söz dergisi 11 sayı

20

Upload: koray-gumus

Post on 29-Mar-2016

254 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Söz Dergisi - Üniversitelinin kendi öz örgütlülük çerçevesinde çıkarttığı siyasi dergi.

TRANSCRIPT

Page 1: Söz dergisi 11 sayı
Page 2: Söz dergisi 11 sayı

Su Yayıncılık sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü : Erman CANİletişim: İstiklal Cadesi Rumeli İşhanı No: 88/18 Beyoğlu - İstanbul (0212) 252 44 90

Baskı: Hormes Ofset Büyük Sanayi 1. Cadde No: 105 İskitler / Ankara Tel: (0312) 384 34 32E- posta: [email protected] facebook.com/soz Fiyatı: 2.00 tl’dır

Hesap Numarası : İş Bankası Mithatpaşa Şubesi - Erman Can 4228 0918632

İ Ç İ N D E K İ L E RMerhaba................................................................2Korkaklar Her Gün Ölür, Mert ve Cesur İnsanlarBir Defa Ölürler.............................................3-4-5Ne Yazsak la Duvarlar.......................................6-7Bu Barikat Bi harika Dostum...............................9Klavye Şaha Kalktı.............................................10Taraf’tarlar Karşı Tarafa.....................................11Ulrike Meinhof; Gerillaların Tarihleri Vardır.....12haziran kadınları.................................................13Ana Akımını Al Git............................................14Gezi de Sanatçı Duruşu......................................15Postallara İnat Yalın Ayak..................................16Uyur İdik Uyardılar............................................17İnşallah Sosyalizm Gelecek...............................18Bağzı Haberler....................................................19

ZV

AR

MERHABASöz Dergisi’nin 11.sayısını kişisel tarihimize ve Türkiye tari-hine damgasını vuran Gezi Parkı Direnişi’e ayırdık.Haziran Direnişi tüm Türkiye Halklarına ve özelde tüm gen-çliğe çok şey kattı, çok şey öğretti. Yaşanılanlardan ve öğreni-lenlerden sonra geçmiş sayılarla aynı minvalde bir dergiçıkarmak bu dönemi karşılayacak bir yayın olamazdı, ancakçağın gerçeklerine göz yummak olurdu. Biz dönemin dilini an-lamaya ve yakalamaya çalışanlar olarak, geçmiş terminolojiyikullanmamız söz konusu olamazdı. Söz Dergisi de bu ayaklan-madan etkilenmeden bizim meramımızı anlatamazdı. Bundanböyle dergimiz, gençliğin ritmine ayak uyduran, tüm gençliğikucaklayan, daha renkli bir yapıda olacak. Tüm bu değişikleriSöz Dergisi’nin çizgisinden saptığı şeklinde yorumlayanlar ola-caktır. Fakat bizler bu değişikleri sapma olarak değil çağı yaka-lamak olarak görüyoruz. Ayrıca bir kesim bizi tutarsız olmaklaitham edecektir. Lakin bizler tutarlılıktan ne anlıyoruz, ne anla-malıyız? Biz geçmişe ve onun yöntemlerine sadakati tutarlılıkdeğil, gerilik olarak görüyoruz. Bizim tutarlılık anlayışımızgeçmişi bilmek, ondan ders çıkarabilmek ve en önemlisi onutemel alarak üzerine koyabilmektir.Peki, bu sayımızda siz değerli okuyucularımız neler bulabile-cek? Dergimizde Haziran Direnişine bizleri nelerin nasıl getir-diğini, medyanın olaylara nasıl yaklaştığını, direnişe damgasınıvuran kişi ve grupları, göstericilerin en önemli halkalarındanbirini oluşturan Anti-kapitalist Müslümanlar oluşunun yapısını,direnişin sahibi kadınları, duvarlarda bulabileceğimiz gençliğinkültürünü ve onun mizah anlayışını, direniş sanatçılarını ve el-bette ; Ali İsmail Korkmaz’ı, Ethem Sarısülük’ü, Medeni Yıldı-rım’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Ahmet Atakan’ı, AbdullahCömert’i, Hasan Ferit Gedik’i bulabileceksiniz.

SSÖÖZZ

DDEERRGGİİSSİİ’’nniinn

BBuu SSaayyııssıı

GGeezzii ŞŞeehhiittlleerriinnee

İİtthhaaff

EEddiillmmiişşttiirr

Page 3: Söz dergisi 11 sayı

3

Hiç biri öldürülmekiçin gitmedi oraya.Ölümü göze alarak

gitti. Bir bedenin kaybınınsokağa çıkan halk yığınla-rını durduramayacağını,düşerlerse arkalarından ge-lecek olanların onlarasahip çıkacağını bilerekçıktılar sokağa. İlk gazkapsülü atıldığında elin-deki bezi yanındaki arka-daşının yüzüne kapatacakkadar düşünceli, bir sokakköpeği yoğun gaza maruz

kalınca kucaklayıp kendikurdukları revirde iyileşti-recek kadar saftı yürekleri.Ortaklaştıkları tek birnokta vardı, hepsi insandı-lar ve bunun farkındaydılarve hiç biri diğerinin acısınasırt çevirmeyecek kadaryürekliydiler.

Sömürüye dayalı dü-zenlerde insanlar süreklisusturulmuştur. Bu düzenekarşı çıkan toplumsal olay-larda hep kayıplar verilmişama daha cesurca yola

devam edilmiştir. Tarihinilk isyancısı Spartaküsyüce Roma’nın köleliğinekarşı çıktı ve öldü. Ardın-dan İsa köleliğe karşı mü-cadele etti ve çarmıhagerildi. Yüce Roma veonun kölelik vahşeti deöldü… Gezi’de de 18-20 liyaşlarındaki kardeşlerimizikatlettiler ve tarih de bizegösteriyor ki bu gencecikyaşta ölenlerin boşuna öl-mediğidir, çünkü gerçeklerve bizler varız. İnsanlar

Z V

AR

KORKAKLAR HER GÜN, MERT VE CESUR İNSANLAR BİR DEFA ÖLÜRLER!

Abdullah CÖMERT, Ethem SARISÜLÜK, MehmetAYVALITAŞ, Medeni YILDIRIM,Ali İsmail KORKMAZ,Ahmet ATAKAN. Kimi varolan yaşam alanlarına sahipçıkmak için kimi kurmak iste-diği dünya için, düşünceleriiçin sokağa çıktı

Page 4: Söz dergisi 11 sayı

4

ölülerinin karalanmasına izin vermedenve birbirlerine sırtlarını dayayarak hergün biraz daha çoğalarak devam ettilerdirenişlerine. Her gün bir yenisi eklensede ölülerimize, ölülerimizi sırtımıza alıpyürümesini bildik. Ölenlerin üzerine ya-zılmaya çalışan tüm senaryoların karşı-sında verecek doğru cevaplarımız hepvardı ve bunu birbirimize yabancılaşıpyalnızlaşarak değil birlikte tek bir vücutolarak başardık. Gezi’de katledilen ilk kardeşimizi birarabanın otoyolu kapatan halk kitlesi içe-risine sürülmesi sonucu kaybettik. İste-dikleri bizi korkutup evlerimizegirmemizi ve yapılan haksızlıklara, öldü-rülen gençlere “vah vah yazık oldu”deyip sahip çıkmamızı istediler. Biz kor-kup susacak, evlerimize girecek, kapı-mızı örtüp birbirimizin acılarına gözyumacaktık, onlar bizim suskunluğumuz-dan daha çok güçlenip, nefes alabildiğimiztek tük kalmış alanları da çok rahat bir şe-kilde yok edeceklerdi. Öyle olmadı! Öncetrafik kazası süsü verip üzerini örtmeye ça-lıştılar. Herkes arabanın tüm uyarılara rağ-men kitlenin içine doğru ve hızlıcasürdüğünü biliyordu. Halk içindeydi olayınve bizzat yaşamıştı. Yani başaramadılar.Buna rağmen durmadı kan akıtmaya dev-let. Bu sefer de başka bir senaryo yazdı.Çünkü halk gittikçe uyanıyordu, öfkeleni-yordu ve çoğalarak geliyordu. Daha dakorktular, başka bir çözüm üretmelilerdi,bahane sunacakları başka başka ölümler vebahane sunduklarını çok rahat bir şekildegösterebilecekleri başka ölümler. İnsanlara‘sizi istediğimiz şekilde öldürür ve katille-rini sizlerden koruruz’ diye korkutup sus-

turacaklarını düşündüler.Gaz fişeklerini atarkenbizzat insanları hedef al-dılar, gözlerini kaybe-denler ayaklarındanvurulanlar, mafya gibikorku salıp susturacakla-rını sandılar ve bir gençdaha öldürüldü kafasınayediği gaz fişeği ile. Netuhaftır ki akrepte üç kişi

olmasına rağmen kimin vurduğu bir türlübulunamadı, hatta bulunamamakla beraberüçü hakkında da her hangi bir işlem başla-tılmadı. Hem de tüm direniş süresince, bir-çok bilgiyi açığa çıkaran Redhack üçkişinin de ismine ulaşıp yayınlamasınarağmen hiçbir şey yapılmadı!İnsanlar artık yeni bir yaşamın mümkünolduğunu daha iyi görebiliyordu. Hatta buyaşamı bizzat Gezi Parkı’nda hayata geçir-mişlerdi. Kısa süreli de olsa birlikte büyü-dükçe, güçlendikçe saldırganlaşan herşeyden arınmış bir yaşamı tattılar. İnsanlar,birbirlerine yabancılaştırmaya çalışan, bi-reyselleştiren bu kirli sistemden bir süreli-ğine de olsa arınmış oldu ve birlikteyaşamın güzelliğini ve imkanını görmüşoldu..

Eli kanlı katiller ise denedikleri yollar işeyaramayınca, aslında altında direk bir teh-dit yatan bir ölüm gerçekleşti. Silah ile öl-dürüldü bir direnişçi. Artık gaddar yüzünüdaha net görebiliyorduk devletin. Gösteri-yordu. Aslında o silahı orada bulunan in-sanları koruması için üzerinde taşıyanpolis, silahını orada bulunan insanlara yö-neltecek kadar düşman bellemişti bizleri.Açıklamaları da bir o kadar trajikomikti.Polisin eline göstericilerin attığı bir taş

gelmişti ve silah ateşlenmişti. Artıkölümler sokağa çıkan halk kitlelerininüzerine yıkılmaya çalışılmaktaydı.Çünkü kendi kendileriyle çeliştikleriniiçeride tuttuklarını söyledikleri yüzdeelli de fark etmeye başlamıştı. Suri-ye’de ölen insanlar için üzülen devletkendi ülkesinde iç savaş çığırtkanlığıyaparak insanları öldürmekteydi ve buartık göze batar hale gelmişti bile. Buyüzden ölümleri kendi içimizde yapılanbir şey olarak göstermeye çalıştılar. Bizyapıyorduk ve suçu devlete atıyorduk.İçeride tuttuklarını söyledikleri yüzdeelli buna inanıp bize lanetler okuya-caktı. Yanımızda bizimle mücadeleeden insanı çelişkiye düşürebilecekle-rini sandılar. Fakat hepimiz doğrularıbiliyorduk. Artık insanlar bir olay oldu-ğunda polisi değil, direniş boyunca heryerde bir şeyler yapmaya çalışan Beşik-taş taraftar grubu çArşı’yı çağıracakla-rını söylüyordu. Artık insanlar var olan

kurumlardansa birbirlerine güvenmeyi ter-cih etmişti. İnsan daha çok özüne dönmeyebaşlamıştı ve bu yüzden bu olaylar taht sa-hiplerine daha bir korku salmıştı. Artıkdaha başka yollar bulmaya çalışacaklardı.Ama tek yumruk olarak kenetlenmiş insan-lar gereken cevabı vermeye daha bir hazır-lardı.

Silahta çare etmeyince iyice öfkelendiler,sinirlendiler, kinlerini kusacak yer bulama-dılar ve bir kardeşimizi sokak ortasındadöverek öldürdüler. O kadar acımasızlaş-mışlardı, o kadar gaddarlaşmışlardı ki,kendilerini o kadar çok yüceltmişler ve biranda bir vuruşla o kadar dibe çökmüşlerdiki bir yerden sıçrayıp olaylara dur demeyeçalıştılar. Fakat yıllardır zaten bir korku

Z V

AR

Page 5: Söz dergisi 11 sayı

5

imparatorluğunda yaşayan insanlar karşılarına di-kilmeye devam etti.

Üzerine sayısızca yalan yapıştırdıkları bir ölümdaha, çatıdan akrebin önüne düşen bir genç karde-şimiz. Yine kafasına gaz fişeği geliyor ve bulun-duğu çatıdan yere düşerek ölüyor. Nedense sadecedüşme anı videosu var. Üzerine türlü türlü yalanyapıştırılabilir lekelenebilir bir ölüm. Görünme-sede, kask numarası olmadığı gerekçesiyle buluna-masa da, bulunsa bile hak ettikleri cezayıalmasalar da, hatta bizlere koruma müdürü olarakatayıp bizlerle dalga geçtiğinizi sansanız da, ya-nında bulunan arkadaşları gibi bizlerde biliyoruzkatillerinin kimler olduğunu. Katil eli, yüreği, dilikanlı bu sistem ve onun günümüzdeki yansımaları-dır. Ve her günü ölüm günü olan, çocukları ölümedoğan bir halk. Kalekol yapılmasını istemeyipbarış isteyen bir kitleye jandarma ateş açıyor ve birgenç yaşamını yitiriyor. Sıkılan gaz aynı bibergazı, tayzikli su, coplar ve ölüm nedeni aynı. Artıkgörülmesi gerekiyor, tüm yabancılaşmaya karşı bi-linmesi gerekiyor ki, o insanlar yaşam alanları içinsokağa çıkıyorlar. Gezi parkını savunmak gibi,emek sinemasının yıkılmaması için direnmek gibi,tarihi bir garın yok olmaması için sokağa dökül-mek gibi. O insanlar da kendi yaşam alanları içinmücadele ediyor, sokağa çıkıp sesini duyurmayaçalışıyor ve vuruluyor. İnsanlar artık ölülerini öldükleri yerde bırakmaya-cak, o öldürüldüğü yerde de kalmayacak. Devamedecek bulduğu yolda emin adımlarla yürümeye.En azından artık susmayacağını göstermek isti-yordu. Çünkü sustukça kendi yaşamından kayıplarveriyordu; tarihi bir gar ve daha sonra tarihi bir si-nemayı yitiriyordu. Ormanlık alanları elinden alı-nıyor, yapılan HES’lerle doğası talan ediliyordu.Ama haykırdıkça haklılığını hiçbir güç önündeengel olamıyordu, birleşerek geliyordu. Onlar hep bir şekilde korktular bizden. Önce can-larımızı aldılar sonra katillerini mahkemeye pe-rukla getirerek bizden saklamaya çalıştılar. Öncekorkacağımızı susacağımızı sandılar, korkmayıncaişin ciddiye bindiğini anladılar ve onlar korkmayabaşladılar. Karşısında ölüleriyle birlikte tek birvücut olmuş insanlar duruyor ve bu onları korkutu-yor. Biz karıncalar tek tük olan böceklerin dünya-sında bir arada durunca birlikte olunca nasılsarsabileceğimizi hatta yeri geldiğinde yıkabilece-ğimizi de görmüş olduk. Bir arada oldukça kaza-nacağız!

Z V

AR

Ölenler DÖVÜŞEREKöldülerGüneşe gömüldülerVaktimiz yok onların matemini tutmayaAkın var güneşe akın,Güneşi zapt edeceğizGüneşin zaptı yakın!

Page 6: Söz dergisi 11 sayı

6

Birikmiş öfke, çok çeşitliydi. O yüzden doğal olarak bu isyan,biçim olarak bir kaos formunda başladı ve şimdi özünde tu-tarlılığı arıyor. İsyanın daha ilk günlerinde bu başkaldırının

neye karşı olduğu ve amacının ne olması gerektiğine dair tartışmalarmasa üstünde yerini aldığında, sokaktaki “kendiliğindenlik”, teorininkendisini pratikle sına-masıydı. Gerekli olantutarlılık kendisini ko-şulların belirleyicili-ğinde bulacaktır. Oyüzden tartışma, hare-ketin yönüne bakacaktevazüyü ve sabrı gös-tererek ve onunla kolkola ilerlerse eğer, tu-tarlılığa ulaşmak ko-laylaşır. Mesele neydimesela?“Mesela mesele:Yatak odama kadaruzanan elin,Arsız dilin,İnsanları öldürmeyekadar varan kinin,Özür bile dilemeyeengel olan kibrin!”…öfkesiydi bir kadınındiliyle. Mesele, misal-lerin, meselenin ken-disi olacak kadar, gündelik hayatı işgal etmesiydi. Mesele, bireyselhayata müdahalenin, bireyi çoğunluğa ezdirmenin, bir oy çokluğu-nun faşistçe kullanımındaydı mesela.Ama asıl mesele, yukarıda sayılanları mesele edinen bilinçten ibaretolmamasıydı öfkenin. Bugün sokakta, meselesinin adını koyma fır-satı bile bulamamış ama yine de bir derdin boğazlarından fışkırdığınıhisseden bir çoğunluk var. Onuncu Yıl Marşı söyleyenlerin ve tür-banlıların, kurt işareti yapanların ve sosyalistlerin, polis her ses bom-

bası attığında bir an ürküp anında devlete küfür edenlerin ve kadınla-rın, “ibn. Tayyip” diye bağıranların ve LGBT bireylerinin, tüm buçelişkinin ardında hepsini aynı güçle iten, çoğunlukla düşünce yerineduyguya dayanan bir güç var. Mesele, bu gücün, pratikte hedefini ta-nımlarken, zamanla kendi bilincine varacak olduğunu görmeye çalış-

mayan, sabırsız ve kendiöfkesinin sıkıştırdığıalanda sonuç görmek is-teyecek kadar bencil birideologlar azınlığınınhalkı küçümsemekle so-nuçlanacak bir yanlışideolojiye sürükleniyorolmasıdır. En başta dahaeylemin ilk günlerindeTürk bayraklı kitleyigörüp bunu CumhuriyetMitingleri ’ne benzetenve katılmama kararı alanbakış açısı, bu ülkenindinini hiçe sayan cum-huriyetçi bakış açısıkadar sakatlanmıştır. Buülke çoğunlukla bayra-ğını seven ve bir şekildedinini sahiplenen bir ül-kedir. Mesele, bayrağave dine dokunmadan, bukültürel kavramlara gü-

cünü veren üretim ilişkilerine dokunacak pratiği örememektir. Cum-huriyet Mitingleri, bir ideolojinin başka bir ideolojiye karşı kitlesinitoplamasından ibaretken, bu başkaldırıdaki kendiliğindenlik, henüzdüşmanının adını koyma fırsatı bulamamış bir çoğunluğun, bildiğiimgeye sarılmasıdır yalnızca.Mesele, halkın bilincinde yer edinememişlerin, doğrudan halkı suçla-yan bakış açısındaki üsttenliktir mesela. Oysa bu başkaldırıyı bir ilkyapan şey, tüm bu karma kitlenin ilk kez doğrudan devleti, otoriteyi,

Z V

AR

ÇAPULCUNUN DİYALEKTİĞİ

Onurhan Demirkol

Page 7: Söz dergisi 11 sayı

7

zor gücü reddetmesidir. Bu halkçı bir sürecin ilk ve aşılması en zorayağıdır. Aşılmış olan şey, doğrudan devlete ve polis baskısına karşı,korkuya karşı, sindirilmeye karşı büyüyen tepkinin, cumhuriyet tari-hinin en güçlü devlet gücü zamanında gerçekleşmiş olmasındaki di-yalektik sentezdir. Bunu göremeyen, tarihin gerisinde kalır.Asıl mesele bir devrimci için Marksizm’i anlamamak ve somut ko-şulların somut tahlilini yapmamış olmak değildir; ekonomik sınıfla-rın karakterini ve üst yapısal kurumların konumundaki değişiklikleritahlil etme fırsatı bulamamış bir geleneğe sahip olmak da değildirasıl mesele, ya da bunun sonucu olarak toplumuna arkasını dönerekmarjinalleşmek de değil, bunu sürdürmekteki konformizmdir asılmesele. Bu yönüyle bu mesele hepimizin meselesidir: Sorunun ger-çek adı, birbirimize bakışımızın gerçekliği doğrultusunda doğru ko-nulacaktır.Sorunun adı, şu an için tamamen üst yapısal araçlarla ilişkili. Ortayaçıkan öfke, var olan öfkenin çok küçük bir kısmı, kültürel bağlam-

daki görüntüsü yalnızca. Çünkü sistem hem kültürel hemde ekonomik biçimde sürdürdüğü baskı mekanizmasını,doğası gereği önce kültürel alanda tanımlanabilir kılıyor:tüm ideolojilerin adı bellidir, sistem yalnızca kendi ideolo-jisinin propagandasını yapar, ama ezilen kültürel kavram-ların da adı vardır. O yüzden de ezilen kültür, isyanınıkendi dilinde kurabilir. Dil, din, ahlak, yaşam biçiminedair tehditler, ideolojiye dair faşizan tutumlar, halkın birkısmını, bir bireysel yaşam özgürlüğü ideolojisi altındabirleştirdi ama öfkenin kendisinde bulduğu güç, zor gü-cüne karşı çıkma ve varlığını diretme güdüsüne dayalı. Buanlamıyla boyun eğmeme, cesaret gösterme tutumu, birtoplumsal değişmenin lokomotifidir. Fakat asıl büyüköfke, belirlenmiş bir ekonomik alanda halen devasa birpotansiyel şeklinde çıkacak yer arıyor. Eylemin kenarla-rında 8-10 yaşındaki tek başına geçen bir çingene çocuğuvar gücüyle kepenkleri tekmelerken çıkacak yer arayan

isimsiz öfke, kendisini yine bu eylemlerde yer yer gösteriyor: lüm-penlikle suçlanan ve fırsat bulduğu yerde isimsiz öfkesini dile getir-mek için yıkma ihtiyacı duyan varoş çocuklara iyi bakan, onlarındilini anlayabilir: Hiç bir zaman değişmeyecek bir ezilen olma kade-rinin, hep dışarıdan izleyecek ve yarı aç olacağını bilmenin, umut-suzluğun küfrüdür onun dili. AVM’lerin, hizmet sektörünün,fabrikaların, medyanın, hayatlarının tamamını asgari ücretle satın al-dığı milyonların içindeki saklı öfke, adını sınıf olmanın bilincindenalacak, sınıfın değişmez kaderindeki umutsuzluğun dile getirilmesin-den alacak.Bu çoğunluk, şu andaki eylemleri kazansalar da hayatları değişmeye-cek. Hayatlarının işten arta kalan zamanlarını, kafası faturalarıylameşgulken, bir AVM’de şuursuzca dolaşırken, barlar sokağındaki gü-rültünün içinden geçerken, hayat sandığı şeye katıldığını zannederekgeçiren kitle, umutsuzluğunun ve mutsuzluğunun adını koymak için,sistemin kültürel olanaklarını yıkıp aşmak zorunda. Gezi Parkı’na,

AVM mi yoksa başka bir yapı mı yapılacağındanemin olma gereği bile duymadan çıkan isyanın, şim-diye dek AVM olgusuna doğrudan tavır almamış birtoplum yapısından çıkmış olması ilginç bir tesadüfdeğildir. Dilin bilinçaltı vardır: “üç beş ağacı” ko-ruma isyanının bilinçaltında, varlığının tümden ser-mayeye peşkeş çekilmekte oluşunun kaygısı veisyanı vardır halkın; polisin, sermayedar azınlığınvahşi koruyucusu olarak tanımlanmışlığı vardır bubilinçaltında; kültürel bir kapitalist yemi tatmaktanvazgeçiş vardır.İşte bu yüzden şu an sokaktaki öfke, bir aşamadır; yı-kılmaz bilinenin yıkılma olanağıdır, adı konulmaya-nın adlandırılması sürecidir, çaresiz imgeleme çarearayışıdır, düşüncenin damıtılması için gerekli kafakarışıklığıdır, doğrunun adlandırılacağı kaos halidir,hakkın küfür şeklindeki antitezidir, senteze ulaşma-nın olası tek tezidir. Çapulcunun, baskı altındaki iler-leme olanağıdır.

Z V

AR

Page 8: Söz dergisi 11 sayı

8

Haziran Direnişi’nin zihnimizde en çok kalan, üzerine belki de ençok konuştuğumuz ve açık ara bizi en çok gülümseten kısmı el-bette duvar yazılarıydı. Devletin, iktidarın ve onun polisinin, kar-şısında ne yapacağını bilemediği, aciz kaldığı konuların başındageliyordu mizah dolu ve yaratıcılıkta sınır tanımayan duvar yazı-ları. 7’den 70’e Türkiye insanlarının ilgisini çeken ve bir kuşağıkalbinden yakalayan duvar yazıları. Direnişe damga vuran bu ya-zılar elinizdeki dergimizde de gördüğünüz gibi kendine epeyceyer buldu. Yüzünüze bir küçük tebessüm yerleştirebildiysek neala. Elbette içimizi yakan, haklı öfkemizi kabartan, cinsiyetçi kü-fürler içeren ve ya tasvip etmediğimiz duvar yazıları da vardı.Fakat dediğimiz gibi biraz gülümsemek için onlardan bahsetmeyidiğer yazılara bıraktık.

Peki, ‘’Çare Drogba’’, ‘’Al Sana Gündem’’, ‘’Rabbime SordumDiren Dedi’’, ‘’Huzur İsyan’dadır’’ diyerek siyasetle ve siyasetçi-lerle alay eden, ‘’Korkma la Biz Halkız’’, ‘’ Biber Gazı Cildi Gü-zelleştirir’’, ‘’Gazın mı Bitti Abisi’’ diyerek polisle dalga geçenve dergimizde de gördüğünüz gibi daha niceleri… Duvar yazılarıgeçmiş dönemin katı siyasi propaganda aracı iken nasıl bir evrimsonucu mizah dolu yeni versiyonuna kavuşmuştu? Nasıl bu kadarpopülerleşmiş nasıl direnişçileri ellerinde sprey boyalarla gezerhale gelmiştir?

Kişisel bir kanaatim olduğu ve hiçbir bilimsel veriye (en azın-dan şimdilik) dayanmadığını belirtmekle beraber ‘’duvar yazısıyazma arzusu’’ konusunda ki fikrim şu: Hepimiz ya da çoğumuzdiyelim küçüklüğümüzde bir dönem evin duvarlarını karalamışız-dır ya da karalamaya teşebbüs etmişliğimiz vardır. Bunun sonu-cunda da evdeki otorite figürlerinden azar işitmişizdir. Ve yineçoğumuz azar yeme korkusuyla bu arzumuzu içimize gömmüşüz-dür. İşte Haziran Direnişi’de korku duvarlarının aşılmasıyla buiçgüdümüz, bu içimize gömdüğümüz arzumuz gün yüzüne çıkmafırsatı bulmuştur. Buradaki otorite figürünün kim olduğundanbahsetmeme gerek yok herhalde. Kısacası psikolojik temelli oldu-ğunu düşünüyorum. Bu fikre mantıklı ve ya saçma diyebilirsinizama ben buldum, fikrimi seviyorum. Bu arada teorime deli saç-

ması der ve üzerime çok gelirseniz haberiniz olsun bir duvarınönünde spreyle bekliyorum. Yazacağım da bellidir. ‘’Allah’ınıseven defansa gelsin.’’ :)

Beğenin ya da beğenmeyin duvar yazılarının bu derece çoğal-masına ve popülerleşmesine şöyle böyle bir açıklama getirmişoldum. Peki ya mizah ögesi duvar yazılarına nasıl bu derecehakim olabilmiştir? Bunu da direnişteki hakim kuşağın –ki göreceaz tanınan yeni kuşak oluyor- yaşam tarzına bağlıyorum. Her-hangi bir şey yaparken eğlenmeyi, yaptıklarının sonuçları kadarönemseyen bir kuşağın duvarları sert siyasi sloganlarla doldur-ması beklenemezdi. Matrak adamlarız işte :)

Emma Goldman’ın sözüyle birazcık oynayarak bitirelim. ‘’ Eebiraz da gülemeyeceksek, neyleyelim devrimi.’’

Bu arada dergi için daha çok yazıya ihtiyaç var, mizanpaj işi var‘’Neredesin Sparataküs’’ :)

Z V

AR

NE YA ZSAK L A DUVARL ARA

Page 9: Söz dergisi 11 sayı

9

Barikat, bir yolu veya geçidi kapa-

mak için her türlü araçtan yararla-

nılarak yapılan engele denir. Gezi

olaylarında, dört tarafta kurulan barikatlar

devletin tomasından, akrebinden, polisin-

den kendisini korumaya çalışan insanların

ne bulurlarsa onlarla oluşturduğu engel-

lerdi. Kimsenin can güvenliğinin olmadığı

sokaklarda insanlar kendi güvenliklerini

barikatlarla, birliktelikle ve orantısız ze-

kâlarıyla sağladılar. Barikatın arkası kur-

tarılmış bölge olduğundan insanlar,

barikat oluştururken her şeyin sıkı sıkı vi-

dalandığı şehirlerde elektrik süpürgesi,

çamaşır makinesi, koltuk hatta banyo kü-

vetini dahi barikat oluşturmakta kullandı.

Barikata konulan bir çamaşır ma-

kinesi artık kirlenen elbiseleri temizleyen

değil de, elbise sahibinin can güvenliğini

sağlamaktan sorumlu tutuldu. Barikatı

oluşturan eşyaların bile sorumluluklarını

değiştiren bu durum barikatın arkasındaki

insanı değiştirmez mi?

İnsanlar tehlikede olan canlarını

barikat arkasında kendisine düşman belle-

diği devletten korumaya çalıştı. Kendisine

düşman belledi çünkü yıllardır farklı kı-

lıklara giren bu katil o gün makyajsızdı…

Tüm imkânlarıyla, gücüyle, ki-

niyle, etrafa öfke saçıyor, alıkoyuyor,

biber gazı fişeğiyle öldürüyor, palasıyla

üstüne yürüyor, gazıyla soluğunu kesiyor,

sopasıyla acımadan vuruyor, mermisini

gözünü kırpmadan sıkıyordu. Uzun za-

mandır biriktirdikleriyle, geçip giden

hayat öyle bir değişmişti ki; sokaklar, di-

yaloglar, dertler, ölümler… Bulunduğu or-

tamdan ayrı tutamayacağımız, o her şeyin

içinde, her şeyden etkilenen insan da de-

ğişti. Değişti çünkü aslında hep bildiği

ama bunlardan sonra emin olduğu, belki

de hatırladığı devletin ceberut yüzünü

gördü. Kendi gücünün yüceliğini gördü,

birçok imkanı olan devlet aygıtını nasıl da

öfkelendirdiğini, onun kendisinden kork-

tuğunu, birlikte olmanın verdiği cesareti,

pervasızlığı gördü. Bütün kavgaların ona

karşı yapılması gerektiğini anladı. Şehir-

lerini, sokaklarını, insanlarını tanıdı..

Tüm bu değiş imler le ölü top-

rağı üzer inden atan; kadınıyla , erke-

ğiyle , çocuğuyla , yaşl ıs ıyla

gençleşen insanlar hiçbir zaman es-

kis i gibi olmayacakt ı r. Çünkü neden

barikat kurduğunu?, Kiminle karş ı

karş ıya geldiğini? Öfkelendiğinde

yüzyı l lardır insanl ığın i l le t i o lan

devlet i nası lda köşeye s ıkış t ı rdığını ,

bar ikat ın arkasında onun tam karşı-

s ındayken nası l da dik durduğunu el-

bet te unutmayacakt ı r.

İnsanlar, kendi güçlerinin yüceli-

ğini öğrendiler, ellerini taşın altına koy-

dular. Sahip oldukları gücün yüceliğinde

karar kılmanın sorumluluğu altına girdi-

ler.

Z V

AR

BİR HARİKA DOSTUM!BU BARİKAT

Page 10: Söz dergisi 11 sayı

10

Bu bir klavye hikâyesidir. Desekbaşlama noktası için en azındandoğru bir tespit diyebiliriz. Geziolayları halkın öfkesinin yanı sıradiktatörün diktatörlüğünü de apa-çık gözler önüne sermiş oldu.

Başta yaklaşık 50 kişilik bir çevreci gru-bun olduğu gezi parkında, BDP İstanbul milletve-kili Sırrı Süreyya Önder’in de kepçenin önünegeçip durdurmasıyla medyaya yansıyan olayda biranda beklenmedik bir şekilde tüm Türkiye’nin tep-kisini çekti. Bu ülke de birçok ağaç kesildi hattaölümler bile bu noktaya getiremezken halkı 3-5

ağaç getirdi demek son derece yanlıştır. Bir öfke-nin patlama anı demek daha doğru olacaktır. Peki,bu noktaya kadar gelmesi nasıl oldu? Her iş içinörgütlülük yani birlik gereklidir. Bu örgütlülüğügençler oluşturdu. Hem de hiç beklenmeyen birgençlik. Bilgisayar başında, klavye gençliği, asos-yal gençler diye ümitsiz bakılan gençlik fitili ateş-ledi ve 3,5 milyon kişiyle sokağa inildi.

Twitter üzerinden örgütlenilerek büyü-yen bir isyana dönüştü. Milyonların öfkesi sokağadökülmeye, polisin, AKP’ nin, devletin karşısınabaşları dik, haklarını almak için dikildiler. Twitterda #direngeziparkı en çok kullanılan tag yani etiketolarak kullanıldı ve günlerce kaldı. Tabi sadece budeğil birçok tepkili etiket sürekli gündemde kaldı.Direnişin olduğu her yer için bunun gibi etiketlerkullanıldı. #direnankara, #direnizmir, #direnar-mutlu, #direngeclikparkı gibi birçok şehir, semt vepark için yani çatışmaların olduğu her yer için kul-lanıldı ve tüm Türkiye’nin gündeminde yer aldı. Ençok konuşulanlarda yer almaşı birlikteliği göster-mekle birlikte bu bilgiler tüm herkesin haberdar ol-masını ve katılımın artmasını sağladı.Twitter da

siyasi bir olayın bu denli günlerce hatta aylarca ko-nuşulması binlerce kullanıcının canlarına tak ettiği-nin bir göstergesidir. Twitter’ı olanlar bilir 3-4 taneen az futbol fanatiklerinin o ilk 10 gündem liste-sinde takımlarının adını geçirme yarışı olan, takipçiarama etiketleri, diziler vs siyasetten uzak etiketlerledolu olur. Ama gezi sürecinde her zaman yer aldıhatta neredeyse 10 etikette gezi olayları yer buldu.3-5 ağaç için bu kadar gündemde olmayacağı açıktır.Gezi olaylarının bir özgürlük isyanıdır. Buna doğakatliamları, cinsiyetçilik, eğitim siteminde ki bozuk-luk, içki yasağı, dil yasağı, kültür yasağı gibi hertürlü özgürlük isteklerinin birlikteliğinin öfkesidir.

Her türlü haberlerin, olaylarınanında paylaşıldığı twetterda polisle-rin, sivillerin, palalı adamların şidde-tini, eylem saatlerini, eylemfotoğraflarını, barikatları, duvar yazı-ları gibi birçok olayın anında payla-şılması, Türkiye’nin hatta Dünya’nıngörmesi; öfkeyi, haklılığımızı göster-miştir. Korku değil cesaret vermiş;sokaklar dolmuştur.

Facebook yapısı bakımıyla arkadaşlarınınve beğendiğin sayfalarının paylaştığı haberlerdenbaşka bir haber alma kısıtlığı olduğu için Twitter’ıngerisinde kalmıştır. Tabi doğru sayfaları beğendi-ğinde haber bazında geri kalmamış fakat insanlarıntepkisinde bir eksiklik kalmış olacaktır. Açlık grev-leri için açılan “açlık grevi postası” grevin sonuç-lanmasıyla adını Ötekilerin Postası olarakdeğiştirmiş ve gönüllü muhabirlik çerçevesindehaber paylaşımında bir fenomen olmuştur. Defa-larca kapatılan ve hala kapatılan sayfa sürekli takip-

çisini bulmasını bilmiştir. Bu da doğru bir iş yaptık-larını ve doğru haber almanın ne denli büyük bir ih-tiyaç olduğunun bir göstergesidir. Yine gezi olaylarıiçin“ diren gezi parkı” adıyla açılan sayfa örgütlen-menin başka bir ayağını oluşturmuştur. Dergimizinsayfası olan “Söz Dergisi” sayfası da her zaman ol-duğu gibi güncel haberlerin paylaşıldığı bir sayfaolarak elinde geldiğince bilgi paylaşımını artırmıştır.

Twitter, Facebook gibi sosyal medyanın yanı sırabirçok sitelerde, forumlarda konuşulmuş ve tartışıl-mıştır. Ekşi sözlükte bu süreçte tartışma ve bilgipaylaşım konusunda birçok başlıkta konuşulmuştur.

Sosyal medyanın etkisi muazzamdır. Birçok gözaltı, tutuklama, işten atma, yaralanma veölümlerle devam eden bu süreçte bunu durdurma-nın yolunu hükümet şiddetle, yasakla ve haksızlı-ğını kabul etmeden bastırmak için bir çok farklıyönteme girişmektedir. Baskıyı baskıyla susturmak,ateşi ateşle söndürmeye benzer yani imkânsızdır.

Sosyal medya da yazdığı yazı yüzündengözaltı sayısı 150’ye yaklaşmıştır. Veya işten atılankesimden insan bulunmaktadır. Buna sanatçılar, ga-zeteciler, oyuncular hatta Leyla ile Mecnun dizisiniyayından kaldırmaya kadar giden bir baskı politi-kası.

Sosyal medyanın öneminin herkes farkın-daydı bu denli siyasi bir örgütlenme beklenmiyordusadece. Hükümet daha önce birçok olaya tepki ola-rak önemli siteleri hacklemiş, hükümetin yaptığıyolsuzlukları, sakladıkları belgeleri ortaya çıkaranmuhalif hacker gruplarına karşı 200 kişilik siberordu kurarak internete el atma ihtiyacı duymuştur.Tabi birçok siteleri, hesapları, sayfaları, grupları ka-patmanın yanı sıra, 6 bin kişilik kendi ideolojisini,yalanlarını, provakasyonunu sağlaması için sosyalmedyayı paralı sahte profillerle doldurmuş du-rumda. Korkuları her noktaya ulaşmış ve bunun içinbizlerin yani herkesin olduğu gibi vergileriyle yapıl-maktadır. Benzinin 5 tl olmasının sonucu iyi hiz-met yerine bu tarz baskıcı uygulamalarla geridönmektedir. Fakat konumuz şu anlık bu olmadığıiçin bu konuyu açmıyoruz.

Peki, sosyal medya neden bu kadar kulla-

nılıyor. Türkiye de neler olduğunu merak eden

neden tv kanalları yerine sosyal medyaya bakıyor?

Bu konu ayrı bir başlık altında bu sayımızda değer-

lendirdik.

Haber alma hakkımız engellenemez! Öz-

gürlüğümüz engellenemez!

Z V

AR

KLAVYE ŞAHA KALKTI!

Page 11: Söz dergisi 11 sayı

11

İnsan, varoluşundan itibaren birlik ve beraberliğe, ortak ha-reket etmeye içgüdüsel olarak eğilimlidir. İnsan bir gruba, bir kim-liğe ait olmak ister ve bu isteği gerçekleşince kendisini daha güçlühisseder. İster ortak hedefler, ister ortak çıkarlar, isterse taraf seçmekolsun tüm bunların altında bu içgüdüsel yanımız yatar. Taraf olmak,taraf tutmak, taraftar olmak bu olgunun bir parçasıdır. Bir mücade-lede bir tarafın galip gelmesini dilemekten çok daha fazla anlamifade eden taraftarlık ülkemizde nasıl gelişmiştir? Devletin de des-teklediği ve gelişmesine büyük katkı verdiği örgütsel yapılardan olantaraftarlık nasıl olmuştur da Haziran Direnişi'nin en önemli halkala-rından biri haline gelmiştir? Yukarıda da söylediğimiz gibi taraf tutma içgüdüsüyle ortaya çıkantaraftarlık, devletin şehir takımları oluşturup, bunları maddi ve man-evi olarak desteklemesiyle doruğa çıktı. Devlet, futbol takımlarınındolayısıyla taraftarlık duygusunun ilerlemesine büyük önem verdi.Çünkü futbol afyondu, futbol sayesinde insanları uyutmak, duyarsız-laştırmak mümkündü. Bunun yanında devlet tribünlere kendi sa-vaşçı, ırkçı ve şovenist yanlarını taşıdı. Asker selamlarının verildiği,mehter marşının çalındığı, intikam haykırışlarıyla geçen birçok fut-bol maçı yaşadık. İnsanların bu uğurda birbirlerine düşman olduğu,birbirlerini yaralayıp öldürdüğüne dahi şahit olduk. Futbolun içinegirmek için harcanan çabanın nedeni yalnızca bunlar da değildi.Devlet ideolojisinin yaşatıldığı futbol bir spor dalı olarak içi boşaltıl-mış, büyük paraların döndüğü bir sektöre dönüştü.Ancak son yıllarda siyasetin futbola gözle görülür şekilde müdahilolması, ortaya çıkan şike ve yolsuzluk olayları futbolu gerçektenseven ve takımına can-ı gönülden bağlı insanların bu durumu sorgu-lamasına neden oldu. Devlet, kendine yedeklediği ve birçok yöndenfaydalandığı taraftarlık olgusunu, yaşattığı sistemin sınırsız sömürü-süyle, karşısında olacak şe-kilde değişmesine sebepoldu. Kapitalizm doğasıgereği sürekli artarakfayda elde edemediğidurumda kendi elle-riyle yarattığı bir şeyde olsa düşman edin-mekten çekinmez, çe-kinmediler.Sonuç olarak futbolafyon olmaktan çık-maya başlamış, siya-setin futbola çeşitlimüdahaleleri sonucu kit-lelerin uyanmasına aracıolmuştur. İnsanlar, fut-bolda yaşanan haksızlıklaraduydukları öfkenin yanına top-lumda bir birey olarak karşılaştıklarıhaksızlar da eklenince artık bir direniş vediriliş kaçınılmazdı. Gezi Parkı'nda polisin gadrine uğ-rayan insanlar cevabı sonraki günlerde örgütlü olduğu, kendini birbileşeni olarak gördüğü, söz sahibi olduğu taraftar gruplarıyla hare-

ket ederek, Gezi Parkı direnişlerinde yer alarak vermiştir. O güne dekbirbirlerinin renklerine dahi tahammül edemeyen siyah-beyazlılar,sarı-lacivertliler, sarı-kırmızılılar, kırmızı-yeşilliler, bordo-mavililerve niceleri artık omuz omuza verip direnişte önemli bir unsur oldu-lar. Örgütlü olmalarından kaynaklanan güçlerini kullanan taraftargrupları korku duvarlarının aşılmasında ve kitlelerin büyümesindeönemli katkılar verdi. Taraftar kimliğini diğer kimliklerin üstündegören insanlar bu grupların çağrısıyla, alt kimliklerinde birçok farklı-lık olmasına rağmen bir araya gelip mücadele edebilmiştir. Bu müca-

dele bir mesajdı iktidar güçlerine. Yeşil sermayegelirlerine, yeşil sahaları teslim et-

meme çağrısıydı. Siyasetinkirli ellerini futboldan çek-

mesini istemekti bu dire-niş. Hepsinden öte, faşistdiktatör rejimlerin halkıuyuşturmak için kullan-

dıkları 3F'den biriolan futbol, uyuştu-rucu olmaktan çıkıp

günümüzde direni-şin en büyük sim-gelerinden birihaline gelmiş; is-tenildiğindeoluşturulan bir-likteliğin vemücadelenin

ne kadar önemliolduğunu ortaya

koymuştur.

Z V

AR

TT AA RR AA FF ’’ TT AA RR LL AA RR KK AA RR ŞŞ II TT AA RR AA FF AA

Page 12: Söz dergisi 11 sayı

12

Z V

AR

Ulrike Meinhof; Gerillaların Tarihleri Vardır

Evren Barış Yavuz

İnsanların bir tarihi vardır. Gerillaların ise başka ta-rihleri… Başka zaman tanımları vardır onların.Kentlerin devasa uğultusunu çığlıklarıyla yırtanların

bambaşka bir tarihleri olur.İyi ki doğdun Ulrike. Bir asrın orta yerine kurulmuş birsaat gibi, hoş geldin. Kalem ve kabza arasında bir medcezir. Senin dalgın ve kırık fotoğraflarına bakıyoruzuzun. Alışveriş mabetleri yükseliyor. Büyüyor düzeninküstah yapıları, ışıltılı binaları büyüyor.İyi ki Ulrike. Sen savaştın. Bizimkiler gibi soluksuzcasavaştın, bizimkiler gibi yepyeni bir insanı müjdeleyereksavaştın. Bizim metropol kıyılarında ıssız ve geçimsizsolgunluğumuza bir yanıt verdin. İşte mülteciydik, iştegöçmen işçiydik, işçi yetimhane çocuğuyduk, işte masabaşı işlerde solmuş genç kızlardık. Sen bize bir yanıt ve-rebileceğimizi müjdeledin. İyi ki. Sen Ulrike.Ulrike. Dünyanın üzerine bırakılmış bir molotof kok-teyli. Düşürülmüş bir tetik, kasılmış bir kol, dikilmiş birgöz. Milyonlarca asinin kan damarlarının demirden ağırnabzı. Seninle atan, seninle yırtılan, seninle kan olup at-laslara boşalan… Bizdik Ulrike. Yoldaşındık. Aşk olsun.İnce bir sızı gibiydin. Ulrike iyi ki. Senin soluk verdiğinöyküyü biz mayamıza kattık. Bir serüven, bir ateşliheves değil… Bir iman. Bir kara imandır bizim bu yaşa-dıklarımız. Biz şimdi işçilikte, işsizlikte, çarşılarda,okullarda, tımarhanelerde, yetimhanelerde bir ülkeyiz.Bir tanımız biz. Bir aşk, bir kahır, bir ömür parçalanma-sıyız Ulrike.Boğucu masalar, geveze entelektüeller, kalın kitaplar…Yok Ulrike. Bize bir lanet gerekli… Bize delice sebeplergerekli Ulrike.Dik durmak için. Dimdik. Bir çağın yüzüne tükürebil-mek için… Ulrike, senin vazgeçişin gerek bize, seninkadim sabrın, delice sabırsızlığın, yüzünü bir dağlı ak-şama bırakışın lazım bize.Ulrike. Biz kuyuların dibine doğduk.Savaşa doğduk, iç.İtilip kakılmaya doğduk, aç.Uzun yollara doğduk, karlı.Ölmüş babalara doğduk, genç.Dövülmüş ablalara doğduk, narin.Doğduk intikamlara, doğduk isyanın kırık sesine, yıkılan

duvarlara, yenilen dostlara, dünyanın en esmer halkınınaçılmış göğsüne doğduk… Açılmış göğsüne!Ulrike sen doğdun. Senin doğum gününü kutluyoruz,zindanlarımız dolu, sokaklarımız pusu, evlerimiz dağı-nık, kuşlarımız fırtınada. Bu nasıl bir dem, bu nasıl dev-randır Ulrike. Senin elinden tutup yürüdüğümüz bubüyük kentlerin canını yakacak şeyi bulduk. Bu kentleri,bu düzenleri, bu dirlikleri… Bu kahredici yalan ve al-çaklık düzenlerine yanıt verecek iksiri seninle bulduk.Doğdun bize bir hediye. Bize bir imla vererek… İyi ki.Silahlara veda. Silahlar bize veda etmezken. Ulrike. İyiki doğdun. Sen bizi ellerinle örttün. Silahın bırakılacağızamanlardan söz ediyorlar. Oysa silahların üzerindeayakta duruyor bu dünya. Sorun silahların demiri değil,barutu değil, ateşi değil, mermi değil, çekirdek değil,tetik değil! Bilmiyorlar Ulrike.İnsanın yarattığı o vuruş gücünü bilmiyorlar Ulrike.Cümle silahtan daha tahrip edici, bilinen en saklı, en sa-yılmaz silah. İnsan. İnsanlaşmak isteyen o sızı dervişi.Sızısını, tanıklığını, adaletini, biriktirdiklerini zerresiyledamıtan, insan… İsyan.“Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla…”demişti Ece Baba. Buldu. Şimdi o silahları kim bırakırUlrike, kasılmış bir beden, tüfekleşen bir öfke nasıl bıra-kılır, ateşten bir silahı kim tutabilir ki bıraksın…İnsanların tarihleri vardır; üç kuruşlar, iki koltukları, bir-kaç anahtarları, yağlı tabakları, ütülü giysileri, direnme-siz bakışları vardır.Gerillaların tarihleri vardır; kuş lokmaları, kuru ekmek-leri, uyudukları kardeş omuzları, onları öperek uyandı-ran rüzgârları vardır.Ulrike vardır.İyi ki.Doğdu.“Nereden geliyoruz? Ayrı ayrı bitişik evlerde izole ol-maktan, beton varoş şehirlerden, hapishane hücrelerin-den, yetimhanelerden ve özel ünitelerden, medyanınbeyin yıkamasından, tüketicilikten, bedeni cezadan, şid-deti reddeden ideolojiden, depresyondan, hastalıktan,rezaletten, utançtan, insanların alçalmasından, emper-yalizm tarafından sömürülen bütün bir halktan geliyo-ruz.” Ulrike Marie Meinhof

Page 13: Söz dergisi 11 sayı

madem güllerayrıldı dallarından,

o vakit çiçekçilerin değilkadınların olmalı.

i.a.özkul

13

Z V

AR

devletin yaşam alanlarına müdahalesine, iktidarın kişiliğe, beden-lere, varoluşa yoğun saldırılarına karşı kadınların ‘’yeter’’ diyerekkendilerini sokağa atmalarının üzerinden üç ay geçti.

kırmızılı kadın, tomanın önünde cesurca duran siyah elbiseli kadın,başbakana ‘’soru’’ soran muhabir kadın, başbakan-taksim dayanış-ması görüşmesinde başbakana hesap soran sendikacı kadın, gazdangöz gözü görmezken elindeki spreyle size yardım etmek için çırpı-nan kadın, ‘’küfürle değil inatla diren’’ diyerek duvarlardaki cinsi-yetçi küfürleri silen kadın, tüm bunlara ve direnişçilerin yarısındanfazlasını oluşturmalarına rağmen ‘’biz de varız’’ demek zorunda bı-rakılan kadın…

haziran direnişi’ni kadınların hesabına yazmak için çok fazla ne-denimiz var. peki kadınları türkiye yakın tarihinin en önemli olayla-rından birinde başrol oynamaya iten sebepler neydi? çok uzaklara gitmeden tarihimizde kadınlarla ilgili neler olduğunaşöyle bir bakarak başlayalım.elbette kadın cinayetleri bu tablonun en acı taraflarından, rakamlaradökerek için vahametini matematiksel boyuta indirgemek istemiyo-rum. ‘’erkeğin sevgisi her gün 3 kadın öldürüyor’’ sloganı hala akıl-larda. ayrıca yaşamasına ‘’müsaade’’ edilen fakat tüm yaşamıboyunca taciz ve tecavüzün ağırlığıyla yaşayacak olan kadınlara aitveriler de maalesef hiç iç açıcı değil. ayrıca toplumsal baskılardan,korkudan, ve ya başka sebeplerden taciz-tecavüz vakalarını dillendi-remeyen kadınları da düşününce işin ne derece korkunç boyutlardaolduğunu bir nebze olsun anlayabiliriz.kadına karşı uygulanan fiziksel, toplumsal, psikolojik şiddet ileberaber kadının hayatının her alanını işgal eden ataerkil sis-tem ve onun devlet ile bütünleşikliği, tabiki ataerkil sis-tem ve onun devlette vücut bulması çok uzun birgeçmişe dayanıyor fakat ilk defa kadınların gözündebu kadar belirginleşiyor. bunu başbakanın söylemle-rinde tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz. sezeryan, kürtajtartışmaları sırasında söyledikleri, kadın eylemci hak-kında ‘’kız mıdır kadın mıdır bilemem’’ söylemi vehafızalarımız da yer etmiş daha onlarcası… Tümbunları düşününce kadınların isyan etmesi çok do-ğaldı. Fakat yine de tüm bunları bilimsel bir temeleoturtmakta fayda görüyorum. kitlesel eyleme katılımkonusunda çeşitli teoriler mevcut, bunlardan biri –kibizim üzerinde duracağımız- sosyal psikoloji kuramı-dır. bu yaklaşıma göre kitlesel eylemlere katılım neden-leri üç temel nedene dayanıyor. birincisi bireyinkendini ait gördüğü grup-kimlik üzerinden hisset-tiği adaletsizlik duygusu, ikincisi bireyin ogrupla-kimlikle kedini özdeşleştirme dere-cesi ve üçüncüsü ise bireyin kendini ait his-settiği grup-kimlik üzerinden algıladığıyeterlilik hissi. Şimdi bu sebepleri

gezi parkı direnişi ve kadınlar üzerinden incelemeye çalışalım.türkiye’de yaşayan bir kadın yine aynı coğrafyada yaşayan bir er-

kekle kendini kıyasladığında bir eşitsizlik, adaletsizlik olduğunu dü-şünebilir ve bunun bir haksızlık olduğu çıkarımını yapabilir.haksızlığı giderme duygusu eyleme katılmayı tetikleyebilir. fakatkadın bu topraklarda ‘’doğal olarak’’ birçok haksızlığa uğramasınave bunları görmesine rağmen neden bu haksızlıkların bir kısmı ko-lektif eylemlere sebep oluyorken bir kısmı olmuyor? Bu sorunun ce-vabı duygu ve aidiye . kendini tam anlamıyla ait hissettiği grubunhaksızlığa uğradığına inanan birey öfke geliştirir ve bu öfke eylemekatılımın ana nedeni olur. grupların direnişe neden katıldığını açıkla-maya çalıştık fakat ortak kimlikleri kadın olanların bir kısmı eylem-lere katılmayı yeğlerken bir kısmı katılmamayı tercih etti. neden? busorunun cevabını kuramın ikinci maddesi yani kendini ait hissettiğigrupla özdeşleştirme derecesi açıklıyor. şöyle ki yukarıda da söyleği-miz gibi eyleme katılım için adaletsizliğe uğramış bir grup ve sizin ogrupla kendinizi özdeşleştirmeniz gerekiyor. işte bu özdeşleştirmeninderinliği sizin eyleme katılım gösterip göstermeyeceğinizi belirliyor.yani kadın kimliği geçirgen –istenildiğinde sökülüp atılan- bir kimlikdeğildir. bu nedenle kendiniz kadın kimliği içine koyanlar ve kendinikadın kimliğiyle özdeşleştirenler ayrılıyor. bu da kadınların eylemekatılım kararını belirleyen bir etmen oluyor.

peki, gezi parkı direnişinin farkı neydi? sorumuzu netleştirirsekbazı kadınlar başbakanın söylemleri olsun, kadın cinayetleri, taciz te-cavüz vakaları karşısında ses çıkarıyorlar ve tepki gösteriyorlardı

ama hayatları boyunca pek de eyleme katılmayan ka-dınlar gezi parkında ne gördü? Kuramımızın

üçüncü ve son bölümü olan bireyin ait hisset-tiği grup üzerinden algıladığı yeterlilik hissibu sorumuza bir cevap teşkil edebilir. şöyleki kadın kavramı bu süreç içerisinde politik-leşti, daha doğrusu politik yönü öne çıktı.

kadınların feminist kadın, solcu kadın vs. ola-rak değil gezi parkı kadınları olarak algılan-ması ‘’bu sefer yapabiliriz’’ hissiyatıoluşturdu ve kadın katılımın artıran temelsebep oldu. belki de bir kadının direnişinardından neyi özleyeceksiniz sorusuna ver-diği cevap yukarıdaki tüm yazılanlardan,

analizlerden çok daha açıklayıcı‘’sokaklarda saatin kaç, saat kaçta hangi sokağın

karanlık hangi sokağın güvenli olduğunu, oturdu-ğum yerden kaçta çıkarsam eve gidebileceğimi dü-şünmeden sokakta olmayı özleyeceğim.’’

belirtmek lazım bu yazı sınırlı bir zihinsel kap-asitenin ürünüdür ve hata yapmak göze alınarak

kaleme alınmıştır.

hh aa zz ii rr aa nn kk aa dd ıı nn ll aa rr ıı

Page 14: Söz dergisi 11 sayı

14

Medya ölü doğdu, Türkiye cenazesini gezide kaldırdı. Medyanın hiçbir toplumsal olayı, bir isyanı, doğru ve yaistekli yayınlamadığı ve yayınlayamıyacağını muhalif olarak adımız gibi biliyorduk. Gezi olaylarında tüm Tür-kiye görmüş ve ikna olmuştur. İkna olmak için birazda işin içinde olmak gereklidir. Yaklaşık olarak 4 milyon kişisokağa çıktı bizzat içinde yer alan bir durum medya tarafında gösterilmedi ya da kötü olarak gösterildi. Tüm Tür-kiye bir şeyler olduğunu biliyor ama medyadan göremediği için sadece 4 milyon değil milyonlarca kişi medya-nın halkın yanında olmadığını görmüş oldu. İlk 3-4 gün medyadan hiçbir haberin yer almadığını ve bunatepkilerin artması sonucu dayanamayıp bu seferde olayları sahte haberler, pasifize eden haberler yer bulabildiazda olsa. CNN Türk penguen belgeseli verirken sokakta çatışma vardı. Diğer kanallarda diziler, programlar var-ken sokakta yaralılar vardı. Eylem ortasında haber yapan bir medya kanalının haber muhabiri şu şekilde anlatı-yordu olayı” marjinal gruplar” diye söze giren ve bunu duyan marjinal olmayan bir vatandaşın ensesine şaplakatması iyi bir cevap olmuştu.

Bu olaylar karşısında kayıtsız kalamayan onlarca medya görevlisinin de işine son verildi. Gezi olaylarınasempatiyle bakıyor diyerek işten atılan medya çalışanları dahi oldu. Toplumsal olaylardan bu kadar uzak, satıl-mış, yandaş medyada çalışmak istemeyen onurlu çalışanlarda istifalarını verdi.

En son nokta olarak Kanal D’nin yaptığı Hasan Ferit Gedik’in ölümü üzerine haber pes dedirtti. Uyuştu-rucu çetelerini mahallesinde istemeyen Hasan’ın buna karşı mahallelinin yaptığı eylemde çetelerin açtığı ateşle 6kurşunla öldürülme haberini. Uyuşturucu pazarlığında anlaşmazlık sonucu öldürüldü demesi acizliklerinin çokaçık bir göstergesidir.

Medyanın bu kadar hükümetten korkmasının nedeni devletleşen bir partinin olması, güçlü bir partinin ol-masıdır. Ama artık sonunun geldiğinin bir göstergesidir bu Gezi olayları. Medya için AKP ve ya CHP fark etmez.CHP’nin lider olması durumunda her medya ona göre şekillenecek yine halktan uzak bir konumda devletçi biryerde konumlanacaktır. Asıl mesele paradır. Kapitalizmin gereğidir bunlar; şirketler, medya, holdingler iktidarlabağlantılı, anlaşmalıdır. Klasik gelecek belki ama gerçek budur, sömürenler ve sömürülenlerin olacağı bir sis-temde yaşıyoruz. Halk ezilecek ki birilerinin banka hesaplarındaki rakamlar büyüsün.

Medya Geziden önce nasıldı ? Düşünmek gerekli bizlere neler gösterdi, neleri kötü neleri iyi, nelerleuyutup, nelerle beynimizi öldürdü. Bizlere dillerini, kültürlerini isteyen Kürt’leri terörist diye gösterdi. Alevileriahlaksız diye tanıtan medya aynı medya. Geziye katılanlar sadece Aleviler, Kürtler veya solcular değildi. Buöfke herkesin isyanıydı. Kürt’ün olduğu kadar Türk’ün de, Sünni’nin olduğu kadar Alevi’nin de, Rum’un oldukadar Çerkez’in de , kadının ,erkeğin olduğu kadar eşcinsellerinde eylemiydi. O yüzden Türkiye’nin her kesi-mine ulaşan ve medyayı da, polisi de, devleti de, AKP’yi de isteklerimizi, özgürlüğümüzü hatta canlarımızınönemsiz görmelerinin tam anlamıyla yüzlerimize açık şekilde çarparak göstermesi oldu.

Artık farklı bir Türkiye var! Daha bilinçli ve bu yüzden daha öfkeli bir Türkiye!

Z V

AR

AANNAA AAKKIIMMIINNII

AALL GGİİTT

Page 15: Söz dergisi 11 sayı

Z V

AR

Geziden yola çıkarak birçok noktayı tekrar düşünmek zo-runda kalırken kafamızda soru işareti yaratan meseleler-den birisi de sanatçılardır. Mesele gezi de sorgulanansanatçı kavramıysa sanatçı, doğası gereği muhalif, gör-evi gereği halkın önünde yerini almalıdır. Bu vesileyle

de geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Tuncel Kurtiz’i ve onun naza-rında tüm diğer Devrimci Sanatçıları onurla anıyorum.

Sayılıdır hafızalara kazınan sanatçılar. Belki üç belki beş tane-dir sayılacak isim. Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Kazım Koyuncu belkibiraz daha ama liste inmez çok fazla aşağılara… Bu ülke de herkesinbir anısına eşlik etmişlerdir kimi acılara kimi dertlere, aşklara. Kurtizde gerçek bir sanatçıydı hem duruşuyla hem de yaptıklarıyla. Hep ezi-len mazlum halklardan yana taraf edindi kendini. Para, şöhret kaygısıçekmeden ne kadar işi olursa olsun öncelikli derdi hep halkı oldu. İşinihakkıyla yapan Kurtiz namı değer DAYI’nın duruşu netti hep Devrim-ciydi. Günü geldi ölüm orucu gazileri için çıktı sahneye gah şiir okudugah sözü hançer eyledi vurdu yerden yere. Seçim vakti ‘’başkaları’’gibi tarafını söylemekten çekinmedi tarafı halkın tarafıydı bağımsız

adaylara destek istedi. Emek sinemasının yıkımına direndi. Daha çoksayarız da mesele Dayı’yı övmek değil duruşundan sanatçı kişiliğin-den bahsedebilmekte. Biraz buradan bakmak lazım geziye katılan sa-natçılara. Kazım Koyuncu’ nun Karadeniz sahil yolu için çabaları, bölgedekikanseri gündeme getirmesi, sorulduğunda tarafını net söylemesi. Kürt-lerin medyada karalanıp terörist ilan edilmeye çalışıldığı dönemdeAhmet Kaya’ nın ‘’Kürt Mücadelesini Destekliyorum Kürtçe biralbüm yapmak istiyorum’’ demesi nasıl bir sanatçı duruşunun örne-ğiyse. Bugün de Gezi Park’ ı sanatçılar için bir turnusol kağıdıydı.Ülke böyle baştan sona toplumsal bir olayla sarsılırken, sosyal medyasadece geziyle çalkalanırken ve sokaklarda insanlar barikat kurarkentarafını seçmeyip orta yolculuğu oynayanlar Tayyip’ten ve ya onun hü-kümetinden yana tarafını seçenler aynı çöplüğe gidecektir. Bizlerle bir-likte alanlarda olan bizimle birlikte çadırlarda kalan barikatlarda nöbettutan sanatçılar elbette ki unutulmayacaktır ve sadece onlar halkın sa-natçılarıdır.

İster geziye katılan dizi oyuncularından ötürü diziyi yayındankaldırın, ister programları iptal edin, ister twiter hesaplarını silin. Sos-yal ağlarda ve medyada yapılan bu karalamalarla ‘onları tanıyın görün’gibi sanatçıları tecrit etme çabaları boşa düşecektir. Nasıl ki bugünAhmet Kaya’lar unutulmadan hala dinleniyorsa. Bugün bu duruşu gös-teren sanatçılar diğerlerinden ayrı bir yerde duracaklardır.

Diğer yandan hükümet ne zaman yalanlarını halka inandırmakistese her fırsatta sanatçılara yönelmiştir. Çünkü sanatçı yaptığı sanat-tan ötürü halkın saygısını kazanmıştır. Malum ki akil insanlarda da açı-lımlarda da seçimlerde de kendi sözcülüğünü yaptırmak içinsanatçıları kullanmak istemesi sonucu ret cevabı alınca epey zorunagitmiş olacak ki hemen çizilen karizmasını toparlamak için UstanınHikayesi diye bir belgesel çekerek sanatçı dediğin Başbakanını ve hü-kümetini sever isyan etmez söz dinler mesajıyla insanların eylemlerekatılmak yerine sürüye katılmalarını öğütleyen bir belgesel çektiler.

Çok abartmamak gerekir sanatçıyı. Apayrı bir yere koyup yü-celterek ‘’o da yapıyorsa vardır bir iş’’ demek değil. Yine de sanatçınıntoplum üzerinde ki etkilerini gören, hükümetin oyunlarını boşa düşüre-cek ve olduğu konumun bilinciyle davranan sanatçıların yanındayız.

15

GEZİ’ DE SANATÇI DURUŞU

Page 16: Söz dergisi 11 sayı

Yıl 1981... YÖK postalların altındaki insan cesetleriyle, işkence

hanelerdeki çığlıklarla, gözaltındaki kayıplarla geldi!

1982 anayasasının 131. maddesine bakarsak YÖK'üntanımında bilimsellik, araştırma, eğitim, öğretim gibikavramlar yer alır. Unutulan bir ibare dikkatimizi çeki-yor; günümüzde paket paket dağıtılan; DEMOKRASİ!Ne kadar demokratik bir kurum olduğunu anayasada -tartışılıp eleştirilmesi es geçiyorum- ibaresel olarak yeralmadan 81’de kurulmuş 82’de anayasada yer alan bukurumun öğrencilere hediye paketinde bir demokrasisunduğu aşikâr.

Yirmi iki yıldır tartışması yapılan, eleştirilen daha buyıl Redhack tarafından açıklanan belgelerde kirlilikleri(öğrenci harçları ile şahsına araba alan rektörler, yol-suzluklar, akraba kadrolaşması) ortaya çıkmasına rağ-men kapatılması için ne öğrencilerin ne de diğerinsanların gerektiğince harekete geçmediği bir kurum-dan bahsediyoruz. Öğrenciler ve diğer insanlar diyoruz.Çünkü bu Yolsuzluk Öğreti Kurumunun kökünü kazı-mak, üniversitelere Yozlaşmış Öğrenci Kabulününönünü alabilmek bizlerin ellerinde. Eğer üniversitelerbizim alanlarımızsa o alanların Don Kişot'ları, İnceMemed'leri, Tyler Durden'ları biz olmalıyız. Yaşadığı-mız çevreyi güzelleştirmek için 'temiz çevre' narala-rıyla rant sağlamaya çalışan sonrasında ağaçlarıkatleden bir zihniyete, inat kendi alanlarımız olan üni-

versiteleri ellerimizle, emeğimizle ve hakkımızla güzel-leştireceğimizi göstermeliyiz.

Bu otuz iki yıldır tartışması yapılan kurumun bir deyönetimine bakalım istedik. YÖK; başkan, genel kurul,yürütme kurulu, denetleme kurumlarından oluşuyor.Genel hatlarıyla baktığımızda devletin, üniversitedekisuretini görür gibi olduk. YÖK’ün de, sistemin diğerkurumlarının genel karakteri ve işleyişinden farklı ol-madığını; karar ve uygulamalarıyla devlet erkleriyleböylesine uyuştuğunu görmek bizleri şaşırtmadı. Tümbu farkındalıklar bizi şöyle bir sonuca götürdü; değişimve çözüm, genel ve köklü olmalı. Fakat bu sonuç bizi'tüm sistemi biz mi değiştireceğiz' umutsuzluğuna sü-rükleyip hareketsizliğimize sebep olmamalı. Çünkü ha-rekete geçince nasıl bir dinamik ortaya koyduğumuzubundan beş ay önce başlayan Gezi sürecinde gösterdik.YÖK'ü kuranların bildiği gibi 'onlar' da biliyorlar ki ge-lecek gençlerin ellerinde. Bu yüzden korktular EylülForumlarından, bu yüzden yığdılar onca polisi üniversi-telere, bu yüzden ÖSYM kılavuzunun köşesine sıkıştır-dılar 'eyleme katılan, direnen öğrenciye burs yok'ibaresini.

Onlar... Korkularıyla korkusuzluğumuzu pekiştirmeli.Üniversitelerde Ali İsmaillerin yetişmeye devam edece-ğini bilmeli. Postallara inat yalın ayak öğrencilerinayak seslerinin daha gür olduğunu duymalılar.

16

Z V

AR

postallarainat yalinayak

Page 17: Söz dergisi 11 sayı

17

“Uyur idik uyardılarDiriye saydılar bizi

Koyun olduk ses anladıkSürüye saydılar bizi”

Pir Sultan Abdal

Sevinç KoçakYakınıp durduğumuz, ara ara zorlayıp da bir türlü başaramadığımız, birdenbire oluverdi. 12 Eylül’ün ölü toprağı denen suskunlukzırhı yırtıldı. Hem de hiçbirimizin tahayyül etmediği bir biçimde. Kendiliğinden oluverdi her şey. Sokaklar şenlendi. Uzun süredirbeklenen toprak atma ritüeliydi bu. Beklediğimiz bundan ibaret değildi elbet ama bu silkinme hepimize iyi geldi.Milenyumun zeki çocukları, yaratıcı, eğlenceli, renkli zihinlerini akıttılar barikatlara. Birazcık deneyim eksikti. Ama deneyim denenşey de zaten pratikle edinilirdi. Geçmişin deneyimli ağabey ve ablalarına olan ihtiyaç, burada ortaya çıktı. Ağabey ve ablaların artıkstatükolarını yıkmaları gerektiği de aynı hızla sokaklarda adım attı. Görünen şuydu; gelenek denen şey geçmişin kaba bir tekrarı vealgısı değil, yeni olanın doğru çözümlenmesi, bugüne uygun örgütlenmesi demekti. Karşılıklı öğrenmeli, bundan gocunmamalı, ken-dini dayatmamalıydı. Bunun muhasebesi başladı, daha da sürer. Sürmeli.Kolay değil, onca yılın birikmiş öfkesi ortalığa saçılıverdi. Patlaması yakın zamanda beklenmeyen yanardağ, lavlarını birdenbire sa-lıverdi eteklerinden aşağıya. Kimi zaman hedef şaşırdı ama patlamıştı bir defa. Önemli olan da buydu. Derlenip toparlanmaya ihtiyaçvardı yalnızca. Bunu da zaman gösterecekti. Sokaklara saçılan öfke karşılıksız kalmadı elbette. Gözdağı, sindirme, korkutma, tehdit,yalan haber, yeniden uyutma denemeleri, penguenler ve ölümler…Ethem, Mehmet, Medeni, Abdullah, Ali İsmail, Atakan, Hasan Ferit… Bu listenin evveli oldukça uzun. Üstelik daha uzayacak bes-belli.Takvim yaprakları her geçen gün daha da ağırlaşırken, zamana takılı kaldı bizim çocukların gülüşleri.Yaşamayı en çok hak edenler, boğazımızda birer koca düğüme dönüşüyorlar. Öfkemiz, kinimiz, acımız, artıyor her bir ölümle amazaman annelerin acısı hafifletmiyor…Bilen bilir, Mayıs ayından bu yana, kişisel tarihim tarihsel olarak beklenenle üst üste düştü. Gezi Direnişi benim kişisel direnişimlebirbirini takip etti. Uyudum, uyandım “bi kapı kapandı geçmişe.” Uyanmamı beklerken dostum Barış Yıldırım yazmış:“Sevinç’le ilgili her haberi sosyalist devrimciliğin direnme ve zafer retoriğiyle vermemiz tesadüf değil. Gönlü devrimde olanın biyo-lojik süreçlerle ilişkisi bile devrimcidir, ideolojiktir. Başkasının yaşamayı seçeceği yerde ölümü seçebilen devrimciler, başkasını öl-dürecek bedensel darbeler karşısında “mucize”ler yaratıp yaşamın bayrağını yükseltebilir.”Ben uyuyordum ve nereden geldiği belli olmayan ölümcül bir mikrop, bütün vücut fonksiyonlarımı tekeline almış, çaresiz bir bekle-yişle sonumu hazırlıyordu. Önce teşhis doğru konmalıydı ki tedavi de doğru uygulansın. Günlerce teşhis konulamadı. Teşhis bekle-nen günlerde teslim olunmamalıydı. Belki hayatta en iyi bildiğimiz şeydi direnmek. 19 günlük uyku yetti. Direniş yerini başkaldırıyabırakmalıydı artık. Ölü toprağımı attım, 19 günün sonunda uyandım. Ben uyandığımda, sokaklarda şenlik ateşleri de yanmaya başla-mıştı. “Kelebek etkisi” dedi Süreyya hoca. İnandım.Bana “mucize” diyorlar beklenmedik bir uyanışı gerçekleştirdiğim için. Ama gülüşlerimize tahammülü olmayanları tarihin çöplü-ğüne atmak için mucize gerekmiyor. Ezberlenmiş kutsallarla değil, yeniyi doğru okuyarak çıkmalı yola. Yola çıkmışken durmamalı.Üzerimizden attığımız ölü toprağını ait olduğu yere, miadını çoktan doldurmuş köhne devletin üzerine atmalı şimdi.Kendimiz dahil, her şeyle hesaplaşmalı. Güzel gülüşlü gencecik çocuklarla değil de, gülüşlerimizi zamana asılı bırakanlarla vedalaş-malı. Gelenek ve geleceği buluşturmalı. Uyandık artık. Uyanık kalmalı.

Z V

AR

UYUR İDİKUYARDILAR

Page 18: Söz dergisi 11 sayı

18

Gezi sürecinin içerisinde bulunan grup, topluluk, parti, dergi, ta-raftar, dernek ve birçok bağımsız insan vardı. Ama bir toplulukvardı ki eylemlerin başından beri kendi kimlik ve tarzlarıyla bulu-nan Anti-Kapitalist Müslümanlar.Kapitalizmle Mücadele Dernekleri çatısı altında bir araya gelen’’kula kulluk edene yazıklar olsun’’ diyen Anti-Kapitalist Müslü-manlar Gezi’de kendilerini duruşlarıyla farklı kıldılar.Devletin insanlara karşı kullandığı devletleşen İslamiyet’e karşı,gerçek Müslüman değerlerini driltmeye çalışan, Allah ile kul ara-sına giren sermayeyi karşısına alan, her türlü ezilen halkın ve gru-bun yanında onların haklarını savunmak için mücadele edenbağımsız bir harekettir. İslam dinini Hz. M Muhammed’in çağrısı üzerine ilk mensupolan dört kişi arasında bir kadın, bir köle ve bir çocuk vardır. Ezi-lenler için umut olan İslamiyet Hz. Muhammed’in çağrısı ile ilkolarak toplumun en ezilen kesimleri tarafından kabul edildi.Çünkü ’’Biz istiyoruz ki ezilenleri yeryüzünde önderler yapalım(Kuran:Kasas/5)’’ diyen İslamiyet diri diri toprağa gömülen ka-dınlara, insanlık onuru ellerinden alınmış kölelere, hep başkalarıiçin çalışan yoksullara umut verdi. Ezilenlere özgürlük kapısınıgösteren İslamiyet devrimci bir dindir. Sınıfsız ve sınırsız bir dün-yada var olan insanı köleleştiren, birbirine düşmanlaştıran, kar vehırsla hareket ettiren sistemi karşına alan İslamiyet, devrimdir.Doğuş noktalarında hep ezilenlere kurtuluşun mücadele ile gele-ceğini müjdeleyen tüm dinler egemenler tarafından öylesinekendi lehlerine çevrilmiştir ki insanları yüzyıllardır din ile uyu-tup, onu afyon haline getirmişlerdir. Yoksul varoşlarda yaşayan-lara, yaşamak için durmadan çalışmak zorunda olan insanlara, açsabahlayanlara ’’şükür’’ ederek gözünün gördüğü, kulağının işit-tiği adaletsizliklere karşı susmayı Allah’ın dini olarak göstermiş-tir. Tek derdi kendi ceplerini doldurmak olan sermayedarlarınAllah’ı yoktur. Ama Allah’ın adını zikredip insanları daha fazla

sömürüp,kimliksizleşti-rip öldürürler.Kendilerinekarşı çıkantüm muhalifkesimlere dinüzerinden sal-dırıp, onları’dinsiz’,’kâfir’ olarakgöstererekafyon halinegetirdiği dinleinsanları istis-mar etmektençekinmediler.

Bu top-raklarda dasolu hep dinüzerinden la-netlediler.Gezi Parkıolaylarında

Anti-Kapitalist Müslümanlar oluşumu sol ve insanlar arasındaadeta bir köprü kurdu. Yıllardır bu ülkenin mazlum halklarıylaarasındaki bağları bir türlü kuramayan, egemenlerin lanetli dille-rini onlara karşı yöneltemeyen sol ilk defa insanlarla bu kadar ya-kınlaştı.Müslümanlığı beş vakit namaza sığdırmayan, yalan karşısında su-sanın dilsiz şeytan olduğunu söyleyen Anti-Kapitalist Müslüman-lar tüm farklılıklarımıza rağmen kardeşçe yaşamın mümkünolduğunu, Gezi’deki barikatlarda, komünlerde ve forumlarda gös-terdi. Kitlesel ve egemenlere karşı olan Gezi olaylarında iktidardin üzerinden provokasyon yaratmaktan yine geri kalmadı. Ca-mide içki içildi yalanlarıyla insanları galeyana getirmeyi, birbirle-rine düşürmeyi planlayanların hevesleri kursaklarında kaldı.İnsanları din üzerinden kutuplaştırmaya götüremeyişlerinde Anti-Kapitalist Müslümanların da büyük önemi vardı.Gezi Parkı’nda kılınan cuma namazlarıyla tüm bu oyunlara cevapniteliğinde birlik ve beraberlik mesajları verdiler. Ramazanayında sermayenin lüks otel iftarlarına ve egemenlerin iftar ça-dırlarına karşı halkın yeryüzü sofralarına çağrı yaptılar.Aynı barikatta ’hükümet istifa› ve ’Allah, ekmek, özgürlük’ diyebağıran direnişçilerin bir arada olması o barikatın çakıl taşlarıyladeğil koca kayalarla örülmesi demektir. Asimile edilmiş, sömürül-müş, devlet vatandaşı haline getirilmiş Türk-Sünni kesimin dire-niş saflarında kendini bulabilmesi azımsanacak bir şey değildir.Birliğin ve mücadele ruhunun yüksek olduğu kendi renklerimizledevletin zulmüne, vahşetine karşı savaştığımız sürece insanca ya-şana bilinir bir dünya uzak değildir.

Z V

AR

İNŞALLAH SoSYALİZM GELEcEK

Page 19: Söz dergisi 11 sayı

19

Ethem Sarısülük’ü katleden, katilini koruyan, ailesinin acısını ve bizlerinöfkesini büyüten devlet erkleri şunu bilmelidir ki; halkla oyun oynanmaz, evladınıkatlettiğiniz anaların gözyaşlarına gülünmez, bu kadar vahşi ve acımasız olunmaz.Ethem’in yoldaşları ve arkadaşları olarak bizler; onu ve tüm katledilen gençleriunutmayarak mücadele etmenin sorumluluğu altında olan insanlar, bunlara gözyummayacağız.

Ethem’in ailesinin yaptığı çağrı tüm yaptıklarınızı ve neden orada bulunmamızgerektiğini en iyi şekilde anlatıyor. O çağrıyı noktasına virgülüne karışmadan yayın-lıyoruz.

ETHEM'İN YOLDAŞLARINA :Sarısülük Ailesi Ethem’in davasına çağrısıdır:

İNSANLIK DAVASINA ETHEM’İN DAVASINA ÇAĞRIMIZDIRTaksim Gezi Parkı’nda çakılan kıvılcım 1 Haziran günü Ankara’da karşılık

bulmuş Ankara halkı sokağa çıkarak demokratik tepkilerini var olan iktidara karşıhaykırmaya çalışmışlardır. Ancak ne yazık ki demokratik hak ve taleplerini kullananbinlerce insanımıza, polis vahşice ve azgınca saldırmış, direnişçileri yaralamış, tacizetmiştir. Tüm bunlar yetmezmiş gibi sokağa çıkan halka hakaret etmiş, küçümse-miştir. İşte tam da burada Güvenpark’ta binlerce direnişçi gibi demokratik hakkınıkullanırken katil Ahmet Şahbaz’ın tabancasından çıkan kurşun ile Ethem Sarısülükağır yaralanmış akabinde hastaneye kal-dırılmış fakat 14 gün yoğun bakımdayaşam mücadelesi vermiş, tüm çabalararağmen hayatını kaybederek aramızdanayrılmıştır. Tüm bu gerçeklere rağmenkatil Ahmet Şahbaz günler sonra ifadevermiş ve işlediği cinayetin “meşru mü-dafaa sınırları içinde” olduğunu söyle-miş ve kendini savunmuştur. Savcılık iseifadesini alarak tutuklamaya gerek bileduymamıştır. Bu bize Erdoğan’ın “poli-simizi yedirtmeyiz” açıklamasını hatır-latmıştır. Ve uzun bir bekleyişinardından nihayet duruşma günü belirlen-miştir. 23 Eylül ilk mahkemedir. Veönemlidir, biz ailesi açısından tarihi birönemi vardır.

Mahkemede yaşananları kısacaaktaracak olursak: En başından beri biroyun tezgâhlanmış, aldırmak istedikleri kararları avukatlarımıza dahi sormadan uy-gulamaya geçmişlerdir. Katil Ahmet Şahbaz tutuklu olmamasına rağmen tutuklula-rın getirildiği koridordan yoğun güvenlik önlemleri altında getirilmiştir.Mahkemeye peruk, takma kaş, bıyık ve gözlükle getirilmiştir. Bu bir suçtur, sanıkolduğumuz duruşmada kimliğinizi gizlemek ayrı bir suçtur. Bu kamuoyundan vemahkemeden kimliğini gizlemektir. Katil Ahmet Şahbaz, olağanüstü güvenlik ön-lemleri alınıp korunurken biz ailesi, avukatları, tanıklar ve bizlere destek için gelenonlarca kişiye azgınca saldırılmıştır. Karşı tarafın avukatları başta olmak üzere katilikoruyan herkesin küfür, hakaret, fiziksel saldırılarına karşı mahkemenin ne kadar‘tarafsız’ olduğunu gördük. Mahkemede çekilen görüntüler gerçeği yansıtırken, gö-rüntüleri yandaş medya öyle pervasızca kullandı ki sanki uzman bilirkişilermiş gibiçözümleme yaparak, katili koruyarak onu mağdur durumuna getirdi. Biz aile olarakErdoğancı yandaş medyayı kınıyoruz. Ve hukuki mücadelemizden vazgeçmeyeceği-mizi bir kez daha vurguluyoruz.Duruşma yapılamadan ertelenmiştir. Biz Ethem Sarısülük’ün ailesi olarak bir son-raki mahkemeye, başta devrimci, demokratik kitle ve kurumları, sivil toplum kuru-luşlarını, aydın ve sanatçıları, sendikaları, meslek örgütlerini ve tüm duyarlıhalkımızı Ethem’in davasına, insanlık davasına sahip çıkmaya çağırıyoruz.

SARISÜLÜK AİLESİ

Z V

AR

İNSANLIK DAVASINA ÇAĞRI!

8-15 Kasım 2013 tarihleri arası Bornova ve Dikili'de, Aralık ayındaÇeşme'de, Ali İsmail Korkmaz Futbol Turnuvası yapılacak. İzmir’in Bornova ilçesinde eleme karşılaşmalarının ve Dikili ilçe-sinde de yarı final ve final karşılaşmalarının oynanacağı Ali İsmailKorkmaz Futbol Turnuvası’na kadınlı erkekli takımlar kurup katıl-mak mümkündür. Turnuva fikrinin ortaya çıkış noktası iktidarın ka-ranlığına karşı, halkın çeşitli kesimlerinin özgürlük talepleriyle yanyana geldiği ve aydınlık bir yarın için bir sıçrama rampası olaraktarihe geçen Gezi Parkı olaylarının ardından hayatın her alanındamücadeleyi ve direnişi büyütme, kaderlerimizi kendi ellerimizletayin etmek için harekete geçmektir.’’Gezi Parkı sürecinde polis şiddetinin aramızdan aldığı, bir kerebile selamlaşmadığımız ama aynı kavga için onlarla öldüğümüzdostlarımızdan Ali İsmail Korkmaz adını yaşatmaya devam etmekiçin, faşizmin karşısına daha güçlü, daha üretken, daha örgütlü birşekilde dikilebildiğimizi hatırlatmak için bir halı saha futbol turnu-vası düzenliyoruz. ’diyerek yola çıkan insanların gerçekleştirdiğibir çalışmadır. Bu da gösteriyor ki ALİ İSMALİ ve tüm gezi şehit-lerini hayatımızın her alanında yaşatmaya devam edeceğiz.

FAŞİZME SERBEST VURUŞ!

Gülsuyu'nda uyuşturucu çetelerine karşı yapılan yürüyüşteaçılan ateşle hayatını kaybeden Hasan Ferit Gedik’in cena-zesi, vurulduğu yerde anması yapıldıktan sonra defnetmek is-teyen ailesi ve arkadaşlarının isteğine karşı üç gün polisablukası altında rehin tutuldu. Gedik’in vurulmasından sonrapolisin, kaldırıldığı hastanede yoğun bakım ünitesine girerekaldığı elbise ve delillerden ise henüz bir haber yok. Gençleriböyle acımadan öldüren, delilleri karartan, varoş mahallelereuyuşturucuyu getiren devlet, varoş mahallelerden büyüyenmücadele karşısında daha çok korkacak daha çok sertleşecek-tir. Gülsuyun’daki çeteler tarafından Serhat Gül adlı bir gençde yaralandı. Toplumsal olaylarda gözaltına almakta, mahke-meye çıkartıp hüküm giydirmekte, delil toplamakta gayethızlı olan yetkililer, adını sanını çok iyi bildiği çetelere müda-hale etmekte hiç acele etmiyor. Gülsuyu’ nda daha kaç kişininöldürülmesine, yaralanmasına izin vereceksiniz!!

GÜLSUYUN’ DA ÇETELER SALDIRMAYADEVAM EDİYOR!

Page 20: Söz dergisi 11 sayı