prof. dr. atilla uluĞ - İmo · 2018. 4. 2. · 70 71 İzmİr’İn deprem tehlİkesİ prof r till...

14
69 İZMİR’İN DEPREM TEHLİKESİ Prof. Dr. Atilla ULUĞ

Upload: others

Post on 29-Jan-2021

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 69

    İZMİR’İN DEPREM TEHLİKESİ

    Prof. Dr. Atilla ULUĞ

  • 70 71

    İZMİR’İN DEPREM TEHLİKESİ

    Prof. Dr. Atilla ULUĞ

    Fırtına, sel, kuraklık, heyelan, kaya düşmesi gibi çeşitli doğal afetler arasında depremler, insanoğluna verdiği büyük maddi ve manevi kayıplar nedeniyle birinci sırada bulunmaktadır. Kesinlikle önlenemeyen bu büyük doğa olayında ülkemiz de maalesef oldukça fazla etkilenmektedir. Dünyanın en önemli deprem zonu olan “Pasifik Okyanusunu Çevreleyen Kuşak”tan sonra dünyanın ikinci önemli deprem bölgesi “Transasyatik Deprem Kuşağı” (Alp-Akdeniz-Himalaya Kuşağı) üzerinde yer alan Türkiye’de depremler çok özel bir öneme sahiptir (Şekil 1).

    Şekil 1. Türkiye ve çevresi Plaka tektoniği haritası

    Zira, ülke topraklarının %92’si deprem olabilecek kuşak üzerinde bulunmakta ve nüfusun %95’i bu deprem bölgelerinde yaşamaktadır. Sanayi merkezlerinin %98’i, barajların %93’ü de hep bu deprem bölgelerinde yer almaktadır. Ortalama olarak her 1.1 yılda yıkıcı bir depremin yaşandığı ülkemizde depremlerin bıraktığı acılar hepimizin hafızalarında önemli yerler tutmaktadır (Şekil 2).

  • 71

    İZMİR’İN DEPREM TEHLİKESİ

    Prof. Dr. Atilla ULUĞ

    Fırtına, sel, kuraklık, heyelan, kaya düşmesi gibi çeşitli doğal afetler arasında depremler, insanoğluna verdiği büyük maddi ve manevi kayıplar nedeniyle birinci sırada bulunmaktadır. Kesinlikle önlenemeyen bu büyük doğa olayında ülkemiz de maalesef oldukça fazla etkilenmektedir. Dünyanın en önemli deprem zonu olan “Pasifik Okyanusunu Çevreleyen Kuşak”tan sonra dünyanın ikinci önemli deprem bölgesi “Transasyatik Deprem Kuşağı” (Alp-Akdeniz-Himalaya Kuşağı) üzerinde yer alan Türkiye’de depremler çok özel bir öneme sahiptir (Şekil 1).

    Şekil 1. Türkiye ve çevresi Plaka tektoniği haritası

    Zira, ülke topraklarının %92’si deprem olabilecek kuşak üzerinde bulunmakta ve nüfusun %95’i bu deprem bölgelerinde yaşamaktadır. Sanayi merkezlerinin %98’i, barajların %93’ü de hep bu deprem bölgelerinde yer almaktadır. Ortalama olarak her 1.1 yılda yıkıcı bir depremin yaşandığı ülkemizde depremlerin bıraktığı acılar hepimizin hafızalarında önemli yerler tutmaktadır (Şekil 2).

    Şekil 2. Türkiye Sismotektonik Haritası (1900-2017, M>4.5)

    Büyük doğa olayı olan depremlerin oluşumunu engellemek mümkün değildir. Ancak, üzerinde yaşadığımız yerkürenin evriminde depremlerin rolü ve önemi kavranıldığında depremler ile beraber, ama acı çekmeden yaşanabileceğini sağlamak mümkündür. Bu bakımdan, deprem olma olasılığı yüksek olan ülkemizde de deprem zararlarını en aza indirebilmek elimizdedir. Öncelikle yer bilimlerine yeterince önem vererek yeraltı yapısını iyice öğrenmek, jeolojik ve jeofizik çalışmalar ile ülkemizin ve bölgemizin sismisitesini, mümkün ve muhtemel fay zonlarını sağlıklı bir şekilde tespit etmek, zeminin özelliklerini bilerek buralarda zemine uygun yapılar üretmek mümkündür. Bu şekilde depremler doğal afet olmaktan çıkartılıp bilinen normal bir doğa olayı halinde getirilebilir.

    Bunun için, depremlerin nasıl olduğuna kısaca bir göz atmakta yarar vardır: Varoluşlarıyla büyük can ve mal kaybına sebep olan depremler başlıca, arzın içerisinde hapsolmuş olan ısının dışarıya çıkarken arz mantosunda yapmış olduğu kütle hareketleri ve bunun sonucu olarak oldukça narin ve ince olan arz kabuğunun, (daha doğrusu kırılgan ortamın ettiği yaklaşık 700 km derinliğe kadar arz plakalarının) kırılmaları ve bu suretle açığa çıkan enerjinin yayınımı-dağılımı olarak tanımlanabilirler (Şekil 3a, 3b). Yani depremler, Yerküre’nin iç kesimlerinde kaynaklanan olaylar sonucu, Yerkabuğu’nun kırılmasıyla ortaya çıkan titreşimlerin Yeryüzü’nü sarsması olayıdır.

  • 72 73

    Şekil 3a. Arz İçi Yapısı Şekil 3b. Konveksiyon Hücresi

    Arz çekirdeğindeki 4500 °C derecedeki sıcaklığın arz mantosunda yarattığı kaynama nedeniyle, manto üzerinde yüzen ve arzın yer çapına göre oldukça ince olan arz kabuğunda pek çok değişiklikler meydana gelmektedir. Su üzerinde yüzen buz parçaları gibi hareket eden kara parçaları (plakalar) birbirleriyle çarpışır veya birbirinden uzaklaşır ya da birbirlerine sürtünerek yanal yönde hareket ederler. İşte dünyadaki depremlerin %99’u daima bu şekilde hareket eden plakaların sınırlarında oluşmaktadır (Şekil 4a, 4b).

    Şekil 4a. Ulu Kıta Pangea’nın parçalanışı

  • 73

    Şekil 3a. Arz İçi Yapısı Şekil 3b. Konveksiyon Hücresi

    Arz çekirdeğindeki 4500 °C derecedeki sıcaklığın arz mantosunda yarattığı kaynama nedeniyle, manto üzerinde yüzen ve arzın yer çapına göre oldukça ince olan arz kabuğunda pek çok değişiklikler meydana gelmektedir. Su üzerinde yüzen buz parçaları gibi hareket eden kara parçaları (plakalar) birbirleriyle çarpışır veya birbirinden uzaklaşır ya da birbirlerine sürtünerek yanal yönde hareket ederler. İşte dünyadaki depremlerin %99’u daima bu şekilde hareket eden plakaların sınırlarında oluşmaktadır (Şekil 4a, 4b).

    Şekil 4a. Ulu Kıta Pangea’nın parçalanışı

    Şekil 4b. Arz kabuğunda Dalma-Batma Zonları

    Günümüzden yaklaşık 200 milyon sene önce başlayan bir hareket ile başlangıçta tek parça olan Ulu Kıta (Pangea), arz içerindeki ateşin yarattığı hareketler sonucu parçalanarak herbir parçası bir yana doğru dağılmış, bazısı birbirinden uzaklaşırken bazısı birbirinin altına dalmış veya birbiriyle sürtünerek (sıyırarak) bu günkü şeklini almıştır. Şu gün, pratik olarak kutup bölgeleri hariç tüm kara parçaları belirli yönlerde yılda 0.1-15cm arasındaki hızlar ile hareket etmektedir. İşte bu hareketlerin her biri, yer bilimlerinde fay adı verilen ve deprem kaynağını oluşturan, yırtılma ve kırılmalar ile sonuçlanmaktadır. Buna göre, plaka sınırları potansiyel deprem bölgeleri olarak tanımlanabilirler(Şekil 5).

    Şekil 5. Kıtaların Kayması (Plakaların Hareketleri)

  • 74 75

    Türkiye’nin de içinde bulunduğu Transasyatik Deprem Kuşağı Asya’da Himalaya’lardan başlayarak Avrupa’da Alplere, Apeninlere kadar uzanmaktadır. Türkiye için geçerli olan plaka modeline göre, güneyindeki Afrika plakası kuzeye doğru yılda yaklaşık 0.5 cm hızla hareket ederek Anadolu ve Ege plakaları altına dalmakta, bununla beraber yılda 1.9 cm hızla kuzeye doğru hareket eden Arap plakası da Anadolu plakasını Avrasya plakasına doğru sıkıştırmaktadır. Bunun üzerine, Anadolu plakası “Kuzey Anadolu Fay Zonu” ve Doğu Anadolu Fay Zonu” boyunca koparak yılda ortalama 2.5 cm’lik bir hızla batıya doğru kaymaktadır (Şekil 6).

    Şekil 6. Anadolu Plaka Tektoniği Modeli

    Ancak Anadolu plakası, batısında bulunan Ege plakası nedeniyle, burada frenlenerek sıkışması sonucu güneybatı yönünde doğru bir kavis ile dönerek hareket etmesine neden olur. Anadolu plakasının batıdaki bu sıkışmasının neticesi olarak Batı Anadolu kuzey-güney yönlü olarak yılda 6-7cm’ye varan bir genişlemeye maruz kalmaktadır.

    İşte, içerisinde İzmir Körfezi’nin de bulunduğu Batı Anadolu’daki çöküntü havzaları açılan bir elin parmakları gibi oluşmuşlardır.

    Anadolu plakasındaki bu hareketler ülkemizdeki yaygın depremselliğin kaynağını oluşturmaktadır. Yanal sürtünme ile yırtılmaların olduğu Kuzey ve Doğu Anadolu Fay Zonları ve bunların tetiklediği tali yırtılmalar ile Batı Anadolu’daki kuzey-güney yönlü genişlemeye karşı doğu-batı yönlü sıkışmalar, bölgemizin aktif tektoniğini oluşturmaktadır. “Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası” incelendiğinde ülkemizin ne denli büyük bir deprem tehdidi altında kaldığı açıkça görülebilir. Üzerinde yaşadığımız İzmir şehri ve çevresi de Türkiye’nin 1. derece deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır (Şekil 7).

  • 75

    Türkiye’nin de içinde bulunduğu Transasyatik Deprem Kuşağı Asya’da Himalaya’lardan başlayarak Avrupa’da Alplere, Apeninlere kadar uzanmaktadır. Türkiye için geçerli olan plaka modeline göre, güneyindeki Afrika plakası kuzeye doğru yılda yaklaşık 0.5 cm hızla hareket ederek Anadolu ve Ege plakaları altına dalmakta, bununla beraber yılda 1.9 cm hızla kuzeye doğru hareket eden Arap plakası da Anadolu plakasını Avrasya plakasına doğru sıkıştırmaktadır. Bunun üzerine, Anadolu plakası “Kuzey Anadolu Fay Zonu” ve Doğu Anadolu Fay Zonu” boyunca koparak yılda ortalama 2.5 cm’lik bir hızla batıya doğru kaymaktadır (Şekil 6).

    Şekil 6. Anadolu Plaka Tektoniği Modeli

    Ancak Anadolu plakası, batısında bulunan Ege plakası nedeniyle, burada frenlenerek sıkışması sonucu güneybatı yönünde doğru bir kavis ile dönerek hareket etmesine neden olur. Anadolu plakasının batıdaki bu sıkışmasının neticesi olarak Batı Anadolu kuzey-güney yönlü olarak yılda 6-7cm’ye varan bir genişlemeye maruz kalmaktadır.

    İşte, içerisinde İzmir Körfezi’nin de bulunduğu Batı Anadolu’daki çöküntü havzaları açılan bir elin parmakları gibi oluşmuşlardır.

    Anadolu plakasındaki bu hareketler ülkemizdeki yaygın depremselliğin kaynağını oluşturmaktadır. Yanal sürtünme ile yırtılmaların olduğu Kuzey ve Doğu Anadolu Fay Zonları ve bunların tetiklediği tali yırtılmalar ile Batı Anadolu’daki kuzey-güney yönlü genişlemeye karşı doğu-batı yönlü sıkışmalar, bölgemizin aktif tektoniğini oluşturmaktadır. “Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası” incelendiğinde ülkemizin ne denli büyük bir deprem tehdidi altında kaldığı açıkça görülebilir. Üzerinde yaşadığımız İzmir şehri ve çevresi de Türkiye’nin 1. derece deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır (Şekil 7).

    Şekil 7. Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası

    Batı Anadolu’daki bu depremsellik, arz kabuğundaki hareketin izlendiği uydu konum belirleme sistemi (GPS) ölçümleri ile izah edilebilmektedir. Yapılan ölçümler sonucunda Batı Anadolu’nun yılda 2.5 cm’ye kadar ulaşan hızlar ile güneybatıya doğru dönerek hareket ettiği görülmektedir (Şekil 8).

    Şekil 8. Batı Anadolu-Ege Denizi GPS HaritasıBu hareketliliğin sonucu olarak Batı Anadolu’da tarih boyunca sürekli depremler

    olmuş ve pek çok medeniyet, nice güzel şehirler bu depremler sonucu yok olmuştur. Eski kayıtlar, tarihsel süreç içerisinde (1900 öncesi) İzmir ve çevresinde pek çok hasar yapıcı depremin meydana geldiğinden bahsetmektedir. Roma çağı yazarlarından Aristides İzmir’de bulunduğu sırada M.S. 178 yılında yaşanan depremde mermer sütunlu binaların kağıttan şatolar gibi devrildiğinden, İzmir’in yerle bir olduğundan, açlık, yangın ve salgın hastalıklar nedeniyle onbinlerce kişinin öldüğünden bahsetmektedir. Aristides, İzmir’lilere rüyasında Zeus’u gördüğünü, kenti yeniden kurmalarını isteğini anlatmış, şiirler okuyarak kenti yeniden kurmak için halkı yüreklendirmiştir. O şiir okurken depremin sarsıntıları duruyormuş! Aristides Romalılardan yardım isteyip kentin çok geçmeden yeniden inşa edilmesini sağlar. Aletsel dönem öncesi olması bakımından, depremin yaptığı hasarın bir ölçüsü olarak verilen X şiddetinin, aletsel büyüklüğe (Richter Ölçeği) çevrildiğinde bunun 7.5’a karşılık geldiği

  • 76 77

    görülmektedir. Daha sonra M.S. 688, 1039, 1056, 1385 tarihlerindeki depremlerde de bir çok İzmirli’nin (20.000) öldüğünden ve bir çok binanın yıkıldığından bahsedilmektedir. Bu depremlerin büyüklüklerinin de yaklaşık 7-7.5 civarında olduğu tutulan tarihsel kayıtlardan anlaşılmaktadır (Şekil 9).

    Şekil 9. İzmir ve Çevresi Depremler (Tarihsel Dönem)

    Yakın tarihlere doğru gelindiğinde, özellikle 10 Temmuz 1688 depremi İzmir için çok önemlidir. Zira, merkezüssü tam İzmir şehrinin içerisinde bulunmaktadır. Kayıtlarda oldukça detaylı olarak anlatılan bu depremin, şimdiki adı “Yeni Kale” olan “Sancak Kalesi” civarında olduğundan bahsedilmektedir. 1650 yılında inşa edilen “Sancak Kalesi” yapımından dört yıl sonra 1654 yılında meydana gelen (Aydın) depremini hasarsız bir şekilde atlatıp otuz dört yıl sonraki 10 Temmuz 1688 depreminde tamamen yıkılmıştır. Kale’nin depremden sonra harabe haline geldiğinden ve Kale burçlarındaki topların bile toprağa gömüldüğünden (zemin sıvılaşması nedeniyle) bahsedilmektedir. Bu depremde, İzmir’deki Eski Gümrük Binası’nın tamamen çöktüğü, Pamuk İpliği Hanı’nın yanından başlayıp, Pazar Yeri’nin sonuna kadar bütün binaların yıkıldığı, Büyük Rum Kilisesi, St. George Kilisesi ve Ermeni Kilisesi’nin tamamen harap olduğu, İzmir Limanı’nın hasar gördüğü ve kıyı şeridinin 60 cm oturduğundan bahsedilmektedir. Yıkılan evlerin enkazlarının tutuşmasıyla büyük yangınların çıktığı, 15-20 bin İzmir’linin öldüğü tutulan kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu depremin büyüklüğünün de 7.5 civarında olduğu (X şiddeti) görülmektedir. Daha sonra 1739, 1873 ve 1880 depremlerinde de İzmir şehri yine çok tahrip olmuş ve depremler bir çok kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır (Şekil 10).

  • 77

    görülmektedir. Daha sonra M.S. 688, 1039, 1056, 1385 tarihlerindeki depremlerde de bir çok İzmirli’nin (20.000) öldüğünden ve bir çok binanın yıkıldığından bahsedilmektedir. Bu depremlerin büyüklüklerinin de yaklaşık 7-7.5 civarında olduğu tutulan tarihsel kayıtlardan anlaşılmaktadır (Şekil 9).

    Şekil 9. İzmir ve Çevresi Depremler (Tarihsel Dönem)

    Yakın tarihlere doğru gelindiğinde, özellikle 10 Temmuz 1688 depremi İzmir için çok önemlidir. Zira, merkezüssü tam İzmir şehrinin içerisinde bulunmaktadır. Kayıtlarda oldukça detaylı olarak anlatılan bu depremin, şimdiki adı “Yeni Kale” olan “Sancak Kalesi” civarında olduğundan bahsedilmektedir. 1650 yılında inşa edilen “Sancak Kalesi” yapımından dört yıl sonra 1654 yılında meydana gelen (Aydın) depremini hasarsız bir şekilde atlatıp otuz dört yıl sonraki 10 Temmuz 1688 depreminde tamamen yıkılmıştır. Kale’nin depremden sonra harabe haline geldiğinden ve Kale burçlarındaki topların bile toprağa gömüldüğünden (zemin sıvılaşması nedeniyle) bahsedilmektedir. Bu depremde, İzmir’deki Eski Gümrük Binası’nın tamamen çöktüğü, Pamuk İpliği Hanı’nın yanından başlayıp, Pazar Yeri’nin sonuna kadar bütün binaların yıkıldığı, Büyük Rum Kilisesi, St. George Kilisesi ve Ermeni Kilisesi’nin tamamen harap olduğu, İzmir Limanı’nın hasar gördüğü ve kıyı şeridinin 60 cm oturduğundan bahsedilmektedir. Yıkılan evlerin enkazlarının tutuşmasıyla büyük yangınların çıktığı, 15-20 bin İzmir’linin öldüğü tutulan kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu depremin büyüklüğünün de 7.5 civarında olduğu (X şiddeti) görülmektedir. Daha sonra 1739, 1873 ve 1880 depremlerinde de İzmir şehri yine çok tahrip olmuş ve depremler bir çok kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır (Şekil 10).

    Şekil 10. İzmir ve Çevresi Depremler (Aletsel Dönem)

    Aletsel dönemde (son yüz yıl içerisinde) İzmir’i etkileyen, büyüklükleri 5.2 ile 7.1 arasında değişen, 10’un üzerinde depremin varlığından bahsedilebilir. Bunlar İzmir şehrindebazı hasarlar ve küçük sayıda ölüm olayları meydana getirdi iseler de asrın depremi sayılacak boyutta değillerdir. Ancak, İzmir ve çevresinde bulunan aktif fay zonları dikkate alındığında, İzmir içerisinde daha doğru bir yaklaşımla İzmir’i etkileyecek kadar yakınlarında oluşabilecek önemli depremlerin gelecekte de yaşanabileceğini ortaya koymaktadır (Şekil 11).

    Şekil 11. İzmir ve Çevresinde bulunan Diri Faylar

  • 78 79

    Bu aktif fay zonlarını isim isim saymak ve bunların güzergahlarını birer birer sıralamak yerine bunları bir bütün halinde değerlendirmekte yarar vardır. Bu faylardan herhangi birisi mütevazi bir ölçekte (orta büyüklükte) üreteceği bir deprem İzmir şehrinde, özellikle metropol alanda çok ciddi anlamda hasarlar meydana getirebilir. Zira, İzmir metropol alanı yerleşim açısından maalesef çok uygun koşullarda gelişmemiştir. İzmir metropol alanında ciddi bir zemin sorunu bulunmaktadır.

    Şekil 12. İzmir ve Çevresi Jeoloji Haritası

    İzmir ve çevresinin jeolojik yapısına bakıldığında (Şekil 12) durumun önemi daha güzel anlaşılabilir. İzmir kentindeki yerleşimler, genellikle İzmir Körfezi çevresinde yoğunlaşmaktadır. Bu bölgeler çok kısa bir süre öncesine kadar deniz ortamında idiler. Dünyanın 4.5 Milyar yıllık ömrü yanında İzmir Körfezi’nin oluşumuna bakıldığında konunun daha iyi anlaşılacağı şüphesizdir: İzmir Körfezi’nin oluşumu günümüzden ancak 2 milyon yıl önce duyarlık kazanmaya başlamış ve günümüzden yaklaşık 1 milyon yıl önce eğim atımlı faylarla sınırlı bir çöküntü havzası olarak gelişmiş ve son jeolojik dönemdeki deniz seviyesi değişimleri ile şekillenmiştir. Bu evrede İzmir Körfezi soğuk ve buzul dönemlerinde derin bir vadi, buzul arası veya sıcak dönemlerde ise şimdiki gibi bir körfez durumunda bulunmaktadır Bu günkü şekline en son yaşanan taşkın dönemi (transgresyon) ile eriştiği söylenebilir. Deniz seviyesinin şimdiki durumuna erişmesinin günümüzden 25 bin yıl önce başladığı, ancak bu yükselmenin büyük bir kısmının son 10 bin senedeki birbirini izleyen düşey hareketler sonucu olduğu varsayımıyla İzmir körfezi’nin günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce bu günkü kıyı şekillerini kazanmaya başladığı söylenebilir. Yani, İzmir Körfezi ve kıyı alanları son derece genç ve gevşek alüvyonlardan oluşmaktadır ve bu alanlar yüksek yapılar için uygun zeminleri oluşturmazlar (Şekil 13).

  • 79

    Bu aktif fay zonlarını isim isim saymak ve bunların güzergahlarını birer birer sıralamak yerine bunları bir bütün halinde değerlendirmekte yarar vardır. Bu faylardan herhangi birisi mütevazi bir ölçekte (orta büyüklükte) üreteceği bir deprem İzmir şehrinde, özellikle metropol alanda çok ciddi anlamda hasarlar meydana getirebilir. Zira, İzmir metropol alanı yerleşim açısından maalesef çok uygun koşullarda gelişmemiştir. İzmir metropol alanında ciddi bir zemin sorunu bulunmaktadır.

    Şekil 12. İzmir ve Çevresi Jeoloji Haritası

    İzmir ve çevresinin jeolojik yapısına bakıldığında (Şekil 12) durumun önemi daha güzel anlaşılabilir. İzmir kentindeki yerleşimler, genellikle İzmir Körfezi çevresinde yoğunlaşmaktadır. Bu bölgeler çok kısa bir süre öncesine kadar deniz ortamında idiler. Dünyanın 4.5 Milyar yıllık ömrü yanında İzmir Körfezi’nin oluşumuna bakıldığında konunun daha iyi anlaşılacağı şüphesizdir: İzmir Körfezi’nin oluşumu günümüzden ancak 2 milyon yıl önce duyarlık kazanmaya başlamış ve günümüzden yaklaşık 1 milyon yıl önce eğim atımlı faylarla sınırlı bir çöküntü havzası olarak gelişmiş ve son jeolojik dönemdeki deniz seviyesi değişimleri ile şekillenmiştir. Bu evrede İzmir Körfezi soğuk ve buzul dönemlerinde derin bir vadi, buzul arası veya sıcak dönemlerde ise şimdiki gibi bir körfez durumunda bulunmaktadır Bu günkü şekline en son yaşanan taşkın dönemi (transgresyon) ile eriştiği söylenebilir. Deniz seviyesinin şimdiki durumuna erişmesinin günümüzden 25 bin yıl önce başladığı, ancak bu yükselmenin büyük bir kısmının son 10 bin senedeki birbirini izleyen düşey hareketler sonucu olduğu varsayımıyla İzmir körfezi’nin günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce bu günkü kıyı şekillerini kazanmaya başladığı söylenebilir. Yani, İzmir Körfezi ve kıyı alanları son derece genç ve gevşek alüvyonlardan oluşmaktadır ve bu alanlar yüksek yapılar için uygun zeminleri oluşturmazlar (Şekil 13).

    Şekil 13. İzmir Zemin Sınıfları Haritası

    Bu alanların taşıma gücünün çok zayıf olması, deprem dalgalarını normalin bir kaç üstünde büyütmesi (Şekil 14); daha da önemlisi deprem gibi dinamik bir olguda zeminin sıvılaşarak binalar için oldukça olumsuz koşullar meydana getirmesi kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkacaktır (Şekil 15)

    Şekil 14. İzmir Zemin Büyütmesi Haritası

    Ayrıca, İzmir Körfezi çevresinde bulunan, özellikle güney tarafındaki yüksek dağların da jeolojik süreç içerisinde oldukça önemli başkalaşımlar (metamorfizma) geçirerek, fazlaca plakalanması ve bu plakalanmaların da çoğunlukla uygun olmayan açılarla bulunması yamaçlarda heyelan riskini ortaya çıkartmaktadır. Şu gün için İzmir metropol alanı içerisinde

  • 80 81

    çok sayıdaki bölgede heyelan riski bulunmakta veya bizzat heyelanlar yaşanmaktadır. Tüm bu olgular, İzmir’in yer seçimindeki yanlışlıktan, plansız gelişiminden kaynaklanmaktadır.

    İzmir’in zemin haritasına bakıldığında çok geniş alanların yerleşime uygun olmadığı görülmektedir. Üstelik bu uygunsuz zeminlere kontrolsüz bir yapılaşmanın da eklendiği düşünülürse İzmir şehri içerisinde veya yakın çevresinde gelişmiş ülkeler ölçeğinde “mütevazi” sayılabilecek bir deprem ile felaketlerin yaşanağı kuşkusuzdur.

    Şekil 15. İzmir Zemin Sıvılaşması Haritası

    Burada, depremi afet yapanın doğa olmadığı, bunun sorumluluğunun kamu-özel-sivil kuruluşlar dahil insanlarda olduğu bir gerçektir. Bunun için, kamunun yapacağı yasal düzenlemeler, bunları denetleyen ve kontrol eden yerel yönetimler ve en önemlisi bunlara saygılı, bilinçli vatandaşlar oluşturarak ülkemizde de depremlerin artık bir doğal afet olmaktan çıkartılması gerekmektedir.

    Kısmen ülkemiz genelinde olduğu gibi, İzmir şehri özelinde de depremlerin dışında yaşanan bir başka doğal afetinde su baskını (seller) olduğu unutulmamalıdır. Bunların da insan kaynaklı kusurlar ile oluştuğu göz önüne getirilirse su baskınlarının da birer doğal afetolmasının önüne geçilebilir. Jeolojik tarihi boyunca akan derelerin önleri herhangi bir şekilde kapatılıp, dere yataklarının da konut alanına çevrilmesi ile su baskınları ve heyelanların önüne geçmek mümkün değildir. Jeolojik yapısı nedeniyle dayanımsız kayaçlardan oluşan ve üzerine gerektiğinden fazla yükleme yapılarak zaten kaymaya müsait olan bazı yamaçların dolgu zeminlerden farklı davranmayacağı bilimsel bir gerçektir.

    Bunun için, kentleşmede ve yerleşim bölgeleri seçiminde, yer bilimciler (jeoloji ve jeofizik mühendisleri) tarafından ortaya konan yeraltı yapısının mutlaka baz olarak alınması gerekmektedir. Binaların yapılacağı yerdeki zemin özelliklerini belirlemeden herhangi bir inşaat projesi yapılmamalıdır (Şekil 16).

  • 81

    çok sayıdaki bölgede heyelan riski bulunmakta veya bizzat heyelanlar yaşanmaktadır. Tüm bu olgular, İzmir’in yer seçimindeki yanlışlıktan, plansız gelişiminden kaynaklanmaktadır.

    İzmir’in zemin haritasına bakıldığında çok geniş alanların yerleşime uygun olmadığı görülmektedir. Üstelik bu uygunsuz zeminlere kontrolsüz bir yapılaşmanın da eklendiği düşünülürse İzmir şehri içerisinde veya yakın çevresinde gelişmiş ülkeler ölçeğinde “mütevazi” sayılabilecek bir deprem ile felaketlerin yaşanağı kuşkusuzdur.

    Şekil 15. İzmir Zemin Sıvılaşması Haritası

    Burada, depremi afet yapanın doğa olmadığı, bunun sorumluluğunun kamu-özel-sivil kuruluşlar dahil insanlarda olduğu bir gerçektir. Bunun için, kamunun yapacağı yasal düzenlemeler, bunları denetleyen ve kontrol eden yerel yönetimler ve en önemlisi bunlara saygılı, bilinçli vatandaşlar oluşturarak ülkemizde de depremlerin artık bir doğal afet olmaktan çıkartılması gerekmektedir.

    Kısmen ülkemiz genelinde olduğu gibi, İzmir şehri özelinde de depremlerin dışında yaşanan bir başka doğal afetinde su baskını (seller) olduğu unutulmamalıdır. Bunların da insan kaynaklı kusurlar ile oluştuğu göz önüne getirilirse su baskınlarının da birer doğal afetolmasının önüne geçilebilir. Jeolojik tarihi boyunca akan derelerin önleri herhangi bir şekilde kapatılıp, dere yataklarının da konut alanına çevrilmesi ile su baskınları ve heyelanların önüne geçmek mümkün değildir. Jeolojik yapısı nedeniyle dayanımsız kayaçlardan oluşan ve üzerine gerektiğinden fazla yükleme yapılarak zaten kaymaya müsait olan bazı yamaçların dolgu zeminlerden farklı davranmayacağı bilimsel bir gerçektir.

    Bunun için, kentleşmede ve yerleşim bölgeleri seçiminde, yer bilimciler (jeoloji ve jeofizik mühendisleri) tarafından ortaya konan yeraltı yapısının mutlaka baz olarak alınması gerekmektedir. Binaların yapılacağı yerdeki zemin özelliklerini belirlemeden herhangi bir inşaat projesi yapılmamalıdır (Şekil 16).

    Şekil 16. Sıvılaşma ve Taşıma Gücü Kayıplarından Ötürü Yapılarda Meydana Gelen Hasarlar

    Birinci dereceden deprem bölgesinde yer alan ve ortalama her 10 yılda bir 6 büyüklüğünde bir depremin yaşandığı ilimizde doğal afetlerin zararlarını en aza indirmek için yer bilimcilerin katkısı olarak:

    • Yerleşim alanlarının ayrıntılı arazi gözlemlerine dayalı jeolojik haritaları hazırlanmalı, bu haritalarda fay zonları, heyelan riski olan kesimler ve kayaların sağlamlık derecesi belirtilmelidir.

    • Sismik verilerin yardımıyla diri fay zonları saptanmalı, jeofizik ölçümler sonucunda zeminin dinamik parametreleri belirlenmelidir.

    • Yeraltı su seviyesinin yüksek olduğu, yumuşak ve killi kesimlerin, kalın alüvyonların ve yapay dolgu alanlarının deprem bölgelerindeki en riskli alanlar olduğu unutulmamalıdır.

    • Tüm yapılaşma projelerinde jeolojik ve jeofizik veriler mutlaka kullanılmalıdır.• Jeolojik ve jeofizik araştırması yapılmamış ve yapılaşmaya uygunluk raporu

    alınmamış alanlara mutlaka iskan yasağı konmalıdır.• Unutulmamalıdır ki, geçmişte bir yerde bir deprem olmuşsa, gelecekte de o yerde yeni

    bir deprem olabilir.• Türkiye bir deprem ülkesidir. Türkiye’de her an deprem olabilir!!!• İyi bir afet yönetimini tesis edemeyen toplumlar, afet zararlarını aza indirmede başarılı

    olamazlar!

  • 82 83