pervin Ünalp ile sÖyleŞİ - ankara barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili...

11
> Kültür & Sanat 86 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi mezunu bir oyuncu Pervin Ünalp. Bizi kırmıyor, bir akşam buluşup uzun uzun sohbet ediyoruz, yolculuğunu anlatıyor bize; avukat ya da psikolog olma isteğiyle yola çıkıp kendini -içindeki ışığı uzun süre gizle- yemediğinden olacak- biraz da tesadüf ese- ri, sahnede buluşunu… Hikayesini Pervin Hanım’dan dinleyelim; Psikolog ya da avukat olmak istiyordum, hepsini içeren tiyatrocu oldum. Bir tiyatro- cunun, bir şeyleri savunduğunu bildiği için sağlam bir avukatlık nosyonu, yaptığı işi de- taylandırabilmesi için de çok iyi bir psikolog olması lazım. Oyuncu reçete yazmaz; ancak her oyunun sonunda verdiği mesaj, reçete- dir zaten. Yetiştirilme tarzım itibariyle haksızlı- ğa katlanamıyorum. Haksızlığın mutlaka bana yapılmış olması da gerekmiyor. Ta- ciz, ensest, çocuk pornosu gibi durumlara katlanamıyorum ve sanırım eğer hukukçu “Geç Kalanlar”, oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Pervin Ünalp’in bu kez kelimelerin gücüyle büyülediği seyircisini, 16 Ekim’den bu yana, Şinasi Sahnesi’nde bir araya getiriyor. Yazar bu ilk eserini sahne ışıklarıyla buluşturduğu dönemde, bir de kitap armağan ediyor bizlere: Utanç. Aybike KESKİN Stj. Avukat Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ

Upload: others

Post on 28-Jul-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat86 Kültür & SanatKültür & Sanat

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi mezunu bir oyuncu Pervin Ünalp. Bizi kırmıyor, bir akşam buluşup uzun uzun sohbet ediyoruz, yolculuğunu anlatıyor bize; avukat ya da psikolog olma isteğiyle yola çıkıp kendini -içindeki ışığı uzun süre gizle-yemediğinden olacak- biraz da tesadüf ese-ri, sahnede buluşunu… Hikayesini Pervin Hanım’dan dinleyelim;

Psikolog ya da avukat olmak istiyordum, hepsini içeren tiyatrocu oldum. Bir tiyatro-

cunun, bir şeyleri savunduğunu bildiği için sağlam bir avukatlık nosyonu, yaptığı işi de-taylandırabilmesi için de çok iyi bir psikolog olması lazım. Oyuncu reçete yazmaz; ancak her oyunun sonunda verdiği mesaj, reçete-dir zaten.

Yetiştirilme tarzım itibariyle haksızlı-ğa katlanamıyorum. Haksızlığın mutlaka bana yapılmış olması da gerekmiyor. Ta-ciz, ensest, çocuk pornosu gibi durumlara katlanamıyorum ve sanırım eğer hukukçu

“Geç Kalanlar”, oyuncu kimliğiyle tanıdığımız Pervin Ünalp’in bu kez kelimelerin gücüyle büyülediği seyircisini, 16 Ekim’den bu yana, Şinasi Sahnesi’nde bir araya getiriyor. Yazar bu ilk eserini sahne ışıklarıyla buluşturduğu dönemde, bir de kitap armağan ediyor bizlere: Utanç.

Aybike KESKİN Stj. Avukat

Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ

Page 2: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

Kültür & Sanat Kültür & Sanat 87Kültür & Sanat

>

olsaydım, kadınların pek çok eziyete maruz kaldığı böyle bir dönemde, onların çok iyi ve çok fakir avukatı olurdum.

Okul yıllarınızda ‘oyunculuk’ kelimesi neye karşılık geliyordu sizin için?

Lisede oyunlarda oynadım, yağlıboya re-simler yaptım, okul gazetesi çıkardım, mü-zik kolu başkanlığı yaptım, bandoda trom-pet çaldım, basketbolun ilk beşindeydim, halkoyunları ekibinde yer aldım. Yatılı okul-da okuyorsanız eğer, bunu anlamamak için çok şey yapmanız gerekir. O dönem tiyatro-da da oynadım ve herkes bana; “ileride çok iyi bir sanatçı olacaksın” dedi. Ben de hep-sine; “hayır ben avukat olacağım.” dedim. Lisede tarih hocam “sen tiyatrocu olacak-sın.” dedi ve adını koymuş oldu. Bahçeli bir evimiz vardı, ben annemin eski perdelerini alıp bahçeye sahne kurardım, monologlar ezberleyip onları oynardım, 25 kuruşa bilet satardım. Dolayısıyla ailemi şaşırtan bir ka-rar olmadı. Onlar sanatçı olmam yönünde beni hep destekledi. Ben de hukuk ya da psikoloji okuyacaksam da önce tiyatro oku-yayım dedim. Çünkü her yaşta avukat ola-bilirdim. İstiyorsan ve hedef belirlediysen şimdi bile karar verip seneye sınava girip canımı dişime takarak çalışıp sonunda ben de istediğim yerdeyim diyebilirim. 4 sene sonra diyemiyorum ama 5 yıl sonra fakülteyi de bitiririm. Ancak oyunculuk eğitimi almak istiyorsan belli bir yaşta almak zorundasın; sonrasında sertleşiyorsun, kıramıyorsun o kabuğu.

Olmazsa olmazı nedir oyunculuğun?

İçgüdü. Oyuncunun hayvani içgüdülere sahip olması gerek. Tepkilerinde, yapması gerekende çok hesap kitap olmaz. O lafı söylerken elimi kırk beş derece açıyla kal-dırayım demez, eli kalkar zaten ve seyirci bunu yadırgamaz. Ya da bir lafı söylerken yavaş başlar ama cümlenin nereye gidece-ğini bilir. O yüzden içgüdü önemlidir, hisset-mek önemlidir, zeka çok önemlidir.

Aklını daha az kullanan insan, sahnede

bir şey yapamaz. Sahnede konsantre demek kendimden geçtim demek değil. Karşıdaki-nin nabzı kaç atıyor, yanındaki arkadaşım ne durumda, öteki doğru mu, sen ne haldesin, doğru durum, doğru an ‘haydi oynayalım’ ve oynarken de bunlara bakmak demek. ‘Kon-santre olmak, sahnede hangi tahtanın gıcır-dadığını bilmektir ve orayı her seferinde at-layabilmektir gıcırdatmadan’. Konsantre bu kadar dikkat ister. O yüzden de oyun bittiğin-de bizde adrenalin tavana vurmuş olur. Ro-lün ne olursa olsun çok erken yatamazsın. O heyecanı hemen atamazsın. Gece oturma nedenimiz de odur. Hemen uyuyamazsın, kendini sakinleştiriyorsun. Yani belli bir süre geçmesi gerekiyor.

Oyunculukta da öğrenmenin sonu yok sanırım?

Hala gözlemlediğim oyuncu arkadaşla-rım var ama bir idolüm olmadı. Bu elbette “kimse yok” anlamında değil. Egolarımız o kadar yüksek ki... Kendini fark etmekle ilgi-li. Diyorsun ki “bu çok iyi oyuncu”. Evet iyi… Ama sınıfları farklı, verdikleri tat farklı.

Canlandırdığınız rolün üzerinize yapıştı-ğını düşündüğünüz oldu mu hiç ?

Sahnede olmadı. 5 sene oynadığımız oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. Roller tiyatroda sa-dece oyunlarını saydırmana yarıyor. Ben tiyatrodan tanınmaktan daha mutluyum, televizyonda yüzünüz çabuk eskiyor. Füsun karakteri çok tanınıyor tabii. Ama yadırgamı-yorum. Sonuçta Füsun’u da yaratan benim. Belki Füsun biraz yapışık üstüme. Çok şika-yetçi değilim aslında.

Şöhret oyunculuğu nasıl etkiliyor?

Şöhret benim çok hoşlanmadığım ve asla prim vermediğim bir şey. Ben işimi yapıyo-rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum, acı da çekiyorum. Bunun sonunda herkes beni tanısın demem. Patlayan işler yapmadım. Başroller oynadım yıktım geçir-dim mi? Hayır. Ama çok alakasız yerlerde,

Page 3: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat88 Kültür & SanatKültür & Sanat

Zürich Gölü kenarında mesela, bir aile; “biz Özbekistan’dan gelirik, seni seyredirik” dedi bana. Bu kötü mü? Hayır. Demek ki yaptığın iş bir yerlere ulaşmış.

Devletin sanata müdahalesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Tabii ki belli bir kontrolü olsun ama sanat, denetimli yapılacak bir iş değil. Ne amacı, ne yapısı müdahale kabul ediyor. Bu demek de-ğil ki isyankar olsun. Çünkü bir cerraha ame-liyatı nasıl yapacağını söylemek cahillik, cer-rah olman gerekir. Ne niye oldu diye bakarsın ama “şu tür oynayın”, “böyle oynamayın” gibi uyarılar, rahatsız hissetmemize sebep olu-yor. Sanat kıstlama kabul etmiyor. O konuda “keşke biraz daha rahat olsaydık” diyoruz. Bu anlamda bir müdahale, yaratıcılığı ve üre-timi engeller. Döneme göre oyun yazmazsın, oynamazsın. Şu anlamda; tabii ki gündemi yakalayan oyunlar da oynarsın, oynamanız gerekir. Mesela şu dönem sıkıntı iletişimsiz-likse, onunla ilgili tabii ki oynarsın ama biraz önü açık olmalı, yönetmenin nasıl bulduğu, oyuncunun nasıl yorumladığı. Biz sadece en iyisi, en güzeli, en doğrusu, en aydınlığı, en acımasızı, en eleştireni olsun istiyoruz.

Özel tiyatro daha rahat diyebilir miyiz?

Hayır. Hatta maddi, manevi daha zor. Ben disiplinimden dolayı devlet tiyatrolarını daha uygun buluyorum. Biz bu tür duygular-la yoğrulmuşuz, kendi gücümüzü, yapma-mız gerekeni biliyoruz. Özel tiyatrolarda da bir dönem çalıştım. Özel tiyatroların hepsi-nin sürekli ve belirli tarzları var... Komedi, müzikal, politik... O anlamda farklı tarzların hepsinin harmanlandığı yer devlet tiyatrosu. O yüzden daha keyifli ve daha sorumluluk isteyen bir kurum. Tiyatro pahalı bir sanat. Bunu daha önce bir televizyon programında da söyledim. Tiyatro, bir kişilik oyun için bile kırk kişinin görev yaptığı bir yer. Sahnede bir kişi görürsünüz ama kırk kişi çalışır, bir buçuk-iki ay boyunca provasını yapar. Asla “ucuza mal ettim” diyebileceğiniz bir sanat değil. Dekoru, kostümü, malzemesiyle, her şeyiyle pahalıdır. Turneye gidersin, yine kırk kişi. Bu demek değildir ki, “lükse kaçan bir sanat”. Hayır. Ama kendi maliyetini den-gelerse, bunu özel tiyatro için söylüyorum, üstünden biraz para kazanabilir. Özel tiyat-rolara destek yok denecek kadar az, yaşam mücadelesi veriyorlar. Çok büyük dekorlu, çok kalabalık oyun seçemeyebilirler, her

Page 4: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

Kültür & Sanat Kültür & Sanat 89Kültür & Sanat

>

oyunlarına tanıdık, ünlü bir yüz seçmek zorunda olabilir. Bunun amacı yaşayacak kadar para kazanmaktır, “hiç olmazsa mali-yeti kurtaralım da aç kalmayalım”dır. Çünkü tiyatrodan zengin olan yok… Hele özel tiyat-rolar... Durum vahim...

Ocak ayında tiyatro bilet fiyatlarındaki artışla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bildiğim kadarıyla, 2003 yılından beri zam yapılmamış. Bizim bir mail grubumuz var, o gruba gelen yazılardan edindiğim bir bilgi bu. Şu anlamda çok reddetmiyorum; benim iki çocuğum var. Ortalama iki haf-tada bir sinemaya gidiyorlar. Sinema bilet-lerinin fiyatını ve seyrettikleri film sonunda yaptıkları eleştirileri düşününce, o paraya ne aldıklarını düşünüyorum. Bir sinemaya gitmek epey pahalıya geliyor, elbette gitme-sinler demiyorum. Sanatın her dalından ya-rarlansınlar ama tiyatroya gittiklerinde kar-şılaştıkları, oradaki insanların anlık emeği. Sokak işçileri gibidir tiyatrocular. Sokaklar temiz olsun, şehrimiz temiz olsun deyip her yeri süpürmeye çalışan emekçi insanlar gibi. Her akşam o sahneler emekle doluyor. Ben bunu şunun için söylüyorum, “çok mütevazı olma gerçek sanırlar” diye bir söz var. Dev-let tiyatroları o kadar mütevazı ki… O yüzden insanlar çok rahat bir şekilde eleştirebile-ceklerini sanıyorlar. Bilmiyorum, oran olarak insanlara çok gelmiş olabilir ama kısa süre sonra bunun o kadar da etkilemeyeceğini, hatta grup olarak tiyatroya gitme alışkanlı-ğını geliştireceğini göreceksiniz. Yapılan işi bir parça daha sahiplendirici bir şey olabilir, ne kadar çok para verirsen o kadar özenle giyersin ya elbiseyi… Anadolu’nun çeşitli ille-rinde iki liraydı fiyat. İki liradan söz ediyoruz, iki tane demir para. Bu yaptığımız işin basit olduğunu göstermiyor tabii. Kurumumuzun bir amacı da kültürü yaygınlaştırmak. Ama iki liraya bilet aldığı için zahmet edip gelme-yen insanlar var, salon dolu görünüyor ama iki liraya bilet alan o seyirci “iki lira değil mi yansın, önemli değil” dediği için boş salona oynayan sanatçı oluyor. Herkes turneye, kar

kış demiyor gidiyor. Biraz içinin acıyacağı para olsa seyirci de gelir, bileti yakmaz. Ben bu parayı yakmayayım beş lira verdim dü-şüncesiyle. Zammın gerçek düşüncesi nedir bilmiyorum ama benim tahminim böyle.

Tiyatroda da, sinemada da, yaptığım yemekte de herkesin beğenmeme hakkı cebinde…

Bir oyuna gelip beş lira vermek zor gelme-meli öğrencilere de… O beş lirayı o çocuklar Tunalı’ya çıktıklarında zaten harcıyorlar. Avrupa’ya göre bizim fiyatlarımız çok komik. Ben yurtdışına gittiğimde kukla gösterisi seyredelim dedik. İnanın bana verdiğimiz para bir derin nefes aldırdı bana. Çıkardım çıkardım bitmedi cüzdandan. O verdiğim parayla Prag’da iki gece daha kalabilirdim. Ve girdiğimizde de gösteriyi turistik yaptıkla-rını gördüm. Gösteri güzel ama biraz acele. Her saniyesini gözüm açık izledim ben sana para verdim diye. Paris’te Opera Binasını gezmeye 6 Euro verdik. Bizde gelin Büyük Tiyatroyu gezin, rica edin yeter, yanınıza da bir refakatçi verirler... Orada para veriyo-ruz. Bu demek değil ki sanatta her şey para. Ama çok çabuk ulaşılan her şey değersiz kalıyor. O yüzden “ben tiyatroya gittim”in al-tında, “bunun için para bile ayırdım” olabilir belki.

Sahneden seyirciye müdahale etmek zo-runda kaldığınız oldu mu hiç?

Tuluatta belki olabilir öyle bir müdahale ama benim oynadığım oyunlarda olmadı. Sadece bir kere, Komşu Köyün Delisi’nde, seyircinin telefonu çaldı, “köye de telefon mu geldi ne?” diye söylendik aramızda. Susmuyor telefon, ve insanların dikkati dağılıyor, seyirci homurdanıyor, öyle bir du-rumda “köye de telefon gelmiş” gibi bir şey, kendi aramızda konuşuldu ama ondan bile rahatsız oluyoruz neden böyle bir şey söyle-mek zorunda kalalım ki, hani kapatsınlar o telefonu istiyorsun, ama genelde zaten se-yirci o durumlara hemen müdahale ediyor, kendi denetim mekanizmasını kullanıyor,

Page 5: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat90 Kültür & SanatKültür & Sanat

sahneye çok fazla fırsat kalmadan. Yine de bazı alışkanlıkları biz hala kazanamıyoruz, mesela benzinciye girerken telefonlarınızı kapatın diyor, bana sor kaç kere kapatıyo-rum diye herhalde on seferin beşinde ancak kapatıyorum, hemen bir alıp çıkacağım di-yorum oysa hemen bir alıp çıkacağım pat-latmana neden olabilir ‘yapma’ yüzde elli ihtimaldir işte, onu kapat, o girmeden önce bir saniyeni alır ama aksi halde oradaki tüm huzur dağılır. Oyunda da yaptığımız iş, atmosfer işi. O atmosfer bir kere bozulur-sa onu toparlamak inan oyuncunun iki kat eforuna mal oluyor çünkü oyuncu tekrar o bütün seyirciyi avucuna alacak, bakın ben burada bir şey yapıyorum diye. Mesela ben Adana’da çalışırken Adana seyircisi müthiş güzel tepkiler verirdi, çok yorum yapıyordu, bir oyunda kötü anne oynuyordum ‘Uzaklar’ oyununda, birinci perde kızına eziyet eden, biraz bağnaz bir anne. Kızı erkek arkadaşıy-la ders çalışırken basıyor, doktora götürüyor kızı. İkinci perde de kız evden kaçıyor, kendi hayatını kuruyor, anne-baba bunu ziyaret ediyor. O sahnede ben, “benim suçum mu hep benim suçum mu” diyorum, bir gün aşağıdan bir seyirci cevap verdi; “yok be-nim suçum eşşoğlu eşek!”. Nasıl kızdıysa bana…

Oyun sırasında seyirciyi fark ediyor mu-sunuz, görebiliyor musunuz?

Ben seyirciyi görmüyorum genelde, bizde dördüncü duvar denir, seçmiyorum da. Net gören arkadaşlar da var ama ben bakamı-yorum seyirciye. Bilmiyorum bu artı mı eksi mi ama, kendi kafesimin içinde oynayıp çıkı-yorum, bir de gözlerim bozuk ondan da ola-bilir. Ama, kendi adıma söylüyorum bunu, oyundan kopmamak için görmemek benim adıma daha iyi diyebilirim.

Öyleyse, oyuncu bütün salonu tek kişi olarak algılıyor?

Tabi tepkileri alıyorum, arada söylenen cümleleri bile duyduğum oluyor, ama ‘seni seyretmeye geldi, senin bir rolün var, bu

rolü ikna edici oyna, çıktığında sohbet eder-sin.’ diye bakıyorum. Selamda ancak gör-düysem gülümserim ama mutlaka seyirciyi alkışlarım, önde bir iki sırayı görürsün zaten gerisi mutlaka karanlık oluyor ama onun haricinde onlara o şansı vermeyi seviyorum yani benim için oynuyorlar, benim için bir şey yapıyorlar desin. Ve ben de seyirciye dönüp baktığımda herkesle gözgöze gelmiş olma ihtimalim olsun istiyorum. Tabi oyun açık biçimse zaten seyirciye de laf atıyor-sun, oradan da alıyorsun cevabı ya da ya-bancılaştırma da yapıyorsun.

Sahne üzerinde öğrendiklerinizi, bildikle-rinizi başka insanlara, “öğrencilere” aktar-mayı düşündünüz mü? “Hocalık” yaptınız mı hiç?

Hangi dili kullanırsan kullan, bildiğinden öte cümle kuramazsın. Ben de bildiğimden başka cümle kuramam. Bildiğim, bir oyunun provasına başladığımda, eğer arkadaşın-dan yardım istersen ve o da sana anlatırsa, bu eğitmek değildir; uyarmak, uyandırmak, dikkat etmektir. Gençlerden isteyenler, “abla burada ne yapayım” der, eğer gücün yetiyorsa onu seyreder ve “ben şurada ikna olmadım, şöyle mi düşünsen” dersin, aynı şeyi sen de başkasından istersin. Çünkü aşağıdaki göz önemli…

Hoca olmakla ilgili ben düşünmedim ama okul ve öğrencilerden talep geldi. On-lara “hoca olduğumda bu kadar şirin olma-yacağım, canınızı yakarım” dedim.

İkna etmek üzerine bir meslek icra edi-yoruz. Gençlerle birlikte olduğumuzda hep “anı düşün, bulunduğun ortamı düşün, burada sen Zehra oynuyorsun, çocukların orada, şartların bu, hadi bunu düşün…” diyoruz. Kimse Zehra olamaz, sadece Zeh-ra olduğuna ikna eder, kendini de seyirciyi de… Kendini parçalamadan da çok güzel dram oynayabilir, bir tek mimik oynatmadan da komedyen olabilirsin. Bu ana sen ikna olduysan, seyirci de ikna olur, yoksa “hadi be” derler. Ama ikna olma ve bulunduğun

Page 6: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

Kültür & Sanat Kültür & Sanat 91Kültür & Sanat

>

duruma adapte etme, başarıyla gerçekleş-tiyse, fark etmiyor. Bir oyunda köylü kadını, başkasında İngiliz anneyi oynayabiliyorsun.

Rol beş cümleyle, durum üç taneyle sınır-lı değil. Herkesin doğrusu kendine. Sadece ikna etmek gerekiyor benim için. Doğru oy-namıyor olabilir ama seyirciyi ikna edebili-yorsa başarılıdır.

İhtisaslaşma kalıplaşmaya götürür mü bilmiyorum, “benim gibi oyna”, “benim gibi tonla” diyorsa yanlış. Hocalıkta şu olmalı; “malzemesi ne, nasıl yönlendiririm, nasıl yanlıştan kurtarırım, nasıl abartı çizgilerini steril hale getiririm” dersin. Çünkü herkesin malzemesi farklı, her seferinde aynı hamu-ru yoğurmuyorsun. Ondaki malzemeyi bulup çıkarmaktır, hocalık. Ona kapılar açmak, “sen bunu yaparsın, dene” diyebilmektir. O zaman karşıdakinin kendine güveni gelince, o şahlanıp gidecektir… O keyifli kısmı. Zaten olacak çocuğu da anlarsın.

Ben güzel oynamak diye bir terim ka-bul etmiyorum doğru oynayan güzel oynar. Doğru oynadığında zaten “ne güzel oynadı” dedirtirsin. Doğrunun ne olduğu, nasıl oyna-nabileceği çok görecelidir çünkü, karşındaki de seni ikna eder. Karşında yönetmen var, “acaba böyle mi olsa, ben böyle düşünü-yorum” der, sen fikrini söylersin o noktada ikna başlıyor.

Bir eserin sahnelenişinde oyuncunun payı nedir sizce?

Zaman zaman kendimize de sorduğu-muz bir sorudur bu… Yazar yazıyor, yönet-men yorumluyor, peki senin durumun ne? Sen sadece malzeme misin? Hayır! Bedeni-ni, ruhunu katıyorsun… Yazara da yönetme-ne de bir şey katıyorsun ve finalde ikisini de devre dışı bırakıp sen kalıyorsun sahnede Yani bencillik yok burada, o anlamda söy-lüyorum. Aynı amaca hizmet etmek için, ah-tapotun kolları gibi, aynı kalp atışı ile altı kol aynı anda hareket edip bir mesafe almaya çalışıyorsunuz. Bunu yakalamak, belki ilahi bir güç…

Özellikle tiyatroda, seyirci de oyuncular-la bir şekilde bağlantı kurup, kendini ifade etmek isteyebiliyor. Bu çaba hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oyuncunun biraz gizemi kalmalı bence... Çok sıradan, çok günlük olunca “bu muy-muş” oluyor. O gizem korunmalı muhakkak. Mesela yağmur yağıyor kar yağıyor, araba-na koşuyorsun, o sırada “bir konuşsaydık” diyor, “ama yağmur yağıyor, kar yağıyor” di-yorsun. Hasta olursam yarın oyun var. Sen evde yatarsın, müdüründen izin alırsın ama bizim o şansımız yok, biz kırk derece ateşle sahneye çıkacağız, bu bencillik ya da kendi-ni bir şey sanma ya da uzak tutma değil ki, bizde bedenine zarar vermek ceza gerektiri-yor. Mesela ben kayağa gidemem, ayağım kırılırsa hakkımda soruşturma açılır, “oyu-nun varsa neden yaptın” derler. “Neden bakmıyorsun kendine” derler. Senin malze-men vücudun, sesin, ruhun, gözlerin, bey-nin, onları korumaya almaya çalışıyorsun, elinden geldiği kadar. Ben sahnede kırk derece ateşle oyun oynadım. Kostümün

Page 7: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat92 Kültür & SanatKültür & Sanat

kollarına mendiller saklayıp, bayılmayayım diye dua edip sahneye çıkan çok arkada-şım oldu. Bence tiyatronun bencil yanı bu. Malzeme insan olduğu için çok önemli… Bir sanatçının hasta olmak hakkı yok denecek kadar az… Mesela, “Komşu Köyün Delisi’ni” oynarken Ali Hürol’un tansiyonu 19/14 oldu, “doktor çağıralım, oynama” diyorum, “kızım seyirci geldi” diyor bana… Allah ko-rusun ya! Hemşire geldi, dil altı hapı verdi, sahnede hep kontrollü oynadık ki Ali ağabey düşmesin… Garip bir terbiye mi?, alışkanlık mı?, adı konmamış bir kural mı?, seyirci gel-di mi her şey bitiyor zaten…

Çok zor…

Tabii… Sözleşmemiz var, orada açıkça şu yazılı, “deprem yangın sel gibi felaketler dışında perde açılır”. Yani ölmediysen sah-neye çıkacaksın. Bu çok ağır bir koşul. Bu-nun bir derecesi, bir kontrolü olması lazım, karşılıklı güvenle gitmesi ya da birinin “sen hastasın, bu gece çıkamazsın” demesi la-zım. Kararı sana bıraktıkları zaman, seyirci var ya dışarıda, “bak işte o geldi” diyorsun, müthiş bir vicdani sorumluluk oluyor. Onla-rın gelip de oyunu seyredemeden gitmele-rine razı olamıyorsun. Birinin sana; “senin ateşin kırk derece, oynamana izin vermiyo-

rum, ne dersen de” demesi lazım. Bir de ba-zen iki oyunda görevin oluyor. Ben mesela çok uzun yıllar iki oyun bir arada götürdüm. Her akşam oyuna gidiyorum, geliyorum. Psikolojik sıkıntıların oluyor, çocuğunu bı-rakacak yer bulamıyorsun, bunlar sahneye yansımıyor ama senden çok şey götürüyor. Meslek hakikaten çok bencil, her akşam se-kizde ok yaydan çıkacak ve on ikiyi vuracak. Sosyal hayatın kalmıyor. Bayramın, haftaso-nu tatilin yok. Arkadaş grupların dağılıyor, giderek aramıyorlar artık, o yüzden tiyatro-cu insanların tiyatrocularla evlenmesi daha doğal, çünkü “gece on ikide provam var” dediğin zaman seni ancak o anlar. Gece on ikide evinden çıkıyorsun komşuların görü-yor, sabah altıda oyun makyajıyla dönerken yine komşuların görüyor. İşi bilmeyen birine anlatamazsın. Tiyatro bencil bir sanat, kar-şılıklı yarışıp kendi gücünü denediğin bir sanat; “sen o kadar bencil olabilirsin ben de bu kadar güçlüyüm, ben senden yarar-lanayım, sen de benden yararlan” dediğin bir sanat. Ama oyuncu olarak senin bencil olma ihtimalin yok, çünkü kolektif yapılan bir iş, bencil olursan sahne kusuyor, seyir-ciye “bakın şunu nasıl oynuyorum” dersen seyirci bakmıyor. Zor bir meslek. Nesini se-viyorum bilmiyorum. Birine aşık olsan söy-

Page 8: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

Kültür & Sanat Kültür & Sanat 93Kültür & Sanat

>

lersin kaşı kara, gözü kara ama bunun adını koyamıyorsun. O heyecanı mı seviyorum ya da bir şeylerin farkına varabilme kapısını açıyor onu mu seviyorum, ya da kimsenin yapamadığını yapabilmenin tadı mı bu, her-kes seni izliyor ya, cumhurbaşkanı bile olsa seni izliyor, sen köşke gidip bir şey sunmu-yorsun, o seni izlemek için senin mekanına geliyor, bu yanı mı seviyorum, bilmiyorum. Çünkü çok sıradan insanlar değiliz, çok nor-mal değiliz. Farkındalıklar acı çektiriyor, bir-çok şeyin farkında olmanın sonucu, bunları anlatmak istiyoruz.

‘Geç Kalanlar’ ı izlerken neler hissettiniz. İlk kez bir oyununuzun sahnelenmesi nasıl bir duygu?

Benim şansım, ekibin çok iyi olması. İlk okumada onları dinledim, hakikaten avuç-larım terledi. Çünkü teksti sevmezlerse yapılacak hiçbir şey yok. Kötü cümleleri söylemeye çalışıp, bir de ikna etmeye çalı-şacaksın kendi bedenin üzerinden ve bey-nini ortaya koyacaksın. Bu çok zor. Ama bizde ilk okuma bitti, alkışlamaya başla-dılar, sorular sordular. Füsun ablaya (Fü-sun Günuğur) sordum, “aklına yatmayan, sevmediğin, rahatsız olduğun neresi varsa bana söyle, çünkü ben buradayım”. Serhat Nalbantoğlu’nun dediği gibi “iyi yazar ölü ya-zardır” ama ben yaşayan yazarım.

Onlar da dillerine çok rahat geldiğini, ko-nunun çok cazip olduğunu söylediler. Fü-sun abla, “35 yıllık sanat hayatımda elime gelen en iyi yazılmış Türk oyunu” dedi. Bu benim için çok önemliydi, çünkü meslektaş-sın. Doktorun doktoru ameliyat etmesi gibi, sen ona ahkam kesemezsin, yalan söyle-yemezsin. O yüzden onlardan öyle bir tepki gelince çok mutlu oldum. Oyunun farklı, zor anlaşılan bir tarz… Yönetmenimize zaman zaman tarzı anlatmakta zorlandığım oldu, çünkü ben fantastik şeyleri çok severim. Yönetmenimiz daha sakin, daha gerçekçi… Ben özellikle; “zorlanabilirler çünkü seyirci-miz bunu sevicek” dedim. Ekibin emeğiyle çok güzel bir oyun çıktı ortaya, fikirler alındı,

tartışıldı. Mesela finali daha kısaydı ama Serhat bey, “finali aç” dedi bana, “korkma, her şeyi açıkla”… Çünkü çekindiğim yerler oluyor. Ben Serhat beyin bakış açısına da çok güvenirim. “O zaman ben bunu rahat-lıkla açabilirim” dedim. Benim tek derdim, “her şeyin adını koyuyor olmayayım, seyirci de yorumlasın” idi..

“Keşke çok daha önce yazsaymışım” demediniz mi Geç Kalanlar’ın bu başarı karşısında?

Doğrusu bu kadar geç yazmış olduğum için kızdım kendime. Ama gerekçelerim vardı. Başka projelerim de vardı. Kendi görev yaptığın kuruma oyun veriyor olmak farklı bir duygu. Ben dışarıdan biri olsam o kadar rahat verirdim ki, ama şimdi çeki-niyorsun. Verdiğin sınav beşe katlanıyor, kendi mesai arkadaşlarım ne diyecek diye düşünüyorsunuz. Emekli olduğumda daha rahat yazarım diye düşünmüştüm. Tiyatro-yu, sahneyi bilmeyen biri yazarken öyle ha-talar yapıyor ki, toparlaman gerekiyor. Bu da bir ayını alabiliyor. Önce okuma prova-sında dinliyorsun, sonra sahnede görüyor-sun çünkü. Benim avantajım; hangi kelime nasıl tonlanır, kaç dakikada sahne üzerin-de nereye gidilip geliniri bilerek yazmak oldu. Yazarken gözünde oynatıyorsun; “bu buradan buraya gidecek, bu kelimeyi bu duyguyla söyleyecek” diye düşünüyorsun. Dezavantajım aynı kurumda olmam ama şu saatten sonra, ben ilk sınavımı verdim. Bundan sonra “eline sağlık” dedikleri için çok keyiflendim. Bu adaletçi duygumdan dolayı, bir şeyi laf olsun diye yapamıyorum, yaptığın iş bir cümle bile olsa akılda kalsın istiyorsun. Yaptığını görünce nerede ne ya-pabileceğini de keşfediyorsun. Çünkü teks-tteyken farklı duruyor, sahnedeyken farklı. Bu ekip için söyleyebileceğim en güzel şey, o kadar samimi, o kadar içten ve severek oynuyorlar ki, seyirci bayılıyor onlara. Bu durumu, tekstin de bir parça daha ileriye taşıyor olduğunu görünce, seyri keyifli bir oyun çıkıyor ortaya.

Page 9: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat94 Kültür & SanatKültür & Sanat

Yazma sürecindeki duygularınızdan bah-setmek ister misiniz?

Yazdığım şeyde sınırlanmamak kaydıy-la yazmayı seviyorum. Çünkü yazarken, bir süre sonra oynamaya başlıyorlar. Yazıyorum ya, bir süre sonra, kadın öyle bir cümle diyor ki, genç dönüp ona bir cevap veriyor, ben de “aaa! ne söyledi!” diyorum. O hallerimi bir gören olsa deli der. O noktadan sonra artık gözünde birileri bir sahneyi oynuyor ve sen aracılık ediyor oluyorsun. Romanda da öyle oldu. Bir karaktere istemediği bir cümleyi söylettiremedim. Yazıyorum, frene basıyor, söylemiyor. Kendi konuşma tarzlarını ken-dileri belirledikleri için, bir süre sonra hızlı konuşmaya başlayabiliyorlar ve sen sadece yetişmeye çalışıyorsun. O esnada en kız-dığım şey çocuklardan birinin gelip “anne yemeğe gidebilir miyiz, dışarı çıkabilir mi-yiz” demesi oluyor . Beyin çok hızlı çalışıyor çünkü ve sanatçı olduğun için empati kurup kendini sahnede buluyorsun. Oynuyorsun ya da onları dinliyorsun. Öyle güzel espriler yapıyorlar ki, kalkıp on dakika güldüğümü biliyorum. Ben onların konuşmalarına seyir-ci gibi tanık oldum.

Yerli yazar sıkıntısı var. Yazmak zor iş… Mesela biz ü n i v e r s i t e d e mim dersi al-

dık Er-

dinç hocamdan. O demişti ki; “öyle kolay ya-pın ki seyirci ne var bunda, ben de yaparım desin ve çıksın yapamasın”. Yani tekniğine ve kendinize hakim olun… Ben bunu yazar-lıkta yapıyorum. Kendime has bir tarzım oldu ama gelen cümleler çok sade ve gün-delik geliyor.

Çok kendinize has, okuyanı, izleyeni he-men içine çeken bir tarzınız var gerçekten de… Oyunda da öne çıkıyor bu…

Hepimizin bildiği ama nasıl dile getirip na-sıl yorumlamamız gerektiğini bilmediğimiz şeyleri, belki yüksek sesle dile getirmekten korktuğumuz şeyleri irdeledim biraz. Fazla didaktik olmuş her yeri sildim. Acılara, iliş-kilere ışık tuttum kendimce. Ama biliyorum ki bundan sonra da yine aynı hatalar yapıla-cak, yine aynı acılar çekilecek.

Turgut hocam bir seferinde “yaz, sen bir yazarsın” demişti, ben de “hocam biraz malzeme biriktireyim yazacağım” demiş-tim… “Kızım ne bu, depoya mı atıyorsun?” demişti. “Dene, oku, gör” demişti. Şimdi an-lıyorum, her yaşın kendi birikimi farklı. Ben “yazar dediğin çok ağır, oturaklı olur” diye düşünmüştüm… Bence söyleyecek sözü

olan insandır yazar.

Teknoloji ile aranız nasıl?

Teknoloji ilerleyince insanlık aza-lıyor. Eskiden radyo tiyatrosunu bile komşularla dinlerdik. Şimdi öyle film-ler izliyoruz ki, gözünün bebeğine ka-

dar bütün duyguyu, detayı alıyor, hayal gücüne im-

Page 10: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

Kültür & Sanat Kültür & Sanat 95Kültür & Sanat

>

kan bırakmıyor. Teknolojiyi pek sevmiyorum ben.

Televizyona bakışınızı da etkiliyor mu peki bu?

Orada beni ilgilendiren tek şey, benim oyunumu yerince aktarıp aktaramadığı. Gerçek oyunculuğun sahnede olduğunu bildiğim için çok fazla yakın değilim tele-vizyona. Bir film seyrediyorsun, adamların bilgisayarla yapmadığı kalmıyor, oyuncunun gözünün bebeğine kadar girebiliyor kame-ra. Teknoloji, dünyadaki oyunculukları aya-ğıma getiriyor, bunu reddedemem.

Ankara seyircisini nasıl değerlendiriyor-sunuz?

Ankara seyircisi her zaman özel. Bunu sadece ben değil, herkes söylüyor. Ankara seyircisi hakkında, İstanbul’dan turneye gidenlere “dikkat edin Ankara’ya gidiyorsu-nuz” derler. Ankara seyircisi kolay ikna ol-maz. Ankara, tiyatronun kurulduğu yıldan beri tiyatronun kaynağı. Ankara seyircisi iyi işi ayırt etmeyi, alkışlamayı çok iyi biliyor. Ancak reddetmeyi tam anlamıyla bildiğini düşünmüyorum. Bir oyunu reddetmekten kastım, oyunun ortasında kalkıp gidilmesi değil elbette. Ancak bakın, ben kendi dost-larımın hepsini aynı seviyede sevmiyorum, hepsi de beni aynı seviyede sevmesin is-terim. Birazcık aşağıda sev ama farklı sev. Ben emeğe duyulan saygıyı anlıyorum, bunu takdir etmesini de anlıyorum ama alkışın bir dozu olmalı. Bizde en son çıkan en çok alkışlanır ama öyle bir şey yok as-lında. Arada biri öyle bir rol oynar ki, öyle bir kompozisyon çizer ki, minicik bir şey-dir, ama yıkar. Artık Ankara seyircisi bunu kapmalı. Farklı oyuncunun farkına varma-lı, onu takdir etmeli, yönlendirmeli, ona “iyi ki varsın” demeli. Ankara seyircisinin saygısını, çok keyifli oluşunu seviyorum. Ama biraz daha televizyona düştü galiba bu ara. Biraz daha popüler olana yönelik kullanıyor tercihini. Belki biraz daha seçici

olursa, karşıdaki de ona göre ayağını denk alır. “Bu oyunu reddediyorum, bundan hoşlanmadım, bana bunu mu layık gördü-nüz” diyecek kapasitesi olursa, karşıdaki de görücüye gelmiş kız gibi kendini beğen-dirmeye çalışacaktır.

‘Bundan hoşlanmadım’ demenin yolu ne olmalı peki?

Devlet tiyatrosunda biz memur oyuncu-yuz. Sana bir rol verildiyse bunu reddetme şansın yok. Yönetmenin yorumu önemli. Yönetmen “ben böyle istiyorum” dediyse ve siz seyirci olarak bunu beğenmediyse-niz, oyunda tepkinizi oyuncuya gösterirse-niz, oyuncuyu çok zor durumda bırakırsınız. Yani oyuncular kendi kararlarıyla hareket etmiyorlar, bütünüyle kendi yorumladıkları gibi oynayamıyorlar. Seyirciye o hakkı veriyo-ruz biz, yani “beğenmemen halinde tepkini göster” diyoruz. Diyelim ki ilk perdenin so-nunda yarısı çıktı salonun, herkes kendine gelir. Ama ayıp olmasın diye -ki sanatta bu ayıp değildir- ikinci perdenin sonunda alkışa kadar beklersen olmaz. Oyunu beğenmiyor ama ayakta alkışlıyor. Kırmak değil ama eleştirmenin dozu, o oyunun oynanma anın-da kalkıp gitmek olamaz. En kötü tekstte bile oyuncu inanılmaz efor harcıyor ve böyle bir beğenmeme halinde durumun muhatabı birebir oyuncu değil. Yani, seyircinin mutla-ka tepkisini göstermesi lazım, oraya mecbu-riyetle gelmiyorsun, geldiği zaman da “ben bunu beğendim, evet, bana uygun” ya da “benim tarzım değil” deme haklarını, tıpkı televizyonda kanal değiştirir gibi, kullanma-sı lazım tiyatroda da. Ama oyuncu burada en az sorumlu olanıdır. Tamam, kötü oyuncu da var. Kimi oyuncu ben bunu nasıl olsa oy-narım deyip oynuyor ve çok güzel bir oyun-da çok güzel bir rolü rezil ediyorsa, en son bile çıksa alkışlamayacaksın. Diyeceksin ki “daha iyisini yapabilirsin, neden yapmadın” ya da “bu rol seni aşmış, başka birinin olma-sı lazım, başka biri oynamalıydı bu rolü”… Seyircinin görevi bunu dile getirmek orada.

Page 11: Pervin ÜNALP ile SÖYLEŞİ - Ankara Barosu · 2013-07-05 · oyunlar var ama hiç biriyle ilgili üzerime yapıştı demiyorum. ... rum, bundan para kazanıyorum, keyif alı-yorum,

> Kültür & Sanat96 Kültür & SanatKültür & Sanat

Radyo tiyatrosu devam ediyor mu?

Yani aslında devam ederdi ama bazı yan-lışlıklar oluyor. Mesela her ocakta bir şey-lere zam yapılır, tiyatro biletleri dahil ama orada düşürdüler yazım fiyatlarını. Ben de “neden” diye sordum, onlar da “canım ne olacak, kısacık bir şey yazıyorsunuz zaten” dediler. Ben de “o zaman siz yazar mısınız” dedim ve bıraktım. Hayır amaç zaten birebir para kazanmak değil ama bir taraftan da, evet para kazanmak. Kısa bir skeçte derdi-ni anlatmak daha zor. Küçümsendi gibi bir şey hissedince hemen ayrıldım. Bunun ye-rine “bütçemiz yok, ödeme yapamayacağız, devam eder misiniz” denilseydi ben zaten devam ederdim.

Radyonun keyfi vardı, yapımcıyı çok se-viyordum. Türkiye’de emeğinin karşılığını alıyor musun? Hiçbir şeyde alamıyorsun. Acı çekiyorsun, yoruluyorsun, bizde hep sayısal bakılıyor, bir şey yazmış, ne kadar zamanda yazmış, nasıl yapmış, bunun için ne fedakarlık yapmış, biraz insanın bak-ması lazım.

Yeni projeleriniz, halihazırda yazmakta olduğunuz, bize müjdesini verebileceğiniz yeni bir eser var mı?

Bu sıralar TRT’nin bir projesinde, Keloğ-lan animasyonu için senaryo yazıyorum. 11. bölüme yaklaştık. Animasyonun yapımı çok zordur. Çizgi film ve animasyon daha farklı tabii. Dublajdan kalan birikimim, animas-yon senaryosu yazmak noktasında oldukça yardımcı oluyor. Yaşım kaça geldi bilmiyo-rum ama hala çizgi film seslendiriyorum ve çok seviyorum. Onları seslendirdikçe de, işi bilerek yazıyor oluyorsun. Hem zorluğu hem de keyfi o.

İki ayrı romana daha başladım. Biri daha fantastik, dünya üzerinde öyle bir yer yok ben yarattım. Yazar nasıl bencil olabiliyor? Dünyanın bir köşesinde, ikli-mi senin, ağacı, yolu senin. Şimdilik çok hızlı gitmiyor. Günde iki-üç sayfa yazarsan “dehşet yazdım” diyorsun. Bir tane daha öykü-roman yazıyorum. O günümüz kadı-nıyla ilgili öyle garip bir soru soruyor ki, bil-miyorum, okuyanlar ne yapacak. Çok ilgi çekecek, eminim.

Bunlar ne zaman bizimle buluşacak?

Hep aynı şeye odaklanırsam hata yapa-rım korkusuyla iki şeye aynı anda başlıyo-rum. Birini yazıyorum. O zaten kendini gö-türüyor. Biraz ara veriyorum sonra ötekine geçiyorum. Bu aralar yazmayı biraz ihmal ettim. Keloğlan senaryoları ile ilgileniyorum.

Yazdığım oyunlardan birinin, birinci per-desi bitti. İkincisinde de ne olacağını bili-yorum. Çünkü finalden yola çıkıyorum ben. Final insanıyım yani.