tek-esin vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, uygur...

12
Tek-Esin Vakfı Tek-Esin Vakfı

Upload: others

Post on 26-Dec-2019

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 2: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

Dr.Emel Ealn KOTOPHANESI

U Ü Û 5 6

Tasnif ^ v \ v ^

T — U Y G U R S A N A T I 131

için halk bilgisi bakımından; bunların fiatlan da verilmiş olduğu ve bu fiyatları birbirleriyle karşılaştırmak mümkün olduğu için de Uygur ekonomisinin öğrenilmesi bakımın­dan büyük önem taşımaktadır. (S. Tezcan)

UYGUR S A N A T I : U . S.'nın kaynağı Milâttan ön­ceki yüzyıllara dayanır. M . S. V I I I . yüzyıldan sonra da iki ayrı safhada gelişmiştir. U . S.'nın klasik denebilecek ikinci dönemi oldukça önemlidir.

U. S.'nın kaynağı: Çin kaynaklarına göre, Uygurlar, Çinlilerin Milâttan önce Ding-ling, M . S. IV . yüzyıldan sonra ise T'ie-le adını verdiği boylardan geliyorlardı. Bir nesil önceki araştırıcılar Ding-ling ile T'ie-le arasında fark görüyorlar ise de, Japon bilim adamları her iki adın aynı boylara farklı tarihlerde verildiğini ve T'ie-lS adının Türük (Türk)'ten gelmiş olduğunu tespit ettiler. Ding-ling ve T'ie-le adlarının Türkçe Tegreg ( = "tekerlek") ve Tölis karşılığı olduğunu sananlar da vardır. Bu boylar, Çin­ce kao-ch'e denen, dört tekerlekli kağnılar ile göç ede­rek sürülerini otlattıkları yaylalar ile surlar içinde kışlak­lar arasında göç ediyorlardı. Üstüvanî şekilde ve kubbeli veya kümbetli olan otağlar, kışın surlar içine kuruluyordu. Surlar içinde, otağa benzer, ağaçtan köşkler de vardır. Yaz gelince kerekii denen ve katlanabilen otağ, kağnıya yük­leniyor, hatta bazan kağnı üzerine kuruluyor ve yaylaya çıkılıyordu. Kağnılı boylar, belki savaşlar sonunda çok ge­niş bir alana yayılmışlardı. Çin tarihlerine göre kağnılı boylar, doğudan batıya, şu illerde kaydedilmişti: Bugün­kü Çin'in kuzey ve batı bölgeleri, Gök Türk devrinde kutlu sayılıp Ötüken adı verilen bugünkü Hangay dağları, Baykal gölü kıyılan, Sibir i l i , eski Türkçede Altunyış de­nen Altay dağları çevresi, Işık göl'ün kuzeyi, yani İla (İli) ırmağı ile Sirderya ırmağı vadileri. Böylece, Çin'in kuzeyin­de, Ordos yaylası çevresinde, Milâttan önce gelişen kül­türün son dönemi; Baykal gölü ve Ötüken çevresinde M i ­lâttan önce var olan ve yassı taşlı mezarlar ile beliren kültür; Doğu Türkistan'ın kuzeyindeki, doğuda Karluktağ ve Hami ile batıda Aktağ ve Kuça arasındaki, Milâttan önceki son yüzyıllarda mevcut kültür; Sibirya'da Milâttan önceki bin yıla ait Karasuk kültürü; Altun yış dağlarındaki en eski kültür; hatta belki batıya Sırderya'ya kadar uza­nan kültürler, kağnılı boylara atfedilmektedir. Kağnılı boyların sanatının özellikleri, bozkırda göç havasında doğ­muş olmak ve göçte kolay taşınır eşya vücuda getirmek gibi veçheler yanında, Çin kozmolojisinin etkisine' işaret eden motifler ve Çin maden tekniği bilgileri ile belirmektey­di. Göçte taşınabilen kağnılar, otağlar, çok renkli keçeden veya kilimden yahut işlemeli kumaşlardan otağ örtüleri, halılar, alil hayata uygun kaftanlar, çakşırlar, çizmeler, börk-ler, kemerler, süs eşyası, at koşumları, madenî kaplar ya­nında kağnılı boylar mezar anıtları da oluşturuyordu. Mo­tifler, hem dinî inançları yansıtıyor, hem de destan üslû­bunda, alplık ve av sahnelerini tasvir ediyordu. Alpların hâtırasına dikilen taşlardan anlaşıldığı üzere, inançları ak­settiren motifler, Kuzey Çin'de, Milâttan önceki yüzyıllarda-kilerine çok yakındır. Milâttan önceki yüzyıllarda, Kuzey Çin'de, Çinlilerin yanında, pek çok Çinli olmayan ve ara­larında Türklerin ataları da bulunan boylar, devletler ve sülâleler vardı. Hatta bunlardan, kısmen Türk sanılan Choular gibi bazısı, bütün kuzey Çin'e hâkim olabilmek­te idi. Milâttan önceki bin yıllardan Çin idcogramlarınm

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 3: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

132 U Y G U R

ve Chou devri (M. Ö. 1059 - 240) sonundan tarihlerden bilinen inançların, gök, yer, atalar ibadetlerini astrolojik mabutlar ve ongunlar hakkındaki tasavvurların, kağnılı boylarda da, benzer şekillerde, mevcut olduğu belirmekte­dir. İdeogramlar ve ruh tasviri olduğu sanılan, boynuzlu ve azı dişli insan maskeleri çok kere, Çin ile eşti. Fakat Çin'in aksine olarak kağnılı boylarda, bütün İç Asyalılar­da var olan anaerkil bir toplum düzeni bulunduğu ve bunun ana tanrıça şahsiyetinde görüldüğü sanılmaktadır. Milâttan önceki bin yılın son yüzyıllarında, alplık kav­ramının kazandığı önem ile toplum düzeni bütünüyle ata­erkil olmuş, fakat ana tanrıça kavramı ve tasviri, yerini koruyarak Gök Türk döneminde Umay adı altında ortaya çıkacaktı. Av sahneleri dışındaki, özellikle muhtelif organlı ve hayalî görünüşlü, bazan kanatlı hayvan tasvirlerinin ongunları, belki ata ruhlarını, kısmen de cenaze merasi­minde kurban edilip öbür dünyada dirileceğine inanılan hayvanları gösterdiği anlaşılmaktadır. Kağnılı boyların bir semavî kurttan, eski Türkçe adı ile börı'den türediği efsanesinin çok eski olduğu, Çin kayıtlarından bilinir. Bay-kal gölü çevresinde, tunçtan böri başı şeklinde Milâttan önceki bin yıldan bir bayrak alemi de bir mezarda bu­lundu. Kadın ve erkek kam (şaman)'Iarın bugünküne benzer kıyafetler giydikleri ve boynuzlar takıp davul çal­dıkları, yine Baykal gölü kıyılarındaki mezarlardan çıkan eşya ile tespit edilmiştir.

Uygur adına benzer bir adın ilk geçtiği metin M . Ö. 176'ya ait bir Çin kaydıdır. O yıl, Çinlilerin Hiung-nu dediği Doğu Hun devleti, Işık göl ile Altunyış ara­sındaki bir Uygur devletini ilhak etmişti. M . Ö. 54 - 50 yıllarında bir diğer kayıt, Uygur devletini-yine aynı çevre­de göstermekte idi. M'. S. I V - V I . yüzyıllardaki kayıtlar­da ise kağnılı boylar, Kuzey Çin'den Bizans sınırlarına ka­dar bütün Eurasya'ya yayılmışlardır. I V - V . yüzyıllar­daki Çin kaynakları kağnılı boyları şöyle anlatmakta i d i : Alpların başlarında eski Türkçede "kedük" denen tüy­den başlıklar vardı. Bayraklarında kaplan ongunu tasvir edilmişti. Göğe ibadet ediyor ve gök ile yer için ayin ya­parak kurban veriyorlardı. Ayinlerde ağaç motifi de beliri-yordu. Kadın kamlar da ayine katılmakta, dinî şarkılar söylenmekte ve saçlarını taç şeklinde gösteren hareketler (raks?) yapmakta idiler. Böyle haleler ile gösterilen tunçtan insan başı tasvirleri, kağnılı boyların çevresindeki mezar­larda çok bulundu. Tunçtan başlar bayrak alemi olarak da kullanılıyordu. T'ie-lâ'lerin yayıldığı geniş sahalarda, bu boyların semavî böri ile Doğu Hun hükümdarının kı­zından türediği hakkındaki efsaneyi anan sanat eserleri bir­kaç defa bulundu. Bu küçük tunç heykelcikler, böri'ye bin­miş, başında miğfer, çıplak bir genç kadını, çocuklarını bağrına basarken göstermektedir.

V. yüzyılda, kağnılı boylar, göçü terk edip şehir hayatına uymaya başladılar. Bu gelişme Tabgaç adı­nı taşıyan ve çoğunluğunun Türkçe konuştuğu beliren boylar birliğinin Kuzey Çin'de devlet kurduğu 386 - 556 yıl­ları arasında olmuştu. Tabgaçlar, kağnılı boylan ve diğer Türkleri, devlet hizmeti ve ordularında kullanıyorlardı. Bir kısım kağnılı boylar, Çin'in batısında, bugünkü Kansu'da çiftçi olarak yerleştirildi. Kağnılı boyların bey aileleri ise binlerce sayıda, Tabgaç başşehirlerine yerleşiyor ve sarayda çalışıyorlardı. Tabgaçlar, Kuzey Çin'de ünlü bir Buddhist medeniyeti ve sanatı vücuda getirdikleri için kağnılı boy-

S A N A T I

ların yüksek sınıflarının da bu sırada Burkan dinine geç­miş olmaları düşünülebilir, çünkü Uygurlara Burkan dini­nin çok eskiden nüfuz ettiği, erken metinlerde yaygın Buddhist terimlerden anlaşılmaktadır.

Tabgaçların korumasında, kağnılı boylar, Kuzeydoğu Türkistan'da, eski adı ile Turpan (bugünkü Turfan) ilinde, 486 - 540 yılları arasında, bir de bağımsız hakanlık kur­muşlardı. Turfan i l i başşehirlerinden Koço'nun en eski Buddhist eserleri bu dönemden olduğuna göre Turfan'da da kağnılı boylar Burkan dini ile temasa girmiş oldu. Diğer yönden, Tabgaç sanatı etkisi, kağnılı boyların hakan sa­rayına gelen hediyeler ile destekleniyordu. Böylece kağ­nılı boylar, şehir hayatına, Tabgaç sanatı çerçevesinde gir­miş oldu. Bu dönemden, Turfan mezarlarında çıkan bazı küçük, boyalı topraktan mezar heykelleri, sonraki Uygur örneklerine benzemesi sebebi ile kağnılı boylara atfedile­bilir. Bir ara Juan-juan denen göçebe hakanlığın idaresin­de de bulunan kağnılı boylar, 56'da, Gök Türk kağanlığı­nın kurucusu Bumin tarafından ilhak edildi. Fakat kağnılı boylar kendi hakanlıklarının bulunmuş olduğunu unutmaya­rak birçok isyanlara baş vurdular, hatta 605'te Turfan ka­ğanlığını ihya ettiler. En sonunda, diğer Türk boyları ile birlikte Gök Türklere karşı isyan edip Çin'in himayesi al­tında, Turfan ilini geri alarak, hem de 145'te, Gök Türk merkezi Ötüken'de hakanlık kurdular.

Ötüken Hakanlığı dönemi (745 - 840) : Devlet kutu bahşettiğine inanılan Ötüken çevresinde hakanlık kur­mak ile Uygurlar, Türk dünyasının başına geçmiş oldu­lar. Gök Türk harflerinin kitabelerde kullanıldığı bu dönem­de, Gök Türk kültür etkileri hissedilmekte idi. Uygurlar, Gök Türk anıtlarını yıkmakla birlikte bazılarını (söz geli­şi Ilteriş Kağan'ın mezar abidesi sanılan, bugünkü adı ile Şivet-ulan külliyesini) Uygur hakanlarının da kullandığı bir kitabeden bilinmektedir. Tuva (Kem ırmağına akan bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar heykel­lerinden oluşan anıtlar bulunmuştur. Uygur Ötüken dev­letini kuran Baıyan Çor Kağan'ın yaptırdığı şehirlerden sa­nılan Bar-bajın harabelerindeki i k i büyük yapıdan biri , Türkçe "tengrilik" denen bir gök tapınağına benzemekte­dir. "Tengrilik" yapısının, Çin'e hükmeden ve belki kıs­men Türk sanılan Chou sülâlesi (M. Ö. 1059 -240) döne­mindeki şeklini Türklerde de koruduğu, Sibirya'da, Uybat ırmağı kıyılarındaki, Kırgızlara atfedilen abideden bilin­mektedir. "Tengrilik" surlar içinde bulunan ve merdiven­ler ile çıkılan yüksek bir set veya setler üzerindeki kur­ban yeri (yağışlık)'nden ibaret idi. Bazan tepede bir de tah­ta sütunlu köşk bulunuyordu. Astrolojik mabutların "ya-ğışlık"ları alt setlerde idi. Bar-bajın'daki harabe de bu şe­kilde idi. Bozkır kültürüne ait bir diğer unsur, totemik "böri" başı tasviri ise, Gök Türklerde eski Baykal gölü prototipine sadık kalmışken Uygurlarda, Çin sınırları ve Ordos etkisini kayıtla, ejder ile karışık bir biçim alarak Ordubalık kitabesine geçmişti.

Uygurların Ötüken ve Sibirya çevrelerine getirdikleri başlıca katkı, şehir hayatını geliştirmek oldu. Bu illerde, Ding-ling'lerin ve Doğu Hun devleti devirlerinden beri sur-lu mahaller, eski Türkçe adı ile "balık"lar Kâşgarî'ye gö­re balçık duvarlar ile çevrili yerleşmeler vardı. Eski Do­ğu Asya ve İç Asya geleneğinde, surlu mahaller birkaç tür­lü idi. Kışlak olarak kullanılanlardan yukarıda, Ding-ling

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 4: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

U Y G U R

U Y G U R SANATI: Uygurların koruyucu saydığı, asker veçheli tanrılardan Basarnan! gösteren, Bezeklik Uygur kül­liyesinde bir duvar resmi (IX - X I I . yüzyıllar). Arkadaki bayraktar, "kotuz" (yabanî boğa) ve yırtıcı kuyruklarından

müteşekkil bir tuğ tutmaktadır y/

döneminde söz edildi. Buna ek olarak, Gök Türk döneminde askerî mahiyette kaleler yapılmıştı. Hükümdara veya bir beye mahsus kalelere "ordu" deniyordu. "Ordu" kâinata atfedilen şekilde, dört köşe planda, içinde dağ timsali bir

S A N A T I 133

set bulunan, surlar ile çevrili bir yer olup hükümdarın dünyaya hâkimiyetinin bir mimari işareti idi. "Ordu" sur­ları etrafına bir ikinci sur kuşağı yapılınca, bu tarz yer­leşmeye "ordubalık" denmekte idi. Bayan Çor Kağan'ın 750 sıralarında yaptırdığı, Orhon çevresindeki başşehri bu adı taşıdı. Ordubalık'ın çift surları dışında, Çinceden boz­ma "kay" denen dış mahalleler ve sokaklar ile bağlar, bah­çeler de gelişti. V I I I . yüzyılda Ordubalık büyük bir şehir olmuştur. Bayan Çor Kağan ve diğerleri çok sa­yıda şehir kurarak Uygurları yerleşik hayata ve çiftçiliğe alıştırmışlardı. Hayvan öldürmeyi yasaklayan Burkan ve Mani dinlerinin yayılması da tarımı teşvik ediyordu.

Şehir içinde veya surlar üstünde, otağa benzer ve Türk devrinde aynı "kerekü" adını taşıyan yapılar veya Çin tarzında köşkler inşa etmek, Türklerde Milâttan ön­ceki dönemlerden beri bilinen bir gelenek idi. Gök Türklerin hükümdar sülâlesi, çok kere, Çin üslûbunda köşklerde ya­şamıştı. Uygur döneminde, "kalık" adı da verilen, surlar üstündeki hükümdar köşkleri özellikle sanatkârane bir bi­çim aldı. Ordubalık, Bar-bajın ve diğer "ordu"larda gö­rüldüğü gibi duvar kaplamaları ve çatı kiremitleri için Çin tarzında, oymalı keramik kullanılıyordu. Bar-bajın'da, boyalı topraktan heykel de bulundu. Ötüken ve Sibirya çevresindeki muhtelif "ordu" kalıntılarında ve mezarlarda çıkan seramik kalıntılarından, Uygurların Çin tekniklerini bildiği anlaşılmıştır. Baybalık sarayında, geometrik mo­tifli duvar resimleri de yapılmıştı. Bütün "ordu"lar, mahallî geleneğe uygun olarak kışın, borular ile dağıtılan sıcak hava ile ısıtılıyordu.

Uygur hükümdarı Bögü Kağan, 762 - 763 sıralarında, Mani dinini kabul edip Ordubalık'ta bu dinin başrahibini bulundurduğuna göre harabelerden biri Mani tapınağı idi. Mani dini Yakın Doğu İran çevresinden, Horasan'dan Tür­kistan'a, Belh üzerinden ve orada hüküm süren Gök Türk sülâlesinden olan Yabgular aracılığıyla ilerlemişti. Merke­zinden çok uzak kalan bu din, Uygurlarda ve Çin'de, ken­dine özgü bir mimarî geliştiremedi. Bögü Kağan, Mani ra­hiplerini, Uygur idaresindeki Doğu Türkistan'a Turfan (Ko-ço) ve Kuça'ya da yerleştirmişti. Diğer bir Mani dini ta­pınağı Koço'da idi .

Din kurucusu Mani, rivayete göre, kâinatı tasvir eden bir resimli tomar nakşetmişti. Bu rivayetten dolayı Mani dininin başlıca sanatı kitap resmi idi. Nitekim Mani'nin vatanı Yakın Doğu üslûbuna yakın bir tarzda resimlerle ortaya çıkan Mani dini yazısında veya Uygur harfleriyle, Türkçe ve İran dillerinde yazmalar ve güzel ciltler, Uygur çevresinde gelişti. Duvar resimleri ise Koço'daki Mani ta­pınağında görüldüğü üzere, Yakın Doğudan hiç ilham al­mamış, Türk tarzında ve tekniğinde, Türk güzellik an­layışına uygun olarak görülmektedir. Türk tekniği ve üslû­bu, Burkan dini sanatı ile ilgili olarak tarif edilecektir. Mani dinine mensup yazmalar da, I X . yüzyıldan sonra, Yakın Doğu geleneğinden sıyrılarak Türk resim sanatının Uygur çevresindeki üslûbuna uyacaktı. Bu gelişme Turfan ilinde oldu. Ötüken çevresinde merkezi olan Uygur Ha­kanlığı, 840'ta Kırgızlar tarafından ortadan kaldırıldı ve Uygurlar, daha güneyde, Doğu Türkistan'da ve Kansu'da bulunan illere göç ettiler.

Doğu Türkistan ve Kansu'daki Uygur kağanlık ve bey­likleri çevreleri (840'tan sonra): Doğu Türkistan ve Kansu ile Çin'in bazı kuzey kısımlarında kurulan Uygur

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 5: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

134 U Y G U R S A N A T I

U Y G U R S A N A T I : Bezek­tik Uygur tapınaklarından, boyalı toprak bir heykelin başı. Alında üçüncü gözü olan bir ruh tasvir edilmiş

(IX - X I I yüzyıl)

kağanlık ve beyliklerinin baş-lıcaları şunlardır : 1. Çin ka­yıtlarına göre, Milâttan önce­k i son yüzyıllardan, bazı araş­tırıcıların tahminine göre ise daha da eskiden beri Türk i l i olan Karluktağ, Bars göl ve Hami (eski a d ı : Kamil) ci­varındaki beylik, muhtemelen Koço ve Beşbalık kağan­lığına tâbi idi. 2. Koço, Beş­balık ve Yar-hoto'ya hâkim bulunan-Uygur-kağanlığı, 850 civarlarında kurulmuştur ve 1377'de Idıkut denen Uygur sülâlesinin sona ermesi ile Moğol Çağatay sülâlesinin ida­resine geçmiştir. 3. Kuça ve

Karaşahr'daki Uygur kağanlığı 856'da Çin ile siyasî müna­sebette bulunuyordu ve Koço kağanlığı ile bazan birleş­miş olarak X I . yüzyıla kadar kaynaklarda takip edilebil­mektedir. Daha sonra Koço'ya tâbi olduğu anlaşılıyor. 4. Kanstı'da Chang-ye'deki Uygur kağanlığı, bazan Koço ile birleşmiş olarak 872 - 1003 yılları arasında mevcut idi. 5. Türkçe Kaçan denen Ku-ts'ang kağanlığı 911-1016 arasında devam etti. 6. Tuni ıuang kağanlığı 911-1036 arasında bilinmektedir. 7. Kansu güneyinde, Ts'in-chou'da da, 947'den önce bir Uygur devleti kurulmuştu. 8. Kansu' dan Doğu Türkistan'ın güneyindeki Hotan i l i arasında Sarı Uygur merkezleri I X - X I . yüzyıllarda vardı. 9. Kansu'nun kuzeyinde Karagöl (bugünkü a d ı : Etsindcöl) kıyılarında, Katun-sini (bugünkü a d ı : Karahoto)'de 987'den önce ku­rulmuş bir Uygur beyliği mevcut idi. 10. Bugünkü kuzey

Çin'de, Ho-pei'de bir bağımsız Uygur beyliği bulunuyordu.

U . S.'nın klasik denebilecek olgunluk safhası, Doğu Türkis­tan'da Gök Türk dö­nemi (550-745) Bud-dhist sanatının devamı olarak V I I I . yüzyılın

- Y b a ş ı n d a n önce gelişmiş bulunuyordu. Bu keyfi­yet, üzerindeki Türkçe, Uygur harfleri ile ve Çince yazılardan 717' den önce yapıldığı an­laşılan bir Uygur du­var resminin üslûbun­dan belirmektedir. Ay­rıca, Koço ve civarın­daki tapmakları da 760

^ sıralarında (bazı araştı­rıcılara göre bir yüzyıl daha geç), Uygur bey­leri ve hatunlarının Türk sanatkârlarına yaptırdıkları kitabeler-

mim U Y G U R S A N A T I : Koço'daki Uygur hükümdar sarayı duvar re­simlerinde, musiki takımı ve şö­len resimlen ( I X - X . yüzyıllar)

den bilinmektedir. Koço'daki Alpha adı verilen tapı­nağın temellerine gömülen tahta kazık üzerindeki yazı, hem abideyi yaptıran Uygur bey ve hatunlarının, hem de bütün Türk sanatkârlarının adlarını vermektedir. Bu safhada da U. S., özellikle doğu sınırlarında, elbette ki Çin etkilerini kaydediyordu. Fakat Çin sanatı da Uygurlar üzerinden gelen Batı Türkistan (Kengeres, Çince K'ang-chü, Taşkent çevresi) etkisi altında idi. Ayrıca, U . S.'nın Türk geleneği ve eğilimlerinden ilham alan kendi üslûbu vardı. Yüzyılı­mızın başında, U . S.'nın önemi araştırıcılarca çok iyi be­lirtilmiş olmasına rağmen daha sonra, Çin etkilerine mü­balâğalı yer verildi. Buna bir sebep de, Hirth'in ifadesine göre bazı Çinlilerin, millî bağlan sebebi ile Türkçe k i ­tabeleri silip yerine Çince yazı yazmış olmaları imiş. Bu­gün, yine U. S.'nın önemi anlaşılmış olup dünyanın çeşitli müzelerine dağıtmış eserleri, araştırma konusu olmaktadır. Bu dönemden Uygur eserlerinin bulunduğu başlıca müze­ler şunlardır: Batı Berlin'de, Staatliche Museen Preussischer Kulturbesitz'in Dahlem'deki Hint müzesinde Turfan kolek­siyonu; Doğu Berlin'de Deutsche Akademie der Wissenschaf-ten'da Turfan koleksiyonu; Delhi'de National Museum; Le-

U Y G U R S A N A T I : "Böri" (kurt) başı şeklinde madenî ale­mi bulunan Uygur bayrağının, Bezeklik Uygur külüyesin-

deki, V I I I - I X . yüzyıllardan bir tapınağın duvarındaki resim yt

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 6: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

U Y G U R S A N A T I 135

U Y G U R S A N A T I : Uygur duvar resimlerinde "kalık" (köşk) tasvirleri (IX - X I I . yüzyıllar)

ningrad'ta Ermitaj müzesi ve İnstitut Vostokovedeniya; Tok­yo'da Otani koleksiyonu. Halen Doğu Türkistan'da yapılan kazılardan çıkan eserler, kısmen Ürümçi müzesine kısmen de Çin'e götürülüyormuş.

Klasik safhasında, U . S. özellikle Burkan dininin hiz­metine girmişti. Fakat Burkan dini, Çin'de olduğu gibi, Türklerde de millî geleneğe uygun bir şekle bürünmüş ve

TA U Y G U R SANATI: Bezeklik Uygur külliyesinde, V I D -IX. yüzyıllardan bir tapınakta kâinat tasviri gök-kuşak al­tında, "tengrilik" (gök tapınağı) şeklinde semâ ile yer yüzü

ve yer altını (cehennemleri) gösteren levha

gök ile yer ibadetinin ast­roloji ile de karışık kâinat kavramlarına çok yaklaş­mıştı. Türklerin eskiden ibadet ettiği mabutlar ve ruhlar, Burkan dinindeki benzerlerinin adlan altın­da, tasavvurlarda ve sanat­ta yaşatılıyordu. Gök tan­rısının yerini Burkan al­mıştı. Ana tanrıça Umay'a karşılık olarak çocukların koruyucusu sayılan Bud-dhist mabude Hariti'ye ve onun bir benzeri olan top­rak ve yer yüzü mabudesi Vasundharâ'ya tapılıyordu. Alp ataların şahsiyeti, Bur­kan dini savaşı yasakladı­ğı için fazla anılmıyordu. Fakat "küzetkici" denen din muhafızı yön mabut­ları, özellikle kuzey yönü "gözeticisi" Basarnan, alp şahsiyetini temsil ediyordu. Yer altı ve ölüm mabudu Erklig, Hint'teki Yama ile eş sayılıyordu. Koço ka­ğanlığında hükümdar sülâ­lesinin itikadı olmağa devam eden Mani dini ve az nis­pette mevcut bulunan Hristiyanlık da, edebiyatta olduğu gibi, sanatta da Burkan dini üslûbuna uymuş bulunuyor­lardı.

a. Mimarî: Şehirler, tapmaklar, yine millî "ordu" ve "ordu balık" ile "tengrilik" şekillerinde inşa ediliyordu.

U Y G U R S A N A T I : Bezeklik tapınaklarının duvarlarındaki muhtelif nakkaşların yaptık­ları kendi portrelerinden biri

( I X - X I I . yüzyıllar)

U Y G U R S A N A T I : Sengim ağız'daki bir Uygur Burkan tapmağında, Burkan'ı henüz dinî hayata intisap etmediği

devirde, genç bir Hint beyi olarak gösteren resim ( E X - X . yüzyıllar)

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 7: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

136 U Y G U R S A N A T I

U Y G U R S A N A T I : 850 sıralarında, Uygur başşehirlerinden biri olan Koço (Doğu Türkistan) şehrinde "ediz ev'' (kule şeklinde tapınak)'lerin harabeleri

"Ordu" ve onun benzeri mabudun "ordu"su sayılan tapı­nağın yine eskisi gibi, kâinat planında düşünüldüğü, Uy­gur metinlerinde belirtilir. Kâinat planına, Buddhist adı olan mandala'dan bozulmuş olarak "mandal" deniyordu. Yer yüzü, denizler ortasında, dört yöne bakan, etrafı dağlar ile çevrili, dört köşe bir düzlük olarak düşünülüyordu. Eski inanca göre, yer yüzünün ortasında yüksek bir dağın göğe doğru yükseldiği sanılıyor, fakat bu dağda, Buddhist kozmolojinin merkezi altın dağı Sumeru'nun adı veriliyordu. Uygurların bu Buddhist altın dağını, Türk mitolojisindeki "Altunyış" (ormanlı altın dağ) ile eş tuttukları bir duvar resminden belirmektedir : Bu resimde, altın dağın yanında, Türklerin "Altunyış"tan 'türediği devir hakkındaki efsa­nede, millî sanat kolu olarak geçen demircilik hâtıraları yaşamakta ve yazıttan anlaşıldığı üzere, iki demirci tem­sil edilmektedir. Böylece, kâinat planı ve merkezî dağ hak­kındaki düşünceler ilk dönemde otağ, ordu ve tengrilik şe­killerini, daha sonra, "hayır müessesesi" anlamına, "buyan" denen Buddhist külliyeleri içine alıyordu. İslâmî devirde ise, "buyan" kelimesi ve kavramından mülhem olarak ge­lişen hayır müessesesi külliyelere "muyanlık" denecekti. Kâinat planındaki eski anıtlardan, "tengrilik"lerin (astrolo­jik görünümlü gök tapınaklarının) mevcut bulunmaya devam ettiği, fakat bu tapınaklarda hayvan kurban edildiği için, hayvan öldürmeyi yasaklayan Burkan ve Mani dinlerince "tengrilik"lerin hoş görülmediği, bir metinden anlaşılmak­tadır : Burkan dinine giren kimse, "tengrilik"e devam eden­lerden idi ise tövbe etmesi gerekiyordu. Çin'de olduğu gi­bi, Türklerde de "tengrilik", gittikçe daha astrolojik bir görünüm almıştı. Böyle bir "tengrilik" tasviri bir Uygur res­minde görülmektedir. Burkan dini tapınakları da yine kâinatı temsil eden planda olup bunlarda, eskiden gök tanrısına tahsis edilen zirvedeki yer, tarihî Burkan Şakya-muni'ye verilmiş bulunuyordu. Zirvedeki yer bazan bir ku­lenin en üst katı olarak beliriyordu. Uygur şehirlerinde ku­lelerin ve kule tapınakların, eski Türkçe adı ile "ediz ev" lerin çokluğu, X. yüzyılda bir Çin elçisinin dikkatini çek­mişti. Nitekim Koço harabelerinde, ilk göze çarpan kule­lerin çokluğudur. Kuleler, surlar boyunca veya bağımsız olarak inşa ediliyordu. Kulelerin tepesinde, göğe yakınlığı sebebi ile "gök" manasına "kalık" adı ile anılan köşkler de yapılıyordu. Hükümdarlar için de surlar üstünde veya ku­lelerin tepesinde, "kalık"lar bina edilmekte idi. Askerî ma­hiyette olan ve ateş yakarak işaret verilen kulelere, Gök Türk devrinde olduğu gibi "kargu" deniyordu. Uygur mi­marîsinde ve Kâşgar'daki kule tapınaklar, çoğunlukla üs-tuvanı olup Türk minaresinin öncüleridir. Kalık ve kule­ler çok süslü idi. Güneşte kurutulmuş tuğladan, eski adı ile "kerpiç"ten inşa edilen kule ve kalık'ların cepheleri

pişmiş tuğla oymalı ve renkli, bazan sırlı çinilerle kap­lanıyordu. Çinceden bozulan sır kelimesi ilk önce, Çin cilâsı (rhııs vernicifera) manasına "sal" kelimesi ile aynı sayılmış, sonradan ayırt edilmişti. Uygur yapılarından ka­lan aşı renginde boyalı tahta kısımlar, "sal" ile kaplı gö­rünmektedir. Tabgaç döneminde, Çin'den öğrenildiği an­laşılan "sır" ve "sal" teknikleri, Doğu Türkistan'da en aşa­ğı Gök Türk zamanından beri mevcut idi. Uygur muhitinde, mimarî kaplama olarak açık gök renginde ve yeşilimtırak sırlı tuğla kalıntıları çok bulunmuştur. Kâşgar'da ise özel­likle oymalı ve yeşil sırlı kaplamalar görülüyor. Sırlı ve oymalı mimarî kaplama teknikleri, Kâşgar'da, X. yüzyıl­da, Hakanı Türkleri (Karahanlılar)'nin İslâmiyeti kabulü

U Y G U R S A N A T I : Yanlarındaki ad kitabelerinden Türk oldukları anlaşılan, Burkan dinine mensup "toym" (rahip)' larm, Bezcklik külliyesindeki bir duvar resminde görülen

tasvirler (IX - X I I . yüzyıllar)

V

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 8: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

U Y G U R

U Y G U R S A N A T I : İpek üzerine, rengârenk iplik, sırma ve kurdeleler ile işlenmiş levhada bir Uygur hatunu ve çocuk tasviri. Koço'da bulunmuş ve IX - X I I . yüzyıllardan

sanılmaktadır

ile Türk - İslâm sanatına geçecek ve batıya doğru yayıla­caktı. Uygur tapınaklarının duvarlarında resimler ve hey­keller de bulunuyordu. Heykeller, bazan yan yana dizil­miş, eş boyda hücrelere oturtulmuştu. Bu tarz, Türk mima­rîsinde İslâmdan sonra da sürecek, anoak heykel yerine hücrelere fağfur gibi değerli küçük eşya konacaktı. İslâm mimarîsinde "mukarnas" denen ve yan yana veya arı pe­teği tertibinde dizilmiş hücrelerden oluşan süslemelerin Buddhist mimarîden etkilenmiş olduğu sanılır. Uygur tapı­naklarının ve evlerinin içi, hasırlar ve halılar ile sedirler ise kumaşla örtülüyordu. Alçak boyda masalarda, altın, ma­denî, çini ve fağfur takımlar, kâseler, kadehler, ibrikler di­zildiği resimlerde görülmekte ve kalıntılardan bilinmekte­dir. Perdeler çoğu zaman kamıştan idi. Kepenkler de bulun­maktadır. Tapınaklar ve sarayların "çeçeklig" (çiçeklik) de­nen ve nadir çiçeklerin, yemişlerin yetiştirildiği bahçeleri, arklar ve havuzlar ile sulanıyordu.

Eski Türk geleneğinde, kâinat timsali olan otağ da bazı mimarî kısımlara, "toym" (rahip) hücreleri ile stupa' dan bozulan "stup" veya "ustup" denen türbelere şekil

S A N A T I 137

vermeğe devam ediyordu. Stupa'nm otağa benzer şekli ve kâinat sembolü olması keyfiyeti, bazı araştırıcılarca, tarihî Burkan'ın mensup olduğu Şakya boyunun İç Asya göçe­belerinden olması ihtimali ile izah edilmektedir. Stupa baş­lıca şu kısımlardan ibaret i d i : Yer yüzünü temsil eden dört köşe şeklinde kademeli setler üstünde, merkezî da­ğın sembolü sayılan bir üstüvanî gövde ve semaya işaret eden bir kubbe. Kubbenin tepesinde, bir "kalık" içinde, bir Buddhist mabet heykeli, şemsiyeleri temsil eden mahru-tî şekiller altında oturtulurdu. Diğer memleketlerde stupa' nın içi, ölen azizin kemiklerinin saklandığı sandık etrafın­da örülüp dolu olduğu halde, bazı Uygur stupa'\armm içi, otağ gibi boş bırakılmış ve otağ perdelerini taklit eden resimler ile süslenmişti. Bu tarz stupa'\ann otağ ile yakın ilgisi, Türk sanatının bir özelliği sayılır. Islâmî Türk kub­beli hücre ve türbe mimarîsinin ilham kaynaklarından bi­rinin Uygur stupa ve rahip hücreleri olduğu anlaşılmak­tadır.

Doğu Türkistan'daki Uygur şehirlerinde "ordu" (saray) ve tapınak harabeleri çok olduğu halde, Beşbalık ve Koço gibi başşehirlerde özel mekân kalıntısı bulunmamış­tır. Bu olay, iki türlü açıklanabilir. Bu iki başşehir "ordu" biçiminde kalmış ve şehir halkına mahsus "balık" kısmı, ayrı surlu yer şeklinde gelişmişti. "Balık" kısmının kesinlikle mevcut bulunduğu, sokak veya dış mahalle an­lamına gelen "kay" kelimesinin metinlerde geçmesin­den bilinmektedir. Ayrıca evler, otağı taklit eden ve

U Y G U R S A N A T I : Mani dini rahiplerini tasvir eden, VIII - IX. yüzyıllardan, Türkçe Uygur harfleri ile bir

kitap resmi

y

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 9: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

138 U Y G U R S A N A T I

aynı "'kerekü" adı ile anılan temelsiz şe­kilde, tahtadan bina ediliyordu ve iz bırak­mamıştı. Belki Uygurlarda da, Hazarlarda ol­duğu gibi, tuğla yapı, ancak hükümdara ve tapınaklara mahsustu ve diğerleri ağaçtan, "kerekü" biçiminde evlerde oturuyorlardı.

b. Heykel, resim ve kitap sanatları: Hey­kel ve resimlerden oluşan tertiplere de yine kâinat tasavvurları ilham veriyordu. Merkezî bir şahsiyetin, çoğunlukla bir Buıkan'ın tas­viri etrafına, diğerleri kendilerine atfolunan yönlere ve mertebelere göre diziliyordu. Somut mandala (kâinat tertibi) olan bu tarza, Uy­gur metinlerinde "et-öz mandal" deniyordu. Et-öz mandal'da yer alan şahıs tasvirleri, kâinat içinde kendilerine atfedilen mertebe bakımın­dan çeşitli sınıflara ayrılıyordu. "Tengridem" (semavî) sayılan mabutlar, ruhlar ve onlardan sayılan "toyın" (rahip)'lar, dinî metinlerde tarif edilen güzellik ülküsüne göre tasvir ediliyordu. Burkan dinî metinlerinin güzellik, ülküsü, Tabgaç döneminde Sanskritçeden çevrilmiş ve Tabgaçların, yani Türkçe konuşan boyların görünüşüne benzetilmiş şekilde yansımıştı: Pembe beyaz bir çehre; Çin­lilere göre Çinli olmayanların ve Tabgaçların özelliği olan ince ve uzun burun (Çinlilerin burnu küçük ve ezik idi) ki buna Kâşgarî "kıval burun" demektedir; Doğu Asyalılar gibi çekik ve bazan kapaksız gözler ve kuvvetli, şişmanca bir vücut yapısı. Bu son özellik Batı Türkistan, Kengeres (Çincesi K'ang-chü) sanatından alınmıştı. Çünkü Tabgaç ve genellikle Çin sanatı ince ve uzun vücut ölçülerini ter­cih ediyordu. Kengeres çevresinden Sırderya vadisinden ge­len sanatkârlar, gerek Uygur iline gerek Çin'e bu şişman ve kuvvetli vücutlu ma­but ikonografisini almış gözükmektedir. Resim­leri yaptıran hatunların ve beylerin "körk" (portre)'leri de bazan bu güzellik ülküsüne uygun şekilde yapılı­yordu. Fakat Uygur­ların Orta Asya sana­tına başlıca katkısı, Türklerin, Gök Türk döneminden beri, me­tinlerden ve eserlerden bilinen gerçekçi körk geleneği olmuştu. Türk­ler körk'lerin şahıslara benzemesini istiyor ve kötk'ü yapılan şahsın simasmdaki özellikleri gerçekçi, hatta müba­lâğalı şekilde yapılı­yordu. Türk sanatının bu eğilimi, Uygurlarda, yüksek dereceli şahıs­ların körk'lerinden zi­yade, daha mütevazi

U Y G U R S A N A T I : Bezeklik Uygur külliyesinde, V I I I - I X . yüzyıllardan bir tapınakta bu­lunmuş, Mani dinine mensup kadın rahipleri gösteren, ipek

üstüne resim

U Y G U R S A N A T I : Mani dinine ait, VIII - I X . yüzyıllardan, Uygur harfleriyle Türkçe kitapta, bir Uygur beyini, kopuz çalan ve destan

söyleyen iki sanatkâr ile gösteren resim

kimselerin ve özellikle ressamların kendi portrelerinde, kuv­vetle görünmektedir.

Türk sanatının diğer bir geleneği olan hamasî üslûp, sa­vaşı yasaklayan Buddhist sanatında ifadesini kolayca bula­mamakta idi. Fakat Türkçe "küzetkici" (gözetici) denen ve Burkan dinini korumak ile görevli sayılan yön mabut­larını, alp görünümünde, askerî kıyafette, bayraklar, tuğlar ve silâhlar ile tasvir eden Doğu Türkistan ve U . S., Türk­lerin hamasî eğilimini de tatmin etmiş oldu. Uygur kağanı­nın 'böri" (kurt) başlı totemik bayrağının da tasvirleri mev­cut idi .

Uygurların atalarının, Sibir ilinde, mezar abideleri di­ki l i taşlara çizdikleri, yarı hayvanî yüzlü ruh tasvirlerinin hâtırası, Burkan muhafızı bir mabut sayılan vajrâpani (el­mas gürz taşıyan) ikonografisinde ve diğer yer yüzü veya yer altı ruhları tasvirlerinde yaşamakta idi. Yarı hayvanî yüzlü yer altı ruhları, "yek", "içgek" gibi adlar ile anı­lıyor, hastalık ve başka felâketler getiren varlıklar sa­yılıyordu. "Küzetkici"ler ve maiyetleri, bunları kovmak üze­re ayinlerde anılıyordu.

Teknik bakımdan U . S., Kengeres ve Tabgaç gelenek­lerinden alınmış, kendine özgü usuller geliştirmişti. Bunlar hem kalıntılardan, hem de metinlerden bilinmektedir. Boz­kır Türk sanatında taş ve madenî heykel yapıldığı halde Doğu Türkistan'da taş nadir olduğundan toprak karışımları, özellikle balçık tercih ediliyordu. Heykeller kalıp içinde şekil alıp boyanıyordu.

Resimler duvarlarda, ipek veya "böz" (bez)'den di­ni bayraklarda ve kitaplarda yer almakta idi. Uygur resim sanatında, çizgi unsuru hâkim bulunuyordu. Yüzey, alçı veya mukavva karışımı ile hazırlanıp resim, çoğu zaman "meke" denen Çin mürekkebi ile "uç" denen çalıdan ke­silen kalem ile çiziliyordu. Çinliler ancak fırça kullandığı halde, Uygurlar özellikle "uç"u kullanmakta idiler. Şekil­ler, Buddhist sanatın geleneğine uygun olarak hafifçe göl­gelenip böylece tecessüm ettiriliyordu. U . S.'nm, diğer Buddhist sanatı kollarından ayrı bir usulü, renkleri zamk karışımı içinde eritip şeffaf şekilde sürmekti. Böylece, gök kuşağı gibi parlak renkler, hiç kararmadan yüzyıllardır dur­makta ve sanat tarihçilerince U . S.'nm özelliği sayılmak­tadır.

Kitaplarda ve resimlerin yanında, kitabelerde görüldü­ğü gibi, Soğd yazısından alınan Uygur yazısı ile yazı sa-

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 10: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

U Y G U R S A N A T I 139

natı da çok gelişmişti. Uygur­lar, Çin'den kâğıt yapmayı öğrenmişler ve her cins kâ­ğıt yapmışlardı. Kitaplar muh­telif şekillerde, tomar veya ciltli olarak hazırlanıyordu. İslâm âlemine kâğıt sana­tının tanıtılması, bir rivayete göre Çinli, diğer rivayete göre de Uygur savaş esirleri ara­cılığı ile olmuştu. Arapça ve Farsça kâğıda verilen adların Türkçe, "ağaç kabuğu" anla­mına kagas ile ilgili bulun­ması, İslâm âlemine kâğıt sa­natını öğretenlerin Uygurlar olması ihtimalini destekleyici mahiyette sayılmaktadır. Çin' de bilinen tahta baskı tekniği de Uygurlarca, kitaplar için kullanılmakta idi. Ayrıca Uy­gurlar, müteharrik harfler ile monotip baskının da öncüsü oldu. Tahminen 1300 sıra­larında, Uygurlar "keb" adı verdikleri ve her biri Türkçe bir hece veya harfi temsil eden tahtadan monotip baskı usulünü kullanmakta idiler. Keb'lerden örnekler, halen New York'ta Metropolitan müzesinde bulunmaktadır. Ka­lıp tekniği ile hazırlanan Uy­gur ciltlerinden de çok güzel örnekler çeşitli müzelerde bulunmaktadır.

Bunların arasında en önemli koleksiyon 8 000 parça ile Doğu Berlin'deki Demokratik Alman Cumhuriyeti Bi­limler Akademisinde korunmaktadır. Batı Berlin Alman Devlet Kitaplığında bulunan yazmalar sanat değeri yüksek minyatürlü eserlerdir.

Bunların dışında Leningrad Asya Müzesi, Londra'da British Museum, Paris'te Bibliothèque Nationale ve Musée Guimet, Stookholm Etnografya Müzesi, Helsinki'de Üni­versite Kitaplığı, Kyoto'da Ryukoku Üniversitesi Kitaplığı, Pekin'de Milletler Akademisinde, Üriimçi'de Sinkyang Mü­zesinde, İstanbul Üniversitesi Kitaplığında Uygurlardan ka­lan eserler saklanmaktadır.

c. Halılar, kumaşlar: Pazırık kilimleri ve düğümlü halısını vücuda getirdikleri sanılan Ding-ling'lerin torun­ları Uygurlar, dokuma sanatlarında eser vermeye devam ediyorlardı. Pazırık döneminden sonra, bilinen en eski dü­ğümlü hah kalıntıları, yine İç Asya'da, Doğu Türkistan'da bulunmuştur. I V - V . yüzyıllardan sanılan bir k ısa» Do­ğu Türkistan halısının o dönemde, o yörede bulunup halı dokuduğu bilinen, belki Türk olan bir boyun Çince adı ile T'u-yü-hun'ların vücuda getirdiği sanılmak­tadır. V I . yüzyıldan itibaren aynı çevrede Gök Türkler bu­lunuyor ve onlar da, Tibet kaynaklarından bilindiği üzere, hah dokuyorlardı. Gök Türk döneminden bir Doğu Türkis­tan halısında ejder tasvirleri vardı. Türkçede halılara ge-

U Y G U R S A N A T I : Ku­maştan bir bayrak üzerine, yaşlı bir Uygur beyinin resmi. Uygur başşehri Ko-ço'da bulunan bu bayrağın

IX - X I I . yüzyıllardan kaldığı sanılmaktadır

netlikle "yadım" deniyordu. Tüylü (düğümlü) halılar "tü-lüğ yadım" adını alıyordu. İpek halılara ise "barçın yadım" adı verilmekte idi. En eski İç Asya göçebe geleneğindeki renkli keçe halılara "kidiz" denmekte idi. Uygur dö­neminden epeyce halı kalıntıları bulunmuştur. Bunlar ara­sında hem dokunmuş, hem işlenmiş ipek ve yün kilimler çoklukta idi. Düğümlü halılarda geometrik motifler görülü­yordu. Resimlerdeki muhtelif halı tasvirlerinden, halıların iki şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Dua ve murakebeye oturmak için kâinat planı "mandal" şekli ile ilgili dört köşe halılar ve ince uzun tören halıları kullanılmakta idi. Tören halıları, törenlerde aynı soya mensup veya aynı mertebede kişilerin yerlerini de belirlemeye yarıyordu. Tö­ren halıları resimlerinde, mertebe ile ilgili temsilî motifler dikkati çekmektedir.

Uygurlar, yün, bez (böz) ve ipek (torku) ile diba (bar­çın) kumaşlar dokuyorlardı. "Böz" kumaşlar, tülbente ben­zer şekilde, şeffaf da olabilmekte idi. Uygurların çiçek mo­tifli (bin dallı) ve sırmalı kumaşları Çin'de şöhret bul­muştu. Kumaşların üstüne, çoğunlukla zincir işi ile insan ve hayvan şekilleri bulunan levhalar da işleniyordu.

d. Maden sanatları: Uygurların mensup bulunduğu, Çince T'ie-lS denen boyların eski yurtlarından olan Ku­zeydoğu Türkistan'daki Hami (Kamil) çevresi, efsanevî dö­nemlerden beri kılıç yapımı ile tanınmıştı. Bazı araştırı­cıların kanaatine göre, o zamandan beri Türk olan Hami' de yaşayanlar, Milâttan önceki bin yılda, o illeri ziyaret eden bir Çin hükümdarına, mucizevî bir kılıç hediye et­mişlerdi. Uygurlar da mükemmel kılıçlar yapmak ile ün salmışlardı. Kılıç sanatının, İslâm âlemine Semerkant i l i ­ne V I I I . yüzyılda esir düşen Uygurlar tarafından öğretildi­ği hakkında bir kayıt da vardır. Uygur kılıçları, karartıl­mış gümüş ve çelik ile savat işi tarzında süsleniyordu. Sel-

U Y G U R SANATI: Uygur başşehri Koço'da Mani dini tapınağında bulunmuş V I I I - IX . yüzyıllardan kalma cilt

kalıntısı

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 11: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

140 U Y G U R

çuklu devrinde Dımaşk'ta geliştirilen bu usulün de Selçuk­lulara, Batı Türkistan aracılığı ile geldiği ve kökeninin, Se-mehkantlılara kılıç yapımını öğreten Uygurlarda bulduğu sanılabilir.

Yine bozkır sanatının bir devamı olarak Uygurlar madenî heykeller yapıyordu. Bu sanat, Burkan dini ile ilgili konuları da içine almaktadır. Bütün Türkler gibi, Uygur­lar da altın ve gümüş kaplar kullanıyor ve bunları yapı­yorlardı. Kâşgarî'nin "kazkıyu baş" adı ile andığı kuş baş­lı madenî ibrikler, Doğu Türkistan'dan Çin'e ihraç edi­liyordu.

e. Musiki, rakıs ve destanlar ile menkıbelerin sahnede temsili: Türklerde türlü musiki tarzları olduğu Çin kayıt­larından bilinmektedir. Uygurların mensup olduğu T'ie-le' ler, totemik ataları kurdun uluması gibi şarkı söylerdi. As­kerî musiki takımı bulundurmak boy beyleri ve hüküm­darlara mahsus bir imtiyaz idi . Birer hükümdar sayılan gök ve yer tanrılarının âyinlerinde de davul çalınırdı. "Küv-rüğ üni" (davul sesi)'nin yankısı hükümdarın şöhreti ile uygun sayılıyordu. Hükümdara tâbi beyler onun "ordu" su önünde növbet vurmakta idi. Bu kavramlar Uygur me­tinleri ve resimlerinde de geçmektedir. İkinci tarz Uygur metinlerinde adları verilen muhtelif aletler ile çalman dün­yevî musiki, Gök Türk hükümdarlarının törenlerinde olduğu gibi, Uygurlarda da mevcut idi ve "beş türlü yingçe oyun" (beş türlü ince musiki) adını alıyordu. Koço'daki Uygur sarayında, beş kişilik bir takımın, muhtemelen bu tarz­da sanat icra ettiği çizilmişti. Çincedcn bozulmuş bir ad ile anılan "küğ" (şarkı, makam, dinî nağme)'ler, Kâşgarî'den öğrenildiği üzere, birbirini takiben, fasıl şeklinde de söy­leniyor veya çalınıyordu.

Dünyevî musiki sanatı çok yaygındı. Uygurlar, bayramlarda kırlara giderken sazlarını da birlikte gö­türürlerdi. İç Asya göçebelerinin dinî musikisinin da­vuldan başka cenaze töreninde söylenen bir hazin nağ­me şeklinde olduğu Çinlilerce rivayet ediliyordu. Uy­gurlardan Mani dinine mensup olanların söyledikleri "al­kış" (dinî nağme)'lardan Türkçe örnekler bilinmektedir Uygur Buddhistleri, dinî metinleri "yir eziği" denen makam-lı konuşma tarzında okurlar ve çeşitli musiki aletleri ile noktalamalara işaret ederlerdi.

Destan ve dinî menkıbelerin temsili hakkında tahmin­ler şöyledir: Bunlar, aslen destan okuyucusu" tarafından kopuz çalınarak veya rakıs şeklinde veya "tuh" denen ve ölmüş kimseleri tasvir eden kuklalar ile sahneye çı­karılıyordu (Karagöz temsili kukla oyununa bağlanmak­tadır). Orta Asya'da bu tarzda Burkan dinine bağlı bif ge­lenek de vardı. Uygurlarca "körünç" altında sahneye ko­nan Sanskrit aslından Toharcaya, oradan da Elbalıklı Prajnarakşita adlı bir Uygur rahibi tarafından Uygurcaya çevrilen Maytrisimit adlı Buddhist menkıbe, sahnede gös­terilmek için kaleme alınmıştır.

Uygurların elimizde bulunan eserlerinde zaman zaman halk edebiyatının ürünlerine, türkülere rastlanmaktadır. İs-lâmiyetin Turfan bölgesinde yayılmasından sonra Uygur yazısıyla yazılmış bulunan yazma bir eserde altı türkü bu­lunmaktadır.

'Buddhizmi halka öğretmek ve sevdirmek için kaleme alınan dinî eserlerin üslûp ve anlatımına bakarak bunların hiç olmazsa bir 'bölümünün, dramatik özelliklerine göre sahnelenmiş olduğunu düşünebiliriz. Bunların arasında P. Pelliot, Hüseyin Namık Orkun (Prens Kalyanamkara ve

S A N A T I

Panaınkara hikâyesinin Uygıırcası. İstanbul 1940) ve son olarak J. R. Hamilton (Le Conté bouddhique du bon et du mauvais prince en versión ouigoure. Paris 1971) tarafından işlenerek yayınlanan iyi kardeşle kötü kardeşin hikâyesini konu alan Kalyanamkara ve Papamkara hikâyesini bir ör­nek olarak verebiliriz.

Çeşitli dinlere giren Uygurlardan elimizde bulunan resim, minyatür ve duvar resimleri bu düşünceleri doğru­lar niteliktedir. Nitekim U. S.'nda, şimdi de çeşitli Türk halk oyunlarında görüldüğü gibi, mendil sallayarak oyna­nan oyunlar tasvir edilmiştir.

U. S.'nm sınırları dışına etkileri: Doğudan gelen isti­lâlar sonucunda, bazan Uygurların siyasî istiklâli sarsıntı geçiriyordu. Çin sınırlarındaki Uygur devletlerinin bir­kaçı, 1036'da Kıtayların idaresine girmişti. Bütün Uygur hakanlıkları ve beylikleri, 1212'den sonra merkezi bugün­kü Moğolistan'da Karakorum'da ve bugünkü Çin'de, Han-balık adı verilen Pekin'de olan Moğol devleti himayesini kabul zorunda kaldılar. Ancak yazıyı yeni öğrenen Kı-taylar ve Moğollar, Uygurların daha.yüksek kültürünün etkisine girdiler. Uygur şehirleri, Kıtay ve Moğollar için birer mektep oldu. Uygur "bakşı" (bahşı, üstad)'lan, Mo­gollan Burkan dinine kazandılar. Tatar Tonga adlı bilgin, Uygur alfabesini Moğol diline uygulamıştır. Moğol sülâle­sinin başlıca başşehirlerinde, Karakorum'da, Hanbalık'ta, Türkistan'daki Kayalık ve Semerkant'ta, Horasan'daki Merv

U Y G U R S A N A T I : Hoço Uygur minyatürlerinden kalan kadın başı (VIII. yüzyıl) (Berlin Devlet Müzesi)

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı

Page 12: Tek-Esin Vakfıtekesin.org.tr/wp-content/uploads/2016/09/56.pdf · bir su) vadisinde de, Uygur döneminden fakat Gök Türk tarzında, surlar içinde bir tapınak ve taştan mezar

U Y G U R S A N A T I — U Y G U R C A 141

ve Herat'ta, Azerbaycan'daki Tebriz, Meraga ve Sultaniye' de Doğu Avrupa sınırlarındaki Al tm Ordu Moğol devleti merkezlerinde, Uygur ve Öngüt boylarına mensup Buddhist veya Nesturi Hristiyan Türk aydınları, saray kütüphane­lerinde ve devlet hizmetinde faal idiler. "Bakşı"lar her ta­rafta Burican tapmakları inşa ediyor ve Buddhist U . S.'nı böylece yayıyordu. U . S. dışındaki bu Uygur eserle­rinin bazısı tespit edilebilmiştir. Ancak, 1226 sıralarında, Kubilay Han'ın Tibet'te yaygın olan Lamaist Buddhist mezhebine girmesi sonucunda, Moğol dünyasındaki Uygur etkileri bir müddet zayıfladı. Uygur Türkçesindeki Lamaist Buddhist metinleri ve resimleri bu safhaya işaret etmektedir. Fakat Tibet etkileri uzun ömürlü olmadı. Türk kültürü, bu sefer İslâmî görünüşle yine ilerledi. Moğol sülâleleri, birer birer İslâmiyeti kabul ediyor ve gittikçe Türkleşiyor-du. Uygur hükümdar sülâlesi, 1377'de, son "ıdıkut" (mukad­des hükümdar)'un Hanbalık'tan dönmeyip irada yer­leşmesi ile sona ermişti. Uygur illeri Moğol sülâlesinin Ça­ğatay kolu idaresine geçti. Çağatayların Turfan ilinde hü­küm süren kolu, birkaç kere İslâmiyeti kabul etmiş, fakat tekrar İslâmiyetten ayrılmışlardı. Böylece, XV. yüzyıl ba­şında Uygur ilinde Burkan dini ve İslâmiyet birlikte mev­cuttu. Mescitler ve tekkeler, Buddhist külliyelerin yanında inşa ediliyordu. Sanat bakımından, bu geçiş dönemine ait eserlerde, söz gelimi, bir Rus konsolosu olan Belinko'nun satın aldığı, halen muhtemelen Ermitaj müzesindeki tepside Burkan ikonografisine benzeyen şahıs tasvirleri, Arapça ya­zılarla yan yana görülmektedir. Eserleri Topkapı murakka-larında mevcut olup asıl adının Muhammed Bahşı Uygur olduğu sanılan, üstad Muhammed Kara kalem unvanı ile meşhur sanatkârın resimlerinin de aynı döneme isabet et­tiği sanılır. Gazan Han'ın islâmiyeti kabulünden sonra X I I I . yüzyıl başında Yakın Doğu'daki Burkan tapınak­ları da yıkılmış ve bakşılar, aslî yurtlarına dönmüş veya tarihçi Reşidüddin'in iddiasına göre, vicdanî kanaate- var­madan, İslâmiyeti kabul etmiş gibi gözükmüşlerdi. Eski Buddhist bakşılar ve onların tamamen Müslüman olan, fa­

kat kısmen Alevî olmak üzere, bazı heterodoks eğilimler ile görülen torunları bahşı unvanını koruyorlar, Uygur yazısı ile Türkçe eserler meydana getiriyorlardı. İslâmî geleneğe uymayan tarzlar, böylece çoğunlukla Buddhist ikonografiden mülhem olarak İslâm resim sanatına girdi. İslâmiyette, ru­hanî konular, her türlü tasvirin, hatta tasavvurun ötesinde, soyut bir âlemde düşünülürken, Moğol döneminde İs­lâmî dinî konularda dahi eserler resimlendirmeye başladı. Reşidüddin'in yazdığı dünya tarihinin bir kısmı olan Hint tarihinin yazarı bir Keşmirli bahşı, Buddhist kavramlara İslâmî adlar vermekle iki dinin terimlerinin yaklaşmasına yol açmıştı. Böylece, Reşidüddin'in eserinin bir kısmı olan Pey­gamberler tarihi de yazılınca, Buddhist ve Hristiyan ikonog­rafiden alınmış motifler ile resimlendirildi. Uygur bakşı-larının bu tarzdaki en tanınmış eseri, Ebu Melik Bahşı'nın 1436'da Herat'ta vücuda getirdiği Uygur Mi'rac - nâmesi' dir. Bu ve başka eserlerde Uygur yazı sanatı bir yüzyıl da ha yaşadı. İslâmî devirde, Uygurların devam ettirdiği bit tür eser de Uygur harfleri ile ibareler taşıyan resimli sil­silenameler olmuştu.

Çağatay sülâlesinin Uygur ilindeki kolu, 1473'te İslâmiyete kesin olarak girmiş bulunuyordu. Batı Türkistan' da gelişen Timur oğulları çevrelerindeki İslâmî sanatın et­kileri artık serbestçe Doğu Türkistan'a da ilerledi. Mimarî anıtlar, kitap resimleri, yazı sanatı Timur oğulları üslûp­larına uydu. Halı sanatında ise Uygurların eski tarzları unu­tulmadı. Bugün de Uygur ilinde dokunan halılar, eski dü­zenleri ve motifleri tekrar etmektedir. (E. Esin)

UYGURCA, Doğu Türkistan'ın kuzeydoğusunda V I I I . yüzyıl sonlarından X I V . yüzyıla, Çin'in Kansu ilinin ku­zeybatısında ise X V I I I . yüzyıl başlarına kadar yazı dili olarak kullanılmış olan dil . U. , ölü Türk dilleri arasında eskilik bakımından Gök Türkçeden sonra ikinci sırayı alır. Kimi yazarların U.'yı Gök Türkçenin devamı olarak gös­termeleri gerçeğe uymaz. Çünkü bu ik i dil, Türkçenin ayrı kollarından gelmiştir. Ancak V I I I . yüzyılda Türkçe konu­şan boyların çoğu birbirine yakın coğrafî bölgelerde yaşa­maktaydı ve lehçe ayrılıkları pek büyük değildi. Bu yüz-den Gök Türkçe ile U . arasında benzerlikler, ortak özel­likler çoktur. Birbirini izleyen dönemlerde yazı dili olarak kullanılmış olan bu iki Türk lehçesini birçok araştırmacı, "Eski Türkçe" adıyla bir arada ele alıp incelemiştir. Bilim­sel açıdan doğru olmayan bu tutum, pratik amaçlara uygun düşmektedir.

Uygur Bozkır Kağanlığı döneminde taş üzerine kazılmış rünik yazılı Uygur yazıtlarının dili (bk. UYGUR EDEBİ­YATI) U.'ya ait pek az özellik taşımakta, daha çok Gök Türkçeyi andırmaktadır.

"Uygurca" veya "Eski Uygurca" adı verilen dille ya­zılmış ilk metinlerin daha Uygurlar Moğolistan bozkırların­daki eski yurtlarında yaşarken Doğu Türkistan'a yerleş­miş olan başka Türk boylarınca kaleme alındığı, dolayısıy­la bu adların uygun olmadığı araştırmacılarca sık sık ileri sürülmüş bir görüştür. Hatta bu dile başka bir ad veril­mesi gerektiğini savunanlar olmuştur. Söz gelişi D. Sinor, Turfan Türkçesi adını teklif etmektedir (D. Sinor : A közâp-âzsiai török buddhizmıısröl, " Köriisi Csoma - Archivum", Ergänzungsband, 1939, s. 353 - 390, bk. s. 358 - 359). Ne

Tek-Esin Vakfı

Tek-Esin Vakfı