sızıntı 2006 nisan

52
Ey mâyesi nurlarla yo rulmu millet! Hele di ini sık, az daha sabret! Aman sönmesin sinendeki himmet! Son dura ın “devlet-i ebed müddet”... Gafletle Geçen Yıllar Do u ve Batı Bütünle me Mecburiyetinde Bir Göçmenlik Muhasebesi ‘Osmancık’ Romanında ‘Horasan Erenleri’ Motifi

Upload: meryem-ibahim

Post on 01-Mar-2016

234 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Gafletle Geçen Yıllar Gafletle Gecen Yillar Dogu ve Batı Bütünlesme Mecburiyetinde Bir Göçmenlik Muhasebesi ‘Osmancık’ Romanında ‘Horasan Erenleri’ Motifi

TRANSCRIPT

Page 1: Sızıntı 2006 Nisan

Ey mâyesi nurlarla yo rulmu millet!Hele di ini sık, az daha sabret!Aman sönmesin sinendeki himmet!Son dura ın “devlet-i ebed müddet”...

Gafletle Geçen YıllarDo u ve Batı Bütünle me Mecburiyetinde

Bir Göçmenlik Muhasebesi

‘Osmancık’ Romanında ‘Horasan Erenleri’ Motifi

Page 2: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Gaflet; dalgınlık, dikkatsizlik, kendinde ol-mama; gafil de çevresinde olup bitenlerden

habersiz, her zaman a kın ve halkla münase-betleri açısından da dikkatsiz ya ayan demektir. Uyur-gezer gibidir gafil; yürür, fakat yürüdü ü-nün farkında de ildir. Bir eyler yapar ama, ne yaptı ını tam kestiremez. Hedefsizdir, çok defa abesle i tigal eder; eder de hep yürüdü ü yolla-ra ve içinde ya adı ı zamana yenik dü er. Do -rusu, onun davranı larında bir gaye aramak da beyhudedir; zira o bakıp da görmeyen, i itip de anlamayan öyle bir a kın ve öyle bir dalgındırki, bazen etrafında cereyan eden kızıl-kıyamethâdiselerden bile habersiz ya ar.

Yıllar var ki, bu tali’siz co rafyanın insanları–ona da ya ama denecekse– hep böyle ya adı;gafletle oturdu, gafletle kalktı, bir gaye-i haya-li olmadı ve sürekli gününü gün etme pe indeko tu.

Aslında, böylelerinin hiçbir zaman ba ka türlü olmaları dü ünülemez; bunlar yer-içer, yan gelir kulakları üzerine yatarlar; ne maziyi görürler, ne de müstakbeli; Ömer Hayyam edasıyla: “Geç-mi gelecek masal hep/E lenmene bak, ömrünü berbat etme!” der, kendilerini “bel hüm edall”1

gayyalarına salar ve hilkat seviyelerine ra menbir hayat ya arlar. Ne minarenin sesini duyar, ne mâbedden bir ey anlar ne de varlık ve e yanınifade ve beyanına kulak verirler. Kâinat kelime kelime, satır satır, paragraf paragraf bir eyler an-latırmı ; her yandan üzerlerine sa anak sa anaknimetler ya armı ; yer yer nankörlüklerinden do-layı arz u sema hâdiseleriyle ikaz edilirlermi ; her hâdise fasih beyan onlara neler ve neler anlatır-mı ... onlar bütün bu olup bitenlerden hiçbir eyanlamaz, hatta çok defa bu mütemâdî ikazların,bu devamlı tenbihlerin farkına bile varamazlar. Farkına varmak bir yana, bazen ilâhî tenbihlere isyan ve küfranla mukabelede bulunur; ihsan ve lütuflar kar ısında da daha bir gaflete gömülür ve bohemlik soluklamaya dururlar.

Gafiller, nimete nimet demez, ihsanı ihsan bilmez, ikaza kulak vermez; belâ ve musibetlere gelince, azıcık inançları varsa, onu da kadere ve-rir ve takdiri ta a tutarlar; yoksa, tabiî sebeplere ba lar, temerrütlerine devam ederler. dönüp de ilâhî lütuflar söz konusu edilince, her eyi ken-dilerinden bilir ve “ben, ben” diye nefes alıp ver-meye ba larlar. Aksine i leri bozulup düzenleri alt üst olunca da, âh u vâh edip ellerini ovu turur ve

106 2

Page 3: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

inlemeye dururlar. Ne var ki artık i i ten geçmi -tir; geçmi ve dünyevî perde kapanmı , yeni bir perde açılmı tır. Bu perde daha ürpertici ve daha müthi tir; evet, “Ahiret azabı çok daha çetin ve daha iddetlidir.”2

Ama ne acıdır ki, gafil, ne burada ba ına ge-lenlerden ne de ötede kendini bekleyenlerden haberdardır; gafletle oturur, gafletle kalkar.. dü-ünmez bugünü-yarını.. tanımaz hakkı-hukuku,

çi ner çi neyebildi i herkesi.. bir fitne olur eser her yanda ve katar karı tırır her tarafı. Gücü yet-tiklerini ezerken, gafildir, dü ünmez onu da eze-cek bir güçlünün bulundu unu. Kendince ters gördüklerini de i ik ad ve unvanlara ba layarakhaklarken de kendi âkıbetini hiç mi hiç hesaba katmaz. O, fevkalâde ımarık ve küstahtır. Zulüm ile âbâd olaca ını sanır ama, kendini acı bir son beklemektedir; bu acı son en hafifinden hüsran ve nedamettir…

üphesiz onun bu türlü tavır ve davranı larınakar ı iman ve mefkûre insanlarına da dü en bir kısım sorumluluklar vardır: Bir mü’min, “Nasılolsa Allah’a inanıyorum” diyerek yan gelip ya-tamaz. Horlanıp hakir görülmeyi tabiî kar ıla-yamaz. Haklarının elinden alınması kar ısındasessiz kalamaz. Vazifesidir Allah’a dayanıp pey-gamberâne bir azim içinde bulunması, bir hikmet eri gibi iradesinin hakkını vermesi, iman serasınası ınıp Hak rızasına müteveccih olması, “Ben de varım!” deyip bütün imkân ve kabiliyetlerini dü-ünce dünyasının ihyası adına harekete geçirme-

si, her zaman ciddî bir sorumluluk uuruyla hiz-mete âmâde bulunması, kalbî, ruhî, aklî, mantıkîbütün güç kaynaklarını ferdî ve millî dirili i istika-metinde kullanması... evet, bu icmâlî hususlarınhemen hepsi bir mü’min için çok önemlidir.

Bu itibarla da diyebiliriz ki, dine-diyanete say-gılı, ülke ve ülküsüne kilitlenmi yüksek karakter ve derin mefkûre insanları yeti tirece imiz güne kadar, ehl-i gaflet ve dalâletin baskı ve dayatmala-rına kar ı koymak mümkün olmayacaktır. Birkaç asırdan beri devam edegeldi i gibi bundan sonra da insanımız sürekli i fal edilecek.. tiranlar zayıf-ları ezmeden geri durmayacak.. insanî de erleresaygısızlık devam edecek.. Allah’ın adı unutturul-maya çalı ılacak.. Resûl-i Zî ân’a açık-kapalı ha-karetler ya dırılacak.. ırz ve namus mülâhazalarıhafife alınacak.. fuhu revaç bulacak ve bohem-lik ahlandırılarak saf yı ınlar cismaniyetin azat kabul etmez köleleri hâline getirilecektir.

Evet, hep imanlı ve ümitli olmalıyız ama, bir o kadar da azimli ve kararlı duru içinde bulunma-yı ihmal etmemeliyiz. Yıllarca ve yıllarca içte ve dı ta ruh ve mânâ köklerimize dü man olanlara kar ı gösterilen acz ü zaaf, millî de erlerimizi tez-yif eden bir toplumu ve bazı kesimleri daha da cesaretlendirdi; masum ve ma durların ezilme-sini biraz daha kolayla tırdı. Bir büyü ün ifade etti i gibi, aç kurtlara kar ı tahabbüb gösterildi ve onların i tihaları kabartıldı. Sonra da onlar dönüp di lerinin kirasını istemeye durdular. Ezdiler bizi ve omuzlarımıza basıp bir yerlere yükseldiler, an-cak hiçbir zaman insanca davranmadılar. Aksine, her defasında kendi bâtıl dü üncelerini dayattı ve herkesi kendilerine benzemeye zorladılar.

Ne var ki, bütün bunlara ra men, birkaç asır-lık bu acı serencâme bundan sonra da hep böyle devam edecek demek de ildir; dünya var oldu ugünden bu yana, ı ık her zaman karanlı ı kova-ladı durdu.. geceleri sürekli gündüzler takip etti.. zaman dairevî cereyanıyla dün a lattıklarını erte-si gün güldürdü.. ve kapkara günler ba ırlarındane nevbaharlar ne nevbaharlar yeti tirdi.

Millî ses muvakkaten kesilse de hiçbir zaman tamamen susmaz/susturulamaz. A zına fermu-ar vurulsa da, o mutlaka de i ik enstrümanlarla kendini yine ifade eder ve maksadını çevresine behemehal duyurur. Gafiller uyansın-uyanma-sın, o, mutlaka bir gün minarelerden yükselen sesler gibi ta yatak odalarımıza kadar gelip ula a-cak ve bize kendimiz olmamızı fısıldayacaktır.

Bugüne dek yüz defa kefeni gömlek yaptı ı-mız gibi, son bir kere daha silkinip kalkmamızve kendi ayaklarımız üzerinde durmamız neden mümkün olmasın ki!? imdi müsaade ederseniz konuyu bir eski nazımla noktalamak istiyorum:

Ey mâyesi nurlarla yo rulmu millet!Hele di ini sık, az daha sabret!Aman sönmesin sinendeki himmet!Son dura ın “devlet-i ebed müddet”...

Hiç durma yürü ki yollarda gözler!Durmu ehit baban yolunu gözler, Geril, ko , seni bekliyor pürüzler,

ahlan ki sevinsin kederli yüzler...

Dipnotlar1. “Hâsılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da a kındırlar. te asıl ga-

fil olanlar onlardır.” (A’râf sûresi, 7/179) âyetine i aret edilmektedir.2. Ra’d sûresi, 13/34.

1073

Page 4: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Hizmet erlerinin ba ına gelen dünya kadar imtihan çe itleri vardır.

Mühim olan, hakikat erlerinin bunun farkında ve uurunda olarak,

kullu un gerektirdi i tavrı takınabilmeleridir.

Muhammed Tunç

De i kenleri yönetebilmek, de i tirebilmek ve onlarla

diledi i gibi neticeler elde edebilmek, zamana, mekâna, bütün boyutlara ve âlemlere hükmetmekle

olur. Daha açık bir ifadeyle, ancak sebepleri ve

de i kenleri yönetebilen "yaratabilir."

gelen bu beklenmedik haber ile i lerini yoluna koymu ve çocuk-larına istedikleri oyuncakları al-maya ba lamı tır...

Bu hikâye, basit faktörlerin büyük neticelerle olan münasebe-tini biraz mübala alı anlatıyor gibi görünse de, kâinatın i leyi i de bu hikâyedeki hâdiselerin birbirini takip etmesinden pek farklı de il-dir. Basit gibi görünen faktörler, sayısız de i kenin i in içine gir-di i kompleks hâdiselerin gidi atıhakkında kader denk ehemmiyete sahip olabilmektedir. Kaos Teorisibu tip hâdiseleri çözmeye, anla-maya yönelik olarak geli tirilmi -tir. Tatmin edici oldu u söylene-mese de Kaos Teorisi, dikkatleri kâinatın çok de i kenli kompleks i leyi ine çekmektedir.

TarihçeBilim dünyasında yüzyıllar

boyunca geli tirilen teori ve ka-nunlar, sanayi inkılâbıyla birlikte mühendislik alanında da tatbik imkânı buldu. Ancak mühendis-ler, bilim dünyasının önlerine koydu u teori ve kanunların belli bir noktadan sonra tıkandı ını ve reel (be duyuyla algıladı ımız)dünyayla tam mânâsıyla örtü me-di ini fark ettiler. Örtü memenintemel sebebi ise, dinamik sistem-lerin birçok de i kenle yönetildi-i gerçe idir. Meselâ, otomobil

üreten bir firmanın, dünyanınher bölgesinde aynı tip süspansi-yon sistemi veya aynı tip motor kullanması dü ünülemez. Çün-

‘ i hane’ye Ya mur Ya ıyor-du’ isimli hikâyede, ‘Kalen-

der’ isimli bir atın sebep oldu ukaza ve bunun stanbul, Brezilya ve Almanya’daki neticeleri alay-cı ve esprili bir üslûpla aktarılır.Çalı ma hayatının sonlarına do -ru Kalender, mûtad oldu u üzere

i hane’deki çöpleri toplamak için sahibi ile yola koyulmu ken bir aynada kendi aksini görmü , bu görüntüden ürkerek önce bir dük-kâna girmi ; sonra da tramvayınönüne fırlamı tır. Kazayı önlemek için anî fren yapan tramvay sürü-cüsü (vatman) arkadaki vâsıtanıntramvaya çarpmasına sebebiyet vermi tir. Tramvaya çarpan ki i,Brezilya’daki kahve üreticisinin son dakikada fiyat kırdı ı haberini ihalede bulunan orta ına yeti tir-mek isteyen Artin Margusyan’dan ba kası de ildir. Bu kaza neticesi baygınlık geçiren Artin Margus-

yan ihaleye yeti ememi , bu sebeple Brezilya’daki kahve üreticisine cevap mahiyetin-de bir telgraf çekememi tir.Brezilya’daki kahve üreticisi

ise, telgrafın gelmemesi sebebiyle elinde kalan malı Hamburg’taki bir

tüccara satmı tır. le-ri kötü giden Alman tüccar Brezilya’dan

108 4

Page 5: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

bile, neticeye ula ma ve yorum-lama adına bir fikir verebiliyorsa, büyük bir adım olarak de erlen-dirilebilir. Meselâ, bütün mal-zemeler sıcaklı ın artırılmasıylabelli miktarda uzar ve genle ir. Bu uzama miktarı dü ük sıcaklıklardaçok küçük bir de er oldu u için buradaki kabul (assumption) uza-manın olmadı ı eklindedir.

Mühendislik dünyasının me-seleye di er bir yakla ımı, sisteme tesir eden de i kenlerin en aza in-dirilmesidir. Günümüzde birçok üretim tesisinde uygulanan 6programları, bu hedef do rultu-sunda atılmı ba ka bir adımdır.Bu programlarda, tesis içerisinde akı ta tesir payı olan de i kenler-den kaynaklanan üretim hataları‘bir milyon üretimde üç-be hata’ se-viyesine kadar indirilmi tir. An-cak, insano lunun sıfır hata ile üretim ideali, çok sayıda de i ke-nin tam mânâsıyla yönetilememe-sinden dolayı ula ılması imkânsızbir ütopyadır. Bir i letmenin sıfırhata ile üretim yapabilmesinin tek artı, üretim akı ının her bir anın-

da sisteme tesir eden de i kenle-rin bilinmesidir. Meselâ, sabahle-yin e iyle tartı an bir i çinin i inekonsantre olamaması neticesinde yapaca ı hata, önceden bilinmedi-i takdirde engellenemez. Burada

1095

i çinin konsantrasyon seviyesi-nin hassas bir de i ken olması ve bunun kontrol edilememesi, sıfırhata ile üretim idealinin ula ıla-maz bir hedef oldu unu gösteren basit bir örnektir.

Bir DNA’daki küçük bir mo-lekülün ilâhî takdir eseri de i ti-rilmesiyle kontrolsüz hücre ço-almasının ba latılması, bunun da

kanserle neticelenmesi bu konuda verilebilecek ba ka bir örnektir. Hz. Peygamber’in (sas) Hicret esnasında saklandı ı ma aranıngiri ine bir örümce e a ördürü-lüp, mü riklerin dikkatinin ora-dan çevrilmesi, bununla Hicret’in ba arıyla neticelendirilip slâmi-yet’in yayılması bu konunun dü-ündürdü ü oldukça mühim bir

noktadır.De i kenleri yönetebilmek,

de i tirebilmek ve onlarla diledi igibi neticeler elde edebilmek, za-mana, mekâna, bütün boyutlara ve âlemlere hükmetmekle olur. Daha açık bir ifadeyle, ancak sebepleri ve de i kenleri yönetebilen “ya-ratabilir.” Çünkü BediüzzamanHazretleri’nin de; “Bütün bu âle-min bütün e yası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el ele verir. Birbirinin i ini tekmil için, birbirine omuz omu-za veriyor, bel bele verip beraber çalı-ıyorlar.” (22. Söz, 1. Makam, 7. Bürhan)

sözleriyle vurguladı ı gibi, kâinat-taki her ey, bir di erine çelikten ama görünmeyen halatlarla sımsı-kı ba lıdır.

te Kaos Teorisi, kâinattaki bu dinamik münasebetler a ını fark ederek, bunların matematik mo-delini kurmayı hedeflemektedir. 1960’da meteoroloji uzmanı Ed-ward Lorenz tarafından ortaya atılan Kaos Teorisi, bizlere her bir varlık ve hâdisenin birbiriyle ne kadar iç içe ve irtibatlı oldu unuanlatmaktadır. Kaos Teorisi’nde bahsi geçen ‘kelebek tesiri’ bunun en güzel misâlidir. Teoriye göre,

kü sıcaklık de i keni, aracın farklıbölgelere göre farklı plânlanma-sını gerektirir. Dinamik bir siste-me tesir eden bu gibi milyonlarca de i keni anlama yönünde atılanilk adım, diferansiyel denklemler olarak kabul edilebilir.

18. yüzyılın ba larında Leib-niz ve Bernouilli karde ler ta-rafından temeli atılan diferansiyel denklemlerde, mekanizmaya tesir eden de i kenler, belli kurallar çerçevesinde gözönünde bulun-durulmaya çalı ılmı ve denklem-lere çözümler aranmı tır. Bunun-la meselenin ancak çok küçük bir kısmı halledilebilmi tir. Çünkü bütün de i kenleri göz önünde bulundurabilmenin imkânsızlı ıyanında, hususî artlar dı ında di-feransiyel denklemlerin çözümü yoktur. Problemin çözülmezli ikar ısında mühendislik dünyası,de i kenleri kabullerle (assump-tions) tarif ve kontrol etmeye ça-lı mı tır. Dinamik bir mekaniz-maya tesir eden bazı de i kenlersabit kabul edilirken, bazıları da tesirlerinin ihmâl edilebilir olu usebebiyle yok sayılmı tır. Aslındakabuller, içinden çıkılması zor gö-rünen bütün mühendislik prob-lemlerinin kolayla tırılarak çö-zümlenmesi i leminden ba ka bir ey de ildir. Bu ekildeki bir çö-

züm, gerçek neticeden uzak olsa

Kanının akı hızındakiveya saçlarının uzama hızındaki de i kenleri

bile kontrol etmekten âciz insano lu, milyarlarca

canlının ya adı ıbir kâinattaki bütün

de i kenleri asla kontrol edemeyecektir.

Kaos Teorisi’nde bahsi geçen ‘kelebek tesiri’ne göre, Brezilya’da

kanat çırpan bir kelebek, atmosferde çok küçük bir de i ikli e vesile

olur. Fakat belli bir süre geçtikten sonra, atmosfer bulunması gereken

mecradan saptırılır ve bir süre sonra Endonezya Körfezi’nde tsunamiler

ortaya çıkar.

Page 6: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

kanizmanın i leyi inde tesir rolü oynayacak her bir de i keni anbe-an yaratmakta, düzenlemekte ve bunları birbirleriyle çatı mayacakekilde sıraya koymaktadır. Bu

yaratma ve düzenleme sürecinde insanların cüz’î iradeleri, kendi mesûliyet dairelerine taallûk eden i lerde göz önünde bulundurul-maktadır. Ya amı , ya ayan ve ya-ayacak milyarlarca insanın cüz’î

iradeleri neticesi yapacakları fiille-rine göre de i kenler yaratılmakta,düzenlenmekte ve yaratma (ibda ve in a) fiili bu ekilde gerçekle -tirilmektedir. Meselâ 04.09.1982 tarihinde saat 12.24.33’te 36. para-lelin 23 km batısında esecek rüz-gârın hızı, sıcaklı ı, bile enlerininnispeti, nem miktarı ve esme yönü gibi de i kenlerin hepsi lm-i lâ-hî’de bellidir. Aynı ekilde, bilin-meyen bir vadinin bilinmeyen bir

noktasında kendisine barınak ya-pan bir karıncanın hangi anda, ne kadar toprak ta ıyaca ı da bellidir. Yaratılan ve idare edilen bütün de i kenlere yaratılmı lar cihe-tinden bakıldı ında, kâinatın bize bakan tarafının tam olarak anla-ılması ancak sayısız de i kenden

olu an diferansiyel denklemin çözülmesine ba lı oldu undan,aslında imkânsızdır.

Evet, kainat hârikûlâde bir ya-ratılı eseridir. Bize bakan tarafıylamükemmel bir dizayn olarak gö-züken bu âlem, en ufak bir sapma-ya dahi tahammül edemez. Aksi taktirde, sebepler plânında insan da var olamazdı. Çünkü birbirle-rine çelik halatlarla ba lı canlı ve cansız varlıklar, en ufak sapmada domino ta ları gibi birbirleri üze-rine yıkılacak ve kaos do acaktı.Kâinatta, deneme yanılma yoluyla da bir düzen kurulamaz. Böyle bir yolla kâinat, henüz birinci salise-sinde çökmeye mahkûm olacaktı.En mükemmel düzen, de i ken-lerin en hassas ölçülerle kontrol edildi i bir yaratılı ın eseri ola-bilir. Âlemlerin Rabbi, kâinattaki düzeni, isim ve sıfatlarının tecel-lisi olarak kabza-i tasarrufu altındaher an yarattı ı hassas de i kenlerüzerinden devam ettirmektedir.

Evet, Kaos Teorisi, sayısız de-i kenle idare edilen bu kâinat

fabrikasının kompleks yapı ve i leyi ini anlamaya çalı an, fakat çözemeyen insanın acizli ine ter-cüman olmaktadır. Çünkü, kaos gibi görünen bu kompleks sistem, aslında her eyiyle ince ve hassas bir nizamın tâ kendisidir. Bize ise, böyle bir plân ve programla i le-tilen kâinat kar ısında sadece “Nemükemmel yaratılmı !” demek dü -mektedir.

Kaynaklar- Ian Stewart, Does God Play Dice? The

Mathematics of Chaos.- Bediüzzaman, Said Nursi, Risale-i Nur

Külliyatı.- Haldun Taner, i liye Ya mur Ya ıyordu.

Brezilya’da kanat çırpan bir ke-lebek, atmosferde çok küçük bir de i ikli e vesile olur. Fakat belli bir süre geçtikten sonra, atmosfer bulunması gereken mecradan sap-tırılır ve bir süre sonra Endonez-ya Körfezi’nde tsunamiler ortaya çıkar. Yani ba langıç artlarındameydana getirilen en ufak ve bek-lenmeyen bir de i iklik, neticeleri itibariyle kaosa yol açabilir. Biz bu teoriyi, bir çivinin bir nalı, bir na-lın bir atı, bir atın bir komutanı ve bir komutanın da bir ülkeyi kur-tarmada rol oynayabilece i espri-sinde görebiliriz.

Bilim ve mühendislik dün-yası, de i kenlerin tam mânâsıylayönetilebilirli i noktasında tıkan-mı tır. Gelecekteki artlar bilin-meden, hangi tür de i kenlerinolu turulan sisteme hangi nispet-te ve hangi süreyle tesir edece ianla ılmadan, kusursuz tasarımbilim dünyası için ancak bir hayal-dir. Mükemmel bir dizayn, de i -kenlerini bizim belirledi imiz, dıâlemden tecrit edilmi bir ortamda mümkün olabilir ancak. Bu ise hiç mümkün görünmemektedir. Ka-nının akı hızındaki veya saçlarınınuzama hızındaki de i kenleri bile kontrol etmekten âciz insano lu,milyarlarca canlının ya adı ı bir kâinattaki bütün de i kenleri asla kontrol edemeyecektir.

Bu noktada durup soluklan-mamız ve bulundu umuz odanıncamından dı arı bakmamız gere-kiyor. nsano lunun bir ütopya olarak kabul etti i ‘de i kenleri yö-netilebilen bir dizayn örne i’ hemenpencerenin dı ında bizlere bakı-yor. çinde bulundu umuz kâinat en ufak bir üpheye mahal verme-yecek ekilde mükemmel bir yara-tılı örne idir.

Buraya kadar anlatılanların ı ı-ında kader hakikatinin yorum-

lanması mümkündür. Hayy ve Kayyum olan Cenab-ı Hakk (cc),‘kâinat’ denen bu dinamik me-

Kaos teorisi, kâinattaki dinamik münasebetler

a ını fark ederek, bunlarınmatematik modelini

kurmayı hedeflemektedir. 1960’da meteoroloji uzmanıEdward Lorenz tarafındanortaya atılan Kaos Teorisi,

bizlere her bir varlık ve hâdisenin birbiriyle ne kadar iç içe ve irtibatlı

oldu unu anlatmaktadır.

@ [email protected]

110 6

Page 7: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

13. yy sonu ile 14. yy ba larında Sö üt, Doma-niç çevresinde küçük bir beylikken, uygulanan

politikalar ve Yaratıcı’nın bah etti i özel bazı imkân-lar sayesinde tarihin en büyük imparatorluklarındanbiri hâline gelen Osmanlı’nın kurulu ve geli me-sinde, birçok faktör rol almı tır. Bu devletin kuruluve geli mesine tesir eden unsurlar, ortaö retimdedaha çok, bey ve padi ahların ahsında kuru hâdise-ler yı ını olarak ele alınır. Oysa Osmanlı’nın kuru-lu ve geli mesinde birçok hâdise ve ki iyle birlikte o zamana kadar fazla görülmemi ‘bir insan modeli’ de rol almı tır. Tarık Bu ra, ‘Osmancık’ romanın-da, klâsik bilgilerin ötesine geçerek, Osmanlı’nınkurulu unu çe itli yönleriyle roman gerçekleri çer-çevesinde tahlil eder. Bu ra, ‘Osmancık’ yazılmadanönce kendisiyle yapılan bir mülâkatta; “Dünyanın en medenî imparatorlu unu kurmanın ifresini çözdürtebilecek tiplerle”1 bir roman yazmayı dü ündü ünden bahse-der. Nitekim 1950’lerden beri yazmayı dü ündü übu romanı, 1983 yılında ‘Osmancık’ adıyla yayımlar.

Tarık Bu ra, ‘Osmancık’ romanında, dünyanınen medenî imparatorlu unun kurulu ve geli me-sinde önemli bir ifre olan, bir gâye, hedef ve misyon için yurtlarını, vatanlarını terk eden insanların hâlet-i rûhiyelerini anlamaya ve anlatmaya çalı ırken, Ba-tılı bazı tarihçilerin, ‘Osmanlı’yı Türkler tek ba larınakurmamı lardır.’ tezine destek olarak ileri sürdükleri, ‘Osmanlı’nın kurulması döneminde Asya insan kaynaklarıile Osmanlı’nın arası çe itli beylikler vs. ile kesildi indenOsmanlı’nın kurulması için gerekli unsurlar, yerli Rumlar

arasından tedarik edilmi tir.’ tarzındaki bazı iddialarında aslında ne kadar temelsiz oldu unu göstermek-tedir. ‘Osmancık’ romanının alt ba lı ını ‘Cihan dev-letini kuran irade, uur ve karakter’ olarak atan Bu ra,özelde Osman Gazi’nin, genelde ise bütün bir mil-letin hangi ekil ve artlarda bu olu umda rol aldı ı-nı anlatır. ‘Osmancık’ romanının vak’a örgüsü, Ö. L. Barkan’ın: “Osmanlı tarihi, bütün di er tarihler gibi, bir hanedanın destanını yapmak isteyen tarihçilerin kaydettik-leri ekilde münferit ve müstakil bir seri vekayiden ibaret de ildir. Her hâdise kendisini hazırlayan bir sürü sosyal, ekonomik ve dinî artlarla i lenmi ve haricî tesirlerle dünya yüzünün de i mesi nev’inden bir olu la yava yava tabiî olarak hazırlanmı tır. Bu bakımdan siyasî ahsiyetler ve vekayi arkasında onları hazırlayan içtimaî sebepleri aramak lâzımdır.”2 eklindeki tespitine uygundur. ‘Osmancık’romanı dikkatli bir tetkike tâbi tutuldu unda u gö-rülür: Osmanlı; devlet te kilâtının kurulması ve ge-li mesinde gerekli olan insan gücünü, büyük nispet-te yine bizzat kendi de erlerinden ortaya çıkarmı tır.‘Osmancık’ romanındaki bu tezin tutarlı ını anlamak için, bazı tarihî gerçeklerin bilinmesi gerekir:

13. yüzyılda Anadolu, bir taraftan Mo ol baskı-nından kaçan insanların; bir taraftan, göç dolayısıylabu topraklara uzanan göçerlerin; bir taraftan da ken-dini bir gâyeye adamı alperenlerin bulu ma noktasıgibidir. Ö. L. Barkan’ın ‘Kolonizatör Türk Dervi leri’*isimli makalesinde belirtti i gibi, Osmanlı’nın kuru-lu a amasında Anadolu’nun çe itli bölgeleri, Türk ve slâm dünyasının farklı yerlerinden gelmi , belirli

1117

ROMANINDA‘HORASAN ERENLER ’ MOT F

A. Osman Dönmez

Page 8: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

bir e itim ve terbiyeden geçmi sınıf ve meslekten insanlarla doludur. Bunlar arasında slâm co rafyası-nın çe itli yerlerindeki medreselerden çıkan hocalar, Selçuklu ve di er devletlerin yönetim kademelerin-de bulunmu ahsiyetler oldu u gibi, çe itli tarikat-lara mensup eyhler ve ‘Gâziyân-ı Rûm, Alp-Erenler, Ahîyân-ı Rûm, Horasan Erenleri’ gibi isimlerle anılandervi grupları da vardır. te “Osmanlı mparatorlu-u teessüs etme e ba ladı ı zaman, bu kadar geni hudutlar

içinde kayna makta olan bir âlemin dört buca ında tekev-vün eden dinî ve sosyal cereyanları, bilgi ve tecrübeye sahip insanları ve mânevî kuvvetleri arkasında bulmu tur.”3 Bu grupların yekparele ip bir enerji hâline geçebilme-lerine ve birlikte hareket etmelerine vesile olan kayna tırıcı unsur ise Sâmiha Ay-verdi’nin belirtti i gibi, ‘ ’lâ-yı Kelime-tullâh a kıdır.’4 Ayverdi, bu kütleyi tek cevher hâline getiren iman ruhunun ba lıca kayna ının Anadolu’nun iç-timaî yapısına hâkim olan ulema ve dervi ler oldu unu söyler; bu iman adamlarının Osmanlı’nın kurulu-una katılmalarını devletin büyük

ve e siz talihi olarak görür.5

Tarık Bu ra, ‘Osmancık’romanında 13–14. asırlarda,Anadolu’nun Müslümanla -masında, imarında ve çe-itli sosyal müesseselerin

kurulmasında önemli roller üslenen gruplar-dan ‘Horasan Erenleri’niinceden inceye i ler.Bu çok önemlidir; çünkü bu dervi lero zamana kadar Anado-lunun yerli halkının alı ık olmadı ıbir misyonun temsilcileridirler. Osmanlı’nınkurulu ve geli me yıllarında meydana gelen bazısiyasî ve sosyal hâdiseleri açıklayabilmek, ancak bu dönemde rol oynayan dervi lerin varlı ını bilmekle mümkündür.

Burada bir hususu belirtmek faydalı olacaktır:Romanda Osmanlı’nın mânevî mimarlarından biri olan Ede Balı bir eyhtir ve etrafında dervi ler var-dır. Ancak bu yazıda mevzubahis edilecek dervi ler,romanda Harlak civarına yerle en ve aynen Ede Balıgibi iç ve dı muvâzenesini sa lamı ‘bilinmeyen, ta-nınmayan Ede Balılar’dır. ‘Horasan Erenleri’ olarak isimlendirilen bu insanların, ‘Osmancık’ romanındaHarlak civarına yerle mi oldukları görülür. TarıkBu ra’nın ‘Osmancık’ romanını yazarken çe itli ta-

rihî belgelerden yararlandı ı bir hakikattir. Yazar, Osmanlı’nın kurulu dönemlerinde tarihî gerçekli-i sâbit bazı ahıs ve hâdiseleri, bazı de i ikliklerle,

Ertu rul Gazi ve Osman Bey dönemine ta ır.Nitekim romanda Uruz Dervi ile Ertu rul Gazi arasında Harlak’ın yurt edinme hâdisesi esnasındaya ananlar ile, tarihî belgelerde Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi ile Geyikli Baba arasında ge-çen diyaloglar birbirine paralellik arz eder. Bursa’nınfethinden sonra de erli hediyelerle kendini ziyaret eden Orhan Gazi’nin hediyelerini kabul etmeyen Geyikli Baba’nın, dervi lerin yerle mesi için Bey’den kıraç bir araziyi istemesi gibi, ‘Osmancık’ romanda da Uruz Dervi , ekip dikmeye müsait birçok yer varken

Ertu rul Gazi’den kıraç bir arazi ister ve buranın da çok azını sahiplenir.

‘Horasan Erenleri’,‘Osmancık’ romanınınvak’a örgüsünde Os-

man Bey’in dikkatini, ilk olarak kendi mis-

yonunu anlamaya ba -ladı ı dönemlerde çeker.

Romanın ilk bölümle-rinde Osman Bey, henüz

bilmedi i, tanımadı ı ve misyonlarından habersiz

oldu u bu insanlarla, kendi vazifesi arasında bazı ba -

lantılar kurmaya ve onlarınvazifelerini anlamaya çalı ır.

Onlardan bazılarının, babasıErtu rul Gazi’yi ziyaret etme-

si, babasının bu insanlara büyük saygı göstermesi, dervi lerin bir-

birleriyle olan münasebetleri ve niçin buralarda bulundukları üze-

rinde dü ünür. Bu, romanda öyle anlatılır: “Ya babasının (Ertu rul Ga-

zi’nin) büyük saygı gösterdi i, kâh görünüp kâh çekilip giden birtakım adamlar? Ki, Osman bunların bu yöreye ve daha batıya veya daha kuzeye, kendilerinden önce geldik-lerini, babasının anlattıklarından biliyordu. Kimdi bunlar, niçin gelmi lerdi tâ Türkistanlardan? Ve onları birbirine yakla tıran.. yakınla ma ne kelime? Birbirine sürekli ba -lı tutan (neydi?)”6 Babasının kılıcına farklı bir mânâ verdiklerini dü ündü ü dervi lerle Osman Gazi ilk olarak Harlak’ta kar ıla ır. Dervi in ta tan örme iki gözlü bir kulübesi vardır ve kulübe düzlü ün biti-mine bir kartal yuvası gibi kondurulmu tur. Genidüzlü ün üç be dönümlük yeri sürülüp ekilmi -tir, fidanlanmı tır, yarı tarla yarı bahçe yapılmı tır.

112 8

Page 9: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Bu kar ıla ma esnasında Osman Gazi, yerle ti iyeri görünce dervi e kanaatkâr oldu unu söyler. Çünkü ırma ın öte yakasında ekim ve dikime daha uygun düzlükler varken, dervi in bu kıraçyeri seçmesi Osman Bey’e enteresan gelmi tir.Bunu dervi e söyledi inde, dervi in cevabı daha da enteresandır: “Ben burayı kendim bulmadım ve sahiplenmedim ve mallanmadım. Git dediler, geldim. Burayı münasip gördüler aldım. Hemi baban (Er-tu rul Gazi) verdi de aldım.”7 Sözü edilen dervi -ler, herhangi bir yeri yurt edinirken oranın bazıözelliklerini göz önünde bulundurmaktalar; ya-hut Bey veya temsilcileri tarafından bazı önemli özelliklere sahip yerlere özellikle yerle tirilmek-tedirler. Bu özelliklerden biri, yerle im yerinin stratejik önemidir. ‘Önceden belirlenen bir gâyeye ula mak için tutulan yol’ mânâsına gelen strateji; se-manti inde güvenlik, haberle me, dı arı açıl-ma gibi çe itli mânâları da barındırır. Harlak da böyle önemli stratejik bir konuma sahiptir. Ro-manda bu durum öyle ifade edilir: (Harlak’ta) “Kuzeye yol veren geçit, a a ıdaki uçurumun kar ısın-da, ayaklarının altında idi; tav an geçse görünürdü.”8

“Harlak, Domaniç’i kuzeye ba layan tek geçitten kuuçurtmayacak bir yerdedir. Ve kar ı sırtlarda, kuzeye do ru çaprazlama, Harlak’takine benzer eyler olmak-tadır.”9 Orduların önünden giden, genelde der-bent olarak isimlendirilen ve stratejik bakımdanöneme sahip sarp mekânlara yerle ip oraları imar ve iskân eden, oraların enlenmesine vesile olan bu dervi ler, bir nevi istihbarat te kilâtı vazifesi de görmektedirler. Yerle tikleri yerler stratejik öneme sahip oldu undan bu insanlar gerek gö-zetleyerek, gerekse bulundukları yerden geçen insanlarla konu arak her türlü bilgiyi alabilmek-tedirler. Bunlardan alınan haberler bir ekildebeye ula tırılmaktadır. Romanda bu dervi lerinistihbaratla ilgili vazifeleri öyle anlatılır:

“- Be , seni Dervi Uruz görmek diler.- Be seni bir garib abdal arar.- Gelenlerin ço u dervi lerdir; ama aralarında

Rumlar, Tatarlar, Germiyanlılar az de ildir. Ve hepsi de haber yüklüdür ve haberlerin ço u da önemlidir.”10

Da ba larına, geçitlere ve yörelere hâkim yamaçlara, kıraç ve stratejik bakımdan önemli ıssız yerlere yerle me oraların güvenli i açısın-dan da önemlidir. Bu tür yerle imler da ba la-rında bir tür karakol vazifesi görür. Osmanlı’nındaha sonraki yıllarda Balkanlara do ru açılmasınıda dü ünürsek bu tarz yerle imler, gerek haber alma bakımından, gerek fethedilen yerlerin is-kân ve imarı bakımından ve gerekse yerli halkla

kurulacak müspet diyalogların devlete sa layaca-ı avantajlar bakımından orduların önünde bir

öncü kuvvet özelli i arz eder. Bey olduktan sonraki geli lerinde Osman

Gazi, Harlak’ın her seferinde daha da enlendi i-ni, yeni gelenler ve do anlarla nüfusunun sürek-li arttı ını görür. Zamanla burası de irmeni ve mescidi olan güzel bir köye dönü ür. Harlak, Os-man Bey’in idealindeki yerle im tarzının; burada ya ayanlar da idealindeki insanların bir ifadesidir. Harlak ‘Osmancık’ roma-nında yeni yeni filizlenen devletin bir prototipi gi-bidir. Roman boyunca Osmanlı’nın geli mesi,Harlak misâlinde mü-ahhasla tırılır. Osman

Gazi’nin Harlak’a sık sıkgitmesi burada ortaya çı-kan ‘yeni insan’ modelini izlemek istemesi mânâ-sına gelece i gibi, burayıtefti etme özelli i de arz eder.

Anadolu’da çok ö-nemli i lere imza atan bu dervi ler, geldikleri yerlerden i lerine yaraya-cak çe itli donanımlarla Anadolu’ya gönderilmi -lerdir. Ziraatten, el sanat-larına kadar ça ın ve art-ların gerektirdi i çe itli donanımları, onları yerli halkın gözünde farklı bir konuma ta ır. Bu dona-nımları onların yerli halk-la daha iyi diyalog kurmalarına vesile olur. TarıkBu ra, romanda bunu Osman Gazi’yle, Harlak’ıyurt edinen Uruz Dervi ’in ilk kar ıla malarındaöyle anlatır: “Bir kö ede kalaycı oca ı vardı. Uruz

Dervi : ‘elimden gelir.’ dedi, ‘a a ı Rum köylerinden kap kacak toplar kalaylarım. (Osman Gazi) içerde ot ve çiçek kuruları, kökler gördü. Adam (Uruz) bunu da açıkladı: ‘Horasan’da ö rettiler: kimi dertleri ve illetleri tedavi ederim. Rumlar arar oldu beni.”11 Özellikleri ve yaptı ı i ler ayrıntılı olarak anlatılan Uruz Dervi ,romanda ‘Horasan Erenleri’nin temsilcisidir. On-daki vasıflar binlerce dervi ten toplanmı ve idea-lize edilmi tir; Uruz, romanda özel bir isim de il,âdeta bir tür ismidir. Uruz, bu ekildeki binlerce

1139

Özellikleri ve yaptı ı i -ler ayrıntılı olarak anlatı-lan Uruz Dervi , roman-da ‘Horasan Erenleri’nin temsilcisidir. Ondaki va-sıflar binlerce dervi ten toplanmı ve idealize edil-mi tir; Uruz, romanda özel bir isim de il, âdeta bir tür ismidir. Uruz, bu ekilde-ki binlerce insanı temsil etmektedir. Böyle elinden çe itli i ler gelen, dönemin ihtiyaçlarına göre bilgi ve beceriyle donatılmı , ‘Hak ve do ru bildikleri yolda fi-sebilillah çalı an, soyları-na yararlı olmayı dileyen’, bir davaya gönül vermibinlerce insan Anadolu’ya yerle mi veya yerle mek üzeredir.

Page 10: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

insanı temsil etmektedir. Böyle elinden çe itlii ler gelen, dönemin ihtiyaçlarına göre bilgi ve beceriyle donatılmı , ‘Hak ve do ru bildikleri yol-da fisebilillah çalı an, soylarına yararlı olmayı dileyen’,bir davaya gönül vermi binlerce insan Anadolu-’ya yerle mi veya yerle mek üzeredir. Romanda birbirleriyle sıkı münasebet hâlinde olduklarıbelirtilen bu dervi lerin vasıflarını, fonksiyon-larını ve gâyelerini Aykut Alp anlatır: “Gönül,kafa ve bilek erleri idi onlar. Hem sava çı hem bilgili idiler. Kimi demir dövmesini, çeli e su vermesini, kap kacak kalaylamasını; kimi dikip dokumasını; kimi saraçlı ı bilirdi. Kimi hayvanların, insanların hasta-lı ından anlar, onları tedavi ederdi. Hepsi de çok, çok uzaklarda bırakılmı bir ocaktan, aynı törelerden, bir tek gâye için yeti mi ; o tek gâye için çok, çok uzaklar-

dan gelmi lerdir.. gön-derilmi lerdir… Kayıboyunun geldi i yer-lerden, Kayı boyunun güttü ü gâye için. Bu gâyenin gözcüsü, göze-ticisi, habercisidir onlar. Onlar bu gâyenin yayı-cısı, birle tiricisidir. Ve onlar yoktur, bu gâye vardır. Ve onlar bu gâ-yeyi gerçekle me yoluna koyacak bile i, kafayı,gönlü aramaktadırlar,o kafaya, o gönle sahip boyu aramaktadırlar.”12

‘Horasan’dan Diyâr-ıRûm’a ö üt ta ıyan bu insanlar’ın bey seçimine de tesirle-

ri vardır. Bu durum romanda öyle ifade edilir: “Osman, be li inin Harlak’ta Gökçe Bacı tarafındanilân edildi ine, kendisinin bile yadırgadı ı bir güven-le inanmaktadır.”13 Çe itli kaynaklarda ‘Bacıyân-ıRûm’ olarak isimlendirilen Müslüman Anado-lu kadınlarını romanda Gökçe Bacı temsil et-mektedir. Gökçe Bacı, Harlak’a ilk yerle en ki iolan Uruz Dervi ’in annesidir. Gökçe Bacı, açıksözlülü ü, yaptı ı i ler ve saygınlı ı ile Osman Gazi’nin devamlı diyalog hâlinde oldu u bir ka-dındır.

Her türlü faaliyetlerini beyin bilgisi dâhilin-de yapan bu dervi ler, sava zamanlarında ordu-ya katılmaktadır. Sava larda faydalı olanlara ise, bazı yerlerin idaresi ba ı lanmaktadır. Nitekim

Kulacahisarın yönetimi Uruz’a verilmi tir. Bu durum bu dervi lerin ziraatte, askerlikte ba a-rılı oldu u kadar, idarecilikte de ba arılı oldu-unu ortaya koyar. Nitekim Kulacahisar halkı

Uruz’un idaresinden memnundur. Uruz daha sonraları buradaki askerleriyle sava lara i tirak eder; Ye li Pazarı baskınında, ordunun sa ka-nadının ba ında Osman Bey, sol kanadının ba-ında da Uruz vardır.

Romanda Harlak’a benzer yeni yerle im yer-lerinin kuruldu u da belirtilmektedir. Stratejik bakımdan Harlak’a benzeyen kizce’ye, Konya yöresinden gelen yeni gruplar yerle tirilmi tir.

Zaman içinde yerle tikleri yerlere tekke ve zaviyelerini de kuran bu dervi grupları, Os-manlı’nın maddî ve mânevî geli mesinde önem-li roller oynamı lardır. Birçok açıdan yozla anAnadolu’nun yerli Rum halkının arasına yepyeni bir misyon ve dü ünce ı ı ıyla giren bu insanlar, faaliyetleri ve ya ayı larıyla slâm dininin en gü-zel temsilcisi olmu lardır. Bu temsil bir yandan Osmanlı’nın çe itli açılardan geli mesine zemin hazırlarken, di er yandan da yerli halkın slam’agirmesine vesile olmu tur. Osmanlı belki de asılfethi bu dervi lerin, dini, sosyal hayatta temsil et-mekte gösterdikleri ba arıyla sa lamı tır. Bu in-sanlar diyalo a geçti i insanlar üzerinde meydana getirdikleri tesirlerle orduların yapamayaca ı asılfethi, gönül fethini, gerçekle tirmi lerdir. Böyle-likle imar, iskân, nakil ve emniyetle birlikte yeni bir devletin ikbalinin sa lam olmasında ve sosyal hayatta kayna ma için önemli olan inanç birli-ine büyük katkılar sa lamı lardır. Peygambe-

rimiz (sas) döneminde Bizans Kralı Herakli-yus’a gönderilen mektupla ba latılan Anadoluya slâm’ı ta ıma faaliyeti, bu dervi ler vesilesiyle,

yava yava hedefe ula mı tır. Bu dervi lerinTürk- slâm tarihinde üslendikleri önemli rolü Barkan öyle özetler: “Da ba larını, hâlî ve ço-rak toprakları i lemek için yerle en, evlâtları ço alıncaköyler tesis eden ve yerle tikleri toprakları yava yavabir kültür ve iktisat merkezi bir ma’mure hâline sokan (bu insanlar), bu memlekete yalnız bir fetih ve i galordusu olarak gelmeyen Türklerin memleket ve toprak açıcılarıdırlar. Yeni fethedilen bir Hristiyan memleke-tinde, bu ekilde gelip da ba larında yerle ecek, orala-rın imar ve emniyeti ile me gul olacak ve tesis ettikleri merkezlerle slâm’ı ve Türk dilini yaymaya ba layacakmisyonerlere ve gönüllü muhacirlere mâlik olmak ise; yeni kurulmakta alan Türk devletinin en büyük kuv-

114 10

Harlak, ‘Osmancık’ ro-manında yeni yeni filizle-nen devletin bir prototipi gibidir. Roman boyunca Osmanlı’nın geli mesi,Harlak misâlinde mü-ahhasla tırılır. Osman

Gazi’nin Harlak’a sık sıkgitmesi burada ortaya çı-kan ‘yeni insan’ modelini izlemek istemesi mânâ-sına gelece i gibi, burayıtefti etme özelli i de arz eder.

Page 11: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr11511

[email protected]@

vetini temsil etmekte oldu u meydandadır, imparatorlu ukuran kuvvet i te kendisinden bu kadar emin”dir.14 Ay-verdi, Batı feodalizminin bilek gücünü temsil eden övalyeleriyle, Osmanlı’nın kurulmasında ve geli -

mesinde büyük katkıları olan iç-dı muvazenesini sa lamı bu dervi leri mukayese eder ve u neticeye varır: “Garb övalyeli i târihî kaderini tüketip tasfiye ol-makla dünya zarara girmemi , hattâ geni bir nefes almı tır.Fakat kılıç ve bâzû kuvveti, ecâat ve kahramanlık kadar, ruh terbiye ve disiplininin mü terek faâliyetinden do an bu örnek övalye rûhu kaybolmakla, dünyanın ziyanı çok bü-yük olmu tur.”15 Ecdadımız birçok eyiyle bizler için bir örnek, bir model konumundadır. Ça ın gerektir-di i donanımlarla dünyanın çe itli yerlerine giderek oralarda insanlı ın huzuru için ‘diyalog ve ho görüköprüleri’ kurmaya çalı an Anadolu insanının faali-yetlerine, bir de ecdadın bir zamanlar üstlendi i bu misyonun penceresinden bakmakta büyük faydalar vardır.

*) Ömer Lütfi Barkan, Anadolu topraklarındaki faaliyetlerini, misyonlarını ve tarihimizdeki yerlerini anlattı ı uzun makalesinde bu dervi grupları için ‘Kolonizatör Türk Dervi leri’ ifadesini kullanır.Biz ise yazımızda, kendimize ait bir de eri, Batı men eli bir kavram olan ‘Kolonizatör’ ile anlatmamak için aslına sâdık kalarak ‘HorasanErenleri’ ifadesini tercih ettik.

Dipnotlar:1- Tunalı, Ya mur. Tarık Bu ra’yla, Töre Dergisi, Ocak- ubat

1981, sayı, 116–117, s. 3–15.2- Barkan, Ö. Lütfi. Kolonizatör Türk Dervi leri, Vakıflar Dergisi,

II. Sayı, 1942. 3- Barkan, Ö. Lütfi. Kolonizatör Türk Dervi leri, age.4- Ayverdi, Sâmiha. Türk Tarihinde Osmanlı Asırları-1, Damla Yayı-

nevi, st., 1977, s. 113.5- Ayverdi, Sâmiha. age, s. 1136- Bu ra, Tarık. Osmancık, Ötüken yay., st. 1985, s. 28.7- Bu ra, Tarık. age., s. 34.8- Bu ra, Tarık. age., s. 33.9- Bu ra, Tarık. age., s. 143–144.10- Bu ra, Tarık. age., s. 136.11- Bu ra, Tarık. age., s. 34–35.12- Bu ra, Tarık. age., s. 35–36.13- Bu ra, Tarık. age., s. 120.14- Barkan, Ö. Lütfi. Kolonizatör Türk Dervi leri, age.15- Ayverdi, Sâmiha. age, s. 115.

nsan hayalleriyle ya ar..

O kapkara ve kupkuru çevrede,Yemye il bir tablo; hayalinle kal!.Lavlarla kavrulmu olmu bir masal,Dedi in olsa da o çok ilerde...

Page 12: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Köyümüzde, Halil Usta isminde bir marangoz vardı. Halil Usta söyleneni sessizce dinler ve kendinden talep edilen eyi

büyük bir ustalıkla yapar, sahibine teslim ederdi. Rahmetli babamla, Halil Usta’ya ‘sessiz usta’ derdik. Halil Usta, kendi hâlinde, sadece i iyle me gul olan sakin biriydi. Bulundu u topluluklarda onun var-lı ını hissetmezdiniz bile. ini yaparken ise iir okuyor, oya i liyorgibi maharetini konu tururdu. Ortaya çıkan i de, gerçek bir sanat eseri olurdu.

Ben köyden ayrıldım, de i ik kültür ve co rafyalarda farklı in-sanlarla tanı tım. Gitti im hemen her yerde Halil Usta gibi sessiz ustaları gördüm. Onlar da i lerini sessizce yapıyor, i bittikten son-ra sahnede görünmüyorlardı. Sonradan tanıdı ım bu sessiz ustalar, Halil Usta’dan farklı olarak bulundukları ortamların âdeta her türlü derdine devaydılar. Bu insanlar nerede ve hangi artlarda olurlar-sa olsunlar, kendilerine mutlaka yapacak bir i buluyor veya onlara bir i dü üyordu. Dolayısıyla onların bulundu u yerlerde ortada bir i kalmıyordu. Bizim köydeki sessiz usta da böyle yerlerde olsaydı,herhalde o da benzeri eyler yapardı.

116 12

Prof. Dr. Fatih Karahisarlı

Sessiz ustalar çok iyi birer

gözlemcidirler.Çevrelerindeki

kimseler onları, ço ueyden habersiz zannetseler de,

onlar, hâdiselerin arka plânları

dâhil, her eyinfarkındadırlar.

Hasırın altındanMısır’ı seyrederler. Ki ilerin karakterini

ve ki iler arasımünasebetleri çok

iyi okurlar.

Page 13: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Her yerde onlarOnlar kendilerini, “Biz sessiz us-

talarız!” diye tanıtmazlar; ama onla-rı, mü terek özelliklerinden dolayıherkes tanır. Dünyanın her yerinde, e itim müesseseleri ba ta olmak üze-re, gönüllüler hareketi içinde makam, mevki, dil, din, renk ayırımı olmaksı-zın mutlaka bu sessiz ustalardan biri-leri bulunur. Her yerde, yüklerin en a ırını çekenler onlar oldu u hâlde ücret istemezler, gürültü çıkarmazlar,ikâyet etmezler, dertlerini asla söyle-

mezler ve etrafa hep pozitif enerji ya-yarlar. Ellerini her ta ın altına çekin-meden sokarlar. Onlar bo otururken görülmez, bir i bitince di erine ko-arlar. Sadece kendi meslekleri ile

ilgili i leri yapma gibi bir takıntılarıyoktur. Kendileri hangi konum ve meslekte olurlarsa olsunlar, ortadaki i i yapmaktan geri durmazlar. Mev-cudiyetleri kimseyi rahatsız etmez. Bir i in yapılması mümkünse, lû-gatlerinde, ‘Hayır!’, ‘Yapılmaz!’, ‘Ol-maz!’ gibi kelimeler yoktur. Onlara göre, ölümden ba ka her eyin çaresi vardır, hayatta hiçbir zaman tek yol yoktur, Allah her i in bir hâl çaresini koymu tur; engeller a ılmak, prob-lemler çözülmek içindir.

Onlar ba kalarının yapması gere-ken i leri de yaparlar. Bunun adınıasla angarya koymazlar. Yaptıklarınınfedakârlık oldu unun bile farkındade ildirler. Bu yüzden de, ne bir il-tifat, ne de maddî bir beklenti içinde olurlar. Bir bakıma onlar, yarı at-larının karakterine sahiptirler, yani onların yoruldukları çatladıklarındaanla ılır.

Onlar kimseyle takı maz; göste-ri i sevmedikleri gibi, bilinmeyi de istemezler. Takdir edildiklerinde duymazdan gelirler. Onların e lerive çocukları da genellikle kendilerine benzer.

Sessiz ustalar ço u zaman ba ka-larını dinlemede kalırlar; güzellikleri duymaya son derece i tiyaklıdırlar,

bunları anlatanları dinlerken kendi-lerinden geçerler. Frekanslarına giril-di inde sohbetlerine doyum olmaz. Hâdiselere bakı larını, ya adıklarınıtabiî bir ekilde resmedi lerini âdeta nefes almadan dinlersiniz. Ama bu çok hassas bir diyalogtur. Zîrâ kendi-lerine önem verdi inizi ve hayranlıkladinledi inizi sezerlerse, derhal anlat-mayı keserler ve kendilerine yapacak yeni i ler ararlar.

Sessiz ustalar çok iyi birer gözlem-cidirler. Çevrelerindeki kimseler on-ları, ço u eyden habersiz zannetseler de, onlar, hâdiselerin arka plânları da-hil, her eyin farkındadırlar. Hasırınaltından Mısır’ı seyrederler. Ki ilerinkarakterini ve ki iler arası münasebet-leri çok iyi okurlar. Size bu konularda çok güzel dersler de verirler. Seviye-niz, konumunuz onları hiç ilgilendir-mez; sizin yanınızda çok rahattırlar.Ayrıca çok cömerttirler, ellerinde ne varsa, ba kalarına vermek onların en büyük hazlarındandır.

Toplumun, hemen her kesiminde bu tip sessiz ustalar mevcuttur. Bunlar bir bakıma bo lukları doldurduklarıiçin toplumların sıhhatli olmaların-da çimento vazifesi görürler. nsanlıkbelki de, bu tip insanların yüzü suyu hürmetine ayakta kalabilmektedir. Tarihte bunların misâllerini açık se-çik görmekteyiz. Sessiz ustalar, ya a-dıkları devirlerde herkesçe bilinmez, tanınmazlar; ama sonra gelen nesil-ler, onların kimler oldu unu net bir ekilde görür, ö renir.

Sessiz usta özelliklerinin geli tiri-lip zenginle tirilmesi ve herkesin bu vasıfların kazanılması yönünde çaba sarfetmesi gerekmektedir. Sessiz us-taların önünün açılıp onlara imkân-lar tanınması, herkesin sessiz usta olma yolunda birbirini desteklemesi ve özellikle yeni yeti en nesillere bu yolda ya ayan örnekler gösterilmesi gelecek adına yapılabilecek hayırlı i -lerdendir.

11713

Sessiz ustalar, ya adık-ları devirlerde herkesçe bilinmez, tanınmazlar; ama sonra gelen nesil-ler, onların kimler ol-du unu net bir ekilde görür, ö renir.

@ [email protected]

Page 14: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Fransa’da ya anan hâdiseler, Avrupa ülkele-rindeki göçmen gettolarını gündeme getir-

di ve banliyölerin içten içe ne derece çürüdü ünügösterdi. nsanlar yanan araba, okul ve kiliseleri ürpertiyle seyrettiler. Avrupa ülkeleri bir kâbusla daha yüzle iyordu. Bu hâdiseler, gerçekten kendi kaderine terk edilmi göçmenlerin dı lanmı lı aisyanı mı, yoksa muhtemel daha büyük sosyal dep-remlerin öncü sarsıntıları mıydı? Bu tür geli meler,getto, paralel toplum ve uyum tartı malarının sıkçaya andı ı, ba ta Almanya olmak üzere di er Batı ül-kelerinde de meydana gelebilir mi?

çtimaî yapıdaki tarihî ve sosyo-kültürel farklı-lıklara dayanarak, bazı yorumcuların, Fransa’daki göçmenlerle Almanya’daki Türklerin kıyaslana-mayaca ını iddia etmelerinde haklılık payı olabilir. Fakat gettoların karakteristik özellikleri ve yönetim-deki insanların göçmenlere yakla ım tarzları benzer hâdiselerin her zaman ya anabilece ini göstermek-tedir. Bir kere gettovârî yerle im bölgelerine hapse-dilen ve genellikle asimile edilemeyen göçmenler, ana toplumdan e itim alanları, dil ve kültür alan-ları bakımından tecrit edilmi durumdadır. Meselâ Almanya’da Türklerin yo un oldu u bölgelerdeki okullarda yabancı ö renci sayısının çok olması, cid-di dil ve e itim problemlerini de beraberinde getir-mektedir. Birçok genç, diploma alamadan, meslekî

e itimini yapacak bir yer bulamadan ve okul haya-tında kötü tecrübeler ya ayarak hayata atılmaktadır.Ço unlu u ba ıbo , fikrî olgunluktan uzak, insanî hiçbir de eri ciddiye almayan, problemlerini id-detle çözmeye meyilli bu gençler, kolayca yönlen-dirilebilmektedir. Bu durum devam etti i sürece, büyük bir potansiyel tehlike kar ımızda duruyor demektir. Mânevî açlıklar içinde, ruhu alev alev ya-nan gençlik, zeminini buldu unda etrafını da alev-lere vermekten çekinmeyecektir.

Böyle bir potansiyeli içinde barındıran getto ve benzeri yerle im bölgelerinde ya ayan göçmenlere, daha do rusu azınlıklara siyasîlerin ve mahallî ida-recilerin daha hassas bir üslûpla davranması gere-kir. Öncelikle Alman idarecilerin, problemleri et-nik ve dinî temele dayandırmaktan vazgeçmeleri ve yeni bir birlikte ya ama vizyonunun ana çerçevesini belirlemeleri gerekmektedir. Bunun için Alman Anayasası temel bazı prensipleri vazediyor aslında.Fakat, anayasanın birinci maddesinde, “ nsan onu-ru rencide edilemez!” ibaresi olmasına ra men, birçok idareci ba ta olmak üzere Almanlar bu prensibe ço unlukla uymuyor. Topluma bu gözle bakan he-men herkes okullarda, fabrikalarda ve i yerlerindegöçmenlerin onuruna nasıl dokunuldu una, insan yerine konulmadıklarına ve psikolojik olarak dı -landıklarına ahit olabilir. Bu tür söz ve davranı lar

118 14

2004 yılının sonunda Hollanda’da, 2005 yılında ise Paris’te meydana gelen hâdiseler, yetkililerin ders çıkarması adına büyük fırsat veriyor. Bilhassa gettola manın bir ekilde önüne geçilmesi, en azından ora-lardaki e itim imkânlarının iyile tirilmesi ve medyanın korku senar-yoları yerine kamuoyunu bilgilendirici, barı içinde birlikte ya amayıözendirici, sa duyulu yayınlar yapması ilk plânda çıkması muhtemel hâdiseleri engelleyecektir.

Muhammet Mertek

Page 15: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr11915

ahsî onuru zedelemekten daha öteye, hattâ ki ininmensup oldu u milletin haysiyetine dokunmaya kadar gidebilmektedir. Medyanın öncülü ündeeyalet ba bakanları ve bakanlar bile buna katılabil-mektedir

Aslında Almanya’daki getto benzeri bölgeler Türkler tarafından istenerek ve plânlanarak olu -turulmadı. Kırk yıl önce gelenler evvelâ çalı tık-ları i alanlarının etrafında yerle meye ba ladılar.

Tabiatıyla bu bölgelerdeki okullarda Türk ö renci sayısı gittikçe arttı. Yani gettola ma i alanlarından, yerle im bölgelerine, buradan da e itim sektörü-ne do ru sosyal bir süreç takip etti. Di er yandan Almanya’nın birçok ehrinde Türklere belli semt-lerde kiralık ev verilmemesi de dolaylı olarak getto-la maya katkıda bulundu ve bulunmaktadır.

Hakikat bu olmasına ra men, Almanya’daki bir eyalet içi leri bakanı vak’ayı, “Türkler kendile-rini Almanlardan üstün gördüklerinden toplumumuza uymayıp gettolarda ya amayı tercih ediyorlar.” gibi, bir zamanlar Yahudiler için kullanılan ifadelerle izaha kalkı mı ve bu açıklama oldukça mânidâr bulun-mu tu. Bu tür davranı ların bir sebebi, bazı çevre-lerin göçmenleri iç siyaset malzemesi olarak kul-lanmasıdır. Bunun kimseye faydası yoktur, bu tip sosyal fırtına koparanların en ba ta kendilerinin bedel ödediklerine tarih ahittir. Bazı siyasîlerin, provokatif ve dı layıcı bir üslûpla toplumda ger-ginlik meydana getirmesi durumunda medyadan beklenen, gerçek sorumlulu unu üstlenerek gere-keni yapmasıdır.

Fakat Alman medyasının önemli bölümü ma-alesef yıllardır bu mevzuda iyi bir not alamıyor.Neredeyse her gün en marjinal hâdiseleri genelle -tirerek; intihar saldırıları, namus cinayetleri, zorla evlilik, cihat, ehitlik, terör ve ba örtüsü gibi ko-

Unutmayalım ki, insanın mayasında iyilik, sevgi ve bunlara aynı ekilde mukabele etme hissi vardır. Her insanda bütün bu duyguları de erlendirecek, asla yalan söy-lemeyen vicdan mekanizmalarının varlı ıbir hakikattir. Bize dü en, insanın tabia-tındaki duyguların yönünü kötülükten iyi-li e çevirmenin yollarını aramaktır ki, bu da zaten bizim terbiye sistemimizin teme-lini te kil eden dinimizde fazlasıyla mev-cuttur. Ayrıca bu hususta her iki tarafın da empati yapmasının çok faydalı olaca ınainanıyoruz.

Page 16: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

nularda yanlı bilgiler vererek Alman kamuoyuna korku salıyor. Türk toplumunu her fırsatta ça dı ıgösteren, dı layan, küçümseyen, ana bünyeye ait ol-madı ını vurgulayan medya, âdeta Almanya’da da Fransa’dakine benzer hâdiselerin ya anmasına da-vetiye çıkarıyor. Zîrâ fanatizm, fanatizmi do urur,cahillik kar ı cehaleti harekete geçirir.

Müslümanların ço unun bütün bu yayınlardakendini bulması, yazılıp çizilenleri kabullenmesi elbette dü ünülemez. Müslümanlık hassasiyeti ta-ıyan insanlar, bu tek yanlı ve gerçekle ilgisi olma-

yan yayınları büyük bir üzüntüyle takip etmektedir. çinde ya adı ı toplumda kendini ifade etme imkânı

bulabilen olgun gençler, ne soka a çıkıp toplumun huzurunu bozmaya, ne de ba kalarının malına, ca-nına zarar vermeye tevessül etmektedir. slâm’ı iyi anlamı her Müslüman problemlerin iddetle çözü-lemeyece ini bilir ve sebebi ne olursa olsun buna ba vurmaz.

Batılı medya ise maalesef, ısrarla Müslümanlarıiddet yanlısı göstermeye devam etmektedir. Me-

selâ Alman ZDF kanalının ana haber bülteninde sunucu, Ye illerin Fransız men eli Avrupa Parla-mentosu milletvekili Daniel Cohn-Bendikt’ebanliyö hâdiseleriyle alâkalı sorular yöneltiyor. b-retlik sohbette, Almanların slâm ve Müslümanlar konusunda niçin köklü zihniyet de i ikli ine ihti-yacı oldu unun en tipik örne i sergileniyor. sya-nı yapanların kimliklerinden dolayı her zamanki gibi yine iki noktaya vurgu yapılıyor: dinin tesiri ve gençlerin entegrasyon istememeleri! Sorular kar ı-sında milletvekili hem gülüyor, hem de sunucunun yorumunun gerçeklerden ne kadar uzak, sathî ve mu lak oldu unu îmâ ederek özetle öyle diyor: “Banliyölerdeki hâdiselerin dinle bir ilgisi yok. On yıllarcakendi kaderine terk edilen ve dı lanan insanlardan bazılarıdine yönelmi olabilir. Fakat isyanın dinî bir motifi yok. Gettolardaki okullara bir bakın. Sunulan e itim imkân-larından birçok genç faydalanmak istiyor; entegre olmak istiyor, ama nasıl dı landıklarını okulların peri an duru-mundan görüyorlar.”

Evet, ngiltere, Almanya, Hollanda ve Fransa’da-ki entregrasyon politikaları Müslümanlar açısındaniflâs etmi durumda. Neden? Çünkü o insanlarınkültürel kimlikleri, hassasiyetleri görmezlikten ge-lindi; dayatmacı politikalarla, dinî ve millî kimlik-lerinden taviz vermeleri, o ülkelerin de erlerineve kültürlerine uymaları istendi. Bu yüzden Av-rupa ülkelerinde hem geçmi ten beri devam eden uyum politikalarının gözden geçirilmesi, hem de

entegrasyondan öte bir ‘birlikte ya ama vizyonu’nungeli tirilmesi gerekmektedir. 2004 yılının sonun-da Hollanda’da, 2005 yılında ise Paris’te meydana gelen hâdiseler, yetkililerin ders çıkarması adınabüyük fırsat veriyor. Bilhassa gettola manın bir e-kilde önüne geçilmesi, en azından oralardaki e i-tim imkânlarının iyile tirilmesi ve medyanın korku senaryoları yerine kamuoyunu bilgilendirici, barıiçinde birlikte ya amayı özendirici, sa duyulu ya-yınlar yapması ilk plânda çıkması muhtemel hâdi-seleri engelleyecektir.

120 16

Getto ve benzeri yerle im bölgelerinde ya ayan göçmenlere, daha do rusu azın-lıklara, siyasîlerin ve mahallî idarecilerin daha hassas bir üslûpla davranması gere-kir. Öncelikle Alman idarecilerin, problem-leri etnik ve dinî temele dayandırmaktanvazgeçmeleri ve yeni bir birlikte ya amavizyonunun ana çerçevesini belirlemeleri gerekmektedir.

Page 17: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr12117

müne yönelik iyi niyetli yakla ımlar beklenmelidir. Kimli ini koruyup dürüst davrandı ı takdirde Al-manlardan saygı gören Müslümanlar oldukça faz-la oldu u gibi, her toplumda oldu u gibi Almanlar içinde de her hâlükârda yabancılara kar ı antipati duyan bazı a ırı uçlar görülebilmektedir. Fakat bu a ırı uçlara bakıp, bütün Almanların böyle davran-dıkları dü ünülmemelidir.

Güzel örnekler eninde sonunda hak etti i saygı-yı görmektedir. Nitekim diyalo a yönelik çalı ma-lar sırasında her iki tarafın da iyi niyetli ve dürüst bir ekilde birbirlerine yakla tıkları takdirde, bir arada ya ama vizyonunun hayal de il, gerçek oldu-u görülmektedir. Unutmayalım ki, insanın maya-

sında iyilik, sevgi ve bunlara aynı ekilde mukabele etme hissi vardır. Her insanda bütün bu duygularıde erlendirecek, asla yalan söylemeyen vicdan me-kanizmalarının varlı ı bir hakikattir. Bize dü en,insanın tabiatındaki duyguların yönünü kötülükten iyili e çevirmenin yollarını aramaktır ki, bu da za-ten bizim terbiye sistemimizin temelini te kil eden dinimizde fazlasıyla mevcuttur. Ayrıca bu husus-ta her iki tarafın da empati yapmasının çok faydalıolaca ına inanıyoruz.

Di er yandan sözkonusu Avrupa ülkelerindeki entegrasyon kaynaklı problemler, genellikle Müs-lüman göçmenler üzerinde yo unla ıyor. Bazıülkelerde seksen/yüz yıldır uygulanagelen politi-kaların Hıristiyan göçmenlerde ba arılı oldu u ve asimilasyonla neticelendi i biliniyor. Meselâ Fran-sa’da talyanlar ve spanyollar; Almanya’da ise, Po-lonyalılar entegre olmu tur. Fakat aynı entegrasyon politikaları Müslümanlara uygulandı ında, Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde benzer netice-lerin alınmadı ı görülmü tür. Bu sebeple ‘uyum’ ve‘entegrasyon’ gibi tâbirler Müslüman göçmenler için artık havada kalıyor. Zîrâ yirmi otuz yıldan beri uy-gulanan her türlü entegrasyon politikasına ra menMüslümanların ço unlu u hâlâ neye entegre ola-caklarını bilememektedir. Alman Anayasası’na, ge-nel geçer sosyal kurallara uyma, dil ö renme konu-larına kimse itiraz etmiyor. Nitekim, Almanya’nınyeni Uyum Bakanı Prof. Dr. Maria Böhmer’in:“Göçmenler, Almanca konu mak, Alman tarihini tanı-mak, de er yargılarını ve hukuk sistemini kabul etmek mecburiyetindedir. Anayasada belirtilen içtimâî kurallara uymalıdır.” eklindeki açıklamaları herkes tarafındangayet mâkûl kar ılanmaktadır.

Bu noktada her iki taraftan da problemin çözü-

çinde ya adı ı toplumda kendini ifade etme imkânıbulabilen olgun gençler, ne soka a çıkıp toplumun huzurunu bozmaya, ne de ba kalarının malına, canı-na zarar vermeye tevessül etmektedir. slâm’ı iyi an-lamı her Müslüman prob-lemlerin iddetle çözüle-meyece ini bilir ve sebebi ne olursa olsun buna ba -vurmaz.

@ [email protected]

Page 18: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr122 18

Peygamber Efendimiz’in (sas)

-ba ka hiçbir mu’cizesi olmasa bile- yeme, içme, uyuma, temiz-lik, giyim vs. davranı larındamükemmeli göstermesinin ya-nısıra, tıbbî açıdan da en mak-bulü göstermesi, O’nun Seçil-mi Bir Zât oldu unun delilidir. Di ve tırnak kirlerinin sebep olabilece i hastalıkları, çok yemenin zararlarını, insan vü-cudundaki eklemlerin sayısını,ifa vesilesi olan bitkileri, e i-

tim almadan söylemek ve ya-lanlanmamak ba ka hiç kimse-nin harcı olamaz. Uyurken satarafa yatmanın hikmetlerini de ancak bugün yeni yeni anlama-ya ba ladık.

Bir tarafa yatarak uyuma durumunda, yatılanyöne ba lı olarak burun deliklerimizin birisinin

tıkanırken, di erinin açıldı ı ve solunumun açık olan burun deli inden yapıldı ı ara tırmalarla belirlenmi -tir. Ayrıca nefes alınan burun deli i ile beynin yarım-küreleri ve sempatik-parasempatik sinir sistemleri arasında da bir münasebet oldu u, çalı malarla göste-rilmi tir.

Sa tarafa yatılması durumunda, sa burun deli itıkanmakta, sol burun deli i açılmaktadır. Sol burun-dan yapılan nefes alma ile sa beyin yarımküresininaktivitesi artar. Sa beyin yarımküresinin uyarılması,parasempatik sinir sistemimizin faaliyetlerini artırma-sına, kalb hızımızın yava lamasına, tansiyonumuzun dü mesine ve mide-ba ırsak faaliyetlerimizin yava la-masına vesile olur. Dolayısıyla kalbimiz daha az yoru-lur, uykuya dalmamız daha kolayla ır, bu da istirahati-mizin daha iyi olmasına imkân sa lar.

Di er yandan sol tarafa yatılırsa ne olur? Sol bu-run deli inin tıkanması ile birlikte sa burundan nefes alınması, sempatik sinir sisteminin faaliyetlerinde ar-tı a yol açar; bu durumda ki i heyecanlanmı gibi olur ve kalb atı larındaki hızlanma ile kalb daha da yorulur.

Dr. evki Co kun

Rabb’imiz, lütûf ve ihsanlarıyla bizi serfiraz kıldıkça, imtihanlar da a ırla acaktır.

âyet O, bize Keremiyle, Kendisine dost olma pâyesini bah etmi se,

bunu kat’iyyen ahsımıza ait bir fazîletten dolayı verilmi kabul etmemeliyiz.

Bize dü en bütün bunları Allah'ın (cc) lütfu görüp öyle de erlendirmek olmalıdır.

Page 19: Sızıntı 2006 Nisan

12319

fa yatılmasını bize bildirmektedir. Kaldı ki, bu ekilde bir yatı ın anne karnında aylarca büyütülen bir be-be in pozisyonuna benzer olmasıda bunun fıtrî bir yatı tarzı oldu-unu gösterir. Çünkü bebek anne

karnında büyütülüp geli tirilir-ken, kemiklerinin üzerine yerle -tirilen kasları kasılmamı orijinal

Bu yüzden uykuya dalma zorla ır.Çünkü kalb atım hızının, tansiyo-nun, heyecan ve dikkatin artmasıuykuya engel olabilir. Sol tarafı-mız üzerine uyumada ise vücudu-muz daha çok yıpranacaktır.

Sırtüstü veya yüzüstü yatın-ca durum ne olacaktır? Yüzüstü yatmak zaten uzun süre mümkün olmadı ı gibi Efen-dimiz (sas) tarafın-dan da uygun gö-rülmemi tir. Kalb, akci erler ve mide bu durumda baskıaltında oldu u için, ci erlerimiz ve mi-demiz sıkı ıp rahat-sızlık verebilir. Sır-tüstü yatıldı ındaise bu rahatsızlıklarolmayabilir. Ancak uykuya dalmada ge-cikme olabilir. Bu durum da vücudun tam dinlendirici bir uykuya geçmesine ve dinlenmesine engel olabilir. Çünkü bu durumda gündüz ol-du u gibi iki burun açık olacak ve parasempatik sistem uyarılama-yacaktır. Ayrıca sırtüstü yatılmasıdurumunda mide ve ba ırsaklarınfonksiyonlarını gerçekle tirmesibiraz daha zorla acaktır.

En faydalı ve belki de en az zarar görebilece imiz bir yatıpozisyonun Yüce Rehberimiz’in (sas) bize tavsiye etti i ‘sa yana ya-tarak ve ayakları vücuda do ru çekerek uyuma’ eklinde oldu u hakikati ilmî ara tırmalarla ancak bugün do rulanabilmektedir. Bu yatıeklinde hem mide ve ba ırsak-

lar korunmakta, hem de sindiri-min daha kolayca tamamlanmasımümkün kılınmaktadır. KâinatınEfendisi (sas) bir düstur olarak ye-mek yedikten hemen sonra uyun-mamasını ve uyku için de sa tara-

hâlindedir. Do umdan sonra ise her türlü hareketimiz bu kaslarınkasılmasıyla olur. Kaslarımızı en iyi dinlendirmenin yolu ise ilk ya-ratılı hâlimizi almamızdır.

Bununla beraber Kur’ân-ı Ke-rim’de Âl-i mrân (3/191) ve Kehf sûrelerinde (18/18) geçen ayetler-de, insanların her iki yanları üze-

rinde yatarken de Allah’ı anabile-ceklerinin ve ayrıca uyku sırasındazaman zaman sa a-sola döndürül-düklerinin anlatılmasından, sola yatmanın da yasaklanmadı ını,sa a yatmanın, ilk yatı ekli ola-rak tavsiye edildi i anla ılabilir.

Kaynaklar1. http://www.geocities.com/yorulmazi/

disease/septum.htm2. Ö. Arifa ao lu. 2005. Sızıntı. Yıl 27,

Sayı 317.

En faydalı ve belki de en az zarar görebilece-

imiz bir yatı pozis-yonun Yüce Rehberi-miz’in (sas) bize tavsiye etti i ‘sa yana yata-rak ve ayakları vücuda do ru çekerek uyuma’eklinde oldu u haki-

kati ilmî ara tırmalarlaancak bugün do rula-nabilmektedir. Bu ya-tı eklinde hem mide ve ba ırsaklar korun-makta, hem de sindi-rimin daha kolayca ta-mamlanması mümkün kılınmaktadır.

@ [email protected]

Page 20: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Varlık ve hâdiselerin vuku bulmadan önceki durumlarını ve nasıl ortaya çıkabileceklerini

(misâl âlemiyle ba lantılı) tahmin etmede güçlü olan bulanık mantı ın, sistematik model ve teori hâline getirilmesi çok eski olmamasına ra men, teknoloji-deki ba arılı uygulamalarından dolayı, klâsik man-tık uygulamaları kadar önemli bir akıl yürütme ve problem çözme tarzı oldu u görülmektedir. Bulanıkmantı ı, 21. yüzyılın önemli bir mantık yürütme tar-zı olarak görenler oldu u gibi bunun, bir mantık ola-mayaca ını iddia edenler de olmu tur. Bu meyanda takınılacak en mâkûl tavır, bulanık mantı ın pratik mânâda olumlu kazançlarını gözardı etmemekle be-raber, mutlak mânâda varlı ın her seviyesinde geçerli olamayaca ını kabul etmektir.

Misâl ve hayal âlemleriyle ba lantılı varolu sevi-yelerindeki muhtemel durumları anlamamıza yar-dımcı olan puslu mantı ı akla yakınla tırmak için, hâlen görebildi imiz ama büyük ölçüde geçmi te ka-lan bir manzarayı zihnimizde canlandıralım. Bir evin önüne kamyonla bir ton odun dökülüyor. Odunlar döküldükten sonra, kar ımızda bir ‘odun yı ınının’durdu unu rahatlıkla söyleyebiliriz. O yı ından bir odun alıp, evin bodrumuna attı ımızda kar ımızdakikitle, hâlâ bir ‘odun yı ını’ olarak tarif edilir. Odun-lar bu ekilde tek tek alınıp bodruma atıldıkça yı ın-

daki odun sayısının azaldı ını fakat kar ımızdakininyine bir ‘odun yı ını’ oldu unu söylemeye bir süre daha devam ederiz. Çünkü tek tek odun atma i i de-vam ederse, sonunda bütün odunlar atılacak ve evin önünde hiç odun kalmayacaktır. Bu durumda evin önünü referans alırsak, artık ne bir odundan ne de bir ‘odun yı ınından’ bahsedebiliriz. Fakat en ba tatek bir odun alma i i, kar ımızdaki maddeye ‘odun yı ını’ dememize tesir etmezken, aynı i lem belli bir sayıda tekrarlandıktan sonra, ‘odun yı ını’ ifadesi ge-çersiz hâle gelir. “Evin önünden kaçıncı odun alındıktansonra, ‘odun yı ını’ ifadesinin geçerlili i kaybolmu tur?”sorusu felsefeciler ve mantıkçılar açısından önemli bir sorudur. Yarısı mı, üçte ikisi mi, yoksa hepsi atıl-dıktan sonra mı? Klâsik ikili mantık kategorisi esas alınırsa, bu sorulara net bir cevap verilemez, çünkü odunu uzakla tırma i inin süreklili ini esas aldı ı-mızda, odun yı ını olmakla olmamak arasındaki ba -lantının ne zaman koptu u konusunda tek bir cevap yoktur. Varlık ve hâdiselerin zaman nehrinde aktı ınıve çe itli varlık seviyeleri içinde hâlden hâle geçtik-lerini hesaba katarsak, aynı problemle daha birçok yerde kar ıla ırız. Meselâ renklerin birbirinden ayırtedilmesinde de aynı güçlük vardır. Sarı ile açık sarıveya turuncu arasındaki sınır nereden geçer? Bu sını-rın net bir yeri yoktur.

124 20

Nazif Baki Akad

Page 21: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Bunun gibi birçok belirsizlik çe idinden bahse-debiliriz. Numaralı gözlük takanın gözlü ünü çıkar-dı ında gördü ü manzara bulanık bir belirsizlikken, ‘yüz’ tabirini kullanıp hiçbir yan açıklama yapmama çok anlamdan kaynaklanan bir belirsizli i gösterir. Yine ‘bir adam’ derken sayıca bir olmakla beraber kim oldu u belli olmayan bir adamdan bahsetmek de belirsizlik ifade eden bir durumdur. Bir hafta son-ra havanın ya ı lı olup olmayaca ı ise gelece e dâir bilgisizli imizden kaynaklanan bir belirsizli i ortaya koymaktadır.1 Mekân ve zamanın kar ılıklı müna-sebetiyle ekillenen sınırlardaki bulanıklıkla alâkalıbu durum içtimaî hâdiselerde de gözlenir. Sa ve sol gruplar bir erit üzerinde dizilirse, en radikalinden en ılımlısına kadar bir-çok derecenin bulundu u görülebi-lir. Hattâ ılımlı sa ve sol kesimler arasındaki yakınlık bunların birbirine karı tırılmasına bile sebep olabilir.

Kısacası bulanıklık, net olmama durumudur ve bir belirsizlik çe i-didir. slâm dü üncesine göre bu durum, varlı ın ilmî vücud seviye-sinden çıkıp, misâlî varlık seviyesine girdi i zihin ve hayal dünyasındakitasavvurların çe itli seviyelerine te-kabül edebilir. Hâricî vücud seviyesinden önceki ve sonraki hâller berzah âlemiyle alâkalıdır. nsanlıkla be-raber var olan bu problem, Eski Yunan’da ‘sorit paradoksları’,günümüzde ‘bulanık mantık’ adı al-tında tartı maya konu olmu tur.1 Bi-zim inanç ve kültür dünyamızda ise, bu durum, ‘mülâhaza dairesini açık bırakmak’ ek-linde ifade edilen bir prensiple hayatımıza gir-mi tir. Ayrıca kelâm ve tasavvuf âlimlerinin misâlî vücud seviyesi ve hayal âlemi dedikleri, varlık ve âlem kategorileri, bu dü ünce sisteminin geçerli oldu uhattâ kaynaklandı ı yerlerdir.

Günümüzde sistematize edilerek matemati indiliyle modellenen ve problem çözme algoritmalarıekline dönü türülen bulanık mantık, net olmayan

durumlardaki bulanıklık problemini çözecek yapıdabir dü ünme sistemidir. Hâricî vücud elbisesi giymivarlık ve hâdiseleri açıklamada çok güçlü olan klâsik veya ikili mantık, bulanık durumlarda geçerlili inibüyük ölçüde yitirmektedir. Klâsik mantı ın bu du-rumlarda fonksiyonunu neden yitirdi ine kısaca te-mas edelim.

Klâsik-ikili mantıkKlâsik mantık do ru (1) ve yanlı (0) olmak

üzere sadece iki do ruluk de eri olan bir mantıksistemidir. Aristo mantı ı da, sembolik mantık da, aralarında bazı mühim farklar olmasına ra men, iki do ruluk de eri üzerine kurulu olduklarından, ‘klâ-sik mantık’ adı altında ele alınırlar. Aristo mantı ıönermeleri özne-fiil kalıbıyla; sembolik mantık ise özne-münasebet-özne kalıbıyla tahlil eder. Meselâ,“Ali, Veli ile top oynadı.” önermesinde Aristo mantı-ına göre, ‘Ali’ özne, ‘Veli ile top oynadı.’ ise fiildir.

Sembolik mantı a göre, ‘Ali’ özne, ‘Veli’ ba ka bir özne, “ile top oynadı” da bu iki özneyi birbirine ba la-

yan münasebettir. Ayrıca, metafizikle iç içe olan Aristo mantı ında varlıkvurgusu kuvvetlidir. Meselâ, ‘Bütün balıklar yüzer.’ önermesinde hem ba-lıkların var oldu u hem de bunlarınyüzdü ü iddia edilir. Ancak sembo-lik mantık bu önermede varlık vur-gusu yapmaz; “Yüzenlerin balık olup olmadı ını buradan çıkaramayız.” der. Bu önermede iddia edilebilecek tek ey sadece “bir eyin balık oldu unda

yüzücü de oldu udur.”Aristo mantı ı ve sembolik man-

tık bunlar gibi bazıfarklılıklarına ra -men dâima do -

ru-yanlı eklinde iki de erlilik esasına göre i -

ler. Fakat klâsik mantı ı, iki de erli oldu u için siyah-beyaz

mantık olarak adlandırmak çok yanlı tır. Bu yanlı lık, klâsik mantı ın

siyah beyaz arasındaki gri tonları ihmal etti i varsayımına dayanan bir hatanın ürü-

nüdür. Klâsik mantık, siyah-beyaz ikili ini de-il; ‘siyah-siyah olmayan’ ikili ini öngörmektedir.2

Yani bu mantı a göre siyahın zıddı beyaz de il, ‘siyaholmayan’dır. Dolayısıyla ‘siyah olmayan’ tabirinin kap-sadı ı alan zâten gri tonları da içine almaktadır.

Klâsik mantıktaki problem, ‘gri’ gibi ara tonları ih-tiva etmemesi de il, bunları ifade etmedeki yetersiz-li idir. Çünkü, siyah-siyah olmayan ikili inin sınırınıtespit etmek mümkün de ildir. Ortada bir bulanıklıkproblemi vardır. Klâsik mantık bu yüzden bulanıkhâdiselere uygulanamamaktadır. Kesin ve net tarif edilmi hâdiseler ise klâsik mantı ın uygulama alanıiçerisindedir. Meselâ sayılar âleminde, ‘teklik ve çiftlik’söz konusu oldu unda, sayıları birbirinin bütünle-

12521

Klâsik mantıktakiproblem, ‘gri’

gibi ara tonlarıihtiva etmemesi

de il, bunlarıifade etmedeki

yetersizli idir. Çünkü, siyah-siyah olmayan

ikili inin sınırınıtespit etmek mümkün

de ildir. Ortada bir bulanıklık problemi

vardır. Klâsik mantık bu yüzden bulanık hâdiselere

uygulanamamaktadır.

Page 22: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr126 22

yeni olan iki küme eklinde kesin ve net bir ekildeayırabilmekteyiz. Bulanık mantık, klâsik mantı ınele alamadı ı bulanık hâdiseleri de içine alacak e-kilde daha geni bir uygulama sahasına sahip oldu uiddiasındadır. imdi bulanık mantı ı genel hatlarıylainceleyelim.

Bulanık mantıkBulanık hâdiseler ve dolayısıyla kavramlar üze-

rinden bir mantık sistemi kurulup kurulamayaca ıtartı malı bir konudur. Sembolik mantı ın kurucu-larından Gottlob Frege, bulanık kavramlara mantı-ın uygulanamayaca ını dü ünmü , mantı ı net ve

belirgin kavramların alanıyla sınırlamı tır.1 Bulanıkkavramlarda temel problem, kavramın kendisi ve de-ili (siyah ve siyah olmayan vb.) arasına sınır çekme

problemidir. Bu problem iki de erli mantıkla çözü-lemedi i takdirde, üç veya daha çok de erli mantıksistemleriyle de mi çözülemez? 1920’de Polonya-lı mantıkçı Lukasiewitcz tarafından ortaya atılan ‘çok de erli mantık’ sistemini ele alalım. Bu mantıkta‘do ru, yanlı ve belirsiz’ olmak üzere üç de er vardır.1

Farzedelim ki ‘Bu cisim siyahtır.’ önermesi do ruyu; ‘Bu cisim beyazdır.’ önermesi yanlı ı; ‘Bu cisim gri-dir.’ önermesi de belirsizli i ifade etsin. Bu ekilde siyah beyaz arasındaki gri bölgeyi ‘belirsiz’ de eriyle ifade etmek acaba bulanıklık problemini gerçekten çözmekte midir, yoksa kar ımızdaki problemi daha kompleks bir hâle mi getirmektedir? Bu durumda, ‘Siyah ile gri veya beyaz ile gri arasındaki sınırların net ola-rak tespiti mümkün müdür?’ sorusu akla gelir ki, bunun

cevabı ‘Mümkün de ildir.’ olmalıdır. Bulanıklık, kabul edilen referansların kendi içinde de dereceli olmasıaçısından ‘siyah’ ile ‘siyah olmayan’ arasındaki sınırınnereden geçti ine dâir net bir ayrıma imkân tanıma-dı ı gibi; siyah ile gri arasında da net bir ayrıma imkân tanımaz. Bu problem mantık sisteminde kullanılacak do ruluk de erleri (referans) sayısı ne kadar artırı-lırsa artırılsın, aynen devam edecektir.1 Ama sonlu sayıda de il de sonsuz sayıda do ruluk de eri ihtiva eden bir mantık sistemi kurulursa o zaman i de i ir.Bu durumda 0-1 arasında her biri bir do ruluk de e-rine kar ılık gelen bütün reel sayılar, siyahtan beyaza uzanan bir ton cetveli üzerinde referans fonksiyonu görecek bir yere tekabül eder. Meselâ 1 ‘tam siyah’a, 0 ‘tam beyaz’a, 0,5 hem siyah hem beyaza, 0,2 ise, beyazı0,5’tekine göre daha a ır basan bir siyahlı a tekabül

eder. Tonlar cetvelin-deki her bir yere bir de-er kar ılık geldi i için

(çünkü sonsuz de er vardır) sınır problemi ortadan kalkar. 1

Bulanıklı ın bu e-kilde temsil edilebilme-si ile alâkalı ilk ciddi ça-lı ma 1965’te, Azeri bir elektrik mühendisi olan ve o sıralar ABD’de ders veren Prof. Lütfi Askerzâde Zadeh ta-rafından ‘bulanık küme-ler’ ismiyle yapılmı tır.Bulanık mantık, Zadeh ve Joseph Gougenba ta olmak üzere bir-çok ki inin katkılarıylaekillenmi tir.1

Çama ır-bula ık makinelerinden, bilgisayarlara, onlardan uzman sistemlere kadar birçok uygulama alanı bulan bulanık mantıkla, bilhassa mühendislik sahasında önemli ba arılara imza atılmı tır. Yapılan i lerde esneklik avantajı getirdi inden makinelerden sa lanan verimde artı olmu tur. Bugün için sun’î zekâ çalı malarında çok önemli bir yeri olan bulanıkmantık, insan zihninin çalı ma eklinin bilgisayarlara aktarılması için kullanılmaktadır.3

Bulanık mantı ın tekrar iç yapısına dönecek olur-sak, burada klâsik mantı ın temel prensiplerinden ‘çeli mezlik’ ve ‘3. hâlin imkânsızlı ı’ prensiplerinin her zaman için geçerli olmadı ını görürüz. ‘Bu adam kel-dir.’ önermesi 0,3’lük bir do ruluk de erine sahipse,

Page 23: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

bu adamın ‘ne tam kel, ne de tam kel de il’ oldu unusöyleriz. Adam kel olmanın ve kel olmamanın 0,3 dereceyle kesi ti i bir yerdedir. Ve her iki kümeye de belli derecelerle ba lıdır.

Hakikatlerin temsili noktasında bulanıkmantıkBulanık mantık, 0’dan 1’e kadar sonsuz do ruluk

de eri ihtiva etmesi hasebiyle, kâinatta dereceli olarak tecelli eden ilâhî isim ve sıfatların daha iyi anla ılma-sına katkıda bulunabilir. Bediüzzaman Hazret-leri’nin neredeyse bir asır önce yaptı ı u tespitler, bugün bulanık mantıktaki geli melerle belki daha iyi anla ılabilir: “Ha-kîm-i Ezelî inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezelîyenin iktizası ile, u dünyayı, tecrübe-

ye mahal ve imtihana meydan ve Esmâ-i Hüsnâ’sına âyine ve kalem-i kader ve kud-retine sayfa olmak için yaratmı . Ve tecrübe ve imtihan ise, ne -vünemâya sebeptir. O ne vünemâ ise, isti-datların inki âfına sebeptir. O inki âf ise, kâbiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kâbi-liyetlerin tezahürü ise, hakaik-i nisbiyenin zu-huruna sebeptir. Hakaik-i nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâl’in Esmâ-i Hüsnâ’sınınnuku -u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı samedaniyye sûretine çevirmesine sebeptir.”4

Bu zâviyeden bakıldı ında, hakaik-i nisbiye bir eyin zıddıyla karı masından do-layı ortaya çıkar ve çok farklı mertebelerin zu-huru olarak fark edilebilir. Güzel-çirkin, hayır- er, iyi-kötü, tatlı-acı vs. gibi zıtların karı masıyla güze-lin, hayrın, iyinin, tatlının sayısız mertebesi ortaya çıkar. te bu kadar sayısız mertebeyi ifadelendirir-ken, ‘güzel ve güzel olmayan’ eklindeki ikili mantıksistemi yetersiz kalmaktadır. Bulanık mantık ise, gü-zel, daha güzel, en güzel vs gibi bütün güzellik mer-tebelerinin temsiline imkân tanıyan bir yapıdadır.

Hz. Peygamber’in (sas); “Helâl belli, haram da bel-lidir. Fakat bu ikisinin arasında üpheli eyler vardır. Bu sebeple üphelerden korunan, dinini ve ırzını temiz tutmuolur. üphelere dü en, harama da dü er.” (Buhârı, mân,

39) hadîs-i erifi net ve belirgin haram ve helâllerin

yanında belirsiz eylerin de oldu unu ifade etmek-tedir. te bu belirsiz eyleri mertebelerine vurgu yaparak ifade etme imkânı iki do ruluk de erin-den daha fazla do ruluk de erine sahip bir mantık-la mümkün olabilir. Helâller, haramlar, mekruhlar, tahrimen mekruhlar, müstehablar özel olarak ifade edilmek isteniyorsa, bu üphesiz gereklidir. Üzüm suyunun araba dönü me süreci bu meyanda verile-bilecek yerinde bir örnektir. Üzüm suyu net bir e-kilde helâldir. arap ise net bir ekilde haram. Fakat üzüm suyu araba dönü türülürken, arada ıra vs. gibi formlardan geçmektedir. ıra caizdir ancak, ha-rama yakındır. Üzüm suyunun ıradan sonra alaca ı

form, araba daha yakın olacaktır ve a-rabın nerede ba layıp ba la-madı ı bu bulanıklıktan tam bilinemez. Buna binaen, ih-tiyatlı davranıp hadîsin de i aret etti i gibi bulanık du-rumlardan özel artlar olu -madı ı müddetçe kaçınmaklâzımdır.

Bulanık mantık ile, bula-nık hâdiselerin de temsil edildi i bir mantık sistemi kurulmu , ve klâsik mantı ın bu alandaki yetersizli i a ıl-maya çalı mı ıltır. Böylelikle mantı-

ın herhangi bir ko-nudan ba ımsız, her

alana uygulanabilen bir disiplin olmadı ı daha

açık bir ekilde görülmü tür.Ancak dikkat edilmelidir ki, bu-

lanık mantık da insan dü üncesi-nin son noktası de ildir, onun da her

alana uygulanabilece i iddia edilmeme-lidir. Zîrâ bulanık mantık da sonsuzluk kav-

ramının kullanıldı ı alanlarda yetersiz kalmak-tadır. Sonsuzluk kavramıyla u ra mak için özel

olarak sezgiye dayanan mantık kurulmu tur ki, bü-tün bunlar her eyi bir anda bütünüyle göremeyen, kavrayamayan insan dü üncesinin ancak belli alanlar ve sınırlar içerisinde dü ündü ünü göstermekte, sair canlılardan bizi ayıran aklımızın da içinde bulundu-u acizli i ihtar etmektedir.

Kaynaklar1. Williamson, Timothy. Vagueness. New York: Routledge. 1994.2. Özlem, Do an. Mantık ve Mantık Felsefesi. stanbul, nkılap Yayı-

nevi, 1999.3. Mukaidono, Musao. Fuzzy Logic for Beginners, New Jersey, World

Scientific, 2001.4. Nursi, Said. 29. Söz, Risale-i Nur Külliyatı, stanbul, Nesil Yayın-

ları, 2002.

12723

Çama ır-bula ıkmakinelerinden,bilgisayarlara,

onlardan uzman sistemlere kadar birçok uygulama

alanı bulan bulanıkmantıkla bilhassa

mühendisliksahasında önemli ba arılara imza

atılmı tır.

@ [email protected]

Page 24: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

Ya adı ımız hâdiseleri anlamak, açıklamak ve yorumlayabilmek için bir kıstasa, do ru ve

hassas ölçülere ihtiyacımız vardır. Belirli hassasiyette îmâl edilen terazilerle, belli bir hata payında ölçme yapılabilir. Günlük hayatta kullanılan tartı veya ölçü âletlerinde bu hatalar, standardize edildi inden kabul edilebilir nispetlerdedir. Bir ba ka ifadeyle, aldı ımız1,5 metre kuma ın 1,51 metre veya 1,49 metre olma-sı bizim için çok da önemli de ildir. Bakkal terazisi ile altını tartmadı ımız gibi, hassasiyeti yüksek altınterazisi ile de elma tartmayız. Ancak hayatın de i iksahalarında farklıla an hata nispetlerini kabul etme hassasiyetimizin alt ve üst sınırları vardır. Meselâ pa-zardan aldı ımız iki kilogram meyvenin, eve geldi i-mizde 1,5 kilogram tartıldı ını fark edersek satıcıyakızarız.

yi ölçme yapabilme, üretim, barı ve adalet için vazgeçilmez bir husustur. Do ru ölçme, ürünün ka-litesi ve toplumun ahlâkı ile do rudan ba lantılıdır. Ölçümleri mânâlı ve de erli kılan husus, referans

mesabesinde standarda sahip bir cihazla ölçümlerin yapılmasıdır. Bu yüzden referans standart, güvenli ve do ru ölçümler yapabilmek için gereklidir.Ya-pılan ölçme, referans standarda ne kadar yakın ise, o kadar hassas ve do ru ölçüm yapılmı demektir. Bir ölçme, kalibre edilmi cihazlarla gerçekle tirilse dahi, bu esnada meydana gelebilecek hataların en aza indirilmesi ve ki iden ki iye de i ebilecek neti-celerin olmaması gerekir. Bunun için i lemin belirli kurallar dâhilinde gerçekle tirilmesi de önemlidir. Ölçmelerin nasıl ve hangi artlar dâhilinde yapıldı-ını/yapılaca ını gösteren yazılı standartlar üreten

milletler arası ve millî kurulu lar vardır. Türk Stan-dartları Enstitüsü (TSE) millî bir referans standart merkeziyken; ISO (International Standart Organi-sation) milletler arası standartlar üreten bir kurulu -tur. Günümüzde her sektöre ait standartlar olu tu-rulmu tur. Sektörlerin kendi sahasında geçerli olan standartları yakalaması, hattâ daha da hassas hâle getirmesi mecburî hâle gelmi tir. Bunun en önemli

128 24

Dr. Kenan Göço lu

Page 25: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

faydalarından biri, ülke içinde ve dünyada yapılan ölçümlerin, ki i-ye veya ülkelere ba lı kalmaksızınaynı güvenilirlik ve kalitede ger-çekle tirilebilir olmasıdır.

Ölçümler, en alt seviyede (en kaba) ölçüm yapan cihazdan onun kalibre edildi i ve bulundu-u muhitte referans alınan daha

yüksek do rulu a sahip çalı mastandardına, oradan daha üst se-viyedeki ba ka bir standarda ve en son bütün ölçümler için referans olan en üst seviyedeki birinci se-viye (primer) standarda bir silsile hâlinde ba lanır. Bu ba lama i le-mine, ortaya konan ürünlerin ve davranı ların ‘izlenebilirlik seviyesi’adı verilir. Ba langıç standartı, be-lirli bir sahada, en mükemmel ve en yüksek do ruluktaki referans standarttır. Bir ülke içinde yapılan ölçümler, milletler arası ve millî stan-dartlar referans alınarak gerçekle tirilir ve milletler arası münasebetlerde birinci standarda olan yakınlıkseviyesine göre de erlendirme yapılır. Meselâ metrik sistemle gerçekle tirilen uzunluk ölçümlerinin izle-nebilirlik seviyeleri, ba langıç standardı referans alı-narak gerçekle tirilirse, hem ölçümlerde güvenilirlik problemi ya anmaz, hem de yapılan ölçüm dünya çapında statü kazanır.

Peki ya insan!Basit bir ölçümde dahi, birinci standarda göre,

en alt seviyedeki standart bir üst seviyedeki standar-da benzetilmeye çalı ılarak izlenebilirlik sa lanmayaçalı ılıyorsa, nasıl olur da en güzel sûrette yaratılaninsan, bir referans olmaksızın hayatını tanzim ede-bilir? nsaniyetin ölçüsü, yaptı ı i ler ve davranı lariçin benzemeye çalı aca ı ve en mükemmel derecede örnek alabilece i birinci standarda ne ölçüde uyup uymadı ıdır. nsanlara önder olarak gönderilen bin-lerce peygamber, bir alt hassasiyetten daha üst hassa-siyete yükselme adına, benzemeye çalı aca ımız re-feranslardır. Müslüman için Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (sas), izlenebilirlik zincirinin en üst halkasını te kil eden birinci standarttır. Peygam-ber Efendimiz (sas) yemesinden uyumasına, alı veri-inden aile hayatına, liderlikten kullu una kadar her

yönüyle, insanlık için yegane referans standarttır. O (sas), her eyiyle mükemmeldir ve bizlere önder ola-

rak gönderilmi tir. Bu yüzden tu-tum ve davranı larımız noktasın-dan Peygamber Efendimiz’e (sas)

benzemeye çalı mak, her Müslü-man’ın hayatının gâyesi olmalıdır.Tartıdan çalan pazarcıya durumu fark etti imizde sordu umuz gibi, bu hayatın Gerçek Sahibi, ölçüye uymayanları tartıdan çaldı ı için sorguya çekecektir. Referans stan-darda göre ya anmamı ölçüsüz bir hayat, kıymetini bulamamıbir hayattır.

Nasıl bir ölçüm cihazının kar-ma ık yapısı hassas bir referansa göre kalibre edilmedikten sonra bir de er ifade etmiyorsa, insanında ünvan sahibi, zengin ve akıl-lı olması, Peygamberimiz’e (sas)

benzemeye çalı madı ı müddet-çe bir mânâ ifade etmemektedir. Nasıl iyi malzeme kullanılarak yapılmı bir ürün bile, iyi ölçme siste-mi kullanılmaksızın ortaya çıkarıldı ında, kıymetsizveya dü ük kıymetli oluyorsa, benzer ekilde insanınpara, mevki, bilgi, dı görünü , makam, akıl-zekâ,sa lam vücut gibi birtakım de erlere sahip olması da, örnek referans standardı yoksa, çok fazla kıymet ve mânâ ta ımamaktadır. nsanın Allah kar ısındaki de-eri, ancak birinci dereceden referans standart olan

Peygamber Efendimiz’e (sas) benzemeye çalı masınave ölçülü bir hayat ya amasına ba lıdır.

Âyet ve hadîsler, Müslümanın hayatını tanzim eden referans standartlardır. Müslümanlar olarak bu standartlara uydu umuz ölçüde iyi birer kul ve top-lum için örnek insanlar olabiliriz. Allah (cc), Kur’ân-ıKerîm’de; “Ey Rabbimiz! Biz indirdi in kitaba inandıkve Peygambere uyduk. Sen de bizi, Senin birli ine ve Pey-gamberinin do rulu una ahitlik edenlerle beraber yaz...”(Âl-i mrân, 3/53) eklinde insana hitap etmektedir. Buâyet, Risale-i Nurlarda 11. Lem’a 10. Nüktede; “Al-lah’a (cc.) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Ma-dem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdi i tarzı yapacaksınız:sevdi i tarz ise: Allah’ın sevdi i zât’a benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir (uymaktır). Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversi-niz, tâ ki Allah da sizi sevsin.” eklinde tefsir edilmi tir.nsanlık için birinci referans standart olan Peygam-

berimiz’e (sas) benzemek, dünya ve âhiret saadetine kavu mamıza vesile olacaktır.

12925

Ölçümü de erli kılan ey,ölçmede kullanılan ciha-zın pahalı ve karma ıkolması de il, bu cihazınreferans standartlara ne derece uydu udur. Müs-lümanın, insaniyet ölçüsü olarak alaca ı yegâne re-ferans standart, Peygam-ber Efendimiz Muhammed Mustafa (sas) ve onun ha-yatıdır. Ölçüsünü O’ndan almayan bir hayatta hiçbir ey asla hakiki de erini

bulamayacaktır.

@ [email protected]

Page 26: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

nsan, güzergâhı melekût âlemi, gözü ce-berût ufkunda, hedefinde lâhût zirveleri,

mülk diyarının üveyki, engin donanımlı, ekstra iltifatlara açık müstesna bir varlıktır. O, ruhlar âleminden ayrılarak gelir, melekût âleminin kesîf bir aynası sayılan, maddiyat, cismaniyat ve ehadet âlemi de diyece imiz bu mihnet ve nimet yurduna misafir olur; olur ve bir mânâda basireti, hep kalb ufku itibarıyla ı ı ın asıl kay-na ı kabul edilen âlem-i ceberûta müteveccih ya ar. Yer yer esmâ ve sıfât ufkundan ceberût zirvelerine bakarken âlem-i lâhûtu heceler du-rur; “Kâb-ı kavseyn” hülyalarıyla yatar-kalkar; halâ-melâ rüyalarıyla farklı temâ â zevklerine erer ve yürür soluk solu a kendi “ar -ı kemâ-lât”ına, takdîr planına ba lı, istidat serhaddine do ru. radesi Hak iradesine râm, hareketleri makro me îet programına ayarlı, Yaratan’ınemirlerine itaatteki inceli in farkında, her za-man Sahib-i eriat’ın rehberli i altında, basarı,basîreti nebîler, sıddıklar, salihler ehrahında yürür mâvera-i atlasa; mârifet avlar güzergâ-hında u radı ı herkesten ve her nesneden; yol boyu “Hû” sesiyle ürperir ve ahlanır küheylan-lar gibi Mâbûd’unu, Maksûd’unu, Mahbûb’unu anarak...

er’-i erîf, her zaman yanıltmaz bir rehber; ilâhî rahmetin de i ik tecellî dalga boyları sa-yılan te’vil telattuflu üsluplar, farklı mizaçlara,

me replere, mezâklara birer özel utûfe ve on-ları farklı enginliklere ta ıyan ötelere ait hususî esintiler; hakikat a kı, ruhlarında hiç bitmeyen birer enerji kayna ı ve her yanda görülüp du-yulan sesler-sözler, her çe itten na meler, nâ-meler ve nakı nakı güzellikler, birer mârifet mesajı, birer hakikat sesi-solu u bo alır onun letâif vadilerine ve bu iç içe mevhibeler sayesin-de duyulur aynı hakikatin farklı derinliklerinin ifadesi olan eriat, tarikat, hakikat ve mârifetin –bunların temel esasları mahfuz– birbiriyle te-nasüp içinde birer buudu oldu u.

Bu ufuktan bakanlar için, de i ik ahvâl, ev-sâf ve ef’âlin ihtilâfından ibaret olan hakâik ve evâhid-i esmâ ayan olur.. her menzilde evâhid-i Hak duyulur.. letâifin ihsaslarında

bir enginlik görülür.. varlı ın arka planı sayı-lan “âyân-ı sâbite” sezilmeye ba lar.. herkesin istidadına göre esmâ-i ilâhiyenin dayandı ı sı-fât-ı sübhaniye belli çerçevede tebârüz eder.. ve hüviyet-i mutlaka ufkundan kalb yamaç-larına muttasıl ebnemler ya maya ba lar.. derken “latîfe-i rabbaniye”, vahdet-i zâtiye mülâhazasıyla benlik fânûsundan sıyrılır ve bir sermestî ya amaya durur. ayet böyle bir müntehînin istidat serhaddi gidip de “in-san-ı kâmil” ufkuna dayanıyorsa, mücmelde mufassalın uhûdu, mufassalda da mücme-lin ihtisası zevk edilmeye ba lar ki, herkesin

130 26

Bir Uzun Seyahati Noktalarken

Page 27: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

donanım ve kabiliyeti çerçevesinde her yanı,lütfedilecek olan farklı tecellî dalga boyunda de i ik duyu ve sezi esintileri kaplar ve kalb yamaçlarını farklı mevhibe sa anakları sarar. Böyle bir atmosferde her türlü iltibasa kapalıolmanın yolu, râh-ı Muhammed’den (sallalla-hu aleyhi vesellem) geçmekle beraber, sineler sayısınca farklı zevk edi ekillerinin ve mah-lûkâtın solukları adedince yöntem ve sistemle-rin bulundu u/bulunaca ı da bir gerçek…

Bu yol ve yöntemlerledir ki, hak yolcularıkalb ve ruh ufkunda “seyr ilâllah” unvanıylakendi uzaklıklarını a arak O’nun yakınlı ınıduymaya ko ar; “seyr fillâh” mülâhazasıylakendilerini aradan çıkarır ve her eyi O’na ba -lı götürmeye çalı ır; “seyr maallah” mazhariye-tiyle O’nun maiyyetini kendi a kınlı ıyla zevk etmeye yönelir ve “seyr anillâh” zirvesinde de duyulanı duyurma, erilene erdirme, bilineni bildirme i tiyakıyla co ar; kesrete vahdet bo-yası çalar, o Ayanlardan Ayan’ı herkese beyan etmeye ko ar ve oturur kalkar sürekli O’nu dil-lendirirler ki, bence hakikî insan olmadan gaye de bu olsa gerek...

Bu ufuk etrafında dola ıp duran bir ruh her nefes alı -veri inde “Allah” der ve “Hû” ile so-luklanır; soluklanır ve hayatının her saniye ve salisesinde smail Hakkı gibi sürekli:

“Menba-ı ayni’l-hayat, cism ü cândır zikr-i Hû,

Çe m-i feyzi’l-cinân-ı câvidandır zikr-i Hû.

Onsekiz bin âleme “Hû”dur tecellî eyleyen,

Can gözü açık herkese arma andır zikr-i Hû.

Cevher-i esrâr, mânâ-yı maden-i “Hû”dan çıkar,

Ârif-i billâh olan bilir ne ândır zikr-i Hû.

Nakd-i ömrün rûz u eb “Hû” zikrine sarf eyle kim,

Devlet-i kâmil, yârân-ı cihândır zikr-i Hû.

.................................

Âfitâb-ı zikr-i Hak’tır dilleri pürnûr eden

Hakkıyâ her zerreye vird-i zebandır zikr-i Hû”

der, “Hû” ile nefes alır verir.

te böyle bir tevhid eridir ki, “arınma” der, sürekli tevbe-inabe-evbe kurnaları arasındadola ır durur; duyu , sezi ve zevk edi hâliyle nezâhet-i tabîiyesini dengeli tutmaya çalı ır.. mütemâdiyen mehâfet ve mehâbet duygula-rıyla soluklanır.. der,hep zühd ve kanaat zirvelerini kollar.. ömrünü takva, vera’ seralarında geçirmeye fevkalâde gayret gösterir.. tevekkül, teslim ve tefvîzi biri-cik güç kayna ı sayar.. mevhum hataları adı-na her gün kim bilir kaç defa kendi kendiyle yüzle ir ve kaç defa ilâhî lütuflar sa ana ıylabir kere daha kendine gelir, Hak ihsanlarınıükranla selamlar; imtihan ve ibtilâlar kar ı-

sında hükm-ü kazaya cân ile inkıyâdını yeni-ler.. talebe iktiran etmeyen nimetlerin mekr ve istidraç olabilece i endi esiyle tir tir titrer.. ve asla zevk u evk ve ruhanî haz... gibi “cevz ü mevz” arkasında ko maz.. heyecanlarını ve so-luklarını ötelere ve daha ötelere ba lamı gibi her zaman nezahet-i fikriye ve beyaniye içinde bulunur.. ölse de do ruluktan ayrılmaz.. ede-bi, hayâyı “libâs-ı takva” bilir ve melekler gibi afîf ya ama pe inde olur.. samimiyet ve ihlâsı,yaptı ı ve yapaca ı her i in ruhu bilir, onlarıolmazsa olmaz kabul eder.. cömertli i ve ci-vanmertli i, insan olmanın gere i sayar ve îsar ruhuyla oturur kalkar.. fenalıkları hep iyiliklerle savmaya çalı ır, bunu yaparken de hiçbir iyili ikar ılıksız bırakmaz.. her günkü farklı murâka-be ve muhasebeleriyle kalbî ve ruhî hayatınayeni yeni derinlikler kazandırır.. aczini, fakrı-nı “Ganiyy-i Mutlak” ve “Kudreti Sonsuz”a ula maya yanıltmaz bir vesile bilir, mevhibe ve vâridlerini de her zaman istihkakı olma-yan atıyyeler gibi görür ve ükranla gürler.

Dipnot1. bn Hacer el-Askalânî, el-Münebbihât, Bâbu’r-Rubâî.

13127

1

Page 28: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr132 28

çalı malarında sarımsaktaki aktif bile ikler incelenmektedir. Son ara tırmalar, sarımsa ın içindeki bazı kimyevî bile iklerin sıtma ve kansere kar ı koruyucu rol oyna-dı ını göstermektedir. Bazı bilim adamları sarımsa ı, önümüzdeki yılların mu’cizevî bitkisi olarak ta-rif etmektedir.

Kimyevî terkibi: Gıda olarak tüketilen sarımsak yumrusunda, ekerlerden sakkaroz ve glikoz; vi-

taminlerinden A, B, C, ve E; eterik uçucu ya lardan alliin, allicin, ve ajoen depo edilmi tir. 100 g sarım-sa ın, 136 kcal enerji, 6,1 g prote-in, 0,1 g ya , 38 mg kalsiyum, 134 mg fosfor, 1,4 mg demir, 0,2 mg B1, 0,08 mg B2, 0,6 mg niasin ve 14 mg C vitamini ihtiva etti i bu-lunmu tur. Sarımsakta bulunan alliin, allicin, thiosulfinatlar, gama-

glutamylcysteine peptitleri gibi çe-itli kükürt bile ikleri, insan metabolizması için önemli-

dir. Sarımsa ın kokusunu

Sarımsak bitkisinin göv-desi, ye ilimtırak; çiçekleri

beyaz veya pembedir. Otsu kül-tür bitkilerinden olan sarımsa ınLâtince ismi Allium sativum L.dir.Otuz santimetre kadar büyüye-bilen sarımsak bitkisi, nadiren tohum ba ladı ından, so ancıkla-rıyla üretilir.

Sarımsa ın Kırgızistan bozkır-larından dünyanın di er ülkele-rine yayıldı ı kabul edilmektedir. Mısır’da piramitlerin in asında ça-lı tırılan kölelere hastalanmamala-rı için sarımsak yedirildi ine dâir belgeler bulunmu tur. Sarımsak,Haçlı seferleri sırasında Avrupa ülkelerine ta ınmı ve bugün dün-yanın her tarafında yeti tirilmek-tedir.

Sarımsak geçmi te gıda olarak tüketilmesinin yanında, enfeksi-yonlara kar ı antibiyotik olarak da kullanılmı tı. Günümüzde de AIDS ve kanser hastalıkları-nın tedavisinde bitki kay-naklı yeni ilâçlar bulma

yukarıda belirtilen kükürtlü (sül-fürlü) uçucu ya asitleri vermek-tedir. Bazı kükürt bile ikleri, sa-rımsa ın kullanıma hazırlanmasısırasında uygulanan ezme, kesme, do rama gibi i lemler neticesinde sentez edilir. Sarımsak içinde fıtrîolarak sentezlettirilen alliin mo-lekülü, hücre içerisindeki vaku-ollerde bulunan allicinase enzimi vasıtasıyla (sarımsa ın ezilmesi neticesinde) allicine dönü türü-lür. Allicin, sarımsa ın biyolojik faydalarının olu masında vazife alan kimyevî moleküllerden bi-ridir. Bu açıdan alliin, sarımsa ıntabiî kimyevî bile enlerinden iken, allicin sarımsa ın mekanik olarak ezilmesi neticesi üretilen kimyevî bile iktir.

Antimikrobiyal özelli i:Ara tırmalar, sarımsaktaki kimyevî bile iklerin çe itli mikroorga-nizmalara kar ı antimikro-biyal tesire sahip kılındı-ını ortaya koymu tur.

* Kanserin önlenmesi veya tedavi edilmesiyle, sarımsak arasındanasıl bir münasebet vardır?

* Sarımsak, kalb-damar hastalıklarının engellenmesindene tür vazifeler görmektedir?

* Sarımsakta bulunan antimikrobiyal tesire sahip kılınmı kimyevî bile ikler ve bunların bazı vazifeleri…

Doç. Dr. M. Ali Ka lıo lu

mtihanlar, insanı aslî madenine girmi bulunan yabancı unsur

ve tortulardan temizler ve her insanı kendi istidadının zirvesine çıkarır.

Page 29: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr13329

Neticede kandaki serbest radi-kaller, zararsız hâle getirilir. Vü-cudumuzdaki antioksidan enzim sistemlerini uyarıcı bile iklerindepolandı ı sarımsak, kalb-damar hastalıklarından bizleri korumaya vesile olan tabiat eczahanesindeki önemli fıtrî ilâçlardandır. Sarımsa-ın içinde depolanan bazı kimyevî

maddelerin, kan pıhtılarının da-mar çeperine yapı masında ve ka-nın pıhtıla masında rol alan fibrin te ekkülünü engelledi i tahmin edilmektedir. Ayrıca sarımsa ınkolesterolün karaci erde parça-lanmasında vazifeli kimyevî reak-siyonlara da müdahil oldu u ve karaci erde kolesterol sentezinin

azaltılmasında da rol oynadı ı tah-min edilmektedir.

Son 20 yıldır dünya çapındaönemli üniversite klinikleri tara-fından sarımsak üzerinde takriben 2.500 ara tırma ve tedavi deneme-si yapılmı tır. Meselâ 32 de i ikara tırmada allicin miktarı standart sarımsak tozu tabletlerinden gün-de 1-2 tane olmak üzere 16 hafta süre ile deneklere verilmi ; sarım-sa ın kolesterol ve trigliseridleri dü ürücü tesiri ara tırılmı tır. Ça-lı ma sonunda deneklerin koleste-rol seviyesinde % 6-21, trigliserid seviyelerinde ise % 11-24 arasındadü ü kaydedilmi tir. Birçok çalı -

mada da benzer neticeler alınması, sarımsa ın

kanda HDL se-

Meselâ uçucu ya lardan olan alli-in ve onun enzimatik reaksiyonla parçalanması neticesi meydana gelen allicin mikroorganizmalarıöldürücü hususiyetlerle donatıl-mı tır. Bu madde pek çok bakteri ve mantarın ço almasının engel-lenmesinde vazifelidir. Bir ba kauçucu ya olan ajoen de, mantar öldürücü veya ço almalarını en-gelleyici tesirlerle donatılmı tır.Kükürt ihtiva eden bu maddelere aynı zamanda anti-tümör hususi-yeti de verilmi tir.

Sarımsak ve kan ya ları:Kanda kolesterol ve trigliserid seviyelerinin yüksek seyretmesi, damar tıkanıklı ına ba lı hastalık-lar için önemli risk faktörlerinden biridir. Damar tıkanıklarının pek çok ki ide yürürken veya ko ar-ken a rılara ve kramplara yol aç-tı ı bilinmektedir. Ara tırmalarsarımsa ın kandaki kolesterol ve trigliserid miktarının dü ürülme-sinde rol oynadı ını göstermekte-dir. Düzenli olarak belirli miktar-larda tüketilen sarımsa ın faydalıkolesterol olarak bilinen HDL se-viyesinin yükselmesine, serum LDL kolesterol ve trigliserid sevi-yesinin dü mesine vesile oldu urapor edilmi tir. HDL kolesterol, vücuttaki kolesterolün karaci ereta ınmasına yardımcı olan kargo molekülü olup, kalb-damar hasta-lıkları riskinin azaltılmasında rol oynar. Kandaki serbest radikaller, zararlı kolesterol olarak bilinen LDL’yi oksitleyerek LDL’nin da-marların iç yüzeyine yapı masınasebep olurlar. Bu durum, sonunda damar sertli ine ve daralmasına yol açar. Sarımsa ın kimyevî terkibin-de bulunan allicin, diallildisulfidve dialliltrisulfid gibi bile ik-ler, antioksidan enzimler olan glutatyon-peroksidazıve glutathio-disulfidreduk-taz enzimlerinin akti-vasyonuna sebep olurlar.

viyesinin artmasına ve LDL sevi-yesinin de dü mesine vesile oldu-u kanaatini güçlendirmi tir.

Sarımsak kanser ve ba ı ık-lık sistemi: Kanserin te ekkülün-de ve tedavisinde ba ı ıklık siste-mine önemli rol verildi ine dâir binlerce delil vardır. Ba ı ıklıksistemi, vücuda zarar verebilecek mikroorganizmalara veya herhan-gi bir faktöre kar ı, vücudumuza yerle tirilmi ve biz farkında ol-madan i letilen bir müdafaa siste-midir. Ba ı ıklık sisteminde bir-çok hücre vazife almasına ra men,bunlardan fagositler ve lenfositler en önemlilerindendir. Fagositler,

vücudun kendisinden olmayan, yabancı olarak gördükleri her eyesaldırır. Fagositlerin erleri olarak tabir edilen nötrofiller, kan içinde çok hızlı hareket ederek dü manıgördükleri zaman amip gibi kollar uzatıp etrafını sarar ve kimyevî si-lâh gibi i gören sindirim enzim-lerini üzerine salgılarlar. Ba ı ıklıksisteminin herhangi bir sebeple zayıflaması durumunda, kanser hücrelerinin fark edilip, imha edil-mesinde problemler ya anmayaba lar. Bunun neticesinde kanser hücreleri hızla artar. Bu yüzden birçok ara tırmacı, kanseri, ba ı-ıklık sisteminin zayıflamasının

yol açtı ı bir hastalık olarak gör-mektedir.

Sarımsak; vücudumuzu, kanser dahil, bütün yabancı saldırılardankorumada vazifelendirilmi , ba ı-ıklık sisteminin de güçlenmesine

Sarımsak; vücudumuzu, kanser dahil, bütün yabancısaldırılardan korumada vazifelendirilmi , ba ı ıklıksisteminin de güçlenmesine destek olan bile iklerledonatılmı tır. Yapılan son çalı malar sarımsak özü-nün kanserin geli mesinin baskılanmasında rol aldı-

ını ortaya koymaktadır.

Page 30: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

yonunu durdu-rucu bile ikleresahip olması, si-nir hücrelerinin

ölümlerinin en-gellenmesinde rol oynayabilir. Nitekim alzhe-

mir gibi önemli derecede nöron kaybının görül-dü ü sinir sistemi

hastalıklarında, sa-rımsak olumlu ne-ticeler vermi tir.

Kullanma ekli:Sarımsak taze veya kurutulmu olarak

kullanılabilece i gibi, kokusuz sarımsak tab-leti olarak da kulla-

nılabilir. Sarımsaktanâzamî istifade yolunun

çi nenerek yenmesi oldu-

ba ırsaklarda eridi iiçin de a ıza ve ne-fese koku vermez. Ta-mamlayıcı tıp açısından kalb sa -lı ını koruyucu tavsiye listesinin ilk ba larına Almanlar, sarımsaktabletlerini koymaktadır. 25 mg’lıkkokusuz sarımsak tabletleri, bir disarımsa a e de erdir. Yemeklerle beraber günde bir veya iki defa iki tabletin çi nenmeden su ile bir-likte alınması, koruyucu hekimlik açısından tavsiye edilmektedir.

Kurutulmu sarımsa ın üç veya dört di ini soyup, ince ince kıydıktan sonra bir bardak su ile alınması durumunda, faydası, tab-lete kıyasen daha fazla olmaktadır.Zîrâ sarımsa ın bu ekilde tüke-timi, ba ırsaklardaki zararlı bak-teri ve mantarları da yok etmeye vesile olur. Sarımsak çi nenerekyenildi i taktirde, içindeki mües-sir (etkin) maddelerin tesiri en üst seviyede oldu undan, kanser ris-

Sarımsa ın Kırgızistan bozkırlarından dünyanın di-er ülkelerine yayıldı ı kabul edilmektedir. Mısır’da

piramitlerin in asında çalı tırılan kölelere hastalan-mamaları için sarımsak yedirildi ine dâir belgeler bu-lunmu tur. Sarımsak, Haçlı seferleri sırasında Avrupa ülkelerine ta ınmı ve bugün dünyanın her tarafındayeti tirilmektedir.

destek olan bile iklerledonatılmı tır. Yapılanson çalı malar sarımsaközünün kanserin ge-li mesinin baskılanma-sında rol aldı ını ortaya koymaktadır. Meselâ sarımsak özütünün, doza ba lı olarak fare-lerde sarkom (yumu-ak doku tümörü) hüc-

relerinin geli mesinive sarkom hücre me-tastazını inhibe etti i(durdurdu u) gösteril-mi tir. Sarımsakta bu-lunan ajoenin, lösemili (kan kanseri) hastalar-da, kanserli hücrelerin ölümünü uyardı ı ve hızlandırdı ı ortaya konulmu tur. Sarım-sa ın akyuvarlarda sitokin üretimini bas-kıladı ına ve iltihabî kemik hastalıklarında tedavi edici olarak kullanılabilece ine dâir çalı ma-lar vardır. Sarımsak, lifli bir ürün oldu undan kanseri tetikleyici nitrozamin gibi N-nitrozo bile-iklerinin olu umunu azaltıcı rol

oynar. Sarımsa ın, yemek borusu, mesane, mide ve ba ırsak kanseri-ni önleyici tesirleri oldu una dâir ara tırmalar vardır. Bir çalı madafazla sarımsak yemenin, ba ırsakkanserine yakalanma riskini % 35 dü ürdü ü bulunmu tur. Dünya-da sarımsa ın en fazla tüketildi iülke Bulgaristan’dır. Bu ülkede kanser ve damar sertli inden ölen-lerin sayısı, Avrupa’ya nazaran 6-7; ABD’ye nazaran 10 misli daha dü üktür. sveç hükümeti çocuk felcine kar ı koruyucu özelli i ol-du u için, okula giden çocuklara yıllardır sarımsak yedirme gayreti içindedir.

Sarımsa ın gerek antioksidan enzimleri uyarıcı özelli i, gerekse de sinir hücrelerini tahrip edici kaspaz-3 enzimlerinin aktivas-

u noktasında bilim adamları hem-fikirdir. nsanların ço u, kokusu yüzünden sarımsa ı tüketmek-ten çekinmektedir. Batı’da bilim adamları kokusu azaltılmı sarım-sak tabletleri geli tirerek sarımsa ıbir ilâç olarak tüketime sunmuve Batı insanı bunu kabullenmi -tir. Kokusuz sarımsak tabletinin üretimi kokuyu veren sülfür bile-iklerinin klorofille maskelenmesi

neticesinde gerçekle tirilmi tir.Sarımsa ın naho kokusundan çe-kinenlere sarımsa ı, tablet eklin-de almaları tavsiye edilmektedir. Her gün sarımsak yemek mecbu-riyetini ortadan kaldıran tabletler,

kini azaltıcı rolü daha belirgin hâle gelmektedir. Pi irilmi sarımsaktaallicin bozuldu undan, sarımsa ınantibiyotik özelli i kaybolmakta-dır. Sarımsa ın bu kadar faydalıözelliklerini ö rendikten sonra, a ırı tüketecek olursanız, bazı yan tesirlerine mârûz kalabilirsiniz. Meselâ çok fazla çi sarımsak tü-ketimi, sindirim sırasında ba ırsakgazlarına ve ba ırsak mukozasın-daki normal floranın zarar görme-sine yol açabilir. Pi en yemeklere sarımsak atıldı ında, yemek buha-rı ile naho kokuyu veren bile ik-ler kaybolmaktadır.

@ [email protected]

134 30

Page 31: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr13531

Altı milyarı a an dünya nüfusunun yakla ık 1,6 milyarı Batılı, 3,4 milyarı Do ulu, 761 milyonu

Afrikalı, 170 milyonu Orta Do uludur. Bu nüfusun 1,18 milyarı geli mi sosyo-ekonomik sistemlerde, geri kalanı da az geli mi ülkelerde ya amaktadır.‘Co rafî olarak yapılan Do u-Batı ayrımı, bu bölgelerde ya ayan insanların zihniyeti, kültürleri, inançları, hayata bakı ları, benlik yapıları ve ki ilikleri için de geçerli olabilir mi?’ sorusu etrafında imdiye kadar pek çok fikir üre-tildi. Son 2-3 asrın Do u toplumları, bilim, teknoloji ve dü üncede neden Batılılar kadar üretken de il-dir? Uygulamaya a ırı vurgu yapan Do u toplumlarıniçin netice almaya odaklı dü ünce üretimine daha e ilimlidir? Do u toplumları bıçak kemi e dayan-

madan, iddetli bir musibete mârûz kalmadan, tedbir almaya, hâdiselerin dilini çözmeye ve modele dayalıtahminlere niye pek ra bet etmiyorlar; niçin i leri-ni son dakikada halletme yolunu tercih ediyorlar? Analitik dü ünce, Do u toplumlarına niye yabancıgeliyor; bu toplumlar bir nesneyi çevresinden tecrit ederek analiz etmede neden zorlanıyorlar? Geçmi eodaklanma, ya ananlardan dersler çıkarıp buna göre gelece i plânlayamama zaafiyeti neden Do ululardadaha sık gözleniyor?

Yapılan yüzlerce ara tırma ve analiz, kayna ı neye atfedilirse atfedilsin, Do u ve Batı’da ya ayan insan-ların kültürlerinin, hayata bakı larının, hayatı yo-rumlama tarzlarının ve benlik anlayı larının belirgin

Dr. Selim Aydın

Page 32: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr136 32

derecede farklı oldu unu gösteriyor. Ara tırmacılar,bu farklılıkların genetik, co rafî, ekonomik, sosyal, kültürel, dinî unsurlardan; e itim ve lisanla ilgili hu-suslardan kaynaklandı ını belirtmektedir.

Felsefe-bilim gelene inden gelen ara tırmacılar,insanların evrensel ve mahallî, benze en (birli in ve benzemenin kayna ı) ve farklıla an yönlerine (farklı-lı ın tabiatı ve kayna ı) dâir pek çok teori geli tirdiler.Bazı filozof ve e itimciler, insan tabiatının evrensel-li ini öne çıkararak, Do u ve Batı’da ya ayan insan-ların dünyayı algılama ve yorumlama tarzları arasın-daki farkların küçük oldu unu belirttiler; herkesin ortak idrâk ve bilme mekanizmalarına sahip oldu-una ve aynı ekilde dünyayı algılayıp, akıl yürüttü-üne inandılar. Bazıları da, insan tabiatının do u tanekillenmeye müsait bir yapıda oldu unu, mahallî

kültürlerin, e itim sistemlerinin, co rafya ve iklimin tesirinde insanların farklıla tı ı hususuna vurgu yap-tılar. Bu teorilerde, insanın hem dual hem de çoklu gerçekli inden birinin daha öne çıkarılması, diya-lektik bir tartı manın kapısını araladı. I ık Do u’danmı gelir, Batı’dan mı? Do u mu yoksa Batı mı daha üstün? Do u ve Batı’nın sentezi gerçekten mümkün mü? Bediüzzaman’a atfedilen ‘Osmanlı’nın Batı’ya,Batı’nın Osmanlı’ya hâmile olması’ ne mânâya gelmek-teydi? Bu sözle Do u’nun Batı’ya, Batı’nın Do u’yadönü meye ba ladı ına mı dikkat çekiliyordu? Do uve Batı kültürlerinin birbirlerini dönü türmesi ne nispette gerçek olabilir? Do u ve Batı zihniyetlerinin sa lıklı münasebet ve diyalo u nasıl gerçekle ebilir?Bediüzzaman’ın “Do u’yu kalkındıracak ve geli tirecekey, din ve dinî kültür iken; Batı’yı kalkındıracak ana un-

sur felsefe ve aklî bilimlerdir. Bunun delili ise peygamberle-rin ço unun Do u ve Orta Do u’da, filozofların ço ununise Batı’da ortaya çıkmasıdır.” eklinde ifade edilebile-cek sözü, Do u ve Batı’da ya ayan insanların ahsi-yet geli imlerindeki derin bir farklılı a ve çok yönlü insan tabiatının farklı boyutlarını öne çıkarmalarınamı i aret ediyor? Yoksa Do u Do u, Batı da Batımıdır; bunları sentezlemeye çalı mak beyhûde bir gayret midir? Hem co rafî açıdan, hem de kültür ve medeniyet olarak Do u ile Batı arasında yer alan ülkemiz insanı, bu soruların ne ölçüde muhatabı-dır? Anadolu medeniyetlerinin, Orta Asya kültürü-nün ve slâm medeniyetinin ta ıyıcılı ını yapan ve yüz yıldır Batılı metotları benimsemi bir ülke olan Türkiye, bu sorular etrafında yeterince dü ünmü ,geni halk kitleleri ve entelektüeliyle belli bir muta-bakata varabilmi midir? Varamadıysa bunun sebebi nedir? Ça da uygarlık seviyesini yakalama yolunda önemli bir adım sayılan Avrupa Birli i konusunda aydınların kafa karı ıklı ı ve bir kısım entelektüelin

meseleye siyah-beyaz bakı açısıyla, komplo teorisi mantı ıyla yakla ması, bu sorular etrafında yeterince dü ünülmedi ini gösteriyor.

Ego geli mesinde Do u ve Batı farklılı ınsan; din, kültür ve co rafyanın tesiriyle bir ben-

lik ve ahsiyet kazanır. Batılı anne-babalar, sürekli çocuklarına i lerini kendilerinin yapması, kararlarınıkendilerinin vermesi konusunda seçenek sunarken; Asyalı anne-babalar, çocuk için uygun olanı en iyi kendilerinin bilece i varsayımıyla, çocukları adınakarar verirler. Do ulubebekler, sürekli kar-ılıklı ba ımlılık; Ba-

tılı bebekler ise, ba-ımsızlık de erlerini

i aret eden ipuçlarıy-la hayata hazırlanır-lar. Do ulu insanınegosu, yüksek sevi-yede artlanmı ba -lantılı ve akı kaniken; Batılı ego, stabil, oldukça ba-ımsız oldu u gibi,

nispeten dü ük se-viyede artlanmı -tır. Batılı ego, dıdünyayla mücadele ederek, çatı mala-rı bir ekilde ikili mantıkla çözerek ayakta kalmayı ö re-nirken; Do ulu ego, dı dünyayla, çev-resiyle uyum içinde olmayı, çatı malar-dan kaçınarak, mâkûl olan orta yolu tercih ederek ayakta kalma-yı ö renir.

Batı kültüründe insan önce ‘ben’dir, sonra ‘biz’olabilir. Do u’da ise insan benli inin hakikatte var olmadı ına, itibarî bir varlı ı oldu una ve biz kültü-rünün içinde ortaya çıktı ına inanılır. Asya kültürün-de egonun toplumdaki fonksiyonu, Batı’daki gibi, üstünlük veya farklılık olu turmak de il, destekleyici sosyal münasebetler a ı içinde uyum kurmak, grup veya cemaatin hedeflerini gerçekle tirmede ken-disine dü en rolü eksiksiz oynayabilmektir. Do ukültüründe ekillenen egonun uuraltı, genelde ‘Birgruba uyum sa layacaksam, ötekileri kızdırabilecek veya

Page 33: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

onları zora sokacak ferdî özelliklerimi yok etmem gerekir.’eklinde programlanır. Dolayısıyla Do u kültürün-

de benli in ba ımsızlı ı öne çıkarılmaz, kar ılıklı ba-ımlılık te vik edilir. Neticede Asyalılar ‘ben’in daha

büyük bir bütünün parçası oldu u kar ılıklı ba ım-lı bir dünyada; Batılılar ise, ‘ben’in bölünmez, hür davranı sergileyebilen bir varlık oldu u dünyada ya adıklarına inanırlar. Batılı ego, içinde bulundu uortam ve artların kendini sınırlaması durumunda, irade, istek ve gücünü harekete geçirmeye çalı ırken;Do ulu ego, isti areye, kolektif uura, toplum huku-kuna daha çok ba vurur.

Batı kültürüyle yeti en fertler, sahip oldukları ey-lerde benzersiz ve sıra dı ı olmayı tercih ederlerken; Do ulular, genelde ço unlu un tercihlerine uyum-lu olanı seçerler. Amerikalı ve Korelilerden, dostları-na hediye olarak bir dolmakalem seçmeleri istenmi ,Amerikalılar en az rastlanan rengi; Koreliler ise en çok kullanılan rengi tercih etmi lerdir. Batılılar gü-zel yönlerini a ırı abartıp ego i mesi ya arlarken;Do u kültüründe yeti en insanlar, olumlu yönlerini ön plâna çıkarmamaya ve alçak gönüllü olmaya daha çok meyillidirler.

Ki ilik motifleri perspektifinden Do u ve BatıFarklı ki ilikler (insan sistemleri) bir orkestradaki

çalgı âletleri gibidir. Her insanda potansiyel olarak, farklı enstrümanlar ve onları kullanma kabiliyetleri vardır. nsan benli ine konan fakülteler, benli in üç alt bölümüne da ıtılarak sınıflandırılır. Benli in bu üç bölümü, insanda hiyerar ik bir organizasyon ve i leyi baskınlı ı olu turur. ah Veliyullah Dıhle-vî, ‘Hüccetü’l-Bâli a’ isimli eserinde insanı bir saray ve ehre benzetir; üç bölümlü benlik modelinde, biri ba bakan, biri yardımcı, di eri de hizmetçi ko-numunda üç bakanlı bir hükümet dü ünür. Bu bö-lümler insan dinami i yakla ımında zihin, duygu ve fizik potansiyelleri olarak tarif edilir. Her fertte bu üç potansiyelden biri (ba bakan konumunda) bas-kın, biri yardımcı, di eri de (çekinik konumunda) hizmetçidir. Do u ve Batı toplumlarında baskın po-tansiyellerin sıklı ı farklıdır. nsanlar sahip olduklarımizaç potansiyelleri ve baskın algı merkezleri dola-yısıyla belli dü ünce tarzları geli tirirler. Bu dü üncetarzları da belli inanç ve zihniyet kalıpları üretir. Bu kalıpların olu masında içinde ya adıkları toplumun da önemli bir tesiri vardır. Bu açıdan vahiy kaynaklı“Her insan ve toplum kendi karakterinin gere ini sergiler.”sözü önemlidir. Ki ilik farklılıklarının, Do u ve Ba-tı’nın kültür farklılı ına ve ki ilik motiflerine yansı-dı ı, çe itli ara tırmalarla ortaya konmu tur. Dün-yayı anlayabilmesi için insan tabiatına konmu farklıfonksiyonlara sahip fakülteler, Do u ve Batı’da, farklınispetlerde kullanılmaktadır. Do u ve Batı insan hak-kındaki güfteyi veya güftenin farklı kısımlarını farklımakamlarda çalarak farklı kültürler in a etmi lerdir.Üç fakülteli (zihin-duygu-fizik) benlik modeli ı ı ın-da tarihî ahsiyetlere ve kültür yapısına bakıldı ında,Türklerin a ırlıklı olarak fizik merkezli (öfke baskın)(fizikî-hissî ve fizikî-zihnî) ki ilik yapısına ve kültüre sahip oldukları söylenebilir. Cumhuriyet döneminin önemli dü ünürlerinden Hilmi Ziya Ülken ‘TürkFelsefe Tarihi’ isimli bir kitap yazmak istemi ; ancak Türklerde Batı’dakine benzer, teorik a ırlıklı model kurmaya dayalı bir felsefe gelene inin zayıf oldu u-nu görmü tür.Bunun üzerine pratik a ırlıklı fizikî ve hissî sahada yo un fikirler üreten Türklerin bu zenginli ini ve farklılı ını vurgulamak için kitabınismini ‘Türk Tefekkür Tarihi’ eklinde de i tirmekmecburiyetinde kalmı tır. Çünkü a ırlıklı olarak fi-zik ve öfke merkezli Türk toplumu, zihin merkezini, fizik ve duygunun emrine vermi ; teorik model kur-ma yerine, gündelik hayat ve gönül dünyası üzerine yo un dü ünce üretmi tir. De i ik kültürlerde yapı-lan ara tırmalar, zihnî-fizikî merkezli insanların % 5; fizikî-zihnîlerin % 10; fizikî-hissîlerin % 5; hissî-zih-

13733

Asyalılar ‘ben’in daha büyük bir bütünün par-çası oldu u kar ılıklıba ımlı bir dünyada; Batılılar ise, ‘ben’in bö-lünmez, hür davranısergileyebilen bir varlıkoldu u dünyada ya a-dıklarına inanırlar. Ba-tılı ego, içinde bulun-du u ortam ve artlarınkendini sınırlaması du-rumunda, kendi irade, istek ve güçlerini ha-rekete geçirmeye çalı-ırken; Do ulu ego, is-

ti areye, kolektif uura,toplum hukukuna daha çok ba vurur.

Page 34: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr138 34

nîler ve zihnî-hissîlerin % 25, hissî-fizikîlerin % 55 civarında bulundu unu göstermektedir. Uzakdo utoplumlarında, bilhassa Japonlarda, fizik-merkezli (bilhassa fizikî-zihnî) insanların yüzdesi, Batı’ya kı-yaslandı ında daha fazla (%15) bulunmu tur. Fizikî-zihnî ki ilerin; yeni, orijinal, sıradı ı fikir üretmeleri, farklı eyleri tecrübe ve kabul etme ihtimalleri zayıfiken, fikirleri prati e geçirmeleri ve fizikî olana sım-sıkı yapı ma ve koruma ihtimalleri çok yüksektir. Bu da niçin teknolojinin bu ülkelerde, çok daha hızlı ge-li ti ini kısmen açıklayabilir.

Batılı fertlerde, benli in, ba ımsız bir ki ili e sa-hip olma nispeti oldukça yük-sektir. Kendili inden harekete geçmeye yatkın olan Batı insanı,kolektivist (grup merkezli) ol-maktan ziyade ferdiyetçi ki iliközellikleri gösterir. Batı kültü-ründe ekillenmi insanlarda ahsî yorum, tecrübe ve diyalog

önemlidir. Bu insanlar fikir, ter-cih ve duygularını do rudan ifa-de edebilecek medeni cesarete sahip olacak ekilde e itilirler.

Grup ve cemaat hayatınınöneminin farkında olan Do ulufertler, ahsî tercihlerini, beklen-tilerini, cemaat veya ait oldu usosyal grup için feda edebilmek-tedir. Do u kültüründe ahsîtercih ve ifadelerden ziyade, aile, grup, cemaat ve irketlerintercihlerine de er verildi inden,fert, ait oldu u aile, grup ve ce-maat için ya amakla mutlu olur. Do u’da aile yapısının güçlü olmasında bu faktörün rolü bü-yüktür.

Do u insanı; gelece i, var olan geli melere bakarak yeni-den kurgulamak ve kendini gün-cellemek yerine, genelde geçmi in ve bugünün gele-ce e aynen ta ınması istikametinde, tabiî bir tutum ve davranı sergileme yatkınlı ına sahiptir. Mizacen fizikî merkezi baskın ve kültürü de fizik a ırlıklı olan Do u insanı, daha çok birinci el tecrübelerle, ayrın-tılı talimatlarla, tekrarlama ve yapmayla ö renmeyeyatkındır. Teorik ve model tabanlı ö renmeler veya pratik hayatla do rudan münasebeti kurulamayan okumalar ona sıkıcı gelir. Bulundu u hayat artları-na çok kolay ve hızlı uyum sa ladı ından, yenilikler kar ısında, zorlanmadıkça, mevcut sistemi de i tir-

meye pek yana maz. Do u insanı vak’alar üzerinden, teferruata inerek, hikâyelerle, fıkralarla, anekdotlarla ileti imi tercih eder. Do u insanının egosu kolek-tif uurun tesirinde ekillendi inden, grup kararınagöre konu ma ve diyalo a çok müsaittir. O, bundan dolayı söyleyeceklerini nazik bir hitap tarzıyla, do-laylı olarak, temsili hikâyelerle veya fıkralarla anlat-mayı tercih eder. Hislerini gizlemeyi iyi beceren Batıinsanı ise, do rudan açık ileti imi tercih etti inden,metafor ve fıkralar üzerinden anlatılan pek çok eyianlayamaz.

Bu bilgiler ı ı ında Batı insanının a ırı geli mihis merkezinin, etik de erlerlekontrol altına alınması (iffet ve ölçülülük) gerekirken; Do uinsanında zihin merkezinin, fi-zik ve duygu merkezinin em-rine girmesinden belli ölçüde kurtarılmasına, potansiyellerin geli tirilmesine, ferdiyetin çiçek açtırılmasına, fizik ve his merke-zinin, akıl ve hikmetin rehberli-inde yönlendirici bir kıvama

getirilmesine ihtiyaç vardır.Kolektif ekip ruhu, ahs-ı

mânevî, çevresiyle uyumlu olma, barı cıl tutum ve davranı larıöne alma, tabiattaki devr-i dâim eden süreçlere saygı içinde uzun vâdeli plânlar yapma, fizik ve his a ırlıklı Do u kültüründe ye e-ren önemli faziletlerdir. nsan-lı ın faydası için önemli eserler yapma, tabiattaki ahenkli i leyi-e saygı, grubun, cemaatin öne-

mi gibi hususlar Do u kültü-rünün ve slâm medeniyetinin Batı toplumlarına verebilece ihediyelerinden bazılarıdır. Batıdünyasındaki fert olma, sıra dı ı

yenilik, akılcılık ve hürriyet gibi hususiyetler birkaç asırdır Do u toplumlarında yeterince inki af etme-mi tir. Benli in fizik, duygu ve zihin potansiyelleri-nin meyveleri olan bu de erlerin yo unlu u, Do uve Batı toplumlarında farklıla maktadır. Batı dün-yasının fert olma, akılcılık, hürriyet ve yenilik gibi hususiyetlerin Do u’nun fizik ve his dünyasına ait de erleriyle yeniden sentezlenmesine ihtiyaç vardır.Bu sentez yapılabilirse, fert ve toplumlar seviyesinde barı ve adaletin tesisi mümkün olacak, ferdin denge-li geli imi daha kolay ortaya çıkabilecektir. Neticede

Batılı kültürde yeti en fertler, sahip

oldukları eylerdebenzersiz ve sıradı ı olmayı tercih

ederlerken, Do ulular,genelde ço unlu untercihlerine uyumlu

olanı seçerler. Batılılargüzel yönlerini a ırıabartıp ego i mesiya arlarken, Do ukültüründe yeti en

insanlar, olumlu yönlerini ön plâna

çıkarmamaya ve alçak gönüllü olmaya daha

çok meyillidirler.

Page 35: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

sınır tanımayan liberalizmin ba rında geli en küre-selle menin de olumsuzlukları azaltılarak, insanî bir geli im daha kolay yakalanabilecektir.

Hem Do u hem de Batı kültürünün tesirinde yeti en insanların, bir köy hâline gelen dünyamızdasürdürülebilir barı ı ve adaleti in a edebilmeleri için, en azından bir problem hakkında çoklu bakı açıları-nın katma de erini kabul edebilme, kar ılıklı pozitif, yapıcı, geri bildirimli münasebetler kurabilme, ken-dini geli tiren ve dönü türen sistemleri anlayabilme, sistemleri dengeleri açısından kavrayabilme mahare-tine sahip olmaları gerekmektedir.

Birçok Do ulu ve Batılı mütefekkire göre Hun-tington’un: “Dünya kültürleri, Batı kültüründe eriyip kaybolacaktır.” faraziyesi, etnosantrik (etnik benmez-kezci) bir yanılmadır ve miyop bir bakı açısını yan-sıtır. Kola içmek, kot pantolon giymek ve bilgisayar teknolojilerini kullanmak, Batılıla mak ve Batılızihniyeti benimsemek mânâsına gelmez. Tüketim nesneleri Batı kaynaklı olabilir; ama tüketim alı -kanlıkları ve ekli hâlâ Do ulu zihniyeti yansıtabilir.Meselâ otomobil Batı kaynaklı bir ula ım vasıtasıdır;fakat bunun kullanılabilece i yolların düzeni ve tra-fikte seyir alı kanlıkları Do ulu zihniyeti yansıtıyorolabilir.

Do u’nun, Batı’nın ve ikisini tevhidî çizgide sentezleyen slâm’ın gösterdi i bilme ve idrak etme tarzları kendilerine hastır. Batı’da Rönesans ve kapi-talizmle tetiklenen ferdin çiçek açmasının bir sembo-lü olan ba ımsızlık, hürriyet ve akılcılık de erlerininnegatif yönlerinin azaltılması, aklın bu meyvelerinin duyguların bahçesi olan gönül dünyasının güzel-likleriyle dengelenmesi, denge ve orta yol prensibi etrafında tevhidî çizgide kâinat-insan-Yaratıcı müna-sebetlerinin bütüncül perspektifte ele alınıp sentez-lenmesine ba lıdır. Bugün Batı’da büyük irketlerdegörmeye ba ladı ımız irket sadakâti, ekip ruhu, da-nı macı yönetim ve sektörler arası i birli i gibi kav-ram ve tecrübeler, hem slâmiyet’in bir emridir, hem de Do u’nun sosyal de erlerinden (Japon kültürü ör-ne i) çıkmı tır. Bu güzellikler slâm’ın ve Do u’nun, insanlı a (bilhassa Batı’ya) hediyesidir. Küreselle-en dünyada, Batı’nın ve Do u’nun güzelliklerini slâm’ın tevhidî çizgisinde çocu un benli ine nak-edebilecek dinamik bir e itim sistemine iddetle

ihtiyaç vardır. Zîrâ Kur’ân-ı Kerîm’de; “ yilik, yüzle-rinizi Do u ve Batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) de-ildir.” (Bakara sûresi, 177) eklindeki âyetler, Do u

ve Batı sentezinin Kur’ân-ı Kerîm’in yol göstericili-inde yapılması gerekti ine de i aret etmektedir.

Küresel problemleri, tek tip kültürde yeti miinsanlarla sa lıklı ve kalıcı ekilde çözmek mümkün

de ildir. Bu problemler, Do u ve Batı kültürünün güzellik ve do rularını, son vahyin ı ı ında tevhidî çizgide sentezlemi melez çalı ma gruplarıyla, sa -lıklı ve kalıcı bir ekilde çözülebilir. in hakikatine inildi inde, herkesin Do u ve Batı de erleriyle bel-li ölçüde melezle mi oldu u görülecektir. Günü-müzde insanlar, belli konularda Do uluymu gibi, bazı durumlarda da Batılıymı gibi davranmaktadır.Çünkü Do u’nun ve Batı’nın insanlı a kazanımlarıbirbirine feda edilemeyecek kadar önemlidir. Çünkü Do u ve Batı zihniyetleri, hakikatin farklı parçaları-na odaklanmı ve birbiriyle bütünle meye muhtaç parçalar gibidir. Allah, “O (her iki) Do u ve Batı’nınRabb’idir. imdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyor-sunuz.” (Rahman,17-18) âyetiyle Do u ve Batı’ya verilen nimetlerin de farklı oldu una i aret etmektedir. n-sanlık tarihinin bu münasebete en açık döneminde, Do u ve Batı’nın nimetleri, güzellikleri tevhidî çiz-gide ve orta yol ekseninde sentezlenmeyi bekliyor. Dolayısıyla, ‘Do u mu, Batı mı üstün; biz Avrupalımıyız, yoksa Asyalı mı?’ gibi ikili ayrı tırıcı dü ünmebiçimlerinden sıyrılıp, slâm’ın “ çinizden ümmeti va-sat olu turunuz. Sırât-ı müstakîmden ayrılmayınız.” ça -rılarını dikkate alıp, Do u kültürünün fazileti olan ‘orta yol’ prensibini acilen benimsemeli, Do u ve Batıkültüründeki güzellikleri sentezleyerek özümsemiyeni nesiller yeti tirmeye odaklanmalıyız. Çünkü içinde ya adı ımız zaman dilimi, kültürümüz ve vatan edindi imiz Anadolu co rafyası bize bunun tek çıkar yol oldu unu gösteriyor. Bunu yapmamızımümkün kılacak dinamik ve temsiller, a ure tatlısın-da mü ahhas olarak sunuldu u gibi, kültürümüzde ve müntesibi oldu umuz slâmiyet’in temel kaynak-larında mevcuttur. Öncelikle yapmamız gereken, bu dinamikleri tarihin sayfalarından çıkarıp, yeniden yorumlamak ve ça ın ruhuna uygun olarak temsil etmektir. Bunun için gerekli ilk adım, hakikat a kını,ara tırma evkini ve yapıcı aksiyon ruhunu insanımı-za yeniden kazandırmaktır.

Kaynaklar:- Nisbett E.R.(2005). Dü üncenin Co rafyası: Do ulular ile Ba-

tılılar Nasıl ve Neden Birbirinden Farklı Dü ünürler? VarlıkYayınları No: 821. Birinci Basım. (Çeviren:Gül Ça alı Güven).

- Nisbett R.(2004). The Geography of Thought. How Asians and Westerners Think Differently- and Why. Free Press Inc. New-york. 288pages.

- http://www.religioustolerance.org/worldrel.htm- http://www-personal.umich.edu/~nisbett/files/- Sandra Seagal ve David Horne. (1997). Human Dynamics. A

new framework for Understanding people and Realizing the potential in Our Organizations. Pegasus Communications. Inc. Waltham MA. 340 sh.

- http://www.humandynamics.com/

13935

@ [email protected]

Page 36: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr140 36

Dr. Muhammet Balsoy

tırma yapan bilim adamlarınındikkatini kumlar arasında ekil ve desenleri birbirinin neredeyse ay-nısı olan çakıl ta ları çeker. Ancak bunlar ta de il, etraftaki ta larabenzeyen kendilerini saklamıbitkilerdir. Altınta bitkileri genel-likle ba ka bitkinin bulunmadı ı,kavurucu sıcaklık ve kuraklı ınhüküm sürdü ü yerlerde hayat-larını sürdürerek Allah’ın, Hayy ve Kayyum isimlerinin tecellisine âyine olmaktadır.

Afrika’nın orta, güney ve ku-zey bölgelerinde ya ıyan altıntabitkisi (Lithops), Mesambryant-hemaceae ailesinin su depolama özelli i olan ve en çok bilinen

Her co rafya ve iklimin kendine has canlı türlerine

ev sahipli i yaptı ını, yapılan her yeni ke ifle daha iyi anlıyoruz.Rahmet-i Sonsuz her ortama uy-gun canlı türleri yaratmı tır. Bu hakikate en güzel misâl, çöllerde ya ayan ‘Lithops’ isimli bitkidir. Türkçede ‘ta öpen’, ‘ta emen’, ‘inektoyna ı’, ‘ya ayan ta ’, ‘çiçek açan ta ’veya ‘altınta ’ gibi isimlerle ifade edilen bu bitki, bildi imiz canlıla-rın ya amasının imkânsız oldu uGüney Afrika çöllerinde yeti -mektedir. Kuru toprak, kum ve çakıllarla dolu olan bu yerlerde su yoktur.

Güney Afrika çöllerinde ara -

çe ididir. u ana kadar 37 türü ve 93 çe idi tespit edilen bu bitkinin tür ve çe itleri; çiçeklerinin rengi, meyvelerinin ekli, tohumlarınınyapısı, yapraklarının görü-nen kısımlarınınrengi, deseni, ekli, boyu

gibi birçok özelli iyle

Çe itli vazifelerin taksiminde halk tabiriyle “ün görmü , gün görmü ” nice tecrübeli,

ya lı-ba lı insanlar, bir hikmet ve maslahata binaen arka plânda tutulabilirler.

Bu, onlar için kaybetmenin de, kazanmanın da bahis mevzuu oldu u bir imtihandır.

Hakeza, ön plânda ko an gençler de, ya lılarla olan münasebetlerinde

imtihan olmaktadırlar…

* Kamuflaj sadece canlılara has bir hususiyet midir, çe itli kamuflaj teknikleriyle

donatılmı bitkilerden ne kadar haberdârız?

* Çöllerin gülü olan altınta lara bah edilen özelliklerin çöl artlarında

ortaya çıkan bazı hikmetleri…

* Genel olarak serin yerlerde ya ayan, fakat bazı türlerinin çöl artlarında

56 oC’ye kadar hayatiyetini devam ettirmesine imkân tanınan

altınta bitkisinin enteresan hayat hikâyesi...

Page 37: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr14137

birbirinden ayrılır. Hattâ olu tur-dukları kolonideki bitki sayısı bile bu bitkinin türü hakkında bilgi verebilmektedir.

Bu bitkilerin yayılmasında en önemli faktör, su ve topraktır. De-nizden yakla ık 2.500 m yükseklik-te bulunan bu bitkiler, ço unlukla kurak iklimlerde; kireçli, kumlu, demirli ve ta lı topraklarda ya ar. Türlerine göre sıcaklı a dayanık-lılıkları de i en bu bitkiler, genel olarak serin yerlerde ya amasına ra men, L. leslei 56 ºC’ye kadar dayanabilmektedir. Aynı bölge-de bulunan L. turbiniformis ise 45 ºC’den sonra ya ayamamaktadır. Her iki tür de -10 ºC’de belli bir süre dayanabilmektedir. Yapraklarıters dönmü ve birbirine biti ik iki koni eklinde yaratılmı olan bu iki

Bu bitkilerin yapraklarının üst kısmında (epithelium’da) ‘tanin’denen bir kimyevî madde vardır.Bu madde, görünür ve morötesi ı ı ın alttaki dokulara fazla gitme-sini engeller ve yaprakların mer-mer gibi de i ik renk ve desende görünmelerine sebep olur. Bu e-killer sayesinde bitkiler, çok güzel kamufle olmakta ve zararlıların-dan korunabilmektedir. Çünkü ta hiçbir zaman bir hayvan için cazip bir yiyecek de ildir.

Kasılabilen köklerBitki büyüdükçe kökler ka-

sılır ve yaprak kısmı a a ı do ru çekilir. Kasılan kökler sayesinde bitkilerin yakla ık % 90’ı topra agömülür. Böylece buharla mayla suyunu kaybedebilecek organ-lar, topra ın daha alt kısımlarına çekilerek buharla ma azaltılır ve bitki kurumaktan korunur. Top-ra ın çok kuru olması sebebiyle, bitkideki suyun, difüzyonla top-ra a geçme durumu vardır; bu

Çöle uygun olarak yaratılmı sistemleri, altınta ı çölün gülü yapmı tır. Yaprak yüzeylerinin çakıllara benzemesi, onların çöl hayvanlarına yem olmasını engellerken, göv-delerinin toprak yüzeyinden a a ı çekilmesi ve topraktaki

en küçük su birikintisini is-raf etmeden alabilecek bir mekanizmayla donatılma-ları da onların en az suyla hayatlarını sürdürebilmeleri için hazırlanmı tır.

tür; gri, ye ilimsi gri, kırmızımsı ve pembe renklerde olabilmektedir.

Kamuflaj uzmanıÇapları yakla ık 2-3 cm olan

altınta lar, ekil ve renk bakımın-dan bulundukları yerdeki çakıllarabenzer. Gövdeleri görülmeyecek kadar küçüktür. Dı tan sadece ters konik yaprakların çakıl ek-lindeki üst kısımları görünür. Alt kısımları ise toprak altındadır.Bundan dolayı çakıl ta larıyla aynıhizada yer alırlar ve onlardan ayırtedilmeleri çok zordur. Altınta laraihsan edilen bu kamuflaj tekni i,onları hayvanlara yem olmaktan da korur.

Su depolarıBu bitkilerin yaprakları, su

depo edebilecek özellikte yara-tılmı tır. Ya ı ların oldu u kısadönemde eski yapraklardan besin gönderilerek, yeni yaprak çifti ya-ratılır. Bazen birden fazla yaprak çifti, yani dalcıklar meydana gelir. Dal sayısının 16’ya kadar çıktı ıtespit edilmi tir. Kuruyan yaprak sayısından altınta ların ya ı hesap-lanabilir. Bu bitkilerin 95 yıl ya a-yanları bulunmu tur. E er sezon kuraksa, yapraklar yaratılı prog-ramları gere i uyku hâline geçer; bitki çiçek ve yaprak vermez.

durum, altınta için bir tehlikedir. Fakat bitkinin kök hücrelerindeki osmotik basınç öyle yüksek ayar-lanmı tır ki, bitkiden dı arı su çıkmasına fırsat verilmedi i gibi, civara dü en en küçük su zerresi bile emilerek içeri alınır.

Arı ve çiçekHer yıl ya mur sezonunda, bu

bitkilerin yaprak çifti ortasından yakla ık 2,5 cm çapında papatya benzeri sarı-beyaz, parlak çiçek-ler açar. Dört-be gün ya ayabi-len ve çok ho bir koku yayan bu çiçekler gündüz açılır, geceleri ise kapanır. Çiçeklerin sarı-beyaz renkli ve parlak yaratılması, ayrı-ca çe itleri içinde kırmızı rengin olmaması çöldeki arıları ve altın-ta ları aynı Zât’ın yarattı ına bir

Page 38: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr142 38

i arettir. Sarı ve beyaz renkler, hem morötesi ı ı ını iyi yansıtır, hem de arıların onları kolayca bulabilmesine vesile olur.

Tozla madan sonra tohum-lar, 4-8 bölümü olan kapsül ek-lindeki meyve içinde saklanır. Kuru havalarda kapalı olan kap-sül, ya murlarla ıslanınca açılır. Bu esnada, tohumlar kendilerine verilmi hususî gerilme gücü ile bir metre kadar uza a sıçrayarak etrafa yayılır. Altınta ların to-humları, ya ı lı hava ve ortamınsıcaklı ıyla kumlu nemli toprak-larda üç hafta içinde çok hızlı e-

nü türülür. Fotosentez ile güneı ı ının enerjisi, klorofil denen harika molekül vasıtasıyla, kim-yevî enerjiye dönü türülüp orga-nik gıdaların karbon ba larında depolanır. Normal ortamlarda deliklerin (stoma) açılmasıyla yaprak içindeki su, buharla arak havaya geçer. Kaybedilen suyun olu turdu u basınç farkının da yardımıyla bitki, köklerinden tekrar su alır. Fakat altınta larınya adıkları ortam sıcak ve kuru oldu undan, di er bitkilerin

güne ı ı ını derinlerdeki kloro-fil ihtiva eden dokulara iletecek ekilde effaf yaratılmı tır. Do-

layısıyla güne ı ı ı su depola-yan birçok hücreden geçtikten sonra klorofil ihtiva eden dokuya ula tırılmaktadır. Su depolayan dokular, ı ı ın ihtiyaç kadarınıngeçmesine müsaade edecek ölçü-de yaratılmı tır. Böylece bitkiye su kaybını engelleyen hususî bir metabolizma olan CAM 4 foto-sentezi yaptırılmaktadır.

CAM bitkileri, fotosentez ya-

Afrika’nın orta, güney ve kuzey bölgelerinde ya ıyanaltınta bitkisi (Lithops),Mesambryanthemaceae ai-lesinin su depolama özelli iolan ve en çok bilinen çe idi-dir. u ana kadar 37 türü ve 93 çe idi tespit edilen bu bit-kinin tür ve çe itleri; çiçeklerinin rengi, meyvelerinin ek-li, tohumlarının yapısı, yapraklarının görünen kısımlarınınrengi, deseni, ekli, boyu gibi birçok özelli iyle birbirinden ayrılır.

yaptı ı gibi bir fotosentez, onla-rın ölümüne sebep olur. Altıntabitkileri di er bitkiler gibi olsay-dı, her CO2 alını ında içlerindeki suyu vermek zorunda kalacaklar-dı. Fakat bu bitkilere Crassulacae Asit Metabolizması (CAM) denen yüksek sıcaklarda ve suyun çok az oldu u kurak yerlerde kak-tüs gibi bitkilerin yaptı ı türden hususî bir fotosentez yaptırıl-maktadır. Ayrıca bu bitkilerde klorofil yaprakların daha iç kı-sımlarına yerle tirilmi tir. Suyu depolayan üst kısımdaki dokular,

kilde çimlenir. Ya ı döneminde kapsülde kalan tohumlar, bir da-haki ya ı dönemine kadar kap-sül içinde saklanır.

Su kaybını önlemede vazi-feli fotosentez sistemiBitkilere, yaprakları üzerinde

bulunan küçük delikler (stoma) vasıtasıyla gündüzleri atmos-ferden CO2 verilir. Köklerin topraktan aldıkları su, havadan alınan CO2 ve güne ı ı ı klo-roplastlarda fotosentez reaksi-yonlarıyla besine (glikoz) dö-

pan di er bitkilerden farklı olarak karbondioksiti atmosferden gece karanlı ında almaktadır. Çünkü yapraklarındaki delikler (stoma-lar) gece açılabilecek hususiyet-tedir. Böylece stoma hücreleri ve kom u hücreler arasında ger-çekle en metabolik reaksiyonlar neticesinde ortaya çıkan mad-de yo unlu undaki de i meler, stomaların açılmasına sebep te -kil etmektedir. Ortamın asit-baz dengesindeki de i meler, tetik-leyici faktörlerdir. Hücrelerde-ki Fosfoenol Pruvate Karboksilaz (PEPC) enzimi, gece alınan kar-bondioksitin, malik asit eklin-de depolanmasında vazifelidir. Gündüz ı ıklarının görülmesiy-le, yapraklardaki delikler kapanır. Böylece sıcaklı a ba lı su kaybı

Page 39: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr14339

engellenir, normal fotosentez reaksiyonları ba lar. Karbondi-oksit kayna ı olarak ak amdan alınıp depolanan karbondioksit kullanılır. Bu mekânizmayla, yapraklardaki delikler gündüz saatlerinde di er bitkilerde ol-du u gibi açık de il, kapalı tu-tulur. Stomaların gündüz kapalıolması, su kaybını en aza indi-rir. Akıl ve uurdan mahrum bir bitkinin gece ve gündüz arasın-daki farkları bilmesi, stomaları-nı ve fotosentez reaksiyonlarınıen ideal ekilde ayarlaması hiç mümkün müdür?

Çöle uygun olarak yaratılmısistemleri, altınta ı, çölün gülü yapmı tır. Yaprak yüzeylerinin çakıllara benzemesi, onların çöl hayvanlarına yem olmasını engel-lerken, gövdelerinin toprak yüze-yinden a a ı çekilmesi ve toprak-taki en küçük su birikintisini israf etmeden alabilecek bir mekaniz-mayla donatılmaları da onlarınen az suyla hayatlarını sürdüre-bilmeleri için hazırlanmı tır. Ay-rıca yaprak üst doku hücrelerinde su depolanırken, güne ı ı ınınalt dokulara ihtiyaç olan miktar-da geçmesi sa lanır. Geceleri açıkolan stomalar vasıtasıyla havadan karbondioksit alınırken, gündüz-leri kapalı olan yaprak yüzeyinde-ki stomalar su kaybetmeden ı ı ıkullanarak fotosentez yaparlar. Altınta bitkisinin kavurucu çöl ortamında suyu en güzel ekildedepolaması; çiçeklerinin arınınfizyolojisine, faaliyetlerine uygun ekil ve zamanda açılması ve bu

sayede döllenmesi; meydana ge-len tohumların ya mur ya ıncayakadar saklanıp gözetilmesi gös-teriyor ki, bütün kâinata hâkim olan ve her eye sözü geçen bir Zât, bu minik bitkileri de gözetip koruyor.

@ [email protected]

“Hüsn-ü mücerret âbidesi”

Baksana îmânın sanata aksedi ine,nancı esas yapmı tı ecdâd her i ine;

Çizgi çizgi tecrit diliyle her amelinde,Dü mü tü hep O’nu anlatabilme pe ine...

Page 40: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr144 40

Peki ba langıçta düzgün bir ip gibi akan su, son durumda neden düzensiz bir akı gösterir? te,Heisenberg dâhil, teorik fizikçi-lerin üstesinden gelemedi i nokta budur. Hattâ düzgün akı tan tür-bülansa geçi esnasında ne oldu-u da hâlen tam olarak açıklana-

mamaktadır.Türbülans, her uzay-zaman

boyutunda görülebilen, ilk bakı -ta düzensizli i tedâi ettiren, ama hakikatte düzensiz olmayıp bu-gün için bize ölçülmesi zor olan

Türbülans, imdiye kadar üzerinde pek çok teori üre-

tilen konulardan biridir. Euclideuzayında, bilebildi imiz hiçbir ku-rala tam uymayan bir hareket türü olan türbülans hususunda birçok fizikçi ve matematikçi ara tırmayapmı sa da, konu tam olarak aydınlı a kavu turulamamı tır.nançlı kuantum fizikçilerinden

Werner Heisenberg bile, izafiyet ve türbülansın niçin varoldu unuhayatı boyunca sorgulamı , hattâ ölüm dö e indeyken de bununla me gul olmu tur.

Türbülans, günlük hayatta sıkkar ıla tı ımız fakat anlamakta zorlandı ımız hâdiselerden biri-dir. Musluk hafifçe açıldı ında,su, musluk ile lâvabo arasındagiderek incelen hareketsiz bir sü-tun gibi görünür. Musluk biraz daha açılırsa, (bazen) düzgün akıbozulur ve periyodik kesik ke-sik fı kırmalar gözlenir. Daha da açılırsa, bu periyodik fı kırmalardüzensizle meye ba lar. Musluk sonuna kadar açıldı ında ise, ta-mamen düzensiz bir akı görülür.

te bu son durum, fizikçilerin ‘türbülans’ olarak tarif etti i hâdi-seye kar ılık gelir.

kompleks bir hâdisedir. Basit bir ifadeyle, ‘büyük girdaplar içindeki küçük girdaplar’ olarak tarif edile-bilecek türbülans, istikrarsızlık ve kaos görüntüsü verir. Türbülans enerjiyi akıtır ve sürtünme olu -turur. Dolayısıyla ileri seviyede sönüm hususiyeti gösterir.

Bir odun (veya kömür) ate idumanının hafif salınarak yükseli-i de türbülans hâdisesine bir mi-

sâldir. Fakat belli bir yükseklikte bilinmeyen sebeplerle dumanınyükseli inde bir istikrarsızlık ve

Nuri Balta

Akı kan içindehareket eden uçak,

denizaltı, pervane ve türbinli motorların

tasarımları üzerinde daha yüksek verim

almaya yönelik iyile tirmeler

yapılmaktadır.

Gönlünü en yüce ideâllerle donatmı birisi için, her yeni imtihan

onun azmini ahlandıran bir kamçı, irâdesini co turan bir efsun ve

gönül kadranını aydınlatan bir ı ıktır. O gördü ü her imtihanla kristaller gibi

berrakla ır, yay gibi gerilime geçer ve adım adım, gönlünde kurdu u

cennetlere do ru yükselir.

Page 41: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr

olmaktan çıkmı , mühendisle-rin de ciddi ekilde ilgi alanınagirmi tir. Akı kan maddede belli bir fizikî parametrenin (a ırlık,sıcaklık, basınç gibi) de i mesidurumunda moleküller arasındabugün için önceden bilinemeyen birtakım hâdiseler tetiklenmek-tedir. Akı kanda, bir molekülün konumunun tahmin edileme-yen ekilde de i mesi, bir zaman sonra bütün sistemi öngörülemez duruma sokabilmektedir. Oto-mobil veya bisiklet yarı larındayarı macılardan birisinin bir anlıkkural dı ı hareketinin nasıl önü alınamaz kazalara sebebiyet verdi-i bilinmektedir.

Türbülansın anla ılmasınınpratik faydaları da vardır; meselâ, jet motorlarında yanmanın verim-li olabilmesi yakıtın iyi karı ması-na ba lıdır. Fakat türbülansa, bu-nun yanı sıra felâketlere yol açma hususiyeti de verilmi tir. Uça ınkanatları üzerinde türbülans mey-dana geldi inde kaldırma kuvveti ortadan kalkar; bu durumda uçak sarsılmaya ve irtifa kaybetmeye ba lar. A ırı türbülansa giren bir uçak dü me tehlikesiyle kar ıla -mı demektir. Uçaklar, yeryü-zü-atmosfer arasındaki sıcaklık

14541

geli igüzellik gibi gözüken girift ve çözülmesi zor hareketler orta-ya çıkar; girdaplar meydana gelir ve bunların da içinde daha küçük girdaplar olu ur. Bu girdaplar yük-selen dumanın enerjisini yitirme-sinde rol oynar. Do rusal (line-er) denklemlerle ifade edilebilen hâdiselerin bu ekilde (do rusal)olmayan denklemlerle (non-line-er) ifade edilebilecek kompleks durumlara geçi lerini açıklamak,aslında bütün hâdiselerde mevcut düzenlili i ve kanunları ke fet-meye çalı an ara tırmacılar için zorluk arz etmektedir.

Aslında sebepler dairesinde madde, katı hâlden gaz hâline do ru gittikçe belirginle en bir titre im gösterecek ekilde yaratıl-mı tır. Ehâdiyetin tecellisi olarak, her bir moleküle kendine mahsus bir davranı ekli verilmi tir. Fakat belli artlarda (düzgün akan bir akı kan içinde) moleküller, ko ul-mu atlar gibi bir bütünlük içinde hareket ederler. Mühendisler gaz veya sıvı hâldeki bir akı kanın me-kani ini anlamaya çalı ırken, sınırartları bir ölçüde belirleyip ifade

edebilirler. Düzgün akı kanlarındavranı ları iyi kavranmı tır; öyle ki bunlar, sadece fizi in bir kolu

Türbülans,günlük hayatta sıkkar ıla tı ımız fakat anlamakta zorlandı ımızhâdiselerden biridir. Musluk hafifçe açıldı ında, su, musluk ile lâvabo arasındagiderek incelen hareketsiz bir sütun gibi görünür. Musluk biraz daha açılırsa, (bazen) düzgün akı bozulur ve periyodik kesik kesik fı kırmalar gözlenir. Daha da açılırsa, bu periyodik fı kırmalardüzensizle meyeba lar. Musluk sonuna kadar açıldı ında ise, tamamen düzensiz bir akı görülür. te bu son durum, fizikçilerin ‘türbülans’ olarak tarif etti i hâdiseye kar ılıkgelir.

Page 42: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr146 42

farklılıklarının, dolayısıyla hava hareketlerinin ve türbülansınfazla oldu u alçak irtifadan ziya-de, bunların nispeten daha az meydana geldi i yeryüzün-den uzak yüksek irtifada bu yüzden uçarlar. Petrol boru hatlarında da tür-bülans sebebiyle büyük bir sürtünme kuvveti olu ur ve akı zorla ır.

Akı kan içinde hareket eden uçak, denizaltı, pervane ve türbinli motorlarıntasarımları üzerinde daha yüksek verim al-maya yönelik iyile tir-meler yapılmaktadır.

Ara t ırmacı lar ınçözmeye çalı tıkları bir ba ka konu da, damar içinde düzgün akan kanın,kalb kapakçıklarında neden türbülanslı bir akı yapmadı-ıdır. Bir ırmakta düzgün akan

su bir kayaya denk geldi indetürbülanslı bir akı rejimine gi-rerken, kalb kapakçıklarına ge-len kanın akı ı türbülanslı hâle gelmemektedir. Bundan dolayıAllah’a çok müte ekkiriz, O’nun ilim ve kudretine hayranız.

Fizikçi ve matematikçilerin türbülansı bir formüle ba la-yamamalarını fazla garipseme-mek gerekir. Çünkü türbülans hakkında edinilen bilgiler hep ara tırılan durumla sınırlı kal-mı , genel-geçer bir keyfiyet kazanmamı tır. Bir Boeing 747 uça ının kanadı üzerinde de-neme-yanılma metoduyla yapı-lan ara tırmanın, bir F-16 savauça ının kanadı üzerinde aynımetotla yapılan ara tırmaya bi-rebir faydası yoktur. Dünyanınen süper bilgisayarları bile, akı -kan cisimlerin hareketlerini ifade edebilmek için non-lineer denk-

lemleri kullanmalarına ra men,bir santimetre küplük türbülans-lı bir akı ın miktarını bile bir-kaç saniyeden daha uzun süre

do ru olarak takip ve tahmin edemiyor. Kuantum fizikçi-

si R. P. Feynman’ın a a-ıdaki ifadeleri insanınbu konudaki acziyetine tercüman olmaktadır:“Cereyan etti i yer ve zaman ne kadar küçük olursa olsun, tabiattaki bir hâdiseyi anlamak için, bilgisayara sonsuz denebilecek kadar faz-la sayıda mantık i lemiyaptırmanın gereklili i

benim kafamı her zaman kurcalamı tır. Küçük bir

uzay-zaman parçasındane olaca ını önceden tahmin

etmek için bilgisayarın neden böylesine sonsuz sayıda mantık

i lemi yapması gerekti ini anlaya-mıyorum.’’

Evet, en küçük bir mekânınbile her an bir mantık ve mate-mati in nüfuzu altında oldu ukâinatta, küçük bir uzay-zaman parçasının davranı ını açıkla-maktan aciz olan insan, bu koca kâinatı nasıl açıklasın? Bu kâi-nat en küçük parçası ile Allah’ınsonsuz ilmini ve ihatasını gös-terdi i gibi, bütün varlı ıyla da sonsuz kudret ve iradesini gös-termektedir. Bu âlemde her eyi bir kurala ba layan Rabb’imiz, türbülans için de elbette bir ka-nun vazetmi tir. Sırrını koruyan bu konu genç ara tırmacılarıngayretini beklemektedir.

Kaynaklar- Ruelle, D., 1996 - Raslantı ve Kaos. Po-

püler Bilim Kitapları, Tübitak Yayınları,Mayıs 1996, Ankara.

- Gleick, J., 2003 - Kaos. Popüler Bilim Kitapları, Tübitak Yayınları, A ustos2003, Ankara.

Ara tırmacılarınçözmeye çalı tıkları bir

ba ka konu, damar içinde düzgün akan kanın,kalb kapakçıklarında

neden türbülanslı bir akıyapmadı ıdır. Bir ırmakta

düzgün akan su, bir kayaya denk geldi inde

türbülanslı bir akırejimine girerken, kalb

kapakçıklarına gelen kanınakı ı türbülanslı hâle

gelmemektedir.

@ [email protected]

Page 43: Sızıntı 2006 Nisan

Bulmacamýzdaki ssorular, ddergimizin bbu ssayýsýnda yyayýmlanan yyazýlardan sseçilmiþtir.

Bulmacayý çözerken cevaplar, kutucuklara yazýlacak. Daha sonra, cevap kutucuklarýnda rakamla belirlenen anahtar harfler, aþaðýdaki anahtar kelimebölümüne yazýlacak. Birden fazla kelimeden oluþan cevaplarda kelimeler arasýnda boþluk bulunmamaktadýr. Bulmacanýn çözümü tamamlandýktansonra sadece anahtar kelime merkezimize bildirilecek.

Þubat 2006 bulmacasýnýn cevabý: SIZA SIZA GÖL OLUR

Ocak 2006'da yayýmladýðýmýz bulmacada doðru cevabý bulan yarýþmacýlarýmýzýn adreslerine kitaplarý gönderilmeye baþlanmýþtýr. Ýlginizden dolayýtekrar teþekkür eder, yeni bulmacada baþarýlar dileriz. Bulmacayý çözüp, cevap veren bütün okuyucularýmýza teþekkür ediyoruz. Bulmacamýzý ceva-

plandýran okuyucularýmýz, bulduklarý neticeleri, isim–soyisim ve açýk adresleriyle birlikte, 871 Sk. No: 45/2 Konak / Ýzmir adresine; (0232)441 52 38 nolu faksa; [email protected] elektronik posta adresine gönderebilirler. Ýsim–soyisim ve adresini bildirmeyen yarýþmacýlarýmýzýn

cevaplarý deðerlendirmeye alýnmayacaktýr. Yarýþmaya son katýlma tarihi ise; 30 Mayýs 2006'dýr.

Bulmaca Sayfasi

Anahtar Kelime 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22

www.sizinti.com.tr14743

327/

Nisa

n 20

06

Soru 7

1

Soru 6 722

Soru 5 155

Soru 4 1819

Soru 3 142

Soru 2 1117

Soru 1 20

8

6

Soru 8 16

Soru 9 13

Soru 10 9

Soru 11 4

Soru 12 3

Soru 13 2112

Soru 14 10

1. Osmanlý'nýn kuruluþunda vazife gören gruplarýn, birlikte hareket etmelerini saðlayan temel âmil?2. Yaptýklarý fedakârlýðýn farkýnda olmayan kimseler?3. Temelinde ‘Ýnsan onuru rencide edilemez.’ düsturu yer alýr?4. Sembolik mantýðýn kurucularýndandýr?5. Duyuþ, seziþ ve zevk ediþ hâliyle dengede tutulmaya çalýþýlýr?6. 0,5 kg sarýmsaktan yaklaþýk 70 mg elde edilir?7. Vücuda zarar verebilecek mikroorganizmalara karþý bünyeyi korur?8. ‘Doðu mu üstün, Batý mý?’ ikircikliðinden sýyrýlmamýza vesile olabilecek temel düstur?9. Topraðýn alt kýsýmlarýna çekilerek bünyesinde buharlaþmanýn azaltýldýðý bitki?

10. Uzay zaman boyutunda görülebilen, ilk bakýþta düzensizliði çaðrýþtýrmasýna raðmen oldukça düzenli vekompleks hâdise?

11. Yoðun heyecan ve dikkat hâlinde yapýlamayan faaliyet?12. ‘Türk Tefekkür Tarihi’ isimli eserin yazarý?13. Kanat çýrpan bir kelebeðin tsunamiye sebep olabileceðini söyleyen bilim adamýnýn uzmanlýk alaný?14. Kan þekerinin kontrol altýna alýnmasýna vesile olur?

Page 44: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr148 44

Bazı yiyeceklerin bir arada tüketilmesi, kolesterolün kontrol altına alınmasına vesile oluyor.

Daha çok tam hububat tüketti iniifade eden sa lıklı kadın ve erkek-

lerde, kalb hastalı ı ve kolesterol riskinin göstergesi olan maddelerin seviyelerinin daha dü ük oldu u ve kan ekerinin daha iyi kontrol edildi i gösterildi. Dolayısıyla,bu ki ilerde eker hastalı ı ve kalb hastalı ıriski daha dü üktü. Neticeleri AmericanJournal of Clinical Nutrition’da ya-yımlanan çalı ma, rafine hububat ürünleri yerine tam (kepe i alınmamı , rafine edil-memi ) hububat ürünlerini kullanmanın,kolesterol seviyesinin azalmasına katkıdabulunaca ını ve kan eker seviyesinin sâbit kalmasına vesile olaca ını îmâ etmektedir. (HeartCenterOnline 03.03.2006)

Daha fazla tam hububat tüketmek, eker ve kalb hastalı ı riskinin azalmasına vesile olabiliyor.

Hayat tarzı de i iklikleri sadece kalbe de il, beyne de tesir ediyor.

Yapılan çe itli ara tırmaların gözden geçirildi ibir çalı ma (Alzheimer and Dementia), kalb için

iyi olanın, ya lanan beyin için de faydalı oldu unugösterdi. 26 ara tırmanın neticelerinin analiz edildi ibu çalı mada, yüksek tansiyonun kötü zihnî fonksi-yonlarla, düzenli egzersizin daha iyi zihnî fonksiyon-larla birlikte oldu u bulundu. eker hastalı ı ve a ırıvücut a ırlı ı da, zihnî fonksiyonların ya lanmaylaazalmasını artırıyordu. Kalb sa lı ı için tavsiye edilen

eyler (ılımlı egzersiz, sa lıklı diyet, yüksek tansiyon ve eker hastalı ı gibi durumların önlenmesi veya kontrol edilmesi) aynı zamanda zihin sa lı ı için de faydalıydı. Fizikî egzersizlerin zihin sa lı ı için fayda-lı oldu u tespit edildi; hiçbir ya egzersize ba lamakiçin geç de ildir. Zihnî egzersizler de faydalıdır; çe itlifaaliyetlerle (sosyal aktiviteler, hobiler vb.) entelektü-el açıdan aktif kalan ya lılarda, zihin fonksiyonlarınınazalması daha yava tır. (HeartCenterOnline 03.03.2006)

tırmanın ba langıcında kolesterol seviyeleri tavsiye edilenden % 30 daha yüksekti. Bir yıldan sonra ka-tılımcıların tavsiye edilen diyete tam uyum sa layanüçte birlik kısmının kolesterolleri, ortalama % 20’den fazla azaldı. American Journal of Clinical Nutri-tion’da yayımlanan bu neticeler, kolesterol dü ürücüen önemli ilâç grubu olan statinlerin sa ladı ıyla kı-yaslanabilir seviyedeydi. Ara tırmacılar, çalı manınneticelerinin insanların kolesterolü dü ürmek için ilâç kullanmadan önce, sa lıklı bir diyet takip etme-sine vesile olabilece ini ümit ediyorlar. (HeartCenterOn-

line 15.03.2006)

Toronto Üniversitesi ara tırmacıları, soya proteini, bitki sterolleri, badem ile zenginle -

tirilmi margarinler, yulaf ve arpa gibi kolesterol dü ürücü yiyecekleri bir arada tüketmenin, tek bir yiyecek tipine odaklanan diyetlere göre daha mü-essir oldu unu ortaya koydular. Yüksek toplam ko-lesterol seviyesi (hususiyle LDL yüksekli i) atarda-marlarda tehlikeli plâkların te ekkülüne yol açabilir. Yüksek kolesterol, kalb krizi ve inme riskini artırır. Çalı maya katılan 31 erkek ve 35 kadın bir yıl sü-reyle, liften, soya proteininden, bademden ve bitki sterol margarininden yana zengin bir diyetle beslen-diler. Katılımcıların ortalama ya ı 59,3 idi ve ara -

Page 45: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr14945

Sun’î kemik üretiminde yeni bir malzeme.

Bilim insanları, deniz suyunun donması ve erimesi sırasında olu an gözenekli yapının olu-

umundan ilham alınarak üretilen mikrometre dü-zeyinde katmanlı yapının, sun’î kemik yapımındakullanılabilece ini öne sürüyor.

Ara tırmacılar uzun zamandır sedefin dayanıklı-lı ı ve hafifli ini taklit etmeye çalı ıyor. Sedef, mik-rometreden-nanometreye kadar de i en büyüklükte kalsiyum karbonat katmanlarının organik bir ba la-yıcı maddeyle bir araya getirilmesinden ibarettir. Bu organik madde kon iolinolarak bilinir ve ba layıcı olarak katmanlar arasında bulunur. ‘Sedefte oldu u gibi, mikro-metre düzeyinde, dayanıklıve hafif katmanlı bir yapınasıl elde edilebilir?’ so-rusuna cevap ararken, ara tırmaların dikka-tini deniz suyunun donması sırasında olu-an yapılar çeker.

Deniz suyu donar-ken kristalle en su mo-leküleri, içerisinde çözün-mü olarak bulunan tuz ve kirlilikleri sırlı bir ekilde âdeta iterek

küçük kanallarda ve ince yapılı kat-manlarda toplanır.Buz tekrar eriyip su çekildi inde ise, oldukça dayanıklıgözenekli yapılarortaya çıkar. Sci-ence dergisinde 27 0cak 2006 tari-hinde yayımlananara tırmada Dr.Tomsia ve grubu,

deniz suyunun donması ve çözülmesi sonrasındameydana gelen bu gözenekli yapıdan ilhamla, sun’î kemik yapımında kullanılan hidroksiapatitli suyu hızla dondurdular. Su kristalle ip donarken, deniz-de oldu u gibi, içerisindeki maddenin kanallar ve katmanlar hâlinde buzun yapısından uzakla arak bir ebeke olu turduklarına âhit oldular. Ara tırmacı-

lar, sonraki adımda donan suyu süblime ettiklerinde (dü ük sıcaklıkta buharla tırma ile uzakla tırma) gö-

zenekli bir yapı elde ettiler. Bu gözenekli yapı incelendi inde ise, yeni malze-

menin sun’î kemikte kullanılanmaddeden, dört kat daha da-

yanıklı ve hafif oldu unugördüler. Konu ile ilgili

ara tırmalar hâlen de-vam etmekle birlikte, geli tirilen bu yeni teknikle elde edilen malzemelerin, sa lam-lık ve hafifli in birlikte gerekti i ba ka durum-

larda (meselâ protez di yapımında, uçak ve

bilgisayar imâlinde) kulla-nılabilece i de tahmin edili-

yor. Malzemedeki gözenekli yapınınkemik hücreleri-nin büyümesi ve ba lanması için ideal oldu u be-lirtilen çalı mada,Dr. Tomsia: “Dahagüçlü malzemeler yapmak için, tabi-attan ö renece imizçok ey var.” diyerek ara tırmalarınınhareket noktasınai aret ediyor.

Page 46: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr150 46

Page 47: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr15147

Page 48: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr152 48

Rüzgârlı ehir / Seher Durmaz Gariplik na mesi / Enes Engin

Page 49: Sızıntı 2006 Nisan

327/

Nisa

n 20

06

www.sizinti.com.tr15349

Page 50: Sızıntı 2006 Nisan

Ýçindekiler

106 Gafletle GGeçen YYýllarSýzýntý

Nisan 2006 Sayý: 327

YAYIN TÜRÜ: Yaygýn Süreli DÝZGÝ-TTASHÝH-GGRAFÝK-MMONTAJ :: Sýzýntý Tel : (0232) 441 95 25 Fax : (0.232) 441 52 38

Film :: Diya Ofset Tel : (0.232) 462 55 56 pbx Faks : (0.232) 462 81 88BASIM YYERÝ :: Çaðlayan A.Þ. Tel : (0.232) 252 20 97-8 Faks : (0.232) 252 21 00

BASIM TTARÝHÝ :: 28 Nisan 2006 ISSN 1300-1566BAYÝ DDAÐITIM : DPP A.Þ.

Fiyatý :: 33 YYTL

YAZI KKURALLARI ::* Yazýlar disketle veya e-posta ile ([email protected] adresine) gönderilmelidir. * Yazarýn, e-posta dahil açýk adresi ve telefon (varsa faks) numaralarý verilmelidir.* Yazýlar en fazla dört sayfa olmalýdýr. * Varsa, yazý ile birlikte resimler (alt-yazýlarýyla birlikte) gönderilmelidir. Yoksa, yazýda kullanýlabilecek resimler hakkýnda bilgi ve-

rilmelidir.* Yazýlar, daha önce herhangi bir yerde yayýmlanmamýþ olmalýdýr. Yazý yeni bir geliþmeyi ele almalý, orijinal bir özellik taþýmalý veya

daha önce yayýmlanmýþ bir konuya yeni bir bakýþ açýsý getirmelidir. Dergimizde konu ile ilgili yayýmlanmýþ önceki yazýlara dikkatedilmeli, yazý içinde atýfta bulunulan kaynaklar (kitap, makale) standart ölçülere uygun olarak sonda verilmelidir.

* Yayýn kurulu, dergiye gelen yazýlar üzerinde, gerekli gördüðü takdirde deðiþiklik yapabilir. * Dergimizde yayýmlanan yazýlar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.* Gönderilen yazýlar iade edilmez.

Adana : 363 0443, Adýyaman :: 2213 44959, Afyon : 213 8383, Aðrý :: 2215 22328, Aksaray : 212 3977, Amasya :: 2218 77090, Ankara :341 73 79, Antalya :: 2244 99060, Ardahan : 211 3890, Artvin :: 2212 77224, Aydýn : 213 1151, Balýkesir :: 2244 66494, Bartýn : 227 0170,Batman :: 2212 11625, Bayburt : 211 4905, Bilecik :: 2212 11275, Bingöl : 213 7868, Bitlis :: 2226 99927, Bolu : 212 2343, Burdur :: 22123066, Bursa : 223 0031, Çanakkale :: 2217 99484, Çankýrý : 213 3223, Çorum :: 2212 44273, Denizli : 241 5156, Diyarbakýr :: 2228 88009,Düzce : 523 6694, Edirne :: 2212 55165, Elazýð : 233 92 46, Erzincan :: 2214 88630, Kdz.Ereðli : 316 3008, Erzurum :: 2234 33914, Es-kiþehir : 221 1736, Gaziantep :: 2215 11024, Giresun : 216 5516, Gümüþhane :: 2213 55026, Hakkari : 211 4640, Hatay : 214 7181,Iðdýr :: 2227 88141, Isparta : 218 9102, Ýçel :: 2239 33922, Ýskenderun : 613 5957, Ýst. BBoðaziçi :: 2272 00111, Ýst. Suriçi : 272 0040, Ýst.Anadolu :: 4492 88541, Ýst. Avrupa : 639 9221, Ýzmir :: 4483 99038, K. Maraþ : 225 2756, Karabük :: 4412 55657, Karaman : 214 2065,Kars :: 2212 44068, Kastamonu : 214 6891, Kayseri :: 2222 22031, Kilis : 813 6353, Kýrýkkale :: 2225 66606, Kýrklareli : 214 4025, Kýrþehir ::212 77446, Kocaeli : 322 0553, Konya :: 3353 33963, Kütahya : 224 7422, Malatya :: 3321 88080, Manisa : 231 8939, Mardin :: 22131091, Muðla : 214 0580, Muþ :: 2212 33198, Nevþehir : 212 0361, Niðde :: 2232 22085, Ordu : 225 2703, Osmaniye :: 8812 33797, Rize :213 1250, Sakarya :: 2278 44770, Samsun : 432 7178, Siirt :: 2223 44163, Sinop : 261 6435, Sivas :: 2224 55882, Þanlýurfa : 313 8150,Þýrnak :: 2216 33068, Tekirdað : 261 7951, Tokat :: 2212 11502, Trabzon : 326 3822, Uþak :: 2224 33546, Van : 210 0978, Yalova :: 88130675, Yozgat : 212 4672, Zonguldak :: 2253 11553, Almanya : 00 49 6105 979336

T e m s i l c i l i k l e r :

T.Ö.V. AAdýna SSahibi : Þerafettin KocamanGenel KKoordinatör : Dr. Kudret ÜnalGenel YYayýn YYön. : Prof. Dr. A. SarsýlmazDanýþman : Osman ÞimþekSorumlu YYazý ÝÝþleri MMüdürü : Sedat Þentarhanacý

YAZI ÝÝÞLERÝ MMÜDÜRLÜÐÜÝdarî Merkez: 871 Sk. No: 45/2 35250 Konak/Ýzmir;Tel: (0-232) 441 95 25; Faks: (0-232) 441 52 38;

E-posta: [email protected] / http://www.sizinti.com.tr

ABONE vve DDAÐITIM MMÜDÜRLÜÐÜBulgurlu Mh. Libadiye Cad. Haminne Çeþme Sk. No. 20 Üsküdar / ÝSTANBUL

P.K. 72 Üsküdar / ÝSTANBUL Tel: (0 216) 522 09 99 - Faks: (0 216) 443 98 34

Bir yýllýk abone bedeli KDV dahil 36.000.000.-TL’dir. Abone bedeli her PTT' den 1056610 nnolu ÇÇaðlayan AA.Þ. Posta çeki hesabýnayatýrýlabilir. Yurt dýþý abone bedeli: 1. Grup Ülkeler (Avrupa, Orta Asya, Orta Doðu ve Kuzey Afrika ülkeleri) 30 EEuro, 2. Grup Ülkeler(Uzak Doðu, Amerika, Güney Afrika, Pasifik) 45 $$; 33. GGrup ÜÜlkeler ((Avustralya vve YYeni ZZelanda) iise 550 $$’dýr. Abone olmak isteyen-lerin abone bedelini; Asya FFinans MMerkez ÞÞb. ÇÇaðlayan AA.Þ. adýna; TL olarak, 17883-33 numaralý hesaba; Euro olarak, 17883-28numaralý hesaba; $ olarak 17883-34 numaralý hesaba yatýrýp, dekontun fotokopisini, açýk isim, adres ve telefon bilgileri ile hangisayýdan itibaren abone olacaklarýný belirten bir yazý ile abone merkezimize posta veya faks ile bildirmeleri yeterlidir.

108 Küçük ÞÞey YYokturMuhammed Tunç

111 ‘Osmancýk’ RRomanýnda ‘‘Horasan EErenleri’ MMotifiA. Osman Dönmez

116 Sessiz UUstalarProf. Dr. Fatih Karahisarlý

118 Bir GGöçmenlik MMuhasebesiMuhammet Mertek

122 Saða YYatarak UUyumaDr. Þevki Coþkun

124 Bulanýk MMantýðýn DDüþündürdükleriNazif Baki Akad

128 Ölçüdeki TTek RReferansDr. Kenan Göçoðlu

130 Kalbin ZZümrüt TTepelerinde (Bir Uzun Seyahati Noktalarken)***

132 Sarýmsaðý NNiçin TTüketmeliyiz?Doç. Dr. M. Ali Kaþlýoðlu

135 Doðu vve BBatý BBütünleþme MMecburiyetindeDr. Selim Aydýn

140 Çölün GGülü AAltýntaþDr. Muhammet Balsoy

144 TürbülansNuri Balta

147 Bulmaca

148 Saðlýk-BBilim-TTeknolojiProf. Dr. Ý. Hakký Ýhsanoðlu, Yrd.Doç. Dr. Y. Demir, S. Rýza Sayýn

150 Damlalar

135 144

118 124

106

Page 51: Sızıntı 2006 Nisan
Page 52: Sızıntı 2006 Nisan

Dînin o lâhûtî ve sarsılmaz gücü bir kere daha ortaya çıktıktan sonra,

böyle bir kayna a kar ı lâkayd kalmak tam bir aldanmı lıktır. Hele topyekün bir dünyanın

dine yöneldi i bir dönemde böyle bir lâkaydîlik affedilir gibi de ildir.

Dînin o lâhûtî ve sarsılmaz gücü bir kere daha ortaya çıktıktan sonra,

böyle bir kayna a kar ı lâkayd kalmak tam bir aldanmı lıktır. Hele topyekün bir dünyanın

dine yöneldi i bir dönemde böyle bir lâkaydîlik affedilir gibi de ildir.