sacayak sayı 8 kasım 2009

48
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı Türü: Yerel - Süreli sacayak Bİ LİMLE Gİ Dİ LMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR ISSN 1308-7967 Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Kasım 2009 / Sayı: 8 BU SAYIDA: Veliyettin Ulusoy - Bugünkü Durum ve Siyasallaşma - 2006 yılından günümüze uyarılar Esen Uslu - Aleviler ve Demokrasi 8 Kasım’ Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin Alevi Mitingi Ahmet Koçak - Kimsenin İştahı Kabarmasın Mitinge Katılan Sanatçı, Aydın, Sendikacı ve Milletvekilleriyle Söyleşiler Örgüt Yöneticilerinin Konuşmalarından Bölümler İréne Mélikoff’un Ölümünün Birinci Yılı Prof. Martin van Bruinessen - I. Melikoff’un “Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe” Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme - Çeviren: Mustafa Kızıltepe David Durak Arslan - Mutluluk Sizi Çağırıyor... Mevlüd Oruç - Ğadir Hum Bayramı Günü Tatil Olmalıdır İsmail Kaygusuz- Şemseddin Tebrizi Kimdir - Bölüm I Munzur Dosyası Ergin Doğru - Munzur’a Sözümüz Olsun Remzi Aydın - Sahipsiz Çığlıklar (Munzur’dan Yükselen Ağıt) Celal Arslan - İzzettin Hocaya Açık Mektup - 2 Demir Küçükaydın - Alevilerden Çocuksu Beklentiler Nedim Kanoğlu - Sadaka Değil Sendika - 2

Upload: esen-uslu

Post on 09-Mar-2016

257 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Sacayak dergisi, 8. Sayısı, Kasım 2009

TRANSCRIPT

Page 1: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı Türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Kasım 2009 / Sayı:8

BU SAYIDA:Veliyettin Ulusoy - Bugünkü Durum ve Siyasallaşma - 2006 yılından

günümüze uyarılar

Esen Uslu - Aleviler ve Demokrasi

8 Kasım’ Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin Alevi Mitingi

Ahmet Koçak - Kimsenin İştahı Kabarmasın Mitinge Katılan Sanatçı, Aydın, Sendikacı ve Milletvekilleriyle SöyleşilerÖrgüt Yöneticilerinin Konuşmalarından Bölümler

İréne Mélikoff’un Ölümünün Birinci Yılı

Prof. Martin van Bruinessen - I. Melikoff’un “Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe” Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme - Çeviren: Mustafa Kızıltepe

David Durak Arslan - Mutluluk Sizi Çağırıyor...

Mevlüd Oruç - Ğadir Hum Bayramı Günü Tatil Olmalıdır

İsmail Kaygusuz- Şemseddin Tebrizi Kimdir - Bölüm I

Munzur Dosyası

Ergin Doğru - Munzur’a Sözümüz Olsun

Remzi Aydın - Sahipsiz Çığlıklar (Munzur’dan Yükselen Ağıt)

Celal Arslan - İzzettin Hocaya Açık Mektup - 2

Demir Küçükaydın - Alevilerden Çocuksu Beklentiler

Nedim Kanoğlu - Sadaka Değil Sendika - 2

Page 2: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

2

ERİK STİNUS, Danimarkalı şair, yazar, çevirmen, komünist, barış savaşçısı candı. Dünyanın neresinden olursa olsun faşiz-min, baskının, zorbalığın karşı-sında dikilmekten çekinmeyen bir insan-ı kâmildi.

Nazım Hikmet’i Dancaya çeviren Erik Stinus, 1980 faşist darbesinden sonra Danimar-ka’da kurulan siyasi tutuklular-la dayanışma ve Türkiye’de de-mokratik hakları savunma ko-mitelerinde aktif yer almıştı.

1951 Berlin Dünya Genç-lik Festivali’nde Nazım Hik-met ile tanışmıştı. Temel eğitim-den sonra denizci ola rak çalıştı, Burma, Pakis tan, Hindistan, Sri Lan ka’da bulundu. Sonra ülkesi-ne döndü ve öğretmenlik eğitimi aldı. Bom bay Üniversitesi öğre-tim gö rev lisi Sara Mathai ile ev-lendi. İlk kitabı Sınırdaki Ülke 1958’de yayınlandı. 1963’te fa-şist rejimlerle yönetilen İspanya ve Portekiz üze rine Sırtı mızda Güneş adlı kitabı yayınlan-dı. Üç yıl Tanzanya’da gönül-lü çalıştı. Gökyüzünün Altında-ki Toprak adlı kitabı 1979 Eleş-tirmenler Ödülünü aldı.

Türkçeye çevrilmiş üç şiir kitabı da olan Erik Stinus’a Na-zım Hikmet Vakfı da Nisan 2009’da ödül vermişti.

ZEKERİYA GÖKPINAR Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıt-ma Derneği Gaziantep Şubesi-nin kurucu başkanıydı. Derne-ğin adı Alevi Kültür Dernekleri olarak değiştikten sonra da Ga-ziantep Şubesi’nin Başkanlığı-nı yaptı.

İller Bankası eski Gazian-tep Bölge Müdürü olan Zeke-riya Gök pınar’ın kendisini ta-nıma şerefi ne erişmiş Alevi-Bektaşi canlar arasında lakabı, çalışkan lığından dolayı “Atom Karınca” ve direngenliğinden dolayı “Beton Çivisi” idi.

Bunca yıl ara vermeden kendini tümüyle vererek yürüt-tüğü çalışmalara bir tatil yap-mak için bir kaç gün ara ve-rip gittiği Nevşehir Kozaklı Kaplıcaları’nda Hakk’a yürüdü.

Zekeriya Baba, 16 yıl bo-yunca başkanlığını yürüttüğü AKD Gaziantep Şubesi’nin ce-mevi binasının inşaatı için ola-ğanüstü bir çaba sarfetmişti.

Cenazesi, her yerinde elin-den, beyninden, canından iz-ler taşıyan Cemevi’nden, her Alevi-Bektaşi için örnek ola-cak şekilde kaldırıldı. Alevi-Bektaşi erkânına uygun olarak halka niyazı, rızalık, samahlar, deyişler, duvazimamlar, tevhid-ler ve devriyeler ile sırlandı.

Erik Stinus (1934 – 2009)

Zekeriya Gökpınar (1930 – 2009)

Page 3: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

3

Son Günlerde Yoğun Biçimde Tartışılan Alevilerin Siyasi Parti Kurma Sorunu Üzerine

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Sayın Veliyettin Ulusoy’un

2006 Yılında Yaptığı Bir Konuşmadan Güncel Bölümleri Bir Kez Daha Sunuyoruz

Bugünkü Durum ve Siyasallaşma

SON GÜNLERDE Alevi-Bektaşi örgütleri temsilcileri siyasi arenaya inme konusunda düşüncelerini belirtiyorlar.Türkiye’de yaşayan Alevi-Bektaşi toplumu varlığını kanıtlama

ve haklarını elde etme kavgası yüz yıllardır hep olmuştur; zamanı-mıza kadar da hep süregelmiştir. Kavga yalnızca Anadolu’da yaşa-yan Alevilerle sınırlı kalmamıştır. İslâmiyet’in doğuşundan itibaren, özellikle de Hz. Peygamberin vefatından sonra, önce Anadolu’nun dışında başlamış, yüz yıllar boyu da türlü evrelerden geçmiştir. Os-manlı padişahlarından Yavuz Selim’in İslâm Halifeliği’ni eline ge-çirmesinden sonra, Alevilerin varlıklarını koruma ve var oldukları-nı, bir takım haklarının bulunduğunu kanıtlama kavgası Anadolu’da başlamıştır.

Ne var ki tüm bu çabalar, çoğu kez beklenilen ya da istenilen so-nuçlara ulaşmamıştır. Hz. Ali’nin şahadeti ile kurulan Emevi salta-natı ve bu saltanatın yıkılması ile kurulan Abbasi yönetimi boyun-ca, Alevi kesim daima takip altında, daima baskı içinde tutulmuş-tur. Osmanlı döneminde de durum bundan pek farklı olmamıştır. Aynı zamanda bir İslâm Halifesi olan Osmanlı padişahları, özel-likle, Şii inanca sahip İran devleti ile her zaman hasım durumda ol-muşlardır. Bu sebeple de Anadolu Alevilerine daima şiddet ve bas-kı uygulanmıştır. Bu şiddet ve baskı ise haklı olarak zaman zaman karşı tepkilerin doğmasına sebep olmuştur.

Çok partili demokratik devlet yönetimlerinin bulunmadığı dö-nemlerde, şiddet ve baskılara karşı ortaya çıkan tepkiler, ancak halk ayaklanması biçiminde gerçekleştiriliyordu. Emevilere karşı Hz. Hü seyin’in direnişi, Osmanlı Padişahı Kanuni Süleyman’a karşı Kalen der Çelebi’nin ayaklanması, Pir Sultan’ın, Şah Kulu’nun yaptı-ğı hareketler ve benzerleri bu karşı tepkilerin hep birer sonucudurlar.

Çok partili demokratik devlet yönetimlerinde inanç, düşünce ve amaç mücadeleleri, siyasal partiler aracılığıyla ya da türlü adlar al-tında kurulmuş dernekler, vakıfl ar ve sendikalar gibi yasal örgütler kanalı ile yapılmaktadır.

Hangi türden olursa olsun, şiddet ve baskılara karşı gösterilen tepkilerin başarıları, ancak ve ancak çok iyi bir planlamaya, çok sağlam bir biçimde kurulmuş altyapıya, gerçekçi ölçülerle varlığı

Bu konuşma geçtiğimiz

günlerde Hakk’a yürüyen Zekariya

Gökpınar canımızın

başkanlığını yaptığı

HBVKTD Gaziantep Şubesi’nin

3 Aralık 2006 tarihinde Serçeşme

dergisi yararına düzenlediği

konserde yapılmıştı ve ilk kez Serçeşme

dergisinde yayınlanmıştı.

Page 4: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

4

saptanmış temel dayanaklara, yani potansiyel destek gücün varlığı-na ve güvenilirliğine bağlıdır.

Tarih iyi incelenirse, Hz. Hüseyin’in, Kalender Çelebi’nin, hak aramak, hakkını korumak ve hakkını almak ya da inançları, düşün-celeri sebebiyle maruz kaldığı şiddeti ve baskıyı kaldırmak üzere başlatılmış tüm ayaklanmaların genellikle başarısızlığa uğramış ol-malarının temelinde hep şu gerçeklerin yattığı görülür: Başlangıçta iyi bir planlama yapmamış olmak; Gerekli altyapıyı önceden yeterince hazırlayamamak; Potansiyel destek gücü gerçekçi ölçüler içinde saptayamamak.

Hz. Hüseyin, Kalender Çelebi ve diğerleri özellikte potansiyel destek gücün güvenilirliğini önceden gerçekçi bir biçimde saptaya-mamış olduklarından, savaş anında ihanete ve kalleşliğe uğramış-lar, sonuç olarak da yalnız kalarak yenilgiden kurtulamamışlardır.

Altmışlı yıllarda kurulan Birlik Partisi’nin kısa bir süre içinde dağılıp yok olması da biraz önce saydığımız bu üç temel şartın parti kurulurken yerine getirilmeden, alelacele partileşmek hevesinin ve aceleciliğinin sonucundan başka bir şey değildir. Diğer dedikodular bence ikinci, üçüncü planda kalır. […]

Günümüzün Alevi-Bektaşi kamuoyunda şimdi yeni bir arayı-şın gün ışığına çıkmış bulunduğu görülüyor. Mademki yurt çapında 15-20 milyon, hatta belki daha fazla sayıda bir Alevi-Bektaşi top-lumu mevcuttur; bu, milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinde ha-tırı sayılır bir oy potansiyelidir; o halde kendi varlığımızı ve ken-di gücümüzü kanıtlamamız gerekmez mi? Bunun zamanı gelmedi mi? Hele de Atatürk’ün kurmuş bulunduğu demokratik, laik Türki-ye Cumhuriyeti, aşırı dinci akımların iktidara yürüyüşlerinin teh-didi altında iken! Hele de Atatürk’ün demokratik ve laik cumhuri-yetinin özüne, ruhuna en saygılı, en çok sahip çıkan çevrelerin ba-şında Alevi-Bektaşi toplumu varken!

Şimdi tartışılan şudur: Alevi-Bektaşi toplumu artık partileşerek, siyasal partiler arasında yerini alsın mı? Ya da programını, ilkeleri-ni, yönünü, kendi ilkelerine en yakın bulduğu bir siyasal partiyi des-tekleyerek, o partinin çeşitli kademelerinde görevler üstlenmek su-retiyle, Alevi-Bektaşi toplumunun beklentilerini bu yoldan mı ger-çekleştirmeyi denesin?

Bir başka seçenek ise dernekler ve vakıfl ar kanalı ile güçlü bir biçimde örgütlenmeye devam edip, en kısa sürede federatif bir çatı altında toparlanarak, bir tür baskı gurubu oluşturmaktır. Bu kısmen gerçekleşmiş, ancak henüz birlik sağlanamamıştır. Acaba diye dü-şünüyorum, bu yollar ile iktidar partilerine, Alevi-Bektaşi toplumu-nun yurt çapında etkili bir güce sahip bulunduğu; iyi bir oy potan-siyeli olduğu gösterilerek, bugüne dek kaybolan, verilmeye yanaşıl-mayan birçok haklar daha kolaylıkla elde edilebilir mi?

Bugün için en önemli mesele, bu seçeneklerden hangisinin en verimli olarak gerçekleştirilebilir olduğudur. Hangisi ele alınırsa alınsın; asla aceleye getirilmeden çok ayrıntılı, çok gerçekçi, he-

Günümüzün Alevi-Bektaşi kamuoyunda şimdi yeni bir arayışın gün ışığına çıkmış bulunduğu görülüyor. Mademki yurt çapında 15-20 milyon, hatta belki daha fazla sayıda bir Alevi-Bektaşi toplumu mevcuttur; bu, milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinde hatırı sayılır bir oy potansiyelidir; o halde kendi varlığımızı ve kendi gücümüzü kanıtlamamız gerekmez mi?

Page 5: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

5

yecanlı davranışa yer vermeden konunun araştırılması, fi zibilitesi-nin [gerçekleştirilebilirlik araştırmasının-Serçeşme] çok iyi yapıl-ması ve gerçekçilikten asla ayrılmaması gerekir diye düşünüyorum. Şimdi de bu seçenekleri kısaca ele alıp, üzerlerinde biraz akıl yü-rütelim.

Önce parti konusundan başlayalım. Bu konuyu ele alırken Bir-lik Partisi örneğini her zaman göz önünde tutmanın yararı vardır. Şu anda yurdumuzdaki gerçek durum şudur: Köyler, kasabalar bo-şalıyor, Ankara, İstanbul, İzmir ve benzeri büyük şehirler doluyor. Yurt çapındaki Alevi-Bektaşi nüfusunda büyük kaymalar olmuştur.

Bir partinin ayakta kalıp, varlık gösterebilmesi için yurt çapın-da desteğe ihtiyacı vardır. Göçlerle dağılan Alevi-Bektaşi toplumu-na ait oylar acaba kurulacak bir partiyi ayakta tutmaya yetecek mi?

Birlik Partisi’nin katıldığı seçimlerde çıkartmış bulunduğu mil-letvekili sayısı, hatırlanacağı üzere, Türkiye Büyük Millet Mec li-si’n de bir grup kurulmasına bile kâfi gelmemişti.

Ayrıca bir siyasal partinin politika alanında varlık gösterebilme-si ve seçmenlerine güven verebilmesi için büyük maddi olanaklara da sahip bulunması gerekir. Sağ partiler bunu başarmıştır. Acaba, şeriatçı kesim gibi Alevi-Bektaşi toplumu da özveriyle, heyecanla aynı desteği kendi partisine verebilecek midir?

Gerçekleri orta yere dökmekte büyük yarar var. Ne yazık ki, bu-gün derneklere üye bulunan pek çok kişi, dernek aidatını bile bin türlü naz ile ya kısmen ödemekte ya da hiç ödememektedir. […]

Partiler elbette derneklerle ölçülmeyecek kadar çok maddi des-teğe ihtiyaç duyar. Diğer taraftan, bu partiyi Alevi-Bektaşi kesim dışında kaç kişi destekler ve benimser?

Bir başka önemli husus da şudur: Bugün aramızda Alevi-Bek-ta şiliği türlü türlü yorumlayan, karşı düşüncede olanları kıyasıya eleştiren gruplar da vardır. Bu görüşleri, bu yorumları asgari müş-tereklerde buluşturmadan bir parti kurulduğunda, hiziplerin oluş-ması, bu hiziplerin karşılıklı mücadeleleri sonunda da partinin par-çalanıp bölünmesi nasıl önlenecektir?

Diğer önemli bir konu da böyle bir partinin kurulması, inandı-ğımız ve savunduğumuz laiklik ilkelerine ters düşmez mi? Bugün Sünni demokrat kesimin, özellikle aydınların Alevi-Bektaşilere sem pa tiyle baktığı, düşüncelerimizi desteklediği bir gerçektir. Böyle bir parti kurulduğunda aynı desteği bu kesimden alabilecek miyiz?

İşte tüm bu kuşkularla, kurulacak bir partinin çok ayrıntılı, çok titiz ön çalışmalardan sonra düşünülmesi gerekeceğine inanıyorum.

Alevi-Bektaşi kuruluşlarının ve inanç gruplarının asgari müşte-rekte birleşerek birbirlerini kucaklamaları, tek bir çatı altında orga-nize olmaları ve baskı grubu oluşturmaları ilk bakışta en çıkar yol olarak görünüyor. […]

Şunu özellikle söyleyeyim: Ben, inanç işleriyle uğraşan dede-lerin siyasete girmesine çok karşıyım. Ve özellikle ben de siyasete girmeyeceğim. Öyle bir niyetim yok. Anlamam da o işten.

Böyle bir partinin kurulması,

inandığımız ve savunduğumuz

laiklik ilkelerine ters düşmez mi?

Bugün Sünni demokrat

kesimin, özellikle aydınların

Alevi-Bektaşilere sempatiyle

baktığı, düşüncelerimizi

desteklediği bir gerçektir.

Böyle bir parti kurulduğunda

aynı desteği bu kesimden

alabilecek miyiz?

Page 6: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

6

Günümüzün bilgi toplumunda ve yoğun siyasi ortamda “genel geçer sol lafazanlık” hiç kimsenin ayıp yerlerini örten incir yaprağı görevi görmeye yetmiyor. CHP’yi beğenmediğini iddia ederek ortaya çıkan, ama sosyal-demokrat ile “sol” kırması görüşleri harmanlayan bir siyasi program ortaya koyanlara, “Aslı varken çakmasını niye destekleyelim?” dediler.

Ayrımcılığa Karşı Eşit Haklar Mitingi, Dersim Tartışması ve “Sol” Siyasi Parti Kurma Kuru Gürültüsü İçinde Güme Gidenler

Aleviler ve DemokrasiEsen Uslu

DEMOKRATİK Alevi-Bektaşi dernekleri üst yönetimi geçen yıl yapılan mitingin başarısını siyasi çıkarları için kullanmaya

kalkıştı. Önce aksine karar aldıkları halde CHP ile yerel seçimler-de yer kapmak için pazarlığa giriştiler. Bir kez daha reddedildiler.

ABF’nin adını çamura buladıkları bu utanç verici durumdan Alevi partisi girişimini yeniden gündeme getirerek çıkabilecekleri-ni sandılar. Hacı Bektaş Veli Kültür Dernekleri’nin seçimlere katıl-madığı topal bir genel kurulda seçilmişlerdi. Bir daha seçilme şans-ları olmadığını gördüler. Olağanüstü genel kurulu ile tüzüğü değiş-tirip genel kurulda yapılacak seçimlerde tabanının söz ve karar sa-hibi olmasını önlemeye giriştiler.

Açılım Tuzağına Düştükten Sonra Siyasi Geviş Getirme

Geçen yılki mitingden sonra laiklik ve demokrasi hedefi nde iler-lemek; yükselmiş kararlılığı eylemlerle pekiştirmek görevi durur-ken aylarca adım atmadılar. AKP hükümetinin önlerine attığı, çiğ-ne çiğne bozulmaz türden “açılım” lastik kemiğini dişlemeyi ter-cih ettiler. Gözleri kariyerlerinden ve siyasi niyetlerinden başka bir şey görmediği için önlerinde açılan tuzağı görmediler. Kendilerini uyaranları da dinlemediler. Boş bir özgüvenle hazırlıksız gittikle-ri “açılım” toplantısında, Diyanet’in kaldırılması istemi yerine Di-yanet Avrupa’daki Kilise Vergisi toplayan kurumlar gibi olsun gibi komik, ama hazin bir öneride bulunmaktan utanmadılar.

Devletlûların davetine icabet etmek gözlerini kamaştırdığı için düşüverdikleri “açılım” tuzağının etkisinden kurtulmak için “radi-kal” görünmek gerek diyerek bağımsız milletvekili Ufuk Uras’ın sosyal-demokrat eskileri, sendikacılıkla unvanından başka ilişkisi kalmamış sendikacılar ve sol grupların kılıç artıklarıyla kurmaya çalıştığı Özgürlükçü Sol Hareket ile oynaşmaya başladılar.

“Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” ya da Alevi Partisine “Sol” Makyajı

İlk adım “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” broşürü oldu. Buradaki gö-rüşleri Türkiye çapında yapacakları toplantılarla tartışacaklarını açıkladılar. Hacıbektaş’ta yaptıkları ilk toplantıyla dertlerinin tar-tışmak değil, “gövde gösterisi” yapmak olduğunu gösterdiler. Son-ra yaptıkları toplantılarda kürsüye “büyükbaş konuşmacı” çıkartıp tartışmaya fırsat vermemek kurnazlığı gösterdiler.

Kimse onların, rahmetli Aziz Nesin’in ünlü hikâye sin deki “Seyyar Köfteciler Talimatnamesi” benzeri program taslağını cid-diye bile almadı. Günümüzün bilgi toplumunda ve yoğun siyasi or-

Page 7: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

7

“Bir milyonluk” miting yapma

sözlerine karşın ciddi ön hazırlık

olmayınca, kalabalığa bakıp,

“geçen seneyi aştık” ya da

“iki yüz elli bin kişiyi aştık” gibi kof lafazanlıklar,

İstanbul’daki Alevi-Bektaşi potansiyelini ve demokrasi

güçlerinin tüm potansiyelini

birlikte sokağa çıkarmaktaki

başarısızlığı gizlemeye yetmiyor.

tamda “genel geçer sol lafazanlık” hiç kimsenin ayıp yerlerini ör-ten incir yaprağı görevi görmeye yetmiyor. Alevi-Bektaşiler “kral çıplak” diyecek kadar bilgili, görgülü ve deneyimli. CHP’yi beğen-mediğini iddia ederek ortaya çıkan, ama sosyal-demokrat ile “sol” kırması görüşleri harmanlayan bir siyasi program ortaya koyanlara, “Aslı varken çakmasını niye destekleyelim?” dediler.

Ayrımcılığa Karşı Eşit Haklar Mitingi Hazırlıklarındaki Zaaf

ABF üst yönetimi ilk kez İstanbul’da bir Alevi mitingi düzenlemeye karar verdi. Yapılacak mitingin başarılı olmasını arzulayan herkes, yoğun bir ön hazırlık çalışması yapılması ve tüm demokrasi güçle-rini mitinge katmaya yönelik uygun adımların bir an önce atılma-sı gerektiği uyarısında bulundu. Ancak ABF üst yönetimi, bu yön-de bir niyeti olmadığını ve her hangi bir adım atmayacağını 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemi ile gösterdi.

Mitingin hazırlık sürecinin en az mitingin kendisi kadar önem-li olduğunu anlamadılar. Hazırlık sürecinde İstanbul’da yaşayan tüm Alevi-Bektaşilere ve tüm demokrasi güçlerinin tabanına seslenmek; onlara Alevilerin istemlerinin demokrasi mücadelesi içindeki yeri-ni bir kez daha açıklamak; bu istemlerin onların mücadelesiyle ba-ğını göstermek çabasına gerek duymadılar. Mücadelede kardeşleş-me ve ortaklaşma çabası olmayınca 1 Eylül’de aynı meydanı doldu-ran Kürt özgürlük hareketinin Alevi mitingine göstermelik katılma-sı şaşırtıcı olmadı.

“Bir milyonluk” miting yapma sözlerine karşın ciddi ön hazırlık olmayınca, kalabalığa bakıp, “geçen seneyi aştık” ya da “iki yüz elli bin kişiyi aştık” gibi kof lafazanlıklar, İstanbul’daki Alevi-Bektaşi potansiyelini ve demokrasi güçlerinin tüm potansiyelini birlikte so-kağa çıkarmaktaki başarısızlığı gizlemeye yetmiyor.

Miting öncesinde, “mitingi sıfır bütçeyle yapacağız” dediler. Bu, yapılacak hazırlıkları yerel örgütlerin keyfi ne bıraktık; merkezi yönlendirmeyi ortaya koyacak ortak pankart, fl ama, afi ş, bildiri gibi bir hazırlık yapmayacağız demekti. Aynen de böyle oldu.

Mitingde ABF’nin savunduğunu söylediği istemleri dile getiren tek bir pankart, fl aması ya da görsel hazırlık yoktu. Mumla arasanız Halkevleri’nin küçük el pankartları dışında “Diyanet İşleri Başkan-lığı Kaldırılsın!” sloganını dile getiren bir pankart bulamazdınız.

Hazırlanan uzun sloganlar listesi, Alevi-Bektaşilerin demokra-tik taleplerini sloganları boğuntuya getirmek, herkesi istediği sloga-nı atmaya teşvik etmek demekti, yani mitingde söz birliği kurmaya yönelik bir çaba yoktu. Söz birliğinin olmayışı kürsüden yapılan ko-nuşmalarda da kendini açıkça gösterdi.

“Şecaat Arz Ederken Merdî CHP’li Dersim Katliamın Över”

Bu ortamda AKP’nin hızlanan “Kürt Açılımı” trafi ği, adı sosyal-demokrat, ruhu milliyetçi-ırkçı-Kemalist-faşist kırması CHP’nin “Alevi dostu” maskesinin düşmesine neden oldu. CHP sözcüsü

Page 8: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

8

Mitinge katılan Alevilerin oylarını kendi ceplerinde gibi göstermeye, tüm Alevilerin onlarla birlikte Alevi partisini ya da ÖSP/H’yi destekleyeceği hayalini yaymaya çalışmaktalar. Ancak bir avuç insan dışında kimseyi inandıramazlar. Siyasi hokkabazlık, yani olmayan desteği varmış gibi gösterme oyunu hızla kaçınılmaz sona varır: Hüsran!

Onur Öymen, AKP’nin “Kürt Açılımı”nın tartışıldığı Meclis top-lantısında günümüzdeki “Kürt Sorunu”nun çözümü için eski Der-sim Katliamının usullerini öneren bir konuşma yaptı.

Zazalar, Kürtler, Kızılbaşlar, Aleviler Dersim Katliamına sahip çıkan CHP yönetimine anında tepki göstermeye, açıklamalar yap-maya, protesto eylemleri düzenlemeye başladı. Bir tek kuruluş onla-rın arasında beklenen yerini almadı: ABF üst yönetimi! Gazetecile-rin ısrarlı sorularına Ali Balkız’ın yanıtı, “Bu konuyu kendi aramız-da görüşüyoruz” uydurmacası ile geçiştirme çabası oldu. Uydurma-ca diyorum, çünkü Hubyar’dan Ali Kenanoğlu, bu iddiayı anında ya-nıtladı, aramızda bir görüşme olmadı, tartışma da yok dedi.

Bu önemli olay karşısında ABF merkezinin tepkisi neden “inek refl eksi” hızında geldi? Herkesin sokaklara döküldüğü, hatta bazı ABF üst yöneticilerinin, örneğin Ali Kenanoğlu’nun, yapılan ey-lemlerin göbeğinde yer aldığı üç gün boyunca ABF başkanının Onur Öymen’e ve CHP’ye eleştiren iki kelime bile söyleyememesi-nin nedeni nedir? Hem de CHP’yi beğenmedikleri için “sol” bir si-yasi parti kurmaya girişmişken neden bu tereddüt?

Yoksa bu canların CHP’den hâlâ bazı beklentileri mi var? Örne-ğin, bir erken seçim söz konusu olur da kuracakları parti seçimlere girmezse bir kez daha CHP’den milletvekili olma pazarlığına gir-meyi mi umuyorlar? Yoksa daha kötüsü mü söz konusu? Kızılbaş Dersimlilerin Zaza ya da Kürt olmaları mı onların dillerini bağladı?

ABF üst yönetiminin bir buçuk yıllık çalışması Kürt sorununa yaban durdukları, görünümü bozmamak için genel demokrasi ve barış sözleri ettikleri, ama Kürt özgürlük hareketini yanlarına ya-naştırmamak için çabaladıkları bellidir. Kuracaklarını söyledikle-ri “sol” siyasi partinin de tutumunun aynı olacağı şimdiden bellidir.

Olmayanı Varmış Gibi Gösterme Siyasi Hokkabazlıktır

Mitinge katılan Alevilerin oylarını kendi ceplerinde gibi gösterme-ye, tüm Alevilerin onlarla birlikte bir Alevi partisini ya da Özgür-lükçü Sol Partiyi/Hareketi destekleyeceği hayalini yaymaya çalış-maktalar. Ancak bir avuç insan dışında kimseyi inandırabildikle-rini sanmıyoruz. Siyasi hokkabazlık, yani olmayan desteği varmış gibi gösterme oyunu hızla kaçınılmaz sona varır: Hüsran!

ABF üst yönetimi Alevi-Bektaşi halkın çıkarlarının değil, kendi siyasi kariyerlerinin, milletvekili olma sevdalarının ve yeni bir siya-si parti kurma hayallerinin peşindedir. ABF üst yönetimi bu yakla-şıma Alevi-Bektaşi halktan destek bulamamıştır. Bulamaz da, çün-kü siyasi bezirgânlık, ülke çapında halkın desteğini alacak ilkeli ve kapsamlı demokratik siyasetle bir arada duramaz.

Siyasi bezirgânlığa soyunanlar kapsamlı demokrasi ve laiklik istemlerini dile getiremez. Seçilmek için ortada duralım, ne şiş yan-sın ne kebab siyaseti izleyelim, hükümetle, devletle iyi geçinelim, hem de demokrasi istiyormuş gibi görünelim demenin olanağı yok-tur. Ya düzeni tamir etmeye sevdalı bir siyasi demagog olursunuz ya

Page 9: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

9

Siyasi hokkabazlık ve

bezirgânlıkla oy avcılığına

girişen sözde “solcu” kişi ve

hareketlerin hepsi aynı kaderi

paylaşmıştır. Oy avcılığı için

sığındıkları partilerin

programlarını savunan zavallı

birer mahlûkata dönüşmüşlerdir. ABF yönetimi de

aynı yola girmiştir.

O nedenle onlara

söylenecek tek söz kaldı:

Daha fazla zarar vermeden gidin!

da Alevi-Bektaşilerin kendi öz akidelerinden çıkardıkları kapsamlı ve radikal demokrasi ve laiklik programını savunursunuz.

Alevilerin Laiklik Demokrasi Programı

Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını savunma-dan, bunun zorunlu sonucu olan yeni bir anayasa için mücadeleyi başa koymadan laikliği savunamazsınız. Örneğin, Alevi çocuklara zorla resmi Sünni İslam öğretilmesin diye değil, devlet eğitiminin içinde din dersinin yeri yoktur diye zo-runlu din derslerinin tümüyle kaldırılmasını savunmazsanız laikli-ği savunamazsınız. Bu da yeni bir anayasa demektir. Örneğin, seçilmemiş yönetici olmaz; atamalı merkezi devlet bü-rokrasisi ile seçimli yerel yönetim ayrımı kalkmalı demezseniz, yeni bir devlet örgütlenmesi getiren bir anayasa istemezseniz de-mokrasiyi savunamazsınız. Devletle ilgili tüm demokratik talepler, bugünkü devletin kökten değişmesi demektir. Yani bugün varolan biçimiyle devlete karşı çıkmadan demokrat ve laik olamazsınız. Örneğin, tüm devlet halkın dolaysız katılımıyla oluşan meclis-ler eliyle, yerinden özyönetimle yönetilmelidir demezseniz, ulusal-dinsel ayrımları tanımayan bir vatandaşlığı öne çıkartmazsanız la-ikliği ya da demokrasiyi savunamazsınız. Örneğin, hâkim ve savcıların halk tarafından seçilmesini, halkın jüri sistemi ile yargının işleyişine katılmasını savunmazsanız, hu-kuk devletini savunamazsınız. Örneğin, tüm çalışanların grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı-nı savunmazsanız; ayrıcalıklı ve dokunulmazlık zırhına sahip me-mur statüsünün kaldırılmasını, tüm kamu işlerinin sendikal hakkı olan işçiler eliyle yürütülmesini savunmazsanız demokrasiyi savu-namazsınız. Örneğin, tüm seçilmiş yöneticilerin hesap vermesini güvence al-tına alan seçmenlerin geri çağrılma hakkını savunmazsanız; bal tu-tanın parmağını yalamasına meydan vermemek üzere tüm kamu yöneticilerinin vasıfl ı bir işçiden fazla maaş almamasını savunmaz-sanız demokrasiyi savunamazsınız.

Bunları uzatmak mümkün, ama resmi devlet dini ve mezhebi olan laiklik; askeri-sivil bürokrasi vesayeti altında sözde demokrasi ezberini tekrarlayarak laiklik ve demokrasi kavgası veremezsiniz.

Bugüne kadar siyasi hokkabazlık ve bezirgânlıkla oy avcılığı-na girişen sözde “solcu” kişi ve hareketlerin hepsi aynı kaderi pay-laşmıştır. Her biri oy avcılığı için sığındıkları çapsız siyasi partile-rin programlarını savunan zavallı birer mahlûkata dönüşmüşlerdir.

ABF yönetimi de aynı yola girmiştir. Bu yolda ilerledikçe çare-sizce kendisini dar bir çevre haline dönüştürmüştür ve içine düştü-ğü durumdan bir çıkış yolu da bulamamaktadır. Bu yolda sonuna kadar gitmeye, kendilerini rezil etmeye ve ABF’nin prestijini ayak-lar altında çiğnemeye kararlı görünüyorlar. O nedenle onlara söyle-necek tek söz kaldı: Daha fazla zarar vermeden gidin!

Page 10: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

10

8 Kasım 2009 Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı Mitingi

Kimsenin İştahı KabarmasınAhmet Koçak

ALEVİ-BEKTAŞİ toplumu ABF öncülüğünde ikinci büyük hak talebi etkinliğini 8 Kasım’da Kadıköy’de gerçekleştir-

di. “Ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık” konulu miting, bir yıl önce 9 Kasım’da Ankara’da yapılan etkinliğin devamı oldu.

Alevi-Bektaşi toplumu taleplerini ABF ve diğer demokratik ku-ruluşlar öncülüğünde çeşitli yollarla yıllardır dillendirmektedir. Ama gelin görün ki bu sese Devletlûlar bir türlü kulak vermemek-tedirler. Açılımlar yapıp, çalıştaylar zinciri düzenleyen hükümet, Alevi-Bektaşi kamuoyunu oyalamaktan öteye gitmemektedir. Bu nedenle Alevi-Bektaşi toplumunun bu yıl sokağa çıkarak başarılı bir etkinlikle taleplerini haykırmış olması önemlidir.

8 Kasım günü yürüyüş, komitenin duyurduğu üç toplanma ye-rinden başladı. Ayrılık Çeşme’de toplanan kolda PSAKD ve köy derneklerinin yanı sıra çeşitli demokratik örgütler ve bazı sol grup-lar yer aldı. Haydarpaşa kolunda PSAKD şubeleri ile bazı siyasi partiler vardı. İstanbul dışından gelen derneklerin otobüsleri Kur-bağalıdere yanındaki eski Salı Pazarı’na park edildi ve burada top-lanan gruplar davul zurna eşliğinde halaylar çekerek yürüyüş saa-tini beklediler. Saat on bir civarında pankartlarını açıp sloganlar-la Altıyol’dan Kadıköy rıhtımındaki miting alanına geldiler. Rıh-tım’da kurulan platformun çevresinde toplananların gösterisi yak-laşık saat birde başladı.

Sonbaharda Bir Bahar Günü

Hava yazdan kalma açık, güneşli ve sıcaktı. Doğa sanki Alevilere “sizinleyim” mesajı veriyordu. Doğa dostu Aleviliğe, doğadan gü-zel bir dayanışma oldu: Güneşin bahar sıcaklığında içini ısıttığı in-sanlar Kadıköy’de muhteşem bir cem etti.

Page 11: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

11

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy’un Gönderdiği Mesaj

Alevi Bektaşi Federasyonu Sayın Genel Başkanı ve mitinge katılan kurum temsilcileri, tüm değerli canlar.

8 Kasım Mitinginde sağlık nedenlerimden dolayı aranızda olamamanın üzüntüsünü yaşıyorum. Bütün gönlüm ve varlığım-la sizlerin yanındayım.

Alevi Bektaşi inancı tüm çağlara uyan, dili, ırkı, inancı ne olursa olsun insanları geleceğe hazırlayan, yeryüzünde insan ek-sik olmadıkça hiçbir zaman sonu gelmeyecek öğretiyi içinde ba-rındırır. Bu gerçeği görmeyenler de bizlere farklı elbiseler giy-dirmek isterler. İşte bu tarihi yürüyüş, onlara en güzel cevap ola-caktır.

Şahsınızda katılan tüm canları kutluyor, sevgi ve saygıları-mı sunuyorum.

Aşk ileVeliyettin UlusoyHacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini

Gösterinin başında Sivas’ta katledilen canla-rın yoklaması yapıldı. Sivas kırımında kaybedi-len canların isimleri tek tek okundu. Katılımcılar her ismin okunmasının ardından “Burada!” diye-rek Madımak Otelinde yakılan canlara “beden” ol-dular. Maraş, Çorum, Sivas, Ümraniye ve Gazi’de katledilenlerin anısına yapılan saygı duruşunun ardından konuşmalara geçildi.

Sağlık sorunları nedeniyle mitinge katılama-yan Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini Sayın Ve-liyettin Ulusoy’un mesajı okundu. Ardından Hub-yar Sultan AKD Semah Ekibi, Hubyar Semahını döndü. Mitingde Alevi Kültür Derneği Genel Baş-kanı Tekin Özdil, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Fevzi Gümüş ve Avrupa Alevi Bir-likleri Federasyonu Genel Sekreteri Servet Demir konuştuktan sonra günün son konuşmasını ABF Genel Başkanı Ali Balkız yaptı. Sanatçılar Emre

Saltık, Sabahat Akkiraz, Ferhat Tunç, Şevval Sam, Suavi ve Edip Akbayram türkü ve deyişleri ile mitinge coşku kattılar.

Göze Çarpan Pankartlar ve Sloganlar

Kadın, genç, yaşlı binlerce kişi başlarına bağladıkları bantlara slo-ganlarını yazmıştı. Çok sayıda kadın yöresel kıyafetleriyle katılır-ken, ellerde Pir Sultan Abdal, Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli tasvirleri ile Atatürk fotoğrafl arı taşındı. CHP, DSP, DTP, EMEP, ÖDP, SHP, TKP, Yeşiller ve Özgürlükçü Sol Hareket Girişimi’nin yanında eski

Page 12: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

12

ve yeni milletvekilleri, sanatçılar, aydınlar, sendikacılar, Avrupa ve Türkiye’deki sivil toplum kuruluş temsilcileri katıldı.

Mitingde ilginç diyaloglar da yaşandı. Bunlardan biri Beşiktaş “Çarşı” taraftar grubunun sunucu Kemal Bülbül ile diyalogu oldu. Bülbül’ün kürsüden, “Çarşı da Muaviye’ye Karşı” demesi coşkuy-la karşılandı. Küçükçekmece İşçi Platformu, “Bozuk düzende sağ-lam çark olmaz. Mezhepsel ve inançsal ayrımcılığa son!” pankar-tıyla, işten atılan Cesur Çuval işçileri de, “Ücret haktır gasp edi-lemez. Aynı çuvaldaydık, ayrıldık!” pankartıyla mitinge katıldı ve yoğun ilgiyle karşılandı.

Mitingde, “Kültürel soykırım insanlık suçudur”; “Demokratik cumhuriyette eşit yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz”; “Diyanete değil, eğitime bütçe”; “Yaşasın halkların kardeşliği”; “Laik devlet Sivas’ta neden yoktunuz”; “Sivas’ın, Maraş’ın katili sermaye dev-leti”; “Devletin Alevisi olmayacağız” pankart ve dövizler açıldı. Ayrıca “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni”, “Kahrolsun sendika ağa-ları” “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın”, “Devrimci tutsaklar onu-rumuzdur” gibi sloganlar atıldı.

Miting Öncesi Kurumlar Arası Sürtüşmeler

6 Kasım tarihli Birgün gazetesinde Zeynep Kuray “Alevi Mitingine Destekler Büyüyor” haberinde şöyle yazdı:

“Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Başkanı Turgut Öker, ‘Alevi hareketinin gelişmesi için kitlesel mitinglerin önemine her zaman vurgu yapan kurumumuz, 8 Kasım Mi-tingi çerçevesinde dillendirilen bütün talepleri yürekten des-tekliyor. Miting için ‘eşit katılım’ ve ‘ortak kararlar alma’ şartları sağlanmadığı ve ‘birlikte hareket etme’ ikrarına rağ-men AABK’nin işin dışında tutulması nedeniyle mitinge doğrudan katılamamaktayız.”

Alevi-Bektaşi toplumunun önemli demokratik iki kurumun-dan birisinin sözcüsünün bu sözleri söylemesi Alevi örgütlülüğü-nün önemli bir zaafını da gözler önüne sermektedir. Bu zaafı geçen yıl yapılan mitingde de görmüştük.

Page 13: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

13

Bu zaaf, Alevi örgütlerinin kendi aralarında-ki sürtüşmeleridir. Sayın Öker’in birlikte hareket edememe konusunda söylediklerinin yanında söy-lemedikleri ya da söyleyemedikleri şeyler asıl bir-likteliği zaafa uğratmaktadır. Nedir söyleyemedik-leri? ABF’nin son üç dönem kongrelerinde yaşanan-lar, liste savaşları, karşılıklı suçlamalar… Yani De-mokratik Alevi-Bektaşi örgütleri içinde iktidar olma kavgası. Her iki tarafın da dar örgütsel çıkarı, kişisel egoları demokratik Alevi-Bektaşi hareketinin genel çıkarlarının önüne koyması bugünkü yaşanan sıkın-tıların temel kaynağıdır.

Bu konudaki görüşlerimizi daha önceden söyle-miştik. Bu tarz kongrelerin ve tartışmaların Alevi toplumuna fayda getirmeyeceğini, daha çok bölün-meye hizmet edeceğini yazmıştık. Bunlar “Örgütün

iç meselesidir, niye yazıyorsunuz” diyerek o günlerde bize kızanlar, ne demek istediğimizi şimdi anlıyorlardır umarım.

Kimsenin İştahı Kabarmasın

ABF’nin düzenlediği miting örgütlenme ve organizasyon açısından geneliyle başarılı olmuştur. Ufak tefek aksaklıklar olması da doğal-dır. Eylemin başarısının temel nedeni, ABF’nin Alevi-Bektaşi top-lumunun can alıcı ortak sorunlarını ve istemlerini öne çıkartması-dır. Bunlar toplumun tümünü kapsayan, siyasi farklılıkları öne çı-karmayan istemler olduğu için bütün toplum mitinge destek verdi.

Geçen yılki ve bu yılki mitingleri böyle okuyanların yanında tersinden okuyanlar da oldu. Onlar, geçen yılki mitingin ardından Alevilerin siyasallaşmasının, parti kurmasının gerekliliğini seslen-dirmeye ve projelendirmeye girişmişti. Bir yıldır da düşe kalka bu yönde çaba sarfetmeye devam ediyorlar. Ne yazık ki miting alanla-rına akın eden Alevilerin ve Alevi dostlarının verdiği mesajı hâlâ düzgün okuyamamaktalar. Bu mitingin ardından da aynı çevreler-de, Alevilerin mitinge gösterdiği desteği, kendi kafalarındaki bir si-yasi partiye akıtma iştahları yeniden kabarıyor.

Gelecek sayımızda bu konuda son gelişmeleri de kapsayan daha geniş bir yazı yazacağımı belirterek, aşk-ı niyazlarımı sunuyorum.

Page 14: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

14

Mitinge Katılan Sanatçı, Aydın, Sendikacı ve Milletvekilleriyle SöyleştikŞah Kulu Sultan Dergâhı Başkanı Mehmet Çamur

Miting hakkındaki düşünceleriniz?

Hepimiz bir olmalıyız. Taleplerimizi ortaklaşa dile getirmeliyiz. Burada ayrım gayrım yapmamalıyız. Ortak paydalar-da, asgari müştereklerde mutlaka buluş-mamız lazım. Bu olayı kalkıp kişisel baz-da şu veya bu şekilde küçümsemeye ça-lışmamalıyız. Elimizden gelen tüm kat-kıları da yapmalıyız. Ve umarım ki başa-rılı olur.

Geçen sene de aynı şeyler söylendi. Bir sene içinde hiçbir şey olmadı ki Aleviler yeniden alanlara geldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

Kimse bir mitingle iki mitingle ver-mez Ahmetçiğim. Eylemlerin sürekliliği şarttır. Hak talep ederken eylemler sürek-li, kitlesel, kucaklayıcı olmalı; bu şekilde sonuç elde edersin. Sen nerede gördün bir mitingle hak elde edildiğini?

Açılımlar var çalıştaylar var. Ancak onu alanlarda toplu talep et-mekle olur bu. Bir olur, beş olur, on mi-ting yaparsın… Ama sürekli, taleplerinin arkasında bulunmak zorundasın. Gittikçe artmalı, talepler daha gür sesle bağırıl-malı, duymayanlar varsa duyurmalıyız.

Bağımsız Milletvekili Ufuk Uras

Mitingle ilgili görüşlerinizi ve duygu-larınızı alabilir miyim?

Çok görkemli bir kalabalık! Sanıyo-rum Ankara’daki katılımı aştık. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ale-vilerin talepleri demokrasi talebidir. Ken-dileri için bir şey istemiyorlar. Bu ülke-de gerçek bir laiklik, gerçek bir demokra-

si olsun; Diyanet kaldırılsın; zorunlu din dersleri kalksın; Madımak müze olsun, cemevleri ibadethane olsun ve yurttaş merkezli bir anayasa değişikliği olsun. Bunların gerçekleşmesiyle Türkiye’ye bir ışık katacak, o yüzden herkesin bu sese kulak vermesi gerekiyor.

Geçen seneden beri açılımlar, çalış-taylar devam etti, ama herhangi bir adım atılmadı. Bugün taleplerin yeni-den dillendirilmesiyle ilgili ne söyle-yeceksiniz?

Doğrusu Alevi hareketinin öznele-ri belli, AKP’ye endekslenmiş bir şekil-de Alevi hareketinin sorunlarının çözü-mü söz konusu olamaz. Kendi örgütlen-meleri var. O sese kulak vermek lazım. Yoksa bu muhalefeti terbiye ederek, ehli-leştirerek, içini boşaltarak bu kesimin ta-lepleri gerçekleşmez. Türkiye’nin en kül-yutmaz yurttaşları Alevi yurttaşlarıdır. O yüzden hakiki, samimi adım atılmadığı taktirde Türkiye zaman kaybediyor. Yani 2007 seçiminden beri hiçbir reform, hiç-bir anayasa değişikliği yapılmadı. Bari 2011 genel seçiminden önce sol bir adım atılsın ki siyaset konumu da inandırıcılı-ğını yitirmesin. Durum bu.

KESK Genel Başkanı Sami Evren

Miting ile ilgili görüşlerinizi, duygularınızı alabilir miyim?

Mitingin adı çok güzel; “Ayrımcılı-ğa karşı eşit yurttaşlık hakkı!” Bu Tür-ki ye’nin demokratikleşmesi açısından önemlidir. Alevilerin geçen yıl 9 Ka-sım’da yapmış olduğu mitingi tekrar etme ihtiyaçlarının ortaya çıkması siyasi ikti-darın duyarsızlığından kaynaklanmakta.

Siyasi iktidar duyarlı davranmış ol-saydı belki bugün ikinci bir miting yap-maya gerek kalmayacaktı. Ama toplum-

Page 15: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

15

sal mücadeleler demokratik tepkileri so-kağa dökmekten geçmektedir. Tepkinizi sokağa dökmezseniz; mitinge, eylemlili-ğe dönüştürmezseniz değişim ve dönüşü-mü sağlayamazsınız.

Siyasi iktidarlar size hiçbir şeyi lütfet-mezler. O nedenle Aleviler bugün ikinci kez tarih yazmaktadırlar. Bu sadece Ale-viler için değil Türkiye’nin demokratik-leşmesi için de önemli bir tarihtir. Alevi açılımı ve Kürt meselesi dedikleri aslın-da demokratik tepkilerin açığa çıkması-dır. Bundan sonra bu tepkileri daha geniş-leterek devam ettirmek gerekiyor.

Sanatçı Ferhat Tunç

Miting hakkında ne söyleyeceksin? Ankara mitinginden sonra İstan bul’da gerçekleşen bu mitingi, uzun süreden beri dillendirdiğimiz daraltılmış acil ta-leplerimizin ötesinde anlam taşıyor.

Demokratik açılım diyoruz, ama de-mokrasinin en temel dinamiği burada, demokratik açılım bu. Bugün burada de-mokratik bir toplumda birlikte yaşama mesajını veriyoruz.

Aleviler kendi değerlerini savunmak, kendi geleceklerini kurmak isteyen, tari-himize ve geleceğimize karşı sorumluluk taşıyan bir kitle. Bu mesaj doğru algılan-malı. Sorun sadece AKP ile hesaplaşmak değil, sorun cumhuriyet sorunudur, dev-let sorunudur.

Cumhuriyet tarihini gerçek anlam-da vatandaşlar olarak yaşamış bir toplum değiliz. Cumhuriyetin onurlu vatandaşla-rı olarak yaşamak istiyorsak, Türkiye’nin laik demokratik cumhuriyet olması gere-kir. Türkiye’yi yönetenler tarihle yüzleş-melidir.

İmha, inkâr anlayışının Kürtlere ve Alevilere yöneldiğini unutmamak lazım. Türkiye’nin geleceği, devletin yok say-dığı, inkâr ettiği, katliamlardan geçirdi-ği kesimlerin birlikte olmasıyla açılabilir. Demokratik Türkiye’nin yolu budur.

Sanatçı Aynur Haşhaş

Miting hakkında ne düşünüyorsun? Miting, mükemmel, taleplerin altına imzamı atarım. Kızılbaşlar en güzel şey-leri hak ediyorlar. Çünkü onlar hem mü-cadele verdiler, hem de yandılar, öldürül-düler. Gerçekten hak ediyorlar.

Bugünkü bütün talepler doğru. Kızıl-baş kelimesine tekrar kavuşmak da çok keyif verici benim adıma. İnsanlık adı-na yürüyen bütün dostlarla birlikte yürü-mek bir sanatçının görevidir. Bu toplum-dan çıkmış bir sanatçı olarak burada ol-mak benim için gurur verici.

Hükümet ile ilgili neler söylersin? Alevi açılımları bana göre doğru değil. Aleviler kendileri nasıl istiyorsa öyle ya-şar; bu devletin düzenlemesi gereken bir şey değil. Dolayısıyla açılıma son veril-melidir. Açılımlara çağrılan sanatçılar da çizerler de katılmamalıdır. Alevilere bu saatten sonra öğretilecek şey yoktur. On-lar bin yıllık bir gelenekten geliyorlar.

Aleviler demokrasi, özgürlük istiyor. Haklılar, çünkü kendi inanç felsefele-rinde var bu. İnsan olmanın birinci şar-tı yemek yemek ise bir de özgür olmak-tır. Özgür olmadığı sürece insan, in-san olamaz zaten. Köleden insan olmaz. Köle insanım diyemez. O yaşayan bir mahlûktur. Ama özgür olmak birey ol-mayı, insan olmayı getirir.

Sanatçı Emre Saltık

Hükümet cephesinde neler oldu? Alevilerin isteklerini sağır sultan duy-du ama hükümetin duyduğunu, ciddi-ye aldığını düşünmüyorum. Çalıştayların içinin boş olduğunu düşünüyorum.

Yüz yıllardır Anadolu’da kendi kül-türü, inancını yaşayan, yani bir elbisesi olan bu topluma zorla dikilen elbise uy-maz.

Page 16: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

16

Aleviler bu ülkede kendi varlığını ör-gütlü yapısı ile hissettirmeye başladı. Ama bu kadar çok olan Alevilerin sesi niye bu kadar az çıkıyor?

Farklılıklarımızın yan yana gelmemi-ze engel olmadığını, ortak paydalarımız olduğunu düşünüyorum. Alevilerin ortak paydası eşit yurttaşlık haklarıdır. Zorun-lu din derslerinin kaldırılması ve Alevi köylerinde camilerin yapılmamasıdır.

Laik bir ülkede DİB’nin yeri yoktur. Laik bir ülkede Diyanet sorunu sadece Alevilerin sorunu değildir. Bu Türkiye’de yaşayan her vatandaşın, kendini vicdani olarak sorgulayan herkesin sorunudur.

Aleviler bin yıllık süreçte bu coğraf-yada, biraz da ‘ülkenin delisi’ olarak se-çilmiştir. Biz köyün delisi olmak istemi-yoruz. Biz kendi haklarımızı ve başka-larının da insani haklarını savunuyoruz. Onları da yanımızda görmek istiyoruz. .

Eski ABF Genel Başkanı Turan Eser

Mitingle ilgili düşüncelerini alalım. Son dönemde Alevi açılımının ne ol-duğu belli değil. Kamuoyuyla paylaşma-dan, Alevi toplumunun doğrudan temsil-cisi olan kurumlarla, örgütlerle ilişki kur-madan Aleviler konusunda hükümetin açıklamaları oldu. Hükümet, teolojik ze-mine geçti: “Önce sana ben bir tanım ge-tireceğim, sen bunu kabul edersen seni devlet içinde homojenleştireceğim.” Stra-teji bu!

İkincisi bu görüşmelerde demokratik müzakere hakkı verilmedi. “Talepleriniz nedir?” türünden gayri ciddi bir soru so-rulması çalıştayı anlamsız kıldı.

İşin kültürel, inançsal, teolojik kıs-mı hükümeti hiç ilgilendirmez. O benim muhatabım değildir. Benim muhatabım talibimdir, mürşidimdir, dedemdir, ba-bamdır, postnişinimdir.

Hükümetin çalıştay yapmaya gerek olmadan yapabilecekleri vardı. AİHM ve 8. Danıştay’ın kararını uygulayabilir;

Madımak otelinin müze olması için bir adım atabilirdi. Alevi köylerine cami ya-pılmasının durdurulmasıyla ilgili bir ka-rarnameye bile gerek yok, valiliklere bir talimat bile yeterdi. Cemevlerinin statü-sü için Bakanlar Kurulunun cami, kilise, sinagog, yanına cemevini eklese iş biter. Bunlar için çalıştaya falan gerek yok.

Türkiye’de din-devlet ilişkisini laiklik ekseninde kapsamlı olarak tanımlayacak bir çalıştaya ihtiyaç var. Bu çalıştaya bü-tün inanç grupları katılmalı. Din-devlet ilişkilerinin Türkiye’yi siyasal alanı, eko-nomik alanı, kamu kurumsal hizmetle-ri gerçek anlamda laikleştirecek bir çalış-taya ihtiyaç var.

Geçen seneden beri Hükümet kana-dında yapay girişimlerin dışında bir şey yok, değil mi?

Hem 9 Kasım, hem 8 Kasım mitin-gi Türkiye kamuoyuna ve dünya demok-ratik kamuoyuna “Ey aktörler, ey siyaset bakın, hâlâ Alevilerin sorunu çözülmedi. AKP bu konuda samimiyse koysun elini taşın altına; hukukun, demokrasinin ev-rensel ilkeleri çerçevesinde, temel hak ve özgürlükler ekseninde, gerçek laikliğin ilkeleri ekseninde bu işi çözsün. Bu ta-lepler bellidir.”

Alevi hareketi hükümetin bu konuda samimi olmadığını gördüğü için bu mi-tingler yapılıyor.

Bu mitinglerin diğer önemi şurada: Türkiye’de ister kültürel kimlik eksen-li mücadeleden yana olanlar olsun, is-ter sınıf eksenli mücadeleden yana olan-lar olsun bütün bu Türkiye’nin demokra-si güçlerinin Türkiye’de demokratikleş-tirme mücadelesinde buluşabileceği yeni mücadele zeminleri yaratma açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.

O açıdan da ben bu Alevi hak arayı-şının Türkiye’deki toplumun genel insan hakları hak arayışıyla buluştuğu sürece daha da başarılı olacağını düşünüyorum.

Söyleşiler: Ahmet Koçak

Page 17: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

17

Örgüt Yöneticilerinin Konuşmalarından

BölümlerAKD Genel Başkanı Tekin Özdil

ŞARKILARIMIZ, türkülerimiz, marşlarımız ne söylerse söylesin, Ey

İstanbul, sen bize layık değilsin! […] Ha-ramzade konaklarında, bilgisayar ekran-larında, televizyonlarda ölen gencecik Türk ve Kürt delikanlılarını görmeyen; sözüm ona onları anlamak adına kadınla-rı, Kürtleri ve Alevileri aşağılayan, kadın deyince seks köleliğinden başka bir şeyi layık görmeyen bu hastalıklı zihniyet, Eyy İstanbul, […] Sulukule’den kovulan Romanlar, Çingeneler, ne kadar uygar-laştırılmaya muhtaç barbarlarsa biz Ale-viler de o kadar barbarız! Cihangir’de bir dünya kurmaya çalışanların bedenlerinde patlayan coplar, hortumlar, biz Alevilerin de sırtında patlıyor. […]

Dün, tanklarıyla, toplarıyla gelmiş-lerdi. Dersimliler inanç merkezlerinden, sığındıkları mağaralardan sürülüp top-la, tüfekle, arpa ekilir gibi, ülkenin her yanına ekildiler. Yetmedi; köyler yakıl-dı, boşaltıldı. Yetmedi bugün barajlarıy-la geliyorlar! Dersimli Alevilere bir kere daha yol gözüküyor! Arkalarında kut-sal Munzur’u zincire vurulmuş halde bı-rakarak, Seyyit’lerin pala bıyıklarına dü-şen gözyaşlarıyla, bir kez daha, gidin de-niyor! […]

Öyle ki bazılarımızın mezarları bile yok. Ama mezarsız ölülerle dolu o top-raklarımıza… bugün uçakları, helikop-terleri, polisleri ve yandaşlarıyla gelip ce-mevlerimizi ziyaret ediyorlar. […]

Bu meydanda! Hep birlikte haykırı-yoruz: Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz! […]

Hayırlarınız, hayrolsun. Hak Muham-med Ali yardımcınız, Hızır yoldaşınız olsun.

PSAKD Genel Başkanı Fevzi Gümüş

PİR SULTAN’ın yarenleri, Pir Sultan’ın dostları, Pir Sultan’ın canla-

rı, hepinizi Banazlı Koca Haydar’ın inan-cı, bilinci ve direnci ile saygıyla, sevgiy-le, muhabbetle selamlıyorum. Hoş geldi-niz. Sefalar getirdiniz. [...]

Başta Tuzla işçileri olmak üzere tüm işçileri, memurları, çiftçileri, doğanın dengesini bozan hidroelektrik santrallere karşı onurlu bir mücadele veren Rizelile-ri, Artvinlileri, Dersimlileri saygıyla se-lamlıyorum.

Neo-liberal politikaların köleleştirdi-ği, yoksullaştırdığı emekçileri, özgür ve demokratik üniversite isteyen öğrencileri, kadınları, F Tipi cezaevlerinde insanlık onuru için direnenleri selamlıyorum. [...]

Şu meydandaki güzelliğe bakın. Kürtler ve Türkler bir arada… Aleviler ve Sünniler de bir arada… Türkiye’nin güzelliği bu meydanda! Bu meydan Tür-kiye... [...]

Sevgili Dostlar; bizler ne istiyoruz? Bu meydanı dolduran canlar ne istiyor? Aleviler ne istiyor?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırıl-ma sını istiyorlar. […] Devlet, inançla-ra eşit mesafede dursun istiyoruz. Ama o Di yanet İşleri Başkanlığı, strateji belge-lerinde zorunlu din dersinin kaldırılma-sını isteyen biz Alevileri, bizleri, canları kendisine tehdit olarak görüyormuş. Laik bir ülkede DİB olmaz diyoruz. O yüzden varsın DİB bizleri tehdit olarak görsün. Biz tehdit olmaya devam edeceğiz. […]

Sevgili dostlar, Aleviler, Milli Güven-lik Kurulu’nun hazırladığı siyaset bel-gelerinde, kırmızı noktalı haritalarda da vardı. Ama bizler o haritaları, siyaset bel-gelerini nasıl ki tarihin çöplüğüne attıy-sak, DİB’nin, o strateji belgelerini de ta-rihin çöplüğüne atacağız.

Değerli Canlar; bizler, Alevi köyle-ri ve mahallerine cami yapılmasına, Ale-vi çocuklarının asimilasyonuna hizmet eden zorunlu din derslerine de karşıyız.

Page 18: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

18

AABK Genel Sekreteri Servet Demir

DEĞERLİ CANLAR, sizler gibi bizler de heyecanlıyız. Davamı-

zın insanlık davası olduğunu biliyoruz. Avrupa’da yaşayan bir milyona yakın Alevi canlarımız yollarımızın, pirlerimi-zin, ecdatlarımızın söylediği gibi birliği-mizi kurduk, güçlerimizi bir araya getir-dik. Türkiye’nin çağdaşlaşması, demok-ratikleşmesi, Kürt halkının kendi özgür hakkını elde edebilmesi için Alevi toplu-mumuzun özgürce yaşayabileceği bir or-tamın sağlanması için yanınızdayız, kol kolayız, musahibiz sizlerle.

Türkiye’yi karanlığa götüren AKP ik-tidarına, şeriatçı güçlere, faşizme karşı omuz omuza, yanınızdayız. Avrupa’nın bütün ülkelerindeki canlarımız bizleri iz-lemektedir. Bu gururlu mücadelenin he-yecanı Avrupa’daki hareketi güçlendire-cektir. Konfederasyon olarak, bir milyo-na yakın yaşayan insanlarımızı oradaki mücadelesiyle Avrupa’da Alevilik bilin-mez iken bilinir oldu, tanınır oldu.

Türkiye’de AKP ve bu zihniyeti taşı-yan güçler bizim varlığımızı halen inkâra soyunuyorlar. Bu mücadeleye karşı birli-ğimizi güçlendirmek zorundayız. AKP iktidarı ve onun siyasi temsilcilerinin ve Türkiye’deki derin devlet Avrupa’daki Alevi hareketini, buradaki canlardan ko-parmak operasyonu içerisindedir. Buna karşı dur diyecek miyiz? Beraber olacak mıyız? Biz sizinleyiz, siz bizimlesiniz.

Bu başarılı mücadelenizde hepini-ze başarılar diliyorum ve Türkiye’nin öz-gürleşmesi için, laikleşmesi için; postal-ların değil, şeriatın değil, demokrasinin, laikliğin, güzelliğin, sevdanın sesinin yükseldiği bir ülke olsun istiyoruz.

Kurumum adına bütün canları say-gıyla, sevgiyle selamlıyor, Alevi toplu-mumuzun bu kaliteli, güzel heyecanlı mücadelesine destek veren tüm demokra-si güçlerine huzurlarınızda teşekkür edi-yorum, medyamıza teşekkür ediyorum. Sağ olun var olun.

ABF Genel Başkanı Ali Balkız

DEMİŞTİK ki; Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılsın, Zorunlu Din Dersleri kaldırılsın, Cemevlerimiz yasal statüye kavuşsun, Alevi köylerine cami yapma politikala-rından vazgeçilsin, Madımak müze olsun Başta Hacı Bektaş Dergâhı olmak üze-re, elimizden alınmış olan değerlerimiz biz gerçek sahiplerine iade edilsin. [...]

Birçoğunuz İstanbul’da yaşıyorsunuz. Hemen yakınımızda Şahkulu var, Kara-caahmet var, Erikli Baba var. Bunlar Os-manlı döneminden, atalarımızdan kalma dergâhlarımız ve mekânlarımız. Burada-ki dernek ve vakıfl arımız kirada oturu-yorlar. [...] Hangi caminin cemaati oraya kira ile girip çıkıyor? Hangi caminin ce-maati Hacıbektaş’ta olduğu gibi içeriye girerken bilet alarak giriyor? Bu ne biçim dünya, bu ne biçim hak, bu ne biçim hu-kuksuzluk? [...]

Anlattık bunları. Yetmedi, mahkeme-lere gittik. AİHM’ye kadar gittik, oradan kararı alıp Sayın Başbakan’ın kapısına astık. [...] Anladık ki hükümet mahkeme kararlarını uygulamayacak. Oysaki bili-yoruz mahkeme kararlarını uygulama-mak gibi bir seçeneği olamaz. [...]

Mahkeme kararını uygulamamak anayasal bir suçtur. Hem de laikliğe kar-şı mücadelenin odağı olmak gibi bir suç-tur. Suç işliyorlar. Onları dâr’a çekeceğiz. Dâr’a çekeceğiz ve soracağız. En büyük dâr da sandıktır. [...]

Dünyada her şey çok değişti. Tür-kiye çok değişti, AKP değiştirilir, dev-let değiştirilir, yurttaşlarını kucaklamalı-dır, yurttaşlarıyla barışmalıdır, Kürtlerle barışmalıdır, Alevilerle barışmalıdır, iş-çilerle barışmalıdır, ülkemizde barış ol-malıdır. Çünkü biz barışın diliyle konu-şuyoruz. Çünkü biz yurtta sulh, cihanda sulh sözcüğünün ne anlama geldiğini bi-liyoruz.

Saygılar sunuyorum. ,

Page 19: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

19

Prof. van Bruinessen, Hollanda’nın Utrecht

Üniversitesi, Arap, Fars, Türk Dilleri ve Kültürü Bölümünde öğretim üyesidir ve

Modern Dünyada İslam Araştırmaları

Enstitüsü’nün (ISIM) Başkanlığını

yürütmektedir. 1994 yılından beri Türkçe ve Kürtçe

araştırmaları dersleri vermektedir.

BU YAZI, 1999 yılında Turcica dergisinin 31. sayısında (sayfa: 549–553) yayınlanmıştır. Irène Mélikoff’un kurucusu olduğu Turcica, Paris Toplum Bilim Araştırmaları Yüksek Okulu, Türkçe Konuşulan Dünya Tarihi Merkezi tarafından yayınlanan bir dergiydi.

Prof. van Bruinessen bir araştırma iznine çıkmak üzere Hollanda’dan ayrılmadan kısa süre önce eline ulaştırabildiğimiz çeviri met-

nine ancak kısaca bir göz atma olanağı buldu. Yayınlanması için izin verdiğini belirtirken dilin akıcılığı açısından çeviriyi bir kez daha gözden geçirmemizi istedi.

Gözden geçmiş bu çeviri metninin bile bir dil uzmanı olan Prof. van Bruinessen’in alışılmış yüksek standarlarında olmamasının sorumluluğunu tümüyle üstlenir, kendisine yayın izni verdiği için teşekkür ederiz.

Ölümünün birinci yıldönümünde Prof. Irène Mélikoff’un Alevilik araştırmalarına yaptığı bilimsel katkının

nesnel değerlendirmesine hizmet etmesi amacıyla, Prof. Martin van Bruinessen’in onun önemli bir kitabı üzerine

yazdığı değerlendirmenin çevirisini sunuyoruz:

I. Mélikoff’un “Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe” Kitabı Üzerine

Bir Değerlendirme

Prof. Martin van Bruinessen, Utrecht Üniversitesi

Irène Mélikoff, Hadji Bektach: un mythe et ses avatars. Genèse et évolution du soufi sme populaire en Turquie [Hacı Bektaş: Efsaneden

Gerçeğe. Türkiye’de Halk Sufi zminin Doğuşu ve Gelişimi]. Leiden, Brill, 1998. [Islamic History and Civilization, Studies and Texts, volume 20].

xxvi + 317 sayfa, bibliografya, indeks. ISBN 90 04 10954 4.

Alevilik ve Bektaşilik üzerine akademik araştırmalar uzun bir süredir Türkolojinin biraz ezoterik bir dalı olarak görülmek-

teyken, son yirmi yıl içinde artan bir hız kazandı. Bu hızlanma, Alevilerin uzun süredir izledikleri dikkati üzerlerine çekmeme si-yasetini terk edip toplumsal yaşamda birdenbire yeni bir önem ka-zanmasına ve Aleviliğin Türkiye’de ve Avrupa’da göçmenlikte çar-pıcı bir atılım göstermesine paralel olarak ilerledi. Bu alandaki araş-tırmalarda önemli dönüm noktaları olarak aşağıdakileri sayabiliriz: Süreyya Farukî’nin Osmanlı Anadolusunda Bektaşi tarikatının top-lumsal ve ekonomik temelleri üzerine çalışması (Der Bektaschi-Orden in Anatolien [Anadolu’da Bektaşi Tarikatı], WZKMS 2,[*] Vi-yana, 1981; Ahmet Yaşar Ocak’ın menâkıbnâme ve diğer ilgili metin-ler üzerine dilbilim çalışmaları; Altan Gökalp’in Têtes rouges et bo-uches noires [Kızılbaşlar ve Kara Ağızlılar] (Paris, 1980) ve Kriszti-na Kehl-Bodrogi’nin Die Kizilbaş-Aleviten [Kızılbaş Aleviler] (Ber-lin, 1988) gibi Aleviliği antropolojik açıdan ele alan çalışmalar; so-nuçları Bektachiyya [Bektaşilik] (editörler: A. Popovic ve G. Veinste-in, İstanbul, 1995) ile Syncretistic religious communities in the Near East [Yakın Doğu’da Bağdaştırmacı (Senkretik) Dini Topluluklar] (editörler: K. Kehl-Bodrogi ve diğerleri, Leiden, 1997) adlı derle-

Page 20: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

20

melerin yayınlanması olan Bektaşi tarikatı üzerine 1986 Strasbourg Konferansı ve Alevilik üzerine 1995 Berlin Konferansı.

1980’li yılların sonu aynı zamanda Aleviliğin ve Alevi kimliği-nin ne olduğunu yeniden tanımlamaya çabalayan Alevi aydınlarının, Alevi okuyuculara seslendikleri çok sayıdaki yayının başlangıcı oldu. (Bu yeni Alevi yazını Karin Vorhoff, Zwischen Glaube, Nation und neuer Gemeinschaft: Alevitische Identität in der Türkei der Gegen-wart [İnanç, Ulus ve Yeni Toplum Arasında: Bugünün Türkiye’sinde Alevi Kimliği], Berlin, 1995 adlı yapıtında incelemiştir.) Bu Alevi ya-yın dalgası, bolca icat edilmiş gelenek ve siyasal içerikli tartışmala-rın yanı sıra Bektaşilerin manevi liderlerinin yetkin çalışmaları ile es-kiden gizli tutulan yerel inanç ve uygulamalara ilişkin çok miktarda bilginin de yayınlanmasına neden oldu.

Alevilerin ve Bektaşilerin tarihi, yazını, inanç sistemi, ayinleri ve toplumsal yaşamıyla ilgili çok sayıda yeni ve çoğu kez son de-rece ayrıntılı bilgi kullanılabilir hale gelmişti, ancak son zamanlara kadar bunlar, tüm bu malzemenin sistemli bir eleştirel değerlendir-mesini yapan ve sentezini sunan genel incelemelerle tamamlanma-mıştı. John Kingsley Birge’ün ünlü yapıtının (The Bektashi order of dervishes [Dervişlerin Bektaşi Tarikatı], Londra ve Hartford, 1937) artık bir halefe gereksinimi var. Bu yapıt her zaman temel başvuru kaynağı olarak kalacak, ancak artık açıkça eskidi ve coğrafi kapsa-mı da sınırlı. Ele aldığımız yapıt bu konu üzerinde yeni standart kay-nak kitap olabilir gibi görünüyor. Gerçekten çok az insan böyle bir senteze girişmek için İrene Mélikoff’tan daha iyi konumda olabilir: O, Alevi-Bektaşi mirasına büyük bir olasılıkla tüm batılı araştırma-cılardan daha fazla ilgi duymuş ve kendini vermiştir. Konu üzerin-de yakın zamanlarda yapılan araştırmaların çoğu onun yeni ufuklar açan makalelerinden esinlendiler (Bu makalelerin en önemlileri Sur les traces du soufi sme turc [Türk Sufi liğinin İzinde], İstanbul, 1992,

Alevilerin ve Bektaşilerin tarihi, yazını, inanç sistemi, ayinleri ve toplumsal yaşamıyla ilgili çok sayıda yeni ve çoğu kez son derece ayrıntılı bilgi kullanılabilir hale gelmişti, ancak son zamanlara kadar bunlar, tüm bu malzemenin sistemli bir eleştirel değerlendirmesini yapan ve sentezini sunan genel incelemelerle tamamlanma-mıştı. Ele aldığımız yapıt bu konu üzerinde yeni standart kaynak kitap ola-bilir gibi görünüyor.

Prof. Irène Mélikoff1917 - 2008

Page 21: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

21

Genç bir Kürt Alevi Madam

Mélikoff’a neden çalışmalarında hiç Kürtlerden söz etmediğini sorunca ondan

çarpıcı bir yanıt alır: “Hakkında konuşmadığım birçok olgu var.

Örneğin, aranızda gizli Ermenilerin olduğundan söz etmem.” Bu söz

okuyucunun, daha başka hangi

konulardan hiç sözetmemeye

karar verdiğini merak etmesine

neden oluyor.

adlı yapıtında toplanmıştır). Alevi aydınları arasında olduğu gibi aka-demik çevrelerde de büyük saygınlık duyulan Profesör Mélikoff, bu kitapla her iki ortamda da otoritesini ortaya koydu.

Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe çok geniş kapsamlı konuları ele alıyor: Eski Türk dininin (“Şamanizm”) islamlaşma süreci, Ana-dolu Türkmenleri, efsanevi ve tarihsel bir kişilik olarak Hacı Bek-taş, “Bektaşi bağdaştırmacılığına (senkretizmine)” katılan birbirin-den farklı (heterojen) öğeler, Bektaşi tarikatının tarihi, Alevi-Bektaşi inançları ve törenleri, Bektaşi yazını ve günümüzde Aleviliğin ye-niden uyanışı. Kitap hem Alevi-Bektaşi çalışmalarının en son var-dığı konumunu gözden geçirmeyi hem de Profesör Mélikoff’un ki-şisel ilişkileriyle bilimsel kariyerinin bir dökümü olmayı amaçlıyor. Kitabın kapsadığı geniş konuyu ve yazarının ikili amacını gözönü-ne tutarsak, belki de kitabın dengeli olmadığını ve bazı bölümlerin diğerlerine oranla daha tatmin edici olduğunu söylemek şaşırtıcı ol-maz. Mélikoff en iyi performansını, kitaba adını veren bölümde ve inançlar ile adetlerle ilgili bölümde gösteriyor. O bölümlerde günü-müzdeki bilgimizin durumunun usta bir sunumunu yapıyor. Öte yan-dan bazı başka bölümlerde ise Alevilikle kendisinin doğrudan ilgisi ve bazen yanlı, bazen de savunulamaz görüşlere bağlılığı nedeniyle kendini kaptırıp gitmiş gibi görünüyor. Hemen belirtmeliyim ki kita-bın çeşitli yerlerinde bu görüşlere karşı çıkan deneyimlere ve tartış-malara değiniyor ve bunlardan ne kadar etkilendiğini de gizlemiyor.

Genç bir Kürt Alevi, Madam Mélikoff’a neden çalışmalarında hiç Kürtlerden söz etmediğini sorunca ondan çarpıcı bir yanıt alır: “Hak-kında konuşmadığım birçok olgu var. Örneğin, aranızda gizli Erme-nilerin olduğundan söz etmem.” Bu söz okuyucunun, kendisinin daha başka hangi konulardan hiç sözetmemeye karar verdiğini merak et-mesine neden oluyor. Bu arada belirtelim ki kitapta hem Kürtlerden

hem de Alevilerden bahsediliyor, ancak Mélikoff, Kürt-lerin günümüzdeki Aleviliğin oluşumundaki önemini çok düşük düzeyde görüyor. Eski çalışmalarının so-nuçları üzerinde bir düzeltme yaparak önemli sayıda-ki Orta ve Doğu Anadolu Alevisinin Kürtçe konuştu-ğunu (Kırmançi ya da Zazaki) ve Alevilik ile Yezidi ve (Kürtlerin içinden doğmuş olan) Ehl-i Hak dinleri arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunduğunu kabul edi-yor, ne var ki bu gerçeklerden çok rahatsızlık duyduğu da açık. Onun duyduğu bu rahatsızlık, Kürt milliyet-çiliğinin, Kürtçe konuşan Alevilerin (hatta onlara bazı Türkçe konuşan Aleviler de eklenebilir) en azından bir kısmı için giderek belirginleşen çekim gücü nedeniyle daha da artıyor.

Aleviliği kendi istediği biçime sokma yolundaki çe-şitli çabalar içinde Kürt milliyetçilerinin çabalarını Ale-vi toplumu için büyük bir tehlike olarak görüyor. Yakın zamanda Türkiye’de ve Avrupa’daki göçmen Aleviliğin

Page 22: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

22

Alevileri kendi istedikleri biçime sokma çabaları içinde Profesör Mélikoff’un yermediği (belki de o şekilde görmediği) tek yaklaşım, Aleviliğin neredeyse her yönüyle Orta Asya Türk kaynaklı olduğunu öne süren Türk milliyetçisi çabadır.

yeniden dirilişinin sonuçlarından biri de Alevi kimliği üzerine yürü-tülen canlı ve son derece siyasal içerikli tartışma oldu. Marksistlerin ve Kemalistlerin yanında Türk ve Kürt milliyetçileri, Sünni ve Şii İs-lamcılar da Aleviliği sahiplendiler ve ona kendi tanımlarını dayat-maya yeltendiler. Profesör Mélikoff bazı çevrelerin bugünlerde Ale-viliği, On İki İmamcı (isna aşariye) Şiiliğin içinde eritmeye çabala-masını Kürt milliyetçiliğinden daha büyük bir tehlike olarak gördü-ğü için Bektaşiliğin/Aleviliğin oluşumunda Şii ve İran öğelerinin rol-lerinin önemini azaltmaktadır. Ona göre Hurufi lik ve Kızılbaş hare-keti damgasını vurmadan önce Şii bir etkilenmeden söz edilemez. Kendisi, Kızılbaş hareketinin Türk-Moğol özelliğine daha fazla ağır-lık vermektedir.

Sünnilerin, Alevileri kendi istedikleri biçime sokma çabalarına gelince, Mélikoff bu konuyla ilgili olarak kısaca bazı Sünni çevre-lerin “gerçek Aleviliğin” Şeriata saygılı olduğunu, dolayısıyla bu-günkü Alevilerin özgün Alevilikten saptıklarını kanıtlamaya çaba-ladığından sözediyor. Buna karşın bu savın sık sık başvurduğu, Hacı Bektaş’a atfedilen ortodoks metin, Makâlât, üzerine uzun bir tartış-ma yürütüyor. Ve hepsi esas olarak Hacı Bektaş’ın Kalenderi bir der-viş olmasına indirgenebilir bir dizi nedenden dolayı bu belgeyi onun yazmış olamayacağına karar veriyor. Buna karşın bu metnin Türk-çe düzyazı ve şiir biçimindeki çeşitli biçimlerini erken (14–15. yüz-yıl) Bektaşi ortamı ile ilişkilendiren geleneksel söyleme karşı çıkmı-yor. Ayrıca din kurallarına karşı olduğu öne sürülen çevrelerde şeri-at yönelimli sufi düşüncelerin varlığının sonuçları üzerine de bir tar-tışma yürütmüyor. Profesör Mélikoff’un sempatisi ve akademik ilgi alanı esas olarak geniş Bektaşi/Alevi yelpaze içinde en az islamlaş-mış olan yana yöneliyor. Alevi ve Bektaşi toplulukların Sünni İsla-mın önemli bir kısmını benimsemiş olan kesimleri onun inceleme alanının dışında kalıyor.

Alevileri kendi istedikleri biçime sokma çabaları içinde Profe-sör Mélikoff’un yermediği (belki de o şekilde görmediği) tek yak-laşım, Aleviliğin neredeyse her yönüyle Orta Asya Türk kaynak-lı olduğunu öne süren Türk milliyetçisi çabadır. Vilayetname ve di-ğer menakıbnameler gibi erken döneme ait Türkçe metinlerde do-ğal olarak Türklerle ilgi dini unsurların bulunması beklenir, ancak o açıdan bile bu metinlerde ortodoks Müslüman olmayan herşeyin mutlaka Orta Asya Türk kaynaklı olması gerektiği varsayılamaz. Mélikoff’un “şamanist” olduğunu iddia ettiği (ve dolayısıyla Türk olduğunu ima ettiği) unsurlar arasında görülmez varlıklara inan-mak, kutsal dağlar, sihirli uçuş ve insanların kuşlara ya da diğer hayvanlara dönüşümü var. Bunların eski Türk dininde var olduğu konusunda kuşku yok, ancak bunlar asla sadece bu dine özgü de-ğildir ve büyük bir olasılıkla daha Türkler gelmeden once bu yöre-de vardılar. Mélikoff bu metinlerde, “şamanist” ayinleri “çok eski Türklerin ve Moğolların icra ettikleri biçimde” okuyor ve Alevi-Bektaşiin ayin dansı olan sema[h]ın bu şamanist ayinlerin bir par-

Page 23: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

23

çası olarak ortaya çıktığını öne sürüyor. Şamanların da dans ettik-leri (ancak farklı bir biçimde) gerçeğinin dışında, sema[h]ın Orta Asya kaynaklı olduğunu gösteren herhangi bir kanıttan benim bil-gim yok (Mélikoff da hiçbir kanıt göstermiyor). Bektaşilerin ve Ale-vilerin temel dini ayini olan ayin-i cem’in güzel ve ayrıntılı bir su-numunu yapan Mélikoff, erkek ve kadınlar beraber katıldığı ve alkol-lü bir içki paylaşıldığı için onu geleneksel Türk “toy”una benzetiyor. Daha önceki nesilden araştırmacılar bu ayinin Hıristiyan kökenli ol-duğuna inanıyorlardı. Hz. İsa’nın Son Yemeği yerine model olarak “toy”u geçirmek siyasal bir tercihtir, fakat Bektaşiliği daha iyi anla-maya yönelik bir adım olmaktan çok uzaktır.

Profesör Mélikoff, Bektaşilikte Hıristiyan unsurlar bulmayı arzu-layan Hasluck, Birge, Kissling ve Vryonis gibi araştırmacılar ile ken-disi arasına çok belirgin bir meseafe koyuyor.[**] (İnsan, onun Bekta-şiliğin esas olarak Türklere özgü olduğunu vurgularken, akademik alanda olduğu gibi siyasal alanda da Türklerin yabancı egemenliği-ne karşı kendi haklarını savunmasına duyduğu sempatiyi yansıttığı-nı hissediyor.) Böyle Hıristiyan unsurlarının varlığını yansımıyor, an-cak onların sadece yüzeysel olduğunu beyan ediyor. Öte yandan, ki-tabın başka bir yerinde Alevi ve Ehl-i Hak inançları ve uygulamala-rı arasındaki benzerlikleri açıklamaya çabalarken yine Hıristiyan kö-ken üzerine kendi varsayımına başvuruyor. V. Ivanof’un üzerinde de-rin düşünmeden yapmış olduğu bir öneriyi ele alarak, “Ehl-i Haklar-da ve Alevilerde izleri görülen çeşitli heterodoks [sapkın] doktrinle-ri ortaya çıkaran” Poliken (Pavlikyan) sapkınlığının bu benzerliklerin olası kökeni olduğuna işaret ediyor. Ne var ki bu Ermeni tarikatıyla il-gili sınırlı bilgimiz, yöredeki günümüzün bağdaştırmacı tarikatları-nın inançlarıyla kolayca bir bağ kurulmasına izin vermiyor. İrani dil-leri konuşan halkın dinsel inançlarının içindeki İranlı unsurları açık-lamak için neden ortak bir Ermeni köken öne sürmek gerektiğinin akla uygun bir açıklamasını göremiyorum. (Bu, Aleviliğin içinde Er-

meni unsurunu yadsımak anlamına gelmiyor. Sık yaşanan din değiştirmeler nedeniyle bile olsa yöre-de yaşayan değişik etnik grupların popüler dinleri-nin her halükarda pek çok ortak yanı vardır.)

Yezidilik, Ehl-i Hak ve Alevilik (Özellik-le Dersim Aleviliği) arasındaki çarpıcı benzer-lik, henüz tatmin edici biçimde yanıtlanamamış olan birçok soruyu gündeme getiriyor, fakat bu dinlerle ilgili son zamanlarda yapılan çalışmalar Aleviliğin-Bektaşiliğin içindeki Kürt (ya da en azından İran) unsurunun uzun zamandır sanılage-lenden daha önemli olduğunu gösteriyor. Profesör Mélikoff bunu kabul etmekte zorlanıyor. Ona göre Kürtler, Sünnilerin içinde en fanatik olanlarıdır ve Alevilerle Yezidilerin ezeli düşmanlarıdır. Bu ne-denle, Alevileri onların toplumlarını hedef alan

Yezidilik, Ehl-i Hak ve

Alevilik (özellikle Dersim Aleviliği)

arasındaki çarpıcı benzerlik,

henüz tatmin edici biçimde

yanıtlanamamış olan birçok

soruyu gündeme getiriyor, fakat bu

dinlerle ilgili son zamanlarda

yapılan çalışmalar Aleviliğin-

Bektaşiliğin içindeki Kürt

(ya da en azından İran) unsurunun

uzun zamandır sanılagelenden

daha önemli olduğunu

gösteriyor. Profesör

Mélikoff bunu kabul etmekte

zorlanıyor.

Page 24: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

24

Kürt propagandası tehdidine karşı uyarıyor. Ken-disinin, aralarında bazı Türkçe konuşanlar da ol-mak üzere birçok geleneksel Anadolu Alevi top-luluğunun “Türk” sözcüğünü kendileri için değil, kendi dışlarındaki Sünniler için kullandığının far-kında olmadığı görülüyor. Bu gözlemden, Alevili-ğin esas olarak Türk olmadığı sonucuna ne ölçüde varılabilirse, özünde Kürt olmadığını düşünmeye de o ölçüde neden vardır.

Günümüzdeki Kürt milliyetçileri, Mélikoff’un öne sürdüğü gibi, Kürtçe konuşan Alevilerin Kürt olduğunu ilk öne sürenler değildi. (1960’ların ilk Kürt milliyetçilerinin çoğu aslında Aleviydi). Os-manlı belgeleri Kürtçe konuşan Alevi aşiretleri-ni genel olarak Ekrâd ya da Türkmen Ekrâdı ola-rak anıyordu. Son zamanlardaki yapılan bir bu-luş özellikle çarpıcıdır. Profesör Mélikoff, Irène Beldiceanu-Steinherr’in ilk Bektaşilerin, görünüşe gore Çepniler ile Bektaşlu adlı grubun karışımın-dan oluşan bir aşiret topluluğundan oluştuğunu bu-lan çalışmasına değiniyor. Bazı Osmanlı belgeleri-ne göre ikinci grup, göçebe bir Türkmen Ekrâdı idi (Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşivi Belgeleri’ne Göre Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İstanbul 1979, s. 239). İlk grupla il-gili olarak, Altan Gökalp, üzerinde çalıştığı Çep-niler arasında Kürtçe konuşan bir kesimin olduğunu buldu! (Kendisi bundan bana bir kez sözetti, ancak kitabında buna değinmiyor.)

Pek tabii ki benim niyetim Aleviliğin ortaya çıkışının Türk kö-kenli olduğu tezinin yerine Kürt kökenli olduğu iddiasını geçir-mek değil. Aleviliğin ortaya çıkışı ve gelişmesi, Anadolu’nun etnik ve kültürel karmaşıklığını ve dinlerinin uzun tarihini dikkate al-madan anlaşılamaz. Bektaşi tarikatının kökenlerine dönersek, Pro-fesör Mélikoff’un, Ahmet Karamustafa’nın 13. ile 16. yüzyıllar ara-sındaki sapkın derviş grupları üzerine son zamanlarda yapmış oldu-ğu önemli çalışmadan söz etmemesi üzücüdür. (God’s unruly friends [Tanrı’nın Boyun Eğmez Dostları], Salt Lake City, 1994; ve özellikle “Kalenders, Abdals, Hayderis: the formation of the Bektaşiye in the sixteenth century [Kalenediriler, Abdallar ve Haydariler: On Altın-cı Yüzyılda Bektaşiyenin Kuruluşu]”, bakınız: H. Inalcik ve C. Ka-fadar, Suleyman the Second and his time [İkinci Süleyman ve Onun Çağı], İstanbul, 1993) Bu çalışma, konuyla son derecede ilgilidir ve Mélikoff’un algıladığından çok daha güçlü bir İran etkisi bulunduğu-nu ve bu dönemde dervişler arasında İslamiyet bilgisinin daha derin olduğunu öne sürmektedir.

Mélikoff’un kitabının son bölümü, yakın zamanlardaki gelişme-lerle ilgilidir ve ağırlıklı olarak tek bir bilgili Alevi kaynakla yaptığı

Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğeİrene Melikoff, Çev.: T. Alptekin

ISBN: 978-975-7720-51-814 x 20 cm boyutunda 443 sayfa

İstanbul, Haziran 1999Cumhuriyet Kitapları 0212.343 72 74

kitap.cumhuriyeti.com

Günümüzdeki Kürt milliyetçileri, Mélikoff’un öne sürdüğü gibi, Kürtçe konuşan Alevilerin Kürt olduğunu ilk öne sürenler değildi. (1960’ların ilk Kürt milliyetçilerinin çoğu aslında Aleviydi). Osmanlı belgeleri Kürtçe konuşan Alevi aşiretlerini genel olarak Ekrâd ya da Türkmân Ekrâdı olarak anıyordu.

Page 25: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

25

söyleşilere dayanmaktadır. Önemli gelişmelere yer verildiği için bu anlatım yeterlidir, ancak Alevilerin benimsemiş oldukları farklı tut-malara karşı pek adil davranmamaktadır ve ayrı gelişmeleri açıklama ya da onları siyasal bir çerçeve içine oturtma çabası yoktur. Güncel gelişmelerin daha derin bir incelenmesiyle ilgilenen okurlar, Karin Vorhoff’un (yukarda anılan) kitabına ve Krisztina Kehl-Bodrogi’nin son zamanlardaki çalışmalarına (örneğin Orient 34, 1993 ve Sociolo-gus 28, 1998) başvurmalıdır.

Özetleyecek olursak, Hacı Bektaş: Efsaneden Gerçeğe, umulanın aksine, en son Alevi-Bektaşi çalışmalarının bütününün gözden geçi-rilmesini sunmuyor. Önemli bir bölümü kısmen Profesör Mélikoff’un daha önce yaptığı katkılardan esinlenmiş olan son dönem çalışmala-rın çoğu bu çalışmada ele alınmıyor. (Bibliyografya bölümünde bazı yeni yayınlar listelenmiş, ancak ve Türkiyeli Alevi yazarların son za-manlardaki birçok önemli çalışması gibi onlar da kitapta değerlendi-rilmeden kalmış.) Olasıdır ki bu çalışma alanı artık tek bir bilim in-sanını hâkim olamayacağı ölçüde genişledi ve çeşitlendi. Buna karşın kitap, bu alanda önde gelen bir bilim insanının kırk yılı aşkın meslek sürecindeki araştırmalarından edindiği derin anlayışı ve vardığı so-nuçları sunuyor. Bu çalışma, uzun zamandan beri batı dillerinde bu konuda yazılmış ilk önemli çalışmadır ve daha uzun bir süre boyunca Birge, Hasluck ve diğer bir kaç yazarın eserleriyle birlikte temel baş-vuru kaynağı olarak kalacaktır.

Sacayak için çeviren: Mustafa Kızıltepe, Eylül 2009

SACAYAK’IN NOTLARI:[*] WZKMS2 - Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes [Yakın

Doğu ile İlgilenenler için Viyana Dergisi] Viyana Üniversitesi, Dil ve Kültür Bilimleri Fakültesi, Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün süreli yayınıdır. Süreyya Farukî’nin çalışması 1981 yılında özel cilt iki olarak yayınlanmıştır.

[**] Türkologlar: Frederick William Hasluck (1878–1920) Sultanların Yönetiminde Hıristiyanlık ve İslam, 1926; John Kingsley Birge (1888–1952) Dervişlerin Bektaşi Tarikatı (1937); Hans-Joachim Kissling (1912–1985) ve Prof. Speros Vryonis Jr. (1928) Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles, Orta Çağ Helenliğinin Anadolu’da Çöküşü ve Onbirinci Yüzyıldan Onbeşinci Yüzyıla kadar İslamlaşma Süreci (1972).

Olasıdır ki bu çalışma alanı

artık tek bir bilim insanını hâkim

olamayacağı ölçüde genişledi

ve çeşitlendi. Buna karşın

kitap, bu alanda önde gelen bir bilim insanının

kırk yılı aşkın meslek

sürecindeki araştırmalarından

edindiği derin anlayışı ve vardığı sonuçları

sunuyor.

Feyzullah Çınar (1937 - 24 Ekim 1983)

1968 yılında katıldığı Hacı Bektaş’ı anma toplantısında karşılaştığı Irène Mélikoff

tarafından Fransa’ya davet edildi. Çeşitli ülkelerde Alevilik üzerine konferans

verdi, müzük ve kültür örnekleri sundu. 1971 yılında Radyo France’ın konuğu

olarak Paris’te Alevi-Bektaşi deyişlerinden oluşan bir uzunçalar doldurdu.

Page 26: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

26

Patırtısı-gürültüsü-telaşesi-tellalı-sihirbazı-hilekârı bol, cav-cavlı ortamlara hapsolmayın, başkalarının dünyasında mutluluk aramayın.Zaten siz kendiniz bir dünyasınız. Önce içinizdeki dünyanızla bütünleşin… Özgürleşin…

Mutluluk Sizi Çağırıyor…David Durak Arslan

Mutluluk sizi çağırıyor…Siz ise hepiniz mutluluğu arıyorsunuz…Kiminiz, bazen sesinden o’nu tanıyorsunuz ve umut ile, heyecan

ile, azim ile o’na doğru yürüyor ve mutlu oluyorsunuz.Kiminiz çoğu zaman o’nu duyamıyorsunuz. Duyuyorsunuz

belki o sesi tanıyamıyorsunuz ya da anlayamıyorsunuz. Oysa mutlu olmayı özlüyor, soruyor ve bulmak için çabalıyorsu-

nuz her an ve her yerde.Kiminiz mutlu olmak için bir başkasını mutsuz ediyorsunuz

istemeden.Kiminiz bir başkasını mutlu etmek uğruna kendiniz mutsuz

oluyorsunuz isteyerek.Hâlbuki mutluluk herkese yetecek kadar bereketli…Mutlu olmak hakkınız.Nefes almak kadar, su içmek ve gökyüzüne bakmak kadar bir

haktır hepinize mutluluk.Mutluluk sizi çağırıyor…O’nu duyamayıp, yerini ve yönünü bulamadıkça, o’nu hep arar,

arar ve güzelim ömrünüzü mutluluğu bulamamakla tüketirsiniz.Kiminiz mutluluğun parada, pulda olduğunu sanırsınız, paraya-

pula sahip oldukça ondan uzaklaşırsınız.Kiminiz mutluluğun şanda-şöhrette olduğunu zannedersiniz,

şana-şöhrete sahip oldukça olanı da kaybedersiniz.Kiminiz mutluluğun güçte-iktidarda olduğunu zannedersiniz,

zafer üstüne zafer elde eder, sonunda alt ettiğiniz şeyin kendi mutluluğunuz olduğunu fark edersiniz.

Kiminiz mutluluğun sahip olmak istediğiniz bilgide-görüntüde olduğuna inanır, sahip olduklarınızın bile yaralanmasını sağlarsınız.

Kiminiz mutluluğun çok sevdiğiniz birinde olduğunu düşünür, “beni mutlu et” diye ağır bir sorumluluk yükleyip, hem o’nu hem kendinizi yok edersiniz.

Oysa mutluluk sizi çağırıyor…Bıkmadan, usanmadan, yerinden hiç kımıldamadan sizi bekli-

yor mutluluk.Sizi mutsuz eden her ne var ise hayatınızda, siz mutluluğun se-

sine yöneldiğiniz anda birer birer yok olacaklar.Sizin mutluluğa attığınız her adımla yok olacak olan kötülük-

lerin gölgelediği güzellikler fi lizlenecek, bağınızda, bahçenizde, güller açacak, bülbüller ötecek, nice dostlar gelip geçecek mutlulu-ğa giden bu yoldan.

Mutluluk sizi çağırıyor…Boşuna, sağa-sola, öne-arkaya, aşağıya-yukarıya bakınmayın.O’nu duyumsamak için, algılamanızı yeniden ayarlayın.

Page 27: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

27

Patırtısı-gürültüsü-telaşesi-tellalı-sihirbazı-hilekârı bol, cav-cavlı ortamlara hapsolmayın, başkalarının dünyasında mutluluk aramayın.

Zaten siz kendiniz bir dünyasınız. Önce içinizdeki dünyanızla bütünleşin… Özgürleşin…Kendi derinliğinizde koyulaşan, zengin, samimi, sade ve sessiz

sohbete kulak verin, dinleyin.Mutluluk sizi çağırıyor… Daha fazla bekletmeyin.

Strasbourg, 22 Ağustos 2009

Çekildi sinsice kınına karanlık, kanlı, kirli ve hilekâr ‘el’

Hoş geldin dedi, kendine dua eder gibi göğe açılan emeğin tanrısı yüz binlerce yaratıcı el’ler.

Yerdeki karınca, gökteki kuş, denizdeki balık tattı bir günlük baharı.

Bu sırra, bu keramete inanmayana “gelme gelme”

Bu meydanda bir Can olup bütünleşene “dönme dönme” dedi Pirler.

Cemâl Cemâle yedi tepeli şehirde, Cem oldu geçmiş ile gelecek.

Dört mevsimi kışa çevrilmiş memleketimize.

Bahar geldi Canlar, yine gelecek. Bundan böyle, kıştan sonra,

yaz’dan önce vaktinde gelecek.Biz baharız, bahar biziz kime ne.

8 Kasım Kadıköy Mitingi Üzerine…

Canlar…David Durak Arslan

Bahar geldi memlekete,Dört mevsimi kışa çevrilmiş,

doğduğumuz topraklara, Bir tek günlük bahar geldi!Bugün 8 Kasım 2009,Yer İstanbul-Kadıköy.Yağmur taneleri gibi buluştuk,

aktık dört koldan Kadıköy meydanına.Gözlerimizdeki ışığı birleştirdik, Ay oldu, Güneş oldu.Alnımızdaki teri karıştırdık, Irmak oldu, Sel oldu.Soluduğumuz nefesi buluşturduk, Rüzgâr oldu, Yel oldu.Yüreğimizi, sevgimizi kaynaştırdık, Toprak oldu, Yer oldu.Üşümesin diye Canlar…Memlekete bahar geldi...Anadolu’nun solmayan Algülleri,Hz. Hüseyin’in bükülmeyen Kızılbaşları,Hallacı Mansur’un, Mevlana’nın,

Yunus’un, Bedreddin’in,Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin,

Pir Sultan Abdal’ın izinden yürüyenler,Üşümesin diye Canlar… Çıkageldi bahar.

Page 28: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

28

Tek din, tek mezhebe endeksli politikaların laiklik olarak tanıtılması ve hâlâ yürütülüyor olması ülkemize özgü ucube bir vaka olarak tarihe geçebilir. Farklı inanç ve etnik yapıları görmeme, yok sayma, tanımama ısrarı, bizleri bayramlarımızda da sıkıntıya sokmaktadır.

Ğadir Hum Bayramı Günü Tatil OlmalıdırMevlüd OruçAkdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

ÇİÇEK BAHÇESİ misali etnik ve inanç mozaiğinden yansıyan renk armonisi ülkemizin zenginliğidir. Etnik, inanç veya yöre-

sel bayramlar bu zenginliğin meyveleridir. Fakat maalesef hâlâ yi-yenin ülkemiz cennetinden kovulduğu; yasak, saklanması gereken bir özür, suç gibi bayramlarımızı yaşamak zorunda kalıyoruz. Kör olma da gör beni dediğimiz bayramlarımızdan birisi de Arap Alevi-lerinin en büyük inanç bayramı olan Ğadir Hum Bayramı’dır. İnanç özgürlüğünün güvence altında olması ihtiyacını en çok hissettiği-miz günlerden birisi de Ğadir Hum Bayramı günüdür.

Çağdaşlık, uygarlık, gelişmişlik ölçülerinden birisi de demokra-sinin temel taşlarından olan inanç özgürlüğünün ne düzeyde yaşa-nabildiğidir. Tek din, tek mezhebe endeksli politikaların laiklik ola-rak tanıtılması ve hâlâ yürütülüyor olması ülkemize özgü ucube bir vaka olarak tarihe geçebilir. Farklı inanç ve etnik yapıları görme-me, yok sayma, tanımama ısrarı, bizleri bayramlarımızda da sıkın-tıya sokmaktadır.

Bir yandan inancımıza karşı görevlerimiz, diğer yandan kamu-ya ait görevlerimiz arasında sıkışıyoruz. Yaklaşık 1,5 milyon nüfu-sa sahip olan Türkiyeli Arap Alevilerin yarısı Antakya ve ilçelerin-de yaşıyor.

Ğadir Hum Bayramımız bu yıl Miladi 4 Aralık 2009 (Şemsi, 21 Teşrin Ahir 1389; Kameri, 18 Zilhicce 1430) Cuma günü kutlana-caktır. Arap Alevi inancına göre, Ğadir Hum Bayramı günü çalış-mak veya herhangi bir iş yapmak haramdır.

Antakya yöresinde Arap Alevi inancına dayanan bir bayram ol-masına rağmen her yıl Kurban Bayramı’ndan bir hafta sonra kutla-nan Ğadir Bayramı günü hangi inançtan olursa olsun, ötekine saygı gereği bütün vatandaşlar tatil yapar. Esnaf işyerini açmaz, işçi, işve-ren, köylü, çiftçi, vs. iş, çalışma yaşamı durur. Fakat Ğadir Bayramı günü okul ve diğer resmi dairelerin açık olması nedeniyle, vatandaş inancını ve bayramını yaşamakta sıkıntı ile karşılaşıyor. Vatandaş kendisi için en kutsal ve en büyük bayramda inancının gereğini ye-rine getirme veya çocuğunu okula yollama, zorunlu resmi işini ye-rine getirme, vb., arasında kalıyor.

Antakya, Samandağ, vb., yerlerde halk bayramlaşırken, okul ve diğer devlet dairelerinin normal mesailerine devam etmele-ri gerçekliğe aykırı olduğu gibi, vatandaşı da sorunlu bir durum-la başbaşa bırakıyor. Ğadir Bayramı gününde büyüklerimizle, kü-çüklerimizle, ibadetimizle, kurbanlık, ziyaret, Hıdır, dua, namaz ve Hrisimiz’le (yöresel yemek) sadece bayramlaşmak istiyoruz. Demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından olan laiklik ve inanç

Page 29: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

29

özgürlüğünün, inançlar arasında var olan saygı, sevgi ve hoşgörü-nün gereği olarak Ğadir Bayramı gününün idari tatil yapılmasını ta-lep ediyoruz.

Valilik ve kaymakamlıkların inisiyatifi nde olan idari tatil uygu-lamasının bu yıl ve her yıl Antakya, Samandağ ve talebi olan diğer yerlerde Ğadir Bayramı günü için uygulanmasının ihtiyaç olduğu-nu düşünüyoruz.

Hatay Valiliği, il genel meclisi, Samandağ ve İskenderun Kay-makamlıkları sağlık gibi zorunlu hizmetler hariç tatil ilan etmeli-dir. Antakya, Samandağ, İskenderun Belediyelerini temizlik, itfaiye, vb., zorunlu hizmetler hariç resmi tatil kararı almaya davet ediyoruz.

Ğadir Bayramı gününün Antakya, Samandağ ve talep eden di-ğer yerler için idari tatil uygulaması talebimizin, Hatay Valiliği’ne, Samandağ Kaymakamlığı’na ve TC Başbakanlığı’na bu talebimiz-le ilgili ilettiğimiz dilekçelerimizin olumlu değerlendirilmesini, çok doğal ve insani ihtiyacımızın bu yıl karşılanmasını bekliyoruz.

Valilik Makamına, Hatay

Konu: Ğadir Bayramı’nın İdari Tatil İlan Edilmesi Talebim Hk.

İlimizde yoğun olarak yaşayan Ale-vilerin en büyük bayramı Ğadir Hum Bay ramı’dır. Dolayısıyla bugün iş ve çalışma yaşamı durmaktadır. Kurban Bayramı’ndan bir hafta sonrasına rastla-yan bu gün Alevi inancına sahip vatan-daşlarımızın yanı sıra değişik inanca sa-hip vatandaşlar da inançlar arası saygı-nın gereği olarak aynı şekilde o gün ça-lışma yaşamına katılmamaktadır.

Fakat Ğadir Hum Bayramı günü okul ların ve bütün resmi dairelerin nor-mal mesailerine devam etmeleri nedeni ile vatandaş inancını ve bayramını ya-şarken sıkıntı ile karşılaşmaktadır. Va-tandaşların inancını herhangi bir sıkın-tı ile karşılaşmadan yerine getirebilme-leri için bu yıl 4 Aralık 2009 Cuma gü-nüne rastlayan Ğadir Hum bayramında idari tatil uygulamasının yapılması bü-yük önem taşımaktadır. 4 Aralık 2009 Cuma günü ilimizde idari tatil uygula-ması için gereğinin yapılmasını saygıla-rımla arz ederim.

Antakya ve Samandağ’da

4 Aralık’ta kutla-nacak olan

Ğadir Hum Bayra-mının tatil ilan

edilesi için Hatay Valiliği bahçe sinde

açıklama yapmak isteyen Alevilere

izin verilmedi. Dışarıda

İnşaat Mühendisi Fethullah Çiftçi

tarafından yapılan açıklamadan sonra

aşağıdaki dilekçe imzaya açıldı.

Page 30: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

30

Şemseddin Muhammed Tebrizi’nin Gerçek Kimliği, Mevlâna İlişkisi ve Ölümü Üzerine Yeni Tezler – Bölüm 1

Şemseddin Tebrizi Kimdir?İsmail Kaygusuz

Şemseddin Tebrizi (1183/4–1247/8) bir bâtıni İsmailidir. Ancak sıra-dan bir İsmaili değil; bir İsmaili İmamının oğlu ve Huccet (zamanın İmamının tanığı, vekili) makamında bulunan bir sufi , mutasavvıf düşünür ve bir dava adamıdır. Aynı zamanda onu, yaşamının deği-şik dönemlerinde yönetici, siyaset adamı, askeri komutan, öğretmen ve diplomat olarak görmekteyiz.

Bektaşi Menakıbname’lerinde Şemseddin Tebrizi

XV. yüzyıl sonlarında yazılmış olan Hacı Bektaş Veli Velâyetname’si ve Ahi Evren Menakıbname’sindeki Şems-i Tebriz’e ilişkin bilgi-lerin çok büyük bölümünün Mevlevi kaynaklardan, değişiklikle-re uğratılarak alındığı anlaşılıyor. Ahi Evren Menakıbnâmesi’nin Şemsi Tebrizi’ye ilişkin bölümde Molla Hünkâr Mevlâna’nın kendi-sinden bir Dede istediği ve Hacı Bektaş Veli’nin bu isteğe karşı dav-ranışı şöyle anlatılmakta:

“Dönüp etrafına nazar eyleyüp, ‘Kangınız gidersüz?’ deyü nu tuk buyurdılar. Cümlesi sükûta vardı. Şems-i Tebri-zi yerinden durup, ‘Erenler Şahı, ben giderim’ dedi Hazre-ti Hünkâr’ın mübarek nutkından öyle bir çıktı ki, ‘Benlik ile meydane geldün; baş ile git, başsız gel’ dedi. Derhal Şem-si Tebrizi, Hazreti Hünkâr’ın elini öpüp yola revan oldu...”

Bize göre “Şemseddin’i Mevlâna’ya gönderen Hacı Bektaş’tır” var sayımı doğru olamaz. Ayrıca Velâyetname’de belirtildiği üzere Şems-i Tebrizi, Hacı Bektaş’ın üç yüz altmış halifesinden biri de de-ğildir; tam tersine Hacı Bektaş Veli, kendisinden en az otuz yaş bü-yük ve İsmaili baş Dai’si, yani bir Huccet olan Şems-i Tebrizi’ye bağlıdır. (Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İst. 2005, s. 13-63/64-115)

Mevlevi Kaynaklarında Şemsi Tebrizi

Gölpınarlı’nın, Efl âki’den ve Şemseddin’in Makalat’ından derle diği bil gileri özetle şöyle verebiliriz: Şemseddin Muhammed, Erzu-rum’da bir süre öğretmenlik yapmış; zira Makalat’ında bir öğren-ciye üç ay içinde Kuran okumayı öğretmiş olduğu yazılıdır. Efl âki de Şems ile ilgili pek çok bilgiyi bu Makalat’tan almış bulunmak-tadır. Şems, nereye giderse orada kervansaraylara konmaktadır. Bu kervansaraylarda, bir Kalenderi dervişi gibi kalır, fakat tekkelere ve medreselere uğramazdı. Niye tekkeye gitmediğini soranlara: “Tek-ke pişip olgunlaşmak, yetişip gelişmek kaydında olanlar için yapıl-mıştır. Ben onlardan değilim.” O zaman medreseye neden gelmedi-ği sorulduğunda ise, “tartışmalara girişecek adam değilim ben. Her

Bu yazı, Alevi Enstitüsü, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ve Alevi Kültür Dernekleri’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin katkılarıyla Ankara’da düzenlediği Uluslararası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu’nun 20 Ekim’de yapılan oturumunda sunulmuştur. Yazının ikinci ve son bölümünü gelecek sayımızda okuyabilirsiniz.

Page 31: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

31

sözün zahiri anlamını versem, bu benim işim değil, yapmam. Kendi dilimce tartışmalara girişsem, yani hâl diliyle konuşsam, bâtıni yo-rumlara (tevil) girsem, anlamaz gülerler, kâfi r derler” diyordu Şem-seddin.

Şems, 1244 yılının Ekim ayının 23. günü Konya’da Mevlâna ile buluşmuş. Gölpınarlı’nın yaptığı hesaba göre, “bu ilk gelişinde Konya’da 15 ay yirmi beş gün oturmuştur ki gidişi 1246 Şubat’ının 15. gününe rastlamaktadır.”1 İran’ı, Horasan ve Azerbaycan’ı ezip geçmiş olan Moğollar, önlerinden kaçan Harezmîlerin peşinden Doğu Anadolu’ya girmişlerdi. Adı geçen bölgelerde sadece Ala-mut Nizarileri (İsmaililer), çeşitli anlaşma ve savunma yöntemle-riyle Moğolların kıyımlarından şimdilik kurtulmuş durumdaydılar. İşte böyle bir zamanda Nizari İsmailileri eski Kuhistan valisi/muh-taşim (1224–1226) Şemseddin Muhammed, Alamut tarafından bü-yük davetçi (Dai al-Duat, huccet) olarak Rum’da (Anadolu’da) gö-revlendirilmiştir. Kısacası Şemseddin Tebrizi ve Mevlâna buluşma-sı olarak İslam mistisizmi (tasavvuf) tarihine geçen olay, olağan İs-maili Dava (misyonerlik) siyasetinden başkası değildi.

Şemsi Tebrizi’yi Gerçek Kimliği ile Tanımayı Deneyelim...

Şemseddin Tebrizi hakkında ne yazık ki, onun gerçek kimliğini açıklayan çok sağlıklı bilgiler bulunmamaktadır. Ancak yaşamın-dan sadece birkaç yıllık kesiti anlatan bazı ayrıntılar var ki, onu ger-çek kökeninden koparmıştır. Bunu yapan, Şafi i-İşari ve Şii görüş-lerin egemen olduğu Makalat’ın Tebriz nüshaları ve eski Mevlevi kaynakları olduğu kadar, bu kaynakları eleştirel gözle incelemeden aynısıyla kullanan günümüz çağdaş araştırmacıların yapıtlarıdır.

Bu arada bazı İsmaili yazarların, Post-Alamut (Alamut sonrası) İmamı Şemseddin Muhammed (1257–1310) ile karıştırarak, Şems-i Tebrizi’nin İmam Alaaddin Muhammed III’ün torunu olduğu iddi-ası da kesinlikle doğru değildir; Şems onun büyük üvey kardeşi-dir. Alaaddin Muhammed III 1221’de, Alamut’un başına geçirildi-ğinde on yaşında bulunuyordu. Bizce, son Alamut İmamı Rükned-din Hurşah’ın (1255–1257) oğlu ve ilk post-Alamut İmamının Şem-seddin Muhammed (1257–1310) adını taşıması da İmam ailesinde-ki ilk Şemseddin Muhammed’in varlığının anısına olmalıdır; tıpkı Hasan’lar, Alaaddin’ler gibi.

Abdülbaki Gölpınarlı, İsmaili’lere hiç de iyi gözle bakmayan Ata Melik Cuveyni’den kaynaklanarak, “Celaleddin Nev Müsülman’ın Alaaddin’den başka oğlu yoktur” diye kestirip atmıştır.2

Gölpınarlı, Şems’in “Makalat”ının, onun sağlığında başlayarak bizzat Mevlâna’nın oğlu Veled Çelebi’nin kaleme almış olduğunu düşünmektedir ki, bu doğru olabilir. Ne var ki, üstadın yararlandı-ğı Makalat nüshalarında çok farklı bilgiler bulunmakta; birinde ya-zılı olanlar diğerinde yoktur veya değişik biçimlerde anlatılmıştır. Demek ki, Mevlevi müstensihler makamına ve anlayışına göre işine gelmeyenleri, özellikle bâtıni düşüncelerini ılımlılaştırarak ya da Mevlevi görüş açısından yorumlayarak Şems’i değerlendirmişler-dir. Ne yazık ki Gölpınarlı da, onlar gibi hareket edip Şemseddin’in

Page 32: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

32

düşünce ve inancının çözümlemesini yap-maktadır:

“Şemsi Tebrizi, Efl âki’ye göre Melik-dad oğlu Ali’nin oğludur, Sipehsalar ise, onun gittiği yerlerde kervansaraylara kon-duğunu, Kalenderi veya tacir elbisesiy-le gezdiğini ve riyazatla (sufi çilesi) va-kit geçirirdi” diyor. Arkasından, “sade-ce Tezkire-i Devletşah’da, Şems’in bir İs-maili prensi olduğu kayıtlıdır. Devletşah’a göre Şemseddin Muhammed Tebrizi, Ce-laleddin Nev-Müsülman’ın (1210–1221) oğludur ve gizlice Tebriz’de okumuş”3 olduğunu belirtmesine karşın bunu hiç önemsemiyor.

Oysa Devletşah, “oğlunu gizlice öğ-renim için Tebriz’e gönderen Celaled-din Hasan III’ün, atalarının bütün sap-kın kitaplarını yakmış olduğunu” da be-lirtmiştir. Bu demektir ki, Celaleddin Ha-san bâtıni Alamut İsmaililiği inancı dışın-da oğlunu eğitmek ve kendisinin benim-sediği Sünni şeriatının gerektirdiği bilgi-leri kazanmasını istiyordu. Gerçekten de Şemseddin’in geleneksel/ortodoks din bi-limlerinde çok iyi yetişmiş olduğunu her fırsatta Devletşah vurgulamaktadır. O, Sipehsalar, Efl âki ve Cami’den farklı ola-rak verdiği bu bilgiler dışında Şems’in ye-niyetmelik döneminden de kesitler sun-maktadır. Devletşah şöyle yazıyor:

“Şems çok güzel bir çocuktu ve o kadar güzeldi ki, onu gören bir er-kek bile hemen âşık olabilirdi. Bu yüzden sarayın, erkeklerin değil kadınların bulunduğu yerde kalı-yordu. Haremde kadınların arasın-da yaşarken çok iyi nakış yapma-sını öğrenmişti ve kendisine ‘Altın Nakışçı’ diyorlardı.”4

1487 yılında “Tazkirat al-Şuara/Ozan-ların Yaşam Öyküleri” yapıtını tamamla-mış olan Devletşah, 1476–77 yılları ara-sında Abdurrahman Cami’nin yazdı-ğı “Nafakat al-Uns/Dostlukların Rayiha-ları” adlı yapıt dışında, gezileri boyun-ca rastladığı adlarını vermediği, kendi-lerini gizleyen gezginci İsmaili dervişle-rin Şems hakkındaki sözlü anlatımların-

dan yararlanmıştır. Ayrıca Nurullah Şus-tari (ö. 1610) ise “Majalis al-Mominin” (vol. 6, s. 291) kitabında “Şems, bir İsma-ili İmamının oğludur (da’iyani Ismailiyya budand)” deyip, Devletşah’taki diğer söy-lentiyi de arkasına eklemiştir.

Makalat’ta (s. 740) babasına ilişkin şu ayrıntı geçmektedir:

“Babam beni hiç anlamadı. Kendi kentimde bir yabancıydım, babam da bana yabancıydı. Kalbim ondan uzaktı. Onun hep beni ezdiğini dü-şünürdüm. Benimle nazikçe ko-nuşsa bile, beni dövüp evden kova-cağını sanıyordum. Babamla aynı kumaştan urba giymiyorduk.”5

Şems’in Makalat’ta hakkında konuş-tuğu, aralarında büyük yabancılık ve çe-lişkilerin olduğunu söylediği babası-nın Alamut İmamı Celaleddin Hasan III (1210–1221) olmaması için hiç bir neden yoktur. Bizce Şems, kesinlikle babasının ve ailesinin kim olduğunu herkesten sak-lamıştı. Onun bir bâtıni İsmaili baş Dai’si olduğunu belki sadece Mevlâna biliyordu.

NOTLAR

1 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, İstanbul, 1985, s.67. 2 Cihan-guşa, C. III, s. 249’dan aktaran A. Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, s. 50. 3 Tezkire-i Devletşah, Nefahat çevirisi, İst. 1289, s. 195’ten aktaran A. Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, s. 49–50. 4 Dawlatshah, Tazkirat al-Shu’ara, s. 216’dan aktaran Franklin D. Lewis, RUMİ, Past and Present, East and West; The Life, Teachings and Poetry of Jalal al-Din Rumi, Oneworld-Oxford, 2000, s. 265-6: “Bazı modern eşcin-sel yazarlar ve çevirmenler Devletşah’ın bu pasajlarından, Şems ile Celaleddin Rumi ara-sında bu tür bir ilişki olduğunu çıkarmakta-dırlar. Oysa Devletşah onların ilişkilerinin fi -ziksel olduğunu kesinlikle belirtmez. Kaldı ki, Şemseddin’in kendisi Makalat’ında Evhaded-din Kirmani’yi genç erkeklerle ilişkisinden dolayı kınamaktadır.”5 Agy, s.138, 140.

Page 33: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

33

Munzur’a Sözümüz OlsunErgin Doğru

DERSİM üzerinde oynanan oyunlar bitip tükenmek bilmiyor, maalesef. Direnişi, baş eğmezliği ve muhalif kimliği ile her

zaman egemenlerin kendileri için bela olarak gördükleri Dersim, bir kez daha kahrın hedefi nde ve ceberutların yok etme politikala-rından kurtulamıyor. Tarih boyunca uğradığı fi ziki ve kültürel kat-liamlara bugün bir yenisi daha eklenmek isteniyor; Dersimi Dersim yapan en temel özelliklerinden olan asi ve hırçın coğrafyasının tah-ribi, kirli ve tehlikeli bir eşikte duruyor.

Ağıtların ve acıların diyarı olarak anılması kimsenin tuhafına gitmeyen bu coğrafyada artık ağıt yakma sırası Munzur’da! Ken-di yatağında hırçınca çağlayan Munzur’un akışına set çekiliyor, ba-rajlarla hırçınlığı ve görkemi dinginleştirilmeye çalışılıyor. 1938, yani yarım bırakılan katliam, coğrafyamızın yaşanmaz hale geti-rilmesiyle tamamlanmak isteniyor. 38, Dersimliler açısından “kı-zıl bir katliamdı,” ardından “beyaz katliam” olarak dillendirdiğimiz asimilasyon ve kültür katliamı uygulandı. Şimdi ise dayatılan ölü toprak ve akacak yatak bulamayan, zincirlenmiş bir ırmaktan baş-ka hiçbir şey değil. Uzunçayır Barajı ile başlayan süreç ikinci bir 38’dir. Hatta 38’in yarım kalan boyutunun tamamlanmasıdır, de-sek yanlış olmaz.

Dün Munzur Vadisi’nde annelerimizi, atalarımızı, çocuklarımı-zı katlettiler, bugün ise atalarımızın, kanlarıyla kan kırmızıya bo-yadıkları suyumuzu, ağaçlarımızı, börtü böceğimizi, yani bize ha-yat veren ne varsa yok olsun istiyorlar. Tüm bu yaşananlara Dersim-lilerin boyun eğmesi düşünülemez elbette ve onlar en doğal hakla-rı olan direniş hakkını kullanacaktır. Dersimliler baraj fi krinin or-taya çıktığı günden bu yana onu engellemek için çaba gösteriyorlar-dı; ama malesef Uzunçayır Barajı’nın yapımını engelleyemediler. Sı-rada 24 baraj daha var. İşte bu noktada Dersimliler oynanan oyunu daha derinden hissettiler. Uzunçayır baraj göletinin sular altında bı-

Page 34: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

34

raktığı yerleri gözleriyle gören her Dersimli, yüreğinin derinlikle-rinden gelen sızıyı hissetti. Bu sızı; kimliğimize, kültürümüze, do-ğamıza, inancımıza karşı yapılan saldırılar karşısında bugüne ka-dar yaşadığımız yetersizliklerin sızısıydı. İşin vahametini sular tu-tulunca anladık. Bu yüzden 10 Ekim’de yapılacak miting önemliydi, yeni bir çıkışın yeni bir direnişin ateşleyici gücü olabilecekti. Tüm Dersimliler nefesini tutmuş, mitingi bekliyordu. Dışarıdaki Dersim-liler ve dostlarının yüreği ise Munzur’da atıyordu. Dillendirilmese de kimi kaygılar taşınmıyor değildi; ama çaresi yoktu ya yeniden bir kıvılcım çakılacaktı ya da Munzur’un ölümüne izin verilecekti.

Miting sabahı herkes inançlı, kararlı; fakat bir o kadar da öfkeliy-di. Şehir yavaş yavaş boşalıyordu, herkes Munzur’a akıyordu. Gün Munzur’la ete kemiğe bürünme günüydü. Yaşlılarımız, çocukları-mız, kadınlarımız en diri olanlarımızdı. Yürüyüş başladığında in-sanlar öfkelerini haykırıyor, zulüm politikalarına karşı bir kez daha baş kaldırıyordu. Binler, on binler olup tek yürek sabahın seherini selamlıyordu. 7 Km’lik yola çıkıldığında uzun bir yürüyüşün kıvıl-cımı çakılmıştı. Munzur’a ikrar verenler, Dersim’in onurunu kolla-mışlardı yine. O kutsal suların kenarından geçerken öfke ile bera-ber hüzün de oturuyordu yüreklerimize. Su durgunlaşmıştı, Dersim-li gibi asi ve öfkeli akmıyordu. Ona kelepçe vurulmuştu. Bu manza-ra karşısında yaşlılarımız, yüzlerini Munzur’a çevirip ağlıyorlardı. Gizli gözyaşları, yıllara meydan okuyan yüzlerindeki sert çizgiler-den aşağı süzülürken kızgın ateşe dökülen su gibiydi. Bu su, yüre-ğin derinlerindeki ateşi söndürmüyor, tersine daha fazla harlıyordu.

Munzur Baba’nın gözyaşıydı bu, yüreğimizin derinliklerinde hissettiğimiz. Ağlıyorduk; ama inanıyorduk, boyun eğmeyecektik. Sularımıza vurulan zincirlerin halkalarını birer birer söküp atacak-tık. Munzur’un harika çocukları yeniden yola çıkıyordu.

Artık yeni bir yolun başındayız. Dersimli 10 Ekim’de kendine yakışanı yaptı, topyekûn ayağa kalkarak bu katliama izin verme-yeceğini gösterdi. Bu, bir başlangıç! Durmadan, yılmadan devam etmek zorundayız. 10 Ekim mitinginin, Munzur’a ikrar veren, yü-reğinde hisseden, ondan bir tas su içmek isteyen herkese yükledi-ği görevler var.

Öncelikli görev, Dersimde, öncülük iddiasında olan tüm güçle-redir. Siyasetçisinden demokratik kitle örgütlerine, sendikalarından kendini Dersimli hisseden herkese verilen mesaj, barajlar konusun-da birlik istemidir. Dersimde birlik yaratılmıştır, faydalı da olmuş-tur, halk bu birliği onaylamıştır. Bu anlamda başta siyasiler olmak üzere herkes, halkın verdiği bu mesajı almalıdır. Barajlar bu hal-kın hassasiyetidir. Bu konuda siyasal çıkar yerine halkın hassasi-yetine göre davranmak gerekiyor. 10 Ekim mitingi, bu anlamda iyi bir deneyimdi. Dersimdeki belediyelerimiz, siyasilerimiz, sendika, DKÖ’ler, aydın ve sanatçılarımız bu sınavı geçtiler.

Artık ateşin yakıldığı noktadan onu büyütmek gerekiyor, bu başlangıcın ardında barajlara karşı mücadeleyi süreklileştirecek bir

Page 35: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

35

program ve planlama yapmak önem kazanıyor. Sürekliliği sağla-nacak olan bir halk hareketi, barajları önleyecek en önemli güçtür.

Evet, Munzur S.O.S. veriyor! Dersimliler Hızır gibi yetişmeli Munzur’un yaşam çığlığına. Bilmeliyiz ki Munzur’un yaşam çığ-lıkları bizim tarihimizi, inancımızı, dilimizi, kültürümüzü kucak-lamanın adıdır. Munzur’a ikrar verenler ona sahip çıkmak zorunda-dır ve şimdi tam da bunun zamanıdır.

Sahipsiz Çığlıklar (Munzurdan Yükselen Ağıt)

Remzi Aydın

ASLINDA bu başlık benim yeni çıkacak romanımın ismi, yine

de kullanmakta sakınca görmedim. Dersim’de gerçekleştirilecek mitingin hazırlıklarına Deniz Umut, yani oğlum ve ben neredeyse bir haftadır hazırlanıyorduk. Birlikte bir uçurtma yaptık, özgürce uçsun ve yeryüzündeki Munzur’un akışının simgesel olarak sesi olsun istedik. Tabii uçurtma için uygun koşullar olmalı, Kızılbaş inancındaki Tanrı’nın eli ve nefesi olan Wa (rüzgârın) bizimle olması gerekiyordu, o gün de bizimle olamadı.

Sabahın ilk ışıkları ile yola çıktık, güneşin turuncu rengi yaprakları kıskanacak kadar sönüktü. Munzur’da yabani kavak ağaçlarının kızıl rengi ve turuncu rengi hasbıhale tutuşmuş, Xarçik

Çayı’nın üstündeki aksiyle sevişiyordu adeta.

Tünellerden geçerken Tanrı’nın sessiz tecellisi olan yalçın kayaları inceledik, kayaların üzerinde üç tane de yaban keçisi görmek bize ödül oldu. Saat on gibi Dersim girişinde idik. Bursa ve İstanbul’dan eyleme gelen duyarlı ve güzel insanlarla karşılaştık. Davul ve zurna eşliğinde halay çekerek kutsuyorlardı eylemlerini. Her bir insan; kendi toprağını adakgah olarak görmüş, kayıtsız şartsız boynunu uzatıvermiş adak taşına.

Saat on bir gibi Kışla Meydanı’ndaydık, oraya gidip Budela Şe Wûşen’e selam vermemek olmazdı. Ben de öyle yaptım ve oğluma uzun uzun Şe Wûşen’i anlattım. Hatta övünerek;

Page 36: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

36

“Bir Budela’nın heykelini dikebilen tek toplumun çocuğusun sen” dedim. Oğlum o gün benden iki şeyi ödünç aldı, bandanamı ve eylem yürekliliğimi. İlk sloganını attı; “Munzur’a uzanan eller kırılsın” Büyük oğlum Ali Rıza bu dönemi ilkokul dörtteyken atlatmıştı ve şimdi ikisi de benim onurum, onurlu dik duruşum, mücadeleci yüreğim oldu.

Bence yirmi binin üzerinde olan insan seli, bir tek şey için haykırdı: “Dünyanın neresinde olursa olsun, doğayı katledenlere lanet olsun”. Yaklaşık iki buçuk saatlik yürüyüş boyunca, sloganlar atıldı, halaylar çekildi, şarkılar söylendi. Böylesine duyarlı bir halk kitlesinin içinde olmak beni daha da zenginleştirdi, yüceltti ve onurlandırdı.

Dersim halkı neredeydi, ne kadarı katıldı, tam olarak bilemiyorum. Ama Sivas Katliamını anma yürüyüşünde hissettiğim şeyi orada da hissettim: İnsanlar perdelerinin arkasında ya da balkonlardan sessizce o muhteşem insan selini izledi.

Bu mitingi hazırlayan insanları kutlamam gerekiyor. Özellikle gruplaşmayı engellemeleri muhteşemdi. Fakat yine de bazı aksaklıkları dile getiremeden geçemeyeceğim: Yol güzergahını hazırlayan arkadaşlar, yanlarına babalarını, çocuklarını ve eşlerini alarak bu yolu bir kez yürüdüler mi? Yani eylemciler ile bir empati kurabildiler mi? Gerçekten çok uzun ve yorucu bir güzergahtı ve eylemciler eylem yerine geldiğinde zaten enerjilerini bitirmiştiler.

Yine bu komisyondaki arkadaşlardan hiç biri şunu düşünemedi mi: Rakım farklılığı insan üzerinde nasıl bir etki yapar ve vücuttaki olumsuzlukları nelerdir? Her şeyden önce İstanbul ve Bursa’dan gelen insanların litrelerce su içip baş ağrısı çekmekten kurtulmaları gerekirdi. Munzur Su, birkaç kilometre ötedeydi

ve Belediye otuz bin şişe su alsaydı ve dağıtsaydı maliyeti sanırım 6-7 bin lirayı geçmezdi. Kaldı ki bu insanlar Meymane Xızır Bî (Hızır’ın misafi rleriydiler).

Festivalde kulların misafi rine ve siyasi ajitasyon yapan insanlara gösterilen saygının çok fazlasını hak etti bu insanlar. Çünkü herhangi bir çıkar için değil, sizin topraklarınızdaki olumsuzluğu haykırmak için oradaydılar. Doğaya yapılan katliama baraj olabilmek için oradaydılar. On sekiz saat geliş on sekiz saat gidiş olmak üzere otuz altı saatlik yolu göze alarak oradaydılar. Onlar dik ve onurlu duruşun temsilcileriydi.

Barajlar ve sürgün; bu ilk kez karşılaşılan bir problem değil. Defalarca sürgün hayatı yedi atalarımız, ama ölmedik. Bizi asıl öldürecek olan şey, sürgün yememiz, göçebe olmamız değil. Doğum anından itibaren hep göçebe olmadık mı? Sevdalanırken başkasının yüreğine, gözlerinin içine göçmedik mi? Topraklarımızdan zorla çıkarılmadık mı? Bizi asıl yok edecek olan şey, dilimizden ve Rae Xêk (Kendi yolumuzdan) yolundan ayrılmamız olduğunu ne zaman kavrayacağız? Ne zaman doğa ile aramızdaki kavl birlikteliğine ihanet ettiğimizde yok olacağımızı kavrayacağız. Dilini unutan bir toplum zaten ölmüştür. Hele de dünyanın en zengin felsefesini yok sayan, Arapçalaştıran ve farklı milliyetlerin arasına sıkıştıran kişilerdir bizi öldüren. Sürekli kullandığım bir cümleyi tekrarlamadan geçemeyeceğim: “İçindeki fırtınayı tanımayanlar, kokmuş bir nefesin ardından koşmak zorundadır.”

Daha önce birkaç yerde konuşulan bir konuyu tekrar dile getirmeliyim, en kısa sürede, Kızılbaşlık ve Kırmancıki dilini gençlere aktarabileceğimiz Köy Enstitülerine benzer bir yapı oluşturmak zorundayız. İşte bunu gerçekleştirirsek, doğa katliamının önünde baraj gibi

Page 37: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

37

durabilecek nesiller yetiştirebileceğiz. Yoksa perdelerin arkasından sinsice izleyen ve sadaka kültürü ile yetişen, kendini tanımayan, kokmuş nefesler peşinden koşan nesillerle beraber zaten yok olacağız. Çünkü çocuklar sizin evlatlarınız değil, sizi geleceğe taşıyacak olan atalarınızdır, unuttunuz mu? Yaşlılarımızın eğilip çocuklarımızın elinden öptüğünü ne çabuk unuttuk, altında yatan nedeni ne çabuk unuttuk. Toprağa, güneşe, suya ve havaya kutsal diyen, yeryüzündeki her maddenin tanrının bir don’u olduğunu “dun be dun” kültürünü nasıl da kaybettik. Soruyorum size, “Xewt e mâl, Gere Çarseme, der ber secde yeno, Qale gaqani, dest pa xo ame,” size ne anımsatıyor? Eğer bunun

cevabını bilemiyorsanız kendinizi bir kez daha sorgulayın, gerçekten ne kadar yaşıyorsunuz?

Sonuç olarak, Dersim’den ayrıldığımda biraz hüzün, biraz mutluluk yaşadım. Dağlara tırmandım ve fotoğrafl ar çektim. Günün kızıllığını yapraklardan izledim. Ve dedim ki ey Tanrı, iyi ki kendine âşık olup gizini kaldırmışsın ve hava, su, toprak, ateş gibi dört evlat bağışlamışsın bize. Ve biz senin parçansak, sendensek, “En’el Hak” demek de hakkımızdır. Munzurlar’a kutsal saydığım tüm inançlar adına bir kez daha âşık oldum; yabani aluçlar topladım kazağımın eteğine, çocuk gibiydim yanımdaki çocukla tek vücut olarak.

Bir Göz de Sen Ol

Güneydoğu’da 1989-2009 yılları arasında öldürülen 342 çocuğun katlinin sorumlularının bulunması için İstanbul, Beyoğlu’nda bir eylem yapıldı.

Öldürülen her çocuğun adı yazılı be-yaz önlükler giyen göstericiler Tünel’de toplandıktan sonra Galatasaray’a kadar yürüdü. Galatasaray’da kayıp evlatları-nın bulunması ve sorumluların cezalan-dırılmasını isteyen Cumartesi Annele-

ri ile buluşan göstericiler burada bir ba-sın açıklaması yaptı. Etkinlik sanatçı Ay-ça Damgacı’nın okuduğu basın açıklama-sının ardın sanatçıların konuşma ve göste-rileriyle devam etti.

Türkiye’de çocuk haklarının ihlalleri bitmiyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun kabul edildiği 1991’den beri on binin üzerinde çocuk, yetişkin gibi cezaevine kondu, ‘terörist’ muamelesi gördü.

Son üç yılda TMK’nın uygulandığı çocuk sayısı üç bini aştı.

Page 38: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

38

İzzettin Hoca’ya Açık Mektup - 2

Alevi Kurumları ve GerçeklerCelal Arslan

CEM Vakfı ve bünyesinde bulunan Alevi İslam Din Hizmetleri’nde

yaşananların iç yüzünü sergileyen bu yazı CEM Vakfına iletilmiştir. Burada yazının son bölümünü,

imla düzeltmeleri dışında olduğu gibi yayınlıyoruz.

HOCAM, lütfen Ali Rıza Uğurlu ve çevresindeki, o maaşlı beslemelerin

kurum içi çalışmalarını bir gözden geçiriniz ve bakınız, hangi ciddi çalışmaların altında imzaları var…

Her Perşembe Cem TV’de içini boşaltıp özünden ve ruhundan ayırarak şova çevirip, sundukları Cem ibadetini toplum ibretle izliyor. Sayın Hocam; aldanma, onlara inanmayın, önünüze koydukları içi boş raporlara. Senden saklanan, intikal ettirilmemiş birçok gerçek var; bu uygulamalardan rahatsız olan büyük bir halk kitlesi var, lütfen bu halkın şikâyetlerini dikkate alın…

CEM Vakfı’na gönül vermiş binlerce insan bugün Vakfın kapısından içeri girmiyor. İsimlerini yazdırıp üye olan yüzlerce dededen kaç kişi bugün vakfa uğruyor? Bu tespitlerim boşa değil.Hocam, durum ortada, CEM Vakfı’nın eski hareketli günlerinden bugün eser kalmadı. Vakıftan kaldırılan cenazeler dışında, günde üç beş kişi kapıdan içeri girmiyor. Lütfen çalışanlara bir sorun. Söylediğim acı, ama bir gerçek. Kurumları arasında bir birlik oluşacaksa, sırf bu malum kişilerin yüzünden Aleviler arasında olması gereken birlik oluşturulamayacaktır. Çünkü kurum içinde yer alan çoğu dedelerin

niteliklerini CEM Vakfı’nın dışındaki kurum yöneticileri çok iyi tanıyorlar ve biliyorlar. […]

Sizlere bir önerim var. Bu aynı zamanda, halkın çoğunluğunun da talebidir. Sayın hocam; kurumlar arasında öncülük edin. Eğer gerçek anlamda bir birliktelik istiyorsanız, Alevi birliği diye bir derdiniz var ise, gelin bütün Vakıfl arı, Dernekleri, kurumları, Ocak temsilcilerini, Bektaşi Babalarını, Ulu Pirin huzurunda bir araya getirmeye çalışın.

Sayın Hocam, Hacı Bektaş Veli Dergâhı tüm dünyadaki Alevilerin Bektaşilerin Serçeşme’sidir. Akan suların kaynağıdır, başıdır… Hiçbir Alevinin, hiçbir Bektaşi Babasının itiraz edemeyeceği Hacı Bektaş merkezli bir yapılanmanın gerçekleşmesi için çaba sarf et…

Suyu tersine akıtmaya çalışmayın… Bu eşyanın tabiatına aykırıdır: Hiçbir Dernek, Vakıf, Federasyon gibi örgütlenme asla kendilerini Hacı Bektaş Veli Dergâhı yerine koyamaz ve koymamalıdır. Hiçbir Dede; yaşadığı döneme ışık olmuş Ocak kurucusunu, Hacı Bektaş Veli’nin yerine koyamaz. Kendisini de koymamalıdır. Eğer koymaya kalkar ise senin ocağından, benim ocağım daha üstündür derse o

CEM Vakfı’na gönül vermiş binlerce insan bugün Vakfın kapısından içeri girmiyor. İsimlerini yazdırıp üye olan yüzlerce dededen kaç kişi bugün vakfa uğruyor? Hocam, durum ortada, CEM Vakfı’nın eski hareketli günlerinden bugün eser kalmadı. Vakıftan kaldırılan cenazeler dışında, günde üç-beş kişi kapıdan içeri girmiyor. Söylediğim acı, ama gerçek.

Page 39: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

39

zaman iş amacından sapar. Eri erden üstün görmek gibi kamuoyunda zaman zaman yanlış algılanır.

Alevilerin-Bektaşilerin bir temsil sorunu yoktur. Alevileri ve Bektaşileri bugüne kadar temsil eden kurum, tüm tarihsel zorluklara karşın Hacı Bektaş Veli Dergâhı’dır: Bugün de Alevileri ve Bektaşileri temsil edecek yer orasıdır.

Dedeler-Babalar “El Ele, El Hakk’a” ilkesinden hareketle gelin Pir’in huzurunda bir araya gelelim. “Senin Ocağın-Benim Ocağım” demeden Yol’a sahip çıkalım. Gelin bir bilim kurulu oluşturalım. Tarihçileri, akademisyenleri, yazarları, çağıralım, ortak bir platformda birlikte konuşalım. Sorunlarımıza birlikte çözüm arayalım. Bizlere yön verecek sağlıklı bir yapı oluşturmak için komisyonlar kuralım; bize en uygun hizmet verecek lideri birlikte seçelim; dedeler kurulunu birlikte oluşturalım ve bizlere tepeden bakan yetkililerin karşısına büyük bir itibarla çıkalım.

Biliyorum: Bu birliğe karşı çıkanlar çok olacaktır. En çok da Alevilerin sırtından nemalanan bazı kurum temsilcilerinin karşı çıktığı gibi. [...]

Bay Ali Rıza, suç sende değil, seni o kurumun başına getirende. Biz de bir laf vardır, “Adamı padişah yapmışlar, önce babasını asmış!” Sen kendini ne sanıyorsun? Niçin kendini, dev aynasında görüyorsun? Bizim felsefemizin özü türap olmaktır, insan olmaktır.

Sayın Hocam, bu adamı Alevi toplumunun başına siz bela ettiniz. Bu adam sizin iyi niyetinizi istismar ediyor. Lütfen bunu kabul edin. Bu kişi şahsınıza sunduğu bir takım çalışma raporlarıyla sizleri uyutabilir, ama artık boş söylemlerle Alevileri uyutamaz. Her gün tepkiler biraz daha çoğalıyor. Ali Rıza Bey, takke düştü kel göründü. Sayın Namık Kemal Zeybek Beyefendinin, “bilim adamı insan-ı kâmil” şişirmeleri de seni bir yere götürmeyecek. Sayın Zeybek senin gerçek yüzünü bilmeye- bilir. Oysaki toplum senin ne karakterde bir insan olduğunu çok iyi biliyor. CEM Vakfı çökerse, ilk kaçacaklardan biri sensin gemiyi terk eden fare misali.

Bay Ali Rıza Uğurlu, cem evlerinde uygulamaya çalıştığın cemler Anadolu’nun neresinde yapılıyor söyler misin? Uygulamaya mecbur ettiğin, cem ibadetinde olmayan, kadın-erkek ayrımı, gereksiz yere elleri dizlere vurarak şov havasına soktuğun cem ibadetleri nerede yapılıyor? Bir zamanların Aczmendi tarikatçıları gibi halkımızı korkutan ruhsuz tek tip Cem dayatmasını da bıraksan artık diyorum… Arada

Sayın Hocam, Hacı Bektaş Veli Dergâhı

tüm dünyadaki Alevilerin Bektaşilerin

Serçeşme’sidir. Akan suların kaynağıdır,

başıdır…

Hiçbir Alevinin, hiçbir Bektaşi Babasının itiraz edemeyeceği Hacı Bektaş merkezli bir yapılanmanın gerçekleşmesi için çaba sarf et…Alevilerin-Bektaşilerin bir temsil sorunu yoktur. Alevileri ve Bektaşileri bugüne kadar temsil eden kurum, tüm tarihsel zorluklara karşın Hacı Bektaş Veli Dergâhı’dır. Bugün de Alevileri ve Bektaşileri temsil edecek yer orasıdır. Dedeler-Babalar “El Ele El Hakk’a” ilkesinden hareketle gelin Pir’in huzurunda bir araya gelelim.

Page 40: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

40

bir böbürlenerek, ben yaptım oldu anlayışından vazgeç. Karşında yirmi beş milyonun üzerinde bir topluluk var. Aleviler ve Bektaşi toplumu, özünden koparılmış bu tür şekle dayalı dayatmalardan artık rahatsız. Gelen şikâyetlerden bunu anlamıyor musunuz? Halktan gelen bu tür şikâyetlerin, Sayın Hocamızın kulağına kadar gittiğine eminim.

Dâr Komisyonu

Kurum içi dar komisyonu kuruyorsun, bizim bildiğimiz Dâr meydan evinde kurulur, Hakk’ın önünde halkın huzurunda sorgu yapılır, Dâr’a kalkan cana kendini savunma hakkı tanınır. Gerçeği de budur. Gıyaben göstermelik dar’a çekme nerede görülmüştür?

Bu konudaki görüşümüz şu: Önce sizin dar’a çekilmeniz gerekir ve önce bu halka sizin hesap vermeniz gerekir…

Bay Ali Rıza, sen Dede fi lan değilsin. Hıdır Abdal Ocağı’ndan olduğunu söylüyorsun. Hıdır Abdal Ocağı’nın işlevi Alevi erkânnamesinde açık ve net olarak belirtilmiştir: O ocağa dedelik hizmeti verilmemiş, orası düşkünler ocağı olarak bilinir. Bu gerçeği hatırlatandan sonra sizden bir açıklama daha bekliyorum.

Dede olduğunu söylüyorsun, ben de soruyorum: Senin pirin kim? Mürşidin kim? Müsahibin var mı? Varsa kim? Önce bu sorulara bir açıklama getir, ondan sonra o posta otur, oturabiliyorsan, bir zamanların bakkal efendisi.

Kafana Göre Tek Tip Cem Kitapçığını Hazırlarken Sen Kimlere Sordun

Yazarlara mı, tarihçilere mi, sosyologlara mı, antropologlara mı, yoksa bilgiyle donanmış akademisyenlere mi sordun? Sen kimlere sordun? Ocak dedelerinin Bektaşi babalarının fi krini aldın mı? Söyler misin kimlerin onayını aldın? Alevi ve Bektaşi inanç dünyasında

oldukça önemli olan bu konuyla ilgili, kimlerin görüşünü aldın? Herhangi bir taban çalışması veya bir bölgede bir yerde alan çalışması yaptın mı? Tabanın fi krini aldın mı?

Ocakzade dedeleri, Bektaşi babaları, akademisyen bilim adamlarını yazarlarımızı, toplayıp istişare yaptın mı? Bir de ulu orta konuşuyorsun, “Diyanet Aleviliği bana sorsun” diye ahkâm kesiyorsun. Sen kimsin?

Alevi dünyasında yüzlerce akademisyen tarihçi ve yazar var. Bir o kadar da konuya vakıf Dede-Baba var, onlara sormayacaklar da sana mı soracaklar?

Ali Rıza Uğurlu, sen, bin yıldır aşkla, şevkle, sürdürülen yolumuzu, Erkân’ımızı kafana göre değiştirerek, özünden ayırarak içine bir takım Arap-Emevi İslam anlayışına uygun ilahiler, dualar ilave ederek Alevi ve Bektaşi toplumunu nereye mal etmeye çalışıyorsun? Sen kimsin, kime hizmet ediyorsun? Sen kim oluyorsun?

Ali Rıza Uğurlu, cem evlerinde uygulamaya çalıştığın cemler Anadolu’nun neresinde yapılıyor? Cem ibadetinde olmayan, kadın-erkek ayrımı, elleri dizlere vurarak şov havasına soktuğun cem ibadetleri nerede yapılıyor? Aczmendi tarikatçıları gibi halkımızı korkutan ruhsuz tek tip Cem dayatmasını bırak artık… Alevi ve Bektaşi toplumu, özünden koparılmış bu tür şekle dayalı dayatmalardan artık rahatsız.

Page 41: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

41

Senin bilgin ve birikimin inancımızı şekillendirmeye, özünden kopararak içini boşaltmaya yeter mi?

Kısacası, Aleviliğe yön vermek Ali Rıza Uğurlu’nun ne hakkı ne de haddi; bunu böylece bilsin. Dede yetiştirdiğini söylüyorsun! Hangi enstitüden, hangi fakülteden mezun oluyor bu yetiştirdiğin dedeler? Allah aşkına senin bilgin ve becerin bu çocukların yetişmesine yeter mi? Adama sorarlar: Hangi ocakta, hangi Alevi köyünde, hangi cem evinde yetiştirdiğin dedeler hizmet yürütüyor, lütfen söyler misin? Alevi köylerinde, bırakın cem yürütmeyi, cenazeler bile ortada kalmış durumda… […]

Gerçek Ocak Dedeler, gerçek Alevi toplumunu örgütleyen, eğiten, aydınlatan bir yapılanmanın dışında, toplumsal işlevleri ile denetçi konumdadır. Dedelik mekanizması kendi içinde de zincirleme bir düzenek, hiyerarşik bir yapı şeklindedir. Her Seyit, hem dede hem taliptir. Bir Seyitin dedelik yapabilmesi için kendi dedesine görülmesi gerekmektedir.

Dedelere Tarihi Bir Hatırlatma

Hacı Bektaş Veli’den, Ahmet Cemalettin Çelebi’ye dek tüm Alevi-Bektaşi-Kızılbaş topluluklarının Serçeşmesi, “Velayet Makamı” Hacı Bektaş Dergâhı olmuştur…

Bütün Seyit Ocakları, bu makamı yol örgütlülüğü piramidinin tepe noktası saymışlardır. Bu nedenle, bu hiyerarşik yapının sağlıklı yürüyebilmesi için bu makama gelen zatlar seçimle ve ocaklarının onayı ile gelmişlerdir. Bu makama gelen şahıslar, sadece yaşadıkları süre içinde bu hizmeti yürütürler… Kendilerinden sonra gelen evlatları için değildir…

Bu makamlarda bulunan: Velayet, Mürşid-i Kamil, Mürşit, Pir, Rehber olan seyitler, ocakzade olmalarının yanında,

“Bilgili-Erdemli-İnsan-ı Kamil olma” şartlarıyla birlikte oluşturulan kurullarca seçilirler… Son yüz yıldan buyana kurallar ve ilkeler açısından bir seçim ya da bir denetim olmamıştır… Seyit Ocakları adap ve erkânına göre işlemez durumda tutanın elinde kalmış, Babadan oğula geçen krallık, ağalık, derebeylik gibi cahil insanların elinde kalmıştır.

Günümüzde bu insanlar Dedeliği geçim kaynağı görerek istismar etmektedirler. Bazıları da servetlerini çoğaltmak için ifrata varan uygulamalar yapmaktadır. Bu tip ilişkileri Alevilik adına hareket ettiklerini söyleyen birçok örgütlü yapılarda da görmekteyiz. Dede Ocakları tarihi geleneksel erkânına ve ilkelerine göre işlemez durumdadır… Bu duruma dur demenin zamanı gelmiş de geçmektedir. Seyit soylu olsa da her önüne gelen dede, mürşid, pir, rehber olamaz…

Bugün birçok Alevi kurumlarında uydurma belgelerle dedelik yapan sahtekârlar çoğalmıştır. [...] Bunların amaçları Alevileri bir yerlere pazarlamaktır… Nitekim bu kişilerin bir takım karanlık kişilerle ilişkileri ayyuka çıkmıştır: Devlet bu tip insanlara örtülü ödenekten ya da başka fasıl ve fonlardan para vermemelidir. […] Sayın Hocam, Saygılarımla. [...]

10 Haziran 2009, Avcılar, İstanbul

Hacı Bektaş Veli’den, Ahmet Cemalettin Çelebi’ye dek tüm Alevi-Bektaşi-Kızılbaş topluluklarının Serçeşmesi, “Velayet Makamı” Hacı Bektaş Dergâhı olmuştur… Seyit Ocakları, bu makamı yol örgütlülüğü piramidinin tepe noktası saymışlardır. Bu makama gelen zatlar ocakzade olmalarının yanında, “Bilgili-Erdemli-İnsan-ı Kamil olma” şartıyla seçilir…

Page 42: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

42

Bu yazı, Koxuz internet sitesinden kısaltılarak alınmıştır. Yazının tamamını okumak için lütfen internet sitesine bakınız: <www.koxuz.org>

Alevilerden Çocuksu BeklentilerDemir Küçükaydın

ONUR ÖYMEN’in sözlerinden ve gelen tepkilerden sonra bir-çok kişinin de tekrarladığı şöyle bir değerlendirme görülüyor:

“Bu yaptığından dolayı Onur Öymen’e teşekkür etmeli. Bi-zim kırk yıldır yapamadığımızı yaptı. Aleviler böylece CHP’nin ne olduğunu anlarlar.”

Buradan da Alevilerin artık CHP destekçiliğinden vazgeçeceği-ni, CHP’ye kerhen de olsa destek veren kesimin küçüleceğini; böy-lece Askeri Bürokratik Oligarşi ve onun partisinin hareket alanının daralacağını bekliyorlar.

Bu çıkarsama ve beklentilere bağlı olarak da bütün çabalarını, Öymen örneğinden hareketle CHP’nin nasıl bir parti olduğu konu-sunda yoğunlaştırıp, Alevilere, “bakın hâlâ da CHP’nin özünü göre-mez ve onu desteklemeye devam ederseniz, sonra başınıza gelecek-lerin ve Türkiye’deki demokratikleşmenin başarısız kalmasının suç-lusu siz olursunuz” diyorlar veya dedikleri özünde buraya varıyor.

İnternetteki sol, liberal ve hatta bir sürü sosyalist sitede ve de sanki “sağduyu”nun son sözüymüş gibi görünen bu tavır ve beklen-tiler hem sosyolojik olarak hem de politik olarak yanlıştır.

Bu tavır, partiler ve onları destekleyen kesimlerin ilişkisini sos-yolojik olarak son derece basit, mekanik ve çocuksu değerlendir-mekle kalmaz, politik olarak da Alevileri bizzat bu tavırlarıyla CHP’ye mahkûm ederler.

Nasıl ve niçin? Bunu açıklamayı deneyelim. [...] Alevilerin tavır-ları olgular ve çıkarsamalara ilişkin argümanlarla değiştirilemez. Aklî argümanların sınıfl arın veya toplumsal güçlerin tavrını değiş-tireceği, burjuva rasyonalizminin bir ifadesidir. [...] Bütün bürokra-tik yapılarına, ihanet çizgilerine rağmen [CHP gibi] örgütler işe ya-rar bir silahtırlar ve gereğinde savunma için kullanılabilirler.

Radikal sol örgütler, küçük gruplar, birer küçük çakı gibidir-ler. Hele örgütsüzlük, silahsızlıkla eşittir. Ama büyük partiler, sen-dikalar, her şeye rağmen köpekler saldırdığında belki onları yok et-mezler, ama uzak tutmaya yarayan kocaman ve kalın sopalar gi-bidirler. O kalın sopaların yerine koyacak iyi bir kılıç veya taban-ca veya daha etkili bir silah olmadıkça, sopayı atıp küçük çakılarla veya en küçük bir savunma silahından yoksun olarak ortada “Tığ-ü teber, Şah-ı Merdan” kalmak istemez büyük toplumsal gruplar. As-lında sezişleri ve içgüdüleriyle, kendilerini rasyonel davranmaya ikna için rasyonel argümanlar getirenlerden çok daha rasyonel dav-ranırlar.

Bütün bürokratik yapılarına, ihanet çizgilerine rağmen [CHP gibi] örgütler işe yarar bir silahtırlar ve gereğinde savunma için kullanılabilirler.Radikal sol örgütler, küçük gruplar, birer küçük çakı gibidirler. Hele örgütsüzlük, silahsızlıkla eşittir. Büyük partiler, sendikalar, her şeye rağmen köpekler saldırdığında onları uzak tutmaya yarayan sopalar gibidirler.

Page 43: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

43

Aslında bu davranışın başka bir biçimi bizzat kadınlarda da gö-rülür. Her gün milyarlarca kadın bizzat erkekler tarafından ezil-mektedir. Bütün kadınlar nasıl ezildiklerini bilirler aslında; içgü-düsel olarak ve kişisel düzeyde bu ezilmeye karşı cinsler arası savaş gibi görünen bir savaş da yürütürler.

Ve bu savaşta tek tek kadınlar olarak isyan ettikleri takdirde ezi-leceklerini iyi bilip sezdiklerinden, bizzat kendilerini ezen erkek cinsinden birini kendilerine koruyucu yaparlar. (Ya da sosyal ola-rak bir kadın olmaktan çıkarlar, bir yaşlı, bir anne, bir rahibe, vb., olurlar.) Ancak yine kendisini ezen bir erkeğin koruyuculuğu altın-da toplumda tamamen silahsız ve savunmasız olmaktan kurtulur-lar. [...]

Ezilenler, kendilerine karşı kullanılan silahları, tıpkı Uzak Doğu’nun karşı tarafın gücünü ona karşı kullanmaya dayanan spor-ları gibi (ki bu sporların kaynağında da ezilenlerin direnişi vardır.) düşmanlarına karşı çok etkili olmasa da kullanmaya çalışırlar.

Benzer bir örnek politik İslam’dan verilebilir. Başörtüsü, erkek ege menliğinin bir sembolü, bir aracıyken, kadınlar onu evden çıkıp modern hayata girmenin, sokağa çıkmanın, çalışmanın ve böylece ekonomik bağımsızlığı kazanmanın ev zindanından çıkışın bir ara-cı, bir kurşun geçirmez hamaylısı yaparlar.

Ezilenlerin binlerce yıldan beri gelişmiş sezgileri ve eğilimle-riyle yürüttükleri bu mücadeleleri, ancak burjuva rasyonalizminin veya pozitivizmin yol açtığı hafıza kaybına uğramış Kemalistler, Stalinistler, Sosyal Demokratlar anlayamazlar.

* * *Özetle, Alevilerin bu Onur Öymen ve Dersim skandalından son-ra olsun CHP’den uzaklaşmalarını beklemek sosyolojik olarak ol-guların mekanik bir değerlendirmesine dayanan yanlış bir beklen-ti veya öngörüdür.

Ama böyle bir beklentiye yönelik olarak gerçeği açıklama ve ay-rılmaya ikna çabalarına girmek ve bunu politik eylemin merkezine almak, politik olarak daha büyük bir yanlıştır.

Bu olay vesilesiyle sol, aslında liberallerden ve liberal soldan farklı, radikal demokrat bir politika uygulamak istiyorduysa, bü-tün oklarını AKP’nin Kürt açılımını, [...] DTP gibi bir laik ve de-mokrat bir örgütü tecrit etmeye yönelik olarak, ne laik ne de demok-rat olmayan Barzani’ye dayandırmasına; argümanlarını İslam kar-deşliğinden getirmesine; “Kürt Açılımı”nın yanı sıra gerçek bir la-iklik açılımı yapmamasına; hatta aksine verili durumu, ‘istemem yan cebime koy’ diyerek ebedileştirmesine ve böylece Alevileri CHP’ye ve Askeri Bürokratik Oligarşinin kerhen de olsa destekçili-ğine mahkûm etmesine yöneltmeliydi.

Ancak böyle davranan radikal demokrat bir duruş ya da akım ya da hareket uzun vadede Alevlileri ve şehir orta sınıfl arını da demok-ratik safl ara çekebilirdi ve AKP’ye soldan baskı yapıp bir yan ürün olarak “açılımın” daha ileri bir ortalamaya gidişine yol açabilirdi.

Bütün çabalarını,

Öymen örneğinden

hareketle CHP’nin

nasıl bir parti olduğu

konusunda yoğunlaştırıp,

Alevilere,

“Bakın, CHP’nin özünü

göremez ve onu desteklemeye

devam ederseniz, başınıza

geleceklerin ve demokratik-

leşmenin başarısız

kalmasının suçlusu

siz olursunuz”

diyorlar.

Page 44: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

44

Ama tam da böyle davranılmadığı için yani aslında bütün ok-lar “Niye hâlâ CHP’yi destekliyorsunuz” diye Alevilere yöneltildi-ği için sonuç beklenenin tam da tersi olacaktır. Aleviler CHP’yi terk etmemekle kalmayacak CHP içinde de dünden daha boynu bükük ve ezik kalacaklardır.

Çünkü CHP’nin yerine koyabilecekleri başka bir silahları yok-tur politik Sünni İslam’ın gücü karşısında.

Bu gidişin sembolik ifadesi şimdiden Kılıçdaroğlu’nun akıbe-tinde görülüyor. Başlangıçta biraz da çevrenin zorlamasıyla, “gere-ğini yapmak” gibi her anlama gelecek bir kavramla Öymen’i istifa-ya çağırmıştı. Ama Öymen istifa etmeyip aksine Baykal’ın deste-ğini alınca, Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi gerekirdi. Ama edemez-di ve edemeyecektir. İstifa etse de bitecekti gerçi, ama şimdi istifa etmeden bitmiştir. Ayrılamazdı, çünkü yerine koyacağı, aynı işlevi görebilecek bir alternatifi yoktur.

Aslında Deniz Baykal kendisine ilerde rakip olacağı düşünülen veya böyle bir beklenti içinde olunan bir potansiyel muhalifi nden de kurtulup kendi pozisyonunu güçlendirmiş olarak çıkmıştır bu du-rumdan. Özetle, bu fırtına sonucunda Alevilerin değil, Baykal’ın konumu güçlenecektir ve güçlenmektedir.

Ama Alevilere değil; Alevileri CHP’ye mahkûm eden, AKP’nin demokratik olmayan karakterine vurgu yapan; onun demokrat ol-madığını, Askeri Bürokratik oligarşiye karşı tutarlı bir mücade-le yürütmediğini ve onu böylece güçlendirdiğini söyleyen ve vu-ruş yönünü buraya yapan bir radikal demokrat muhalefet olsaydı; örneğin DTP, böyle bir vuruş yönü izleseydi, kısa vadede olmasa bile, uzun vadede Aleviler onu etkili bir silah olarak görebilirlerdi ve Kürtlerin ve Alevilerin demokratik özlemlerini aynı potaya akı-tacak bir kanal açılabilirdi. [...]

AKP, Alevilerin baskı altında olduklarını görmek istemeyerek; demokrasiyi, çoğunluğun azınlığa tabî olması olarak anlayarak ve gerici bürokrasinin yaptıklarını “istemem, yan cebime koy” anlayı-şıyla Alevileri korkutmakta ve CHP’ye mahkûm etmektedir.

Politik İslam, liberaller ve liberal solcular, AKP’nin demokra-tik olmayan karakterine vurgu yapacak yerde Alevileri CHP’den kopmaya çağırmakla yetindikleri takdirde varacakları yer Alevileri suçlu görmek [...] olacaktır: Hâlâ CHP’yi desteklediğinize göre suç-lu sizsiniz ve şikâyet etmeyiniz.

Böylece suçlu Alevileri oraya süren ve demokratik olmayan AKP’nin politikaları değil; Aleviler ilan edilecektir.

* * *Görüldüğü gibi, Alevileri, “Haydi artık niye hâlâ CHP’desiniz” diye eleştiren kampanyalar, bütün iyi niyetlerine rağmen demokrasi güç-lerini dağıtacak ve bizzat AKP’nin geri adım atmasının yolunu aça-caktır.

Kime niyet kime kısmet?19 Kasım 2009, Perşembe

Alevileri CHP’ye mahkûm eden, AKP’nin demokratik olmayan karakterine vurgu yapan; onun demokrat olmadığını, askeri bürokratik oligarşiye karşı tutarlı mücadele yürütmediğini ve onu böylece güçlendirdiğini söyleyen bir radikal demokrat muhalefet olsaydı uzun vadede Aleviler onu etkili bir silah olarak görebilirlerdi.

Page 45: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

45

12 EYLÜL 1980 darbesinden sonra Türkiye’de siyasi iktidarı devirip

“emir komuta zinciri” altında ülke yönetimini devralan askeri cuntanın ilk icraatı; her türlü siyasi faaliyetin her kademede durdurulması, parlamentonun ve hükümetin feshedilmesi oldu.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve üye sendikaların faaliyetleri durduruldu; yöneticileri “güvence altına”(!) alındı. Grev çadırları söküldü. Grevler yasaklandı. Demokratik kitle örgütleri kapatıldı. Kısa süre sonra tüm işyeri sendika temsilcileri gözaltına alındı. DİSK’in taşınır ve taşınmaz varlıklarına el konuldu. DİSK üyesi sendikaların yönetimine kayyımlar atandı ve DİSK yöneticileri tutuklandı. Sendikacılık tarihinde silinmeyecek izler bırakan DİSK; 12 yıl aradan sonra 1992 yılında yeniden faaliyete geçebilmiştir.

1980 sonrasında toplumsal dokunun bütünü üzerinde yürütülen bu faşist uygulamaların nedenleri ve sonuçlarıyla ilgili ilginç yaklaşımlar olduğunu söyleyebiliriz. 1980’lerle birlikte özerk kurumların yürütmeye bağlı hale getirilmesinin, siyasal partilerin kapatılmasının, sendikaların mal varlıklarına el konulmasının ve derneklerin cılızlaştırılmasının altında 24 Ocak 1980 kararları ile dillendirilen serbest piyasa ekonomisi politikalarının gerçekleştirilme girişimi vardır.

Siyasal iktidarın, ekonomik ve sosyal politikalarına direnç gösterebilecek nitelikteki unsurlar etkisiz hale getirilmiştir. Bu süreçte sendikalar, odalar, dernekler, üniversiteler, siyasal partilerin gençlik ve kadın kolları gibi örgütlenmeler yasaklamalardan payını

almıştır. Siyasal katılımın kısıtlandığı, sendikacılığa darbe vurulduğu bu apolitizasyon süreci sonunda siyasal hareket sadece belli dönemlerde oy verme eylemine indirgenmiştir.

Siyaset arenasındaki bu boşluk, dinsel temelli cemaatsel örgütlenmelerle doldurulmaya çalışılmış ve halkın sağduyusu görmezlikten gelinmiştir. Toplumun önemli bir kesimi, sınıfsal veya ideolojik kimlik kodlarını bir kenara bırakarak etnik veya dinsel kimlik kodlarıyla siyasette yer almaya başlamışlardır. Bu halde faşist darbeden sonra toplumun getirildiği noktayı anlamamak ve bundan ders almamak anlaşılır gibi değildir. İnsanların siyasete merkezde biriken ranttan pay almak için girdiklerini de belirtirsek, bu fotoğraftaki suretleri tamamlamış oluruz. Dar çıkar ilişkilerine dayalı olan siyasi anlayış, toplumsal yozlaşmayı hızlandırmıştır.

Toplumun diğer emekçi ve sistemin muhalif kesimleri gibi kamu emekçileri de ekonomik, siyasal ve sosyal hak kayıplarına uğratılmış; zora, şiddete ve sindirmeye dayalı baskı altında örgütsüzleştirme politikalarıyla mücadele etmek zorunda bırakılmışlardır. 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin kamu emekçilerine sendikal örgütlenme hakkı tanındığı yönünde yapılan yorumlar

Dizi Yazı – 2

Sadaka Değil, SendikaNedim Kanoğlu

Page 46: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8

46

ve açılımlar kamu emekçilerinde yankısını bulmuş, sendikal örgütlenme çalışmalarının yönlendirilmesine katkı sağlamıştır.

1980 sonlarında kamu emekçileri, bir yandan kurdukları dernek lerle sendikal örgütlenme faaliyetlerini yürütürken diğer yandan da eylem ve güç birlikteliği oluşturarak kendi ekonomik ve siyasal haklarına sahip çıkma sürecine girmişlerdir. Kamu emekçileri 1987 yılından sonra mesleki örgütlenmelerde sendikalaşmayı tartışmaya başlamış ve Sendika Yürütme Komisyonları oluşturmuşlardır.

İlk olarak 28 Mayıs 1990 yılında eğitim emekçileri Eğitim-İş’i kurdu. Ardından Eğitim-Sen ve Tüm Bel-Sen’den başlayarak çok sayıda sendika kitlesel başvurularla kurulmaya başlandı. Hak kayıplarını telafi amacıyla alanlara çıkan işçilerin 89 Bahar Eylemleri olarak bilinen eylemlilikleri bu süreci hızlandıran

temel etkenlerden biridir. 1990–91 yılları sendikaları kurma ve yaşatma yılları olarak da anılabilir. Kurulan sendikaların tümü hakkında kapatma davaları açılmış, yöneticiler geçici sürelerle görevden uzaklaştırılmış ve sendikalar mühürlenmeye başlanmıştır. Devletin bu yoğun baskısı sonucu bile hakların ancak örgütlü mücadele ile alınabileceği inancını taşıyan emekçiler geri adım atmamışlardır. Hukuk alanında girişimler sürdürürlerken fi ili ve meşru temelde mücadeleye devam etmekten vazgeçmeyen kamu emekçileri günümüzdeki haklı örgütlülüğümüzün de alt yapısını oluşturmuşlardır.

26 Ocak 1991 tarihinde 12 Eylül sonrasının ilk mitingi “ Kamu Çalışanları Sendikal Haklar Mitingi” adıyla İstanbul’da düzenlendi. 20 Şubat 1991 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından Valiliklere gönderilen bir yazıda çeşitli gerekçeler ileri sürülerek, kamu emekçilerinin sendika kurma

25 Kasım Kamu Emekçileri Uyarı Grevi Kamu emekçileri ülkenin çeşitli yerlerin-de 25 Kasım günü bir günlük grev, yürü-yüşler ve mitingler yaptı. Kamu çalışan-ları sendikalarına “Toplu Sözleşme Hak-kı” istendi. Mitingde konuşan KESK Ge-nel Başkanı Sami Evren şöyle dedi: “Sermaye kesimleriyle, küresel şirketlerle, IMF’yle, Dünya Bankası’yla

dost olmayı başaran bu iktidarlar, kendi yurttaşlarıyla, işçilerle, kamu emekçileriyle, köylülerle, Alevilerle, Kürtlerle dost olmayı başaramamışlardır. Kendi yurttaşlarının kalbini kazanamayan iktidarlar, tarihin karanlığına gömülmeye mahkûmdur. Dünküler nasıl gömüldüyse tarihe, bugünküler de gömülecektir.”

Page 47: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

Kasım 2009 SACAYAK

47

SACAYAKDerginize Abone Olun

Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın:

Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve

ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35

girişimlerinin “yürürlükteki mevzuata aykırı” olduğu bildirildi. Bu genelge ile baskılar ve kurulan sendikalara yönelik kapatma girişimleri daha da arttı. Kurulan sendikaların kapatılması istemiyle davalar açılsa da tüm davalar, sendikaların lehine sonuçlandı.

15 Temmuz 1992’de “Hak Direnişi” olarak gerçekleştirilen ilk iş bırakma eylemi, kamuoyu, medya ve siyasi partilerden büyük destek gördü. 21 Aralık 1992 tarihinde bir eylem daha gerçekleştirildi; çeşitli illerde kitlesel basın açıklamaları yapılırken Ankara’da 20 bin kamu çalışanı Zafer Meydanı’nda toplanarak sloganlarla Başbakanlığa yürüdü. Sendika yöneticilerinin oluşturduğu bir heyet, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile görüşerek sendikal faaliyetlerinden dolayı uğradıkları baskıları anlatan bir dosyayı İnönü’ye verdiler.

Olaysız bir şekilde sonuçlanan eylem, medya ve kamuoyunda olumlu tepkiler aldı. 25 Mayıs 1994 tarihinde 22 sendika başkanı Ankara Güven Park’ta üç gün sürmesi planlanan açlık grevine başlamış ve Ankara’ya gelen kamu çalışanlarıyla birlikte Başbakanlığa yürüyüş planlanmıştı. 28 Mayıs gecesi 22 sendika başkanı ve 54 kamu çalışanını gözaltına alan polis eylemi engelleyemedi. Kamu emekçileri, Anayasa’nın 90. maddesi gereğince kabul edilen uluslararası sözleşmeler (İLO) çerçevesinde örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev haklarını elde etmişlerdir.

Ancak bugün yalnızca örgütlenme önündeki engeller aşılmıştır. “Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya amacıyla ülkede ve dünyada savaşa karşı kalıcı barışın yaratılmasında katkıda bulunmak; her türlü baskıcı yönetime karşı demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yerleşmesini sağlamak; faşist hareketlere karşı demokrasi, emperyalizme karşı bağımsızlık, baskılara karşı özgürlük, ırkçılığa ve şovenizme karşı halkların kardeşliği için mücadele etmeyi” ilke edinen sendikalarımızın gücü bizleriz.

Kamu emekçileri ile işçi sendikaları örgütlenmelere kucak açarak güç birliği sağlamak ve bu doğrultuda haklara sahip çıkarak bambaşka bir dünyayı yaratmanın ne derece gerçekleşebileceğini bu yolla gösterebileceğimizi anlatmak üzere bilgilerimizi tazeledik ve paylaşmak istedik. Sınıfsız, sömürüsüz eşit bir coğrafyayı yaratabilmenin yollarından biri olan sendikacılığı incelemeye devam edeceğiz.

Page 48: Sacayak Sayı 8 Kasım 2009

SACAYAK Sayı 8, Kasım 2009

BİLİN BAKALIM KİM KONUŞUYOR?

Kaç seçim öncesidir böyle oluyor: Ale-viler yine savruluyor. Üstelik bir önceki, daha önceki seçim dönemlerinde yaşan-mış olanlardan dersler çıkarmadan, aynı şeyler yeniden yeniden yineleniyor. Yal-palama savrulmaya dönüşüyor. Alevi ku-rumlar sarsılıyor, onulmaz yaralar açılı-yor. İç kanama oksijen çadırını işaret edi-yor.

Yine deneylerden biliyoruz ki; seçim fırtınası geçince, hava sakinleşecek, sular durulacak, taşlar yerine oturacak, yaralar sarılacak. Ama izleri de kalacak.

Birlik Partisi, Barış Partisi deneyleri-ni, en sağdan en sola siyasi parti kapıla-rını aşındırma olgularını, örtülü ödenek hikâyelerini de anımsadığımızda; “Bu neden böyle?” sorusunu sormadan ede-miyoruz.

Gerçekten de bu neden böyle? Alevi-ler neden siyaseti beceremezler? Neden birbirlerine düşerler? Neden burjuva poli-tikacılarının elinde oyuncak olurlar? Ne-den kendilerine büyük misyonlar, viz-yonlar vehmederler? Neden siyaset ala-nında kuralları, kurumları, gelenekleri, mirasları yoktur? Çünkü köylüler.

“Köylü” sıfatını küçümseyici bir an-lamda kullanmıyorum. Köyde doğmuş olan, köyde yaşamakta olan anlamında kullanmıyorum, bir zihniyet, bir anlayış, algılayış, hayata bakış anlamında kulla-nıyorum. Ve böyle tanımladığımda da; hem kaderci, teslimiyetçi, tanrıcı, gele-nekçi, hem de çıkarcı, kurnaz, günübir-likçi bir değerler sisteminden söz ediyo-rum. [...]

Alevilik olgusu doğduğundan beri si-yasidir. Selçuklu’dan bu yana, devlete hep itiraz etmiştir, hep hak talep etmiştir, hep özgürlük istemiştir, hep isyan etmiş-tir. Hep katledilmiştir. Taleplerinden yine de vazgeçmemiştir. Bugün de demokra-si istiyorlar, başka bir şey değil. Dede-lik, ozanlık kurumları, dergâhlar, ocaklar hep bunun için varolmuşlardır. Her oza-nımızın dizesinde, her dedemizin duasın-da siyaset vardır.

Kaldı ki; yaşamın hangi alanı vardır ki; siyasetten yalıtılmış olsun.

Bugün; yurtiçinde-yurtdışında bun-ca dernek, şube, genel merkez, federas-yon, konfederasyon niye var ki? Yaptık-ları etkinlikler, toplantılar, bildiriler, yü-rüyüşler, sloganlar, görüşmeler, mahke-meler, duruşmalar ne adınadır? Yazdıkla-rı kitaplar, çıkardıkları dergiler, kurduk-ları radyolar, televizyonlar ne adınadır? Var olduklarını, bir kimlik taşıdıklarını, bir hak öznesi olduklarını göstermek ve kabul ettirmek için değil midir? Kamu-oyu oluşturmak, haklı olduklarına dair herkesi inandırmak, destek almak, dev-leti, meclisi, hükümeti ikna etmek, zorla-mak, böylece özledikleri demokratik ko-şullara ulaşmak adına değil midir? Bun-dan âlâ siyaset hangisidir?

Yok eğer kastedilen, her seçim döne-minde olduğu gibi; parti parti dolaşmak; milletvekilliği pazarlığı yapmak ise; o işin adı siyasete müdahale değil, siyaset-ten nemalanmadır. Bu ise toplumsal de-ğil, kişisel bir meseledir. Bu kurnazlığı ise siyasi partiler de Aleviler de deneyle-riyle bilirler.

Evet, her seçim döneminde; siyasi du-yarlılık üst düzeye tırmanır. [...] Bu du-yarlı dönem; herkes için olduğu den-li Aleviler için de önemli bir fırsattır. Bu fırsatı akıllıca değerlendirmenin yolu, TV’lerimizden yayınlayacağımız kitlesel gösterilerin ekran fotoğrafl arını siyasile-rin gözüne sokma, şantaj yapma kurnaz-lığından geçmez. Köylülük dediğim şey işte tam da buna tekabül eder. [...] Günü-birlikçilik adına yarınlar karartılır.

Siyasi duyarlılıkların en üst düzeye yükseldiği bu seçim dönemlerinde, Ale-vilere düşen görev; sorunlarını ve hak-lılıklarını insan hakları, eşitlik, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü ve demokra-si bağlamında her düzeyde ve platformda tartışılır kılmaktır.

Bu da ancak örgütler eliyle olur. Ör-güt dediğimiz şey tabeladan ibaret değil-se tabii. [...]

Günümüzde Genel Başkanı olduğu ABF eliyle kuracağı partinin bir Alevi Partisi olmayacağını söyleyen Ali Balkız’ın, üç yıl önce 2006 Kasım ABF Kongresi sonrasında yazdığı “Seçim Geliyor, Aleviler Savruluyor” başlıklı yazıdan