politika dergisi sayi 23

82

Upload: politikadergisi

Post on 31-Mar-2016

248 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Politika Dergisi Sayi 23

TRANSCRIPT

Page 1: Politika Dergisi Sayi 23
Page 2: Politika Dergisi Sayi 23
Page 3: Politika Dergisi Sayi 23

“Editörya”dan...

Haziran, 2010 Sayı 23

Politika Dergisi

Değerli okuyucularımız,

Yeni bir sayıyla daha birlikte-

yiz sizlerle.

Demokrasinin en büyük düş-

manı suiistimaldir. Toplumun

iyi niyetini, kitlelerin duygula-

rını Makyavelist bir anlayışla

kendi çıkarlarına göre kullan-

mak hangi ülkede olursa olsun,

demokrasiye büyük zarar verir.

Peki, bunu engellemenin yolu

nedir?

Örgütlülük, her alanda de-

mokratiklik, yurttaşların bilinç

düzeyinin yüksek olması diyebi-

liriz.

Joseph Sobran “Demokrasi bi-

ze gösteriyor ki gücü elde etme-

nin en iyi yolu insanların kendi

kendilerini yönettiklerini zan-

netmelerini sağlamak. Buna

inandıktan sonra çok uysal köle-

ler oluyorlar.” der. Gerçeği söyle-

mek gerekirse, genel olarak du-

rum da böyle.

Ama bizim verdiğimiz sava-

şım; insanların kafalarını kal-

dırmaya zamanlarının olmadı-

ğı, gerçeklerin sürekli gizlendiği,

kimsenin gerçek anlamda politi-

ka ile ilgilenmediği şu kurak de-

mokrasimizde ileride kökleşecek

ağaçlar yetiştirmenin savaşımı-

dır.

Bu kısıtlı olanaklar ile yavaş

yavaş da olsa, sürekli büyüme

eğilimindeyiz. İnanıyorum ki

gün geçtikçe olanaklarımızda da

iyileşme olacaktır.

Umarım beklentilerinizin kar-

şılandığı bir sayı koyabilmişiz-

dir ortaya. Dikkatinizi çektiyse

internet sitemiz çok etkin çalış-

maya başladı ve orada da en az

buradakiler kadar yetkin yazılar

yer alıyor. Sizleri her gün PD’yi

izlemeye davet ediyorum.

Gerçek anlamda demokratik ve

özgür bir Türkiye umuduyla...

[email protected]

Kurucular:

Emrah ÖZDEMĠR Gökhan DAĞ

Bu Sayıda Yazanlar:

Asım US

Bilgin TÜRK Cem O. TAMTÜRK

Cihan DURA Emrah ÖZDEMĠR

Hakan HABĠP Nuran TALAY Mert ATALAY Sean SAYERS

Selvihan ÇĠĞDEM

Kapak Tasarım:

Emrah ÖZDEMĠR

Web Tasarım:

Gökhan DAĞ Metin TINAY

Not: Bu tabloda alfa-betik sıralama kullanıl-mıştır.

[email protected]

Page 4: Politika Dergisi Sayi 23

İçindekiler Yönetim Kurulu BaĢkanı:

Gökhan DAĞ

Genel Yayın Yönetmeni: Emrah ÖZDEMĠR

Yazı ĠĢleri Müdürü: Evren YELKANAT

Ġdari ĠĢler Müdürü: Timur V.

DOĞRUOK

Plan-Proje Müdürü: Nuran TALAY

Editörler: Selvihan ÇĠĞDEM

Sevda EĞER

Haziran, 2010 Sayı 23

Politika Dergisi

Aydınlarımızdan Dergimize Manevi Destek

Sy. 8

Prof. Dr. Cihan DURA Ezberler ve gerçekler…

Bugünün Sanayileşmiş Ülkeleri

Serbest Rekabet Yoluyla Kalkınmadı

Sy. 10

Sean SAYERS, Çev: Neylan ÇEVİK

Krizden Marksizm çıkar mı?

Marksizm ve Kapitalizmin Krizi

Sy. 16

Röp. Yapan: Emrah ÖZDEMİR

Ekrem K. OKTAY Mülakatı

“Halkçılık ve Devrimcilik Okları Yaydan Daha Güçlü Bir Şekilde

Çıkacak”

[email protected]

Page 5: Politika Dergisi Sayi 23

İçindekiler

Haziran, 2010 Sayı 23

Politika Dergisi

Emrah ÖZDEMİR

CHP’nin yeni Genel Başkanının sürece etkisi ne olur?

“Yeni Düzen”de Kılıçdaroğlu’nun

Yeri

Sy. 28

Asım US

Tarihi Perspektiften Şark Meselesi ve Onun Günümüzdeki Uzantısı: Kürt Sorunu Sy. 34

Selvihan ÇİĞDEM

Varlığı mı demokrasiye zarar verir, yokluğu mu?

Siyasi Partiler Gerektiğinde Kapatılmalı mı? (2)

Sy. 42

Hakkımızda:

Politika Dergisi, Ulu-dağ Üniversitesi öğ-rencilerinin kurmuĢ olduğu ve ardından da ülkenin pek çok yerinden yapılan katılımlarla büyüyen bir politik gençlik hareketidir. Yaratıl-mıĢ ve halen de artı-rarak sürdürülmek i stenen apoli t ik gençliğe bir karĢı duruĢ fikrinden do-ğan Politika Dergisi, kanunlara uyulduğu ve okuyucusuna saygılı olduğu tak-dirde her türlü görü-Ģe önem verir. PD, Türkiye Cumhuriye-ti'nin temel nitelikle-rini benimsemiĢ, cesaretini Mustafa Kemal Atatürk'ün Bursa Nutku'ndan almıĢtır.

[email protected]

Page 6: Politika Dergisi Sayi 23

İçindekiler

Haziran, 2010 Sayı 23

Politika Dergisi

Nuran TALAY

Dünyanın en değerli ve en karışık bölgesi

Ortadoğu’da Stratejik Hesaplar ve Değişim Rüzgarı

Sy. 48

Cem Osman TAMTÜRK

Demokrasinin kahramanı mı, katili mi?

Adnan Menderes ve Demokrat Parti

Sy. 54

Bilgin TÜRK

İsrail-Türkiye ilişkileri...

Gerçekten “One Minute”… Ne Oluyoruz?

Sy. 60

Hakan HABİP

Konak Belediyesi’nin çağrısına cevap

Nasıl Bir Eğitim? Sy. 64

[email protected]

Page 7: Politika Dergisi Sayi 23

İçindekiler

Haziran, 2010 Sayı 23

Politika Dergisi

kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kült

Der: Emrah ÖZDEMİR

P—Kitap: Seçkiler

Sy. 74

Asım US

Modern Hayat Sy. 75

Emrah ÖZDEMİR

Schopenhauer, “K” Dergi Hakkında Ne Düşünüyor?

Sy. 77

Mert ATALAY

Sersefilin Düşü Sy. 78

Emrah ÖZDEMİR

P—Müzik/DVD: Nâzım Oratoryosu (Fazıl Say)

Sy. 80

[email protected]

Page 8: Politika Dergisi Sayi 23

D eğeli okurlarımız;

Prof. Dr. Sina

AKġĠN’i “sürekli” ola-

rak yazar kadromuz-

da görmeyeceksiniz. Ancak ara-

lıklarla, değerli hocamızın yazı-

larını çeĢitli sayılarımızda bula-

caksınız. Kim bilir, Sina Hocamı-

zın bir röportajını da yakında

görebilirsiniz.

Sayfa 8 Politika Dergisi

Bu destekler yükümüzü hafifletiyor...

Daha önceden duyurduğumuz

iki hocamızı da belirtmekte yarar

v ar : P ro f . Dr . O k tay

SĠNANOĞLU, eski ve güncel

yazılarıyla kadromuza katılmıĢ-

tır. Prof. Dr. M. Kerem

DOKSAT Hocamız da dergimize

katkıda bulunmayı kabul etmiĢ-

tir.

Adı geçen çok değerli hocala-

rımıza ve daha önceden bize

destek olan Uludağ Üniversite-

si’nden hocamız Yrd. Doç. Ser-

taç Serdar Hocamıza, Prof. Dr.

Alkan Soyak’a, Prof. Dr. Cihan

Dura’ya da teĢekkür etmeyi bir

borç biliriz. Bu metin de diğer tüm

aydınlarımıza açık çağrımızdır.

Hepsini gençlere omuz vermeye

davet ediyoruz.

POLĠTĠKA DERGĠSĠ

Aydınlarımızdan Dergimize Manevi Destek...

Page 9: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 9 Sayı 23

Page 10: Politika Dergisi Sayi 23

Prof. Dr. Cihan DURA

N eoliberalizmin bir aldatmaca olduğu

birçok yazar tarafından ileri sürülmüĢ,

kanıtlarıyla ortaya konmuĢtur. Bu yazar-

lardan biri olan Ha-Joon Chang; Türk-

çeye de çevrilen iki değerli eserinde [1]

Neoliberalizmin tezlerini birer birer ele almıĢ, her

birini sağlam gerekçelerle çürütmüĢtür. Ne var ki

gerek bu iĢaret ettiğim karĢı-görüĢ gerekse

Chang’in çalıĢmaları Türkiye’de iyi bilinmemekte,

en azından gündeme yeterince getirilmemektedir.

Bu sebepten, konunun üzerinde ne kadar durulsa

yeridir. Okuduğunuz makalede benim yapmak iste-

diğim de bu olacaktır.

Neoliberalizmin baĢta gelen tezlerinden biri Ģu-

dur: Bugünün sanayileĢmiĢ ülkeleri serbest pi-

yasa politikalarını benimsedikleri, bu politikala-

ra kararlı bir Ģekilde bağlı kaldıkları için büyü-

yüp zenginleĢmiĢlerdir. Devlet müdahaleciliği

daima baĢarısızlığa mahkûmdur.

Bu tez doğru mudur? Kesinlikle değildir. Hatta

bana sorarsanız, bunu bir “tez” olarak adlandırmak

bile doğru değildir, olsa olsa o bir saptırmacadır.

Bugünün sanayileĢmiĢ ülkeleri serbest dıĢ ticaretle

ve serbest finans hareketleriyle zenginleĢmemiĢler-

dir, özellikle ilk birikimleri ve ilk sanayileĢme atılım-

ları sırasında yoğun devlet müdahalelerine baĢvur-

muĢlardır. Bu savı ben “karĢı görüĢ” olarak adlandı-

rıyorum.

Ha-Joon Chang’in eserlerinden geniĢ ölçüde fay-

dalanarak karĢı görüĢü aĢağıda önce genel olarak

ortaya koyacağım. Sonra özel bir durumda, Ġngilte-

re örneğinde daha somut kanıtlarını sergileyece-

ğim.

I) KarĢı görüĢ, genel olarak, bugünün geliĢmiĢ

ülkelerine olduğu kadar, az geliĢmiĢ ülkelerine ait

kanıtlarla da desteklenmektedir.

A) Ekonomik geliĢme tarihi, tarafsız bir gözle bi-

limsel olarak incelenirse, bugünün sanayileĢmiĢ

ülkelerinin; geliĢmelerinin hem ilk hem de sonraki

aĢamalarında, sanayide, dıĢ ticarette ve finans ala-

nında pek çok müdahaleci politikaya bel bağlayıp

öncülük ettikleri, bunları fiilen de uyguladıkları görü-

lür. Gerçekten, ABD, Ġngiltere, Almanya, Fransa,

Japonya gibi bugünün geliĢmiĢ ülkeleri geçmiĢte

yaĢadıkları iki farklı döneme göre, yakalama döne-

mi ile katılım dönemine göre iktisat politikalarını

farklılaĢtırmıĢlardır. Basit bir tanımlamayla bunlar-

dan yakalama dönemini “sanayileĢmiĢ bir ülke ol-

mak için çabalama dönemi”, diğerini ise “bu hedefe

fiilen ulaĢarak daha da zenginleĢmek için gayretle-

rini sürdürme dönemi” olarak tanımlayabiliriz.

Gerçekten, günümüzün geliĢmiĢ ülkeleri yakala-

ma dönemindeyken, bebek sanayilerini korudular.

Hemen hepsi bebek sanayi korumasına ve diğer

etkin ticaret ve teknoloji politikalarına baĢvurdular.

Sayfa 10 Politika Dergisi

Ezberler ve gerçekler...

Bugünün Sanayileşmiş Ülkeleri Serbest Rekabet Yoluyla

Kalkınmadı

Hatta bana sorarsanız, bunu

bir “tez” olarak adlandırmak

bile doğru değildir, olsa olsa o

bir saptırmacadır. Bugünün

sanayileşmiş ülkeleri serbest dış

ticaretle ve serbest finans hare-

ketleriyle zenginleşmemişlerdir,

özellikle ilk birikimleri ve ilk

sanayileşme atılımları sırasında

yoğun devlet müdahalelerine

başvurmuşlardır.

Page 11: Politika Dergisi Sayi 23

Ancak ne zaman ki sanayileĢip geliĢmiĢ ülkeler sa-

fına katıldılar, derhal müdahalecilikten çark ettiler,

liberalizmi bayrak yapıp koyu birer serbest piyasacı

kesildiler. Gerçekten baĢlangıçta, bu ülkelerin ço-

ğunda tarife koruması bebek sanayi stratejinin

önemli bir parçasıydı, ancak hiçbir zaman en

önemli parçası olmadı; baĢka bir deyiĢle geliĢme

stratejisi sadece tarife korumasından ibaret değildi.

Bugünün bütün gelişmiş ülkeleri (GÜ’ler), yakalama

döneminde, yavru sanayileri korumak amacıyla

müdahaleci sanayi politikaları, müdahaleci ticaret

ve teknoloji politikaları uyguladılar. Hattâ bazı ülke-

ler yakalama dönemini baĢarıyla tamamladıktan

sonra bile, etkin müdahaleci politikalar uygulamaya

devam ettiler, XIX. yüzyıl baĢlarında Ġngiltere, XX.

yüzyıl baĢlarında ABD gibi…

Ticaret cephesinde, teĢvikler ve ihraç mallarının

girdilerine vergi indirimi sağlanması, ihracatın teĢvik

edilmesinde sık rastlanan uygulamalardandı. Hükü-

metler hem sanayi kesimine teĢvik sağladı, hem de

özellikle altyapı ve imalat sektörüne yönelik çeĢitli

kamu yatırım programları uyguladılar. Bazen eğitim

gezilerini ve stajları finanse ederek yasal yollardan,

bazen de sanayi casusluğu, makine kaçakçılığı,

yabancı patentleri tanımayı reddetme gibi yasal

olmayan yollardan yabancı teknolojinin ele geçiril-

mesini desteklediler. Yerli teknolojinin geliĢmesi

araĢtırma ve geliĢtirmeye, eğitim ve yetiĢtirmeye

finansman sağlanarak desteklendi.

Aynı politikaları II. Dünya SavaĢı'ndan sonra Ja-

ponya ile diğer bazı ülkeler de baĢarıyla uygula-

mıĢtır. Günümüzün sanayileĢmiĢ ülkelerinin çoğu,

II. Dünya SavaĢı'nın tahribatının ardından ekono-

milerini yeniden inĢa etmek ve modernleĢtirmek

amacıyla, dıĢ ticareti serbestleĢtirdikleri sırada bile,

müdahaleci sanayi politikaları, çeĢitli müdahaleci

finans politikaları uygulamıĢ ve gayet iyi sonuçlar

almıĢlardır. Örneğin finans sektörlerini sanayinin

geliĢmesini sağlayacak Ģekilde düzenleyerek sa-

nayi sektörünün daha hızlı büyümesini sağlamıĢ-

lardır. YaklaĢık 1980 yılına kadar sanayileĢmiĢ

ülkelerin neredeyse tamamı, uluslararası sermaye

hareketleri üzerinde sıkı denetimlerini sürdürmüĢ-

tür. Sermaye denetimi olarak bilinen bu politikalar,

ekonomik geliĢmeyi teĢvik et-

meye ve duyarlı ekonomileri

sermaye kaçıĢlarının neden ol-

duğu istikrarsızlıktan korumaya

yönelikti.

SanayileĢmiĢ ülkeler serbest

piyasanın meziyetlerini ilan

ederken bile, finansal krizlerin

önüne geçmek, ulusal (veya

sektörel) çıkarları korumak için

piyasalara müdahale etmekten

ve piyasaları yeniden düzenle-

mekten kaçınmamıĢlardır.

B) KarĢı görüĢ, az geliĢmiĢ

ülkelere ait kanıtlarla da des-

teklenmektedir. Gerçekten bu

ülkelerin büyük çoğunluğu, II.

Dünya SavaĢı sonrasının müda-

haleci politikalar döneminde,

Sayfa 11 Sayı 23

Sanayileşmiş ülkeler serbest

piyasanın meziyetlerini ilan

ederken bile, finansal krizlerin

önüne geçmek, ulusal (veya

sektörel) çıkarları korumak

için piyasalara müdahale et-

mekten ve piyasaları yeniden

düzenlemekten kaçınmamış-

lardır.

Page 12: Politika Dergisi Sayi 23

1980 sonrasının serbest piyasa dönemine kıyasla

çok daha baĢarılı olmuĢlardır.

GeliĢmekte olan -bence sanayileĢmeleri engel-

lenmiĢ- ülkelerde ekonomik geliĢmenin tamamen iç

karartıcı olduğu dönem II. Dünya SavaĢı öncesiydi.

Bu dönemde geliĢmekte olan ülkeler, birçok kez

serbest piyasa politikaları uygulamaya zorlanmıĢ-

lardır. Benim “MERĠT stratejisi” [2] diye adlandırdı-

ğım bu dayatma iki Ģekilde göstermiĢtir kendini:

- Bu ülkelerin sömürgeci devletler tarafından bir-

çok kez serbest piyasa politikalarını aĢırı ölçüde

uygulamaya zorlanmaları,

- Sözde bağımsız ülkeler olduklarında kendilerini

gümrük politikası özerkliğinden ve merkez bankası

kurma hakkından yoksun bırakan antlaĢmalara

zorlanmaları.

Bu zorlanmaların tipik sonucu ise, ilgili ülkelerin

ağır aksak büyümesi ve hatta ekonomik açıdan

küçülmeleri oldu. GeliĢmekte olan ülkeler ekono-

mik durumlarını ancak -korumacı politikalar uygula-

yabildikleri- II. Dünya SavaĢı'ndan sonraki dönem-

de düzeltebildiler. Örneğin Çin ve Hindistan, devle-

tin ekonomik faaliyetleri etkili biçimde yönlendirme-

siyledir ki ekonomik geliĢmede baĢarılar kaydetti-

ler.

II) KarĢı görüĢ’ün kanıtlanmasında Ģimdi özel bir

duruma, Ġngiltere örneğine geçiyorum.

Ġngiltere dünyanın ilk sanayileĢen ülkesidir ve bu

baĢarısını iktisat politikası bakımından devletçi eko-

nomi politikalarına borçludur. Gerçekten Ġngiltere’-

nin yakalama stratejisi bir müdahalecilik politikasın-

dan ibarettir. Bu sebeple rahatlıkla diyebiliriz ki ya-

kalama döneminde, yavru sanayilerini korumak

amacıyla müdahaleci sanayi, ticaret ve teknoloji

(STT) politikaları uygulayan ülkelerin baĢında Ġngil-

tere gelir. Dolayısıyla, Ġngiltere’nin devlet müdaha-

lesi olmadan kalkınmıĢ bir ülke olduğunu ileri sü-

renler kesinlikle doğruyu söylememektedir.

A) Ġngiltere XIII-XIV. yüzyıllar feodalizm sonrası

döneme geri kalmıĢ, ilkel bir ekonomi olarak girdi.

Öyle ki teknolojisini kıta Avrupa’sından ithal ediyor-

du. Bu gerilik XVI. yüzyıl sonuna kadar devam etti.

Ġhracatı hemen bütünüyle ham yünden, biraz da

düĢük katma değerli yünlü giysiden oluĢuyordu.

Ancak bu duruma devlet el koymakta gecikmedi.

BaĢka bir deyiĢle Ġngiltere devlet eliyle, müdahaleci

politikalarla sanayileĢme sürecine sokuldu. Ekono-

mik geliĢme sürecinde öncülüğü kral ve kraliçeler,

hükümetler, baĢka bir deyiĢle devlet üstlendi. Bu

görüĢü, 1300’lü yılların baĢlarından baĢlayarak so-

mut gözlem verilerine dayandırabiliriz. Kanıtları iki

kaynaktan [3] alıyorum.

1) Ġngiltere Kralı III. Edward (1327–1377) yerli

yünlü imalatını geliĢtirmeyi hedeflemiĢ olan ilk kral-

dır. YurttaĢlarına örnek olmak amacıyla, sadece

Ġngiltere’de üretilen elbiseler giyiyordu [4]. Ham yün

ticaretini merkezîleĢtirmiĢ, yünlü giysilerin ithalatını

yasaklamıĢtı.

2) Tudor hükümdarları (1485 - 1603) III. Ed-

ward’ın giriĢimini daha da ileri götürdüler: Günü-

müzdeki bebek sanayi koruması anlayıĢına uygun

düĢecek Ģekilde, dokuma sanayisinin geliĢmesine

destek verdiler. VII. Henry (1485-1509) Hollanda’-

daki yünlü imalatının sağladığı zenginlikten çok

etkilendi. 1489’dan itibaren Ġngiliz yünlü imalatını

teĢvik edici önlemler uygulamaya koydu. Bu arada

ham yün ihracatına giderek artan gümrük vergileri

uygulandı, hattâ ham yün ihracatı tamamen yasak-

landı.

3) I. Elizabeth’in (1558-1603) döneminde Ġngilte-

re, yün sanayisinde önemli baĢarılar elde etmeye

baĢladı. Bu baĢarının ardında ithal ikamesi ve baĢ-

ka etkenler vardı. GeliĢen Ġngiliz sanayisine yeni

pazarlar açmak amacıyla I.Elizabeth; Papalığa,

Sayfa 12 Politika Dergisi

Bu gerilik XVI. yüzyıl sonu-

na kadar devam etti. İhraca-

tı hemen bütünüyle ham

yünden, biraz da düşük kat-

ma değerli yünlü giysiden

oluşuyordu. Ancak bu duru-

ma devlet el koymakta gecik-

medi. Başka bir deyişle İn-

giltere devlet eliyle, müdaha-

leci politikalarla sanayileşme

sürecine sokuldu.

Page 13: Politika Dergisi Sayi 23

Rusya, Moğolistan ve Ġran’a ticaret kafileleri yolladı.

Ġngiltere’nin denizlerde üstünlük sağlamak amacıyla

yaptığı yoğun yatırımlar; yeni pazarlara ulaĢmayı,

onları sömürgeleĢtirmeyi ve açık piyasalar haline

getirmeyi kolaylaĢtırdı. VII. Henry’in baĢlattığı, ha-

leflerinin devam ettirdiği, modern bebek sanayi ko-

rumasının XVI. yüzyıldaki karĢılığı sayılabilecek bu

strateji olmasaydı, Ġngiltere’nin ilk sanayileĢme ba-

Ģarılarını elde etmesi imkânsız değilse de çok zor-

du. XVIII. yüzyıl boyunca Ġngiltere’nin ihracat gelir-

lerinin en azından yarısını oluĢturan yün sanayisi,

bu kilit sanayi olmadan, Sanayi Devrimi’nin gerçek-

leĢmesi çok zor olurdu.

4) I. George döneminde (1714–1727) Ġngiltere

baĢbakanı olan R. Walpole’un 1721’de uygulamaya

koyduğu ticaret yasası reformu, Ġngiltere’nin sanayi

ve ticaret politikalarında önemli bir değiĢikliğe iĢaret

eder. Önceki dönemlerde, Ġngiltere hükümetinin

politikaları genel olarak ticareti kontrol etme ve ka-

mu gelirlerini artırma hedeflerine yönelikti. Buna

karĢılık, 1721’den sonra uygulamaya konulan politi-

kaların hedefi, imalat sanayisini bilinçli olarak teĢvik

etmekti. R. Walpole, Parlamento’da yaptığı konuĢ-

mada yeni yasanın ruhunu Ģöyle açıklıyordu:

“Halkın refahının artmasına, hiçbir şey mamul ürün

ihracatı ve hammadde ithalatından daha fazla kat-

kıda bulunamaz.” 1721 Mevzuatı ve sonrasında

geçekleĢen tamamlayıcı politika değiĢiklikleri ile

de, örneğin imalatta kullanılan hammaddelere ko-

nan ithalat vergileri ya düĢürüldü ya da sıfırlandı.

Ġhraç edilen mamul mallarda kullanılan ithal ham-

maddelerine verilen vergi iadeleri artırıldı.

5) Ġngiliz Merkantilizmi aynı zamanda üç ana

sektörü, ticareti, sanayi ve tarımı kapsayan daya-

nıĢmacı bir koruma politikası güdüyordu. Bu politi-

ka daha sonra 1878’den itibaren Bismarck tarafın-

dan, “dayanıĢmacı korumacılık” adı altında Alman-

ya’da da uygulanmıĢtır. Ġngiltere’de sanayi faaliyet-

lerini düzenleyen önlemler arasında, iĢçi ücretlerini

disiplin altına alan, Kraliçe Elizabeth zamanında

yürürlüğe konulan Çıraklık Kanunu (1563) zikredi-

lebilir. Bundan baĢka Ġngiliz Merkantilizmi, sanayi

üretimi faaliyeti ile ilgilenmiĢtir. Teknik yeniliklere

büyük önem verilerek, bazı makinelerin ülke dıĢına

çıkarılması yasaklanmıĢtır. Ayrıca ulusal-yerli sa-

nayileri korumak amacıyla, kimi yerli mamullerin

tüketimi zorunlu kılınmıĢ; bazı malların tüketimi ise

yasaklanmıĢtır.

Ġngiliz Merkantilizmi’nin denizcilik alanında güttü-

ğü politikanın amacı, Ġngiltere’nin Ġspanya ve Hol-

landa gibi rakiplerinin siyasal ve ticarî üstünlüğüne

son vermekti. Bu ise Ġngiltere’nin kuvvetli bir deniz

ticaret filosuna sahip olmasını gerekiyordu. Bu

amaçla çıkarılan denizcilik kanunlarının en ünlüsü,

Oliver Cromwell’in 1651’de çıkardığı yasadır. Ya-

saya göre, Ġngiltere’ye ihraç edilecek olan mallar

ancak Ġngilizlere ait ve yüzde 50’sinden fazlası Ġn-

gilizlerce donatılmıĢ olan gemilerle taĢınacaktı. Bu

önlem sayesinde Hollandalıların aracı ticareti ön-

Sayfa 13 Sayı 23

VII. Henry’in başlattığı, ha-

leflerinin devam ettirdiği, mo-

dern bebek sanayi koruması-

nın XVI. yüzyıldaki karşılığı

sayılabilecek bu strateji olma-

saydı, İngiltere’nin ilk sana-

yileşme başarılarını elde etme-

si imkânsız değilse de çok zor-

du.

I. George

Page 14: Politika Dergisi Sayi 23

lenmiĢ, uygulamanın Ġngiliz denizciliğinin geliĢme-

sindeki rolü çok büyük olmuĢtur.

Cromwell baĢka korumacı önlemler de alarak,

devletçe yürütülen planlı bir ekonomi çerçevesi

içinde Ġngiltere’yi iki hedefe yöneltmiĢtir:

-Ġngiliz mamulleriyle dünya pazarlarını tekel altı-

na almak,

-Ülke içinde geniĢ ölçüde bir otarĢi kurmak.

Cromwell ayrıca merkantilist gümrükler uygula-

mıĢ, yün ihracatını yasaklamıĢ, yün ithalatını ise

gümrük vergisinden muaf tutmuĢ-

tur.

Denebilir ki Cromwell Ġngiliz

ekonomisinin kalkınmasını devlet-

çi, kumandacı, müdahaleci politi-

kalarla sağlamıĢtır.

B) Ġngiltere’nin müdahaleci poli-

tikalarının bir yüzü -yukarda açık-

ladığım- kendi ulusal sanayilerini

kurup geliĢtirmekse, diğer yüzü

de kendine rakip olabilecek ülke-

lerin faaliyetlerini ve geliĢmesini

engellemek, onları serbest piyasa

politikaları uygulamaya zorlamak-

tı. ġimdi Ġngiliz müdahaleciliğinin

bu yönünün kanıtlarını sunaca-

ğım. Örneğim Ġngiltere’nin sömürgesi olan ülkeler-

dir.

XVIII. yüzyıldayız. Ġngiltere artık çağın süper gücü

haline gelmiĢtir; Hindistan’ı, Kuzey Amerika’yı,…

sömürgeleĢtirmiĢtir. Sömürgelerinde, örneğin Ame-

rika’da sanayileĢmeyi engellemek, imalat sanayisi-

nin geliĢmesini önlemek için gerekli olan her yola

baĢvurmaktadır. Friedrich List [5] (1789-1846), Ġn-

giltere BaĢbakanı William Pitt’in (1708-1778) Ģöyle

dediğini aktarır: “New Englandlıların imalata yöne-

lik girişimlerinden rahatsızım, kolonilerimizin at nalı

bile üretmelerine izin vermememiz gerekir.”

Brisco’nun, Walpole yönetiminde uygulanan sömür-

geci politikalara iliĢkin söyledikleri de bu stratejinin

özünü ortaya koyar.

Peki, Ġngiltere, sömürgelerin sanayileĢmesini han-

gi politikalarla, nasıl engelledi? Elbette serbest pi-

yasayı hiçe sayarak, elbette devlet müdahaleleriyle,

hükümetlerin ticarî ve sınaî alanlarda gerçekleĢtirdi-

ği düzenlemelerle… Bunlar üç madde halinde sıra-

lanabilir:

-Sömürgelerin üretim faaliyeti, sadece hammad-

de üretimiyle sınırlandı. Bu amaçla, sömürgelere

primer üretimi (tarımı ve madenciliği) destekleyen

politikalar dayatıldı.

-Ġngiliz sanayisi ile rekabet edebilecek hangi ima-

lat varsa, önü kesildi. Bu çerçevede kimi imalat faa-

liyetleri durduruldu. Sömürgelerin, Ġngiliz ürünleriyle

Sayfa 14 Politika Dergisi

Peki, İngiltere, sömürgele-

rin sanayileşmesini hangi

politikalarla, nasıl engel-

ledi? Elbette serbest piya-

sayı hiçe sayarak, elbette

devlet müdahaleleriyle,

hükümetlerin ticarî ve sı-

naî alanlarda gerçekleş-

tirdiği düzenlemelerle…

Page 15: Politika Dergisi Sayi 23

rekabet edebilecek mal ihracatı yapmaları yasak-

landı.

-Kolonilerin pazarları yalnızca İngiliz tüccarlarına

ve imalatçılarına tahsis edildi. O ülkelerin pazarları-

na üçüncü ülkelerin girmesi engellendi.

-Son olarak, tarifelerin sömürgelerdeki yetkililerce

kullanılması yasaklandı. Bütçe gelirleri nedeniyle

gerekli olduğuna karar verildiği durumlarda da baĢ-

ka türlü çaresine bakıldı.

Dikkat edilirse bunlar sömürgelerin üretim faaliye-

ti, dıĢ ticareti ve gümrük tarifeleri ile ilgili yasaklar

ya da kısıtlamalardır. Ġngiltere bu taktiğin ilk ve en

çarpıcı örneklerinden birini, Hindistan’da vermiĢtir.

Hindistan’ın sömürgeleĢtirilmesi ve önünün kesil-

mesi gerçek bir trajedidir, sanayileĢmesi engelle-

nen Türkiye gibi ülkeler için derslerle doludur.

SONUÇ

UlaĢtığım baĢlıca sonuçlar Ģunlardır:

-Bir ülkenin ekonomik kalkınması, sanayileĢmesi

ancak müdahaleci politikalarla mümkündür. Ülke

deneyimleri bunun tartıĢılmaz kanıtlarıyla doludur.

-Türkiye gibi “sanayileĢmeleri engellenmiĢ” ülke-

ler bugünün kalkınmıĢ ülkelerini örnek alırken, o

ülkelerin günümüzde ne yaptıklarına değil, hele

bilimsel kılıflar altında yaptıkları tavsiyelere hiç de-

ğil, geçmiĢte onlar bugünkü düzeylerinde iken -yani

onların yakalama dönemlerinde- ne yaptıklarına

bakmalıdır. O zaman hangi politikaları uygulamıĢ-

larsa, bugün o aynı politikaları, yani müdahaleci

politikaları uygulamaları gerekir. Ne zaman ki onları

yakalarlar, ancak o zaman serbest rekabet, serbest

piyasa politikaları söz konusu olabilir.

-Bugün ABD gibi devletlerle AB gibi oluĢumlar az

geliĢmiĢ ülkelere karĢı Merit Stratejisi izlemektedir.

Bu açık bir gerçektir. Türkiye de ne yazık ki bu uy-

gulamanın kurbanlarından biridir. Söz konusu ger-

çek politikacılara, yöneticilere, genç kuĢaklara öğ-

retilmeli, aĢılanmalıdır.

-Ana sonuç olarak, bugün birçok Latin Amerika

ülkesinde yapıldığı gibi devletçi iktisat politikalarına

dönmenin Ģart olduğu söylenebilir. YaĢanan ger-

çeklerin de, temiz iktisat biliminin de gösterdiği doğ-

ru yol ancak budur.

www.cihandura.com

[email protected]

[1] Ha Joon Chang’in iki kitabı sırasıyla Ģunlardır: Kal-

kınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, ĠletiĢim Yayıncılık,

Ġst., 2003 ve Kalkınma Yeniden: Alternatif Ġktisat Politi-

kaları Elkitabı, 1.B., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2005

[2] MERĠT Stratejisi hakkında bakınız: Cihan Dura,

“Batı’nın Merit Stratejisi”, http://www.cihandura.com/

index.php?

option=com_content&task=view&id=508&Itemid=60

[3] Ha Joon Chang, Kalkınma Yeniden: Alternatif Ġktisat

Politikaları Elkitabı, 1.B., Ġmge Kitabevi, Ankara, 2005;

Selçuk Trak, Ġktisat Tarihi, Bursa ĠTĠA yayını, Ġst.,1973,

ss.252-255.

[4] SanayileĢmeyi hedef gösterme ve baĢlatma, kiĢisel

giyimiyle örnek olma,… Bizde bu tarz önderliği yapan

tek lider Atatürk olmuĢtur. Sonraki liderlerde benzer bir

coĢkuyu görmek zordur sanırım.

[5] F. List Osmanlı ekonomisinin çöküĢünü baĢlatan,

ünlü Balta limanı antlaĢmasından 8 yıl sonra hayata

veda etmiĢ. AnlaĢılıyor ki bizim Osmanlı aydınlarının

onun fikirlerinden haberi yoktu, bu büyük olasılık… Belki

birileri biliyorduysa, onları da dinleyen olmamıĢ. Sanki

bugün bizleri dinleyen var mı? Merakımı uyandıran bir

husus da Ģu: Acaba List de 1838 Serbest Ticaret AnlaĢ-

ması’ndan haberdar oldu mu, bir Ģeyler yazmıĢ mıdır bu

konuda? Gerçekten araĢtırmaya değer. Belki birileri me-

rak eder, araĢtırır diye kaydediyorum buraya.

Sayfa 15 Sayı 23

Türkiye gibi “sanayileşmeleri

engellenmiş” ülkeler bugünün

kalkınmış ülkelerini örnek

alırken, o ülkelerin günü-

müzde ne yaptıklarına değil,

hele bilimsel kılıflar altında

yaptıkları tavsiyelere hiç de-

ğil, geçmişte onlar bugünkü

düzeylerinde iken -yani onla-

rın yakalama dönemlerinde-

ne yaptıklarına bakmalıdır.

Page 16: Politika Dergisi Sayi 23

*Özgün adı: Marxism and the Crisis of Capitalism

Prof. Dr. Sean SAYERS

İngilizceden çeviren: Neylan ÇEVİK

K apitalizm, en büyük krizini 1930’lar-

dan itibaren ve hatta daha öncesin-

den beri yaĢamaya baĢlamıĢtı.

Bankacılık sistemi Amerika’da,

Ġngiltere’de ve birçok diğer ülkede devle-

tin büyük müdahaleleriyle erimeden kur-

tarılmıĢtı. Aniden dünya borsaları düĢ-

müĢtü. Uzun ve derin bir durgunluk

muhtemeldi. Kapitalizm, yıkılmanın eşi-

ğine dayanmıştı, demek yanlıĢ olmazdı.

Çok az ekonomist ve politikacı bu geliĢ-

meleri önceden görebildi. Gümbürtü-

nün bu kadar uzun sürmesi ile, kapi-

talizmin yükseliĢ döneminin de iflas

döneminin de sonunda bittiği düĢüncesi-

ne inandılar. YaĢasaydı, bu duruma ĢaĢır-

mayacak insanlardan biri olan Marx’ın düĢünceleri-

ne yeniden itibar edilmeye baĢlandı. Uzun bir dö-

nem, düĢünceleri “aksi ispatlanmış” kabul edilip

ciddiye alınmıyorduysa da, Ģimdi onlara karĢı yeni

bir ilgi uyanmıĢtı. (1) Daha önce, “kapitalizm”in do-

ğasında sabitlik olmadığını ve krizlere açık olduğu-

nu belirtmiĢ ve nihai bitiĢini tahmin etmiĢti. Marx’ın

kapitalizm analizi doğru çıkıyordu.

Fakat tam olarak Marx’ın analizinin hangi yanları

temize çıkmıĢtı? Ġlk olarak, Marx’ın serbest piyasa

kritiği kabul edilmiĢti. Ekonomik ve sosyal düĢün-

ceyi son 30 yılda baskı altına alan liberal, serbest

piyasa felsefesi gözden düĢmüĢtü. Amerikan Mer-

kez Bankası’nın eski baĢkanı Alan Greenspan,

serbest piyasa felsefesinin kusurlu olduğunu kabul

etmiĢ; bankaların çıkarlarının kendi hissedarlarını

ve firmalardaki hissedarları koruyabileceğini san-

makla hata yaptım, demiĢtir. (2)

ġimdiki kriz, yıkıcıydı ve serbest piyasa, serbest

piyasa yanlılarının bahsettiği gibi yumuĢak, kendi

kendine iĢleyen bir mekanizma değildi. Genel çıkar-

lara hizmet etmiyor, ekonomik büyüme

ve refaha yön verecek gibi görünmü-

yordu. Diğer taraftan, Marx’ın dedi-

ği gibi, serbest piyasa kendi için-

de baĢka hayat barındıran

yabancı bir sistem gibi iĢli-

yordu. Kontrol edilemez ve

sabit olmayan bir mekaniz-

maydı. Birçok insanın iĢsiz

kaldığı ve değerli üretimin

çöpe atıldığı periyodik kriz or-

tamlarına sebep oluyordu.

Bu, kapitalist sistemin ken-

di dıĢında üretim gücüne

hakim olamayacağını gösteri-

yordu. Marx’ın grafik çiziminde

dünyadaki güçleri artık büyüleriyle

Sayfa 16 Politika Dergisi

Krizden Marksizm çıkar mı?

Marksizm ve Kapitalizmin Krizi*

Daha önce,

“kapitalizm”in doğa-

sında sabitlik olmadığı-

nı ve krizlere açık oldu-

ğunu belirtmiş ve nihai

bitişini tahmin etmişti.

Marx’ın kapitalizm

analizi doğru çıkıyordu.

Page 17: Politika Dergisi Sayi 23

kontrol edemeyen bir büyücü olarak resmediliyor-

du. (3) Periyodik olarak, üretimin gerçek güçleri

geliĢiyor ve halihazırdaki kapitalist ekonomik iliĢki-

lerle çatıĢma haline giriyordu. Daha sonra da kriz

doğuyordu.

Peki, burjuvazi bu krizlerle nasıl başa çıkıyordu?

Bir taraftan üretim güçlerini imha ederek, bir taraf-

tan yeni pazarlar açarak, tabii eskilerinden daha

çok sömürü yapmak üzere... Daha derin ve daha

zarar verici krizlerin yolunu açarak, halihazırdaki

krizi önlemeye çalışıyordu. (4) Sistem, ani yüksel-

me ve düşüşlerle yalpalıyordu. Aynı zamanda, tek

taraflı davranıp rekabeti zorlaştırıyor, zenginlikte

büyük eşitsizliklere öncülük ediyordu. Sonuç olarak,

Marx kapitalizmin kaderinde çöküş olduğunu, toplu-

mun sosyalist formunun bunun yerini alacağını dü-

şünüyordu.

ġahit olduğumuz Ģey bu mu? Bazıları böyle düĢü-

nüyor gibi görünüyor. BaĢkan Bush’un yönetimi

dünya finans sistemini kaçınılmaz çöküĢten kurtar-

mak için bankaları ve mortgage firmalarını devral-

mak zorunda kaldı. Bush, ismini kendi adlandırdığı

“demokratik kapitalizm”in korunmasını rica et-

mek zorunda kaldı. (5)

Dünya çapında, çeĢitli devletler de aynı önlemleri

almak zorunda kaldılar. Bankalar ve mortgage fir-

malarıyla ilgili önlemler almak zorunda kaldılar, ba-

zense hepsini millîleĢtirdiler. Finans sisteminde yo-

ğun devlet sermaye stoku birikti. 1930’ların baĢkanı

Roosevelt’in “New Deal” politikası kapsamında

büyük ölçekli kamu programlarının ekonomik krizin

en kötü etkilerini önleyebileceği konuĢulmaktaydı.

Bu global ekonomik sistemin global kriziydi. Ulusla-

rarası bir koordinasyon olmasına rağmen, krizi glo-

bal olarak durduracak büyük kuruluĢlar oldukça

azdı, fakat bunlar da Rusya, Çin, Hindistan, Brezil-

ya gibi yeni yükselen olan ekonomilere tesir etmek

için reforma uğramalıydı.

Bu ölçülerin varlığı, krizin derinliğini beyan ediyor-

du. Ayrıca kriz, henüz olabileceği kadar da derin-

leĢmemiĢti. Hâlâ finansal sistemin erime ve uzun

süreli durgunluk yaĢaması olasılığı vardı. Bazıları-

nın dediği gibi kapitalizmin çöküĢünü yaĢıyor gibiy-

dik… Benim fikrimce bu, Ģu anda muhtemel değil-

di. Kapitalist sistemin çöküĢü için ekonomik krizden

daha sert bir Ģeyler gerekiyordu. Sistemde bir deği-

Ģiklik veya üretim Ģeklinde bir değiĢiklik gerekiyordu

ki bu sadece kriz değil, eski sistemin bitiĢi ve yeni

bir alternatif getirmeliydi. Bu sadece ekonomik bir

süreç değil, politik bir süreçti de. Politik güçlerin,

onu bulup çıkarması gerekiyordu. Büyük eĢitsizlik-

lere ve yayılmıĢ yoksulluğa rağmen böyle güçler

henüz yoktu. Etkili antikapitalist güçler oluĢmamıĢ-

tı.

Marx, bu tür güçlerin kapitalizm sürecinde kendi

kendine ortaya çıkacağına inanıyordu. Modern

endüstri dünyasının yarattığı iĢgücünün, bu gücü

oluĢturacağını belirtmiĢti. Onun zamanında yeni

sanayileĢmekte olan ülkelerdeki bu iĢgücünün du-

Sayfa 17 Sayı 23

Uluslararası bir koordi-

nasyon olmasına rağ-

men, krizi global olarak

durduracak büyük kuru-

luşlar oldukça azdı, fakat

bunlar da Rusya, Çin,

Hindistan, Brezilya gibi

yeni yükselen olan eko-

nomilere tesir etmek için

reforma uğramalıydı.

Page 18: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 18 Politika Dergisi

rumu çok kötüydü. Tarım iĢçileri ve zanaatçılar

tarlalarından sanayiye ve Ģehirlere sürülüyorlardı.

Kadınlar ve çocuklar bile, iĢçiler olarak çok uzun

saatler, karın tokluğuna çalıĢtırılıyordu. ĠĢçi hakları

yok denecek kadar azdı.

Buna rağmen, Marx’a göre, iĢçi sınıfı asla güç-

süz, insanlıktan çıkarılmıĢ, haksızlığa uğramıĢ bir

kitle değildi. Endüstrinin etkisi sadece negatif değil-

di. ĠĢçi sınıfı bu Ģartlar altında radikalleĢecek ve

karĢı durmayı öğrenecekti. Birlikte ve eğitimli ola-

caklardı, dayanıĢma ve bilinçleri artacaktı. Sonuç-

ta, 19. yüzyılda ve 20. yy.ın baĢında daha örgütlü

ve daha disiplinli olarak politik açıdan oldukça güç-

lendiler. Marx’ın öngörüsündeki gibi devrimci bir

sanayi iĢgücü sınıfı meydana geldi.

Günümüzün kapitalist dünyasında ise, Ģartlar o

zamankinden daha farklı olmuĢtur. Marx’ın düĢün-

celeri, bugün kuĢkuya açık görünmektedir. Top-

lumdaki sınıf karakterleri değiĢime uğramıĢtır. Sa-

nayide çalıĢan sınıf artık toplumda küçük bir sınıf-

tır. Bu, global ekonomideki değiĢiklikler, Çin’deki

endüstrinin büyümesine bağlıdır; fakat en önemlisi,

üretimin karakterinin bilgi teknolojileriyle değiĢme-

sidir. Devrimci iĢçi sınıfını hazırlayan

eski endüstri dönüĢmüĢtür. Endüstri-

yel iĢçi sınıfından, tüm sektörlerin

içinde küçük bir kitle kalmıĢtır. Çok

sayıda insan hizmet sektöründe,

ofislerde, dükkânlarda ve evlerinde

bilgisayar baĢında çalıĢmaktadır.

Sendika üyeliği ve siyasal militanlık

gerilemiĢtir. Endüstri proletaryasını

oluĢturan bilinç ve birliğin parlak

günleri bitmiĢtir. Geri döneceği de

kuĢkuludur.

Yine de, sınıfın kapitalist toplum-

da önemli bir ayrım olduğunu gör-

mek önemlidir, bu bakımdan

Marx’ın analizi hâlâ ayaktadır. Ka-

rakteri değiĢmiĢ olsa da çalıĢan

sınıf toplumun büyük kısmını ayakta

tutmaktadır. Çoğu artık fabrikalar

yerine, dükkânlarda ve ofislerde

çalıĢmaktadır. Fakat yine, sermaye-

ye ortak değildir, yaĢamalarını sür-

dürmek için çalıĢmak zorunda olan,

iĢçi sınıfıdır.

Çoğu yorumcu, çalıĢan sınıfı potansiyel devrimci

güç olarak görme inancını yitirmiĢtir. Mahrum edil-

miĢ ve mülksüz görünmelerine rağmen - kadın hak-

ları, çevre hareketleri, antikapitalist hareketleri ör-

gütler gibi görünseler de sınıf bazlı sosyalist hare-

keti gerçekleĢtirecek birlikten yoksundur. Böyle bir

birlikteliği ve itici gücü göstermeleri Ģüphelidir.

ġimdilerde bu sınıfın bu rolü doldurmakta olduğu-

na dair küçük bir iĢaret belirmiĢtir, fakat bunun gü-

nümüz araçlarıyla mümkün olacağını söylemek

hata olur. Bugünkü ekonomik krizle, yabancılaĢma

üst seviyelerdedir ve sistemin sihri her yerde bozul-

muĢtur. Ġnsanların bu kadar sakin kalmasının nede-

ni, gelecek için tüm sistemi değiĢtiren çok büyük bir

değiĢimin olmasından gayrı yol göremiyor olmaları-

dır. Bu umut oluĢunca, değiĢimler çabuk olacaktır.

Ekonomik krizin sağ ya da sol fark etmeden, poli-

tik partiler üzerindeki inancı sarstığını da görüyo-

ruz. Fakat kriz sonucunda sol partilerin krizden kârlı

çıktığı görüĢü pek gerçekçi değildir. Eğer 1930’lar-

daki krizden öğrenilen bir Ģey varsa, bir tehlike ola-

rak milliyetçiliğin ve radikal sağın yükseliĢi oluĢabil-

Fakat kriz sonucunda sol Fakat kriz sonucunda sol

partilerin krizden kârlı partilerin krizden kârlı

çıktığı görüşü pek ger-çıktığı görüşü pek ger-

çekçi değildir. Eğer çekçi değildir. Eğer

1930’lardaki krizden öğ-1930’lardaki krizden öğ-

renilen bir şey varsa, bir renilen bir şey varsa, bir

tehlike olarak milliyetçi-tehlike olarak milliyetçi-

liğin ve radikal sağın liğin ve radikal sağın

yükselişi oluşabilmekte-yükselişi oluşabilmekte-

dir. Sosyalizm için gerek-dir. Sosyalizm için gerek-

li umutlar yine uzaktır.li umutlar yine uzaktır.

Page 19: Politika Dergisi Sayi 23

mektedir. Sosyalizm için gerekli umutlar yine uzak-

tır.

3. Dünya ülkeleri için de aynı Ģeyler söylenebilir.

Son 30 yılda oluĢmuĢ en büyük sermaye balonu

sönerken, en fakirlere kâr sağlamaya baĢlaması ile

ilgili teorinin hayali olduğu kanıtlanıyor görünmekte-

dir. Diğer taraftan zenginle fakir ülkeler arasındaki

ayrım büyümektedir. Afrika’nın ve Latin Amerika’nın

geniĢ kesimlerinde çok büyük sefalet ve bulaĢıcı

hastalıklar görülmekteyken, bunu önleyici bir güç

bulunmamaktadır. YaĢam Ģartları devrimci bir güç

oluĢturacak kadar kötü olsa da, bu güç için gerekli

araçlar yoktur.

Asya’nın yeni endüstrileĢmiĢ yerlerinde durum

belki değiĢiktir. Çin ve son zamanlarda Hindistan,

çok yüksek oranda endüstrileĢmektedir. 19. yy.da

Ġngiltere’de olan süreçteki gibi, insanlar yeni kuru-

lan fabrikalarda çalıĢmak için köyden kente göç

etmektedir. Çok büyük zenginlik ve aĢırı miktar se-

falet aynı ülkede yaĢanmaktadır. Bu geliĢmeler As-

ya’da, bir zamanlar Ġngiltere’de olduğu gibi, devrim-

ci bir sınıfı doğurmasına rağmen, yine de devrimci

hareketin sonuna kadar gideceğine dair pek iĢaret

yoktur.

YaĢadığımız kriz, ekonomik sistemin dönüm nok-

tasıdır. Serbest piyasanın ekonomik hayatta fonksi-

yonsuz olduğunu göstermiĢtir. Marx’ın yorumunu

doğrulamıĢtır. Fakat Marx’ın bahsini ettiği bu siste-

mi yenecek “insani güç” henüz yoktur. Bu gücün

oluĢmasını için gerekli günümüzün “zor hayati Ģart-

lar”ı vardır. Sonuçta, kapitalizmin sorgulanmak için

sırada beklediğini söyleyebiliriz.

Sayfa 19 Sayı 23

Yaşadığımız kriz, ekono-

mik sistemin dönüm nok-

tasıdır. Serbest piyasanın

ekonomik hayatta fonksi-

yonsuz olduğunu göster-

miştir. Marx’ın yorumu-

nu doğrulamıştır. Fakat

Marx’ın bahsini ettiği bu

sistemi yenecek “insani

güç” henüz yoktur.

Page 20: Politika Dergisi Sayi 23

Piyasanın baĢarısızlığı, devleti bankaların temi-

natını sağlamak için zorlanması olmuĢtur. Bu du-

rum, serbest piyasayı savunanlar tarafından sos-

yalist bulunmuĢtur. Bunda doğruluk payı da vardır.

Devletin baĢında bulunma, finansal sitemi kontrol

etme, diğer büyük giriĢimleri kontrol etmenin tek

eleman tarafından yapılması sosyalizmin bir Ģartı-

dır. Fakat tabii, sosyalizm daha fazlasını içerir.

Daha ne? Devletler bu önlemleri aldılar. Soru,

“Nasıl bir ekonomik ve finansal sistem istiyo-

ruz?”dur. Buna verilecek cevap önem taĢımaktadır.

Sosyalizmi anlamak için daha ne yapıldı? Tüm

çalıĢan insanların ve tüm toplumun çıkarları ön

plana alınmadı. Devletlerin ilk yaptığı bankaları

çöküĢten kurtarmak oldu. Onları özel sektöre ve

serbest piyasaya döndürmek istediler, fakat devlet

tarafından baĢka bir etkinlik yapılmadı.

Sosyalizm; planlı ekonomisi, toplumun her kesi-

minin çıkarlarını korumasıyla bugünden oldukça

farklı bir sistem. Sosyalizm, yabancı ve kontrol edi-

lemeyen bir el tarafından toplumun bütününün çı-

karlarını gözeten planlı Ģekilde yönetilen bir ekono-

midir. Bu da, hastaneler, okullar, sosyal altyapı,

sosyal konutlar, kamu ulaĢımı ve çevreyle ilgili ya-

tırımlar demektir. (6)

Marx için bu aktiviteler tam sosyalist bir ülkenin

ilk adımlarıdır. Daha sonraki evrelerdeyse, piyasa-

nın düĢman mekanizmasının, herkes tarafından

elimine edilmesi ve toplumun kimin para ödeyebile-

ceğinden çok kimin ihtiyacı olduğu prensibiyle yö-

netileceğini söylemiĢtir. (7)

Bu, Ģu anda uzak bir öngörüye benziyor. Yine de,

hayati önem taĢıyan, akıllarda tutulması gereken

bir fikir.

Marx’ın öngörülerinden biri de kapitalizmin kaçı-

nılması gereken bir Ģey değil, tarihi geliĢmenin bir

parçası olduğudur. Toplum ve ekonomi, piyasanın

düĢmanca mekanizması tarafından idare ettirilmek

ihtiyacında değildir. Bir müddet kapitalizm hüküm

sürecektir; bir ömrü vardır, üretim güçlerini kendi

çıkarına kullanacaktır. Ürünler ve hizmetlerin öde-

me gücünden çok, ihtiyaca göre dağıtılacağı ve

insanların üretime ücret karĢılığı değil, istekli olarak

katıldığı bir sosyal ve ekonomik hayat, halihazırdaki

sistemin yerine geçecektir. Kapitalizme daha iyi

alternatif vardır. Marx’ın yorumunun çıkıĢ noktası

da budur.

[email protected]

[email protected]

[1] Sales of his works are significantly up, it is reported

(The Times, 20 October 2008).

[2] `Greenspan – I was wrong about the economy. Sort

of,' The Guardian, 24 October 2008.

[3] Karl Marx and Frederick Engels, "Manifesto of the

Communist Party," in The Marx-Engels Reader, ed.

Robert C. Tucker (New York: W.W. Norton, 1978), 478.

[4] Ibid.

[5] Timothy Garton-Ash, `The US democratic-capitalist

model is on trial. No schadenfreude, please', The

Guardian, 2nd October 2008.

[6] Measures along these lines are being taken in China.

`Beijing to pump 4tn yuan into economy to offset fall in

exports', The Guardian, 10th November 2008.

[7] Karl Marx, "Critique of the Gotha Program," in The

Marx-Engels Reader, ed. Robert C. Tucker (New York:

W.W. Norton, 1978), 531.

Sayfa 20 Politika Dergisi

Marx’ın öngörülerinden

biri de kapitalizmin kaçı-

nılması gereken bir şey

değil, tarihi gelişmenin

bir parçası olduğudur.

Toplum ve ekonomi, piya-

sanın düşmanca mekaniz-

ması tarafından idare et-

tirilmek ihtiyacında değil-

dir.

Page 21: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 21 Sayı 23

Kissinger’ın söylediği

net bir cümle ile ne-

deni daha açık:

“Petrolü kontrol eder-

sen ulusları kontrol

edersin, yiyeceği

kontrol edersin.”

Norveç - Svalbard

Küresel Tohum Deposu

Page 22: Politika Dergisi Sayi 23

Mülakatı Yapan: Emrah ÖZDEMĠR

C umhuriyet Halk Partisi‟nin şahlanışı ola-

rak yorumlanan Kemal Kılıçdaroğlu‟nun

Genel Başkan seçildiği 33. Kurultay‟da

Parti Meclisi (PM)‟ne giren 1982 do-

ğumlu bir genç vardı: Ekrem Kerem OKTAY. Özel-

likle geri planda kalan genç ve kadınlarımızın siya-

sete katılımını özendirmek isteyen dergimiz, o

PM‟den ilk 27 yaşındaki Ekrem OKTAY‟la röportaj

yapıyor… Ekrem OKTAY‟ı önceden de biraz tanı-

rım. Umarım, başarılı olur ve örülen duvarlarda

arkasından gelen gençler için büyük bir gedik

açar…

* * *

Emrah ÖZDEMĠR (E.Ö): CHP gibi deneyimli

siyasetçilerin yoğun olduğu, köklü bir partinin

Parti Meclisi’ne (PM) 27 yaşında girdiniz. Önce-

likle, tebrik ederiz. Bu noktaya nasıl gelebildiği-

nizi, eğitim ve siyaset kariyeri bilgilerinizle bir-

likte kısaca anlatır mısın? Ayrıca nasıl bir yön-

temle buraya geldiniz: Gençlik örgütü mü, An-

kara ilişkileriniz mi, yoksa genel bir çalışma ile

mi?

Ekrem K. OKTAY: 1982 yılında Ankara'da doğ-

dum. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu

Yönetimi Bölümü'nden 2005 yılında mezun oldum.

Lisans öğrenimim sırasında, 2003 yılında Üniversi-

tenin Öğrenci Konseyi BaĢkanlığı'na seçildim.

2004 yılında Prag'da düzenlenen, Genç Liderler

Zirvesi'nde Türkiye'yi temsil ettim. Mezun olduktan

sonra Avrupa Komisyonu tarafından verilen Jean

Monnet bursuyla Leiden Üniversitesi Hukuk Fakül-

tesi’nde Avrupa Hukuku üzerine yüksek lisans yap-

tım. ġu anda Türkiye Ekonomi Politikaları AraĢtır-

ma Vakfı'nda (TEPAV) araĢtırmacı olarak görev

yapıyorum. Ayrıca, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil-

giler Fakültesi Siyaset Bilimi bölümünde doktora

çalıĢmama devam ediyorum.

Siyasete hevesim epey erken yaĢlarda baĢladı. 9

Eylül 1992 yılında, Atatürk Spor Salonu’nda, Cum-

huriyet Halk Partisi’nin yeniden açılıĢına Ģahitlik

ettiğimde daha on yaĢındaydım. O yıldan beri hiçbir

CHP kurultayını kaçırmadım. Örgütümüz içinde

aktif olarak beĢ yıldır çalıĢıyorum. Bu noktaya gel-

mek için üç boyutlu hareket etmeye gayret göster-

Sayfa 22 Politika Dergisi

Politika Dergisi—Ekrem K. OKTAY Mülakatı

“CHP, Bu Dönemde Halkçılık ve Devrimcilik Oklarını Daha Güçlü

Bir Şekilde Çıkaracak.”

Page 23: Politika Dergisi Sayi 23

dim.

Birinci

boyutta,

hiç durma-

dan kendimi

geliĢtirmek, ek-

siklerimi gider-

mek için sürekli

çalıĢtım. Ġkinci

boyutta, örgü-

tün içinde ken-

dimi ka-

bul

et-

tirmeye gayret gösterdim. Üçüncü boyutta ise

genel merkez yöneticileri nezdinde kendimi an-

latmaya ve tanıtmaya çalıĢtım. Bir noktanın da

altını çizmem gerekir; her ne kadar kiĢisel gayretle-

rim önemli olsa da ben bu noktaya tek baĢıma gel-

medim. Benimle birlikte bu mücadeleyi veren arka-

daĢlarımın ve çalıĢmalarımızı takdir eden parti bü-

yüklerimin bu tablonun ortaya çıkmasında katkısı

büyüktür.

E.Ö: Siyaset yapan birisi, kendi dünyasını ta-

mamen bırakmak zorunda kalır mı? Günümüz

koşullarında eğitim -gerekli gereksiz- bir CV

doldurma ve kariyerciliğe döndü. Gençlerin hâ-

lini görüyorsunuz. Bu ortamda hem siyaset,

hem eğitim birlikte nasıl götürülebilir? Ki, siz de

zorlanıyor musunuz aldığın görev ve sorumlu-

luklarınızdan dolayı?

Ekrem K. OKTAY: Gençlerin siyasete girmesini

sağlayacak kanallarda hem arz yönlü hem de talep

yönlü ciddi tıkanıklıklar var. Nüfusun yüzde ellisi-

nin yirmi sekiz yaĢın altında olduğu bir toplum-

da, rasyonel bir siyasi parti gençlere yönetim

mekanizmalarında yer verir; vermelidir. Bakınız,

2011 genel seçimlerinde otuz yaĢın altında on dört

milyon genç seçmen oy kullanacak. Türk siyasal

tarihine baktığınız zaman; hiçbir dönemde gençle-

rin bu kadar sonucu belirleyici bir unsura dönüĢtü-

ğü görülmemiĢtir.

Gençlerin siyasete katılımında arz yönlü de ciddi

sorunlar var. Siyasi partiler kapılarını ardına ka-

dar açsalar, gençlerimiz siyasetle uğraĢmaya

zaman bulabilecekler mi? Gerçekten de bugün

Türkiye’de bir kariyer fetiĢizmi var. Bizler kari-

yer ideolojisiyle çevrelenmiĢ durumdayız. Üni-

versite bitireceksin, iki dil bileceksin, yaz oku-

luna gideceksin, staj yapacaksın, sonra da iĢ

bulursan çalıĢacaksın. Hem de kendine bile vakit

bulamadan çalıĢacaksın. Bizler böyle bir kariyer

rekabeti içerisine sokulurken, çalıĢmamız için hazır

bir istihdam da oluĢturulmuyor. Ayrıca yarıĢ haksız

bir rekabet içerisinde yürüyor. Pek çok genç arka-

daĢımız harç, harçlık ve yurt sorunu içerisin-

deyken; geçim derdindeyken, nasıl siyasete

zaman ayırsın? Böyle bir durum içerisinde yaĢı-

nızdan beklenmeyecek bir özveri, sorumluluk ve

emek ortaya koymanız gerekiyor. Sadece bu da

yetmiyor, iĢlerin de rast gitmesi gerekiyor. Ben üç

yıldır her gün eve gece on ikiden sonra gidiyorum.

Annemin yüzünü pek göremiyorum, sosyal haya-

tım çok zayıflamıĢ durumda. Bu durumdan Ģikâ-

yetçi değilim, yoğun ve tempolu bir hayat yaĢama-

yı seviyorum. Sonuçta bu benim kendi tercihim.

E.Ö: Sizden beklenilen gençliğin düşünce ve

sorunlarını PM’ye taşımak. Tabii bunun için

Sayfa 23 Sayı 23

Siyasi partiler kapılarını

ardına kadar açsalar,

gençlerimiz siyasetle uğ-

raşmaya zaman bulabi-

lecekler mi? Gerçekten de

bugün Türkiye’de bir ka-

riyer fetişizmi var. Bizler

kariyer ideolojisiyle çev-

relenmiş durumdayız.

Page 24: Politika Dergisi Sayi 23

hem partili gençlerle, hem de başka gençlik

örgütleriyle iletişim kurmanız gerekecektir.

Kendi çalışma şekliniz nasıl olacak?

Ekrem K. OKTAY: Öncelikle yüzlerce gençten

yüzlerce mail aldım. Tebrik ediyorlar ve çalıĢmak

istediklerini bildiriyorlar. Bu Ģahsım ve partimiz açı-

sından son derece sevindirici bir durum. Ancak

üzücü bir nokta var. Benim yaĢımda bir gencin

Parti Meclisine girmesi kamuoyu üzerinde bu

kadar olumlu etki yaratabiliyorsa; buna tüm

gençler olarak üzülmeliyiz. Zira gençler siyasal

hayatta varlık gösterme noktasında, çok gerile-

re gitmiĢler demektir. Öncelikli temel hedefim

siyasette bu geriye gidiĢimizi durdurmak için çaba

göstermek olacaktır. Burada bütün gençlere bir

görev düĢüyor. Bundan sonra genç vekiller, genç

bakanlar çıkarmak için kenetleneceğiz. Ġsimleri

önemsemeden, kiĢisel beklentilerimizi geri plana

atarak, beĢ parmağımızı sıkarak, bir yumruk halin-

de, hep birlikte mücadele edeceğiz! Benim müca-

dele alanım, hem kendi gençlik örgütümüzle

hem de ideolojik yakınsama içinde olduğumuz

örgütlerle yakın iliĢkiler kurarak, onlardan aldı-

ğımız düĢünceleri, proje teklifleriyle birleĢtire-

rek, Parti Meclisi’nin gündeminde önemli bir

yer tutma üzerinde olacaktır.

E.Ö: Siz, aldığınız eğitim ve geçtiğiniz aşama-

lar itibarıyla zaten birçok konuda düşünce üret-

mişsinizdir. Gençliği ele alırsak, şu ana kadar

yaptığın saptamalara göre; gençliğin genel so-

runları nelerdir ve bunlara ilişkin (ayrıntıya gir-

meden) çözüm önerileriniz var mı?

Ekrem K. OKTAY: Baktığım zaman gençlerin en

temel Ġki temel sorunu olduğunu görüyorum. Birin-

ci, bütün kesimlerin sorunu olan iĢsizlik soru-

nudur. Türkiye’de resmi rakamlara göre iĢ bulma

ümidini kaybedenler dâhil olmak üzere beĢ milyon

altı yüz bin kiĢi iĢsiz. Gençler arasında iĢsizlik yüz-

de otuza yaklaĢmıĢ durumda. Yani yaklaĢık her üç

gençten bir tanesinin iĢsiz olduğunu görüyoruz.

Ġktisatçı arkadaĢlarımızla birlikte genç işsizlikle mü-

cadele eylem planı hazırlıyoruz. Detaylarını parti

meclisinde açıklayacağımız plan, beĢ alanda müca-

deleyi içerecek. Ġkinci temel sorun, yüksek öğre-

tim sorunu. Ġkinci öğretim temelinde yıllık 8.000

lirayı bulan harçlar var. Gençlerimizin geleceği dev-

letin vergi gelirleri için heba edilmemeli. Zira unut-

mamalıyız ki; uzun vadede iyi eğitilmiĢ genç nüfu-

sunuz en büyük sermaye kaynağımızdır. Mutlaka

devlet bursları geliĢtirilmeli ve çeĢitlendirilmeli. Kar-

Ģılıksız burs mekanizmaları oluĢturulmalı. Küresel

kriz etkilerinin yoğunlaĢtığı dönemde, ülkemizdeki

zor durumdaki kesimlerin vergi borçları yeniden

Sayfa 24 Politika Dergisi

Benim mücadele alanım,

hem kendi gençlik örgütü-

müzle hem de ideolojik ya-

kınsama içinde olduğumuz

örgütlerle yakın ilişkiler ku-

rarak, onlardan aldığımız

düşünceleri, proje teklifleriy-

le birleştirerek, Parti Mecli-

si’nin gündeminde önemli

bir yer tutma üzerinde ola-

caktır.

Page 25: Politika Dergisi Sayi 23

yapılandırıldı. Vergi affına iliĢkin düzenlemeler ya-

pıldı. Genç arkadaĢlarımın eğitimleri için aldıkları

ve ödeyemedikleri birikmiĢ karĢılıklı devlet bursları

için herhangi bir af düzenlemesi, herhangi bir yeni-

den yapılandırma neden düĢünülmedi? Yüksek

öğretim sisteminden kaynaklanan harç, harçlık ve

yurt sorunlarına da eğilmek istiyorum.

E.Ö: Halk, 33. Kurultay’daki hava ile birlikte

büyük beklenti içine girdi. Sn. Kılıçdaroğlu ve

Sn. Önder Sav ile yaptığın görüşmelerden son-

ra, partinin nasıl bir rota çizeceğini düşünüyor-

sun? Hem geleneğe ve ilkelere bağlı kalıp, hem

yenilikçi olabilecek misiniz? Çünkü bir kısım

CHP’nin “CHP’lilikten kopacağı”, bir kısım da

“yenilikçi olunamayacağı” endişesi taşıyor. Siz

ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Ekrem K. OKTAY: KiĢisel görüĢmelerimizi, kiĢi-

sel görüĢlerimizi paylaĢmamız doğru değil. Bizler

parti yöneticileriyiz. Henüz ilk Parti Meclisi toplantı-

mızı gerçekleĢtirdik. Elbette kurumsal olarak belli

hazırlıklar yapmaya baĢlayacağız. Ancak Ģunu söy-

leyebilirim; CHP bu dönemde halkçılık ve devrim-

cilik oklarını daha güçlü bir Ģekilde yaydan çı-

kartacak. ġu ana kadar yapılan doğru iĢleri de

takdir etmeliyiz. Marifet iltifata tabi olmalıdır, olma-

lıdır ki doğru iĢler yapılmaya devam etsin. Partimiz

33. Olağan Kurultay sonrasında parti organlarında-

ki yöneticiler noktasında çok ciddi bir değiĢim ge-

çirdi. Genel baĢkanımız değiĢti, partinin Kurultay’-

dan sonraki en yüksek karar organı olan seksen

kiĢilik Parti Meclisi’nde elli iki isim yenilendi. Tecrü-

beliler, gençler, uzmanlar ve örgütten gelen isim-

lerle, ortaya güçlü ve mutabakat üzerine kurulu bir

Sayfa 25 Sayı 23

CHP bu dönemde halkçılık ve

devrimcilik oklarını daha

güçlü bir şekilde yaydan çı-

kartacak. Şu ana kadar ya-

pılan doğru işleri de takdir

etmeliyiz. Marifet iltifata ta-

bi olmalıdır, olmalıdır ki

doğru işler yapılmaya devam

etsin.

Page 26: Politika Dergisi Sayi 23

Parti Meclisi çıktı. Merkez Yürütme Kurulu’nun ta-

mamına yakını değiĢti. Uzman isimler merkez yü-

rütme kuruluna alındı. Bu geliĢen olaylar çok cid-

di, önemsenmesi gereken bir değiĢimdir. An-

cak her Ģey bir günde değiĢir mi? Elbette de-

ğiĢmez. Her Ģeyin bir günde değiĢmesi doğru

mudur? Kesinlikle doğru değildir. Söylem boyu-

tuna yansıyacak değiĢim kontrollü bir Ģekilde ger-

çekleĢmeli. Söylemlerimizi somut hale taĢıyacak

projelerimizi ortaya koymak için belirli bir zamana

ihtiyacımız var.

E.Ö: CHP’de “kapalı” bir yapının olduğuna

ilişkin eleştiriler var. Gerçekten var mı böyle bir

yapı? Sizin aile geçmişinizin de CHP’li olduğu-

nu biliyorum. Fakat farklı kesimlerde yer alıp,

sosyal demokrasiye ve Atatürkçülüğe bağlı ki-

şiler CHP’de rahat çalışma ve yükselme olana-

ğına sahip mi?

Ekrem K. OKTAY: Ġçine kapanıklıkla ilgili yapı-

lan eleĢtirileri kabul etmiyorum. GeçmiĢinde

farklı ideolojiler olan insanları bile partimizde

milletvekili, belediye baĢkanı ve yönetici olarak

görebiliyorsunuz. Siyaset içinde sabır göstermek

çok önemli. Siyasette mutlaka rekabet var; dolayı-

sıyla kazanmak da var, kaybetmek de var. O yüz-

den benim siyasette kendime Ģiar edindiğim söz;

“Kaybetmekten yılmayanlar, kazanmanın eĢi-

ğindedir.” sözüdür. Ayrıca unutmayalım ki; hayat-

ta kimse size kolayca bir Ģey vermiyor, siz bir Ģey

alıyorsunuz! O yüzden herkes yeterince hak edi-

yorsa istediği yere yükselir, diye düĢünüyorum.

E.Ö: Gençlerin kurduğu ve hedef kitlesi

“gençler ve genç düşünceliler” olan dergimiz

aracılığıyla, vermek istediğiniz son mesajları da

alalım.

Ekrem K. OKTAY: Öncelikle size çok teĢekkür

ediyorum ve sizi tebrik ediyorum. Gençlerin bu ka-

dar politikadan uzak tutulmaya çalıĢtığı bir dönem-

de çok doğru bir Ģekilde gençliğin algısını siyasetin

üzerine çekmeye çalıĢıyorsunuz. Bu anlamda çok

önemli bir misyonu yerine getiriyorsunuz. Siyasetle

gençler ilgilenmeli. Siyaset toplumsal dönüĢümün

en etkili aracıdır. Daha adaletli, daha huzurlu, daha

mutlu, daha sağlıklı insanların yaĢadığı bir Türkiye

mümkündür. Biz bunu hep birlikte gerçekleĢtirebili-

riz. Yeter ki hep birlikte gençler olarak el ele vere-

lim, birbirimize kenetlenelim.

E.Ö: Sizin gibi genç bir siyasetçinin CHP gibi Tür-

kiye‟nin en önemli partilerinden birisinin yönetimin-

de yer almasına, dergimizin duruşu itibarıyla da

sevindiğimizi belirtmek isterim. Umarım, sizin bu

yükselişiniz, edilgen kalan kadın ve gençlerimizin

de siyasete yoğun katılımına bir öncülük etmiş olur.

Bu yoğunluğunuzda zaman ayırdığınız için teşek-

kür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

[email protected]

[email protected]

Sayfa 26 Politika Dergisi

İçine kapanıklıkla ilgili yapı-

lan eleştirileri kabul etmiyo-

rum. Geçmişinde farklı ideo-

lojiler olan insanları bile par-

timizde milletvekili, belediye

başkanı ve yönetici olarak gö-

rebiliyorsunuz.

Page 27: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 27 Sayı 23

Page 28: Politika Dergisi Sayi 23

Emrah ÖZDEMĠR

“S anki yeniymiş gibi, dünyayı

hep büyüleyerek ve şaşırtarak

ve insanoğlunun doğurganlığı-

na değil de insanların unutkan-

lığına tanıklık ederek, bu kadar çok ahlâk ve

politika sisteminin birbiri ardına bulunması,

unutulması, yeniden keşfedilmesi, kısa bir süre

sonra tekrar ortaya çıkmak üzere tekrar unutul-

ması inanılır gibi değil.” (A. de Tocqueville)

1980’lere gelindiğinde Berlin Duvarı’nın yıkılıĢı

ve ardından Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine

girmesi sosyalistlerin çoğunluğunda “yenilgi” ola-

rak kabul edildi. Öyle ya; büyük bir kale, -

yanlıĢlıklar olsa da- sosyalistler için en büyük ör-

nek yıkılmıĢtı. Bu da siyasal duruĢunu/ideolojisini

sunulanlar arasından seçen ve genel duruma uy-

gun (konjonktürel) olarak belirleyenler için kabulle-

nilmesi gereken bir yenilgi sayıldı. Konjonktür ba-

ğımlıları için herhalde Küba veya Kuzey Kore gibi

romantik küçük direnç noktaları, bir umut sayıla-

mazdı.

1980’lerin ortamına girilirken, önce 24 Ocak Ka-

rarları, sonra Kenan Evren’in darbesi ile Türkiye de

bu yeni duruma hazırlanmaya baĢladı. Sınıf, aydın-

lanma, bağımsızlık gibi bilinçlerden yoksun bırakı-

lan Türkiye, ekonomik anlamda neoliberalizmin ku-

cağına itilirken, toplumsal anlamda ekonomiyi ayak-

ta tutacak biçimde ama çok daha derin ve geri dö-

nüĢü zor bir noktaya getirildi. Eğitim sistemi parça-

landı ve sistem, bilimsellik ile bütünsellikten uzak-

laĢtı. “Yeni toplum”un mühendisliği ve yapımı sü-

recinde durumu “idare edecek” Ģekilde; zorunlu din

dersleriyle, yurtdıĢından gelen malî yardımlarla,

hatta devletin tarikatlara desteğiyle dinsellik aĢılan-

maya baĢladı. Dine daha uzak duran kiĢilere de

magazinsel düĢünme biçimleri verilmeye baĢlandı.

Bunlar “geride kalanlar” için hazırlanan planlar;

baskılara, iĢkencelere, idamlara vs. hiç girmiyorum.

Çoğumuzun bildiği bu süreç, Turgut Özal’la da

artarak sürdü.

GeliĢmiĢ demokrasilerin beĢiği Batı Avrupa’da da,

ülkemiz Türkiye’de de yeni bir “tasarım” söz konu-

Sayfa 28 Politika Dergisi

CHP’nin yeni Genel Başkanının sürece etkisi ne olur?

“Yeni Düzen”de Kılıçdaroğlu’nun Yeri

“Yeni toplum”un mühendis-

liği ve yapımı sürecinde du-

rumu “idare edecek” şekilde;

zorunlu din dersleriyle,

yurtdışından gelen malî

yardımlarla, hatta devletin

tarikatlara desteğiyle dinsel-

lik aşılanmaya başladı. Di-

ne daha uzak duran kişilere

de magazinsel düşünme bi-

çimleri verilmeye başlandı.

Page 29: Politika Dergisi Sayi 23

suydu. Yeni yapılanmanın eĢgüdümlü olmasını

göstermek açısından söylemekte yarar var: Avru-

pa’da çok güçlü sosyalist oluĢumlar, 1980’lerle bir-

likte kan kaybetmeye baĢladı. Bugün adına

“sosyalist” denilen partilerin çoğunluğu -Deniz Bay-

kal‟ın söylemi aslında doğrudur- “sosyal demokrat”

bile değildir. Bu partilerin çoğunda sınıf bilinci, ulu-

sal bağımsızlık bilinci vd. yoktur. Avrupa’da ege-

men olan sosyalizmi bilmek açısından Ufuk Uras’ın

çevre, eĢcinsel hakları ve etnik azınlıklar temelinde-

ki çizgisini örnek verebiliriz.

Kimilerinin “yeni feodalizm” (neo-feodalizm)

dediği feodalleĢme / küreselleĢme sürecine uygun

söylem ve izlenceler yaratılmıĢtır. Ulus-devletler

zayıflatılmakta; saydamlaĢma, “Yeni Kamu Yöneti-

mi” anlayıĢı, yönetiĢim, yerinden yönetim vb. adlar-

la ulus-devlet yapısı çürütülmektedir. “Yeni” diye

dile getirilen kamu yönetimi anlayıĢlarının temelin-

de “yurttaĢ”lıktan (citizen) “müĢteri”liğe

(customer) geçiĢ vardır. Sağlık, eğitim, güvenlik

“yeni derebeyleri”nin eline geçerek

“özel”leĢmekte ve “postmodern feodal ögeler”

ulusal ögelerin önüne geçmektedir. Eğitim, özel

kurumların “hayır”larına; sağlık, özel sigortaların

insafına; güvenlik, özel Ģirketlerin güdümüne bıra-

kılma yolundadır. (Bu konuda Alphan TELEK arka-

daşımın “Yeni Dünya Feodalizmi: Özel Sağlık, Eği-

tim, Hukuk, Ordu, Güvenlik ve Korku Öğesi” adlı

yazısını da siteden okuyabilirsiniz.) YerelleĢme adı-

na, hukuk bile paramparça edilmek istenmektedir.

Ġngiltere’nin ülkedeki Müslümanlara yönelik özel

ġeriat mahkemesi kurma atılımını bu konuda ör-

nek olarak verebiliriz. “Orta Çağ Avrupası”nda ol-

duğu gibi temel hak ve özgürlüklerinden vazgeçen

insanlar, acaba yeni derebeylerinin kalelerinde

köle olmaya mı geçecektir? Bu ayrı ve yanıtlanma-

sı uzun bir sorudur.

Peki, Türkiye’de durum farklı mıdır? “Sol”un “ol

(a)madığı” açıdan bakarsanız aynıdır; ancak Türki-

ye ile Avrupa ülkelerini birebir karĢılaĢtırmak doğru

olmayabilir. Çünkü Türkiye’de toplumsal sorunlar

varsa da, ülkemiz, Büyük Ortadoğu Projesi gibi

emperyal saldırıların ortasındadır. ĠniĢ çıkıĢların,

darbelerin, siyasal/toplumsal hareketlerin çok oldu-

ğu ve sürekli yeni planlarla gündemde olan bir coğ-

rafyada bulunan, birçok konuda hâlâ geride olan

bir ülkeden istikrarlı bir siyasal düzen beklemek

yersiz olur. Bunlara kısaca değineceğim, çünkü

apolitikleĢmenin tarihselliğini, çözümlemesini yaz-

mak uzun bir yazı dizisi olur.

Özetle, dünyada ve Türkiye’de en temel haklarda

bile özelleĢme (furyası) vardır. Bu egemen kuru-

luĢlarca (IMF gibi) da dayatılmaktadır. Tarikat ve

cemaat egemenliği artmaktadır. ApolitikleĢme eğili-

mi yüksektir; düzensiz ve dağınık bilgiler ve bu

bilgi(sizlik)lere dayanan yarım düĢünceler egemen-

dir toplumda. Dayatılan (veya oluĢan diyelim) yeni

solculuk etnikçilik, eĢcinsel hakları gibi “hafif” konu-

ları içermektedir. Direnç mekanizmaları da genel

olarak, yeni söylem geliĢtirmekten çok, yalnızca

koruyuculuk çizgisinde siyasa izlemektedirler. ĠĢte

Sayfa 29 Sayı 23

. Apolitikleşme eğilimi

yüksektir; düzensiz ve da-

ğınık bilgiler ve bu bilgi

(sizlik)lere dayanan yarım

düşünceler egemendir top-

lumda. Dayatılan (veya

oluşan diyelim) yeni sol-

culuk etnikçilik, eşcinsel

hakları gibi “hafif” konu-

ları içermektedir.

Page 30: Politika Dergisi Sayi 23

33. Kurultay’da Genel BaĢkan seçilen Kemal

Kılıçdaroğlu bu ortamın içinde siyaset yapacaktır.

1929 Krizinden sonra dünyada “refah devleti”

olgusu ön plana çıkmıĢ ve serbest piyasacı ezber-

ler, yerlerini devletin toplumsal sorumluluğu düĢün-

cesine bırakmıĢtı. Neoliberalizmin bu döneminde

gelen 2008 Krizinden sonra ise devletler yalnızca

bankaları kurtarmaktadır. Devletin toplumsallığı

değil, kemer sıkma siyasaları gündemdedir. Yeni

kriz, yardım kuruluĢlarına ve deyim yerindeyse

“sadaka devleti/kuruluĢu” olgusuna yaramıĢtır. Bu

da yine ulusal yurttaĢlık bilincine hizmet etmeye-

cektir.

Küreselci güçlerin yerelleĢme adı altında yerel

ağalara, vassallara, hocalara ayrıcalık tanıması;

ulusal güçlere (Ordu, yargı, ulusalcı kurumlar vb.)

ve ulusal iktisatlara saldırması sözünü ettiğimiz

“yeni feodalizm” ve bu feodalliğin bağlı bulunacağı

daha büyük (küresel) derebeyleri (patronlar) içindir.

Özelde, Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin de aĢırı

yoğunlaĢması bu akımı güçlendirmektedir.

“Yeni feodalizm” etnikçi siyaset istemektedir. Ke-

mal Kılıçdaroğlu, etnisite ve mezhep üzerinden

siyaset yapmayacağını söyledikçe, Türkiye basını

ısrarla Kürtlükle, türbanla ilgili sorular sormaktadır.

Bu ikisinin kilise (din) ve dağınık öbekler (etnisite)

temelli Orta Çağ’ı nasıl çağrıĢtırdığını söylemeye

gerek var mı? 1960’larda ABD’de yaygınlaĢan

“etnik” kavramı, kimisi ırksal kimisi ekinsel olarak

tanımlasa da, “ötekiler”i simgelemektedir. Köle du-

rumunda görülen zenciler ile, sonradan

gelen göçmenler tanımlanır, genel ola-

rak. ġunu sormak gerekir: Kürtler köle

veya sığıntı mıdır? Veya bir sonraki

sayfada göreceğiniz grafikte görüldü-

ğü gibi, ne oldu da 1990’lardan son-

ra “intelligentia”da etnisite kavramı

rağbet kazanır olmuĢtur?

Kiliseler gibi dev ve görkemli

yapılar olan alıĢveriĢ merkezleri

de bir zamanlar, insanın özgür-

leĢmesi eğilimine katkında bulu-

nan kapitalizmin yeni köleleĢtir-

melerini göstermektedir. Bu da

“yeni feodalizm”e doğru gidiĢe

baĢka bir örnektir.

Sayfa 30 Politika Dergisi

“Yeni feodalizm” etnikçi si-

yaset istemektedir. Kemal

Kılıçdaroğlu, etnisite ve

mezhep üzerinden siyaset

yapmayacağını söyledikçe,

Türkiye basını ısrarla Kürt-

lükle, türbanla ilgili sorular

sormaktadır. Bu ikisinin ki-

lise (din) ve dağınık öbekler

(etnisite) temelli Orta Çağ’ı

nasıl çağrıştırdığını söyle-

meye gerek var mı?

Page 31: Politika Dergisi Sayi 23

Örnekleri, verileri çoğaltabiliriz; ancak bir de

Kılıçdaroğlu‟nun bu resimdeki (olası) yerini belirt-

meye ve salık vermeye başlayalım.

Yer aldığı sosyo-ekonomik durum, bölge gibi et-

kenler değiĢse de Türkiye’de tarikat/cemaat/ağalık

sorunu önemli bir yer etmektedir. Özellikle belli bir

cemaat istihbarattan basına, yargıdan kolluk güçle-

rine, iĢ dünyasından eğitime kadar birçok önemli

noktada büyük bir gücü elinde tutmaktadır. Gerçek

bir demokrasi ve ulusun geleceği için tarikat olu-

Ģumlarının devlet kurumlarından silinmesi zorunlu-

dur. Kürt yurttaĢlarımızın yakasından ağalığın

(derebeyliğin) atılması, devletin varlığı ve demokra-

simiz için gereklidir. Yani birinci sorun “geri yapı-

lanmalar” sorunudur. Bu sorun, toplumun edilgen

kalması sorununu da taĢımaktadır. Halkımızın, feo-

dal yapıdan ve/veya ümmetlikten yurttaĢlığa geç-

mesi için bu konu önem taĢımaktadır.

Kurumsal açıdan ne yapılırsa yapılsın, geri olu-

Ģumların sermaye gücüne dokunulamadığı sürece,

bu oluĢumlar güçlerini -biraz geri planda kalmak

zorunda olsalar da- kesmek olanaksızdır. Cumhu-

riyetimizin temel önadlarından biri olan “sosyal

devlet” olgusunu yeniden yaĢama geçirmek ce-

maat egemenliğini engellemek yönünde güçlü bir

adım olacaktır. Özellikle eğitimde atılacak toplum-

sal nitelikli adımlar, zorunlu olarak ve vefa yüzün-

den cemaate tutsak olan genç insanları Cumhuri-

yete kazandıracaktır. Kemal Kılıçdaroğlu yöneti-

mindeki CHP’nin, eğer iktidara gelirse Türk toplu-

muna kazandıracağı en büyük artı değerlerden

birisi bu olur.

ApolitikleĢtirilen ve üstün birey değil, nitelikli

köle yaratmanın ideolojisi olan kiĢisel geliĢim

ve kariyercilikle toplumsal bilinç açısından bir

nevi mankurtlaĢan insanların yeniden “yurttaĢ”

konumuna gelebilmesi için eğitim sisteminin

ve toplumsal düzenin yeniden ele alınması la-

zımdır ki, yeni “vassal”lar, “serf”ler türemesin.

Dinsel ve magazinsel bakıĢ açılarını süreç için-

de değiĢtirmek, bilimselleĢtirmek de eğitimin

ödevi olmalıdır.

Ayrıca siyasetin “önder”e bağlı iĢlemesinin önü-

ne geçmesi açısından, Kılıçdaroğlu’nun kiĢiliğinde

Sayfa 31 Sayı 23

Cumhuriyetimizin temel

önadlarından biri olan

“sosyal devlet” olgusunu ye-

niden yaşama geçirmek ce-

maat egemenliğini engelle-

mek yönünde güçlü bir

adım olacaktır. Özellikle eği-

timde atılacak toplumsal

nitelikli adımlar, zorunlu

olarak ve vefa yüzünden ce-

maate tutsak olan genç in-

sanları Cumhuriyete kazan-

dıracaktır.

Page 32: Politika Dergisi Sayi 23

gösterdiği, “takım anlayıĢına yatkın” imgelemi de

önem göstermektedir.

OluĢma aĢamasında olan yeni feodal düzen top-

lumsal direnç istememektedir ve halk da örgütçülü-

ğü unutmuĢtur. Bu açıdan örgütsüz ve zaten kapi-

talistleĢmeyi tamamlayamamıĢ toplumumuz için

“yoksuldan, ezilende yana” Kılıçdaroğlu görünümü,

ahlaksal bir söylemle birleĢince tabanda karĢılık

bulabilmiĢtir. Bu durumda ahlakçı, “Gandi”, dürüst

imgesinin bu yeni düzende karĢılığı vardır. iĢ baĢı-

na gelebilme adına da olumlu bir adımdır.

Yanına çektiği kitleleri Makyavelist bir bakıĢ açı-

sıyla yönlendirmesini değil, ama o kitlelerin ve o

kitlelere yön veren basının “Cumhuriyet ülkümüze”

zarar vermemesi açısından onların güdümüne gir-

memek için kitlelerin psikolojisine de bakmak lazım-

dır ki, baĢka bir yazı konusunu oluĢturur (bkz.

Gustave Le Bon, Kitlelerin Psikolojisi). Bu sayılık bu

kadar. Dergimiz ayakta kaldığı sürece daha çok

Kılıçdaroğlu yazısı yazarız.

[email protected]

Sayfa 32 Politika Dergisi

Bu açıdan örgütsüz ve

zaten kapitalistleşmeyi

tamamlayamamış

toplumumuz için

“yoksuldan, ezilenden

yana” Kılıçdaroğlu gö-

rünümü, ahlaksal bir

söylemle birleşince ta-

banda karşılık bulabil-

miştir.

Page 33: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 33 Sayı 23

Page 34: Politika Dergisi Sayi 23

Asım US

G iriĢ

Birkaç ay öncesine bir bakalım. Cum-

hurbaĢkanı Abdullah Gül “ileriki günler-

de çok güzel gelişmeler olacağından” ve

“büyük fırsat” gibi ifadelerle, kamuoyunu muallakta

bırakacak bazı geliĢmelerin haberciliğini yaptı.

Ardından, aralarında BaĢbakanın da olduğu

hükümet yetkilileri önce “Kürt Açılımı” sonra biraz

değiĢtirerek “Demokratik Açılım” konusunu ortaya

attılar. Bu paketin içinde ne olduğu tam olarak bi-

linmemektedir, çünkü zaten AKP hükümeti, Kürt

kökenli Türklere yönelik yapabileceği açılımları

evvelden yapmıĢtı. Açılan, fakat sonra talep yeter-

sizliğinden kapanan Kürtçe kurslar, devlet eliyle

açılan Kürtçe televizyon kanalı vb.

DemokratikleĢme adı altında, Ģu meĢhur 301.

madde de değiĢtirildi. Neydi bu kadar tantanaya

sebep olan 301. madde, bir bakalım;

“MADDE 301. - (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya

Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aĢağılayan

kiĢi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile ceza-

landırılır.

(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yar-

gı organlarını, askeri veya emniyet teĢkilatını ale-

nen aĢağılayan kiĢi, altı aydan iki yıla kadar hapis

cezası ile cezalandırılır.

Sayfa 34 Politika Dergisi

Tarihi Perspektiften Şark Meselesi ve

Onun Günümüzdeki Uzantısı Kürt Sorunu (1)

Bu paketin içinde ne oldu-

ğu tam olarak bilinmemek-

tedir, çünkü zaten AKP hü-

kümeti, Kürt kökenli Türk-

lere yönelik yapabileceği

açılımları evvelden yapmış-

tı. Açılan, fakat sonra talep

yetersizliğinden kapanan

Kürtçe kurslar, devlet eliyle

açılan Kürtçe televizyon

kanalı vb.

Page 35: Politika Dergisi Sayi 23

(3) Türklüğü aĢağılamanın yabancı bir ülkede bir

Türk vatandaĢı tarafından iĢlenmesi halinde, verile-

cek ceza üçte bir oranında artırılır.

(4) EleĢtiri amacıyla yapılan düĢünce açıklamaları

suç oluĢturmaz.”

Maddeden de anlaĢılacağı üzere, “eleĢtiri” ama-

cıyla yapılan düĢünce açıklamaları suç oluĢturma-

yacaktır esasen. Tabii bizim milletimiz birazcık pop

kültürü sevdiği için, gözler hemen o dönemki Elif

ġafak davasına odaklanmıĢtı. Halbuki aynı madde-

den Sayın Muazzez Ġlmiye Çığ Hanımefendiler

yargılandığında, kimsenin gıkı çıkmamıĢtı. Takdirini

siz okuyuculara bırakıyorum.

Bu maddenin uygulanıĢında bir takım aksaklıklar

olabilir fakat, teorik olarak madde, düĢünce ve eleĢ-

tiriyi koruma altına almaktaydı. Binaenaleyh, ilk üç

alt maddeye baktığımızda ise Ģu sonuç çıkar:

- Bu madde; Türklüğü, Cumhuriyeti veya

TBMM’yi alenen aĢağılayabilmek, Türkiye Cumhuri-

yeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, asker

veya emniyet teĢkilatını alenen aĢağılayabilmek

için kaldırılmıĢtır.

Konuya geri dönecek olursak, açılım paketinde,

anlayabildiğimiz en büyük açılım, YÖK BaĢkanı

Yusuf Ziya Özcan’ın açıkladığı “Kürdoloji Enstitü-

sü” mevzusudur. Bunun dıĢında, AKP’nin belli bir

kanadından yükselen “Türklüğü anayasadan kaldı-

racağız”, “Sen ne mutlu Türküm diyene, dersen;

adam da ne mutlu Kürt‟üm diyene, der. O yüzden

ne mutlu Müslümanım diyene demelisin‟‟ gibi ses-

ler yükselmiĢti. Bunun üzerine de, AKP kendi oy

tabanından MHP’ye doğru bir kaçıĢ yaĢadı hem de

parti içi milletvekilleri arasında bölünme baĢlamıĢ

oldu.

Ancak AKP en büyük kaybını, Habur sınır kapı-

sındaki talihsiz ve istenmeyen görüntülerden son-

ra, toplumda vuku bulan infial ve olaylar ile yaĢa-

mıĢtır.

Yazıyı yazdığım bugünlerde ise, bu olaylar hala

devam etmektedir. Açılım lafı çıktığından bu yana

1 metre bile yol kat edilememiĢ, aksine iĢler daha

da kötüye dönmüĢtür.

Bu durum ıĢığında ise bize, “Ģu meselenin gerçe-

ği neymiĢ, bir görelim” deyip, araĢtırmak ve paylaĢ-

mak düĢmektedir.

Genellikle bu konu ile ilgili herhangi bir münaza-

raya giriĢtiğiniz vakit, karĢı taraftan, “Bu mesele 30

yıllık bir mesele değil, Cumhuriyet’in baĢlarına ka-

dar gider” lafını duyarsınız. Fakat maalesef bunu

söyleyen kiĢi de yanlıĢ söylüyordur çünkü, bu me-

sele 17. yüzyılın sonları, 18. yüzyılın baĢlarına ka-

dar uzanmaktadır ve meselenin kökeni yurtiçinde

değil, yurtdıĢında yatmaktadır.

Bu yazıda kaynakçaları ve belgeleriyle anlatıla-

cak konunun tarihsel süreciyle birlikte bugüne yan-

Sayfa 35 Sayı 23

(…) gözler hemen o dö-

nemki Elif Şafak davasına

odaklanmıştı. Halbuki ay-

nı maddeden Sayın Muaz-

zez İlmiye Çığ Hanımefen-

diler yargılandığında, kim-

senin gıkı çıkmamıştı. Tak-

dirini siz okuyuculara bı-

rakıyorum.

Yusuf Ziya Özcan

Page 36: Politika Dergisi Sayi 23

sıyıĢları ele alınacak ve günün politikalarına iliĢkin

değerlendirmeler yapılacaktır.

ġark Meselesinin Yaratılması ve Ermeni,

Rum, Süryani Sorunu gibi Yapay Bir Kürt Soru-

nunun Ortaya Atılması

Kürt sorununu anlayabilmek için öncelikle, ġark

Meselesini ve azınlıkların emperyalist devletlerce

Osmanlı Devleti’ni parçalamak için nasıl ve nere-

lerde kullanıldığının iyi anlaĢılması elzemdir.

Bu görüngeyi yakalayamadan, günümüz davaları

üzerine yorum yapmak, muhakkak ki anakronizm

ve yalınkat bir çabadan baĢkaca bir Ģey olmaya-

caktır.

Çünkü bugünkü durum da, aynen geçmiĢin uzan-

tısı durumundadır. Bahsedildiği üzere 18. yüzyıl

baĢlarında emperyalist güçler olarak Fransa, Rusya

ve bu devletlerin ağababası olarak BirleĢik Britanya

Krallığı, yani Ġngiltere bulunmakta idi. Bugün ise,

özellikle Soğuk SavaĢta SSCB’nin dağılmasıyla,

emperyalist istihbarat faaliyetlerine devam edeme-

mesi üzerine, bu tip faaliyetlerde ekseriyetle ABD

göze çarpmaktadır.

ABD’nin ve dünyanın en önemli özel istihbarat ve

öngörü firmasının kurucusu ve CEO’su George

Friedman, Avrasya ve Ġslam dünyasına iliĢkin,

“ABD, bölgesinde güçlü bir devlet istemez. O devle-

tin güç kaybetmesi için karışıklık çıkarmaya çabalar

ve bunun için her türlü imkanını kullanır, bu ABD-

‟nin geleneğidir.” der. [1]

Bu söz bize, emperyalistlerin, çevre ülkelere ba-

kıĢ açısı hakkında çok önemli ipuçları vermektedir,

çünkü Osmanlı aynı taktiği daha önce, Kanuni Sul-

tan Süleyman döneminde ġarlken - Fransuva

arasındaki ihtilafı, Kutsal Roma-Cermen Ġmparator-

luğu - Fransa arasında bir karıĢıklığa çevirerek is-

tismar etmiĢti.

Sonradan, Ġngiltere de, bu tip taktikleri, diğer pek

çok ülke üzerinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti ve

Türkiye Cumhuriyeti üzerinde de denemiĢtir.

Fakat emperyalizm, terminolojik kullanımdan çok

gündelik siyasette, bir grubun diğer bir grubun dıĢ

politika tezlerini çürütme yahut küçük düĢürme

amaçlı kullanıldığından, bir anlam kaymasına uğra-

mıĢtır. Tabii ki her türlü dıĢ politik hamleyi emperya-

lizm olarak nitelendirmek, uluslararası iliĢkiler ve

dıĢ politika alanındaki yanlıĢ - eksik bilgilenme ve-

ya bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

Esas olarak emperyalizm politikalarını, teorisyen-

lerini referans alarak dört ana grupta inceleyebiliriz:

Morgenthau, Hobson, Lenin ve Schumpeter.

Bunlardan 2’si (Hobson ve Lenin) emperyalizmin

iktisadi temelli olduğunu ileri sürerken,

Morgenthau emperyalizmin dıĢ politik bir strateji

olduğundan bahseder. Schumpeter ise, Hobson

ve Lenin’i, emperyalizm tanımlamaları sebebiyle

Sayfa 36 Politika Dergisi

Avrasya ve İslam dünya-

sına ilişkin: “ABD, bölge-

sinde güçlü bir devlet iste-

mez. O devletin güç kay-

betmesi için karışıklık çı-

karmaya çabalar ve bu-

nun için her türlü imka-

nını kullanır, bu ABD’nin

geleneğidir.” (Friedman)

G. Friedman

Page 37: Politika Dergisi Sayi 23

eleĢtirirken, bu ikisinin iktisadi temelli emperyalizm

tanımlamalarının, emperyalizmi tanımlamakta ye-

tersiz kaldığını öne sürer.[2]

Bu yazıda, sloganist bir söylemle antiemperya-

lizm propagandası yapılmamaktadır. Bilakis, sosyal

bilimlerin metodolojisi ve kuralları çerçevesinde,

bilimsel bir gerçek olarak Kürt Sorunu ve ġark Me-

selesi incelenmektedir.

“ġark Meselesi”niyse, ikiye ayırmamız lazım gelir

bu noktada. 1071-1683 yılları arasındaki ve 1815

Viyana Kongresinde, ilk olarak Rus delegasyonu

tarafından kullanılan anlamı.

ġark Meselesine gelmeden önce, ġark Meselesi-

nin yaratıldığı ortamı yani 18.y.y Avrupa’sını incele-

mek lazım gelmektedir.

> 1815’te Fransa, Waterloo SavaĢını kaybedince,

Avrupa’da yeni bir düzen sağlandı. Bu yeni düzene

“Avrupa Uyumu” dendi.

> Avrupa Uyumu, Ġngiltere’nin savaĢmamaya ve

serbest ticarete dayalı politikası ile, döneme dam-

gasını vuran Avusturya BaĢbakanı Matternich’in

mevcut devlet sınırlarının dokunulmazlığına dayalı

politikasının uzlaĢmasıydı. Bu ittifak 1814-1815

Viyana Kongresi tarafından onandı.

> Avrupa Uyumu bazı küçük savaĢlar haricinde,

Avrupa’yı bütünlüksel bir savaĢtan, 20. yüzyıla ka-

dar korudu.

> Ancak Viyana Konferansı’na rağmen, impara-

torluklarda ulusalcı isyanlar baĢ göstermiĢti. Os-

manlı’da uygulanan “Millet Sistemi” her gayri-

müslim azınlığa kendi kültürel kimliğini muhafaza

Sayfa 37 Sayı 23

Viyana Konferansı’na rağ-

men, imparatorluklarda ulu-

salcı isyanlar baş göstermişti.

Osmanlı’da uygulanan

“Millet Sistemi” her gayri-

müslim azınlığa kendi kültü-

rel kimliğini muhafaza etme

imkanı veriyor, bu da Osman-

lı’nın tek bir ulus halinde bü-

tünleşmesini engelliyordu.

Viyana Kongresi’nin bir illüstrasyonu

Page 38: Politika Dergisi Sayi 23

etme imkanı veriyor, bu da Osmanlı’nın tek bir ulus

halinde bütünleĢmesini engelliyordu.

Avrupa uyumu çok uluslu imparatorlukların ve

uluslararası tekelleri elinde bulunduran devletlerin

iĢlerine gelmekteydi, çünkü stabil bir yapı ihtiva et-

mekteydi. Bu Avrupa Uyumu sayesinde Ġngiltere

Sanayi Devrimi sonucu elde ettiği seri üretim avan-

tajını elinde tutarak, serbest ticaret politikalarını

uygulayabilecek, bunun dıĢında da Avusturya-

Macaristan Ġmparatorluğu, Osmanlı Ġmparatorluğu

gibi devletlerde, sınırlarını koruyabileceklerdir.[3]

Çok uluslu imparatorlukları tedirgin eden husus

ise, esas itibariyle Fransız Ġhtilali ve onun yarattığı

ulus devlet anlayıĢı ile, imparatorlukların artık bü-

yük bir tehdit altında olması idi. Çünkü cumhuriyet

gereği artık hanedanlar iktidardan indirilmekteydi.

Fakat Avrupa Uyumu’na rağmen, batılı devletler

Viyana Kongresinde alınan kararlara riayet etmedi-

ler ve Osmanlı’yı birer birer paylaĢmaya baĢladılar.

Ġngiltere Mısır’a, Fransa Cezayir ve Tunus’a Ġtalya

ise Trablusgarp, yani Libya’ya el koydu.

Bu süreçten sonra 1. Dünya SavaĢı’na geldiğimiz

vakit ise, savaĢ sonrası sınırlarda, en çok toprak

kaybeden ülkenin Osmanlı Devleti olduğunu gör-

mekteyiz. Hatta Marksist iktisatçıların bu savaĢa, 1.

Sayfa 38 Politika Dergisi

Nitekim 10 Ekim

1919’da İngiliz Ami-

rali de Robeck, Mus-

tafa Kemal Paşa’nın

dişlerini göstermesiyle

İngiliz aslanının say-

gınlığının sarsıldığını

yazar.

Osmanlı’nın I. Dünya SavaĢı’na katıldığına iliĢkin bildirgenin

okunması (1914)

Page 39: Politika Dergisi Sayi 23

PaylaĢım SavaĢı demelerinin sebeplerinden bir

tanesi de zaten, emperyalizm doğrultusunda payla-

Ģılacak toprakların, savaĢ öncesinde belirlenmiĢ

olması ve sonrasında galip devletlerin bu topraklara

el koymalarıdır.

Peki bu paylaĢımlar nasıl olacaktı? Eğer Sevr

AnlaĢmasına bakarsanız, zaten haritada her Ģey

ayan beyan ortadadır. ġark Meselesinde kullanılan

üç ana topluluk göze çarpmaktadır: Süryaniler,

Kürtler ve Ermeniler. Bu topluluklardan Ermeniler

ve Kürtlere ayrı devlet kurulması planı zaten harita-

da mevcut. AntlaĢmada ise 63. ve 65. maddelerde,

İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerden oluşan bir

komisyon, Fırat‟ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde

bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürt-

ler isterlerse Milletler Cemiyeti‟ne bağımsızlık için

başvurabilecek, Ģeklinde geçer.

Viyana Kongresi’ne geri dönecek olursak, peki

Rusya’nın ġark Meselesini öne atmasının sebebi

neydi?

Esas olarak amaçlar, özetle Ģunlardı:

- Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak,

- Ġstanbul’u Türklerin elinden geri almak,

- Osmanlı Devleti’ne, Asya toprakları üzerinde

yaĢayan Hristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptır-

mak, muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa

istiklallerine kavuĢturmak.

- Osmanlı hakimiyetinde bulunan Ku-

zey Afrika’yı kolonyalist maksatlarla

iĢgal ve ilhak etmek. Bunun için kolon-

yalist ve emperyalist devletlerin kendi

aralarında anlaĢmaları yeterli görülüyor-

du.

- Türk olmayan Müslüman toplumları,

özellikle Arapları Osmanlı Devleti aley-

hine kıĢkırtmak ve onları devletten ko-

parmak. Bu hedefe ulaĢmak için, Arap

milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandı-

rılması kafi görülmüĢtür.[4]

Hedef belli. Ġngilizler ve Fransızlar

petrolün, ucuz iĢgücünün ve yeni pazar-

ların, Rusya ise boğazların ve Ġstanbul-

’un kontrolünü elinde tutmak, ayrıca

kendisinin güney, Osmanlı’nın doğu

cephesini güvenceye almak için orada

tampon devlet olarak Ermeni ve Kürt

devletleri kurulmasının peĢindelerdi.

Sayfa 39 Sayı 23

İngilizler ve Fransızlar pet-

rolün, ucuz işgücünün ve

yeni pazarların, Rusya ise

boğazların ve İstanbul’un

kontrolünü elinde tutmak,

ayrıca kendisinin güney,

Osmanlı’nın doğu cephesi-

ni güvenceye almak için

orada tampon devlet ola-

rak Ermeni ve Kürt devlet-

leri kurulmasının

peşindelerdi.

Page 40: Politika Dergisi Sayi 23

ĠĢte ancak bu tarihi derneĢik planı göz önünde

bulundurursak, bugün toplumda filizlenen nifak

tohumlarının o günlerde atıldığını görebiliriz.

Peki bu devletler oradaki toplulukları ne zaman

keĢfettiler ve ne Ģekilde kullanmaya baĢladılar?

Öncelikle, özellikle Kürt isyanlarına baktığınız va-

kit, üç kelime öne çıkar: AĢiret, vergi ve tekke. Yani

oradaki Ģeyhler veya feodal beyleri satın alıp veya

emellerini tevhit ederek, kendi emperyalist çıkarları-

nı doğrultusunda kullanmak. Tıpkı PKK gibi.

Bu sebeple, ġark Meselesine binaen ortaya çıka-

rılan buhranın temellerini incelemek yerinde olacak-

tır.

(Devam edecek…)

[email protected]

[1] FRIEDMAN George, Gelecek 199 Yıl- 21. Yüzyıl Ġçin

Öngörüler, s.55, Mart 2009, Ġstanbul.

[2] ARI Tayyar, Uluslararası ĠliĢkiler ve DıĢ Politika,

s.301, Ağustos 2008.

[3] Tarih Vakfı, 20.yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi, s.15,

2004, Ġstanbul.

[4] DoğuĢtan Günümüze Büyük Ġslam Tarihi, Cilt:12,

s.21-22, Çağ Yayınları, Ġstanbul, 1989.

Sayfa 40 Politika Dergisi

Öncelikle, özellikle Kürt is-

yanlarına baktığınız vakit,

üç kelime öne çıkar: Aşiret,

vergi ve tekke. Yani orada-

ki şeyhler veya feodal bey-

leri satın alıp veya emelle-

rini tevhit ederek, kendi

emperyalist çıkarlarını

doğrultusunda kullanmak.

Batı’yla iĢbirliği yapan, aĢiret mensubu Kürt ġerif PaĢa

Page 41: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 41 Sayı 23

Page 42: Politika Dergisi Sayi 23

Selvihan ÇĠĞDEM

“S iyasi Partiler Gerektiğinde Ka-

patılmalı mı? (1)” adlı kaleme

aldığım konunun ardından, onun

devamı niteliğindeki ikinci yazım-

da hukuksal açıdan biraz daha geniĢ yelpazede

konuya değinmek amacını güttüm.

Her fırsatta “Türkiye Devleti bir hukuk devletidir”,

denilmektedir. Hukukçusundan siyasetçisine, yaza-

rından yolda giden vatandaĢına kadar herkes bu

gerçeği dile getiriyor. Peki ama hukuk devleti ne

demektir? sorusuna cevap aramadan gerçeğin ne

olduğunu kavrayamayacağız. Dolayısıyla da

“hukuk devleti” dediğimiz olgu ezberden öteye gi-

demeyecektir.

1982 Anayasasının 2’nci maddesine göre,

“Türkiye Cumhuriyeti ... bir hukuk devletidir”.

Hukuk devleti, en kısa tanımıyla, faaliyetlerinde

hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaĢlarına hukukî

güvenlik sağlayan devlet demektir.

Anayasa Mahkemesi de 12 Kasım 1991 tarih ve

K.1991/43 sayılı Kararında hukuk devleti ilkesini,

benzer bir Ģekilde “yönetilenlere en güçlü, en etkin

ve en kapsamlı biçimde hukuksal güvencenin sağ-

lanması, tüm devlet organlarının eylem ve iĢlemleri-

nin hukuka uygun olması” olarak tanımlamıĢtır.[1]

Anayasalar düzenlenirken veya üzerinde değiĢik-

likler yapılırken; anayasalarla ilgili “iyi” ya da “ideal”

tanımlamaları yerine, ölçüt olarak, insanın temel

hak ve özgürlüklerinin ne ölçüde yer aldığına bakıl-

malıdır. Öncelikle bilmemiz gereken; anayasalarla

toplumu değiĢtirmek mümkün değildir. Ama

köklü toplumsal değiĢmeler ve geliĢmeler anayasa-

larda değiĢikliği zorunlu kılar. 1921 ve 1924 Anaya-

saları toplumsal değiĢmelerin zorunlu kıldığı anaya-

salardı. 1961 ve 1982 Anayasaları ise askeri darbe-

lerin düzenlettiği anayasalardır. Esasen sonraki

anayasa kendinden önceki anayasaya tepki olarak

gelmiĢtir. 61 Anayasası 24 Anayasasına karĢı tepki

Sayfa 42 Politika Dergisi

Varlığı mı demokrasiye zarar verir, yokluğu mu?

Siyasi Partiler Gerektiğinde Kapatılmalı mı? (2)

Öncelikle bilmemiz gereken;

anayasalarla toplumu değiş-

tirmek mümkün değildir.

Ama köklü toplumsal değiş-

meler ve gelişmeler anayasa-

larda değişikliği zorunlu kı-

lar. 1921 ve 1924 Anayasa-

ları toplumsal değişmelerin

zorunlu kıldığı anayasalar-

dı. 1961 ve 1982 Anayasala-

rı ise askeri darbelerin dü-

zenlettiği anayasalardır.

Page 43: Politika Dergisi Sayi 23

olarak gelmiĢtir. Yürütmeye karĢılık yasama ön pla-

na çıkarılmıĢtır. 81 Anayasası da 61 Anayasasına

tepki olarak gelmiĢtir. Yasama törpülenmiĢ, “kanun

hükmünde kararnameler” çıkmıĢ ve yürütmenin

yetkisi artırılarak, yargının yetkileri daraltılmıĢtır.

Buna örnek olarak DanıĢtay’ın 1/4’ini cumhurbaĢ-

kanının ataması, HSYK üyelerinin yine atamalarla

gelmesini verebiliriz. ġu anda ülkemizde anayasa

değiĢikliği çok sık tekrar edilmektedir. Bu değiĢimin

altında ise sistem değiĢikliği beklentisinin yattığı

çok açıktır.

Anayasa Yapma ve DeğiĢtirme

Askerî olmayan mülki (sivil) toplumun ana doku-

sunu kiĢisel hürriyetler vücuda getirmiĢtir. Burada

sosyal “temel yapı”yı açıklamakta fayda var: Sosyal

temel yapı, kendiliğinden kurduğu hukuku ve ku-

rumlarıyla varlığını koruyan toplumdur.

Maurice Hauriou’ya göre sosyal temel yapının

unsurları bireyci düzenle kaynaĢma halindedir ve

üç grupta toplanır:

1- KiĢi hürriyetleri (sivil topumun temelindedirler),

2- AĢağıdan yukarı kurulan sosyal kurumlar (kiĢi

hürriyetlerinin emrinde koruyucu kuruluĢlardır),

3- Yargıcın yetkisi (hürriyetlerin en yüksek garan-

tileri).

Anayasanın oluĢumunda sosyal temel yapının

unsurları Ģüphesiz göz önünde tutulmaktadır. Bu-

radan anayasa yapımı toplumun bütün katmanları-

nın “oydaĢma” denilen sistemle herkesin kararı ile

hazırlanmalıdır, Ģeklinde bir sonuca ulaĢabiliriz.

Amaç ise aynı düĢüncelerin olabildiğince ortak

paydada tutulmasıdır. OydaĢma, bir grup, topluluk

ya da toplumun üyeleri arasında, temel toplumsal

değerler üzerindeki anlaĢmadır.

Hem savaĢ hem ihtilal özelliği taĢıyan bir dönem-

de ulusal egemenliğin yansıtıldığı bir meclis kuru-

luyor. 1921 Anayasası bu meclisin ürünüdür. 1924

Anayasası ise olağanüstü durumdan çıkılıp bir

devlet düzenine geçiĢin anayasasıdır. 1961 Ana-

yasası 27 Mayıs hareketi ile askeri darbe sonucun-

da yapılmıĢtı. Bulunan çözüm, ülkenin, cumhuriye-

tin, devrimlerin anayasada nesnel bir biçimde yan-

sıtılmasıydı. Fakat hazırlanmasında sadece hukuk-

çuların, üniversite elemanlarının ve askerin söz

sahibi olması; seçimle gelen milletvekillerinin bu

anayasada söz sahibi olmaması nedeniyle, anaya-

sa her ne kadar çağdaĢlık taĢısa da yapılıĢında

eksikliklerin olduğunu gözler önüne sermiĢtir. Bu

yüzden 11 yıl sonra değiĢtirilmeye baĢlandı ve 19

yıl sürdü.

Sayfa 43 Sayı 23

Anayasanın oluşumunda

sosyal temel yapının unsur-

ları şüphesiz göz önünde tu-

tulmaktadır. Buradan ana-

yasa yapımı toplumun bü-

tün katmanlarının

“oydaşma” denilen sistemle

herkesin kararı ile hazırlan-

malıdır, şeklinde bir sonuca

ulaşabiliriz.

Usulsüzlük

Çıkar iliĢkileri

Kirli siyaset

KĠMĠZ?

Page 44: Politika Dergisi Sayi 23

1982 Anayasası’nda son sözü yine asker söyle-

di. 1995’ten itibaren özgürlükler ve haklar çerçeve-

sinde olumsuz değiĢiklikler yapıldı, hâlâ da yapıl-

maktadır. Siyasal partilerin bu süreçteki rolüne

baktığımızda Ģu durumda Türkiye’de bulunan ço-

ğunlukla anayasa değiĢikliği yapmak sakıncalıdır.

Meclisin anayasa değiĢikliği yapması ülkenin gele-

ceği için tehlike taĢımaktadır. Bir partinin mecliste

çoğunlukta olması o partiye anayasa yapma hakkı-

nı vermez. Çünkü meclis her zaman halkın iradesi-

ni yansıtmayabilir, hatta demokrasi adına meclis

diktatörlüğü oluĢturulmuĢ olabilir. Bu yüzden siyasi

partiler de anayasa çerçevesinde davranmak zo-

rundadırlar. Hukuk, meclis de dâhil halk iradesinin

de üstündedir. Çoğunluk zorlaması ile değiĢtirile-

mez maddelerin anayasada değiĢtirilmesiyle rejim

tehlikeye girebilmektedir. Bundan dolayı Cumhuri-

yet kazanımlarını ayakta tutacak kurumların bulun-

ması gerekmektedir. Örneğin RTÜK, HSYK, TRT

vb…

Birçok Avrupa ülkesinde siyasi partiler bağımsız

hak ve özgürlük olarak görülmemektedir. Bu, der-

nek özgürlüğünün bir parçası anlamına gelmekte-

dir. Siyasal parti üzerinden anayasal düĢüncenin iki

boyutu vardır:

1. Demokrasilerde parti kapatılması:

> Bireysel özgürlük

> Siyasal parti özgürlüğü

2. Siyasal partilerin doğrudan hak sahibi olması,

siyasal ve kamusal iĢlevlere sahip olması ve bunla-

rı yerine getirmesi.

Partilerin neden kapatılması ya da kapatılmaması

gerektiğini kurumsal olarak, iĢlevleri belirler. Bu

yüzden partiler kendileri için kanun yapılmasını is-

tememektedirler. Yani yasal düzenlemeleri siyasal

parti özgürlüğünü kısıtlayıcı unsur olarak görmekte-

dirler.

Türkiye’de siyasal partilerin birtakım ayrıcalıkları

vardır. Partinin tabanıyla iliĢkisini canlı tutabilmek

ve onu kötü amaçlı kullanımlardan uzak kılmak için

partiye devlet tarafından maddi destek verilmekte,

kitle iletiĢim araçlarından yararlanması sağlanmak-

ta, vergi indirimine gidilmektedir. Amaç

partileri, çoğulcu demokrasilerin taĢıyı-

cıları durumuna getirmektir. Fakat

bunların sonunda anayasa denetleme-

si olması gerekmektedir. Eğer bir siya-

si parti dıĢardan maddi destek alıyorsa

yapılacak Ģey devlet desteğinin kesil-

mesi değil, o partinin temelli kapatıl-

masıdır. Bunun en açık örneğini AKP-

’nin yolsuzluklarının kurumlaĢmıĢ yapı-

sı olan “Deniz Feneri” oluĢturmaktadır.

Bu sayede dıĢardan kasasına kaynak

aktarımı yapan AKP, icazetini de bu

kaynağın geldiği yerden almaktadır.

Attığı hiçbir adımın ulusal çıkarlarla

bağdaĢmaması bu yüzdendir.

Sayfa 44 Politika Dergisi

Hukuk, meclis de dâhil

halk iradesinin de üstünde-

dir. Çoğunluk zorlaması ile

değiştirilemez maddelerin

anayasada değiştirilmesiyle

rejim tehlikeye girebilmek-

tedir. Bundan dolayı Cum-

huriyet kazanımlarını

ayakta tutacak kurumların

bulunması gerekmektedir.

Page 45: Politika Dergisi Sayi 23

Tüm bunlara bakarak pasif demokrasi yerine mü-

cadeleci demokrasinin kabul edilmesi gerekmekte-

dir. Mücadeleci demokrasi anlayıĢı, her ne kadar

siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez un-

suru olsalar da, (çoğulculuk) demokrasinin kendi

kendini koruması amacıyla; demokratik rejime zarar

verecek olan siyasi partilerin kapatılmasını öngörür.

1961 Anayasası’nın beĢ temel özelliğinden birisi

olan mücadeleci demokrasi anlayıĢı, demokrasinin

iĢlemesi adına irade ve fikir özgürlüğüne belli ya-

saklar getirmektedir. Örneğin; bir parti faĢist, ırkçı,

bölücü, dinci görüĢleri savunamaz. Ülkenin demok-

rat olmasının Ģartı -ülke çıkarlarına zarar vermeye-

cek Ģekilde- özgürlüğün temel değer olarak korun-

masına hizmet etmektir. Bu yüzden parti kapatmak

için gerekli maddelerin anayasadan çıkarılması o

partiye açılan davaları etkilemez.

Parti kapatma bağlamında milletvekilleri, dokunul-

mazlıklarının olduğu düĢüncesiyle; kendileri yargı-

lanmadıkları için, partilerinin de yargılanamaz oldu-

ğu düĢüncesindedirler. Çünkü parti kapatmadan

kiĢilerin yargılanması aldatmacadır. Anayasaya ters

olan birçok sakıncalı konu mecliste konuĢulmuĢtur,

konuĢulmaktadır. Partilerin kapatılmasında bu ko-

nuĢmalar delil olarak kullanılacağı yerde, dokunul-

mazlık zırhı yüzünden hiçbir milletvekili yargılanma-

maktadır.

Parti kapatmaları ile ilgili söylenecek bir diğer ko-

nu da siyasi partilerin ceza hukuku bağlamında ele

alınamayacağıdır. Bu bağlamda gündeme gelecek

olan “Anayasa Hukuku”dur. Partinin kapatılması bir

ceza yaptırımı değildir. Fakat “Anayasa Mahkeme-

si”, her defasında parti kapatmayı bir ceza hukuku

davası haline getirme çabası içindedir ki bu yanlıĢ

bir tutumdur. Ceza hukukunda siyasi partiler incele-

me altına alınamaz. Eğer bir suç iĢlemiĢlerse, ceza

hukuku, o partinin sorumluları hakkında harekete

geçer. Anayasa Mahkemesi ise iddianameyi red-

detme yetkisi varmıĢ gibi Yargıtay Cumhuriyet

BaĢsavcısı tarafından açılan davanın kabulü ya da

reddi yoluna gitmiĢtir. Siyasi Partiler Yasası hük-

münde de açık Ģekilde ortaya konulmuĢtur ki dava

dilekçesi verildiği anda kapatma davası açılmıĢtır.

Anayasa Mahkemesi iddianameyi reddetme yolu-

na giderek büyük bir yanlıĢ yapmıĢtır. Anayasa

Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması davasında

yapılan hataları da söyleyen Yargıtay Onursal BaĢ-

savcısı Sayın Sabih Kanadoğlu Ģöyle değerlendir-

mektedir:[2]

“Kapatma davasındaki oylamanın üç etapta

yapılması gerekirken tek oylamada birleştiril-

mesinden çıkan karar sağlıklı olmaz.

Kararda tek oylama ile, 6 üye partinin kapatıl-

masına evet derken, 4 üye hazine yardımından

kısmen ya da tamamen mahrum bırakma

uygulansını, 1 üye de davanın reddini istedi.

Oylama anayasaya uygun olmazsa işte varılan

sonuç bu olur. İlk oylamada, parti, laiklik ilkesi-

ne aykırı eylemlerin odağı olmuş mudur? Olma-

mış mıdır? Bu oylanmalıdır. Bu oylama yapıl-

dıktan sonra ikinci etaba geçilir. İkinci oylama-

da; bu oylamaya ret kararı veren kişi de katıl-

malıdır (CMK hükümlerine göre).

Bu odak olma durumu kapatılma yaptırımı

uygulama ağırlığını taşıyor mu, taşımıyor mu?

Buna göre 6 evet, 5 hayır oyu çıkacaktı ve ka-

patılma kararı verilemez denilecekti.

Sayfa 45 Sayı 23

Türk ulusunun bir “koyun

sürüsü” olduğunu söyleyen

Vahidettin gibi düşünüp,

bu “sürünün” başındaki

“çobanları” ele alınca ulu-

sun direnemeyeceğini san-

mışlardır. Fakat tarih

“düşledikleri ve çizdikleri

biçimde” tecelli etmemiştir.

Page 46: Politika Dergisi Sayi 23

Peki, üçüncü oylama nasıl yapılacaktır?

Son oylama hazine yardımından ne miktarda

mahrum bırakılacağına ilişkindir. Oylamaya 11

kişi katılacaktır. Tamamından ya da yarısından

mahrum bırakılması için oylama yapılacaktı. 6

kişi zaten en ağır cezanın verilmesini istedi,

ondan sonra tamamından mahrum bırakılma

oylaması yapılmalıdır. Bu oylamayı yapmazsa-

nız 4 kişinin devlet yardımından mahrum bırak-

ma oyunu alır, azınlık oyunu çoğunluk oyu ya-

parsınız. Çağdaş hukuk devletlerinde böyle bir

karar göremezsiniz. İlk oylamada 11 üyenin

10’unun laiklik ilkesine karşı eylemlerin odağı

haline geldiğine ilişkin oy verdiği, 6 üyenin de

kapatma oyu verdiği durum acıklı bir durumdur.

6 kişi karşı oy yazmaz. Fakat 4 kişinin oyu ço-

ğunluk kararı olarak yansıtılmıştır.”

Her zaman söylediğimiz gibi demokrasinin kendi-

ni koruma hakkı varsa, demokrasiyi ortadan kaldır-

maya çalıĢan grubun o faaliyetlerine müsaade edil-

meyeceği de çok açıktır. Bu durumda, laik cumhuri-

yet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olduğu tespit

edilen bir partinin değil yeni anayasa yapma yetkisi,

anayasa üzerinde değiĢiklik yapma hakkı bile yok-

tur. AKP’nin sık sık dillendirdiği anayasa değiĢikliği-

nin altında iki neden yatmaktadır:

1- Saydamlık ilkesinin geçerli olmadığı iddiası,

2- Daha çok oy alma kaygısı ve oy çoğunluğuyla

bundan hız alarak kendi istediklerine uygun deği-

Ģikliklere gitmek istemeleri.

Anayasal Düzene KarĢı ĠĢlenen Suçlar

Siyasi partiler ancak hukuk çerçevesinde demokra-

sinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Her ne kadar darbe

sonrası gelen ve eksikleri bulunan bir anayasa olsa

da en özgürlükçü anayasa özelliğini taĢıyan 1961

Anayasası’nda hukuk devletinin Ģartları:

• Kurallar toplumdan gelecek,

• Bu kurallar evrensel hukuk ilkelerine ve insan

haklarına uygun olacak,

• Bu bağlılık yargı organları tarafından denetlene-

cek,

• Bu denetlemeyi yapan yargı organları bağımsız

ve tarafsız olacak.

Maddelerinde belirtilmiĢtir.

Fakat 1982 Anayasası ile bol gelen (!) 61 Anaya-

sası’ndan hızla uzaklaĢıldı. 1921/1924 Anayasaları

kuvvetler birliğini öngörüp yürütmeyi bir “yetki”

sayarken, 1961 kuvvetler ayrılığını öngörmüĢ ve

yürütmeyi bir “görev” olarak tanımlamıĢtır (md.

Sayfa 46 Politika Dergisi

Her zaman söylediğimiz gibi

demokrasinin kendini koru-

ma hakkı varsa, demokrasiyi

ortadan kaldırmaya çalışan

grubun o faaliyetlerine müsa-

ade edilmeyeceği de çok açık-

tır. Bu durumda, laik cum-

huriyet ilkesine aykırı eylem-

lerin odağı olduğu tespit edi-

len bir partinin değil yeni

anayasa yapma yetkisi, ana-

yasa üzerinde değişiklik yap-

ma hakkı bile yoktur.

Page 47: Politika Dergisi Sayi 23

5/6/7). Yürütmenin “görev” olarak tanımlanmasının

açılımları Ģunlardır:

> Görevli kurum anayasa kurallarına uymak ve

görevini ifa etmek mecburiyetindedir.

> Bu tanımlamanın nedeni 1961 Anayasasının

demokrasiye en çok zararın mecliste çoğunluğu

sağlayacak iktidar partisinin oluĢturacağı yürütme

organından geleceğini hesaplamıĢ bu da yürütmeyi

bir görev olarak nitelendirmesine sebep olmuĢtur.

82 Anayasası ile güçler birliği yeniden uygulama-

ya koyulmuĢtur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi aynı düz-

lemde değil piramit Ģeklinde olmalıdır. Yasama ve

yürütme yargının bağlamında çalıĢmalıdır. Hukuki

yargı bu yüzden vardır. “Bir parti %47 değil %98

oranında oy sahibi de olsa eğer anayasayı tek eline

almıĢsa ve onu kendi görüĢleri doğrultusunda kulla-

nıyorsa neden hukuka ve anayasaya ihtiyaç var-

dır?” diye sormak gerekir. Bunun aksi dikta rejimi

olur. ÇağdaĢ, demokratik, laik bir hukuk devletinde

millî irade dahi hukuka dâhildir. Çünkü millî irade

her Ģeyden önce evrensel hukuka dâhildir.

Güçler ayrılığı ilkesini ihlal etmek, yasama ve yü-

rütmeyi yargı denetiminden çıkarmak, millî iradeyi

devletin değiĢtirilemez temel ilkelerinin yer aldığı

anayasadan üstün tutarak yine millî irade aleyhinde

sömürmek, anayasada yer alan temel hak ve öz-

gürlüklerin nitelikleriyle oynamak, mücadeleci de-

mokrasi anlayıĢını ideolojik anlamda çoğulcu de-

mokrasi anlayıĢıyla karĢı karĢıya getirmek, müca-

deleci demokrasi anlayıĢının üç ilkesi olan

“demokrasi, laiklik ve bölünmezlik” ilkelerini tartıĢ-

maya açmak anayasanın üstünlüğünü ve bağlayı-

cılığını hiçe saymak olur ki anayasal düzene karĢı

iĢlenen suçların baĢında yer alır.

Son söz olarak, hiçbir parti ya da parti lideri ya

da o partiye mensup herhangi bir kiĢi Türkiye

Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğunu aklın-

dan çıkarmamalı ve anayasanın üstünlüğünü halk

iradesinin ayakları altına almaya kalkıĢmamalıdır.

Aksi halde rejim tehlikeye girerse bu ülke Ģimdiye

kadarki kullandığı anayasaları sil baĢtan kullan-

maktan çekinmeyecektir.

[email protected]

[1] (www.anayasa.gen.tr/hukukdevleti.htm, 15 Kasım

2005).

[2] Sabih Kanadoğlu, 22.03.2009 tarihindeki “Anayasa

ve Siyasal Partiler Sempozyumu” konuĢmasında bu

görüĢlerini dile getirmiĢtir.

Sayfa 47 Sayı 23

Güçler ayrılığı ilkesini ihlal

etmek, yasama ve yürütme-

yi yargı denetiminden çı-

karmak, millî iradeyi dev-

letin değiştirilemez temel

ilkelerinin yer aldığı ana-

yasadan üstün tutarak yine

millî irade aleyhinde sö-

mürmek, (…) anayasanın

üstünlüğünü ve bağlayıcılı-

ğını hiçe saymak olur ki

anayasal düzene karşı işle-

nen suçların başında yer

alır.

Page 48: Politika Dergisi Sayi 23

Nuran TALAY

B irbirinden, farklı yaĢam biçimleriyle ayrı-

lan ve sayıları çok olan insan toplumları,

canlı ve ön insanın yaĢadığı zamanlar-

dan beri var olmuĢtur dünya.

Dünya tarihi boyunca uygar toplumun karma-

Ģık yapısına ve ilk toplumun ortaya

çıktığı zamanlardan günümüze kadar,

dörtten çok birbirinden faklı uygarlık-

ların bir arada var olduğu görülmemiĢ-

tir. Amerikan yerlilerinin yaĢadığı yeni

dünyada birbirinden faklı uygarlık sayısı

üçü dahi geçmemektedir. Yeryüzünün

birbirinden iyice ayrılmıĢ bölümlerinde

neler olup bittiğini birlikte akılda tutma

çabası bazı olayları değerlendirip bazıla-

rını da es geçmemize neden olacak olsa

da kuĢbakıĢı olarak bakmamıza bilgi

edinmemize olanak verecektir.

Yakın tarihimizden bugüne kadar yer-

yüzünün kıymetli bölgesi olarak değerlen-

dirilen binlerce kilometrelik alanları içine alan bir

bölge: Ortadoğu.

Ortadoğu; Akdeniz’den Pakistan’a uzanan Arap

yarımadasını da kapsayan bölgedir. Emperyalist

devletlerin iĢtahını dünden bugüne daima kabart-

mıĢtı ve daha da kabartmaya devam ediyor. Orta-

doğu ülkelerinden olan, Suriye, Irak, Katar, Kıbrıs,

Ürdün, Ġsrail, Lübnan, Ġran, Filistin, Suudi Arabistan,

BirleĢik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn,

Yemen, Türkiye, Mısır gibi ülkeler bulunduklarını

coğrafi konum itibari ile önemli.

Bölgelerin içlerinde barındırdıkları değerler bir

hayli fazla. Yeraltı zenginlikleri, petrol, su ve toprak

bakımından zengin olan bu bölgeler uluslararası

ticaret ağı açısından da önemli.

Yüzyıllardır süre gelen çıkar odaklarının iĢtahını

kabartan bölgede emperyalist güçler kendi ülkele-

rindeki değerleri tükettiklerinden konuĢlanmaya

çalıĢıyor. Ülkeleri ve insanlarını kontrol altına alarak

kendilerine bağımlı köleler yaratmak istiyor.

Sayfa 48 Politika Dergisi

Dünyanın en değerli ve en karışık bölgesi...

Ortadoğu’da Stratejik Hesaplar

ve Değişim Rüzgârı

Yakın tarihimizden bu-

güne kadar yeryüzünün

kıymetli bölgesi olarak

değerlendirilen binlerce

kilometrelik alanları içine

alan bir bölge: Ortadoğu.

Page 49: Politika Dergisi Sayi 23

maktadır. Turunçgiller ihracı fazladır. DıĢarıya

uçak ve silah satmaktadır. ABD, Ġngiltere ve Al-

manya’ya ticaretinin büyük kısmı gerçekleĢir.

Lübnan: Ekonomik bakımdan Ortadoğu’nun en

geliĢmiĢ ülkelerindendir. Petrol bakımından zengin

olan ülkede halkın çoğu tarım ile uğraĢır. Gıda,

Ģeker, tekstil, çimento ve petrol endüstrileri mev-

cuttur.

Ġran: Petrol ve diğer büyük sektörlerde devlet

iĢletmeciliği, köy tarımı bulunmaktadır.

Filistin: tarım ve inĢaat sektörü ile geçimini sağ-

lamaktadır. Ekonomik bağımsızlığı olmayan ülke

yıllardır Ġsrail’in baskısı ve dayatmaları ile zor Ģart-

larda yaĢam sürmektedir.

Suudi Arabistan: Petrol, Mekke ve Medine’yi

ziyarete gelen hacılar ve hurma satımını da ger-

çekleĢtiren ülkenin temel ekonomisi petroldür. Pet-

rol yatakları, petro-kimya sanayisi ve yapay gübre

sanayisi, demir-çelik sanayisi, çimento sanayisi,

besin sanayisi de geliĢmektedir.

BirleĢik Arap Emirlikleri: Ekonomisinin önemli

ölçüsü petrol ve doğalgazdır. Doğalgaz rezervleri

Sayfa 49 Sayı 23

Ortadoğu ülkelerinin sahip olduğu değerlere ge-

nel anlamda baktığımızda bölgenin stratejik önemi-

nin nedeni anlaĢılıyor.

Suriye: Yer altı kaynakları mineral, petroldür.

AlçıtaĢı ve bazalt elde edilmektedir. Fosfat, kurĢun

ve bakır az miktarda da olsa zift ve krom mevcuttur.

Irak: Yer altı zenginliklerinden baĢlıcası petroldür.

Verimli toprakları bulunmaktadır. Terörün yuvalan-

dığı bölgede uyuĢturucu ticareti de yoğundur.

Katar: Balıkçıllık ve inci avcılığının yanı sıra pet-

rol rezervlerinin keĢfedilmiĢtir. Dünyadaki en çok

gaz rezervlerine sahip ülkeler arasındadır. Gübre

ve çimento sanayisi de geliĢmiĢtir.

Kıbrıs: Turizm eğitim ve tarım, imalat sanayilerini

bünyesinde bulundurmaktadır.

Ürdün: Tekstil, çimento ve gıda sanayileri geliĢ-

miĢ ülkede Ġsrail’in verimli topraklarının üçte birini

iĢgal etmesi ile büyük ölçüde etkilenmiĢtir. Tarım

ürünlerin fosfat ihraç etmektedir. Turizm geliĢmiĢtir.

Ġsrail: Elmas iĢlemeciliği, tarım, sanayi, teknolojik

araç gereç üretimi ve turizm ile ekonomisini sağla-

Page 50: Politika Dergisi Sayi 23

açısından zengindir. Turizm, gıda, tekstil, mobilya,

çimento, alüminyum, seramik, demir-çelik ve cam

sektörleri geliĢmektedir.

Umman: Petrole dayanan esas ekonomisi var-

dır. Petrol, hurma, misket limonu, nar gibi ürünleri

ihraç eder.

Kuveyt: Balıkçılık geliĢmiĢtir. Özellikle Basra

Körfezi’nde bol miktarda balık avlar, karidesler Av-

rupa ve Amerika’ya satılır. Petrol üretimi ülke eko-

nomisine hâkimdir. Petrol rezervleri bakımından

dünyada baĢta gelir. Çimento, pil, elektrik kabloları,

plastik tüpler, Ģekerleme, boya, sıvı, gaz ve tuğla

sanayisi geliĢmiĢtir. Amonyak-üre fabrikaları, Petro-

kimya tesisleri ve çimento fabrikaları vardır. Ülkede

su petrolden daha pahalıdır.

Bahreyn: Petrol ve doğalgaz üretimine dayalı

ekonomisi bulunur. Tarım, hayvancılık, balıkçılık

geliĢmiĢtir. Dünyanın en büyük deniz suyu arıtma

tesisleri Bahreyn’dedir.

Yemen: Tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomisi

vardır. Tahıl, pamuk, hurma muz, darı, kahve ve

çeĢitli sebze ve meyveler üretilir. Petrol ve doğal-

gaz çıkarılmaktadır.

Mısır: Alüvyonlu mümbit topraklarda yetiĢen

dünyanın en kaliteli uzun elyaflı pamuğu Gize ile

tekstil ürünleri ihracatı yapmaktadır. Kendisine ye-

tecek kadar petrolü bulunmaktadır. Önemli turizm

merkezlerindendir.

Afrika: Dünyanın en zengin yer altı madenlerine

sahiptir.

Türkiye: Linyit, Manganez, Mermer, KurĢun, Bor,

GümüĢ, Cıva, Lüle TaĢı, Krom, Demir, Zımpara,

Petrol, Kükürt, Bakır, Fosfat, Kömür ve toryum ye-

raltı zenginlikleri arasındadır. Dünya maden sektö-

ründe bor, toryum, linyit, mermer, manyezit ve

zeolit, trona, barit ve feldispat ve sodyum sülfattır.

Dünyada Toryum rezervlerinin % 65’i Türkiye’dedir.

Milyar dolarlık rezerve sahip olan servet üzerinde

Sayfa 50 Politika Dergisi

Her zaman söylediğimiz gibi

demokrasinin kendini koru-

ma hakkı varsa, demokrasiyi

ortadan kaldırmaya çalışan

grubun o faaliyetlerine müsa-

ade edilmeyeceği de çok açık-

tır. Bu durumda, laik cum-

huriyet ilkesine aykırı eylem-

lerin odağı olduğu tespit edi-

len bir partinin değil yeni

anayasa yapma yetkisi, ana-

yasa üzerinde değişiklik yap-

ma hakkı bile yoktur.

Page 51: Politika Dergisi Sayi 23

oturan Türkiye verimli toprakları ile de oldukça yük-

sek potansiyele sahiptir.

Ortadoğu, özellikle ABD ve AB’nin hedefleri ara-

sında yer almaktadır. Afganistan iĢgali ile baĢlayan

süreci Irak iĢgali takip etmiĢtir. ĠĢgal edilen bölgele-

rin ekonomik bağımsızlığı kaldırılarak sömürülmek-

tedir.

Afganistan Sanayi ve Ticaret Birliği’nin ülke eko-

nomisini canlandırma çabaları ülke zenginliklerini

gösterse de ABD baskıları neticesinde bu istekleri

gerçekleĢmemektedir.

Irak’ta ise bir buçuk milyona yakın Müslüman kat-

ledilmiĢ verimli toprakları ve kaynakları ele geçiril-

miĢtir. Irak’ta seçimleri ABD kontrol etmiĢ, hükümeti

IMF’ye daha da bağlamak istemiĢtir. Böylelikle ĠMF,

Bremer kanunlarını yerine getiren tarafsız bir kuru-

luĢ durumuna getirmeyi amaç edinmiĢtir. ĠMF, Irak-

’ı VaĢinton’un küresel “serbest pazar” vizyonuna

dahil etmek istemiĢtir. Bremer’in 100 kanunu ve

ekonomik Ģok terapisi, ayrıca mutlak bir uluslar ara-

sı ihlali olsa da Irak’taki özelleĢtirme ve ABD Ģirket-

lerine yapılan saldırılarla bu gerçeğin gizlenmesi

sağlanmıĢtır. Irak’ta gıda üretimindeki GDO’lu tahıl-

lara yapılan zorunlu dönüĢüm de Monsanto ve di-

ğer dev Ģirketlerin hiçbir Ģeyden haberi olmayan ve

buna istek duymayan toplumlar üzerindeki niyetle-

rini açıkça göstermektedir.

SavaĢlar tarih boyunca yankılanmıĢ durmuĢtur.

Siyasal iktidar her yerde ve her zaman, askerlik

yöntemleri ve silahlarla ulusları kontrol etmeye ça-

lıĢmıĢtır. Teknolojik geliĢmeler insanların birbirileri-

ni öldürmeleri ya da öldürülmeden kurtulma dürtü-

sü çabası ile sürdürülmektedir.

Sayfa 51 Sayı 23

Bu savaşta kullanılan en güçlü

silahlardan birisi terördür. Terö-

re ABD ve AB ülkeleri kaynak

sağlayarak destek vermektedir.

İngilizlerin kışkırtması/

provokasyonu ile Diyarbakır’da

“Bağımsız Kürdistan” kurma ha-

yali ile kışkırtılan vatandaşları-

mız dün olduğu kadar bugün de

var.

Page 52: Politika Dergisi Sayi 23

SavaĢlar genellikle, uluslar arasındaki çatıĢma

konularının barıĢçıl yollardan çözümlenememesi-

nin ürünü olarak ortaya çıkar. Ġlkel toplumlarda ise

kendilerini savunmak, kendilerine yönelik haksız

bir isteği kabul etmemek gibi durumlarda savaĢa

girmek zorunda kalır. Bazılarında

ise intikam almak, dinsel törenlerin-

de kullanma nedenleri arasındadır.

Bu savaĢta kullanılan en güçlü

silahlardan birisi terördür. Teröre

ABD ve AB ülkeleri kaynak sağlaya-

rak destek vermektedir. Ġngilizlerin

kıĢkırtması/provokasyonu ile Diyar-

bakır’da “Bağımsız Kürdistan” kur-

ma hayali ile kıĢkırtılan vatandaĢla-

rımız dün olduğu kadar bugün de

var. PKK terör örgütünü besleyip,

bölücülük yaptıran güçler buna de-

vam ettikleri gibi Irak’ı bölerek Bar-

zani’yi kullanarak bu emellerine

ulaĢmak istiyorlar. Irak’ta kurulan

Kürdistan, Türk devleti ve resmi

kurumlarınca tanınmıyor olsa da

Irak’ta varlığını uzun süredir sürdü-

rüyor.

Günümüzde soğuk savaĢ olarak

nitelendirilen silahların baĢında bi-

yolojik silahlar önemli bir yer tut-

maktadır.

Petrolü kontrol ederek ulusları

kontrol eden, yiyeceği kontrol ede-

rek insanları kontrol eden emperyalist düĢünce sis-

teminde bağımlılık yaratma ve tekelcilik anlayıĢı

mevcuttur.

Ortadoğu’nun kaynaklarını, ticaretini, sanayisini

ele geçirerek güç hâkimiyeti ile her türlü gücü elin-

de bulundurmayı hedefleyen ve bu manada dünya-

nın hâkimi olma peĢindeler.

Böylelikle, petrol, toryum, bor, maden, elmas,

altın, gümüĢ, su, doğal gaz, zümrüt, verimli toprak-

lar gibi değerlerin iĢletilmesi, körfezlerin boğazların

denizlerin ele geçirilmesiyle de kaçınılmaz bir güce

sahip olacaklarının bilincinde olarak bu kanlı savaĢı

sürdürmekteler.

William Engdahl’ın GDO üzerine verdiği konfe-

ransta söylemiĢ olduğu seçilmiĢ seçimler ile ilgili

verdiği bilgiler güç odaklarının ne denli hırslı oldu-

ğunu gösteriyor.

William, Obama için baĢkan seçilmeden önce

seçim kurulu tarafından test edildiğini söyledi. Mil-

Sayfa 52 Politika Dergisi

Dünyayı kendi di-

ledikleri doğrultu-

da yönetenler eskisi

gibi arka planda

değil ön plana çık-

ma hazırlığındalar.

Page 53: Politika Dergisi Sayi 23

yar dolar üzeri zenginlerden oluĢan seçim kurulun-

ca seçilecek kiĢi, kendi siyasi konjonktürlerine ya-

kın olup olmadığı, çıkarlarına sahip çıkıp çıkamaya-

cağı ve haklarını koruyup koruyamayacağı yönün-

de inceleniyormuĢ.

Dünyayı kendi diledikleri doğrultuda yönetenler

eskisi gibi arka planda değil ön plana çıkma hazırlı-

ğındalar.

Çok sayıda – milyarlarca insan, Türk diliyle ko-

nuĢtu günümüze kadar ve konuĢuyor.

Yakutistan’dan Orta Avrupa’ya Sibirya’dan Hindis-

tan’a kadar. Hatta Afrika’da bile Türk dilinin çınladı-

ğı yerleĢim yerleri bulunuyor. Türk dünyası büyük

ve olağanüstü, Türkleri tekrar dünyanın zirvesine

getirmek için hiçbir Ģeyden kaçınmayan fanatik bir

milliyetçi yaklaĢımı ile değil de tüm insanların kim

olduğu nereden geldiğini tarihi tüm gerçekliği ile

bilmemizi isteyen Murat Adji.

Adji, Türk kökenli bir Rus vatandaĢı. Adji’nin dü-

Ģüncesini aktarma nedenim; kardeĢ olduğu öne

sürülen insanların birbirlerine nasıl savaĢ açma

cesareti gösterip vahĢice öldürebiliyor olmasından-

dır.

Sonuç itibari ile Ortadoğu üzerinde yapılan çıkar

hesapları ve elde edilecek güç için din, ekonomi ve

gıda da güçlü bir silah olarak kulla-

nılmaya devam edecek.

Seçimler, seçimle değil seçilmiĢ

seçimlerden oluĢtuğu sürece dü-

zen böyle devam edecektir.

[email protected]

SeçilmiĢ Kaynaklar:

Ahmet Taner KıĢlalı, Siyaset Bilimi

F. William Engdahl, Ölüm Tohumlar

William H. McNeill, Dünya Tarihi

Gene D. Matlock, Ey Dünya Ġnsanları

Hepiniz Türksünüz

Hulki Cevizoğlu, ĠĢgal ve DireniĢ

ĠTÜ Maden Fakültesi

http://www.turkcebilgi.com

http://tr.wikipedia.org

Sayfa 53 Sayı 23

Sonuç itibari ile Ortadoğu

üzerinde yapılan çıkar he-

sapları ve elde edilecek güç

için din, ekonomi ve gıda da

güçlü bir silah olarak kulla-

nılmaya devam edecek.

Page 54: Politika Dergisi Sayi 23

Cem Osman TAMTÜRK

G eçmiĢi bilmek bu günü değerlendirebil-

menin ön koĢuludur. Bu gün siyaset

sahnesinde olanlar, kendilerini önceki

partilerin birer devamı sayıyorlar. Ger-

çekten öyle midirler? Bunu ancak o partileri ve kiĢi-

leri iyi tanımakla anlayabiliriz.

Adnan Menderes dendiğinde akla ilk gelen idam

sehpasında bir infaz fotoğrafı oluyor. Neden idam

edilmiĢtir? Bu gün kimileri için doğru bir karar, kimi-

leri için ise yanlıĢ bir karar olarak niteleniyor. Tabii

ki, Tanrı’nın verdiği canı Tanrı’nın alması en doğru

olanıdır. Siyasi tarihimize bir baktığımızda bu te-

menninin sadece temennide kaldığını görüyoruz.

Osmanlı Devleti’nin kuruluĢundan günümüze kadar

sayısız veziriazam (baĢbakan) idam edilmiĢtir. Hat-

ta baĢını kaybeden padiĢahlar da vardır.

Cumhuriyetle birlikte tam, bu gelenek tarihe karıĢ-

tı, derken, Adnan Menderes ve iki arkadaĢının

idamı ile huylunun huyundan vazgeçmediği, 12 Ey-

lül ardından da kolayla vazgeçmeyeceği görülmüĢ-

tür.

Türkiye'de 1945 yılında yeniden çok partili döne-

me geçildikten sonra, 7 Ocak 1946 tarihinde res-

men kurulan Demokrat Parti (DP), dört yıllık baĢa-

rılı bir muhalefetten sonra, 14 Mayıs 1950'de yapı-

lan seçimleri kazanarak iktidara gelmiĢtir. Bu geliĢ-

me, Atatürk döneminden beri Türkiye'de uygula-

nan ve muhalefeti bütünüyle dıĢlamayan, baĢka bir

deyiĢle "potansiyel demokrasi" anlayıĢının baĢa-

rılı olduğunun bir kanıtıdır. Öte yandan bu geliĢme,

tek partili bir dönemden sonra, ihtilalsız, darbesiz,

kansız bir Ģekilde serbest seçimlerle iktidarın el

değiĢtirmesidir ki, böyle bir değiĢime doğulu-Ġslami

toplumlarda ilk defa rastlanmakta idi. CHP, o döne-

me kadar tek baĢına bir iktidardı. Her ne kadar Ġkin-

ci Dünya SavaĢı sonrası birden ön plana çıkan de-

mokrasi rüzgârları dayatsa da, CHP’nin kendi için-

den bir baĢka parti çıkararak çok partili rejime geç-

miĢ olması, kendisinin demokrasiyi ne kadar çok

istediğinin bir göstergesi idi. Baskılardan Ģikâyetle,

hürriyet nutukları eĢliğinde iktidar olan DP daha

Sayfa 54 Politika Dergisi

Demokrasinin kahramanı mı, katili mi?

Adnan Menderes ve Demokrat Parti

Öte yandan bu gelişme,

tek partili bir dönemden

sonra, ihtilalsız, darbe-

siz, kansız bir şekilde ser-

best seçimlerle iktidarın

el değiştirmesidir ki, böy-

le bir değişime doğulu-

İslami toplumlarda ilk

defa rastlanmakta idi.

Page 55: Politika Dergisi Sayi 23

sonra uyguladığı baskı rejimi ile tek parti rejimine

rahmet okutacaktır.

Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde; %

53,89 oy alarak, 408 milletvekili kazanırken; CHP

%39,98 oy ile 69; Millet Partisi %3,03 oy ile 1; Ba-

ğımsız adaylar da %3,40 oy oranıyla 9 milletvekilliği

kazanmıĢlardı. Bu sonuçlardan da kolaylıkla anlaĢı-

lacağı gibi, TBMM iki partili bir yapıdan oluĢmakta

idi. Ancak siyasi iktidarı ele geçiren DP'nin milletve-

kili sayısı, seçim sisteminin de yarattığı adaletsizli-

ğin bir sonucu olarak, muhalefete düĢen CHP'nin

milletvekili sayısının yaklaĢık altı katı kadardı. Ġkti-

dar ile ana muhalefet partisinin güç dengeleri ara-

sındaki bu eĢitsizlik nedeniyle, 1950-54 dönemi,

adeta bir tek partili demokrasi görünümü verecekti.

Bu durum, DP'nin muhalefeti bir yana bırakarak tek

baĢına hareket etmesine yol açacak ve bu dönem-

de iktidar ile muhalefet arasında önemli sorunların

yaĢanmasına neden olacaktı.

1950-54 dönemi gerçekten ülke için büyük bir

dönüĢüm dönemi olmuĢtur. Kore’ye Amerika için

savaĢmaya 4.500 askerimiz gönderilmiĢ, ABD’nin

Orta Doğu’daki yapılanmasında büyük destek olu-

narak NATO’ya girilmiĢ, bu yüzden yardımlar ülke-

ye sel gibi akmaya baĢlamıĢtı. SavaĢ nedeni ile

ihraç ürünümüz pamuk çok para etmiĢ, gözle görü-

lür bir kalkınma yaĢanmaya baĢlanmıĢtır.

Köylünün cebi ciddi biçimde para görmeye baĢla-

mıĢ, traktör sayılarında artıĢlar kaydedilmiĢtir. Para,

köylü için basma, pamuklu demekti. Para köylü için

Ģehre gelmek demekti. Hatta para kimi köylü için

pavyon demekti. Bu dönemde politika ilk ve son

defa halkla birlikte yapılmıĢtı. Marshall yardımları-

nın da desteği ile ülke Ģantiye alanına dönmüĢ, De-

mokrat Parti de kendisini koĢulsuz destekleyecek

taraftar kitlesine kavuĢmuĢtu.

2 Mayıs 1954 günü yapılan genel seçimlerden

Demokrat Parti, cumhuriyet tarihinin rekor oranıyla

galip çıktı: % 56,6 oy alan Demokrat Parti, 503

milletvekilliği kazandı. CHP ise % 34,8 oranla par-

lamentoya ancak 31 milletvekili sokabildi. Yürürlük-

te olan çoğunluk sistemi DP’ye milletvekilliklerinin

neredeyse tamamını kazandırmıĢtı: % 56,6 oy

karĢılığında milletvekillerinin % 93’ü.

DP iktidarının ikinci dönemi olan 1954-1957 yılla-

rı arasındaki 3 yıllık süre, Demokrat Parti’nin en

fırtınalı ve en tartıĢmalı dönemi olmuĢtur. 6-7 Eylül

Olayları, Ġspat Hakkı, Hürriyet Partisi ve 29 Kasım

1955 DP Grubu toplantısı gibi, DP iktidarının bir-

çok önemli olayı bu sürede yaĢanmıĢtır. DP ve

Menderes bu dönemde iktidara ısınmıĢ, 1950’den

itibaren siyaset sahnesini yönlendiren millet, siya-

setteki belirleyici rolünü giderek “sermaye”ye bı-

rakmıĢtır. 1950’de CHP’den milletin eline geçen

siyaset oyununun ipleri, bu dönemde DP

oligarklarına ve güçlenmeye baĢlayan sermayeye

geçmiĢ, millet siyasi aktörlükten figüranlığa inmiĢ-

tir. Bu dönem, DP’nin 1950-1954 yılları arasın-

daki 4 yılın muhteĢem mirasını yemeye baĢladı-

ğı dönemdir.

1957 seçimleri bu kadar net bir Ģekilde kazanılın-

ca DP yeni bir kimliğe büründü. Ġstediği, yapabi-

lirse baĢta CHP olmak üzere bütün muhalefeti

yok etmekti. Seçimlerde CHP için çalıĢtığından

Ģüphe edilen memurlar iĢten çıkarıldı. ĠĢler giderek

Sayfa 55 Sayı 23

DP iktidarının ikinci döne-

mi olan 1954-1957 yılları

arasındaki 3 yıllık süre, De-

mokrat Parti’nin en fırtınalı

ve en tartışmalı dönemi ol-

muştur. 6-7 Eylül Olayları,

İspat Hakkı, Hürriyet Parti-

si ve 29 Kasım 1955 DP

Grubu toplantısı gibi, DP

iktidarının birçok önemli

olayı bu sürede yaşanmıştır.

Page 56: Politika Dergisi Sayi 23

çığırından çıkıyordu. Kendilerine oy vermeyen

Malatya’yı ikiye böldüler. Adıyaman çıktı. Oyla-

rını tamamen CMP’ye veren KırĢehir’i ise özel

bir yasa çıkarıp, il iken ilçe yaptılar.

Kore Harbi bitmiĢ, pamuk fiyatları gerilemiĢti.

Ardından gelen kurak bir yıl ve daha önemlisi Ame-

rika’nın yardımı azaltması Demokrat Parti’yi ĢaĢırt-

tı. DıĢ desteğin hep süreceğini umuyorlardı. Azalan

prestiji, hem kendi parti içinden, hem de muhalefet-

ten çıkan çatlak sesleri kısmak için giderek antide-

mokratik giriĢimler çoğalmaya baĢladı.

Ağustos 1954’te Kıbrıs sorunu gündeme gelmiĢti.

Yunanistan, adayı ilhak için BirleĢmiĢ Milletler’e

baĢvurmuĢ, ayrıca yaptığı mitinglerle de konuyla

ilgili ülke içinde kamuoyu oluĢturmuĢtu. BirleĢmiĢ

Milletler bünyesinde de davasının desteklenmesi

için, Ġsrail yüzünden iliĢkilerimizin bir süredir gergin

olduğu Arap ülkelerine yanaĢmıĢtı. Türkiye ise Kıb-

rıs konusunda çok duyarlı idi. Adanın Yunanistan’a

terk edilmesine seyirci kalmak mümkün değildi.

Ġngiltere, Kıbrıs sorununu çözüme kavuĢturmak

için bir konferans düzenleyeceğini Türkiye ve Yu-

nanistan’a 1955 Haziranında bildirdi ve bu ülkeleri

konferansa davet etti. Türkiye’nin Kıbrıs’ın gele-

ceği konusunda söz sahibi olması kuĢkusuz

DP’nin dıĢ politik zaferiydi. Hükümet bu daveti

hemen kabul etti ve davada kararlılığını göstermek

için Yunanistan’a sert bir nota vererek Kıbrıs konu-

sundaki kıĢkırtmalarına son vermesini istedi.

Türkiye, Yunanistan ve Ġngiltere arasındaki gö-

rüĢmeler 27 Ağustos 1955’te Londra’da baĢladı.

DıĢiĢleri Bakanlığına vekalet eden Fatin RüĢtü

Zorlu’nun savunduğu Türk tezine göre, Ada Türki-

ye’ye verilmeliydi. Nitekim Lozan AntlaĢması’yla

Kıbrıs Adasına ayrı bir statü tanınmıĢ, Türkiye, Kıb-

rıs’taki egemenlik haklarını yalnız Ġngiltere’ye dev-

rettiğini belirtmiĢti. Yine Lozan AntlaĢmasıyla Ada-

da yaĢayan halklara iki yıl içinde Türk ya da Ġngiliz

uyruklarından birini seçme hakkı verilmiĢti. Ada dört

yüz yıla yakın bir süre Türklerin elinde bulunmuĢ-

ken, tarihin hiç bir döneminde Yunanlıların idaresi-

ne geçmemiĢti. Kıbrıs, Yunanistan’a bin mil uzaklık-

tayken, Türkiye’ye yalnızca kırk mil uzaklıktaydı.

Ayrıca adada tapulu toprakların % 60’ı Türklere

aitti, Birinci Dünya SavaĢı’na kadar da adada ço-

ğunluğu Türkler oluĢturmaktaydı. Bu nedenle Kıb-

rıs’ta Yunanlılar, Türkiye’nin muhatabı bile değildi.

Ayrıca Ġngilizler, Türkiye’den aldığı bir toprağı Yu-

nanistan’a devredemezdi

Yunanistan, Türkiye’nin sert, kararlı ve hukuki

mesnetlere dayanan tavrı karĢısında ĢaĢkına dön-

dü. Çünkü Türkiye’nin böylesi bir tavrına o güne

kadar alıĢık değildi. Enosis’te direnmek için geldik-

leri “Lancaster House”ta geri adım atmak zorunda

kalan Yunanlıları, iliĢkilerin son derece gergin oldu-

ğu bir ortamda 5 Eylül 1955 Pazartesi günü Sela-

nik’te Atatürk’ün doğduğu ev ile Türkiye’nin Selanik

Konsolosluğu arasında patlatılan bomba kurtardı.

Bomba haberi üzerine, 6 Eylül 1955 Salı günü Ġs-

tanbul Beyoğlu’nda toplanan kalabalık, sloganlarla

Atatürk’ün evine yapılan saldırıyı protesto etti. An-

cak akĢam saat 19.00’dan itibaren protesto, toplum

psikolojisi ve tabii ki bazı provokatörler sebebiyle

Sayfa 56 Politika Dergisi

Kendilerine oy verme-

yen Malatya’yı ikiye

böldüler. Adıyaman

çıktı. Oylarını tama-

men CMP’ye veren Kır-

şehir’i ise özel bir yasa

çıkarıp, il iken ilçe yap-

tılar.

Page 57: Politika Dergisi Sayi 23

nitelik değiĢtirdi. Daha çok Rum vatandaĢların bu-

lunduğu bölgelerde dükkânların vitrinleriyle kepenk-

leri kırıldı, yine Rumlara ait binalar, kiliseler, eğlen-

ce yerleri, okullar hatta mezarlıklar bile tahrip edildi.

7 Eylül ÇarĢamba sabahına kadar devam eden

olaylar sonunda yanmıĢ, yıkılmıĢ ya da ağır Ģekilde

tahrip edilmiĢ beĢ bin bina vardı. Bu binaların bü-

yük çoğunluğu Rumlara; bazıları da binaları tahrip

edilen Rumlara komĢu Türk, Ermeni ve Musevi’lere

aitti. Bu tecavüzler, Ġstanbul’a nazaran çok daha

küçük ölçüde olmak üzere Ġzmir’de ve Ankara’da da

görüldü.

6 Eylül akĢamı Ġstanbul’da bulunan CumhurbaĢ-

kanı Celal Bayar ile BaĢbakan Adnan Menderes

saat 20.00 treniyle Ankara’ya hareket etmiĢlerdi.

Ġzmit’e vardıklarında olaylar kendilerine haber veril-

di. Onlar da hemen Ġstanbul’a geri döndüler. Bizzat

göstericilerin arasına girip olayları bastırmak için

çaba harcadılar. Aynı akĢam BaĢbakanlıktan yayın-

lanan bildiri ile Ġstanbul ve Ġzmir’de sıkıyönetim ilan

edildi.

6-7 Eylül Olaylarının Londra Konferansını olum-

suz etkileyeceği aĢikardı. Nitekim siyasi görüĢleri

Fatin RüĢtü Zorlu’yla hiçbir zaman örtüĢmeyen

Emekli Büyükelçi Mahmut Dikerdem de Londra’-

daki Lancaster House Konferansına katılmıĢ ve

anılarında Türkiye’ye dönüĢ yolculuğunu Ģu Ģekilde

anlatmıĢtır:

“Lancaster House‟tan doğruca, Havaalanına git-

tik. Uçağımız Belçika ve Almanya üzerinden İstan-

bul‟a uçacaktı. Yolda uğradığımız iki kentte de ga-

zetelerin büyük manşetlerle 6-7 Eylül olaylarını an-

lattığını gördük. Fatin Bey, yolculuk sırasında çok

üzgün ve suskundu. Bir aralık yanına giderek, ken-

disini teselli etmek istedim. „Bütün çabalarımız,

Londra‟da elde ettiğimiz başarı, bir gecede heba

olup gitti‟ dedi.”

6-7 Eylül Olaylarının gerginliği iç politikaya da

yansıdı. Olaylardan bir ay sonra, DP IV. Büyük

Kongre hazırlıklarının yoğunlaĢtığı günlerde, DP’li

11 milletvekili “ispat hakkı” konusunu gündeme

getirdiler. Basına “ispat hakkı” tanınmasını, böyle-

likle yayın organlarının kolayca sansür edilmesinin

önüne geçilmesini isteyen milletvekilleri bazı

önemli isimleri de yanlarına çekerek geniĢlediler.

Ancak DP, bu milletvekillerinin bir kısmını ihraç

etti, kalanlar da DP’den istifa etti. Ayrılan milletve-

killeri 20 Aralık 1955’te Hürriyet Partisi isimli bir

parti kurdular.

1954 seçimlerinin ardından DP’nin iktidardaki

tavrı giderek sertleĢirken arka arkaya birçok baskı-

cı uygulama birbirini takip etti. Memurların siyasi

haklarının kısıtlanmasının ardından, yargıçların ve

profesörlerin erken emekli edilmesini ve memurla-

rın görev sürelerine bakılmaksızın iĢten çıkarılma-

sını sağlayan yasalar çıkartıldı. En ağır tedbirler

ise bu uygulamaları eleĢtiren basına yönelik alındı.

1954 yılının sonlarına doğru dönemin ünlü gazete-

cilerinden Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Ce-

mal Sağlam, Fuat Arna gibi isimler tutuklanırken

Nihat Erim ise para cezasına çarptırıldı. Bu dö-

nemde yürütülen ekonomik politikalar bütçenin

açık vermesine, zamlara ve enflasyonun körüklen-

mesine neden oluyordu. Halkın yaĢam standardı-

nın düĢmesi ve DP’nin uluslararası alanda da

prestij kaybına uğramaya baĢlaması toplumda

hoĢnutsuzluğu arttırmıĢtı. Diğer yandan antide-

mokratik uygulamalar ve siyasi baskılar muhalefe-

te haklılık kazandırıyordu. Hükümetin seçim sonra-

Sayfa 57 Sayı 23

Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii

Faik, Cemal Sağlam, Fuat

Arna gibi isimler tutukla-

nırken Nihat Erim ise para

cezasına çarptırıldı. Bu dö-

nemde yürütülen ekonomik

politikalar bütçenin açık

vermesine, zamlara ve enf-

lasyonun körüklenmesine ne-

den oluyordu.

Page 58: Politika Dergisi Sayi 23

sı ilk icraatı ise muhalefeti etkisizleĢtirecek sert

tedbirleri uygulamaya koymak olmuĢtu. Bu amaçla

27 Aralık’ta Meclis denetiminin zorlaĢtırılmasını

sağlayan tüzük değiĢikliğine gidildi. O zamana ka-

dar muhalif fikirlerin açıkça söylenebileceği tek yer

Meclis kürsüsü iken bu uygulama ile birlikte bu öz-

gürlükte kısıtlandı ve baĢta hukukçular olmak üze-

re büyük tepkilere yol açtı. Anayasa Profesörü Hü-

seyin Nail Kubalı’nın değiĢikliklerin Anayasa’ya

aykırı olduğu yönündeki açıklamaları nedeniyle Mili

Eğitim Bakanlığı emrine alındı. Ġktisadi sorunların

ağırlaĢması, karaborsa, kuyruklar ve ardı arkası

kesilmeyen zamlar büyük bunalım yaratmaya baĢ-

lamıĢtı. Batı dünyası ile olan iliĢkilerin zayıflaması

Kıbrıs meselesinde Ġngiltere’nin Yunanistan’a yak-

laĢması, dıĢ yardımların kesilmesi DP hükümetini

zor durumda bırakmıĢtı. Hükümet artık esen rüz-

gârdan nem kapar olmuĢtu. Ulus gazetesi Atatürk-

’ün Bursa Nutkunu yayımlayınca, halkı isyana

teşvik ediyor diye kapatıldı.

Muhalefetin tavrını 6 Eylül’de Balıkesir’de yaptığı

bir konuĢmada eleĢtiren Menderes, muhalefetin

halkı, -Irak’tan örnek alarak- hükümeti devirmeye

karĢı kıĢkırttığını öne sürüyordu “Onların niyeti

TBMM denilen aziz kabeyi itibardan düşürmek ve

memlekete işte mecliste kalmamıştır diyerek, se-

çimlerin semtine dahi uğramadan iktidara gelmek-

tir…” diyordu. Menderes’in ortaya koyduğu bu teh-

ditkâr demokrasi anlayıĢına Ġnönü’den sert bir

cevap gelmiĢtir. Muhalefette ciddi bir toparlanma

yoluna gidilirken Köylü Partisi, CMP ile birleĢmiĢ,

HP ise CHP’ye katılmıĢtır. CHP’nin 14. Kurultayın-

da yayımladığı ilk hedefler beyannamesinde muha-

lefet güç birliğinin varmak istediği amaçları on mad-

de ile sıralamıĢ, Menderes ise bu güç birliğini

“Haçlı Ġttifakı” olarak nitelendirmiĢtir. DP’nin

“Vatan Cephesi” örgütü ocaklar kurarak ülke gene-

linde kısa sürede örgütlenmiĢtir. Bu ocakların yalnız

DP’lilere değil bütün vatandaĢlara açık olduğu bildi-

rilmiĢ ve radyodan yapılan yayınlarda her haber

saati öncesinde bu cepheye katılan vatandaĢların

isimleri okunmaya baĢlamıĢtır. Bu uygulamanın

yanı sıra birçok yerde yayınlanan ve iktidar lehine

haberler yapan Vatan Cephesi adında propaganda

Sayfa 58 Politika Dergisi

Hükümet artık esen rüzgâr-

dan nem kapar olmuştu.

Ulus gazetesi Atatürk’ün

Bursa Nutkunu yayımla-

yınca, halkı isyana teşvik

ediyor diye kapatıldı.

Page 59: Politika Dergisi Sayi 23

gazeteleri yayınlanmaya baĢlamıĢtır. Birçok kiĢinin

adı kendisinin bile haberi olmadan cepheye katılan-

lar arasında açıklanmıĢtır.

DP’nin bu uygulaması muhalefetin muhtemel bir

eylemine karĢı kitlesel bir savunma imkânı vermek-

tedir. Ġktidar ne yaparsa yapsın muhalefetin yükseli-

Ģi durdurulamamaktadır. Yurdun her yanında olay-

lar çıkıyor, elli kiĢiyi geçmeyen küçük gurupların

olayları bile önlenemiyordu. Halk, Demokrat Parti’-

ye verdiği desteği giderek çekiyordu. Demokrat

Parti belki de kendisinin sonu olacak olan Tah-

kikat Komisyonlarını kurdu. Artık ne hukuktan

ne demokrasiden söz etmek mümkün değildi.

Tam bir dikta rejimi oluĢmuĢtu.

Ġsmet Ġnönü’nün Tahkikat Kanunu ile ilgili Ģu söz-

leri, 27 Mayıs’a giden süreçte önemli bir dönüm

noktası olmuĢtur: “ġartlar tamam olduğu zaman

milletler için ihtilal meĢru bir haktır. Bu yolda

devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.” Me-

tin Toker’e göre; Ġsmet PaĢa bu sözleriyle ülkeyi

baĢka türlü kurtarmak isteyip tekrar demokrasiye

dönmeyi amaç edinen kuvvetlere yeĢil ıĢık yakma-

sa bile sarı ıĢık yakmıĢtır. “Ben de sizi kurtara-

mam sözü” gündemi altüst etmiĢtir. Komisyon ça-

lıĢmalarına baĢlar baĢlamaz belli baĢlı kamuoyun-

da ön plana çıkmıĢ kiĢileri ifade vermeye çağırmıĢ,

siyasi gösteriler tamamen yasaklanmıĢtır. Basın ve

muhalefet ise Tahkikat Komisyonunun baskılarına

karĢı değiĢik taktikler geliĢtirmiĢti. Her yazdıkları

haberle sansüre uğrayan gazeteler ilgisiz konularla

attıkları baĢlıklar ya da yemek tarifleriyle iktidarı

protesto ediyorlardı. ĠĢte bundan sonradır ki, öğren-

ci olayları, çatıĢmalar baĢladı. Demokrat Parti kendi

baĢlattığı veya çözüm bulamadığı her türlü yanlıĢı

olumsuzluğu muhalefete yüklemeye sıkıyönetim

ilanından sonra da devam etti. Bu aymazlık kendi

sonlarını hazırladı.

* * *

Günümüz olaylarını, o dönem olayları ve ikti-

dar ile muhalefetin tutumunu incelediğimizde

ĢaĢırtıcı benzerlikler görüyoruz. Bu da kimse-

nin yeterli dersi almadığı demek oluyor. Bu he-

saba göre de asılanlar boĢa asılmıĢ oluyor.

[email protected]

Kaynaklar:

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “ Tek Parti Rejimine Doğ-

ru”,

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre :XI , c.13, 18. IV.1960,

TBMM Matbaası, Ankara 1960, s. 190,191,192,196

TBMMZC,…,27.IV., 1960, s. 299

Akademik BakıĢ.

Sayfa 59 Sayı 23

İsmet İnönü’nün Tahkikat

Kanunu ile ilgili şu sözleri,

27 Mayıs’a giden süreçte

önemli bir dönüm noktası

olmuştur: “Şartlar tamam

olduğu zaman milletler için

ihtilal meşru bir haktır. Bu

yolda devam ederseniz ben de

sizi kurtaramam.” Metin

Toker’e göre; İsmet Paşa bu

sözleriyle ülkeyi başka türlü

kurtarmak isteyip tekrar de-

mokrasiye dönmeyi amaç

edinen kuvvetlere yeşil ışık

yakmasa bile sarı ışık yak-

mıştır.

Page 60: Politika Dergisi Sayi 23

Bilgin TÜRK

Ö ncelikle uzun zaman aradan sonra siz

değerli Politika Dergisi okurlarıyla tekrar-

dan birlikte olmaktan duyduğum sevinç

ve mutluluğu dile getirmek isterim. Siz-

lerden uzunca bir süredir ayrı kaldım. Ancak bu

sürede dergimiz çok uzun ve önemli yollar aldı.

Birçok önemli isim yazar kadromuza girerken; fikir

ve görüĢleriyle siz değerli okurlarımız ve sayıları-

mızda bizlerle mülakat yapan değerli bilim ve ilim

insanlarımız sayesinde hem daha büyük hem de

daha çok sesimizi yükseltebildik.

Tabii ki ülkemiz konumu ve yapısı itibariyle her

zaman gündemi yoğun ve değiĢken bir ülkedir.

Bunda Ģu anki hükümetin de etkisi kuĢkusuz ki çok

fazla olmaktadır. Dünkü manĢetle, bugünkü man-

Ģeti ve yarın atılacak manĢeti ne yazık ki önceden

kestiremeyecek hale geldik.

Malum son zamanlar her yerde Ġsrail – Türkiye

iliĢkileri ve Filistin’e giden yardım gemilerine saldırı

gündemin en çok konuĢulan, yazılan ve yer verilen

haberlerin en baĢında yer aldı. Ben de buradan

yaĢamını yitiren (neden Ģehit dendiğini anlayamadı-

ğım bir Ģekilde) yurttaĢlarımıza Allah’tan rahmet,

ailelerine ve yakınlarına baĢsağlığı diliyorum.

(Küçük bir not: Ne kadar Hrant Dink‟in öldürülmesi-

ni kabul etmesem de Hrant Dink‟in cenazesinde

„Biz de Ermeniyiz‟ denmesi ne kadar hatalı tehlikeli

ve yanlışsa şu anda da tekbir getirilmesini tehlike

ve yanlış buluyorum.) Tabii az da olsa stratejik ola-

rak bakılıyor meseleye, ama ne yazık ki çok kiĢi Ģu

anki Ġsrail’in bulunduğu konjonktürden bakamıyor.

Bugün Ġsrail konum ve yer itibariyle bir makasın

kıskaçları arasında gibidir. Güneyinde Arap tabaka-

sı, kuzeyinde sorunlu Lübnan, batı tarafında Akde-

niz yer almaktadır. Bu coğrafi özellikler hele son

zamanlarda daha da önemli bir hal aldı Ġsrail açı-

sından; çünkü kuzeyinde güçlenen Hamas, Hizbul-

lah ve Ġran güneyinde eskiye nazaran biraz daha

birlik oluĢturmaya baĢlayan Arap emirlikleri ve bir

bataklıkta tepelendikçe batan Ġsrail’i ortaya çıkarı-

yor.

Ġsrail için en kritik dönem 2005 Filistin seçimleriy-

di. 1928 yılında Müslüman KardeĢler örgütünden,

Sayfa 60 Politika Dergisi

İsrail—Türkiye ilişkileri...

Gerçekten “One Minute”… Ne Oluyoruz?

Tabii ki ülkemiz konumu

ve yapısı itibariyle her za-

man gündemi yoğun ve de-

ğişken bir ülkedir. Bunda şu

anki hükümetin de etkisi

kuşkusuz ki çok fazla olmak-

tadır.

Page 61: Politika Dergisi Sayi 23

Hasan El-Benna tarafından Mısır’ın Ġsmailiye ken-

tinde kurulan ve Müslüman KardeĢlerin Filistin alt

kolu olarak Hamas’ın seçimlerden galip çıkmasıdır.

Keza siyasi arenada Hamas’ın El-Fetih ve Filistin

KurtuluĢ Örgütü’nü kırmak için Ġsrail’in dolaylı des-

teğiyle kurulduğu bilinir. Daha sonra baĢa geçme-

siyle birlikte Ġsrail bir tatbikat alanı gibi kullandığı

Gazze, Batı ġeria bir anda sert çatıĢma yerleri ve

ilk kez Tel-Aviv’e canlı bomba girerek Ġsrail’de ya-

Ģayanları hem ölümüne hem de derin bir korku saç-

maya sebep oldu. Ġlk kez Ġsrail’de yaĢayan hem

Yahudi halkı hem de diğer insanlar Ġsrail Hükümeti-

nin ve devlet politikasının sorgulanması gerektiği

hissine kapıldı.

Dünya üzerinde çok az sayıda da olsa bazı dev-

letler, devlet politikası olarak baĢka ülkenin toprak-

larını ele geçirmeyi ve onların egemenlik halklarının

üzerinde egemenlik kurmayı hedef ve politika hali-

ne getiriyor. Bunlardan ikisi ne yazık ki komĢuları-

mız Yunanistan ve Ermenistan, diğer ülke ise yıllar-

ca bizim kol kanat gerdiğimiz diyebileceğimiz kadar

yardım ettiğimiz Ġsrail’dir. Ġsrail’i ilk kurulduğunda

tanıyan devletlerdendik. Bugün bölgesindeki en iyi

iliĢki kurduğu devletlerden birisi gene biziz, ama

bize göre tabiî ki… Çünkü Ġsrail’in bölgede kan ve

korkuyla büyüme düĢünceleri bu iyi iliĢkilerin çok da

iyi olmadığını kanıtlar.

Artık hiçbir zaman Türk – Ġsrail iliĢkileri eskisi gibi

olamayacaktır. Çünkü bir devletin ticari gemisine ve

vatandaĢına saldırmak ve hele ki askerli bir operas-

yonla öldürmek savaĢ nedenidir. Ancak AKP Hü-

kümetini kutlamak gerek; az da olsa, “asarız kese-

riz”den öte uluslararası arenada hukuki yollarla

hakkını aramamız, daha doğru ve dıĢ politikada ve

bürokraside olması gerekendir. Ancak bazı sorul-

ması gereken sorular var. Tabii ki Ġsrail’in yaptığı

kabul edilir değil, ama o yardım gemisinde bulu-

nanlar da çok mu sütten çıkma ak kaĢıktı.

1) Ġsrail en baĢtan beri, Gazze’ye gelecek yar-

dımla ilgili uyarı yapıyordu, neden hiçbir AKP’li yet-

kili ve yardımcı örgütler bunu dinlemedi ve kulak

arkası yaptı?

2) Yeni ġafak gazetesi yazarlarından Hakan

Albayrak, bir ay öncesinden yazdığı yazıda bu

yardım gemilerin bir tanesinde 11 tane AKP’li mil-

letvekilinin yerini ayırdığını yazı-

yor. Bu milletvekilleri ne oldu da

gitmekten vazgeçtiler?

3) Ġsrailli askerler gemiye çı-

kartma yaptığında pasif direniĢ

olduğu söyleniyor. Ancak sopa-

larla veya karĢıdaki kiĢiyi kıĢkırta-

cak ve/veya zarar verecek sert

cisimlerle karĢılık verdiği söyleni-

yor. Ne Somali korsanlarının ne

de Green Peace üyelerinin, yaptı-

ğı eylemlerle böyle karĢılık verdi-

ğini göremezsiniz. Çünkü bu

“pasif direniĢ”ten çıkar; direkt ak-

tif çatıĢma ortamı olur. Keza ge-

mide bir askerin yaralandığı ve

esir duruma geldiğini biliyoruz.

BaĢka bir asker üzerinden “ölüm

Sayfa 61 Sayı 23

Artık hiçbir zaman Türk –

İsrail ilişkileri eskisi gibi

olamayacaktır. Çünkü bir

devletin ticari gemisine ve

vatandaşına saldırmak ve

hele ki askerli bir operas-

yonla öldürmek savaş nede-

nidir.

Page 62: Politika Dergisi Sayi 23

listesi” dedikleri bir listeye nasıl sahip olmuĢlar?

Bizim bildiğimiz “pasif direniĢ” ya gemi dümenini

kilitlersiniz ya da kendinizi kilitlersiniz. Hangisi

“pasif direniĢ” bizim bildiğimiz mi, gördüğümüz

mü?

4) Bu gemide yer alan ve ölenlerin bazılarının,

biz oraya Ģehit olmaya gidiyoruz, gibi cümleler sarf

ettiğini haberlerden duyduk. Bu insanlar oraya yar-

dım için mi gitti, yoksa savaĢmaya mı gitti?

5) Bu yardım gemilerinde bulunan kiĢiler arasın-

da Fatih Camisinde Ģeriat isteyenlerden kaç kiĢi

vardı? Ġsmail Ağa cemaatine bağlı kaç kiĢi vardı?

Birtakım radikal dini örgütlere bağlı kaç kiĢi var?

6) Bir sorum da özel olacak. Geçen, Ahmet Altan

yazısında “Ölenler arasında Güneydoğulu da var-

dı” gibi bir yazı yazmıĢ… Bu, bildiğimiz kadar

Gazze’de yaralı ve hastalara yardım içindi; yoksa

biz mi çok safdillik ettik, bu tamamen ideolojik bir

hareket miydi?

7) 18 Mayıs’ta Ġsrail Türkiye’nin ret hakkına sahip

olduğu OECD’ye üye oldu, niye Türkiye ret oyunu

kullanmadı?

7-) Gazze’ye askeri ablukayı sadece Ġsrail değil

Mısır da uyguluyor. Neden Mısır’a da tepki göste-

rilmiyor?

AKP Hükümetinin ve köĢe yazarcıklarının kaçır-

dığı nokta Ģudur: Ġsrail’e bir yaptırım yaptırmak is-

teniyorsa ve/veya böyle bir istek varsa, bunun yolu

Washington’dan veya Londra, Berlin, Brüksel’den

geçmez. Ġsrail’e Ģu anda yaptırım yapabilecek iki

yer vardır: Biri Moskova, diğeri Pekin’dir. Çünkü

Ġsrail’in Washington’dan çok Moskova ve Pekin’le

iliĢkileri önemlidir. Çünkü Moskova, Tahran ve Bey-

rut’la iliĢkileri oldukça iyi ve Hizbullah’la Hamas’ın

kullandığı silahların çoğu Rus yapımı silahlar oldu-

ğunu ve Rusya’nın direkt temin ettiğini bildiği için

Ġsrail istese de istemese de Rusya ile iliĢkileri sıcak

ve iyi tutmak zorunda bırakılıyor. Bunun yanında

Moskova’nın Tahran ve ġam’la olan güçlü askeri

iliĢkileri de çabasıdır.

Çünkü Ġsrail; Ġran, Lübnan ve içerde Hamas soru-

nuna karĢı Rusya kartını kullanarak son zamanlar-

da Yahudi halkının “Bizim Filistin‟de ne işimiz var?”

sorusunu sormaya baĢladığı ve Ġsrail Devletinin

temelini oluĢturan “Kudüs, Gazze ve Batı ġeria bi-

zimdir” politikasına ters düĢen, bu soruyu ortadan

kaldırılmasında yardımcı oluyordu.

Ġsrail son zamanlarda en büyük ticari ve siyasi

anlaĢmalarını Pekin’le yaptı. Ġsrail son zamanlarda

yükselen güçlerden biri olarak gördüğü Pekin’le

iliĢkilerini sıcak tutarak hem sıkıĢtığı o kıskaçtan

hem de Orta Asya’da da söz sahibi olma isteğiyle

birlikte Ġran, Rusya, Hindistan, Çin gibi Avrasya böl-

gesinde güçlü devletlerin ġanghay ĠĢ Örgütünü kur-

malarıydı. Ġsrail’in AB ile ABD’yi etkileyebilecek ka-

rarlara imza atan bu örgütte de sızma isteklerini

göz ardı edemeyiz.

Sayfa 62 Politika Dergisi

Ahmet Altan yazısında

“Ölenler arasında Güney-

doğulu da vardı” gibi bir

yazı yazmış… Bu, bildiği-

miz kadar Gazze’de yaralı

ve hastalara yardım için-

di; yoksa biz mi çok safdil-

lik ettik, bu tamamen ide-

olojik bir hareket miydi?

Page 63: Politika Dergisi Sayi 23

ĠĢte dünya bürokrasi platformunda hiçbir Ģey ne

Ģansa ne de duygusal iliĢkilere bıkılır. Bu konjonk-

türde bakıldığında Ankara’nın Washington veya

Brüksel’den daha çok Pekin ve Rusya’nın Ġsrail’e

yapacağı tavır ve açıklamalar bizim açımızdan da-

ha önemlidir. Ama AKP’nin Davos’ta yaptığı gibi bu

olay da iç siyaseti etkileme olayı değilse tabii ki.

BM Güvenlik Konsey BaĢkanlığının Ġsrail’i kına-

maması ve sadece Ģiddet olayına karĢı çıkması da

çok manidar. Yine Rusya bürokratlarının ve yazar-

larının “gemideki yükler manidar, ne olduğu ve içe-

riği tam bilinmemektedir. Gemideki kişilerin kimlikle-

ri ve duruşları da kuşkudur. Ancak uluslararası su-

lardaki şiddet kabul edilemez. İsrail siyasi arenada

çok kredi ve güven kaybedecektir.” gibi sözleri as-

lında Avrupa’nın da Rusya’nın da olaya çok masu-

mane görünen bir yardım olarak görmediği Ġsrail’in

saldırısını haklı bulmadığını ama gemilere de gemi-

de bulunan kiĢilere de çok güvenmediğini gösteri-

yor.

Zaten AKP hükümeti Ġsrail’e ne kadar bir yaptı-

rımda bulundu? Ġki maç iptal edildi. Bir askeri tatbi-

kat iptal edildi. Bir de gıyabında savcılar harekete

geçirilerek bir dava açılacakmıĢ. Ama bütün askeri

ve ticari anlaĢmalar hala yürürlükte. 18 Mayıs’ta

Ġsrail’in OECD’ye alınması görüĢmelerinde Ġsrail

reddedilmedi ve AKP hükümetinin onayına da ala-

rak OECD ülkeleri arasına girdi. Ama “RTE Bey”

Konya’da veya grup konuĢmalarında Ġsrail’e yükle-

niyor. Resmen asıyor kesiyor. Hatta Konya’da

“bence Hamas bir terör örgütü değil seçilmiş siyasi

örgüttür. Üyelerin hapis yatmalarını anlayamıyo-

rum” diyerek aslında nerede olduğunu gösteriyor.

Ġsrail El-Fetih’e ve Arafat’a daha beterini yaparken

AKP hükümetinin sesi çıkmazken; Amerika Kuzey

Irak’ta onlarca Türkmen’i ve Müslüman’ı öldürürken

sesi çıkmıyorken; Irak’ta askerimizin baĢına çuval

geçirilirken; Amerikan çıkarları için Afganistan’da

Türk askeri dolaĢırken; Amerika PKK ve sözde

Kuzey Irak’ta bir grubun sözcüsü olduğunu söyle-

yen ipsiz sapsız adamları Beyaz Saray’da kabul

ederken; Kuzey Kıbrıs’ı tanıyacak ülkelerin önünde

duran Amerika’ya ses çıkarmazken; konu Hamas

oldu mu Ģahin, kartal kesiliniyor. Ülkemizin çıkarla-

rından daha çok Hamas’ın çıkarları düĢünülüyor.

Sözün kısası AKP hükümeti 8 yıldır -Ģahsi görü-

Ģüm- “bizi salak yerine koymaya çalıĢıyor.” DSP-

MHP-ANAP koalisyonundan kalan, Türkiye arabu-

luculuk yapabilir, bölgedeki bütün ülkelerle konuşa-

bilir aynı masaya oturabilir, dıĢ politikasını yerle bir

ettiler. Bugün biz artık arabulucu olmadan baĢka

ülkelerle aynı masaya oturamaz hale geldik. Tabii

Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Ġran’da

Ahmedinejad hariç; onlarla rahat rahat her masaya

otururuz. Gerçekten baĢlıkta da belirttiğim gibi

“one minute” ya da Türkçesiyle “bir dakika, ne

oluyoruz?”

[email protected]

Sayfa 63 Sayı 23

İsrail El-Fetih’e ve Arafat’a da-

ha beterini yaparken AKP hü-

kümetinin sesi çıkmazken; Ame-

rika Kuzey Irak’ta onlarca

Türkmen’i ve Müslüman’ı öldü-

rürken sesi çıkmıyorken; Irak’ta

askerimizin başına çuval geçiri-

lirken; Amerikan çıkarları için

Afganistan’da Türk askeri dola-

şırken; Amerika PKK ve sözde

Kuzey Irak’ta bir grubun sözcü-

sü olduğunu söyleyen ipsiz sap-

sız adamları Beyaz Saray’da

kabul ederken; Kuzey Kıbrıs’ı

tanıyacak ülkelerin önünde du-

ran Amerika’ya ses çıkarmaz-

ken; konu Hamas oldu mu şa-

hin, kartal kesiliniyor.

Page 64: Politika Dergisi Sayi 23

Hakan HABĠP

G iriĢ

“Nasıl bir eğitim” sorusuna bakıĢ açım

Ģöyle: “Siyasi, askeri, ekonomik, bilimsel,

sanatsal, fikirsel, kısaca etki imkanı olan

kiĢilerin “toplumun hizmetkârıyım” diyen, böyle his-

seden ve yaĢayan bireyler olarak yeĢermesi için

nasıl bir öğrenim sistemi olmalı?”

Değerli okuyucu, son 10 senedir öğrenim konu-

sunda bazı fikirler geliĢtirdim ve farklı ölçülerde

paylaĢtım. Çağrıyı bir fırsat olarak değerlendiriyo-

rum. PaylaĢımın bu topraklar için faydalı olacağı-

na inanıyorum.

Yazıdaki önceliğim öğrenim sürecinin ruhuyla

ilgili. “Ruh” kelimesini de öğrenimin hedef + değer-

leri (arayüz) kavramları olarak değerlendirebilirsi-

niz.

Ġçerik, öğretmen formasyonu ve içeriğin nasıl ak-

tarıldığı ve bugünkü okulların nasıl değiĢmesi ge-

rektiği konuları önceliklerim değil. Ancak, bu nokta-

larda da değiĢim hakkında bir baĢlangıç yapıyorum.

Ülkemizde ve dünyada da öğrenim konusuyla

ilgili en büyük sorunların hedef ve değerler (arayüz)

noktalarında olduğunu düĢünüyorum. Çözüm zi-

hinsel bir zıplama gerektiriyor. Bu zıplama olduk-

tan sonra geliĢtirilen içerik, öğretmen formasyonu,

aktarım yöntemleri ve “yeni okul” modellemesinin

göreceli olarak daha kolaylıkla olabileceğini düĢü-

nüyorum. Uzmanlarıyla birlikte bu konuda seve

seve çalıĢırım.

Peki, burada ifade edilen fikirler “ne kadar evren-

sel, bu topraklara ne kadar uygun, ve ne kadarı

yaşama geçebilir” diye sorarsan, bu konularda, de-

ğerli okuyucu, sen karar vereceksin. Kararında

acele etme. Çünkü kararın her şeyi sorgulamana

sebep olacak.

Yazdıklarım tek kelimeli bir teklif içeriyor. Bu

teklif belli varsayımlara dayanıyor.

Bahsettiğim varsayım ve kavramlar 1999-2000

yıllarında bir dizi proje üstünde çalıĢırken karĢıma

çıktılar. Son 11 sene içinde onlarca kiĢiyle (her

yaĢtan, yöreden, ülkeden, öğrenim seviyesinden,

ekonomik durumdan) bu kavramları paylaĢtım.

Neredeyse hepsi, kavramları doğru algıladı ve de-

ğer gördü. Fikirleri eyleme geçirip, farklı yerlerde iĢ

geliĢtirme bağlamında kullandım. Sonuçlarından

memnunum, devam ediyorum.

Sayfa 64 Politika Dergisi

Konak Belediyesi’nin 2010-Ocak tarihli çağrısına cevap olarak yazıldı.

Nasıl Bir Eğitim?

Çözüm zihinsel bir zıpla-

ma gerektiriyor. Bu zıp-

lama olduktan sonra geliş-

tirilen içerik, öğretmen

formasyonu, aktarım

yöntemleri ve “yeni okul”

modellemesinin göreceli

olarak daha kolaylıkla

olabileceğini düşünüyo-

rum.

Page 65: Politika Dergisi Sayi 23

“Nasıl bir eğitim?” sorusunda hakkıyla cevap ve-

rebilmek için “neden yaĢıyoruz?” sorusuna cevap

vermemiz gerektiğini düĢünüyorum. Teklifim:

“üretim.” En geniĢ anlamıyla bu kelimeye sahip

çıkalım. Eğer çıkmazsak, o zaman baĢka kavram-

lar empoze ediliyor ve bu kavramları kabul edip,

yaĢamak zorunda kalıyoruz. Ne yazık ki, empoze

edilen kavramların çoğu “tüketimi” içeriyor: Tüketi-

lenler de çoğunlukla zaman, enerji, çocuklarımız,

ve doğa oluyor. Hepimizin vicdanımıza dayanarak

seçimimizi “tüketim” yönünde değil, “üretim” yönün-

de kullanacağımıza inanıyorum. YaĢamın ve öğ-

renimin hedefi olarak tek kelimeli teklifim:

“üretim.”

Varsayım 1: Evrenin en kısa ve basit imzası-

nın “üretim”, “değer üretimi”, “farklıları bir ara-

ya getirerek değer üretimi” olduğuna inanıyo-

rum. Ancak farklı cinslerin üretebilmesiyle, yaĢam

bunun basit bir örneği. Cinsleri bırakıp, derine iner-

sek, bakıyoruz ki farklı DNA’lar sağlıklı nesiller

oluĢturuyor, benzer DNA’lar sorunlu nesiller.

Farklıları bir araya getirip, birlikte üretmek evre-

nin, yaşamın hedefiyse, öğrenim sistemimizin he-

defi de bu olması gerekmez mi? YaĢam Ģeklimiz

bunu ne kadar yansıtıyor? Ve yansıtmıyorsa, evre-

ne ne kadar uyumluyuz?

Tarihteki yönelimler bize kılavuz olabilir mi? Bu-

gün yapacağımız tercihler geleceği Ģekillendirme-

mize yardım eder mi? Benim her iki soruya da ce-

vabım, inancım: Evet.

Varsayım 2: Kendimizi ifade etmek için seçti-

ğimiz her kelime fikirlerimizi, fikirlerimiz vicdan

denilen değerlerimizi/seçimlerimizi, değerleri-

miz eylemlerimizi, eylemlerimiz bizi, biz toplu-

mu, toplum da dünyayı adım adım Ģekillendiri-

yoruz, diye düĢünüyorum.

“Eğer biz ne yapsak da fark etmez, gelecek zaten

yazılmış” gibi kaderci bir düĢünce Ģekliniz varsa, o

zaman yazdıklarım sizi düĢündürebilir, hatta rahat-

sız edebilir. Belki de en çok eriĢmek istediğim kiĢi-

ler, fikirlerimle sarılmak istediğim, ikna etmek istedi-

ğim kiĢiler sizlersiniz. Umarım size eriĢebilirim.

Yazının kalanında önce insanlık tarihinde yaĢa-

nanları ve öğrenimin tarihçesini en genel hatlarıyla

yorumlayacağım. Sonra bizi nasıl bir gelecek bekli-

yor, konusunda da inancımı paylaĢacağım. Bu ara-

da daha sonra olumlu geleceği inĢa yolunda araç-

larımızı seçeceğim: kelimeler, deyimler, değerler

ve fikirler.

“Nasıl bir eğitim” sorusuna sağlıklı cevap

verebilmenin yolunun; yaĢam sebebimizi seçip,

ona göre değerlerimizi gözden geçirip, yine bu

değerlere göre öğrenimi modellemekten geçti-

ğine inanıyorum.

Zaman boyutu

Yorum 1: Ġnsanlık tarihinin gerçekten çok kısa,

hızla ileri sarılan bir özeti:

Sahip olmak mı, var olmak mı? Bir sıfat ol-

mak mı, birlikte inĢa etmek mi? Zorbayla - akıl

yolcusu arasında kapıĢmalar: … avcı, çiftçi, sı-

nırların çekilmesi, ateĢin bulunması, tarım, dil, alfa-

beler, yazı, yerleĢik düzen, yerleĢik inanç modelle-

ri, gıdanın tuz ve baharatla uzun süre saklanabil-

mesi, ilk birikimler, birikimler için kapıĢmalar, ka-

pıĢmalardan uzaklaĢmak için yolculuklar, tekerlek,

değiĢ-tokuĢ için para, keĢifler, hayatta kalma ve

navigasyon becerileri, bilinmeze yolculuk sırasında

ihtiyaç duyulan inanç modelleri, yerleĢik düzen ve

gezgin yaĢam arasında git-geller ve çeliĢkiler, coğ-

rafyaya bağlı deneyim, etkileĢim, öğrenim, ve üre-

timler … doğayla, hastalıklarla, gruplar içi ve arası

mücadeleler … sahip olma odaklı ve inanç odaklı

Sayfa 65 Sayı 23

Tarihteki yönelimler

bize kılavuz olabilir

mi? Bugün yapaca-

ğımız tercihler gele-

ceği şekillendirme-

mize yardım eder

mi? Benim her iki

soruya da cevabım,

inancım: Evet.

Page 66: Politika Dergisi Sayi 23

yaĢamın sonucu feodal yapılar ve bunlar arası güç

için çatıĢmalar … çatıĢtıkça anlamsızlaĢan yaĢam

… rönesans denilen fikir, paylaĢım, ve üreten bire-

yin isyanı, hür olmak isteyen ruh, iradesiyle Ģekil

veren, üreten birey, … dünyanın keĢfi, kitap, harita

basımı, feodal ve emperyal gücün üreten tüccar,

halk ve milliyetçi duygularla köĢesine itilmesi, kutu-

sundan çıkan bu kavramı bayrak eden sahip olma

arzusu, endüstriyel devrim sonucu değerini yitiren

birey, üreten kurumların eline geçen güç, gücün

çatıĢma araçları için kullanılması sonucu ortaya

çıkan dengesizlikler, petrol çağı ve geliĢmelerin

ivme kazanması, suni gübre ve ucuzlayan gıda,

unutulan doğal tarım bilgileri, hızla artan nüfus,

mobilite, teknoloji, iletiĢim, internet, hızla artan pay-

laĢım, yok olma yolunda özlük hakları, genetik mü-

hendisliği, nano teknoloji, yaĢlanan nüfus, … ilaçla,

inançla, milliyetçilikle, ırkla, cinsellikle, tüketimle,

medyayla, futbolla güdümlenen, kahveyle uyutulan

toplumlar, … dünyanın ruhundan uzaklaĢıp, onu

dinlemeyi unutan, kendine yabancılaĢan, bir taraf-

tan kendini genetikle ölümsüzleĢtirmeye çalıĢan,

bir taraftan değiĢtirdiği iklimle, geliĢtirdiği çatıĢma

araçlarıyla tüm yaĢamı yok etme tehdidi altında

tutabilen, … bir taraftan uzaya, bir taraftan denizle-

rin altına, atomun içine uzanmaya çalıĢan, kibir ve

hırsla gözü dönmüĢ ve diğer tarafta bunları farkın-

da olup ne yapacağını bilemeyen … geliri ve

farkındalıkları uçurumlarla ayrılabilen … cımbız ve

aynasıyla, umursamazlığa itilmiĢ, eksi ve artısıyla:

Ġnsan - evrenin çocuğu: borçlu!

Borçlu olduğu ders: Çevre – enerji – gıda konu-

larını dengeleyip, neslini devam ettirebilme dersi.

Dünyada yaĢam devam edecek mi? Bildiğimiz gibi

bir yaşam devam edecek mi? ÇatıĢmasız ve den-

geli bir yaĢam olabilecek mi? Hatta insanlık dünya-

da kurabildiği dengeli yaĢam sayesinde açlığın so-

nu, herkese sağlık, yaĢamın uzaması, zekanın art-

ması, uzay yolculuğu gibi asırlardır hayalini kurdu-

ğu gelecek kapılarını açabilecek mi? Yoksa, oyun

buraya kadar mı?

“Bu borç adil değil. Yüz veya binlerce neslin hata-

ları sonucu” desek de boĢ. AĢılamayacak bir duva-

rın önünde mi, yoksa muhteĢem maceralara gebe

bir geleceğin kapısının önünde miyiz, biz karar veri-

yoruz. Alınan karardan sorumluyuz. Karar önce

bizi, sonra da geleceği Ģekillendiriyor.

“Eğitim” dediğimiz kavram bugüne kadar bizi

nasıl inĢa etti? KullanılmıĢ modellerden ne öğ-

renebiliriz?

Yorum 2: Öğrenimin gerçekten çok kısa tarih-

çesi:

Kızılderili (yerleĢik): “Bir çocuğu eğitmek için

bütün bir köy gerekli.” Ağızdan ağza, farklı bireyle-

rin çocuğu hazırlaması/ donatması / ihtiyacı olana

destek olması. Belki de “farklılıkları bir araya geti-

rerek üretelim” kavramına en yakın yaklaĢım. Ka-

bile içinde yaygın. Yapı: dağınık. Amaç: yaĢam

için donanım.

Denizciler (gezgin) – dünyayı adım adım keĢfe-

denlerin elindeki bilgilerin bir bölümünü siyasi pat-

ronlarının oluruyla yanlarına aldıkları yetenekli kiĢi-

lere aktarması. Bu da “farklılıklara giderek çözüm

üretmeyi öğrenim” modeli. DönüĢte katılımcılara

büyük avantajlar sağlamıĢ. EriĢim çok, çok sınır-

lı. Yapı: hiyerarĢik. Amaç: güç elde etmek için

donanım.

Endüstriyel devrim öncesi (yerleĢik) – çoğun-

lukla dini kurumların ve öğretmen tutabilecek zen-

ginlerin verebildiği içerik. EriĢim çok sınırlı. Yapı:

hiyerarĢik. Amaç: yaĢam sonrası için donanım.

Endüstriyel devrim sonrası (yerleĢik) – Meka-

nikleĢen bireyin “1’inci sınıftan mezun olursa, maki-

nenin bir çarkı; 2’nci sınıftan mezun olursa, daha

önemli bir çarkı olabileceği” feodal bir mantıkla kur-

gulanmıĢ ve bugüne kadar gelmiĢ, modası geçeli

Sayfa 66 Politika Dergisi

Page 67: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 67 Sayı 23

çok olmuĢ, Ģu aralar “Ģirket” denilen organizmayı

destekleyen model. Göreceli olarak yaygın. Yapı:

çoğunlukla hiyerarĢik. Amaç: para kazanmak

için donanım.

Ġnternet çağı (yerleĢik ve gezgin) – Herkesin

istediğini istediği anda öğrenmesi, öğrenirken dün-

yanın her bir yanından kiĢilerle etkileĢim içinde ola-

bilmesi durumu. Öğrenirken üretmek mümkün.

AlıĢılmıĢ yaĢa bağlı hiyerarĢilerin anlamsız olduğu

usta – çırak iliĢkileri. Öğrenimin maliyeti neredeyse

herkese ulaĢabileceği kadar düĢmek üzere. “Nasıl

bir model olmalı” sorusu her ülkede soruluyor.

“Okul yaratıcılığı öldürüyor” diye haykıran da çok.

Merkezi yaklaĢımların anlık değiĢimler yaĢanabilen

bir içerik uzayında yetersiz kalması ve diğer sorun-

lar ülkemize özgü değil. Yayılma hızı ve olumlu

geliĢim potansiyeli yüksek. Yapı: dağınık, kao-

tik, fraktal. Amaç: çözüm üretmek için dona-

nım.

Gelecek nasıl olabilir?

Varsayım 3: En hızlı değer üretimi fikir, yete-

nek ve sermayenin hızla ve karĢılıklı güvenle bir

araya gelebilmesini talep ediyor. Dolayısıyla, bu

talep, bu kavramların eĢdeğer olduğu bir geleceği

tasarlıyor. Varsayım 4: EtkileĢimle üreten fikir

toplumunun ayak sesleri her yerde duyuluyor.

Her yaĢın, her ekonomik durumdaki kiĢinin, her

öğrenim seviyesindeki kiĢinin üretken olabilmesi

mümkün.

Kelimeler = Kanat çırpıĢı

Yorum 3: Kelebek etkisi bize umut olabilir mi?

Ġnsanlık olarak bu kadar çuvalla, sonra da bir ke-

lebekten umut bekle! Kaos kuramıyla ilgilenmiĢ kiĢi-

ler kelebek etkisini duymuĢlardır. Bir yerlerde bir

kelebeğin yumuĢak kanat çırpıĢı, uzaklarda mü-

kemmel bir fırtınaya sebep olabilir. Peki bu yaklaĢı-

mı coğrafya dıĢında görüyor muyuz?

Bir fikir çıkıyor ve sonucu kısa zamanda farklı

yerlere dağılıyor ve farklı etkiler doğuruyor.

Vikipedi Kuzey Amerika’nın ucuz iĢçilik arayıĢ fikri-

nin nasıl Amerikan iç savaĢına, bunun da dolaylı

olarak Rusya’nın Orta Asya’yı ve Ġngiltere’nin Doğu

Hindistan’ı iĢgaline sebep olduğunu yazıyor.

Kanımca fikirler kelebeklerden aĢağı kalmıyor.

Ne dersiniz? Peki ya fikirleri oluĢturan kelimeler?

Tekrarlayacağım ama: kelimelerin fikirleri, fikir-

lerin değerleri, değerlerin eylemi, eylemin bi-

reyleri, bireylerin toplumları inĢa ettiğini kabul

edebilir miyiz?

Bu durum doğruysa, kelimeler en az kelebekler

kadar becerikliler, diyebilir miyiz? Ya kelimelere

yüklenen anlamlar?

Varsayım 5: Ġzninizle, kaos kuramına güvenerek

“dilimizden olumsuz kelime, deyim ve düĢünce

biçimlerini ayıklayıp, olumlu kelime, deyim, ve

düĢünce biçimleri kullanırsak, olumlu değiĢim

yolunda hızlı ve önemli adımlar atarız.” diye

iddia edeceğim ve teklif ettiğim öğrenimin gelece-

ğini bu kavramlar üstüne kurgulayacağım.

Yorum 4: Olumsuz örnekler:

Eğitim – “eğmekten gelen bir kelime” (Sayın Tı-

naz Titiz‟in sözüdür.). Bireye “Ģekil vermek” gerek-

liliğini ima eden kibirli-feodal bir düĢünce Ģeklinin

yansıması. Doğal olarak “kul üretimi” hedef.

(Ġngilizcede kullanılan “education” bireyin potansi-

yeline erişmesine yardım edebilmek anlamını taĢı-

yor. Farklı ve anlamlı.) Eğitim kelimesini kullan-

mayıp, yerine içten gelen + istekle yapılan an-

lamlarını taĢıyan “öğrenim” desek, nasıl olur?

Eğitim – “eğmekten ge-

len bir kelime” (Sayın

Tınaz Titiz’in sözü-

dür.). Bireye “şekil

vermek” gerekliliğini

ima eden kibirli-feodal

bir düşünce şeklinin

yansıması. Doğal ola-

rak “kul üretimi” he-

def.

Page 68: Politika Dergisi Sayi 23

Kültür kelimesinin medya, siyasetçiler, ve öğre-

nim sistemi içinde kullanılan Ģekli hep “bir şey ol-

makla” ilgili. Mesela, “Türk olmak,” “Müslüman

olmak,” vs. Türk Dil Kurumu kültür kelimesini

“birlikte yapılan/üretilen Ģeyler” olarak tanımlıyor.

Yani eğer “bir şey olmak” anlamını seçersek,

“ötekini” tanımlıyoruz; “birlikte üretilen” anlamını

seçersek, farklı kiĢilerle el ele veriyoruz, onlara

sarılıyoruz. Siz hangi anlamı tercih edersiniz?

Hiç düĢündünüz mü; medya, siyaset ve öğrenim

sistemi neden bu anlamları yüklüyor? Yorumum:

Çünkü herkes bu Ģekilde programlanırsa, bireylerin

daha kolay tetiklenmesi ve “ucuz elde edilen/kolay

taraftar” olmaları mümkün. Her gün bu yaramız ne

kadar kaĢınıyor, farkında mıyız? Kültür kelimesi-

ni sadece ve sadece “birlikte yapılan/üretilen”

anlamıyla kullansak, nasıl olur?

Güç / güçle elde edileni yüceltmek: Sanki

olumlu bir Ģey gibi piĢirilip, piĢirilip masamıza geli-

yor bu kelime. Bir sürü anlamı varken, medyada

en çok kullanılan “mutlak nitelik” anlamı; neredey-

se, tanrısal ve eriĢilmez olup, geçen yüzyılın, feo-

dal sistemlerin sonucu. Ġçinde esneklik içermiyor.

Ülkede bugün yüklenmiĢ olduğu anlamıyla iç gücü

temsil edebilecek Ġngilizcedeki “strength” kelimesi-

nin karĢılığı değil.

Tarih “adapte olanın” yaĢama Ģansının daha fazla

olduğunu gösteriyor. Halbuki biz haberlerde ve

politikacıların ağzından “dimdik durmanın, esnek

olmamanın” daha ulvi ve geçerli yol olduğunu öğre-

niyoruz. Biraz da ataerkillik eklenince neden bu

kadar kalp krizi yaĢanıyor diye tekrar düĢünelim?

Kalp “sertliği” ne kadar sevebilir ki?

Tabii buna bağlı bir de baĢka yaramız daha var:

güçle elde edilen Ģeyi kutluyoruz; ama futbol ma-

çında, ama tarihe yaklaĢımımızda. Güç kelimesini

ve güçle elde edileni yüceltmeyi bıraksak, nasıl

olur?

Bilgi; kullanılıĢ Ģekliyle, “bende var, sende yok”

imasını içeren bir kelime. Feodal düzenin yansıma-

sı. Ġnternet dünyasında bilgi her geçen gün daha

yoğun paylaĢılıyor ve yüzlerce, binlerce bireyin etki-

leĢimi sayesinde inĢa ediliyor. Kimsenin tekelinde

değil. Bilgi kelimesini kullananlar bize bir Ģeyler sat-

maya çalıĢıyorlar. Üstünlük taslıyorlar. Samimi de-

ğiller. Bilgi olmadan da fikir olabilir. Bilgiyi öne çıka-

ranlar, fikir kelimesinden ve bu kelimenin doğal ola-

rak zamanla ekonomik ve siyasi gücü topluma ya-

yabilme becerisinden korkanlar. Bilgi kelimesi ye-

rine fikir kelimesine sahip çıkalım. Ya fikir, ya

fakir!

Yaratıcılık – insanların yüzde kaçı yaratıcıdır?

(Cevabı aklınızda tutun lütfen.) Bu kelime süreci

dıĢlayan, sonucu önemseyen bir yaklaĢımın yansı-

ması; Edison binlerce kere ampulün nasıl yapıla-

mayacağını anladıktan sonra keĢif yaptı. KeĢif için

öncelikli gereksinim “deneme ve yanılma.”

“Deneme ve yanılma” ise 6 aylık çocuğun ayağa

kalkmaya çalıĢırken kullandığı yöntem ve hepimize

nefes almak kadar yakın. Durum böyleyken neden

“az sayıda insan yaratıcıdır” kavramını taĢıyan bir

kelimeye bel bağlıyoruz? (Sahi sizin tuttuğunuz

sayı kaçtı?) Bu kelimeyi hiç kullanmayalım. Ye-

rine, süreci öne çıkaran “çözüm üretimi” kavra-

mını kullansak, nasıl olur?

HoĢgörü/tolerans – yine sosyal, siyasi, ekono-

mik “alt-üst” kavramlarını içeren düĢünce Ģeklinin

sonucu bir kelime; ya kucaklıyoruz birbirimizi ya da

sevmiyoruz; ama samimi olalım bari, neyse onu

söylersek, en azından hatadan dönme zamanını

kısaltmıĢ oluruz.

Olumsuz atasözleri/deyimler:

Sayfa 68 Politika Dergisi

Page 69: Politika Dergisi Sayi 23

AteĢ olmayan yerden duman çıkmaz: Bu sözle

herkesi zan altında bırakmak mümkün. Birlikte

üretmek karĢılıklı güven gerektiriyor. Bu söz her

türlü karĢılıklı güveni yok edebilecek bir söz. Kul-

lanmasak, nasıl olur?

Olumsuz düĢünce biçimleri:

“Biz adam olmayız”. “Adamlar yapmış.” Hakikaten

gereksiz yaklaĢımlar.

Daha fazla olsa iyi olur dediğim düĢünce bi-

çimleri:

“KomĢuna sana davranılmasını istediğin gibi dav-

ran” ve “komĢuna sana davranılmasını istemediğin

gibi davranma.”

Örnekler bunlarla sınırlı değil. Öğrenim ve yaĢa-

mın her yanında olumsuz kelimeleri çıkarıp, olumlu

kelimeleri kullanabilmemiz, düĢünce Ģekillerimizi

zamanla olumlu olarak değiĢtirecek. Zamanla hem

bireysel, hem de toplumsal sağlığımız ve yapıcılığı-

mızı da olumlu olarak etkileyecek. GidiĢatı olumlu-

ya çevirme açısından bu yaklaĢım önemli.

Model=fırtına

Yorum 5: “Üretim” kelimesini kabul ettik ve

“doğru kelimelerin” kanat çırpıĢıyla gidiĢatı

olumluya çevirdik diyelim, peki bundan sonra

nasıl bir yol haritası, nasıl bir okul olabilir?

Fikir kelimesine saygı duyan ve üretim hedefine

adım adım ilerleyen bir toplum olabiliriz. Bunun için

öğrenim sitemimizi daha uygun bir Ģekilde kurgula-

yabiliriz. Tek kelimeyle baĢlarsam, odaklanmamız

ve kabul etmemiz belki daha kolay olabilir.

Üretelim.

Değer üretelim.

Kalıcı değer üretelim.

En az tüketerek kalıcı değer üretelim.

En az tüketerek ve en fazla insanı olumlu etkile-

yebilecek kalıcı değer üretelim.

En az tüketerek, en fazla insanı ve çevreyi en

olumlu etkileyebilecek kalıcı değer üretelim.

Farklılıkları bir araya getirip, en az tüketerek, en

fazla insanı ve çevreyi en olumlu etkileyebilecek

kalıcı değer üretelim.

Farklılıkları bir araya getirip, bağlılıkla hedefe

yönelik olarak bir arada tutup, el ele, en az tükete-

rek, en fazla insanı ve en geniĢ çevreyi en olumlu

etkileyebilecek kalıcı, ilham verici değer üretelim.

Bu cümle bizim bireysel, kurumsal, ülkesel, hatta

soysal (insan soyu) hedefimiz olabilir mi? Anaya-

samızın özeti olabilir mi? Olmaması için bir sebep

var mı? Olmasının herhangi bir zararı olabilir mi?

Bu yaklaĢıma “üretimin açılımı” diyorum.

Peki farklılıkları bir araya getirip, bağlılıkla bir

arada tutabilmenin bir yolu var mı? YaĢadıklarım

ve öğrendiklerim aĢağıdaki gibi bir yol haritası/

arayüz olabileceğini gösteriyor. Bu yol en alt basa-

maktan, yukarı çıkıyor ve sonra amaç spesifik ola-

rak tekrarlanıyor diye teklif etsem, ne dersiniz? Bu

kavramları evrensel olarak nitelendirebilir miyiz?

Yorum6: “Üretimin yolu”

(değerler=arayüz=metodoloji):

Bu basamakların doğrulamasını Ģu Ģekilde yapı-

yorum: DiĢi ve erkek arasındaki samimiyet sonucu

Sayfa 69 Sayı 23

Peki farklılıkları bir araya

getirip, bağlılıkla bir arada

tutabilmenin bir yolu var

mı? Yaşadıklarım ve öğ-

rendiklerim aşağıdaki gibi

bir yol haritası/arayüz ola-

bileceğini gösteriyor. Bu

yol en alt basamaktan, yu-

karı çıkıyor ve sonra amaç

spesifik olarak tekrarlanı-

yor diye teklif etsem, ne

dersiniz?

Page 70: Politika Dergisi Sayi 23

ortaya “yaĢam” çıkıyor; “yaĢam” konuĢuyor, dinliyor

ve öğreniyor; etkileĢim içinde öğrenirken ekiplerin,

takımların parçası oluyor; hedef odaklı ekiplere

bağlılıkla değer üretiyor.

“Hepimiz yaĢam boyunca üretimin yolunu yürü-

yoruz, farklı konularda, farklı ekiplere girip, üretiyo-

ruz. Farkında olarak veya olmadan her baĢarımı-

zın arkasında bu yaklaĢım var. Hatta her organiz-

ma, küçük-büyük bu yolu yürüyor!” dersem, durup

düĢünür müsünüz?

Geldiğimiz nokta önemli olabilir. Üretim kelimesi-

ni hedef olarak saptayıp, bu hedefe eriĢimin yolunu

ve değerlerini düĢlüyoruz. Sorgulayıp, nefes ala-

lım.

Alalım çünkü bu yaklaĢımı kabul edersek o za-

man sorgulamamız gereken Ģey belli: Öğrenim

sistemimiz bu kavramlara ne kadar yakın? Ġçerik

ne durumda, aktarımı ne durumda, hedefleri ne

durumda?

Öğrenimin hedefi net değil. Ġçeriği ise ne yazık ki

tüm dünyada politize olmuĢ durumda. Sadece içe-

riği değil, nasıl aktarıldığı da sorunlu.

Eğer öğrenimin amacı “üretim” olursa, o zaman

içerik “üretim amaçlı becerilerle” doldurulacak. Ve

bu “üretim amaçlı beceri içeriğinin aktarımı” yukarı-

daki “arayüz” kullanılarak kurgulanırsa, herkesin

“üretim odaklı becerilerle donanması” daha kolay

olacak.

Öğrendiği Ģeyde anlam bulan ve tüm enerjisiyle

kendini inĢa eden öğrenci tiplemesi ne kadar yapı-

cı olabilir, farkında mıyız?

Hedefinin en sağlıklı ve anlamlı üretim olduğu,

her yaĢın paylaĢarak öğrendiği ve içeriğin sürekli

değiĢebileceği bir ortamda öğrenim/üretim yapılan

kurum nasıl olabilir? “Yeni okul” bünyesinde fikir,

yetenek ve kaynakları öngörülebilinir prensiplerle

bir araya getirebilirsek hızlı yol alabiliriz diye düĢü-

nüyorum. Bu prensiplerin baĢında mesela, üretilen

değerin eĢ olarak paylaĢımı olabilir. Bu hem karĢı-

lıklı güveni, hem de motivasyonu en üst noktada

tutacaktır.

Yorum 7: Hedef, “yeni okul,” üretim amaçlı

beceriler (içerik), içeriğin iĢleme arayüzü

(“üretimin yolu”) görseli:

“Yeni okul” “üretimin yolunu” kullanarak farklı

özelliklerde bireyleri proje bazında bir araya getiren

bir yer. Mutlaka fiziksel bir mekan olmak zorunda

değil, sanal bir ortam da olabilir.

Doğal olarak “yeni okul” fikirlerin patentlenmesini

ve gerçekleĢtirilebilmesi içinde kaynağı (mesela,

risk sermayesini) barındırıyor. Risk sermayesine

doğal alternatif de farklı kurumların reklam harca-

malarının bir kısmını bu çeĢit üretimi destekleyerek

kullanması ile olur. Dolayısıyla “yeni okul” üreten

insanlara ve üretilen metalara ihtiyacı olan kiĢiler

tarafından finanse ediliyor.

Sayfa 70 Politika Dergisi

Page 71: Politika Dergisi Sayi 23

Model kaynak olan kiĢi veya kurumun hep kaynak

noktasında olması gerektiğini önermiyor. PaylaĢım

formülü belli olduğu için “yeni okuldaki” bireyler pro-

je bazında fikir, yetenek veya kaynak noktalarından

herhangi birinde olabiliyorlar. Asıl olan seçimleri.

Ġçerik: Her yaĢta bireyin üretmesi mümkün. Her

yaĢa uygun sağlıklı düĢünme, anlama, ifade, dinle-

me, etkileĢim, takım çalıĢmaları, bağlılık çalıĢmaları

yapmak mümkün. Kısaca içerik ve adımları

arayüze bağlı olarak modellenmeli.

Öğretmenler: Öğretmenlerin hedef ve arayüz

konularında bir sohbet sonrası, kabul ettikleri ölçü-

de bu modele katkıda bulunmaları mümkün. ġüp-

heler olacaktır. Ancak, katılımcılar ürettikçe, mode-

le güven ve motivasyon artacaktır. Bu modelde öğ-

retmenler kapı açıcı, yol arkadaĢı, birlikte çalıĢma

konusunda kolaylaĢtırıcı rolündedir.

Aktarım Ģekli: Aktarım Ģekli kısaca “yaparak”

olacak. Herkes yaparak öğrenecek, üretecek, kaza-

nacak.

Bugünkü okullar (idare/fiziksel yapı): Okul ida-

recileri hedef ve arayüz konularında bir sohbet son-

rası, kabul ettikleri ölçüde modeli benimseyecek ve

kullanacaklar. Kullanım güven geliĢtikçe artacak ve

organikleĢecek. Model içinde “yeni okul” idarecileri

fikir, yetenek ve kaynağı en sağlıklı Ģekilde bir ara-

ya getirebildikleri oranda baĢarılı olacaklar. Fiziksel

yapı, mesela sınıflar, “içerik adımı” ve “proje bazlı”

kullanılacaklar.

Böyle bir yaklaĢım nasıl zihinsel yaklaĢımlarla

en hızlı büyür dersek?

Veli yaklaĢımı: Çocuğumu hür iradesi olan bir

birey olarak görüyorum; ona ve seçimlerine saygılı-

yım; ondan öğrenecek, onunla paylaĢacak çok

Ģeyim var; çocuğuma sonuna kadar güveniyorum;

çocuğumu en kısa zamanda ve ekonomik olarak

üretken ve etkin kılacak, yaklaĢım bu.

Öğrenim görevlisi (yol açan, destek olan bilge)

yaklaĢımı: Her biri hür iradeli birey; onlarla neler

paylaĢabilirim, nasıl yollarını açabilirim? Birlikte

neler üretebiliriz?

Siyasi erk yaklaĢımı: Her vatandaĢa sonuna

kadar güveniyorum;

Özet ve tohum

Olumsuz kelimeleri kullanmayıp, olumluları kulla-

nıp, üretim odaklı, herkesle el ele, paylaĢımcı, adil

bir öğrenim / yaĢam modeli kurgulamak mümkün.

Dünyanın yüzümüze tuttuğu ekoloji aynası hepimi-

zi çözüm için birleĢtiriyor. Her ülkenin bu modele

ihtiyacı var.

Bu yazıda geliĢtirilen modeli Mevlana’nın mi-

rasçısı, farklı toplumların karıĢmıĢ olduğu, üç

kıta arası köprü olan, farklı kavimlerle iliĢkiler

kurabilme becerisine ve bu toplumların ortak

içerik zenginliğine doğal olarak beĢik Anadolu’-

Sayfa 71 Sayı 23

Olumsuz kelimeleri kullan-

mayıp, olumluları kulla-

nıp, üretim odaklı, herkesle

el ele, paylaşımcı, adil bir

öğrenim / yaşam modeli

kurgulamak mümkün.

Dünyanın yüzümüze tut-

tuğu ekoloji aynası hepimi-

zi çözüm için birleştiriyor.

Page 72: Politika Dergisi Sayi 23

da yeĢertmek hem mümkün, hem de tarihin

verdiği bir sorumluluk. YaklaĢım dünyaya bor-

cumuzu ödeyebilme yolunda herkese umut ola-

bilir.

Bu yolu yürümek için cesaret gerekli. Öğrenimin

içeriğini bu kavramların etrafına sargılayıp, her

yaĢta üreten bireylerin olabilmesini sağlamak

mümkün. Geleceği, kuĢkusuz, olumlu bireyler inĢa

edecek. Bu bireylerin en önemli becerileri bilgi-

leri, paraları, çatıĢma aletleri değil birlikte çö-

züm üreten süreçler oluşturabilmek olacak. Bu

da zamanla en üretken insanların bu topraklardan

çıkmasını veya buraya gelmesini garantileyebilir.

Umarım bu fikirler “daha iyi bir eğitim sistemi na-

sıl olur” sorgulamasına yardımcı olurlar.

Yazının baĢında söylemiĢ olduğum gibi bu yazı-

nın değerli yolcusu, bu fikirler “ne kadar evrensel,

bu topraklara ne kadar uygun ve ne kadarı yaşama

geçebilir” sorularına sen karar vereceksin.

Toplumlar ne tip insanları bağrına basarsa, ona

benziyor; hep birlikte sevgiyle evrene daha uyumlu

bir öğrenim modeli üretelim ve paylaĢalım ki, üreten

insan olsun ki, topluma hizmet etsin ki, … borcumu-

zu yavaĢ yavaĢ ödeyelim, aklın yolcusu, ne dersin?

Notum: Tarihçi değilim. Ġstanbul’da doğdum. 12

sene ABD ve 5 sene Fransa’da yaĢadım. Matema-

tik ve iĢletme okudum. Kurumsal satıĢ, dağıtım,

üretim, bankacılık iĢlerinde çalıĢtım. Hepsinden

öğrendim. En çok üretimi sevdim. “Türkiye en

hızlı nasıl kalkınır” içerikli internetvadisi diye bir

kavram geliĢtirdim ve 2000 yılından beri paylaĢıyo-

rum.

Yazdıklarım gözlemlerim, yaĢadıklarım, araĢtır-

malarım, ve paylaĢımlarım üstüne kurgulanmıĢtır.

Doğal olarak bu yaklaĢımın tamamını geliĢtirmek

mümkün. GeliĢtirebilirsem, çok da sevinirim doğru-

su.

Fikirler benim diyorum ama oluĢumlarında 49

senede yaĢadıklarımın, okuduklarımın, etkileĢim

içine girdiğim herkesin belli ölçüde katkısı olmuĢ

olduğunu itiraf etmeliyim. Dolayısıyla herhangi biri

bu fikirlerle veya türevleriyle ortaya çıkabilir. Daha

iddialı olayım, biraz da olsa gözlem yapan, hatalar-

dan ders çıkarmaya çalıĢan birçok insan aynı fikir-

leri derlemiĢ olabilir. Ancak, yolcusu ve içeriği bol

bu topraklarda doğmuĢ olmanın yorum yapabilmek

için bir Ģans ve avantaj olduğuna inanıyorum.

Bu yazıdaki fikirlerin tek tek değerli, ama bir dizin

olarak olumlu değiĢimin DNA’sı gibi algılanıp, çok

çok önemli olabileceğini düĢünüyorum. ArĢimet’in

istediği gibi bir dayanak noktası da olabilir, okuyana

sevgiyle sarılan bir nefes de.

Bu yazıyla ilgili görüĢ, fikir, geliĢtirme önerilerinizi

paylaĢmak isterseniz lütfen yazın:

[email protected]

[email protected]

Sayfa 72 Politika Dergisi

Ahmet Altan yazısında

“Ölenler arasında Güney-

doğulu da vardı” gibi bir

yazı yazmış… Bu, bildiği-

miz kadar Gazze’de yaralı

ve hastalara yardım için-

di; yoksa biz mi çok safdil-

lik ettik, bu tamamen ide-

olojik bir hareket miydi?

Page 73: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 73 Sayı 23

Page 74: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 74 Politika Dergisi

P—Kitap: Seçkiler

Çetin YETKĠN,

Hıristiyan ve Ġslam Siyasal DüĢüncesi

Vural SAVAġ,

Hukuk (!) ile Aldatmak

Alain TOURAINE,

Demokrasi Nedir?

Alev COġKUNĠ

Yeni Mandacılar

Henry KISSINGER,

Diplomasi

Cüneyt ÜLSEVER,

Türkiye’ye Ne Ola-cak?

Haz: Özgür ERDEM,

Sultan Galiyev Tüm Eserleri

Bu Bölüme ĠliĢkin Önerileriniz Ġçin: [email protected]

Mahmut Esat

BOZKURT, Liberalizm Masalı

Mustafa Kemal

ATATÜRK:

“Ben

çocukken

fakirdim. İki

kuruş elime

geçince bunun

bir kuruşunu

kitaba

verirdim. Eğer

böyle

olmasaydım,

bu

yaptıklarımın

hiçbirisini

yapamazdım.”

Seyla BENHABIB,

Ötekilerin Hakları

Celal BAYAR,

ġark Raporu

Cüneyt ARCAYÜREK,

Bir Zamanlar Ankara

Metin TÜKENMEZ,

Toplumbilim ve Spor

Gülsüm Tütüncü

ESMER, Türk Siyasal YaĢamın-

da Ortanın Solu

Hazırlayan Emrah ÖZDEMĠR

[email protected]

Page 75: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 75 Sayı 23

[email protected]

Asım US

C umartesi, saat sabahın 6’sı. Telefonum

çalıyor. Numaraya bakıyorum, ofis. Ama

konuĢmayı çok da beceremeyeceğim,

yarı uykuluyum.

“Bugün gelmeyecek misin?” diyor telefondaki ses.

Gelemeyeceğim, lanet olası, bugün izin günüm.

Bu iĢ çok kazandırmasa da, gene de Ģükretmeli-

yim. Daha da Ģanssız olabilirdim. En azından sigor-

tamı ödüyorlar, fazla mesai ücreti vermeseler de,

izin günümde, sabahın köründe arayıp uyandırsalar

da, inanın bana daha da kötü iĢleri gördüm.

Hiç çalıĢmamaktan iyidir, sürekli sizden karınız

gibi fedakarlık bekleyen bir iĢyeriniz de olsa. Batıda

böyle değildir belki ama, burada yaptığınız her söz-

leĢme, sanki Ģirketinizle evleniyormuĢsunuz gibi.

Görünürde günde 8 saat ücret alırsınız ancak, me-

sailere para vermezler. Cumartesi gittiğiniz olur, ya

da siz evdeyken, uykudayken ararlar. Uyku saatle-

rinizi bile Ģirketinizle geçirirsiniz.

Tam da evlilik gibi değil aslında. ġirket sizi istedi-

ği zaman kapı dıĢarı edebilir.

E-postan var!.. Klink… Klink!.. Bakarsın postaya.

KovulmuĢsundur, muhasebeye çağırıyorlardır. Sa-

bah’ın köründe kalkmalar, para almadan mesaiye

kalmak için zorlanman…

Senin bir hakkın yoktur, ama Ģirket senin efendin-

dir. Tabii Ģirket herkesin efendisi değildir, Ģirketin

efendisi olanlar da var. Ama onlar büyük insanlar-

dır. Yeni kurtarıcılarımız, modern peygamberlerdir.

Ġnsanlık umudunu onların vicdanına bağlamıĢtır.

Türkiye’de doğduysanız, bütün toplumsal sınıfları

unutun. Burjuvazi, proletarya, aristokrasi, orta sı-

nıf… Hepsi palavra bunların burada. Çünkü bu ül-

kede ana olarak üç toplumsal sınıf vardır: Ģanslılar,

torpilliler ve garibanlar.

Eğer Ģanslıysanız, hiçbir Ģey yapmadan sefahat

içinde yaĢayabilirsiniz bu ülkede. 0 lira üretimle,

milyarlarca, hatta trilyonlarca lira tüketirsiniz. ÇalıĢ-

manıza gerek yoktur. Meslek sahibi olmaya gerek

yoktur. Okumaya gerek yoktur. Gerek yoktur ama,

bu sınıfta yaĢayanların, sadece birbirlerine hava

atmak için okuduğunu, hocalar tutup görgü dersleri

aldıklarını, cumartesi günleri brunch partileri sonra-

sı evlerine giderseniz, görebilirsiniz. ġanslı toplum-

sal grubun çocuklarını da, genellikle okuldan kaç-

maları, derslerden rüĢvetle geçmeleri, son model

arabaları ve yanlarından eksik olmayan parasız

konsomatrisler sayesinde tanıyabilirsiniz. ġanslı

gruptaysanız eğer, hiçbir Ģey sizin aleyhinize çalıĢ-

maz. Adam öldürürseniz, kurbana verirler cezayı

bu ülkede.

Bir de torpilliler sınıfı var. Burada da babanız çok

zengin olmasa da, ya bürokrattır, ya akademisyen-

dir, ya askerdir vs… Mutlaka bir yerlerden bir yer-

lere hatırı geçiyordur. Bu sınıfta doğmuĢsanız

eğer, biraz çalıĢma ile, istenen asgari kalifikasyon-

ları kazandığınız vakit, istediğiniz yerde iĢ bulursu-

nuz, tüm kapılar size açılır. Ancak sonra da ömrü-

nüz boyunca sayılmamaya, torpilli diye arkanızdan

konuĢulmasına hazır olmanız lazım. Tıpkı babası

profesör olup, saltanat usulüyle profesörlüğe de-

vam eden evlatlar gibi…

Garibanlar vardır bir de. % bilmemkaçları iĢsiz-

dir. Çoğunlukla hayatları, girdikleri bir cinnet sonu-

cu intiharla sonuçlanır. Tabii buna hayat denebilir-

se. YaĢamak için okumak zorundadırlar, ancak

okuyacak paraları yoktur. Bu gruptaysanız eğer,

her Ģey aleyhinize iĢler. Polis’ten siz dayak yersi-

niz. Askerde ezilirsiniz. Aslında bütün ömrünüz

boyunca ezilirsiniz.

Sanırım ben bu son gruptan değilim. ÇalıĢmaya

ihtiyacım yok, ama çalıĢıyorum. ArkadaĢlarım ne-

den çalıĢtığımı soruyorlar bana. Onlara boĢ boĢ

bakıyorum. BoĢ ama acıyan gözlerle. Genelde ak-

Ģam dıĢarı çıkmak, bir kulüpte tepinip, kızları kes-

mek için çağırılırım. Ama reddederim. Benim iğ-

renç bir hayatım var, ama gene de onlarınkinden

iyidir, diye düĢünüyorum

Modern Hayat

Page 76: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 76 Politika Dergisi

Sabahlarıysa öğürtülerle uyanırım. Lavaboyla

öpüĢürüm. Bir daha, bir daha. Eğer ertesi günden

kalmaysam da, çoğunlukla uyumadan önce kus-

muĢumdur ve uyandığımda yastığımda salya leke-

leri vardır.

Benim iğrenç bir hayatım var, ama hiç dibi göre-

medim.

Aklımdan bunları geçirirken, telefondaki kiĢi sinirli

bir halde telefonu yüzüme kapatıyor. O da gariban

sınıfından aslında. Bu sınıftakiler hınçlarını birbirle-

rinden çıkartırlar, üst gruplara bulaĢacak güçleri

yoktur. Sistem böyle iĢler.

Bütün haftasonu sabah magazin programlarında,

bu ne iĢ yaptığı belli olmayan zengin adamların,

çocuklarını ya da karılarını izlersiniz. Giysileri, kok-

teyller, kavgaları falan filan.

Birazcık hayvan belgeseli tadı verir bana, oturup

izlerim. Doğadaki baĢka yaratıkların hayatlarını,

hatta çiftleĢmelerini bile gösterirler bu magazin

programları. Tereyağımı ekmeğe sürerken bunu

düĢünüyorum. Hayvan belgeselleriyle, bu program-

lar arasındaki farkı biri bana anlatabilir mi?

Eğer bunların doğal yaĢama alanlarına giderse-

niz, bütün gün ne yaptıklarını gözlemleme Ģansınız

olur. Safari gibi düĢünün bunu. Kafede oturup boĢ

lakırdılarla zaman öldüren ceylanlar. Aslında bir su

aygırı olup, altındaki arabasıyla çakal kılığında zeb-

raları kovalayan hayvanları düĢünün. Metropolitan

hunter… Hayatları böyle geçer. YanlıĢ anlamayın

onları suçlamıyorum, ülkedeki düzen bu. Ahlaki

dibevurum sonucu sosyal bir dıĢavurum onlarınkisi.

Hayvan belgesellerini düĢünün.

ArkadaĢım arıyor. Beni Çin lokantasına davet

edecekmiĢ. Gidiyorum, oturuyoruz. Hiçbir yemeğini

bilmediğimden arkadaĢımın söylediğinden söylüyo-

rum. Noodle’mıĢ yemeğin adı, ama bence eriĢte.

Çin lokantasında, neden Noodle isimli bir yemek

vardır? Bu Çince bir ad mı? Çinlilerin çok fakir ol-

duklarını ve üç öğün pirinç yediklerini duymuĢtum

halbuki.

“Garson!!! Bana pirinç lapası getir!” Masadakiler

ĢaĢkın ĢaĢkın bana bakıp, benimle dalga geçiyor-

lar. Ben de onları izliyorum. Erkekler benim üzerim-

den, kızları güldürerek prim kazanma peĢindeler.

Birbirlerine kur yapan ağustos böceklerini düĢü-

nün…

KöĢede bir masada, Ģık giyimli bir adamla, bir

fahiĢe oturuyor. GülüĢüyorlar. Adamın eli, fahiĢenin

bacaklarında. Kızına, baĢka erkeklerle beraber ol-

ması için ayda milyarlarca para veren adam, kendi-

siyle birlikte olan bu kadına gece sonunda 500 lira-

dan fazla vermeyecek.

Gelir dağılımı adaletsizliği!

Bu ülke böyle, diye düĢünüyorum içimden. Küçük

Amerika… Onlar gibi modern yaĢıyoruz biz de.

[email protected]

Page 77: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 77 Sayı 23

[email protected]

Emrah ÖZDEMĠR

“P aranoyaktı… Geceleri bir gürültü

duyduğunda yatağından fırlayıp

tabancasıyla kılıcını eline alıyor, her

gün berberine o gün usturasıyla

boğazını keseceği korkusuyla gidi-

yor, …

Cimriydi… Altın paralarını mürekkep hokkasının

altına, hisse senetlerini günlüklerinin arasına saklı-

yor…

Kadın düşmanıydı…

(…)

Hırslı olduğu kadar acımasızdı da…”

K dergiyi daha önce okumuĢsanız, bu satırların

ve buna benzer onlarcasının bu dergide yer aldığını

bilirsiniz. Edebiyat dergisi olarak bilinen dergi, ya-

zarların daha çok özel yaĢamlarını konu ediniyor:

eĢcinsellikleri, fobileri, uç öyküleri, yasak aĢkları,

zayıflıkları… Derginin 29. sayısında (20 Nisan

2007) Pelin Özgür’ün kaleme aldığı yukarıdaki sa-

tırların öznesi büyük Alman filozofu Arthur

Schopenhauer.

Peki, 1860’da ölen Schopenhauer, 2007 yılında

çıkan bu yazıya nasıl bakıyor:

“…Bir filozofun düşüncelerini incelemek yeri-

ne hayat hikayesini okuyarak, onu anlamaya

çalışanlar, bir resmin kendisini gözardı edip

çerçevesinin biçim ve üslubuna dikkat kesilen-

lere, ahşabın iyi oyulup oyulmadığını, yaldızının

kaça mal olduğunu tartışanlara benzerler.

Bütün bunlar iyi güzel de, ilgileri maddi ve şahsi

mülahazalara yönelmiş olmakla beraber daha ileri

gidip bunu bütünüyle boşuna ve gereksiz bir çaba

haline getirecek bir noktaya vardıran başka bir

zümre vardır. Çünkü büyük bir kafa, insanlara en

derin varlığının hazinelerini açmıştır ve sahip oldu-

ğu kabiliyetlerin üstün çabasıyla sadece onların

yücelmelerine ve ay-

dınlanmalarına katkıda

bulunmakla kalmayıp,

aynı zamanda onuncu

hatta yirminci kuşağa

kadar gelecek nesillere

de hayrı dokunacak

olan eserler meydana

getirmiştir. Böylelikle

bu adam insanlığa

emsalsiz bir bağışta

bulunmuştur, bu

ayaktakımı belki de

bundan cesaret alarak kendilerinin onun kişili-

ğini ve davranışlarını yargılayarak, onda kimi

kusur ve lekeleri bulup ortaya çıkaracak mevki-

de olduklarını düşünürler, çünkü kendi hiçlikle-

rinin ezici duygusuyla karşılaştırıldığında böy-

lesine büyük bir adamın karşısında duydukları

acıyı dindirmek isterler. Bu, sözgelimi Goethe‟nin

hayatının ahlaki yönü üzerine sayısız kitap ve eleş-

tirilerde sürdürülen bütün bu kılı kırk yaran sıkıcı,

usandırıcı tartışmaların gerçek kaynağıdır: Gençli-

ğinde âşık olduğu şu ya da bu kızla evlenmeli miy-

di, evlenmemeli miydi… (…) Böylesine arsız ka-

dirbilmezlik ve kötücül çekiştiricilikle bu sokul-

gan ve işgüzar yargılar, bunların zihni ve fikri

bakımdan olduğu kadar ahlaken de düzenbaz

olduğunu göstermektedir, ki bu çok şey söy-

ler.” (Arthur Schopenhauer, Seçkinlik ve Sıradan-

lık Üzerine, Say Yayınları, Çev: Ahmet Aydoğan,

S.36-37)

Ben hiç yorum katmıyorum: Schopenhauer’in K

dergi ve ona benzer olarak, dâhilerin, “büyük ka-

fa”ların, filozofların, yazarların asıl yapıtlarını bıra-

kıp özel yaĢamlarıyla uğraĢanlara 150 yıl önceden

“peĢinen” verdiği yanıt bu. KeĢke

Schopenhauer’in özel yaĢamını bu kadar incele-

yecekleri yerde, yazdıklarına o kadar baksaydılar.

Hiç olmazsa O’nun yaĢamını konu edinmeselerdi,

birileri bu yazıyı yazmazdı belki…

[email protected]

Schopenhauer “K” Dergi Hakkında Ne Düşünüyor?

Page 78: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 78 Politika Dergisi

Mert ATALAY

B aĢka bir dil bu. Ġnsan beyninin parçalan-

mıĢlığına, bilgilerin kökensizce savrulu-

Ģuna baĢka bir dil bu, karanlığın kökleri-

ne su.

ĠĢte böyle baĢlıyor dedi pervasız, kolera sokakla-

rının sersefili.

Kaldırımları yalayan adımlara paraflar atan Ģair-

lerin ellerinden kaporta döĢüyor muktedir keĢler.

Daha yeni sürülmüĢ ojeli elleri öpmeli, koklamalı

kafa buluyor virane fiyaskolar. ĠĢte… ĠĢte dökülüyor

bir kadının iki göğsünden bembeyaz cümleler, tuta-

mıyoruz, kafamız boynumuza dek 359 derece dö-

nüp avucuna sert kahve doldurulmuĢ dilberden her

gün bir yudum kahve içen adamın adamlığına,

adama ne Ģayet ne Ģahit simitçinin simitlerinin orta-

sından görünen dünya. BoĢluk değil midir Kamil?

Yuvarlak değil midir görünen her Ģey bir simidin

ortasından…

Korna seslerinden ritim çıkaran, Alzheimer taklidi

yapan berberin rengârenk düĢüydü bu; biz karası-

na düĢtük; simsiyah saçları kesip ellerimize verdi.

Yoksa niye tanrıcılık oynamaya çalıĢıyor, dört yol

ağzında ıĢıkları çalınan trafik lambalarında solcula-

rı öldürmekten sol botunun ucu kirlenmiĢ polis?

Keyfleniyor iĢte nargilenin fokurtusu; pencerenin

kenarına bıraktığın gözlükler Ģu koca Ģehrin baka

baka halka açık kerhanelerine bakıyor 23 saat. 1

saatte cigara sarıyorsun, nargile fokurtusu; yahu

anlatım bozukluğu yapmazsan anlayamıyorum

seni, anlaĢamıyoruz kaymakçı, sen bu kaymağa

kirli tırnaklarını değdirmezsen, anlayamıyorsun

değil mi bu sokağı, içinin tertemizliğinden.

Nargile fokurtusu…

Gözlerinin seyir ettiği saliseden ötedir yalanıyor

kaldırımlar. Çorabının renginde döĢeniyor. Kaldı-

rımları, kırmızı- gri kırmızı- gri kırmızı- gri, ince bir

çorap yırtığından bir tane beyaz 5 kırmızıda bir,

uğrunda Ģah damarına neĢter çekilebilecek.

Öyle bir beyaz ten…

öyle bir beyazlık dökülmüĢ kaldırıma… Kırmızı-

Beyaz.

Gece olsa dedikodusu eĢek öldürür, öldü diyen-

ler olur,

Bu iĢin ironisi açık seçik; fikirler ölmez!

KöĢede kaĢını kestirmiĢ ağır ağabeylerin tespihi

ile aynı tınıyı tutturuyor Özgür ve onun külüstürü.

Yandan yandan çizik bilenen bakıĢların tam berdu-

Ģunda Ģarap ĢiĢeleri. Belde tabiî ki… Silah gibi.

Söyleniyor anıra anıra, duyuluyor ancak sessizlik:

Akustik Ģekilde, gümüĢ… tınılarıyla kulaklarda

kıyamet kopmakta.

Etine dolgun kedilere uzanamayan kasaplar

mundar türküsü belleyip müĢteri toparlamaktaydı-

lar. Bu efkarın gökyüzü boĢalmıĢlığına Ģahit / oğlu

21 yaĢında ġırnak’ta Ģehittir. / adama her gün aynı

soruyu soran Ģizoid karakterlerini görmeye baĢla-

makta alabildiğine sokak. Zooney adımını atar at-

maz boynundaki soğuk ölümle yığılıyor yere, 21

yaĢında. Üstüne kitaplar, haberler yazılıyor oku-

Sersefilin Düşü

Page 79: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 79 Sayı 23

yanlara katılım sertifikası verilmek üzere. Herkes

21 yaĢında ġırnak’ ta Ģehit oluyor o vakit, kimin

öldürdüğünü bilerek.

Kimin öldürdüğünü bilerek

Kimin öldürdüğünü bilerek

Kinin öldürdüğünü bilerek…

Giderek sadeleĢiyor sohbetlerin en zakkumlu keli-

meleri, bakılıyor ki eĢref saatinde inlemeler ayıp

oluyor, minareye çıkarılıyor inlemek isteyen, sonra

tüm camilerin minareleri bir kiĢiye bağlanıyor.

Playback ezanlarla playback namazlarla playback

sevaplar iĢleniyor burada.

ÜĢüyoruz.

Aklımızda binlerce cam kırıklarıyla düĢünemiyo-

ruz.

DolmuĢçu yevmiyesini kornasıyla toparlamaya

çalıĢırken sabah sisini indirgeyen sıcaklığa okkalı

küfrünü iĢitip uyanıyor minyatür umutlardan.

- Özgürlük dediğimiz sadece Ģovdur ulan! nara-

sıyla özgür olan kolera sokaklarının sersefilinin

düĢüydü bu, kadınların ojeli tırnaklarını koklayıp

kafa bulandan…

[email protected]

Heavy Metal müziğin öncü-

lerinden, o meĢhur “horned

hand” (boynuzlu el - metalci

simgesi) iĢaretinin de babası,

Ronnie James Dio (1942-

2010) yaĢamını yitirdi...

Rainbow, Black Sabbath ve

Dio gibi adı unutulmaz grup-

larda vokalistti. Bir döneme

damgasını vuran “karanlıktaki

gökkuĢağı” R. J. Dio, rock-

metal müzik dinleyenlerin hafı-

zalarından silinmeyecek.

Biz de bu efsane isim hak-

kında daha sonra bir yazı yaz-

ma sözü vererek tüm sevenle-

rine baĢ sağlığı diliyoruz.

Page 80: Politika Dergisi Sayi 23

Sayfa 80 Politika Dergisi

Emrah ÖZDEMĠR

U lusumuzun övünç kaynağı Fazıl Say’ın

ölümsüz Ģairimiz Nâzım Hikmet için

yaptığı eĢsiz bestelerden oluĢan Nâzım

adlı albümünü hemen hemen duyma-

yan kalmadı. Yine de Nâzım’ın ölüm yıldönümünü

bu yıl bu biçimde sayfalarımıza taĢıyalım, dedim.

Attilâ Ġlhan, her şiirin kendine özgü bir melodisi

olduğunu ve şiirlerin bestelenmesi gerektiğini söy-

lerdi. Büyük Ģairimiz Nâzım’ın sözcükleriyle, dahi

müzsiyenimiz Fazıl Say’ın notaları birbirine çok

yakıĢıyor, bir bütünlük sunuyor. Attilâ Ġlhan’ın ifa-

de ettiği de buydu sanırım.

Ġbrahim Yazıcı’nın Ģefliğinde Bilkent Senfoni ve

Devlet Çoksesli Korosu’na Genco Erkal, Ser-

tab Erener, Güvenç Dağüstün ve küçük kardeĢle-

rimiz eĢlik etmiĢ.

Özellikle Genco Erkal’ın “Nâzım Hikmet vatan

hainliğine devam ediyor hâlâ” derken vurguları ve

gösterdiği içtenlik, Nâzım Hikmet’in Ģu anda da

vatan hainliğine devam ettiği (!) izlenimi yaratıyor.

Bilinmeyen suçlarla aylardır tutuklu bulunan yeni

Nâzımların belki de...

ġehitler, Kuvayi Milliye ġehitleri okunurken, ger-

çekten tüyleriniz diken diken oluyor. Kuvayi Milliye

Ģehitleri mezardan çıkmayacak, ama en azından

kendi yaptıklarınızdan utanır oluyorsunuz…

Nâzım’ın -bildiğim kadarıyla- o türde yazdığı tek

Ģiir olan Üç Selvi’de de Ģiir ve notaların ortak duy-

gusuna kapılıyorsunuz...

Hepsini tek tek saymaya gerek duymuyorum.

Çünkü tüm besteler birbirinden hoĢ ve etkileyici.

“Final” Ģarkısı olan YaĢamaya Dair’i de hayran-

lıkla dinledikten sonra Türkiye’nin yetiĢtirdiği bu iki

büyük isimle aynı dili konuĢtuğunuzu, sizin Ģehirle-

rinizde bu oratoryonun gezdiğini bilerek kendinizi

Ģanslı hissedeceksiniz.

Giderse çok üzüntü duymam, diyenlere inat, seç-

kinliğini doğumdan değil, yapıtlarından kazanmıĢ

olan büyük sanatçının bir yerlere gitmediğini gör-

mek de ülkenin aydınlığı için savaĢımda bulunanla-

ra güç vermiĢtir.

3 Haziran’da Antalya Konyaaltı Açık Hava Tiyat-

rosu’nda Belediye BaĢkanı Mustafa Akaydın’ın da

desteğiyle yeniden çalınan oratoryo için birçok kim-

senin bilet bulamadığını da anımsatmak istedim.

Bildiğim kadarıyla albümün yalnızca DVD sürümü

satılmaktadır.

Klasik parçalara da kendine özgü yorumlarla ayrı

bir hava katan Fazıl Say’ın bu fırsatla daha çok ilgi

görmesi gerektiğini bildirmek istiyorum.

Ġyi ki varsın Fazıl Say, iyi ki vardın Nâzım...

[email protected]

P—Müzik/DVD: Nâzım Oratoryosu (Fazıl SAY)

Page 81: Politika Dergisi Sayi 23

ġEHĠT ASKERLERĠMĠZĠ

SAYGIYLA, MĠNNETLE, BÜYÜK ÜZÜNTÜYLE

ANIYORUZ.

AĠLELERĠNĠN, SEVDĠKLERĠNĠN VE ULUSUMUZUN

BAġI SAĞOLSUN.

PD

www.politikadergisi.com — [email protected]

TeĢekkür:

> Uludağ Üniversitesi’nin eskimez rektörü Mustafa

Yurtkuran’a,

> Değerli hocamız Sertaç

Serdar’a,

> Hocamız Tahir

BaĢtaymaz’a,

> YeniÇağ yazarı Arslan

Bulut’a,

>Dilek ve Oktay

Sinanoğlu çiftine,

> Cumhuriyet yazarı Emre

Kongar’a,

> Kerem Doksat’a,

> Sina AkĢin’e,

> Soner Yalçın’a ve

odatv.com’a,

> Milliyet gazetesi yazarı Melih AĢık’a ve elbette

Haldun Ertem’e,

> UMED BaĢkanı Erdinç

Dündar’a

> Metin Tınay ve Verim

Hosing’e,

> Tüm emeği geçenlere

> Ve tabii ki desteğini esirgemeyen tüm okurla-

rımıza

Dergimize verdikleri destekten ötürü teĢekkür

etmeye borç biliriz.

EY TÜRK GENÇLĠĞĠ!

Birinci ödevin Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve

savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli

(güven) kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dıĢında, seni bu kaynaktan

yoksun bırakmak isteyecek kötüler bulunacaktır. Bir gün, Bağımsızlığını ve

Cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde buluna-

cağın ortamın olanak ve koĢullarını düĢünmeyeceksin! Bu olanak ve koĢullar

çok elveriĢsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine kıymak isteyecek düĢ-

manlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir yenginin temsilcisi olabilirler.

Zorla ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmıĢ, bütün

tersaneleri ele geçirilmiĢ, bütün orduları dağıtılmıĢ ve yurdun her köĢesine ey-

lemli olarak girilmiĢ olabilir. Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç

olmak üzere, yurdun içinde yönetim baĢında bulunanlar, aymazlık ve sapkın-

lık ve üstelik hayinlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim baĢında bulunan

böyleleri, kiĢisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmıĢ olan (dıĢ) düĢmanların siya-

sal amaçlarıyla birleĢtirebilirler. Ulus, yoksulluk ve darlık içinde ezgin ve bitkin

düĢmüĢ olabilir.

Ey Türk geleceğinin genç kuĢakları! ĠĢte bu ortam ve koĢullarda bile ödevin,

Türk Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.

Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.

Page 82: Politika Dergisi Sayi 23