osmanli esnafi

164

Click here to load reader

Upload: muzaffer-donmez

Post on 30-Jun-2015

1.481 views

Category:

Education


90 download

DESCRIPTION

Orducu Esnafı

TRANSCRIPT

Page 1: Osmanli esnafi

Publication Data: Bülent Çelik, ‘Osmanlı sefer organizasyonlarında kentli esnafın getirdiği çözümler: Orducu Esnafı’, EJOS, VII (2004), No. 11, 1-163. ISSN 0928-6802 © Copyright 2004 Bülent Çelik. All rights reserved. No part of this publication may be reproduced, translated, stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means, electronic, mechanical, photocopying, recording or otherwise, without the prior written permission of the author.

Page 2: Osmanli esnafi

OSMANLI SEFER ORGANİZASYONLARINDA KENTLİ ESNAFIN GETİRDİĞİ ÇÖZÜMLER:

ORDUCU ESNAFI

Bülent Çelik*

Giriş

Elinizdeki bu çalışma Osmanlı askeri sistemi içerisinde yer alan ancak bugüne kadar üzerinde pek de durulmamış ve diğer askeri birliklerle karşılaştırıldığında görece küçük bir topluluğu kapsayan Osmanlı seferlerindeki orducu esnafını ele almaktadır. Günümüzde yakın yıllara ait ve çeşitli Osmanlı seferlerini ele alan çalışmalarda büyük bir artış gözlemlenmektedir. Bu çalışmalarda çalışma konusu olarak seçilen sefer, başlangıcından bitişine kadarki süre içersinde çok yönlü olarak ele alınıp incelenmekte ve Osmanlı sefer organizasyonuna ait çeşitli saptamalara ulaşılmaktadır. Yapılan bu türden çalışmalar savaş dönemlerindeki Osmanlı askeri sistemini anlamaya yöneliktir. Genellikle tımar sistemiyle birlikte ele alınagelen Osmanlı askeri sistemi bu yönüyle eksik kalmaktadır. Seferlere tasarruf ettiği dirliğinin büyüklüğü oranında donanımlı asker getirmekle yükümlü olan tımarlı sipahiler ya da işleri zaten savaşmak olan ve bunun için ulufe alan yeniçeri ve diğer kapıkulu askerleri ile sonraki dönemlerde eyalet valileri tarafından sadece savaş dönemlerinde tutulan ve çok çeşitli kaynaktan gelerek yine çeşitli adlarla anılan ücretli askerlerin incelenmesi işin sadece bir yönüdür.

Oysa Osmanlı fetih siyasetinde kullanılan ve askeri sistemin kuruluşu ve olgunlaşması sırasında kullanılan kaynaklar çok çeşitlidir ve etkin kullanıldıkları zamanlarda Osmanlı seferlerindeki başarı bu etkinlikle doğru orantılı olarak artmaktadır. Büyük sayılardaki askeri birliklerin çok uzun mesafeleri katederek ulaştıkları savaş alanlarında yapılan savaşların göze batması kadar olağan bir durum yoktur. Oysa orada yapılan savaş kadar önemli bir diğer olgu da o noktaya gelebilmektir. Gerek batı yönünde gerekse doğuya yapılan seferlerde olsun Osmanlı askerleri zaman zaman -ve sık olarak- çok * Yrd. Doç. Dr. Bülent Çelik, Adnan Menderes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Aydın, Türkiye.

Page 3: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

kötü şartlarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. İşte bu noktada Osmanlı sefer organizatörlerinin karşılarına çözmeleri gereken ve lojistik konusunda olan pek çok sorun ortaya çıkmaktadır.

İmparatorluk ne denli büyük ve zengin kaynaklara sahip olursa olsun dönemin ulaşım teknolojisi, coğrafya ve iklim gibi etmenler askerlerin lojistik desteklenmelerine olumsuz yönde etki yapmaktadır. Osmanlı askeri daha düşmanla savaşmadan önce bu etmenlerle savaşmak zorunda kalmaktadır ve bu durum sadece Osmanlı Devleti’ne özgü bir durum değildir. Tıpkı başka alanlarda, örneğin Venedik’in hububat ticaretinin düzenlenmesinde ve büyük kentlerin kötü hasat yıllarında doyurulmasındaki uygulamaları ile XVII. yüzyılda İtalya’daki yönetimlerin başıbozuk, paralı askerlerle başa çıkma yöntemlerindeki benzerliklerde olduğu gibi lojistik alanındaki uygulamalarda Osmanlı ve diğer devletler arasındaki benzerliklerin saptanması orducu benzeri kurumların var olup olmadıklarının incelenmesi, karşılaştırmaya gidebilmek açısından ilginç olacaktır. Ancak çalışmanın asıl amacı bir kurum olarak Osmanlı kentlerinden oluşturulan orducu esnaf gruplarının seferlerde Osmanlı askerinin ne türden ihtiyaçlarına cevap verebildikleri ve bu türden uygulamaların başarı kazanıp kazanamadıklarıdır. Bir ordunun savaş gücünün belirlenmesi büyük ölçüde lojistik desteğin ne denli sağlıklı sağlandığına bağlıdır. Orduların iç düzeni, bir devletin iç ilişkilerinin ve toplumun bir ifadesidir; savaş birlikleri ve halk birbirine bağlıdır ve birbirlerinden ayrı olarak sadece kısa zaman dilimleri içersinde bir sosyo-ekonomik yapıda varolabilirler. Osmanlı Devleti’nin seferlerden çok daha önce sefer sırasında askerin ihtiyaç duyduğu birtakım hammaddeleri tebasından tedarik etmeye çalıştığı bilinmelidir. Büyük ölçüde tarımsal üretimden ve bunun üreticileri olan re’âyâ’dan sağlanmaya çalışılan hububat ve canlı hayvan türündeki metalar vergi karşılığı olarak talep edilmektedir. Ordunun geçeceği güzergâhlarda önceden stoklanan bu türden veya mamul -örneğin peksimet gibi- malların akışının düzenli olarak sağlanması büyük ölçüde yerel yetkililerin becerikliliğine bağlıdır. Osmanlı ordusunun sefer sırasındaki düzeni gerek yerli gerekse yabancı kaynaklarda zaman zaman hayranlıkla betimlense de bazen işler umulduğu gibi gitmemektedir. Kötü giden bir hasat re’âyâ’nın sefer organizasyonuna katılımını zorlaştırmakta, tarımsal ürünlerin istenilen fiyatlarla temininde güçlükler çekilmektedir. Sayıları yüz binlerle ifade edilen bir topluluğun doyurulması, teçhizatının bakımının ve barınmasının sağlanılması, ve gideceği yere ulaştırılması toplumun tümünün katılımıyla sağlanmaya çalışılmaktaydı. Ancak orduya gerekli hammaddelerin sağlanması ve gerektiği zaman kullanılmasının yanı sıra toplanan bu metaların askerlerin işine yarayacak fonksiyonlara kavuşturulması, diğer bir deyimle işlenmiş mamul mallara dönüştürülmesi gerekliliği bulunmaktadır. Bu türden malların seferler sırasında orduda hammadde halinde bulunması mamul mallara olan ihtiyaçların giderilmesinde pek de bir işe yaramayacaktır. Bu iş için ayrı uzmanlara ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bu uzmanlar tarımsal üreticilerden orduya aktarılan hammaddeleri işleyip, askerlerin kullanımına sunacaklar,

2

Page 4: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

böylelikle sefer sırasında çekilen sıkıntıların askerler tarafından daha az hissedilmesine neden olacaklardı. Bu uzmanlar da yaşadıkları yerlerden yani Osmanlı kentlerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Kent için üretim yapan bu uzmanlar birliği, sivil halk için yaptıkları üretimlerinde kullandıkları bilgileri sefer süresince askerlere sunmaktadırlar. Bu görevlilere genel olarak orducu esnaf denmektedir. Lonca-devlet işbirliğinin sonucu oluşturulan bu grupların, askerî sayılmayan ancak askeri sisteme entegre edilen diğer başka gruplarla pek çok benzerlik göstermekle beraber, işlev açısından özgün tarafları da bulunmaktadır. Sürekli olmasa da belli dönemler için yapılan bu türden görevlendirmelerde merkezi devletin öteden beri loncalarla kurduğu sıkı ilişkilerin rolü büyüktür. Kentlerde yaşayan halkın ihtiyaçları için loncalar tarafında gerçekleştirilen üretimin halkın sıkıntıya düşmemesine büyük önem veren Osmanlı devlet ileri gelenleri seferlerde de varolan üretim potansiyeli ve bilgisini orducu esnaf aracılığı ile değerlendirmeye çalışmaktadır.

Öte yandan uluslararası alanda hakimiyet ve hakimiyet gelişiminden bahsedildiğinde, bunu sağlamadaki en önemli araçlardan birini yani orduları ve orduların savaşlarda kullanılmasını gerektiren politik düşünce tarzı ve eylemleri gözardı edemeyiz. Clausewitz’in dediği gibi “savaş, başka araçlarla siyasi aktivitelerin devam ettirilmesidir. Siyasi mesele bir hedeftir, savaş ise ona ulaşmanın bir aracıdır ve araçlar asla amaçlardan izole edilerek değerlendirilemez”. Bizzat Osmanlı sultanlarının ordularının başlarında yer alarak, uzun ve zahmetli mesafeler katederek ulaştıkları savaş meydanları siyasi hedeflere ulaşmak için katlanmak zorunda oldukları güçlüklerden sadece bir kısmıdır. Osmanlı ordusunun batı ve doğu sınırlarında yaptığı savaşların stratejik değerlendirmeleri konusunda yazıya dökülmüş bilgiler çok azdır. Genellikle Batı kaynaklı olan değerlendirmeler de ancak Clausewitz’den sonra yapılmaya başlanmıştır. Bu eksikliğe rağmen Osmanlıların özel stratejik planlamaları dikkate alındığında bunu gerçekleştiren devlet adamlarının planlarını büyük ölçüde doğru bilgilere dayanarak yaptıkları sonucu çıkarılabilir. Zaman, mekân ve ordularının kuvveti gibi temel prensipleri doğru biçimde hesaba katmışlar, hasımlarının ordularının potansiyelini ve askeri gücünün resmini doğru biçimde görebilmişlerdir. Aynı zamanda muharebe alanlarının coğrafyaları konusunda doğru bilgilere sahiptirler ve harekete geçmek için genellikle zamanlamaları iyiydi. Ancak basit olarak bir karşılaşmaya gidildiğinde Osmanlı Devleti’nin doğu seferlerinde hasmının batıdakine oranla daha zayıf olmasına karşın daha çok sıkıntı çektiği ve sürprizlerle karşılaşma olasılığının daha yüksek olduğu söylenebilir. Çoğu zaman yapılan savaşlardan sonra ilk dönemlerde kazanılan eski hakimiyet alanlarının korunduğu ve eski sınırlara dönüşün gözlemlendiği doğu seferleri, lojistik desteklemelere en fazla ihtiyaç hissedilen organizasyonlardı. İklimsel ve coğrafi şartların zorluğu, toprak verimliliğinin zengin Rumeli’ye göre düşük olması bu seferlerdeki askerlerin ihtiyaçlarının karşılanmasında zorluklara neden olmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük askeri yenilgilerini Doğu’da değil de Batı yönündeki düşmanları karşısında almaları işin teknolojik

3

Page 5: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

yönüyle açıklanabilir. Bu yönde yapılan savaşlarda düşmanla karşılaşmak Doğu’dakilere göre daha kolaydır. Ancak yüzyıllar boyunca devam eden mücadele Batılı devletlerin teknoloji ve bilimi savaşlara uyarlamaları, Osmanlı askerleri karşısında peş peşe zafer kazanmalarına neden olmuştur. Batı eksikliğini bilimle kapatmaya çalışırken, Doğu’daki düşman coğrafyasına güvenmektedir. Uzun süren ve düşmanı kovalamakla geçen Doğu seferlerine bu açıdan bakıldığında bu bölge seferlerinde, lojistiğin tartışılmaz derecede iyi bir planlamasının yapılmasının zorunlu olduğu görülecektir. Orducu esnafı bu gözle bakıldığında Osmanlı ordusunun lojistik planlamasının görece küçük bir bölümünü oluşturmakla birlikte, sonuçları bakımından seferlerin politik ve siyasi etkilerinin tüm topluma yayılımında bir araç haline dönüşmektedir. Seferlerde ordunun yanında bulunan devletin pek çok bölgesinden gelen kentli esnaf başarı ya da yenilgilerde devletin yanında yer almaktadır. Seferin zorluklarına diğer askeri sınıflarla beraber katlanmakta, düşmanla yapılan mücadelelerde bazen etkileri çok daha büyük boyutlara ulaşabilen sonuçların bir parçası olabilmektedir. Osmanlı Devleti’ndeki loncaların merkezi yönetim ile ne denli içiçe geçmiş olduğunu bu kurumun varlığı ile göstermesi, devletin loncalardan beklentilerinin sadece sivil hayatdakilerle sınırlı olmadığını, etki ve sayılarının genel sefer organizasyonları içinde uzmanlık isteyen iş alanlarının doldurulmasında belli başlı kaynağı oluşturmaları nedeniyle Osmanlı toplum hayatının her alanında gözlemlenen devlet müdahaleciliği ve düzenleyiciliğinin önemi daha da ortaya çıkmaktadır. Osmanlı toplumunu oluşturan katmanların büyük oranda sefer için istihdâm edilmeleri, askeri döngülerin desteklenmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan her cemaat veya bireyin görev aldığı söylenebilir. Sarayın ve başkentin iaşesinin sağlanması dışında en büyük tüketici grubu ordudur ve Osmanlı toplumu genelde bir bütün olarak bu ihtiyacın karşılanması için devletin sınırlarını çizdiği görevlendirmelerde yeralmıştır. Bu çalışma şu ana dek ele alınmamış bir konuya ışık tutmayı, kent esnafının bu işteki sorumluluğunu değerlendirmeyi hedeflemektedir.

4

Page 6: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

BÖLÜM I

OSMANLI ASKERLERİNİN SEFERLERDEKİ LOJİSTİĞİ

Osmanlı Devleti’nin siyasal bir güç olarak ortaya çıktığı ilk

dönemlerden itibaren askeri birlikler yani ordu, bu siyasal yapıyı kurmada başlıca etken olmuştur. Yeni fetihler, toprak ve kentlerin ele geçirilmesi, kazanılan küçük çatışma ya da büyük savaşlar pek çok kaynaktan beslenen ordu tarafından gerçekleştirilmiş olgulardır. Osmanlı Devleti’nin henüz beğlik halinde bulunduğu ilk dönemlerdeki ordusu ile daha sonraki askeri yapının farklılaşması, devletin ihtiyaçları gözönünde tutulduğunda normal karşılanabilecek bir gelişmedir. Askeri strüktürel gelişmenin devlet bürokrasisindeki diğer gelişmelerle paralel olması devlet mekanizmasındaki sağlıklı büyümenin bir işareti olarak kabul edilebilir. Osmanlı Devleti ilk dönemlerinde gerçekte profesyonel olmayan pek çok kaynaktan asker devşirirken ki bunlar büyük ölçüde bulundukları coğrafyanın getirdiği tehlikelerle birlikte yaşamaya alışık hareketli Türkmen birlikleri, bu bölgeye yakın İslâm kentlerinde bulunan ahî birlikleri, kırsal alanlardaki yaya ve müsellem olarak adlandırılan çiftçi kökenli piyadeler, uçlardaki hayatın cazibesine kapılmış dervişler ve ele geçirilen topraklardaki Osmanlı beğliğine askeri alanda hizmet etmeyi kabul etmiş gayrimüslim gönüllülerdi. Bu denli çok kaynaktan gelen askerlerin düzenli bir orduyu oluşturmadıkları kabul edilebilir. Bunun temel nedeni Osmanlıların göçebe bir toplum olmalarında yatmaktadır. Çünkü göçebe savaşçılığı, hız, hareket, ani atak ve meydan savaşlarının belirsizliğinden kaçınmak için okçu kullanmaya dayanır. İç Asya tarihinde göçebe savaşçılarının at sırtında iyi okçular olmasının nedeni budur. Taktikleri, kaçar gibi görünmek, uzaktan ok yağdırmak ve pusu kurmak suretiyle düşman yürüyüş düzenini karıştırıp, bozmaya dayanır. Yerleşik düşmanın kararlı bir takibini engelleyen lojistik sorunlarla karşılaştığında veya dağlık bölgelerde, bu yöntem iyi işlemektedir. Ellerinde yeterli insan potansiyeli bulunduğunda, ya da yerleşik halktan kuşatma savaşlarını becerebilecek insanları tuttuklarında, yerleşim bölgelerine, kentlere, kalelere fetih seferleri düzenleyebilmekteydiler. Dev Moğol ordusu İç Asya’da böyle bir insan gücünü askeri alana kaydırabilirken, Bitinya ucunda bu türden geniş bir insan kaynağı bulmak söz konusu değildir. Bu nedenle ilk dönem askeri tarihi, ekonomisine paralel olarak, askeri avantaj adına bir yerleşikleşme öyküsüdür. Bitinya kentlerini ele geçirmek için uzun kuşatmalar ve sabırlı görüşmeler gerekliydi1. Bitinya’daki büyük kentlerin kuşatılması ve ele 1 Rudi Paul Lindner, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar (Çev. Müfit Günay), Ankara 2000, s. 73.

5

Page 7: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

geçirilmesi Osmanlı askerleri için uzun uğraşlar gerektirmektedir. Henüz bu alanda tecrübesiz ve kendilerine gerekli uzman, araç ve gereçlerden yoksundurlar. Ordu daha çok süvarilere dayanmaktadır. Gerçekten de Osmanlı Beğliği’nin ilk dönemlerinde düzenli bir ordu gücü bulunmamaktadır ve Osman Beğ sefer için köylere tellallar göndererek tımar vaadiyle asker toplamaktadır2. Yararlılık gösteren askerlere verilen bu tımarlar daha sonraları karşımıza çıkacak olan tımar tipinden yani sadece toprağın tasarruf hakkına sahip olmaktan çok, özel mülkiyete yakındır ve babadan oğula geçme özelliği bulunması nedeniyle bir toprak aristokrasisinin oluşmasında etkendir3.

Bu dönemde askeri sistem büyük oranda re’âyâ kaynaklıdır. Orhan döneminde (1326-1362) silah altında olan tımarlı sipahi süvarilerinin beğliğin genişlemesi sırasında komşu ülkelerle yapılan savaşlarda sayıca yetersiz olduğu anlaşılmış ve vergi muafiyeti karşılığında re’âyâ’dan yaya, müsellem ve azap adları ile piyade asker toplanmıştır4. Yaya birlikleri her 25 aileden 1 asker çıkarılması ile oluşturuluyordu. Daha sonraları yardımcı askeri sınıflara dönüşecek olan bu piyadelerin en önemlisi azaplardı. Ortaya çıkışları yeniçerilerle aynı döneme rastlayan azaplar 1389 Kosova savaşında, başlarında Kurd Ağa olmak üzere ordunun yan cenahında yeralmaktadırlar5. İstanbul fethedildiği sırada kuşatmaya katılan azapların sayısının 20.000 kadar olması kuvvetle muhtemeldir6. Osmanlı Devleti’nin 1473 yılında Uzun Hasan’a karşı yaptığı Tercan savaşında Rumeli Beğlerbeği Has Murad Paşa’nın emri altında 20.000, Anadolu Beğlerbeği Davud Paşa’nın emri altında da 20.000 azap savaşa katılan birlikler arasındadır7. Seferlerde yaylarla donatılan bu askerlerin Osmanlı ordusundaki varlıkları küçümsenmemelidir. Ordunun temelini oluşturan bu birliklere XVI. yüzyıldaki seferlerde de oldukça sık olarak rastlanacaktır. Örneğin Çaldıran savaşında (1514) Rumeli Beğlerbeği Hasan Paşa’nın emri altında 10.000, Anadolu Beğlerbeği Sinan Paşa’nın emri altında ise 8.000 azap bulunmaktadır8. Kanuni’nin Rodos seferi için Anadolu’dan 20.000, Belgrad seferinde ise 10.000 azab yazılması emr olunmuştur.9. Azap birlikleri 4 Ağustos 1521 yılında Belgrad surları altındaki yeniçerilerle beraber saldırıya katılmışlardı10. Doğu Anadolu’dan toplanan askerler genellikle 2 Herbert Adams Gibbons, The Foundation of The Ottoman Empire, London 1968, s. 81. 3 Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1984, s. 109. 4 Gyula Káldy-Nagy, ‘The First Centuries of the Ottoman Military Organization’, Acta Orienta Hungary, XXXI (1977), s. 162. XV. yüzyılın ilk yarısında yeniden örgütlenen yaya ve müsellemler topları ve zahirenin taşınmasında, ordudan birkaç gün ileride yürüyerek yol ve köprülerin tamir ve yapımında barış zamanı da eğer ihtiyaç olursa inşaat alanında görev almaktaydılar. A.g.e., s. 171. 5 M. Neşrî, Tarih I (Haz: Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen), Ankara 1983, s. 139. 6 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ‘Azab’, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1949, C. II, s. 83 7 Sabahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasî ve Askeri Faaliyeti, Ankara 1953, s. 314. 8 Sabahattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969, s. 54. 9 Uzunçarşılı, a.g.m., aynı yer. 10 Feridun Beğ, Münşe’atü ’s-Selâtîn, İstanbul 1274, C. I, s. 511.

6

Page 8: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

yardımcı askeri sınıf olarak orduda görev almaktaydı. Ocak 1552’de Kanuni, İran üzerine açmayı düşündüğü sefer için Erzurum Beğlerbeğine gönderdiği emirde re’âyâ’dan 20.000 azap toplamasını ve bunları balta ve kürekle donatmasını istemişti. Aynı konuda Diyarbakır Beğlerbeğinden de 20-30.000 arası balta ve kürekle donatılmış azap istenmekteydi11.

Bu birliklerin yanında I. Murad döneminde Çandarlı Kara Halil Paşa’nın uygulamaya koyduğu ve kaynağını şeriattan alan ispenç hakkının kullanılmasıyla oluşturulan ilk profesyonel Osmanlı savaş piyadesi ortaya çıktı. Küçük yaşlarda ailelerinden alınıp farklı bir kültürle yetiştirilen ve kendilerine yeniçeri adı verilen bu birlikler doğrudan devlete bağlı, kendilerine günlük ulufe ödenen askerlerdir. İslâm’a giren fakat Osmanlı toplumundan yalıtılmaya çalışılan bu askerler gerek savaş alanında gerekse sivil bir itaatsizlik sırasında padişaha siper olacaklardı. Yine bu dönemde Rumeli’de Edirne, Niş, Varna, Sofya, Filibe ve Selanik gibi önemli Bizans ve Sırp kentlerinin ele geçirilmesi Osmanlı ordusunda kullanılacak olan askerlerin çeşitliliğini daha da arttırır.

Rumeli’de yapılan savaşlarla itaat altına alınan devletlerin gönderdikleri birlikler -örneğin Sırp kralı, Köstendil Sırp Beği ve Sarac Tatarlarından gelen birlikler- Osmanlı ordusunun oluşturulduğu ilk dönemlerinden itibaren sahip olduğu kozmopolit yapıyı göstermesi bakımından önemlidir. Özellikle Anadolu’da rakip beğliklere karşı yapılan savaşlarda bu bölgedeki düşman beğlerle hiçbir organik bağı olmayan ve farklı dine mensup bu birlikler, Osmanlı ordusunun diğer kesimlerine karşı yeniçerilerle birlikte bir denge unsuru olarak yer almışlardır. Örneğin I. Murad’ın ordusunda, Osmanlı Devleti’ne haraç veren tâbi beğliklerin gönderdikleri önemli miktarda hırıstiyan yardımcı kuvvetlerin bulunduğu bilinmektedir. Yalnız Anadolu seferlerinde değil, Kosova meydan muharebesinde (1389) dahi Osmanlı saflarında tâbi hıristiyan kuvvetleri vardı12. Yine 1402’de Ankara yakınlarındaki Çubuk ovasında Osmanlı ordusunun sağ kanadını oluşturan Anadolu ordusu birliklerinin eski beğlerini Timur’un yanında görerek karşı tarafa geçmeleri ve Yıldırım Bayezid’ı yalnız bırakmaları Osmanlı devlet adamlarının Anadolu seferleri sırasında duydukları endişeleri haklı çıkarmaktadır. Bu savaş sırasında Timur’a karşı direnen kuvvetler yalnızca yeniçeriler ile Osmanlı kroniklerinde Vılkoğlu olarak adı geçen Sırp kralı Stefan Lazareviç’in gönderdiği askerler olmuştur. Bu savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin itaat altına aldığı beğliklerin tekrar bağımsızlıklarına kavuşmaları Osmanlı Devleti’ni tarımsal alanla doğrudan bağıntılı Türk kökenli süvarilerin denetim altına alınması için çareler aramaya itti.

11 Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Koğuşlar Kolleksiyonu, No. 888, varak 40-42. 12 Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, (2. Baskı) Ankara 1987, s. 143. İnalcık, Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde hıristiyan unsurların orduda istihdam edilmesinin en önemli nedenlerinden birisi olarak Anadolu ve Rumeli’de devamlı hale gelen savaşları ikâme ettirebilmek için şiddetle hissedilen asker ihtiyacının karşılanması olduğunu ileri sürmektedir. Bkz. İnalcık, a.g.e., s. 175 ve 182.

7

Page 9: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Kırsal alanda etkin olan aristokratik bir savaşçı sınıfı merkezileşme çabaları içersindeki bir devletin isteyeceği en son gelişmelerden birisiydi. Buna engel olmak için bulunan çözüm tımar sistemiydi: Osmanlı Devleti’nde çağdaşı olan diğer devletlerde olduğu gibi daha çok tarımsal üretimden elde edilen vergilerin toplanması, gerek coğrafyanın ve ulaşım araçlarının elverişsizliği ve gerekse bu vergileri istenildiğinde toplayacak ölçüde bir bürokratik kadro oluşturmanın maliyetinin çok fazla olması nedeniyle kurulamaması, devletin belirlediği vergileri kaynağında bırakmasını ve karşılığında bazı yükümlülükleri yerine getireceğine dair taahhüt aldığı görevlilere devretmesini beraberinde getirdi. Gerçekten de özellikle Fatih döneminde devlete ait topraklar, getirdikleri sayısal gelirlere göre sınıflandırılmış, dirlik adı verilen bu tür topraklardaki tarımsal gelirlerin toplanması bir görevliye bırakılmış ve bunun karşılığı olarak bu görevliden ekonomik, sosyal ama özellikle bölgesindeki güvenliğin sağlanması ve askeri konularda bir takım taleplerde bulunulmuştur. Ancak merkezi devlet gelirler üzerinde hak iddia eden farklı grupların taleplerini de ancak tarımsal üretimin bağımsız köylüler tarafından yapılması koşuluyla desteklemekteydi. Böylece merkezi devlet açısından, bağımsız köylülük yalnızca devletin gelir kaynağı olmakla kalmıyor onun siyasi meşruiyetinin temelini oluşturuyordu13. Olaya askerî yükümlülükler açısından yaklaştığımızda da bu tür toprakları tasarruf eden bir sipahinin ilk görevinin vergisinin toplanması ve denetimi kendisine bırakılan topraktan sağladığı gelir oranında asker (cebelü) yetiştirmek, donatmak ve istendiğinde bu askerlerle birlikte sefere gitmek olduğunu görürüz. Maîyetiyle savaşa katılan tımarlı sipahi ayrıca savaşa getirdiği bu kişi ya da kişilerin silahlarını, çadırını, levazım ve ulaşımının masraflarını da kendisine tahsis edilen hasılattan karşılamak zorundaydı. Örneğin büyük tımar gelirlerine sahip görevliler, 50.000 akçelik gelir dilimi başına iki sâyebân veya günlük, kendisi için bir perdeli çadır (sokaklu çadır), hazine için bir çadır (çadır-ı hazine), bir yiyecek çadırı (kilâr), bir mutfak çadırı (matbah) ve bir tane eyer ve deri işleri için kullanılmak üzere (sarraçhane) getirmekteydi14. Seferlerde kendi ihtiyaçlarını büyük ölçüde dirliklerinin geliriyle karşılayan bu askerler sayesinde devlet, büyük miktarlarda asker beslemekten kurtulmuş oluyordu. İslamoğlu-İnan’ın inceleme alanı olan Rum vilayetinin nahiyelerinde yaşayan bir sipahi mesela İran’a yapılan bir seferde kendisi, maiyeti hayvanları için gereken yiyeceği yanında götürmezdi. Aynî olarak tahıl ve ürünün öşürünün önemlice bir kısmını pazarda satmak zorundaydı15. Bu şekilde 13 Huricihan İslamoğlu-İnan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, İstanbul 1991, s. 34. 14 V. J. Parry, ‘İslâm’da Harb Sanatı’ (Çev: E. Merçil-S. Özbaran), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 28-29 (1975), s. 212. Tımarlı Sipahilerin seferlerde kullandıkları kendi öz-donanımları hakkında bilgi için bkz. Nicoarà Beldiceanu, XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti’nde Tımar (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), İstanbul 1985, s. 87-98. 15 İslamoğlu-İnan, a.g.e., s. 99. Beldiceanu’nun arşiv çalışmaları sırasında tımar sisteminin Beğliğin kuruluşunun ilk dönemlerinden itibaren geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Beldiceanu, a.g.e., s. 17-18.

8

Page 10: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

sağladığı nakit sefer sırasında söz edilen ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılacaktı. Ayrıca re’âyâ sipahisine sefere gittiği zamanlarda belli bir miktar nakit akçe ödemekle de yükümlüydü16.

İşin ironik yanı sefer hazırlıklarını tamamlamak için kendisine gereken nakit parayı bulabilmek için tımarının mahsulünü pazarda satmak zorunda kalan sipahiler, savaşlar sırasında bu kez kendi ve hayvanlarının karınlarını doyurmak için tahıl satın almak zorunda kalıyorlardı. Öyleki bu alımlar bazen düşmandan bile sağlanabiliyordu. Örneğin Yıldırım Bayezid’ın Karaman beyliğine yürüyüşünde Konya kalesini kuşatması sırasında tarlalarda kaçan re’âyâ tarafından başıboş bırakılan, harmanla dolu tarlalara padişahın yasaklaması üzerine asker tarafından dokunulamamıştı. Üstelik hasat zamanıydı. Ancak bu zahire yokluğundan sıkıntıya düşen Osmanlı askerleri kaleye sığınan tarla sahipleri ile görüşerek tarlalarda vahşi hayvan ve kuşların zarar verdiği bu mahsulü fiyatıyla satın almak istediklerini belirtmişler kaleden çıkan tarla sahibi birkaç ihtiyar mahsüllerini satmışlardır. Bu alış veriş kuşatma altındaki kentte Osmanlı asker ve padişahına karşı bir sempati de yaratmıştır17.

İlk dönemlerde Kapıkulu ordusunun büyük sayılarda olmayışı18 ve bunların her türlü lojistik ihtiyaçlarını kendi “orta”larından sağlamaları19

16 Örneğin H. 952/M. 1545-46 tarihli Pojaga kanununda; Vilayet-i Mezbureden olan raiyet kendi beğleri sefere gittikte her haneden ellişer akçe sefer harcı vermek âdeti mu’tâdeleri olmağın minbait dahi sefer-i hümayun vaki’ olup Padişah-ı alempenah hazretleri zatı şerifleri ile seferi zafer-rehbere çıkduklarında her haneden altmışar akçe sefer harcı dahi vermeğe mültezim oldukları ecilden altmışar akçe sefer filorisi dahi kaydolundu. Ömer Barkan, ‘Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi Sınıflarının Hukuki Statüsü I’, Ülkü Mecmuası, S. 49 (1937), s. 44-45. 17 Solak-zâde Tarihi (Haz: Dr. Vahid Çabuk), Ankara 1989, C. I. s. 73-74. Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-tevarih (Haz: İsmet Parmaksızoğlu), Ankara 1992, C. I, s. 198-199. 18 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi (4. baskı), Ankara 1983, C. I, s. 311-313’de belirttiğine göre Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) iktidarına kadar Kapıkulu birliklerinin sayısı 18.000 kadardı. Bunun 12.000’i yeniçeri, 6.000’i de kapıkulu süvarisiydi. 19 Halil İnalcık, The Ottoman Empire. The Classical Age 1300-1600, London 1973, s. 83’deki Saray teşkilatı içinde yer alan birliklerin sayısını gösteren tabloda ehl-i hiref birliklerinin sayıları da verilmektedir. Bu gruplar sefer zamanları da Padişah’ın yanında sefere gitmekteydiler:

1480 1568 1609 1670 Ahûr Hademeleri 800 4.341 4322 3633 Aşçılar 120-160 629 1129 1372 Ehl-i hiref ? 647 684 432 Terziler 200 369 319 212 Çadır Mehterleri 200 620 871 1078 Alem Mehterleri 100 620 228 102 Çaşnigirler 20 ? ? 21 Sakalar ? 25 ? 30 XVI. yüzyılda İstanbul’a gelen Nicholay da aşçı sayısını 150 olarak verir ve bunların acemi oğlanları arasından seçildiklerini, usta aşçıların günde 8 veya 10 akçe, oğlanlarınsa 3 akçe aldıklarını ayrıca hepsinin yılda bir kez baştan ayağa giydirildiğini belirtir. Metin And, 16. Yüzyılda İstanbul. Kent Saray. Günlük Yaşam, İstanbul 1993, s. 117.

9

Page 11: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

devlete çok fazla yük getirmemektedir. Gerçi bu hassa birliklerinin hizmetleri büyük ölçüde sefer sırasında padişaha yönelik olmakla beraber yine de seçkin Kapıkulu birliklerinin özellikle beslenme alanındaki ihtiyaçları da gözetilmektedir. Örneğin Galata sarayında bulunan hizmet sınıfının başlıca uğraşı tabbâhlıktı. Yine saray-ı atîk aşçılarının bir sertabbâhının olduğu kayıtlarda bulunmaktadır. Sarayın has fırınlarından başka yeniçerilerin de kendilerine has fodla fırınları vardı20.

Yiyecek sektörü dışında gerek seferlerde gerekse taşraya mesleklerini yapmaları için gönderilen kılıççıların varlığı da bilinmektedir21. Yine askeri birlikler arasında bulunan cebeciler silah ve zırh konusunda gerekli tamir ve üretimleri gerçekleştirmekteydi. Tüfengerân, kolçakçıyân, erreciyân ve gazzazân olarak anılan bu birlikler cemaat-i cebeciyân-ı dergâh-ı âlî olarak anılıyorlardı22. Bu sistemde sefer sırasında orduya gerekli olan metaların düzenli akışı sürdüğü müddetçe sorun çıkmamıştır. Ancak asker sayısının aşırı derecede yüksek olduğu seferlerde lojistik problemlerle karşılaşmamak imkansızdır. Örneğin I. Selim’in İran üzerine yaptığı 1514’deki sefer sırasında Osmanlı ordusunun Sivas’a gelinceye kadar 140.000 kişiyi bulduğu bu kentte yapılan sayım sırasında anlaşılmıştır. 140.000 kişinin 40.000’i hastalık, yaşlılık ama en önemlisi ileride doğabilecek iaşe sıkıntısı göz önünde bulundurularak geride bırakılmıştır23. Buradan anlaşıldığı kadarıyla savaşa sadece seçkin birlikler götürülmüş, diğerleri savaşamayacak nitelikte olduklarından geride bırakılmışlardır. Özellikle Osmanlı askerleri için bazen çok zor geçen doğu seferlerinde bu türden önlemler çok gerekliydi.

Gerçi Osmanlı askerinin yiyecek mönüsü çok da zengin değildir ve askerler çok kanaatkârlardır24. Padişahlar da bu konuda bazen askerlerle uyumludurlar. Örneğin Uzun Hasan üzerine sefere çıkan II. Mehmed’in 878 Rebiülahir/Eylül 1473’deki dokuz günlük Afyonkarahisar konaklaması 20 A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri 3, İstanbul 1995, s. 187. 21 Ünsal Yücel, ‘Türk Kılıç Ustaları’, Türk Etnografya Dergisi, 78 (1964-65), s. 62 ve 65’de IV. Murad’ın Bağdat seferine katılan kılıççı ustaları ile II. Bayezıd döneminde taşraya gönderilen çeşitli etnik kökenlerden kıncılar isimleriyle belirtilmiştir. 22 Caroline Finkel, The Administration of Warfare: The Ottoman MilitaryCampaigns in Hungary, 1593-1606, Wien 1988, s. 114. Ayrıca, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, Ankara 1974, C. II, s. 40. 23 M. C. Şehabeddin Tekindağ, ‘Yeni Kaynak ve Vesikaların ışığında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, C. XVII/122 (1967), s. 60; Celâlzâde Mustafa, Selimnâme (Yay. Haz: Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar), Ankara 1989, s. 369-374; Hoca Saadettin, Tacü ’t-Tevârih, C. IV, s. 183-184. 24 1555’de Anadolu’da gezip gördüklerini anlatan Flaman Busbec askerin dayanma gücünden hayranlıkla bahsederek, yemeğinin biraz pirinç, güneşte kurutulmuş et ve közde kabaca pişirilmiş ekmekten ibaret olduğunu söyler. Fernand Braudel, II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, İstanbul 1989, C. I, s. 155. Thėvenot’da bir yüzyıl sonra Osmanlı süvarileri için aynı şeyleri saymakta ayrıca kahve ve tütünü de eklemektedir. Bkz. Jean Thėvenot, 1655-1656’da Türkiye (Çev. Nuray Yıldız), İstanbul 1978, s. 171. Bu veriler Parry’nin verileri ile örtüşmektedir: Ekmek, veya peksimet, koyun eti ve pilav, kurutulmuş sığır eti, soğan ve su ile yapılan (çorba, ayran v.b.) yiyecekler. V. J. Parry, ‘Harb’, EI², London 1971, C. III, s. 191.

10

Page 12: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

sırasında yedikleri meyveler de dahil olmak üzere zerdali, üzüm, erik, armut, elma, sebze veya salata, koruklu ekşitilmiş çorba, baş ve paça, peynirli tarhana, ekmek ve börekten ibarettir25. Ancak her insanın bir dayanma sınırı vardır ve bu insan disiplinli bir orduda görev yapan bir asker de olsa ihtiyaçları çeşitlidir. Osmanlı ordusu kendine yeterli hammaddeyi bulabildiği durumlarda kendi kendisine yeterli bir ordudur. Ordu için gerekli maddelerin üretimi (ekmek, deri ve metal araç-gereçler) ordu seferdeyken iç kaynaklardan yaratıldığından devlete çok fazla yük getirmemektedir. Devleti uğraştıran asıl problem sefer sırasında tüketen bir topluluğa en gerekli şeylerin, ordunun ihtiyacı olan hammaddelerin düzenli akışını sağlamaktı. Bu da Avârız sistemiyle çözümlenmeye çalışılmıştır. Bu sisteme göre devlet, savaş ve başka maksatlarla talep ettiği mal ve hizmetlerin önemli bölümünü, onları üreten gruplardan doğrudan doğruya vergi mükellefiyeti olarak sağlama imkanına malikti.

Avârız vergisi, pazar ilişkilerinin yeteri kadar gelişmediği bir ekonomide, büyük bir devletin ve onun ordusunun ihtiyaç duyacağı sayısız denebilecek kadar çeşitli mal ve hizmetleri nakden toplanacak vergi gelirleriyle piyasadan satın alarak temin etmesi yolunun pratik olmamasından doğmuştur. Emeği ve malı kıt olan, ulaştırma imkanları çok sınırlı bir teknolojik ortamda, pratik olan çözüm tarzı, mal ve hizmetin kaynağı kimde ve nerede ise, oradan vasıtasız olarak bunları temin etmekti. Direkt üreticiden tahsil edeceği vergiyi, onun ürettiği mal ve hizmetle pazarda mübadele etmek yerine, üretimin kaynağında birbirine ikame etmek olarak tanımlayabileceğimiz Avârız sistemi kısaca bundan ibarettir26. Avârız; kaynaklarda pek çok farklı isimle geçen27 ve doğrudan seferlerin organizasyonu ile ilgili bu vergilerin tamamının adıdır. Bu sistem orduya gerekli erzak yem temini ve bunların cepheye nakli, çeşitli hizmet gruplarının sefer içersinde yer almaları gibi önemli hizmetleri kapsamaktadır. Bu vergiler peşin ya da aynî olmasının yanı sıra hizmet olarak 25 Ünver, a.g.e., s. 166. Çok süre sonraki bir örnek de Baron de Tott’un anılarında bulunmaktadır. Baron, Kırım ordusu ile birlikte 1769’da Ukrayna üzerine yapılan seferde Han’ın sofrasında leziz peksimetler ve füme at eti yemişti. Yemek havyar ve kuru üzüm ile bitmiş, içecek olarak da Macar şarabı içilmişti. François de Tott, Türkler ve Tatarlar Arasında. Onsekizinci Yüzyılda Osmanlı Türkleri (Çev: Reşat Uzmen), İstanbul 1996, s. 138. Askerler ise eğerlerinin yanındaki torbalardaki 4-5 kiloluk topak halinde, kavrulmuş darı ununu kullanıyorlardı. a.g.e., s. 139. yeniçerilere de günlük olarak pirinç, 130 gr. et ve 250 gr. kadar ekmek dağıtılmaktadır. Ayrıca her birine Selanik yünlüsünden elbiselik kumaş da verilmektedir. J. Ricaut, Türklerin Siyasi Düsturları. Batılı Gözüyle Osmanlı’nın Gücü ve Zaafları (Çev: M. Reşat Uzmen), İstanbul 1996. s. 212. 26 Mehmet Genç, ‘XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş’, Yapıt; Toplumsal Araştırmalar Dergisi, S. 49 (1984), s. 58. 27 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704) (Yay. Haz: Abdülkadir Özcan), Ankara 2000, s. 137’de ‘Sürsat ve bedel-i bildâr, aynî bildâr, güherçile mübataası, öküz arabası ihracı, top öküzü, bıçak öküzü, cerahor ihracı, ordu bedeli, furun bedeli, peksimed tabhı, çuval mübayaası, kereste kat’ı, Anadolu’dan deve ve katır ve top bargiri iştirası, hâne-i avârız deyü re’âyâ’dan tahsil olunacak beş yüz akçe nüzül, altı yüz akçe avârız maişeti’ olarak sayılan bu tür vergilerin tümü genel olarak avârız olarak kabul edilebilir.

11

Page 13: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

da talep ediliyor ve bunlar ülke nüfusunun bir bölümünden veya tümünden karşılanıyordu.

Hizmet karşılığı olarak konan ilk vergi nüzul olarak bilinirdi. İkincisi Sürsattı ki reâyâ bu vergi karşılığı mallarını devletçe belirlenmiş bölgelere getirmek ve satmak zorundaydı. Üçüncü olarak kürekçi hizmeti geliyordu. Reâyâ arasından donanma için kürekçi seçilmesiyle gerçekleştirilen bu vergi de hizmet karşılığında ödeniyordu. Son olarak da peşin olarak alınan acil durum vergisi olan avârız akçesidir. Çoğu kez “bedel” olarak adlandırılan bir miktar para hizmet karşılığında devlet tarafından istenirdi. XV.-XVI. yüzyıllarda bazı zümrelere ağır gelen ve nakit olarak ödemeleri hem devletin hem de bu zümrelerin işine gelen bir takım yükümlülükler paraya çevrilmişti. Örneğin Aydın ve Saruhan yöresinde deve yetiştirip vergilerini devlete her yıl belirli sayıda deve vermek suretiyle ödeyen yörüklerin bu mükellefiyetleri kaldırılarak buna bedel, hane başına bir miktar akçe vermeleri kararlaştırılmıştır. XVI. yüzyılın sonlarına kadar, ordunun geri hizmet kıtalarını oluşturan, ayrıca çeşitli devlet işlerinde çalıştırılan piyade, müsellem ve ellici yörükler ise hizmetlerini avarız bedeli olarak yerine getiriyorlar ve tekalif vergilerinden muaf bulunuyorlardı. XVI. yüzyıl sonunda piyade ve müsellem teşkilatı kaldırılınca bunlar avârız bedeli olarak belirli bir vergi ödemekle yükümlü tutulmuşlardı28. Ancak paraya çevrilemeyecek ölçüde değerli üretim metaları vergilendirmede yine mal veya hizmet olarak alınmaya devam etmekteydi. Örneğin XV. yüzyılda Sofya kazasından ordunun pirinç ve et ihtiyacı karşılanmaktaydı ve sadece pirinç 1483’lerde aşağı yukarı 1 milyon akçe gelir getiriyordu. Şumnu, Hezegrad ve Tırnova’dan kereste, Samakov’dan ise ordu için demir sağlanıyordu29.

Bütün bu vergilerin toplanmasında Osmanlı Devleti taşrada kadıdan destek görürdü. Kadının bir çok işleri olmakla beraber en önemlilerinden birisi de esnaf ve ticaret hayatının düzenlenmesi idi. Esnaf arasında geneli ilgilendiren her hangi bir sorun ortaya çıktığında derhal kadıya gidilir ve sorun onun tarafından halledilirdi. Esnaf’ın seçtiği esnaf heyeti üyelerini tayin etmek, azletmek, düzen, gelenek ve kanunlara göre esnafı hareket ettirmek kadının başlıca görevlerindendi. Bunlardan başka kente gelen meyve ve mahsulleri sicille kaydetmek, ordu ve İstanbul için istenilen şeyleri ya bizzat ya da gönderilen memurlara mübayaâ ettirmek, kentte bulunan esnafın sayısını

28 Halil İnalcık, ‘Military and Fiscal Transformation in The Ottoman Empire 1600-1700’, Archivum Ottomanicum, VI (1980), s. 314. Feridun Emecen, ‘Bedel’, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1992. C. V, s. 301. Ancak bazen hizmet zorunlu olarak bedele çevrilmekteydi. 16 Zilkade 981/5 Mart 1574’de Draç, Elbasan ve İşbat kadılıklarından istenen neferlerin bu bölgenin dağlık ve Arnavutluk olmasından dolayı bedelleri tahsil edilmişti. MD 24/6.s. 3. 29 Nevin Genç, XVI. Yüzyıl Sofya Mufassal Tahrir Defteri’nde Sofya Kazası, Eskişehir 1988, s. 15-16.

12

Page 14: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

azaltmak veya arttırmak kadının gördüğü önemli işlerdendi30. Kadının bir görevi de ordunun ihtiyaçlarını temin, yol ve konaklama tesislerini önceden kontrol ve bilhassa toplanan verginin orduya hızlı bir şekilde yetiştirilmesiydi31. Nitekim 1593 Temmuzunda Murtazaabad Kadısı Ahmed Efendi nüzul vergisini toplayıp, bizzat Erzurum’a kadar giderek orduya teslim etmişti32.

Osmanlı seferlerinde ordugâha akışı sağlanan malların ordudaki çeşitli sınıftan askerlere yada kullanım alanlarına dağıtımının yapılması da devletin resmi görevlilerince gerçekleştirilmektedir. Nüzul emini, kassapbaşı, pazarbaşı gibi adlarla anılan bu görevlilerin ilgilendikleri alanların farklılığından doğan, uzmanlık gerektiren sorumlulukları ve yetkileri vardır. Malların ya da karşılığı olan bedellerin ordugâhta toplanması ve gerekli yerlere dağıtımının yapılması en önemli görevleridir. Örneğin 1107/1695-96 yılında Edirne kışlağı ve rikâb-ı hümâyûnda sefere katılan askerlerin tayinatı için harcanacak lahm-ı ganem bahası için 1106/1694-95 yılı Tırnova ve Niğbolu cizyeleri malından havale olunan 15.000 esedî kuruş, Mustafa Ağa ibn Ali ve Muslu Ağa tarafından kasabbaşı mefahirü ’l-ekâbir Mehmed Ağa’ya teslim edilmiş, karşılığında ilgili kadılıklardan şahitler huzurunda temessük alınmıştı33. 1108/1696-97 yılında da ordu pazarbaşısı Hacı Hasan’a elindeki malzemeden belirtilmiş oranlarda çeşitli yerlere harcaması için bir dizi emir gönderilmişti. Bunlar; Temeşvar’dan ordu-yı hümâyûna katılan ağalara günde 4 vukiyye pirinç ve 1 vukiyye revgân-ı sade verilmesi34, Lukus (?) taburu savaşında yaralanan askerlerin yaralarının tedavisinde kullanılmak için ordu-yı hümâyûnda cerrahbaşı olan Hamza’ya 10 vukiyye sirke, 10 vukiyye asel, 6 vukiyye tuz ve 300 adet yumurta verilmesi35 ve Rumili kadıaskeri için 20 kile pirinç ve 100 vukiyye revgân-ı sade ile Vezir Hüseyin Paşa mutfağı için 10 kile pirincin verilmesi şeklindeydi.

Nüzul emininin yaptığı dağıtıma bir örnek olarak Filibe’deki sultan ahırlarının tamirinde çalışan 81 nefer beldar ve neccar için her bir nefere günde

30 M. Çağatay Uluçay, XVII. Yüzyılda Manisa’da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı, İstanbul 1942, s. 21. 31 İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Osmanlı Devletinde Kadı, Ankara 1994, s. 41. 32 Özer Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara 1995, s. 87. 12 Safer 1068/19 Kasım 1657 tarihinde Edirnede Bergos menzilinde bulundukları sırada askerlerin zahiresi için Lapseki naibi Osman’dan 1250 İstanbul kilesi şa’ir, 6002 kile etmek ve 400 kantar saman Çardak menzilinde teslim alınmıştı ve kendisine bir temessük verilmişti. İbnülemin Askeriye 309. 33 İbnülemin Askeriye 3880 ve 4129. 34 İbnülemin Askeriye 4503. 2 Muharrem 1108/1 Ağustos 1696. 35 İbnülemin Askeriye 4501. 13 Safer 1108. Savaştaki yaralı askerlerin tedavisi için gerekli cerrahlar İstanbul’dan orducu esnaf olarak sağlanmaktaydı. Ancak bunlar diğer orducu esnaf ile birlikte kayıtlı değildir ve genellikle İstanbul kaimakamı ve defterdarına yazılan hükümlerle sağlanıyorlardı. Fazıl Ahmed Paşa’nın Kandiye kuşatması sırasında İstanbul kaimakamı ve defterdarına İstanbul cerrahlarından 16 cerrahın Girit’e gönderilmesi için yazılmış olan 13 Cemaziyelahir 1078/30 Kasım 1667 tarihli bir hüküm için MAD 6547, s. 90.

13

Page 15: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

bir ekmek, 200 nefer arabacıya her bir nefer için günde iki ekmek verilmesi gösterilebilir36.

Bu malzemelerin taşımada genellikle develerden yararlanılmaktaydı. Trakya, Teselya ve Güney Bulgaristan’da deve besleyen göçebe yörük aşiretlerinin varlığı Osmanlı savaşları için yardımcı unsurlardı. İstanbul ve Selanik arasındaki sahil bölgesinde ağır malların taşınmasında deniz ulaşımından çok deve katarları tercih edilmişti37. Ancak Belgrad’ın ele geçirilmesinden sonra daha ötelere düzenlenen seferlerde lojistik alanında Tuna Nehri’nden gemilerle yapılan ulaştırmanın potansiyeli kara taşımacılığının önüne geçmiştir. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın 1543 yılının Nisan ayında Batı Macaristan üzerine çıktığı seferde kullanılmak üzere çok sayıda gemi Karadeniz’de hazırlanmış ve savaş gereçleriyle yüklü 371 kayıkla birlikte filo Karadeniz’den Tuna Nehri’ne geçmiştir. Diğer savaş gemileriyle birlikte gemilerde 40.000 şinik ekmeklik un ve 124.800 şinik çavdar yüklüydü38. Yine Kanuni’nin Zigetvar üzerine yaptığı son sefer sırasında Tuna boyunca birçok şehirlerde gemiler inşa edilmiş, top dökümü yapılmış ve menziller savaş araç gereçleriyle doldurulmuştur. Mevzilerin kuşatılması sırasında orduya gereken toplar Tuna’dan Mohaç’a kadar taşınmış, bu iskelede boşaltılan savaş yükü Anadolu askerleri tarafından teslim alınmıştır39. Tuna Nehri’ndeki Türk filosu için Belgrad büyük bir savaş üssüydü. Özellikle Macaristan üzerine yapılan seferlerde bu kent ve çevre iskeleler etkin bir biçimde kullanılıyordu. Askeri açıdan öneme sahip sınıra yakın bölgelerin lojistik anlamda desteklenmesi bu kent üzerinden gerçekleşmekteydi. Bu nakliyat konusunda zaman zaman güçlükler de yaşanmaktaydı. Düzenleme genellikle zamanlama konusunda olmaktadır. 12 Zilkade 1108/2 Haziran 1697 yılında Zağra-yı atik kazasından mirî mübayaa olarak istenilen 5.000 İstanbul kilesi şa’ir’in Filibede bulunan ordu hareket etmeden önce temin edilip nakledilmesi için Zağra-yı atik kadısı, dergâh-ı alî çavuşlarından Mehmed Çavuş ve kaza’nın iş erleri görevlendirilmişti. Devletin istediği 5.000 kile şa’ir kazanın 100 rub’ hanesine tevzi edilmiş, her rub’ haneye elli kile şa’ir isabet etmiş ancak kaza halkından -civardaki köy ve kasabalardaki ambar sahiplerinin de yoklanmasına rağmen- sadece 1.500 kile zahire bulunulabilmişti. Bu da Filibe’ye kile başına 10 paraya nakledilecekti40. Yine 25 Zilkade 1111/14 Mayıs 1700 tarihinde Temeşvar kalesine her sene olduğu gibi nakledilmesi gerekli zahire için bahar zamanı sefere katılacak bir

36 İbnülemin Askeriye 4504. 7 Zilkade 1108/28 Mayıs 1697. 37 Suraiya Faroqhi, ‘Camels, Wagons and the Ottoman State in the Sixteenth and Seventeenth Centuries’, The Institute of Middle Eastern Studies, 14 ( 1982), s. 535. 38 Yusuf Güldüren, ‘Kanüni Sultan Süleymen Döneminde (1520-1566) Tuna ve Tuna’ya Akan Diğer Nehirlerdeki Türk Filosu ve Gemilikleri (Tersaneleri)’, Çevren, S. 43 (Piriştine 1984), s. 20. 39 Tayyip Gökbilgin, ‘Kanuni Süleyman 1566 Sigetvar Seferi, Sebepleri ve Hazırlıkları’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, XXI (1966), s. 13. 40 Cevdet Maliye 8650.

14

Page 16: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

miktar asker ayrılarak ve bu işle görevlendirilmişti. Ancak bunların kaleye zahireyi götürüp teslim etmeleri, sonra da geri dönmelerinde pek çok sıkıntı yaşanıyordu. Bu yüzden bu yıl gönderilecek 20.000 kile hınta Belgrad’a Tuna kaptanlarından Mehmed Paşa marifetiyle gemiyle oradan da Temeşvar’a 12 saatlik mesafede olan iki palangaya re’âyâya ücretle taşıttırılacaktı41. Osmanlı Devleti’nde arzın düzenlenmesinde etkili olan bu türden stok politikaları hem fiyat istikrarına katkıda bulunma, hem de olağandışı durumlar için mal depolama amacını taşımaktaydı. İklim şartlarının iyi gitmesi gibi durumlarda üretimin, dolayısıyla arzın artması fiyatları düşürmekte, darlık anlarında ise fiyatlar şiddetle yükselme eğilimi göstermekteydi. İşte Osmanlı ekonomisindeki bu ambar politikası birinci halde üreticinin, ikinci halde de başta askerler olmak üzere tüketicinin zarara uğramasını önleyen sürekli ve yaygın bir uygulama olmuştur42. Ayrıca bir kazadan başka bir kazaya hububat ihracı devlet tarafından yasaklanmıştır. Bu yasağın nedenleri; orduların iaşesi, kazaya dahil kent ve kasaba pazarlarında hububattan alınan vergilerin düzenli olarak tahsili ve özellikle hububatı tamamiyle dışarıdan gelen ve ancak o yolda ihtiyaçlarını sağlayan kentlerin iaşesini sağlamak gibi olağanüstü önemli askeri, mali ve ekonomik zorunluluklardı. Komşu bir kazada başgösteren hububat darlığının vaadettiği yüksek kazanç ümitleri; sınırlarda ve sahillerde yabancı tüccarların ve çok defa düşmanın ödemeye razı olduğu aşırı fiyatlar, kaza nüfusunu açlığa mahkum edebilen, orduların menzillerde zahiresiz kalmasına neden olan ve hububattan alınan vergilerin tahsilini imkansız hale getiren olumsuz sonuçları doğurmaktaydı43. Osmanlı Devleti’nde devlet, kendisine gereken hububatı Rakka’dan, Musul’da Nusaybin’den, Payas ve havalisinden, Kıbrıs’tan, Mısır, Rodos, Menteşe ve Teke İlinden, Ege Denizindeki adalardan, Rumeli’deki üretim bölgelerinden, Bursa ve Edirne gibi büyük kentlerin çevresinde bulunan ve zahiresi İstanbul’a gönderilmeyen kazalarından, Temeşvar, Eflak ve Boğdan’dan Kefe’den, Tuna ve Budin’den satın almaktadır44.

Osmanlı seferlerinde ordunun geçeceği güzergâh üzerindeki menzillerin avârız vergisi karşılığı istenilen hizmetlerle çok sıkı bir ilişkisi vardı. Her sefer öncesinde menzillerin bulundukları bölge kadılıklarına yazılan hükümlerde bir miktar zahirenin ordu daha gelmeden menzil noktasında bulundurulması istendiği gibi, güzergâhdan haberleri olan pek çok kimse de mallarını satmak için menzillere gelmekteydi; böylece menzil noktaları sefer esnasında bir ticaret merkezi haline gelmekteydi45. Menzillerde bulunan fırınlar asker için 41 İbnülemin Askeriye 4270. 42 Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1986, s. 378. 43 Lütfi Güçer, ‘XVI. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı İmparatorluğu Dahilinde Hububat Ticaretinin Dahil Olduğu Kayıtlar’ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, C.XII/1-4 (1954), s. 4. 44 Güçer, a.g.m., s. 8. 45Yusuf Halaçoğlu, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Menzil Teşkilatı Hakkında Bazı Mülâhazalar’, Osmanlı Araştırmaları, II (1981)’den ayrı basım. s. 125. Ordunun sefer sırasındaki yiyecek ihtiyacı için askerlere pek çok seçenek sunulmaya çalışılmıştır. Ordunun menzillerde

15

Page 17: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

ekmek ve peksimet yapılmasında kullanılmaktadır. Bazen bu fırınların yenilenmesi gerekiyordu.18 Rebiülevvel 1185/1 Temmuz 1771’de Babadağ sahrasından hareket eden ordu güzergâhı olan İshakçı sahrasına varmadan önce İshakçı mütevellisi Feyzullah Efendi ve bu iş için mübaşir olarak tayin edilen Dergâh-ı alî görevlilerinden Mehmed Ağa bölgedeki 100 adet eski fırının yenilenip hazırlanması ile görevlendirilmişti46. Bazen de sefer güzergâhı üzerinde ahali tarafından kurulduğu iddia edilerek karşılığında yüksek işçilik ücretleri talep edilen hayali fırınlara da rastlanmaktadır47.

Devlet tarafından yaptırılması istenen fırınların belirlenmiş standartları vardı ve bunların yöre ahalisi tarafından yapılmaları mutad-ı kadim haline gelmiş uygulamalardı. 28 Zilhicce 1150/18 Nisan 1738 yılında Edirne’den Niş’e kadar ordunun nüzul edeceği menzillerde tayinatlara verilecek nân tabhı için kurulması düşünülen 60 fırının her biri 12 karış olarak (en-boy- yükseklik?) kazaların ahalilerine yaptırılması düşünülmekteydi. Bu iş için kadılar nüzul emini ile ortak bir çalışma yapacaklar ahaliye gereken malzemelerini taşımaları için katır dağıtacaklardı48. Fırınlarda tabh edilen ekmeklerin tüm orduya yetecek şekilde dağıtıldığını söylemek zordur. Merkezi devlet bu fırınları büyük ölçüde kapıkulları için oluşturmaktaydı. Tımarlı sipahiler ve yardımcı kuvvetler kendi başlarının çaresine bakmaktaydılar. Örneğin 5 Cemaziyelahir 1123/21 Ağustos 1711 yılında Moskof seferine katılacak olan 3.000 Mısır askerine devlet yanlarında getirdikleri kahveyi satmak ve bundan kazandıkları ile sefer sırasındaki ihtiyaçlarını karşılamaları için gümrük muafiyeti tanımıştı49. Bu muafiyet, Gelibolu iskelesine, oradan da İstanbul’a vardıkları sırada Mısır askerlerine ve Mekke ve Medine kentlerinden gelen duacılar için de geçerli idi.

Sefer sırasında kapıkulu birliklerinin de ayrı ayrı tayinat miktarları ve ekmekçileri vardı. 1105/M. 1693-4 yılında Belgrad’da görevli 6.900 yeniçerinin her birine günlük 0,5 kıyyelik bir ekmekle 100 dirhemlik peksimet verilmekteydi. 1.500 cebeci ile 620 topçunun her birine ise 160 dirhemlik ekmek ile 80 dirhemlik peksimet dağıtılmaktaydı50. 12 Receb 1155/12 Eylül 1742’de bu kaledeki yeniçeri, cebeci, topçu ve top arabacılarının

konakladığı sürelerde veya kışladığında oluşturulan pazarlar bu türden uygulamalardır. Pazar için gerekli maddeler Ordu Pazarbaşısı olarak atanan görevli tarafından halktan satın alınırdı. H. 25 B. 1183/24 Kasım 1769 yılında Ordu Babadağında kışladığı sırada Kasabbaşı Ali Ağa ordu-yı hümâyûn pazarbaşısı tayin edilmişti. Kendisine etraftan et ve zahire satın alabilmesi için hazine-i amireden 10.000 kuruş borç olarak verilmişti. Kendisi zahireyi sattıkça bu parayı hazineye geri ödeyecekti. Cevdet Askeriye 2666. Yine asker iaşesi için görevlendirilen kişilerin devlet tarafından desteklenmesi de önemliydi. Kendilerine sık sık hazineden harcamaları için para ayrılırdı. 13 Şaban 1185/21 Kasım 1771’de ordu kassabbaşısı ağaya bu şekilde 200.000 kuruş gönderilmişti. Cevdet Askeriye 36206. 46 Cevdet Askeriye 29825. 47 Yenişehir kazasında bu şekilde kurulan 5 fırın için bkz. MAD 3284, s. 451. 48 Cevdet Askeriye 23151. 49 Cevdet Askeriye 18116. 50 Cevdet Askeriye 14786.

16

Page 18: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

ekmekçibaşılığı görevine İran yönündeki sefer sırasında yararlığı görülen, İshakçı, Ada ve Belgrad seferlerinde fırın sahibi olarak sefere katılan re’âyâ’dan Şahin atanmıştı51. Bu değişik asker sınıflarının ayrı ayrı mutfakları bulunmaktaydı ve hububat ekmekçilerine ayrı ayrı dağıtılmaktaydı. Özellikle sefer sırasında yüksek rütbeli görevlilerin yiyecek ve diğer malzemeleri ayrıcalıklıydı52. 8 Cemaziyelahir 1183/9 Eylül 1769’da Bender sahrasından Han tepesi menziline hareket eden ordu içindeki habbazlara 25 Rebiülevvel-8 Cemaziyelevvel/29 Temmuz-9 Eylül arası toplam 916.292 kıyyelik dakik yeniçeri, topçu, nüzul emini, cebehâne-i âmire ve sadrazam hizmetindeki ekmekçilere ayrı ayrı dağıtılmıştı53. Ayrıca, sınır bölgelerinde bulunan kale ve palanga gibi istihkam mevkileri hem sınır güvenliğinin hem de sınır ötesi askeri harekatlarda lojistik desteğin sağlanmasında önemli fonksiyonlara sahipti. Orta Avrupa’da yeni fethedilen kent ve kalelere Balkanlar’dan getirilerek iskân ettirilen Sırp ve Boşnaklar düzenli ordunun yanı sıra Osmanlıların yerel vurucu güçlerini oluşturmaktaydı54. Herhangi bir savaş durumu halinde ordunun tüm hazırlıklarını tamamlayarak muharebe bölgesine ulaşmasının ortalama altı aylık bir sürede gerçekleşmesi, geniş topraklara sahip olan Osmanlı Devleti için büyük bir problem teşkil ediyordu. Ayrıca Osmanlı ordusunda at, katır, manda, öküz gibi yük ve binek hayvanlarının sayısı oldukça kabarıktı. Bunların dışında et için ordunun yanında götürülen hayvan sürüleriyle birlikte bu sayı daha da artmaktadır. Hayvanların insanlara göre dört-beş kat daha fazla tahıl tüketmesi hayvan yiyeceklerinin temin edilerek menzillerde hazır hale getirilmesini de içeren geniş bir iaşe sistemini zorunlu kılmıştır. Arpa, saman ve ot bu türden iaşe maddelerinin çoğunluğunu oluşturuyordu55. Güney Avrupa ve Osmanlı Devleti’nin bir çok bölgesinde at

51 Cevdet Askeriye 41656. 52 29 Muharrem 1109/17 Ağustos 1697 tarihinde orduya Serdar tayin edilmiş olan Fazıl Paşa’ya 100 baş koyun ve 30 gav verilmişti. İbnülemin Askeriye 4130. Yine Budin seferinde Tisza Nehri kenarındaki Sagedin kenti ele geçirildikten sonra İbrahim Paşa için 50.000 ve Defterdâr İskender Çelebi için 20.000 baş koyun sürülmüştü. Kent yağmalandıktan sonra orduda un, buğday, cav ve yulaf çoğalmıştır. Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 564. 53 Cevdet Askeriye 51587. Marsigli’nin belirttiğine göre tamamı Ermenilerden oluşan fırıncılar tarafından günlük olarak sahra fırınlarında pişirilen ve dağıtılan ekmek kapıkullarına günlük 100 dirhem olarak dağıtılmaktadır. Ayrıca 50 dirhem peksimet, 60 dirhem koyun veya sığır eti, 25 dirhem yağ ve 50 dirhem pirinç de verilmekteydi. Bu erzak günde iki defa -sabah 11’de ve akşam 8’de- pişirilir ve bölüklere dağıtılırdı. Graf Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Zuhur ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askerî Vaziyeti (Çev: M. Kaymakam Nazmi), Ankara 1934, s. 189. Devlet bu birliklerin sadece beslenmesini değil savaş araç gereçlerini de karşılamaktadır. Yeniçeriler 909/1503 yılında yay paralarını almak için sayıldıklarında 6606 kişi oldukları görülmüştü. Ömer L. Barkan, ‘İstanbul Saraylarına ait Muhasebe Defterleri’ Belgeler, IX/13 (1979), s. 314. 54 Burcu Özgüven, Osmanlı Macaristanı’nda Kentler, Kaleler, İstanbul 2001, s. 15-16. 55 Mehmet Yaşar Ertaş, ‘Osmanlı Devleti’nde Sefer Organizasyonu’, Osmanlı, Ankara 1999, C. VI, s. 188. 1104/1692-3 yılı için Edirne, Çirmen, Urunca, Hasköy, Filibe, Tatarpazarı, Izlad, Ahtiman ve Samakodan zahire ve bıçağa yarar öküzler arabalarla Belgrad’a ulaştırılacaktı. MAD 8473, s. 5. Bu türden hizmetlerin bedelleri Tımar sistemindeki gibi bölgesel

17

Page 19: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

yemi olarak kullanılan arpa tedariki savaşa katılacak atlar için çok önemliydi. Örneğin XVI. yüzyılda kötü bir arpa hasadı olduğunda Türkler ile hrıstiyanlar arasındaki çarpışmaların at olmadan düşünülemeyeceği Macar sınırı boyunca ya savaş olmayacağı ya da gecikeceği söylenmektedir56. Bu türden metalar da büyük ölçüde nüzul ve sürsat yoluyla ordunun tüketimine sunulmaktadır. Burada şunu belirtmekte yarar var: düşman üzerine açılan her sefer aslında Osmanlı İmparatorluğu’nda bir manifaktürdür. Sefer sırasında gerek kırsal alanda gerekse kentlerdeki iş kollarında ordu için üretim had safhadadır ve Osmanlı Devleti’nde yapılan her türlü faaliyet dolaylı da olsa bu organizasyonda şöyle ya da böyle yer almaktadır. Dönemin askeri alandaki Batılı taktisyenlerinden biri olan Lazarus von Schwendi de (1522-1584) Osmanlıların savaş alanlarındaki galibiyet nedenleri üzerine bir takım saptamalarda bulunmuştur. Schwendi’ye göre Avusturya ordularının savaşlardaki en büyük zaaflarından birisi ağır yükleridir. Osmanlılar ise bunun aksine hafif ve daha esnek bir sefer donanımına sahipti. Bu hareketlilik sayesinde daha az kayıplara uğradıkları gibi, kaybettiklerinin yerine ikâme şansları daha fazladır. Osmanlılar savaşları mümkün olduğunca yabancı topraklara taşımış, o toprakların yerlilerini de sefer hizmetlerinde kullanmışlardır57. Schwendi Osmanlıların detaylı sefer organizasyonları sayesinde Osmanlı sultanı’nın Habsburg hanedanından çok daha kuvvetli bir orduyu savaş alanlarına sürebilmekte olduğunu belirtmektedir. Schwendi’ye göre önemli olan savaş alanından ve sınır halklarının savaş tecrübelerinden yararlanmak gerekir. En iyisi güçlü kaleler kurup, bunları Osmanlıların muazzam savaş hakimiyetlerini gözönüne alarak iki kat daha fazla birlikle donatmaktır. Düşman ordusunu teknik olarak 4-5 aydan fazla savaş meydanında kalamayacağından en iyisi ve en akıllıca olanı onları sürekli engellemek, asıl hedeflerine ulaşmalarını geciktirmek böylece kumanya ve insan kaynaklarını tüketmesini sağlamaktır. Schwendi’ye göre Osmanlılarla açık bir savaş meydanında karşılaşmak mümkün olduğunca ertelenmelidir58.

kaynaklardan karşılanmaktaydı. 1109/1697-8 yılında Kamaniçe kalesine gönderilecek Eflak’dan 12.000 kile, Boğdan’dan 18.000 kile hıntanın bedeli ve Yaş’da toplanan bu zahirenin kaleye taşınması bu bölgelerdeki cizye malından ödenecekti. MAD 10145, s. 34. 56 Braudel, a.g.e.,C. I, s. 156. 57 Kanuni’nin Zigetvar seferini okuyucularına aktaran ve 7 Eylül 1566 yılında basılan Alman gazetesi Relation und Extract kalenin kuşatılması sırasında Tuna Nehri’nin yönünün değiştirilmesi için yeni kanal ve çukurların kazıldığını, boşalan nehir yatağına odun ve toprak taşındığını ve kanalın kısa sürede yükseltilip saldırıda kullanılmak üzere burç oluşturulduğunu ve tüm bu işlemlerin Belgrad’tan sadece bu işler için getirilen yoksul hrıstiyanlarca yapıldığını belirtmektedir. Bkz. Cemal Sakallı, ‘16. Yüzyıl Almanyası’nda Günlük Yazın Tarihinde Türkler’, Tarih ve Toplum, C. 36, S. 212 (2001), s. 26. 58 Thomas Scheben, ‘Schwendi, Montecuccoli, Kinsky: Analysen der osmanischen Kriegsmacht vom 16. bis 18. Jahrhundert’, CIĖPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri. Peç: 7-11 Eylül 1986 (Yay Haz: Jean-Louis Bacquė- Grammont, İlber Ortaylı, Emeri van Donzel), Ankara 1994, s. 203-204.

18

Page 20: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

XV. ve XVI. yüzyıllardaki Osmanlı ordusunun Rumeli ve Orta Doğudaki fetihlerinde elde ettikleri başarılar gözlemlendiğinde sefer organizasyonu düzenleyicilerinin hasımlarının ordularının potansiyelini ve askeri güçlerini son derece iyi analiz ettikleri ve dönemin silah teknolojisinden etkili bir biçimde yararlanmış oldukları söylenebilir. Osmanlıların stratejik liderlik teknikleri, onların yönetim merkezlerinden oldukça uzaktaki İran, Mısır veya Macaristan gibi bölgelerde zaferler kazanmalarına olanak sağlayacak kadar ileri düzeydeydi. Bu dönemde hiçbir Avrupa ordusu bunu sağlayamamıştı. Bu türden uzak coğrafyalardaki zaferler, hiç şüphe yok ki, esnek bir askeri ve lojistik koordinasyon gerektiriyordu. Osmanlı askeri liderleri büyük toplulukları dârü ‘l-harb’a hareket ettirme sanatı ustalarıydı59. Ancak bu durum XVII. ve XVIII. yüzyıllarda pek çok nedenden ötürü değişecekti.

59 Lütfi Paşa Asafnâme’de savaş tedbirlerini şöyle açıklar: Önce sefer lazım gelen yerlerde Vezirlerden veya beğlerbeyilerden birini komutan olarak atamalıdır... Savaşa çıkmadan önce, ne kadar para ve ne kadar yiyecek gerekir ise, önceden hazırlayıp sonra sefere çıkmalıdır. Eğer sefer Padişahın kendisi de katılacaksa, Sadrazam, Defterdarı ve Divanın diğer üyelerini toplayıp ne kadar para ve ne kadar asker gerekir ve nerede yiyecek hazırlamak lazımdır, bunları önceden planlamalı ve padişaha gerekli olan deve, katır ve atların malzemeleri mirahur ile görüşüp kararlaştırmalı ve padişaha yolda bineceği bir araba da hazırlatmalıdır... Askere kuvvetli-doğru bir konaklama emini gereklidir. Padişahın yeniçeri ve sipahiye altı gün erzak vermesi kanun gereğidir. Yavuz Sultan Selim Han, üç gün hududa girildiğinde ve üç gün de çıkarken vermiştir. Lütfi Paşa, Asafnâme (Haz: Doç.Dr. Ahmet Uğur), Ankara 1982, s. 21-22.

19

Page 21: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

BÖLÜM II

XVII.- XVIII. YÜZYILLARDA ASKERİ SİSTEMDEKİ DEĞİŞİKLİKLER

Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri sistemin tarih içersinde geçirdiği değişiklik evrelerini genel olarak devletin ekonomik sistemindeki değişiklikleriyle ilişkilendirmek çok cazip gelen bir açıklama yolu olagelmiştir. Kuşkusuz köhnemiş ve artık seferlerde tımarlı sipahilerin ihtiyaçlarına cevap vermekten çok uzak kalan tımar rejiminin yerini devlet eliyle iltizam uygulamalarına XVII. yüzyıl sonlarından itibaren bırakır olmasının bunda etkisi yadsınamaz. Toplum değiştikçe araçlar da değişmektedir. Tıpkı Orhan Beğ döneminde yapıldığı gibi toplumun göçebelikten yerleşikliğe geçişinde ve buna bağlı olarak askeri sistemdeki göçebe süvarilerin yerlerini yaya piyadelere ve tımarlılara terk ettikleri gibi, tımarlı sipahiler de bu yüzyıllarda savaş meydanlarındaki yerlerini daha profesyonel birliklere terk edeceklerdir. Kuşkusuz bu değişimde ihtiyaçların rolü belirleyici olmuştur.

XVII. yüzyıla kadar üretimi doğrudan katılan “üretici” Osmanlı ordusunda tımarlı sipahilerin mirî toprak düzeniyle birlikte çökmesi karşısında başta yeniçeriler olmak üzere, kapıkulları etkinlik kazanmışlardır. Devletin maaşlı askeri durumundaki kapıkulu ordusu, eyalet ordusundan farklı olarak bir “tüketim” ordusudur. Eyalet ordusunu oluşturan tımarlılar barış dönemlerinde çiftliklerle uğraşmalarına karşın bu yeni ordu bütün bir yıl devletten maaş almakta, üretime katılmamaktadır40. Klasik dönem Osmanlı tarihine genel bir bakış, devletin savaşlardan hep olumlu yönden etkilenmeye, bundan yararlanmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Hatta, devletin kurumlarını, yapısını ya da kısacası genel sistematiğini araştıran daha ciddi ve bilimsel yaklaşımlar ise Osmanlı Devleti’ndeki bu sistematiğin savaşlar üzerine biçimlenmiş olduğunu ve ekonominin kendini yeniden üretmesinde bu savaşların çok önemli bir rol ve işleve sahip olduğunu gösterir. Diğer bir deyişle Osmanlı klasik düzeni içersinde ve bu düzenin bir türevi halinde bizlere yansıyan Osmanlı düşünce sisteminde savaşlar bir bunalım ya da yıkım öğesi ya da etmeni olarak yer almazlar. Tam tersine savaşlar bir kazanç kaynağıdır. Devletin neredeyse tüm kurumları Osmanlı savaş gücüne hizmet etmekte ve savaşlar, sosyal sonuçları ne kadar yıkıcı ve onarılması güç olursa olsun toplumun devamını sağlamaya yönelik faaliyetler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Savaşlardan ganaîm elde edilir, fetihlerde dağıtılacak ve üzerinde tarım yapılacak yeni topraklar kazanılır. Bu topraklarda uygulanan 40 Sevgi Aktüre, 19. yüzyıl Sonunda Anadolu Kenti. Mekansal Yapı Çözümlemesi, Ankara 1978, s. 50.

20

Page 22: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

temel üretim rejimlerinin adaptasyonu sayesinde sistem mükemmelleştirilmeye çalışılır. Bu topraklar ayrıca anavatandaki topraksız fazla nüfusun iskânında ustaca kullanılır. Fethedilen bölgeler halkı ise, maliye için vergilendirilebilir yeni nüfus demektir41.

Klasik dönem Osmanlı mali sistem dengesi, bildik ekonomik desteklemelerle ve çeşitli sarsıntı ve yıpranmalara rağmen bu şekilde XVII. yüzyılın ikinci yarısına dek ayakta kalabildi ve bu dönem içersinde merkez ve taşra orduları cephelerde gerekli işbirliğini gerçekleştirerek savaşların çoğunlukla lehte sonuçlanmasını sağladı. Fakat 1645’de başlayan Girit savaşıyla birlikte, savaşların niteliği açısından yepyeni bir döneme girildi: Artık uzun ve masraflı savaşlar dönemi başlamıştı. Nitekim 1645’de başlayan Girid savaşı 25 yıl sürdü ve ancak 1669’da sonuçlandı. yüzyılın ortasında başgösteren Erdel isyanı yıllarca Osmanlı Devleti’ni uğraştırdı ve sonunda Osmanlı Devleti, Avusturya ile 1663 yılında savaşa girdi. 1672’de Lehistan ile savaşların başlangıcı oldu ve bu savaşlar 1676’ya kadar sürdü. 1678-1681 arasında Ruslarla savaşlar yapıldı ve 1683 yılında Avusturya ile yeniden başlayan savaş Rusya, Lehistan ve Venedik’in de karışmasıyla iyice büyüdü ve Osmanlı Devleti’nin peş peşe bozgunlarından sonra ancak 1699’da Karlofça Antlaşmasıyla noktalanabildi. XVIII. yüzyılda Osmanlı maliyesini temelden sarsan ve mali bunalımın uzamasına ve boyutlarının büyümesine yol açan görünürdeki neden işte bu savaşlar olmuştur. Savaşlar, artık Osmanlı Devleti için bir kazanç, kapısı değildir, tersine bu savaşlar maliyeyi ve bu arada genel olarak devleti çökerten birer sosyal afettir. Savaşların Osmanlı Devleti için bu hale dönüşmesinin bir nedeni eskiye göre savaşların daha pahalıya mal olmaları, buna karşılık merkezi hazine olanaklarının sınırlı kalmasıdır42. Ancak ekonomik desteklemelerin daha ötesinde bir evrim geçiren Osmanlı askerinin katıldığı savaşlarda sağ kalıp zaferler kazanmasına neden olabilecek en önemli nokta Avrupa’nın silah teknolojisindeki gelişimin gerisinde kalmasıdır. Devletin bu konuda gelenek olduğu üzere devletçi uygulamalara önem vermeyip gerekli bilgi ve donanımı -topçu sınıfı haricinde- bireylerden beklemesi de ilginçtir43.

Özellikle savaşın kendisi bazen her şeyi kapsamaktadır. XVIII. yüzyılda bir tımarlı sipahinin kaç bin akçelik bir tımara sahip olduğunun savaşlarda başarılı olmakla pek ilgisi yoktur. Asıl etmen çağın modern askeri

41 Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. yy’dan Tanzimat’a Mali Tarih), İstanbul 1986, s. 27-28. 42 Cezar, a.g.e., s. 140-141. 43 İstanbul Başbakanlık Arşivi’ndeki çalışmalarım sırasında çeşitli tasnifleri tararken konumla ilgili doğrudan ilgili olmasa da Osmanlı Devletinin seferlerde özellikle Bosna ve Arnavutluktan tüfekçi askeri istemi ile ilgili pek çok belge gözüme çarptı. Bilinmektedir ki bu türden istekler Anadolu’daki eyalet valilerine de gitmiştir. Kapu halklarının ateşli silahlara alışık askerlerden oluşturulması merkez için önemli bir unsurdu. Genel olarak XVIII. yüzyılda askeri başarısızlıklarla sık karşılaşmaya başlayan Bâb-ı Âlî’nin yerel unsurlara dayanmaya çalışması ve onları bir tür çözüm yolu olarak algılaması dikkat çekicidir.

21

Page 23: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

birliklerinin sahip olması gereken ve baskı altında bile emirlere uymak, iyi bir tüfeğe sahip olmak -artık savaş meydanlarının kralıdır-, soğukkanlı bir şekilde tüfeği doldurmak, nişan almak ve ateş etmektir. Bunu defalarca tekrarlayan asker, kökeni ne olursa olsun savaşlardaki Osmanlı komutanları için en vazgeçilmez asker tipidir. Bu türden askerlerin kökenleri de eskisi gibi sorun yaratmamaktadır. Genellikle re’âyâ kökenli olan bu askerler tüfek kullanmayı bilen ve bu hizmetleri karşılığında sadece belli dönemlerde -ki bu dönemler sefer süreleriydi- ücret alan asker tipleridir. Gerçi zaman zaman re’âyâ’nın elinde bulunan ateşli silahların toplanması için merkez tarafından emirler gönderilse bile44 bu türden yasaklamalar geçici olarak sürdürülmektedir. Öyle ki, XVII. yüzyılda kentlerden kolaylıkla 4-5.000 kişilik silahlı milisler toplanıp belli amaçlarla kullanılmaktaydı. Bursa’da Evail-i Şaban 1052/Kasım 1642’de böyle bir milis gücü avcı levendâtı adı altında toplanmış cami ve mescitler kapanmış, dükkanlar boşalmış ve bu birlikler bazı hırıstiyan kiliselerine zarar vermişlerdi. Bu durum kentin ileri gelen uleması tarafından İstanbul’a şikayet edilmişti45. Ayrıca yeniçerilerin arasında da re’âyâ kökenli olup askeriye sınıfına tanınan muafiyet ve ayrıcalıkları elde etmekten hoşlanan sivil unsurların sokulmaya başlaması teâmül haline gelmişti. Yeniçeri birlikleri içersindeki bu unsurlar dikkate değer bir askeri hizmet yerine getirememişler aksine disiplinsizlikleri ile profesyonel askerlerin performanslarını da etkilemişlerdir46.

Tımarların birleştirilip devlet eliyle özel yatırım alanı olarak yine özel kişilere sunulması, böylece üretim ilişkilerinin değişmesi ve dolaylı olarak da bu yeni durumun askeri sistemi etkilemesi kanımızca bir sonuç değildir. Şöyle ki üretim sisteminin değişmesindeki temel amaç devletin ihtiyaç duyduğu asker tipolojisindeki değişmedir. Sipahi tımarının ekonomik bir üretim biçimi olarak çökmesinden çok daha önce, sipahilik askeri bir nizam olarak da çökmüştür. XVI. yüzyılın ortalarından sonra sipahi askerleri, kendilerinden daha iyi silahlandırılıp teşkilatlandırılmış olan Avrupa ordularına daha güç direnebilecek duruma düşmüşlerdir. Askeri seferlerden artık bol bol ganimet ele geçirilemiyor, savaşlar Osmanlıların hezimetiyle sonuçlanıyordu47.

Tımarlı sipahilerin savaşlarda verimli olamaması Osmanlı Devleti’ni daimi olmasa bile ihtiyaç duyulduğunda ücreti karşılığı kolayca sağlanabilen paralı ve tüfekli askerlerden oluşan bir orduyu kurmaya itmiş, dolayısıyla

44 Bu türden hükümlere örnek olarak Bursa için B. Ş. S., C. 2, s. 193a1. Ayrıca bkz. Müçteba İlgürel, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Ateşli Silahların Yayılışı’, Tarih Dergisi, S. XXXII (1979)(Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Hatıra Sayısı’ndan ayrı basım), s. 301-318. 45 B. Ş. S., C. 2, s. 197b1. 46 Avigdor Levy, ‘ Military Reform and The Problem of Centralization in The Ottoman Empire in the Eighteenth Century’, Middle Eastern Studies, C. 18, S. 3 (1982), s. 229. 47 Evgeniy Radushev, ‘XVII-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Toprak Rejimi ve Askerî Nizamı’, CIĖPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri 7-11 Eylül 1986 (Yay. Haz: Jean-Louis Bacqué- Grammont, İlber Ortaylı, Emeri Van Donzel), Ankara 1994, s. 299.

22

Page 24: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

başlangıçta bahsedilen hizmet karşılığı tımar tevcihatı hizmet fonksiyonu ortadan kalktığı için gerilemiş ve zamanla terkedilmiştir. Bu yeni ordunun ücretleri de ancak yeni toprak rejimleri ile sağlanılmaya çalışılmıştır. Bu yeni durumun -askeri açıdan değerlendirildiğinde pek çok keyfi durumla karşılaşıldığı görülse bile- devletin merkezileşme çabaları ile uyumlu olduğu ve bir paralellik gösterdiği anlaşılır. Savaşlarda daimi olmayan süvari birliklerinden düzenli piyadeye doğru bir yöntem değişikliği merkezileşmenin gerekli bir koşuludur. Devlet tarafından donatılmış piyadeler, öz donanımlı (self-equipping) süvariler karşısında merkezi temsil ederler48. Osmanlı Devleti’nin seçkin piyade birlikleri yeniçerilerdi ve bunlar başlangıçta hem sayıca az hem de teknolojik olarak iyi teçhiz edildiklerinden dolayı gerçekten seçkindiler. Ancak yıllar geçtikçe sayılarının artıp teçhizatlarının kötüleşmesi bu birlikleri seçkin olmaktan çıkarmıştır. Bu değişiklik başka sonuçlara da yol açmıştır. Kapıkullarına ulufe yetiştirmek güçleşmiş, merkezi hazinenin yükü artmış, mali sıkıntı başgöstermiştir. Örneğin 7 Safer 1184/2 Haziran 1770’de İbrail’deki askerlerin tayinat ve ruz-ı merre’leri günlük 22.000’e yükselince şair, dakik (arpa, buğday) gibi zahireyi teslim etmeleri gereken tüccarlar, para olmadığından bu malları teslim etmekten kaçınmış, ancak peşin paraya ve devletin istediği fiyattan daha yüksek bir fiyatla satabileceklerini bildirdiklerinden hazineden yüklü miktarda paranın gönderilmesi istenmiştir. Ayrıca mirî için işletilecek 12 fırın için 15 usta ve işçileri için de para istenmektedir. Bu iki ihtiyaç için 2.500 kuruş İbrail’e gönderilmiştir49. Büyük kentlerdeki bazı mukataaların gelirlerinin bir kısmı da ateşli silahların yaptırılması işinde kullanılmaktaydı. 14 Muharrem 1115/30 Mayıs 1703’de Bursa ihtisab mukataası emini ve Bursa kadısından İstanbul’daki tüfenkhâne kârhanesinde yaptırılacak 10.000 tüfenk için mukataa gelirlerinden 100.000 sağ akçeyi göndermeleri istenmişti50. Devletin ateşli silah üretiminde sık sık güçlüklerle karşılaştığı özellikle uzak merkezlerde bu işlerin çok yavaş gerçekleştiği bilinmektedir. Gurre-i Cemaziyelevvel 959/Mayıs sonu Haziran başları 1552 tarihinde gönderilen hükümde beğlerbeğinin Şam kalesine yeni yazılan yeniçerilere verilecek tüfeğin kalmadığını, önceden yeniçerilere verilen tüfeklerin tımara çıktıklarında tüfekleriyle beraber gittiklerini, dirliklerini bırakanların tüfeklerini de alıp gittiklerini bazılarının savaşta ölüp tüfeklerinin zayi olduğunu tüfek yapmaları için iki Yahudinin ulufe ile tutulduğunu ancak bunların işin ehli olmadıkları için bir tüfeği iki ayda yaptıklarını belirterek İstanbul’dan 1.000 tüfek gönderilmesini istemişti. Ancak merkezi yönetim kayıp ve zayi olan tüfeklerin bulunmasını ve Yahudilere ödenen ulufelerin kesilip ödenen paranın geri alınmasını istemektedir51. Ordunun silahlarında

48 Stanislaw Andezejewski, Military Organızation and Society, London 1954, s. 88. 49 Cevdet Askeriye 25999. 50 İbnülemin Askeriye 4443. 51 Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Koğuşlar Koleksiyonu, No. 888, varak 199/b.

23

Page 25: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

yapılacak tamirat işleri için de uzmanlara gereksinim duyulmaktaydı52 ve bunu sağlamak yine merkezi devletin göreviydi. Ancak zaman zaman bunun sağlanmasında da güçlükler çekilmekteydi. Örneğin 7 Zilhicce 1154/13 Şubat 1742’de Tırhala sancağı Islatna köyünde yaptırılan sefer-i hümâyûna için gerekli mîrî kılıç namlularının İstanbul’a getirilmesi sırasında yoldaki bazı geçit, derbent ve boğazlarda bac-ı uburiye adıyla akçe istendiği, bu işe memur olam mübaşirlerin zor durumda kalındıkları bildirilmektedir53. Ama bu güçlükler en çok ateşli silahların imâlinde görülmekteydi. Gurre-i Cemaziyelahir 1183/Eylül başları 1769’da İslimye ve Girve (?) Kazalarından cebehâne-i amirede tüfek imali için istenen tüfenkçi esnafıyla ilgili olarak54 H. 8 Cemaziyelevvel 1183/9 Eylül 1769’da Edirne İslimye kazası naibi İstanbul’a gönderdiği 40 tüfekçi ustasından 7’si göreve gitmemek için yerlerine ücretle 6 zımmiyi bulup gönderdiklerini, bunlarında zaten acemi ve şakird olduklarını ve yolda firar ettiklerini bildirmektedir. İstanbul hükümeti hem bu 7 ustanın hem de kaçan 6 zımminin bulunup İstanbul’a gönderilmeleri için Edirne Bostancıbaşısına hüküm gönderilmiştir. Belgede ayrıca İmparatorluktaki tüfek sayısının fazlalığından, usta sayısının azlığından bahsedilmektedir55. XVI. yüzyılda Osmanlı ve Avrupa çakmaklı tüfekleri çok ağır ve kullanışsızdır; yaklaşık 7 kg. gelmekte, ateş sırasında namlusunun 1.50 m. yüksekliğinde bir çatala dayanması gerekmekte ve doldurulup ateşlenmesi için de pek çok işlem gerektirmektedir. Atış hızı da dakikada en fazla 15’dir56. Tüfeğin evrimini gerçekleştirip ordularında uygulayan ilk hükümdar İsveç Kralı Gustaf Adolf’dur. Çatal zorunlu olmaktan çıkar, işlemler basitleştirilir, atış menzili büyür. Fişek icad edildikten sonra o zamana dek barutu tutuşturmak için kullanılan fitilin yerini fişek alır. 15 atla çekilen ağır topların yerini, çok daha hafif ve çok daha kullanışlı toplar alır.

52 Örneğin Gurre-i Muharrem 1102/Ekim başları 1690 yılında Tüfenkçiler kârhanesi ustalarından 4 nefer usta, Bozcaada cebehanesinde olan 332 tüfek namlusunu, 132 tüfek kundağını tamir etmişler ayrıca 200 adet yeni tüfek kundağını kale cebehanesine teslim etmişlerdi. İbnülemin Askeriye 2355. Yine, 17 Zilkade 1151/26 Şubat 1739’da Elbasan cephanesinin bir kısmı ile 5 nefer tüfekçi, kundakçı, kılıççı ve ahengir İstanbul’dan gemilerle önce Akkerman iskelesine oradan da mekkari öküz arabaları ile Bender kalesine gönderilecekti. Cevdet Askeriye 42115. Yine Taman kalesinde 1109/1697-98 yılında görevlendirilmek üzere 125 nefer cebeci, 55 nefer topçu istenmekteydi. Cebecilerden 5’i barutçu, Topçuların da 5’i top dökücü, 5’i de falya dökücü olarak İstanbul’dan tedarik edilecekti. MAD 10145, s. 40. 53 Cevdet Askeriye 9734. 54 Cevdet Askeriye 43122. 55 Cevdet Askeriye 1680. Oldukça geç tarihteki bir örnek olarak, 1214/1799-80 yılında Arabistan’da çıkan isyanı bastırmakla görevli orduda görevlendirilecek ve ücret ve harcırahları vilayetten ödenmek üzere Sivas’tan 10 pişirici ile 10 hamurkâr işçi istenmişse de Sivas naibinin ilâmında bunun mümkün olmadığı, şehirde başgösteren veba nedeniyle kentte zaten 7 olan fırın sayısının 4’e indiği belirtilmektedir. Cevdet Askeriye 1201. 56 Tüfekler için bkz. Mevlut Uzun, ‘Fitilli Tüfekler’, İstanbul Teknik Üniversitesi.Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, S. 7 (1976), s. 27-29; ve Mevlut Uzun, ‘Çakmaklı Tüfekler’, İstanbul Teknik Üniversitesi.Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü Bülteni, S. 8 (1976), s. 32-34.

24

Page 26: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Taktik düzlemde yine Gustaf Adolf, Makedonya falanjından alınmış bulunan, düşman topçusunu korkunç ölümcül duruma getiren derin düzeni: dört-beş büyük bölüğe ayrılmış mızraklı ve tüfekli piyade düzenini bırakır; ince düzeni, derinliği iki-üç sırayı aşmayan, uzun hatları getirir. Mızraklı askerlerin işlevi tüfekliler yanında ikincil bir duruma getirilir, tüfekli askerlerin sayısıysa, öteki orduların yanında iki katına çıkarılır. Son olarak, tüfekli birlikleri çevreleyen süvari birliği artık kılıçla değil, tabancayla saldırıya geçmektedir57. Bu yeni arayışlar savaşın kapitalizme yol açtığına dair küçük bir örnektir. Ama tersi de pekala mümkün olabilmektedir. XVII. yüzyıl en mükemmelinden kuşatma savaşları, top, lojistik, düzenli birliklerce yapılan mücadeleler dönemidir. Sonuç olarak masraflı bir savaş, dipsiz bir kuyu58. Hangi lojistik sistemi kullanırsa kullansın iyi düzenlenmiş bir ordunun ilk gereksinimi değerini kaybetmeyen para idi. Bununla beraber XVI. yüzyılın ikinci yarısı boyunca orduların gelişimi, kendi hükümetlerinin mali olanaklarını oldukça aşmıştır. Zamanın en büyük gücü İspanya bile 1557’den 1598’e kadarki dönemde askeri harcamaları nedeniyle üç kereden az olmamak üzere iflas etmiştir. Otuz yıl savaşları zamanında Hollanda dışında hiçbir büyük Avrupa devleti kendi ordularına düzenli ödeme yapamamıştır59. Otuz yıl savaşlarına katılan Avrupa orduları -bir din yasası ile oluşturulan İsveç Kralı Gustaf II. Adolf’un ulusal ordusu dışında- Condottière’lerin (milis komutanlarının) yönettiği, daha çok para verene satılmaya, maaşlar gecikti diye dağılmaya ya da düşman tarafına geçmeye hazır özel çetelere benzemektedir. Daha sonra hükümdarlar, disiplinli ve sadık, kendi kurumlarınca denetlenen ordulara sahip olmaya çalışırlar. Ama zorunlu askerlik hizmeti kavramı henüz yoktur ve askere alma gönüllü yazılmaya dayalıdır. Kış aylarında görevliler, kent ve kasabaları dolaşıp, meyhanelerde içki ısmarlayarak askerliği övücü konuşmalar yapar: yüksek maaş, iyi şarap, güzel üniformalar vaat ederler. Ancak Avrupa ordularındaki silahlı kuvvetler, devlet için ne yapacakları önceden belli, güvenilir devlet araçları değildi. İkmal maddelerinin yetersizliği ve bundan daha da ciddi bir konu olan ücret ödemelerindeki yetersizlikler yüzünden yığınlarca askerin denetimden çıkması çok beklenebilir bir olgudur. Kardinal Richelieu Testament Politique’de şu acı sözlere yer vermiştir:

Tarihte, yokluk ve düzensizliğin mahvettiği orduların sayısı düşmanlarınca mahvedilenlerden çok daha fazladır. Ben kendi zamanımda girişilen tüm işlerin sırf bu yüzden nasıl eksik kaldığına tanık oldum60. Bu ücret ve malzeme sorunu orduların performansını çeşitli biçimlerde

etkilemekteydi. Gustaf Adolf’un akıllara durgunluk verici bir hareketlilik içinde gerçekleşen Almanya seferinde bile, Clausewitz’in sözünü ettiği

59 Martin Van Creveld, Supplying War. Logistics from Wallenstein to Patton, Cambridge-London-New York-Melbourne 1977, s. 8. 60 Van Creveld, a.g.e., s. 17’den aktarılmıştır.

57 Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul 1985, C. IV, s. 996. 58 Fernand Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm XV-XVIII. Yüzyıllar, Ankara 1993, C. III: Dünyanın Zamanları, s. 44.

25

Page 27: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

anlamda bir askeri-stratejik plan doğrultusunda yürütülmek yerine, muazzam ordusuna yiyecek ve hayvan yemi bulmak gibi basit ama zorlayıcı bir arayış gerçekleşmektedir61. Avrupa’da XIV. Louis’in hükümdarlığının sonunda orduda, 400.000 asker vardır. Bu sayı o dönem için çok yüksektir. İspanya Kralı V. Felipe’nin emrinde 132 piyade taburuyla 130 süvari birliği bulunmaktadır. Brandenburg Seçicisi ve Prusya Dükü olan Friedrich Wilhelm, sürekli olarak 30.000 kişilik bir ordu besler. Büyük Petro da, muvazzaf ordusu için hesapsız para harcar62.

Osmanlı Devleti’nde de aynî olarak istenen hizmet ve ürünlerin yerini bu yüzyıllarda nakit para talepleri alacaktır. Re’âyâ’nın tımarlı sipahilerce korunması tımar rejiminde tarımsal üretimi arttırıcı bir unsurdu. Bu koruyucu unsur ortadan kalkınca üretici köylü zarar görmeye başlamıştır. Askerliğe geçen re’âyâ tarımsal alan yerine askerlik alanında istihdamı edilmeye başlanınca üretimin azalması kaçınılmaz olacaktır63.

Avrupalılar, organize ve disiplinli birliklerin etkisini keşfettiklerinde ve kendileri saldırıyı ele almaya başladıklarında Osmanlı ordusunun sürekli olarak yenilgileri kesinleşmiş oldu. XVI. yüzyıl ortalarında Avrupa orduları Osmanlı askerleri ile son derece temkinli olarak açık alanlarda karşılaşmaktan kaçınıp, korunaklı siperleri tercih ederlerken XVII. yüzyılın ikinci yarısında bu durum değişmişti. Artık Osmanlılar yenilmez ordulara sahip düşmanlar olarak görülmüyorlardı. Gerçekten de çelik gibi bir disiplin içinde olan, neredeyse otomatikleşmiş birlikleri aşmak pek mümkün değildi. Her şartta, yüzyüze çarpışmalarda bile, birlik içinde savaşmak önemliydi, böylece kurulan seti yıkmak mümkün olmuyordu. Ama en iyisi birçok yönden düzenlenecek kısa, konsantre saldırılardı. Bu türden saldırılara karşı Türkler dayanışma sağlayamıyorlardı ve birliklerini doğru yönlendiremediklerinden gereği gibi karşılık veremiyorlardı. Kinsky, Osmanlıların kale sanatlarını da beğenmemekte ve savunmada da kötü olduklarını söylemektedir. Sadece inatçılıkları ve cesaretleri sayesinde istilaların sürelerini uzattıklarını, ağır işleyen takviye sistemlerinin hareketliliklerini ve operasyon bölgelerini oldukça kısıtladığını belirtmektedir64. Osmanlı Devleti’nin batı yönünde yaptığı seferlere ilişkin olmak üzere orducu veya seferlerde kurulan ordu pazarlarına ilişkin bilgiler de elimizde bulunmaktadır. Kanuni’nin Mohaç savaşı sırasında Macar kralının Tuna Nehri’ni geçerken boğulup ölmesinden sonra Macar ordugâhında Osmanlı askerlerini kralın ordu ve bazarı, cephanesi, top ve başka savaş aletleri beklemektedir65. Savaş ganimeti olarak niteleyebileceğimiz bu mallar Osmanlı Devleti’nin başarılı seferlerinde bir sonraki seferleri besleyen 61 Van Creveld, a.g.e., s. 13-17. 62 Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi, C. IV, s. 1214. 63 Özer Ergenç, ‘Osmanlı Merkez Askerinin Nitelik ve Fonksiyonları Üzerine’. Birinci Askerî Tarih Semineri, Bildiriler II, Ankara 1983, s. 81. 64 Scheben, a.g.m., s. 212-21. 65 Solakzâde Tarihi, C. II, s. 145.

26

Page 28: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kaynaklardan birini oluşturmaktadır. Zafer kazanan taraf düşmanı hakkında önemli stratejik bilgilere ulaşmaktadır. Böylece bir sonraki savaşlarında kendi askeri dönüşümünde bu noktaları dikkate almakta ve gerekli değişiklikleri ordusuna uyarlayabilmektedir. Böylece savaşlarda alınan galibiyet ya da mağlubiyetler tarafların ne türden saldırı-savunu araçlarına daha çok ihtiyaçları olduğunu sergilemekte ve gerek devlet, gerekse savaşçılar birey olarak bu değişiklikleri donanımlarına eklemeleri gerektiğini hissetmektedirler.

27

Page 29: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

BÖLÜM III

OSMANLI SEFERLERİNİN NİTELİĞİ XIV. yüzyılda Gelibolu yarımadasının fethedildiği zamanlarda Osmanlı

ordusu hala steplerdeki savaşlarda bildik göçebe taktiklerini uyguluyordu. Bu taktiklerin Hunlar ve Moğollar tarafından kullanılanlarla aynı olup olmadığını söylemek oldukça zordur. Muhtemelen Osmanlı Türklerinin, artık etkin olmayan göçebe taktiklerinin değişikliğe uğramış bir türünü kullandıklarını söyleyebiliriz. Toprağa bağlı tımar sisteminin uygulanmasından ve böylece üretim tarzında meydana gelen değişmelerden ötürü bu türden savaşın ekonomik ve sosyal temelden yoksun kaldığını da varsayabiliriz. Bu varsayımı destekleyen başlıca olgu yeniçerilik düzenidir. Bu yeni askerler, aslında savaş sırasında paniğe kapılmaya oldukça meğilli hafif süvarileri, ki bu süvariler klasik göçebe tarzının en önemli öğesidir, tamamlayıcı bir unsurdu. Yeniçeriler klasik göçebe savaş tarzının gerektirmediği katı ve sarsılmaz bir güç görevi görüyorlardı. Bunların ekonomik durumları tamamen devletin kaderine bağlıydı. Devleti etkileyen her ekonomik değişme ulufe ile geçinen sınıfları da etkiliyordu. Osmanlı Devleti’nin daha ilk büyük sefer organizasyonlarını gerçekleştirdiği dönemlerden itibaren ordunun seferde tüketeceği ürünlerin fiyatlarını belirlemeye çalışması bize seferdeki askerlerin devlete olan maliyetinin çok yüksek olduğunu ve bunun devlet müdahaleleri yoluyla düşük tutulmaya çalışıldığını göstermektedir. Seferlerde hem istenilen fiyatta hem de istenilen ölçülerde ihtiyaç maddeleri bulabilmek zor olsa da bu sıkıntı ilk dönemlerde aşılmıştır. Örneğin seferlere katılan hayvanlar için vazgeçilemez bir besin kaynağı olan arpanın sefer güzergâhı üzerindeki vilayet ve sancaklardan tedarik edilmesi devlet tarafından belirlenen fiyatlarla gerçekleştirilmekteydi66. Yine hayvan yemi olarak kullanılan mısır, Rumeli

66 22 Ramazan 951/7 Aralık 1544’de sefere çıkacak olan Osmanlı ordusu için alınacak arpa fiyatları için Erdel vilayetinden toplanacak arpanın kilesi Budin’e kadarki nakliye ücreti dahil olmak üzere 4 akça, Brata yakınlarındaki Ali Çavuş’a, Semendire den alınacak un için 6 veya 7 akçalık fiyatlar belirlenmiş eğer bu fiyattan Semendireden un alınamazsa arpa alınıp Belgrat’a gönderilmesi için Semendire Beğine ve Sinan Çavuş’a hükümler yazılmıştır. Bkz. TSA D.12321.296 ve 306 nolu hükümler. 307 nolu hükümde ise Semendireden Un yerine arpa alınıp parası hazine-i amireden Semendire Beğine gönderilen akçeden ödenmesi istenmektedir. Erdel için başka bir hükümde seferdeki Osmanlı ordusuna arpa temini için 10.000 altın ayrıldığı belirtilmektedir. Bkz. 273 nolu hüküm. Bu defterin transkripsiyonuna yayımlanmadan önce incelememe izin veren sayın Prof. Dr. Halil Sahillioğluna teşekkür ederim.Yaklaşık 130 yıl sonraki bir sefer için (IV. Mehmed’in 1048/1674 ikinci Lehistan seferi sırasında) ise Bolu vilayetinden satın alınan mirî zahirenin fiyatları şu şekildedir. Her 8 İstanbul kilesi arpa 1 esedî kuruş (160 akçe) olmak üzere kısmen Bartın kısmen de Ereğli iskelesinden gemilerle İsakçı’ya taşınacaktı. Gemilere navlun ücreti olarak her bir kile zahire için 4 akçe ödenecekti. Halil

28

Page 30: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

eyaletinde Sirem, Semendre, Pojega, Niğbolu, Alacahisar ve Sofya’dan sağlanıyordu. XV. yüzyılın ilk yarısında açılan seferlerde toplanan mısırın toplam miktarı şöyledir67:

1514 Tebriz Seferi 25.437 müdd 1515 Kemah Seferi 12.497 müdd 1516 Şam Seferi 15.904 müdd 1518 Mısır Seferi 24.791 müdd 1521 Belgrad Seferi 12.326 müdd 1522 Rodos Seferi 6.925 müdd 1526 Budin Seferi 24.657 müdd 1529 Viyana Seferi 6.925 müdd 1532 Alman Seferi 4.658 müdd 1537 Korfu Seferi 15.520 müdd 1538 Boğdan Seferi 10.651 müdd 1543 Estergon Seferi 22.368 müdd 1549 Van Seferi 11.013 müdd

Yukarıda miktarlar seferlerde re’âyâ’dan zorunlu olarak talep edilen

mısır oranlarını göstermektedir. Bunların hepsi seferler boyunca stok yapılmadan askerler tarafından tüketilmiştir. Seferlerin kendileri de toplanan miktarlar kadar ilgi çekicidir. Oranların büyüklüğüne bakıldığında bütün seferlerin büyük organizasyonları gerektirdiği görülmektedir. Pratikte tedarik edildiği varsayılan bu tür ürünlerin bir ordu taşaronunca sabit fiyatlarla satın alınması ve tekrar askere satılması biçiminde gerçekleşen bu tür işlemlerde köylüye geri ödemeler gecikebiliyor, eksik yapılabiliyor, ya da hiç yapılmıyordu68. Canlı hayvan tedarikinde de sık sık bu türden sıkıntılar yaşanmaktaydı. Örneğin 1105/1693-94 yılında sefer-i hümâyûn için Boğdan’dan 5.000 kuruş sürsat karşılığı devlet, her bir koyun için 1 kuruşluk fiyat belirlemiş ve bu verginin canlı koyun olarak temin edilmesini istemişti. Aynı istek 7.000 kuruş sürsat için Eflak voyvodalığından da istenmişti. Ancak her iki voyvodalıkta bulunan re’âyâ kendilerinin fakir, memleketlerinin de düşman istilası yüzünden harap ve yanmış bir halde bulunduğunu belirterek bu vergiyi nakden ve her bir koyun için 1,5 kuruş-Boğdan 7.500, Eflak 10.500-olmak üzere kasabbaşıya ödeyeceklerini belirtmişler, devlet de bu yeni durumu benimseyerek bu bölgeden bir daha koyun talep olunmamasına dair bir emr-i şerif göndermiştir69. Görüldüğü üzere canlı hayvan yerine nakit olarak Sahillioğlu, ‘Dördüncü Mehmed’in İkinci Lehistan Seferi Dolayısıyla Bolu Vilâyetinden Satın Alınana Arpa (1)’ Çele, Yıl 1, S. 9 (1963), s. 24-25. 67 Káldy-Nagy, a.g.m., s. 173-174. 68 Lütfi Güçer, XVI- XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi, İstanbul 1964, s. 105-115. 69 MAD 8473, s. 187 ve 188. Sefer sırasında toplanan canlı hayvanların kullanım biçimleri ve dağıtımının yapılmasından ordu kassabbaşısı sorumludur. 20 Safer 1109/7 Ağustos 1697 yılında bu görevde Mehmed Ağa bulunmaktaydı ve kendisine 60 çift öküzü cebehane mühimmatını taşıyacak arabalara ayırması için tezkire yazılmıştı. İbnülemin Askeriye 4134.

29

Page 31: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

fazlasıyla ödenen bu vergi, devletin belirlediği fiyattan daha da yüksek olmasına rağmen, koyunları canlı olarak temin etme yükünün getireceği yıkımdan kurtulmayı sağlamaktadır.

XVII. ve XVIII. yüzyıllarda giderek daha maliyetli hale gelen savaş olgusunun Batı Avrupa’nın merkantilist gelişiminde etkisi olduğu kesindir. Topçunun, tersanelerin, savaş filolarının, sürekli orduların ve tahkimat sanatındaki ilerlemesiyle, modern devletin harcamaları yukarı doğru fırlamıştır. Savaş para, daha da para demektir70. Osmanlı İmparatorluğu’nda savaşların devlete getirdiği mali yük önceleri klasik çözümlerle karşılanmaya çalışılmıştır. Örneğin II. Viyana kuşatması sırasında savaş vergileri (avârız-ı divaniye) arttırılıp daha sık toplandı. Bu nedenle vergi konusu olan nüfus ve hane sayıları yapılan sayımlarla yeniden tespit edilmeye çalışıldı. Aynı şekilde gayrimüslimlerden alınan cizyede arttırılarak hane ve insan sayılarının yeniden oluşturulması için birtakım çabalar görülür. Kürekçi bedeli, beldar bedeli, nüzul akçesi gibi nakdi olan bu vergiler ile zahire ve canlı hayvan istemleri bu dönemde sık karşılaşılan olaylardandı71. Bu vergilerin oranları arttırıldığı gibi bir de yeni yeni adlarla vergiler konuluyor, ordunun sefer sırasındaki ihtiyaçları için gerekli olan nakit bu şekilde bulunmaya çalışılıyordu72.

Osmanlı Devleti’nin bu türden vergilerin, özellikle nakit olarak toplanan vergilerin tümünü sefer organizasyonlarında kullanıp kullanmadığını bilememekteyiz. Ancak toplanan bu paraların bir kısmı özellikle ağır silahların yapımında kullanılacak alt yapıların hazırlanmasına harcandığı bilinmektedir. Bu türden yatırımların devlet eliyle yapılması gereği açıktır. Merkezi yönetim savaşan toplulukların gittikçe karmaşıklaşan silah donanımlarını sağlamak zorundadır. Bu tedarik devletin politik merkezileşmesini de desteklemektedir. Örneğin toplar yerel beğler tarafından üretilemezdi. Sadece usta zanaatkârları eli altında bulunduran merkezi bir güç tarafından bu üretim gerçekleştirilebilirdi73. XV. yüzyılın ortalarında ne Avrupa’da ne de Balkanlar’da sadece top üretimine ayrılmış büyük top üretim merkezlerinin varlığından söz edilmemektedir. Sadece İngiltere’de Londra Kulesi’nde devlet tarafından işlettirilen bir takım atölyeler bulunmakta, İtalyan şehir devletlerinde ve Habsburg Devleti gibi diğer ülkelerde ise top döküm faaliyetleri özel kişilerce sürdürülmektedir74. XVI. yüzyılda ise bu alanda 70 Braudel, a.g.e., C. II: Mübadele Oyunları, s. 468-467. 71 Örneğin XVII. yüzyıl Ankara’sı için bkz. İlber Ortaylı, ‘17. Yüzyıl Sonlarında Orta Anadolu Vilayetlerinin Toplumsal-Ekonomik Durumu Üzerine’, Toplum ve Bilim, S. 15-16 (1981-1982), s. 58. 72 B. Ş. S., C.2/164b1, 167a1. Bursa’da 1054/1644-5 yılında güherçile bedeli nefer başına 100 akçe olarak belirlenmişti. Bunun dışında bedel-i tüfenkçiyân, bedel-i lağımcıyân, bedel-i neccarân ve bedel-i haddadân gibi adlarla re’âyâdan talep edilen peşin paralar, ordunun ekipman tedarikinde kullanılmaktaydı. Bu vergilerin tahsilinde bazı bölgesel farklılıklar da gözlenmektedir. Örneğin XVII. yüzyılın başlarında Bedel-i lağımcıyân özellikle Semendire sancağından, Bedel-i tüfenkçiyân Bosna’dan temin ediliyordu. Finkel, a.g.e., s. 259. 73 Andezejewski, a.g.e., s. 87. 74 John Keagan, Savaş Sanatı Tarihi, İstanbul 1995, s. 240.

30

Page 32: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

devlet eliyle yapılmış yatırımların çoğaldığı görülür. Yalnızca zengin devletler yeni savaşların masalsı masraflarına katlanabilmektedirler. 1580’de Augsburg’dan geçen Montaigne buradaki silah depolarına hayran olmaktadır. Venedik’te de o dönemde San Marco’nun büyük çanının her sabah işe çağırdığı 3.000 işçisiyle, muazzam bir imalathane olan silahaneye de hayran olabilirdi. I. François Fransa’da bu tür imalathanelerden 11 tane kurmuştur ve hükümdarlığının sonlarında krallıkta 13 silah imalathanesi vardır. İspanya’daki katolik kralların siyaseti Medina del Compo ve Malaga’daki silah imalathanelerine dayanmıştır75. Osmanlı Devleti’nde ise Fatih ve II. Bayezid dönemlerinde inşa edilen Tophâne-i Amire ve buna bağlı binalar bulunmaktadır. Kanuni döneminde bütün bu binalar yıkılarak yerlerine yeni ve büyük bir Tophâne binası yapılmıştır. Bunun içersinde; humbara ve dökümhane imalathanesi, kundakhane, marangozhane, topçubaşı ve dökücübaşı odaları, topçu ve dökücü kışlaları, sarıyer toprağı kesme kârhânesi, kalıp kârhânesi, falya delme kârhânesi, top arabası ve tekerlekleri imalathaneleri (kârhâne-i topha-i acele) gibi bölümler vardı76. Yine ateşli silahlarda kullanılacak barut özellikle Bor’da kurulan barut imalathânelerinde üretilmekteydi. Akşehir, Koçhisar, Develi, Kayseri, Şarkışla, Cırlavuk, Kemerhisar, güherçile madenlerinden getirilen on binlerce kantar güherçile, Bor barut fabrikalarında perdahlı, perdahsız top ve tüfek barutu haline getirilmekteydi77.

Yine özellikle denizcilik alanında devletin muazzam yatırımlarda bulunduğu gözlemlenebilir. II. Bayezid döneminde (1481-1512) seferler için güçlü bir donanmanın gerekli olduğu anlaşılmış, 1496’dan itibaren donanmanın çeşitli sınıflarda 200-300 tekneye ulaşması için çaba gösterilmişti: 400-3.000 botte (yaklaşık 312-2340 ton) büyüklüğünde navi’ler ve başka tip gemiler: galee sottili, palandaire, schierazi, fuste. 1499-1502 arası Venedikle yapılan deniz savaşlarında Kemal Reis gibi korsan kaptanların desteğine bağımlı olan Osmanlı Devleti, başta kürekçiler olmak üzere donanmaya gerekli mürettebatı bir araya getirmekte güçlük çekmekteydi. Bayezid’in halefi I. Selim (1512-1520) başa geçtikten hemen birkaç ay sonra siyasi hedeflere ulaşabilmek için donanmayı büyütme işine hız verilerek, Gelibolu ve İstanbul’da her biri 100 gözlü, toplam 200 kadırga alacak tersaneler kurulması emrini vermiştir. Böylece 1513-14 kışında, o zamanlar karaya çok derin bir girinti yapan Galata’nın batısındaki koyda yeni donanma tersanesinin, daha

75 Braudel, a.g.e., C. I: Gündelik Hayatın Yapıları, s. 345. 76 Selim Aydüz, ‘Tophâne-i Âmire ve Müştemilâtı’, Osmanlı, Ankara 1999, C. VI, s. 649. 77 Ragıp Önen, ‘Osmanlılar Devrinde Bor’da Barut Fabrikaları’, Türk Etnografya Dergisi, V (1962), s. 21. Güherçile ilgili gerek genel gerekse bölge incelemelerinde yer alan pek çok çalışma bulunmaktadır. Bkz. Birol Çetin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Barut Sanayi 1700-1900, Ankara 2001; Mehmet Karagöz, XVIII. Asrın Başlarında Kayseri (1700-1730)(Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi), Kayseri 1993; Ahmet Gündüz, XVIII. Yüzyılın Son Çeyreğinde Kayseri (1775-1800)(Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi), Kayseri 1998.

31

Page 33: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

sonraki adıyla Tersane-i Âmire’nin inşasına başlanmıştır78. Tersanede, Banyol’dan (tersanenin batısındaki hapishane) getirilmiş esir ve mahkumların yanısıra, sayıları hiç de az olmayan özgür vasıflı işçiler de çalışıyordu: Ege adalarından Rum ustalar, hatta arada bir 1534’deki Francesco Giustiniano gibi bir Venedikli, ayrıca değişik kökenlerden dönmeler ve tamamlanan gemi gövdelerini su geçirmez hale getirmekle uğraşan koca bir kalafatçılar ordusu. Kürekleri Rumlar, fıçıları Zanteliler (Zakyntos) ve Giritliler imal ediyordu; demirciler Cenevizliydi, çivileri dövenler ise Çingene. Ayrıca ara sıra Galata’daki zanaatkârlara da sipariş verilmektedir79.

Sadece büyük çaplardaki silah üretimleri ile değil daha pek çok alanda merkez tarafından gerek başkentten gerekse diğer kentlerden sağlanan çeşitli işkollarındaki uzmanların hizmetlerinden ordunun yararlanması sağlanmaktadır. Ücret karşılığı görevlendirilen bu türden görevlilere genellikle ya yiyecek sektöründe (örneğin habbazlar) ya da demir aletlerin imalatında (demirci, nalbant, tüfekçi v.b.) ihtiyaç duyulmaktaydı80. Bu tür taleplerde devletin resmi temsilcileri ve esnaf karşılıklı görüşüp anlaşmaktadır.

Örneğin 21 Şevval 1182/30 Aralık 1768 yılında cebehane için çadırcı esnafına 242 adet sekban çerkesi, 245 adet on direkli çadır ve 346 adet açık 78 Wolfgang Müller-Wiener, Bizans’tan Osmanlıya İstanbul Limanı (Çev: Erol Özbek), İstanbul 1998, s. 45. 79 Müller-Wiener, a.g.e., s. 47. 80 Yiyecek sektöründe ücretle tutulan ekmekçiler ağırlıktadır. Sefer sırasında ekmek tabhının gerçekleştirilmesi Nüzul emininin başlıca görevleri arasındadır. Ancak incelenen birçok belgede sefer için kurulan fırınlarda görülecek bu iş için, merkez tarafından ödenen ücretlerin hep sabit kalması dikkat çekicidir. Örneğin 3 Cemaziyelevvel 1101/12 Şubat 1690’da Galata naibine gönderilen emirde Galata peksimetçilerinden sefer-i hümâyûnda Filibede askerlere peksimet tabhetmek için oluşturulacak 3 fırına her fırın için 200 kuruş olmak üzere 600 kuruş mühimmat bedeli verilmesi istenmekteydi. Galata Ş. S. 147. s. 69. 6 Ramazan 1106/20 Nisan 1695 yılında sefer için kurulması istenen 60 fırın için her bir fırına 200 kuruş mühimmat bedeli, 100 kuruş da tabhiye ücreti olarak toplam 18.000 kuruş ayrılmıştı. Cevdet Askeriye 15394. Yine 1127/1715 yılında bu kez 80 fırın için Cevdet Askeriye 3374, 1143/1730-31 yılında bu kez Doğu yönüne sefere gidecek ordu için 70 adet fırın için de hep aynı ücretler ödenmişti. Cevdet Askeriye 35334. Fırın başına ayrılan tabhiye ücretleri yanında tabhiye bazen kantar başına belirlenmektedir. Bu ikinci tür ödemeler dalgalıdır. Örneğin 1082/1672 Kamaniçe seferinde kullanılmak üzere çeşitli kazalardan Niğbolu iskelesinde toplanan zahireye her 2.5 kile undan 1 kantar peksimet yapılmak üzere pişirme ücreti için önceden 20 akçe iken 10 akçe zamla 30 akçe ödenmesi belirtilmişti. MAD 6572, s. 94. (s. 88’de 5476 kantar peksimet için kantar başına bu kez 25 akçelik bir tabhiye ücreti belirlenmiştir.) 1104/1692-93’de ise Rusçuk çevresindeki köylerden toplanılan zahire, Tuna kıyılarındaki değirmenlerde narh-ı cârî ve ber vech-i peşin olarak öğütüldükten sonra her bir kantarı mutâd üzere 26 akçeye tabh ettirilecekti. MAD. 8473, s. 39. Bu fırınlar görevlendirilen ekmekçilerden sefere gitmeden önce kefiller istenmekteydi. Tabhiye ücretlerinin tümü de peşin olarak ekmekçilere verilmemektedir. 23 Muharrem 1183/29 Mayıs 1769’da sefer sırasında ordu İshakçıdan hareket etmeden önce ekmekçi çadır ve fırınlarında görev yapan habbazlar, Nüzul emini Mehmed Tahir Ağaya tabhiye ücreti olarak kendilerine peşin olarak verilmiş meblağ dışında geri kalan ücretlerinin de ödenmesi için arzuhal vermişler, o da ordu-yı hümâyûn hazinesinden 10.000 kuruşu bunun için istemiş, isteği uygun bulunarak ekmekçilere dağıtması için kendisine bu miktar verilmiştir. Cevdet Askeriye 12695.

32

Page 34: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

çeşme çadırcı esnafı ihtiyarları, çadırcıbaşı ve kethüdası ile cebecibaşı ağanın karşılıklı anlaşmaları sonucu imal ettirilmesi düşünülmektedir. Devlet bu konuda çadırcı esnafı ustalarını belirlemiş ve bunlara ait bir defter hazırlamıştır81. İmalat konusunda dönemin değişen ekonomik koşullarıyla değişen fiyatlar ve bir üretimin kaça mal olduğuna ait bilgiler merkezi hükümet tarafından verilen siparişlerin hazırlanması sırasında belli olmaktadır. Osmanlı Devleti askeri ihtiyaçların maliyeti konusundaki bu değişikliklerden siparişi alan esnaf tarafından bilgilendirilmekteydi. Pazar fiyatlarındaki değişiklikler yeni siparişler sırasında ortaya çıkmaktaydı. Ancak yinede esnaf ordu için hazırlanacak malzemeleri piyasa fiyatlarının altında, daha ucuza üretmektedir. 6 Muharrem 1197/12 Aralık 1782 yılında Cebehâne-i âmire için yaptırılması düşünülen 45 kıta nohudî matbah çadırı82 ve 450 adet açık çeşmelerin üretim fiyatları konusunda önce çadırcı esnafının kethüdaları ile bu konuda bilgili kişilerden birim fiyatları alınmış, bunlar da halen çarşıda matbahın her bir kıtasının 34 ve 35’er kuruş’a, çeşmelerin de 5 ve 5,5 kuruş’a satılmakta olduğunu belirtmişlerdir. Eski yapılan işlerle fiyat karşılaştırması yapan merkez bu fiyatları pahalı bularak söz konusu kişilere bunun nedenini sorduğunda esnaf, önceden kendir bezinin topunun 40 ve 45’er paraya satılırken şimdi 70 ve 75’er paraya, tunnâb, ve kolanın her kıyyesi önceden 50 ve 55’er para iken şimdi 70 ve 75’er paraya yükseldiğini, kalfalarına da önceki dönemlere göre iki katı yevmiye ödediklerini belirtmişlerdir. Sonuçta hem devlet hem de esnafın zarar görmemesi için bir ara yola gidilmiş, çadır ve çeşmelerin mehterhane ve cebehanedeki örneklere göre yapılması, çadır sütunlarının 30 ve 50’şer budak olarak, açık çeşmelerin de her birinin 4 kuruşa imal edilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı83. Bazen ödemenin nakit olarak değil de hammadde olarak yapılmaya çalışıldığı da görülmektedir.23 Zilkade 1101/28 Ağustos 1690 yılında Eğriboz kalesindeki yeniçeri, topçu, sipah, silahdar ve serdengeçtilerin tayinatları için yapılan ekmeğin tabhiye ücreti için her bir kileye 18‘er akçe mi yoksa hınta olarak mı verilmesi gerektiği sorulmaktaydı. Ücretler iki aydır verilememişti ve böyle bir çözüm önerilmekteydi. Ancak hükümet bunu kabul etmemiş, ve ücretlerin Tırhala sancağında cizye tahsiline memur olan Başçızade Mehmed Efendi’den iki yük akçenin kaleye havale edilmesi buyurulmuştu84. Sefer için gerekli tarımsal ürünlerin fiyatlarının belirlenmesi de genellikle daha ordu yola çıkmadan önce yapılmaktadır. Örneğin hububat konusunda çoğu zaman daha ürün tarladayken görevliler yollanmakta, gerekli teftiş yapıldıktan sonra devletin belirlediği fiyatlarla ürün satın alınmaktadır. 20 Şevval 1103/5 Haziran 1692 tarihinde Edirne civarındaki tarlalar bi-garaz müslümanlar ve bu konuda uzman olduğu

81 Cevdet İktisat 1069. 82 Osmanlı Devletinin savaşlarda kullandığı pek çok çadır çeşidi bulunmaktaydı. Bkz Taciser Onuk, Osmanlı Çadır Sanatı (XVII.-XIX. Yüzyıl), Ankara 1998, s. 39-40. 83 Cevdet Askeriye 13180. 84 İbnülemin Askeriye 2356.

33

Page 35: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

anlaşılan Mevlana Mehmed Efendi tarafından teftiş edilmiş ve tarladaki hınta, şair, çavdar, mercimek ve kabak dönüm hesabıyla belirlenen fiyatlarla ürün sahiplerinden satın alınmıştı85. Devlet eliyle yapılan bu türden daha pek çok alım seferdeki askerlerin sıkıntı çekmemeleri içindir86. 25 Rebiülevvel 1107/3 Kasım 1695 yılında da Padişah İstanbul’a giderken uğradığı Baba-i atik (Babaeski) kasabasına geldiğinde dergâh-ı alî yeniçerilerinin tayinatlarına sarfedilmek için kasaba hancılarından değişik oranlarda zahire, otluk ve odun toplanmıştı. Toplanan toplam 4.500 kıyye şair, 100 araba otluk, 800 kantar saman, 150 araba odun ve 100 kıyye dakik ile ve yine üç hancının kuracağı altı fırında iki farklı çeşitte ekmek yapılacaktı. Bir çifti 200 dirhem gelen ekmeklerden 20.000 çift, 160 dirhem gelen ekmeklerden de 12.500 çift üretilecekti87. Hancıların taşıdığı ünvanlara gelince bunlar da ağa, beşe, beğ, odabaşı gibi askeri kaynaklı ünvanlarla çelebi türünde sivil ileri gelenlere verilen ünvanlardır. Ancak burada askerîlerin çok ağırlıkta olduklarını belirtmemiz gerekiyor.

Bu türden yatırımlarla desteklenen Osmanlı ordusunun seferlerdeki ateş gücünün düşmanlarından hiç de geri kalmadığı görülür. Humbara ve bombalar, çeşitli türlerdeki el bombaları, ağırlığı 70 okka gelen geniş humbaralar, kazan ve sepet humbaraları, çömlek ve cam şişelerden yapılan humbaralar savaşlarda etkili bir biçimde kullanılıyordu. Seferlerde piyade ve süvarilerin düşmana saldırıları toplarla desteklenmekteydi. İlk defa 1364 yılında Rumeli’de kullanılan toplar88 düşmana ciddi bir zarar vermekten oldukça uzaktı. İlk büyük başarı II. Mehmed döneminde İstanbul kuşatması sırasında alınmıştır.

Macar dökümcü Urban’ın döktüğü büyük çaptaki toplar surlarda kalıcı zararlar verebilmişlerdir. Açık alandaki savaşlarda da toplar düşman hatlarını yarmada etkili bir biçimde kullanılmıştır89. Osmanlı belgerindeki topçu ve top arabacıları ile ilgili en eski kayıtlar I. Selim dönemine aittir. 1514’de 348 topçu ve 372 top arabacısı bulunmaktaydı90. Topçular 1527’de 695’e, 1567’de 1.204’e yükselmiş, buna karşın top arabacılarının sayısı 1527’de 943 iken, 1567’de 678’e düşmüştür91. Bu silahlar sadece seferler ve kale kuşatmalarında

85 İbnülemin Askeriye 2517. Bir dönüm hesabıyla hınta 3, şair 2, çavdar 2, mercimek ve kabak 1,5 kuruşa olmak üzere toplam 970,5 kuruşluk ürün satın alınmıştı. 86 1016/1607 yılındaki Şark seferi için kilim, yeniçeri, topçu ve cebeciler için kap alımı ve seferde kullanılacak hayvanların satın alınmasıyla ilgili bir dizi emir için bkz. İbnülemin Askeriye, 200, 201, 202. 87 İbnülemin Askeriye 4299. 88 Bkz. Djurdjica Petrovic, ‘Fire-arms in the Balkans on the Eve of and after the Ottoman Conquests of the Fourteenth and Fifteenth Centuries’, War, Technology and Society in the Middle East (Ed. V. J. Parry-M. E. Yapp), London 1975, s. 164-194. 89 Káldy-Nagy, a.g.m., s. 168. 90 Ömer L. Barkan, ‘H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 1953-54 (1955), s. 312. 91 Barkan, ‘H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Ait’ s. 300, ve aynı yazar ‘H. 974-975 (M. 1567-1568) Mali Yılına Ait Bir Osmanlı Bütçesi’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, XIX (1957-58), s. 306.

34

Page 36: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

değil ayrıca kale savunmalarında da kullanılmaktadır. Budin’de 1568 yılında 141 topçu ile birlikte 40 adet top bulunmaktaydı .Ortalama bir topa üç topçu düşmektedir. Kalede ayrıca 25-30 arası top arabacı ve humbaracı da görev almaktaydı92. Yine 1683 yılında hrıstiyanlar Osmanlılardan Macarların Alba Regalis (Székesfehérvár, Stuhlweissenburg) kalesini fethettiklerinde, diğer şeyler yanında çok sayıda top (colombrine, falconetti, moschettoni, schioppi di gianizzeri), epeyce kurşun, ve fitil (miccia), bombalar, kumbaralar, tüfek ve pistol mermi sandıkları, yeni fişeklikler, barutluklar, küçük deri torbalar (barut için), hücum esnasında yangın söndürmek için avadanlık, çengeller, mızraklar, çapalar, kürekler, top arabaları, demir araba dingili, tekerlekli arabalar alla Turca, kereste, örsler, körük, çiviler, kablolar, halatlar, pamuk yığınları, hayvan kılından yapılmış kum torbaları, bakır kazanlar (ki bunlardan birisi yanıcı bir sıvı ile doluydu) ile beraber, zift v.b. ele geçirmişlerdi93. Zamanla ateşli silahların hem sayıları hem de ateş güçlerini arttırıcı bir takın yenilikler görülmektedir. Örneğin 1667-1669 yılları arasındaki Girit’de Kandiye kuşatması sırasında bronzdan yapılan el humbaraları kuşatmada kullanılmış hatta bunlardan günde 1.000 adet üretilebilmişti94. Uzun dönemli kuşatmalardan biri olan Girit kuşatması istisna kabul edilirse, Osmanlı seferleri genellikle mevsimlerin biçimlendirdiği organizasyonlardır ve süreleri bu nedenle az çok belli olan oluşumlardır. Bu durum büyük ölçüde tarımsal üretimin bir yıl içersindeki döngüsüne bağlıdır. Ekili topraklarda büyüyen ürünler sefere giden ordunun beslenmesinde kullanılacaktır. Genellikle Batı yönüne açılan seferler Nisan ayında başlar Eylülde sona ererdi. Süvariler 21 Mart (nevrûz-ı sultanî) tarihinde belirtilen yerde toplanırlar, 23 Nisan’a kadar (rûz-ı kasım) atlarını otlatırlar ve 26 Ekim’e dek süren sefere çıkarlardı. Bununla birlikte Doğu yönündeki seferlerde uzaklık ve iklim koşulları seferlerin bu geleneksel zaman döngüsünün değişmesine yol açmıştır. Irak’ta yaz ayları süresince askeri bir seferin sürdürülmesi aşırı sıcaklar yüzünden imkansızdı. Bu yüzden bölüklere şubat başlangıcında (ibtidâ-i hamsin), yani alışılmış dönemden iki ay önce toplanılma talimatı verilirdi. Bu değişiklik nedeniyle bir yılda iki sefer için de hizmete çağrılabilen Rumeli kuvvetlerince hiç de hoş karşılanmazdı95. Bu açıdan bakıldığında batıdaki düşmana karşı açılan seferler doğudakilere oranla nispeten daha rahat geçmektedir. En 92 Káldy-Nagy, a.g.m., s. 169. 93 V. J. Parry, ‘Osmanlı İmparatorluğunda Kullanılan Harb Malzemesinin Kaynakları’ (Çev: Salih Özbaran), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, S. 3. (1972), s. 353. 94 V. J. Parry, ‘Hisar’, EI², London 1971, C. III, s. 478. Parry’nin makalesinde İtalyanca olarak verdiği Osmanlıların kullandıkları çeşitli silahlar şunlardı: un pezzo di bronzo carico di lonterne (fenerlerle dolu bronzdan bir parça), e balle da moschetto (tüfek sandıkları), barile cerchiato di ferro (bir fitil, barut ve demirle doldurulmuş varil), scaglie di ferro (şarapnel), pezzi di catene (demir parçaları), e di sassi (çakıl parçaları). 95 Rhoads Murphey, The Functioning of the Ottoman Army Under Murad IV (1623-1639/1032-1049): Key to the Understanding of the Relationship Between Center and Periphery in Seventeenth Century Turkey, Chicago 1979, 2 cilt, C. I, s. 76-77.

35

Page 37: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

azından coğrafya96 ve iklim tarımsal verimlilik açısından daha uygun görünmektedir. Osmanlı döneminde Macaristan yönünde iki ayrı güzergâh bulunmaktaydı. İstanbul’dan batıya dönen Sol Kol (Via Egnatia); Belgrad’a uzanan ve Romalılar tarafından inşa edilen Orta Kol (Via Militaria)97. Bunlardan Via Egnatia Anadolu ile Yunanistan arasında, ve buradan da Akdeniz kıyılarına devam eden bağlantıları sonucu önemli bir geçit durumundaydı98. Diğer yandan, Roma ve Bizans İmparatorlukları süresince Sirmium bölgesini İstanbul’a bağlayan ve Orta Avrupa’ya açılan bir kapı görevini gören Via Militaria Osmanlı döneminde daha da geliştirildi99. Belgrad’dan itibaren devam eden karayolunun bir Macar kenti olan İstolni Belgrad’a uzanan bölümü askeri bakımdan öncelikli bir konuma sahipti. İstolni Belgrad, sadece Macar hanedanlık mensuplarının defnedildiği bir kent olmakla kalmayıp, aynı zamanda stratejik bir öneme sahipti ve ekonomik bakımdan da oldukça canlı bir yerleşmeydi. Ayrıca İstolni Osmanlı seferleri sırasında ordunun yığınak yaptığı bir kentti. Berka-Metrofça-Tvartnik-Darda-Ösek’e doğru uzanan İstolni Belgrad yolu Osmanlı ordusunu Belgrad’dan Budin’e ulaştıran ana güzergâhtır. Bu yol üzerinde Ösek gibi belli başlı kentlerde ikmâl işlerinin düzenli olarak gerçekleştirildiği menziller bulunmaktaydı100. Ayrıca Macaristan ovaları, Boğdan ve Ukrayna geniş ölçüde tahıl ekimi yapılan bölgelerdir. Ayrıca Macaristan’daki büyükbaş hayvan sürüleri ordunun et ihtiyacı için kullanılabilmektedir. İran coğrafyası kadar kendisine düşman olmayan bu bölgelerdeki Osmanlı askeri lojistik açıdan daha kolay desteklenebilmektedir. Osmanlı yönetiminde bulunan Belgrad, Sofya, Niş, Filibe gibi kentler ordunun savaş bölgelerine geçişi sırasında gerekli desteği sağlamaktadır. Bosnalılar Eszek’den, Arnavutlar Niş’den, Szolnok’dan,

96 1683 yılında Viyana’ya doğru yola çıkan Osmanlı ordusu, birbirinden oldukça uzak olan Balkan ve Rodop dağları arasındaki Meriç nehir vadisi boyunca yürümüş, dağlı araziden hiç etkilenmeyerek Sofya’ya gelmiş, daha sonra Sofya’nın güneyinde bulunana Vitoş dağları eteklerini kavuşturan yolu izleyerek Sırbistan arazisine girmiştir. Ordunun Belgrad’a kadar yürüdüğü yollar genel olarak dağlık olmakla beraber, hiç biriside yürüyüşe engel olacak bir durumda değildir. Bkz. Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, Osmanlı Devri. III. Cilt 4. Kısım Eki II. Viyana Kuşatması 1683, Ankara 1983, s. 29. 97 Constantin Josef Jireček, Die Heerstraße von Belgrad nach Constantinopel und die Balkanpässe, Prag 1877 (yeni basım Amsterdam 1967). (Türkçe çeviri: Konstantin Yosif İreçek: Belgrad-İstanbul Roma Askeri Yolu. Bulgarcadan Çev.: Ali Kemal Balkanlı. Ankara 1990). 98 Traian Stoianovich, ‘Osmanlı Hakimiyetinde Via Egnatia’, Sol Kol Osmanlı Egemenliğinde Vıa Egnatia (1380-1699) (Çev. Özden Arıkan, Ela Gültekin, Tülin Altınova)( Ed. Elizabeth A. Zachariadou) İstanbul 1999. Osmanlı topraklarından Avrupa yönünde doğru uzanan başlıca üç ana yol güzrgâhı bulunmaktadır. Bunlar Sağ kol; İstanbul, Çatalca, Kırklareli, Fakih, Aydos, Prevadi, Hacıoğlu pazarı, Babadağ, İshakçı, Akkerman, Özi, Kafe ve Azak üzerinden Karadeniz’e paralel olarak ilerlemekteydi, Orta kol; Edirne Filibe, Tatarpazarı, Sofya, Niş, Belgrad, Sol kol da; Tekirdağ, Keşan, Firecik, Gümülcine, Selanik, Yenişehir, İskefe, Eğriboz ve Mora yönlerine gitmekteydi. 99 İreçek, a.g.e., s. 15. 100 Özgüven, a.g.e., s. 27.

36

Page 38: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Transilvanya’dan, Walachialılar, Moldavyalılar, Temeşvar’dan ve Kırım Tatarları Belgrad’dan orduya katılıyorlardı. Osmanlılar özellikle Rusya’ya karşı giriştikleri savaşlarda İstanbul-Kırım arası deniz yolları ile bağlantılı olup Karadeniz’e akan nehirler üzerindeki kaleleri çok kullandılar: Azov ve Yenikale (Don ve Kerç Boğazı), Ochakov ve Kılburun (Dinyeper ve Bug), Akkerman (Dinyester) ve Kilya, İsmail, Tulca, Braila, Silistre ve Rusçuk (Tuna). Bunlardan başka Bender, İasi, Kamaniçe ve Hotin gibi birçok kale Moldavya’yı koruyan kale şehirleriydi101. Sınır bölgelerindeki bu güçlü kalelerde depolanmış iaşe malzemeleriyle ve Tuna Nehri’ndeki Osmanlı ince donanması sayesinde seferler nispeten rahat geçmektedir.

Doğu seferlerinde ise başlıca üsler kuzeyde Trabzon, Erzurum, Kars, güneyde ise Birecik, Diyarbakır, Van, Musul, Halep, Kerkük ve Bağdat’tır. Bu bölgedeki coğrafi şartların çetinliği ve düşmanın fanatiklik derecesinde Şah’a olan bağlılıkları Osmanlı askerlerinin başlıca düşmanlarıdır. Osmanlı ordusunun geri dönmesinden hemen sonra düşmanın elindeki ele geçirilmiş olan kentler ve kaleler tekrar İran birliklerince geri alınıyor, Tebriz örneğinde olduğu gibi kentliler arasından da Şah yanlısı pek çok kişi çıkabiliyordu. Uzun ve oldukça yıpratıcı olan Doğu seferlerinin XVII. yüzyılda sona erip bir daha bu yönde büyük çarpışmaların gerçekleşmemesi bir zorunluluğun sonucudur. Galip olan tarafın asla belirlenemediği bu seferlerde Osmanlı Devleti ve İran doğal coğrafi sınırların etkin olduğu bir sınır çizgisiyle birbirlerinden ayrılmışlardır.

Yeni bir sefer birçok savaş araç gerecinin biraya getirilmesi demektir. İstanbul’da Tophanede dökülen toplar, humbara ve mayınlar için demir, kurşun, bakır, kazma, zırh, kol zırhları, balta, nal, çivi, top çeken arabalar ve vagonlar için dingillerin üretilmesi için emirler ordunun güzergâhı üzerindeki bölgelere gönderilirdi. Avusturya kaynaklarına göre 1683-1699 yılları arasındaki savaşlarda Osmanlılardan ele geçirilen savaş malzemeleri şunlardı: Engeller, zırhlar, tırpanlar, oraklar, örsler, körükler, demir, kurşun, nal ve çiviler, yavaş yanan fitiller, bezir yağı, reçine, zift, kazanlar, deve ve at kılı, halatlar, palamarlar, ipler, yün-pamuk çoraplar, koyun derileri, kuyruk yağı, iç yağı, don yağı, araba ve giysi zırhları, barut, sülfür, güherçile102. Gerek Batı yönünde gerekse Doğuya açılan seferlerden çok önceleri ordu daha sefere çıkmadan bu türden eşyaların yapımı veya eldekilerin tamiri işleri şehirli esnafa mirî mübayaa yoluyla sipariş olarak verilmektedir. Bu konuda elde pek çok belge bulunmaktadır103. 101 Parry, ‘Hisar’, s. 477. 102 Parry, ‘Harb’, s. 191. 103 Örneğin 18 Cemaziyelahir 1105/14 Şubat 1694’de Sefer-i hümâyûn için şişe el humbaraları, Asitane için güherçile, cebehane için 450 adet kavsala, yapağı, ve meşin (narh-ı carî üzere Yedikule, Üsküdar, Galata, ve Kasımpaşa debbağlarına) ve kazma ve kürek acil olarak istenmekteydi. Cevdet Askeriye 54634 Aynı yıl Samako’dan da bedelleri 1104/1692-3 ve 1105/1693-4 yılı Rumeli avârız ve nüzul malından verilmek üzere 650 adet torba sefer-i hümâyûn için satın alınıp Cebeci ocağından Hüseyin kethüdâya teslim edilecekti. MAD 8473,

37

Page 39: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

A. Batı Seferleri

Osmanlı İmparatorluğu’nda Batı yönünde büyük çaptaki seferler XVI. yüzyıl başlarında düzenlenmeye başlamıştır. Bulgaristan, Yunanistan veya Bosna-Hersek bölgeleri ilk dönemlerde yarı bağımsız ve bazen gayrimüslim topluluklarında katılımının görüldüğü akıncı birlikleri tarafından ele geçirilmiştir104. Ancak Osmanlı sınırı Avusturya-Macaristan sınırına dayandığında söz konusu birliklerin etkileri sınırlı kalmış ve savaşlarda kazanabilmek için devlet eliyle düzenlenmesi gereken büyük organizasyonlara ihtiyaç duyulmuştur. Coğrafi büyümenin bu seferlerde çok büyük oranda olumsuz etkileri de olmaktadır. Kanuni döneminde Belgrad’ın alınışı (1521), II. Mehmed’in fetihlerinden itibaren adım adım Orta Avrupa’ya yaklaşan Osmanlılar’a Macar topraklarının da yolunu açmıştı. Belgrad, yolların buluştuğu önemli bir kavşak ve adeta Rumeli’nin kilidi konumundaydı. Drava ve Tissa Nehirleri Tuna ile birleşerek güneye doğru yol alırken Belgrad yakınlarında Sava Nehri ile buluşuyordu. Ayrıca Roma döneminden başlayarak Bizans ve Osmanlıların da kullanarak geliştirdikleri ünlü Via Militaria askeri karayolu da İstanbul ve Belgrad arasında önemli bir güzergâh teşkil ediyordu. Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki ticari ve askeri güzergâhların denetimi Belgrad’ın alınışıyla birlikte daha da ağırlık kazandı. II. Mehmed dönemindeki Bosna ve Mora seferleri ile Kanuni dönemindeki Rodos’un fethi güneyden gelebilecek tehlikeleri nispeten engellemiş görünüyordu. Akdeniz’de Venedik’le süregelen rekabetin yanısıra, Osmanlıların Rumeli topraklarında ilerleyişi Akdeniz’deki konumuna ilişkin önemli bir kazanım sağlıyordu. Öte yandan, hanedan sorunları ile birlikte giderek zayıflayan Macaristan üzerindeki muhtemel bir Habsburg kontrolü Tuna ve Drava Nehirleri’ne ulaşan Osmanlıların Macar toprakları üzerine yürümesini hızlandırdı. Ancak Osmanlı istila mekanizması Macaristan’da en uç noktasına ulaşmıştır ve sınırlar Osmanlı Devleti’nin askeri açıdan gerilemesinin başladığı XVII. yüzyılın sonlarına kadar değişmemiştir. 1596 Eğri, 1600 Kanije, 1660 Varad ve 1663 Ersekjuvar fetihlerinin genişlettiği askeri etki alanı bu dönemde aşılamayacak düzeye ulaşmıştır105. Bu etki alanı Osmanlıların neden Macaristan’a sadece s. 126. Yine 5 Safer 1147/7 Temmuz 1734’de Musul’dan Erzurum’a gelen ordu için Erzurum esnafından çuval, harar, mutfak sepeti, çadırlar için pirinç bilezikler, tokmak, kazık, çadır tahta ve iskemlesi, tahterevan, mehterler için eğer, kantarma, sakalar için kolan, örtü, tüfekçiler için fitil, sade harar, kayış, katarlar için yeni semerler, yular, ocak ahırları için sandıklar, kazık, tokmaklar, üzengi ve levendât için, mutfak malzemeleri, kazan, leğen ve çeşitli taslar satın alınmıştır. Tüm bu malzemeler karşılığı 1866,5 kuruş ödenmiştir. Cevdet Askeriye 46405. 104 Bu topluluklardan birisi olan Voynuklar için bkz. Yavuz Ercan, ‘Osmanlı Askeri Kuruluşlarından Voynuk Örgütü’, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler II, Ankara 1983, s. 109-125. 105 Osmanlı İmparatorluğunun XVI. yüzyılda Macaristan’a düzenlediği seferler için bkz. Geza Perjes, The Fall of The Medieval Kingdom Of Hungary: Mohacs 1526-Buda 1541, New Jersey

38

Page 40: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

sınırlı ölçüde savaş ilan ettiğini açıklamaktadır. Bu askeri sınırlamalar siyasi hedeflere ulaşılmasında yani Macaristan’ı tamamen ele geçirilmesinde bir gecikmeye neden olmuştur. Hareket ya da etki alanı, bir ordunun hareket kabiliyetinin sınırını gösterir ve bu, sefer için ayrılan zamanın yanı sıra lojistik hizmet ve ordunun ilerleme hızı tarafından belirlenir. Modern çağın başlangıcında ordular günde ortalama 20 km. ilerleyebiliyorlardı. Askeri birliklerin ve onlara eşlik eden hayvanların dinlenme ve zahirenin tedariki için ihtiyaç duyulan zaman nedeniyle her 40 veya 50 günde bir duraklamak zorunluydu; bu nedenle ordunun günlük ortalama ilerleme mesafesi 15 km.’den fazla değildi. Bu konuda uç örnekler de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin II. Frederick 7 yıl savaşları sırasında 1757 yılında Dresden’den Erfurt’a kadar olan 150 millik yolu 13 günde, Leibzig’den Parchwitz’e kadar olan 225 mili de 14 günde almıştır. Eylül 1758’de sadece bir haftada Küstrin’den Dresden’e 140 mil ilerlemiş, ve bir yıl sonra Sagan’dan Oder Nehri üzerindeki Frakfurt’a 100 mili, bir haftada -yolu üzerindeki Minden meydan savaşında çarpışmaya da girerek- almıştır106. Osmanlılarda ordu yürüyüş sırasında beş bölüme ayrılmıştı. Çarkacılar (öncüler), sağ kol, sol kol, dip alayı (ordunun büyük kısmı) ve Dümdâr’lar (artçılar). Ordunun ağırlıkları geride artçıların hemen önünden yürümektedir107. Marsigli bu bölümü oluşturan ağırlıkları da beş bölüme ayırmaktadır; Defterdara ait eşya (para, elbise, gömlek, pabuç), iaşe levâzımı (un, peksimet, bulgur, pirinç, yağ, koyun ve dana eti -yeniçeri ve kapıkulu süvarilerine günlük et olarak koyun eti dağıtıldığından genellikle koyun eti-), Paşaların eşya ve erzakı, ordu bakkallarının ve mültezimlerinin nakletmekte oldukları ve ordunun seferdeki levazımının yeterli olmadığı hallerde bunu tamamlamaya yarayacak olan erzak ve mühimmat ve cephaneler108. Gündüz yürüyüşü sabahın erken saatlerinde başlıyor ve bir konaklama yerine varış aşağı yukarı öğle vaktine kadar sürüyordu. Konaklama yerinin seçimindeki ilk önemli faktör suyun ve meranın bulunup bulunmadığıydı109. Seferin hemen başlarında ordu henüz Osmanlı sınırları içerisinde iken Büyük kentlerden örneğin Edirne, Filibe, Sofya gibi büyük yerleşim birimleri yakınlarında konaklandığı gibi, pek çok köy de konak yeri olarak seçilmekteydi. Örneğin Kanuni’ni 6 Ramazan 932/16 Haziran 1526’daki Budin seferi sırasında Morova Nehri kenarında Mockofiç köyünde konaklayan Osmanlı ordusunda zahire bulmak için etrafa dağılan zahirecilerden pek çoğunun Eflak süvarileri

1989. Sözkonusu eser internette http://www.hungary.com/corvinus/lib/warso/warso29.htm adresinde bulunmaktadır. II. Bölüm doğrudan konumuzla ilgilidir ve Macaristan konusundaki bilgiler geniş ölçüde bu eserden yararlanılarak derlenmiştir. 106 Van Creveld, a.g.e., s. 28-29. 107 Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (Çev: Özdemir Çobanoğlu), İstanbul 1998, C. I, s. 517-518. 108 Marsigli, a.g.e., s. 187-188. 109 V.J. Parry, ‘İslâm’da Harb Sanatı’ (Çev. E. Merçil-S. Özbaran), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 28-29 (1975), s. 211.

39

Page 41: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

tarafından esir alındığı duyulmuştu110. Nakliye, gıda temini, askerlerin kalacak yerlerini temin etmedeki güçlükler nedeniyle seferler nadiren kış aylarında da devam ediyordu; genellikle seferlerin süresi, ilkbahardan sonbahara kadardı. Bunu 180 gün olarak kabul edip, bu rakamı birliklerin katettikleri günlük ortalama mesafe ile çarparsak ordunun askeri operasyonu için 2.700 km.’lik mesafeye ulaşırız. Ancak ordu, genellikle yapıldığı gibi, kış gelmeden geldiği bölgeye geri dönecekse bu mesafe yarıya düşer: 1350 km. Bunun yanısıra ordunun yapmış olduğu taktiksel yer değiştirmeler ve savaş meydanında geçen süreler dikkate alınmadığında bile bu mesafe fazladır. Bu türden işler için minimum 30 gün ayrılması gerekir. Dolayısıyla 30 x 15 = 450 km.’nin toplam mesafeden düşülmesi gerekir. Yani 1350 - 450 = 900 km.

Açıktır ki bu sınırı aşmak çok riskliydi, çünkü savaş yukarıda söz edilen 30 gün içersinde gerçekleşmezse, ordu görevini yerine getiremeden dönmek zorunda kalırdı. Aksi halde kışın olumsuz şartlarından kaçınmak imkansız hale gelirdi. Eğer savaş bu zaman aralığının sonlarına doğru gerçekleşseydi, ordu zor durumda kalırdı. Eğer galip gelirse de bu durumda düşmanı kendi sınırları ardına kovalayacak zamanı olmadığından bu avantajdan yeterince yararlanamazdı. Tersi durumda yani yenilgi halinde ise, demoralize olduğundan ve kendi sınırları içersinde sığınacak bir yer bulma zorunluluğundan düşman tarafından imha edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Çünkü lojistik güçlükler mesafeye bağlı olarak artmaktaydı111. Savaşlarda mesafelerin önemi Avrupa orduları için de geçerlidir. Örneğin 7 yıl savaşlarında orduya un sağlayan araba katarlarının sahra fırınları ve depolar arasındaki menzili hesaplamalara göre sadece 6 mildir. Eğer ordu bu katarlardan 5 günden fazla bir mesafede bulunursa, beslenmede sıkıntılar hemen görülmekteydi. Bu sistemi ortaya atanlar tarafından masa üzerinde planlanmış bir bulguydu ve bunu pratikte denediğini söyleyen II. Frederick bile fırsatını bulduğu her anda başka yollardan da yararlanarak, ordusuna yiyecek sağlamaktan kaçınmamıştır. Özelde dev miktarlardaki gereksinimlerin taşınması sorunu oldukça zordu ve bu problemin çözümü asla tam olarak gerçekleşmemiştir112. Osmanlı fetihleri nasıl kendi kendilerini besleyen bir süreç olduysa, Osmanlıların yenilgileri de benzer bir nitelik taşımaktadır. 110 Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 556. 111 Bu güçlük ve sonuçlarına bir örnek olması açısından; Örneğin I. Viyana kuşatması sırasında kent yakınlarındaki bağlarda üzüm toplamaya çalışan Osmanlı askerleri kaleden çıkan ücretli İspanyol tüfekçilerinin baskınıyla karşılaşmışlar ve içlerinden pek çoğu bu saldırı sırasında ölmüştü. Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi (Haz. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1999, C. I, s. 149. Osmanlı seferlerini düzenleyenler askerlerin savaşlardaki morallerinin karınlarının aç ya da tok olmasına bağlı olduğunu bilmekteydiler. Günde sadece 100 dirhem ekmekle beslenen bir asker doğru düzgün savaşamazdı. Günümüzde modern orduların askerlerinin günde 3.100-4.000 kalori arasında bir besin tükettikleri varsayılırsa yaklaşık 3.000 kalori ile yetinmek zorunda kalan Osmanlı askerlerinin günümüz koşullarına göre beslenmelerinin yetersiz olduğu söylenebilir. Osmanlı askerlerine verilen tahıl ve etin kalori değerlerinin hesaplanması için bkz. Rhoads Murphey, Ottoman Warfare 1500-1700, London 1999, s. 89. 112 Van Creveld, a.g.e., s. 29.

40

Page 42: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Padişahın orduları, esas itibarıyla cephe gerisindeki bölgelerden ikmal malzemesini temin ediyorlardı, ordunun geçici bir geri çekilişi bile, gelecekte savunulacak bölgelerin güvenliğini tehlikeye atıyordu113.

Tüm bu koşulları Türk-Macar savaşlarına uyarladığımızda ilk olarak üzerinde durulması gereken konu Osmanlıların tüm Macaristan’ı ele geçiremeyecekleri gerçeğidir; hiç şüphe yoktur ki Osmanlı Devleti bunu gerçekleştirme olanaklarına sahip olsa idi bunu yapardı. İkinci olarak sefer sezonu biter bitmez Osmanlı ordusunun sadece bir kısmı Macaristan’da kışı geçirebilirdi. Kış aylarında büyük bir topluluğu bir arada tutabilmek, gıda ve yem temin edebilmek imkansızdı ve tımarlı sipahileri bu kadar uzun süreli kendi dirliklerinden uzakta tutmak imkansızdı. Bu askerler ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış bir haldeydiler ve zaten sefere katılımları büyük bir çabayı gerektiriyordu. Öyle ki seferberlik emirleri kış aylarından itibaren eyalet valilerine, sancak beğlerine gönderilerek nevruzda, tespit edilen yerlerde merkez ordusuna katılmaları istenirdi114. Gerçi bu bilgi Osmanlı ordusunun bazı birlikleri için geçerli değildir. Braudel, Polonya sınırında XVII. yüzyılda bile, Tatar süvarilerinin her tehdidinin düzenli bir şekilde harekete geçirdiği alarmın, adeta hemen genel bir seferberliğe yol açmakta olduğunu, müstahkem mevkileri silahlandırmak, depoları doldurmak, eğer hala zaman varsa top ikmalini sağlamak, süvariyi seferber etmek, bir kaleden diğerine savunma hatları oluşturmanın gerektiğini, çok kereler olduğu gibi, akın başarıya ulaşırsa -Transilvanya’nın çok sayıdaki dağ ve boşlukları boyunca olduğu gibi- belanın Türkle bile kıyaslanamayacak bir şekilde kırların ve kentlerin üzerine çökmekte olduğunu belirtmekte ve Türklerin hiç olmazsa birliklerini kış arefesinde, St. Georges yortusundan sonra geri çekilme adetine sahip olduğunu söylemektedir. Tatarlar ise orada kalmakta, aileleriyle birlikte kışlamakta ve ülkeyi köküne kadar yemektedirler diye devam etmektedir115. Ancak, yerel kaynaklardan sonra iaşe sorununa Tatar akınlarının sağladığı besin maddeleri olmasa seferlerin daha sıkıntılı geçeceği muhakkaktı.

Örneğin 1006/1597-8 yılında Erdel kralı ve Varad Kalesi üzerine Vezir Satırcı Mehmed Paşa serdarlığında açılan sefer sırasında Erdel vilayetlerine düzenlenen Tatar akınları sayesinde Pançova sahrasında ordugâh kuran Osmanlı askerleri koyun, revgan u asel, gendüm buğday ve şairsiz

113 L. Carl Brown, İmparatorluk Mirası. Balkanlar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı Damgası (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul 2000 içinde, Dankwart A. Rustov, Askeri Miras, s. 370. 114 Mehmet Yaşar Ertaş, a.g.m., s. 591. XVII. yüzyılda Türk ordusunda yiyecek sıkıntısının yaşanmamasını sefere çayırların yeşillendiği dönemde çıkmalarına bağlayan Raimondo Montecucculi bunun da orduların savaş bölgesini erkenden terketmelerine neden olan bir zayıflık olarak görüyordu. Bu yüzden Avusturyalıların Osmanlılar üzerine kışın sefer düzenlemelerinin daha mantıklı olacağını düşünmekteydi. Scheben, a.g.m., s. 208. 115 Braudel, a.g.e., C. I: Gündelik Hayatın Yapıları, s. 75-76.

41

Page 43: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

kalmamışlardı116. Osmanlı Devleti Macaristan’da uzun bir süre tutunabilmesi için bazı önemli merkezleri ele geçirmesi gerekiyordu. Buda bu türden bir kentti. Buda’nın alınması Osmanlılara Tuna’yı kontrol etme şansı veriyordu117. Habsburgların Tuna üzerinden Osmanlılara karşı saldırıya geçmesini engelliyordu. Ayrıca Buda’nın Viyana-Transilvanya hattının tam ortasında yer alması Habsburgların Transilvanya üzerindeki emelleri için bir engel teşkil ediyordu.

Ancak Osmanlılar Buda’ya sahip olmakla sağlamayı düşündükleri avantajlar her ne olursa olsun, bu avantajlar zaten varolan dezavantajları telafi edemezdi. Zira Osmanlılar etki alanlarının çok uzağında olma ve Viyana’nın bölgeye İstanbul’dan daha yakın olması gibi zamanlama açısından kötü bir durumla karşı karşıya idiler. Viyana-Buda arası 240 km. idi ve birlikler bu mesafeyi 16 günde alabilirlerdi118. Oysa İstanbul-Buda arası 1.460 km. idi ve birlikler bu uzaklığı 97 günde almaktaydılar. Belgrad-Buda arası ise bu uzaklığın 1/3’ü yani 460 km. idi ve 31 günde katedilebiliyordu119. Bu karşılaştırmalar bize Buda’yı elde tutmanın güçlüğünü göstermektedir. Yardım gelmediği takdirde hiçbir şart dayanmayı olanaklı kılmazdı. Büyük bir olasılıkla da bu yardım zamanında bölgeye gelemiyordu. Aynı anda harekete geçildiği varsayılırsa Habsburg kuvvetleri sadece iki haftalık uzaklıktaydı, oysa Osmanlı birlikleri üç aydan fazla bir mesafededir. O halde Osmanlılar stratejik şartlar aleyhlerine olmasına rağmen Buda’yı 150 yıl ellerinde tutmayı nasıl başarabilmişlerdir? Perjes’e göre bunun iki nedeni vardı. İlki gerek Habsburgların gerekse Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun Osmanlılara meydan okuyacak derecede büyük bir orduyu besleyememeleri, ikincisi de Osmanlı yardımcı kuvvetlerinin gelmelerinden çok önce, yani ilkbaharda veya yazın başlangıcında seferi başlatıp bitirmelerinin mümkün olmayışıydı. Gerçekten de 1530, 1540, 1541, 1598, 1602 ve 1684’de Buda’yı kuşatan Avusturya-Macaristan birlikleri bu tarihlerin sadece ikisinde gerekli zamanlamayı gerçekleştirebildi (1541 ve 1684’deki kuşatmalar). Bu erken işe

116 Ziya Yılmazer, Topçular Kâtibi Abbülkâdir (Kadrî) Efendi Tarihi (Metin ve Tahlil) (Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı), İstanbul 1990, s. 177-181. 117 II. Viyana seferinde Osmanlı birlikleri Viyana önlerinde kaldıkları 60 gün boyunca devamlı olarak önceden Budin’de depolanmış olan ihtiyaç maddelerinden yararlanmıştı. Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi Osmanlı Devri III. Cilt, 4. Kısım Eki. II. Viyana Kuşatması 1683, Ankara 1983, s. 35. 118 Örneğin 1526 yılında Mohaç seferine çıkan Osmanlı ordusu İstanbul-Mohaç arasındaki yaklaşık 1.500 km.’lik yolu günde ortalama 12 km. hızla ilerleyerek 128 günde almıştı. Ordunu en büyük düşmanı hava koşullarıydı. Mohaç’a varışta ve sonrasındaki Viyana’ya yürüyüşte aralıksız yağan yağmur yüzünden ağır toplar çamurda bırakılmak zorunda kalınmıştı. Ordu, Viyana’ya İstanbul’dan yola çıktıktan tam 141 gün sonra varabilmişti. Merle Severy, ‘Kanuni Sultan Süleyman’ın Dünyası’, National Geographic Türkiye. Ekim 2001, s. 69-71. Ayrıca bkz. Tahsin Tunalı, ‘ Macaristan’ın Fethi ve I. Viyana Seferi’, Hayat Tarih Mecmuası, S. 2 (1972), s. 36-45. 119 Perjes, a.g.e., aynı yer.

42

Page 44: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kalkışmalarda bile yetersiz hazırlık ve organizasyon nedeniyle başarısız oldular120.

Buda 1686 yılında ele geçirildiğinde Avusturya-Macaristan ve İmparatorluk Peşte ve Buda’ya 17 haziranda ulaşmıştı ve hemen kuşatma hazırlıklarına başladı. Osmanlı yardım kuvvetleri 13 Ağustosta, yani kuşatmanın 57. gününde kale yakınlarında göründüler, fakat kuşatanlara saldırıyı göze alamadılar. Kale 2 Eylülde yani kuşatmanın 77. gününde düştü. Eğer bu birlikler kuşatmaya bir ay önce Mayıs ayında başlayabilselerdi muhtemelen Osmanlı birlikleri görünmeden kenti ele geçirebileceklerdi. Buda’nın düşmesinden sonra çarpışmalar ülkenin güneyine kaydı ve tüm çabalarına rağmen Osmanlılar kenti tekrar geri alamadılar. Ancak bu noktadan sonra şartlar kuşatma güçleri aleyhinde çalışmaya başladı. Aşırı genişlemiş bir askeri hat harekatı frenledi ve pratikte Avusturya-Macaristan ordularının Sava Nehri’nin ötesine geçmelerine engel oldu. Belgrad’ı ele geçirmek istemelerine rağmen bunda başarısız oldular. Gerçekten de Avusturya ordularının bu savaşlar sırasında ikmal teşkilatı yetersizdi. Askerlerin maaşları çok kısa bir zaman sonra yiyecek ve yem fiyatlarını ödemeye yetişmemekteydi. Bunun dışında fırsatları değerlendirmek de gerekmekteydi. Böylelikle asker sivil halktan ihtiyaçlarını karşılamaya mecbur kalıyordu: Yiyeceklerini ve yemini zorla alıyor, hayvanları kaçırıyor, at çalıyor, sandık ve depoları boşaltıyor, kilise, manastır, hastane ve resmi binaları yağma ediyor, yolculardan, tüccarlardan ve köylülerden zorla para alıyorlardı. Askere yatacak yer temininde görevli subaylar halktan vergi topladıkları ve gerçekten askerlere verdikleri halde yine de yukarıdaki fiilleri işlemekten geri durmuyorlardı. Bir Bavyeralı memur şöyle demektedir: “Bavyeralı gibi değil, aksine memlekete hakiki düşman birlikler idiler”121. Durum XVI. yüzyıl sonlarında da aşağı yukarı aynıydı. Bu dönemde başlayan uzun savaşlar Macaristan’ı ve Erdel’i harap etmişti. Fakat bunda Osmanlı ve Kırım Hanlığı ordularından ziyade Avusturyalıların ve Rumenlerin etkisi vardı. Çünkü bu savaşlar sırasında Viyana askeri konseyi, Osmanlılara tabi olan Macaristan’ın ateşe verilmesini, tahrip edilmesini prensip olarak ele almıştı122.

Askeri taktiklere bakıldığında Osmanlı askerinin sıkı disiplinlerinin yanı sıra sipahilerin hız ve hareket kabiliyetleri düşmana karşı Osmanlılara taktiksel manevralarda üstünlük sağlamaktaydı. Öyle anlaşılıyor ki düşmanı sınama ve pusu kurmanın yanında kuşatma ve atakları püskürtme Osmanlı askeri taktiklerinde kesinlikle önemli askeri manevralardı.

Aynı zamanda yeniçerilerin sarsılmaz bir unsur olarak orduda görev almaları, sipahilerin dövüş stillerindeki gevşeklik ve atak yaparken aniden geri

120 Perjes, a.g.e., aynı yer. 121 Hans Georg Majer, ‘17.Yüzyılın Sonlarında Avusturya ve Osmanlı Ordularının Seferlerdeki Lojistik Sorunları’, Osmanlı Araştırmaları, II (1981)’den ayrı basım, s. 190. 122 M. Tayyib Gökbilgin, ‘Türk İdaresinde Budin’, Atatürk Konferansları, V, 1971-1972’den ayrı basım, Ankara 1975, s. 174.

43

Page 45: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

çekilmeye meyilli oluşlarına karşı orduda bir güven sağlıyordu. Ancak yakından incelendiğinde bu taktiğin üstün tarafları içersinde pek çok olumsuz tarafları da barındırdığı anlaşılmaktadır. İlk olarak ordunun savaş düzeni Avrupa ordularındaki zırhlı şovalyelerle yapılan şok saldırılarının benzerlerinin yapılmasına imkan vermiyordu. Hafif süvariler şok saldırılar için uygun bir öze sahip değillerdi ve rahatsız etmek, yormak, dağılmanın eşiğine gelmiş düşmanı yaymaktan öte bir şey yapamıyorlardı. Yakın çarpışmalar yeniçerilerin göreviydi fakat onlarda savunma görevi için kullanılıyorlardı. Bir benzetme yapılacak olursa Osmanlı savaş düzeni, yeniçerilerin en sonda yer aldığı bir kaleye benziyordu. Uzun ve sık hatlarla saldırıya geçen zırhlı düşman süvarilerinin saldırılarına karşı konulamadığının farkında olan Osmanlı askeri liderleri karşılarındaki kuvvetlerin saflarını dağıtmaya çalıştılar. Bunu gerçekleştirmek için kullandıkları yöntemlerden biri düşmana her taraftan yağmur gibi ok atan okçu süvarileriydi. Diğeri ve belki de daha etkili olanı ise düşmanın hiçbir şey bulamamasını ve aniden topçu ile tüfekli yeniçerilerin önünde savunmasız bir durumda kalmalarını sağlayan safların aniden açılması yöntemiydi. Zırhlı düşman süvarileri ateşli silahlara sahip yeniçerilere direnemediler. Fakat daha sonraları tımarlı sipahilerin savaş potansiyeli, hız ve tam icra ile büyük disiplin gerektiren manevra yetenekleri -ki bu manevra yeteneklerinin esin kaynağı göçebe taktikleriydi- de azalmaya başladı123.

Avrupa’da XV.-XVI. yüzyıllarda geliştirilen yeni savaş taktiklerinin ayrılmaz birer parçaları olan paralı askerler tıpkı Avrupa’da olduğu gibi Osmanlı askeri liderlerine de bir alternatif sunmuş olabilirler. Osmanlı liderlerinin taktiksel anlamda geri kalmış olduklarının farkında olduklarına dair işaretler vardır ve bu durum muhtemelen XVII. yüzyılda ordudaki profesyonel asker sayısındaki dramatik artışın açıklamasını yapmaktadır. Arnavutlar, sekban ve yeniçeriler arasında, Osmanlı ordusunun kanatlarını korumak ve düşmana zarar vermek için sık sık istihdam edilen mükemmel nişancılar vardı. Engebeli arazide açık düzende ilerleyen ve ağaç ve benzeri siperlerden serbestçe ateş eden bu kuvvetler bazen, uzun tüfekleriyle Avusturya saflarında şaşkınlığa neden oldukları 1739’da Groçka’da olduğu gibi sonuca etki edecek şekilde savaşıyorlardı124.

Ancak modern Avrupa’da askerlik sanatını geliştiren büyük transformasyonlar Osmanlı taktiklerini ve askeri organizasyonunu etkilememiştir. XVII. yüzyılda İspanyol Tercio’su, Hollanda Ordonans’ı ve

123 Perjes, a.g.e., ‘Taktikler’ konu başlığı. 124 Parry, ‘İslâm’da Harb’, s. 214. MAD 10145 nolu defter neredeyse tümüyle bu türden askerlerin imparatorluğun çeşitli bölgelerinden sağlanmasına yönelik emirlerle doludur. S. 46’da Arnavutluktan istenen 1620 kişilik tüfekçi birliğinin 1500’ü askerdi ve bunlar 50 asker ve 4 zabit olarak 30 bayrak altında toplanmışlardı. Askerlerden her birine 2,5 akçe ulufe, 10 akçe bahşiş, 3 akçe nân ve yine 3 akçe lahm bedelleri ile her bayrağa 30 kıyye şair, 2 bargir ve 1 kıyye dakik verilmişti. Askerlerin güçlü, kuvvetli kişilerden seçilmeleri ve ihtiyar, pir, sabî ve gaib olmamaları istenmekteydi.

44

Page 46: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

İsveç Brigade’si silahların birliklerde en iyi şekilde orantılanması deneyleri içersinde olan seçkin Avrupa piyadeleriydi. Ayrıca XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupa’daki, teknik ilerlemelerin hiçbirisi çeşitli çaplarda yapılan hafif ve hareketli topun ortaya çıkışı kadar önemli olmamıştı. Mareşal Duc de Villars gibi muhakeme sahibi bir asker Avusturyalıların 1683-1699’da Osmanlılara karşı başarısını mükemmel sahra toplarına sahip olmalarına bağlamıştır. Osmanlıların topları ise çok hantal, taşınması güç, barut tüketiminde müsrif ve sadece açık alanda bazen etkililerdi125.

Oysa bu yüzyıllarda Osmanlı Devleti kara savaşlarındaki gelişmelerden yararlanabilecekleri yeteneklere sahip Avrupalı uzmanlar toplamak için hiç beklenmedik fırsatlar bulmuşlardı. 1593-1606 yılları arasındaki uzun Osmanlı-Habsburg savaşı boyunca Avrupalı paralı askerlerin isyanları, modern taktiklerin kullanılmasında yeteneği olan Avrupalı tüfekli asker havuzunu oluşturdu. 1596’da Eğri kuşatması sırasında 250 hırıstiyan asker garnizonlarını terkederek sultanın ordusuna katılmışlardı. 1600 yazında Papanın garnizonunda parası ödenmeyen Wallon ve Fransız ücretli askerleri garnizonu işgal etmişler ve Osmanlılarla yapılan görüşmeler sonrasında Sultanın hizmetine girmişlerdir. Yine Kanije kuşatması sırasında 1601’de birçok İtalyan kendi kamplarını terketmiş ve Osmanlı istihkamlarına kaçmışlardır. 1602’de kuşatılan Buda önlerindeki Osmanlı ordusunda ücretli İtalyan askerlerinin de varlığı bilinmektedir126. Ayrıca XVI. ve XVII. yüzyıllarda Macaristan’da yapılan savaşlar, düşmanın askeri ve teknik yeteneklerindeki en son gelişmeleri öğrenme konusunda her iki taraf için de sürekli fırsatlar yaratmıştır. İlk defa 1520’de İtalya’da ortaya çıkan ve o zamana kadar Macaristan’da bulunan Osmanlılarca bilinmeyen tabancalar, 1543’te İstolni Belgrad kuşatması sırasında Osmanlı askerlerince Alman süvarilerinden ele geçirilmişti127. XVIII. yüzyılın ortalarında Osmanlı ordusu hizmetine giren Bonneval Ahmed Paşa yabancı askeri uzmanların en bilinenlerindendir. Paşa 1733 yılında sadrazama verdiği raporda Fransa’nın askeri gücünü şöyle tanıtmaktadır:

[...] Fransa kralının barış zamanındaki askeri gücü 200.000 kişiye ulaşmaktadır. Ayrıca topçu, bombacı ve istihkamcılardan oluşan 8.000 kişilik bir topçu gücü vardır. Tek komutan idaresi altında bulunan bu insanlar arasında her meslekten işçiler bulunmaktadır. Bunlar Osmanlı ordusundaki

125 Parry, ‘İslâm’da Harb’, s. 215. Bu toplar bazen sadece İstanbul’da değil, savaş bölgesine yakın yerlerde de dökülmekteydi. Örneğin II. Viyana seferinde Belgrad’a gitmek üzere neferleri ile beraber dökmeci ve demirci ocakları ile malzemenin taşınmasında görevli neccarlar İstanbul’dan ücretleri hazineden ödenmek üzere yola çıkarılmıştı. Meryem Kaçan Erdoğan, ‘II. Viyana Seferinde (1683) Osmanlı Ordusunun Kullandığı Silahlar ve Mühimmatının Temini’, Osmanlı, C. VI, s. 661. 126 Carolin F. Finkel, ‘Quelques Nation Supplementaires les Mercenaires de Papa’, Turcica, XXVI (1994), s. 249-260’dan aktaran Gabor Agoston, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Harp Endüstrisi ve Barut Teknolojisi’, Osmanlı, C. VI, s. 621. 127 Agoston, a.g.e., s. 625. Prut seferine katılan Vezir-i azamın maiyetini oluşturan askerlerin her birinde birer tüfek, bir tabanca, kılıç ve süngü bulunmaktaydı. Akdes Nimet Kurat, Prut Seferi ve Barışı 1123 (1711), Ankara 1953, C. I, s. 246.

45

Page 47: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

cebeciler, topçular, humbaracılar, lağımcılar ve istihkamcıların vazifelerini yerine getirmektedir. [...] Ayrıca Fransa’da bu askeri birliklerin idaresi için uğraşan insanlar vardır ve bu insanlar orduları yılda dört defa teftiş ederek erzak ve sair ihtiyaçlarını yerinde inceler, hatta askerlerin ne yediklerine bakarlar. Bunların raporları üzerine, askerlerin maaşları ödenir. Bunlara levazım subayı veya harp komiseri adı verilir [...]128. Aslında bu türden görevliler Osmanlı ordusunda da bulunmaktadır.

Özellikle sefer zamanlarında ordunun iaşesini sağlamakla görevli devlet görevlileri Nüzul emini, Peksimet emini v.b. adlarla görev yapmakta ve mümkün olduğunca çok zahireyi toplamaya çalışmaktadırlar. Ancak işin kalite kısmı başka bir şeydir ve zaman zaman bu yön gözardı edilebilmektedir.

Örneğin 1769 seferinde daha ordu İstanbul’dan ayrılırken bile açlık ve hastalık vardı, diye belirten Ahmed Resmi Efendi, daha o zamandan ekmeğe darı katılmağa başlandığını söylemektedir. Ordu İsakçı’ya vardığında, peksimet yapımından sorumlu Nüzul eminleri, kırk yıldır ambarlarda bekletilen kireç gibi unları ve toprak gibi peksimetleri ezip yeni unlara katmış, yenmesi imkansız bir şey çıkmıştı ortaya. Menzilden menzile una toprak katarak çamura benzer bir ekmek yapılmış, bunu yemekten başka çaresi olmayan birçok kişi bu yüzden ölmüştü. Bu ekmeyi yemeyi reddedenler sağa sola dağılmışlar, yiyenler için Bucak’ta yeni mezarlar kazılmıştı129. Sıkıntı sadece yiyecek konusunda değildir. Aynı yıl sefer sırasında köprü ve bina yapımında kullanılacak çeşitli çivilerin nalburân esnafından mübayaası sonucunda çivilerin devletçe makbul tutulan Samakov demirinden değil de Kavala ve çeşitli yerlerin demirinden imal edilmiş olduğu, bunların da çoğu zaman eksik ölçülerle, kırık, bazen çok büyük bazen de küçük imal edildiği görülmüştü. Bu durumu önlemek için devlet istediği çivi çeşitlerinin ayrı ayrı ölçülerini belirten bir liste hazırlamış ve üretilen çivilerin bu listedeki ölçülere göre yapılmasını buyurmuştur130. Görüldüğü gibi bu yıllarda Osmanlı ordusunun Batı yönündeki seferlerinde de iaşe ve lojistik sıkıntıları had safhadaydı. Tuna’nın kuzeyinde ve güneyindeki Dinyeper Nehri’ne kadar uzanan toprakların, yani Rumeli, Eflak, Boğdan ve Bucak bölgelerinde XVIII. yüzyılın temel özelliği nedeni neredeyse aralıksız süren savaşlar olan müthiş altüstlüktü. Merkezi Osmanlı yönetimi bu bölgeler üzerindeki denetimini kaybettikçe, eşkıyalık, nüfusun azalması, tarım topraklarının tahrip edilmesi, veba ve açlık neredeyse daimi bir kaos yaratmıştı. İktidar boşluğunu yerel otonom beğler dolduruyor, bunlar, kargaşa 128 Mustafa Kaçar, ‘Osmanlı İmparatorluğunda Askerî Sahada Yenileşme Döneminin Başlangıcı’, Osmanlı Bilimi Araştırmaları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilim Tarihi Bölümünün Kuruluşunun 10. Yıldönümü Münasebetiyle Ekmeleddin İhsanoğluna Armağan, İstanbul 1995, s. 212. 129 Virginia Aksan, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı Ahmed Resmî Efendi (1700-1783) (Çev, Özden Arıkan), İstanbul 1997, s. 141. 130 Cevdet İktisat 866. 21Cemaziyelahir 1183/22 Ekim 1769. Çivi çeşitleri şunlardı: Mismar-ı tahta, mismar-ı nazilî mertek, mismar-ı mertek, mismar-ı harbe, mismar-ı baskı, mismar-ı Samakov, mismar-ı yerli, mismar-ı zığra, mismar-ı şike, mismar-ı çingane, mismar-ı mekki kalb.

46

Page 48: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

durumundan azami fayda sağlama arzusundaki Rusya ve Avusturya’nın kışkırtmasıyla arka arkaya ayaklanıyorlardı. Tuna’nın güneyinde kalan bölgede Osmanlı denetimi hala sarsılmamış olmasına rağmen İstanbul’un buğday ambarı olan Rumeli, Eflak ve Boğdan üretilen zahire bu bölgeye düzenlenen seferler yüzünden orduya ayrılıyor, bu yüzden erzak gelmiyor ve İstanbul’da sık sık açlık baş gösteriyordu. Örneğin Karlofça barışından sonra bu bölgede yaşayan re’âyâ üzerinde önceki yıllardan kalan ve bedel-i sürsat, bedel-i beldâr, bedel-i fırın ve ordu bedelleri malı ile tekâlif-i seferiyyeden olan zahire, bargir, gâv, araba, cerahor ve güherçile bedellerinden toplam 3.085 kese para Osmanlı yönetimi tarafından afvedilmiştir131. Bölgesel olarak Rumeli’nin kaynakları oldukça zengindi. Yalnızca buğday değil koyun, sığır, kereste, kömür, işgücü, çivi, sakız gibi pek çok mal ekonomik yapı içersinde başkentin ve silahlı kuvvetlerin ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilmekteydi. Bölgede yaşayan gayrimüslim erkeklerin ödemekle yükümlü oldukları cizye vergisi, bu güdümlü yapıları pekiştirici bir etkide bulunuyordu. Tuz, demir, bakır, sabun gibi belli ürünlerin iltizama verilmesi de devletin kontrolü altındaki ekonomik yapıda geçerli olan bir diğer uygulamalardı. Her yıl belli bir mevsimde Strymon’un (Karasu Iştruma) suları altında kalan büyük ve bereketli Serez ovalarında XVIII. yüzyılda 300 kadar köy kuruluydu. Bunlar pamuk, keten ve ipek üretirlerdi. İç kesimde yer alan Serez kenti Avrupa’daki Osmanlı topraklarındaki en büyük pamuk pazarı idi; Selanik ise hem İstanbul’dan sonra Makedonya pamuğunun ihraç edildiği başlıca liman, hem de Avrupa’daki en büyük Osmanlı limanı idi. Serez’in doğusunda Strymon ırmağının ağzında XVI. yüzyıl ortalarında bir sancak merkezi olan Tırhala’ya Ragusa, Sakız, Venedik ve Mısır’dan gemiler gelir, buğday, deri ve yün yüklerlerdi. Gümülcine, alüvyon ovalarındaki tuzlalardan elde edilen tuzdan ötürü ticari bir önem taşımaktaydı ve denize yakın bir buğday pazarı durumundaydı. Ferecik’e 8, Gelibolu’ya 12 saat uzaklıkta olan Keşan’dan yine önemli bir kara ticareti akmaktaydı ve kentte XVIII. yüzyılda 100 kadar yel değirmeni vardı ve buradan Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere un sevkiyatı yapılırdı132. Ancak bu dönemde Osmanlı uyrukları arasında da görülen kapital birikimi çabaları için savaşlar her zaman bir fırsat yaratmaktaydı. Ahmed Resmi’nin bu konudaki gözlemleri isabetlidir. Kaynakların bu denli zengin olduğu bölgelerde yapılan mücadele de acımasız olmaktaydı. Tahılı toptan fiyatla alan mubayaacılar kendi ceplerini doldurabilmek için zahire fiyatlarıyla oynuyor, askere kalitesiz unu dağıtıyor ve ordudaki fırıncılarla işbirliğine giderek kaliteli unu kendilerine ayırıyor veya yüksek askeri görevlilerle paylaşıyorlardı133. Bu tür örneklerin görüldüğü XVIII. yüzyıl Osmanlı batı seferlerinden çok daha önce de Osmanlı askeri bu tür sorunlarla karşılaşmıştır.

131 Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât. Tahlil ve Metin (1066-1116/1656-1704) (Haz. Dr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, s. 673. 132 Stoianovich, a.g.e., 234-235. 133 Aksan , a.g.e., aynı yer.

47

Page 49: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Ancak bu türden sorunlar bu kez tam tersi yönde, Doğuda, hem de çok daha önceleri karşısına çıkacaktır.

B. Doğu Seferleri

Siyasi yönetimin monarşik gelenek olduğu dönemlerde bir toplumu oluşturan farklı grupların güçlü komutanlar, askeri liderler tarafından belli amaçlara yönlendirilmeleri son derece olağan sayılır. Birleştirici bir komutanın savaşlarda avantajlı olduğu tezi o kadar açıktır ki bunun için hiçbir kanıt gerekmez. Herkes her zaman askerlerin bir komutanları olduğunu ve sivil organizasyonlara göre daha disiplinli olduklarını bilir. Bireysel davranışlar ve pek çok insanın çabasının belli bir koordinasyon ve kumanda birlikteliğini gerektirdiği de doğrudur134. Bu durum Osmanlı Devleti’nde de geçerli bir durumdur. Osmanlı askerleri için gerçekten de son derece zor ve problemli geçen Doğu yönündeki seferlerin son derece otoriter padişahlar tarafından (özellikle I. Selim, I. Süleyman ve IV. Murad) gerçekleştirildiği düşünülürse durum daha da kolay anlaşılacaktır135. Doğuya karşı açılan seferlerde Osmanlı birliklerinin geçtiği güzergâhlardaki meskun yerlerin zarar gördüğü, vergi kaynaklarının azaldığı da bir gerçekti.

Buna askerin zaman zaman giriştiği yağmacılığın yanında hükümetin erzak tedarik yöntemleri de neden olmaktaydı. Bölge halkı açısından bu taleplerden kurtulmanın tek geçerli yolu yerini yurdunu terkedip kaçmaktı136. 1579’daki İran seferi sırasında Ankara yolunda “asker te’addisinden köy kalmayıp re’âyâsı perakende olmağla” ordunun geçiş koridorunun değiştirilmesi gerekmişti137. Her ne kadar Osmanlı toplumu bir blok olarak askeri sistemin mükemmelleştirilmesinde görev almışsa da toplum yapısını bozan etmenler de aynı kaynaktan ortaya çıkmaktaydı. Askeri organizasyonlarda tarımsal üreticilerin üzerine çok fazla gidilmesi bazen çok büyük yer değiştirmelere ve kaç-göçlere de neden olmaktadır. Özellikle Doğu

134 Andezejewski, a.g.e., s. 92. 135 Örneğin I. Selim İran seferi için 921/1515-16 tarihinde Edirne’ye gönderdiği hükümde sefere katılacak sipahi ve cebelülerin sefer donanımları ve silahlarının mükemmel olması gerektiğini, askeri kendisinin teftiş edeceğinden, tulgası olmayanın başının, kolçağı olmayanın kolunun kesileceğini, silahlarından eksiği olanların da siyaset edileceğini bildirmektedir. Bkz. Kamil Su, ‘Yavuz Selim ve Seferleri’, Ülkü Mecmuası, C. XVI, S. 93 (1940-41), s. 262. Çaldıran savaşı sırasında orduda 10.000 tüfenkçi yeniçeri bulunmaktaydı ve Yavuz onları demir yumruğuyla yönetiyordu. Káldy-Nagy, a.g.m., s. 165. Yine IV. Murad’ın Bağdat seferi sırasında ne yeniçeriler yorulmaktan, ne de Sipahiler açlıktan bahsediyorlardı. Zira Padişah, bazen bir yeniçeri elbisesi giyerek yaya yürüyor, bazen de bir Sipahi elbisesi giyerek Sipahilerin arasından gidiyordu. IV. Murad ekseriya askerler gibi basit yemekler yiyor, gece uyumuyordu. Padişahın yanıbaşında, kendi arasında gören askerler seslerini çıkaramıyorlar, taşkınlık yapamıyorlardı. Tahsin Ünal, ‘Osmanlı Ordusunun Savaşa Gidişi’, Türk Kültürü, S. 46 (1966), s. 859. 136 Güçer, a.g.e., s. 145. 137 Güçer, a.g.e., aynı yer.

48

Page 50: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

seferleri sırasında Anadolu’da bu türden yer değiştirmeler çok sık ortaya çıkmaktadır. 1579 yılında başlayan ve Özdemiroğlu Osman Paşa’nın yönetiminde dört yıl süren olağanüstü çabalar sonunda, Kars’tan Erivan’a, Tebriz’den Hazar Denizi’nin batı kıyısında Gence ve Derbent’e dek bir dizi kale alınmıştı. Tuna Nehri’nden Hindistan’da Moğol İmparatorluğuna dek, sünni devletleri birbirine bağlayan bir büyük kıyalar aşırı köprünün tamamlanabilmesi için, Osmanlı-Özbek bağlantısı kaçınılmaz görünmekteydi. Böylece, doğal olarak, İran Safevîlerinin yayılması durdurulacaktı. Oysa, Osmanlı zaferleri çok pahalıya mal olmuştu. Sadrazam Siyavuş Paşa’nın, 1588’de itiraf ettiği gibi, Osmanlı gelirleri harcamaların üçte biri oranında açık veriyordu. Bu bir yana, uçsuz bucaksız Şiî topraklarının ele geçirilmesi ile, kendi aralarında bölünmüş olan İran Safevîleri kinlenmiş, yitirdikleri toprakları geri almak için and içmişlerdi.

Osmanlıların iletişim ve savaş hatları doğuya doğru uzadıkça, Safevîler durmaksızın kanatlardan saldırıyorlardı. Her geçen kış, binlerce Osmanlı askerinin yaşamına, tonlarca değerli savaş gerecine mal oluyor; sayısız hayvan, sonu gelmeyecekmiş gibi görünen savaşlarda telef oluyordu138. Osmanlıların 1578-90 yıllarında Azerbaycan’da ele geçirdikleri toprakları bir türlü tam kontrol altına alamamalarının esas nedeni, kendi memleketlerinden tahıl ithaline muhtaç hale gelmeleriydi. Çünkü gerek bölgenin Şiî nüfusunun kaçıp gitmesi gerekse aç, erzaksız ve parasız Osmanlı askerlerinin köylülere karşı giriştiği zoralımlar, tarımda belirgin bir çöküşe yol açmıştı139. XVII. yüzyıl ortalarında gezgin Thėvenot da doğu seferlerinin farklı geçtiğini gözlemlemiştir140.

Osmanlı Devleti’nin Arap eyaletlerinin doğu sınırları, Osmanlılar ile İranlılar arasında uzun ve zorlu bir çatışma süreciyle belirlenmişti. XVI. yüzyıl başlarında uzun zamandır İran nüfuzu altında olan Arap Irak, Safevilerin eline geçmişti. Yavuz Sultan Selim, daha Suriye ve Mısır üzerine yürümeden doğuya bir sefer düzenlemiş, Çaldıran’ın ardından Musul’u fethetmişti (1514). Osmanlı Devleti’nin Çaldıran’da kazanmış olduğu bu zafer bundan sonraki yıllar boyunca Safevîleri Osmanlı karşısında savunma pozisyonuna sokmuştur. Safevîler Şah Abbas’ın (1588-1629) iktidarına kadar dengeyi kendi lehlerine çeviremeyecektirler. Stratejik açıdan bakıldığında Çaldıran zaferi,

138 William J. Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan, 1591-1611 (Çev: Ülkün Tansel), İstanbul 2000. s. 3-4. 139 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, C. I, 1300-1600. (Çev: Halil Berktay), İstanbul 2000, s. 138-139. 140 Yazar Osmanlıların sefer sırasındaki disiplininden hayranlıkla bahsederken şöyle yazmaktadır: ‘[...] onlara (Türklere) her taraftan yiyecek gelirdi. Çünkü aldıkları yiyeceğin karşılığını derhal öderlerdi. Hiçbir karışıklığa meydan verilmez ve seferlerde hırsızlık yapılmazdı. Bir pazarda imiş gibi her şey sefere getirilirdi. Hatta Türkler İranlılarla savaşta iken bile mallar, soygun tehlikesi olmaksızın bir ülkeden diğerine, bir ordudan diğer orduya emniyetle geçerdi [...]’. Burada altları çizilmesi gereken sözcükler hatta ve biledir. Bkz. Thėvenot, a.g.e., s. 171.

49

Page 51: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Osmanlılar’ın Diyarbakır’ı ele geçirmelerini sağladığı gibi, Erzincan’ı almaları nedeniyle Doğu Anadolu’daki otoritelerini güçlendirmeleri ile sonuçlanmıştı. Bu iki kentten Diyarbakır’ın kontrol edilmesi daha önemliydi; çünkü, bu kent İran’ı gerek Anadolu’ya gerekse Suriye’ye (Haleb’e) bağlayan ana yolların geçtiği Yukarı Fırat bölgesi içinde Osmanlı’ya önemli bir kontrol şansı sunuyordu. Bu konum, Osmanlı Devleti’ne, sadece Safevî ve Memlüklerin hareketlerini yakından gözlemleme ve böylece kendi aralarında bir işbirliğine gitme olasılığını yok etme imkanı vermekle kalmıyor, aynı zamanda lojistik avantajlar getiriyordu. Hemen hemen Osmanlı ordusunun aşması riskli 900 km.’lik sınırda bulunan bu kentin kontrolü hiç kuşkusuz bu sınırın genişlemesine neden olmaktadır. Artık Doğu seferleri -en azından Irak üzerine yapılanlar- sırasında bu kentten rahatlıkla ordu için lojistik destek sağlanabilecekti. Çünkü güney Irak hem coğrafi özellikleri hem de kaynakları açısından İran üzerine kuzeyden, Osmanlı askerleri için çok yabancı bir coğrafya olan Gürcistan üzerinden yapılan seferlere göre daha olumlu bir sefer güzergâhıdır. Osmanlı Devleti’nin bundan sonraki doğu seferlerinde Diyarbakır başlıca askeri üssü meydana getirecektir141. Ama Bağdat’ı 1534-1535 seferinde Kanuni aldı. Birkaç yıl sonra, Osmanlılar Basra’yı da ele geçirince bugünkülere çok benzeyen doğu sınırı -iki taraf da büyüklük gösterilerine girişmemiş olsalardı- oluşmuş olacaktı. 1623’de İranlılar Bağdat’ı işgal etti. Ancak Musul ile Kerkük Osmanlılar’ın elinde kalmıştı. Bir üçüncü Osmanlı padişahı IV. Murad 1638-39’da Irak’a büyük bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Irak’ın tamamını Osmanlılar yeniden fethettiler. 1639’da imzalanan antlaşmayla, Osmanlı-İran sınırları son şeklini almış oldu. Gelgelelim Afganlar İran’ı 1722’de işgal edince, Osmanlılar komşularının yaşadığı bu iç güçlüklerin, uzun zamandır süren mücadeleyi kendi lehlerine sonuçlandırmak için iyi bir fırsat yarattığını düşündüler. Bu, Irak-İran sınırının Irak tarafında kalan siyasal güçlerin, doğudaki komşunun zayıflığına ilişkin yanlış değerlendirmelerinin son örneği olmayacaktı. Kirmanşah ve Hamedan’ın fethiyle işler Osmanlıların istediği gibi başladı ama ardından 1726’da uğradıkları ağır yenilgiyle bir kabusa dönüştü. Kısa bir barış dönemi yaşandı, ama bu anlamsız ve gereksiz savaş, İran’da Safevilerin tahtı bir kez daha ele geçirmesiyle yeniden alevlendi. Karşılıklı başarı ve yenilgilerin ardından 1732’de 1639 antlaşmasının hükümlerine dönülmesi kararlaştırıldı. Ancak o sırada doğuda Nadir Şah adında yeni bir fatih 1733’de Bağdat’ı ele geçirmek üzere Osmanlı sınırlarında göründü. Bu akınla 13 yıl sürecek olan galibi ve mağlubu olmayan kanlı bir savaş başladı (çeşitli muharebelerin yalnız birinde 30.000 İranlı öldü), nihayet 1746 yılında, sonuç alamayacaklarını gören iki taraf 1639 sınırlarını yürürlüğe koyan bir barış antlaşması yaptılar. Bu iki devlet arasında daha sonra yapılan savaşlarda hiçbir önemli sınır değişikliğine

141 Adel Allouche, Osmanlı ve Safevî İlişkileri, Kökenleri ve Gelişimi (Çev. Ahmed Emin Dağ), İstanbul 2001, s. 112-113.

50

Page 52: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

yol açmadı142. Özellikle XVI. yüzyılda Batı yönünde de sınırların genişleyip güçlü bir rakiple (Avusturya-Macaristan) karşılaşıldığından Osmanlı Devleti iki düşmanla aynı anda mücadele şansına sahip değildi. Örneğin 1533’de İbrahim Paşa’nın başlattığı Irakeyn seferi iki yıldan fazla sürmüş ve ancak Osmanlı-Avusturya antlaşmasından sonra açılabilmiştir143. Siyasal gelişimi bu şekilde özetlenen Osmanlı Devleti’nin Doğu seferlerinde başarı tek bir şeye bağlıydı: İaşenin temini. İranlılara karşı Osmanlı asker ve atlarının11 beslenmesi için tahıl gerekliydi ve Suriye dışında Doğu Anadolu ve Kuzey İran’da bu malzemeyi bulmak çok zordu. 1638 yılındaki Bağdat seferi sırasında ordu tarafından kullanılacak hububat ve yemin taşınması için 85.000 deve gerekmektedir144. 17 Safer 1143/1 Eylül 1730’da Eskişehir, Karacaşehir, Peçin, Harmancık, Söğüt, Ayaş, Beypazarı, ve [?] ve [?] kadılarına ve dergâh-ı mualla gönüllülerinden Mustafa’ya gönderilen hükümde İran üzerine seferi için daha önceden ordunun Eskişehir menziline geldiğinde iki günlük zahiresinin kazalardan mübayaa ve nakl edilmesi için hükümler gönderildiği ancak Eskişehir ahalisinin hallerinin perişan olması nedeniyle Eskişehir’de tabh olunacak ekmek fırınlarının yapımında ve kazık, tokmak ve çatal gibi araçlarla nakil sırasında gereken arabaların bulunup hazırlanmasında adları geçen kazalar ahalisinin de Eskişehir’dekilere yardımda bulunmaları için ferman gönderilmiştir145. İmparatorluktaki cizye gelirlerinin tamamının askeri alana kaydırılması ve bu vergi alanında görev alanların daha sonra yine askeri sefer organizasyonlarında görevlendirilmeleri çok sık görülen olaylardır. Örneğin 10 Rebiülahir 1148/30 Ağustos 1735 yılında Şark seferine çıkacak ordudaki askerlerin nân ve lahm tayinatlarında kullanması için önceden cizye muhasebecisi olan daha sonradan ordu defterdârlığına atanan Ragıb Mehmed’e hazine-i amireden nakit 26.000 kuruş verilmişti. Bu parayı dikkatli kullanması ve beyhude masraf ile beytü ’l-mâl’a zarar vermekten sakınması konusunda uyarılmaktaydı146. İaşe dışında Osmanlıların İran ve Mısır topraklarında zafer kazanmaları ve ezici bir üstünlük kurmalarını sağlayan araç toptur (Suriye 1516, Mısır 1517). İran’a karşı da durum aynıdır: 1548’de büyük İran kenti Tebriz, sekiz günlük bir bombardımandan sonra düşmüştür147. Osmanlı Devleti’nin İran üzerine çıktığı seferlerinde stratejisi basitti. Osmanlı birliklerini lojistik açıdan desteksiz bırakmak için devamlı geri çekilen ve bunu yaparken de çevrede ne kadar ekili ürün varsa hiçbirini geride bırakmayan İran

142 Brown, a.g.e., s. 170-171. 143 Tayyip Gökbilgin, ‘Arz ve Raporlarına Göre İbrahim Paşa’nın Irakeyn Seferindeki İlk Tedbirleri ve Fütuhatı’, Belleten, C. XXI/83 (1975), s. 449. 11 Osmanlı İmparatorluğu 1585’de askeri açıdan bakıldığında Asya’da 40.000, Avrupa’da 100.000 at demektir. Venedik elçisi Gian Francesco Morosini’nin belirttiğine göre, İran’ın 80.000 atı bulunmaktadır. Aktaran, Braudel, a.g.e., C. 1: Gündelik Hayatın Yapıları, s. 303. 144 Güçer, a.g.e., s. 139. 145 Cevdet Askeriye 39862. 146 Cevdet Askeriye 38075. 147 Braudel, a.g.e., C. I, s. 348.

51

Page 53: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

birliklerini takip etmek. İranlılar çekilirken gerilerinde yiyecek, içecek ve yakacak bir şey bırakmadıklarından hemen her şeyin deve, kağnı ve mekkârî vasıtası ile geriden getirilmesi gerekiyordu. Bu ise ordunun hareketliliğini neredeyse imkansız hale getirmektedir. Develerle karda ve çamurda iş görmek mümkün olmuyordu148. İran ordusu savaşa karar verene kadar yapılan şey buydu. Osmanlıların toplarından çekinen ve açlığa yenilmesini uman İranlılarla savaşın seyri genelde bu tarzda geçmektedir. Bunun yanısıra ana birliklerinden uzaklaşmış küçük Osmanlı müfrezeleri İran baskınlarına karşı tetikte olmak zorundaydılar. Eğer 1548’deki Kanuni’nin İran seferine bir esir olarak katılan Bartholomaeus Georgievic’e inanacak olursak bu sefer çok zor geçmiş olmalıydı:

[...] yokluk o kadar büyüktü ki, en önemli günlük gıda bile eksikti. Birçoğu yük hayvanları ile birlikte ölüyordu ve bir çok at kesiliyordu...Yine de Türkler kaçmakta olan İranlıları gözü kapalı bir vaziyette şuursuzca takip ediyorlardı; ta ki kış bastırıncaya ve erzak azaldığından dolayı geri dönmeye mecbur kalıncaya kadar. Hayvanların pisliklerinden başka hiçbir yakacakları olmaması onları zerre kadar rahatsız etmiyordu. Sadece bu hayvan pisliği askeri soğuktan koruyordu. Birçok sipahi, atlarının üzerinde, tıpkı ağacın dalları gibi, donmuş kanları ve kaskatı kesilmiş uzuvlarıyla yatıyorlardı [...]149. Bu sefer sırasında Tebriz’i ele geçiren Osmanlılar (29 Temmuz 1548)

Tebriz’de yaşayan kentlilere de oldukça sert davranmışlardı. Kenti yağma etme istekleri Padişah tarafından kabul edilmeyince bu defa zenaatkârların sürgün edilip kalanlarından salma yoluyla para alınmasını istemişler, bu teklif de Padişah tarafından geri çevrilmiştir150. 1554’de Şahın Padişahın ordusundaki hayvanların yem ve arpasızlıktan zayıf ve perişan düşerek Osmanlı askerinin yaya kalacağı iddiasına karşı Erzurum Beğlerbeği Ayas Paşa Şaha cevaben yazdığı mektupta biraz da fazla iyimserlikle ve altta kalmamak psikolojisi ile, bineklerin sırtında askere aylarca yetecek yem ve yiyecek olduğunu

148 Binbaşı M. Hilmi, Kanuni Süleymanın 1533-1535 Bağdat Seferi, İstanbul 1932, s. 32. 149 N. Melek Aksulu, Mohaç Esiri Bartholomaeus Georgievic (1505-1566) ve Türklerle İlgili Yazıları, Ankara 1998, s. 20. 150 Peçevi, a.g.e., C. I, s. 264. Oysa daha önce aynı kentti Çaldıran savaşından sonra ele geçiren Yavuz kentli esnafa daha sert davranmıştı. Bu kentten yaklaşık 1.000 kadar tüccar, bilgin ve zanaatkâr İstanbul’a sürgün edilmişlerdi. Tansel, Yavuz, s. 69. Osmanlı devletinde bu türden sürgün uygulamaları bir siyaset haline gelmiştir. II. Mehmed İstanbul’u fethettiğinde yeni kurdurduğu mahallelere, Amasya, Foça, Trabzon, Mora, Eğriboz ve Kefe gibi kıyı bölgelerin yanı sıra Karaman, Aksaray gibi şehirlerden de göçmenler getirterek İstanbul’un kozmopolit bir kent haline gelmesini tasarlamıştır. Bkz. Halil İnalcık, ‘The Policy of Mehmed II toward the Greek Population of İstanbul and The Byzantine Buildings of the City’, Dumbarton Oaks Papers, S. 23, s. 213-249. Ayrıca Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul (Çev: Zeynep Rona), İstanbul 1996, s. 187’de her kentin en az yüz zanaatçı ve zengin aileyi İstanbul’a gönderme zorunluluğundan sözeder. Osmanlı’daki sürgün siyaseti hakkında: Ömer L. Barkan, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler’ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, S. 11 (1951), s. 56-78; ve S. 15 (1955), s. 209-237.

52

Page 54: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

söylemektedir151. Oysa 1037/1627 yılında Abaza isyanını bastırmak için uğraşan Osmanlı askerleri 11 Rebiülahir/20 Aralıkta Tokat’a kışlamak için geldiklerinde 25 günden beri kar üzerinde yatıp kalkmışlardı. Kentte birkaç yüz kişinin el ve ayakları donduğu için cerrahlarca kesilmişti. Dükkanlarda yatan askerlerde soğuktan ölüyorlardı152. Osmanlı Devleti’nin bu seferlerde orduya yetecek zahireyi bulsa bile çözmesi gereken daha da önemli sorun bunun kaça mal olacağıdır? Çünkü hububatın tarlaya ekiminden askerlere dağıtım aşamasına gelene kadar fiyata etki eden pek çok unsur bulunmaktadır. Kurak giden bir mevsim, zamansız veya çok fazla yağan yağmurlar ya da satıcıların spekülasyonları fiyatların çoğu zaman dalgalı bir seyir izlemesine yol açmaktadır. Savaş dönemlerinde tarım kesiminde tarım kesiminde istihdam edilen pek çok kişinin savaşlara katılması üretimin düşmesinde bir diğer etkendi. Nüzul ya da Sürsat vergilerini devletin istediği fiyatlarla ödemek re’âyâ için olumsuz sonuçlar doğurabilecek gibi görünse de aslında bu vergileri ellerindeki ürünleri piyasa fiyatından daha düşük fiyatta satmak veya nakletmek, nakit olarak ödemek zorunda kalacakları avârızdan daha makul bir seçenekti. Örneğin devlet adına taşıma yapan mekkârilerin bu hizmetlerini piyasa fiyatlarına göre daha ucuza yani devletin belirlediği fiyatlarla gerçekleştirmeleri ve kâr marjlarının bu yüzden oldukça düşük tutmalarına rağmen buna razı olmalarının tek nedeni bu hizmetleri karşılığı ödemekle yükümlü oldukları avârızdan muaf tutulmalarıydı. Bu durum önceleri sadece savaş dönemlerinde toplanırken sonradan devletin ve resmi görevlilerinin savaşlardaki nakit ihtiyacının karşılanabilmesi için her yıl düzenli olarak toplanan bu türden olağanüstü vergileri ödemekten daha iyiydi153. Bu metozori durum Osmanlı re’âyâsının nakit bulma güçlüğüne bir çözüm olarak getirilmiş olabilir. Savaş dönemlerinde hemen hemen herkese en gerekli olan şey nakit paradır. Ordugâhta kolayca mala çevrilebilecek değer ve miktarda paranın bulundurulması seferlerin desteklenmesi için zorunludur. Çünkü zahire hazırlıkları başta olmak üzere, ordunun iaşesi ile beraber, hayvanların arpa ve samanına , develerin yağlanmasına, atların nallanmasına, top, barut ve kağnı ile top arabalarına, gemi ve kalelerin imal ve inşasına, köhne gemilerdeki çivilerin sökülerek köprü inşasında, eski topların yerine yenilerinin dökülmesine kadar her ihtiyacın karşılanması ancak para ile mümkün olabiliyordu. IV. Murad’ın Bağdat seferi sırasında halktan bir avârız hanesinden 20 kâmil kuruş esasıyla avârız akçesi toplanmıştı154. Yine 22 Şevval 985/2 Ocak 1578 tarihinde Gürcistan ve Şirvan seferinde serdar tayin edilen Lala Mustafa Paşa, ordusundaki askerlerin ve hayvanlarının en önemli ihtiyaç maddeleri olan buğday, un arpa, yulaf, saman ve ot ile yağ, bal, et, odunu ordunun güzergahı

151 Peçevi , a.g.e., C. I, s. 310. 152 Katip Çelebi, Fezleke, İstanbul 1286, s. 101. 153 Bu bilgiyi benimle paylaşan ve Osmanlı Devleti’nde taşıma fiyatları konusunda doktorasını hazırlayan sayın Ümit Ekin’e teşekkür ederim. 154 Ünal, a.g.m., s. 729.

53

Page 55: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

olan iç bölgelerde temin etmenin yanısıra özellikle sınırlardan itibaren düşman bölgesindeki harekat için sarf edilmek üzere büyük miktarlarda zaruri ihtiyaç maddeleri, haraca mahsuben memleketeyn’den (Eflak-Boğdan); avârız yerine nüzul ihracıyla Tuna kıyıları ve Anadolu’dan; hububat ambarı niteliğinde olan Mısır ve Kıbrıs’dan yapılan sevkiyatla karşılamıştır. Bu yıla kadar Doğu seferleri için Rumeli’den zahire sevkiyatı duyulmuş şey değilken, bu sefer sırasında Erzurum’da, Diyarbakır ve özellikle Halep vilayetinde halkın karşılaştığı kıtlık böyle bir çözüm yolu bulunmasına neden olmuştur155. Zaman zaman sürsat mükellefiyeti olarak halka ekmek teklif olunduğu da görülmektedir. Örneğin 1019/1610-11 yılı Tebriz seferi için, Sarıçayır’dan 5.000, Akyazı’dan 8.000, Karasu’dan 1.000 adet ekmek ferman olunmuş, ancak yukarıda adı geçen yerler bu mükellefiyeti yerine getirememişlerdir. Yine Tebriz seferi için çeşitli kazalardan 76.310 adet ekmek ferman olunmuştur156. 28 Rebiülahir 1145/18 Ekim 1732 Hamedan üzerine giden askerler için İstanbul’da oluşturulan 12 ekmekçi fırınının yeterli gelmediğinden Bağdat’dan da 8 ekmekçi fırını oluşturulup toplam 20 fırının ordu Guve’ye gelinceye kadar hizmet ettiğini ancak Bağdat’dan temin edilen ekmekçilerin satın aldıkları bargir, harir v.s. mühimmatın parası ile amale ücretleri için 2.763 kuruş istediklerini öğrenmekteyiz. Merkez tarafından fazla bulunduğu anlaşılan bu miktarın araştırılması işi Hamedan canibi ordu Defterdârı Kasım’a havale edilmişti157. İran üzerine yapılan seferlerde Osmanlı Devleti nakliyat konusunda büyük ölçüde Konar göçer aşiretlerin ellerinde bulunan Deve, at ve katır gibi hayvanlara güveniyordu. Bu hayvanlar savaş zamanlarında ordunun ihtiyacı olan zahire, mühimmat ve malzemenin nakli için en güvenilir araçlardan biriydi. Örneğin 1638 Bağdat seferi hazırlıklarına büyük önem veren Osmanlı Devleti Birecik’ten Bağdat’a gönderilecek zahireyi nehir yoluyla naklettiği gibi158 kara nakliyatını da aksatmadan yapabilmek için 21 ayrı Türkmen cemaatinden 730 adet deve kiralamış, kira bedeli olarak da toplam 18.250 esedî kuruş ödemiştir159. Yine 1578 seferi sırasında ordunun Erzurum’a varıncaya dek zahire sıkıntısı çekmediğini biliyoruz. Kaynaklara göre köy ve nahiyelerdeki zahire azlığına ve pahalılığına rağmen, ordu menzillerinde 1/5 oranında ucuz ve pek bol zahire yığılmıştı. Ağırlıklar için de 155 Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasi Münasebetleri I 1578-1590, İstanbul 1962, s. 31. 156 Ömer İşbilir, XVII. Yüzyıl Başlarında Şark Seferlerinin İâşe, İkmal ve Lojistik Meseleleri (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı Doktora Tezi), İstanbul 1996, s. 55. 157 Cevdet Askeriye 48989. 158 Birecik iskelesinin doğu seferleri boyunca ne denli etkin bir biçimde kullanıldığını anlatan ve İstanbul’dan gönderilen hükümler için bkz. Cemil Cahit Güzelbey-Hulusi Yetkin, Gaziantep Şer’i Mahkeme Sicillerinden Örnekler (Cilt: 81-141) (Miladi 1729-1825), Gaziantep 1970, s. 4, 5, 12, 13. Hükümlerde ayrıca iskelede yapılacak gemiler için yerel -Ruha, Halep ve Antep’den- ustalar da istenmektedir. 159 İlhan Şahin, ‘1638 Bağdat Seferinde Zahire Nakline Memûr Edilen Yeni-İl ve Halep Türkmenleri’, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi (Fâtih Sultan Mehmed’e Hatıra Sayısı), S. 33 (1980/81), s. 230-236.

54

Page 56: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

400 kadar deve mirîden tahsis edilmiştir. Nusret-nâme’ye göre köy ve nahiyelerde kilesi 20’şer 30’ar akçeye satılan arpa, orduda 5’er, 6’şar akçeye satılıyordu. Her menzilde zahire yükleri kara dağlar gibi yığılı duruyordu160.Osmanlı ordusunun İran birliklerine karşı en güvenilir silahlarından birisi olan toplar da büyükbaş hayvanlarca çekilmekteydi ve bunların sağlanması bölgede yaşayan Türkmen cemaatlerinin işiydi. 24 Muharrem 1143/9 Ağustos 1730’da Şark seferine götürülecek 10 kıta balyemez ve 50 kıta şahi top ile havan, cephane ve mühimmatın Payas iskelesinden Halep’e taşınması için gereken topkeşan camusları ve bargirleri Halep muhassılı Osman Paşa marifetiyle Halep eyaleti Türkmenleri ile Yeniil Türkmenlerine bağlı Ağcakoyunlu cemaati ve Sevâhil-i Arap kabilesi, Ekrad, Zulkadriye Türkmenleri ve yerli ahaliden mübayaa olunacaktı. Ancak taşınacak malzemenin çok fazla olması nedeniyle Adana’dan da ücretleri mirî’den karşılanmak üzere camus ve deve istenmekteydi161. Ordu bu seferlerde menziller dışında büyük kentlerden de lojistik açıdan destek görmüştür. IV. Murad’ın Revan seferi sırasında gidiş dönüş, 10 gün Üsküdar’da ikâmet dahil tam 9,5 ay sürmüştür.

Bu sürenin 4 ayı şehirlerde konaklama ile geçmiştir. Ordu; İzmit, Eskişehir, Konya, Sivas, Erzurum, Kars, Tebriz, Van, Diyarbakır, Malatya ve Tokat gibi kentlerde çeşitli sürelerle mola vermek zorunda kalmıştı162. Çeşitli yollarla sağlanan kaynakların seferler sırasında veya dönüşte iyi kullanılıp kullanılmadığı da önemlidir. Vezir-i azam Özdemiroğlu Osman Paşa’nın Tebriz seferinde ordunun Tebriz’den dönüşü sırasında dümdârlık görevinde bulunan Şeref Han her menzilde tahminen 15.000 kadar ve belki daha fazla deve ve katırın kendi haline bırakıldığını, Tebriz havalisinde terk edilen en az 100.000 hayvanın ahali tarafından bakılmaya çalışılsa da bahara çıkmadan öldüklerini, karınları yarıldığında hepsinden kum çıktığını belirtmektedir163. Bu sayılar seferlerdeki kalabalıklığı göstermesi açısından büyük rakamlardır. Osmanlı ordusu bu türden felaketlerle İran’la yaptığı savaşlar sırasında hep karşılaştı. Savaş için günlerce düşmanı takip eden Osmanlı askeri liderlerinin Machiavelli’nin savaşlardaki lojistik hakkındaki görüşlerini164 bilseler bile bu

160 Nusret-nâme, 64a-66a, aktaran: Kütükoğlu, a.g.e., s. 48. 161 Adana Ş. S. 129/32. 162 Süheyl Ünver, ‘Dördüncü Murad’ın Revan Seferi Kronolojisi Şevval 1044 (1635) Recep 1045 (1635)’, Belleten, C. XVI (1952), s. 548-550. 163 Kütükoğlu, a.g.e., s. 148. 164 Niccoló Machiavelli, Savaş Sanatı (Çev. A. Berna Hasan), İstanbul 1999, s. 225’de Machiavelli açlıkla mücadele için şunları öğütlemektedir: ‘[...] sadece düşmanın senin yiyeceğini kesmesine engel olmaya değil, ne kadar yiyeceğe ihtiyacın olduğuna, ne kadarına sahip olduğuna ve onu kaybetmemeye özen göstermelisin. Orduda en az bir ay yetecek yiyeceği depolaman ve bunu askerlerin arasında günlük ve eşit olarak paylaştırman gerekir. Çünkü savaş zamanında her türlü zorluğun üstesinden gelirsin, ancak açlık zamanla senin sonunu getirir. Bir düşmanın seni kılıcıyla değil de açlığa zorlayarak yenmeye çalışması karşısında her türlü önlemi almalısın. Çünkü kılıcın gücüyle kazanılan zafer her ne kadar

55

Page 57: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

durumun getirdiği olumsuzlukları düzeltebilmek için ellerinde yeteri kadar kaynak olmayacaktı.

onurlu bir zafer olsa da, rakibi açlığa sürüklemek yoluyla daha kesin ve daha güvenli bir zafer kazanılır [...]’.

56

Page 58: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

BÖLÜM IV

ORDUCULAR Bu ana kadar genel olarak Osmanlı seferlerinde devletin rolüne

değinmeye çalıştık. Bu organizasyonlarda işleri düzenleyen, taşraya gerekli emir ve görevlileri gönderen hep merkezi devlet olmuştur ve bu seferlerde -aslında yatırımlar mı demeliyiz acaba?- mümkün olduğunca geniş kesimleri katmaya çalışan da yine merkezi devlettir. Bu durum şu tesbiti de doğrulamaktadır: Bir savaş sırasında veya ona hazırlık döneminde, silahlı güçlerin iç yapısı pratik olarak toplumsal yapının bütünlüğü ile birlikte genişler ve tam anlamıyla asker orjinli bir toplumda bu tarz bileşimler sürekli bir hale gelir165. Bu süreklilik toplum yapısıyla ilintili olduğu gibi orduların yıllar geçtikçe büyümesinden de kaynaklanmaktadır. Toplumun içinden çıkan bu ordu mensupları sonuçta o toplumun devamı için vardırlar ve büyük sayılardaki orduların desteklenmesi de yine devamını sağladıkları sosyal yapı tarafından gerçekleştirilirdi. Avrupa’da da sürekli orduların kurulması ile iaşelerinin sağlanması işi hükümetlerin kendi sorunları haline gelmiştir. İaşe için gerekli stoklar yalnız parayla satın alınarak ya da uzak noktalardan sağlanarak depolara yığılmakla kalmıyor, aynı zamanda buralardan depoların arabalarıyla birliklere taşınıyor, birliklerin yakınlarında kurulan fırınlarda pişiriliyor ve nihayet birliklerin arabalarıyla buralardan alınıyordu166. Yokluk dönemlerinde toplum için varolması gereken bu askerlerin zaman zaman toplum aleyhine birtakım faaliyetlere girişmeleri de görülmemiş olgulardan değildir. Ancak batılı ordularla karşılaştırıldığında bu türden olayların Osmanlı ordusunda rastlanma olasılığı çok daha azdır. Savaşta sivil halkın elindeki yiyecekleri almak askerler için cazip bir çözüm yolu gibi görünse de örneğin Wellington’un İspanya’da yapmaya özen gösterdiği gibi bazen ordular bir pazar yeri düzenlemeyi başarmışlar ve bu kez köylüler ellerindeki malları satmak için pazara akın etmişlerdir167. Bu olgu zaten öteden beri Osmanlı seferlerinde yer almıştır168. Ordu pazarı, orducu esnafı, orducubaşı, seferlerdeki

165 Andrejewsky, a.g.e., s. 91. 166 C. V. Clausewitz, Savaş Üzerine (Çev. H. Fahri Çelikel), İstanbul 1999, s. 332. 167 John Keegan, Savaş Sanatı Tarihi (Çev. Füsun Doruker), İstanbul 1995, s. 452. 168 H. 951/M. 1545-46 yılında Macaristan üzerine sefere çıkmağa hazırlanan Osmanlı ordusu askerleri için Gümülcine, Dimetoka ve Karacasu Yenicesi kadılarına yazılan hükümlerde arpa, ekmek, bal, yağ, pirinç, tarhana, bulgur, peynir, odun, saman ve ot gibi malların menzillere getirilip ordu-yı hümâyûnda narh-ı rûzî üzere satılıp sahiplerine ticaret ve asker halkına si’at-ı ma’işet hâsıl olması istenmekteydi. Topkapı Sarayı Arşivi, D. 12321, 14, 34 ve 134 nolu hükümler. Yine 26 Safer 978/30 Temmuz 1570 yılında Delvine sancağına muhafaza için gönderilen yeniçerilerin zahire tedariki için ellerinde zahire bulunanların o tarafa gönderilerek askere zahire satıp hem ticaret etmeleri hem de askerin bu konudaki sıkıntısına çözüm olması

57

Page 59: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

ehl-i hiref gibi sıfatlar Osmanlı belgelerinde çok sık yeralmasına rağmen bu konuyla doğrudan ilgili sadece iki çalışmanın bulunması169 gerçekten şaşırtıcıdır. Önce tanımlara bakmak gerekir. Örneğin M. Zeki Pakalın orducu esnafının, yeniçeri teşkilatı sırasında ordu ile sefere giden sanat sahipleri hakkında kullanılan bir tabir olduğunu ve ordunun levazım işlerini gören bu esnafın, kadılara hitaben yazılan fermanla “orducu ağası” ve “orducubaşı” denilen memurlarca temin olunduğunu belirtmektedir170.

Meydan Larousse’da “orducu” maddesini yazan Şehabeddin Tekindağ ise kurumu şöyle tanımlamaktadır:

Osmanlı yönetiminde sefer zamanı kapıkulu askerleri ile birlikte İstanbul’dan yola çıkan ve yol boyunca ordunun ihtiyaçlarını sağlayan bir kısım esnaf ve zenaatçılardan kurulu geri hizmet birliği. Kapıkulu ocakları için İstanbul, Bursa ve Edirne’den fermanlı orducu çıkarılır. Bunların sayısı divan-ı hümayun tarafından tayin edilir, başlarına bir orducu ağası (veya orducubaşı) tayin edilir ve bulunacakları yer ve zaman bildirilirdi. Bunların seçimi fermandaki açıklamalara göre, zenaat kethüdaları, yiğitbaşı ve lonca ihtiyarları tarafından yapılırdı. Hareketlerinden önce kendilerine emek ve zorluklarına karşılık esnaf tarafından önemli miktarda para verilirdi. Orducular; aşçılar, berberler, attarlar, bakkallar, başçılar, bez dokuyanlar, çizmeciler, çuhacılar, eskiciler, fırıncılar, hallaçlar, kalaycılar, kazancılar, kılıççılar, kunduracılar, mumcular, nalbantlar, nal yapanlar, okçular, postacılar, saraçlar, semerciler, terziler gibi zanaatçı ve esnafdan meydana gelirdi. Her zanaat dalı hayme (çadır) denilen birliklere ayrılırdı171. Osmanlı Devleti’nin kapıkulu ordusunda çeşitli hırfet grupları

askerlerle yan yana görev almaktaydılar. Başlangıçta ticaret veya zanaatkârlıktan uzak tutulmalarına çalışılmışsa172 da bunun pek de için Ohri, Elbasan, Avlonya, Horreşte, Yanya, Görüce, Kasriye, Behlişte ve Manastır kadılarına yazılan hüküm. MD 14/216. s. 152. 169 Bu çalışmalar şunlardır; Gilles Veinstein, ‘Du marché urbain au marché du camp: l’institution ottomane des orducu’, Mėlanges Proffesseur Robert Mantran (Ed. Abdeljelil Temimi), Zaghouan 1988, s. 299-327 ; ve M. Münir Aktepe, ‘Ahmed III Devrinde Şark Seferine İştirak Edecek Ordu Esnafı Hakkında Vesikalar’, Tarih Dergisi, VII/10 (1954), s. 17-30. Bu eserlerin dışında incelediğimiz pek çok tez, kitap ya da makalede bu konuyla ilgili değinmeler oldukça sınırlıdır. 170 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, C. II, s. 728. 171 Meydan Larousse, C. IX, s. 528. Bu birliklerin her yıl toplandığına dair Anadolu Beğlerbeyine Engürüs seferi ne katılması ve her sene olduğu gibi bu sene de ordu tayin etmesi hakkında yazılan tarihsiz bir ferman için İbnülemin Askeriye 2281. 172 Çok bilinen bir örnek olarak Kanuninin Sigetvar seferinde kırdığı at dizginini onararak 80 akçe ve ulufesinin yükseltilmesiyle ve yeniçeri ağasının kârhânesinde çilingircibaşı yapılarak ödüllendirilen yeniçeri, durumu öğrenen padişahın emriyle ve sanat ehlinin yeniçeri olamayacağı gerekçesiyle ulufesiyle ehl-i hiref’de çilingirler zümresine ilhak edilmiştir. Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vuku’at, İstanbul 1327, C. I, s. 140. Osman Nuri Ergin, Mecelle-i umûr-ı belediyye, İstanbul 1995, C. 1, s. 620. Kapıkullarının acemi oğlanlıkları devresinde iken çok çeşitli iş kollarında görevlendirildikleri bilinmekle beraber bu zanaatları devam ettirmeleri askerlik mesleğinin özüyle ters düşeceğinden mümkün olmamaktadır. Ömer L. Barkan, Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), Ankara 1972, C. I, s. 110-111.

58

Page 60: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

gerçekleşmediğini söylemek mümkündür. Daha sonra kapıkullarından pek çok kişinin bu alanlara kaydıkları gözlemlenebilmektedir. Kapıkullarının savaş gereksinmelerini karşılamak için İstanbul’da bulunan askeri ve mîrî imalathanelerde çalışan ehl-i hiref-i hassa’nın üretimleri genellikle kapıkullarına yönelikti. Bu zanaatkarlar devşirmeden ve pencik oğlanlarından hizmete alınanlar, ustaların ellerinde yeteneklerine göre yetiştirilirler, her bir kimseye hizmete alındığı andan itibaren çok az bir gündelik verilir, sanatında ilerledikçe becerisine göre gündeliği arttırılıp, giderek kalfa ve usta olurlardı173. Osmanlı fetihlerinde ele geçirilen kentlerde bulunan zanaatkarların saray ve yüksek mevkilerdeki devlet ileri gelenlerine hizmetlerini sundukları ve yarattıkları ürünlerin genelde sanatsal yönlerinin ağır bastığı ve gündelik hayatın getirdiği ihtiyaçlara yönelik olmadıkları varsayılabilir. Ehl-i hiref-i hassa’nın Ramazan bayramında sanatlarına ait el işlerinden Padişah’a takdim ettikleri hediyelere gözatıldığında bu ürünlerin gerçekten ince bir sanatla oluşturuldukları görülebilir174. Oysa seferlerdeki Osmanlı askerinin ihtiyaç duyacağı ürünlerin bu türden ürünlerin olmayacağı açıktır. Bu ürünler genelde sağlam ve işlevsel olacaklardır. Ayrıca mirî zanaatkârların sayısı büyük bir ordu kitlesine cevap veremeyecek ölçüde azdı175.

Bu yüzden esnaf loncalarından seçilen bazı ustalar sefer boyunca askerlerin bozadan muma kadar her türlü gereksinimlerini sefer boyunca belirlenmiş fiyatlar -narh176- üzerinden ücreti karşılığı karşılamak amacıyla başlangıçta hemen bütün Osmanlı kentlerinden sonra ise sadece İstanbul, Edirne ve Bursa esnafı arasından seçilerek orduyla beraber sefere katılırlardı. Hemen tüm Osmanlı kentlerinin başlangıçta bu düzenleme içerisinde yer almalarına bir örnek olarak Diyarbakır Beğlerleği Vezir Mehmed Paşa’ya 17 Cemaziyelevvel 967/14 Şubat 1560 tarihinde beğlerbeğliğinden sefer için çıkaracağı asker için orducu tedarik etmesi için Halep kadısı aracılığıyla gönderilen hüküm177, aynı tarihli Halep kadısına Halep kentinden 2 kasap, 4 arpacı, 3 ekmekçi, 2 nalband, 2 bakkal, 2 semerci, 1 berber, 2 muytab, 1 sarrac, 2 başçı, 2 aşçı, 1 bezzaz, 2 çarıkçı, 2 pabucçı, 1 mumcu, 1 nalçacı olmak üzere toplam 29 kişiyi Vezir Mehmed Paşa’nın yanındaki asker için orducu yazıp

173 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, ‘Osmanlı Sarayında Ehl-i hiref (Sanatkârlar) Defterleri’, Belgeler, C. XI, 1981-86, S. 15 (1986), s. 23. 174 A. g. e., s. 65-68. 175 1638 Bağdat seferi sırasında kapu halkı için tophane deposundan kayıtlı donanım dağıtılmıştı. Buradaki zırh yapan ustalar ayrıca kapıkulu süvarilerinin kullanımı için zırh, silah ve atların korunması için levha kaplı zırhlar (yapıncak) da üretiyorlardı. Ancak seferde bunların ve topçuların sayısı çok azdı. Murphey, Functioning, C .I, s. 61. 176 19 Safer 993/20 Şubat 1585’de Kaptan Paşa ve Sinop kadısına gönderilen hükümde orduda yağ konusunda sıkıntı çekildiği bildirildikten sonra İstanbul şehri bakkallarından bazı kimselerin o tarafa gönderildiği ve vardıklarında bunlara narh-ı ruzî üzere akçeleri ile yeterli miktarda yağ satın aldırılmasını ve bunların acilen ordu-yı hümâyûna geri yollanmaları istenmektedir. MD 53/744, s. 256. 177 MD 3/776, s. 775.

59

Page 61: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

göndermesi hakkında yazılan hüküm178, aynı tarihli ve Amid kadısına Diyarbakır’de kışlayan Rumili askerlerinin sefere gidecekleri sırada kazadan yeterli miktarda orducu ihraç edilmesi için yazılan hükümler179 verilebilir. Yine Kefe kadısına 20 Rebiülahir 976/12 Ekim 1568’de her kazadan sefer için 500 kantar peksimetle beraber her sanat ehlinden orducu tedarik etmesi konusunda istenmekteydi180. 15 Rebiülevvel 990/9 Nisan 1582 yılında Kefe, Kili ve Akkerman kadılarına gönderilen hükümde Şirvan seferi için kazalardan kasap, ekmekçi, bakkal v.s. esnafın kazalardan seçilmesi isteniyordu181. 9 Şevval 986/9 Aralık 1578 yılında ise, Anadolu Beğlerbeğine kendisinin Sivas’da ordu-yı hümâyûna katılmadan önce münasip olan sancaklardan adalet üzere 34 nefer esnafı orducu olarak beraberinde getirmesi hakkında hüküm gönderilmiştir182. Aynı talep daha sonraki yıllarda da tekrarlanmıştır183. Yine 25 Rebiülevvel 993/27 Mart 1585 yılında Anadolu Beğlerbeğine ve orducu ihraç edilen yerlerin kadılarına gönderilen hükümde eyaletlerinden çeşitli seferlerde askerlere sıkıntı çektirmemek için ihraç olunan orducuların sayı olarak gereğinden fazlasını ihraç etmeleri, askerlerin bir yerde toplandıkları sırada beğlerbeğliğine tabi olan ordu pazarda yoklanmaları ve bu konuda ihmali görüldüğünde özrünün makbul olmayacağı kendisine hatırlatılmaktadır. Hükmün birer sureti Karaman, Zulkadiriye, Rum, Halep, Şam, Diyarbakır ve Trablusşam Beğlerbeği ve kadılarına da gönderilmiştir184.

Bu değişikliğin en büyük nedeni bu üç büyük kent dışında devletin istediği ölçüde katılımı sağlayacak güçlü lonca örgütlenmelerinin olmadığı ileri sürülebilir. Gerçekten de XVI. yüzyılda Anadolu kentleri arasında nüfusa dayalı olarak ticari ve idari bir hiyerarşi sözkonusudur. Bu hiyerarşik yapıda aşağıdan yukarıya doğru artan bir işbölümü farklılaşması, başka bir deyimle ticarette ve temel ihtiyaçlara dayalı üretimde giderek artan bir gelişme göze çarpar.

Bu dönemde Trabzon, Sivas, Kayseri, Konya, Tokat, Mardin ve Isparta gibi kentlerin nüfuslarının 10.000’in altında, Diyarbakır ve Ankara gibi kentlerin de 20.000 civarında bulunduğu185 düşünülürse, sanayi üretimin yerel düzeyde kalmaya mahkum olduğu, Bursa, Edirne gibi birkaç kent dışında hemen bütün kent ve kasabaların ancak sınırlı bir üretimde bulundukları ve 178 MD 3/777, s. 775. 179 MD 3/780, s. 775. 180 Yücel Öztürk, Osmanlı Hakimiyetinde Kefe 1475-1600, Ankara 2000, s. 84. 181 Öztürk, a.g.e.,s. 94. 182 MD 32/442, s. 238. 183 Örneğin 26 Safer 991/21 Mart 1583 yılında Anadolu Eyaletinden Kastamonu, Kangırı, Manisa ve Tire kadılıklarına Şark seferi serdarı Rıdvan Paşanın emrinde hizmetlerini yerine getirmeleri istenen esnaf orducu olarak istenmekteydi. MD 44/349.s. 170. Yine 4 Rebiülahir 992/15 Nisan 1584 tarihli hükümde Vezir-i azam Osman Paşa’nın Erzurum’a varan ordusuna Manisa ehl-i hirefinin katılmaları buyurulmuştur. MD 59/8, s. 30, /44, s. 192. 184 MD 59/36, s. 11 185 Suraiya Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, İstanbul 1993, s. 13-15. Ayrıca İlhan Tekeli, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Ankara 1982, s. 15-16.

60

Page 62: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

ekonomik etki alanlarının çok dar olduğu görülür186. Ekonomi ve ticaretin potansiyelini zamanın ulaşım olanaklarının biçimlendirdiği bu kentlerde, sanayiye yönelik üretim için gerekli hammadde ancak yakın bölgelerden temin edilmekte; bu ise sanayi üretimin nitelik ve çapını belirlemede önemli rol oynamaktadır187. Dolayısıyla zaten devletin desteğine muhtaç olan loncaların -ki devlet her zaman lonca çerçevesi dışında sermaye birikimlerine dönük sanayiye yönelik bir faaliyete karşı loncaların yanında yer almaktadır- bu denli ağır bir yükümlülüğü Devletin istediği koşullarda karşılayabilmeleri çok zordu. Örneğin yine Kefe’den ordunun celep, arabacı ve orducu ihtiyacını karşılayan kazalar, özellikle Mânkûb ve Soğdak kazaları idi. 7 Safer 989/16 Eylül 1581 tarihli bir hükümde, bu kazaların halkının orduya yazılmamak için yerlerini terkederek etrafa dağıldıkları, yerlerinde kalanlara ise tam bir zafiyet hasıl olduğu belirtilerek, ücretle kendi isteğiyle arabacı yazılmak isteyenlerin dışında kimsenin zorla arabacı tayin edilmemesi emrediliyordu188.

Kaldı ki sefer organizasyonlarında hep dikkatimizi çeken talep edilen malların İstanbul ölçülerinde tedarik edilmeye çalışılması farklı bölgelerden orduda bulunan esnafın yabancısı olduğu bir ölçümlemeydi. Farklı ölçülerin kullanıldığı, farklı narhların uygulandığı bölgelerden gelen üreticilerin bu yeniliklere adaptasyonu ve bu durumdan doğacak kargaşalık zaten başlı başına bir sorundu. Osmanlı kentlerinin uzunluk ve tartı ölçülerinin birbirinden farklı olması ticaret ehli ile müşteriler arasında mal veya hizmetlerin fiyatları konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıkmasına neden olabilmekteydi. Bir kentin tüccarı, bir başka kentteki tüccar, esnaf ve zanaatkâra malını pazarlamak istediği zaman bu tür güçlüklerle karşılaşabilmekteydi189. Çünkü mal satmak isteyen kişinin, malı alacak olan kişiye pazarlama yaparken, satın aldığı ölçek üzerinden maldaki kâr payı diğer bölgedeki ölçeğin fazla olması nedeniyle düşebilir veya o mal üzerinden zararlı duruma gelebilirdi. Ölçek farklılığı yüzünden bunun aksi durum olur ise, narh fiyatı sayesinde tüketici korunduğundan ve satıcıya da belli oranda kâr sağlandığından, yüksek kâr pek sözkonusu olmazdı190. İleride değineceğimiz belgelerde de bu hizmeti yerine getirmekten kaçınmaya çalışan veya bunun bedelini ödemeye hazır kentlerden gelen talepler devletin bu alanda da loncaları korumaya çalıştığını ve bazılarından bu hizmeti kaldırdığını bazılarından da bedelini almakla yetindiğini göstermektedir. Diğer kentlerin aksine orducu istenen Bursa, Edirne

186 H. Ünal Nalbantoğlu, Sosyal Yapı Değişmesi Açısından Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşme Süreçlerine Teorik Bir Yaklaşım Denemesi (Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Yayımlanmamış Doktora tezi), Ankara 1974, s. 74. 187 Halil İnalcık, ‘The Foundations of the Ottoman Economico-Social System in Cities’, La ville Balcanica, III (1970), s. 22. 188 Öztürk, a.g.e.,s. 99. 189 Uluçay, a.g.e.,s. 34. 190 İbrahim Güler, ‘XVIII. Yüzyılda Osmanlı Esnaf ve Zanaatkârları ve Sorunları Üzerine Gözlemler’, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. I, S. 2 (2000), s. 134.

61

Page 63: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

ve İstanbul, ardarda başkent olmuş, İmparatorluğun kalbi sayılan üç temel kentti.

Ayrıca lonca hiyerarşisi içerisinde bu kentteki üreticiler en tepedeydiler. Avrupa üzerine açılan seferlerin hareket noktası ve sarayın sık sık kışlık ikametgâh olarak kullandığı Edirne, İstanbul’dan sonra ikinci başkentti. Önemli bir dokuma sanayiine sahip olan bu kent, kuzeye pamuklu ihraç eden bir ticaret merkezidir. Edirne’de bulunan boyahaneler o denli şöhret kazanmıştı ki XVIII. yüzyılda Fransız ve Hollanda pamuklu sanayii bu tekniği çalmak için uzun süre uğraşmışlar, nihayet buradan gizlice getirilen Rum ustalar sayesinde sırrı öğrenmişlerdi191. XIV. yüzyılın sonunda İran’dan Erzurum, Erzincan, Tokat, Amasya ile Sivas ve Konya üzerinden iki ayrı ticaret yolunun bitim yerinde yer alan Bursa kenti de Devletin en önemli ticaret merkezi idi. İran ipeği, Hindistan’ın baharat ve kokuları, Rusya’nın deri ve kürkleri, Avrupa’nın, özellikle İtalya’nın yünlüleri bu kentte ticaretin ve zenginliğin kaynağı olan başlıca mallardandı. 1630’larda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi, ipek ticaretinin yapıldığı Bursa bedestenini, orada yapılan ticari muameleleri, Halep’in, Edirne’nin ve hatta İstanbul’unkinden üstün saymaktadır192. Bu kentlerden sefere orducu olarak gidecek esnafın sayısı devletçe saptanarak kadılara bildirilir, onlar da loncaların ihtiyarlar meclisi aracılığıyla istenilen esnafı ayırırlar, sefer donanımını tamamlarlar, ve sefer boyunca sefere giden esnafın ailesinin bakımını da lonca orta sandıklarından karşılarlardı. Orducuların sefer için loncadan aldıkları para, mahkemelerde lonca ihtiyarlar meclis üyelerinin katılımıyla saptanırdı. Bu belirlemede kanımızca asıl otorite kanımızca bu ihtiyar heyetidir. Büyük ihtimalle içlerinde geçmişte muhtemelen kendilerinin de sefer tecrübeleri olan bu bilirkişi heyeti seferin yönü, sefer süresi, loncalarının ve dönemin ekonomik koşullarını dikkate alarak bu meblağı belirlemekteydi. Bu meblağ hem orducuyu sefer boyunca zor durumda bırakmayacak ölçüde hem de merkezi yönetimi tatmin edecek ölçülerde olmalıydı. Ordunun Anadolu veya Rumeli’de gideceği yol üzerindeki kasaba ve kentlerin esnafı böylece ordunun gereksinmelerini karşılamak amacıyla aynı süreç içinde sefere katılmış oluyorlardı193. Bu esnafa orducu esnaf denmekteydi. Loncalar ve kadı tarafından belirlenen orducular, merkezden yeniçeri ya da saray ağaları arasından seçilen ve bu işle görevlendirilen bir mübaşir komutanlığında katılmaktaydılar. Bu görevli aynı zamanda orducu istenen kente bunu bildiren bir fermanı da götürüyordu194. Bu görevliye “ordu-

191 Halil İnalcık, ‘Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve İngiltere: Pazar Rekabetinde Emek Maliyeti’nin Rolü’, ODTÜ Gelişme Dergisi (Özel Sayısı), 1979-1980, s. 6. 192 Evliya Çelebi, Seyâhatnâme , İstanbul 1999, C. II, s. 18. 193 Aktüre, a.g.e., s. 51. 194 Ergin, a.g.e., C. I, s. 629, 633. Merkez tarafından eline verilen bir fermana sahip olan ordu ağası kadının huzurunda lonca üyeleri ile birlikte biraraya gelmektedir. Kethüda, yiğitbaşı, lonca ihtiyarları ve daha önce bu görevle sefere katılmış olan ustalardan oluşan lonca heyeti ile resmi görevliler mahkemede bu görevi yerine getirecek ustaları ve levazımlarının miktarını

62

Page 64: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

yı hümâyûn ağası” ya da “ordu ağası” ünvanının verilmesi, bir ağanın, dolayısıyla bir askeri otoritenin söz konusu olduğunu açıklamaktadır. Fakat bu ünvan, ordu kelimesi üzerinde düşünmemize neden olmaktadır. Osmanlı Devleti’nde bu kelime, bütünüyle askeri kuvvetleri betimliyordu. Ancak eski Türklerde ve Moğollarda bu kelime ordugâh merkezini, askeri birliklerin kamp kurdukları yeri de karşılamaktaydı195. 1548 yılı İran seferi ile ilgili Jean Chesneau’nun belirttiğine göre196 daha özel bir anlam kazanarak ordugâh pazarı anlamına da karşılık gelebilmektedir: “Ordu [...] yani; yiyecek, giyeceğin yanısıra, at, katır, deve gibi her türden şeyin satıldığı pazar; ve genellikle bir şey almak veya satmak isteyen oraya gider.” Bu anlamıyla kullanılacak olursa orducu kelimesi ordugâh pazarına bağlı meslek adamı anlamına gelmektedir. Ancak orducular sadece sefer için toplanmıyordu. Barış dönemlerinde de örneğin bir yapı inşaatında (kale, saray v.b.) çalışan amele ve işçilerin ihtiyaçlarının giderilmesinde de orducular görev almaktadırlar. Kısacası “ordu ağası” teriminden kurulan kamp pazarına komuta eden, bu pazardaki düzeni sağlayan görevli anlamını çıkarmak olasıdır. Bununla birlikte “ordu ağası” ifadesi Osmanlı Devleti’nin bu konuyla ilgili XVI. yüzyıl dokümanlarında yer almamaktadır. Aynı görevi yerine getiren kişi belgelerde “ordu muhtesibi” ya da “orducubaşı” olarak geçmektedir. 3 Nisan 1545’de Edirne kadısı, kapucı Hasan’ı orducubaşı ilan etmişti ve bu durum diğer kadılara gönderilen fermanlarda da yer almaktaydı197. Böylece bu zanaatkârların başına kentlerdeki muhtesib karşılığı olarak bir ordu muhtesibi getiriliyor ve kent pazarlarında geçerli olan fiyat, ağırlık, ölçülerin kontrolü ile üretim yöntemlerini denetleyen kurumun askeri sisteme adaptasyonu sağlanıyordu. Görevlinin bu şekilde adlandırılması, daha sonraları “ordu ağası” adı verilerek anılacak olan bu görevin askeri karakterinin aleyhine fakat ekonomik fonksiyonunu ön plana çıkartan bir nitelemedir. Bununla birlikte Osmanlı terminolojisinde bir Muhtesib ile bir Ağa arasında çok büyük bir fark sözkonusu değildir. Çünkü Muhtesib, diğer islâmi rejimlerde olduğu gibi bir ahlak zabıtası değil sadece bir polis ve vergi tahsildarıydı ve saray kapucılarından da Muhtesib seçilebilirdi198 . Osmanlı seferlerinde askerlerin peşi sıra seferlerde bulunan tüccar ve sanatkârların varlığının İmparatorluk tarihinde çok eski zamanlara dayandığına şüphe yoktur. Neşri’nin tanınan bir pasajı bu durumun XIV. yüzyıl sonunda gerçekleşmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Yazar, I. Murad tarafından Sırplara karşı girişilen mücadeleler için oluşturulmuş askeri birliklerin önemini

belirlemektedirler. Gabriel Baer, ‘The Administrative, Economic and Social Functions of Turkish Guilds’, İnternational Journal of Middle East Studies, I (1970), s. 40-41. 195 Moğollar için bkz. B. Y. Vladimirtsov, Moğolların İçtimai Teşkilâtı. Moğol Göçebe Feodalizmi (Çev: Abdülkadir İnan), Ankara 1944, s. 46’da orduyu, prenslerin ve han kadınlarının kampı, karargâhı olarak tanımlanmaktadır. 196 Jean Chesneau, Le voyage de Monsieur d’Aramon, ambassadeur pour le Roy en Levant, Paris 1887, s. 107’den aktaran: Veinstein, a.g.m., s. 307. 197 TSA, E. 12321, s. 220. 198 Veinstein, a.g.m., aynı yer.

63

Page 65: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

ortaya koymak için, biraz da abartıyla yalnız ordu Pazar halkının 10.000 kişiden oluştuğunu belirtmektedir199. Esnaf da dahil olmak üzere Osmanlı sefer organizasyonlarına Osmanlı toplumunu oluşturan tüm unsurlar katılmaya çalışılmaktaydı. Üretim sektöründe yer alan esnafın askeri sistem içersinde yer alması ve bu alanda hizmet sunmaları olağandışı bir gelişme değildir. Esnafın askeri alanda pek çok yükümlülüğünden yalnızca birisi orduculuktur. Yoksa kentlerdeki esnafdan sık sık devlet görevlilerinin kişisel ihtiyaçlarının giderilmesi için para toplanmaktadır. Örneğin Gurre-i Cemaziyelevvel 1104/Ocak başları 1693 yılında Harput esnafından Şahin Mehmed Paşa’nın zahire bahası için toplam 466 kuruşluk miktar 19 ayrı esnaf grubunun hissesine düşen paradır200.

Bu türden grupların yani profesyonel asker olamayan kişilerin gerek hizmetlerini sunarak gerekse nakit ödemelerle askeri sistemi desteklemeleri vergilendirme yoluyla gerçekleşmektedir. Bu yükümlülüğün temeli “avârız vergisi”ne dayanmaktadır201. Kırsal alanda tarımsal üretim yapan reâyânın bulunduğu yerleşim birimlerinde yapılan sayımlar ve sonradan oluşturulan avârız haneleri pek çok gerçek hanenin bir araya gelerek oluşturdukları vergi birimleriydi. Bölgenin nüfusu, sefer güzergâhına uzak-yakın oluşu, toprakların verimliliği ya da yapılan üretimin hacmi gibi pek çok etken bu vergi birimlerinin kaç haneden oluşacağını ve vergilendirmenin mal olarak mı yoksa karşılığı olan nakit olarak mı tahsil edileceğini belirlemekteydi. Seferler sırasında kırsal alandan vergilendirme yoluyla sağlanan aynî ya da nakit karşılığı hammaddeler kentlerden sağlanan üreticiler eliyle mamul mallara dönüştürülmekteydi ki bu durum, bazen büyük sayılara ulaşabilen Osmanlı ordularının devlete getirdiği mali yükü azaltan bir etmendi. Avârız konusunda kent loncaları da kırsal alandakine benzer bir örgütlenme içersindeydiler. Örneğin pek çok gerçek hanenin bir araya gelmesiyle oluşturulan avârız hanelerinin oluşturulması gibi sefere katılan aynı iş kollarındaki birden fazla esnaf XVII. ve XVIII. yüzyıllarda hayme olarak belgelerde yeralmaktadır. Kırsal alanlarda zaman zaman yapılan tahrirler esnaf için de sözkonusudur. Örneğin 20 Muharrem 1093/29 Ocak 1682 yılında İstanbul’a ait çeşitli esnaf loncalarının dükkan sayılarını ve ödedikleri vergileri belirten bir defter

199 Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihannümâ, Neşri Tarihi (Faik R. Unat ve Mehmet A. Köymen çevirisi), Ankara 1949, C. I, s. 258. Ayrıca bkz Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, I, 1243-1453, İstanbul 1974, s. 427. Kosova savaşında I. Murad’ın ordusunda ordu ağırlıkları ile beraber ordu pazar halkı da güvenlikte olmaları için ordunun arkasına yerleştirilmişti. Neşri, Tarih I. (Haz: Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen), Ankara 1983, s. 139. 200 Harput Ş. S. 391/s. 117. Kasab, Attar, Bakkal ve Debbağlar 70’er, Pabucçılar ve Ekmekçiler 30’ar, Berberler ve Eskiciler 20’, Semerci, Alafcı ve Nalbandlar 10’ar, Nalçacılar 18, Demirci ve Kalaycılar 7’şer, Uncular 6, Baharatçılar ve Sakîler 5’er, Aşçı ve Mutaflar 4’er kuruş ödemişlerdi. 201 Ergenç, XVI. Yüzyılda Ankara, s. 97.

64

Page 66: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

bulunmaktadır202. Bu defterde İstanbul’da çeşitli kollara (semt) altındaki esnaf dükkanları, ayrı ayrı deftere geçirilmişti. İçlerinde en fazla dükkan Bazarcılara aitti: 739 dükkan. Bunlar; Tahtakale, Aksak, Taraklı, Ayasofya, Tavuk Pazarı, Kadıasker, Lenfe (?), Yedikule, Karaman, Edirne Kapusu, Balat, Un Kapanı, Rah-ı Cedid, Aksaray ve Cibali kolları halinde kaydedilmişlerdi. Onları 671 dükkan ile bakkallar izlemekteydi. Burada hemen belirtmeliyiz ki Esnaf loncaları ile orducu kurumu birbirlerine sıkı sıkı bağlıdır ve ordunun ihtiyaç duyduğu zanaatkâr ve tüccarlarla, orduyu düzenli ve emin bir biçimde donatma gerekliliği, diğer faktörlerle birlikte, devleti, bu türden bir organizasyonu kurmaya itmiştir203. Orducu esnafı ile ilgili en eski belgeler XVI. yüzyıla aittir204. Habsburg İmparatoru Ferdinand’a karşı açılan sonra da iptal edilen sefer-i hümâyûnda görev alacak orducuların belirtildiği bu defterler esnaftan silah altına alınacak çeşitli hırfetlerdeki ustaları belirtir205. XVI. yüzyılda devletin orducu esnaf talepleri kentlerden nefer olarak gerçekleşmektedir. Bunların sayıları kadılıklara gönderilmekte ve seferden önce orduya katılmaları istenmekteydi. Ayrıca orducular illaki padişahın komuta ettiği seferlerde değil, serdar adıyla vezir-i azam, diğer vezirlerden birinin veya Rumeli Beğlerbeği Ferhad Paşa’nın görevlendirildiği 1583 Gürcistan seferinde olduğu gibi, basit bir beğlerbeğinin komutası altında da göreve çağrılabilmekteydiler206. Ancak

202 MAD 514. Tamamen esnaf sayımına ait bu defterde dükkanlardan 1 ila 12 kuruş arasında değişen miktarlarda vergi toplanmıştır. 1155/1742-43 yılında Manisa esnaf loncalarından değişen miktarlarda toplanan avârız için Bkz. Uluçay, a.g.e., s. 61, 168, 169, 170. 203 Ahiliğin XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Anadolu’daki etkileri için bkz: Ömer Lütfi Barkan, ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Esnaf Cemiyetleri’, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi. C. 41, S. 1-4, (1984), s. 43. Ahilik için Franz Taeschner, ‘Akhī’, EI², London 1960, C. I, s. 321-323; Claude Cahen, ‘Futuwwa’, EI², London 1965, C. II, s. 961-965. 204 Bu konuda elimizde iki ayrı belge bulunmaktadır. İkisi de Topkapı Sarayı Arşivinde bulunan belgeler şunlardır: D. 12321, s. 219. ve E. 123221, s. 220a. 205 TSA. D. 12321, s. 219. 6 Safer 952/9 Nisan 1545 tarihli ve 525 nolu hüküm: ‘[...] sefer-i hümâyûna ‘azimet olunub orducu ihrâc olunması lâzım olmağın mahruse-i Edirne’den altı nefer kassâb ve on nefer habbâz ve sekiz nefer bakkal ve sekiz nefer tabbâh ve yedi nefer başçı ve beş[nefer] attâr ve yedi nefer bozacı ve yedi nefer berber ve dokuz nefer hayyât ve beş nefer hallâc ve sekiz nefer bâbucçı ve sekiz nefer çizmeci ve altı nefer na’lçacı ve beş nefer sarrac ve yedi nefer penbe-dûz ve beş nefer çukacı ve sekiz nefer na’lband ve baş nefer palândûz ve yedi nefer muytâb ve on üç nefer cev-furûş ve iki nefer mumcu emridüb buyurdum ki: Dergâh-ı mu’allâm kapucularından kıdveti’l-emâsil ve’l-akran ordu muhtesibi olan Hasan vardukta kat’an te’hir ve terâhi etmeyüb zikrolunan erbâb-ı hırefin yararlarından emrolunan orducuları yazub defter eyleyüb her birinin san’atlarına müte’allık olunan havâicleri mu’accelen hâzır ve müheyyâ gelüb ordu-yı hümâyûnuma vâsıl olalar ve emr-i şerîfim üzere mahrûse-i mezbureden ta’yin olunan orducuları naibine ve danişmendine ve ordu muhtesibine i’timâd eylemeyib kendün bi’z-zat mübâşeret idesin, şöyle ki bu bahane ile kimesneden bir akçe ve bir habbe nesne celboluna senden bilinür. Neticesi sana ‘aid olur, bilmiş olasın ve yazub defter etdiklerinden sonra defteri ordu mûhtesibine virmeyüb imzalayub ve mühürleyüb dergâh-ı mu’allâma irsâl eyleyesin ve defterin suretin dahi ordu mûhtesibine viresin, şöyle bilesin.’ (İstanbul ve Bursa kadılıklarına da birer sureti yazılmıştır.) 206 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. III, I. Kısım: II. Selim’in Tahta Çıkışından 1699 Karlofça Antlaşmasına Kadar (3. Baskı), Ankara 1983, s. 61-62.

65

Page 67: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

bu durum XVII. yüzyılda hayme olarak adlandırılan ve birden çok esnafın bir hayme altında organize edilmeleriyle değişiklik göstermiştir. Örneğin 12 Zilkade 1150/1 Nisan 1738’de İstanbul’dan sefer-i hümayun için orducu olarak değil de ücretle tutularak gönderilecek ustaların askerlere ekmek tabhı için oluşturacakları 60 fırın 20 hayme altında toplanmıştı. Bu haymeler 3 ile 4 arasında fırından oluşmaktaydı ve her bir fırın 4 kişilik personele sahipti. Her bir fırın için 200 kuruş mühimmat masrafı ve 100 kuruşluk tabhiye ücreti belirlenmiş ve toplam 18.000 kuruşluk bir meblağ fırınlara ekmekçi tayin olunan esnafa Nüzül emini vekili Bosnavi Mustafa Ağa ibn Mehmed Beğ tarafından kadı huzurunda ödenmişti207. Askerlerin beslenmesi konusunda daha bir önemle duran Osmanlı yönetimi ihtiyaç anlarında bazen ücretle tutulan bu fırınlarda çalışan personele ek olarak dışarıdan da personel tedarik etmeye çalışmaktaydı. 22 Rebiülahir 1149/30 Ağustos 1736 tarihinde orduda ekmek tabh edilmekte olan fırınlarda istıhdam etmek için İsmail, Göle ve İbrail kazalarından, ücretleri belgede bu fırınların sahibi olarak geçen ekmekçiler tarafından verilmek üzere, 30’ar nefer hamurkâr istenilmişti. Bölgeden istenen hamurkârlar ve firar etmemeleri için istenen kefillerinin kayda geçirilmesi ve nüzül eminine teslimi için sözkonusu kadılıklara emir gönderilmişti208. Yine 9 Zilhicce 1187/21 Şubat 1774 tarihinde ordu-yı hümâyûnda toplanacak askerlerin tayinatlarına verilecek nân-ı aziz’in tabhı için mîrî habbazlardan başka İstanbul’daki re’âyâ kökenli 19 adet usta İstanbul kadısı tarafından çadırlarının mühimmat bahaları ile gerekli tabhiye ücretleri rikâb-ı hümâyûn hazinesinden ödenmek üzere ordugâha gönderilmeleri istenmekteydi. Ancak ordudaki mîrî habbazlardan Anton oğlu adlı zımmî verdiği takrirde daha önceden Ekmekçi başı olarak Serdengeçti Ağalarından Arnavud Küçük Mehmed’in tayin edildiğini, asâkir taifesinden de 10 nefer Arnavud ustaların 10 adet çadırla görev yaptıkları sırada usulsüzlükler yapıldığını bildirmiştir. Bu yüzden belgeden anlaşıldığına göre iki yıldan beri gerek ekmekçibaşı gerekse ustalar re’âyâ arasından tayin olunmaya başlanmışlardı. Bu yıl da ekmekçibaşı ve ustalar re’âyâ’dan güvenilir ve denenmişleri arasından seçilip, mühimmat baha ve ücret-i tabhiyeleri kendilerine verilip acilen nevrûz-ı firûzdan önce orduda hazır bulunmaları istenmekteydi209. Aslında Osmanlı askerî harekatlarında çok çeşitli işkollarından ücretle tutularak ihtiyaç duyulan hizmeti sunmakla görevlendirilen orducu harici pek çok esnaf görev almaktaydı. Bunlar genellikle loncalar halinde örgütlenmiş ancak pek fazla sermaye gerektirmeyen ve daha çok fiziki güçle çalışmaya dayanan hizmetlerdi. Lağımcı, beldar, hazineci, taşçı, taş kırıcı, neccar, köprücü, su yolcu ve külünkçüler pek çok seferde yol, köprü, bina yapım ve tamiri, 207 Cevdet Askeriye 41087. Osmanlı esnafı kent pazar ve çarşılarında genellikle kendi ürettiği ürünleri satmaktadır. Loncaları farklı olsa bile bu iki ayrı iş kolunu gerçekleştiren esnafın hangisinin gerçekte tüccar hangisinin el zanaatkârı olduğunu ayırd etmek zordur. Bkz. Gabriel Baer, a.g.m., s. 31. Seferlerde ise bu iki ayrı alan daha da bütünleşmiş olmalıdır. 208 Cevdet Askeriye 13281. 209 Cevdet Askeriye 39385.

66

Page 68: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kuşatma savaşlarında lağım kazma veya ulaşım için gemi yapımı gibi pek çok görevi yerine getiren esnaflardı. Seferde Mimar Ağa’nın emrinde olan bu esnaf grupları ile orducu esnaf arasındaki en büyük fark genellikle ücretle tutuldukları için herhangi bir vergi bağışıklığından yararlanmadan seferlere katılmaları idi. Bu ücretlerinin bir kısmını göreve katılmaya yakın alıyorlar geri kalan da görev sırasında kendilerine ödeniyordu210. Güçlü kuvvetli kişiler arasından seçilmesi istenilen bu kişiler görevlerine gitmeden önce yarar kefiller bulmak zorundaydılar. Görevlerinden firar ettiklerinde -ki bu çok sık görülmekteydi- kendilerine peşin olarak ödenen ücretleri yazılan kefillerinden tahsil edilmekteydi. 9 Şevval 1184/26 Ocak 1771 yılında İstanbul’dan Mimar Ağa marifetiyle sefere gitmeleri için görevlendirilen 70 kazmacı, hazineci, taşçı, taşkırıcı ve su yolcuya 80 kuruş olarak belirlenen ücretlerinin yarısı ödenmiş, firar ettikleri takdirde bu paranın kefillerden tahsili yine Mimar Ağa’dan istenmişti211. Daha uzmanlık isteyen iş kollarında çalışan görevliler de orduyla beraberdiler. Bunlardan ordu-yı hümâyûn darphanesinde görevli demirci, ayarcı, saatçi, sikkezân ve kalıpçılara sefer başlamadan önce 23 Zilkade 1108/13 Haziran 1697’de bahşiş ve ağırlıklarını taşımaları için bargir ve araba dağıtımı yapılmıştı212. Yine bazı tüccarlar da sefer sırasında orduyla beraber sefere katılıyorlar ve çeşitli hizmetler görüyorlardı. 28 Zilhicce 1104/30 Ağustos 1693 yılında Sofya’dan Niş’e gönderilecek avîrız ve mübayâa olarak temin edilen zahirenin naklinde tüccar arabalarına da görev

210 XVII. Yüzyıl’da İstanbul’dan istenen bennâ, neccar, bıçkıcı, demirci, su yolcu, lağımcı, at keşan için bkz. Ahmed Refik, Onbirinci Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul 1988, s. 21, 24. XVIII. yüzyılda da bu türden talepler sürmektedir. Örneğin İstanbul’dan sefer için 1104 /1692 yılının Kasımına kadar hizmette bulundurulacak dülger, hazineci, su yolcu, lağımcı ve taşçının her bir neferine 80 esedi kuruş ücret belirlenmiş, 40 kuruşluk peşinlerinin İstanbul’daki bazı mirî emvalden toplanıp bâb-ı hümâyûnda emanet olarak toplanan akçeden verilmek üzere İstanbul Kaimakamı Vezir Hüseyin Paşa’ya, Defterdar vekiline ve Hassa mimarına hüküm gönderilmiştir. Sözkonusu hizmet gruplarının rençber, hammal, sabi, divane, çolpa, şakirdân ve ölçüm olmayıp usta kişilerden seçilmelerine de dikkat edilmesi istenmekteydi. Mevkûfâtî, Vaki’at-ı Ruz-merre. Esat Efendi Ktp. No: 2437, Vr. 137. Aynı yıl Tuna donanması hizmetinde kullanılmak üzere 20 nefer marangoz ve 40 nefer kalafatçı için her bir neferine 56’şar kuruş ücret belirlenmişti. A.g.e., Vr. 192-a. 12 Cemaziyelahir 1106/28 Ocak 1695’de Mora seferi ve Ağriboz kalesi için İstanbul’dan tutulan toplam 54 nefer beldar, hazineci, taşçı, neccar, suyolcu, hazineci ve neccarın her birine 15’er kuruş ödeme yapılmıştı. DMKF 22740. Yine 3 Zilhicce 1123/12 Ocak 1712’de yine İstanbul’dan 121 nefer neccar, hazineci, lağımcı, taşçı ve sair amelenin 72 neferi Niru (?) Kalesine geri kalanı da ordu-yı hümâyûn için ayrılmıştı. Bu ameleden 1 kişi firar etmiş geri kalan 120 neferin 119’una 80, kalfalarına 100 kuruş ücret belirlenmiş, toplam 9620 kuruş tutan ücretlerinden 8360 kuruşu kendilerine ödenmiş ve 1260 kuruşları alacakları olduğu belirlenmiştir. DMKF 28002. 5 Muharrem 1129/20 Aralık 1716’da sefer-i hümâyûn için tutulan kişilerin ücretlerinin yarısının kendilerine ödendiği ve kefillerinin isimleri alınarak sefere gönderildikleri belirtilmiştir. Cevdet Belediye 844. 211 Kamil Kepeci 382, s. 106-107. Aynı seferde görevlendirilen orducuların listesinin de bulunduğu bu defterde onlara yapılan herhangi bir ödeme görülmemektedir. 212 Cevdet Darphane 1752.

67

Page 69: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

düşmüştür213. Zaman zaman tam da savaşın ortasında kalan bu tüccarlara yaptıkları hizmetlerin önemine göre vergi muafiyeti de sağlanmaktaydı. 20 Safer 1105/26 Ekim 1693 yılında Kırım Hanı Hacı Selim Giray Han’ın gönderdiği arzda Sefaret dökümcü adlı zımmî tüccarın hayatının savaşlarla nasıl şekillendiğini öğreniyoruz. Oldukça varlıklı olduğu anlaşılan tüccar, düşmanın Belgrad’ı istilasından önce kente kendi parasıyla büyük sular getirip çeşme yapmak üzereyken kuşatmayla birlikte kendi zahirelerini kentte bırakarak Demir Köprü’ye doğru çekilirken ailesiyle birlikte esir düşmüş, bütün parasını kaybettikten sonra Tatar askeri tarafından kurtarılmış ve 1102/1690-91 ve 1103/1601-92 yıllarında sefer-i hümâyûn için çok miktarda zahire temin etmiş bunun karşılığı olarak ta kendisi, 4 hizmetkârı, köle ve cariyeleri haraç, pencik, avârız ve nüzul vergilerinden muaf tutulmuştur.

Ayrıca yaptığı kahve ve tüfenk ipliği (?) ticaretinden de ödediği %3 ‘lük gümrük haricinde başka bir vergi ödemeyecekti. Bir süre sonra öldüğü anlaşılan bu tüccara verilen bu ayrıcalıkların oğluna da tanınması için Han tarafından gönderilen arz Osmanlı hükümetince değerlendirilmiş ve bu doğrultuda bir ferman hazırlanmıştır214.

Fakat orducu esnafı hem görevde bulunma şekli, hem askerlere sundukları hizmet sektörleri açısından hem de hizmet süreleri bakımından ücret karşılığı tutulan hizmet gruplarından farklıydı. Bir hayme altında aynı kentten gelen ve aynı işkoluna mensup esnaflar seferlerde kurulan ordu pazarlarında askerlerin alış veriş yapmalarına olanak tanıyacak bir biçimde onlarla beraber yürüyor, sefer süresince beraber yaşıyor ve askerlerin katlandıkları pek çok güçlüğe esnaf da göğüs geriyordu. Farklı sektörlerdeki, farklı türden malları üreten loncalar arasında hiyerarşik bir yapı sözkonusuydu ve bazı loncaların diğerlerine göre birtakım öncelikleri bulunmaktaydı215.

213 MAD 8473, s. 83. Sofya’dan Niş’e gelen bu arabalar Niş’e gelmeden hemen önce Kızıl Bayır derbendinde güvenlikleri için bir süre bekletileceklerdi. Güvenliklerinin sağlanması Niş tarafına başbuğ olan Sivas valisi Mahmud Paşaya düşüyordu. MAD. 8473, s. 84. 214 MAD. 8473, s. 72. 215 Örneğin Ahîliğin kurucusu olan Ahî Evran’ın debbağlar loncasına mensup oluşu, debbağların diğer loncalar arasındaki yerini farklı kılmaktaydı. Ancak Ahî Evran tekkesi için 1197/1782-83 yılında bu kutsallık zedelenmişe benzemektedir. Ahî Evran ahfadından olan ve tekkenin zaviyedarı bulunan Şeyh Hafız Mehmed tekke şeyhlerinin eskiden beri debbağın ve bütün esnafın şeyhleri olmalarına rağmen bazı esnaf teşkilatları artık bu haklarını kabul etmeyip, duacı, yiğitbaşı, ahi baba, kethüda, usta ve halife tayinlerinin kendilerinin yaptığını, bu yüzden tekkenin onarımı ve misafirlerin ağırlanmasına ayrılan paranın kesildiğini şikayet etmekteydi. Suraiya Faroqhi, ‘XVI.-XVIII. Yüzyıllarda Orta Anadolu’da Şeyh Aileleri’ , Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler/Tartışmalar. 8-10 Haziran 1973 (Ed: Osman Okyar, H. Ünal Nalbantoğlu), Ankara 1975, s. 207. Debbağlar loncası ayrıca aşırı derecede ihtisaslaşmıştı. Debbağlar loncasının işlediği derinin, mamul madde haline gelene dek geçtiği aşamalar ve bu maddeyi işleyen loncalar şu şekilde sıralanıyordu: celepler, sığır kasapları, koyun kasapları, ham deriyi işleyen debbağlar, bundan mamul madde yapan saraçlar, kavaflar, deri boyayıcılar, deri tulumcuları, eyerciler, yularcılar, kolancılar, kamçıcılar, meşinci ve sahtiyancılar ve ciltciler. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, Osmanlı’da Zenaatten Sanata, I. Cilt: Esnaf ve Zenaatkârlar. Osmanlı’nın 700. Yılına Armağan, İstanbul 1999, s. 19. Ayrıca

68

Page 70: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Bu önceliklerin belirleyicileri ya dinsel motifler ya da yapılan üretimin toplum için sağladığı yararla yakından ilgiliydi. Örneğin ilk sıralarda yer alan Ekmekçiler geçişleri sırasında önlerinde bir yandan Kur’ân okuyan ve bir yandan da elindeki buğdayları olmayan bir tarlaya eker gibi yaparak geçen gençlere yer vermekteydiler. Loncalar arasındaki bu hiyerarşinin belirlenmesinde merkezin etkisi kuşkusuz çok fazladır. Kendilerine tanınan önceliklerin sağladığı avantajları kullanan bu loncaların avârız vergilerini özellikle ordu akçelerini öderken kendilerine destek olan ve kaynaklarda “Yamak” olarak geçen diğer loncalarla işbirliğine giderlerdi. Tamamen askeri kaynaklı olan bu terim XIV. yüzyılda yaya, müsellem ve voynuk teşkilatı içerisinde kullanılmaktaydı. Bu teşkilatlarda, daha aşağı derecelerde görevleri aynı olan ve yamak adı verilen yardımcı namzedler yer alıyordu. Bunların miktarları her iki tarafta da muayyendir (2-8 yamak). Her yaya, müsellem veya voynuka tâbi yamakların geneline her iki teşkilatta gönder (günder) veya ocak adı verilmekteydi216. Orducu olarak seçilen esnaf loncalarından devlet bazen hizmet yerine bu akçeyi nakit olarak istiyordu. Bu akçe esasında vergiydi ve herhangi bir ayrıcalık elde etme karşılığında -örneğin mallarını orduya satma imtiyazı karşılığında- lonca tarafından devlete ödenen bir para değildi217.

Belgelerden anladığımız kadarıyla nısf olarak geçen orducu işlemleri nakit olarak talep edilenlerdi ve bu yarım hizmet mükemmel olarak tabir edilen ve aynî olarak yerine getirilmesi istenen orducu hizmetinin yarısını oluşturuyordu. Aynî olarak seferde görev alan esnaf da sefer sırasındaki harcamalarını loncadan sağlanan parayla görüyordu. Öyle görünüyor ki; devletin sivil halka zorunluluk olarak getirdiği diğer yükümlülüklerde olduğu gibi, orduculuk içinde de iki farklı görünüm vardı. Bir grup bu hizmeti gerçekten yerine getirirken, diğer grubun üyeleri bu ilklerin ihtiyaçlarını karşılamak için katkılarını (yamak yazılarak) nakit olarak sunmaktaydılar. Aynı işleyiş Osmanlı Devleti’nde yörük, müsellem, voynuk gibi yardımcı askeri birlikleri için de uygulanmaktaydı. Avârız sistemi içinde işleyen bu yardımlar İstanbul kadısına 28 Mayıs 1609 tarihinde gönderilen bir fermanla açıklığa kavuşmaktadır: Bu fermanda Üsküdar loncalarına II. Mehmed döneminden beri tanınan avârız-ı divaniyye ve tekâlif-i ‘örfiyye vergileri muafiyetine uygun hareket edilmesi istenmektedir. Her sultan tarafından yenilenen bu muafiyete göre Üsküdar esnafı, özellikle bakkalları, ekmekçileri, arpacıları ve nalbandları, ordu hizmetinden, doğu veya batı yönüne açılan seferlerin mali külfetlerinden muaf tutulmuşlardı. Bu muafiyet Üsküdar esnafının zaten ödedikleri diğer ağır başka yükümlülükler karşılığı tanınmıştı: özellikle İstanbul’da yapılan resmi törenlerde ya da şenlik, düğün gibi gösterilerde Sultanın önünden geçecek loncaların sırası önceden belliydi ve bazen bu sıra için loncalar arasında tartışmalar yaşanıyor, çözüm için Sultanın hakemliğine başvuruluyordu. Bkz. Evliya Çelebi a.g.e., C. I, s. 217-317. 216 İnalcık, Fatih Devri, C. I, s. 177, Ayrıca Halime Doğru, Osmanlı İmparatorluğunda Yaya- Müsellem- Taycı Teşkilatı, (XV. Ve XVI. Yüzyılda Sultanönü Sancağı), İstanbul 1990, s. 40-43. 217 Bu tarz bir tanımlama için bkz. Finkel, Administration, s. 111 ve 322 nolu dipnot.

69

Page 71: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

her yıl devletin ulak bargirleri için 30.000 akçe ödeme zorunluluğu, coğrafi konumları gereği Asya ve Avrupa arasındaki tek geçiş yeri olmasından dolayı Anadolu’dan Avrupa’ya geçen askeri birliklerin ilk üç menzili için azık temin etmek, padişahı ziyarete gelen doğulu elçilerin çeşitli ihtiyaçlarını temin etmek ve devlet hazinesine kaynak aktarmak. Bu fermanla sağlanmak istene muafiyetin devamlılığı Üsküdar esnafının, İstanbul pazarbaşıları ve bakkallarından kaynaklanan şikayetleri yüzündendi. İstanbul’a gelen mallarda Üsküdar esnafının da mal aldığını bahane ederek onları da bu verginin kapsamına dahil etmek istemişlerdi218.

Loncalar arasında karşımıza çok sık çıkan örneklerde görüldüğü kadarıyla yamaklık konusunda loncalar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların son çözüm yeri merkezdi. Merkezi yönetimin, yamak olarak belirlediği esnafla, kendisine yamak olunacak esnafın birbirine yakın işkollarında olmasının bu verginin toplanmasını kolaylaştırıcı bir etken olacağını düşünmesi olasıdır. Kendi üretimleri için gereken ortak hammaddeleri temin sırasında ve üretim sonrasında kendi oto-kontrollerini yapan lonca ileri gelenlerinin birbirlerini tanımaları ve ilişkide olmaları, sorunların çözümü sırasında gerekli diyalogları kurmalarını kolaylaştıracaktır. Ancak yinede pek çok anlaşmazlık belgelere yansımaktadır. Bu konuda İstanbul kenti ile ilgili en eski örnek attarlar ile kahve satan Yahudiler arasındadır.

Muharrem 1019 /Nisan 1610’da önceden attarlarla birlikte ordu veren ve kahve satmadıkları halde kahve satmaya başlayan Yahudileri kendi kazançlarını azalttıkları gerekçesiyle şikayet etmişlerdi219. Yine 16 Muharrem 1019/13 Nisan 1610 tarihinde İstanbul’da berat-ı şerif sahibi tabib, kahhâl ve cerrahlar sefer sırasında hizmetlerini eda ettikleri ve bir kusurları yokken attarların kendilerinden ordu akçesi talep ettiklerini, ancak kendilerinin eskiden

218 Veinstein, a.g.m., s. 311. Ayrıca Refik, a.g.e., s. 35-36. Esnafın vermek zorunda olduğu ve avârız kapsamında değerlendirilmesi gereken en önemli vergilerden biri de kasap akçesidir İstanbul için gereken eti temin etmekle görevlendirilen kasapların bu görevleri sırasında sık sık devletin tespit ettiği fiyatlarla et bulmak zorunda olduklarından ve satın aldıkları etin rayiç fiyatının devletin belirlediği fiyattan yüksek olmasından kaynaklanan zararları esnaftan çok sık olarak toplanan bu vergiyle kapatılmaya çalışılmaktadır. 29 Şevval 993/26 Ağustos 1585’de İstanbul bezzazistanı dahili ve haricinde bulunan tüccar, yerlü ve ehl-i hirefden hallerine göre toplanması için MD 58/605.s. 237. Sık sık iflaslara neden olan kasaplık hizmetinin yerine getirilebilmesi için kasap akçesi de aynı sıklıkta toplanmaktadır. İstanbul bezestan ve bit pazarı için MD 69/73, s. 38, /76, s. 40, /92, s. 47, /95, s. 48, /289, s. 145, Galata’daki dükkan sahiplerinden kasaplar için 120.000 akçe toplanması için MD 70/292, s. 150. Ermenilerin de bu vergiyi Papaz ve Bezirgânları aracılığıyla vereceklerine dair 69/318, s. 159 deki hükümler. Edirne için de aynı durum geçerli idi. Kasaplardan yiğitbaşı olan Dimitri, Edirnenin de İstanbul gibi büyük bir şehir olduğunu belirterek kasaplar sermayesi için 500 akçenin Edirne esnafından alâ, ednâ ve evsat olarak toplanması hakkında MD 73/70, s. 29. İstanbul için sağlanacak et için kasapların seçimi, kasap yazılması, celep tayini, her kadılıkta celep örgütü, celeplerin İstanbul’a getirecekleri koyunların türü, et fiyatları, İstanbul halkına etin dağıtım biçimi, kasap sermayesi ve kasap akçesi ile ilgili emirler Divân-ı hümâyûn tarafından belirlenmekteydi. Ahmed Refik, Eski İstanbul, İstanbul 1998, s. 69. 219 Refik, Onbirinci Asr, s. 42-43.

70

Page 72: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

beri kimseye ordu akçesi vermediğini ve kimseden akçe almadan sefere kendi malları ile katıldıklarını belirterek bunun yasaklanmasını istemişler ve bunu sağlayabilmişlerdi220. Vergilendirmeden doğan yanlışlıkların esnafı ne derece zor durumda bıraktığına ilişkin bir örnek olarak 10 Şaban 1101/19 Mayıs 1690 tarihli bir hüküm tezkeresi gösterilebilir. İstanbul Kaimakamı ile İstanbul ve Galata kadılarına gönderilen bu hükme göre Galata esnafı bu yıl sefer-i hümâyûn için kendilerinin üzerine ferman olunan 419.400 akçelik aynî sürsat ve avârızlarını ödedikleri halde, İstanbul esnafından ihracı ferman olunan ordu teklifine de dahil olmaları istenmiş ve bu vergi, kendilerinden bir kez daha ordu teklifi adı altında İstanbul Yaş Yemiş Pazarbaşısı el-Hac Receb, Bakkallar Pazarbaşısı Karabet ve Bölükbaşısı el-Hac Kadri, Mehmed Bölükbaşı, Nasuh Bölükbaşı, Yusufoğlu Mustafa ve Vanik Mehmed adındaki kişiler tarafından toplanmıştı. Durum merkezce incelendiğinde İstanbul kenti esnafının 27 ayrı meslek grubundan (hiref) 83 çadırlık (hayme) ordu hizmetleri olduğu, ancak sefer zamanı olmayıp Galata esnafının da ordu hizmetleri olmadığı yalnızca sürsat zahiresi bedelleri olduğu anlaşılmıştır. Kendilerinden alınan meblağın tamamen geri ödenmesine karar verilmiştir221. Durum, belgede hiç geçmese de, Galata esnafının orducu çıkaran veya bedelini ödeyen İstanbul esnafına İstanbul esnafı tarafından yamak yapılmaya çalışılmasıdır. Galata esnafına yönelik bu türden baskılar 1127/1715 yılına dek sürecektir. Özellikle İstanbul’da seferler için hangi esnafın hangi tür vergileri ödeyecekleri bellidir. Örneğin 2 Zilhicce 1126/9 Aralık 1714’de Mora seferi için İstanbul, Edirne ve Bursa’dan aynî orducu ihraç edilmesi için kadılara hükümler gönderilmiştir222. Bu sefer sırasında İstanbul 84 hayme ile 27 hırfet, Bursa 49 hayme ile 25 hırfet ve Edirne 39 hayme ile 24 hırfet ihraç etmiştir. Bu esnaf grupları belirlendikten sonra sefer masraflarının loncalardan ortaklaşa karşılanması için kadılıklara yine emirler gönderilmiş, ancak İstanbul’da yine ordu akçesi için loncalar arasında birtakım anlaşmazlıklar görülmüştü. İstanbul esnafının önde gelenlerinin ve kethüdalarının bu masrafı tüm esnafa paylaştırmalarına Galata esnafı itiraz etmiştir. Galata esnafı kendilerinin Galata voyvodalığına bağlı olduklarını ve sürsat bedeli verdikleri için orducu esnaf çıkarmadıklarını iddia ederek buna karşı çıkmışlardı. 1105/1693-4, 1106/1694-5 ve 1118/1706-7 yılında da Darüssaade Ağası Süleyman arzıyla aldıkları ve orducu teklifinden nüzul verdikleri itirazıyla muaf olduklarına dair hüccet ve fermanlar bu yıldan itibaren geçerli sayılmamış ve İstanbul esnafına bu hizmetin yerine getirilmesinde paylarına düşeni eda etmeleri için uyarılmışlardı. 220 Refik, a.g.e., s. 44-45. 221 Cevdet Askeriye 49772. 222 MAD, 9902, s. 64. ‘Mora seferinde mevcud bulunmaları üzere aynî ordu esnafı hırfetleri ihraç olunmak lazım gelmeğin sene-i sabıkada bilâd-ı selaseden aynî ordu esnaf ve sair bilâdın dahi bedelleri tahsil olunıgeldiği mevkûfât defterlerinde mukayyed bulunmuştur. Gaza ve muharebede olan asakir-i muvahhidinin iktiza eden lazimeleri için ordu-yı hümâyûnda mevcut olmak üzere’; İstanbul Bâb Mahkemesi 110/75b. ‘mükemmel ordu ihraç ve tedarikle asakirin lazimesi için eşyaları ile gelmeleri’.

71

Page 73: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Merkezi devletin bu yeni uygulamayı yürürlüğe koyarken gözönünde bulundurduğu iki nokta vardı: İlkin bu yıl re’âyâ’nın hallerine merhameten nüzul istenmemişti ve dolayısıyla Galata esnafı da bu vergiyi ödemeyecekti. İkincisi de İstanbul esnafı ordu verirken (İstanbul esnafının saltanatın dostu olduğu belirtilmiş), Galata’daki esnaf çeşitli yerlerdeki arazilerini tasarruf etmekte, kazançlarına kazanç katmaktaydı. Bu değerlendirmeler Galata’daki esnafın yamak olarak yazılmasına yetmektedir223. Galata esnafı ile ilgili yapılmış en son düzenleme Evâsıt-ı Receb 1168/23 Nisan-2 Mayıs 1755 tarihlidir. Bu yıl Galata’daki kebapçı, hoşabcı ve çorbacı esnafının kethüdâsı zımmî 8 bakkal dükkanında balık, bakla, nohut ve midye pilavı yapılıp satıldığını, böylece bu kişilerin aşçılara yamak olmaları gerektiğini, kendilerinden istenen 1.000 akçelik ordu akçesini vermediklerini beyân etmektedir. Galata’da Balıkpazarı dışındaki 8 zımmî bakkal divân’a arzuhal dilekçesi sunarak, kendilerinin eskiden beri dükkânlarında nohut, balık, bakla ve ıspanak pişirip zımmîlere sattıklarını, sefer zamanları da İstanbul Balıkpazarında olanlar gibi bir miktar yardım ettiklerini bunun dışında kendilerinin herhangi bir yükümlülükleri olmadığını bildirmişler ve bu imdadiyeden başka bir ödeme yapmayacaklarını belirten Evâsıt-ı Şaban 1153/13-19 Kasım 1740 yılında Sultan Mahmud zamanında aldıkları emr-i şerifin yenilenmesini istemişlerdi. Merkezi yönetim Galata kadısından bunu belirten bir belgenin bakkallara verilmesini buyurmuştur224. Yine İstanbul’da 1092/1681 yılı için merkezi hükümetin belirlediği nısf ordu akçesi mevkûfât defterlerine göre 841.750 akçe idi. Bu meblağın Tersane-i Âmire mühimmatı için harcanması düşünülmekteydi ve 110 akçesi bir esedî kuruş hesabıyla toplam 7.652 esedi ve 1 rub’ ordu bedellerinin İstanbul esnafından toplanması istenmekteydi225. Belgeler şunu göstermektedir ki uygun koşullarla yamak olarak merkezi hükümetin belirlediği ordu bedelini ödemek çoğu zaman bir sorun oluşturmaktadır. Bu miktarın ödenmesi loncanın gelir düzeyi ve ileri gelenlerinin yetenekleriyle yakından ilgilidir. Lonca üst düzey yöneticilerinin loncanın çıkarlarını korumada gösterdikleri titizlik ekonomik duruma doğrudan etki ettiğinden bu türden vergilerin ödenmesi sözkonusu durumlarda kolaylaşmaktaydı. Aksi durumlar lonca ekonomik kayba uğradığından bu durum, verginin ödenmemesine bir bahane oluşturmaktaydı226. Örneğin 16 223 MAD 9902, s. 182-183. İstanbul ve Galata kadılarına yazılan hüküm: 18 Muharrem 1127/24 Ocak 1715, MAD 3284, s. 256; MAD 3823, s. 40; MAD 3284, s. 256. İstanbul Bâb Mahkemesi 106/s. 76-77. Galata’dan ayrıca Bedel-i lağımcıyân ve neccâr akçesi de talep edilmekteydi. Finkel, a.g.e., s. 259. Bazen aynî olarak da bu hizmet yerine getirilmektedir. Refik, a.g.e., s. 14. 224 Ahmet Kabakoğlu, İstanbul Külliyâtı İstanbul Ahkâm Defterleri. İstanbul Esnaf Defterleri 1, İstanbul 1997, s. 109-110. 225 İstanbul Bâb Mahkemesi 36/253a1. 226 Gerçekten de lonca bu zararın önüne geçebilmek için diğer loncalardan bir veya birkaçının desteğini almak zorundaydı. 26 Ramazan 992/1 Ekim 1584 tarihinde İstanbul’daki yaycı taifesi orducu ihracında birbirlerine yamak olmak suretiyle yardım eden diğer ehl-i hiref gibi kendilerine de kürekçilerin yamak olmalarını rica etmişler, yönetim de diğer ehl-i hirefte olduğu gibi bunlara da kürekçi taifesinin yamak olarak verilmesini İstanbul kadısına

72

Page 74: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Zilhicce 1122/5 Şubat 1711 yılında İstanbul’da yaş yemişçiler bu türden bir bahane ile lonca işleyişleri hakkında bilgiler de vererek durumu açıklığa kavuşturmaktadırlar. Buna göre loncalarının bir pazarbaşı ve dört bölükbaşları olup İstanbul’a yaş meyve geldikçe sözkonusu görevliler gemilere çıkıp, eskiden beri pazarcı taifesine narh-ı carî üzere yemişleri dağıtmakta, orducu ihracı ferman olunduğu zamanlarda da sözkonusu taifeden tahammüllerine göre ihtiyarları marifetiyle ordu bedeliyesi toplanmaktadır. Ancak yaş yemişçiler bir, iki yıldan beri bölükbaşılarının tüccarın getirdiği narhdan fazlasına alıp satıp, bazen de yükü kaybedip veya kaçırıp kendilerine mal gelmediğini belirterek ordu bedeliyesine bir habbe dahi veremeyeceklerini bildirmişlerdir227. Sefer zamanlarında esnaftan istenen bu vergiyi ödeyebilmek için bazı loncalar da yakın iş kollarında çalıştıkları diğer esnaf gruplarına baskıda bulunmakta ve bu vergiye onları da ortak etmeğe çalışmaktadırlar. Örneğin 15 Rebiülahir 1129/27 Şubat 1717’de İstanbul’daki çilingir taifesi kethüdaları ve lonca ileri gelenleri ile mahkemede verdikleri ifadelerinde yine İstanbul’daki hurda fürûşân taifesini kendilerinin yaptıkları kilitleri satmalarını bahane ederek üzerlerine fermân olan ordu bedelinin ödenmesinde kendilerine yamak olarak imdad etmelerini istemektedirler. Hurdâ fürûşân loncası ise bu bedeli kılıççılarla birlikte ödediklerini, onlara yamak olduklarını belirtmişler, yapılan incelemede durumun gerçekten böyle olduğu anlaşılmış ve çilingir loncası bu taleplerinden men edilmişlerdir228. Bazen bu vergiden muaf olmalarına rağmen yamaklık talepleriyle karşılaşan esnaf loncalarına da rastlanmaktadır. Örneğin 22 Rebiülahir 1129/26 Mart 1717’de İstanbul’da Serpici esnafı kadimü ’l-eyyâmdan beri esnaf olduklarını, diğer hiçbir sınıfa şimdiye değin yamak olmadıklarını ve ordu akçesini de hiç vermediklerini ve bunu belgeyen bir fermanın kendilerine verilmiş olduğunu belirtmektedirler. Amaç Paçacı esnafına yamak olarak kaydedilmekten kurtulmaktır. Belgeden anlaşıldığına göre Paçacılar kendilerine 1128/1716 yılında verilen iki haymelik ordu bedelini serpicileri kendilerine yamak yazdırarak ödemeyi düşünmektedirler. Mahkemenin yaptığı incelemede Serpici loncası haklı görülerek Paçacıların baskıları kendileri tenbih olunarak giderilmeye çalışılmıştır229. Burada ilginç olan yamaklığın ne şekilde oluşturulduğudur. Bu konuda bize ufak ip uçları veren bu belgeye göre sonradan oluşturulmuş esnaf loncaları eski loncalara yamak olarak yazılmaktadırlar. Zengin kentlerde eskilerin sürgünü, filizi olan yeni loncalar, yeni türden mallar üretmek ve

bildirmektedir. MD53/546, s. 187. Aynı hükmün sureti Başçılara Kazancı ve Kalaycıların yamak olarak yazılmasına yöneliktir. 227 İstanbul Bâb Mahkemesi 95/49a4. Yaş yemişçiler bir yıl sonra tekrar mahkemededirler.11 Şaban 1123/24 Eylül 1711’de mallarını mirî kantara getirmeyip kendi kantarları ile kah iskele başında kah gemiler üzerinde tartarak pazarcılara dağıtan yemişçiler kantar emininin şikayeti ile karşılaşmışlarsa da bu konudan muaf tutulmalarını sağlayan bir ferman almayı başarmışlardır. İstanbul Bâb Mahkemesi 96/118a. 228 İstanbul Bâb Mahkemesi 115/50b2. 229 İstanbul Bâb Mahkemesi 115/50b1.

73

Page 75: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

üretimin belli aşamalarını gerçekleştirmek amacıyla kurulmaktadır. Örneğin değişik renklerde deri çalışan debbağlar daha önceden tekstil endüstrisindeki ipek işleyicilerinin yaptığı gibi ayrı loncalar kurmuşlardı. Büyük kentlerde fakat iki farklı piyasada çalışan insanlar farklı loncalar oluşturabiliyorlardı. Eğer bu zanaatin uzmanlaşma isteyen gerektiren bir dalında çalışan bir grup büyüdüğü zaman bir kethüda seçiyorlar ve bir lonca haline dönüşmek istediklerini kadının huzuruna bu kethüdayı göndererek belirtiyorlardı. Temel loncalar seçilmiş kethüdaları tanımayı reddederek ve yeni loncanın ustalarının kaliteden yoksun olduklarını ileri sürerek buna karşı çıkıyorlardı. Bu tür durumlarda merkezi hükümetin izni, loncanın kurulması için zorunluydu. Eğer hükümet bunu hisba kurallarının karşısında olarak değerlendirmez, insanların ihtiyaçlarına zararlı olmadığı kanısına varırsa loncanın varlığını onaylardı230. Bu noktadan sonra yeni kurulan bu loncaya diğer eski loncaların başta vergilerin paylaşılması konusunda taarruzları başlardı. Ellerinde bu yükümlülükten muaf olduklarını belirten belgelere sahip loncalar bu sistemden görüldüğü gibi sıyrılabilmektedirler. Bir diğer görece çıkış yolu da iki loncanın bir araya gelip ordu akçesi hisselerini belirlemektir. Bu görüşmelerin uyumluluğu loncalar üzerindeki vergi yükünü azaltmaktadır. Örneğin İstanbul’da 29 Rebiülahir 1129/12 Mart 1717 yılında Sûzeneci (İğne yapanlar) taifesi kethüda ve lonca ileri gelenleri; Sarraçhâne esnafı kethüdası ve lonca ileri gelenleri ile yaptıkları görüşmelerde her iki loncanın sanatlarının hemen hemen aynı olduğunu belirterek sarraçhâneden çıkan ürünlerinin yağlıkçılar sûkunda satıldığını ve ordu bedellerini onlarla verdiklerini ve bundan da şikayetçi olduklarını bundan sonra sarraçlarla yaptıkları anlaşma gereği onlarla birlikte vereceklerini sicille kaydettirmişlerdir. Muhtemelen bu değişiklik Sûzenecilerin daha önce verdikleri meblağa göre daha düşük bir meblağı Sarraçhâne esnafına kabul ettirmelerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü belge sonunda Sûzenecilerin ödeyecekleri ordu bedeliyesi miktarı belirtilmiştir: 3 kuruş. Bu 3 kuruşluk miktarın Sarraçhâne esnafı tarafından da kabul edildiği yine belgede geçmektedir231. Mesleki yakınlık hangi loncaya yamak olarak yazılanacağının bir göstergesi olmaktadır. Sınırları dikkatle belirlenmiş alanlarda satış ve üretim de yapsalar Osmanlı loncalarının ihtiyaç duydukları 230 İnalcık, Ottoman Empire, s. 159. 231 İstanbul Bâb Mahkemesi 115/50b3. Evliya Çelebi IV. Murad’ın Bağdat seferine katılan ekmekçi esnafına ekmeğin tuzsuz ve susuz yapılamayacağı için tuzcuların ve sakaların yamak olduklarını yazmaktadır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul 1996, C. I, s. 230-231. Yine salhâneciyân, kassâbân-ı sığır ve kassâbân-ı yahûdân, kaymakçı, peynirci ve yoğurtçuların kazançlarının koyunlara bağlı olduğundan, şem’-i rûgan-ı mumcıyânın da kasapların iç yağlarına muhtac olmaları nedeniyle kasaplara yamak olduklarını yazmaktadır. Evliya Çelebi, a.g.e., s. 243. Yine başçılarla beraber alayda yeralan tutkalcılar başçılardan koyun paçası aldıklarından, ciğerciler, sirkeciler ve kuru sarımsakçıların baş ve paça ve işkembenin sirke ve sarımsaksız olmayacağından başçılara yamak oldukları belirtilmektedir. Evliya Çelebi , a.g.e., C. I, s. 247-248. Yine önceden sarraçlara yamakken tüfek ile ilgili hizmet üreten keseciyân-ı silâh-ı tüfenk esnafı fermanla ayrılıp tüfekçilere yamak olmuşlardı. Evliya Çelebi, a.g.e., C. I, s. 267.

74

Page 76: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

hammaddeler büyük ölçüde ortaktır. Ortak hammaddelere muhtaç olan lonca ileri gelenlerinin üretim farklılığı olsa bile merkezi yönetim tarafından istenen bu tür vergileri ortak ödeme çabaları mantıklıdır.

Yamaklıkla ilgili loncalar arasında yaşanan anlaşmazlıklar sadece İstanbul kenti için geçerli değildir. Merkezi hükümetin orducu esnaf talep ettiği diğer Osmanlı kentlerinde de bu türden sorunlar görülmektedir. Örneğin 5 Muharrem 988/21 Şubat 1580’de Bursa’dan ihraç edilecek orducu esnafı arasında olan ekmekçilere muavenet eden uncuların eskiden olduğu gibi bu yıl için de yardımda bulunmaları isteniyordu232. Yine Evâsıt-ı Cemaziyelahir 992/Haziran sonları 1584’de Bursa kazancılarının kethüdâ, yiğitbaşı ve ustalarından bazıları, Bursa yaycılarının huzurunda: “mezbûrûn yaycılar bundan ekdem ordu içün emr-i şerîf vârid oldukda Âsitâne-i sa’âdete varub bizim eshâb-ı hirfetimiz dört nefer olub sefer-i hümâyûna iktidârımız yokdur ordu vermeyen ehl-i hirefden ba’zı ehl-i hiref mu’în ta’yîn olunmak taleb eylediklerinde kazancı ve kalaycı ve ağaççı ve çömlekçi tâifelerini emr-i şerîf ile mezbûrlara yamak ta’yîn olunmuş idi. Hâlâ mezkûrlar on dört dükkân olmuşdur, kıbel-i şer’den tefahhus olunub elimizde olan hükm-i hümâyûn muktezâsınca bizim hirfetimiz ihrâc olunmak taleb iderüz” dediklerinde, kazancıların bu sözleri üzerine mahkeme tarafından adam gönderilip yaycıların dükkânları sayılmış ve on dört dükkân olduğu saptandıktan sonra, kazancılar, yaycılara orducu ihracında yamak olmaktan çıkarılmışlardır233. Bu kez 2 Cemaziyelahir 1002/23 Şubat 1594 tarihinde Bursa Kadısının İstanbul’a gönderdiği arzda; Bursa’da aşçı taifesi mahkemeye gelip, kendilerinin fakir olduklarını, pek çoğunun başka yerlerden gelerek misafir olduklarını ve vergilerin ödenmesi sırasında içlerinden pek çoğunun kaçıp gittiklerini bildirmiştir. Sefer için fazla miktarda malzeme gerektiğinden tıpkı İstanbul ve Edirne’de helvacıların aşçılara yamak olmaları gibi Bursa’da da kahveciler aşçılara yamak tayin edilmişler ancak attarlar kahvecilerin kendi işkollarına daha yakın olduğunu belirterek ellerinde kahvecilerin kendilerine yamak olarak yazıldıklarını içeren bir emr-i şerif ibraz ederek bu yapılmak istenen yeni uygulamaya itiraz etmişlerdir. Bursa kadısı da attarlara zaten sabuncu ve macuncuların yamak olduğunu, eğer aşçılara kahveciler yamak olarak tayin edilmezlerse, aşçıların durumlarının ordu ihraç edemeyecek kadar kötü olduğunu bildirerek bu yeni uygulamanın merkez tarafından kabul edilmesini bildirmiştir. Merkez de bu yeni durumu onaylamıştır234. 12 Zilkade 1003/18 Ağustos 1595’de Bursa’da abacı esnafı temsilcileri mahkemeye gelerek kendilerinin alıp sattıkları kırmızı abayı Bursa’daki çuka arakiyecilerinin de alıp arakiye (genellikle dervişlerin giydiği tiftikten yapılan ince külah) dikip sattıklarını belirterek ordu akçesinde arakiyecilerin kendilerine yamak yazılmalarını istemişlerdi. Arakiyeciler ise eskiden beri bu vergiyi çukacılarla

232 MD 39/392, s. 185. 233 B. Ş. S. A.129, s. 63a. 234 B. Ş. S., B. 113, s. 137.

75

Page 77: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

beraber verdiklerini, abacılarla aralarında bu türden bir alakalarının olmadıklarını bildirdikten sonra ellerinde olan bir hücceti göstermişler mahkeme de hem bu hücceti hem de bu loncalar dışından bazı tanıkların verdikleri ifadeleri gözönüne alarak arakiyecilerin çukacılara yamak olduğunu onaylamıştır235. Yine Bursa aşçıları 7 Safer 1004/12 Ekim 1595 yılında mancınık ile ipek çeken kimesneleri bundan önce kendilerine ordu-yı hümâyûn vâki’ olduğunda yamak olarak tayin olunduklarını ancak hala bu yükümlülüğü yerine getirmediklerini mahkemede beyan etmektedirler. Yapılan soruşturma ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyunca, istekleri doğrultusunda karar verilmiştir236. Bursa Osmanlı Devleti’nin en önemli ticaret merkezlerinden biridir ve özellikle uzmanlaşma isteyen bazı iş kollarında rakipsizdir237. Bursa’da XVII. yüzyılın ortalarında da bu vergi istenilmeye devam etmiştir. Örneğin 1066/1656 yılında Bursa esnafından ordu akçesi olarak 240.000 akçe tahsil edilmesi isteniyordu. Bu vergi, esnafın durumuna göre ednâ, evsat ve a’la olarak üç ayrı katagoride toplanacaktı238. Oysa XVI. yüzyıla ait şer’iyye sicillerindeki örneklerde bu görevlendirme genelde hizmet şeklinde istenmekteydi239. Bu değişiklik Osmanlı Devleti’nin XVII. yüzyılda başlayan ve XVIII. yüzyılda giderek artan bir şekilde gözlemlenen hizmet şeklinde istemiş olduğu görevlendirmelerin giderek nakde çevrilmesi ile de uyumludur. Burada belgelerde devletin ordu hizmeti tanımlaması için geçen bazı ibarelerin iyi anlamlandırılması gerekmektedir. Genellikle orducu istemlerinde merkezi devlet kentteki esnaftan orduyu mükemmel olarak talep etmektedir. Bu mükemmellik sefere gönderilen esnafların parasal olarak tam bir şekilde desteklenmelerinden başka bir şey değildir. Öyle görünüyor ki İstanbul esnafı bu vergiyi her zaman mükemmel olarak öderken Edirne ve Bursa kentlerinin her ikisinden de orducu istendiği anlarda bu nısf şeklinde olmakta, sadece birisinden hizmet talebi olduğunda da öteki kent hizmetini meblağ olarak yerine getireceğinden diğer kentin payını da ödemekteydi. Bu payların hesaplanması sırasında devletin kent loncalarının ticari poyansiyellerini dikkate aldığı ileri sürülebilir ki bu düşünce taşra loncalarının zenginlik açısından bu üç kenttekilere oranla güçsüz olmaları nedeniyle bu sistem dışında bırakıldıkları düşüncesiyle de örtüşmektedir. 30 Cemaziyelevvel 1070/12 Şubat 1660’da Bursa kadısına yazılan hüküm Bursa’dan asker için orducu ihraç edilmesi isteniyorken240, hemen sonrasında bu hizmetin Edirne

235 B. Ş. S., B. 12, s. 237. 236 B. Ş. S., B. 15, s. 83. 237 Bursa’nın dış ticaret açısından bağlantıları bazı iş kollarında için bkz: Halil İnalcık, ‘Bursa and the Commerce of the Levant’, Journal of the Economic and Social History of the Orient, III, 2, s. 131-147. 238 Mustafa Asım Yediyıldız, Şer’iyye Sicillerine Göre Bursa’nın Sosyo ekonomik Yapısı (1655-1658) (Hacettepe Üniversiyesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara 1988, s. 147. 239 Bir örnek için bkz. B. Ş. S., A. 113, s. 246’daki ferman. 240 B. Ş. S., B. 131/35a.

76

Page 78: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kentindeki ehl-i hiref tarafından sağlanacağı belirtilerek Bursa’daki esnaftan hizmetini Karadeniz’e acele olarak çıkacak donanma-yı hümâyûn mühimmatına harcanmak üzere bedelinin toplanması istenmekteydi. Bu bedel nısf ordu bedeli olarak 240.000’ken bu yıl mükemmel olmak üzere 480.000 akçe etmekteydi. Bu yıl için mükemmel olarak istenen bu bedelin bir an önce toplanıp tersane-i âmire eminine teslim edilmesi istenmekteydi241. Bu Bursa’daki esnaf için bile çok yüksek bir rakamdır ve istemin hemen öncesinde zaten loncalardan bu verginin yeni verilere göre düzenlenmesine ilişkin bilgiler merkezi devlete ulaşmıştır. Örneğin 2 Zilhicce 1069/21 Ağustos 1659’da İstanbul’dan Bursa kadısına Bursa hallaçlarının önceden 30-40 neferlerken ve ordu için 2 çadır ve 2 nefer orducu çıkarmaları mutad-ı kadimken şimdi 14 nefer kimse kalmış, yamakları olan Yorgancı taifesi dahi yalnızca 4 kişi olup onlarda fakir olmakla yalnızca 1 çadır ve 1 nefer çıkarmalarına izin verildiğine ve buna göre iş yaptırılması gerektiğine dair bir hüküm hallaçlar için durumun kötülüğünü açıklar242. Devletin esnaftan istediği çeşitli vergilerin çeşitli idari birimlere paylaştırılarak talep edilmesi yabancı bir uygulama değildir. Bu paylaştırma sadece ordu akçesi toplanmasında değil örneğin sürsatta da geçerli olabilmekteydi İstanbul’da 26 Zilhicce 1124/24 Ocak 1713’de Karamürsel ve Gebze nahiyeleri ile Üsküdar kazasından tahsili ferman olunan 5.502 kuruşluk Sürsat bedelinin yarısını nahiyeler yarısını da Üsküdar esnafı ödeyecekti. Esnafın ödeyeceği 2751 kuruş ve 5 para bedel Üsküdar esnaf kethüdaları ve ihtiyarları marifetiyle aşağıdaki gibi dağıtılmıştı243:

TAİFE MEBLAĞ Bitpazarı 238 kuruş 12 para Kassabân 420 kuruş 18 para Aşçıyân 224 kuruş 5 para Nalbandân 247 kuruş 5 para Habbazân 147 kuruş 8 para Haffafân 91 kuruş 6 para Bahçıvan 58 kuruş 14 para Sebzeciyân 294 kuruş 12 para Muytabân 232 kuruş 16 para Attarân 228 kuruş 10 para Hallakân (?) 186 kuruş 10 para Bakkalân 210 kuruş 10 para Karye-i Kadı 56 kuruş 12 para Karye-i Kuzguncuk 51 kuruş 16 para Karye-i Çengar 51 kuruş 12 para

241 B. Ş. S., B. 131/35b. 18 Safer 1087/2 Mayıs 1676 yılında Kazak seferi için Edirne ve İstanbul aynî olarak hizmet sunarken, Bursa kenti yine nısf ordu bedelini tersane-i âmîre hogriftegân kürekçi ücretleri için nakden vermişti. Meblağ yine aynıdır: 240.000 akçe. MAD 3841, s. 29. 242 B. Ş. S., B. 131/40a. 243 Üsküdar Ş. S. 347/166.

77

Page 79: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Edirne’de de durum ordu akçesi talepleri açısından farklı değildir. Bazen aynı muhitte oturmak bile bu türden taleplerle karşılaşmaya neden olmaktadır. Örneğin eskici taifesinden Ahmed’in 16 Zilhicce 1131/30 Ekim 1719’da gönderdiği arza göre Edirne’de Sultan Süleyman kurbunda Küçük Areste’de oturan haffaflar fermanla Büyük Areste’ye naklolunmuşlar, boş kalan Küçük Areste’deki dükkanlardan birine yerleşen Ahmed’den de ordu akçesi için kendilerine yamak olmasını istemişlerdi. Ahmed eskicilerin iki hayme ile zaten seferlerde görev aldığını kendisinin de bu iki hayme ile seferlerde bulunduğunu belirtmiş bu zorlamaların bir fermanla engel olunmasını istemiştir. Merkezi hükümet yaptığı araştırma sonucunda Edirne postalcıbaşısına ve kadısına hitaben yazdığı bir fermanla bu konuda postalcıların men olunmasını istemiştir244. 1150-1/1737-8 yılında bu kez Edirne’deki kırmızı halı boyayıcıları ordu akçesi için paçacı esnafına yamak olduklarını, paylarına düşen ordu akçesi dilimini onlara verdiklerini, ancak bu yıl kasapların bu vergiyi kendilerine de ödemelerini istediklerini bildirmişler, ayrıca bunu sağlayabilmek için boyayıcıların hammaddesi olduğu anlaşılan kestikleri koyun ve sığır kanlarını vermeyip baskıda bulunduklarından şikayet etmişlerdir. Mevkûfat defterlerindeki kayıtları araştıran merkezi hükümet 1128/1716 yılındaki sefer-i hümâyûnda Edirne’den ihraç olunan orducu esnaf arasında boyacıların gerçekten de paçaçı hırfetine yamak olduklarını belirlemiş ve sorunun Edirne kadısınca sonuçlandırılması için 12 Rebiülevvel 1151/30 Haziran 1738’de emr-i şerif göndermiştir245. Yine 19 Rebiülevvel 1154/4 Haziran 1741 yılında Edirne postalcılarından Yusuf, gönderdiği arzda kendilerine orducu ihracında yamak olan Büyük Areste’de kapı aşağısında bulunan 22 ve Küçük Areste’deki yine 22 haffaf dükkanından Küçük Areste’deki haffaf esnafları arasında hisselerine düşen ordu akçesini postalcılara vermeyenlerin bulunduğunu bildirmekte ve bunun için kendilerine emr-i şerif verilmesini talep etmektedir. Bu talep merkez tarafından uygun bulunmuş ve ordu akçesinin Küçük Areste’deki dükkan sahiplerinden tahsili hakkında emr-i şerif yazılmıştır. Belgede bu miktar belirtilmemişse de 1153/1740 yılında Edirne’deki postalcı esnafının 2 hayme orducu ihraç ettiği kaydedilmiştir246. Yamaklık konusunda şehirlerarası ticaret yapan esnaf en çok tacize uğrayan hırfet gruplarından birisidir. Başka bir kente ticaret yapmak için gitmiş olan esnaflar gittikleri kentin aynı işkolundaki esnaf loncaları tarafından bu loncaları ödedikleri ordu akçesine ortak edilmek istenmektedirler. Örneğin Evail-i Cemaziyelahir 1002 /Mart ortaları 1594 yılında Bursa’ya ticaret yapmak amacıyla gelmiş olan İstanbul kazzazlarından üç Yahudi, kendi dükkanlarının İstanbul’da olduğunu, kazançlarını İstanbul’dan sağladıklarını ve ordu, kasap ve diğer vergilerini bu kentte ödemiş olduklarını belirttikten sonra sadece bir süreliğine geldikleri Bursa kentinin Yahudiler kethüdasının

244 Cevdet Belediye 749. 245 Cevdet Belediye 4430. 246 Cevdet Askeriye, 49264.

78

Page 80: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kendilerinden ordu vesair vergi istediğini şikayet etmekteydiler. Kethüda ise bu tüccarların kazançlarının Bursa’da olduğunu belirtmiş ve bu türden vergilerin ödenmesinde kendilerine yardımcı olduklarını söylemiştir. Mahkeme kazzazlar üzerine çok fazla vergi yüklenmemesi için kethüdaya tenbihde bulunmuş, sözkonusu kazzazlar da mahkemede hazır bulunduğu anlaşılan Bursa kazzazlar şeyhine, Bursa kazzazlarına bu verginin ödenmesinde kendi rızaları ile yardımda bulunacaklarına dair söz vermişlerdir247. Loncalar arasında ordu bedelinin ödenmesiyle ilgili mahkeme huzurunda yapılan ve kadı’nın onayına sunulan bu türden sözleşmelere ait elimizde pek çok örnek vardır. Örneğin 7 Zilhicce 1122/27 Ocak 1711 yılında İstanbul’da Ortakapı’daki abacılar ordu bedeliyesi olarak Yedikule Kapısı dışında Küçükköy’de bulunan abacılardan 1.000 akçe talep etmişler, onlar da bu meblağı fazla bularak ödeyemeyeceklerini bildirmişler, sonunda iki taraf 400 akçe üzerine anlaşmışlardır248. Yine İstanbul’da 9 Zilhicce 1122/29 Ocak 1711 tarihinde bu kez İstanbul terzileri ile Uzun Çarşı ve Kalkancılar Sûkun’daki kapamacı esnafı arasında bu türden bir anlaşma gerçekleşmiş, kapamacı esnafı terzilerin istediği 4.000 akçelik ordu-yı hümâyûn bedeliyesini tahammüllerinden fazla olduğunu bildirerek kabul etmemişler, ancak bu konu bilgisi olan müslümanlardan soruşturulduğunda Uzun Çarşı ve Kalkancılar Sûkunda bulunan kapamacıların öteden beri 3.500 akçe verigeldikleri anlaşılmış bu miktar iki tarafça uygun bulunarak sicille kaydedilmiştir249. Yine belgelerden anlaşıldığına göre sefere hiçbir hırfete bağlı olmadan orducu olarak gitmek yamak olarak katılmaktan çok daha iyi bir durumdu. Başka loncaların yamaklık talepleriyle karşılaşan loncalar bağımsız olarak sefere gitmek için devletten izin istemekteydiler. 18 Rebiülahir 992/29 Mart 1584 yılında böyle bir olay İstanbul kılıççı esnafı ile bıçakçılar arasında geçmişti.

Bıçakçılar dergâh-ı mu’âllâya gönderdikleri temsilciyle bu güne kadar içlerinden orducu ihraç olunmadığını, kılıççıların buna rağmen kendilerine yamaklık teklif ettiklerini eğer orducu ihraç olunacaksa kendilerinin yamak olarak değil de müstakil olarak orduya katılmak istediklerini bildirmişler, yönetim de bunu onaylayarak İstanbul kadısından kaç nefer kılıççı ihraç olunacaksa o kadar da bıçakçı ihraç edilmesini istemiştir250. Esnaf arasındaki bu türden anlaşmazlıklar merkezi yönetimin işe karışmasına neden olmaktadır. Zaten kentlerdeki esnaf gruplarından hangilerinin, hangi esasa göre sefer sırasında orduya hizmet edeceği, İstanbul’dan gönderilen fermanlarla tayin edilmekte ve bu tayine eskiden beri süregelen geleneğin örnek teşkil ettiği

247 B. Ş. S., B. 113/169. Yine İstanbul Yahudilerinin Bursa’da ordu, avârız-ı divaniye, ispençe, haraç v.s vergilerini ödemeleri konusunda üzerilerine baskı yapıldığına dair şikayetleri için B. Ş. S., B. 113/994. 248 İstanbul Bâb Mahkemesi 95/50a2. 249 İstanbul Bâb Mahkemesi 95/50b2. 250 MD 52/846, s. 319. Aynı hırfet grupları ve aynı konuyla ilgili olarak yine MD52/932, s. 348’de 4 Rebiülahir 992/15 Nisan 1584 tarihli hüküm.

79

Page 81: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

anlaşılmaktadır251. Loncaların merkezi yönetim nezdindeki konumları ve “mutad-ı kadim” uygulamalar değişikliklerin oluşmasını engellemektedir. Bu türden uygulamaların zaman içerisinde yerleştikleri ve gelenek haline geldiği görülmektedir. Oysa başlangıçta tam bir sayı, belirli bir oran resmi yazışmalarda geçmemektedir. Genellikle bir sene önceki kadar orducu istenmekte ve orducu ihracı büyük ölçüde yerel otoritelere bırakılmaktadır. Örneğin 25 Zilhicce 990/20 Ocak 1583’de İstanbul kadısına gönderilen bir hükümde seferde serdar tayin olunan Ferhad Paşa’ya İstanbul’dan geçen sene ihraç edilen miktarda orducu esnaf çıkarılıp gönderilmesi istenmektedir252. Bu durum Bursa için de geçerlidir. 21 Rebiülevvel 992/2 Nisan 1584 yılında Bursa’dan geçen yıl orduya ne miktar kasap ihrac olmuşsa bu yıl için de o miktarda kasap ihraç edilmesi ve bunların geçen seneki gibi sipahi oğlanları ağası yanında seferde bulunup hizmet etmeleri bildirilmiştir253. Orducu talepleriyle kendilerine askeri sistem içinde yer bulan ve sefere katılan loncalar için bu hizmeti yerine getirmenin en önemli koşulu güçlü bir sermayeye sahip olmaktır. Çünkü devletin istediği ölçülerde uzun süren sefer boyunca hizmette bulunabilmek ve ustanın kendisine sefer boyunca gereken malzemeleri sağlanabilmesi lonca tarafından desteklenmesine bağlıydı. Yoksa kendi birikimiyle sonucu belli olmayan, uzun sürebilecek ve bu sırada türlü tehlikelerle karşılaşması muhtemel bir usta bu hizmetini nasıl sunabilecektir? Bu yüzden merkezin orducu talepleri ile karşılaşan ustalar sık sık bu hizmeti karşılayabilecek kadar zengin olmadıklarını belirterek bu görevden aflarını istemektedirler. Loncalardan bu türden yakınmalar ve taleplerle karşılaşan merkezi devlet sorunu yamaklık uygulaması ile çözmeye çalışmaktadır. Bursa’dan orducu isteyen devlet, kılıççıların hem kentte sayıca az, -bu tarihte Bursa’da sadece üç kılıççı bulunmaktaymış- hem de bunların fakir olduklarını Bursa kadısının sunduğu ilâmla öğrenmiş, ancak 26 Safer 991/21 Mart 1583 yılında gönderdiği hükümde seferde kılıççıların lazım ve önemli olduklarını bildirerek, kılıççılara yamak yazılarak bunların seferde yeralmalarını istemiştir. Aynı hükümde Bursa’daki başçıların da aynı şekilde sefere katılmaları istenmektedir254. 26 Safer 991/21 Mart 1583 yılında Anadolu Eyaleti’nin bazı sancaklarından istenen orducular255, 18 Safer 992/1 Mart 1584 yılında bu sancakların ahalisinin orducu olarak görev almaya güçlerinin olmadıklarını bildirmelerine rağmen merkezi devlet tarafından ısrarla istenmişlerdir256. Bu örnekler bize taşra loncalarının bu görevlendirmede hiç de gönüllü olmadıklarını göstermektedirler. Bir taşra loncası için büyük kentlerdeki lonca örgütlenmesine erişebilmek hatta merkezi devletin gözünde vergilendirme alanında onunla eşit tutulmak maddi açıdan sıkıntı verici olmakltadır. 8 251 Ergenç, a.g.e., aynı yer. 252 MD 44/241, s. 131. 253 MD 52/858, s. 353. 254 MD 44/331, s. 163. 255 Bkz. 183 nolu dipnot. 256 MD 44/453, s. 214.

80

Page 82: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Rebiülevvel 992/20 Mart 1584 yılında Tire’den bu konuyla ilgili olarak kadı aracılığıyla ahaliden gelen itiraz ilginçtir. Önceden beri Tire’den orducu ihraç olunmadığını bildiren ahali, üstelik bu yıl için kazançlarının oldukça az olduğunu bildirerek orducu olarak hizmet sunmalarına imkanları olmadığını bildirmişlerse de merkezi devlet her zaman orducu ihraç edilmediğini ve sadece bir defaya mahsus olmak üzere orducu ihraç etmelerinde ısrar etmektedir257. Ancak bu bir defalık istek bir sonraki yılda tekrarlanmıştır. 23 Rebiülahîr 993/25 Nisan 1585 yılında Doğu seferine serdar tayin olan ve Erzurum’da bulunan Osman Paşa’ya katılmak için Anadolu askeri ve beğlerbeği ile beraber kadimden ordu çıkarılan kazalardan 6-7 yılda bir ve müstemi’den ordu çıkarıldığı ve Tire’den de kadı aracılığıyla kasap, ekmekçi, başçı, aşçı, bakkal, çukacı, attar, sarraç, pabuççı, çizmeci, terzi, bezzaz, berber, hallaç, nalçacı, arpacı, nalband, çakşırcı, mumcu, muytab, semerci, eskici, yaycı, kılıççı, tüfenkçi ve kazzaz loncalarının her birinden birer nefer orducu olarak yazılıp gönderilmesi istenmekteydi. Orducuları seçip gönderecek olan kadı bunları ve verilen akçeleri mufassalan defter halinde kaydedip, Anadolu Beğlerbeğine bir suretini gönderecekti. Hükmün birer sureti Birgi, Alaşehir, Kangırı ve Tosya kadılarına da gönderilmişti258. Fakat bazen de devlet yerel düzeydeki itirazlara kulak vermekte ve bu isteminden vazgeçmektedir. 12 Rebiülahir 992/23 Nisan 1584’de Balıkesir kadısına gönderilen hükümde kaza ahalisinin gönderdikleri sicill-i mahfuzdaki kendilerin fukara ve seferde kendilerinden istenen orducu bu tarihe dek istenmemiş iken ve kasabadaki her hırfette görev yapan neferlerin 5-6’dan fazla olmadığını ve hepsinin 5.000 akçeden fazla sermayelerinin olmadığı ve bu görevden aflarını isteyen gerekçelerini kabul etmiş ve kazadan orducu ihracı uygulanmamış ise bundan sonra da uygulanmamasını bildirmiştir259. Yine 15 Cemaziyelevvel 993/15 Mayıs 1585 yılında bu kez Giresun halkı bu türden bir şikayeti İstanbul’a gönderdikleri mektupla anlatmaktadırlar. Bu tarihe kadar kendilerinden orducu istenmediği ve yazılı bakkal, ekmekçi v.s. ehl-i hireften kimse olmadığı halde her sene beğlerbeği tarafından her hırfetten orducu ihrac edilip pazarbaşı ile sefer-i hümâyûn’a göndermekte olduklarını, bu iş için kentlerine mektup ve adamların gönderildiğini, bunların da kendilerine çeşitli zorluklar çıkardığını belirtmişlerdir. Devletin bu işle görevlendirdiği resmi memurlar işlerini

257 MD 44/491, s. 230. Genel olarak seferlerde orducu olarak görevlendirilmek hatırı sayılır bir risk taşımaktadır. Sefer devamınca gerekli ürünleri kendi keselerinden ödeyerek ordu ile beraber sefere giden orduculardan sağlayan ve başarılı bir seferden sonra elde ettiği ganimetlerle bu ürünleri değiş tokuş eden askerlere satış yapmak çok kârlı olmakla birlikte, ordu mağlup olduğu ve bu mağlubiyetin bozguna dönüştüğü durumlarda da tüm sermayenin ve hatta hayatın kaybedilmesi de mümkündü. Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s. 97. 258 MD 59/187, s. 43. 259 MD 52/937, s. 350. Ancak Balıkesir kadısı ile eski Basra defterdarı olup hala Hüdavendigâr, Karesi ve Biga sancakları muhafızı Mehmed’e gönderilen 13 Şaban 1003/23 Nisan 1595 yılına ait hükümde kentte yine adamların gelip emre aykırı olarak orducu talep etmeye devam etmekte olduğunu görmekteyiz. MD 73/972, s. 440.

81

Page 83: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

devletin belirlediği zamanlamada yapmaya çalışırken ister istemez bazı usulsüzlükler uygulanmışa benzemektedir. Merkez eskiden beri kazadan orducu istenmemiş olduğunu belirleyerek bundan sonra da kasap, ekmekçi, bakkal v.s. esnaftan orducu yazılmamasına karar vermiştir260. Evâsıt-ı Şaban 1004/Nisan ortaları 1596 tarihli bir fermandan Ankara semercileri daimi orducu vermekten zayıf düştüklerini belirterek kendilerine yardımcı olması gereken keçecilerin “biz kadîmden orducu viregelmedik” diye hizmetten kaçındıklarını bu durumun önlenmesinin emredildiğini öğreniyoruz261. Yine Evâil-i Şaban 1006/Mart başları 1598 tarihli bir fermanda, Ankara ser-traşları (berberleri)’nın, padişaha arzda bulunarak, sayılarının azlığı sebebiyle Ankara ehl-i hirefinden hamamcıların, dellâk, nâtır ve köylerde çıracılık yapanların kendilerine yamak tayin olunup, ordu-yı hümâyûna muavenet etmeleri için hükm-i hümâyûn talep ettikleri kaydedilmektedir262. Kanun-ı kadîm adıgeçen grupları berberlere yamak olarak muavenet etmelerine olanak tanımakta hatta bunu zorunlu bir şekilde uygulatmaktadır. Çünkü, 19 Ramazan 1009/24 Mart 1601 tarihli bir mahkeme zaptından, Ankara ser-traşlarından üstâd Hüseyin bin İbrahim, Abdi bin Emir ve yanındakiler, nâtır Hasan bin Abdullah, Hüseyin bin Mustafa huzurlarında kendileri ile birlikte orducu vermeleri gerekirken, vermediklerinden dolayı şikayet ettiklerini öğreniyoruz. Nâtırların inkarı üzerine Seyyid Ahmed Çelebi bin Şehsuvar ve Nakîb Ali Halife bin Haydar adlı kimseler, “ordu-yı hümâyûn için orducu ihrâc olundukta her zaman nâtırlar ser-traşlara muavenet idegelmişlerdir” diye tanıklık etmişler ve nâtırlara “karar-ı sâbık” üzere yardımcı olmaları tenbîh olunmuştur263.

Vergilendirmenin ne şekilde yerine getirileceği kararında son söz merkezi yönetime aitti. Esnafın askeri seferlerde yükümlülüklerini nakden mi yoksa hizmet olarak mı yerine getirmesi gerektiği merkezi yönetimce kararlaştırılıyordu. XVI. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’deki önemli olarak görüldüğü anlaşılan belli başlı merkezlerden de istendikleri anlaşılan orducu esnafı, daha sonraları büyük ölçüde İstanbul, Edirne ve Bursa esnafı arasından seçilerek görevlendirilmekteydi. Önceden hizmet olarak vergilerini sunan kentler daha sonraları bu yükümlülüklerini nakit olarak ödemeye başlamışlardı. Örneğin 2 Zilhicce 1126/9 Aralık 1714 tarihinde Mora seferi için için Sofya’dan 1.099 kuruş, Selanik’den 2.181,5 kuruş, Üsküb’den 1.454,5 kuruş, Yenişehir ve Tırhala’dan 545,5’er kuruş, Siroz’dan 727 kuruş ve Filibe’den 1.818 kuruş olmak üzere toplam 8.371, 5 kuruş orducu bedeli alınmıştır264. Yine 1185-6/M.1772-3 yılında Rusya üzerine açılması düşünülen seferde görevlendirilecek ordu esnafı, sadece bilâd-ı selase’den aynî olarak istenmiş, Rumeli’deki Sofya, Selanik, Üsküp, Yenişehir, Tırhala, Siroz, ve Filibe 260 MD 58/184, s. 63. 261 Ergenç, a.g.e., aynı yer.. 262 Ergenç, a.g.e., s. 98. 263 Ergenç, a.g.e., aynı yer.. 264 MAD 3284, s. 259. Ayrıca bkz. MAD 9902, s. 65. Bir yıl sonra aynı kazalardan yine aynı miktarda orducu bedeli alınmıştır. MAD 3818, s. 63.

82

Page 84: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kentleri bu yükümlülüğü nakit olarak karşılamışlardı265. 22 Safer 1186/25 Mayıs 1772 yılında Üsküp kenti esnafından toplanması istenen 1.454.5 kuruş ordu bedelinin toplanıp ordu-yu hümâyûna götürmekle görevli dergâh-ı âlî gediklilerinden seyyid Mehmed Beğ’e teslim edildiğini ve sicille kaydedildiğini Üsküp kenti kadısının gönderdiği ilâmdan anlıyoruz266. Bazı durumlarda da merkezi hükümet önceden fiilen hizmet olarak istediği vergiyi paraya çevirebilmekteydi. 4 Rebiülahir 1149/1 Ağustos 1737 tarihinde Bursa kadısına yazılan bir hükümde önceden Bursa kentinden iktiza eden 39 hayme ordu esnafı ordularının ihraç olunmayıp bedeli olarak belirlenen 3.380 kuruşluk hayme mesarıfının kentteki esnaftan tahsil olunup şitâ-yı hümayûna gönderilmesi istenmekteydi267. Öyle görünüyor ki devlet tarafından hizmet karşılığı esnaftan alınan bu para onların hizmette bulundukları süre içersinde 265 Cevdet Askeriye 3400. Bu yıllar için Sofya 1099 kuruş 1 sülüs, Selanik 2181,5 kuruş 1 sülüs, Üsküp 1454,5 kuruş, Yenişehir 545,5 kuruş, Tırhala 545,5 kuruş, Serez 727 kuruş 1 sülüs, Filibe ise 1818 kuruş 1 sülüs olmak üzere toplam 8371 kuruş 1 sülüs ordu bedeli ödeyeceklerdi. Meblağa bakıldığında yaklaşık 50 yıllık bir zaman için sabit kaldığı görülebilir. Burada kabaca adı geçen kentlerin ödedikleri ordu bedelleri karşılaştırılarak hangilerinin diğerlerine göre daha canlı bir lonca bir örgütlenmesine, dolayısıyla daha canlı bir üretime sahip oldukları söylenebilir. Oysa 27 Receb 973/17 Şubat 1566’da Rumeli beğlerbeyi ile Selanik, Üsküp, Sofya ve Filibe kadılarına gönderilen hükümde birer tane kasap, başçı, aşçı, ekmekçi, bakkal, çukacı, attar, sarrac, pabucçı, gazzaz, terzi, hallac, çakşırcı, demirci, semerci, eskici, mumcu, nalbant ve nalçacı gönderilmesi istenmektedir. MD 5/1040. Aynı sefer için Anadolu ve Karaman eyaletlerinden de orducu esnaf gönderilmesi için Anadolu beğlerine hüküm gönderilmiştir. MD 5/1041, /1049 ve /1081. Yine 16 Receb 986/18 Eylül 1578 tarihinde Üsküp, Sofya ve Filibe kazaları ehl-i hirefinden orducubaşı dergâh-ı muallâm kapıcılarında Tokatlı Mehmet maarifetiyle aynî olarak 2 nefer kasap, 4 ekmekçi, 2 başçı, 2 aşçı, 2 bakkal, 1 çuhacı, 1 attar, 2 sarraç, 2 pabuççı, 2 çizmeci, 2 terzi, 2 gazzaz, 2 boyacı, 2 berber, 2 hallaç, 1 nalçacı, 2 bozacı, 2 nalband, 4 arpacı, 1 çakşırcı, 2 muytab, 2 semerci, 2 eskici, 2 mumcu, 1 yaycı ve 1 kılıççı orducu olarak ihraç edilmesi hükmü gönderilmişti. MD 35/590. s. 236. Yine Cemaziyelevvel 995/Nisan 1587 tarihinde Sofya, Filibe, Üsküp, Tatarpazarı, Köstendil kadılarına Sofya’da Rumeli valisi Mehmed Paşa emrinde toplanacak ordu için sanatlarında uzman 2 kasap, 4 ekmekçi, 2 başçı, 2 bakkal, 1 çuhacı, 1 attar, 2 sarraç, 2 pabuççı, 2 destici, 2 terzi, 2 gazzaz, 2 boyacı, 2 berber, 2 hallaç, 1 nalçacı, 2 bozacı, 2 nalband, 4 arpacı, 1 kılıççı, 1 yaycı, 1 çakşırcı, 2 muytab, 2 semerci, 2 iğneci ve 2 mumcunun malzemeleri ile Valiye teslim edilmesi, bunların isim ve kefillerini gösteren bir defterin de -bu defter ayrıca sicile de kaydedilecekti-gönderilen kapucuya teslim edilmesi istenmekteydi. Hükmün sureti aynı koşullarda olmak üzere ve 2 kasap, 4 ekmekçi, 2 başçı, 2 aşçı, 2 bakkal, 1 çuhacı, 1 attar, 2 sarraç, 2 pabuççı, 2 çizmeci, 2 terzi, 2 gazzaz, 2 boyacı, 2 berber, 2 hallaç, 2 nalçacı, 2 bozacı, 2 nalband, 4 arpacı, 1 kılıççı, 1 yaycı, 1 çakşırcı, 2 muytab, 2 semerci, 2 iğneci, 2 mumcu ihracı için Silistre, Niğbolu ve Rusçuk kadılıklarına da gönderilmiştir. MD 63/5, s. 4. 266 Cevdet Askeriye 48825. Belgede ayrıca Üsküp’den ordu bedelinin toplanmasının söz konusu tarihinden 2,5 ay önce gerçekleştirildiği ve teslim edildiği belirtilmektedir. Üsküp kenti lonca örgütlenmesinin burada dikkat çekici olduğunu belirtmek gerekir. 28 Cemaziyelahir 1151/13 Eylül 1738’de seferdeki sadr-ı azam dairesi ve saire için gereken çadırlar ,çadırcı amelesinin orducu olarak görev alması nedeniyle diktirilememiş, çadır ve çerkeleri dikmek ve tamir etmek için ücretleri hassa hazinesi tarafından ödenmek üzere bu kentte sayıları çok olduğu belirtilen çadırcılardan 10 üstad çadırcıyı ihraç ettirmesi için Üsküp kadısına hüküm gönderilmiştir. Cevdet Askeriye 42517. 267 Cevdet Askeriye 22598.

83

Page 85: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

loncalarından kendilerine seferdeki masrafları karşılığında lonca içersinde toplanıp verilen paraydı. Bu meblağ esnaf ihtiyarları, kethüdaları ve yiğitbaşıları tarafından toplanıp kadı tarafından onaylanıyordu.

Bursa için bu türden bir liste elimizde bulunmaktadır. 1039/1629268 ve 1040/1630269 yıllarında Şark seferi için iki kez Bursa’dan aynî orducu ihracı istenmiştir. Özellikle ikinci talep oldukça ilginçtir. Belgede, 1040/1630-1 yılında Şark seferinde serdar olan Hüsrev Paşa’nın yanındaki askerlerle doğu sınırında kışladığı belirtiliyor ve Bursa’dan adet olduğu üzere vaktinde orducu ihraç edilip bu işle görevlendirilen dergâh-ı mu’âllâ kapıcılarından Receb’le İstanbul’a gönderilmeleri isteniyordu. Kentten orducu olarak ihraç edilecek ustaların dirliğe tassarruf etmeyenler arasından seçilmeleri ve ayrıca dirlik sahibi sipahi ve yeniçerilerin de orducu arasına karışmamaları istenmekteydi. Evâil-i Zilkade 1043/Mayıs 1633 yılında Bursa’dan ihraç edilen orducu hırfet grupları ve loncalarından aldıkları paralar aşağıdaki gibidir270:

HIRFET MEBLAĞ

(Akçe) USTALARIN İSİMLERİ

Habbâzân 30.000 Hayme-i evvel Musa, Mehmed-Hayme-i sani Hasan, Edhem Bezzazân 14.000 Hayme-i evvel Halil, İbrahim-Hayme-i sani Mehmed, Musa Kassabân 40.000 Hayme-i evvel Koyun Abdullah, Mehmed Bali Hayme-i sani Ali

Abdullah, Mehmed Veli Bakkalân 60.000 Hayme-i evvel Müstehâb Mehmed-Hayme-i sani Murad Ramazan Hayyatân 16.000 Hayme-i evvel Veli, Abdullah-Hayme-i sani Murad, Ramazan Arpacıyân 8.000 Hayme-i evvel HacıMehmed ve Davud Hayme-i sani Bali müstehâb Muytabân 7.000 Hayme-i evvel Halil, Osman- Hayme-i sani Mehmed, Mustafa Nalçacıyân 12.000 Hayme-i evvel Salih, Mehmed-Hayme-i sani Mehmed, İbrahim Attarân 8.000 Hayme-i evvel Yusuf, Abdullah- Hayme-i sani Mustafa, Abdullah Baytarân 9.000 Hayme-i evvel Mustafa Şaban- Hayme-i sani Piri, Hızır Çizmeciyân 13.000 Hayme-i evvel Abdi, Abdülkerim- Hayme-i sani Ali, Mehmed Başçıyân 20.000 Hayme-i evvel Osman, Himmet- Hayme-i sani Ali, Mehmed Hallacân 6.000 Hayme-i evvel Hufran (?), Abdullah- Hayme-i sani Yusuf,

Abdullah Kazzazân 18.000 Hayme-i evvel es-Seyyid Mehmed, es-Seyyid Ali- Hayme-i sani

İbrahim, Sadi Cullahân 8.000 Hayme-i evvel Ali, Mehmed- Hayme-i sani Yusuf, Abdullah Sarracân 7.000 Hayme-i evvel Mustafa, Ahmed- Hayme-i sani Halil, Ahmed Kavvasân 13.000 Hayme-i evvel Mehmed, Derviş- Hayme-i sani Osman, Hasan Seyyafân 3.000 Hayme-i evvel Cafer, Abdullah- Hayme-i sani Mustafa, Ahmed Mumcıyân 8.000 Hayme-i evvel Ömer, Mehmed- Hayme-i sani Maden (?), Musa Aşçıyân 14.000 Hayme-i evvel Abdullah, Ali Semerciyân 6.500 Hayme-i evvel Hasan, Abdullah- Hayme-i sani Avz, Bayram Pabuçcıyân 10.000 Hayme-i evvel Irzman, Mustafa- Hayme-i sani Mehmed, Ahmed Eskiciyân 8.000 Hayme-i evvel Sadık Hasan- Hayme-i sani İsa, Yusuf Çukacıyân 18.000 Hayme-i evvel Ahmed, Hüseyin- Hayme-i sani Mehmed, Durak

268 B. Ş. S., B. 59/81a. 269 B. Ş. S., B. 59/154b. 270 B. Ş. S., B. 59/99.

84

Page 86: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Bozacıyân 20.000 Hayme-i evvel Hamza, Hüseyin- Hayme-i sani Sefer, Abdullah Bu paraların yerinde kullanılıp kullanılmadığının denetimi öncelikle

lonca içersinde gerçekleşmektedir. Örneğin Evâil-i Receb 1002/Mayıs 1594 tarihinde Bursa’da attarlar şeyhi olan Ahmed bin Şemseddin mahkeme huzurunda ve attarlar loncasının ileri gelenleri önünde loncadan 1001/1592-3 yılı ordu ihracı konusunda toplam 7.887 akçe toplandığını, bu meblağın 6.000 akçesini ordu için tayin olunan kişiye teslim ettiğini, 1.200 akçeden fazlasını da mahkemede hazır bulunan Mustafa bin el-Hac Hasan adındaki attara emanet olarak verdiğini belirtmiştir271. Bazen bu oto-kontrol mekanizmasına güvenmeyen merkezi yönetim kendi görevlilerini bu işle koşmaktadır. Örneğin 4 Zilkade 1194/2 Kasım 1780’de bu türden bir belge durumu açıklığa kavuşturmaktadır. Yine Bursa kentinden 24 hırfet grubu toplam 39 hayme olarak belirlediği orducuları için değişik miktarlarda paraları sefer masraflarında kullanabilmeleri için loncalarından toplanmış, ancak merkezi yönetim aynî ordu ihracı yerine toplam 3.380 kuruş tutan bu meblağı görevlendirdiği bir mübaşir aracılığıyla ordu-yı hümâyûna teslim edilmesini istemişti. Orducu listesi ve kendi masrafları için belirlenen miktarlar şöyledir272:

HIRFET GRUBU

HAYME MEBLAĞ (KURUŞ)

Attarân 2 120 Bezzazân 2 140 Habbazân 2 420 Çizmeciyân 2 80 Mumcıyân 1 90 Hallacân 1 40 Haffafân 2 100 Gazzazân 2 150 Semerciyân 1 40 Eskiciyân 2 120 Çukacıyân 2 130 Kemangirân 1 60 Sarracân 1 80 Nalbandân 2 100 Bakkalân 2 800 Arpacıyân 2 70 Aşcıyân 1 70 Muytabân 2 90 Hayyatân 2 90 Berberan 2 100 Kassabân 1 150

271 B. Ş. S., B. 113/246. 272 Cevdet Askeriye 13316. Ankara için bu listeye benzer ve çok daha erken tarihli (Zilhicce 1002/Eylül 1594) bir belge için bkz. Ergenç, a.g.e., s. 97.

85

Page 87: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Şimşirgirân 1 80 Nalçacıyân 2 120 Başçıyân 1 140 Toplam 39 3.380

Bu türden orducu seçimlerinde merkezi yönetim loncayı muhatap kabul

etmekte ve sefere hangi ustanın gideceğini loncanın belirlemesine itiraz etmemektedir. Fakat yönetimle loncalar arasındaki koordinasyonu sağlayan görevli kadıdır. Merkezi yönetim tarafından gönderilen fermanın kadıya ulaşmasıyla kadı, naibi veya danişmendine havale edemeyeceği doğrudan kendisinin sorumlu olduğu bir görevle karşı karşıya kalmaktaydı. Bu görevin doğrudan kadının sorumluluğuna bırakılması, seçim ve atamaların önem ve güçlüğünün bir göstergesi olmaktaydı. Böylece kadı, lonca ihtiyarları, kethüda, yiğitbaşı ve diğer ustaların bir araya gelmesi sonucu sefere hangi usta veya ustaların gideceği ve bunlara masraf olarak ne kadar paranın gerekeceği belirlenmektedir. Burada kadının lonca temsilcilerinin lonca hakkında verdiği bilgilerden etkilenmesi muhtemeldir273. Ancak XVIII. yüzyıla ait fermanlarda bu konuda giderek loncaların etkisinin arttığını ve “ma’rifet-i şer ve cümle esnâf ma’rifetlerile” gibi ibarelerin sıkça görülmeye başladığını gözlemleriz274. Bu da yönetimin ustaların seçiminde loncaların müdahalesine sıcak baktığını ve bunu kabullendiğinin bir göstergesi olmaktadır. Ferman ve şer’î mahkemeler ile ilgili belgelerin, lonca temsilcilerinin kadı huzuruna çıkışlarını kaydeden her bölümünde, loncayı temsil eden kişiler olarak kethüdâ ve yiğitbaşının yanısıra ihtiyarların da adı geçmekte, lonca heyetinden hiç söz edilmemektedir. Lonca içinde etkili güç taşıyanların, bu gücü elde edişlerinde içinde yaşadıkları toplumun değer ölçülerinin rol oynadığı açıktır. Bu ölçüler içinde en başta geleni yaştır. Resmi makamlar da bu gerçeği gördüklerinden ihtiyarları loncanın gerçek temsilcileri saymaktadırlar275. Bunlar tecrübeli, faal, prestij ve otorite sahibi ustalar arasından, meslektaşları tarafından seçilmektedirler. Kethüda ve yiğitbaşı ile sıkı bağlar içinde çalışan ihtiyarlar heyeti, esnaf loncasının esas unsuru olarak gözükmektedir. Yiğitbaşıların ve belki de kethüdaların ihtiyarlar arasından seçilmeleri kuvvetle muhtemeldir276.

273 Veinstein, a.g.e., s. 309. 274 Ergin, a.g.e., İstanbul Kadı sicili no 35, Zilkade 1185/5 şubat-5 mart 1772 tarihli C. I, s. 632. Kadı veya lonca ileri gelenleri devletin orducu talepleri sırasında lonca temsilcileri, loncaları ile ilgili sıkıntıları üst kademelere aktarabilmekteydiler. Esnaf ihracı için fermanlar gönderilirken bu sorunlarla ilgili verilen kararlar da bu belgelerde yer alabilmekteydi. Örneğin Mora seferi için orducular arasında yeralan İstanbul bakkalları, turşu ve sirke yapmalarına karşı çıktıkları anlaşılan turşuculara karşı bir ferman alarak korunmuşlardı. MAD 3284, s. 256. Oysa 1018/1609 yılında bakkallar, ağdacı ve helvacılarla birlikte sirkecilerin şikayetiyle sirke işlemekten men edilmişlerdi. Refik, a.g.e., s. 45. 275 Gabriel Baer, ‘Türk Loncalarının Yapısı ve Bu Yapının Osmanlı Sosyal Tarihi İçin Önemi’ (Çev. Sami Ferliel), Tarih Araştırmaları Dergisi, C. VIII-XII, sa: 14-23 (1975), s. 113. 276 Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay-Enver Özcan), Ankara 1990, C. I, s. 352.

86

Page 88: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Öte yandan orducu seçimi sadece müslüman ustalardan değil, her dine mensup zanaatkârlar arasından yapılabilmekteydi. Bunun nedeni seferde bulunması istenen mesleklerin bazılarının sadece veya çoğunlukla gayrimüslimlerce yapılıyor olmasıydı. Ancak merkezi devlet bu organizasyonların yolunda gitmesi işine sadece lonca görevlilerinin değil, başka görevlilerin de katılımını gerekli görüyordu. Yazılan yazılar bazen pek çok görevliyi sorumlu tutacak şekilde geniş bir görevlendirmeye yol açmaktaydı. Örneğin 14 Safer 1156/9 Nisan 1743 yılında açılacak seferdeki askerlere gereken ürünlerin sağlanmasında zorluk çekilmemesi için ordu-yı hümâyûnda mevcut bulunacak hırfet gruplarının bilâd-ı selase’den aynî, diğer beldelerden ise bedellerinin tahsil edilmesi için dergâh-ı âlî yeniçerileri ağası, İstanbul kadısı, ordu ağası ve esnaf kethüda, ihtiyar ve üstadlarına hüküm gönderilmişti. Aynı belgede İstanbul, Edirne ve Bursa esnafının çıkarması gereken hırfet ve hayme sayıları da verilmişti277. Yine 28 Zilkade 1178/19 Mayıs 1765’de İstanbul’dan orduya katılacak 28 hırfetin aynî ordularının hazırlanması işi için İstanbul kadısı, rikâb-ı hümâyûn defterdârı Seyyid Osman’a, Sekbanbaşına, ordu-yı hümâyûn ağası el-Hac Ahmed’e ve esnaf kethüdalarına hüküm gönderilmişti278. Sözü geçen orducuların , ordu ağası olan tayin olunan el-Hac Ahmed marifetiyle yamaklarının yardımlarıyla düzenlenip nevrûz-ı fîrûzdan önce Şemin sahrasında hazır bulunmaları isteniyordu. 4 Cemaziyelahir 1182/16 Ekim 1768’de Edirne kadısına, saray-ı hümâyûndan ordu ağası olarak tayin edilen Ahmed’e, esnaf kethüdaları, ihtiyar ve ustalarına hitaben yazılan hükümde yine orduda bulunan askerlere gerekli malzemelerin sağlanmasında sıkıntı çekilmemesi gerekçesiyle Edirne’den gönderilecek 25 hırfet’in 49 haymelerinin düzenlenmesi, bunların gerekli olan masraflarının aralarında belirlenen yamaklarının yardım ve katkılarıyla hazırlanıp nevrûz-ı fîrûzdan 30 gün önce Davut Paşa sahrasında hazır bulunmalarının sağlanması istenmekteydi. Aynı hüküm, 24 hırfet ve 39 hayme için Bursa kadısına da gönderilmişti279. Sefere gidecek orducuların kendi loncaları ve yamakları olan diğer loncalardan sefer masrafları için topladıkları paralar ise genellikle çadır ve yük hayvanları temininde kullanılmaktaydı. 8 Rebiülevvel 1157/21 Nisan 1744 yılında Bağdat üzerine açılacak sefer-i hümâyûn için Edirne’den 25 ayrı esnaf grubu 49 hayme ile sefer masrafları ve kefilleri ile belirlenip kaydedilmişlerdi. Buna göre kefiller ve toplanan para şu şekilde dağılmıştı:

HIRFET GRUBU

HAYME MEBLAĞ (Kuruş)

ORDUCULAR KEFİLLER

277 Cevdet Askeriye 50318. Buna göre İstanbul 28 hırfet’den 85 hayme, Edirne 25 hırfet’den 49 hayme, Bursa ise 24 hırfet’den 39 hayme ile sefere katılacaktı. 278 Cevdet Askeriye 45615. Aynı hüküm Edirneden çıkarılacak 25 hırfet’den 49 hayme orducu için Edirne Monlası, Bostancıbaşısı, Ordu Ağası el-Hac Ahmed’e ve esnaf kethüdaları ile Bursa ‘dan çıkarılacak 24 hırfet’den 39 hayme orducu için Bursa Monlası, Ordu Ağası el-Hac Ahmed’e, ayan ve esnaf kethüdalarına hitaben yazılmıştı. 279 Cevdet Askeriye 12683.

87

Page 89: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Taife-i Habbazân

2 800 es-Seyyid Hasan bin el-Hac Ahmed, Merkar veled-i İsodi, Şobu veled-i Rali

es-Seyyid Mehmed ve Aleksan der mahalle-i Fındık Fakih

Taife-i Bakkalân

2 666 Mehmed bin Mustafa, Rali veled-i Yorgo, Save veled-i İsodor

Debbağ El- Hac Halil mahallesinde Kethüdaları Mehmed Ağalı Ali ve Acefhil veled-i Simo

Taife-i Kassabân

2 333 Hamzalı Ali, İsmail bin Mehmed

Noktacızadeden Mehmed bin Hamza, Ahmed bin Ali

Taife-i Aşçıyân

2 400 Liçu veled-i Kumhan Zincirlikuyu mahallesinden Nikola veled-i Yovan

Taife-i Hayyatân

2 200 Süleyman bin Hasan, Ahmed bin Abdullah

Demirboğadan Kagob veled-i Girko

Taife-i Başçıyân

1 250 Mustafa bin İbrahim, Yivo veled-i Tonu, Osman bin Musa

Kethüda İsmail bin Mehmed

Taife-i Çukacıyân

2 194,5 Mustafa bin Hüseyin Satı Hatundan Mustafa bin Abdullah

Taife-i Postalcıyân

2 70 Ahmed bin Mehmed Kethüdaları Mehmed bin Ahmed

Taife-i Eskiciyân

2 60 Ahmed bin Mehmed İmaret-i Mezidbekî’den Postalcı Mustafa bin Mehmed

Taife-i Muytabân

2 200 Hüseyin bin Ahmed, Mehmed bin Hasan

el-Hac Mercümek mahallesinden es-Seyyid Mustafa ibn es-Seyyid Mehmed, es-Seyyid Mehmed

Taife-i Kemangirân

2 220 Ali bin Mehmed Debbağ el-Hac Halil mahallesinden es-Seyyid Halil bin es-Seyyid Ali

Taife-i Nalçacıyân

2 250 Ali bin İbrahim, Halil bin Abdullah

Sinanlı mahallesinden Osman bin Abdullah, Tütüncü Halil Beşeli Osman

Taife-i Berberân

2 250 Ali bin Halil, Hasan bin Mustafa

Zenne Firuzdan İbrahim bin Hasan, Mustafa bin Ali

Taife-i Çamaşırcıyân

2 200 Ruso veled-i Dimitri, Dimitri veled-i Poldak

Sinan Beğden Dimitri veled-i Tiro

Taife-i Mumcıyân

2 85 Ali bin Mehmed Debbağ el-Hac Halil mahallesinden es-Seyyid Halil bin es-Seyyid Ali

Taife-i Bezzazân

2 194,5 Hasan bin Mustafa İmaret-i Mezidbeğden Ahmed Beşe bin Abdullah, Ahmed Efendi

Taife-i Haffafân

2 190 Ahmed bin Mehmed Firuz Ağadan Mustafa bin Mehmed

Taife-i Hallacân

2 200 Mehmed bin Ali, Hasan bin İsmail

el-Hac İslâm mahallesinden es-Seyyid Ahmed bin Mehmed, Hüseyin Beşeli Hasan

Taife- 2 200 el-Hac İbrahim bin Marif Hocadan İmam

88

Page 90: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

iGazzazân Osman, Molla Ali bin Mehmed

Ahmed Efendili Mehmed

Taife-i Şimşirgirân

2 350 Mehmed bin Ali, Hasan bin İsmail

el-Hac İslam mahallesinden es-Seyyid Ahmedli Mehmed, Hüseyin Beşeli Hasan

Taife-i Attarân

2 180 el-Hac İbrahim bin Abdullah, Molla Ali bin Mehmed

Marif Hoca İmamı Ahmed Efendi

Taife-i Sarracân

2 300 el-Hac Mustafa bin Kasım, Bektaş bin Mustafa

Hasan Efendili Mustafa

Taife-i Arpacıyân

2 125 Ali bin Osman Saclı Ali’den Ahmed bin Osman

Taife-i Semerciyân

2 200 Ali bin Osman, Mustafa bin İbrahim

Saclı Ali’den Usta Abdurrahman bin Abdullah

Taife-i Nalbandân

2 190 Hüseyin bin Hasan Medrese-i Ali Beğden Hasan bin Hüseyin

TOPLAM 49 (25 Esnaf grubu)

6.538 kuruş 40 akçe

43

Bu gruplar kendi ifadelerine göre; sefer-i hümâyûn için esnaftan

makbuz karşılığı aldıkları toplam 6.538 kuruşun bir kısmını hıyam (çadır) ve bargir alımında ve bir kısmını da her sınıfın kendisine gerekli mühimmata ve 3 ay süre ile bekledikleri asitâne-i sa’adette satın aldıkları hayvanların ihtiyaçlarına harcamışlar ve satın aldıkları bu malzeme ve hayvanlar dışında üzerlerinde hiçbir şey kalmamıştı. Orducuların bu satın alma ve diğer harcamaları kuşkulu bulan merkezi hükümet Edirne Kadısına, Edirne Bostancıbaşısı İsmail’e ve bu durumu soruşturmakla görevlendirdiği el-Hac Mehmed’e hitaben yazdığı hükümde sözü edilen toplam 6.538 kuruştan esnaf tarafından yapılan harcamanın soruşturulmasını, çadır, bevvâb v.s. mühimmatın kaydedilmesini, bargirlerin ise Edirne menzilcisine teslim edilmesi ve esnaf kethüdalarının ve yiğitbaşılarının üzerlerinde olması gereken akçelerin bunlardan tahsil edilip Edirne Bedesteninde dağıtılmasını istemekteydi280. Orducuların sefer sırasında kullanacakları malzemenin taşınması da önemliydi. 19 Rebiülahir 993/20 Nisan 1585 yılında İstanbul’dan Doğu seferi için ihraç edilen fermanlı orducuların kendilerine gerekli zahire ve araç-gereçleri Trabzon’a kadar gemilerle gönderilecek oradan ordu-yı hümâyûnun bulunduğu Erzurum’a ise Trabzon’dan kiralanacak hayvanlarla nakledilecekti. Bu iş için Trabzon beği ve kadısına hüküm gönderilmişti281.

Orducu olarak lonca ileri gelenleri tarafından görevlendirilen bu esnaflar sefer sırasında kullanacakları vergi karşılığı parayı loncalarından borç olarak alıyorlardı. Seferdeki askerlerle yapılacak alış verişlerde yapılan ticaretten elde ettikleri kazançlar bu borcu loncalarına geri ödemede

280 Cevdet Askeriye 25910. 281 MD 58/72, s. 24.

89

Page 91: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

kullanılmaktaydı. Bu konuda elimizde şeriyye sicillerinden örnekler bulunmaktadır. 12 Şevval 937/29 Mayıs 1531 tarihinde mahkeme huzurunda Antep bezzazlarından el-Hac Mehmed bin el-Hac Ömer sefere gittiği sırada Bezzazistan cemaatinden karz-ı hasen tarıkiyle ve bezzaz loncası kethüdası Ahmed kethüda marifetiyle 20.000 osmanî akçesi aldığını, sonrada bu meblağı yine kethüdasına 150 sikke altın ve 4.000 akçe olarak ödediğini belirtmiş Ahmed kethüda da bu olayın doğruluğunu onaylamıştır282. Bu durum loncalar için devletin ordu akçesini nakit olarak talep etmesinden çok daha iyiydi. Orduculuk hizmeti karşılığı ödenebilen bu vergi görüldüğü gibi loncalar arasından seçilip sefere gönderilen ustaların katılımı ile ödendiği taktirde loncaya çok da fazla külfet getirmemekteydi. Sonuçta sefere katılan tüm askerler bu ustaların potansiyel müşterileri idi ve başarılı geçen bir sefer sırasında kazanç da doğal olarak yüksek olacaktı. Sefer sırasında belirli hizmetlerin yerine getirilmesinde gereken malzemeyi kendi sermayesinden karşılayan lonca üyeleri yaptıkları satışlar sonucunda loncalarından aldıkları paraları geri ödeyebilmektedirler. Ancak sefer sırasında karşılaşılan başlıca güçlük bu malzemenin teminiydi. İyi bir kâr elde etmek için malzemelerin ucuza temin edilebilmesi gerekliydi. Ancak bu bir sefer sözkonusu olduğunda gerçekleşmesi güç bir olaydır. Bu grupların zarar etmemeleri için hammaddelerin narha uygun fiyatlarla satışının yapıldığı bölgelerin dışına çıkmamaları şarttır. Ancak böyle olduğu takdirde sermayelerini kurtarabilirlerdi. Yoksa uzun süren beklemeler, alış-verişin gerçekleşmediği durumlar ya da çok fazla fiyatla bulunabilen hammaddeler bu gruplar için bir felaketti. Sefer dışı zamanlarda bile gerek kıtlık gibi doğal afetler, gerek yabancı tüccarların yasaklanmış olmasına rağmen kentin yerli esnaf veya zanaatkârlarının işleyeceği hammaddeyi kaçak olarak satın alıp götürmeleri, gerek ülkedeki üretim azlığı, gerekse kent esnaf ve zanaatkârlarının stokçulukları, ülkede hammadde bulunmasını güçleştiren önemli olaylardı. Bunlar, hiç kuşkusuz üretmek isteyen esnaf ve zanaatkârları sıkıntıya sokuyordu. Bu durumun sefer sırasındaki bir Osmanlı ordusunda gerçekleştiğinde ordu pazarlarındaki mal ve üretimlerin fiyatlarını yükselteceği kuşkusuzdur. Önceden satın aldıkları bir hammaddenin işlenerek elde edilen mamülünün verilen fiyata (narh) bağlı olarak belli bir kâr payıyla satılırken, kıtlık sonucu yükselen hammadde fiyatı maliyetin artmasına neden oluyor, bu da, esnafa verilen kâr marjını ortadan kaldırıyordu. Bu durum, esnaf ve zanaatkârları önceden kâr eder bir halde iken sonradan yaptıkları işten zarar eder hale getiriyordu. Orducuların ordu karargâhına ulaşana kadar geçtikleri bölgelerden sefer sırasında askerler için hazırlayacakları ürünler için yaptıkları alış verişlerde satın aldıkları malların narha uygun olmasının başlıca denetleyicisi devletti ve yol güzergâhındaki yerleşim birimlerine sık sık bu kurallara uyulması gönderilen hükümlerle hatırlatılmaktaydı. Bunu mahallinde 282 Gaziantep Şer’iyye Sicilleri, 161/218C.

90

Page 92: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

denetleyecek ve yerel yetkililerle bu iş için işbirliğine gidecek olan en önemli görevli hiç kuşkusuz orducubaşı idi. 19 Rebiülahir 993/20 Nisan 1585’de İstanbul’dan ordu-yı hümâyûna varıncaya kadar yol üzerindeki kadılara dergâh-ı muâllâ kapıcılarından orducubaşı tayin edilen Perviz’e orducuları ile hangi kazadan geçerse kendi akçeleri ile yaptıkları harcamaların narh-ı carî üzere olması gerektiği bildirilmekteydi283. Yine aynı defterde bu kez 7 Cemaziyelevvel 993/7 Mayıs 1585’de İstanbul’dan Erzurum’a varıncaya kadar yol üzerindeki kadılara orducubaşı olarak tayin edilen kapucu Hasan ağa ile orducularının sefer mühimmatı için gereken malzeme hangi kazadan alınırsa alınsın kendi akçeleri ile ve narh-ı carî üzere satın alınacağı ve buna engel olunmaması gerektiği bu işin geciktirilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır284. Hammaddelerin dağıtımının devlet eliyle yapıldığı durumlarda söz konusu zarar azalsa da bu kez de kalite sorun olmaktadır. Narhla elde edileme pahasına hammaddelerin kalitesinden ödün verildiği durumlar yok değildir. Sefer için kadı ve lonca ileri gelenleri arasında katılacak ustaların belirlenmesinden sonra kadı hemen seferber olan zanaatkârların isimlerini, varsa lakaplarını, loncadan aldıkları ve sefer sırasında askerler için kullandıkları para tutarını ve ustalara kefil olan kişileri kapsayan bir defter hazırlamaktaydı. Bu defterin bir nüshası sefere gidiş sırasında yararlanması için ordu muhtesibi, ordu ağası veya orducubaşı olarak nitelenen görevliye verilmekteydi. Fakat olağan kontrolleri yapabilmek, gerektiğinde de yargıya başvurabilmek için merkezi yönetim belgeyi düzenleyen kadı tarafından imzalanmış ve mühürlenmiş belgenin aslını bizzat kendisinde tutmaya özen gösteriyordu. Örneğin 1545 yılı Nisanında Sultanın Edirne kadısına yazdığı emirde listeyi oluşturduktan sonra onu ordu muhtesibine teslim etmeyip, kendisine getirmesi istenmekteydi285. Yine Rumeli eyaleti birliklerinin 1565 Haziran ayında Sofya’da toplanmaları durumunda, Sofya ve Filibe kadıları, hazırladıkları orducu listelerini doğrudan Rumeli Beğlerbeğine göndermek zorundaydılar286.

Fakat kadıların görevleri bununla bitmiyordu. Sefer sırasında kayıtlı esnaf gruplarının kendileri ile ilgili mesleklerini icra edebilmeleri için ihtiyaç duyabilecekleri her türlü mal, alet edevat ve hammadde ile donatılmalarının da takipçisi olmak zorundaydılar. Yine bu noktada hemen tüm belgelerde az çok benzer ifadeler yer alıyordu: “levâzım ve mühimmâtlarıyla hâzır ve müheyyâ eylesin; her birinin san’atlarına müte’allik lâzım ve mühim olan havâicleriyle hâzır ve müheyyâ eylesin”.

Orduculara merkez tarafından gönderilen belgeler iki farklı türde olabilmekteydi. İlkin sefere gidecek askeri birliklere katılmak için hareket tarihi, gidilecek yer ve toplanma yeri henüz belirlenmeden orducu olarak talep edilmeleri, ikincisi de bunun tam aksi olarak, kesinlikle başlatılan bir sefere

283 MD 58/83, s. 27. 284 MD 58/161, s. 55. 285 TSA, E. 12321, s. 220. 286 Veinstein, a.g.m., s. 310.

91

Page 93: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

katılacakları yeri belirten türden belgeler. Birinci durumda geçerli olan bir seferberlik emri orducular için felaketlere yol açabilmekteydi. Hareket güzergâhı belli olana ve hareket emri alana kadar orducular kadının nezareti altında hazırlıklarını tamamlamak ve sefere çıkışı beklemek zorundaydılar. Yerel otoriteler bazen işi sağlama almak için aynı konuda birden fazla hükmün gelmesini beklemekteydiler. 15 Safer 987/13 Nisan 1579’da Edirne kadısına gönderilen bu türden bir hükümde bundan önce gönderilen şark seferine katılmaları için orducu ve donanma için kürekçi istemiyle ilgili hükmün orducu ile ilgili olanının bir daha gönderilmesinin beklendiği, kürekçilerin ise hiç ihraç edilmediği anlaşıldığı bildirilerek tayin olunan orducu ve kürekçilerin geciktirilmeksizin gönderilmesi istenmektedir. Ayrıca aynı hükümde bu iş için daha önce gönderilen bir emir varken bir daha emir beklemenin anlamsızlığı da hatırlatılmaktadır287. Merkezi hükümetin orducular veya diğer seferber edilmiş birliklerle ilgili en büyük korkusu, harekete bir defa karar verildikten sonra bunun hazırsızlıktan kaynaklanan engeller yüzünden ertelenmesiydi. Orducular tüm askeri birliklerle veya seferin geneliyle ilgili hazırlıkların uzun sürmesi durumunda loncaları tarafından kendilerine verilen sermayenin büyük kısmını daha sefere çıkmadan tüketebilmekteydiler. Bu durum da bazen bu esnafın devlete karşı çıkarılan büyük çaptaki isyanlarda yer almalarına yol açmaktaydı288. Ya da sefer için istenmelerinden sonra seferden vazgeçilmesi durumunda orducular kendilerine toplanıp verilen bu akçeleri geri vermek zorunda kalıyorlardı.

Böyle bir durum 14 Rebiülevvel 978/16 Ağustos 1570 yılında sefer için toplanan orducuların başına gelmiş, sefere çıkış zamanını uzaması sonucunda para veren erbâb-ı hiref verdikleri akçeleri geri talep ettiklerinde orducular şehir dışına çıkılıp, ordu çadırları kurdukları andan itibaren bu türden bir hakkın doğamayacağını bildirmişlerse de devlet bu durumun sefer sona erene kadar geçerli olduğunu, ancak seferden bu kez vazgeçildiğini ve orducuların topladıkları akçeleri geri ödemek zorunda olduklarını bildirmiştir289. Yine 19 Rebiülevvel 989/23 Nisan 1581 yılında Bursa’nın bakkallar pazarbaşısı Hacı Ahmed bin Yusuf, yemişçiler pazarbaşısı Mehmed bin Mahmud ve şerbetçiler kethüdası Cihan bin Ahmed ve helvacılar kethüdası Hacı Sefer bin Murad “neferleriyle bi-esrihim” mahkemeye gelip, bakkallardan Ali bin Hamza ve oğlu Bekir huzurunda şu şekilde bir ifade vermektedirler: ‘[...] bundan akdem

287 MD 38/151, s. 67. 288 1730 yılı ilkbaharında İran üzerine sefere gidecek orducu esnafına diğer loncaların katılımıyla epeyce yüklü bir meblağ ödenmişti. Ancak bunlar yerine sarfolunmamış, ayrıca ordu Üsküdar’dan hareket etmediği için, esnafın seferde temin edebileceğini düşündüğü kâr artık sözkonusu değildi. Aktepe, a.g.m., s. 19. 289 MD 14/354.s. 251. 1730’daki Patrona İsyanı da aslında bu nedenle çıkmıştı. Seferin gecikmesi, yamak olarak yazılan ve ödedikleri ordu akçesi paylarını geri isteyen bazı esnaf birlikleri arasında kavgaların başgöstermesine yeniçerilerin hoşnutsuzluğu da eklenince isyan patlak verdi. Aktepe, a.g.m., aynı yer. Ayrıca, Esin Atıl, Levni ve Surname. Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, İstanbul 1999, s. 21.

92

Page 94: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

ordu-yı hümâyûn için on iki bin akçe cem’ idüb mezbûr Ali gitmek istedüği bâisten teslîm idüb orduya gitmek ta’yîn eylemiş idik. Hâlâ dahi târîh-i kitâbdan yüz güne dek meblâğ-ı merkûm mezbûr Ali’de durub eğer sefer-i hümâyûn olub giderse ol bizden ve biz andan bir akça istemeyüb eğer sefere gidilmeyecek olursa harc-ı ma’kûlüne dört bin akçesin tutub bâkisini bize iletmek üzere ittifak eyledik’290. Hareket saatini ve güzergâhı belirli emirler ise, kadıya, orducuları kendilerine gerekli tüm teçhizatlarıyla birlikte, eksiksiz olarak, süresi belli olmayan bir hizmet yükümlülüğüne çıkartma yetkisi ve sorumluluğu veriyordu. 2 Eylül 1552 tarihinde Edirne kadısına gönderilen talimatlarda bu kentten ihraç edilecek orducuların İran üzerine yapılacak sefer için İstanbul’a ulaştırması gerektiği, fakat esnafın beraberlerinde götürecekleri malzemelerin taşınmasında kullanılacak olan hassa davarlarını beklemesi gerektiği bildirilmekteydi291. 24 Rebiülevvel 978/26 Ağustos 1570 tarihinde Edirne’de kışlayan ordu için şimdiden İstanbul’dan 2 nefer kasap, 4 nefer ekmekçi, 4 nefer aşçı, 2 nefer başçı, 2 nefer bakkal, 1 nefer attar, 3 nefer berber, 3 nefer gazzaz, 6 nefer arpacı, 1 eskici, 2 nefer semerci, 3 nefer nalband ihraç edilmesi için İstanbul kadısına hüküm gönderilmişti. Öyle görünüyor ki kışlanılan süre boyunca da bu zanaatkârlar hizmet vereceklerdi292. Lonca tarafından sefere gidecek ustalara sermaye olarak verilen paralar lonca içindeki diğer ustalardan toplanarak oluşturulmaktaydı. Toplanan bu paraların oluşturduğu fonun yönetilmesi görevi loncaların yönetim komitelerine düşen bir görevdi ve bu komite fonun kullanım alanları hakkında karar veriyordu. Lonca ileri gelenleri yönettikleri fonların bir bölümünü, ticaretlerini genişletmek veya atölyelerini büyütmek istedikleri halde bu konuda gereken kaynaklara sahip olmayan ustalara maddi yardım biçiminde kullandırabiliyorlardı. Ustalar tarafından borç olarak alınan miktarlar, saptanan bir süre sonunda geri ödenmek zorundaydı ve bunların üzerine %1 faiz bindiriliyordu. Gerçekten çok düşük bir oranda olan bu faiz, üyelerinden birine karşı esnaf loncasının katrdeşçe yaklaşımını somutlaştırmaktan başka bir işleve sahip değildir293. Orducu olarak gitmek isteyen ya da lonca tarafından görevlendirilen ustalar da tıpkı buna benzer bir parayı loncalarından destek olarak almaktaydılar. İşin diğer yönü de seferde bulunduğu sırada giden kişinin ailesinin geçiminin sağlanmasıdır. Bu da loncanın görevleri arasındaydı. Bu işlem o çok meşhur lonca içi dayanışma ve yardımlaşma mekanizmasının ürünüydü. Lonca tarafından yapılan üretimi sıkıntıya sokmayacak şekilde ve her seferde başka başka ustaların görevlendirildiği bu hizmet için sefer süresince ustanın dükkanı kapalı kalacağından ailesinin geçimi orta sandığından karşılanmaktaydı294. Eğer bu dayanışma mekanizması olmasaydı 290 B. Ş. S. A. 113, s. 97a. 291 Veinstein, a.g.m., aynı yer. 292 MD 14/519, s. 363. 293 Mantran, a.g.e., s. 355. 294 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, Ankara 1989;Yaşar Çalışkan-M. Lütfi İkiz, Kültür, Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara 1993, s. 36. Çeşitli eserlerde esnaf sandığı,

93

Page 95: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

bu kurum uzun yıllar süremezdi. Tarihçiler arasında çoğu zaman esnafın varlığının ve devlet tarafından gerek iç gerekse dış piyasalara karşı korumacı bir siyasetle desteklenmesinin temelinde, toplumun ihtiyaçlarının düzenli olarak sağlanması ve halkın sıkıntı çekmemesi olarak beliren görüşün yanısıra, bu türden önemli sayılabilecek askeri yükümlülükleri de yerine getirmesi yatmaktadır. Bu kurumun çalışmaları devletin gözünde esnaf loncalarının varlığının çok gerekli olduğu ve iç ve dış rekabete karşı korunmaları gerektiğine dair görüşü de pekiştirmektedir. Esnafa yüklenen askeri yükümlülükleri yerine getirebilmek için sadece orducu olarak belirlenmek gerekmemektedir. Orducu olarak kayıtlı olmayan ancak askeri yükümlülüklere sahip başka esnaf loncaları da bulunmaktadır. Örneğin İstanbul’da tıpkı orduculara benzer bir ayrımla aynî veya nakden tersane-i âmîre’ye kürekçi veya bedelini veren esnaf loncaları bulunmaktadır. Bu konuda elimizde 37 yıl boyunca bu oranların değişmediğini gösteren üç defter bulunmaktadır. 5 Şevval 1062/9 Eylül 1652 tarihli ilk defterde295 Kumkapı meyhanecilerinden 80, Samatyadakilerden 30, Yedikule meyhanecilerinden 13, Hasköy meyhanecilerinden 25, Galata meyhanecilerinden 100 nefer kürekçi bedellerinin tahsili için İstanbul ve Galata kadılarına hükümler gönderilmektedir. 1088/1677-8 yılına ait olan ilinci defterde296 sözkonusu esnaf bu kez aynî olarak kürekçi temin edeceklerdi:

Taife-i meyhâneciyân-ı Bâb-ı Kum 80 (nefer) Taife-i meyhâneciyân-ı Samatya 30 Taife-i meyhâneciyân-ı Yedikule 13 Taife-i meyhâneciyân-ı Hasköy 25 Taife-i meyhâneciyân-ı Galata 100 Taife-i meyhâneciyân-ı İstanbul 30 Taife-i Peremeciyân297 110 Toplam 318

Bedel olarak ise hammallar 40, İstanbul Yahudileri 150, rumiyân 124

ve Ermeniler 100 olmak üzere toplam 414 kürekçi karşılığı olarak her bir kürekçi için 50 kuruş hesabıyla toplam 20.700 kuruş ödeyeceklerdi. Devletin bu bedeli kâmil kuruş olarak istemesi, esnaf tarafından bu para biriminin

esnaf kesesi, orta sandığı olarak belirtilen bu fon, lonca kethüda, yiğitbaşı ve ihtiyarlarının gözetimi altındaydı. Her esnafın gelirinden belli bir yüzdeyi yatırmasıya, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan ustalığa geçilirken ödenen terfi harçlar, loncaya ait mülklerin gelirleri ve çeşitli bağışlarla oluşturulan fon yine esnafın sosyal güvenliği için kullanılmaktaydı. Yusuf Ekinci, Ahîlik, Ankara 1993, s. 36. Ayrıca Mehmet Şeker, İslâmda Sosyal Dayanışma Müesseseleri, Ankara 1991, s. 181. 295 MAD 8477, s. 53-54. 296 MAD 3841, s. 30. 297 İstanbul’da iskeleler arası deniz nakliyesini sağlayan deniz araçlarından birisi de Peremeler idi. Bunları işleten esnafa da Peremeci denilmekteydi. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Şehircilik ve Ulaşım Üzerine Araştırmalar, İzmir 1984, s. 84.

94

Page 96: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

bulunmasının zor olduğu itirazıyla karşılaşmış, meblağın esedî kuruş olarak ödenmesine karar verilmiştir. Her bir kuruş 110 akçe rayiciyle toplam 2.277.000 akçe tutmaktaydı. Bu esnaf grupları bu yıl için kârdaydılar çünkü ikinci belgede298 istenen yine 414 nefer kürekçi bu kez kâmil kuruş hesabıyla toplanmış ve sözkonusu 4 grup, 2.484.000 akçe ödemişlerdi. Bu belgede aynî kürekçi temin eden esnaf ise şunlardır:

Taife-i meyhâneciyân-ı Bâb-ı Kum 80 (nefer) Taife-i meyhâneciyân-ı Samatya 30 “ Taife-i meyhâneciyân-ı Yedikule 13 “ Taife-i meyhâneciyân-ı Hasköy 25 “ Taife-i meyhâneciyân-ı İstanbul 30 “ Toplam 178 “

Yine Gurre-i Muharrem 1144 yılına ait bir belgede İstanbul, Galata ve

Üsküdar kazalarında bulunan bazı tüccarların, bazı mahallelerle beraber verdikleri bedeller gösterilmektedir. Bu bedeller tersane-i amireye ber vech-i ocaklık olarak ödenmiştir. Orducu olarak tanımlanmayan bu esnaf grupları şunlardır: sengciyân, kumcuyân, sıhrıkcıyân, taşcıyân, sandukcıyân, yahûdân, batanacıyân der-Delikli Taş, lağımcıyân-ı İstanbul, meremmetciyân-ı Bâb-ı Kum ma’ kömürciyân, merkebciyân, seng-traşan, kireçciyân, sandukacıyân, ekserciyân-ı cedîd, mahmiye-i kaza-i haslar ma’ haslar, ahengirân, fırçacıyân. Adı geçen bu esnaflar değişik miktarlarda toplam 185.600 akçelik bir ödeme yapmışlardı299. Ayrıca aynı belgede bazı esnaf ve tüccar grupları mukâta’a olarak ayrılmışlar ve bedelleri bu ekonomik birim altında toplanmıştı. Galata’ya tabi’ lağımcıyân mukata’asını oluşturan esnaf grupları şunlardı: ta’ife-i bakkâlan, ta’ife-i hayyâtîn, şişeciyân, mumcıyân, kürekciyân, döşemeciyân, basmacıyân, ta’ife-i şîr-revgân, tavukcıyân, çukacıyân, balıkcıyân, varilciyân, demirciyân, şekerciyân, kunduracıyân, boyacıyân, keresteciyân, kilidciyân, adeseciyân, tohumcıyân, bağban, şarabcıyân, ta’ife-i eşribeciyân murakebe-i Galata, ta’ife-i Ermeniyân, ta’ife-i eşribeciyân murakebe-i hadim Galata ve mumcıyân. Tüm bu esnaftan toplam 82.000 akçe toplanmıştır. Aynı mukâta’aya İstanbul kazasından da bazı tüccar grupları bağlıdır. Bunlar: çilingirân, misafirciyân, temür kazancıyân, ahengirân, keserciyân ve burgucıyân, eğeciyân, bıçakcıyân, ve seyfciyân, kilidciyân, nalburân tüccarları toplam 289.500 akçe ödemişlerdi. Görüldüğü üzere hangi esnafın ne türden vergi vereceği belirlidir. Osmanlı Devleti’nde esnaf loncaları arasında neden bu türden bir vergi türü ayrılığının var olduğu sorusunun yanıtı, büyük ölçüde esnafın uğraştığı iş koluyla ilgilidir. Meyhanecilerin sefer sırasında orduda yeralamayacağının nedeni açıktır. Alkollü içki satışı ve kullanılması ordugâhta yasaktır. Bu türden tüketim mallarının askerler

298 MD 31/67, s. 124. 299 DMKF 28832.

95

Page 97: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

tarafından tüketilmesinin savaş sırasında doğuracağı sakıncalar ve işin dini boyutu yasaklamayı beraberinde getirmiştir. Meyhaneciler ve peremeciler bu yüzden orducu olarak değil, tersane için kürekçi temininde görevlendirilmişlerdir. XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın başlarında devamlı savaşlar dolayısıyla esnaftan gerek aynî, gerekse bedel olarak orducu veya diğer yükümlülüklerin yerine getirilmesi sefer organizasyonları içinde yerleşmiş bir kural haline gelmiştir. Devlet gerçi uzun süren savaş dönemlerinde bu hizmetin bedel olarak ödenmesinden yanadır ancak yerine getirilmesi istenen hizmetlerdeki mükemmellik ve tamlık konusu işin içine girince bu hizmetin ehil olan tarafından aynî olarak yerine getirilmesini kaçınılmazdır. Kurumun bu denli uzun bir süre boyunca devam etmesinin bir nedeni de budur. Başlangıçta hemen her kentten orducu sağlanmasının beraberinde getireceği karmaşanın farkında olması gereken Osmanlı sefer organizatörleri bu durumun önüne geçebilmek için Anadolu veya Rumeli eyaletinden Bursa ve Edirne kentleri dışındaki kentlerden istenen orducuların doğu ya da batı yönünde açılacak bir seferde bu iki yöndeki Osmanlı sınırlarının sadece belli bir alanına kadar bu hizmetlerinden yararlanmaktadırlar. Örneğin Doğu yönünde açılan bir seferde Anadolu eyaletinden istenen orducular Anadolu askerine XVI. yüzyılda Erzurum şehrine kadar refakat etmekte, bundan sonra askerler devletin sağladığı iaşe malzemeleri ve bilâd-ı selâseden ihrac edilen orducularla yetinmektedirler. Keza bu durum Edirne kenti dışındaki Rumeli eyâletinin orducu ihraç eden bölgeleri için de geçerlidir300. Taşradan gelen esnafın yine aynı eyaletten toplanan taşra ordusu301 ile beraber Osmanlı sınırında önceden belirlenmiş böyle bir kente kadar yolculuk yapmaları sonra da dönüşü beklemeleri yolculuk sırasında kullanılan ölçü, tartı ve ücretlendirmelerde çıkabilecek karışıklığı önleyecektir. Çünkü kendilerine hizmet edilen askerler ile hizmet sunan ustalar aynı bölgelerden gelmektedirler ve kullanılan ticaret ve alış-veriş dili az çok benzerdir. Böylece ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklar kolayca çözümlenebilecektir. Ancak uzun süren seferlerin henüz sona ermediği ve ordunun sefer güzergâhına yakın bir bölgede kışlaması sırasında genellikle orducular uzak eyaletlerden istenmek yerine başlarda o bölgeden 300 MD 6/1255 ve/1256 10 Zilkade 972/9 Temmuz 1565 yılında Rumeli beğlerbeğinden Rumeli askeri ile cemiyyete çıkacak asker-i hümâyûna orducu gerektiği ve Sofya kazasından birer nefer aşçı, kasap, başçı, bakkal, çukacı, attâr, sarrac, papucçı, gazzaz, terzi,hallac, çakşırcı, muytâb, eskici, semerci, mumcı, nalband ve nalçacı, Filibe kazasındanda birer nefer aşçı, başçı, bakkal, sarrac, pabucçı, çizmeci, terzi, gazzaz, muytâb, semerci, eskici, ve nalband ihraç edilmesi buyurulmuştur. İkinci hükmün bir sureti 1 ekmekçi, 1 arpacı ve 1 berber için Yanbolu kadısına gönderilmiştir. Hükümlerde kazalardan toplanan esnafın Rumeli askerleri için toplanmakta olduğu açıkça belirtilmiştir. 301 Osmanlı devletinin farklı eyaletlerinden orduya katılan bu askerlerin savaştaki rolleri başlıbaşına bir araştırma konusu olmakla beraber seferlerde pek çok asker tipi olduğunu belirtmemiz gereklidir. Örneğin Prut seferine Rumeli, Anadolu, Karaman, Sivas, Haleb, Diyarbakır, Ankara, Seydişehir,Teke, Eskişehir, Bozok ve Mısır’dan gelen askerler katılmıştı. Kurat, a.g.e., C. I, s. 263.

96

Page 98: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

sağlanmaktadır. Bir defa sınır aşıldıktan ve askerler düşman topraklarına girdikten sonra zaten sağlıklı bir Pazar yaratabilmek mümkün değildir. Uğranılan bölgelerin değişen ekonomik potansiyellerine bağlı olarak fiyatlar dalgalıdır ve askerler bu fiyatlar karşısında ne kadar zor durumda kalsalar da bu değişmeleri kabullenmek zorundadırlar. Ancak İstanbul, Edirne ve Bursa’dan çıkarılan orducuların toplanma yerleri İstanbul’a yakın olan ve padişahın veya serdarın bulunduğu ana karargâhtır. Bu ayrımın pek çok nedeni olmalıdır. Bu üç kentin esnafı diğer kentlere oranla hem daha varsıl hem de eskiden başkent olarak kabul edilmiş kentlerden gelmektedirler. Fakir olduklarını ve bu yüzden kendilerinden orducu olarak hizmet istenmemesine yönelik pek çok örnek bulunmaktadır. Ayrıca en çok kapıkulunu barındıran bu üç büyük kentin esnafı hizmetlerini bu askerler için sunmaktadırlar ve böylece diğer kent esnaflarına tanınmayan ayrıcalıklara kavuşmaktadırlar. Kazanılan bu ayrıcalıkların karşılığının ödenmesi de gerekmektedir. Sefer bitene kadar karargâhta kalmak, tehlikeli çarpışmaların bazen tam da ortasında bulunuvermek, seferlerde diğer askerlerle beraber ortak sıkıntılara göğüs germek ödenen küçük bedellerden sadece bir kısmıdır. İkinci olarak merkezi hükümetin özellikle re’âyâ’nın başkente göç etmesini engellemeye çalıştığı, mümkün olduğunca İstanbul dışından gelenlerin önünü almaya çalıştığı bilinmektedir. Orducu bahanesi ile kenti tanıması ve burada bağlantılar kurarak yerini yurdunu terkedip İstanbul’a yerleşmesi muhtemel bu kişilerin -bunlara eyalet askerleri de dahildir- başkente yakın bir bölgede toplanmaları ve denetimsiz bırakılmaları düşünülemezdi. Gelecek olan asker ya da esnafın sefer başlayana kadar kent için tüketici konumda olacakları ve İstanbul esnafının dışarıdan gelmiş bu yabancı esnafa karşı lonca kurallarındaki aşırı sıkılık ve gedik sistemi gözönüne alındığında düşmanlık besleyeceği de açıktır. Çünkü sefere katılmak için gelecek bu esnaf sefer başlayana kadar -ki bu süre bazen aylarca uzayabilmekteydi- eninde sonunda ticarete katılmak için kentte uygulanmakta olan lonca ve hisba kurallarını hiçe sayarak fırsatlar aramaya başlayacaktı ve bu durumda asıl esnafın kazançlarında azalmaların görülmeye başlaması kaçınılmaz olacaktır. Bunun yanısıra XVII. yüzyıl başlarında tüm Anadolu’da görülen Celâli isyanlarının yerel ticareti kesintiye uğrattığı ve doğurduğu güvensizlik ortamıyla kentlerdeki loncaların ekonomik yapısını zarara uğrattığı da bir gerçektir. Sermaye birikimi açısından zayıflayan taşradaki kent loncalarının aynî ya da nakid olarak bu yükümlülükleri yerine getirmeleri çok zorlaşmıştır. Devletin sadece XVI. yüzyılda taşra kentlerinden orducu esnaf istediği, XVII. yüzyılda ise durumu farkederek bunu kaldırıp, belgelerde bilâd-ı selâse olarak tanımladığı sadece İstanbul, Edirne ve Bursa kentlerinden orducu esnaf talebi bu yüzden değişime uğramıştır.

Öte yandan Osmanlı ordusunun kendisine gereken faaliyetleri yerine getirirken ihtiyaç duyacağı gereksinimleri karşılamak için esnaflara tamamen ihtiyaç duymadığı anlar da bulunmaktadır. Bu da ordu üyelerinin veya ordu birliklerinin sadece savaşmaktan öte savaş makinalarının ve savaş araçlarının ve diğer ihtiyaçlarının karşılanmasında gereken el emeğinin, hünerin, bilgi ve

97

Page 99: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

becerinin gereken teknik kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir302. Dahası meslek birimleri ile savaşçı unsurlar arasında sosyal statü bakımından daima bir mesafe bulunmaktaydı ve bu durum özellikle korunmuştu. Daha sonra iki ayrı konum arasında görülecek geçişler artmışsa da seferler sırasında bu ilişkilerin gözardı edilmesi kaçınılmazdı. Sonuçta deha ve işgücü gerektiren toprağı düzenleme, köprü yapımı, müstahkem mevkilerin yapım ve onarımları, istihkâm işleri veya kuşatmalarda düşman duvarlarının yıkılması için hendek ve lağım açma veya yol yapımı gibi askerî işler orducuların yeteneklerinin dışındaydı. Yine bıçak ya da kılıç yapımı, ateşli silahların imali, deniz savaş araçlarının yapılması ve sağlık hizmetleri ile seferlerde ölenlerin definleri gibi işler de bu sınıfın yerine getirdikleri görevler arasında sayılamaz. Bu işleri yapanlar konusunda daha önceki bölümlerde bilgi verilmiştir. Bu tür görevlerde yer alan ve içlerinde mobilize olmuş re’âyânın da bulunduğu ve gerçekten de büyük sayılara ulaşabilen insanların oluşturduğu ve yukarıdaki hizmetleri yerine getiren birlikler yanında orducuların sefer sırasında ordudaki ağırlıkları çok küçük miktarlarda olmaktadır. Kurum, sadece Osmanlı Devleti’nin, imparatorluğun teknik kaynaklarını savaşta kullanılabilir hale getirişinin çok sınırlı bir görünümünü temsil etmekle kalmaz, aynı zamanda orducu talebiyle birlikte zanaatkârların sefer boyunca loncalarından getirdikleri paranın, uzmanlıklarının, bilgi ve yeteneklerinin devlet tarafından, sefer süresince müsadere edilmesine yol açar303. Bu durum ister istemez Osmanlı Devleti’nin döngüsel ve tekrarlı sefer ihtiyaçlarının loncalar tarafından yüklenilmesinin loncalar üzerinde yıkıcı bir etkisi olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. Devletin loncalardan bu görev için istediği sermayenin elle tutulur ölçüde büyük olması304 nedeniyle loncalar tarafından üstlenilen bu yükümlülüklerin yıkıcı etkileri sadece sefere katılanlar tarafından hissedilmemektedir. Bunlardan başka Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak pazar sistemi üzerinde genelde bir bunaltıcı etkisi sözkonusuydu. Bu düşüncenin temeli pazara yönelik malların genel sirkülasyonunun temel hammaddelerin savaş ekonomisi içersine çekilerek pazarlardan uzaklaştırılmasında yatmaktadır. Bu şekilde stratejik askeri kullanım için alıkonulan mallar yerel ekonomilerin kendi büyümelerini ve gelişimlerini engelleyen bir etmendir. Kentli esnafın sahip oldukları bilgi ve uzmanlıktan bu şekilde yararlanılması, onları, hem özel durumları gereği bir amaç gütmesiyle,

302 Örneğin 1000/1591-2 yılında Avusturya üzerine çşıkılan seferde Budin karhânesinde Asitâne’den dökücülerden üstad Kara Nohud-zâde ve dökücüler kethüdası Mustafa Ağa dört vukiyye yuvarlak atar badaloşka dökmüş ve kundaklarını tamir etmişlerdi. Yılmazer, a.g.e., s. 8. 303 Veinstein, a.g.m., s. 322. 304 Murphey, Ottoman Warfare, s. 91’de sözettiğine göre; 1570-71 yılı Kıbrıs seferi sırasında sefere katılan yüksek rütbeli subayların savaş meydanında esnaf tarafından temin edilen ve onların ev konforunu sağlamaya yönelik malları bulunduran tüccarlardan örneğin bir bakkalın 4.000, bir cerrahın 7.000, ve biri Basra’dan, diğeri Tunus’dan sefere katılan iki tüccarın 10.000 akçelik sermayeleri kolaylıkla mala dönüştürülebilecek ve elle tutulur ölçüde meblağlardır.

98

Page 100: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

hem de onlara bir kurum olma özelliği kazandıran sistematik ve düzenli hizmet yükümlülüğü yüklemesi bakımından diğer hizmet gruplarından farklı bir çizgiye götürmektedir. Öncelikle diğer işgücünün sağlanması, özel gerekliliklere bağlı olarak tek tek kararlaştırılıp organize edilirken, orducuların seferberliği, genel sefer hazırlıkları içersinde yeralmakta ve olağan bir uygulama halinde belirmektedir. Hiç kuşkusuz, merkezi devletin amaca ulaşmak için izlediği alışılagelmiş yöntem, temel meslek gruplarının seçimi, katılacakların sayısının belirlenip gerekirse değiştirilmesi ve hatta katılımı sağlayacak kentlerin seçiminde geçerliydi fakat seferberlik kuralları değişmezdi ve sürekliydi. Kaldı ki Osman Nuri’nin belirttiği gibi bu kurum işlerliğini hazinenin finansal gücünün düşüşe geçmesi nedeniyle orducuların temsil ettikleri hizmetlerin devletin son yıllarında İstanbul, Edirne, Bursa gibi kentlerin lonca üyelerinin istihdamıyla kazandığı anlayışı305 böylellikle düzeltilmiş olmaktadır.

Orducular ilk düzenli Osmanlı seferlerinden itibaren organizasyonların içersinde yeralmışlardır. Gerçekten de bu kurum XV. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı askeri levazım dairesi görevini üstlenmiştir. Bu kurumun düzen ve kurallara bağlılığını XVI. yüzyıl Fransız ordularında aynı konuda hüküm süren düzensizlik ve suistimallerle karşılaştırmak yeterlidir306. Osmanlı Devleti tarafından yürütülen ve tüm imparatorluk coğrafyasında uygulanması nedeniyle de yerellikten uzak olan menzilhane şebekesi, kendi zamanı için hem hem ölçek, hem de kapsam olarak oldukça gelişmiş bir sistemdi. Osmanlı Devleti’nin Avrupalı çağdaşlarından XIV. Louis’nin 1688’den sonraki Ausburg savaşına kadar kendi orduları için benzer kolaylıkları yoktu. Avrupa askeri pratiğini dönüştüren ve ilk kez ordularına kitle halinde gerekli hareketliliği devamlı olarak sağlayan organizasyondaki devrim, ilk defa XVI. yüzyılın sonlarında gerçekleşmeye başlamıştır307. Bu yenilikler başlangıçta sadece Fransa ile sınırlı olup, pratikte başkalarından etkilenme ya da yeni buluşlar yoluyla değil askeri zorunluluklardan kaynaklanmıştır. Fakat XVII. yüzyılın sonlarında Osmanlılar hala kendi Avrupalı çağdaşlarından, kaynakların savaşlardaki kullanımı ve bunun merkezileştirilmesi alanlarında üstün konumdadırlar. Başarısız 1683 Viyana kuşatmasında dahi Avrupalı gözlemciler Osmanlıların organizasyon başarılarına ve sadece hareketlilikte değil, arazideki büyük orduların destek ve tedariğindeki yeteneklerine de hayran olmaya devam etmişlerdir. XVII. yüzyıl Avrupa askeri reformları askeri tedarik prosedürlerinin düzenlenmesine yöneliktir. Fakat askerler için iaşe depolanması fikrinin pratikteki uygulamaları Osmanlılarla karşılaştırıldığında nispeten geç başladığı açıktır. XIV. Louis’nin bakanlarından Le Tellier ve Louvois’nın uygulamaya koyduğu bu depo sistemi en azından askere

305 Ergin, a.g.e., C. I, s. 628. Ayrıca bkz. Gabriel Baer, ‘Administrative’, s. 28-50. Bkz. Veinstein, a.g.m., aynı yer. 306 Veinstein, a.g.m., s. 323. 307 Murphey, a.g.e., s. 98.

99

Page 101: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

dağıtılacak iaşe malzemelerinin teslimat kapasitelerinde olduğundan daha fazla ölçüde bir beklenti yaratmıştır. Tam bir koordineli destek sistemi sadece ihtiyat depolarının yapımında değil, bunları dolduracak olan malların tedariki için de merkezi bir sistemin planlanmasını gerektirmiştir. Önceki geleneksel ad hoc sistemlerinin Avrupa ordularının desteklenmesindeki yetersizlikleri 1680’lerin sonu boyunca Fransızların Almanya üzerine giriştikleri seferlerdeki deneyimlerle güçlendirilmiş ve bu tecrübe değişimin başlamasına neden olmuştu308. Gerçekten de XVIII. yüzyıl boyunca kara ve deniz güçleri açısından meydana gelen en önemli değişiklik, devletin artan etkinliği yüzünden teşkilatlanma konusunda olmuştu. Fransa’da görevli memurların ordunun finansman, ikmal maddeleri ve teşkilat işlerini denetledikleri bir Fransız savaş bakanlığının kurulması ve Martinet’in de genel müfettiş olarak çalışması, eğitim ve disiplin konusunda yeni standartlar getirdi; Güneş Kral’ın muazzam ordusunun bakımının sağlanması için karad kışlalar, hastaneler, tören alanları ve her türlü deponun oluşturulması, bunlara ek olarak denizde de merkezi teşkilatı olan muazzam bir filonun geliştirlmesi öteki güçleri, gölgede kalmamak için Fransa’yı kendilerine örnek almaya zorlamıştır. Askeri gücün devlet tarafından tekelleştirilmesi ve bürokratlaştırılmasının “ulusallaşma” konusunun önemli bir parçasını oluşturduğu ortadadır. Artık yalnızca “profesyonel”, “daimi”, ordular ve krallık donanmaları değil, savaş akademileri, kışlalar, gemi bakım merkezleri v.b. ve bunları işler halde tutacak yöneticilerle çok daha gelişmiş bir altyapı vardı. Güç, ister Doğu Avrupa’daki aydın mutlakiyetçilik, ister Britanya’daki parlamenter denetimcilik ve isterse daha sonraki tarihlerde devrimci Fransa’nın demagojik güçleri aracılığıyla ortay çıksın, artık ulusal güç demekti309.

Evliyâ Çelebi’ye göre IV. Murad’ın Bağdat seferi öncesi sefere katılacak olan esnaf grupları ve yamakları. Seyahatname, (Haz: O. Şaik Gökyay), İstanbul, C. I, s. 217-317:

Ehl-i Hiref Temsilcisi

Hırfet ve yamak grupları Açıklamalar

Esnaf-ı huddâmân-ı gılman ve huddâmân-ı gılman subaşı ve gayrı gılman-ı hâssa subaşı Esnaf-ı acemi oğlanları Esnaf-ı arayıcıyân Esnaf-ı gûr-kazan Esnaf-ı azim lağımcıyân Esnaf-ı selâhorân

Esnaf- ı Çavuşân

Esnaf-ı belderân-ı teberdârân lağımcıbaşı

Bu grubun bir kısmı piyade ve silahlı olarak alayda yeralmışlardır.

Esnaf-ı ‘asker-i ‘asesbaşı Esnaf-ı ‘asesân-ı bî-amân Esnaf-ı cellâdân-ı bî- îmân Esnaf-ı mukârî ya’ni kiracılar

Asesbaşı, subaşı ve lağımcıbaşı

Esnaf-ı pasbân-ı nigehbân-ı İslâmbol

Bu grup genellikle ordudaki asayişin sağlanması göreviyle uğraşmaktadır.

308 Murphey, a.g.e., s. 98-99. 309 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri. (16. Yüzyıldan Günümüze Ekonomik Değişim ve Askeri Çatışmalar) (Çev: Birtane Karanakçı), İstanbul 2001, s. 109-110.

100

Page 102: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Ordu Mollâsı Esnaf-ı alemdâr-ı Resûl-ı sancakdârân Esnaf-ı muhzırân mollaları Esnaf-ı eimme-i vüzerâ ve mîr-i mîrân ve sâ’ir a’yân Esnaf-ı hutebâ Esnaf-ı kadı ve mollalar Esnaf-ı nâsıh-ı müfessîrin Esnaf-ı muhaddîsîn Esnaf-ı müe’zzinân Esnaf-ı bevvâbân-ı şerî’at ve gayrı bevvâbân Esnaf-ı hâfızân-ı Kur’ân-ı ‘azîm Esnaf-ı yazıcıyân Esnaf-ı müneccimân

Kadıasker alayı

Esnaf-ı cenaze peykleri ve mürde-şüyân ya’ni şehîdân gassalleri

Ordudaki askerlerin dini yöndeki ihtiyaçlarına cevap veren görevlilerden oluşmaktadır. Sefere katılan Ulemâ grubudur.

Esnaf-ı elzem-i levâzım hekimbaşı Esnaf-ı kehhâlân Esnaf-ı bî-dükkân-ı tûtıyâcıyân Esnaf-ı ma’âcinciyân Esnaf-ı cerrâhân Esnaf-ı meşrubat-ı devâ Esnaf-ı güllâbcıyân Esnaf-ı ehl-i hiref dehhân-ı edviye Esnaf-ı tımârhâneciyân

Hekimbaşı ve Cerrahbaşı

Esnaf-ı hüddâm-ı bimâristân-ı moristân

Seferdeki askerlerin sefer ve savaş sırasında ve sonrasındaki sağlık sorunları için orduda bulunan gruptur.

Esnaf-ı habbâzân ya’ni ekmekçiyân Esnaf-ı ekmekçiyân-ı yeniçeriyân

Esnaf-ı tuzcıyân

Esnaf-ı çörekçiyân Esnaf-ı börekçiyân Esnaf-ı gevrekçiyân Esnaf-ı kâhîciyân Esnaf-ı gurâbeciyân Esnaf-ı simitciyân Esnaf-ı katayifçiyân Esnaf-ı şehriyeciyân Esnaf-ı lokmacıyân Esnaf-ı gözlemeciyân Esnaf-ı sakkâyân-I yeniçeriyân-ı dergâh-ı ‘âlî Esnaf-ı şehr Esnaf-ı arka sakkası Esnaf-ı uncıyân Esnaf-ı un elekçiyân Esnaf-ı nişastacıyân Esnaf-ı güllaccıyân Esnaf-ı beksümetciyân Esnaf-ı buğday çalkacıyân Esnaf-ı gulburcıyân Esnaf-ı şütürbân-ı sarbân-ı revân Esnaf-ı akkâmân

Ekmekçibaşı ve Tuzcubaşı

Esnaf-ı meşaleciyân

Ekmekçibaşına yamak tayin olunana 29 adet esnaftır. Bu taife bütün orduda elzeminden askerdir. Bu taife geçtikten sonra sarraclar geçmek istemişler ancak keştibânların muhalefeti ile karşılaşmışlardır. Keştibânlar ekmekçilere buğday getirmeleri ve ekmekçilerin kendilerine muhtaç olmaları nedeniyle alaydaki yerlerini korumuşlardır.

Esnaf-ı kassâbân Esnaf-ı salhâneciyân Esnaf-ı kassabân-ı sığır Esnaf-ı kassabân-ı yahudân Esnaf-ı mandıracıyân Esnaf-ı çiftlikân-ı a’yân-ı devlet

Kasabbâşı Esnaf-ı eğrekçiyân

Kasabbâşıya yamak olarak 31 adet esnafın varolduğu belirtilmektedir.

101

Page 103: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Esnaf-ı şâye-i cellâbân-ı koyun Esnaf-ı ağılcıyân Esnaf-ı Tokad-ı celebân-ı sığır Esnaf-ı çoban-ı râ’yân Esnaf-ı südciyân-ı şürekâr Esnaf-ı südciyân-ı ganem Esnaf-ı peynirciyân Esnaf-ı kaymakçıyân Esnaf-ı tereyağcıyân Esnaf-ı kârhâne-i yoğurdcıyânbaşı Esnaf-ı teleme peynirciyân Esnaf-ı şem’-i rûgan-ı mumcıyân Esnaf-ı tâcirân-ı şem’-i asel Esnaf-ı kassâbân-ı At meydanı Esnaf-ı seğirdim Et meydanı Esnaf-ı kanaracıyân-ı Yedikule Esnaf-ı kanaracıyân-ı Bağçekepusu Esnaf-ı barudhâne-i At meydanı Esnaf-ı mumcıyân-ı At meydanı Esnaf-ı çoban-ı bahâdırân Esnaf-ı kârhâne-i aslancıyân

Esnaf-ı ayıcıyân

Esnâf-ı ta’âm-ı ‘atik başçıyân-ı aşçıyân Esnaf-ı celeb-keşân-ı ganem Esnaf-ı pasdırmacıyân-ı sığır Esnaf-ı tâcirân-ı pasdırmacıyân Esnaf-ı vetârân ya’ni kirişciyân Esnaf-ı kirişciyân-ı tâcirân Esnaf-ı dutkalcıyân Esnaf-ı ciğerciyân-ı koyun Esnaf-ı çevrenân-ı ârnabûdân Esnaf-ı işkembeciyân ta’âm-ı mahmûrân Esnaf-ı sirkecibaşı Esnaf-ı turşucıyân ta’âm-ı fâsıkân Esnaf-ı kuru sarımsakcıyân

Başçıbaşı

Esnaf-ı soğancıyân

Bu bölümde dutkalcılar başçılardan koyun paçası aldıkları için yamak olmuşlardır. Ciğerciler de başçıların ordu-yı islâm fukaraları için yaptıkları yiyeceklerin makbul olmasından dolayı birkaç esnafın da zam olunarak bu gruba yamak yazılmasından dolayı yamaktırlar. Yine sirkeciler ve sarımsakçılar da baş, paça ve işkembe çorbalarının sirke ve sarımsaksız yapılamayacağından yamak olarak yazılmışlardı. Başçıbaşıya yamak olarak toplam 14 esnafın var olduğu belirtilmiştir.

Esnaf-ı elzem-i levazımından aşçıyân rahmet-i rahmân Esnaf-ı çaşnigirân-ı vüzerâ ve aşbâzân Esnaf-ı zerdeciyân Esnaf-ı kebâbcı ve köfteciyân Esnaf-ı püryâncıyân Esnaf-ı yahniciyân Esnaf-ı dolmacıyân Esnaf-ı hardalcıyân Esnaf-ı pâlûdeciyân Esnaf-ı südli aşçıyân Esnaf-ı salatacıyân Esnaf-ı ıspanakcıyân [ve] sebzeciyân Esnaf-ı sucukçıyân Esnaf-ı hoşabcıyân Esnaf-ı şerbetciyân Esnaf-ı güllâbcıyân ve şerbetciyân-ı piyâde Esnaf-ı ısıcak pâlûdeciyân Esnaf-ı kavvafân Esnaf-ı ıssı ve baharlı şerbetciyân Esnaf-ı sa’lebciyân Esnaf-ı bademli köfterciyân Esnaf-ı südciyân-ı sûhtiyân Esnaf-ı muhallebiciyân

Aşçıbaşı Esnaf-ı ağdacıyân

Burada anılan esnaf gruplarının tamamı aşçıbaşıya yamak olarak yazılmışlardır. Toplam 27 esnaf grubunun varlığı sözkonusudur.

102

Page 104: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Esnaf-ı ağda tüccarı Esnaf-ı değirmenciyân-ı üzüm Esnaf-ı azîm karcıbaşı Esnaf-ı bakkâlân-ı tâcirân Esnaf-ı yağcıyân Esnaf-ı şîr-i lugancıyân Esnaf-ı tüccârân-ı balcıyân Ehl-i hiref-i bezirciyân Esnaf-ı ta’ife-i zeyyâtân Esnaf-ı sabuncıyân Esnaf-ı misk-i sâbûncı Esnaf-ı bakkal-ı pasdırmacıyân

Bakkalbaşı

Esnaf-ı leblebiciyân

Bakkalbaşı yamakları olarak 15 esnafdan bahsedilmektedir.

Esnaf-ı kılıçcıyân-I seyf-i Muhammedî Esnaf-ı kâr-ı kadîm zırhcıbaşı Esnaf-ı mızrakcıyân Esnaf-ı hançerciyân [ve] bıçakcıyân Esnaf-ı kalkancıyân Esnaf-ı kıncıyân-ı sîkkîn ya’ni bıçak kıncısı

Kılıçcıbaşı

Esnaf-ı sağırcıyân

Kılıçcıbaşıya yamak olarak 8 esnafın varolduğu söylenmektedir. Ayrıca sağırcılarla tabbağların büyük çekişmelerinin olduğu ve sonrasında sağırcıların kılıççılara yamak olarak yazıldıkları belirtilmiştir.

Esnaf-ı âteş-feşân-ı tüfenkciyân Evsaf-ı âhengerân-ı kaynakçıyân Esnaf-ı kundakçıyân Esnaf-ı vezneciyân Esnaf-ı keseciyân-ı silâh-ı tüfenk Esnaf-ı tabancacıyân Esnaf-ı tüfenk açıcıyân Esnaf-ı fişekçiyân-ı tüfenk Esnaf-ı fişekçiyân-ı havâyî Esnaf-ı barudcıyân

Kundakçıbaşı ve Tüfenkçibaşı

Esnaf-ı fitilciyân-ı tüfenk-endâzân

Bu bölümde geçen kesecilerin aslında sarraç oldukları ancak tüfenkler için üretim yaptıklarından sarraçlardan ferman ile ayrılıp tüfenkçilere yamak olarak yazıldıkları söylenmektedir.

Esnaf-ı haddâdân-ı ateş feşân-ı âhengirân Esnaf-ı âhengirân-ı na’l kesen Ehl-i hiref-i mıhçıyân Esnaf-ı sanâyi’-i mismârân ya’ni enserciyân Esnaf-ı ehl-i kâr-ı kebkebciyân Esnaf-ı ehl-i kâr-ı kesb-i kantarcıyân Ehl-i şugl-i mizancıyân Esnaf-ı ehl-i tüccâr-ı eğeciyân Ehl-i kânî’-i esnaf-I keserciyân Esnaf-ı kesb-i destereciyân Esnaf-ı sevdâger-i burgucıyân

Demircibaşı

Ehl-i mihnet-i kömürciyân

Bu esnafın sefer-i hümâyûnda balyemez toplara ve bütün mühimmat ve levazımat için gerekli olduklarından bahsedilmektedir. Demircibaşıya yamak olarak 16 adet esnafın varolduğu belirtilmektedir.

Esnaf-ı ser-çeşme-I ahengirân-ı çilingirân Ehl-i eşkâl-i gemciyân Esnaf-ı ehl-i tarîkat-ı semerciyân Esnaf-ı şerî’at-ı kuffâlân ya’ni kilidciyân Esnaf-ı hakikat-i özengiciyân Esnaf-ı ma’rifet mikrâsciyân Ehl-i iktisâb na’lçacıyân Esnaf-ı ehl-i helâl-ı mıhlıciyân Esnaf-ı saberân ya’ni çilingirân-ı yüksükciyân Ehl-i hiref-i iğneciyân Ehl-i hiref-i şugl-i haddeciyân Ehl-i hiref-i tacir-i ahen-fürûşân Esnaf-ı şâkirân-ı ahen-keşân Esnaf-ı ehl-i kâni’ hûrdevât-ı ahen-füruht

Çilingirbaşı ve Nalbandbaşı

Ehl-i sanayi’-i kûşe-nişinân ya’ni nal’bandân-ı hassân

Çilingirbaşının toplam 15 adet esnaf yamakları olup bunlar alayda Şam, Bosna, Vişegrad, Hersek, Koniçe ve İstanbul okka nallarını ve bisât, sintirac, kesegi, gûzende kîsî nişterleri, kelpedan, tahra ve perçin yaparak, iş çekiçleri, işkence, melâfe, baskı ve kemendlerini göstererek ve nal döğerek pür-silah yer almaktadırlar.

103

Page 105: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Esnaf-ı kazancıbaşı Esnaf-ı bakır sızırcıyân Ehl-i dekâkîn câm ve tıhtâb-ı taşcıyân Esnaf-ı çarkcıyân Esnaf-ı tacırân-ı kazancıyân

Kazancıbaşı ve Çarkcıbaşı

Esnaf-ı kalaycıyân

Kazancıların hepsinin Kastamonulu olduklarından bahsedilerek kazancıbaşıya yamak olan toplam 6 esnafın varlığı belirtilmektedir.

Esnaf-ı yaycıbaşı Esnaf-ı Okçıbaşı Esnaf-ı zemberekciyân Esnaf-ı sapancıyân Esnaf-ı ta’limhâneciyân Fasl-ı atcıyân-ı kemân-keşân-ı kemândarân Esnaf-ı pehlivân-ı tîr-endâzân-ı hadeng-güzârân Esnaf-ı zırhgirciyân Esnaf-ı pehlivânân-ı matrakçıyân Esnaf-ı pehlivânân-ı gürzbâzân Esnaf-ı pehlivânân-ı kûşte-girân Esnaf-ı sayyâdân-ı murgân Esnaf-ı kaffasân-ı avcıyân Esnaf-ı mervehacılar ya’ni yelpâzeciyân Evsaf-ı otaga-i sorguççıyân Esnaf-ı kuşbâzân Esnaf-ı tavukçıyân Esnaf-ı sayyâd-ı serçeçiyân ve gayrı murgân

Yaycıbaşı ve Okçıbaşı

Esnaf-ı bülbülciyân

Yaycıbaşı ve okçıbaşına 19 adet esnaf yamaktır.

Esnaf-ı hayyâtân ya’ni terziyân Esnaf- dolamacıyân Esnaf-ı kapamacıyân Esnaf-ı hallacan-ı pembe Esnaf-ı takyeciyân-I zebân Esnaf-ı kavukçıyân Esnaf-ı kelle-pûşçiyân Esnaf-ı zencef ütüciyân Esnaf-ı ehl-i kanâ’at gömlekçiyân Esnaf-ı dülbentciyân Esnaf-ı yağlıkcıyân Esnaf-ı örüciyân Esnaf-ı ehl-i kâmil cüllâhân Esnaf-ı parâcıyân-ı çuka ve kumaş Esnaf-ı ehl-i kemâl iplikçiyân Esnaf-ı ehl-i îcâz gazzazân Esnaf-ı ibrişimciyân-ı yahûdân

Terzibaşı

Esnaf-ı düğmeciyân-ı harîr

Terzibaşıya yamak olan esnaf toplam 19’dur.

Esnaf-ı haymeci ya’ni çadırcıyân Esnaf-ı tınâbcıyân

Çadırcıbaşı

Esnaf-ı kolancıyân-ı hayme

Çadırcıbaşıya 3 adet esnaf yamaktır.

Evsaf-ı âhîyân ya’ni debbâğân Esnaf-ı sagrıcıyân Esnaf-ı güdericiyân Esnaf-ı tirşeciyân Esnaf-ı keçeciyân Esnaf-ı dülbend-i börkciyân Esnaf-ı keçeciyân-ı yeniçeri Esnaf-ı ehl-i kâmil mutâfân Esnaf-ı tâcirân-ı mutaf

?

Esnaf-ı debbâgân

Buradaki esnaf gruplarından sagrıcıyânlar eskiden beri dabbağlara yamak olarak yazılmışlarsa da bu ordu alayında kılıçcıbaşıya yamak olmuşlar ve onlarla beraber geçmişlerdir. Yine mutaflar da debbâğlardan yapağı almaya muhtaç olduklarından yamak olarak yeralmışlardır. Burada yeralan esnaf grupları başlarında gön ve meşinden rengarenk külahlar ve elbiseler giyerek

104

Page 106: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Esnaf-ı perâcıyân-ı tâcirân geçmişler, arkalarından ser-çeşme-i tabbâğân Ahî Baba güzide müsellah askerleri ile geçmiştir. Bu hırfete yamak 11 esnaf bulunmaktadır.

Esnaf-ı mu’azzez sarrâcân-ı makbûlân Esnaf-ı kaltakçıyân Esnaf-ı tirkeciyân Esnaf-ı gedeleciyân Esnaf-ı câpçıyân-ı Arnavûd Esnaf-ı tekelticiyân Ehl-i ihtirâ-i meşkçiyân-ı sarrâc Esnaf-ı debbeciyân Esnaf-ı sıfracıyân Esnaf-ı yularcıyân Esnaf-ı sepet sandıkçıyân-ı sarrâcân Esnaf-ı kamçıcıyân

Sarracbaşı

Esnaf-ı palandûzân ya’ni semerciyân

Evliyâ Çelebi ordû-yı islâmda semerciler, nalbandlar, aşçılar, berberler ve bozacılar kadar makbûl ehl-i hiref yoktur dedikten sonra bu sayılan esnafın sarracbaşıya yamak olduklarını belirtmiştir.

Esnaf-ı paşmakcıyân-ı haffâfân Esnaf-ı paşmakçıbaşı Esnaf-ı attârân-ı dikiciyân Esnaf-ı çizmeciyân Esnaf-ı iç edikçiyân ya’ni tomakçıyân Esnaf-ı mestciyân Esnaf-ı terlikçiyân Esnaf-ı kavvafân-ı eskiciyân Esnaf-ı penbe-dûzân bâb-ı hammam

Kavvafbaşı

Esnaf-ı dellâlân-ı kavvâfân

Kavvafbaşıya yamak olarak 10 esnaf belirtilmiştir.

Esnaf-ı hocagân-ı attarân Attarân-ı Mısır Esnaf-ı dûd-ı amberciyân Esnaf-ı buhurcıyân Ehl-i sanayi’-i fincancıyân Esnaf-ı ehl-i kanâ’at filcan kındicisi Esnaf-ı attâr-ı çömlekciyân Esnaf-ı kârhane-i çömlekciyân Esnaf-ı kibritciyân Esnaf-ı dehhân-ı kibritciyân Esnaf-ı attâr-ı yağcıyân-ı badem Esnaf-ı şişeciyân Esnaf-ı tacirân-ı şişeciyân Esnaf-ı çerçiden hâcetciyân ya’ni ayakta gezen attar Esnaf-ı eyvâncı ya’ni çiniciyân Esnaf-ı tâcir tekneciyân Esnaf-ı ehl-i keyf afyoncuyân Esnaf-ı sûk bengelciyân Esnaf-ı ispençerân ya’ni devâ otçuyân Esnaf-ı attârân-ı kahveciyân

Attarbaşı

Esnaf-ı yahudân

Bu grubu oluşturan esnafın Âl-i osman ordusunda gerekli asker olduğu belirtilmiştir. Evliyâ Çelebi özellikle ispençer attârlarının(şifalı ot satanlar) seyishâneler üzerinde bin bir türlü devâ otlarını sergileyerek silahlarıyla geçtiklerini ve seferlerde lazımlı esnaf olduklarını belirtir. Attarbaşıya yamak 25 esnaf olarak belirlenmiştir.

Esnaf-ı müzeyyinân ya’ni ehl-i hiref-i berberân Esnaf-ı berberân-ı sünnetciyân Esnaf-ı piyâdegân Esnaf-ı çarkcıyân-ı ustûra Esnaf-ı ustûra kuyrukcıyân

Berberbaşı

Esnaf-ı sarıkcıyân

Berberbaşıya yamak olarak toplam 7 esnaf grubu belirtilmiştir.

Esnaf-ı hamamcıyân-ı tâhirân Esnaf-ı dellâkân Esnaf-ı nâtırât Esnaf-ı câme-şüyân ya’ni çamaşırcıyân Esnaf-ı lekeciyân

?

Esnaf-ı nureciyân ya’ni hırızmacıyân

Bu hamamcılar yamağı cümle 6 esnaftır.

105

Page 107: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Esnaf-ı Bezzazistân-ı ‘Atîk Esnaf-ı pasbân-ı Bezzazistân-ı ‘Atîk Esnaf-ı hammâlân-ı Bezzazistân-ı ‘Atîk Esnaf-ı dellâlân-ı bezastân-ı enderûn

Esnaf-ı sanâyi’-i çukacıyân Ehl-i hiref-i atlascıyân Esnaf-ı dîbâcıyân Ehl-i kâr-ı katifeciyân

Esnaf-ı dârâcıyân Esnaf-ı hılatçıyân-harîr Esnaf-ı muhattımciyân Ehl-i kârı alacacıyân-ı Tire ve Şam

Esnaf-ı şugl-ı kaşhâneciyân Esnaf-ı tüccâr-ı dimeciyân Esnaf-ı kâni’ bezciyân Esnaf-ı kâsib-i bezzâzân-ı bogasiciyân

Esnaf-ı eşgâl-i hâlıcıyân Esnaf-ı tarîkat-ı abâcıyân Esnaf-ı şeri’at-ı kebeciyân Esnaf-ı hakîkat-ı ihrâmcıyân-ı sûf

Esnaf-ı iktisâb sipâhbâzârı

Bedesten kethüdasına yamak olan toplam 30 esnaftır.

Esnaf-ı bîrûn

Esnaf-ı yasdıkçıyân-ı sereng ve katife

Bedesten Kethüdası

Esnaf-ı kesb-i peştemalciyân

Esnaf-ı sevdâger-i tâcirân-ı bezzazân

Esnaf-ı ma’rifet-i sûfcıyân

Esnaf-ı hilekâr-ı bit bâzârı Esnaf-ı hevâ-yı avrat bâzârı Esnaf-ı ayyâr-ı dellâlân-ı bâzâr Esnaf-ı ayyâr-ı miyâncıyân bâzârı Esnaf-ı cema’at-ı bezastan-ı cedîd Esnaf-ı hacegiyân-ı bezastan-ı cedîd Sınıf-ı dellâlân-ı bezastan-ı cedîd Pasbân-ı bezastan-ı cedîd Hammâlân-ı bezastan-ı cedîd Esnaf-ı dellâlân-ı birûn Ehl-i hâl-i ayineciyân Ehl-i hâl-i helâl-ı sabbâgân ya’ni boyacıyân Ehl-i hâl-i sabır-ı hayırkâr ya’ni boyacı tokmakçısı Esnaf-ı ehl-i tâcir ta’ife-i bedestân-ı Galata Esnaf-ı ribâtçıyân Esnaf-ı meşgûl.........

Yeni Bedesten kethüdası

Ehl-i hirfet........

Yeni Bedesten kethüdasına yamak olan toplam 13 esnaftır.

Esnaf-ı neccârân-ı mi’mârân Esnaf-ı [?] Esnaf-ı bennâyân Esnaf-ı keresteciyân Esnaf-ı bıçkıcıyân Esnaf-ı sıvâcıyân Esnaf-ı câmcıyân Esnaf-ı alçıcıyân Esnaf-ı horasancıyân Esnaf-ı kireçciyân-ı ocak Esnaf-ı yağlı kireçciyân Esnaf-ı mermerEsnaf-ı Esnaf-ı taş kireci Esnaf-ı mermer-bûrân Esnaf-ı lökünciyân

Mimarbaşı

Esnaf-ı su yolcıyân

Mimarbaşıya yamak olarak 44 esnaf belirtilmiştir. Bu bölümde geçen esnaftan fırın binası yapanlar için Evliyâ Çelebi; arabalar üzerinde fırınlar yaparak geçtiklerini zira ordu-yı islâm’da her konakta fırın lazım olduğunu söylemektedir.

106

Page 108: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Esnaf-ı kiremitciyân Esnaf-ı kerpiçciyân Esnaf-ı tahta kurşumcıyân Esnaf-ı kurşum örtücü Esnaf-ı kaldırımcıyân Esnaf-ı kayagancıyân Esnaf-ı taş-kesen Esnaf-ı taş-keşân Esnaf-ı badanacıyân Esnaf-ı Eyyub oyuncakcısı Esnaf-ı araba yapıcıyân Esnaf-ı pîş-tahtacıyân Esnaf-ı iskemleciyân Esnaf-ı ferrâşcıyân Esnaf-ı tâbûtcıyân Esnaf-ı gergefciyân Esnaf-ı çûlhâ dezgâhçısı Esnaf-ı taht-ı revâncı Esnaf-ı Üsküdar’da mahfeciyân Esnaf-ı burma işkenceciyân Esnaf-ı yağ değirmeni cenderesi Esnaf-ı at çarkcısı Esnaf-ı su dollabları Esnaf-ı fırûn binâ edici Esnaf-ı kuyu kazıcıları Esnaf-ı tulûz mahzencileri Esnaf-ı su yolları kazıcılar Esnaf-ı ırgâdân

Esnaf-ı mühmel lağımcı Ermeniler

Esnaf-ı bozacıyân-ı mezmûrân Esnaf-ı tatlı bozacıyân Esnaf-ı sûbyâcıyân Esnaf-ı balsucıyân Esnaf-ı arakçıyân Esnaf-ı müsellebciyân Esnaf-ı mal’ûnân-ı menhûsân-ı mezmûmân ya’ni meyhâneciyân

Bozacıbaşı

42 adet meyhanecinin listesi gelmektedir.

Evliya Çelebi bu bölümde Bozacıbaşıya yamak olarak 50 esnafın var olduğunu belirtmektedir.

107

Page 109: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

A. Genel Orducu Listeleri ve Bunların Yorumlanması

Belge310

Belge311

Belge312

Belge313

Hirfet İstanbul Edirne Bursa İstanbul Edirne Bursa Kasabân 18 18 4 ? 4 ? ? Habbâzân 33 33 8 ? 8 ? ? Bakkalân 24 24 5 ? 6 ? ? Aşçıyân 24 24 5 ? 6 ? ? Başçıyân 21 21 4 ? 4 ? ? Bozacıyân 21 21 4 ? 4 4 ? ? Yaş Yemişçiyân - - - ? - ? ? Ara Toplam 141 141 30 ? 32 ? ? Hallacân 15 15 2 ? 2 ? ? Hayyâtân=Terzi 27 27 5 ? 5 6 ? ? Penbedûz 21 21 - ? - ? ? Keçeciyân - - - ? - ? ? Debbağğân - - - ? - ? ? Çukacıyân 15 15 2 ? 2 ? ? Bezzâzân - 15 3 ? 3 4 ? ? Gazzazân - - - ? 2 ? ? Kaftanî - - - ? - ? ? Çadırcıyân - - - ? - ? ? Camesuycıyân = Camaşurcı

- - - ? - ? ?

Çakşırcıyân - 15 3 ? 4 ? ? Postalcıyân - - - ? - ? ? Pabuçcıyân 24 24 4 ? 4 ? ? Çizmeci = Haffâfân 24 24 3 ? 3 4 ? ? Na’lçacıyân 18 18 2 ? 2 2 ? ? Eskiciyân - - 4 ? 4 4 ? ? Ara Toplam 144 180 28 ? 34 ? ? Attârân 15 15 3 ? 4 ? ? Berber 21 21 4 ? 4 ? ? Hammamcıyân - - - ? - ? ? Mumcıyân 6 6 2 ? 2 ? ? Ara Toplam 42 42 9 ? 10 ? ? Nal’bandân 24 24 5 ? 6 ? ? Mûytâbân 21 21 4 ? 4 4 ? ? Teğeltici - - - ? 2 ? ? Sarrâc 15 15 3 ? 4 ? ? Semerciyân = Palandûz

15 15 4 ? 4 4 ? ?

Arpacıyân 39 39 8 ? 8 ? ? Ara Toplam 114 114/ 24 ? 28 ? ? Bakırcıyân - - - ? - ? ? Kalaycıyân - - - ? - ? ? Demürciyân - - - ? - ? ? Kazgancıyân - - - ? - ? ? Ara Toplam ? ? ? Şimşirgirân - - - ? 2 ? ? Kemângirân - - - ? 2 ? ? Kundakçıyân - - - ? - ? ? Tabancacıyân - - - ? - ? ? Ara Toplam 4 TOPLAM 441

nefer 21 hırfet

477 nefer 24 hırfet

91 nefer 23 hırfet

? 108 nefer 27 hırfet

? ?

HIRFET Belge314 Belge315 Belge316 Belge317

310 TSK E.12321, vrk.220, 3 Nisan 1545, İstanbul, Edirne ve Bursa orducuları. 311 KK 888, vrk. 104, 6 Mart 1552, İstanbul, Edirne ve Bursa orducuları. 312 MD 32/93-94, s. 43, 2 Zilkade 985/11 Ocak 1578. 313 MD 32/640, s. 352, 19 Muharrem 987/18 Mart 1579.

108

Page 110: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

İst Ed Bu İst Ed Bu İst Ed Bu İst Ed Bu Kasabbân 4 4 4 2 2 1(45.000) 2 2 1 2 ? ? Habbâzân 8 8 8 4 2 2(40.000) 4 2 2 4 ? ? Bakkallân 6 6 6 4 2 2(57.000) 4 2 2 4 ? ? Aşçıyân 6 6 6 2 1 1(20.000) 2 1 1 2 ? ? Başçıyân 4 4 4 2 2 1(20.000) 2 1 1 2 ? ? Bozacıyân 4 4 4 2 2 2(36.000) - - - - ? ? Balcıyân 2 2 2 - - - - - - - ? ? Yaş Yemişçi - - - - - - - - - - ? ? Ara Toplam 34 34 34 16 11 9 14 8 7 14 Hallacân 2 2 2 2 2 1(12.000) 2 2 1 2 ? ? Hayyâttân = Terzi

6 6 6 3 2 2(16.000) 3 2 2 3 ? ?

Penbedûz - - - - - - - - - - ? ? Keçeciyân - - - - - - - - - - ? ? Çukacıyân 2 2 2 2 2 2(20.000) 2 2 2 2 ? ? Bezzâzân - - - 4 2 2(24.000) 4 2 2 4 ? ? Gazzazân 4 4 4 2 2 2(14.000) 2 2 2 2 ? ? Kaftanî - - - - - - - - - - ? ? Çadırcıyân - - - 1 - - 1 - - 1 ? ? Camesuycıyân = Camaşurcı

- - - - - - - - - - ? ?

Çakşurcıyân 4 4 4 3 2 3 2 - 3 ? ? Postalcıyân - - - - 2 - - 2 - - ? ? Pabuçcıyân 4 4 4 - - - - - - - ? ? Çizmeciyân 4 4 4 - 2 2(14.000) - 2 2 - ? ? Haffâfân - - - 8 - 2(14.000) 8 - 2 8 ? ? Na’lçacıyân 2 2 2 4 2 2(14.000) 4 2 2 4 ? ? Eskiciyân 4 4 4 4 2 2(10.000) 4 2 2 4 ? ? Ara Toplam 32 32 32 33 20 17 33 20 17 33 Attârân 4 4 4 4 2 2(17.000) 4 2 2 4 ? ? Berber 4 4 4 6 2 2(11.000) 6 2 2 6 ? ? Mumcıyân 2 2 2 2 2 1(12.000) 2 2 1 2 ? ? Ara Toplam 10 10 10 12 6 5 12 6 5 12 Nal’bandân 6 6 6 4 2 2(10.000) 4 2 2 4 ? ? Mûytâbân 4 4 4 4 2 2(18.000) 4 2 2 4 ? ? Teğeltici - - - - - - - - - - ? ? Sarrâcân 2 2 2 4 2 1(10.000) 4 2 1 4 ? ? Semerciyân = Palandûz

4 4 4 3 2 1(6.000) 3 2 1 3 ? ?

Arpacıyân 8 8 8 4 2 2(10.000) 4 2 2 4 ? ? Ara Toplam 24 24 24 19 10 8 19 10 8 19 Bakırcıyân - - - 1 - - 1 - - - ? ? Kalaycıyân - - - 1 - - 1 - 1 1 ? ? Demürciyân - - - - - - - - - - ? ? Kazgancıyân - - - - - - - - 1 1 ? ? Ara Toplam 2 2 2 2 Şimşirgirân 2 2 2 2 2 1(16.000) 2 2 1 2 ? ? Kemângirân - - - 2 2 1(14.000) 2 2 1 2 ? ? Kundakçıyân - - - - - - - - - - ? ? Tabancacıyân - - - - - - - - - - ? ? Ara Toplam 2 2 2 4 4 2 4 4 2 4

TOPLAM 108 nefer 25 hırfet

108 nefer 25 hırfet

108 nefer 25 hırfet

86 Hayme 28 hırfet

51 Hayme 26 Hırfet

41 Hayme 25 Hırfe t = 480.000 akçe

84 Hayme 27 Hırfet

48 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 26 Hırfet

84 Hayme 26 Hırfet

? ?

314 MD 44/286, s. 145.23 Muharrem 991/18 Ocak 1583. 315 MAD 3841, s.28.H.1088/M.1677-8. 316 DMKF 27664, H. 1101/M. 1689-90. 317 MAD 8473, s. 215, H. 1105/M. 1693-4.

109

Page 111: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Ergin, Mecelle-i Umur-ı, s. 630-631. H. 19 Receb 1108/M. 11 Şubat 1697.

MAD 3284.s.256. H. 1127/M. 1715.

DMKF 28256. H. 1130/M. 1717-8

CEVDETASKERİYE 20. H. 1183/ M. 1769-70

HIRFET

İst Ed Bu İst Ed Bu İst Ed Bu İst Ed Bu Kassabân - ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1 Habbâzân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Bakkalân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Aşçıyân - ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1 Başçıyân 2 ? ? 2 1 1 2 1 1 2 1 1 Bozacıyân - ? ? - - - - - - - - - Balcıyân - ? ? - - - - - - - - - Yaş Yemişçi - ? ? - - - - - - - - - Ara Toplam 10 14 9 7 14 9 7 14 9 7 Hallacân 2 ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1 Hayyâtân = Terzi

- ? ? 3 2 2 3 2 2 3 2 2

Penbedûz - ? ? - - - - - - - - - Keçeciyân - ? ? - - - - - - - - - Çukacıyân - ? ? 2 2 2 2 2 2 2 2 2 Bezzâzân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Gazzazân 2 ? ? 2 2 2 2 2 2 2 2 2 Kaftanî 3 ? ? - - - - - - - - - Çadırcı - ? ? 1 - - 1 - - 1 - - Camesuycıyân = Camaşurcı

- ? ? - - - - - - - - -

Çakşurcıyân 3 ? ? 3 2 - 3 2 - 3 2 - Postalcıyân - ? ? - 2 - - 2 - - 2 - Pabuçcıyân - ? ? - - - - - - - - - Çizmeciyân - ? ? - 2 2 - 2 2 - 2 2 Haffâfân 8 ? ? 8 - 2 8 - 2 8 - 2 Na’lçacıyân 2 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Eskiciyân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Ara Toplam 28 33 20 17 33 20 17 33 20 17 Attârân - ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Berber 6 ? ? 6 2 2 6 2 2 6 2 2 Hammamcı - ? ? - - - - - - - - - Mumcıyân 2 ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1

Ara Toplam 8 ? ? 12 6 5 12 6 5 12 6 5 Nal’bandân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Mûytâbân 4 ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Teğeltici - ? ? - - - - - - - - - Sarrâcân 2 ? ? 4 2 1 4 2 1 4 2 1 Semerciyân =Palandûz

2 ? ? 3 2 1 3 2 1 3 2 1

Arpacıyân - ? ? 4 2 2 4 2 2 4 2 2 Ara Toplam 12 19 10 8 19 10 8 19 10 8 Bakırcıyân 1 ? ? 1 - - - - - - - - Kalaycıyân 1 ? ? 1 - - 1 - - 1 - - Demürciyân - ? ? - - - 1 - - 1 - - Kazgancıyân - - - - - - - 1 - - Ara Toplam 2 ? ? 2 2 3 Şimşirgirân 3 ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1 Kemângirân 2 ? ? 2 2 1 2 2 1 2 2 1 Kamacıyân 2 ? ? - - - - - - - - - Kundakçıyân - ? ? - - - - - - - - - Tabancacıyân - ? ? - - - - - - - Ara Toplam 7 ? ? 4 4 2 4 4 2 4 4 2 TOPLAM 73

Hayme 22 Hırfet

? ? 84 Hayme 27 Hırfet

49 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 24 Hırfet

84 Hayme 27 Hırfet

49 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 24 Hırfet

85 Hayme 28 Hırfet

49 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 24 Hırfet

110

Page 112: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

CEVDET ASKERİYE 28126 H. 1184/M. 1770-1

KAMİL KEPECİ 382, s. 102-104 H. 1184/M. 1770-1.

Ergin, Mecelle-i Umur-ı, s. 634-5 H. 1224/M. 1809-1810.

HIRFET

İst Ed Bu İst Ed Bu Seferdeki orducular Kassabân 2 2 1 2 2 1 2 2 Habbâzân 4 2 2 4 2 2 4 4 Bakkalân 4 2 2 4 2 2 4 4 Aşçıyân 2 2 1 2 2 1 1 1 Başçıyân 2 1 1 2 1 1 - - Bozacıyân - - - - - - - - Balcıyân - - - - - - - - Yaş Yemişçi - - - - - - 3 2

Ara Toplam 14 9 7 14 9 7 14 13

Hallaçân 2 2 1 2 2 1 2 2 Hayyât=Terzi 3 2 2 3 2 2 3 3 Penbedûz - - - - - - - - Keçeciyân - - - - - - - - Çukacıyân 2 2 2 2 2 2 2 2 Bezzâzân 4 2 2 4 2 2 4 4 Gazzazân 2 2 2 2 2 2 2 Kaftanî - - - - - - - - Çadırcı 1 - - 1 - - - - Camesuycıyân =Camaşurcı

- - - - - - 3 3

Çakşurcıyân 3 2 - 3 2 - 2 2 Postalcıyân - 2 - - 2 - - - Pabuçcıyân - - - - - - - - Çizmeciyân - 2 2 - 2 2 - - Haffâfân 8 - 2 8 - - 7 8 Na’lçacıyân 4 2 2 4 2 2 - - Eskiciyân 4 2 2 4 2 2 4 4 Ara Toplam 33 20 17 33 20 17 29 30 Attârân 4 2 2 4 2 2 4 4 Berber 6 2 2 6 2 2 6 6 Hammamcı - - - - - - 1 1 Mumcıyân 2 2 1 2 2 1 2 2 Ara Toplam 12 6 5 12 6 5 13 13 Nal’bandân 4 2 2 4 2 2 4 4 Arabacıyân - - - - - - 4 4 Mûytâbân 4 2 2 4 2 2 3 4 Teğeltici - - - - - - - - Sarrâcân 4 2 1 4 2 1 4 4 Harrâzân - - - - - - - - Semerciyân =Palandûz

3 2 1 3 2 1 3 3

Arpacıyân 4 2 2 4 2 2 - - Ara Toplam 19 10 8 19 10 8 18 18 Bakırcıyân - - - - - - - - Kalaycıyân 1 - - 1 - - 1 1 Demürciyân 1 - - 1 - - 2 2 Kazgancıyân 1 - - 1 - - 1 1 Ara Toplam 3 3 4 4 Şimşirgirân 2 2 1 2 2 1 2 2 Kemângirân 2 2 1 2 2 1 2 2 Kamacıyân - - - - - Kundakçıyân - - - 2 2 Tabancacıyân - - - 2 2 4 4 2 4 4 2 8 8

TOPLAM 85 Hayme 28 Hırfet

49 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 24 Hırfet

85 Hayme 28 Hırfet

49 Hayme 25 Hırfet

39 Hayme 24 Hırfet

86 Nefer

87 Hayme

2

111

Page 113: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

TSK E-12321 3 NİSAN 1545

Hayvan Ekipman ve Besini

%26

Hijyen/Sağlık%10

Beslenme%32

Giyim%32

Beslenme 141 Giyim 144 Hijyen/Sağlık 42 Hayvan Ekipman ve Besini 114 Toplam (Nefer) 441

TSK KK .888 . 15 MART 1578

Hayvan Ekipman ve Besini

24%

Hijyen /Sa glik9%

Beslenme30%

Giyim37%

Beslenme 141 Giyim 180 Hijyen/Sağlık 42 Hayvan Ekipman ve Besini 114 Toplam (Nefer) 477

112

Page 114: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

MD32-I (İstanbul İçin) 11 Ocak 1578

Hayvan Ekipman ve Besini

%26

Hijyen/Sağlık%10

Beslenme%33

Giyim%31

Beslenme 30 Giyim 28 Hijyen/Sağlık 9 Hayvan Ekipman ve Besini 24 Toplam (Nefer) 91

MD 32-II (İstanbul için) 18 Mart 1579

Hayvan Ekipman ve Besini

%26

Hijyen/Sağlık%9

Beslenme%30

Giyim%31

Silah%4

Beslenme 32 Giyim 34 Hijyen/Sağlık 10 Hayvan Ekipman ve Besini 28 Silah 4 Toplam (Nefer) 108

113

Page 115: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

MD 44 18 Ocak 1583

Hayvan Ekipman ve Besini

24%

Hijyen/Saglik10%

Beslenme33%

Giyim

Silah2%

Beslenme 102 Giyim 96 Hijyen/Sağlık 30 Hayvan Ekipman ve Besini 72 Silah 6 Toplam 324

MAD 3841. 1677-8Beslenme

%20

Giyim%39

Hijyen/Sağlık%13

Silah%6

Metal Ekipman%1

Hayvan Ekipman ve Besini

%21

Beslenme 27 Giyim 53 Hijyen/Sağlık 18 Hayvan Ekipman ve Besini 29 Metal Ekipman 2 Silah 8 Toplam (Hayme) 137

114

Page 116: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

DMKF 27664. 1689-90Beslenme

%17

Giyim%41

Hijyen/Sağlık%13

Silah%6

Metal Ekipman

%1

Hayvan Ekipman ve

Besini%22

Beslenme 29 Giyim 70 Hijyen/Sağlık 23 Hayvan Ekipman ve Besini 37 Metal Ekipman 2 Silah 10 Toplam (Hayme) 171

MAD 8473 (İstanbul için) 1693-4

Beslenme17%

Giyim39%

Hijyen/Sağlık14%

Silah5%

Metal Ekipman2%

Hayvan Ekipman ve

Besini23%

Beslenme 14 Giyim 33 Hijyen/Sağlık 12 Hayvan Ekipman ve Besini 19 Metal Ekipman 2 Silah 4 Toplam (Hayme) 84

115

Page 117: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Ergin, Mecelle-i Umur..s.630-31. (İstanbul için)11 Şubat 1697

Hijyen/Sağlık%12

Hayvan Ekipman ve

Besini%18

Metal Ekipman%3

Silah%10

Beslenme%15

Giyim%42

Beslenme 10 Giyim 28 Hijyen/Sağlık 8 Hayvan Ekipman ve Besini 12 Metal Ekipman 2 Silah 7 Toplam (Hayme) 67

MAD 3284. 1715-DMKF 28256. 1717-8

Beslenme17%

Giyim41%

Hijyen/Saglik13%

Silah6%Metal Ekipman

1%Hayvan

Ekipman ve Besini22%

Beslenme 30 Giyim 70 Hijyen/Sağlık 23 Hayvan Ekipman ve Besini 37 Metal Ekipman 2 Silah 10 Toplam (Hayme) 172

116

Page 118: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

CEVDET ASKERİYE 20, 28126-KAM İL KEPECİ 382. 1769-1771

Besin17%

Giyim41%

Silah6%

Metal Ekipman2%Hayvan

ekipmanı ve yiyeceği

21%

Hijyen/Sağlık13%

Beslenme 30 Giyim 70 Hijyen/Sağlık 23 Hayvan Ekipman ve Besini 37 Metal Ekipman 3 Silah 10 Toplam (Hayme) 173

Ergin, Mecelle-i Umur ..s.634-35. 1809-1810

Giyim

Beslenme15%

Silah9%Metal Ekipman

%5Hayvan Ekipman

ve Besini21%

Hijyen/Saglik15%

Beslenme 13 Giyim 30 Hijyen/Sağlık 13 Hayvan Ekipman ve Besini 18 Metal Ekipman 4 Silah 8 Toplam (Hayme) 87

117

Page 119: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Orducuların sefer sırasındaki görevlerini ve askerlerin

gereksinimlerinin tümünün giderilmesindeki konumlarını daha net olarak anlayabilmek için mesleki özelliklerinin incelenmesi yerinde olacaktır. Seferlere katılan esnaf profiline göz atıldığında XVI. yüzyıl ile XIX. yüzyıl başlarına kadarki seferlerde bu konuda belirgin bir sürekliliğin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bir çok durumda aynı loncaların sefere katıldığı ve bunların sadece usta sayılarının çok az değişikliğe uğradığı farkedilmektedir. Orducuların oluşturdukları mesleklere bakıldığında bunların askerlerin gıda, giyim, sağlık ve temizlik ihtiyaçları ile hayvanların -binek ve koşum hayvanları- yiyecek ve donanım ihtiyaçlarını karşıladıkları görülecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu mesleklerin günümüzde hangi mesleki aktivitelere karşılık geldiğini söylemek güçtür. Buna rağmen bunları öğrenmek için önemli sayıdaki esnafın her birinin sattığı farklı malları gösteren 1640 tarihli narh defteri gibi kayıtlardan yararlanılabilir.

Geleneksel Osmanlı sisteminde, tüccarların çoğunun aynı zamanda sattıkları malların üreticileri de olduklarını unutmamak gerekir. Sefer için hazırlanmış kentli meslek sahiplerinin, her zamanki üretimlerinin tamamını muhafaza etmediklerini, ama malların cinslerine göre olmak üzere müşterilerine özgü taleplere uyum sağladıkları söylenebilir. Orducuların ürettikleri malları ya da hizmetleri daha iyi anlayabilmek için ilkin oluşturduğumuz orducu listelerini yorumlamamız gerekmektedir.

Öncelikle gıda ile ilintili meslekler, tüm XVI. yüzyıl listelerinde gıda sektörü toplam orducu mevcudunun kabaca %30’unu oluşturmaktadır. Ancak 1697-1809 yılları arasında bu oran hemen hemen yarı yarıya düşme eğilimi gösterecektir. Bu sektör içersinde kasaplar her zaman vardırlar ve hatta listelerde hep birinci sırada geçmektedirler. Kasapların varlığı aşçı ve başçılarla doğrudan bağlantılıdır. Bu iki esnafa hammaddeyi sağlayan kasaplar, ordunun en çok ihtiyaç duyduğu esnaf gruplarından biridir. Kanunnamelerde aşçı ve başçı tezgahlarında kafir çalıştırılmamasına özellikle dikkat çekilmektedir. İç yağıyla pişirilmemesi istenen yahni, büryan, tava büryan, kebap gibi yiyeceklerin ve kullanılan kapların temizliğinden de esnaf sorumludur318. XVI. yüzyılda hep istenen aşçılar 1697’de istenmemişlerdir ancak 1809’da tekrar ortaya çıkacaklardır. Buna karşılık başçılar 1809 yılına kadar hep istenen bir meslek grubudur. Ekmekçiler de sürekli ve yüksek sayılarda hep mevcutturlar. Yine bakkalar da sürekli istenen diğer meslek grubudur. Kentlerde hıyar, karpuz, kavun, armut, elma, kiraz, bakla, üzüm, nohut ve mercimek gibi ürünler satan bakkalların bu ve benzeri ürünleri seferin yapılacağı yerin coğrafi ve iklimsel özelliklerine göre bulabilecekleri açıktır.

318 Ömer L. Barkan, ‘XV. Asrın Sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tesbit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar I. Kanunnâme-i İhtisab-ı İstanbul-el- Mahrûsa’, Tarih Vesikaları, II/7 (1942), s. 326-340. Ayrıca, Zanaatkarlar Kanunu (Kanun-nâme-i Ehl-i Hıref) (Haz: Abdullah Uysal), Ankara 1982, s. 88-89.

118

Page 120: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Yine XVI. yüzyıla ait orducu listelerinde görülen ve mayalanmış arpadan yapılan ve oldukça enerji veren bir içecek olan bozacılar diğer dönemlerde görülmemektedirler. Balcılar ise kesin olmamakla birlikte 1583 yılındaki Gürcistan seferinde vardılar. Son olarak yaş yemişçiler 1809 yılında ilk defa görülen gıda sektörü ile ilgili bir diğer esnaf grubudur.

Bugünün eczacıları olarak niteleyebileceğimiz attarlar 1697 yılındaki sefer hariç orducu listelerinde hep yeralmışlardır. Satışını yaptıkları mallar arasında baharat ve şekerleme çeşitlerinin de bulunması319 bunların gıda sektörüyle bazı bağlantıları olduğunu göstermektedir. Öte yandan, pek çok ilacın satışını üstlenmiş olmaları onları temizlik ve sağlık uzmanları kategorisine sokmamıza neden olmaktadır. Bu kategori genellikle orducuların %10’unu oluşturmakla beraber, XVII. yüzyılın sonlarından itibaren artarak %13-14’e yükselmiştir. Sonuçta attarlar, askerler için parazitlere, deri hastalıkları ile sindirim bozukluklarına karşı iyi geldiğine inanılan geleneksel ilaçları hazırlamakla yükümlüdürler. Bunun dışında attarların satış malları arasında olan ve kadın hamamları etrafında dolaşarak çapkınlık yapma heveslilerine sattıkları türden parfüm ve kozmetik ürünlerini seferlerde pazarladıkları düşünülmemelidir320. Her zaman görevbaşında olan ve makul sayılarda orduda hizmet veren berberler, XVII. yüzyılda sayıları artarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bunları ve 1809’da gecikmeli olarak İstanbul’dan talep edilen hamamcıları aynı sektör içine almamız gerekmektedir. Ayrıca bu kategoriye seferlerde düzenli olarak yer alan mumcuları da eklemek gerekmektedir. Ancak listelerde gerek cerrahlar gerekse tabibler belirtilmemektedir. Bunun nedeni bu uzmanların seferlerde, orducubaşına değil de cerrahbaşına bağlı olarak görev yapmaları olabilir. Listelerde sadece orducu olarak kabul edilen esnafın isimleri olduğundan cerrah ve doktorlar seferlerde orducu olarak katılmamaktadırlar. Sözkonusu idari ayrım konusunda her hangi bir kesin fikrimiz olmamakla beraber, cerrah ve doktorların da sefere katılan hizmet grupları arasında olduklarına dair bir şüphe bulunmamaktadır.

XVII. yüzyıl sonlarında MAD 3841 numaralı ve 1677-8 tarihli belgede de İstanbul ve Edirne esnafının seferde aynî, Bursa esnafının ise bu hizmet karşılığı nakdî katılımı şeklinde gerçekleşmiştir. Bursa esnafı nısf ordu bedeli olarak belirlenen 480.000 akçayı tersane-i âmîre için tutulan hod-girifte kürekçilerin (kendi isteğiyle kürekçilik hizmeti gören, esir olarak kürekçi yapılmayan) bedelleri için teslim etmişlerdir. Bursa ve Edirne kentlerinden nısf, İstanbul’dan mükemmel olarak istenen bu hizmetin nakid olarak toplam karşılığı tahminlerimize göre 1.000.000 akçe yapmaktadır. Bu miktar bu kentlerde orducu olarak belirlenen loncaların seferler için devlete yaptıkları katkıdır.

319 Mübahat Kütükoğlu; Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 98-101. 320 Veinstein, a.g.m., s. 315.

119

Page 121: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Giyim sektöründe çalışan loncalar listelerde en önemli grubu oluşturmaktadır. Öyleki hemen hemen tüm seferlerde bu grup tüm orducuların %32-40’ını oluşturmaktadır. Pamuklu dokumaların ve pamuk-ipek karışımı kumaşların Osmanlı toplumunda giyim-kuşamda ve döşemelik olarak pek geniş bir kullanım alanı bulunmaktadır. Saray eşya defterleri, ölmüş kimselerin mahkemece saptanan eşya listeleri ve gümrük rûznâmçe kayıtları bunu açıkça ortaya koymaktadır. Sarıklarda kullanılan tül ve tülbent çeşitlerinden, şalvar, kaftan, iç çamaşırı, yorgan, mendil ve yağlıklardan hamam peştemali ve havlulara, yastık ve minderlerden duvar ve kapı askı perdelerine kadar pek çok eşya, pamuklu bez ya da kumaşlardan yapılırdı. 1640 tarihli narh defterinde 24 çeşit dülbend sayılmıştır. Bu geniş talep, ülke içinde köylerde ve kentlerde çok çeşitli ve çok yaygın bir el dokuma sanayii ile karşılanırdı. Pamuk sanayii, üretim ve ticaret boyutları ile Osmanlı ekonomisinin hububattan sonra en önemli sektörünü oluşturmaktaydı321. İmparatorluğun pamuk üretimi yapılan bölgelerinde -Batı Anadolu, Hamideli, Silifke, Beypazarı ve Yeşilırmak vadisi- yakın önemli pamuk sanayi merkezleri, Batı Anadolu’da Denizli, Tire, Menemen, Manisa, Çine ve Bergama; Orta Anadolu’da Hamid-eli bölgesi, Karaman (Larende), Konya, Niğde, Kuzeyde Merzifon, Zile, Tokat, Kastamonu, Küre ve Tosya özellikle anılmalıdır322.

Tümü dokuma sektörüyle ilgili alanlarda hizmet üreten bu grubun içinde hallaçlık temel bir aktivite olarak öne çıkmaktadır. 1640 tarihli Narh defterine göre bu zanaatkârlar, pamuğu, iplik, kaftan ve yorgan yapımı için eğirmekten ibarettir323. Bu grup içinde hatırı sayıda bir çoğunluğu oluşturan diğer bir sınıf da terzilerdir. Çok çeşitli kıyafet, manto, gömlek, pantolon, ceket324 v.b. gibi malları üreten bu uzmanlar doğaldır ki ordugâhlardaki üretim çeşitlerini sınırlı tutmaktaydılar. Çünkü aynı sektörde çok fazla sayıda uzmanlık isteyen işleri ya da hizmetleri yerine getiren başka başka esnaf grupları da bulunmaktaydı. Örneğin çukacılar, penbedûzler (pamuk terzileri) daha sonraları adları geçmese de başlarda terzilerle birlikte seferlerde karşımıza çıkmaktadırlar. XVI. yüzyıl sonlarında sözkonusu bu durum değişikliğinde terzilerin uzmanlıklarının ihtiyaçlara göre genelleştiğini, başka uzmanlık gerektiren işleri de yapar hale geldiklerini ve genel bir terziliğin ordugâhta oluştuğunu düşünmemize neden olmaktadır. Buna karşılık 1545 yılında sözü edilmeyen bezzazlar, 1578 ve daha sonraki seferlerde hazırdırlar. Bunlar bez ve bezden yapılmış gömlek, don, kuşak ve uçkur satarlardı325. İlk listelerde yeralmayan ipek tüccarları (gazzazlar) da tüm listelerde bulunmaktadırlar. 1640 tarihli Narh defterinden ipek tüccarlarını sadece kumaş ve ipekli giysi satıcıları olmadıkları, yalnızca bu maddelerden yapılmış ibrişim,

321 İnalcık, ‘Osmanlı Pamuklu Pazarı’, s. 1. 322 İnalcık, a.g.m., s. 4. 323 Kütükoğlu, a.g.e., s. 137. 324 Kütükoğlu, a.g.e., s. 136. 325 Kütükoğlu, a.g.e., s. 156-158.

120

Page 122: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kaytan, düğme, şerid, saçak, kılıç bağı gibi askerlere gereken tuhafiye ürünlerinin de satıcıları olduklarını anlıyoruz. Çuha veya bogasıdan yapılan kaftan terzileri 1697 listesinde varolmayan terzilerin yerlerini almışlardır. Ancak daha sonraları göreve çağrılmayacaklardır. Yine bu gruba dahil ettiğimiz çamaşırcılar da hamamcılar gibi ilk defa 1809 listesinde ortaya çıkmaktadırlar. İkinci bir tür giyim sektörü ayaklara giyilen çeşitli giyeceklerle ilgili olanlardır. Pabuççılar, çizmeciler, nalçacılar ve haffaflardan oluşan bu grup orduda askerler için çizme, tomak ( süvarilerin giydiği ağır ve kısa bot) sandal, terlik, postal, pabuç, ve özellikle yeniçeri pabucu gibi pek çok çeşitte ayakkabı türünü üretmekte ya da tamirini yapmaktadırlar. Özellikle haffaflar, kırmızı gülnâri, bulgari, erguvâni çizme, limani, iç edik, şirvani paşmak, sagrı paşmak, deşti paşmak gibi pek çok farklı türlerde ayak giysisini üretmektedirler326. Bu grup içersinde yeralan bir başka meslek grubu da eskicilerdir. Bunların sattıkları mallar eski ve kullanılmış giysi ve ayakkabılardan ibarettir. Yine sözkonusu narh defteri bu meslek grubunun sattığı malların yalnızca eski olmayıp, farklı malzemelerden yapılmış ve kalite olarak diğerlerinden daha düşük düzeyde malları sattıklarını göstermektedir327. 1545 tarihli orducu listesinde yeralmayan eskiciler, daha sonraki listelerin pek çoğunda bulunuyorlardı. Bir başka meslek grubu, malların naklinde veya kişisel binek olarak kullanılan hayvanların sefer sırasındaki donanımları ile ilgili mal ve hizmetleri üretenleri kapsamaktadır. Toplam orducuların yaklaşık ¼’ünü oluşturan bu grup içinde topladığımız hırfet gruplarının belki de en önemlileri muytâblardır. 1640 tarihli narh defterinde farklı türden torba, heybe, peksimed gararı, yeniçeri ve sipahi gararı ile farklı yerlerde kullanılan kolan, ip yuları, at tavilesi, semer urganı, köstek gibi ipleri ve hayvan vücudunun çeşitli kısımlarını korumaya yarayan enselik, kulaklık, kefe ve tımar için gerekli kaşağı gibi araç gereçleri de üreten bu esnafın üretimlerine özellikle hayvanları kar ve soğuktan korumaya yarayan kar keçesi, semer keçesi ve her türden çulu da eklemek gereklidir328. Diğer torba çeşitleri ve özelliklede at donanımlarında kullanılan bir dizi araç gereç, orducu listelerinin hemen hemen tamamında adları muytablarla birlikte geçen sarraçların ve deri zanaatkârlarının işidir. Osmanlı Devleti’nde kullanılan osmanî ve çağatayî eğer, ak osmanlı eğeri, şarki güllü eğeri, ak etekli sahtiyan eğer, akıncı eğeri, çekme kara sığır eğeri ve kırmızı, kara sığırı kemikli, şakaklı moğoli, şakaksız, bulgari şakaklı, sade osmanlı, eski osmanlı, tamağ, gülefserli ve demir paftalı olarak ayrılan oyanları329 işleyen sarraçlar aynı zamanda keseler, bohçalar, deri kaplı farklı boyutlardaki kasalar, câmedanlar, köseleden kılıç sandıkları, tirkeşler, debbeler, mataralar, tulum ve kırbaları da üretmektedirler. Öte yandan aynı sarraçlar; gem, koşum takımı, yular, dizgin, kolan, kayış ve üzengi bağlarını da

326 Barkan, a.g.m., s. 331. 327 Kütükoğlu, a.g.e., s. 192-193. 328 Kütükoğlu, a.g.e., s. 243-249. 329 Barkan, a.g.m., s. 335.

121

Page 123: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

yapıyorlardı. 1583 listesinde harrâz olarak okunan deri dikici esnaf, sarraçların faaliyetlerine ilave olarak belirmektedir. Ayrıca seferlerde hayvan kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan ve olmazsa olmaz nitelikteki iki mesleği de bütün listelerde görmekteyiz; bunlar, nalbantlar ve palandûz yani semercilerdir. Tüm kayıtlarda yeralan ve sayıları ekmekçileri bile aşan arpacılar da bu gruba dahil edilmiştir.

Orducu listelerinde, değişik zamanlarda, değişik meslekler ortaya çıkmış ya da aynı meslekler değişikliğe uğramıştır. Ancak önemli olan orducuların askerlerin gereksinim duydukları karşılamak için mesleklerinin ihtiyaç duyulan yönlerinin ağırlık kazanmasıdır. Yani listeler içindeki bir hırfet grubunun ağırlığının tek belirleyicisi askerlerin üretim ya da hizmete olan taleplerinin miktarıdır. Örneğin 1697 listesinde nalbantlar genelin %3’ünü oluştururken 1809’da bu oran %4,5’a yükselmiştir. Yine bir başka hırfet grubu olarak bakırcılar 1697 listesinde göze çarparken,1809 yılındaki listede artık rastlanmamaktadırlar. Yerlerini kalaycı, demirci ve kazancılar almıştır.

Gözümüze çarpan bir diğer önemli değişiklik ise silah üretimi ile ilgili mesleklerde görülmektedir. Değişen teknoloji ile birlikte bu alandaki bazı meslekler seferlerde görülmez olmuş, yerine yenileri ortaya çıkmıştır. Teknin nedenlerden ötürü, seferdeki rollerinin silah üretmekten çok mevcut silahların bakımı ve onarımını gerçekleştirmek olduğunu düşündüğümüz bu grupdaki esnafın en başında kılıççılar (şimşirger) gelmektedir. Osmanlı askerlerinin istediği türde ve şekil ve türevlerini, yüzyıllar boyunca süren savaşların biçimlendirdiği Osmanlı kılıç, pala, yatağan, flisa ve kancar’larının Arnavut, Türk, Laz işi olarak anılan pek çok çeşidi seferlerde kullanılmaktadır330.1579’dan sonraki tüm kayıtlarında görülen bu esnafı ok ve yay yapıcıları (kemanger) izlemektedir. Ok ve yay Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren askerlerin geleneksel silahlarındandır. Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzey eyaletlerini savunmakla yükümlü Silistre paşalığının ikâmetgâhı olan Babadağ’da bulunan ve öteki kuşlardan daha büyük olan ve Türk ve Tatarların gücigin dediği kargaların tüyleri oklarda kullanılan tüylerin en iyileri olarak bilinmekte ve tüm öteki türlerin tüylerinden üstün olduğu söylenmektedir331. Zaman geçtikçe bu iki esnaf grubunun önemi azalmaya başlamış, yerlerini kundakçı (tüfek ve tabancaların ahşap parçalarını üreten uzmanlar) ve tabancacılar almıştır. Osmanlı askerlerinin kullandığı ve arquebuse, couleuvrine ve mousquet adları ile tanınan bazı el toplarının tüfek şeklinde imal edilmiş olanları ve üç santimetre çapında kurşunlar atabilenleri yine seferlerde kullanılan piyade silahlarından bazılarıdır332. Osmanlı Devleti’nde Düzmece Mustafa olayında Çanakkale boğazındaki Osmanlı gemilerinde top ve tüfek bulunduğu, 1430’da Selanik’in fethi sırasında

330 Pretextat Lecomte, Türkiye’de Sanatlar ve Zenaatlar. Ondokuzuncu Yüzyıl Sonu, İstanbul 1956. 331 Kantemir, a.g.e., C. I, s. 919. 332 Lecomte, a.g.e., s. 155.

122

Page 124: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Osmanlı ordusunda top ve tüfeğin kullanıldığı ve 1442’de Karamanoğlu kuvvetleri Sivrihisar’ı kuşattığı zaman kaleden tüfek ve darbzen ateşiyle karşılık verildiği bilinmektedir333. Ancak imal edişileri sırasında pek çok parçadan oluşan bu silahların üretim ve onarımlarında bazı sıkıntıların doğabileceği kesindir. Karmaşık oluşları, üretim için gereken bilginin geleneksel silahlarda olduğu gibi yaygın olmayışı bu silahların üretimlerini güçleştirmektedir. Gerçi İstanbul’da Bitpazarında eski silah restoratörlerinin varlığı ve bunların birkaç eski, gerçek parça ve kendi imalatları olan parçalarla eskilere tıpatıp benzeyen yeni silahlar meydana getirebildikleri bilinmektedir334. Ancak bu zanaatkârların seferlerde nasıl bir onarım yaptıkları ya da kaynaklarının yeterli olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak tüfeğin mızrak, harbe, ok gibi silahlardan daha pahalıya mal olduğu, özellikle savaşlarda kullanabilmek için daha fazla talime ihtiyaç hissettireceği kesindir335. Yine de bu mesleklerin önemi yıllar geçtikçe artmıştır. Tüm orducu esnafı içindeki oranları 1583’de %2 iken, 1689’de %6’ya yükselmiş, 1693’de %5’e düşmüş, 1697’de tekrar %10’a fırlamış, 1717 ve 1769 seferlerinde tekrar %6’ya düşmüş ve son olarak 1809’da %9’a ulaşmıştır. Bu durum bize Osmanlı Devleti’nin ve askerlerin silah teknolojisindeki değişmelere paralel olarak ihtiyaçlarının da değiştiğini ve bu alanda aranan uzmanları göstermektedir. XVII. yüzyılın sonlarından itibaren genel orducu listelerinin büyük ölçüde yapılan savaşlar sonucunda sefer organizasyonunda geçirilen tecrübelerin yol açtığı değişimlerle son şeklini aldığı düşünülebilir. Hangi sektörün daha ağırlık kazanacağını hiç kuşkusuz sefer boyunca askerlerin (potansiyel müşteriler) rağbeti belirleyecektir. Listelerde bundan sonra gerçekleşecek değişimler teknolojik ilerlemelerin özellikle silah sektöründe yaptığı zorlamalarla gerçekleşmiştir.

Osmanlı askerlerinin sefer sırasında ihtiyaç duydukları mallarla ilgili orducular kanalıyla olmasa bile ordunun Sivas’da 1147-48/1734-35 yılında kışladığı sırada Sivas esnafına verilen siparişlerle ilgili bir defter336 bulunmaktadır. Bu defterdeki malların sefer sırasında zanaatkârların üretimlerine ışık tutacağına inanıyoruz. Örneğin muytâblar; at, katır ve sarbanbaşı için çul, bivan (?), kösdük (?), yular, torba, katır torbası, kefe, kolan, hurc, yatak hararı, harar, örtme, şilte, aşırma, deve çadırı, havud ve deve başlığı gibi siparişler almışlardı. Yine neccarlar; çadır direği, kazma, tokmak, tahterevan, çatal, tepelik, çadır tahtası, tabbak (debbağ)lar hazine sandıklarında, harbende başı, saka başı ve hazine hurçları için meşin, hazine 333 Mustafa Cezar, Osmanlı Tarihinde Levendler, İstanbul 1965, s. 156. 334 Lecomte, a.g.e., s. 156. 335 Mustafa Cezar, a.g.e., s. 162. II. Selim zamanında tüfeğin bir hayli bollaştığı, mirî tüfek karânelerinden başka bazı dükkanlarda da tüfek imal edildiği bilinmektedir. Hatta merkezi devlet özel dükkân ve kârhanelerde tüfek imalini meneden emirler çıkarmıştı. Bu konuda 1568 tarihli iki belge için bkz. Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, C. I, s. 694-695. 336 Kamil Kepeci 7434.

123

Page 125: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

hararları ve mehteranın davul yüzleri için kırmızı meşin, yine sakabaşı için kösele üretmektedirler. Sarraclar; eğer, tüfek kayışı, develer için kasa, katırlara yeldirme, katır yular, kayış ve köprücük, saka bargirlerine kantarma, kolan, üzengi gibi malları yapıyorlardı. Demirciler; katır zinciri, tozluk halkası, tokmak, kaşağı, kazgan-ı karaca, çadır bileziği, çatal, kazma, tahterevan demiri, halka ve kovan, kenef demiri, ateş küreği, matbah’a satır, çengel, kebab şişi ve kebab ayağı ve damga, çilingirler, çatal maşa, köşebend, çember, develere halka, bilezik, normal ve kalaylı mıh, nalbandlar; nal, mıh, bargir nalı, katır nalı üretmekteydiler. Ayrıca bu kalemde Tokat’tan iki kere ayrı ayrı iştira edilen nal ve mıh bedeli de gösterilmektedir. Yine pazarbaşı marifetiyle kendir ve sepet alınmış, semercilere; katır semeri, cedid semer, cedid yular ve saka semeri, keçecilerden; at, katır ve develer için keçe, bakırcılardan kazan, leğen, taba (?) ve kevgir yapmaları istenmişti. Yine tüfenkçi esnafına, cedid kundak, cedid çakmak, horos, kavuşluk, yay, kundak parçası, taban, halka, tetik, çubuk, çakmaktaşı ve tüfek siparişi verilmişti. Terzilere; tül hokka kutusu, şal-ı libade, kaftan, kırmızı şal, çuka çakşır, entari, fıtıkî serhaddî sof, sof ferace, siyah sof kerrake, kırmızı sof kerrrake, kırmızı çuka, sandal, kürk, bez, ferace, kese, dolama, yağmurluk, şalvar ve aba, kavaf (haffaf)lara; çizme, yemeni, pabuç, postal, kemer, kolan, kantarma, eğer ve eğer takımı, kaltak, kuş bağı, başlık, kubur kabağı, tabanca kılıfı ve hurc, kılıcçılara ise topuz sapı, gırade (?) demiri ve kını ile teberler için silmeler sipariş edilmişti. Sivas esnafından yapılan bütün bu alış veriş toplam 8.461,5 kuruş tutmaktadır.

Tüm bu ürünlerin, eğer seferdeki ordu herhangi bir yerleşim birimi yakınlarında değilse, üretimlerinin uzman üreticiler dışındaki kişilerce üretilmesinin son derece güç olacağı açıktır. Orducu esnafı da esasında bu güçlüğün önüne geçilmesi ve ihtiyaçların sağlanması için vardır. Bu verilerin dışında Evliya Çelebi Seyahatname’sinde de sefere katılan bazı esnaf grupları hakkında bölük pörçük de olsa bazı bilgiler bulunmaktadır. Ancak, Seyahatname’de geçen ve orduyla birlikte seferde görev yapan esnafın hepsini orducu esnaf olarak kabul etmememiz gerekmektedir. Çünkü Seyahatname’de adları geçen bazı esnaf daha önce incelenen orducu listelerinde bulunmamaktadır. Ancak seferler sırasında kurulan ordu pazarlarında bu esnafın da görev aldığı açıktır. Örneğin kadıasker alayı ile beraber sefere giden esnaf-ı yazıcıyânın ordu bazarda ve sadrazam kapusunda arz-ı hal ve mektupları kaleme aldıkları yine aynı alayla sefere katılan cenaze peykleri ve mürde-şüyân (şehidân gassâlleri), ordu imamları, müezzinleri, muarrifleri, nat-hânları ve huffâz-ı kur’anlara İstanbul’da bulunan selâtîn ve vüzerâ camilerinin eimme, hütebâ ve müezzinlerinin birer aylık ulufelerini verip yardımda bulundukları Evliya Çelebi’de geçmektedir337.

337 Evliya Çelebi, a.g.e.,C. I, s. 225. 1636 yılında İranlıların Erivan’ı geri almaları üzerine IV. Murad, Safevilerle yeniden savaş hazırlıklarına başlamıştı. İlk iş olarak İstanbul’un tüm esnafının Topkapı Sarayı’nın dış surları üzerinde yapılan Alay Köşkü’nün önünde bir geçit töreni yapmalarını emretmişti. Geçit töreni tam üç gün sürmüş, Sultan ve devletin ileri gelenleri

124

Page 126: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

B. Seferlerde Orducular

Askeri seferlerin başarısı için pek çok önemli görevler üstlenmiş olan Osmanlı ordusundaki yardımcı birlik veya geri hizmet kıtaları olarak adlandırılan bölüklerin kimliğini ve sorumluluğunu anlamak hem sosyal, hem de askeri tarih konusunda çalışan tarihçiler için çok önemlidir. Bir ordudaki yardımcı birliklerin sınıflandırılmasında değişik kriterler etkendir. Eğer Osmanlı ordusu ele alınacaksa bu sınıflandırma kabaca 5 farklı grup altında toplanarak yapılabilir:

1. Sefer sırasında ordunun normal bürokratik işlerini halletmek için orduya eşlik eden maliye ve elçilik bürolarının memurları.

2. Levazımcılar, yani ordunun yiyecek ve malzeme ihtiyacını karşılayanlar. Bunlar eminler (nüzül, arpa, koyun v.b.) ve askeri birliklerle levazım birlikleri arasında bir ara sınıfı meydana getiren orducular.

3. Bina yapımı ve onarım işleriyle uğraşan beldar, neccar, taşçı, köprücü, lağımcı v.b.

4. Orduya yiyecek ve malzeme taşımakla görevli taburlar. Arabacı, mekkariler.

5. Sağlık taburları. Cerrah, tabib, kahhâllar338. Muharip sınıflarla sefere katılan yukarıdaki grupların herhangi birine

mensup bir Osmanlı bireyi savaş olgusu hakkında ne düşünür ve bu konudaki bilgisi nedir? Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki bir Osmanlı askeri sefer sırasında hayatını ne ölçüde riske atıyorsa sözkonusu grupların göze aldıkları risk de aynıydı. Askerlerin sefer sırasında katlandıkları zorluklara bu gruplar da katlanıyor, onlarla eşit bir şekilde tehlikeleri paylaşıyorlardı. Örneğin Kanuni’nin Mohaç zaferinde bu gruplar bizzat savaşın içinde yeralmışlardı. Karargâha kadar ilerlediği anlaşılan düşmanın geri püskürtülmesinde bu gruplar da savaşmışlardı. Şemdanîzâde’ye göre düşmanın 200.000 askerini otlukçu, hârbende ve aşçıoğlanları makulesi ile birlikte savaşan padişah bozguna uğratmıştı339. Yine Kanuni’nin 935/1528-9 yılı Peç kalesi üzerine yaptığı seferde ve kale kuşatması sırasında ordu merkezinden ayrılıp askerler ve hayvanlar için yiyecek maddelerini araştırmaya gidenlerin pek çoğu

Alay Köşkünden töreni seyretmişlerdi. Evliya bu alayın 57 bölümden ve 1001 esnaftan oluştuğunu yazmakla beraber, ayrıntılarıyla betimlediği esnaf sayısı 735’dir. John Freely, Osmanlı Sarayı. Bir Hanedanlığın Öyküsü (Çev: Ayşegül Çetin), İstanbul 2000, s. 152. 338 Finkel, a.g.e., s. 110. 339 M. Münir Aktepe, Şemdanî-zâde Süleyman Efendi Tarihi, Mür’i’t-tevârih, İstanbul 1976, 3 cilt, C. I, s. 77. Feridun Beğ bu meydan savaşından sonra ölen Macar askerlerinin cesetlerinin toplanması ve gömülmesi görevinin Rumeli Defterdârına verilmiş olduğundan bahsederek Defterdâr ve Kethüdasının savaş meydanından 20.000 piyade ve 4.000 ağır zırhlı süvarinin gömülmesi işine nezaret ettiklerini belirtir. Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 562.

125

Page 127: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

düşmana esir düşmüştü340. Eğri seferi sırasında 5 Rebiülevvel 1005/14 Ekim 1596’da Habsburglarla yapılan savaşta Osmanlı ordugâhı düşman tarafından işgal edilip, Osmanlı askerleri dağıldıktan ve her şeyin bittiği düşünüldüğü sırada atoğlanı, aşçıbaşı, deveci, katırcı ve karakullukçu denilen gaziler yer yer çadırları ele geçirmiş olan düşmana karşı kazma, odun baltası, koltuk gövdesi, lobut ve sopalarla hücum edip bir kaçını hakladıktan sonra kafir kaçtı diye bağırmışlar, bunların bağırmalarını duyan ordugâh çevresindeki askerler yetişerek yakaladıkları düşmanları öldürmüşlerdi. Akşam üzeri yapılan bu mücadele yaklaşık bir saat sürmüş ve 50.000’e yakın düşman askeri yok edilmişti341. Aslında düşmana karşı koyan bu unsurların bunu bir refleks olarak yaptıklarını düşünmekteyim342. Hiç kuşkusuz kaçabilecek olsalar bu gruplar da kaçacaklardı. Süvariler atlarının hızına ve korkularının büyüklüğüne bağlı olarak Budin, Eğri hatta Belgrad’a kaçarken bu insanların ellerinde kaçmalarına yarayacak hiçbir şeyleri yoktu. Ancak duydukları dehşet diğerleri ile eşitti.

Osmanlı askerleri ile beraber cephelere giden bu grupların ordu menzillere ulaşmadan önce konaklama yerlerine gitmeleri, çadırlarını kurup, hizmet sektörlerinin gereklerini yerine getirebilmeleri için hazırlıklarını tamamlayıp, sergilerini açmaları ve askerlerin konaklama yerine gelmelerini beklemeleri gerekiyordu343. Bazen masrafları devletçe bir mukataaya bağlı malların ocaklık şeklinde bağlanması veya gümrük mallarından karşılanarak mali yönden desteklenen menzillerde344 askerler için açılan ordu pazarları 340 Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 574. Otluğa ve azığa gidenlerden düşman pek çok esir aldı. Ordugâhtan uzaklaşanlar için tek tehlike düşman askerleri de değildi. Selaniki, Temeşvar serhaddindeki Göle kalesi kuşatması sırasında Evahir-i Şaban 973/Mart 1566’da asker arasındaki eşkıya ve hırsızlardan bahsederek bunların, çayır için giden konak halkına saldırdıklarını, çadırları soyduklarını söyler. Bu hırsızlar daha sonra yakalanmışlar ve siyaset üzere cezaları verilmiştir. Mustafa Selanîki, Tarih-i Selanîki, Freiburg 1970, s. 23. 341 Peçevi , a.g.e., C. I, s. 202 ve 204. Solak-zâde Tarihi, C. II s. 383. Askerin büyük çoğunluğunun firar edip düşmana karşı savaşanların Osmanlı yöneticilerince muharip asker olarak görülmeyen bu türden yardımcı unsurlar olması, savaşması gerekip de savaşmaktan kaçınanlara karşı acımasızca davranılmasına neden olmuşa benzemektedir. Eğer Osmanlı ordusu bu savaş sonunda zafer kazanmayıp yenilmiş olsaydı, başarısızlık tüm orduya maledilecek ve hiç kuşkusuz kaçaklar için durum daha anlaşılır olacaktı. Ancak zaferdeki rollerinin önemi su götürmez olan esnaf v.b yardımcı unsurların savaşın gidişini tersine çevirmeleri kaçaklar için alınan cezaların ağırlığını arttırmış olmalıdır. Zaferden hemen sonra oluşturulan asker yoklama komisyonları yaklaşık 32.000 kaçak asker tespit etmiştir. Bunların ellerindeki dirliklerin alınıp mallarının müsadere edilmesine karar verilmişti. Bu kararın sonucu Anadolu’daki Celâli isyanlarını başlatacaktır. 342 Solak-zâde, a.g.e., aynı yer. Düşmanların ordugâhı ele geçirip, hazine sandıkları üzerinde dans ettiklerini ve aşçı, deveci ve katırcı taifesinin kaçmaya iktidarlarının olmadığından bahseder. 343 Ancak bu ileri gitmeler tehlikenin arttığı noktalarda yasaklanmaktaydı. Gurre Rebiülahir 941/Ekim ortaları 1534’de Ordu Azerbaycan-İran sınırındaki Kızıl Uzun adındaki mahalle konduktan sonra böyle bir emir ordugâhta duyurulmuştu. Feridun Beğ, a.g.e.,, C. I, s. 588. 344 Yücel Özkaya, ‘XVIII. Yüzyılda Menzilhâne Sorunu’, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. XXVIII/3-4 (1970), s. 340.

126

Page 128: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

orducuların görevlerini yerine getirdikleri başlıca mekanlardır. Asker için üretim yapacak olan bu pazarların kurulabilmesı için vergiler toplanmaktadır. Cemaziyelevvel 1065/Mart 1655 yılında Ankara sancağındaki kadılara gönderilen bir fermanda donanma-yı hümâyûn sefere çıkacağından kazalardaki kasabalarda bulunan pazarlardan orducu ihracı buyurulup, bu pazarların bac-ı bazar ve ordu bazar türünden vergilerinin tahsil ve toplanması işi için bir ağa görevlendirilmişti345. Bu pazarlarda üretimi yapılan ve satılacak ürünlerin hammaddelerini reâyânın karşılaması gerekmektedir. Olayların geçtiği yüzyıllarda üretimin büyük ölçüde tarım kökenli olduğu düşünülürse köylüleri ve üretimleri bu pazarlara güven verici bir biçimde çekebilmek büyük bir başarıdır. Bu başarı aslında Osmanlı ordusunda sağlanan disipline bağlıdır. 1009/1599-1600 yılında Kanije kalesi üzerine sefere çıkan İbrahim Paşa orduyu öyle bir disiplin altında tutmayı başarmıştı ki hiçbir asker re’âyânın tarlasından bir başak bile koparamamıştı. Oysa harman mevsimi idi. Bu durum gerçekten üretici köylülere güven verici bir durumdur. Öyle ki askerin yolu üzerine arabalar dolusu koca koca Macar somunları ve çuval çuval arpaları getirip satmaktaydılar. Herkes bedelini ödeyip istediğini almıştı346. Oysa II. Viyana seferinde durum tam tersi görünmektedir. Sefere bizzat katılıp gördüklerini anlatan Hasan Esirî bin Şeyh Hüseyin’in yazdıklarına göre ordunun sefer sırasında pek çok insan ve hayvanla dolduğunu, Yanıkkale’den Peç’e kadar aradaki mesafede bulunana büyüklü küçüklü kale, palanga, şehir, kasaba ve köylerden sağlandığını ancak daha büyümemiş arpa, yulaf, buğday ve çavdar tarlalarının öncüler tarafından ateşe verildiğini ve geriden gelenlerin bu kavrulmuş buğdayı avuç avuç yediklerini öğrenmekteyiz347. Gerçekten de bu sefer sırasında Osmanlı ordusu daha öncekilere benzemeyen ölçüde bir şiddetle geçtiği bölgelerde yaşayan halka karşı düşmanca davranmaktadır.

Gerek Osmanlı toprakları içinde gerekse düşman topraklarında asker için gerekli ürünler, orduyla beraber giden orducuların görev aldıkları 345 Ankara Ş. S. 40, s. 148. 346 Peçevi, a.g.e., C. I, s. 232. Ricaut da 1665 yılında İstanbul’dan 23 gün uzaklıktaki Belgrad’a giderek burada kaldığı 13 gün boyunca kent yakınlarında bulunan Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü gözlemlemiştir. Askerlerin elde etmek istedikleri şeyler için pazarlık yaptıklarını ve nakit olarak aldıkları malın değerini ödediklerini söylemektedir. Ricaut, a.g.e. ,s. 228. Burada belirtilmek istenen köylülerin sefere katılımını basitleştirmek değildir. Nitekim Osmanlı köylüsünün hizmet konusunda kaçınmacı pratiklerinin varlığı bilinmektedir. Bu konuda köylülerin bu türden hizmetleri kendilerinden talep eden görevlilerle başa çıkmak için geliştirdikleri envai çeşit taktik arasında, ürünün bir kısmının gizlenmesi, su yollarına delik açılması, değirmenden tahıl çalınması, gizli tarlaların ekilmesi, hasada taş karıştırılması sayılabilir. Bkz. Necmi Erdoğan, ‘Devleti ‘İdare Etmek’: Mâduniyet ve Düzenbazlık’, Toplum ve Bilim, S. 83 (1999/2000), s. 16. 347 Mehmed Arif, ‘ İkinci Viyana Seferi Hakkında’ , Tarih-i Osmanî Mecmûası, Yıl 3, cüz: 13-18, İstanbul 1328, s. 999. Bu sefer sırasında Kara Mustafa Paşanın yaptığı yürüyüş çok renkli geçmiştir. Silahlanmış efrad ve her türlü hizmetlere mahsus şahıslar, arabalar, ağırlıklar ve tüccarlar ve ordu bakkaliyelerine varıncaya kadar pek çok kişi bu yürüyüşte bulunmuşlardı. En adi arabalara bile hayvanların boynuzlarına varıncaya kadar bayraklar takılmıştı. Marsigli, a.g.e., s. 220.

127

Page 129: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Ordupazar Ağası tarafından düzenlenen pazarlarda da alınıp satılmaktadır. Yürüyüş halindeki ordular savaş için varoldukları kadar bu değiş tokuşların gerçekleştirildiği açık pazarlardır da. Bir ordu, fırsatların yaratıldığı ve katılanların kendilerine kurallar ölçüsünde tanınmış olan, keselerini doldurmak için karşılarına çıkan fırsatları değerlendirmeye çalıştıkları bir manifaktürdür. Bu değerlendirme şekillerinden belki de en önemli gelir kaynağı savaşlarda ele geçirilen esirlerin askerler tarafından tüccarlara satılması şeklindeydi. Ancak bu esir avı bazen öyle boyutlara varmaktaydı ki Osmanlı askerleri asli görevleri olan savaş olgusunu bir kenara bırakıp, sefer boyunca satabilecekleri esirleri avlamakla uğraşmaktaydılar.

Bunlar hemen her zaman ve genellikle düşman topraklarındaki kolay avlardan olan köylülerdi. Seferler sırasında askerlere sık sık asli görevlerinin savaşmak olduğu esire yapışılmasın şeklindeki uyarılarla hatırlatılmaktadır348. Yine I. Viyana seferini anlatan Peçevi, Alman topraklarını betimlerken bölgedeki birbirine bitişik kalelerin, burç ve hisarların ve sağlam surların düşmanı koruduğunu, ancak yine de ordu ve pazarda yasemin yüzlü, yay kaşlı, peri çehreli ve gül kokulu dilberlerin satılmakta olduğunu ve pek çok ganimetin ele geçirildiğini yazmaktadır349. Mohaç seferinde ele geçirilen bir esir olan Bartholomaeus Georgievic de bu durumu en iyi şekilde yaşayanlardandır. Hükümdarın seferi sırasında orduyu yol boyunca takip eden, satın alan ve satan diğer tüccarların yanısıra çok sayıda “Cotzon”lardan bahseder. Latince olarak Lanitae veya Magones olarak adlandırdığı bu esircilerin Türk askerleri tarafından esir alınan ve canlı olarak karargâha getirilen tüm hıristiyanları, ister savaş sırasında ister şehirlerden ele geçirilmiş olsunlar, satın aldıklarını ve yanlarında getirdikleri develere zincirlediklerini anlatır350. Görülmektedir ki ticaret, her türlü şartlar altında yapılabilmektedir ve sefer sırasında orducular tarafından askerler için yapılan üretim de bu savaş koşullarının biçimlendirdiği ticarete sıkı sıkıya bağımlıdır. Çünkü orducular özde ticaret adamları değillerdir. Onlar işin üretim ve emek yönüyle ilgilidir. Orduya hareket halindeyken giren malların tarım, hayvan ve maden kaynaklı olmaları sadece sefer sırasındaki üretimi değil, aslında o dönem tüm toplumlarındaki üretimi -belirleyici hammaddeler olarak- etkilemektedir. Canlı koyunlar olmazsa et satılamaz351, yemek çeşitleri zenginleştirilemez, deri ve yün olamayacağından işlenmiş mamuller ,ayakkabı, kumaş, giysi, üretilemez.

348 Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 569. Kanuni’nin Budin kalesini ele geçirmesinden sonra kaleden çıkarılan pek çok esir ordu-yı hümâyûn’da satılmıştır. Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 571. 349 Peçevi , a.g.e., C. I, s. 142. 350 Aksulu, a.g.e., s. 90. 351 Kandiye kuşatması sırasında askerlerin et ihtiyacı için Girit’e gönderilen canlı koyun ve sığırların kesim ve yüzülmesi için 1Ramazan 1077/25 Şubat 1667’de kasap esnafı orducuların Girit’e gönderilmesi için İstanbul kadısına hüküm gönderilmiştir. Çok açık olarak hayvanların eti dışında deri ve yünleri de üretim aşamasında değerlendirilecektir. MAD 6547, s. 34.Yine II. Viyana seferi sırasında çadırlar arasında gezinen koyun ve keçilerin sütleri askerlerce sağılmaktadır. Mehmed Arif, a.g.e., aynı yer.

128

Page 130: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Yine buğday ve arpa olmaksızın un ve hayvan gücü ve ürünlerinden yararlanamazdı. Madenler olmadan da orduya gerekli silah, mühimmat ve malzeme sağlanamazdı. Öyle görünüyor ki tüm bu işlemlerin yapılabilmesi için yukarıda sayılan hammaddelerin bir şekilde orduya girmesi gerekiyordu. Bunu gerçekleştiren de eminleri aracılığıyla devlettir. Birbiriyle bağlantılı hammaddelerin sektörlere göre ayrı ayrı dağılımı tıpkı Osmanlı kentlerinde olduğu gibi şu şekilde gerçekleşmektedir; Re’âyâ’dan alınıp değirmenlerde öğütüldükten sonra ordugâha getirilen un; habbazların (ekmekçilerin) ve hamurkârların görev aldığı fırınlara, yine re’âyâ’dan gelen canlı hayvanlar kasaplar tarafından kesilip, yüzüldükten sonra et ve sakatatları aşçı, başçılara, derileri de debbağ, sarraç, pabuççı, çizmeci ve mutaflara, yün ve dışarıdan sağlanan pamuk, dokumacılık sektöründeki, çulha, hallaç, terzi, çukacı gibi esnafa ve imalat sektörünün en önemli hammaddesi olan demir de tüfekçi, çilingir, kılıççı, bıçakçı, okçu, nalband ve demirci gibi üreticilere dağıtılmaktaydı352. Hammaddelerin sırayla çeşitli hırfetlere dağıtılması ve işlenmesi konusunda kent yaşamından örnekler verilebilir.

Evâil-i Rebiülahir 1053/Haziran sonları 1643 yılında Bursa’daki debbâğlar; eskiden beri kasapların kestikleri koyun, keçi, su sığırı ve kara sığır derilerinin pazara geldiğinde üç kısma ayrıldığını, alâ, evsat ve ednâ olarak satıldığı ancak kasapların şimdilerde hepsini bir bahaya satmaya çalıştıklarını ve eğer bu yeni durumu debbâğlar kabul etmeyecek olurlarsa derileri başkalarına satıp dağıtabileceklerini söyleyerek kasapların kanuna aykırı bir iş yapmakta olduklarını ve bunun düzeltilmesini istemişlerdi353. Tıpkı bir Osmanlı kenti görünümü ve işlevinde olan Osmanlı ordugâhı tüm bu ürünlerin dönüşümü ve ortaya çıkışında bir merkez görevini görmektedir. Hükümdarın çadırı, çevresinde diğer devlet görevlileri ve askerlerin çadırları, esnaf çadırları, koyun, manda, katır ve deve sürüleri, arabalar, atlar, ortada gelip giden insanlar, orada burada yakılmış ateşlerle büyük bir yerleşim birimi olan ordugâh çok canlıdır. 1665 yılında Transilvanya’da Osmanlı ordusuna eşlik eden Paul Rycaut özellikle ordunun kamp yaşamından etkilenmiştir:

Türk kampında hiçbir kavga, gürültü ve atışma duyulmaz, yürüyüş halindeki ordu mensupları arasında küfür edilmez, bir yerde misafir olan gezginlerin yaptığı gibi her şey parayla alınır ve ödenir354. 1711 Prut seferine giden askerlerin Davut Paşa sahrasında kurdukları

ordugâhı gezen La Motraye’nin dediğine göre bu ordugâh “uzunlamasına yapılmış bir şehir” gibiydi; askerî kıtalardan başka, bir çok esnaf bulunuyor, havayiç-i zaruriye ve başka her çeşit ihtiyacı görecek eşya satan dükkânlar, demirci ve sair sanat sahibinin “dükkânları” da çadırlarıyla büyük bir alanı

352 Feridun M. Emecen, ‘XVI. Asırda Manisa Esnâfına Dair Bazı Mülâhazalar’, Türk Kültürü ve Ahilik. XXI. Ahilik Bayramı Sempozyumu Tebliğleri 13-15 Eylül 1985, İstanbul 1986, s. 204-207. 353 B. Ş. S., C. 2, s. 181.b3. 354 Murphey, a.g.e., s. 98.

129

Page 131: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

kaplıyordu355. Burada sefere katılan esnafın da silahlı olduğunu söylememizde yarar var. Bu durumun kendisi de başlıbaşına çözüme kavuşturulması gereken bir olgudur. Esnaf kethüdaları başlarında olduğu halde loncalar, gerek ordu ve kendileri sefere çıkarken gerekse hanedan tarafından düzenlenen törenlerde (örneğin şehzade sünnetleri veya saltanat düğünlerinde) alay halinde protokolün önünden geçerek kendilerini ve hünerlerini sergilemektedirler. Esnaf alayı olarak adlandırılan bu türden bir geçiş sırasında en göze çarpan olgu törene katılan loncaların silahları ile beraber sultanın önünden geçmeleridir. Kılıççılar, bıçakçılar, okçular, yaycılar, tüfek ve tabancacılar gibi silah sektöründe çalışan loncaların bu silahları taşımaları belki normal karşılanabilir. Ancak bu sektör dışındaki loncaların da silahlı olarak alaya katılmaları sorulması gereken bir sorudur. Köken olarak re’âyâ kabul edilen ve vergilerini bu toplumsal katman içerisinde veren loncalar kanunen yasak olmasına rağmen hem de bu yasağı uygulayan en büyük kanun koyucunun önünden nasıl olup da silahlı olarak356 arz-ı endam etmektedirler? Kaldı ki Osmanlı Devleti’nde sık sık re’âyâ kökenlilerin ellerindeki silahların toplanması için emirler gönderildiği bilinmektedir. Kendilerine tanınan bu ayrıcalık şüphesiz sefere katılacak olmalarından kaynaklanmaktadır. Esnafın alay sırasında yaptıkları mesleklerin örneklerini sunmaları bu alış verişin diğer yönüdür. Seferlerde emeklerini ve hünerlerini sunacak olan bu insanlar genelde

355 Kurat, a.g.e., C. I, s. 252. Kurat aynı sayfada bu esnafın ordugâha katılmasıyla büyük bir kalabalığın meydana geldiğini ve fırsattan istifade etmeye çalışan müteahhid ve tüccarların kârlı bir iş yapmaya hazırlandıklarını belirtmektedir. Osmanlı ordugâhı ile dönemin Avrupa ordugâhları arasında plan ve yerleşim bölgeleri yönünden büyük benzerlikler göze çarpmaktadır. Machiavelli, a.g.e., s. 219’da Avrupa ordugâhlarındaki zanaatkârların, silah ve ağırlıkları taşıyan araba ve hayvan sürülerinin nasıl yerleştirildiği anlatılmaktadır. S. 235 ve 236’da da ordugâh plan çizimleri bulunmaktadır. Bu benzerlikler tıpkı ulaşım sırasında kullanılan yolların Roma kaynaklı oluşu gibi dönemin askeri yapılanmasının da bu imparatorluktan çok şeyler aldığını düşünmemize neden olmaktadır. Roma orduğâhında bulunan yönetim mekânları, komuta merkezi, hamam gibi unsurlar, her tip ordugâhta tekrarlanmaktadır. Bkz Özgüven, a.g.e.,.s 157. Benzerlikler daha da ayrıntıya inildiğinde şaşırtıcı olabilmektedir. Osmanlı ordusundaki zanaatkârlara benzer unsurlar Roma lejyonlarında da bulunmaktaydı. Caesar’ın Galya savaşlarında ordugâhında bulunan sanat erbabı, ordu bakkalları ve tacirler için bkz. Gaius Julius Caesar, Gallia Savaşı (Çev. Prof. Hamit Dereli), İstanbul 1973, s. 110, 155, 156. 356 1006/1597-8 yılında Vezir Satırcı Mehmed Paşa serdarlığında Erdel Krallığı ve Varad Kalesine açılan sefer öncesinde ‘bilcümle esnaf meta’ların müzeyyen edüb ve kaidelerince her taife atlanub ve süvari kethüdaları ve bilcümle esnaf şenliklerde ve piyadeleri silahlanub, bir mikdarı dahi tüfenkli padişahımızın köşkü altından fırak-birle geçüp [...]’. Yılmazer, a.g.e., s. 171. Ayrıca bkz. Evliya Çelebi, a.g.e., C. I, s. 217-317. IV. Murad’ın İran seferi öncesinde yapılan esnaf alayından sözetmektedir. Kamaniçe seferine gidecek giden orduya eşlik edecek esnaf alayı için bkz. Antoıne Galland, İstanbul’a Ait Günlük Hatıralar (1672-1673) (Çev. Nahid Sırrı Örik), Ankara 1987, s. 109-110’da fitilli tüfekleriyle, zırhlarıyla geçen esnafları betimler. 1711 yılında Prut seferinden önce de 11 Mart günü bu türden bir esnaf alayı düzenlenmişti. Alaya İstanbul’daki bütün sanat erbabı iştirak etmişti. Altı saat süren bu geçiş sırasında savaşa gidecek olan esnafın ve askerlerin geride kalan çoluk çocuklarına bakacak, onlara sahip çıkacak esnafın varlığı ifade edilmektedir. Kurat, a.g.e., C. I, s. 243.

130

Page 132: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

vergi bağışıklığıyla özelde ise bireylere tanınan bu türden ayrıcalıklarla ödüllendirilmekteydi357. Abdülkadir Efendi’nin belirttiği ve1001/1592-3 yılında Avusturya seferi öncesinde Saray ovası menzilinde Serdar Vezir Sinan Paşa’nın askerlere ve fukaralara çektiği ziyafette büryanları, bütün halde koyunları, kebapları sofralarda ekmek ve çöreklerle sunanlar muhtemelen orduculardı358. Yine 1014/1605-6 Estergon seferi sırasında Çatalcadan sonra ana ordudan ayrılıp Kırkkilise yoluna sapan yeniçerilere kanun üzere Bursa orducuları meydanları ve zahireleri ile Belgrad’a dahil olduktan sonra tayin olunmuşlardı. Bu sefer sırasında resmi orduculardan başka gönüllü orducular da görev almışlar, bunlar Tuna yalılarındaki fırınları tamir edip, uzun çakıl pideleri ile sütlü ve revganlı ekmek tabh etmişlerdi359. Kuşatma savaşlarında askerlerin alınması hedeflenen mevzi, kale, kent v.b. yerin çevresine siperler kazıp bu şekilde savaştıkları bilinmektedir. Askerler bir süreliğine evleri olarak gördükleri bu siperlerde yemeğini yemekte, uyumakta ve savaşmaktaydı. Sigetvar kuşatmasında metrislerdeki askerler yemeklerini yedikten sonra abdestlerini alarak kaleye saldırı için hazırlanmışlardı360. 1127/1715 tarihli Mora seferinde ekmekçiler diğer esnaf gruplarına göre daha şanslıdırlar. En azından görev yerleri şimdilik menzillerdir ve burada kendi arabaları ile uğradıkları köy ve kasabalarda, miriden tayınatı olmayan askerler için çarşı fırınlarında ekmek tabh etmek için zahire bulmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu uğraş sonuçsuz olacaktır. Seferi organize eden yetkililer bu soruna şu şekilde çözüm bulmuşlardır. Ekmekçilere menzillerde bulunan nüzul malı dakik askerin tayinatı için dağıtıldıktan sonra elde kalanı her menzilde 100’er kile dakik bir kilesi 60 akçe fiyatla ekmekçilere dağıtılacak, onlar da aldıkları bu zahireyi her 90 dirhemi 1 akçeye fiyatla ekmek yapıp askere satacaklardı. Elde edilen kazanç hazineye teslim edilecekti361. Aynı seferde devlet süvariler için arpa da satmaktaydı. Günde 1.000’er kile arpa ve buğday yem olarak yalnızca süvarilere dağıtılacaktı. Emirde süvari olmayan piyade askerlere, esnaf ve

357 Tören sırasında 3.000’e yakın esnaftan bahseden Galland bunların arasında Türklerin az olduğunu, Rum, Yahudi ve Ermenilerin sayıca çokluğundan sözederek gayrımüslimlere Türklerin giydikleri giyme ve diledikleri sarıkları taşıma izni verildiğinden sözeder. Ayrıca taşıdıkları ateşli silahlarla çok defa havaya ateş açtıklarını ancak silahları kullanma biçimlerinin çok kötü olduğunu belirtir. Galland, a.g.e., s. 111. 358 Yılmazer, a.g.e., s. 15. 359 Yılmazer, a.g.e., s. 350, 356. Üst rütbedeki görevlilerin sefer sırasında ordugâhta ayrı mutfakları olurdu. Gurre-i Safer 936/Ekim başları 1529 yılında Peçin kalesi kuşatması sırasında kaleden atılan bir drabzen güllesi Rumeli kethüdasının mutfağı yakınlarına düşmüştü. Feridun Beğ, a.g.e., C. I, s. 573. Yine orducuların seferde yaptıkları işlere bir örnek olarak kasaplar verilebilir. 9 Şevvâl 966/17 Temmuz 1559 yılında Bursa kadısına gönderilen hükümde, Bursa’dan sefer için istenen 4.000 baş koyunun hazır bulunan 2.000 koyun ile 3 nefer kasap orduda kasap kalmadığından istenmiş, ancak bunların orduya geldikten sonra tekrar geri döndükleri anlaşılarak, kasapların tekrardan ordu-yı hümâyûna gönderilmeleri istenmekteydi. MD 3/109. Koyunlar kesilip, derileri yüzülecek, etleri ve diğer kısımları dağıtılacaktır. 360 Selanîki, a.g.e., s. 40. 361 MAD 3284, s. 451.

131

Page 133: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

orduculara bu türden bir dağıtımın yapılmaması da bildirilmekteydi362. Bu seferde diğer Osmanlı seferlerinde sıklıkla görülen zahire sıkıntısı yaşanmamıştı. Öyle ki menzillerde askere dağıtıldıktan sonra artan çok miktarda zahire halka geri dağıtılmıştı363. Bunda seferin Osmanlı lojistik kollarının etkin iş görebileceği bir coğrafyada geçmesinin büyük payı vardır. Orduya gerekli olan her şey Ağrıboz’dan gönderilmekteydi. İstanbul’da ve diğer Osmanlı limanlarında bulunan pek çok sefine zahire naklinde kullanılmak üzere satın alınmıştı. Yine İstanbul ve diğer mahallerdeki tüccarlara, düşmana zahire satmamak şartı ile kefilleri alınarak orduya zahire ve diğer malzeme nakledilerek satış yapmalarına izin verilmişti. Ordunun iaşesi görevi verilen Defterdâr el-Hac Ömer Efendi’nin emrinde 6 kalyon, 30 şıbka, 10 kadar tüccar gemisinden oluşan bir nakliye konvoyu bulunuyordu ve bütün ordunun iaşesi için gereken malzeme Ağrıboz’dan bu filo ile nakledilecekti364.

Oysa 1004-5/1596-7 yılındaki Eğri seferinde Rumeli eyaletindeki kazalardan zahire için alınan nüzuller re’âyâ tarafından ticaret ehline akçeleri ile askerlere satılması için ferman çıkarılmıştı. İstanbul’dan Belgrad’a kadar orduya satış bu şekilde yapılmıştı365.

Seferden önce hizmetlerini askerlere sunmak için ordunun toplanma yerinde366 hazır bulunan ve sancaklarını çıkarıp367 çadırlarını kuran orducuların loncalarını ve hizmet sektörlerini belirten renkte flamaları bulunuyordu368. Sefer sırasında orducuların hizmetlerini sunmaları şu şekilde gerçekleşmekteydi: Seferde otağ-ı hümâyûnun yanında bulunan orducubaşı 4-5 çatallı bir alay bayrağına sahipti ve bu bayrağı otağın kurulacağı yerin yakınlarına dikiyordu. Orducular bu bayrak dikildikten sonra gece bile gelseler bayrağa göre konak yerini buluyorlar, burada çadır ve çergelerini kurup, gerekirse sabaha dek çalışıp askerlerin yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını hazırlamaya çalışıyorlardı. Üretime geçmede orducubaşının beklenmesinin nedeni hammaddelerin bu görevlide toplanmış olmasından kaynaklanmaktadır.

362 MAD 3284, aynı yer. 363 Kamil Kepeci 285, s. 129. Küçük Çekmeceden ordunun bulunduğu yere kadarki menzillerde fazla gelen şair, dakik, saman, ot ve çayırlar saklanma güçlüklerinden doğan gerekçelerle, zayi olmaması için ve gelecekte geri istenmek üzere halka dağıtılmıştı. 364 Dukâkîn-zâde Feridun, 1714-1718 Türk-Avusturya-Venedik Seferi, İstanbul 1932, s. 5. 365 Yılmazer, a.g.e., s. 96. 366 Bu merkezler Batı yönü için genellikle İstanbul’un Rumeli yakasındaki Davut Paşa sahrası, Doğu yönündeki seferler içinse Anadolu yakasındaki Üsküdardı. 367 Osmanlı ordusu Avlonya üzerine Polya hisarı fethinden döndüğü ve 16 Zilhicce 943/26 Mayıs 1537’de Edirne’ye geldiği sırada Edirne halkı ve esnaf loncaları tarafından kentin dışında karşılanmıştı. Burada Terziler cemaati sancaklarını orduyu ve padişahı selamlamak için kaldırdıkları sırada sancağa yıldırım düşmüş ve 2 kişi bu yüzden ölmüştü. Feridun, a.g.e., C. I, s. 599. 368 Loncaların bu flamaların hangi renklerden ve şekillerden oluştukları hakkında bkz. Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Ankara 1982, s. 245-247.

132

Page 134: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Askere sefer sırasında gereken malzemenin sağlanmasında Nüzul emini ile birlikte görev yapan orducubaşı ya da ordu ağası kazalardan kadı veya naibler aracılığıyla toplanan çeşitli türevlerdeki malzemelerin orducular arasında dağıtımından sorumluydu. Örneğin seferdeki askerlerin en önemli gıdalarından birisi olan etin ordugâhda yeteri kadar bulundurulması, Rumeli’den veya Anadolu’dan sağlanan canlı hayvanlarla mümkündü. İstanbul’un et iaşesini sağlayan celepler sefer sırasında da görevlendirilmektedirler. Celeplerin orduya ucuz ve bol et sağlamaları seferin ekonomik boyutunu ilgilendirmektedir. 23 Cemaziyelahir 973/15 Ocak 1566 yılında Berkofça, Şehirköy, Samakov, Üsküp, Kratova, İştib, Ustrumca, Radomir ve İvranya kadılarına gönderilen hükümde önceden celepler üzerine takdir olunana koyunlar sefer için ayrıldığından her bir celebin bizzat yoklanıp merkez tarafından gönderilen deftere göre üzerlerine takdir olunan miktarda koyun getirmeleri sağlanarak, bu koyunların na’ib ve yarar adamlar vasıtasıyla sürülüp orducubaşıya teslim edilmesi istenmektedir369. Ancak zamanlama yönünden işler bazen istenildiği gibi gitmemektedir. Teorik olarak Osmanlı ana birliklerinden önde gidip, askerler gelmeden menzillerde hazır bulunmaları ve gereken hazırlıkları yapmaları gereken orducu kafileleri bazen bunu yapmakta geç kalmaktadır. Fransız seyyah ve tüccarı De La Motraye Kırklareli’ne yakın bir yerde Prut seferine çıkan Osmanlı ordusundaki bu kıtaları görmüştür. Büyük vezirin ve diğer erkânın 8.000 kadar hizmet adamları, yanlarında yaralı ve hastalar için kapalı pek çok araba ile birlikte yürümektedirler. Daha önde demirci, ekmekçi, iaşe ve levazım memurları, havayiç-i zaruriye ile dolu bir çok araba, meşin kaplar içinde su getiren sakaları -her bir arabaya ikişer deri kap konulmuştu-, ekmek, peksimet, pirinç, un, yağ ve diğer eşya, hayvanlar için arpa ve sair yem taşımaktadır. Sığır, koyun, kuzu, tavuk ve çeşitli kuş sürüleri, çobanlar ve kasaplar tarafından daha kestirme bir yolla önden gitmişlerdi. Bunlar ordunun, ayrı askeri kıtaların mola verecekleri mahallere önceden varıp, askerler geldiği zaman taze kesilmiş et bulunduruyorlar, aynı şekilde bir miktar fırıncı ve ekmekçiler de önden gönderilip, konak yerlerinde fırınları hazırlayıp, asker geldiğinde taze taze ekmek veriyorlardı370. Taze ekmek asker için hem besin değeri açısından hem de insanda hissettirdiği duygular açısından peksimetten kat kat üstündür. Orducularla beraber yürüyüşe katılan yardımcı lojistik unsurlar ile yardımcı muharip sınıfların (topçu, top arabacı, lağımcılar v.b.) sayılarının asıl muharip güçlerle eşit olduğunu belirtmekte yarar var. Bu konuda Avrupa ordularında da aynı durum geçerlidir. 1567-1569 yıllarında Hollanda’ya saldıran İspanya ordusunda her 200 asker için ortalama 35-40 ordugâh takipçisi bulunmaktaydı. Kadınlar, fahişeler,

369 MD 5/852. 370 Kurat, a.g.e., C. I, s. 269-270.

133

Page 135: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

çocuklar, sürücüler, ve diğer hizmetliler çekirge sürüleri gibi orduyla beraber yol alıyorlar ve Hollanda içlerine yayılıyorlardı371.

Bazen askerler orducuların gelip çadırlarını kuracakları yeri bulmalarını uzun süre bekleyebilmekte, ya da orducubaşının orduculardan sonra gelip sancağını farklı bir yere dikmesi orducuların da yer değiştirmelerine yol açmaktaydı. Genellikle orduyla beraber hareket etmekle beraber Osmanlı sefer yürüyüşünde farklı farklı zamanlarda ve yerlerde yeralan askerlerin hepsine birden aynı anda hizmet edemeyen orducular, bu yürüyüşlere ayak uydurmakta zorlanmaktadırlar. Osmanlı askerlerinin sefer sırasındaki günlük yürüyüşleri konusunda ne denli disiplinli olduklarından daha önce bahsedilmiştir.

Orducuların asli görevlerinin askerlik olmadığı ve bu yürüyüşlere uyum sağlamada başarısız oldukları varsayılabilir. Bu ayak uydurmada zaman geçmekte olduğundan asker için gereken hazırlıklar tamamlanamadığından gerek esnaf satış yapamadığı için gerekse askerler ihtiyaçlarını gideremediklerinden zor durumda kalabilmekte ve esnaf bu gecikmeler yüzünden şikayet konusu olmaktaydı372.

Ancak bu şikayetler genelde zamanlama ile ilgilidir. Yoksa satılan malların fiyatlarındaki yükseklik konusunda bir şikayet sözkonusu değildir. Savaşı özellikle muharip sınıflara bazı durumlarda getirdiği elverişli durum orducular için geçerli değildir. Fiyatlar belirlenen narhla sabitlenmiştir ve sultanın da bulunduğu askeri seferlerde -müşteriler de dişlerine kadar silahlı askerler olunca- narha uymamak çok tehlikeliydi. Orducu esnafla askerler arasındaki alış verişlerin başarılı geçen bir seferden sonra elde edilen esirlerin değiş tokuşuyla yapıldığı da görülmektedir. Örneğin II. Murad’ın Düzmece Mustafa’nın isyanını bastırdığı savaş sırasında Osmanlı askerleri o kadar çok Düzmece taraftarı azap askeri ele geçirmişlerdi ki bunlarla ilgili pek çok hikaye ortaya çıkmıştı. Bunlardan biri şöyledir: Bir yeniçeri iki azabı orduda yederek başçı dükkânına götürmüş ve ustabaşından azaplara karşılık olarak bir kelle istemiştir. Eğer yok deyip kelleyi vermezse dükkânın önünde azapların başlarını keseceğini söylemiştir. Çaresiz kalan başçı ustası yeniçerinin istediğini vermiş, iki azabı da azad etmiştir373. Dükkân sahibinin aldığı bu kararda merhamet duygularının rol alıp almadığını bilemiyoruz. Ancak hiç şüphesiz dükkânı önünde kafaları uçurulmuş iki esirin görünüşünün satışlarını etkileyeceği ve gereksiz bir çok nükteye neden olacağı açıktır. Savaşlarda ganimet olarak elde edilen malların üreticilerle ihtiyaç malları karşılığı takas edilmesine yukarıda görüldüğü gibi rastlanmaktadır. Başarılı bir seferin 371 Geoffrey Parker, The Army of Flanders and the Spanish Road 1567-1569, Cambridge 1972. s. 176. 372 Yaşar Yücel, Kitâbu Mesâlih. Osmanlı Devlet Teşkilatına Dair Kaynaklar, Ankara 1988, s. 96. 373 Solak-zâde, a.g.e., C. I, s. 196. Solakzâde, azaplarla yeniçeriler arasında bu olaydan sonra eski bir düşmanlık kaldığını söylemektedir. Aynı olay Tacü’t-tevarih’de yeniçerinin azapları Başbâki kuluna götürüp, iki baş esir ettiği şeklinde anlatılmaktadır. Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., C. II, s. 131.

134

Page 136: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

ganimetleri bollaştırdığı ve bu değiş-tokuş piyasasını etkilediği söylenebilir. II. Murad’ın Macaristan seferi sırasında Belgrad’ı ele geçirmek mümkün olmamışsa da Macar topraklarının yağma ve talan edilmesi sonucu pek çok ganimet askerin eline geçmişti. Öyleki bir cariye bir çift çizmeye, bir gulam elli akçeye satılmıştı374.

Orducuların başlarında bulunan orducu başı veya ordu ağası ve ordu kadısının üretimlerini denetleme yetkileri vardı. Çünkü bu görevliler esnafı silahlı müşterilerinin olası bir tacizinden korumak için bulunuyor gibi görünseler de aslında üretimi denetlemek ve esnafın haksız kazanç temin etmesine engel olmak için vardılar375. Sefere katılan askerlerin diledikleri malları ucuz bir şekilde bulabilmeleri ve alış verişlerinin kendilerine mali yük getirmemesi, dolayısıyla seferlerin cazibesinin bir ölçüde korunmaya çalışılması kurulan bu pazarlardaki fiyatların dışarıya göre düşük tutulması ile mümkündür376. Özellikle sefer zamanlarında Osmanlı Devleti’nde ve tüm devletlerde -günümüzde bile- görüldüğü gibi üretim ve tüketim mallarındaki fiyat artışları bu kurumla sabitlenmeye çalışılmaktadır. Savaş döneminde narha uygun fiyatlarla alış verişin yapılmasının sağlanması bile ordu pazarlarının asker için cazip olması sonucunu doğurmaktadır. Ordu ağası bunu sağlamak için vardı. Zira bu görevlilerin başlıca sorumluluğu orduda satılan zahirenin tayin olunan narhdan ziyade fiyattan satılmasına mani olmaktı377. Zaten orducu olarak belirlenen zanaatkârların bu durumu, beklenmedik bir fırsat olarak değil de, daha önce Üsküdar loncaları ile ilgili verilen örnekte olduğu gibi daha çok arzu edilmeyen bir yükümlülük olarak görmeleri ve kadılara gönderilen orducu ihracı ile ilgili hükümlerin bazılarının sonunda yer alan tehditkâr bazı ibarelerden açıkça anlaşılmaktadır378. Kadılara yapılan bu uyarılar onları adil seçimler yapmaya, listeye yazılmamak için önerilebilecek rüşvetleri aldırmamağa yöneliktir. Örneğin 1545 Nisanında Edirne kadısına gönderilen emirde şöyle denmektedir: “bu vesile ile herhangi birinden bir akçe veya bir habbe talep edilirse sorumlusu sen olacaksın.” Bu türden ifadeler, angaryadan kurtulmaya yönelik kanun ve ahlak dışı uygulamaların gündemden hiç düşmediğini göstermektedir. Buna engel olmak için merkezi yönetimin bu 374 Solak-zâde, a.g.e. , C. I, s. 228. 375 Veinstein, a.g.m., s. 312. Orducubaşının bu hizmetleri yerine getirirken zorlandığı anlaşılmaktadır. 22 Cemaziyelahir 990/14 Temmuz 1582 tarihli ve Kefe beğlerbeği Cafer Paşa’ya gönderilen bir hükümde Şirvan seferinde istihdam edilecek orduculara orducubaşı olarak tayin edilen önceki Kefe beğlerbeği Kasım Beğ’in bu görevi sırasında yorulduğu ve büyük masrafa girdiği belirtilerek, bu hizmetlerinin karşısında Kefe’ye gelerek sancakbeyi hizmetiyle dinlenmesini, salyanesinin Kefe mukataasından ödenmesinin uygun görüldüğü bildirilmişti. Öztürk, a.g.e., s. 97. 376 Bu pazarlarda esnaf ve askerlerin yaptıkları ticareti gösteren bir minyatür için bkz. TSA. Hazine 1365, s. 93a. 377 İşbilir, a.g.e., s. 45.179 nolu dipnotta orducubaşı Mustafa Çavuş’a orduda satılan zahirenin narh-ı cârî’den ziyade baha ile satılmasına mani olması hakkında yazılan hüküm. MD 79 297/750. 15 Cemaziyelevvel 1019/5 Ağustos 1610. 378 Örneğin MD 6, s. 573, 1256 nolu hükümde: ‘yazılu oldığında tamam hakk üzere olub....’.

135

Page 137: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

konuda aldığı en önemli önlem hizmet istenen ustalardan kefiller istemek olmuştu. Kefillerin nefse mi (kefil-i bi ’n-nefs) yoksa esnafın seferdeki hizmet ve mallarına mı (kefil-i bi ’l-mâl) olduğu belirtilmemekle beraber bu kefillerin ustaların hizmetten firarları sonrası gerçekleşebilecek zararları karşılamak üzere her ikisine de kefil olmaları şart koşulmuş olabilir. Üretim aşamasının bir de kalite yönü vardı ki işte bu nokta sefer organizatörlerinin yumuşak karınları idi. Asker için yapılan üretim ucuz olduğu kadar -narha uygunluk- kaliteli de olmalıydı. Teoride ideal buydu ve bunun sağlanmasına yönelik emirler çok sıktı. Örneğin seferlerde temel yiyecek maddelerinden birisi olan peksimetin usulüne uygun bir biçimde pişirilmesi ve depolanması üzerinde titizlikle durulmaktaydı. Bunu sağlamak için zaman zaman örnekler de isteniyordu.. Bazen gönderilecek örneğin nasıl pişirilmesi gerektiği de tanımlanıyordu. Buğdayın altı defa kulburdan geçirildikten sonra öğütülmesi, kaç kile terekeden kaç okka peksimet pişirildiğinin bildirilmesi v.s. Peksimetin uzun süre bozulmadan saklanabilmesi için rutubetini iyice almasına bağlıydı379. Uzun süre depolarda bekletilen peksimetin küflenme ve acıması mümkündü. Peksimet tabhı konusunda yönetim mümkün olduğunca denetleyici bir role sahiptir. 8 Zilhicce 1182/15 Nisan 1769 yılında asker için kalyonlar habbazı Seyyid Ali Ağa’ya 20.000 kantar peksimet tabh etmesi için 28.750 kuruş hınta baha ve tabhiye ve hakk-ı esbab ve diğer masrafları için 18.750 kuruş verilmiş, kontrolü için Bayık (?) ve Yeniköy’deki ambarlarda bulunan fırınlarda imal edilmiş peksimetin kalite olarak düşük bir kalitede olduğu görevlilerce merkeze rapor edilmiş, hatta bu yüzden ümera-yı deryaya çekdirme gemilerindeki esirlere verilen peksimetten verilmek zorunda kalındığı belirtilmişti. Sorguya çekilen habbaz devletin peksimet tabhı için koyduğu fiyat ve oranlarda peksimet tabh edilemediğini oduncu bahası ile amele ücretlerinin yüksek olduğunu, 1 kantar hıntaya 35 akçeden fazla ödediğini ve bu yüzden 2,5 kile hıntadan 1 kantar peksimet çıkarmasını imkansız olduğunu bildirmiştir. Devlet bunun üzerine hınta dağıtılıp peksimet pişirilen fırınlara gümrük emini marifetiyle güvenilir adamların tayin edilip, fırın ve değirmenlerle, hattâb ve diğer mühimmatın defter edilip kontrol edilmesini istemiştir380. Yine Gelibolu ve Çanakkale’de donanma gemileri için üretilen yelken bezlerinde de kalite başlı başına sorun olabilmekteydi. Mirî mübayaa olarak değerinin çok altında fiyatlarla satın alınan bezler talep düşük tutulduğunda işe yarar bir biçimde üretilebilmekteydi. Ancak XVIII. yüzyılın ilk yarısında devletin, kalyonların artan sayılarıyla doğru orantılı olarak artan yelken talepleri yüzünden üretilen malın kalitesini düşük tutuyorlardı381. 379 İşbilir, a.g.e., s. 56. 380 Cevdet Askeriye 34771. Genellikle İstanbul kilesiyle 3 kile terekeden de 50 vukiyye peksimet pişirilmesi isteniyordu. A ncak zaman zaman ehl-i vukuf ve güvenilir kimselerin 3 İstanbul kilesi terekeden 60 vukiyye peksimet pişirilebileceğine dair uyarıları ile, bu miktarın 60 vukiyyeye çıkarıldığı da olurdu. Bkz. İşbilir, a.g.e., s. 57. 381 Mehmet Genç, ‘18. Yüzyıl’da Osmanlı Sanayii’, Dünü ve Bugünüyle Toplum ve Ekonomi, S. 2, İstanbul 1991, s. 118-119.

136

Page 138: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

Orducubaşının orducularla ilgili bir diğer görevi de onları sağ salim ana orduya ulaştırmak, yolculuk sırasında da re’âyâ’yı ve üretimlerini orducu taifelerine karşı koruyup gözetmekti. 9 Şevvâl 966/17 Mayıs 1559 yılında Şile kadısına yazılan hükümde Şile kazası re’âyâsının sefere gönderilen bazı deveci, at oğlanları ve orducuların hiç para vermeden zorla otlak ve samanlarını almışlar, hatta evlerine girip, eşyalarını aldıklarından başka avrat ve oğlanlarına da tasallutda bulunmaya kalkıştıklarından şikayetle, bunları mahkemeye davet ettiklerinde gelmediklerini ve çekip gittiklerini bildirerek, üzerlerine yasakçı tayin olunup akçalarının narh-ı ruzî üzere alınmasını istemişlerdi382. Hüdavendigar Sancağı Beği Halil’e 15 Safer 987/13 Nisan 1579 yılında ihrac edilip gönderilen orducuların Serdar Mustafa Paşa’ya teslim edilinceye kadarki yolculukları sırasında menzil ve konak yerlerindeki re’âyâ elindeki malları kilar bahanesiyle almalarına engel olmak için orducubaşı olarak tayin edilmiş olan dergâh-ı muâllâm kapucularından bir görevliye yardım etmesi için hüküm yollanmıştı383.

Seferlerde orduculara ait zamanlamalarındaki hatadan ve orducubaşılarıyla aralarındaki koordinasyon eksikliğinden kaynaklanan ve hizmet yerlerine gecikmelerinden doğan şikayetlerin yanında sefer sırasındaki disiplinsizlikleriyle ilgili daha başka nedenlerle de haklarında şikayetler sözkonusudur. Özellikle Osman Nuri’nin yayımladığı 1772 tarihli bir fermanda384 bu konuda üç ayrı suçlamanın yapılmış olduğu anlaşılır.

1. Sefere çıkan orduya katılmalarının gecikmesi. 2. Narha uygun olmayan fiyatlarla satış yapmaları. 3. Ordu Ağasını razı ederek daha sefer bitmeden ordugâhtan ayrılmaları.

Ancak bu türden şikayetlerin yapıldığı tarih olarak 1772 oldukça geç bir tarihtir ve seferlerin başarısız geçmeye başladığı XVIII. yüzyıl için çok zayıf bir gerekçedir. Çünkü asıl şikayet konuları daha ağırdır ve orduculara dair bu türden şikayetlerin genel düzensizliklerden doğduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu şikayetlerin görüldüğü dönemden önce tam tersine ordunun İstanbul’a dönüşüne değin ya da en azından askerler kışlık karargâhlarına ulaşıncaya kadar orducular ancak ordu kadısından hüccet aldıktan sonra görevlerinden ayrılabilmekteydiler385. Bu ana kadar düzenli olarak görevlerinin başındadırlar. Fermanda sefer sırasında ordu bünyesinde düzensizliklere yol açan bu türden kural ihlalleri karşısında İstanbul kadısı gelecek sefer döneminde, orducuları bir düzene sokmak için eski gelenekleri iyi bilen ve adil bir görevliyi belirleyecekti. Ancak bu türden düzensizliklerin emir sahibinin iddia ettiği kadar yeni olup olmadığını ve görevlendirilmesi düşünülen bu kişinin orducuların o ana

382 MD 3/110. 383 MD 38/144, s. 64. 384 Ergin , a.g.e., C. I, s. 632. 385 Veinstein, a.g.e., s. 313.

137

Page 139: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

kadar ticari misyonlarını düzenli bir biçimde tamamlayarak kusursuz kaldıklarını düşünmemizi sağlayarak, işleri yoluna koyup koymadığını bilmemekteyiz. Ancak bu türden şikayetlerde toplumu saran genel olumsuzluk havasının da etkisi olduğu kuşkusuzdur.

RESİM 1: TOPKAPI SARAYI ARŞİVİ HAZİNE 1365/93A

138

Page 140: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

C. Seferler Dışında Orducuların İstihdamı

Osmanlı Devleti’nde devlet tarafından sefer organizasyonları dışında da ehl-i hirefin çeşitli alanlarda görevlendirildiği görülmektedir. Örneğin büyük kentlerden yeni ele geçirilen bir coğrafyanın ya da ıssız kaldığı düşünülen bir kalenin şenlendirilmesi, orada Osmanlı idaresinin tam olarak kurulabilmesi amacıyla askeri unsurlarla beraber ehl-i hiref’den de bazı ustaların gönderildiği görülmektedir. Bunlar tehlikeli görevlendirmeler olduğundan bu işlem genellikle sürgün yoluyla olmaktadır. Bu tür görevlendirmeler orduculuk kurumu içersinde gerçekleşmese de amaç aynıdır: Bölgede bulunan insanların ihtiyaçlarının karşılanması için tedarik edilen uzmanların hizmetlerini sunmalarını sağlamak. Örneğin Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesinden sonra adada Osmanlı yerleşimini gerçekleştirebilmek için Anadolu, Karaman, Rum ve Zulkadiriye kadılarına gönderilen 13 Cemaziyelevvel 980/21 Eylül 1572 tarihli sürgün hükmünde göçebe ve eşkıyalık yapan yersiz yurtsuz re’âyâ ile birlikte kent ve kasabalarda yaşayan ehl-i hiref ve ehl-i sanayiden de pabuççı, başmakçı, terzi, takyeci, nalband, bakkal, debbağ, kemhacı, mutaf, hallac, aşçı, başçı, mumcu, semerci, demirci, dülger, taşçı, kuyumcu ve kazancı ve sair esnafın tüm kent ve kasabalardan her 10 haneden 1 hane olarak ihraç edilip Kıbrıs’a gönderilmeleri istenmekteydi386. Yine seferde olmasa da Osmanlı Devleti’nin siyasî çıkarları doğrultusunda ortak düşmana karşı mücadele sırasında özellikle askeri alandaki uzmanlıklarından yararlanmak üzere ustalar görevlendirildiği olurdu. Bu alanda Açi devletine Kızıldeniz’deki Portekiz gemilerine karşı yardımcı olacağı düşünülen 8 topçu İstanbul’a gelen Açi elçilerinin maiyetlerine katılarak gönderilmişti. Daha sonra, 1567’de ise, daha geniş bir yardım kampanyası ile Süveyş’deki Osmanlı gemilerinden 15 kadırga ve 2 barçalık bir filotilla ile marangozlar, demirciler, kalkan ustaları, tasarımcılar ve başka zanaatkârların görevlendirildiğini biliyoruz387.

Askeri alan dışında orducu olarak görevlendirilen esnaf ise inşaat sektöründe çalıştırılan işçiler ile hac yolculuklarına çıkan hacıların çeşitli ihtiyaçlarının karşılanmasında görev almaktaydı. Merkezi devlet tarafından çeşitli inşaat işlerinde çalıştırılmak amacıyla görevlendirilen duvarcı, taşçı, taş kırıcı, su yolcu, bıçkıcı, doğramacı, dülger, kalafatçı, marangoz, amele ve ırgatların inşaat sahalarında veya madenlerde orducular aracılığıyla ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışılmıştır. Bölgede oluşturulan bugünkü kantin benzeri küçük üretim, hizmet ve malların sunulduğu birleşik merkezlerde çalışanlara yapılacak arz yeterli olmakta ancak organizasyonun zayıfladığı anlarda da çalışanlar için, tıpkı orduda görüldüğü gibi, zorluklar başlamaktadır. Örneğin Kocaeli sancağı beğine gönderilmiş olan Gurre-i Rebiülahir 957/27 Nisan 1550 tarihindeki bir emirde Karamürsel kasabasında on beş yıldan beri 386 Barkan, ‘Osmanlı İmparatorluğunda Çiftçi’, s. 108. 387 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik, s. 389.

139

Page 141: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

emir ile kasap yazılmış olan Hacı Ramazan kasaplık hizmetini terk edip İznik’e gittiği ve bu yüzden Kavak iskelesindeki taş ocaklarında çalışanların et sıkıntısı çektiklerinin haber alındığı, adı geçen kişinin geri getirilip et buldurup sattırılması belirtilmektedir388. 1565’de İstanbul’un su kemerleri inşaatında çalışan asker ve işçilerin azık ve gereçlerinin sağlanmasında “ordu hizmetin edenlere sebeb-i ticâret ola” şeklindeki ifadelerle orducular görevlendirilmişti389. İstanbul’da mimar başı kontrolünde olan ve onun yaptığı düzenlemelerle kural ve niteliklerinin belirlendiği inşaat sektörü, imparatorluğun diğer kentlerine de mimarlar tayin edilinceye kadar kadılar tarafından düzenlenirdi. İstanbul’da neccâran ve buna tabi ehl-i hiref ifadesi ile tanımlanan bu sektörde çalışan ustalar özellikle saltanatın bu en büyük kentinde fazla sayıda uzmanlık dalları altında örgütlenmişlerdi. İnşaatların çok ince ve sanatkârane yapılan kısımları için diğer vilayet merkezlerinde yeterli talep olmayacağından bunların İstanbul’da toplanmasını doğal karşılamak gerekir390. Öyle ki bazen bunlar da yeterli olmamakta ve dışarıdan ücretle tutulmuş ustalar istenmektedir391. Osmanlı İmparatorluğu’nun, XIV.yüzyıldan başlayarak XVII. yüzyıla kadar süren siyasal , idari, kültürel ve ekonomik alanda kazandığı ivme sonucunda; daha önceleri kendi sınırlı çevresi içinde yetişerek serbest çalışan ve ihtiyaç duyulduğunda inşaat bölgesine intikal eden, mimariyle ilgili zanaatçıların ve mimarların, değişen ve büyüyen yeni imar- bayındırlık ihtiyaçlarını karşılayamayacağı ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun idari özellikle merkezi örgütlenmesinin paralelinde kurulması zorunlu hale gelen imar teşkilatının, fetih sonrası kurulduğu bilinmektedir. İmparatorluğun yeni bünyesinin oluşumunu gerçekleştirebilmek için daha kapsamlı, örgütlü ve planlı çalışmak gerekiyordu. Klasik Osmanlı mimarisi ile ilgili yapılan değerlendirmelerde, imparatorluk genelinde mimarlık ve imar faaliyetlerinden bahsedilirken “Hassa Mimarlar Ocağı” üzerinde durularak, bu merkezin tüm ülke genelinde imar faaliyetlerini yürüttüğü varsayılır. XVI. yüzyıl içinde baktığımız zaman teşkilatta 18 veya biraz daha fazlası, XVII. yüzyıl içinde ise 43 ya da biraz fazlası olarak belirlenen hassa ocağı mimarları’nın tüm ülke genelinden sorumlu olmaları düşünülemez. Bugüne kadar incelenen belgeler, tüm ülke genelinde imar faaliyetlerini üstlenen, organize eden ve denetleyen altı adet mimarlık mesleği ile ilgili

388 Barkan, Süleymaniye Camii, C. I, s. 354. 389 Veinstein, a.g.m., s. 312. Bu konuda Mühimme Defterleri arasında bir de hüküm çıkmıştır. 23 Cemaziyelevvel 986/28 Temmuz 1578 yılında İstanbul kadısına tamir edilmekte olan su yolları kemerlerinden uzun kemer ve ivadlı kemerde çalışanlar için 1 aşçı ve 1 bakkal ihrac edilip inşaat yerine yollanması için hüküm gönderilmiştir. Bu hükmün birer sureti ayrıca Galata ve Haslar kadısına 1 ekmekçi, 1 kasap ve 1 aşçı göndermesi için yazılmıştır. MD 35/250, s. 100. 390 Orhonlu, a.g.e., s. 8. 391 Bursa’dan İstanbul için istenen bennâ ve taşçılar için 12 Rebiülevvel 978/13 Ağustos 1570 tarihli hüküm için MD 14/499, s. 347.

140

Page 142: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kuruluşu ve ehl-i hiref teşkilatı’nın varlığını ortaya koymuştur. Bu teşkilatlar doğrudan ya da dolaylı olarak merkeze bağlıdırlar392.

Yerleşim ve alt yapı düzenlemelerin yoğunlukta olduğu İstanbul kentinde bu yoğunlıkla orantılı olarak sefer dışında da orducuların sıklıkla istihdamı gözlemlenmektedir. Örneğin 1550-1556 yılları arasında süren Süleymaniye camiî ve külliyesi inşaatında hassa mimarları ocağı’nın elemanları, acemioğlanları, diğer kapıkulu ocakları mensupları, ücretle çalışan serbest ustalar, işçiler ve forsalar çalışmaktaydı. Çoğunluğu acemi oğlanlarından oluşan vasıfsız işçilerin dışında, bennâlar (duvarcılar), seng-i traşlar (taş yontucuları) en büyük usta grubunu oluşturuyordu. Neccârlar (marangozlar), haddadlar (demirciler), nakkaşlar (ressamlar), camgerler (camcılar), sürbgerler (kurşun döşeyiciler), lağımgerler (patlayıcı kullanarak kuyu ve dehliz açanlar) başlıca ustalardı. Bunların yanısıra hammallar, atlı hammallar, arabacılar,ırgatlar, peremeciler, ambarcılar, aşçılar, bazı işleri götürü olarak yapanlar ve daha pek çok sıfatta çalışanlar vardı. İnşaatın yoğun olduğu yaz aylarında şantiyede çalışanların günlük ortalaması 2.000’in üzerindedir, 3.000’i bulduğu nadir günler de vardır393. 972/1564-5 tarihinde İstanbul kadısına gönderilen hükümde İstanbul’a gelecek suyolunun kemerleri binası hizmetinde olanlara geçen senelerde ne kadar orducu ihraç olunmuşsa bu sene için inşaatta çalışanların sıkıntı çekmemeleri için daha da fazla olmak üzere ihraç edilmesi istenmekteydi. Bu hıdmeti yerine getirecek olan orducuların sebeb-i ticaret üzere bulunmaları da belirtilmektedir394. I. Süleyman döneminde yaptırılan bu kemerler hemen Eğri kapı’dan kente girmektedir. Padişah altı saat uzaklıktaki yerlerden bu suyu getirmek için, yüksek dağlar arasına Kemerler adı verilen su kemerleri inşa ettirmiş, suyu buradan geçirmiştir. Sultan, İstanbul dışından getirdiği bu su için Eğri kapı’da süzgeçli çok büyük iki havuz yaptırmış ve çevresinde bulunan köyün ahalisini, havuzun suyunu daima temiz tutmak ve ona nezaret etmekle görevlendirmiştir. Bu su yolları dokuz aylık bir sürede, 972/1464-65 yılında tamamlanmış ve inşaatın tamamlanması için 507 yük ve 80.000 akçe sarfedilmiştir. İnşaatın mimarı Koca Mimar Sinan idi395. 13 Rebiülevvel 992/25 Mart 1584 yılında hassa-i hümâyûna ait kandil bahçelerinde yapılmakta olan binada çalışanlar için Üsküdar’dan yeteri kadar orducu esnafı yazıp, defterleyip kendilerine gereken zahire ve araç-gereçleri ile göndermesi böylece mahalde satış ve ticaret yapmaları çalışanlara sebeb-i ma’işet olması bildirilmektedir396. Yine I. Süleyman döneminde İstanbul’a getirilen sular için 5 Şevval 994/22 Temmuz 1586’da yapılan su kemerlerinden uzun kemerin başlangıç yerinde tamire 392 Zeki Sönmez, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı, İstanbul 1988, s. 251. 393 Doğan Kuban, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, İstanbul 1997, s. 78. 394 MD 6/789. 395 Sarkis Sarraf Hovhannesyan, Payitaht İstanbul’un Tarihçesi (Çev: Elmon Hançer), İstanbul 1996, s. 27. 396 MD 52/851, s. 308 ve 18 Ra 992/30 Mart 1584’de aynı gerekçe ile yine Üsküdar’dan orducu istenmesi hakkında MD 52/843, s. 317’deki hüküm.

141

Page 143: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

ihtiyaç duyulan bölgeleri olduğundan dolayı 150 kadar adamla tamir edilmesi düşünülmüş, ancak inşaat yerinin “dağbaşı” olması nedeniyle tamir konusunda görevlendirilen bu adamların maişetleri için Haslar kadısından kasap, ekmekçi ve bakkal gibi ehl-i hirefin ve hammadelerin de akçe ile satın alınarak tedarik edilip, inşaat alanına gönderilmesi istenmekteydi397. Sadrazam Sinan Paşa’nın girişimiyle Sapanca Gölü’nün İznikmid’de denizle bağlantısının sağlanması için Sakarya Nehri’nden itibaren kazılması düşünülen toprak ve yapılacak hafriyat konusunda ölçümler alınıp her taraf araştırılmış ve bu işin yapılmasının yararlı olacağı düşünülmüştü. 15 Cemaziyelevvel 999/11 Mart 1591 yılında padişahın gönderdiği fermanda memâlik-i mahrusa beğlerinden ve beğlerbeğlerinden, sipahilerden bazısının aynî hizmetleri bazısının da bedeli alınarak bir yılda 30.000 kişilik usta ve neferler oluşturularak inşaata başlanmıştı. Fermanda ayrıca Anadolu Beğlerbeği merhum Mehmed Paşa oğlu Hasan Paşa mübaşirliğinde başlanan inşaatta görev alacak kişilerin ihtiyaçları için de orducular ve üstad demirciler ve sair masraflarla zahirelerinin karşılanmasına yönelik emir de bildirilmekteydi398.

İstanbul dışındaki inşaat veya hafriyat işlerinde de çeşitli bölgelerden, özellikle inşaat alanına yakın bölgelerden, de orducu esnaf talep edilmektedir. Örneğin 12 Muharrem 972/20 Ağustos 1564 tarihinde Sakarya Nehri kenarında yaptırılacak bazı hassa kadırgaları için neccar, bıçkıcı, kalafatçı ve diğer hizmetkârlar için İznikmid’den ve sancağın diğer kasabalarından orducu ihraç edip göndermesi Kocaeli Sancakbeği Süheyl’den istenmektedir399. Yine15 Cemaziyelahir 979/1 Kasım 1571 tarihinde Biga Sancakbeği Ahmed Beğ’in nezaretinde Kemer mevkiinde inşa edilecek gemileri yapacak olan hizmetliler için Lapseki kadısından sanatında mahir 1 kasap, 1 ekmekçi ve 1 aşçının levazımlarıyla beraber Kemer’e gönderilmeleri için hüküm gönderilmiştir400. Sefer dışında ve inşaat sektöründen başka orducular uzun hac yolculuklarında da karşımıza çıkmaktadır. Cemaziyelevvel 986/Temmuz 1578 tarihli ve Mekke-i mükerreme şerifine gönderilen bir hükümde Mekke’de şeytan taşlanan mahalde aşçı, başçı, kasap ve sair taifenin (tavâif-i rezile olarak nitelenmektedirler) ordu kurup hacılara sıkıntı verdikleri ve yankesicilerin de bu durumdan istifade ile halkı zarara uğrattıkları bildirilmiş, adı geçen ordunun o bölgeden kaldırılması ve hacıların istirahatinin teminin sağlanması istenmişti401. Bir sureti Mekke kadısına gönderilen bu hüküm bize devlet talebi

397 MD. 61/134, s. 49. 398 Tarih-i Selânikî, C. I, (971-1003/1563-1595) (Haz. Prof. Dr. Mehmet İpşirli), İstanbul 1989, s. 232-233. Freiburg nüshasında orducular konusunda herhangi bir bilgiden bahsedilmemektedir. Selânikî Mustafa Efendi, Tarih-i Selânikî, Freiburg 1970, s. 283. 399 MD 6/34. 400 MD 16/63, s. 35. Aynı gemilerin inşaatının nasıl gittiğinin, urgan ve demirlerinin tamamlanıp tamamlanmadığı ve Gelibolu’dan istenen kalafatçı ve neccarların durumlarının ne olduğu da Gelibolu kadısı ve Gelibolu Hassa harç emininden sorulmaktadır. MD 16/590, s. 260. 401 MD 35/194. s. 80.

142

Page 144: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

olmadan ve büyük olasılıkla hacı olarak Mekke’ye giden hacı adayları arasında bulunan esnaf tarafından oluşturulan ordunun, ki burada bu terimin pazar olarak kullanıldığı açıktır, müşterilerinin asker olmaması durumunda işlerin nerelere vardığını göstermektedir. Devlet tarafından kendilerine sefer sıraları tanınan ayrıcalıkları sefer dışında da kullanmaya istekli ehl-i hiref önceki deneyimlerinden yararlanarak ve bulundukları bölgede uygulanan fiyat politikasını hiçe sayarak kendi kuralları ile oluşturdukları orduda (pazarda) pek çok şikayete neden olmuşlardır.

Yine de aksi halde hacı adayları kendilerine yiyecek bulamayacaklarından, bir pazarın varlığı gerekliydi. Mekke’de pazarlanabilecek tarımsal ürünler yakın çevrede yetiştirilmediği gibi yerli imalat da yoktu. Yerel ticaret büyük ölçüde uzak mesafeli ticarete dayandığından doğal zemininden yoksundu402. Bu nedenle Divân-ı hümâyûn pazarı sadece Mescid-i Haram’dan uzakta bir yere sürmekle yetindi. Ancak 985/1577-78 yılında Mekke’nin diğer kesimlerinde de, yiyecek ve kahve satılan geçici barakalar ve çadırlar, genel geçitleri kapatmakta ve hacıların ibadetini güçleştirmekteydi403. Yerel loncaların zayıf oluşu Mekke’deki orducuların bu boşluğu değerlendirip kısa süreli de olsa yanlarındaki malların satışını yapmaya kalkmalarını açıklamaktadır. Zaten birçok hacının uzun ve pahalı yolculuklarının finansmanına yardımcı olması için ufak tefek şeyler sattıkları ve hac sezonunun bu türden küçük ticaretlerin yapılabilmesi için önemli bir fırsat yarattığı anlaşılmaktadır404. Hacıların Arafat yaylasından dönüşlerinde birkaç gün kaldıkları Mina panayırında gerçekleşen bu ticaretin tüm vergilerden muaf tutulduğu405 ve burasının tüm müslümanların biraraya geldiği ortak alan olduğu düşünülürse orducuların mümkün olan en kısa sürede en yüksek kârı hedeflediklerinden söz edilebilir. Görevleri her nekadar seferlerdeki kadar tehlikeli olmasa da orducuların bu dönemlerde yaptıkları hizmetler pek kolay olmasa gerektir. İnşaatlarda çalışan işçi ve amelelerin lojistik olarak desteklenmeleri belgelerdeki her iki kesim arasında ticaret yapılmasına yönelik ibarelerle vurgulanmaktadır ancak müşteri profiline bakıldığında yapıldığı varsayılan alış-verişin potansiyelinin İstanbul’daki büyük inşaat alanları hariç olmak üzere, oldukça düşük kalacağı açıktır. Bu durum seferler ölçüsünde orducu istihdam edilemeyeceğini açıklamaktadır.

402 Suraiya Faroqhi, Hacılar ve Sultanlar (1517-1638) (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1995, s. 187. Orducuların hac yolculukları sırasında kafilelerde bulunana hacı adaylarına ve kervanın güvenliğinden sorumlu olan askerlerin iaşesinde ve yolculuk sırasında ihtiyaç duydukları diğer eşyaların üretimine katkılarının olduğu ve zaman zaman çok sıkıntılı geçen bu yolculukların güçlüğünü hafifletmek amacıyla işlerini yaptıkları düşünülebilir. Bu son derece doğal yollarla olmaktadır. Devletin tıpkı seferlerdekine benzer bir düzenlemeye gittiğine dair bir belgeye rastlamadık. 403 MD 33/339, s. 169. 404 Faroqhi, a.g.e., aynı yer. 405 Faroqhi, a.g.e., s. 191.

143

Page 145: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Gerçekten de bu tür görevler için görülen orducu ihracı hem yerel kaynaklardan sağlanmaya çalışılmakta hem de -bunun bir sonucu olarak- düşük sayılarda gerçekleşmektedir. Hırfet sayısındaki düşüşe paralel olarak istenilen ustaların sayıları da azdır ve bu ustalar, sadece müşterilerinin profiline uygun ve temel gereksinim maddelerini üreten loncalardan talep edilmektedirler. Başta savaş araç-gereçlerini üreten, onaran kılıcçı, okçu ya da tüfekçi gibi ustalar doğal olarak bu tür görevlerde yer almamaktadırlar. Aynı şekilde attar, çukacı, gazzaz, bezzaz gibi lonca temsilcileri de yoktur. Doğrudan doğruya besin sektöründeki hizmet ehlinin görüldüğü bu türden görevlendirmelerde temel beslenme ihtiyaçların giderilmesine çalışılmaktadır.

144

Page 146: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

BÖLÜM V

OSMANLI DEVLETİNDE ESNAFIN ASKERİ ALANLA İLİŞKİLERİ

Osmanlı Devleti’nin eyaletlerdeki siyasi ve sosyal yapıları XV.

yüzyılda önceleri farkedilmesi oldukça güç, ama zaman içinde gittikçe hızlanan bir değişime sahne olmuştur. Sorunun temeli ekonomiktir. İlkin yeni bulunan ticaret yollarının etkisiyle Akdeniz’in ticari potansiyeli XV. yüzyıldan başlayarak hissedilir bir düşüşe geçmiştir. Bu durum, XVI. yüzyılda Osmanlıların Akdeniz ticaret yollarını denetlemelerinden doğan gelirlerin azalmasına yol açmıştı. Buna ek olarak Amerika’dan Avrupa’ya getirilen altın ve gümüş eski kıtada büyük bir enflasyona yol açmış, fiyat ve ücretlerin yükselmesine neden olmuştu. Ama enflasyonun nedeni sadece bu değildi. Akdeniz havzasında bu dönemde etkili olan genel nitelikli nüfus artışı da eldeki mal ve kaynaklara olan talebin artmasına neden olmuştu406. Avrupa’daki bu piyasa değişikliğine Osmanlı pazarları da uyum sağlamakta gecikmemiştir. Avrupa’ya göre ucuz, ama Osmanlı iç piyasasına göre aşırı artan fiyatlarla alınıp satılan hammadde veya mamul mallar, bu bol değerli madenlerle değiştirildi. Osmanlı Devleti’nin sık sık ihraç edilmesine yasaklamalar getirerek engel olmaya çalıştığı bu akış, kaçakçılığı beraberinde getirecekti. Böylece Osmanlı Devleti Avrupalıların gerek kapitülasyonlar yoluyla resmi, gerekse kaçakçılıkla gayrıresmi yollardan devamlı satın alıp, pazarlayabilecekleri malları arayıp durdukları bir pazar durumuna gelmiştir.

Öte yandan Avrupalı devletlerin XV. yüzyılın sonlarından itibaren merkantilist bir ekonomik anlayış izlemeye başlamaları ve imalat sanayii için gerekli sermaye birikiminin ortaya çıkışını sağlamaları Avrupa ekonomisini, durgun ve tarıma dayalı Osmanlı ekonomisi üzerinde egemen kıldı. Bütün bu olumsuzluklara askeri harcamaların devlet ekonomisinde açtığı gedikler eklendiğinde durum yerli üreticiler için pek de iç açıcı görünmemektedir. Devlet bu genel ekonomik bunalımın yıkıcı etkilerini hafifletmek için iki temel yol izlemiştir. İlki özellikle askeri harcamalarında kullanabilmek amacıyla, yeni gelir kaynakları yaratabilmek için uygulamaya koyduğu yeni vergi politikası -ki bunun içinde sık olarak yapılacak olan tağşişler, iltizam, malikâne ve esham gibi uygulamalar görülmekteydi- yoluyla iç borçlanmalara gitmekti407. Bu uygulamalar Osmanlı toplumunda önceden varolmayan bir takım ara sınıflar yaratmıştır ki, bunlar genel olarak sonradan taşrada ayan

406 Braudel. II. Felipe Döneminde, C. I, s. 217. 407 Osmanlı devletinde dış borçlanma Avrupalı devletlere bakışın bir gereği olarak Kırım Savaşına dek gerçekleşmemiştir. 5.000.000 İngiliz liralık bu ilk borç için bkz. İ. Hakkı Yeniay, Yeni Osmanlı Borçları Tarihi, İstanbul 1964, s. 19.

145

Page 147: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

olarak anılacak yerel otoritelerdi. Merkezi yönetimin izlediği ikinci yol işte bu ara sınıflarla ilgilidir. Değişen ekonomik düzende ortaya çıkan bu sınıfları taşrada çeşitli görevlerde kullanmaya başlayan Osmanlı Devleti, bir anlamda klasik yetkililerinin karşısına böylece sivil güç odaklarını çıkarmakta ve merkez-bölge arası ilişkileri yeniden düzenlemeye çalışmaktadır. Osmanlı kentlerinde Batı’da sermaye birikimi ile ortaya çıkacak olan burjuvazinin rolünü üstlenecek bir orta sınıf olmayışı, devletin bu sınıfın gereklerini kısmen yerine getiren ancak devletin, kendi resmi görevlileri ile aralarında çok sıkı ilişkiler kurulacak olan ara sınıfları yaratmasına yol açmıştır. Osmanlı kentlerinin klasik dönemde Batı’daki gibi ticaretin değil, bürokrasinin merkezleri olmaları408 devletin kentlerdeki üreticiler olan loncalardan, loncaların da devletten beklentilerinin kadılar aracılığıyla yapılan bürokratik yazışmaların sonuçlarına göre biçimlendirildiği bir karşılıklı ilişkiler yumağı ortaya çıkarmıştı. Toplumsal ve yönetim alanlarında bu değişiklikler olurken üretim sektöründeki loncaların benzer şekillerde köklü değişikliklere uğradıkları görülmemektedir. Başlangıçtan beri sahip oldukları devlet desteği sayesinde Avrupalı çağdaşları olan yabancı devletlerin ticari üretimleri ile rekabete girmemiş ve ayakta kalmayı bu kendilerine tanınan korumacı politika ve destek sayesinde becerebilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin kozmopolit bir yapıya bürünmeye başladığı ilk dönemlerden itibaren esnaf devlet tarafından teşvik görmüştür. Örneğin II. Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra kentte kurulması için teşvik ettiği ilk zanaatlar ya da işletmeler orduya hizmet edenlerdi ve bunlar Saraçhane’de toplanmışlardı. Buradaki atölyelerin bazılarında Saray için üretim yapılıyordu. Saraçhane çarşısında ayrıca demirciler ile bakırcıların da atelyeleri vardı. Deri üretimi ve ticareti ile ilişkili olarak kurulan ilk tabakhaneler de Yedikule yakınlarında sur dışında kurulmuştu409.

Bu düzenleme tüm İslâm kentlerinde aşağı yukarı aynı biçimdedir. Kenti oluşturan ve aralarında organik bir bağ bulunmayan mahallelerde kurulan pazarlarda aynı malın üreticileri, imâlâtçıları ya da satıcıları, birbirlerine yakın yerlerde yerleşmektedirler. Her ticaret dalının üyeleri bu pazarların belli bir bölümünü işgal ederler ve bunların ticari faaliyetleri kentte yaşayanların alış-verişlerini kısa bir sürede yapabilecekleri yakın yerlerde toplanmıştır: Entelektüel bir merkez fonksiyonunu yüklenmiş olan câmi yakınında, kitapçılar, ciltciler, deri eşya satıcıları ve terlikçiler bulunur. Dericileri, ilkel toplumların egemen imâlât sanayii türü olan dokumacılar izler. Daha sonra da marangozlar, çilingirler ve bakırcılar yer alır. Merkezden en uzaktaki zanaatçiler, demircilerdir. Kentin kapılarına yakın olan yerlerde de alıcıları daha çok köylüler olan saraçlar ve eyerciler yer alır. Tabakhane ve

408 Mübeccel Kıray, ‘ Toplum Yapısındaki Temel Değişimlerin Tarihsel Perspektifi’, Mimarlar Odası, Mimarlık Semineri Bildirileri 4, Ankara 1969, s. 4-5. 409 Doğan Kuban, İstanbul Bir Kent Tarihi Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul (Çev: Zeynep Rona), İstanbul 1996, s. 211.

146

Page 148: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

boyahaneler kentin en dışındadır. Çevrede çömlekçiler yer alır410. Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyıldan itibaren çeşitli zorunluluklar ve düşüncelerle bazı esnaf ve zanaatkâr loncalarına gedik türünden ayrıcalıklar da verilmişti. Örneğin her zaman dışarıdan gelecek yiyecek maddelerine bağımlı olan İstanbul’da doğa koşulları ya da savaş gibi olağanüstü durumlar nedeniyle bu maddelerin akışında sık sık aksamalar olmakta, bu durum da kentte kıtlığa, fiyatların yükselmesine ve karaborsaya yolaçmaktaydı. Bu durumu önlemek için Devlet, mahallelerin nüfusuna göre, belirli sayıda fırın, bakkal, manav gibi dükkanlara satış izni vermiş, sayısı bilinen bu yerleri kolayca denetleyerek kıtlığı aşmaya çalışmıştır. Bu da giderek bir tekel haline dönüşmüştür. Örneğin İstanbul’da fırınlarda has ekmek işlemek isteyenler resmen divana başvurup, buradan hükm-i şerif, İstanbul kadılığından da yasal izin almak durumundaydılar. Ancak bu izinleri almak çok zordu. Çünkü bu fırınların sayısı, divân-ı hümâyûn tarafından fermanlarla sınırlandırılmış durumdaydı411. Bu tekelin bir başka türü de, en büyük talep sahibi konumundaki devletin özellikle çeşitli askeri ihtiyaçlar için belli miktarda ve kalitede mal üretimini bazı loncaların tekeline vermesi, böylelikle daha kaliteli donanım elde etmeyi amaçlamasıdır. Ancak bunlar mutlak tekeller olmayıp ihtiyaçlar değiştiğinde kaldırılabilmekteydi412. Yine toplumda herhangi bir kimsenin bir dükkân, bir atelye, bir ticarethane açmasına izin verilmemektedir; dükkân sayısı her esnaf loncası için saptanmış ve sınırlandırılmıştır. Dükkânlara sınırlandırma getirilince, usta sayısına da sınırlandırma getirilmiş oluyordu. Buna bağlı olarak, ustalar kategorisinin, ayrıcalıklarını korumak isteyen ve daha alt kategorilerden gelenlerin kendi alanlarını işgal etmelerini istemeyen bir toplumsal sınıf meydana getirdiklerini söylemek abartma olmayacaktır413.

Osmanlılarda esnaf, devlete ait iş ve işyerlerinde çalışanlarla, serbest çalışanlar şeklinde iki ana kısma ayrılmaktadır. Devlete ait iş yerlerinde “kârhâne” maaş karşılığında çalışanlara “ehl-i hiref-i hassa” denmektedir. İstanbul’da Ağa kapısında çeşitli imalathanelerden oluşan bir de çarşı bulunmaktadır. Bu çarşıda Sarayın ve ocaklı ağaların türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere üretim yapılmaktaydı. Çalışanlar da acemi oğlanlarıydı. Bunlar arasında berberler, saraçlar, aşçılar, teğelticiler, demirciler, terziler, çamaşırcılar, çizmeciler, hallaçlar, doğramacılar, gazzazlar, kırbacılar, kazancılar, kuyumcular, kalaycılar, keçeciler, muytâblar, mumcular, nalbant ve

410 Özer Ergenç, ‘Osmanlı Şehrinde Esnaf Örgütlerinin Fizik Yapıya Etkileri’, Türkiyenin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920) (Ed: Osman Okyar-Halil İnalcık), Ankara 1980, s. 104. Ayrıca, Ruşen Keleş, Şehirciliğin Kuramsal Temelleri, Ankara 1972, s. 25. 411 Ahmed Refik, Eski İstanbul ( Haz. Sami Önal), İstanbul 1998, s. 67. 412 Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, Osmanlı’da Zenaatten Sanata, I. Cilt: Esnaf ve Zenaatkârlar, İstanbul 1999, s. 29. Ayrıca Mehmet Genç, ‘Osmanlı Esnafı ve Devletle İlişkileri’, Ahilik ve Esnaf, Konferanslar ve Seminer, Metinler, Tartışmalar, İstanbul 1986, s. 123. 413 Robert Mantran, a.g.e., C. I, s. 344.

147

Page 149: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

yaycılar bulunmaktadır414. Diğerleri ise loncalar şeklinde örgütlenmişlerdir. Ancak her iki sektörde de devletin doğrudan biçimlendirdiği hammadde, üretim ve pazarlama kuralları bulunmaktadır. Dolayısıyla buradaki serbest çalışmadan kastedilen, belirleyiciliğini ve sınırlarını devletin çizdiği çerçevelerde yapılan üretim anlaşılmalıdır. XVI. yüzyılda devletin esnafla ilgili en büyük düzenlemeleri genel kanunnameler ve ihtisab kanunnamelerinde yer almakta ve üretim aşamasında halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve her ürün ve hizmet için ayrı bir fiyat oluşturulmasına (narh) dikkat edilerek gerçekleştirilmekteydi. Bu iki temel düzenleme kent içi sanayiî ve üretim ihtiyaçlarına cevap vermektedir ancak devletin ve özellikle sarayın kendi ihtiyaçlarının karşılanmasında daha karışık yollar ön plana çıkmaktadır. Loncalara tanınan özerkliklerin temelinde de bu özel siparişlerin karşılanması gereği yatmaktadır. Devlet yöneticileri özellikle tüccarların Osmanlı iktisadî düzeni çerçevesinde önemli işlevleri yerine getirdiğinin farkındaydılar. Bu nedenle tüccarlara geniş hareket özgürlüğü sağlanmakta, özel bir konumları olduğu kabul edilmekteydi. Başkentin, sarayın ve ordunun iaşe sorunlarının çözümü için gerektiğinde tüccarlara imtiyazlar sağlanıyor, bölgesel ticaret tekellerinin kurulmasına izin dahi veriliyordu415. Bu özerklikler sınırsız olmamakla birlikte özellikle lonca yönetici kadrosunun oluşturulmasında ve lonca içi denetimin sağlanmasında büyük ölçülerdedir.

Esnafın kendi yöneticilerini daima kendileri seçmeleri -önceleri şeyh ve nakib daha sonraları ise kethüdâ ve yiğitbaşı olarak adlandırılacaklardır- lonca içi hiyerarşinin oluşturulması ve imal edilen malların kalitesi ile fiyatlarının kontrolü konuları esnaf loncalarının özerkliklerini tam olarak kullandıkları alanlardır. Üretilen mallar daha piyasaya çıkmadan ve muhtesib’in yetki alanına girmeden önce lonca içinde denetlenmektedir. Lonca içinde, devletten bağımsız bir şekilde alınan kararların devletin onayına sunulması ve son sözün resmi ağızlardan söylenmesi gerçeği resmi denetimlere bir örnek teşkil etse bile tüm bunlar aslında hayata çoktan geçirilmiş ya da geçirilmek üzere olan kararlardır. Yönetimin genelde loncaların oybirliği ile aldığı ve gerek narh konusunda, gerekse lonca içi hiyerarşisinin düzenlenmesi konularında aldığı kararları onaylamaktan başka bir görevi yoktur. Her esnaf topluluğu, mesleki faaliyetinde bağlı olacağı özel kuralları, normal olarak kendisi kararlaştırıp, bütün ustaların ortak kararını alarak onaylanması için kadıya sunmaktadır. Uygulamada fiilen -örneğin narh konulmasında- narhı koyan ve tescil eden, mahkeme sicillerine yazan kadı olmakla birlikte bunu doğrudan doğruya ve 414 Koçu, a.g.e., s. 80. 415 Şevket Pamuk, 100 soruda Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi. 1500- 1914, İstanbul 1990, s. 65. Devlet eliyle yapılan ve zanaatkâr ve tüccarlara verilen bu türden siparişler XVI. ve XVII. yüzyıl başlarında Osmanlı Devletinin kentleşmeyi teşvik eden ve garantileyen uygulamalarından sadece biridir. Bkz. Maurice M. Cerasi, Osmanlı Kenti, Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve Mimarisi (Çev: Aslı Ataöv), İstanbul 2001, s. 49.

148

Page 150: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kimseye danışmadan yapmamaktadır. Çoğu kere esnaf cemiyetleri sözkonusu olduğu takdirde, esnafın oybirliği ile kabul ettiği fiyatın, bu konuyu tescilden öteye gitmeyen bir fonksiyonu bulunmamaktadır416. Kadı, şeri’ata, kanunlara, örf ve adetlere aykırı olup olmadığına dair incelemesini hızla tamamladıktan sonra, teklifi Divân’a arz ederdi. Divân’ın onayından sonra, ustalar tarafından hazırlanmış olan taslak, kendileri için artık bağlayıcı niteliği olan temel bir belge haline gelirdi417. Lonca içinde gerek esnaf kethüdâsı gerekse yiğitbaşının seçimi esnaf arasında ve belirli bir süre için yapıldığı gibi yine çoğunluğun isteği ile ve gerekçe gösterilerek değiştirilebilmektedir. Seçimde ve değiştirmede onay makamı yine kadılıktır418. Merkezi yönetimin kadı aracılığıyla lonca içi alınmış bir kararı onaylaması işinin sıradan bir uygulama haline gelmesinin en önemli nedeni lonca içi örgütlenmenin zaten yarı askeri bir yapı kazanmış olmasında yatmaktadır. Özellikle XVII. yüzyılda lonca örgütlenmelerinin başında genellikle saraydan çıkma bir görevli bulunmaktadır ve bu kişi aynı zamanda o lonca esnafının ürettiği mal ya da hizmetlerle sarayın ve ordunun gereksinimlerinin karşılanmasında da sorumludur. Örneğin saraya et sağlamakla görevli kasapbaşı, aynı zamanda kasaplar loncasının, peynirciler ve yoğurtçular loncasının, mumcular ve kandilciler loncasının da başıydı. Saraydaki pazarbaşı, ayrıca gemici, gemi marangozu, kaptan, Akdeniz ve Karadeniz’de ticaret yapan tüccarlar gibi deniz taşımacılığında çalışanların bağlı olduğu loncaların başıydı419.

Bu uygulamada, Osmanlı merkezi yönetiminin İstanbul’daki askerlerle bağları olması nedeniyle potansiyel tehlike gözüyle baktığı, ekonomik açıdan pek kâr etmeyen esnafı, devlet aygıtına eklemleme çabası izlenmektedir. Bu geçişin en belirgin kanıtı sefer sırasında loncalardan seçilen ehl-i hiref’in saraydan atanan bir görevli refakatinde orduya dahil edilmesi şeklinde gözlemlenir. Her ne kadar ilk amaç askerlerin seferdeki ihtiyaçlarının karşılanması şeklinde gelişse de aslında askeri yapının loncalardaki uzantılarının devreye sokulmasıdır ve bu durum Osmanlı toplumunun -

416 Halil Sahillioğlu, ‘Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1525 Yılı Sonlarında İstanbul’da Fiyatlar’, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 1 (1967), s. 38. 417 Genç, a.g.m., s. 116. 418 Genç, a.g.m., s. 117. 419 Mantran, a.g.e., C. I, s. 333. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam: Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, İstanbul 1997, s. 188. En bariz örneklerden birisi yeniçeri ağasının İstanbul’un zabıta işlerinde göze çarpmaktadır. Bu görevli Kasapbaşı ile birlikte et fiyatlarının tesbitinde de görev almaktaydı. Mücteba İlgürel, ‘Yeniçeriler’, İslâm Ansiklopedisi, C. XIII, İstanbul 1993, s. 388. Yine 56. yeniçeri ortasının çorbacısı İstanbul’da yaş ve kuru meyva, bakkaliye, mahrukat ve kereste v.s. yapı malzemesi tüccar ve esnafını kontrolle görevliydi. Bu görevi nedeniyle, tüccar ve esnaf la sıkı temas kurmak zorunda kaldığından yeniçeri ocağının idari ve askeri işlerine rütbesi Katar ağalığına yükseltilmeyerek karıştırılmıyordu. Koçu, a.g.e., s. 75.

149

Page 151: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

özellikle İstanbul’un- militarist yanıyla son derece uyumludur. XVII. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan ve XVIII. yüzyıl boyunca, özellikle İstanbul’daki esnaf örgütlerinde giderek belirginleşen bu eğilim, yönetim kadrolarının başı konumundaki kethüdâların devlet görevlilerinden oluşmasına yol açmıştır. Esnaf örgütünün lideri olarak kethüdâ, görevi karşılığında esnaftan belirli bir gelir sağlardı. Bu eğilim zamanla sayıları artan memurlara maaş ödemekte zorluk çeken devletin bir kısım görevlilere, hazineden ödenecek maaş yerine, esnaf kethüdâlıklarına ait gelirlerini tahsis etmeğe yönelmesinden doğmaktaydı. Devlet, bu sayede, hem bütçe gelirlerini kısma, hem de esnaf örgütleri üzerindeki malî kontrolünü arttırma imkanını bulmuş oluyordu. Bu şekilde bir kethüdâlık elde eden memur da, bütçe zorlukları dolayısıyla riskli hale gelen maaşını belirli bir esnafın, daha garantili olan aidat ödemeleri ile değiştirmeyi tercih ediyordu. Bu geçiş, çoğu yazarlarca, Osmanlı askerlerinin askeri niteliklerinin gerilemesi, yeniçeri ocağını da içine alan ahlaki çöküntü, disiplin gevşemesi, eskisinden çok daha az katı yeniçeri ocağına adam alma usulleri gibi nedenlerle açıklanmıştır. Koçi Beğ ilk defa yeniçeri ocağına devşirme dışında yabancı unsurların girmesini 909/1503 yılı olarak vermektedir. Bu tarihten beri yeniçeriler arasına şehir oğlanı, türk, çingene, tatar, kürd, ecnebi, laz, yörük, katırcı, deveci, hammal, ağdacı, yolkesen, yankesici v.b. unsurların katıldığını, bunların savaşlarda iş göremediklerini, sefer zamanları sayılarının 200.000’ini bulduğunu, hizmetlerini yerine getirdikten sonra ise, bakkal olanın bakkalığına, attar olanın attarlığına dönüp, sanatları ile meşgul olmaya devam ettiklerini söylemektedir420. İstanbul yeniçerileri arasında kaydedilen askerlerin bir çoğu ulufelerini bir meslek veya daha kesin olarak bir hizmetle uğraşarak arttırmak istemişlerdir. Bu değişim büyük ölçüde devletin açıklarını kapatmak için sık sık uyguladığı tağşiş yönteminden etkilenmeleri ve ulufelerin erimesinden kaynaklanıyordu. Örneğin 23 Rebiülahir 1092/12 Mayıs 1681 tarihinde İstanbul’da otuzdördüncü yeniçeri ortasında yeniçeri olan Mehmed Ahmed, yevmi 8 akçe ulufesi karşılığı Galata bakkallarının pazarbaşılığını almak istediğini bir arzuhalle bildirmekteydi. Merkezi yönetim bu yeni durumu onaylamış ve sözkonusu yeniçerinin emsali pazarbaşı olanların ne şekilde mutasarrıf oldularsa o şekilde mutasarrıf olacağı kabul edilmişti421. Yine 9 Rebiülevvel 1129/21 Şubat 1717 yılında Sipahiyândan Ahmed Receb İstanbul İhtisabı terazibaşılığını 39 akçe tutan ulufesi karşılığı almıştı422.

XVIII. yüzyıldan itibaren ekonomik buhranların yoğunlaştığı ve faaliyet şartlarının ağırlaştığı dönemlerde, bazı esnaf örgütleri de, kendi aralarından seçtikleri yöneticiler yerine, bir devlet görevlisinin daha güçlü ve etkili olacağı beklenen himayesi altına girme imkanı veren böyle bir değişmeye

420 Koçi Beğ Risalesi (Sadeleştiren: Zuhuri Danışman), İstanbul 1972, s. 41-43. 421 İstanbul Bâb Mahkemesi 36/253a1. 422 İstanbul Bâb Mahkemesi 115/70a2.

150

Page 152: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

rıza gösteriyorlardı. Ancak bu geçişin ilk dönemlerinde yani XVII. yüzyılın sonlarından itibaren nisbeten önemli sayıda yeniçeri, esnaf arasına sızmış olsa da, kuşkusuz başlangıçta sözkonusu olanlar basit askerler, hatta küçük rütbeliler değildir. Öncelikle hükümetin gedik hakları karşılığında istediği para miktarları büyük bir olasılıkla bunların parasal olanaklarının üzerindedir; düşünülmesi gerekenler daha çok yeniçeri subayları ve bu ocağın esnafla ilişkisi olan askerleri, yani özellikle zabıta gücünde yer alanlarıdır. Bunların dışında bazı özel görevlere atanan ve bundan ötürü bazı kârlar sağlayan yeniçeriler de düşünülebilir. Bu kârların ticarete yatırılarak yararlanılması sözkonusudur. Geçişin yeniçeri arasında tabana yayılması tüm XVII. yüzyıl boyunca devam etmişe benzemektedir. Ancak, padişah sarayının yönetim örgütünde yer alan kişilerin özellikle İstanbul esnafının gediklerine girmek için en iyi koşullara sahip oldukları akla yatkındır. Bunlar başkent piyasasını yeniçerilerden daha iyi tanıdıklarından esnaf temsilcileri ile temasa çok daha kolay geçebilirlerdi; saraydaki veya herhangi bir devlet dairesindeki görevleri bir dükkân veya ticarethane edinmelerine asla engel oluşturmuyordu. Yine büyük toprak sahipleri, yüksek memurlar ve önemli miktarlarda gelirlere sahip ve bunu ticaret yoluyla nemalandırmak isteyen kimseler de esnaf arasına katılma olanaklarını kaçırmamaktadırlar423. Devletin, memurların ve esnafın ortak menfaatlerini karşıladığı ölçüde yaygınlaşan bu eğilim sonucunda esnaf kethüdâlıklarının bir bölümü hazine için gelir getiren mukataalar şeklinde yeni bir vergi kaynağı haline geldi. Fakat bu üçlü menfaat birliğini gerçekleştirmek her zaman kolay olmadığı için bu değişim, esnaf örgütlerinin, İstanbul dışındaki kentlerde daha seyrek olmak üzere, ancak bir bölümünde yayılma imkanını bulmuştur. Özellikle İstanbul esnaf loncalarından bazıları -tıpkı Bursa ve Edirne’dekiler gibi- bazıları orduyla daha sıkı bağlarla, Osmanlı hükümeti tarafından balirlenmiş bağlara sahiptiler. Eğer Evliya Çelebi’ye inanmak gerekirse, başkentin bütün esnafı orduya bağlıydı424. Ayrıca yayıldığı bu esnaf örgütlerinin çoğunda da, esnafın mesleki problemlerine yabancı olduklarından dolayı iyi birer yönetici olamayan memur kethüdâlarının yerine lonca, işleri fiilen yürütmek üzere, yine oybirliği ile ustalarından birini kethüdâ olarak seçmeye devam ederek, tayinle gelen devlet görevlisini, kethüdâlık aidatını toplamakla yetinen bir statü içinde tutmayı başarmıştır425. Geçiş sadece yönetim kadroları ile sınırlı da değildir. Bir çok askeri görevli ticari ve zanaat alanlarına kaymaktadır. Mevcut kayıtlar ek iş tutan askerler arasında en çok yeniçerilerin bulunduğunu göstermektedir. Bu konuya ilişkin XVII. yüzyıl Bursa, Trabzon ve Konya sicillerine yansımış pek çok kayıt bulmak mümkündür. Örneğin 423 Mantran, a.g.e., C. I, s. 346-347. 424 Mantran, a.g.e., C. I, s. 364. 425 Genç, a.g.m., s. 120-121. Osmanlı devletinde Loncalar hiçbir zaman devlet örgütlenmesinin dışında olmamışlardır. Ömer L. Barkan’ın belirttiğinin aksine devletin sınırlarını çizdiği özerkliklerini de hiçbir dönemde kaybetmişlerdir. Askeri zümre üyeleri ile bütünleşmeleri olsa olsa bu özerkliğin sınırlarını arttıran bir etmen olarak görülmelidir. Barkan, ‘Osmanlı İmparatorluğunda Esnaf’, s. 39-46.

151

Page 153: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

gemicilik, buğday ticareti, ipek ticareti, bakkallık, kazancılık, kasaplık, vakıf yöneticiliği, muhtesiplik, hayvan besiciliği gibi türlü işleri yapan yeniçeriler, ya esnaf teşkilatıyla ya da ticari mukavelelerle ilgili konularda mahkeme kayıtlarına geçmekte, ya da terekelerinde yer alan kayıtlardan ilgilendikleri iş kollarına ait bulgular çıkmaktadır426. Örneğin 1115/1703 tarihli Edirne mahalle sayım defterine göre, bu kentte 117 dükkân sahibi yeniçeri vardı. Bunlar oğulları ve diğer yakınları ile birlikte deftere kaydedilmişlerdi. Yine, her çeşit meslek grubu arasında, örneğin dellalıktan, attarlığa, hammalcılıktan hoşafçılığa kadar dükkân sahibi yeniçerilerin varlığı bu defterlerde ortaya çıkmaktadır427.

Askerîlerin lonca sistemi içerisinde bu türden yer alışları, onların sosyal ayrıcalılarını kullanarak muhtesip ve kadı’nın kontrollerinden korunmalarını sağlamaktadır. Örneğin 20 Şevvâl 1002/9 Temmuz 1594 yılında Bursa kadısına ve Bursa hassa harc eminine gönderilen hatt-ı hümâyûnda Bursa kentine harir getiren tüccar taifesinin ekseri kapıkullarından olmakla bunlar Bursa mizan-ı harir ve resm-i yasakiye mukataasına diğer tüccarlar gibi vermeleri gereken ve mirîye ait olan rüsûm-ı yasakiyeyi vermekten kaçındıkları belirtilmişti. Belge bunun önüne geçilmesini ve bu verginin kapıkullarından da tahsil ettirilmesini buyurmaktaydı428. Zilhicce 1054/Şubat 1645 yılında Bursa, Kite, Gemlik, Mudanya, İnegöl ve Gedis kadılarına gönderilen emr-i şerifte Bursa’da sûk-ı sultanîde bazı sipah ve yeniçerilerin koyun ve keçi getirip sattıklarını ancak ağnam mukataası emini Ali’ye vermeleri gereken ağnam resimlerini ödemedikleri bildirilerek bunların alınması buyurulmaktadır429. Bunlar kontrol edilemediklerinden kolaylıkla resmi narhları ihlal edebiliyorlar, üretimin kalitesini düşürüyorlar ve ustalık belgeleri olmaksızın diledikleri zaman ve yerde dükkân açabiliyorlardı. Sık sık ustaları kendileri ile işbirliği yapmaya ve kârları paylaşmaya zorluyorlardı430. Ancak tüm bu düzen dışı davranış biçimleri bu askeri zümrelerin esnafla ve loncalarla bütünleşmelerine engel

426 Yusuf Oğuzoğlu, ‘Osmanlı Şehirlerindeki Askerîlerin Ekonomik Durumuna İlişkin Bazı Bilgiler’, Birinci Askeri Tarih Semineri Bildiriler II İçinde, Ankara 1983, s. 174. Barkan, yeniçerilerin yaptıkları işlere ek olarak yağhane, debbağhane, veya fırın işletmeciliğini, değirmencilik, mumculuk, saraçlık, bozahane ve kahvehane sahipliği, deri, keten, şap, kereste ticareti ve vergi mültezimliğini de saymaktadır. Ömer L. Barkan, ‘Edirne Askerî Kassamına Âit Tereke Defterleri (1545-1659)’, Belgeler, C. III, S. 5-6 (1966), s. 59. 427 Özer Ergenç, ‘18. Yüzyıl Başlarında Edirne’nin Demografik Durumu’, IX. Türk Tarih Kongresi 21-25 Eylül 1981 bildirileri, Ankara 1988, s. 1423. 428 B. Ş. S. B. 113/918. 978 nolu dava ise 24 Receb 1002/15 Nisan 1594 tarihinde yine Bursa’da kasapların çoğunun sipah ve yeniçeri olduğunu ve bac-ı pay-ı ağnam mukataası içinde olan mürde bacını vermedikleri şikayet konusu olmaktaydı. 949’da ise 8 Şevvâl 1002/27 Haziran 1594’de Askeri sınıfa mensup olmayan kasaplar; hassa simidciler, yasakçılar, aşçılar ve ahur halkından şikayetle, bunların eti narh-ı cariye değil de bir akçe eksiğine almak istediklerini ve bunun engellenmesini istemektedirler. 429 B. Ş. S. C. 3, s. 168/a2. 430 İnalcık, Ottoman Empire, s. 159.

152

Page 154: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

olmamaktadır. Bir lonca tarafından şikayet edilen askeri zümreler, diğer başka bir lonca tarafından desteklenmekteydi.

Yeniçerilerin XVII. yüzyıldan itibaren evlenip, çoluk çocuğa karışmaları, doğan çocuklarını “kul oğlu” olarak yeniçeri ocağına sokmaları, çeşitli loncalarda ticaret ve esnaflık yapmaları bu bütünleşmenin sadece bir yönüdür. Loncalar da yeniçeri ocağına adam vermeye başlamışlardı. “Taslakçı” olarak anılan bu kişiler bir çeşit fahri yeniçeridir431. Maaş almayan ve ulufe defterlerine kayıtlı olmayan ancak bağlı bulundukları yeniçeri ortasının sosyal alandaki bütün ayrıcalıklarından yararlanan bu lonca mensupları esnaf-yeniçeri bütünleşmesinin daha alt kademelerdeki örneklerini oluşturmaktadır. Özellikle yeniçerilerin kent esnafı için korumacı ekonomik yaptırımları önemliydi. Örneğin resmi olarak yabancı tüccarlara tanınan kapitülasyonların pratikte uygulanması yeniçeriler sayesinde imkansız hale gelebilmekteydi. Sözde gümrük muafiyeti tanınan yabancılara ait ticaret gemileri yeniçerilerin hamallar loncası sayesinde istedikleri aşırı yüksek indirme parası fiilen gümrük yerine geçmekteydi. Yeniçerilerin yaptıkları bu uygulamayı şikayet eden yabancı tüccarların da bu şikayetlerinin faydası olmuyordu432.

Bu işbirliği olmasa loncaların ithal edilen mallara -özellikle dokuma ürünlerine- karşı hiç şansları yoktu. Esnafın destek bulduğu bu askeri grupların var olan bu desteklerinin temel noktası ulufe alarak geçimlerini sağlamak zorunda olmalarıdır. Kentli nüfusun çoğunluğu, devlet memurları, lonca üyeleri, dükkân sahipleri ve küçük tüccarlar devletin uyguladığı tağşiş politikalarından en çok etkilenen gruplardır. En büyük muhalefet de satın alma güçleri her tağşişden sonra azalan yeniçerilerden gelmektedir. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yeniçerilerin büyük bir bölümü esnaf ya da dükkân sahibi olarak çalışmaya başladığı için, bu iki kesim arasında güçlü bir örtüşme vardı433. Bireylerin bir döneme dek, ekonomik hayatın güçlüklerine ve devletin ihmal ve sırasında baskılarına karşı bir dereceye kadar güvenlik buldukları loncalarda434 esnafın yeniçerilerle yaptıkları bu ittifak Osmanlı Devleti’nin diğer kentlerinde de görülmektedir. Örneğin Şam’ın ekonomik yaşantısında -etkileri kırsal kesime dek uzanan- yeniçeri girişimciliğinin izlerine 1630’larda rastlanır. Halep ve Şam’ın ekonomik yaşantısında yeniçeri faaliyetleri daha ziyade kasaplık ve diğer gıda ile ilgili loncalarda yoğunlaşmıştır. Şam’da kasap ve

431 Mete Tunçay-Bilmez Bülent Can, ‘Yeniçeriler, Bektaşiler ve Modernleşme Süreci. Reha Çamuroğlu ile Söyleşi’, Toplumsal Tarih, S. 97 (2002), s. 9. Reşat Ekrem Koçu bunların esnaf, ayak takımı, hatta serseri, uygunsuz, hayta ve erazil güruhundan olduklarını söyler. Koçu, a.g.e., s. 64. Ama esnaf olmamakla beraber Baron de Tott da İstanbul’a giderken uğradığı Orkapı’daki yeniçeri garnizonunun daveti ile orta defterine kaydolmuştu. De Tott, a.g.e., s. 109. 432 Tunçay- Can, a.g.e., s. 13. 433 Şevket Pamuk, ‘Osmanlı ekonomisinde devlet müdahaleciliğine yeniden bakış’, Toplum ve Bilim, S. 83 (1999/2000), s. 141. Aynı yazar, İstanbul ve Diğer Kentlerde 500 yıllık Fiyatlar ve Ücretler 1469-1988, Ankara 2000, s. 34-35. 434 Ergenç, ‘Osmanlı Şehrinde Esnaf’, s. 104.

153

Page 155: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

benzeri loncalar, hacıların geçtiği kutsal kentlere giden yolun yeraldığı merkezi semte egemendir. Zenginleri ve yerel eşrafı koruma rolleri önce geldiğinden, yeniçerilerin zanaat etkinlikleri yalnızca politik konumlarını sağlamlaştırmaya yönelik görünmektedir435. Şam ve Kahire gibi yeniçerilerin siyasi olarak çok güçlü oldukları bazı kentlerde436 esnaf ve tüccar loncaları bu siyasi gücü kullanmak ya da en azından korunmalarını temin etmek amacıyla kendilerini belli bir bedel karşılığı yeniçeri ocaklarına yazdırmaktadırlar437.

Yine Balkanlar’da yeniçeriler ekonomik faaliyetleri daha çok tarımsal alanda yoğunlaştırdıklarından esnaf loncaları üzerinde uzun süre herhangi bir etkide bulunmamışlardır. Özellikle 1729’daki Belgrad Antlaşması’nın ertesinde Sırbistan’a konuşlandırılan aşağı yukarı 2.500 yeniçerinin büyük bir kısmı çiftlikler kurmak suretiyle çiftçiliğe soyunmuş ve re’âyâ’nın üzerine vergi ve angaryalar yüklemişlerdi. Bulgar tarihçilerin son dönemdeki araştırmaları yeniçerilerin kırsal alanda olduğu kadar şehirlerde de, özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, gittikçe artan bir şekilde varlıklarını hissettirdiklerini ortaya koymuştur. Gueorguieva’nın yeniçeri terekeleri üzerine yaptığı araştırması XVIII. yüzyıl sonlarında Sofya’daki yeniçerilerin önemli bir kısmının zenginliklerini uğraştıkları belli bir zanaat dalına borçlu olduklarını göstermiştir438. Yine XVIII. yüzyıl başlarında Ayıntâb’da da yeniçerileri askerlik mesleğinin dışında bazen malikane mutasarrıflığı, mültezim, vakıf görevlisi; bazen de kasaplık, debbağlık gibi mesleklerin icracısı ya da ticaretle uğraşarak görmekteyiz439. Başkentte ve imparatorluğun Şam, Halep, Kahire, Sofya, Musul gibi kentlerinde esnaf loncaları ile iç içe geçmiş bir hal kazanan yeniçeriler, üretimin yanında diğer hizmetleri de veren bir grup haline dönüşmüşlerdir. Yerel ocaklara kayıtlı olup aynı zamanda ticaret ve zanaatlarını yürüten yeniçerilerin, başkentte potansiyel bir güç odağı haline geldikleri 1730 ve 1807’deki isyanlarda açıkça ortaya çıkmıştır. Aralarına hiç güçlük çekmeden esnaf loncalarını da çeken yeniçeriler, isyanların önderleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar440. Bu tür isyanlarda görülen kentli esnaf ile

435 Onur Yıldırım, ‘Osmanlı esnafında uyum ve dönüşüm: 1650-1826’, Toplum ve Bilim, S. 83 (1999/2000), s. 169. 436 1517’de Yavuz, Kahireyi aldıktan sonra 2000 yeniçeriyi kentte bırakmıştır. Bu, yeniçerilerin dönemin en elit savaşçıları olduğu göz önünde tutulursa oldukça büyük bir rakamdır. Tunçay- Can, a.g.e., aynı yer. 437 Andrė Raymond, Yeniçerilerin Kahiresi, Abdurrahman Kethüda Zamanında Bir Osmanlı Kentinin Yükselişi (Çev: Alp Tümertekin), İstanbul 1999, s. 87. Yüksek bir meblağ olan bu giriş bedeli Kahireli tüccarların yeniçerilerin ayrıcalıklarından yararlanma isteği ile ilgilidir. 438 Tzvetana Gueorguieva, ‘Les Organisations Provinciales des Janissares dans la Vie Sociale de la Roumelia Ottomane’, Arab Historical Review for Ottoman Studies, (der: Abdeljelil Temimi), S. 17-18 (1998), s. 60-61’den nakleden Onur Yıldırım, a.g.m., s. 170. 439 Hüseyin Çınar, ‘XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntâb (Antep) Şehrinde Bir Güç Unsuru Olarak Yeniçeriler’, Osmanlı Döneminde Gaziantep Sempozyumu (22 Ekim 1999) (Ed: Doç. Dr. Yusuf Küçükdağ), Gaziantep 2000, s. 100. 440 Zaman zaman esnaf da bu isyanlarda yeniçerilerin yanında yeralarak bu ikilinin işbirliğini sergileyen örnekler vermiştir. 1687, 1703 ve 1730 ayaklanmaları bunlardandır. Bkz. Koçu,

154

Page 156: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

yeniçeriler arasındaki işbirliği yalnızca başkent İstanbul ile sınırlı kalmamaktadır. Örneğin 1730 Patrona Halil isyanının arefesinde 1727-28 yıllarında İzmir’de İzmir yeniçerileri ile İzmir voyvodası ve ona bağlı kuvvetler arasında İzmir yeniçeri zabitlerinin seçimi ve tayini konusunda ortaya çıkan bir ihtilaf kısa sürede isyana dönüşmüş ve gerek kent içindeki gerekse dışarıdan gelen ve içlerinde esnaftan da temsilcilerin olduğu pek çok kişi bu isyanda yeniçerilerin yanında yeralmıştır441.

Askeri zümreden görevlilerin sivil hayatta ticaret ve zanaatlarla uğraşmalarında hiç kuşkusuz kendi ulufelerinin enflasyon karşısında erimesinin etkisi ve zorlaması olmakla beraber, loncaların bu işbirliğini istemelerinin de etkisi olmuştur. Ancak daha da önemlisi aslında birer uzmanlık dalı olması gereken üretim kollarındaki ustalığın, temelde büyük ölçüde bilgi birikimine ya da mesleki türden bir sınavla kazanılan hakka dayanan bir unvan olmayışı yatmaktadır. XVI. yüzyılda hekimbaşı tarafından imtihan edilen hekim ve cerrahlarla ilgili bilgiler442 hariç tutulursa, usta adaylarının mesleki bir sınavdan geçirildiğini gösteren herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Adaydan Avrupa loncalarındaki Meisterstück ya da chef d’oeuvre gibi bir “usta işi” istendiğini belirtir bir kayıt yoktur. Bunun nedeni hiç kuşkusuz, Avrupa’daki benzerlerinin tersine, Türk loncalarının, lonca mensuplarının yaptıkları işin niteliği ile, meslek düzeylerinin denetiminde ancak sınırlı bir rol oynamaları idi443. Gerçekten de büyük kentlerde henüz dışsatım ürünleri üreten ağır sanayi kurulmuş değildir. Bunların varolanları da devlete aittir. Bu işkolları da ancak kâr getirmeyen malların üretimini yapıyorlardı. Bu sektörler; askeri ve savaş gemileri yapan tersaneler, saray, ordu ve denizcilik üzerine çalışan devlet fabrikaları idi. Öte yandan zanaatkârların elinde olan yerel sanayii yalnız iç pazar için çalışıyor, çok olağanüstü mallar ve durumlar dışında dış satıma yönelik üretimde bulunmuyordu444.

a.g.e.; ayrıca 1730 Patrona isyanı için bkz. M. Münir Aktepe, Patrona İsyanı 1730, İstanbul 1958. 441 Münir Aktepe, ‘Başvekâlet Arşivindeki Vesikalara Nazaran İzmir İsyanı (1727-1728)’, V. Türk Tarih Kongresi Ankara 12-17 Nisan 195. Kongreye sunulan tebliğler, s. 679. 442 Ahmed Refik, Onuncu asr-ı hicrîde İstanbul Hayatı, Ankara 1987, s. 89-90’da geçen 981/1573-1574 tarihli ferman. Bu belgede, sınavdan başarıyla geçtikten sonra meslaklarini icra etmelerine ve belirlenen yerde-muhtemelen burası kendi seçtikleri bir yerdir-dükkân açmalarına izin verilen 27 tabib ve 28 cerrahın listesi bulunmaktadır.Bu tabib ve cerrahların az sayıda olmaları, onların ‘yeni mezun’ pratisyenler olduklarını düşündürtmektedir. bkz. Mantran, a.g.e., C.II, s. 98. Evliya Çelebi de onları IV. Murad’ın Bağdat seferi öncesinde düzenlediği esnaf alayına Hekimbaşı ve Cerrahbaşı alayı altında pür silah ve tahterevanlar üzerinde diş çıkarmaya yarayan kelpedân, mengene, küskü, destervâr, minsâr, makga ve eğeler ile geçerken tasvir etmektedir. Evliya Çelebi, a.g.e. ,C. I, s. 226. 443 Baer, ‘Türk Loncalarının’, s. 104. 444 Robert Mantran, ‘XVIII.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda Ticaretin Değişmesi’, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih İncelemeleri Dergisi, III (1987), s. 169.

155

Page 157: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

Yapılacak işin niteliği ile ilgili kurallar merkezi hükümetçe yayınlanır, loncaların başkanları ancak bu kurallara uyulup uyulmadığına bakarlardı. Kurallara uymayanlar hükümete bildirilir, hükümet de gerekli gördüğü tedbirleri alırdı. Bu üyelerin cezaları lonca tarafından değil hükümet yetkilileri tarafından veriliyordu445. Bu durum loncalar için avantajlıdır. Çünkü Osmanlı sanayii XIX. yüzyıla kadar Avrupa’dan ciddi bir rekabetle karşılaşmamıştır. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupa ile ticaret sınırlı kalmış, ithalatın büyük bir bölümünü de yerli üretim ile rekabet etmeyen lüks mallar oluşturmuştur. Bu kapalılık Osmanlı loncalarının XIX. yüzyıl başlarına kadar üretim düzeylerini korumalarına yol açmıştır446 ve bu durum loncaların ayakta kalmasını sağlayan devlet korumacılığından sonra gelen en büyük etkendir. Böylece, ustaların ehliyetini onların loncayla ilişkilerinden çok, hükümetle olan ilişkileri tayin ediyordu. Lonca, adayı kabul edip etmeme konusunda karar verirken, daha çok adayın mali gücüne, din ve ailesine ve çırakken gösterdiği çalışmaya bakıyordu447. Durum böyle olunca lonca hiyerarşisinden gelmeyen, ancak elinde lonca ölçülerine göre, mütevazi de olsa, siyasi ve ekonomik bir güç olan askeri kökenlilerin ticaret ve esnaflığa başlamaları kolay olmaktaydı. Esnaf örgütlerinde farklı ustalar arası zenginlik oranının çok fazla olmadığı, nisbî farklılaşmaların sınırlı tutulduğu, devletin uzun vadede meşru kabul ettiği kâr haddinin %10’u aşmadığı ve esnafın sermaye birikimi sağlamak bakımından oldukça zayıf bir durumda bulunduğu448 lonca örgütlenmelerinde askeri zümreye mensup bir görevlinin ticaret ya da esnaflık yapabilmesi için çok büyük bir sermayeye ihtiyaç duymayacağı açıktır. Konu sadece uygun loncayı seçmektir. Kayma fazla bir mesleki bilgi gerektirmeyen sektörlere doğru olacaktır. Özellikle beslenme ile ilgili üretim sektörlerinin, diğer sektörlere göre daha az meslek bilgisi gerektirdiği açıktır. Kaldı ki beslenme sektörü dışındaki üretim alanlarında da profesyonel anlamda engin bir meslek bilgisinin geçerli olduğunu söylemek de zordur. Boş zamanlarını ve fırsatları değerlendirmesini bilen herkes için bazı sanatları bir amatör olarak öğrenip tatbik etmek pekala mümkündür. Ayrıca yeniçerilerin, Acemi oğlanlığı devrinde ocağa bağlı türlü atölyelerde, devlete ve büyük vezirlere ait inşaatlarda çalıştırılırken bazı sanatlarda bilgi ve yetenek kazanmış olmaları da mümkündür. Mimar Sinan gibi bir ustanın yeniçerilikten, yayabaşılıktan gelmiş ve ocaktan çıkmış olduğunu unutmamak lazımdır. Diğer taraftan merkez ordusunu takviye amacıyla son zamanlarda bu orduya devşirmelerin dışında dışarıdan asker yazılması ve bu kişilerin gözü açık, işbilir çarşı-pazar erbabı

445 Lonca tarafından üyelerin birisine denetlemeler sırasında verilen cezanın uygulanmasında yeniçeri birliklerinden yardım görülmekteydi. Yücel Özkaya, ‘XVIII. Yüzyıl’da Osmanlı İmparatorluğunda Esnaf Sorunları’, IX. Türk Tarih Kongresi 21-25 Eylül 1981, kongreye sunulan bildiriler, Ankara 1988, C. II, s. 1040. 446 Şevket Pamuk, Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, İstanbul 1999, s. 142. 447 Baer, a.g.m., s. 105. 448 Genç, a.g.m., s. 122.

156

Page 158: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

olması, esnaflıkla askerliğin aynı şahıslar elinde toplanması demektir449. Önemli olan işletme hakkına ve gerekli malzemelere sahip olmaktır. Bunların sağlanması da zenginlik ya da siyasi güçle mümkün görünmektedir. Osmanlı kentlerinde yaşayan askeri zümrelerde bunların her ikisi de bulunmaktadır. Özellikle yeniçeri ortalarında “ocak eskileri” olarak adlandırılan subay kadroları alaylardaki idari görevlerin kontrolü sırasında değişik yasadışı faaliyetlerden dolayı büyük kârlar elde etmişler ve çoğu, değişik loncaların önde gelenleriyle de iyi ilişkiler kurmuşlardır450. Osmanlı toplumunda üretim alanıyla genellikle faizcilik ve kredi muameleleri ile karışık gelir kaynaklarından veya sahibi oldukları han, değirmen, fırın ve imalathâne gibi mülklerin kiralarından faydalanmakta olan gelir yiyici askerlerin; ipek, yün, keten, kahve ve baharat ticaretiyle, saraçlık, mutaflık, kunduracılık, debbağlık gibi sanatlarla meşgul olan meyhâne, bozahâne işleten veya sermaye vererek türlü işletmelerin kârına iştirak eden yeniçeri, sipahi, silahdar ve kapıcıbaşı gibi faal hizmet sahibi askeri sınıf ilişki kurmamakta, kadı, müderris ve imam gibi ilmiye sınıfı da bu türden ilşkilere girebilmektedir451.Bu ilişkilerin kazanç için kurulduğu ileri sürülebilirse de Osmanlı Devleti’nde yapılan üretimin askerî yönden ağırlıkta olması ve yapılan devlet yatırımlarının bu yönde ağırlık kazanması da bundaki diğer etmenlerdir. Bu türden bağlantılar yalnızca askerî zümreye mensup devlet görevlilerine yarar sağlamamakta, aynı zamanda vergi mükellefi olan ve bu yönleriyle re’âyâ olarak kabul edilen ehl-i hireften bazı kimseler de düşleyemeyecekleri mevkilere ulaşabilmekteydiler. Hatta bu bağlantılarla büyük servetlere sahip olabilmekte ve bağlı bulundukları sosyal kompartımanların dışına çıkabilmektedirler. Böyle bir örnek XVIII. yüzyılın başlarında karşımıza çıkmaktadır. Kasapbaşı Mehmed Ağa, aslen koyun celebi olarak göreve başlamış, Sadrazam Bıyıklı Mustafa Paşa Babadağ’da seraskerken bir iki yıl ordu kasaplığı yapmış, giderek sermaye sahibi olmuş ve devlet-i ‘aliyye kasapbaşılığına getirilmişti. Öyle ki Eflak ve Boğdan’dan getirdiği koyunları sadece mirî için değil özel ticaretinde de kullanmış, sefer ve barış dönemlerinde de bu ticaretini sürdürmüştü. Bu sayede malikânelere, çiftliklere ve Edirne’de geniş arazilere sahip olmuştu. Bu birikimi korumak için de müftü Feyzullah Efendi ile yakın dostluk kurmuş, büyük ziyafetler düzenleyip, eğlenceli bir hayat sürmüştü. Hatta bu sohbetlere sadrazamları bile katmış ve devletin en yüksek kademelerinde neler olup bittiğinden girdiği bu muhit sayesinde haberdar olmuştu. Kendisi cahil bir ümmî olmasına rağmen fakir ve kimsesizlere et, harçlık vermesi onu halkın gözünde iyi bir insan yapıyordu. Feyzullah Efendi’nin düşmesinden sonra bu yüzden evi ve çiftlikleri yağmalanırken kaçmamış ve yeniçeri sayılmasından dolayı ocak tarafından sahip çıkılmış ancak bu dostluğun cezası olarak kendisinden 300 kese akçe ödemesi istenmişti. Bu miktarın 150 kesesini toplamış, 100 kese

449 Barkan, ‘Edirne Askerî Kassamına’, s. 60. 450 Levy, a.g.m., s. 230. 451 Barkan, ‘Edirne Askerî Kassamına’, s. 61.

157

Page 159: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

akçayı da yeniçeri ileri gelenlerine dağıttıktan sonra paranın geri kalanını tamamlaması için yine kasapbaşılık görevine getirilmişti452.

Yine de bu türden ilişkiler yararlıdır. Çünkü böylelikle askerî zümre mensupları, dolayısıyla devlet, yeni yeni yatırımlar yapma imkanı yakalamıştır. Doğal olarak askerî alanda yapılan yatırımlar için gereken sermaye ağırlıklı olarak devlet tarafından sağlanmaktadır. Savaş ile ekonomi ya da savaşçı zümrelerle üretici kesim arasındaki ilişkiler, oldukça karmaşık karşılıklılıklar içeren geniş bir yelpaze içinde yer alır. Ekonomik ihtiyaçlar savaşın nedenlerinden biri veya tek başına nedeni olabilir; yine ekonomi, imkanları ile savaşın niteliğini ve/veya sonucunu etkiler. Savaş ekonomiden alıp tükettiği kaynakları sonuçta telafi edecek veya aşacak bir zaferle bitebilir. Ya da kaynaklarda ilave kayıplar gerektiren bir yenilgi ile sona erebilir. Ancak sonuç ne olursa olsun ve hatta nasıl biterse bitsin savaşın mutlaka bir kısım kaynakları tüketmesi ve ekonomi üzerine belirli bir maliyet yükleyerek bazı değişimler meydana getirmesi kaçınılmazdır453.

Devlet savaş için ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri, herhangi bir nakdi ödeme yapmadan bu mal ve hizmetleri üreten gruplardan, vergi şeklinde aynî olarak tahsil ediyorsa, ekonomide meydana gelecek değişmeler çok farklı olur. Böyle bir durumda savaş için talep edilen mal ve hizmetleri üreten sektörde genişlemeye ve üretim artışına yol açacak mekanizmalar işlemez. Aksine bu sektörde daralma eğilimi hakim olur. Kaynakların savaş dışı üretim alanlarına kaydırılması, sanayi öncesi ekonomilerde mutâd olan mobilite eksikliği yanında, savaş için talep edilen mal ve hizmetlerin aslında sivil taleplerden pek farklı olmayan oldukça geniş bir yelpaze içinde yeralması yüzünden hiç de kolay ve muhtemel görünmez. Böylelikle ekonomideki daralma eğilimi, bütün ekonomiye yaygın olarak üretimin azalması ile birlikte prodüktivitenin de düşmesine yol açmaktadır. Oysa XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin savaştığı batılı devletler, silah teknolojisindeki gelişmeleri de dikkate alarak bu alandaki üretimlerini de arttırmışlardır. Örneğin Çarlık Rusyası, yüzyıl boyunca silahlanma ve taktik sahasındaki ilerlemeleri bir yana 1725-1796 yılları arasında sadece asker mevcudunu %80 oranında arttırmıştır454.

Bu gibi rakiplarle mücadele edebilmek için Osmanlı Devleti’nde de savaş için yapılan üretimin arttırıldığı söylenebilir. Anadolu ve Rumeli’deki hammadde ve işgücünün askeri alana kanalize edilmeye çalışıldığı bilinmelidir. Ancak gerek askeri birliklerin, gerekse emek rolünü üstlenen işgücünün bu hareketliliği gerçekleştirebilmesi her zaman kolay olamamaktadır. Örneğin 1688 yılında Sivas-Ankara-Eskişehir bölgesinde bütün sancaklar askerinin 452 Anonim Osmanlı Tarihi (1099-111671688-1704), s. 260. Esnafın yüksek kamu görevlilerine öykünmeleri onların giyim kuşamında belirginleşmekteydi. III. Mustafa (1757-1774) bunların güçleri yetsin yetmesin, kakum, vaşak giymelerini; işin ahali ile seçkinler arasındaki ayrıcalığı yok edecek dereceye vardığı gerekçesiyle yasaklamıştı. Necdet Sakaoğlu, ‘Osmanlı Giyim Kuşamı ve Elbise-i Osmaniyye’, Tarih ve Toplum, S. 47 (1987), s. 37. 453 Genç, ‘XVIII. Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş’, s. 56. 454 Genç, a.g.m., s. 58.

158

Page 160: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

defalarca sefere katılmaları emri gönderildiği halde, bu iş iyi yürümediğinden aynı yıl Vezir Ahmet Paşa Anadolu’dan Macaristan seferine asker toplamak üzere fevkalade olarak görevlendirilmişti. 1687 yılında Anadolu eyaletindeki yeniçeri, topçu gibi ulufeli askerin bile acemiyiz, mütekaîdiz, veya şehir muhafazasına memuruz (sefermânde olduk) gibi bahanelerle sefere gelmedikleri gözlemlenmektedir455. Yine 1185/1772 yılında Özü kalesi tarafına gönderilmek için Turhal, Tokat ve Niksar’a gönderilen emirlerde tek bir neferi bile geride kalmamak üzere, yeniçeri, cebeci, topçu, top arabacı ve acemi oğlanları ve onları en yakın iskelelere götürecek olan arabacı ve arabaların hazırlanması emredilmişse de bu emirler yerine getirilmemiştir456. Askeri unsurların ticarete atılmaları onları asıl profesyonel uğraşlarından uzaklaştırmamaktadır. İlke olarak ordu sefer için harekete geçtiğinde, yeniçeri veya ticaretle uğraşan diğer askerler ayrıca bir iş veya ticaret yapıyor olsalar bile, ayrıca çağrılmalarına gerek olmaksızın ordudaki görevlerine katılmak zorundaydılar. Sefer sırasında orduya katılma konusunda özellikle XVIII. yüzyılda bazı sıkıntıların olduğu görülmektedir457. Aslî görevleri esnaflık olan ancak yeniçerilik kurumu arasına sızan unsurların ordudaki varlıklarının açıklaması bu iki sınıf arasındaki toplumsal ilişkilerin incelenmesiyle mümkün görünmektedir. Osmanlıda zaman zaman ortaya çıkan kullanımdaki paranın değerini düşürme uygulamalarının sonuçları en çok bu iki sınıfı zarara sokmuştur. Ulufelerinin alım gücünün düşmesi yeniçerileri ve narh üzerinden satış yapmak zorunda olan fakat hammaddeleri aynı fiyatlarla edinemeyen esnafı ekonomik olarak etkilemiştir. Zararları aynı ölçüde yıkıcı olan bu iki kesim arasında özellikle merkezi yönetim uygulamalarına karşı bir muhalefetin kendiliğinden oluştuğu, bunun da yapılan meslekler arasındaki geçişi sağladığı iddia edilebilir. Kapıkulu askerleri içinde her zaman sayıca en kalabalık ve en nufuzlu birliklerin yeniçerilerden meydana gelmesi ve bu birliğe mensup askerlerin imparatorluğun belli başlı kent ve kalelerinde görevlendirilmeleri asker-esnaf arasındaki ilişkilerin tüm imparatorluğa yayılımına olanak sağlamıştır. Askeri seferlerde kurulan iki kesim arasındaki iletişimin sivil hayattaki etkilerinin gözlemlenmesi en çok merkezi yönetime karşı girişilen muhalefet hareketlerinde göze çarpmaktadır. Özellikle İstanbul’da bu işbirliği çok belirgindir ve neredeyse tüm yeniçeri ayaklanmalarında esnaf yeniçerilerle işbirliğindedir. Hiç kuşkusuz bu iki ayrı kesim arasındaki örtüşmenin ekonomik hayattaki işbirliğinin etkisi çok fazladır. Ancak askeri seferler sırasında orducularla kapıkulları arasında kurulan ilişkilerin, ekonomik birlikteliğin bir ilk adımı olarak anlamlandırmamız da mümkündür. Her ne kadar orducu esnaf olarak sefere çağrılan uzman birlikleri devlet tarafından 455 Ortaylı, a.g.m., s. 57. 456 Halis Cinlioğlu, Osmanlılar Zamanında Tokat, Tokat 1950, s. 61. 457 Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı, Ankara 1985, s. 34, 36,37.

159

Page 161: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

görevlendirilmiş olsalar da yaptıkları iş nedeniyle askeri birliklerin içindedirler ve seferlerin sıkıntılarına birlikte göğüs germektedirler. Bu türden ortak güçlüklerin insanları birbirlerine yakınlaştıracağı ya da bağlı bulundukları toplumsal katmanların katı çizgilerini esnekleştireceği düşünülebilir. Kanımızca yönetimce olmazsa olmaz olarak kabul edilen bu iki askeri ve sivil yapı arasındaki sosyal etkileşimin gelişiminde askeri seferlerin rolü büyüktür. Orducu olarak esnafın görevlendirilmesi ile yeniçeriliğin lağvedilmesinin tarihleri birbiriyle örtüşmektedir. Yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra artık lonca mensuplarının orducu esnaf olarak görevlendirilmesine son verilmiştir. Yine bir başka delil de başta imparatorluğun taşra kentlerinden de talep edilen orducu birliklerinin XVII. yüzyıldan itibaren sadece İstanbul, Edirne ve Bursa’dan sağlanmaya başlanmasıdır. Her ne kadar taşra kentlerinin orducu olarak görevlendirilmek istememelerinin nedeni bu görev sırasında yapacakları harcamaları karşılayamayacak ölçüde zayıf olmaları ve bu üç büyük kentteki kadar canlı ekonomik yapılara sahip olamayışlarıysada merkezi yönetimin bu değişikliği gerçekleştirirken bu hareketiyle taşra loncalarını korumak istemesinin yanında, İstanbul, Edirne ve Bursa’daki yeniçeri garnizonlarının daha kalabalık olduklarını bilmesinin de etkisi olabilir. Bu üç kentteki ilişkilerin İmparatorluğun diğer uzak kentlerinde esnaf ile yeniçeriler arasında kurulacak sosyal ve ekonomik ilişkilerden daha yoğun olacağı açıktır. Ekonomik canlılık ve askeri unsurların fazlalığı müşteri-satıcı ilişkisi bir yana seferlerde gerçekleşen bağlantıların sefer sonrasındaki kent yaşamındaki devamını sağlamıştır. Asker-esnaf arasındaki bu birlikteliğin, orduculuk kurumunun lağvedilişi ile yeniçerilik kurumunun ortadan kaldırılmasıyla beraber gerçekleşmesi tesadüf değildir458. Bu ikili arasındaki ittifak devletin aldığı bir takım siyasi kararlarla ortadan kaldırılmıştır. 1826’da yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra seferlere orducu olarak esnafdan görevliler alınmamaya başlanmış ve daha sonra 1839 Tanzimat Fermanı ile de Osmanlı Devleti’nin loncalara karşı ötedenberi uyguladığı ekonomik anlamdaki korumacı politikaların da sonu gelmiştir. Mustafa Reşid Paşa Tanzimat’ı ilan ederken özellikle serbest ticaret üzerinde durmuştur. Aldığı önlemler arasında bulunan tekel ve esnaf örgütlerinin kaldırılması, 1838 ticaret antlaşmaları, toprak üzerindeki tasarruf haklarının pekiştirlmesi v.b. kuşkusuz ekonomide liberal bir çizgiye kayılmakta olduğunun göstergeleridir. İngiliz devlet adamları ve ekonomistleri, bunu kendi ekonomileri için bir nimet saymışlardır. Reşid Paşa serbest ticaret rejimi altında imparatorluk ticaretinin artacağını, tarımın ihraca yönelerek tarım alanlarının ve metodlarının gelişeceğini, bunun sonucu olarak hem halkın hem de devletin zenginleşeceğini düşünüyordu. Bu politika değişikliğinin en yıkıcı etkisi de loncalar üzerindeki devlet

458 Bu kurum 1826 yılında yeniçeriliğin kaldırılmasına dek hizmet vermiş, yerlerini de yeniçeri birlikleri yerine konan Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediye askerleri içerisinde yer alan Sanayi Alayları almıştır. Ergin, a.g.e., C. I, s. 636.

160

Page 162: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

kormacılığının kalkması ile bu örgütlerde görülecektir459. Tıpkı çağın gerisinde kalan askeri örgütlenmelerin tasfiye edilmesiyle beraber gelişen süreç bu yarı-asker grupların da sonunu getirmektedir. Devletin askeri ihtiyaçlarını daha değişik yollardan sağlamaya çalıştığı bir döneme girilmektedir.

459 Halil İnalcık, ‘Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’, Belleten, XXVIII/1964, s. 603-22.

161

Page 163: Osmanli esnafi

BÜLENT ÇELİK

SONUÇLAR Osmanlı Devleti’nin kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkan ihtiyaçların

karşılanması amacıyla kurulup değişik devrelerde devletin genel ekonomik değişiklikleri ile uyumluluk gösteren orducu esnaflığı, Osmanlı Devleti’nin ilk büyük askeri seferleri başladığı dönemlerde ve beylik halindeki Osmanlı Devleti’nin iç kaynaklarının yetersiz görüldüğü anlarda, seferlerde devlet tarafından o çok ihtiyaç duyulan uzmanlık bilgisinin kentli esnaf tarafından kullanılmasından ibarettir.

Bu kurum XVI. yüzyılda Anadolu’nun ticari canlılığa sahip olduğu varsayılan ya da ordunun sefer güzerahı üzerinde bulunan belli başlı tüm kentlerinden istenirken -bu konuda çok da ısrarcı olmamakla beraber rastladığımız belgelerden izlediğimiz kadarıyla- XVII. yüzyılda sadece İstanbul, Edirne ve Bursa kentlerinde yoğunlaşmış görünmektedir. Görevin temeli avârız vergisine dayanmaktadır. Devletin olağanüstü durumlarda toplumun tüm vergi veren katmanlarından istediği bu verginin esnaf gruplarına uyarlanması ordu akçesi ile gerçekleşmektedir. Hizmet yerine nakid olarak yerine getirilen bu yükümlülük tüm esnafı kapsamaktadır. Orducu istenen hırfet gruplarına orducu olarak görev alması istenmeyen ancak öncekilere yamak yazılarak bu vergilendirme politikasına eklemlenen diğer hırfet grupları da dolaylı da olsa bu sisteme çekilmektedir. XVI. yüzyılda kentlerden nefer olarak istenen orducular XVII. yüzyılda hayme adı altındaki toplanan ve değişik sayıdan oluşan ustalar aracılığıyla yerine getirilmektedir. Bu birim bilinen haliyle tipik bir avarız hanesidir. Askeri seferlerin devlete getirdiği yükü hafifletmek amacıyla esnaftan toplanan nakid karşılığı hizmetin devlet tarafından ihtiyaç duyulan çeşitli kanallara aktarıldığı da görülmektedir. Sonuçta kentli olan ve devletin verdiği siparişlerin dışında bu görev aracılığıyla askeri sisteme katılan sivil esnaf loncaları karlarının bir kısmını bu amaç için askeri sisteme aktarırken Osmanlı Devleti’nin toplumdaki sermaye birikimine izin vermeyen o bildik sosyo-ekonomik politikasının içinde yer almaktadırlar. Ancak bu tip katılımlar, loncaların devlet tarafından dolaylı yollardan da olsa desteklenmelerine yol açmaktadır. Ele aldığımız konu işin askeri yönünü ilgilendiriyor gibi görünüyorsa da aslında tüm Osmanlı Devleti’ni kapsayan ve yüzyıllar içinde değişerek gelişen bütün bir toplumun örgütlenmesine ışık tutacağını umduğumuz bir çalışma olmaktadır. Orducular bu bütüne katkı yapan ve devamlılığını sağlamaya çalışan yarı askeri bir topluluk olduğu gibi, aynı zamanda Osmanlı toplumunun içinde farklı hayatlar sürebilen bireylerdir. Bu durum Osmanlının askeri yapısı ile uyumluluk gösteren bir yaşantı olmaktadır.

162

Page 164: Osmanli esnafi

ORDUCU ESNAFI

163

ARŞİV KAYNAKLARI 1. Başbakanlık Osmanlı Arşivi:

A. Bâb-ı Defteri Mefkûfat Kalemi DMKF: 22740, 28002, 28832. B. Cevdet Askeriye: 20, 1046, 1201, 1680, 2666, 3374 , 3400, 9734,

12683, 12695, 13281, 13316, 14786, 15394, 18116, 23151, 25910, 25999, 29325, 34771, 35334, 36206, 38075, 39385, 39862, 41087, 41656, 42517, 43122, 45615, 46405, 48825, 48989, 49232, 49264, 49772, 50318, 51587, 54634.

C. Cevdet Belediye: 749, 844, 4430. D. Cevdet Darphane: 1752. E. Cevdet Maliye: 8650. F. İbnülemin Askeriye: 200, 201, 202, 2281, 2352, 2355, 2356,

2517,3880, 4128, 4130, 4134, 4270, 4299, 4443, 4503,4504. G. Kamil Kepeci: 285, 382, 7434. H. Maliyeden Müdevver Defterler: 514, 3284, 3818, 3823, 3841, 6547,

8473, 8477, 9902, 10145. I. Mühimme Defterleri: 3, 5, 6, 14, 16, 24, 31, 32, 33, 35, 38, 39, 44, 52,

53, 58, 59, 61, 63, 69, 70, 73, 79. 2. Topkapı Sarayı Arşivi:

A. D.12321, E. 12321, KK.888, Hazine 1365. 3. İstanbul Müftülüğü Şer’iyye Sicilleri Kataloğu:

A. Bâb Mahkemesi: No. 36, 95, 96, 106, 110, 115. B. Üsküdar Mahkemesi: No. 347

4. Milli Kütüphane Şer’iyye Sicilleri Kataloğu:

A. Adana No. 129. B. Bursa No. A.112, A.113, A.129, B.12, B.15, B.59, B.112, B.113,

B.131, C.2, C.3. C. Gaziantep No. 161. D. Harput No. 39. E. Isparta No. 171.