seçme yazılar 1 q entelektüelin siyasi İşlevi seçme ...°lozof kİmdİr? ... söylediği bu...

16
Seçme Yazılar 1 q Entelektüelin Siyasi İşlevi Seçme Yazılar 2 q Özne ve İktidar Seçme Yazılar 3 q Büyük Kapatılma Seçme Yazılar 4 q İktidarın Gözü Seçme Yazılar 5 n Felsefe Sahnesi Seçme Yazılar 6 q Sonsuza Giden Dil Michel Foucault

Upload: tranngoc

Post on 11-May-2018

239 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Seçme Yazılar 1 q Entelektüelin Siyasi İşlevi

Seçme Yazılar 2 q Özne ve İktidar

Seçme Yazılar 3 q Büyük Kapatılma

Seçme Yazılar 4 q İktidarın Gözü

Seçme Yazılar 5 n Felsefe Sahnesi

Seçme Yazılar 6 q Sonsuza Giden Dil

Michel Foucault

Ayrıntı: 436Seçme Yazılar: 5

Felsefe SahnesiMichel Foucault

Kitabın Özgün Adı Dits et écrits (1954-1988)

Fransızca’dan ÇevirenIşık Ergüden

Yayıma HazırlayanFerda Keskin

DüzeltiMehmet Celep

Işık Ergüden ve Tuncay Birkan’ın derlemiş olduğu Seçme Yazılar, orijinal metnin editörleri ve Foucault’nun asistanları olan

Daniel Defert ve François Ewald tarafından onaylanmıştır.

Gallimard/1994basımından çevrilmiştir.

© Éditions Gallimard

Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları’na aittir.

KapakÇağla Turgul

Cet ouvrage, publié dans le cadre du programme d’ aide à la publication, bénéficie du soutien du Ministère des Affaires Etrangères, de l’Ambassade de France

en Turquie et du Centre Culturel et de Coopération Linguistique d’ Istanbul.

Çeviriye destek programı çerçevesinde yayımlanan bu yapıt, Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın, Türkiye’deki Fransa Büyükelçiliği’nin ve

İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nin desteğiyle gerçekleştirilmiştir.

Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.

Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No.:244 Topkapı/İstanbulTel.: (0212) 612 31 85

Birinci Basım 2004İkinci Basım 2011

ISBN 978-975-539-419-2Sertifika No.: 10704

AYRINTI YAYINLARIHobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No.: 3 Cağaloğlu – İstanbul

Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11www.ayrintiyayinlari.com.tr & [email protected]

Michel Foucault

Felsefe Sahnesi

İçindekiler

– Michel Foucault ....................................................................................................... 7 – Sunuş: Felsefe Sahnesi Ferda Keskin ............................................................................................................11

I. FELSEFE VE PSİKOLOJİ ....................................................................................19 II. İNSAN ÖLDÜ MÜ? ................................................................................................31 III. SUSKUN KALMIŞ BİR TARİH ........................................................................38 IV. FİLOZOF KİMDİR? ................................................................................................44 V. NIETZSCHE, FREUD, MARX ...........................................................................46 VI. TARİHİ YAZMA BİÇİMLERİ ÜZERİNE .....................................................64 VII. “KİMSİNİZ SİZ, PROFESÖR FOUCAULT?” ..............................................83

VIII. FOUCAULT SARTRE’A CEVAP VERİYOR ...........................................105 IX. BİR SORUYA CEVAP ........................................................................................113 X. BİLİMLERİN ARKEOLOJİSİ ÜZERİNE EPİSTEMOLOJİ ÇEVRESİ’NE CEVAP ......................................................139 Xl. ARIADNE KENDİNİ ASTI ...............................................................................179 Xll. MICHEL FOUCAULT SON KİTABINI AÇIKLIYOR ..........................184 Xlll. JEAN HYPPOLITE 1907-1968 ........................................................................194 XlV. THEATRUM PHILOSOPHICUM ...................................................................202 XV. NIETZSCHE, SOYBİLİM, TARİH.................................................................230 XVI. MICHEL FOUCAULT İLE SÖYLEŞİ ..........................................................254 XVII. TARİHE GERİ DÖNÜŞ ......................................................................................273 XVIII. KÜLTÜR SORUNLARI. FOUCAULT-PRETI TARTIŞMASI ...........287 XIX. ARKEOLOJİDEN HANEDANLI⁄A .............................................................300 XX. FİLOZOF FOUCAULT KONUŞUYOR. DÜŞÜNÜN! ...........................313 XXI. LACAN, PSİKANALİZİN “ÖZGÜRLEŞTİRİCİ”Sİ ................................316 XXII. YAPISALCILIK VE POSTYAPISALCILIK ..............................................318 XXIII. FOUCAULT ............................................................................................................349 XXIV. YAŞAM: DENEYİM VE BİLİM .....................................................................355

— Dizin ..........................................................................................................................371

7

Michel Foucault

Michel Foucault 1926’da Poitiers’de doğdu. 1946’da Fransa’nın en önemli eğitim kurumlarından École normale supérieure’e kabul edildi. Felsefe ve psikoloji okudu. 1948’de felsefe, 1949’da psiko-loji dallarında lisans derecesi aldı. Bu yıllarda birçok ünlü ismin yanı sıra Louis Althusser ve Hegel uzmanı Jean Hyppolite’in öğren-cisi oldu. 1950’de girdiği Fransız Komünist Partisi’nden 1952’de ayrıldı. Bir süre hastanelerde psikolog olarak çalıştı. 1953’te Althusser’in yerine École normale’de felsefe asistanı oldu ve psi-koloji eğitimine devam etti. Paris Psikoloji Enstitüsü’nden psiko-patoloji ve deneysel psikoloji diplomaları aldı. Marksist bir bakış açısıyla yazdığı ilk kitabı Maladie mentale et personnalité’den

8

(1954, Akıl Hastalığı ve Kişilik) sonra Georges Dumézil’in tavsiye-siyle İsveç Uppsala’daki Maison de France’a direktör oldu. Burada Histoire de la folie à l’âge classique (Klasik Çağda Deliliğin Tarihi) üzerine çalışmaya başladı. 1958’de İsveç’ten ayrılıp önce Varşova’ya, ardından 1959’da Hamburg’a gitti. Deliliğin Tarihi’ni tamamlayıp Clermont-Ferrand Üniversitesi’nde psikoloji dersleri vermeye başladı. 1961’de Deliliğin Tarihi’ni doktora tezi olarak savundu. Ardından Clermont-Ferrand’da felsefe bölümünün başı-na geçti. Aynı yıl Gilles Deleuze’le tanıştı. Bir yıl sonra Georges Bataille’ın kurmuş olduğu Critique dergisinin yayın kuruluna girdi ve Naissance de la clinique (Kliniğin Doğuşu) adlı kitabını yayımladı. 1966’da ilk baskısı bir ayda tükenen ve büyük tartışma-lara neden olan Les mots et les choses (Kelimeler ve Şeyler) çıktı. “İnsan”ın ölümünü ilan eden ve felsefe ile insan bilimlerindeki tüm hümanist geleneği karşısına alarak özellikle Jean-Paul Sartre ve Komünist Parti’ye yakın entelektüellerin saldırısına uğrayan kitap çevresinde o dönemin moda akımı yapısalcılıkla ilgili sert bir polemik yaşandı. Bu tartışmalardan ve Fransa’nın boğucu gele-neksel ahlâkından rahatsız olan Foucault, Tunus Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak çalışmak üzere Fransa’dan ayrıldı. 1960’lı yıllar aynı zamanda Foucault’nun edebiyat üzerine çeşitli türden önemli yapıtlar yayımladığı ve Tel Quel grubuyla yakın bir işbir-liğine girdiği dönemdir. Tunus’ta anti-emperyalist gösteriler yapan öğrencilerle işbirliği yapan ve Mayıs 1968 olaylarından sonra Tunus polisinin sürekli tacizi üzerine Paris’e dönen Foucault yeni kurulan deneysel Vincennes Üniversitesi’nde felsefe bölümünün başına geçti ve burada bir yıl ders verdi. 1969’da Tunus’ta tamam-ladığı ve Kelimeler ve Şeyler’de kullandığı yöntemi açıklama denemesi olan L’Archéologie du savoir (Bilginin Arkeolojisi) yayımlandı. 1970’te Fransa’nın en prestijli kurumlarından Collège de France’da kendisi için kurulan “Düşünce Sistemleri Tarihi” kürsüsüne seçildi. Bunun ardından Groupe Information sur les Prisons (G.I.P - Hapishaneler Üzerine Enformasyon Grubu) adlı oluşumun kurucularından biri oldu. Gerek bu grup gerekse de ada-let, tıp, psikiyatri ve cinsellikle ilgili bir dizi mücadele çevresinde

9

yeni bir politik etkinlik biçiminin öncülüğünü yaptı. Geleneksel parti politikalarının dışına çıkan bu etkinlik biçimi yeni bir eylem anlayışı ile yeni bir entelektüel anlayışını da beraberinde getiriyor-du. 1973’te Sartre ve Maurice Clavel’le birlikte Libération gaze-tesinin kuruluşuna katıldı. 1975’te Surveiller et punir: Naissance de la prison (Gözetleme ve Cezalandırma: Hapishanenin Doğuşu) yayımlandı. İktidar ilişkileri, teknikleri, stratejileri ve taktiklerinin; yani modern Batı toplumlarında öznelliği kurma biçimlerinin ana-lizini yaptığı bu kitap olağanüstü bir ilgi gördü. 1976’da Histoire de la sexualité (Cinselliğin Tarihi) başlıklı ve altı cilt olmasını planladığı dizinin ilk kitabı La volonté de savoir (Bilme İstenci) çıktı. Cinselliğin bastırılmadığını, tam tersine modern biyo-iktidar tarafından üretilip bedene nüfuz etmek için bireylere dayatıldığını söylediği bu kitap Sigmund Freud’dan Herbert Marcuse’ye kadar uzanan ve insanın hakikatini ve özgürlüğünü arzuların özgürleş-mesinde bulan kuramın ağır bir eleştirisiydi. Özgürleşmenin yerine alternatif olarak kendini yaratmayı ve arzunun özgürleşmesi yerine zevki yoğunlaştırmayı öne çıkaran bakış açısını bu son kitabının ardından geliştirdi. Altı yıl sonra yayımlanan Cinselliğin Tarihi’nin ikinci ve üçüncü ciltlerine kadar geçen süre içinde önde gelen Fransız entelektüelleriyle birlikte İspanya’dan Polonya’ya çeşitli baskıcı rejimlere karşı yürütülen uluslararası kampanyalara katıldı. Bütün bu süreç içinde irili ufaklı birçok kitap, makale ve söyleşisi yayımlandı. Söz konusu makale ve söyleşilerinin yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinde verdiği dersler 1994’te dört cilt olarak ve Dits et écrits (Söylenmiş ve Yazılmışlar) başlığı altında bir araya getirilip kitaplaştırıldı. Collège de France’da vermiş olduğu dersler halen kitaplaştırılmakta olan Foucault, gerek teorik çalışmaları gerekse de etkin politik yaşamıyla yirminci yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olmuştur. Bu çalışmalar edebiyattan felsefeye, insan bilimlerin-den siyasete birçok alanda sayısız yapıt için çıkış noktası olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

Yirminci yüzyılın entelektüel coğrafyasında Foucault’nun yap-tığı bu belirleyici etkinin nedeni kuşkusuz, Batı’da çok güçlü bir biçimde kök salmış düşünce geleneklerinin hâkimiyetini sarsan

10

yeni bir düşünme biçiminin en önemli temsilcilerinden biri, belki de en önemlisi olmasıdır. 1960’lı yıllardan itibaren özellikle Nietzsche ve Heidegger’in etkisiyle ortaya çıkan bu yeni düşün-ce biçimi, Foucault’nun “antropolojizm” olarak adlandırdığı ve öncelikle insanı ve insan doğasını felsefi düşünce için çıkış noktası olarak alan, özelde ise bir özne ve bilinç felsefesinde yoğunlaşan geleneği hedef alıyordu. Zaman zaman anti-hümanizm olarak adlandırılan bu yeni eleştirel tutumda, doğrudan doğruya özne ve öznel deneyim sorununu hedef alan Foucault’nun tuttuğu yer çok önemlidir. Öznel deneyimi açıklamak için öznenin değil, o dene-yimi kuran söylem ile söylemin karşılıklı ve kaçınılmaz bir ilişki içinde olduğu iktidar sistemlerinin analizini yapmak gerektiğini gösteren Foucault, bir yandan iktidar ile özne arasındaki ayrılmaz ilişkinin altını çizmiş, bir yandan da öznel deneyimin kurulmasın-da insan bilimlerinin oynadığı rolü ortaya çıkararak çok güçlü bir bilim eleştirisi getirmiştir. Foucault’nun bu analizlerde geliştirdiği ve kullandığı iktidar modeli gerek klasik politik felsefenin gerekse de Marksizmin kullandığı modelden radikal anlamda farklıdır. Bu yüzden çok ince iktidar ilişkileri ve tekniklerinin, delilikten suça, cinsellikten etiğe kadar en umulmadık noktalarda ne kadar etkili olduğunu göstermiş ve siyasi düşüncede yeni bir çığır açmıştır. Öte yandan, Foucault’nun bu çalışmalarda kullandığı yöntemler ile tarih anlayışı, felsefe ve insan bilimlerinde kullanılan klasik yöntemler ile tarih anlayışının çok dışına çıkmış ve oluşturduğu örnekle yep-yeni araştırma alanları ve biçimlerine öncülük etmiştir. El attığı her alanda öncelikle yerleşik bakış açılarını ve yöntemleri sorgulayan Foucault, bu tutumuyla öncelikle düşüncenin kendisi üzerinde düşünmesi ve kendini dönüştürmesinin önemini hatırlatmış ve bu anlamda düşünce tarihine radikal anlamda yön veren dönüm nokta-larından biri olmuştur.

11

Felsefe sahnesiFerda Keskin

Felsefe Sahnesi, daha çok Foucault tarafından 1960’lar ile 1970’lerin başında kaleme alınmış yazılar ile yapılmış söyleşileri kapsıyor. Bu metinlerin bir araya gelmesini önemli kılan birden fazla neden var kuşkusuz. 1960’ların başında yayımlanan Deliliğin Tarihi ile Kliniğin Doğuşu önemli bir etki yaratmış olsa da, Foucault’nun sadece Fransa değil aynı zamanda Batı entelektüel dünyasının gündemine tam anlamıyla oturması Kelimeler ve Şeyler’in ardından başlayan hararetli tartışmalara rastlamıştı.1 Oldukça uzun süren ve birçok damardan devam eden bu tartışmalarda öne çıkan temalar-

1. Kelimeler ve Şeyler’den üç yıl sonra yayımlanan Bilginin Arkeolojisi’nin Foucault ta-rafından kısmen de olsa bu süreçte getirilen eleştirileri cevaplamak ve yanlış anlamaları gidermek için yazıldığı söylenebilir.

12

dan biri Foucault tarafından kullanılan araştırma ve kavramsallaş-tırma yöntemlerini ilgilendiriyordu. Foucault’nun ‘arkeoloji’ adını verdiği çalışmalarının aslında bir tür yapısalcılık olduğunu öne süren eleştiri çizgisi, o dönemin en önemli entelektüel figürlerinden biri olan Sartre gibi bir sözcü bulmuş ve Foucault’yla ilgili olarak ortaya çıkan tartışma daha geniş anlamda yapısalcılık eleştirilerinin bir parçası haline gelmişti. Her ne kadar Foucault aslında Sartre’ın kendisini okumadığını dile getirse de, Felsefe Sahnesi’ni oluşturan metinlerin önemli bir kısmı bu tür eleştirilere kapsamlı bir cevap niteliği taşıyor.

Öncelikle yapısalcılık kavramının içeriğini ve özellikle tarih ile ilişkisini ayrıntılı olarak tartışan Foucault ilk biçimiyle yapısalcılığın “tarihsel araştırmalara daha kesin ve daha açık bir yöntem kazan-dırma” niyetini taşıdığını, ama bu şekliyle anlaşılmadığını; tersine, bizzat tarih boyutunu ıskalayan hatta tarih-karşıtı olan bir akım olarak alımlandığını vurguluyor. Foucault’ya göre yapısalcılığı bu şekilde alımlayıp eleştirenler ise o dönem Fransa’sının entelektüel coğrafyasında hâkim konumda bulunan ve yine Foucault’nun daha sonraki yıllarda da hem felsefi önkabuller hem de yöntembilimsel ilkeler bakımından özellikle uzak durmaya özen gösterdiği iki ana düşünce biçimidir: bir yanda verili bir özne teorisi ve insan anla-yışından hareket eden ve fenomenoloji ile varoluşçuğu bir araya getiren yaklaşım, diğer yanda Foucault’nun zaman zaman yüzeysel Marksizm adını verdiği yaklaşım.

Japonya’da verdiği bir konferansta2 söz konusu iki yaklaşı-mın benzer bir tarih anlayışına sahip olduğunu ve bu yaklaşımın ‘zaman’ ve ‘geçmiş’ nosyonları üzerinde odaklandığını belirten Foucault, aslında bu nosyonlar üzerinden şekillenen tarihin burjuva ideolojisi içinden evrildiğini ve temelde “kapitalizmin ihtiyaç duy-duğu... büyük ulusal birimlerin zamanın uzak geçmişlerinden nasıl geldiğini ve çeşitli devrimler aracılığıyla, kendi birliklerini nasıl sağlayıp sürdürdüklerini” gösterme işlevini taşıdığını belirtiyor. Eğer tarihi bu ideolojik eğilim ve işlevden kurtarmak gerekiyorsa, yapılması gereken şey ‘zaman’ ve ‘geçmiş’ nosyonlarının yerine

2. Bkz. “Tarihe Geri Dönüş,” bu kitap, s. 274-288.

13

‘değişim’ ve ‘olay’ nosyonlarını koymak. Böyle bir dönüşümün mümkün olduğunu düşünen Foucault’ya göre yapısalcılık tam da ‘değişim’ analizlerine kesin bir biçim vermek üzere yola çıktığı için tarih-karşıtı bir tavır taşımıyor. Öte yandan Foucault, tarihi ‘olay’ bütünlerinden oluşmuş diziler olarak yeniden tanımlayan ve tarih yazımını, sahip olduğu belgeler bütününü yorumlamaya değil düzenlemeye dayandıran yeni tarih anlayışına dikkat çekiyor. Yapısalcılık ile dizisel tarih arasındaki önemli temas noktaları ara-sında Foucault’nun öne çıkardığı iki nokta ise tam da ‘arkeoloji’ kavramına ışık tutacak nitelikte. Bu noktalardan birincisi belgelerin kullanımıyla ilgili: Foucault’ya göre yeni tarihçiler belgeleri ele aldıklarında, bunu yorumlayıcı bir amaçla yapmıyorlar, “yani bun-ların ardında ve ötesinde gizli bir anlam aramıyorlar. Belgeyi iç ve dış ilişkilerinin sistemi içinde ele alıyorlar.” Aynı şekilde yapısal-cılar da edebiyat metinlerini ya da mitleri incelerken, bunların “bir uygarlığın zihniyeti ya da bir bireyin tarihiyle ilgili olarak” neleri ifade ettiğini ya da edebileceğini sormak yerine, metne ya da mite özgü ilişkiler sistemini ortaya çıkarmayı amaçlıyorlar. Dolayısıyla her iki yaklaşımda da bulunan temel bir özellik “metinlerin ya da belgelerin ardında, ne anlama geldiklerini araştıracak olan yorumun ve yorumsal yordamın reddi.” İkinci önemli temas noktası ise hem yapısalcılar hem de yeni tarihçilerin biyolojik evrim ve süreklilik kavramını terk etmesi: Foucault biyolojik metaforun bir yandan tarihi biyoloji kadar bilimsel bir disiplin haline getirmeyi amaçla-yan epistemolojik bir işlevi, bir yandan da şiddete dayalı devrimleri dışlayan ve değişimi küçük mutasyonlar üzerinden tasarımlayan ideolojik bir işlevi olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla değişim ve dönüşümleri tanımlayan yapısalcılık ile farklı olay türlerini ve bu olayların tanımladığı süreleri betimleyen dizisel tarih Foucault için “eski süreklilik fikri karşısında, hem olayların süreksizliğinin hem de toplumların dönüşümünün düşünülmesini sağlayan teorik araçlar”dır. Kuşkusuz bu teorik araçlar tam da Foucault’nun arke-olojik analiz olarak tanımladığı kendi çalışma biçiminde karşımıza çıkan ve epistemeler ile onları tanımlayan ilişki sistemleri üzerinden şekillenen söylemsel oluşumlardaki süreksizlikleri ve dönüşümleri

14

betimlemekte kullanılan ilkeler.3 Dolayısıyla Foucault yapısalcı olmadığını sık sık dile getirse de kendi düşüncesinin, yukarıdaki spesifik tanım altında, yapısalcılıkla ne tür ortak noktaları ola-bileceği konusunda ipuçları vermiş oluyor. Ancak Foucault’nun da belirttiği gibi yapısalcılığın başlangıçtaki amacıyla sınırlı kal-mayan, tanımlamayı giderek güç kılacak bir biçimde genişleyen ve çeşitlenen bir düşünme ve analiz biçimi olduğunu unutmamak gerek. Tam da bu yüzden yapısalcı olarak “sınıflandırılmış olanlar sorgulandığında, Lévi-Strauss, Lacan, Althusser ya da dilbilimci-lere, vs. sorulduğunda, birbirleriye ortak hiçbir şeyleri olmadığı ya da pek az ortaklıkları olduğu cevabını vereceklerdir size” diyen Foucault bu başlık altında yapılan genel sınıflandırmalara olan tep-kisini dile getiriyor.

Kuşkusuz Foucault’nun düşüncesi ve eserlerinin genel akımlar-la birlikte düşünülmesi sadece yapısalcılık kavramı çerçevesinde yapılan bir faaliyet değil. Bu yüzden 1980’lere gelindiğinde günün modası gereği Foucault’ya postmodern ya da postyapısalcı etiketle-rinin uygun görülmesi de bu anlamda ironik bir durum olarak kabul edilebilir. Tıpkı yapısalcılık gibi postyapısalcılık ya da postmodernite kavramlarının da kesin olarak tanımlanabileceğine inanmadığını dile getiren Foucault, daha çok Anglo-Amerikan dünyasına özgü bu genelleme ve sınıflandırmaları reddediyor.4 Zaman zaman bir tür entelektüel kapris olarak da görülebilen bu tavrın aslında Foucault için temel önem taşıyan bir felsefi ilkeyle de ilişkilendirilebilece-ğini belirtmek gerek. Herhangi bir düşünce biçimi, kavram, kurum ya da pratiğin anlaşılabilmesi, yani kavramsallaştırılıp bir düşünce nesnesi haline getirilebilmesi için benimsenmesi gereken yöntemin Foucault’ya göre analitik olması gerekiyor. Kavramsallaştırmak istediği şeyi başlangıçta nesneleştiren, ardından tanımladığı nesne için bir teori geliştiren ve bu nesnenin pratikte aldığı biçimleri aynı teoriden yola çıkarak açıklamaya girişen yaklaşım ise Foucault’nun

3. Foucault’nun arkeolojik bir analizde belgenin ne anlama geldiği ve nasıl ele alınması gerektiği ile bu yaklaşımın yukarıda sözü edilen yeni tarih anlayışıyla ilişkisine dair kap-samlı bir açımlama için bkz. L’Archéologie du savoir. Paris: Gallimard, 1969, s. 9-28. 4. Bkz. “Yapısalcılık ve postyapısalcılık,” bu kitap, s. 311-347.

15

özellikle karşı olduğu yöntem.5 Örneğin bir özne teorisinden hareket ederek öznel deneyimin aldığı biçimleri açıklayan fenomenoloji ve felsefi antropoloji ya da iktidarı nesneleştirip teorisini yaptıktan sonra bu teori ışığında iktidarın tikel uygulamalarını açıklamaya çalışan hukuki-söylemsel iktidar modeli Foucault için tam da bu yüzden kuşkuyla karşılanması gereken yaklaşımlar.6 Yapılması gerekense, tersine, tikel öznel deneyimlerin tarihsel olarak nasıl kurulduklarının ya da iktidarın somut olarak uygulanma biçimlerinin bir analizini yapmak ve geriye doğru giderek tarihsel olarak kurulmuş olan öznel deneyimlerin ne tür bir özne tanımladığını ya da iktidarın uygulanış biçimlerinin nasıl bir iktidar sistemi kurduğunu görebilmek. Aynı şekilde yapısalcılık, postyapısalcılık ya da postmodernite adları altın-da belirli nesneler tanımlamak, bu nesneler için teorik açıklamalar getirmek ve aslında birbirinden çok farklı olan düşünürleri aynı teorik çerçeve içinde kavramsallaştırmaya çalışmak da yukarıda sözünü ettiğimiz yöntembilimsel ilkeyle ters düşen bir yordam.

Felsefe Sahnesi’ni önemli kılan nedenlerden biri de Foucault’nun düşünce çizgisinin izlediği yol ile ilgili bir takım kalıplaşmış yorum-ları kırabilecek ipuçları vermesi.7 Bu çizgide önemli kırılmalar oldu-ğu ve her biri yeni bir dönem başlatan söz konusu kırılmaların sadece düşünürün kullanıldığı yöntemde değil, seçtiği araştırma alanları ile temel felsefi sorular karşısında benimsediği tutumda da belirginleşti-ği görüşü sıkça yinelenir. Örneğin artık standartlaşmış bir sınıflandır-maya göre Foucault’nun eserleri üç ana dönem etrafında toplanabilir. ‘Arkeolojik’ olarak adlandırılan ilk dönem, söylemsel oluşumların olabilirlik koşullarını sağlayan ve tarihsel olarak spesifik söylemsel pratikleri (epistemeleri) ortaya çıkarmaya yöneliktir. Yani arkeoloji bir tarihsel epistemoloji çalışmasıdır ve esas alanını bilgi sorunu oluş-turur. Bunu, iktidar ilişkileri ile bu ilişkilerin oluşturduğu siyasi tek-nolojilerin bir analizi olan ‘soybilimsel’ bir dönem izler. Üçüncü ve

5. Bkz. “Özne ve İktidar,” Michel Foucault, Seçme Yazılar: II, Özne ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2000 içinde, s. 59.6. Foucault’nun fenomenoloji ve felsefi antropoloji konusundaki yöntembilimsel itirazla-rı için bkz. “Foucault,” bu kitap, s. 351-356.7. Bu paragraf, Virgül dergisinin Şubat 2004 sayısında yayımlanmış olan ve Foucault’nun Cinselliğin Tarihi kitabını tartışan yazımdan aynen aktarılmıştır. F.K.

16

son dönemde ise Foucault etik bir kaygıdan hareketle kendilik tekno-lojileri ve özgürlük konusuna eğilmiştir. Dahası, radikal olduğu öne sürülen bu dönüşümler zaman zaman söz konusu dönemleri karak-terize eden proje veya yöntemlerdeki başarısızlık ya da çıkmazlarla açıklanır. Örneğin, bu iddiaya göre, Foucault’nun arkeolojik analizi geride bırakıp soybilime geçmesinin nedeni, bir epistemenin yerini bir başka epistemeye bırakmasını zorunlu kılan tarihsel koşulları arkeolojik yönteme özgü kavramsal çerçevenin içinde kalarak açık-layamamış olmasıdır. Dolayısıyla soybilim, Foucault’ya söylemsel alanı söylemsel olmayan iktidar ilişkileri alanıyla bir araya getirme ve ilkindeki kopmaları ikincisinde meydana gelen değişimlerle açıklama imkânı vermiştir. Öte yandan benzeri bir yaklaşıma göre, soybilim-sel analizin bütün Batı toplumunu çıkış yolu bırakmayan bir iktidar ilişkileri ağı tarafından kuşatılmış olarak görmesi, özgürlük ve kendi kendini yönetmeyi teorik açıdan imkânsız hale getirmiş ve Foucault bu açmazdan kurtulmak için yaşamının son döneminde bir özgürlük pratiği olarak etiğe yönelmiştir.

Oysa Foucault’nun eserini titiz bir biçimde okumak, ilk bakışta kabul edilebilir gibi gözüken bu tür dönemlendirmelerin aslında aşırı indirgemeci olduğunu gösteriyor ve yukarıda sözü edilen üç dönem arasında ciddi geçişlilikler görebilmeyi mümkün kılıyor. Kuşkusuz bunun için verilebilecek en güzel örnek Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi’nde hem söylem kavramını tanımladığı hem de söylemsel oluşumların dört ana bileşeninin (nesneler, özne konumları, kavramlar ve stratejiler) nasıl kurulduğunu tartıştığı bölümler. Foucault’ya göre bir söylemin ortaya çıkabilmesini sağlayan ve belirleyen ilişkiler ağı “kurumlar, ekonomik ve top-lumsal süreçler, davranış örüntüleri, norm sistemleri, teknikler, sınıflandırma tipleri, karakterize etme biçimleri arasında” tesis edilen bir bütün. Dolayısıyla Foucault ‘söylem’ kavramını özel bir anlamda kullanıyor, çünkü sözü edilen ilişkiler geleneksel anlam-da ‘söylem’e içkin olan ve önermeler arasında tümdengelimci bir yapı (mantık) ya da tümceler arasında retorik bir yapı (gramer) kuran ilişkiler değil.8 Foucault’nun verdiği bu analizden hareketle

8. L’Archéologie du savoir, s. 61- çeviri benim.