radyoterapi tarihce-ozgehan onay
DESCRIPTION
Radyoterapi Tarihce-Ozgehan OnayTRANSCRIPT
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE RADYOTERAPİ TEKNİKLERİ
Uz.Fiz. Özgehan Onay
X ışınları, ilk olarak 1895 'de Alman fizikçi Wilhelm Conrad Roentgen tarafından "yeni bir ışın
çeşidi" olarak tanımlandı. Roentgen, x ışınları ile eşinin elini görüntüleyerek ilk radyolojik
görüntüyü elde etmiştir. Yeni buluşunu ilk kez Aralık 1895'de, Physical Medical Society of
Wurzburg'un başkanına göndermek üzere kaleme alır ve ardından bu buluş dünyada büyük bir
yankı uyandırır. Bunun üzerine 1896'da, dünyanın ilk radyoloji bölümlerinden biri olan Glasgow
Royal Infirmary (Glasgow Kraliyet Tedavi Merkezi) 'inde bir x ışını departmanı kurulur. Bölüm
başkanı Dr. John Macintyre ilk olarak bir böbrek, bir çocuğun boğazına kaçan para ve bir
kurbağanın bacaklarını hareket halinde gösteren x ışını grafilerini elde eder. Aynı yıl Dr. Hall-
Edwards x ışınını tedavi için kullanan ilk insanlardan biri olur ve bir kadının eline batan iğneyi
görüntüleyerek tedavi eder. X ışınını kanser tedavisinde ilk kez kullanan Amerikalı Emil Grubbe
olur. Roentgen'in x ışınını keşfinden sonra makinesini bir yıldan az bir süre içinde tamamlayarak
meme karsinomalı kadın hastanın tedavisinde kullanır. Böylelikle x ışınları ilk kez bir kanser
hastasının tedavisinde 1895 yılında kullanılmış olur.
X ışınları ile ilk kür elde edilen vaka, Dr.Thor Stenbeck' in 1899’da Stockholm'da tedavi ettiği,
burnunun üstünde bazal hücre karsinomu gelişen 49 yaşındaki kadın hastadır. 9 ay boyunca her
gün küçük dozlarla tedaviyi gerçekleştirir ve sonucu rapor eder.
X-ışınları ile ilk küratif tedavi- Dr.Thor Stenbeck-1899
X-ışınlarının zararlı etkileri, keşfinden kısa bir süre sonra gözlenmeye başlanır. Thomas
Edison, Mart 1896'da, x ışını ile çalışırken gözlerinin yaşardığını farkeder ve ardından Nisan
1896'da, British Medical Journal'da, x ışınının neden olduğu el yanığı rapor edilir. Şubat 1897'de,
John Hopkins Hastanesi Bülteni’nde x ışınının zararlı etkilerinin oluştuğu 23 vakayı bildirir.
1896'da, Becquerel radyoaktiviteyi ve 1898’de Pierre ve Marie Curie radyumu ve - Marie
Curie'nin ana vatanının ismini verdiği- polonyumu keşfeder. Çalışmaları sırasında Becquerel’in
arka cebinde 6 saat boyunca taşıdığı radyum numunesinin neden olduğu eritem, ilk kez
radyoaktif bir maddenin sebep olduğu radyobiyolojik deneyi ortaya çıkarır.
Radyumla ilk tedavi- Dr. Danlos-1901
Radyum, keşfinden kısa bir süre sonra tedavide kullanılmaya başlanır. İlk önceleri iyi
huylu cilt tümörlerinin (lupus gibi) tedavisinde kullanılır. İlk rapor edilen tedavi 1901'de
Dr.Danlos ‘a aittir (bu tedavi başarısızlıkla sonuçlanır). Radyumla ilgili tedavilerde belirsizlikler
devam ederken, 1903'de ilk kez St. Petersburg 'da Dermatologische Zeitschrift'de S.W.Goldberg
ve Efim Semenovich, x ışınlarını kullanarak bazal hücreli karsinom tedavisinde kür sağladıklarını
yayınlarlar. Böylelikle x ışınlarının tedavi edici özelliği kanıtlanmış olur. Böylece x ışınları radyum
karşısında tekrar güncelliğini kazanmış olur.
Yapılan tedaviler sonucunda oluşan yan etkileri azaltabilmek için fikirler geliştirilir. Bu
fikirlerin en başırılılarından biri 1901'de ilk baş maskesinin kullanımıdır. Francis H. Williams "The
Roentgen Rays in Medicine and Surgery" adlı kitabında, tedavi edeceği hastanın sağlıklı
dokularını korumayı amaçlayan baş maskesinin yapılışını anlatır.
Francis H. Williams tarafından kullanılan ilk baş maskesi-1901
Diğer başarılı bir tanımlamada 1907 yılında Louis Wickham ve Paul Desgrais tarafından
yapılır. Radyum tedavisinde önceleri kaynak, hastalıklı doku üzerinde bekletilerek uygulanırken,
erektil angioma tanılı çocuk hastanın tedavisinde aplikatör kullanarak sağlıklı dokular başarıyla
korunur. Hastada hiç bir kozmetik kayıp yoktur ve tedavi başarıyla sonuçlanır.
Aplikatör kullanılarak uygulanan ilk radyum tedavisi-Louis Wickham ve Paul Desgrais-1907
X ışını ve radyum tedavilerinden elde edilen başarılı sonuçlara atıf olarak, 1904'de,
Dr.William Rollins'in "A comparison between the medical uses of the X-rays and the rays from
the salts of radium" isimli makalesi Boston Medical and Surgical Journal'da yayınlanır. Böylelikle
x ışınları ile radyum tedavileri arasındaki karşılaştırmalar başlamış oldu.
X ışınlarının, prolifere hücrelerde ve seminomdaki radyoduyarlılığı, 1903-1905 yılları
arasında yapılan çalışmalar neticesinde rapor edilir ve radyobiyolojinin önemli kilometre taşları
arasındaki yerini alır.
1906'da Fransız radyobiyolog J.Bergonie ve L.Tribondeu'nun yaptıkları çalışmada;
radyasyonun; hücreler, dokular, organlar, metabolik aktivite, proliferasyon ve büyüme hızı
üzerindeki etkileri gözlemlenerek, yüksek mitotik aktiviteye ve kötü differansiasyon özelliklere
sahip dokuların radyasyona diğer dokulardan daha duyarlı oldukları gösterilir.
1912-1940 yılları arasında radyobiyolojik çalışmalar hızla devam eder ve İngiltere'de
radyasyonun biyolojik sistemlere etkisi ile oksijen varlığı arasındaki ilişki belirtilerek, oksijenin bir
radyosensitizer olduğu ispatlanır.
1913'de Amerika Birleşik Devletleri 'nde, William David Coolidge tarafından ilk modern
yüksek vakumlu termoiyonik x ışını tüpü üretilir. Böylelikle doğal radyoaktif kaynaklarla yapılan
tedavilerin yerini artık modern x-ışını tüpü almaya başladı ve 1920'de kkoonnttaakk tteerraappii ((5500 KKVV)) vvee
ssüüppeerrffiissyyaall tteerraappii ((110000--115500 KKVV)) yyaappaann xx ışını cihazları üretildi. O yıllarda, x ışınları ile yüzeyel
tümörlerinin tedavisinde başarı elde edilirken, daha derinde yer alan hastalıklı dokular için
küratif bir tedaviden söz edilememekteydi.
Kontak terapi uygulaması
1922’de, 200 KV'lik modern X ışını tüpü geliştirilir ve aynı sene larenks kanserinin
tedavisinde zamanın en gelişmiş radyoterapi cihazı kullanılarak tedavide başarı sağlanır ve bu
süreç dünyada büyük yankı uyandırır.
Aynı yıl Paris'te yapılan Uluslararası Onkoloji Kongresi'nde, otoriteler tarafından
radyoterapi ayrı bir medikal bilim dalı olarak kabul edilir.
1930'da Institut Curie'de fraksiyonasyon ile ilgili çalışmalar Claudius Regaud, Henri
Coutard, Antonie Lacassagne tarafından başlatılır. 1934 yılında yapay radyoelementlerin keşfi ve
aynı yıl H. Coutard 'ın radyasyon tedavisinde fraksiyonasyon şemalarını geliştirmesi ve x-ışınları
ile tedavi edilen ilk kanser vakalarının sonuçlarının Paterson tarafından yayınlanması ile
radyoterapideki büyük kilometre taşlarından biri daha katedilir.
1933 yılında, Hungtington Memorial Hastanesi’nde, 2-Megavolt Van de Graaff jeneratörü
klinik olarak ilk kez kullanılır. Ardından megavolt terapisinde hızla gelişen Betatron, Ksylatron,
Microtron’un yerini daha yüksek penetrasyona sahip Cobalt-60 Teleterapi cihazı almaya başlar.
1951'de, Londra'daki Victoria Hastanesi'nde ilk Cobalt Teleterapi Cihaz’ı kurularak, klinik
kullanımına başlanır.
Bu arada Radyobiyoloji hızlı bir yol alır ve 1950'de, Peterson normal doku toleransı ve
tümör kontrol dozlarını tanımlar. 1952 yılında, California'daki Stanford Ünivesitesi 'nde ilk lineer
hızlandırıcının kurulması radyoterapi uygulumalarına yeni bir boyut kazandırır. 1950’lerin
başında lineer hızlandırıcıların varlığı ve radyobiyolojideki gelişmelerle ilerleyen süreçte iki
boytlu konformal radyoterapi tanımı ortaya çıkar.
İki boyutlu konformal radyoterapi ile, manuel olarak elde edilen hasta kontürü ve derin
doz bilgileri birleştirilerek elde edilen izodoz eğrileriyle hastaya özel tedavi şekillenmeye başlar.
Belirlenen tedavi alanı içerisinde kalan sağlıklı dokular kurşun bloklarla yapılan korumalar ile
korunurken, oluşabilecek yan etkilerde büyük ölçüde azalma olur. İlerleyen zamanla beraber
tedavi alanı sayısı da arttırılır. Bu sayede daha homojen doz dağılımı elde edilir fakat yeterli
değildir. Dolayısıyla, daha homojen doz dağılımı, daha çok sağlıklı doku korumak ve daha kısa
tedavi sürelerine ilişkin arayışlar devam eder.
Elde edilen hasta konturu ve derin doz bilgileri birleştirilerek oluşturulan izodoz eğrileri
Ve 1959'li yılların sonlarına doğru Japon Dr.S.Takahashi'nin multi lif kolimatörü keşfeder.
İlk multi lif kolimatör, Dr.S.Takahashi-1950
1956 da II dünya savaşında, Hiroşima ve Nagasaki 'de atom bombasının kullanımı ile
radyobiyolojik süreç hızlı bir yol almış ve 1959’da sağkalım eğrilerinin oluşturulması, sürecin
temelini oluşturmuştur. 1960'da brakiterapinin yapıtaşlarından biri olan 'Paris Sistemi' Bernard
Pierquin tarafınan tanımlanmıştır.
1972 de, G.N. Hounsfield 'in CT scannerı keşfi gerçekleşmiştir. Bu keşifle hastanın CT
görüntüleri 1990'lı yıllardan itibaren kullanmakta olduğumuz tedavi planlama sistemlerine
entegre edilerek, hastaya özgü 3 boyutlu tedavi planlarının yapılmasına olanak sağlamıştır.
Gelişen radyolojik görüntüleme yöntemleriyle tümör ve sağlıklı dokulara ait volümler doğrulukla
belirlenebilmiştir. Zamanla planlama sistemlerinin kullanımı daha da kolaylaşmış, her bir ışın
alanı için wedge kullanımı, gantry ve kolimatör açılarına ait bilgiler planlama sisteminde
tanımlanarak, hastaya verilmek istenen doz çok daha hızlı ve doğrulukla hesaplanmıştır. Multi lif
kolimatörün keşfiyle tedavi alanı, ışının cihazdan çıkış şekliyle gözlemlenerek, kolaylıkla ve hızlı
şekillendirilmiş, böylelikle sağlıklı dokular daha iyi korunabilmiştir. 1982-1988 yılları arasında
geliştirilen inverse planlama prototipi, 1989 yılında uygulamaya hazır hale gelmiş, bundan 2 sene
sonra da 1991'de statik IMRT'nin prensipleri, Silvanus Thompson tarafından ortaya konulmuştur.
Daha az yan etkiyle daha yüksek tümör kontrolü için, yoğunluk ayarlı radyoterapi tekniği
(IMRT), ilk kez 1994 yılında Baylor College of Medicine 'da, "step and shoot" tekniğiyle
uygulanmıştır. İlk önceleri ışın demetlerinin yoğunluğu kompansatörler yardımıyla ayarlanmaya
çalışılsa da oldukça yoğun ve uzun süren bir çaba gerektirdiği için klinik kullanım açısından uzun
ömürlü olmamıştır. Kompansatör yardımıyla elde edilmeye çalışılan yoğunluğu ayarlanmış ışın
demetlerinin doz hesaplamalarına ait, saçılan foton ve ışın alanlarını belirleleyici bilgiyi
doğrulukla hesaplayacak bir modele ihtiyaç duyulmuştur.
Meme ışınlamasında kullanılan ince kurşun plakaların yapıştırılmasıyla oluşturulan kompansatör
Elis kompansatör; şekildeki blokları lego gibi dizerek, yoğunluk ayarlı ışın demetleri oluşturulmuştur.
Yoğunluk ayarlı ışın profilini çözümleyici arayışlar devam ederken, 1993'de Bortfeld ve
Boyer "step and shoot IMRT tekniğini" tanımlamışlardır. Bu teknik, kısmen birbirinin üzerine
binen statik ve farklı biçimlere sahip MLC alanlarına dayanır.
Bortfeld ve Boyer tarafından geliştirilen MSF-MLC tekniği
Günümüzde bu teknikte, hasta kontürünün düzensizliği ve doku inhomojinitesi de
dikkate alınarak, hastaya özgü yoğunluğu ayarlanmış ışın demetleri kullanılır. Tamamı motorize
multi lif kolimatörler sayesinde, ışın demetlerinin yoğunlukları istenilen şekilde ayarlanarak elde
edilebilecek konkav doz dağılımları ile kompleks tedavi alanlarında tümöre planlanan tedavi
dozu verilirken sağlıklı dokuların korunması, daha yüksek bir başarı ile sağlanabilmektedir.
3D konformal tedavi Yoğunluk ayarlı Radyoterapi tekniği
Convery ve Roosenbloom, optimize bir yoğunlukla oluşturulan profilleri incelerken, lif
hareketlerinin temel algoritmalarını çözümlerler. Algoritmayı daha hızlı ve analitik çözümler
sunan çalışmalar Spirou ve arkadaşları, Stein ve arkadaşları ve Svensson ve arkadaşları
tarafından geliştirilir. Bu teknikte radyasyon, liflerin tedavi alanındaki birbirinden bağımsız
hareketleriyle oluşan küçük alanlarla efektif bir biçimde hastaya verilir. 2000'li yılların başında
gelişen cihaz teknolojisiyle dinamik MLC kullanımı başlanmıştır. Önceleri karmaşık tedavi süreci,
2004'de fan beam lineer hızlandırıcılar ile çözümlenebilirken, tedavi süresinin uzamasına neden
olur. Gelişen fan beam lineer hızlandırıcı ile yapılan uygulamaların takibi sonucu yan etkilerin
azaldığına ve tümör kontrolünün arttığına dair bir çok makale yayınlanır.
1995'de ilk kez Cedric Yu ve arkadaşları, yoğunluk ayarlı ark terapi (IMAT) tanımlamasını
yapmışlardır. Fan beam ark terapideki gibi kesitler halinde ışın kullanmak yerine, cone beam
lineer hızlandırıcının gantry dönüşü sırasında şekil değiştiren MLC hareketleriyle oluşturduğu
alanları kullanarak sağlıklı dokuların daha iyi korunduğunu göstermişlerdir.
Arkterapi önceleri 5 ila 10 derecelik gantry açılarında forward planlama ile coplanar ve
non-coplanar arklar şeklinde, wedge filtreler kullanılarak yapılırdı.
Daha sonraları geliştirilen ark terapide farklı açılarda birden fazla ark şeklinde oluşturulan
farklı yoğunluklardaki ışın demetleri ile yapılırdı.
Dinamik MLC'nin keşfi ile rotasyonel IMRT hızlı bir yol alır. 2000-2007 yılları arasında IMAT
tekniği hasta anotomisine dayalı forward planlama ile sabit doz hızı kullanılarak uygulanmaktaydı.
2007 yılında ilk kez Shepherd ve arkadaşları değişken doz hızı ile IMAT tekniğini geliştirdi ve aynı yıl
ilk kez VMAT tanımlaması Otto ve arkadaşları tarafından yapıldı. 1 sene sonra ilk VMAT klinik
kullanımı Swedish Kanser Enstitütüsü'nde gerçekleştirildi.
Günümüzde IMAT tekniği ile, tek ve çoklu arklar şeklinde; değişken lif hızı, gantry hızı ve doz hızı
kullanılarak, sağlıklı dokular çok daha iyi korunurken, hastalıklı dokuya daha yüksek dozlar
tanımlanabilmektedir.