sÖzel bİldİrİler s-56 s-57sÖzel bİldİrİler-32-s-58 karpal tÜnel sendromu İle bel ve bİlek...

10
SÖZel Bİldİrİler -31- S-56 dİaBetİK POlİnÖrOPatde ÖnKOlda İKİnCİ lUMBrİKal KaStan MOtOr KaYıtlaMaSının tUZaK nÖrOPatİlerİnde tanı deĞerİ HIZIR ULVİ , LÜTFÜ ÖZEL , GÖKHAN ÖZDEMİR , AYFER ERTEKİN , RECEP DEMİR , RECEP AYGÜL ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ amaç: Polinöropa olduğunda tuzak nöropalerin tanısı zorlaşmaktadır. Yapılan çalışmalarda lezyonun hafif düzeyde olduğu tuzak nöropa olgularında, ikinci lumbrikal kastan kayıtlanan median ve ulnar motor parametrelerinin karşılaşrılmasının tuzak nöropaleri göstermek açısından oldukça duyarlı bir yöntem oldukları bildirilmişr. Bu çalışmada ikinci lumbrikal kastan kayıtlama yapmanın diabek polinöropalerde karpal tünel sendromunu göstermede duyarlılığını ve diğer rutin elektrofizyolojik yöntemlere avantajlarını karşılaştırmayı planladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza rutin yöntemlerle diabetik polinöropati tanısı 12.42) ve 138 sağlıklı ± koyduğumuz 91 hasta (yaş ortalaması 46,21 15.35) alındı. Her iki grupta±kontrol grubu (yaş ortalaması 48.71 run ile çalışmalarına ilaveten, dirsek ve bilek düzeyinde median ve ulnar sinir uyarılması ile abductor pollicis, abductor digi minimi ve II. lumbrikal kasların motor sinir ile hızları ve distal latansları kaydedildi. Median ve ulnar sinir distal latans farkları karşılaşrılarak tuzak noropa tanısı konuldu. Distal latans farkları ortalaması +2SD’a göre KTS tanısı için median ve ulnar sinirlerinin bilek-II: lumbrikal kas motor distal latans farkı > 0.41 ms idi. Bulgular: Verilerimiz II. lumbrikal kasından yapılan çalışma daha prak ve kolay uygulanabilir olduğunu, median ve ulnar sinir M potansiyellerinin farklı ve pik konfigürasyonu yeni EMG yapmaya başlayanlarda tuzak nöropalerde supramaksimal uyarı, volum konduksiyon oluşturması gibi bazı hataların kolay görülmesini sağladığını, tuzak nöropalerin belirlenmesinde daha sensif olduğunu, pölinöropaye eşlik eden tuzak nöropalerin tespini kolaylaşrdığını, göstermişr. Sonuç: Çalışmamız II. lumbrikal kastan motor kayıtlamasının polinöropati durumlarında karpal tünel sendromunu rasyonel olarak gösteren tek ve hassas bir yöntem olduğunu, ayrıca runde sık kullanılan yöntemlerden daha prak olduğunu göstermişr S-57 ÖnKOlda YÜZÜK ParMaĞından dUYUSal Ve İKİnCİ lUMBrİKal KaStan MOtOr KaYıtlaMaSının dİaBetİK POlİnÖrOPatİlerde KaPal tÜnel SendrOMU tanıSında ÖneMİ HIZIR ULVİ , LÜTFÜ ÖZEL , RECEP DEMİR , GÖKHAN ÖZDEMİR , AYFER ERTEKİN , RECEP AYGÜL ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD, ERZURUM amaç: Polinöropa varlığında tuzak nöropalerin tanısı zorlaşmaktadır. Bu çalışmada ikinci lumbrikal kastan motor ve yüzük parmağından (IV.Parmak) ortodromik duysal median ve ulnar sinir ile hızı ve latansları kayıtlamasının diabek polinöropalerde karpal tünel sendromunu (KTS) göstermede duyarlılığını ve diğer avantajlarını karşılaşrdık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza rutin yöntemlerle diabetik polinöropati tanısı 12.42) ve 138 sağlıklı kontrol±koyduğumuz 91 hasta (yaş ortalaması 46,2 grubu (yaş ortalamas15.35) alındı. Her iki grupta run ile±ı 48.71 çalışmalarına ilaveten, dirsek ve bilek düzeyinde median ve ulnar sinir uyarılması ile II. lumbrikal kasların motor sinir ileti hızları ve distal latansları ayrıca yüzük parmağından (IV. Parmak) uyarım ile median ve ulnar sinir ortodromik duysal ileti hızı ve latansları kaydedil . Median ve ulnar sinir distal latans farkları karşılaşrılarak karpal tünel sendromu tanısı konuldu. Distal latans farkları ortalaması +2SD’a göre KTS tanısı için median ve ulnar sinirlerinin bilek- II. lumbrikal kas motor distal latans farkı >0.41 ms ve median ve ulnar sinirlerinin bilek-IV. parmak ortodromik duyusal distal latans farkı >0.43 ms idi. Bulgular: Yapılan her iki çalışma ru uygulamadan daha prak ve kolay uygulanabilir olduğu,II.lumbrikal kasdan median ve ulnar sinir motor sinir ile hızları ve distal latansları tüm hastalarda kaydedilebildiği, yüzük parmağından (IV. Parmak) uyarım ile median ve ulnar sinir ortodromik duysal ile hızı ve latansları kayıtlaması daha sensif olduğu, fakat ağır vakalarda kayıtlanamadığı ve her iki yöntemin pölinöropaye eşlik eden KTS tespini kolaylaşrdığı bulundu. Sonuç: Çalışmamız II.lumbrikal kastan motor ve yüzük parmağından duysal kayıtlamasının polinöropa durumlarında karpal tünel sendromunun tesbinde hassas olduğunu, ayrıca runde sık kullanılan yöntemlerden daha prak olduğunu ve vakaya göre avantajları değişğini göstermişr

Upload: others

Post on 14-Dec-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-31-

S-56

dİaBetİK POlİnÖrOPatde ÖnKOlda İKİnCİ lUMBrİKal KaStan MOtOr KaYıtlaMaSının tUZaK nÖrOPatİlerİnde tanı deĞerİ

HIZIR ULVİ , LÜTFÜ ÖZEL , GÖKHAN ÖZDEMİR , AYFER ERTEKİN , RECEP DEMİR , RECEP AYGÜL ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ

amaç:

Polinöropati olduğunda tuzak nöropatilerin tanısı zorlaşmaktadır. Yapılan çalışmalarda lezyonun hafif düzeyde olduğu tuzak nöropati olgularında, ikinci lumbrikal kastan kayıtlanan median ve ulnar motor parametrelerinin karşılaştırılmasının tuzak nöropatileri göstermek açısından oldukça duyarlı bir yöntem oldukları bildirilmiştir. Bu çalışmada ikinci lumbrikal kastan kayıtlama yapmanın diabetik polinöropatilerde karpal tünel sendromunu göstermede duyarlılığını ve diğer rutin elektrofizyolojik yöntemlere avantajlarını karşılaştırmayı planladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza rutin yöntemlerle diabetik polinöropati tanısı 12.42) ve 138 sağlıklı ± koyduğumuz 91 hasta (yaş ortalaması 46,21 15.35) alındı. Her iki grupta±kontrol grubu (yaş ortalaması 48.71 rutin ileti çalışmalarına ilaveten, dirsek ve bilek düzeyinde median ve ulnar sinir uyarılması ile abductor pollicis, abductor digiti minimi ve II. lumbrikal kasların motor sinir ileti hızları ve distal latansları kaydedildi. Median ve ulnar sinir distal latans farkları karşılaştırılarak tuzak noropati tanısı konuldu. Distal latans farkları ortalaması +2SD’a göre KTS tanısı için median ve ulnar sinirlerinin bilek-II: lumbrikal kas motor distal latans farkı > 0.41 ms idi.

Bulgular:

Verilerimiz II. lumbrikal kasından yapılan çalışma daha pratik ve kolay uygulanabilir olduğunu, median ve ulnar sinir M potansiyellerinin farklı ve tipik konfigürasyonu yeni EMG yapmaya başlayanlarda tuzak nöropatilerde supramaksimal uyarı, volum konduksiyon oluşturması gibi bazı hataların kolay görülmesini sağladığını, tuzak nöropatilerin belirlenmesinde daha sensitif olduğunu, pölinöropatiye eşlik eden tuzak nöropatilerin tespitini kolaylaştırdığını, göstermiştir.

Sonuç:

Çalışmamız II. lumbrikal kastan motor kayıtlamasının polinöropati durumlarında karpal tünel sendromunu rasyonel olarak gösteren tek ve hassas bir yöntem olduğunu, ayrıca rutinde sık kullanılan yöntemlerden daha pratik olduğunu göstermiştir

S-57

ÖnKOlda YÜZÜK ParMaĞından dUYUSal Ve İKİnCİ lUMBrİKal KaStan MOtOr KaYıtlaMaSının dİaBetİK POlİnÖrOPatİlerde KaPal tÜnel SendrOMU tanıSında ÖneMİ

HIZIR ULVİ , LÜTFÜ ÖZEL , RECEP DEMİR , GÖKHAN ÖZDEMİR , AYFER ERTEKİN , RECEP AYGÜL ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD, ERZURUM

amaç:

Polinöropati varlığında tuzak nöropatilerin tanısı zorlaşmaktadır. Bu çalışmada ikinci lumbrikal kastan motor ve yüzük parmağından (IV.Parmak) ortodromik duysal median ve ulnar sinir ileti hızı ve latansları kayıtlamasının diabetik polinöropatilerde karpal tünel sendromunu (KTS) göstermede duyarlılığını ve diğer avantajlarını karşılaştırdık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza rutin yöntemlerle diabetik polinöropati tanısı 12.42) ve 138 sağlıklı kontrol±koyduğumuz 91 hasta (yaş ortalaması 46,2 grubu (yaş ortalamas15.35) alındı. Her iki grupta rutin ileti±ı 48.71 çalışmalarına ilaveten, dirsek ve bilek düzeyinde median ve ulnar sinir uyarılması ile II. lumbrikal kasların motor sinir ileti hızları ve distal latansları ayrıca yüzük parmağından (IV. Parmak) uyarım ile median ve ulnar sinir ortodromik duysal ileti hızı ve latansları kaydedil . Median ve ulnar sinir distal latans farkları karşılaştırılarak karpal tünel sendromu tanısı konuldu. Distal latans farkları ortalaması +2SD’a göre KTS tanısı için median ve ulnar sinirlerinin bilek-II. lumbrikal kas motor distal latans farkı >0.41 ms ve median ve ulnar sinirlerinin bilek-IV. parmak ortodromik duyusal distal latans farkı >0.43 ms idi.

Bulgular:

Yapılan her iki çalışma ruti uygulamadan daha pratik ve kolay uygulanabilir olduğu,II.lumbrikal kasdan median ve ulnar sinir motor sinir ileti hızları ve distal latansları tüm hastalarda kaydedilebildiği, yüzük parmağından (IV. Parmak) uyarım ile median ve ulnar sinir ortodromik duysal ileti hızı ve latansları kayıtlaması daha sensitif olduğu, fakat ağır vakalarda kayıtlanamadığı ve her iki yöntemin pölinöropatiye eşlik eden KTS tespitini kolaylaştırdığı bulundu.

Sonuç:

Çalışmamız II.lumbrikal kastan motor ve yüzük parmağından duysal kayıtlamasının polinöropati durumlarında karpal tünel sendromunun tesbitinde hassas olduğunu, ayrıca rutinde sık kullanılan yöntemlerden daha pratik olduğunu ve vakaya göre avantajları değiştiğini göstermiştir

Page 2: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-32-

S-58

KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ

HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL ÇEVİK 2, İBRAHİM MUMCUOĞLU 1, ORHAN SÜMBÜL 1 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, NÖROLOJİ BÖLÜMÜ, TOKAT 2 TOKAT DEVLET HASTANESİ, NÖROLOJİ BÖLÜMÜ, TOKAT

amaç:

Karpal Tünel Sendromu (KTS) ile Vücut Kitle İndeksi (VKİ) arasındaki ilişki iyi bilinmesine rağmen, bel çevresi ve KTS arasındaki ilişki bilinmemektedir. Ayrıca bilek çevresi ile KTS arasındaki ilişkiyi araştıran az sayıdaki çalışmalarda sonuçlar birbirleriyle çelişkilidir. Bu çalışmada KTS ile bel ve bilek çevresinin ilişkili olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya ardışık olarak gelen elektofizyolojik olarak KTS saptanan 100 hasta ve 100 sağlıklı gönüllü alındı. Hasta ve kontrol gruplarındaki bireylerin nörolojik muayenesi ve sinir iletim çalışması yapıldı. Her iki gruptaki bireylerin bel ve bilek çevresi ölçüldü, VKİ’leri hesaplandı.

Bulgular:

KTS’li 100 hasta (7 erkek ve 93 kadın; ortalama yaş: 44.57 ± 8.57 SD) ve sağlıklı gönüllülerden oluşan 100 birey (13 erkek ve 87 kadın; ortalama yaş: 43.41 ± 8.57 SD) çalışmaya alındı. Yaş ve cinsiyet yönünden hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel bir fark yoktu (sırasıyla p=0.427, p=0.239). İstatistiksel olarak KTS ile VKİ, bel ve bilek çevresi arasında anlamlı bir korelasyon saptandı (sırasıyla r=0.285, p<0.001; r=0.213, p=0.002; r=0.182, p=0.010).

Sonuç:

Saptamış olduğumuz VKİ yanısıra bel çevresi ile KTS arasındaki anlamlı ilişki, santral yağ ve tüm vücut yağının KTS’de benzer role sahip olduğunu düşündürmektedir. Bu bulgu gelecekteki KTS’de obesitenin rolü ile ilgili çalışmalarda göz önünde bulundurulabilir. Ayrıca bel ve bilek çevresi bundan sonraki KTS ile ilgili epidemiyolojik çalışmalarda VKİ’ye ilaveten kolay ve ucuz bir metot olarak kullanılabilir.

S-59

dİrSeKte Ulnar nÖrOPatİ İle YaŞ, CİnSİYet Ve VÜCUt Kİtle İndeKSİ araSındaKİ İlİŞKİ

HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL ÇEVİK 2, EMRULLAH GENÇ 1, ORHAN SÜMBÜL 1 1 GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ, TIP FAKÜLTESİ, NÖROLOJİ BÖLÜMÜ, TOKAT 2 TOKAT DEVLET HASTANESİ, NÖROLOJİ BÖLÜMÜ, TOKAT

amaç:

Literatürde vücut kitle indeksi (VKİ) ile dirsekte ulnar nöropati (DUN) ilişkisi ile ilgili çalışmalar birbiriyle çelişkilidir. DUN ile ilgili faktörler hakkında ise yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu retrospektif çalışmada DUN ile yaş, cinsiyet ve VKİ arasında ilişki olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem:

Retrospektif olarak 2005- 2010 yılları arasında ulnar nöropati ön tanısıyla elektronöromiyografileri yapılan 348 hasta ( 179 erkek, 169 kadın) çalışmaya alındı. Yaş, cinsiyet, VKİ, DUN derecesi, DUN’nin seviyesi, lezyonun tarafı kaydedildi. DUN saptanan ve saptanmayan hastalar yaş, cins ve VKİ’ leri yönünden istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Travma ve ulnar sinir operasyonu olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.

Bulgular:

DUN olan 125 hasta (yaş ortalaması: 41.2±11.96) ve DUN olmayan 223 hasta (yaş ortalaması: 47.,96±14.95) mevcuttu. DUN olan hastaların yaş ortalaması istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksekti. Erkeklerde DUN sıklığı daha yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p < 0.05). VKİ yönünden DUN olanlar ve olmayanlar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Ancak cinsiyete göre ayrı ayrı incelendiğinde erkeklerde VKİ yönünden anlamlı bir fark yoktu, ancak kadınlarda DUN olanlarda VKİ daha yüksek olarak tespit edildi. Bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.38).

Sonuç:

DUN’un daha yüksek VKİ ile ya da daha düşük VKİ ile ilişkili olduğunu gösteren çelişkili çalışmalar bulunmaktadır. Bizim çalışmamızda VKİ, DUN olan kadınlarda istatistiksel olarak daha yüksek saptandı. Bu sonuç DUN patofizyolojisinin cinsiyetler arasında farklılıklar gösterdiği görüşünü desteklemektedir.

Page 3: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-33-

S-60

MUltİPl SKlerOZlU OlGUlarda OtOnOM dİSFOnKSİYOn deĞerlendİrİlMeSİnde tİlt teStİ

HIZIR ULVİ , LÜTFÜ ÖZEL , RECEP DEMİR ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ABD, ERZURUM

amaç:

Multipl Sklerozlu (MS) hastalarda otonomik disfonksiyon sıktır ve yaşam kalitesini düşürür. Sifinkter, seksüel, gastrointestinal, termoregulatuar ve kardiovasküler otonomik disfonksiyon sık görülmektedir. Bazen otonomik disfonksiyon subklinik olabilir. Bu çalışmada, tilt testinin MS’li hastalarda otonom sinir sistemi tutulumunda kardiovasküler otonomik disfonksiyonu gösterme duyarlılığını inceledik

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamıza MS tanısı koyduğumuz, yaş ortalaması 35±9 yıl olan 9 erkek, 17 kadın toplam 26 MS’li olgu ile yaş ortalaması 39±13 yıl olan 14 erkek, 19 kadın toplam 33 sağlıklı gönüllü alındı. Head-up tilt testi keypoint EMG cihazında yapıldı. Cihaz oturur veya yatarken kalp atım hızını ve ayağa kalktıktan sonra yeniden kalp atım hızını ölçmekte ve ayağa kalktıktan sonraki 15-16. atımlar arası süre ile 30-31. atımlar arası süreyi hesaplayıp 30/15 oranını vermekte. Veriler SPSS istatistik paket programında un-paired t testi ile karşılaştırıldı.

Bulgular:

MS’li hastalarda ’30/15’’ head-up tilt test ortalama değeri 0,53±0,98 0,30 (p±, sağlıklı olgularda 1,12 <0.05) tespit edildi.

Sonuç:

Bu çalışma; head-up tilt testi değerlendirilmesinin, MS’li hastalarda otonom bozuklukların saptanmasında duyarlı ve kolay uygulanabilir bir yöntem olduğunu göstermiştir.

S-61

BOZUlMUŞ aÇlıK GlUKOZU Ve BOZUlMUŞ GlUKOZ tOleranSı Olan OlGUlarda POlİnÖrOPatİ VarlıĞının KlİnİK Ve eleKtrOFİZYOlOJİK ÇalıŞMalarla BelİrlenMeSİ

ZEYNEP ELMAS , DENİZ SELÇUKİ CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ

amaç:

Bu çalışmada bozulmuş açlık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı olan olgularda metabolik sendrom varlığı, serum kolesterol, trigliserid, ürik asit düzeyleri, insülin direnci, abdominal obesite varlığı, ve ayrıca periferik sinir etkilenmesinin belirlenmesi amacı ile ayrıntılı nörolojik sorgulama ve muayene, kalın ve ince lif tutulumuna yönelik ENMG çalışmalarının yapılarak pre-diyabette polinöropati görülme oranı, standart iletim çalışmaları ve erken dönem nöropatiyi daha iyi gösteren dorsal sural sinir, F dalga latansı ve küçük lif tutulumunu daha iyi gösteren kutanöz sessiz period, sempatik deri yanıtları gibi özellikli ENMG çalışmalarının birbirleri ile karşılaştırılarak pre-diyabette polinöropatiye zemin hazırlayan risk faktörlerinin belirlenmesi, erken dönem polinöropatiyi belirleyen elektrofizyolojik belirteçlerin ve küçük lif polinöropati varlığında ortaya çıkan belirti ve bulguların ortaya konması amaçlanmaktadır.

Gereç ve Yöntem:

Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji Polikliniğinde takip edilen Bozulmuş Açlık Glukozu olan 37, Bozulmuş Glukoz Toleransı olan 43 hasta ve açlık plazma glukozu 100 mg/dl altında olan 30 sağlıklı kontrol olgusu çalışmaya alınmıştır. Tüm olguların ayrıntılı anamnezi alınmış, sinir lifi tutulumuna yönelik semptom sorgulaması, ayrıntılı nörolojik muayene yapılmış, plazma ürik asit, Kolesterol, Trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol, insülin düzeyleri ölçülmüş ve hastalara sinir lifi tutulumunu göstermek amacı ile standart sinir iletim çalışmaları yanı sıra kutanöz sessiz periyod, SSR, dorsal sural sinir iletimi, F dalga latansı gibi özellikli elektrofizyolojik testler uygulanmıştır.

Bulgular:

BAG ve BGT olgularının vücut ağırlığı ve VKİ değerleri kontrol grubundan yüksek olup bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı. BGT olgularının serum ürik asit düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek saptandı.BGT grubunda yer alan olguların HOMA değerleri kontrol olgularından yüksek idi. Çalışmamızda BGT olgularının 9’unda (%20,9) ve BAG olgularının 11’inde (%29,7) olmak üzere elektrofizyolojik çalışmalar ile toplam 20 (%25,0) hastada kalın lif etkilenmesi saptandı. Tibial sinirden ölçülen F dalgası latansı BGT ve BAG grubunda kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde uzun saptandı. BAG grubunda 12 olguda, BGT grubunda 13 olguda ve kontrol grubunda 1 olguda dorsal sural iletiminde yanıt alınamadı Yanıt alınan olgularda yapılan analizlerde BAG ve BGT grubu dorsal sural amplitüd değeri kontrol grubundan düşük ve bu değer BAG grubu için istatistiksel olarak anlamlı idi. Standart iletim çalışmaları normal olan 10 olguda dorsal sural sinir iletimi alınamadı. BAG grubu DSRAR(dorsal sural radial amplitüde ratio) kontrol grubundan daha düşük saptandı BAG, BGT ve kontrol grubu

Page 4: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-34-

arasında yapılan analizlerde kutanöz sessiz period latansı ve süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.

Sonuç:

Biz çalışmamızda BAG ve BGT olgularında polinöropati varlığını gerek nörolojik muayene gerekse erken dönemde polinöropati varlığını gösteren özellikli elektrofizyolojik testler ile değerlendirdik ve bu olgularda yüksek oranda polinöropati varlığını gösterdik. Yaptığımız elektrofizyolojik çalışmalar ile erken dönemde polinöropati varlığını belirlemede Dorsal Sural Sinir iletim çalışması, Dorsal sural sinir Radial sinir amplitüd oranı, Tibial sinirden ölçülen F dalga latansının daha etkin olduğunu saptadık.

S-62

OKÜlOFarİnGOdİStal MİYOPatİde eKStreMİte KaSlarının ManYetİK reZOnanS GÖrÜntÜleMeSİ

HACER DURMUŞ , MEMDUH DURMUN , FEZA DEYMEER , YEŞİM PARMAN , PİRAYE OFLAZER İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ

amaç:

Okülofaringodistal miyopati (OFDM) erişkin başlangıçlı, nadir, kalıtsal bir kas hastalığıdır. Hastalarda yavaş ilerleyici okülofaringeal tutulum ve distal kaslarda zaaf gözlenir. Altta yatan genetik defektin henüz bilinmemesi nedeniyle OFDM’de tanı günümüzde, klinik ve histopatolojik özelliklere dayanmaktadır. Bu çalışmada, OFDM’li hastalarda MRG ile kaslardaki değişiklikleri araştırmak ve noninvazif bir yöntem ile ayrıcı tanı ipuçları sağlamak amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem:

İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Nöromüsküler Hastalıklar Polikliniğinden takipli, farklı hastalık şiddetine sahip ve detaylı nörolojik muayene yapılmış sekiz hastada üst ve alt ekstremite kasları 1.5 tesla Philipps Achieve cihazı ile konvansiyonel T1 and T2 ağırlıklı aksiyel kesitler alınarak görüntülenmiştir. Ekstremite kaslarına ait bu görüntüler, yağlı dejenerasyon miktarı göz önünde tutularak beş dereceli bir skala ile değerlendirilmiştir.

Bulgular:

Kohortumuzda başlangıç yaşı 19.4±3.4, ortalama hastalık süresi 16.3±13 idi. Altı hastada distal dominant zaaf, bir hastada proksimal dominant zaaf saptanırken, bir hastada ekstremite zaafı bulunmadı. Ekstremite zaafı bulunmayan hastanın görüntülemesi normal sınırlardaydı. Zaafı olan diğer tüm hastaların görüntülerinde ise tutarlı bir şekilde ve oldukça seçici bir tutulum paterni gözlendi. Hastalıktaki zaaf dağılımı ile uyumlu olarak, distal kaslar proksimallere göre ve alt ekstremiteler üste göre daha şiddetli bir şekilde ve daha erken etkilenmişti. Alt ekstremitede gracilis, sartorius, semitendinosus kaslarının görece iyi korunduğu. semimembranosus ve biceps femoris kaslarının ise daha erken ve şiddetli etkilenen kaslar olduğu görülüyordu. Alt bacakta ise soleus ve medyal gastrocnemius kaslarının, OFDM’de en erken ve en şiddetli etkilenen kaslar olduğu gözlendi.

Sonuç:

Noninvaziv bir görüntüleme yöntemi olan ekstremite MRG’de gözlenen bu seçici tutulum OFDM’nin ayırıcı tanısında yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.

Page 5: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-35-

S-63

SOn 10 Yılda eGe ÜnİVerSİteSİ nÖrOlOJİ KlİnİĞİnde Yatan MYaStenİK KrİZ OlGUlarının retrOSPeKtİF deĞerlendİrMeSİ

BEDRİYE KARAMAN , AYŞE SAĞDUYU KOCAMAN , HADİYE ŞİRİN , EMRE KUMRAL EGE ÜNİVERSİTESİ

amaç:

Bu çalışmada son 10 yılda Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji kliniğinde yatan myastenik kriz olgularının retrospektif değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem:

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji A.D arşivi kullanılarak son 10 yılda myastenik kriz nedeniyle izlenen 29 hastanın özellikleri retrospektif olarak incelenmiştir. Bu 29 olgunun yaş, cins, myastenia gravis (MG) başlama yaşı, hastalık süresi, kriz tetikleyen faktörler, kriz öncesi medikal tedavisi, kriz sırasında entübasyon gereksinimi, uygulanan solunum destek yöntemleri ve süreleri, reentübasyon ya da trekeostomi gereksinimi, IVIG kullanımı, IVIG tekrarı varlığı, IVIG tekrarının kaç gün sonra olduğu, plazmaferez varlığı, immunabsorbsiyon varlığı, eşlik eden hastalıklar, plazmaferez/ IVIG/ immunabsorbsiyon sonrası steroid kullanımı ve dozu, timektomi öyküsü ve verilen tedavi sonrası iyileşme durumu, klinik sonuç gibi özellikleri araştırılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda 29 olgunun tanımlayıcı özellikleri ve belirtilen parametrelerin iyileşme düzeyine etkisi istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.

Bulgular:

Çalışmadaki 29 olgunun 20si (%69) kadın, 9u (%31) erkektir. Ortalama yaş 56 [21y-79y] olarak saptanmıştır. Myastenia gravis tanısı sonrası geçen süre ortalama 79 ay olarak izlenmiştir. Kriz tetikleyen faktörler %10 psikojenik stres, %37.9 enfeksiyon, %31 ilaçlar, %20.7 diğer etkenler şeklinde dağılım göstermiştir. IVIG/ plazmaferez/ immunabsorbsiyon sonrası yüksek doz steroid kullanımında tam düzelen hastalar, orta düzeyde düzelen hastalar ve ölüm ile sonuçlanan hastalar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Bakılan diğer parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.

Sonuç:

Bu çalışma myastenik kriz tablosundaki olgularda IVIG/plazmaferez/immunabsorbsiyon sonrası yüksek doz steroid kullanımının klinik düzelme üzerine anlamlı olarak olumlu etkisini ortaya koymuştur.

S-64

HaCettePe ÜnİVerSİteSİ tıP FaKÜlteSİ nÖrOlOJİ ad’daKİ MG HaStaların 10 YıllıK İZleMİ

CAN EBRU KURT , ASLI KURNE , SEVİM ERDEM ÖZDAMAR , RANA KARABUDAK , TÜLAY KANSU , ERSİN TAN HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ AD

amaç:

Myastenia gravis, nöromüsküler kavşağın otoimmün özellikler taşıyan hastalığıdır. İmmünopatogenezinin iyi bilinmesine rağmen, özellikle bazı hasta gruplarında izlem ve tedavide sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle uzun süreli ve detaylandırılmış hasta takibi klinisyenler için oldukça faydalıdır. Bu amaçla 2000-2010 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı tarafından izlenmiş olan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.

Gereç ve Yöntem:

2000-2010 yılları arasında ünitemizde toplam 197 myastenia gravis hastası izlendi. Bu hastalardan takipleri hastanemiz dışında devam edenler ve dosya bilgileri yetersiz olanlar çalışmadan çıkarıldı. Geriye kalan 156 hastanın, demografik özellikleri, myastenia gravis seyri, immünolojik parametreleri, kullanılan tedaviler ve alınan sonuçlar incelendi. Tedavide oral steroid, immünsüpresif, mikofenolat mofetil, intravenöz immünglobülin ve plazmaferez kullanıldı. Tedavi yanıtları, şikayetlerindeki objektif ve subjektif düzelme, takibinde kriz ve kötüleşmelerin gözlenmemesine göre değerlendirildi.

Bulgular:

Hastaların yaş ortalaması 37,64’dü. Hastaların %39,1’u oküler, %12,2’si bulber, %13,5’i okulobulber ve %35,3’ü jeneralize başlangıçlıydı. Hastaların %66,3’ü izlemi sırasında jeneralize oldu ve jeneralizasyona kadar geçen ortalama süre 26,67 aydı. Hastaların %66’sında asetilkolin reseptör antikoru (AchR) pozitifti. AchR negatif hastalardan onunda anti-MuSK pozitifliği saptandı. Anti-MuSK pozitif hastalar ortalama 9,75 ayda jeneralize olurken, AchR pozitif hastalarda bu süre 23 aydı. Tüm hastaların %52,5’ine timektomi yapıldı ve %35,36’sında timik hiperplazi, %37,8’inde timoma saptandı. Hastaların %16’sında çeşitli otoimmün hastalıklar MG’e eşlik etmekteydi. AchR pozitif hastalarda steroid, IVIG ve plazmaferez yanıtları benzerken, anti-MuSK pozitif hastalarda en iyi yanıt IVIG ile elde edildi.

Sonuç:

Son on yılda takip edilen MG hastalarımızda şu özellikler öne çıkmaktadır: Anti-MuSK pozitif hastalar daha erken jeneralize olmaktadır. Timoma görülme oranımız literatürle karşılaştırıldığında daha fazladır. MG tanısı alan hastalarda ek otoimmün hastalıkların araştırılması önerilir. Anti-MuSK pozitif hastalarda en iyi klinik yanıt IVIG tedavisi ile elde edilmiştir.

Page 6: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-36-

OtUrUM Vıı

7 ARALIK 2010, S-65/ S-69

SALON ADI: MAIA III

OTURUM SAATİ: 15:00-16:00

OTURUM BAŞKANLARI: Ceyla İrkeç, Sevim Özdamar

S-65SUSCePtıBılıtY aĞırlıKlı GÖrÜntÜleMe İle ParenKİMal nÖrOBeHÇet HaStalıĞının deĞerlendİrİlMeSİ

SAİT ALBAYRAM 1, SABAHATTİN SAİP 2, ZEHRA IŞIK HAŞILOĞLU 1, MEMİK TEKE 3, ELVAN CEYHAN 5, MELİH TÜTÜNCÜ 2, HAKAN SELÇUK 4, ADNAN KINA 3, AKSEL SİVA 2 1 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, RADYOLOJİ AD, İSTANBUL 2 İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ, CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ, NÖROLOJİ AD, İSTANBUL 3 TAKSİM İLK YARDIM EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, İSTANBUL 4 BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, RADYOLOJİ KLİNİĞİ, İSTANBUL 5 KOÇ ÜNİVERSİTESİ, MATEMATİK BÖLÜMÜ, İSTANBUL

amaç:

Bu çalışmada amaç, parenkimal Nörobehçet hastalığının (NBH) susceptibility ağırlıklı görüntüleme (SWI) ile değerlendirilmesi ve SWI’in lezyon saptamadaki etkinliğini konvansiyonel manyetik rezonans görüntüleme (MRG) sekanları ile karşılaştırılmasıdır.

Gereç ve Yöntem:

Mart 2009 ile Mart 2010 tarihleri arasında yaşları 20 ile 52 arasında değişen 12 kadın 10 erkek olguya 1.5 T cihaz ile kranyal MRG tetkiki yapıldı. Aksiyel T2-ağırlıklı fast spin echo (T2 FSE); T1-ağırlıklı spin echo (T1 SE); T2-ağırlıklı gradient echo (T2 GE) ve SWI sekansları alındı. MRG iki ayrı nöroradyolog tarafından değerlendirildi. T2 FSE, T2 GE, SWI magnitude ve SWI MınMIP sekanslarında lezyonların varlığı, sayısı, lokalizasyonları ve sinyalleri değerlendirildi. Lezyon komşuluklarında düzensiz konturlu belirgin venöz yapı, venöz oklüzyon ve kollateral ven varlığı ile beyin sapı atrofisinin varlığı değerlendirildi.

Bulgular:

Yirmiiki hastanın 20 sinde 52 lezyon saptandı. Lezyonlar pons (n:20), bulbus (n:7), putamen (n:6), talamus (n:7), mezensafalon (n:6), korona radiata (n:2), kaudat nükleus (n:3) ve corpus kallosum spleniumunda (n:1) yerleşmişti. İki olgunun ileri beyin sapı atrofisi nedeniyle NBH oldukları düşünüldü. SWI’de 42 lezyonda hipointens hemoraji odağı saptandı. Bu lezyonların 3 tanesi T2 GE sekansta, 2 tanesi T2 FSE sekansta hipointens idi. İki lezyon ise SWI görüntülerinde tespit edilemezken T2 FSE ve T2 GE sekanlarında hiperintens olarak izlendi. Sekiz lezyon SWI, T2 FSE ve T2 GE sekanslarının hepsinde hiperintens görüldü. Hastaların 6’sında ileri derecede beyin sapı atrofisi, 6 olguda lezyon komşuluklarında belirgin venöz yapı ve 2 olguda talamostriat vende oklüzyon saptandı.

Sonuç:

SWI, parenkimal NBH‘da, T2 FSE ve T2 GE sekansları ile karşılaştırıldığında çok daha fazla lezyonda hemoraji odağı saptamıştır. Ayrıca lezyon komşuluklarında belirgin venöz yapı ve eşlik eden venöz oklüzyonlar tespit edilmiştir. Sonuçta, SWI ile elde edilen bulgular NBH’nın etiopatogenezinde venöz enfakt ve venöz hemorajilerin varlığı teorisini desteklemiştir. Ek olarak parenkimal tutulumun yaygınlığı SWI ile daha etkin olarak gösterilmiştir.

S-66

deneYSel OtOİMMÜn enSeFalOMİYelİt PatOGeneZİnde nÖtrOFİllerİn KatKıSı

AHMET KASIM KILIÇ 1, ASLI KURNE 1, GÜLİZ SAYAT 1, BERİL TALİM 2, GÜNEŞ ESENDAĞLI 3, DİCLE GÜÇ 3, RANA KARABUDAK 1 1 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 2 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PEDİATRİ ANABİLİM DALI, PEDİATRİK PATOLOJİ ÜNİTESİ 3 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ, TEMEL ONKOLOJİ BİLİM DALI

amaç:

Bu çalışma doğal immünitede rol alan ve inflamasyonun erken döneminde önemli rolleri bulunan nötrofillerin deneysel otoimmün ensefalomyelit(DOE) modelindeki rolünü araştırmak amacıyla düzenlenmiştir.

Gereç ve Yöntem:

6-8 haftalık C57BL/6 fareler MOG35-55 peptidi ile immünize edilmiş ve modelin tekrarlanabilirliği açısından bir grup hayvanda DOE oluşturulmuştur. Modelin sağlıklı çalıştığının gösterilmesinden sonra deney protokolüne geçilmiştir. Üç grup oluşturularak birinci grupta sadece DOE protokolü uygulanmış, ikinci grupta ise DOE protokolü ile birlikte nötrofilleri kemik iliğinden periferik dolaşıma salıveren bir madde olan N-formilmetionil - lösil-fenilalanin (fMLP-DOE) enjeksiyonu yapılmıştır. Son grup kontrol grubudur. Deney boyunca günlük tartı ve nörolojik muayene takibi yapılmış ve muayeneleri skorlanmıştır. Nörolojik bulguların gelişmesinin ardından hayvanların beyin ve spinal kordlarında inflamatuar infiltrasyon değerlendirilmiştir. Sistemik nötrofil aktivitesi içinse dalak örnekleri alınmış, spesifik nötrofil antikorlarıyla(Gr-1,CXCR1,CXCR2,Ly7/4) boyanarak akım sitometrik analizi yapılmıştır.

Bulgular:

İmmünize edilen tüm hayvanlarda nörolojik skor 1 ve üzerindedir. fMLP-DOE grubu ile yalnızca DOE grubu arasında klinik bulgular açısından farklılık bulunmamıştır. Tüm hayvanların beyin ve spinal kord incelemelerinde bir hayvanda silik histopatolojik bulgular saptanmıştır. Nötrofil aktivitesi fMLP grubunda DOE ve kontrol gruplarına göre daha yüksek saptanmıştır.

Sonuç:

Nötrofil indüksiyonu yapıldığında sistemik olarak nötrofil aktivitesinde bir artış olmakla birlikte bu otoimmün modelde kliniğe ve histopatolojiye yansıyacak değişimler izlenmemiş olup bu veriler doğal bağışıklık sistem elemanlarından olan nötrofillerin sürece katkısının sınırlı olduğunu göstermektedir.

Page 7: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-37-

S-67

MUltİPl SKlerOZda İnterlÖKİn dÜZeYlerİnİn SaPtanMaSında MenStrÜel SİKlUSUn ÖneMİ: KeSİtSel KOntrOllÜ ÇalıŞMa

SERKAN ÖZAKBAŞ 1, ÖMERCAN HASANKÖYOĞLU 2, SÜMEYYE ÇEVİK 2, YÜKSEL GÜVEN YORGUN 1, EGEMEN İDİMAN 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 2 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROİMMUNOLOJİ BİRİMİ

amaç:

Multipl skleroz (MS), otoimmun, enflamatuvar, demyelinizan bir hastalıktır. Kadınlarda daha sık görülür. Proenflamatuvar sitokinler hastalık patogenezinde önemli rol oynar. Bu nedenle hastalarda sitokin düzeylerinin saptanması patogeneze ilişkin çalışmaların önde gelenleri arasındadır. Menstrüel döngü sitokin düzeylerinde dalgalanma oluşturma potansiyeline sahip fizyolojik bir süreçtir. Bu çalışmada MS hastalarında sitokin düzeylerine menstrüel döngünün etkisinin araştırılması ve bu incelemelerin yapılma zamanlarına ilişkin öneriler oluşturulması amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmaya, relapsing remitting gidişe sahip 36 MS olgusu alındı. Olgular remisyon dönemindeydi ve son 2 menstrüel siklusları düzenliydi. Benzer özelliklere sahip 14 sağlıklı kontrol olgusu da çalışmaya alındı. Çalışma hastaları ve kontrol grubundan ardışık 2 siklus boyunca premenstrüel ve ovulasyon fazlarında kan örnekleri alındı. Her dört kan örneğinde de IL-6, IL-17 ve IL-23 düzeyleri ELİSA yöntemiyle çalışıldı.

Bulgular:

Ardışık 2 siklusta çalışılan interlökin düzeylerinin premenstrüel ve ovulasyon dönemine ait ikişer örnekleri, gerek MS olgularında gerekse kontrol grubunda farklı saptanmadı. Premenstrüel dönemde IL-6, IL-17 ve IL-23 düzeyleri MS hastalarında sırasıyla 88.31±15.22, 24.01±0.89, 35.94±5.0 olarak saptandı. Sağlıklı kontrollerde ise; 71.65±15.38, 15.63±1.35, 41.45±11.25’ti. Gerek IL-6 gerekse IL-17 düzeyleri MS hastalarında sağlıklılara göre istatistiksel anlamlılığa ulaşacak biçimde daha yüksekti (sırasıyla p=0.02, p=0.007). Ovulasyon döneminde ise aynı sırayla MS hastalarında 73.5±13.35, 14.78±1.23, 21.3±5.32. Sağlıklı kontrollerde ise sırasıyla 66.57±12.34, 11.7±1.9, 17.78±4.6 saptandı. MS hastalarında premenstrüel dönemde IL-6 (p=0.005) ve IL-17’de (p=0.002) anlamlı yükseklik saptanırken IL-23’te değişiklik saptanmadı. Sağlıklı kontrollerde premenstrüel dönemde IL-6 ve IL-23’te istatistiksel anlamlılığa ulaşmayan yükseklik saptandı.

Sonuç:

Çalışmamızda elde elden veriler, interlökin düzeylerinin, hem MS hastalarında hem de sağlıklı kontrollerde menstrüel siklustan etkilendiğini gösteren ilk bulguları içermektedir. Çalışmalarda sağlıklı sonuç elde etmek için, kadınlarda daha sık görülen bir hastalık olarak MS’te interlökin düzeylerinin saptanmasında menstrüel dönemin bir değişken olarak analizlere eklenmesi gereklidir.

S-68

neUrOMYelİtİS OPtİKa (nMO) Ve nMO SPeKtrUM HaStalıKlarında nMO-ıGG tanıYa KatKıSı

EGEMEN İDİMAN 1, SERKAN ÖZAKBAŞ 1, ZEKİYE ATUN 2, ÖMERCAN HASANKÖYOĞLU 3, SÜMEYYE ÇEVİK 3, OZAN SAGUT 1, DERYA KAYA 1 1 DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİM DALI 2 DEÜ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TEMEL ONKOLOJİ AD 3 DEÜTF NÖROLOJİ AD NÖROİMMÜNOLOJİ BİRİMİ

amaç:

Neuromyelitis optica (NMO) ve NMO spektrum hastalıkları; optik sinir ve medulla spinalis seçici olarak etkileyen, idyopatik ve ağır demiyelinizan hastalıklardır.Başlangıçta MS’in bir alt tipi olarak kabul edilen NMO, gerek klinik özellikler gerek hedef antigen ve patogenez, gerek MRG özellikleri ile MS den çok önemli farklılıklar gösterir ve bu nedenle tedavi yaklaşımları farklıdır. NMO spektrum hastalıkları; tek ya da yineleyen miyelit, tek ya da yineleyen optik nevrit, ansefalopati ve beyin sapı tutulumu ile giden atipik tablolar, NMO ile eşlik eden komorbid hastalıklar ve yeri günümüzde bile tartışmalı olan Optikospinal MS (OSMS) leri kapsar. NMO ve NMO spektrum hastalıklarının tanısında, NMO- IgG, tüm tartışmalara karşın, Wingechuck (2006) kriterlerinden 1’i olma konumunu korumaktadır. Bu çalışmada amaç NMO-IgG nin NMO ve NMO spektrumunda tanı değerinin belirlenmesidir.

Gereç ve Yöntem:

2089 hastayı kapsayan bir demiyelinizan hastalık kohortu içerisinden Wingechuck (2006) kriterlerini karşılayan 22 kesin NMO, 6 MS, 3 TM, 2 yineleyen ON olmak üzere, 33 hastaya ait serum örneklerinde aquaporin-4 indirekt immunofloresans yöntemi ile NMO IgG değerlendirildi.

Bulgular:

NMO’lu hastaların yalnızca 4’ünde beyin omurilik sıvısında Oligoklonal band (OKB)saptandı. 11 hastada NMO-IgG pozitif, 1 hastada ANA pozitif bulundu. MS’li hastaların tümünde OKB (+) ti ve yalnızca 1 hastada NMO-IgG pozitif saptandı.1 TM olgusunda NMO-IgG pozitif bulundu. Yineleyen ON’ li olguların hiçbirinde NMO-IgG pozitif saptanmadı.

Sonuç:

Gerek klinik özellikler, gerek MRG bulguları, gerek BOS immun parametreleri, vaskülitik testler ve serum NMO IgG sonuçlarının klinik kesin NMO tanısına katkıları araştırıldı. Sonuçlar bir ulusal ve bir uluslararası laboratuvarın sonuçları ile karşılaştırılarak farklılıklar ve uyum belirlendi. Uyumsuz sonuçlar hasta özellikleri ve kullanılan tedaviler temelinde tartışıldı.

Page 8: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-38-

S-69

KarPal tÜnel SendrOMlU HaStaların tedaVİSİnde rePetetİF PrOKaİn enJeKSİYOnU İle KOrtİKOSterOİd UYGUlaMaSının etKİnlİĞİ

ÖMER KARADAŞ 1, ÖZLEM OMAÇ KÖROĞLU 2, FATİH TOK 2, ÜMİT H. ULAŞ 1, ZEKİ ODABAŞI 1 1 GATA NÖROLOJİ ANABİLİM DALI, ANKARA 2 GATA FİZİKSEL TIP VE REHABİLİTASYON ANABİLİM DALI, ANKARA

amaç:

Karpal tünel sendromunun (KTS) tedavisinde karpal tünel içerisine kortikosteroid enjeksiyonu çok sık kullanılan güvenilir bir metotdur. Steroidler genellikle lokal anestezikler ile karıştırılarak enjekte edilir. Bununla birlikte lokal anestezikler eksitabl hücrelerden ortaya çıkan spontan deşarjları önleyerek hastalık üzerine de olumlu etkiler sağlamaktadır. Bu çalışmanın amacı KTS hastalarda repetetif prokain enjeksiyonu ile triamsinolon asetat enjeksiyonunun etkinliğini incelemektir.

Gereç ve Yöntem:

Prospektif klinik bu çalışmaya klinik ve elektrofizyolojik olarak KTS tanısı alan 22 hasta (38 median sinir) alındı. Bütün hastalara bir kez 40 mg triamsinolon asetonid ve haftada 2’şer kez 2 hafta 4 ml %1’lik prokain uygulandı. Tedavi öncesinde ve tedavi sonrasında 2. ayda klinik, fonksiyonel ve elektrofizyolojik ve ultrasonografik değerlendirmeler yapıldı.

Bulgular:

Distal motor latans, birleşik kas aksiyon potansiyeli amplitüdü, duyusal sinir iletim hızı, duyusal latans, birleşik duyusal aksiyon potansiyeli amplitüdü, ultrasonograifk bulgular (median sinir ön-arka çapı, tranvers çapı ve proksimal karpal tünelde kesit alanı ve volar bulging), VAS skoru, Boston karpal tünel semptom ve fonksiyonel skorlarında anlamlı iyileşmeler görüldü(P<0.05).

Sonuç:

Repetetif prokain enjeksiyonu ile birlikte kortikosteroid uygulaması KTS’li hastalarda klinik, fonksiyonel iyileşmler sağlamaktadır Bu iyileşmeler elektrofizyolojik ve ultrasonografik bulgularla da konfirme edilmektedir.

OtUrUM Vıı

7 ARALIK 2010, S-70/ S-74

SALON ADI: MAIA III

OTURUM SAATİ: 16:10-17:10

OTURUM BAŞKANLARI: Baki Göksan, Yakup Krespi

S-70

reM UYKUSU SıraSında OrtaYa ÇıKan Ve dİSSOSİaSYOnUn eŞlİK ettİĞİ Bİr JaCtatİO COrPOrİS nOCtUrna OlGUSU

SEMRA KARATAŞ 1, ZERRİN PELİN 2, CEM İSMAİL KÜÇÜKALİ 2 1 ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ PSİKİYATRİ KLİNİĞİ 2 ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ NÖROLOJİ KLİNİĞİ

Giriş:

Uyku ile ilişkili ritmik hareket bozukluklarında tekrarlayıcı, stereotipik ve ritmik motor davranışları ortaya çıkar. Ritmik hareketler en çok baş sallanması (jactatio capitis) olarak karşımıza çıkmakla birlikte vücutta yuvarlanma tarzında da görülebilir. Bu hareketlerin sıklıkla non-REM uykusu ile özellikle de evre 2 uykusu ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Uykuda ortaya çıkan tüm vücutta sallanma ile karakterize episodları olan olgumuz, bu hareketlerin REM uykusu ile birlikte başlaması ve olguda aynı zamanda dissosiayonun bulunması nedeniyle sunulmuştur.

Olgu:

33 yaşında, erkek hasta, uyku sırasında tüm vücuduyla iki yana sallanma yakınması ile başvurdu. Bu şikayetinin 1.5 yaşından beri devam ettiği öğrenildi. Yapılan polisomnografi kayıtlarında hastanın REM uykusuna girmesi ile birlikte tüm vücudu ile iki yana sallanmaya başladığı ve bu sallanmaların ara vermeksizin yaklaşık 10-15 dakika sürdüğü gözlenmiştir. Hastaya “jactatio corporis nocturna” tanısı konularak sırasıyla melatonin 3mg, clonazepam 1mg, paroksetin 20mg tedavileri uygulanmış, ancak herhangi bir düzelme sağlanamamıştır. Bu tedaviler sonrasında hasta psikiyatrik olarak değerlendirilmiş, dissosiyasyon yaşantılar ölçeği 32 olarak saptanmıştır. Hastanın bu tür sallanmaları ergenliğe kadar uyanıkken de yaptığı öğrenilmiştir. Erişkin yaşa geldikten sonra bazen kendisini hayale kaptırdığı ve sanki gerçekten başından geçiyormuş gibi hissettiği, zaman zaman kendi kendine konuştuğu, kendisini iki farklı kişi gibi hissettiği öğrenilmiştir.

Sonuç:

Dissosiyatif deneyimlerin sadece gün içinde değil uyku sırasında da ortaya çıktığı, uykuda davranış bozukluğuna ve parasomni ataklarına neden olabileceği belirtilmiştir. “Jactatio corporis nocturna” uykuda ortaya çıkan hareket bozuklukları içerisinde yer alan bir bozukluk olup bu bozukluklarla birlikte bildirilen dissosiyasyon deneyimleri sık değildir. Olgumuzun uykudaki hareket bozuklukları ile birlikte dissosiyasyon deneyimlerinin olması ve bu hareketlerin uykunun REM döneminde ortaya çıkmış olması; dissosiyasyon, REM uykusu ve hareket bozukluğu arasındaki ilişkinin önemli olabileceğine dikkat çekmektedir.

Page 9: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-39-

S-71

tedaVİ edİlMeMİŞ aKrOMeGalİK HaStalarda UYKU YaPıSının ÖZellİKlerİ Ve UYKU BOZUKlUKları

SELDA KORKMAZ 1, SEVDA İSMAİLOĞULLARI 2, İLKAY ÇAKIR 2, MURAT AKSU 2, FAHRİ BAYRAM 2 1 VİRANŞEHİR DEVLET HASTANESİ 2 ERCİYES ÜNİVERSİTESİ

amaç:

Akromegali, growth hormon (GH) fazlalığının neden olduğu n bir hastalıktır. Hastalık sıklığının milyonda 40-70 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Olguların %95 kadarında GH fazlalığına hipofizer bir adenomun neden olduğu bilinmektedir. Hastalar sıklıkla yüz ve ekstremitelerdeki dismorfik değişiklikler nedeniyle başvuruda bulunurlar. GH fazlalığının sistemik etkisi nedeniyle, farklı organ sistemlerine ait semptomlar gözlenmektedir. Bu sistemik komplikasyonlardan bir tanesi uyku apne sendromudur. Akromegali olgularının %60-80 kadarında uyku apne sendromunu gözlenmektedir. Çoğu olguda apneler obstruktif tipte olmakla birlikte üçte birinde santral tiptedir. Obstruktif tipte apnelerin; mandibuler ve maksiler kemik değişiklikleri, uvula ve yumuşak damak başta olmak üzere yumuşak dokulardaki kalınlaşma ve dildeki hipertrofi etkisi ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. Biz çalışmamızda, tedavi öncesi dönemde kliniğimize başvuran akromegali hastalarının uyku yapısını değerlendirmeyi ve eşlik eden uyku bozukluklarının sıklığını saptamayı amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Çalışmamız, aktif akromegali tanısı alan ve herhangi tedavi almamış, 24-66 yaş arası, 5 kadın 10 erkek olgu ile yapıldı. Olgulara, ardışık 2 gece polisomnografi çekimi yapıldı. İlk gece adaptasyon gecesi olarak değerlendirildi.

Bulgular:

Onbeş olgunun; 9’unda obstruktif tipte apne, 2’sinde santral tipte apne, 2’sinde periyodik bacak hareketleri sendromunun varlığı saptandı. Bir olguda santral apne ve periyodik bacak hareketleri birlikteydi. Geriya kalan 3 olguda eşlik eden başka hiçbir uyku bozukluğu saptanmadı.

Sonuç:

Çalışmamız, akromegali olgularında uyku bozukluklarının yüksek oranda varlığını göstermiştir. Özellikle uyku apne sendromunun akromegali hastalarında sık olarak görülmesi literatür ile uyumlu bir bulgudur. Uykuda saptanan apneler büyük oranda obstruktif tiptedir ve akromegalinin neden olduğu kemik ve yumuşak doku değişiklikleri nedeniyle olduğuna inanılmaktadır. Çalışma grubumuzdaki 2 olguda saptanan izole periyodik bacak hareketleri sendromunun ise neden olduğu bilinmemektedir. Literatürde akromegali ve periyodik bacak hareketleri sendromu arasında herhangi bir ilişki kurulmamıştır.

S-72

OBStrÜKtİF UYKU aPne SendrOMUnda CPaP/BPaP KUllanıMının OKSİdatİF StreS ÜZerİne etKİSİ

YUSUF DİKİCİ , SERHAN SEVİM , LÜLÜFER TAMER , LOKMAN AYAZ , OKAN DOĞU , EMİŞ EKEN MERSİN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

amaç:

Obstrüktif Uyku Apne Sendromu (OUAS) ile pulmoner hipertansiyon, sistemik hipertansiyon, iskemik kalp hastalıkları ve inme arasında ilişkiler gösterilmiştir. Pek çok çalışma OUAS’da oksidatif stresin arttığını ve antioksidan kapasitenin düştüğünü desteklemektedir. Bu çalışmada OUAS hastalarında CPAP/BPAP (Continuous-bilevel positive airway preasure) uygulaması sonrasında oksidatif stres göstergelerindeki değişimleri göstermeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem:

Hastanemize uyku bozukluğu yakınmaları ile başvuran ve polisomnografik incelemeyle orta ve ağır düzeyde OUAS tanısı konulan hastalar incelendi. Hastalarımızın tamamına CPAP/BPAP tedavisi önerildi. CPAP/BPAP tedavisini uygun şekilde kullanan 50 hastanın tedaviye başlamadan önce ve tedavinin 3. ayında serum MDA (malondialdehid), nitrit/nitrat, total oksidan aktivite (TOS), total antioksidan aktivite (TAS) düzeylerine bakıldı, OSİ (oksidatif stres indeksi) değeri hesaplandı.

Bulgular:

Üç aylık CPAP/BPAP tedavisi sonrası serum oksidatif stres göstergesi olarak bakılan nitrit/nitrat, MDA, TAS değerlerinde azalma izlenirken, antioksidan gösterge olan TOS (tedavi öncesi ortalama değer:1.56±0.46, tedavi sonrası ortalama değer:1,91±0,44) değerlerinde artma izlendi (p=0,001).

Sonuç:

OUAS hastalarında CPAP/BPAP tedavisi ile gece ve gündüz semptomlarındaki iyileşmenin yanı sıra oksidatif yükün azaltılabileceği ve antioksidan kapasitenin de artırılabileceği gösterildi. Bu nedenle uygun mekanik ventilasyon uygulanan OUAS hastalarında oksidatif yükün yol açtığı düşünülen sistemik hastalıklarda azalma olabileceğini düşünüyoruz.

Page 10: SÖZel Bİldİrİler S-56 S-57SÖZel Bİldİrİler-32-S-58 KarPal tÜnel SendrOMU İle Bel Ve BİleK ÇeVreSİ araSındaKİ İlİŞKİ HATİCE KARAER ÜNALDI 1, SEMİHA KURT 1, BETÜL

SÖZel Bİldİrİler

-40-

S-73

nÖrOlOJİ POlİKlİnİĞİnde UYKU BOZUKlUKları PreValanSı

HALİT YAŞAR 1, HAKAN TEKELİ 2, HAKAN BALIBEY 3, SEMİH ALAY 4 1 ANKARA MEVKİ ASKER HASTANESİ NÖROLOJİ SERVİSİ 2 KASIMPAŞA ASKER HASTANESİ NÖROLOJİ SERVİSİ 3 ANKARA MEVKİ ASKER HASTANESİ PSİKİYATRİ SERVİSİ 4 GATA HAYDARPAŞA EĞİTİM HASTANESİ NÖROLOJİ SERVİSİ

amaç:

Uyku bozuklukları başta nöropsikiyatrik hastalıklar olmak üzere tüm hastalıklara eşlik edebilen veya tek başına bulunabilen bir hastalık grubudur. Bazen başka bir hastalığa sekonder gelişmekte olup, bazen de uyku bozukluğunun kendisi diğer nörolojik belirtilere neden olmaktadır

Gereç ve Yöntem:

Bu çalışmamızda nöroloji polikliniğine başvuran tüm hastalarda horlama, apne, huzursuz bacaklar sendromu, insomni, hipersomni ve parosomni olmak üzere 6 ana uyku bozukluğunun varlığı ve sıklığı sorgulanmıştır.

Bulgular:

Çalışmaya katılan 350 hastanın %10’unda herhangi bir uyku bozukluğu tespit edilmiş olup bunların çoğunu insomni oluşturmaktadır, insomni özellikle baş ağrısına eşlik etmektedir.

Sonuç:

Çalışma halen devam etmekte olup bu çalışma da genel nöroloji polikliniğinde sıklıkla göz ardı edilen uyku bozukluklarının sorgulanmasının hem tedavide hem de etyolojinin araştırılmasında ne denli önemli olduğu vurgulanmaya çalışılmaktadır.

S-74

PrOKSİMal KOrUMa (MO-Ma SİSteMİ) eŞlİĞİnde UYGUlanan KarOtİS StentleMe -VaKa SerİSİ

ÖZCAN ÖZDEMİR 1, SERHAT ÖZKAN 1, SEMİH GİRAY 2, ÖMER GÖKTEKİN 3, GAZİ ÖZDEMİR 1 1 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NÖROLOJİ ANABİLİMDALI 2 ADANA BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ NÖROLOJİ ANABİLİMDALI 3 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ KARDİYOLOJİ ANABİLİMDALI

Olgu:

Son yıllarda karotis stentleme ilgili teknikler gelişse de komplikasyon oranları hala karotis endarterektomiden az değildir. Şu ana kadar SPACE, CREST, EVA-3 gibi randomize olarak yapılan karotis stent çalışmlarında serebral embolizmden korunmak için hep distal filtre takılmıştır. Ancak ülsere, tromboze lezyonlarda ve tama yakın darlıklarda filtrenin lezyonu geçmek zorunda olması ve distal internal karotis artere yerleştirlmesindeki zorluklardan dolayı komplikasyon oranları artabilir. Bu açıdan son zamanlarda uygun olan hastalara karotis stentleme öncesi kommon ve eksternal karotis arterde balonlama ile akımın kesildiği proksimal koruma tekniği kullanılmaktadır. Bu teknik ile yapılan stentlemede inme komplikasyonunun daha az olduğuna dair yayınlar artmaktadır. Bizde son altı ay içinde bu sistemi kullanıp uyguladığımız karotis stentleme vaka serilerimizi tartışmayıo uygun bulduk. Toplam 7 hastaya Mo-Ma sistemi ile karotis stentleme uygulandı. Ortalama yaşları 64±11 olan hastaların, dördü erkek (%57) üçü bayandı. Bu hastaların hepsi semptomatikdi. Yedi hastanın hepsinde karotis ultrasonda ülsere plak mevcuttu. Bu hastaların hiçbirisinde karşı karotis arterde ciddi oklüzyon ve stenoz mevcut değildi. İşlem sırasında kommon karotis ve eksternal karotis arterde balon bulunduran 8F veya 9F guiding kateter (Mo-Ma) kullanıldı. Stentleme öncesi cihaz yerleştirildi ve ilk önce eksternal karotis arterdeki sonrasında da kommon karotis arterdeki balonlar açılarak yukarıya olan akım kesildi. Bütün hastarda karotis güdük basıncı ölçüldü. Ortalama güdük basınç 47 mmHg ±6.3 olarak bulundu. Akım kesildikten sonra bütün hastalara hibrid stentleme ve balonla post-dilatasyon yapıldı. İşlem sonrası tom üç kez aspirasyon yapıldı ve balonlar sıra ile indirildi. Balonların inflasyon-deflasyon zamanı ortalama 208±22 olarak saptandı. Hastaların ikisinde işlemin sonlarında geçici olarak balona bağlı intolerans gelişti. Üç aylık takiplerde hiçbir hastada inme, miyokardiyal infarkt veya ölüm gözlenmedi. Proksimal koruma ile yapılan karotis stentleme bazı vakalarda oldukça güvenli bir yöntem olabilir.