isimleri anılır: «Rahmân, Rahîm, Ğaffâr, Tevvâb, ‘Afuvv, Vâhib, Mu‘în, Settâr…»

CENÂB-I ALLAH’I KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 106: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«’Aceb bu benim cânum âzâd ola mı yâ RabYohsa yedi tamuda yana kala mı yâ Rab

Aceb bu benüm hâlüm yir altında ahvâlümVarup yatıcak yirüm akreb dola mı yâ Rab»

-Yûnus Emre-«Hudâya hudâlık sana yaraşurNitekim gedâlık bana yaraşur

Çü sensin penâhı cihân halkınınKamudan sana iltica yaraşur

Eğerçi isyanımız çokdururSözümüz yine Rabbenâ yaraşur

Ne ümmîd ü ne bîmdir işimizHemân bize havf u recâ yaraşur»

-Adlî- (II. Bayezid)

BİR NEFES MÜNÂCÂT

Page 107: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

3. ESMÂ-İ HÜSNÂ ŞERHLERİ: «En güzel isimler Allah’a mahsustur. O’na o isimlerle dua ediniz» Haşr-24 âyeti itibarınca, Allah’ın güzel isimlerini konu edinen edebî türler inşâ edilmiştir. Allah’ın isimlerini ezberleyenlerin cennetle müjdelenmesine dair rivayetler, bu

edebî türün doğmasına zemin hazırlamıştır. Böylece 99 isim ve şerhleri merkezinde edebî bir tür doğmuştur. Manzûm ve mensûr olanları vardır. Edebiyatımızda en meşhur Esmâ-i Hüsnâ şerhi İbn ‘İsâ-yı Saruhânî’ye aittir.

-Şerh-i Şâfi’î ez-an Nahifî-es- Selâm

«Kim ki bir derd ile ola bîmârBununıla olur ana timâr

Ger yüz on bir kez okusa anıBula sıhhat-i safâyıla ânı»

CENÂB-I ALLAH’I KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ

TÜRLER

Page 108: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

4. NA‘T: Sözlükte «nitelemek, iyi ve güzel şeyleri abartılı bir biçimde dile getirmek» anlamına gelir. Istılâhî olarak, «Hz. Peygamber’i methedip öven, vasıflarını sayan manzûmeler» demektir. «Hz. Peygamber’i ve bazı büyükleri övmek maksadıyla yazılan

manzûmelere verilen isimdir.» Na‘t XI. Yüzyıl’dan itibaren Türklerin yaşadığı hemen hemen bütün

bölgelerde yazılmış; sayıları binlerce olan na‘tlar ayrıca bestelenerek cami ve tekkelerde okunmuş, levhalara yazılmış; zihinleri ve kalpleri süslemiştir.

Şâirleri na‘t yazmaya sevk eden en mühim sebep, Hz. Peygamber’e duyulan muhabbettir. Ayrıca bu geleneğin başlaması, Ka‘b b. Züheyr’in af dilemek için yazdığı «Kasîdetü’l-Bürde»sidir ki, şâirleri şefaat arzusuyla doldurmuş ve böylece telifler artmıştır.

«Hemen hemen bütün na‘tlarda yer alan temel motif, iştişfâ ve istimdâd (şefaat ve yardım dileme) olarak hulasa edilebilir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 109: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Na‘tlarda Hz. Peygamber’in çeşitli meziyetleri, güzel sıfatları, doğduğu zaman vuku bulan hârikulâde olaylar, Mekke ve Medine’de giriştiği mücadele ve siyaset biçimi, mucizeleri anlatılır. Neredeyse bütün na‘tlarda ortak olarak bahsi geçen mucize, «Şakku’l-kamer»dir:

«Mihri döndürdün yolundan mâhı itdün sîne-çâkMu‘cizâtın söylenür kişver be-kişver rûz u şeb»

-Fehîm-

Na‘tlarda nazım birimi olarak en çok kasîde kullanılır. Bunun dışında gazel, rubâî, murabba, terkîb-i bend, kıt’a ve tuyuğ şeklinde de yazılmıştır.

Türk Edebiyatı’nda ilk na‘t örneği yahut nüvesi, «Kutadgu Bilig» kabul edilir. Daha sonra Atabetü’l-Hakâyık ve Ahmed-i Yesevî’nin «hikmet»leri sayılabilir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 110: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Anadolu sahasında Mevlânâ’nın ve Yûnus Emre’nin na‘tları bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Çağatay Edebiyatı’nda ise Ali Şir Nevâî na‘ta şâiri olarak tanınır.

• Na‘t denince ilk akla gelen isimler, Fuzûlî, Nâbî, Şeyh Gâlib Dede, Salahaddîn-i Uşşâkî’dir.

• XVII. Yüzyıl’dan itibaren sadece na’tlardan ibaret divânlar tertip edilmiştir. Bazı şiir mecmuaları tamamen na‘tlara hasredilmiş olup, bunlar «Mecmua-i Nu’ût» ismiyle bilinirler.

«Tîğ-ı engûştünle itdün cevşen-i mâh-ı dû-nîmÂlemin sâhib-kırânı merd-i sâhib-zûrsun»

-Âlî-

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 111: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

5. SÎRETÜ’N-NEBÎ: Sîret, «hâl, hareket ve hayat tarzı» demektir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hâl tercümesini (biyografik olarak hayatını) anlatan eserlere bu isim verilir.

Bu kelime ilk defa Arap müelliflerden İbn Hişam’ın eserinde geçer. İslâmî Türk Edebiyatı’nda siyer konusunda ilk eser veren şâir, Erzurumlu Mustafa Darîr’dir. «Tercüme-i Sîretü’n-Nebî» isimli eserini 1388’de tamamlamıştır. Bu eserdeki «Velâdet» bahsi Süleyman Çelebî için önemli bir ilham kaynağı olmuştur.

Bu tarz eserlerde, «velâdet-risâlet-mi’râc-hicret-gazavât-vefat» sırası gözetilir.

Bu edebî tür için, Lâmi‘î Çelebî’nin «Şevâhidü’n-Nübüvve» tercümesi ve Veysî’nin «Dürretü’t-tâc fî Sîret-i Sâhibi’l-Mi‘râc» isimli eserleri zikredilebilir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 112: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

6. MEVLİDLER: Manzûm siyere «mevlid» denir. Terim anlamı itibariyle, «Hz. Peygamber’in doğumu başta olmak üzere, hayatı, mucizeleri, gazâları, ahlâkı, hilyesi ve vefatını anlatan eserlere denir.» Mevlidler çoğunlukla mesnevî biçiminde yazılmıştır. Genel itibarla dört başlık öne

çıkar: «Velâdet-Risâlet-Mi‘râc- Rihlet/Vefat»

Mevlid konusundaki ilk özgün eser Ebu’l-Cevzî’nin (1201) «Mevlidü’n-Nebî»sidir.

İran Edebiyatı’nda bu türe bizdeki kadar rağbet yoktur.

Süleyman Çelebî’nin yazdığı mevlit olan «Vesîletü’n-Necât» çok taklit edilmiş ama aşılamamıştır. Bu yüzden de sehl-i mümteni‘ kabul edilmiştir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ

TÜRLER

Page 113: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

7. HİLYELER: «Süs, ziynet, cevher, güzel sıfatlar, güzel yüz, güzellikler manzûmesi» anlamlarına gelir. Istılâhî olarak ise, «Hz. Peygamber’in güzel vasıflarını, fizikî ve ruhî özelliklerini konu alan ve anlatan manzûm ve mensûr eser» demektir. Hilyeler, daha geniş bir anlam ifade eden şemâillerden doğmuştur. Her ikisinin de

kaynağı hadîs kitaplarında geçen: «Ya Ali! Hilyemi yaz ki vasıflarımı görmek beni görmek gibidir» ifadesidir.

Tamamen bir Osmanlı geleneğidir. En şöhretli hilye, Mehmet Hakanî Bey (ö.1608)’in kaleme aldığı «Hilye-i Hakanî»dir.

Hilyenin Kısımları:• Baş makam (Besmele)• Göbek (Hilye metni)• Hilâl• Dört Halifenin isimleri• Âyet yeri• Etek (Hilye metninin devamı)• Ara suyu (Tezyînî/süs motifler)• Kenar suyu (Tezyînî motifler)

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 114: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ
Page 115: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

8. Mİ‘RÂCİYELER: «Hz. Peygamber’in miracını konu alan, miraç hâdisesini anlatan kasîde ve manzûmelerdir. 621 Recep 27. yahut Ramazan ayının 17. gecesi Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya oradan da Sidre-i Müntehâ’ya yaptığı yolculuğa miraç denir. Mekke’den Kudüs’e yapılan kısmına «İsrâ»; Kudüs’ten Sidre-i Müntehâ’ya olan kısmına miraç denmektedir. Edebî eserler merkezinde Miraç’taki vasıtalar Beytü’l-Makdis’e kadar Burak Dünya semasına kadar Mi’râc 7. Semaya kadar Ecânih-i Melâike Sidre’ye kadar Cenâh-ı Cibrîl Qâbe qavseyn’e kadar Refref

Divan Edebiyatı’nda ve özellikle mesnevîler içerisinde bir bölümü miraca ayırmak bir gelenektir.

En şöhretli Mi‘râciye, Süleyman Nahifî (ö. 1718)ye ait 1142 beyitlik mesnevîdir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 116: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

9. HADÎS-İ ERB‘ÎN: Hadîs-i Erbâ‘în yazma geleneğinin doğmasındaki en büyük etken şu hadis-i şeriftir: «Ümmetimden her kim hadislerimden kırk hadis beller/ezberler, başkalarına öğretirse; Allah onu kıyamet günü fakîhler ve bilginlerle birlikte haşr eder.»

40 adediyle ilgili pek çok rivayetler olmakla birlikte, ehl-i tasavvufun 40 gün çile (çihl-erbaîn) çıkarmanın, nefsi tezkiye etme ve sabrı öğrenme noktasındaki vurgusu önem arz eder. Ayrıca 40 kişilik «Ricâlü’l-Gayb» ve 40 makam da kültür tarihini etkileyen önemli faktörlerdir.

«Kâf ile nûndan yaratdın on sekiz bin âlemiKudretinden erbaîn günde tamam oldu cesed»

-Nesîmî-

Ekseriyetle aruz vezniyle yazılan bu türde, Fuzulî, Nâbî ve Nüzhet Ömer’in yazdığı erbaînler daha çok bilinmiştir. «Kıtalar hâlinde manzûm -Çihl Hadîs- tercümelerinin en meşhuru, Abdurrahmân Câmî’ye ait –Terceme-i Erba‘în-dir.

HZ. PEYGAMBER’İ KONU VE MERKEZ EDİNEN EDEBÎ TÜRLER

Page 117: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Hz. Peygamber’in torunu ve Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in Kerbelâda şehîd edilmesi hususunda yazılan «Maktel»ler», peygamber kıssalarını biriktiren «Kısâs-ı Enbiyâ»lar, Allah dostlarının hayat hikâyelerini toplayan «Tezkiretü’l-Evliyâ»lar, menkıbeleri toplayan «Menâkıp-nâme»ler, belli günlerde tertip edilen cemiyet ve eğlence hayatını gösteren «Ramazaniye»ler, «Bayramiye»ler, «Gazavâtnâme»ler, nasihat içeren «Pend-nâme»ler, Allah’ın isimlerini, hadîsleri yahut uluların 100 sözünü toplayan «Sad Kelime»ler… meselenin genel hattını ve aslında divan, yahut tasavvuf ve de halk edebiyatının direkt hayat ve metafizik ile olan bağlantısını gösterir niteliktedir.

BAĞIMSIZ TÜRLER

Page 118: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Tarihî ve siyasî bakımdan hareketli bir çağdır. Türk kültürünün Anadolu kültürüne doğru evrildiği Selçuklu devrinin kümülatif yapısı göze çarpar. Moğol hakimiyeti yerini beyliklerin parçalı erklerine bırakmıştır ki bu edebiyatı direkt olarak etkileyen bir hususiyettir.

• Beyliklerin merkezleri/başkentleri, kültürel referans noktaları ve dinî hayatın farklı renklerinin izlenebileceği araziler olarak dikkat çeker. Kütahya, Karaman, İznik, Bursa ve Edirne bu meyanda anlaşılmalıdır. Buraların edebî birer muhit olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

• Bu yüzyılda Anadolu’da Türkçe, edebî bir dil olarak önem kazanmış, telif ve tercüme çok sayıda eser yazılmıştır. Selçuklu döneminin aksine; beylikler dönemi Türkçe’nin ana arter olduğu bir zamanı ve mekânı kapsar.

XIV. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 119: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Bu yüzyılda Türkistan’dan Ahî göçleri ve Horasan erenlerinin gelişiyle Selçuklu’nun Anadolu kimliği pekişir. Sarı Saltuk, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ gibi kurucu şahsiyetler, teşkilatlanmanın önünü açtılar. Bu farklı fikirlerin aynı arazide neşv ü nemâ etmesini yanı sıra getirmiştir ki bu şehir kültürünü inşâ eden önemli bir özelliktir.

• Bu yüzyılda divânların sayısında ciddi bir artış görülür. Daha önceki divânlarda kullanılmayan rubaî, kıta… gibi nazım şekilleri görülür.

• XIV. Yüzyıl’da Anadolu sahasında gelişen İslâmî Türk Edebiyatı’nda mesnevîler önemli bir yer tutar. Bu mesnevîlerin bir kısmı ağırlıklı bir tasavvufî içerikten bazıları ise masalsı ve muhayyileye dayalı tarihsel figür ve olaylardan dem vurur.

XIV. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 120: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

SEYYİD NESÎMÎ: XIV. Yüzyıl divan ve tekke edebiyatının mühim bir şairi ve Alevîlerin 7 ozanından (Fuzûlî-Hatayî-Pir Sultan Abdal-Kul Himmet-Yeminî-Virânî- biridir. Onun divân şiirinin Yunus Emre’si olduğu genel kanaatle ifade edilir.

Coşkun, inançlı ve pervâsız bir psikolojiyle yazmıştır. Dilinde Âzerî özellikler görüldüğü için Bağdatlı olduğu tahmin edilmektedir. Hurûfîlik denilen dar ve cerbezeli tarikat anlayışı paralelinde şiirler yazmıştır. «Zâhid» zümrelere ve taassuba karşı dizginsiz şiirler söylemiş ve bir Halep’te derisi yüzülerek bedelini ağır ödemiştir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 121: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

«Deryâ-yı muhît cûşa geldiKevn ile mekân hurûşa geldi

Nakkâş bilindi nakş içindeLa‘l oldı yine ‘ıyân Bedahş içinde

Külli yer ü gök Hak oldı mutlakSöyler der ü çeng ü ney «Ene’l-Hak»

Her katre muhît-i âzam olduHer zerre Mesîh-i Meryem oldu

Cân ile ten oldı bir hakîkatVahdetten açıldı bâb-ı rahmet

Cân mümine mümin oldu mir’ât Gör sen de Hakk’ı vü gitme ırâğ» -Nesîmî-

Mesnevîsinden Bir Örnek

Page 122: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

AHMEDÎ: (1334-1412) Hoca Dehhânî’den sonra Divân şiirinin asıl kurucusu ve üstadı sayılır. İran şiirinin biçim ve muhtevasını Anadolu’ya taşımıştır. Coşkunluktan ziyade, zekâ ve ölçüye önem vermiştir.

Ahmedî’nin divânından başka «İskender-nâme» ve «Cemşîd ü Hurşîd» isimli iki mesnevîsi vardır.

«Sanma benüm işüm ki gönlümün rızâsıdurBilgil anı ki bu feleğün iktizâsıdur

Kimdür ki ide rızâ ile yâr u diyârı terkLeykin ne çâre çünkü Hakk’ın ol kazâsıdur

Eyyûb mihnetiyle Ya’kûb gussasıSorarsan yakîn kamu gurbet belâsıdur

Gurber odına sabr nice olsun ki kişinin Cisminde cân ki var vatanınun havâsıdur» –Ahmedî-

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 123: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

ÂŞIK PAŞA: Asıl ismi Ali’dir. Kuvvetle muhtemel Horasanlı Baba İlyas’ın soyunda olan şâir Kırşehir’lidir ve üç kardeşin büyüğü olduğu için kendisine paşa/baş ağa denmiştir. Âşık Paşa’nın en mühim eseri 12.000 beyitlik tasavvufî bir mesnevî olan «Garîb-nâme»dir.

Garîb-nâme’nin asıl kısmı 10 bâbdan oluşmaktadır. Her bap da ayrıca 10 destan hâlinde yazılmıştır. 1. Bâbda bir olan Allâh; 2. Bâbda yer-gök, dünya-âhiret-ten-cân … ; 3. Bâbda mazi-hâl-istikbal; 4. Bâbda dört unsur; 5. Bâbda beş ibadet v.s. tarzında devam eden hendesî ve mistik bir örgüsü vardır.

Âşık Paşa, Farsça’nın hâkim olduğu bir zaman diliminde Türk diline eserleriyle müthiş bir katkı sağlamıştır.

«Türk diline kimesne bakmaz idiTürklere her giz gönül akmaz idi

Türk dahi bilmez idi bu dilleri İnce yolu ol ulu menzilleri» -Âşık Paşa-

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 124: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

ŞEYH AHMED-İ GÜLŞEHRÎ: İranlı mutasavvıf ve şâir Feridüddîn-i Attar’ın, İmam-ı Gazâlî’nin Risâletü’t-Tayr risâlesinden ilhamla yazdığı «Mantıku’t-Tayr» eserini Türkçe’ye çeviren kişidir.

KADI BURHÂNEDDÎN: (1344-1380) Asıl ismi Ahmed olan Kadı Burhâneddîn, Harezm’den göçüp Kastamonu’ya yerleşmiştir. Bilge ve şâir olduğu kadar yiğitliğiyle de nam salmış bir şahsiyettir. Kayseri’den evlenen, kadılıktan vezirliğe yükselen şâir, Sivas’ta tahta çıkmış ve bağımsızlığını ilan etmiştir. Yıldırım Bâyezîd ve Timur gibi hükümdarlarla savaşmıştır.

Bunca savaş ve debdebe içinde olmasına rağmen; yiğitlik-aşk-tasavvuf üçgeninde sade ve dolgun eserler inşâ etmiş, Anadolu şiirinin kurucularından olmuştur. «Tuyuğ» nazım şeklini en çok kullanan şâirdir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 125: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

Özini eş-şeyh gören serdâr olurEnelhak dâvâ kılan ber-dâr olurEr oldur Hak yolına baş oynayaDöşekte ölen yiğit murdâr olur

…Ezelde Hak ne yazmış ise olurGöz ki ne görecek iser görürİki âlemde Hakk’a sığınmışuz

Tohtamış ne ola ya Aksak Temûr

-Kadı Burhâneddîn-

KADI BURHÂNEDDÎN’DEN TUYUĞ ÖRNEKLERİ

Page 126: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• KADI DARÎR: (v. 1392) Esas ismi Mustafa b. Yûsuf bi. Ömer olmakla birlikte Darîr mahlasını kullanmıştır. Doğuştan âmâ olduğu hâlde güçlü hafızası sayesinde İslâmî ilimleri öğrenebilmiştir. Farsça ve Arapça hususundaki vukufiyeti sebebiyle kadılık unvanını elde etmiştir.

• Kadı Darîr’in ilk eseri 2120 beyit tutarındaki «Kıssa-i Yûsuf»tur.

• En mühim eseri, kendisinden sonraki sîret yazma geleneğini şekillendiren «Kitâb-ı Sîretü’n-Nebî»dir. Gerek nesrinin sadeliği gerekse Türkçe’deki ilk mevlid manzûmesini ihtiva etmesi nedeniyle kıymeti yüksek bir eserdir.

• Rivayetlere göre Kadı Darîr’e ait «Kitâb-ı Sîretü’n-Nebî»; ya bizzat İbn İshak’ın yahut İbn Hişam’ın eseri referans alınarak yazılmıştır. Bir başka rivayete göre, Vâkıdî’nin «Sîre» isimli eserini hıfzeden şâir, bu ezberin üzerine eserini bina etmiştir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 127: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• XV. Yüzyılın başındaki Timur istilâsı, Anadolu’nun siyasî yapısını, birliğini sarsmış olmakla birlikte edebiyatta bir duraklama yaratmamıştır.

• Bu asır iki dönemde değerlendirilebilir: İlk yarıda fetret döneminin ardından toparlanma süreci ve isyanları bastırma mücadeleleri ; ikinci yarıda ise daha istikrarlı ve cihan medeniyeti vasfına isabet eden siyasî ve edebî bir varlık alanının oluşmasıdır.

• Bu asırda Anadolu ve Rumeli’de edebiyat büyük bir gelişme göstermiş, manzum ve mensur olmak üzere birçok türde yetkin eserler inşa edilmiştir.

• İstanbul’un fethi ile Doğu Roma’nın (Bizans) başkenti alınmış, Bursa ve Edirne’de mevcut olan saray ve konak kültürü daha da geliştirilmiştir. Bu noktada şairlerin himaye edilmesi, edebî üretimi tetikleyen ve ortamın genel yürüyüşüne paralel bir çözüm olarak öne çıkar.

XV. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 128: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• XIV. Yüzyıldaki dinî-destanî mesnevîlerin yerini bu yüzyılda daha çok tarihî mesnevîler almış ve yapılan fetihlerin anlatıldığı gazavât-nâmeler yazılmıştır.

• Özellikle Divân şiiri artık kuruluş devrini tamamlayarak millî özelliği olan klasik bir edebiyat hâline gelmiştir. Çünkü bu asırda şairlerin şiir dilini İran şiirinin âhengine ulaştırmak istemeleri sonucu dile yabancı kelime girişi artmıştır.

• Bu meseleye bir reaksiyon/karşı tepki olarak, başta dönemin ünlü şairi Necâtî olmak üzere yüzyılın diğer şairlerinde görülen atasözlerini, deyimleri ve halk söyleyişlerini şiirde kullanarak Türkçeleştirme çabaları dikkat çeker.

• «Türkî-i Basît» olarak bilinen bu karşı tepkinin en mühim ismi Aydınlı Visâlî’dir. Fakat bu akım beklenen infiali yaratmamıştır.

XV. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 129: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• İnsanın fizikî görünümünden karakter özelliklerini çıkarmaya çalışan ve eskilerin «İlm-i Kıyâfet» dedikleri bilim dalının edebiyattaki ilk manzûm örneği bu asırda Akşemseddinoğlu Hamdullah Hamdi tarafından yazılmıştır.

• Edebiyat merkezinde baktığımızda bu yüzyıldaki en önemli olay, Âsitâne’nin (İstanbul) odak noktası olmasıdır. Fetihle beraber âlimler, şâirler, sanaatkârlar-zanaatkârlar İstanbul merkezinde bir araya gelmişlerdir. Horasan, Taşkent, Fergana ve İran Azerbaycan'ı üzerinden birikimleri toplayarak gelen Anadolu halkı, İstanbul’daki şehir kültürüne mühim bir zemin hazırlamışlardır. Ardından üç kıtadan başkente doğru bir entelektüel göç başlamıştır. Âlimler, şairler, kumandanlar, bestekârlar, mühendisler ve mimarlar kendine has dokunuşlarıyla bir İstanbul kültürü inşâ etmişlerdir. Bu kültürün mayası tevhîddir.

• Bu asırdaki sultan şairler, Avnî mahlasıyla yazan Fatih Sultan Mehmed Han; Adlî mahlasıyla yazan II. Bayezid ve Cem mahlasıyla yazan Sultan Cem olarak sıralanabilir.

XV. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 130: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

GERMİYANLI ŞEYHÎ: (1375-1429) Ahmedî, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dâî gibi Kütahya’nın edebî muhitinde yetişmiş mühim bir şâirdir. Asıl adı Yusuf Sinâneddîn’dir. Şeyhî mahlasını, Hacı Bayram-ı Velî’nin tarikatına intisabı ve Akşemseddîn’in müridi olması hasebiyle almıştır. Ayrıca göz hekimliğinde büyük bir şöhreti vardır.

Fars şiirindeki mazmunları ve edebî biçimlerin büyük bir kısmını Anadolu’ya taşımıştır. Kendisi «şeyhu’ş-şuarâ» olarak da bilinir.

En mühim eserleri 126 beyitlik, bu coğrafyanın en güçlü fablı olan «Har-nâme» ve «Hüsrev ü Şirin» mesnevisidir.

Çelebî Sultan Mehmet’in korkunç derecede şiddetli göz ağrısına deva bulan Şeyhî’ye bir ihsan ve tımar olarak Dokuzlar isimli köy verilmiştir fakat Şeyhî oraya gittiğinde eski tımar sahiplerinden dayak yemiştir. Bu meseleyi eleştirmek babında, padişaha durumu bir fabl inşa ederek arz eder ki bu bahsi geçen «Har-nâme»dir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 131: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

AHMED PAŞA: (v. 1497): Mısra söyleyişi, nazım dili, zevki ve mecaz ustalığı ile kuruluş devrinin Necâtî ile birlikte en büyük şairi sayılır. Padişahın hocası ve sözüne güvendiği bir insandır. Yıldızı Fatih Sultan devrinde parlamıştır. Fakat Fatih’in nedimesine duyduğu yakın ilgiden dolayı Yedikule zindanına atılmış ve «kerem» redifli kasidesini bu sebepten yazmıştır.

Kendisinden sonra gelenlerin üstat bildiği ve taklit ettiği bir şahsiyet olmuştur. Çağında sırf Anadolu’da değil; İran ve Türkistan’da bile şöhret bulmuş, çağdaşı Ali Şir Nevâî’ye nazireler söylemiş, Molla Cami tarafından takdire şayan görülmüştür.

Daha çok maddî aşk ve gündelik hayat zevklerini şiirinde tema olarak işlemiştir. Ahmed Paşa’nın şiiri kuruluş devrinin sonu ve yükseliş devrinin başlangıcı kabul edilmektedir. Divân’ı ehemmiyet verilmesi gereken temel bir eserdir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 132: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

NECÂTÎ BEY: (v. 1509) Edirne’de doğmuş fakat şöhreti genç yaşlarında Kastamonu’da bulmuştur. Gerçek ismi Nûh’tur ve «döne döne» redifli gazeliyle ün bulur. Ahmed Paşa bu genç ve kabiliyetli şairi sanat âlemine tanıtır. Türkçe’yi açık, külfetsiz, yapmacıksız, temiz ve kolay söyleyişli kullanmakla

birlikte derin düşünceleri yüksek hayâllerle bitiştirebilmeyi başarmıştır. Ayrıca divânında darb-ı meselleri büyük bir ustalıkla kullanmış olduğu kaydedilmiştir.

HACI BAYRÂM-I VELÎ: (1352-1430) Asıl adı Numan’dır. Ankara yakınlarındaki Zülfazl/Solfasol köyünde doğmuştur. Medresede ilim tahsil etmiş ve müderris/profesör olmuştur. Bu sırada Hamidüddîn-i Aksarâyî’nin (Somuncu Baba) davetiyle Kayseri’ye gitmiş ve ona intisap etmiştir.

Bilgi, sabır, beceri, tefekkür ve hoşgörü ile tasavvufî olgunluğa ulaşarak «ilim-tasavvuf sentezini» yapmıştır.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 133: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Hacı Bayram-ı Veli’nin etrafında okuma yazma bilmeyenler ve o devrin her çeşit meslek gruplarından insanlar bulunduğu gibi başta Akşemseddin olmak üzere Germiyanoğlu Şeyhî, Eşrefoğlu Rumî ,Ahmed Bîcan,Yazıcıoğlu Muhammed gibi bilim adamları da bulunuyordu. Bu kadar farklı kültür gruplarını aynı potada eritmesi de büyük bir başarıdır.

• Müridlerini el emeği ile geçinmeye yani toprağı işlemeye ve el sanatlarına yönlendirmiştir. Kısacası herkese çalışma tavsiyesinde bulunmuş kendisi de buğday, arpa, burçak yetiştirerek onlara yaşayan örnek olmuştur. Bu şekilde müridlerini toprağa bağlı yaşamaya teşvik ederek Anadolu’ya Orta Asya’dan gelen Türk göçerlerin yerleşik hayata geçmesini sağlamış Anadolu’da kalıcı Türk birliğinin sağlanmasında ve Osmanlı Devletinin medeniyet yolunda aşama kaydetmesinde önemli rol oynamıştır.

• Hacı Bayrâm-ı Velî’nin bu gün için elimizde aruzla iki, heceyle de üç şiiri bulunmaktadır. Bu eserleri bestelenmiştir. Aslında onun en mühim eseri yetiştirdiği insanlardır.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 134: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

SÜLEYMAN ÇELEBÎ: (1351-1422) İyi bir dinî eğitim gördüğü ifade edilen Süleyman Çelebî, Sultan Bayezîd’in Divân-ı Hümâyûn imamlığı görevini ifa etmiş daha sonra 1400 senesinde yapılan Bursa Ulu Camiî baş imamlığına getirilmiş ve vefatına kadar bu görevine devam etmiştir.

Süleyman Çelebî meşhur eseri, mesnevî nazım şekliyle yazılmış bir mevlid türü olan «Vesîletü’n-Necât»ı 1409 senesinde tamamlamıştır. Eserin; duyularak, hissedilerek sade ve manzum bir dille yazılması, dinî-tasavvufî bir vecdin heyecanını vermesi, özel bir makamla camilerde ve evlerde okunması, halk ve münevverler arasında bunun sanki gökten inmişçesine kabul görmesi sebebiyle büyük bir şöhret kazanmıştır.

Mevlid; üslûp ve ifade hatta şekil ve tür bakımından Sultan Velede ve Âşık Paşa’nın mesnevîlerine ve Kadı Darîr’in «Siyer-i Nebî»sine benzemektedir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 135: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Mevlid’in en önemli özelliklerinden biri de, dinî-tasavvufî edebiyattaki türler bakımından zenginliğidir. Bu bapta Mevlid; tevhîd, münâcât, na‘t, velâdet, miraç, hil‘at, hicret, nasihat, vefat, istimdâd/dua, hâtime başlıklarıyla zengin bir tablo sunar.

• Yine bu asır çerçevesinde, Emir Sultan, Akşemeddîn, Eşrefoğlu Rumî, Yazıcıoğlu Mehmed, Figanî, Ümmî Kemâl, Dede Ömer Rûşenî, İbrahim Tennûrî… gibi büyük şahsiyetler eserler inşâ etmiştir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 136: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Doğu’da ve Balkanlarda geniş alanları fetheden Osmanlı, yüzünü Batı’ya doğru dönmüştür. Cihan devletinin bütün özelliklerini gösterir. Mimaride musikîde ve edebiyatta zirve şahsiyetler art arda gelir. Siyasî ivme, sosyolojiyi ve edebiyatı geliştirerek değiştirir.

• İstanbul merkezli bir kültür ve sanat hayatı geniş Osmanlı coğrafyasını etkilemektedir. Özellikle kendileri de birer şair olan Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman dönemlerinde şiir ve edebiyat sahasında mühim sanatkârlar yetişir.

• Artık divân şiiri Farisî etkiden azade olmuş ve kendi sesini ve musikisini terennüm etmiştir. İstanbul’un gittikçe parlamasıyla beraber saray, konak ve medrese çevresinde seçkin/elit bir kültür algısı oluşmuş, bu da doğal olarak şiirin rotasını değiştirmiştir. Toplum ve dil gittikçe kozmopolit/çoklu âlem bir gerçekliği içine sindirir.

XVI. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 137: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Dil ve toplumdaki bu kozmopolit yapıya karşı bir muhalif damar da kendini göstermeye başlamıştır. Aydınlı Visalî’yle başlayan Duru Türkçe akımı Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmi gibi iki sanatkâr ortaya çıkarmıştır.

• Bu asırda Şehrengîz (şehirlerin sosyal hayatlarını, töre ve manzaralarını anlatan tür) türünden eserler yazılmaya başlanmıştır. Bu akımın öncüsü Bursalı Lâmi‘î Çelebî’dir. Özellikle İstanbul, Edirne ve Diyarbakır’ı anlatan şehrengîzler yazılmıştır.

• Bu asrın edebî ve tasavvufî muhitleri sırasıyla şöyledir: İstanbul, Bağdat, Edirne, Bursa, Konya, Kastamonu, Diyarbakır, Erzurum, Harput, Varna…

XVI. YÜZYIL ANADOLU EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ

Page 138: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

MEHMED FUZÛLÎ: (v. 1556) Gençliğinde Safevîlerin hâkim olduğu Irak-ı Arab, daha sonra siyasî olarak el değiştirmiş ve Osmanlı’ya geçmiştir. (Bağdat’ın fethi-Kanunî-1534)

Fuzûlî Necef’te bulunan İmam Ali türbesine ömür boyu hizmet etmiş bir şahsiyettir. Kendisine az bir maaş bağlanmış olmakla birlikte hayatı boyu bu az parayla geçinmek durumunda kalmıştır.

Derunundaki zenginliğe ve üstün şairliğine güveniyle acı bir çelişki olarak önümüze çıkan bu yoksul hayat ve kendisini kavrayamayan çevre; ondaki trajik kaybetme tutkusunu da izah eder niteliktedir. Savunma hâlindeki bir izzet-i nefs mücadelesi şiirlerinde dikkat çeker:

«Hakîr bakma bana kimseden sağınma kememFakîr-i pâdşeh-âsâ gedâ-yı muhteşemem»

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 139: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Bütün ömrü Hille-Kerbelâ-Bağdat çevresinde geçen şâir, İstanbul’u görememiştir.

• Manzûm ve mensûr olarak ve hem de üç dilde 13 adet eser vermiştir. En tanınmış eseri Türkçe Divânı’dır. «Leylâ vü Mecnûn» en tanınmış mesnevîsidir.

• «Hadîkatü’s-Süedâ» (Uluların Bahçesi) Kerbelâ faciasını anlatan eseridir. «Şikâyet-nâme» divan edebiyatındaki en güçlü nesirlerden biri olarak tarihe geçmiştir.

BÂKÎ: (1526-1600) Kendisi ilmiye sınıfına mensup bir kazaskerdir. Zâtî’nin en beğendiği genç şairdir. «Sümbül» redifli şiiriyle ilk şöhretini kazanmıştır. İstanbul’da gelişen divân şiirinin ilk ustası kabul edilir. Kanûnî’nin sırdaşı ve

sanat arkadaşıdır.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 140: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Bâkî, kendisini İran’daki şiir ustalarıyla denk gördüğünü ifade eden ilk şairdir:

«Bu devr içinde benim padşeh-i mülk-i sühanBana sunuldu kasîde bana verildi gazel»

Bâkî’nin en önemli eseri divânıdır. «Gazel» dendiğinde akla gelen ilk usta odur. Diğer bazı eserleri –Fezâil-i Cihâd, Me‘âlimu’l-Yakîn ve Terceme-i Hadîs-i Erba‘în- Arapça’ya çevrilmiştir.

Ahmed Paşa’dan sonra kendisine «sultânü’ş-şu‘arâ» denen tek isimdir.

ZÂTÎ: (v. 1546) Kanûnî döneminde pek ilgi görmediğinden Bayezid Camiî’nin avlusunda açtığı remilci dükkânında icra-yı sanat etmiş, burayı adeta bir şiir okulu hâline getirmiştir.«Zâtî’nin en önemli hizmeti, sanatkârlığından çok; genç şairleri yetiştirmekteki üstadlığındadır. Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî gibi klasik ekol ustalarına el vermiştir. Bu bağlamda o bu asırla önceki asır arasında köprü vazifesi görmüş bir şahsiyettir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 141: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

HAYÂLÎ BEY: (v. 1557) Gençlik yıllarında, Rumeli’de dolaşan Baba Ali Mest-i ‘Acemî isimli bir kalenderî gezgin dervişin etkisinde kalmış ve onlarla birlikte seyahate çıkmıştır. Bu dervişlerle beraber bir gün İstanbul’a yolu düşer. Şiirdeki maharetiyle kısa zamanda ün yapar ve Sadrazam İbrahim Paşa’nın himayesine girer.

Koruyucusu İbrahim Paşa’nın idamı üzerine İstanbul’u terk etmiş ve Edirne’de vefat etmiştir.

Hayâlî Bey, serbest, geniş tasarlayışları, derin hayâl gücü, gür ve düzgün söyleyişi, lirizmi, pervasız edasıyla ustalar arasında anılmaya hak kazanmıştır. Bilinen tek eseri divânıdır.

Atasözünü ver yerli temaları şiire kazandıran bir şahsiyettir.

«Ol mahiler ki deryâ içre deryâyı bilmez» sözü Hayâlî Bey’e âittir.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 142: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

LÂMİ‘Î ÇELEBÎ: Bursalı Lâmi‘î Çelebî, bu asrın en çok telif yapan sanatkârıdır. Dedesi Nakkâş Ali, Bursa’nın mimarisinde emeği olan bir şahsiyettir.

Lâmi‘î Çelebî, Nakşibend şeyhlerinden Emir Ahmed Buharî’ye intisap etmiş ve bu vesileyle Molla Camî’nin eserlerine ilgi duymuş ve bu ilgiden doğan ilhamla önemli eserlere hayat vermiştir. Molla Camî’ye ait «Şevâhidü’n-Nübüvve» ve bir veliler tezkiresi/antolojisi olan «Nefahâtü’l-Üns» eserlerini tercüme etmiş fakat Anadolu erenlerini de listeye alarak adeta yeni bir eser vücuda getirmiştir.

Bu tercümeler ve telifler bağlamında, kendisine «Camî-i Rumî» denmiştir. Bursa Şehrengîzi şöhret bulmuş ve örnek teşkil etmiş bir eserdir. Ayrıca

insan tekini hayvan varlıklarıyla konuşturduğu «Şerefü’l-İnsân» eseri önem arz eder.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 143: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• Divan Şiiri bağlamında bu asır için birçok zirve şahsiyet sayılabilir. Misâlen, mesnevileri ve hususan entrikalar sonucu katledilen Şehzâde Sultan Mustafa için medenî bir cesaretle ortaya konan meşhur ağıtın sahibi Taşlıcalı Yahya Bey (1468-1534) bunlardan biridir.

• Divan edebiyatı merkezinde halk için ahlâkçı ve hicivci tarzın ustası Bağdatlı Ruhî, yazdığı 17 bentlik terkîb-i bendiyle bir yolu açan şahsiyettir. Tanzimat asrında Ziya Paşa’nın tercî-i bendlerine yol gösteren eleştirel üslubun ana hattını oluşturmuştur.

• Bu asır dinî edebiyat açısından mühim bir evredir. İbn İsâ-yı Saruhânî «Şerhu’l-Esmâü’l-Hüsnâ» eseriyle dikkat çeker. Fakat dinî edebiyat açısından dikkate şayan en önemli isim Hâkânî’dir. Yusuf Sinan Paşa’ya sunduğu «Hilye-i Sa‘âdet» bir tarzın ana hattını çizmiştir. Bu eser aynı Süleyman Çelebî’nin eseri gibi yeni bir yolu açmış ve tepe değer olarak yerini korumuştur.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER

Page 144: TÜRK-İSLÂM EDEBİYATI DERSİN TEORİK ve FELSEFÎ UZAMI  DİNÎ-EDEBÎ METİN TECRÜBELERİ

• XVI. Yüzyıl «Sâkî-nâme» ve «İşret-nâme» tarzı eserler açısından dikkate şayandır. Bun eserler yalnızca içki meclislerini anlatmak için kaleme alınmış eserler değil; tekke hayatını ve adabını sembolik yolla anlatan eserlerdir.

• Ayrıca ilk şuarâ tezkiresi olan «Heşt Behişt» Sehî Bey tarafından yazılmış ve Kanûnî’ye arz edilmiştir.

• XVI. Yüzyıl tasavvuf büyükleri açısından da gerçekten bereketli bir çağ olmuştur. İbrahim Gülşenî, Aziz Mahmud Hüdayî, Vâhib-i Ümmî, Kul Himmet gibi tasavvuf büyükleri bu asır içerisinde etrafına ışık ve ümit dağıtmışlardır.

• XVI. Yüzyıl Halk Edebiyatı açısından değerlendirildiğinde göze çarpan ilk sima Pir Sultan Abdal’dır.

UFUK ŞAHSİYETLER VE ESERLER