ocak - Şubat - mart 2014 sayi: 150 · 2018-03-03 · edİtÖrden tohum01 rahman ve rahim olan...

100
OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 ALEV ERKİLET - AHMET AYTEP TOHUM’DAN ÇINARA KÜBRANUR BAŞARAN DOĞUDAN-BATIDAN SERKAN NERGİS “AFETLER ÜLKESİ” FİLİPİNLER FATMATÜZZEHRA ERBELİ KARİYE MÜZESİ TUBA AYDIN ANİMASYON FİLM NE KADAR MASUM SABR‹ OTA⁄ TESETTÜR - DEFİLE - MODA ZEHRA HEKİMOĞLU TESETTÜR ALGISININ DEĞİŞİMİ MERYEM İLAYDA ATLAS YOZLAŞMANIN ANALİTİĞİ ZEYNEP BAYRAMOĞLU BEN GÖRÜNDÜĞÜM ŞEY DEĞİLİM ZÜBEYDE KAMALAK RÖPORTAJ: POLİTİKTEN, POPÜLERE...

Upload: others

Post on 08-Mar-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150

ALEV ERKİLET - AHMET AYTEP TOHUM’DAN ÇINARA

KÜBRANUR BAŞARAN DOĞUDAN-BATIDAN

SERKAN NERGİS “AFETLER ÜLKESİ” FİLİPİNLER

FATMATÜZZEHRA ERBELİ KARİYE MÜZESİ

TUBA AYDIN ANİMASYON FİLM NE KADAR MASUM

SABR‹ OTA⁄ TESETTÜR - DEFİLE - MODA

ZEHRA HEKİMOĞLU TESETTÜR ALGISININ DEĞİŞİMİ

MERYEM İLAYDA ATLAS YOZLAŞMANIN ANALİTİĞİ

ZEYNEP BAYRAMOĞLU BEN GÖRÜNDÜĞÜM ŞEY DEĞİLİM

ZÜBEYDE KAMALAK RÖPORTAJ: POLİTİKTEN, POPÜLERE...

Page 2: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

02 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 3: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

01EDİTÖRDEN TOHUM

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim İslam dininin izharının nasıl olacağı, en görünür olan “örtünmek” üze-rinden konuşuldu hep. Yıllardır ülkemizde ve dünyada dinin en çok yasaklanan, üzerine derin sosyolojik araştırmalar yapılan ve tartışılan sembolü oldu örtünmek. Kısa Cumhuriyet tarihimiz içinde, bazen “bez parçası” denildi adına, bazen “füruat”.

Gerekliliği veya gereksizliği gibi, farklı pencerelerden bakanla-rın görüşlerini yansıtan bir tesettür mücadelesi dönemi geçir-dik. Siyasi arenalarda oy malzemesi yapılan tesettür, seküler-leşen dünya ile birlikte kimliğinden sıyrıldı, çağın gereklerine ayak uydurdu. Yaşadığımız ülkenin tarihi ise “tesettür öncesi” ve “tesettür sonrası” tasnifi ile örtünün yasak ve serbest olduğu zamanları içeren dönemlere ayrıldı.

31 Ekim 2013 tarihi ile Cumhuriyet tarihimizin derin yaraların-dan olan bu hassas konu, eski ehemmiyetini kaybederek ülke gündeminin ilk maddesi olmaktan kurtuldu. Üniversitede örtü-nün artık sorun olmaması, kamuda durumun netlik kazanması-nın ötesinde, meclise tesettürleri ile giren vekiller 90 yıllık bir direnişe son verdiler.

Yakın demokrasi tarihimize damgasını vuran bu gelişmeler, geçmişte yaşanan sıkıntıların şahidi olmayan gençler için pek anlam içermese de özellikle, 28 Şubat post modern darbesi ile yaralanmış, tecrit edilmiş, ötekileştirilmiş olan toplumun büyük bölümü için tarif edilemez bir heyecan oldu.

Tesettür kavgası ile büyümüş, sosyologlarca “ideoloji çocukları” olarak da isimlendirilen neslin, önünde duran yeni ve önemli bir konu ise “Tesettür ne idi?” tartışması oldu. Mevcut durumda Müslüman kadının istediği gibi giyinmesine izin verilmişti, ama özgürlüğü istenilen tesettür modeli bu muydu? Özden ayrılan/koparılan, etrafında neredeyse bir asırdır mücadele ettiğimiz tesettür, siyasi sürtüşmeler sonucu inatlaşmalara dönüştürülen bir ideoloji miydi, yoksa uğruna mücadele verilen, bizim imanı-mız gereği dava olarak gördüğümüz bir tesettürümüz mü vardı? Ortada tesettür var mıdır; yoksa, bu kelimenin vitrine konan yeni şeklinin yansıtıldığı bir tuzak mı vardır?

Şüphesiz ki tüm bunlar çok su kaldırır tartışmalar. Önümüzdeki yıllar bu gündem ile yoğrulacağa benzemekteyiz. Biz de Tohum Dergisi ekibi olarak “tesettür/inanç/moda” kavramlarından yola çıkarak dilimizin/kalemimizin yettiğince “Değişen Tesettür Algısı”nı işlemeye çalıştık.

Son bir soru ile şimdilik veda edelim; Arap ülkelerinde tesettür yerine Hicap kelimesi kullanılır. Peki, bizim örtümüz hicabımız mıdır?

Selam ve dua ile…

Tuba AYDIN

ÖNDER ADINA İMTİYAZ SAHİBİDr. Hüseyin Korkut

YAYIN DANIŞMANIİsmihan Şimşek

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜTuba Aydın

YAYIN KURULUMustafa Canbey, Halit Bekiroğlu,

Emine Ramazanoğlu, Ekrem Torun,Sabri Otağ, Zehra Hekimoğlu,

Ahmet Bolat, Kübranur Başaran,Saliha Şahin, Fatmatüzzehra Erbeli,

Firdevs Büşra Kaluç

REDAKTÖRHüsna Baka

GRAFİK TASARIMOrigami Reklam

(0539) 729 37 85 - (0544) 792 91 93www.origamireklam.com

BASKIAkabe Form Matbaacılıkwww.akabeform.com.tr

TOHUM Dergisi, ÖNDER İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği

yayınıdır.

ADRESAlemdar Mh. Hükümet Konağı Sk.No: 7 34110 Cağaloğlu - İstanbulTel: (0212) 519 09 53-519 12 76

Faks: (0212) 519 09 57

[email protected]@tohumdergisi.com

Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Yazılarda kısaltma yapılabilir.

Hukuki sorumluluk yazara aittir.

Page 4: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

02 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

14

içindekiler

Dr. Hüseyin KORKUT:İmam-Hatip Sevdalıları

Sabri OTAĞ:Tesettür, Defile, Moda

04 06

54

33

Mustafa CANBEY:Asıl MeseleninFarkında mıyız?Nedir Altın Kural?

12Zehra HEKİMOĞLU:TesettürAlgısının Değişimi

Ender KORKMAZ:Kamuda TesettürVizesi ve İslam’ınGeleneksel KadınRolleri

Meryem İlayda ATLAS:YozlaşmanınAnalitiği

TOHUMDAN ÇINARAAlev ERKİLETDeğer, Taklit veGösteriş TüketimiBağlamında“İslami”Moda Dergileri

Ahmet AYTEPDin ve GelenekArasında Tesettür

20Sema SİLKİN:TesettürPrezantablOlabilir mi?

24

Page 5: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

03İÇİNDEKİLER TOHUM

???Zeynep BAYRAMOĞLU:Ben GöründüğümŞey Değilim!

58

Kübranur BAŞARAN:DOĞUDAN -BATIDANİmam Şafii

70

Fatmatüzzehra ERBELİ:Kariye Müzesi

Tuba AYDIN:Sinema

88

Halit BEKİROĞLU:DÜŞÜNCE ATLASISaid Halim Paşa’daAhlak Ve SiyasetDüşüncesi

76

Serkan NERGİS:PANORAMA“Afetler Ülkesi”Filipinler92 - KÜLTÜR-SANAT 94 - KİTAP

80

Cihan AKTAŞ, Serra KARAÇAM, Yıldız RAMAZANOĞLUTürban, TesettürÖrtü Üstüne...

26

Tuba AYDIN:RÖPORTAJ:Zübeyde Kamalak ile Politikten,Popülere…

62

Saliha ŞAHİN:Soru-Yorum

50

84

Page 6: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

04 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Kıymetli İmam Hatip Sevdalıları;

Türkiye özellikle son 10 yılda önemli ka-zanımlar elde etti. Kazanımlarımızın kıymetini bilelim! Ülkenin sivilleşmesi, gelişmesi ve kalkınması yönünde atılan adımlar her alanda kendini hissettirdi. Milletimiz, yeniden geleceğe umutla bak-maya başladı. İslam dünyasının gözü üze-rimizde olduğu için onlarda da büyük bir heyecan dalgası oluştu. Kuşkusuz ülke-nin bu noktaya gelmesinde imam hatip-lilerin ve ÖNDER’in payı çok büyük. ÖN-DER olarak bizler şimdiye kadar hep hak arama mücadelesi verdik ve bu mücade-leyi yürütürken önemli roller üstlendik.

Ancak bundan sonra yapacağımız çalış-malar, daha çok imam-hatip camiasının nitelikli ve derinlikli hale getirmeye dö-nük olacaktır. Bu yönde gayretlerimiz var ve çabalarımızın en önemli hedefi devletimizin ve milletimizin uluslar arası düzeyde gelişmiş bir ülke olmasını sağ-lamaktır. Hedefimiz, ümmeti içine düş-tüğü bu mazlum ve mahsun durumdan kurtarmak için çalışmaktır.

Hedefe doğru yürüyebilmek için, önce-likle kendi içimizde güçlü, bir ve beraber olmamız, kardeşlik hukukuna riayet et-memiz gerekir. Son günlerde bu noktada bazı sıkıntılar yaşanıyor ve baş gösteren bu sıkıntılar, ülkemizin geleceğine yö-nelik çalışmalara darbe vuruyor. Türki-ye yine zorlu süreçlerin içinden geçiyor. Tam da normalleşmeye başladık, öteki-leştirmelerden, ayrımcılıklardan kur-tulduk derken, ülkemiz yeni zorluklarla karşı karşıya bırakılıyor. İmam Hatip okullarının tarihi, Türkiye’nin sivilleşme tarihiyle paralel gelişmiştir. Ülkemizin yaşadığı zor dönemlerde okullarımız da aynı zorlukları yaşamış ve metazori mü-hendislik uygulamalarına maruz kalmış-tır. Her zorluk döneminde İmam Hatip camiası bir taraftan itidali temsil etmiş, diğer taraftan o zorlukları aşmak için ciddi fedakârlıklar yapmıştır, yapmaya da devam edecektir.

Gezi Parkı olayları ile başlayan milli ira-deyi yok sayma, toplumun seçimlerini görmezden gelme ve Türkiye’nin yük-selişinin önünü kesme çabalarını doğru

ÖNDER olarak bizler şimdiye kadar hep hak arama mücadelesi verdik ve bu mücadeleyi yürütürken önemli roller üstlendik. Ancak bundan sonra yapacağımız çalışmalar, daha çok imam-hatip camiasının nitelikli ve derinlikli hale getirmeye dönük olacaktır.

Dr. Hüseyin KORKUTÖNDER Genel Başkanı

Page 7: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

05BAŞKAN’DAN TOHUM

bulmuyoruz. İyi bilinmektedir ki İmam Hatipler 100 yıla yaklaşan tarihlerinde her zaman milli iradeden yana tavır al-mışlardır ve bundan sonra da böyle dav-ranacaktır. Biz, kapalı kapılar ardındaki hesaplardan değil, açık ve sivil siyasetten yanayız.

28 Şubat karanlığına benzer karan-lıkları yeniden yaşamak istemiyoruz. İmam Hatip Lisesi mezunlarının üniver-sitelere erişimindeki katsayı adaletsiz-liği kaldırılmış, İmam Hatiplerdeki ve üniversitelerdeki çağdışı başörtüsü ya-sağı tarihe karışmış, kesintisiz sekiz yıl-lık eğitim kademeli hale gelerek, ikinci dört yılda İmam-Hatip Ortaokulları ye-niden açılmış, diğer ortaokul ve liselerde Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimizin Hayatı ve Temel Dini Bilgiler seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmıştır. Bütün bunlar önemli kazanımlardır ve elde edi-len kazanımların yeniden kaybedilmesi-ni istemiyoruz.

Balkanlar’dan Afrika’ya, dünyanın tüm mahsunları, bir kez daha zulme baş ko-yan zalimlerden Rab’lerine sığınmakta,

O’ndan yardım dilemektedir. İmam Hatip camiası da her İslam iradesini tanıyan Mümin gibi tavrını belli etmiştir. Elinden bir şey gelmeyen en çaresiz olanımız dahi, zalimlere ve müşevvişlere kalp-lerden buğz ediyor, zalime hizmet eden oyunların karşısında duruyoruz.

Türkiye büyük ülke, bu büyük millet nice zorlukların üstesinden geldi, bundan sonra da zorlukların üstesinden gelmeye devam edecektir. Ancak iyi bilinmelidir ki, bizler bu ülkenin vatandaşları olarak ülkemizin kıymetini, elde ettiğimiz kaza-nımların kıymetini bilmezsek, zayıf düş-memiz için her türlü oyunu reva gören düşmanlar kazanır. Mü’minler ağlarken onlar güler.

Tüm sözlerin yücesi olan Allah’ın ayeti ile sözümüz hitam bulsun.

“Araplar, ‘İnandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz, bari ‘boyun eğdik’ deyin. He-nüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah bağışlayan, çok esirgeyendir.”

Page 8: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

06 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Yaratma, yaşatma, ilahi kanunları ile âlemleri idare etme hakkının yegâne sahibi Rabbimiz, rahmetinin ve hikmeti-nin yansıması olarak, her canlıya, ken-dini tehlikelerden koruma donanımı ve özünü muhafaza hissi bahşetmiştir. Var edilen her nesnede, özünü koruyan bir zar, bir deri, bir kabuk mevcuttur. Varlık-lar, özlerinin yaratılış gayelerine uygun muhafaza edilmeleri ile değer kazanır-lar, hayatiyetlerini ideal manada devam ettirebilirler. Bir misal vermek gerekir ise; karpuzun özünü koruyan kabuğu-dur, kabuğu darbe almış veya çatlamış bir karpuz kokuşmaya yüz tutar, müşterisiz meta olarak zâyi olur.

Zerreden küreye her şey emrine âmâde kılınan insanoğlunun özünü hilkatini koruması, dünya ve ahret huzuru için el-zemdir. Rabbimiz, imanla şereflendirdiği kullarını, onları dış etkenlerden koruyu-cu donanımların yanında hayâ duygusu, iffet ve setr-i avret gibi ihsanlarıyla taltif etmiş ve insan-ı kâmil olma yolunu on-lara kolaylaştırmıştır. Her değerli şeyin düşmanı çok olduğu gibi, imandan bir cüz olan hayânın, onun göstergesi olan iffetin, ibadet ve kulluğun lâzımesi ve Müslüman’ın alamet-i fârikası olan te-settürün düşmanları da hep olagelmiştir.

Müslüman kadının tesettürüne, lâl olası dillerin ilk musallat olduğuna, İslam’ın simgesi başörtüsüne kanlı ellerin ilk uzandığına Peygamber Efendimiz (SAV) döneminde şahit oluyoruz. Lânetli kavme mensup bir yahudinin böyle bir mel’anete cür’et ettiğini tarihten öğreniyoruz. İn-sanlığı ve tarihi kirleten bu tür olaylar, her devirde maalesef vuku bulmuştur. Ecdâdımız Osmanlı, batılılaşma sürecine girmezden evvel, İslâmi her konuda oldu-ğu gibi, giyim-kuşam konusunda da çok hassas davranmış ve zaman zaman konu ile ilgili fermanlar yayınlamıştır. Bu fer-manlarda;

a) Müslümanların kıyafetinin gayr-i müslim kıyafetine benzeyemeceği,

b) Dine ve ahlaka aykırı, nevzuhur kıya-fetlerle dolaşılamayacağı,

c) İsrafa yol açacak giyim tarzlarından uzak bulunulması gerektiği gibi hüküm-ler yer almaktadır.

Batı mukallitliği, batıya özenti ve kadın kıyafetlerinde dejenere ve değişiklik, Tanzimat ile başlamış, II. Meşrutiyetten sonra hız kazanmıştır. Öncelikle, Fransız modasının saraydan başlayarak aşağı ta-

Ümmet ŞuuruSabri OTAĞ

-Tesettür- Defile- Moda

Page 9: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

07KAVRAMLAR TOHUM

bakalara doğru yayıldığını, toplumu te’sir altına aldığını görmekteyiz. Osmanlıda fitne ateşinin ülkeyi kasıp kavurduğu II. Abdülhamit Han zamanında kadın kı-yafetlerinin en önemli gündem maddesi oluşu, tesettürün, batının kininde, moda-nın girdabında boğulmak üzere olduğu-nun acı bir göstergesidir.

Kıyafet, zihniyetin dışa vurulmuş halidir. Gönül haneleri tarumar olanların peri-şanlıklarını kıyafetleri ilan eder.

Osmanlı’nın mânevi değerlerini red üze-re kurulan, kurdurulan genç Cumhuriyet, gardırop devrimleri ve diğer inkılâplar ile yönünü tamamen batıya çevirdiğinin sinyallerini veriyor ve İslâmi kıyafeti ya-saklıyordu. İslâma taban tabana zıt bir hayat dayatılıyor, mânevi gıda alınacak tüm kurumların kapılarına kilit, Hakkı tebliğ edecek tüm mânevi dinamiklerin ellerine kelepçe, ağızlarına mühür vuru-luyordu. Yarım asrı aşkın süren bu fetret döneminden sonra, bir bahar esintisi his-sedilmeye başlansa da, yerli ve yabancı din ve mukaddesat düşmanları, özellikle cemiyetin mimarları konumunda bulu-nan kadınlarımıza yönelik sinsi tuzak-lar kurmayı ve yapımıza uygun olmayan eğitim sistemiyle kimyalarını bozdukları kadınlarımızın ekseriyetini bu tuzaklara düşürmeyi başardılar.

90’lardan itibaren, tesettürün, art arda yapılan defileler marifetiyle modayla ta-nıştığına şahit olmaktayız. Podyumlarda arz-ı endam eden, adından başka İslâmi tesettürle asla bir bağı bulunmayan, söz-de tesettür kıyafetleriyle kötü örnek olan mankenlerin, onları bu şekilde teş-hir eden sektör sahiplerinin, tesettürün revizyona uğramasında ve modanın te-sirinde kalmasında veballeri vardır ve bu

vebal, o defilelerdeki kıyafetleri, İslâmi kıyafet gibi algılayıp giyenlerin sayısı oranında artacaktır.

Defile, moda, reklam, diziler, dergiler, te-levizyon gibi etkenler, ülkemizde zihin fesadına yol açmıştır. Zihni ifsat edilen-ler için moda, modern ve çağdaş olmak-tır. Ölçüyü yitiren, kimyası bozulan neyi, niçin yaptığının farkına varamayan gü-ruhlar vasıtasıyla, moda, alt kültürleri bir hortum gibi yutmakta, bir ejderha gibi mahvetmektedir. Moda zehrinin kanımı-za zerk edilmediği dönemlerde kıyafet; mevcut güzelliği yabancı bakışlardan ko-rumayı hedefleyen ve örtülmesi emredi-len azaların, Allah (CC)’ın emri gereği ör-tülmelerini sağlayan bir libas, bir cilbâb, bir hicaptı.

Hayatın her safhasında olduğu gibi, kı-yafetle ilgili de dini kurallar mevcuttur. Batı patentli moda, bu kuralları tanımaz-lığın bir göstergesi ve Rahman’a meydan okuyuşun bir tezahürüdür.

Kıyafet, zihniyetin dışa vurulmuş halidir. Gönül haneleri tarumar olanların perişanlıklarını kıyafetleri ilan eder.

Page 10: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

08 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Aynı zamanda moda, dini hükümlerin süreklilik arz eden yapısını, tesettür hu-susundaki kuralların, tüm hükümlerde olduğu gibi kıyamete kadar geçerli ve sürekli olduğu gerçeğini inkâr ve iptali hedeflemektedir.

Modayı otorite olarak kabul edenler, tüm kutsallarla çatışma halinde olduklarının çoğu kere farkında bile olamazlar. Böy-lelerinin “Bu zamanda bu da olur mu?” diyerek birçok konuda inanç değerleriy-le çatıştıklarına, onları inkâr ettiklerine maalesef şahit olmaktayız. Burnunun

ucunu, yabancı erkeğe göstermekten hicâp eden ninelerimizin, yatak kıyafeti olarak kabul edemeyecekleri kıyafet-lerle, Allah’ın kendilerine emanet ettiği vücutlarını teşhir edenler, örtündüğünü zannedip, modanın esaretindeki teset-türle iyi örnek olamayanlar, din ve mu-kaddesat düşmanlarını sevindirmekte, ecdadın kemiklerini sızlatmakta ve bu vahameti dert edinen Allah dostlarının uykularını kaçırmaktadırlar. Bunları uzaklarda aramayalım, yakın çevremiz-de örneklerini görebileceğimiz bizim insanlarımız, bizim yakınlarımız bu tu-zakların kurbanları. Neslimizi mahveden bu yangına, iffet ve hayâmızı bitirmeyi hedefleyen bu moda ejderhasına, ayak-ları altına cennet serilen analarımıza, geleceğin anaları bacılarımıza, neslimizi

devam ettirecek kızlarımıza musallat olan bu büyük belaya hiçbir Müslüman’ın seyirci kalma lüksü olamaz. Bu husustaki Kur’ani hükümlere, Peygamberi buyruk-lara, fıkhi kaidelere hep birlikte uyma zorunluluğumuz var.

Tesettür konusunda, Mevlâmız’ın buy-ruklarına kulak verelim:

“Ey Rasûlüm, Muhammed’im! Mü’min ka-dınlara söyle: Gözelerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusun-lar. Ziynetlerini, kendiliğinden görünen

kısmı (el, yüz, ayaklar) müstesna, aşma-sınlar. Başörtüleri yakalarının üzerine (saçlarını ve boyunlarını tamamen örte-cek şekilde) salsınlar.” (Nur Sûresi31)

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına, dışarı çıkar-ken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Ahzap 59)

Yukarıdaki âyet-i kerimelerin muhatabı, mü’mine hanımlardır. Rabbimiz, onlara sesleniyor. Bu çağrıya kulak vermek, bu hükme uymak inancın gereğidir. İslâm’a göre örtünmeden amaç; hanımların ziy-netlerini muhafaza etmeleri ve kendile-

Ölçüyü yitiren, kimyası bozulan neyi, niçin yaptığının farkına varamayan güruhlar vasıtasıyla, moda, alt kültürleri bir hortum gibi yutmakta, bir ejderha gibi mahvetmektedir.

Page 11: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

09KAVRAMLAR TOHUM

rine nikâhı düşen yabancı erkeklerden saklanmalarıdır.

Âyet-i Kerimelerin nurlu ışığında, Müs-lüman bir hanımın, yabancı erkekler ya-nında giydiği elbisenin taşıması gereken özellikleri dikkatlerinize ve idrakleri-nize arz ediyorum: Mü’mine bir hatunun giydiği elbise el ve yüz dışında tüm vücu-du örtmeli, dış örtüsü, vücut hatlarını bel-li etmeyecek şekilde bol olmalı, ince ve şeffaf olmamalıdır. Dar giysiler, şeffaf ve ince giyimler, İslâmi tesettüre asla uygun değildir ve Peygamber Efendimiz (SAV)’in ifadeleriyle, böyleleri giyinik çıplaklar hükmünde ve lânetliler sınıfındadırlar.

Müslüman hanımları ilâhi emirlerin ko-ruyuculuğundan çıkarıp, onları cazibe merkezi haline getiren ve Allah’ın ema-

neti olan kadınlarımızı âdeta sokak man-kenine çeviren moda belâsının eseri, söz-de tesettürlü hanımlarımızın üzerinde maalesef görülmektedir. İslâm’ın kita-bında, Rasûlullah (SAV)’in buyruklarında, sahabe annelerimizin uygulamalarında yerini bulamayacağımız öyle kıyafetler, tesettür kıyafeti olarak teşhir ediliyor, tesettür defileleriyle özendiriliyor ki, bu hal, ümmet için büyük tehlike, neslimizin İslam üzere devamı için ciddi bir engeldir.

İslâm’a göre, bir mü’mine hanım teninin rengini gösteren kıyafetler giyemez, dı-şarıdan bakıldığında elbisenin veya ço-rapların içinden insan teni görünüyorsa, böyle bir giyimle setr-i avret hâsıl olmaz, setr-i avret olmadığı için de böylelerinin namazları kabul edilmez.

İktisadi yönden rahata erenlerin, İslâmi hükümleri dejenere etme, çiğneme lüksleri yoktur.

Page 12: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

10 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Müslüman hanımın kıyafeti dininin şiarı, inancının simgesi olmalıdır. Modayı değil, İslâmi hükümleri yansıtmalı, gayr-i Müs-lim kadınların kıyafetlerine benzememe-lidir. Kıyafetin, israftan ve kibir vesilesi olmaktan uzak bulunması da önemlidir. Sade, güzel, temiz ve koyu renk olması da İslâm’ın özüne uygundur. Çekiciliği, cezp edici, özendiren renk cümbüşü kıyafet ve başörtülerden uzak bulunulmalıdır. Metrelerce uzaktan dikkat çeken, “ben buradayım” dercesine cazibe vesilesi olan rengârenk başörtülü halleri, Müslüman hanımların ağırbaşlılığı ve İslâm’ın sade-lik özelliği ile asla bağdaşmamaktadır.

Mütesettir hanımların örtülerinden par-füm ve güzel kokuların etrafa yayılması, günümüzün büyük afetlerindendir. Müs-lüman Hanım, ancak helâline karşı süsle-nebilir. Bugün, hayatımızı şekillendiren olgular gayr-i İslâmi olduğu için, dışarıda süslenmek bidatı, hepimizi tehdit eder hale gelmiştir. Müslüman hanımlar, Pey-gamberlerinin şu ikazına kulak vermek ve “işittik, itaat ettik” demek zorunda-dırlar; “Bir kadın güzel koku sürünerek erkeklerin arasında dolaşır ve erkekler bu kokuyu hisseder ise; o kadın zina eden gibidir.” (Kütüb-ü Sitte, İ. Canan 7/521) Hanımların setr-i avret kısmı bacakları da kapsamakta olup ayaklara kadardır. Elbiselerin topuk hizasında olma zaru-reti vardır. Kalın ve cildi belli etmeyen çoraplar giyilmediği takdirde setr-i avret yerine getirilmiş ve tesettüre uygun giyi-nilmiş olmaz.

Moda! asrın zevklerine, nefis putumuzun isteklerine göre değil, inancımızın gerek-lerine göre giyinmeliyiz. Giyimlerimizle kimleri taklit ediyor isek, onlarla bera-ber haşrolacağımızı asla unutmayalım. Dinimize göre, vahşi hayvanların derile-rinden yapılan kürk ve samurdan mamul elbiselerin giyilmesi haramdır. İktisadi yönden rahata erenlerin, İslâmi hüküm-leri dejenere etme, çiğneme lüksleri yok-tur.

Zamanımıza, asırlar ötesinden söz Sul-tanı Efendimiz şöyle seslenmektedir: “Âhir zamanda, ümmetimin hanımları, vücutlarını gösterecek elbiseler giyecek-ler, saçlarını da deve görgücü gibi (topuz) yapacaklar. İşlet onlar lânetliktir, onlar cennete giremeyecekler, cennetin koku-su bile onlara haramdır.” (Ebu Davud, li-bas 125)

Ey ülke yöneticileri, ey aile reisleri, ey İslâmi eğitim alanlar, ey okullarımızda dini eğitim verenler, ey toplumun önün-de, ÖNDER olanlar, ey cennet ayakları al-tına serilen anneler, ey geleceğin anaları, Gönüller Sultanı Önderimiz (SAV)’in, hâl-i pürmelâlimizi haber veren bu ikazına ne zaman toptan kulak verecek, İslâmın ha-yat veren hükümlerine ne zaman sarıla-cağız?

Siyaset rakımlarındaki kişiler ve onların ehl-ü iyâli, her meşu konuda olduğu gibi, tesettür konusunda da güzel örnek olma-lılar, hâl ilmiyle düzgün tesettür mesajı vermelidirler. Bu şekilde davranmaları-

Page 13: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

11KAVRAMLAR TOHUM

nın, asrımızda hakkı tebliğ olduğu unu-tulmamalıdır.

Aile reisleri, Allah’ın kendilerine ema-net ettiği ailesine, İslâm’ı öğretmeli, dini hayatı sevdirmeli, İslâm düşmanı moda-cıların şerrinden ehl-û iyâlini koruya-bilmelidir. Müslümanlar olarak, Paris’li modacılar kadar ev halkına sözümüzün geçmediği de maalesef bir gerçektir.

İslâmi eğitim alanlar, İmam-Hatipliler, sizler gönül doktorları olmak durumun-dasınız, Çalmadık kapı, elinden tutulma-mış insan bırakmamalısınız. İHL’lerde okuyan ve buralardan mezun olan kızla-rımız, hanımefendiler, sizler, benliğini yi-tirmek, moda batağında boğulmak üzere olan hemcinslerinize, öncelikle halinizle, İslâmi kıyafetiniz ve özde tesettürünüzle örnek olmakla mükellefsiniz. İmam-Ha-tipli olmanın şuuruna ermek ve bunun şükrünü eda etmek gibi bir sorumluğu-nuz var.

İHL’ler ve diğer okullarımızda dini ve ahlâki ders veren bayan öğretmenleri-miz, muallimelerimiz, mübarek görevle-riniz var. Allah’ın dinini Allah’ın kulları-na öğretme gibi bir şerefe ermişsiniz. Bu kutsi görevin, bu ulvi şerefin ehli olabil-mek ne güzeldir. İyilikte, hakta, marufta çığır açmak, ona kıyamete kadar uyacak kişilerin sevaplarına ortak olmaktır. Bu gerçekten hareketle; iman aşısını vurma-ya, dini değerleri sevdirmeye çalıştığınız körpe dimağlara, öğrencilerinize birer emanet şuuruyla yaklaşmanız, haliniz,

giyiminiz ve İslâmi tavrımızla güzel ör-nek olmamız çok, çok önemlidir.

Kıyafetinizin, inancınızın tezahürü, di-ninizin simgesi olması hayati önemi ha-izdir. Unutmayınız ki, kız öğrencileriniz sizi taklit edecek ve sizler gibi olmayı hedefleyeceklerdir. Sizler de ashap ha-nımları gibi, Allah’ın veliye kulları gibi gi-yinmeye, onlar gibi güzel örnek olamaya gayret ediniz ki, kazanan sizler olabile-siniz. Kanaat önderleri, cemaât liderle-ri, müftüler, hocalar, toplumun önünde ÖNDER olanlar. Önderliğinizi, değişme-yen Önderimiz Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’in ölçüleri doğrultusunda yapmak, kısır çekişmeleri kenara iterek ve günü-müz haçlı ruhunun kimliğimize, değer-lerimize, neslimize, cemiyetin mimarları konumundaki kadınlarımızın iffet, hayâ ve tesettürüne yönelik toptan saldırıla-rına karşı, toptan müdafaaya ve Allah’ın sağlam ipi olan hayat kitabımız Kur’an’a toptan, sımsıkı sarılmaya mecburuz. Müslüman hanımları, moda ejderhasına yem etmemek için acil seferberlik ilan etmeliyiz. Batıdan esen lâdini rüzgâra göre değil, vahyin nurlu ışında, mü’mine hanımların tesettür kıyafetlerini tasar-layacak modacılara, bu kıyafetleri, sade-ce kâr için değil, hizmet için hayata yan-sıtacak müteşebbislere, kıyafette modayı değil Rahman’ın hükümlerini uygulaya-cak mü’minelere ihtiyacımız var.

İşimiz, vaktimizden çok.

Aile reisleri, Allah’ın kendilerine emanet ettiği ailesine, İslâm’ı öğretmeli, dini hayatı sevdirmeli, İslâm düşmanı modacıların şerrinden ehl-û iyâlini koruyabilmelidir. Müslümanlar olarak, Paris’li modacılar kadar ev halkına sözümüzün geçmediği de maalesef bir gerçektir.

Page 14: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

12 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Bize yakışan büyük bir medeniyetin temsilcisi olarak yaslandığımız o köklü geçmişin gücünü arkamızda hissederek gelecek adımlarını atmaktır. Bize yakı-şan bir miras yedi gibi davranmak değil, bize emanet edilen bu güzel ülkenin kıy-metini bilerek bugünümüzü değerlen-dirmek nesillerimizi kendi medeniyeti-mizin kodları ile şuurlandırmaktır. Bize yakışan Mevlana’nın dediği gibi, “iyi değil demek ne haddimize, şükürler olsun her halimize” diyerek çalışmak daha iyi bir gelecek tasarlamaktır.

Bizim üzülmek tasalanmak ve kavga et-mek yerine, enerjimizi çok dikkatli kul-lanarak, bu enerjimizi ülkemiz ve mille-timiz adına değerlendirmemiz gerekmez mi? Yıllardır hatta yüzyıllardır çekilen

sıkıntılar, atlatılan badireleri hatırlamak, ülkemiz ve milletimiz adına elde edilen kazanımları kartopu gibi büyüterek in-sanlığın huzur ve saadetine katkıda bu-lunmak gerekmez mi? Yaşam gayemiz nedir? Eğer hedefte Allah’ın rızasını ka-zanmak, ümmetin selameti insanlığın huzur ve saadeti için çalışmak yoksa biz, niçin mücadele ediyoruz?

Ülkemizin 100 yıldır biriktirdiği kaza-nımları ve insan kaynağını doğru bir şe-kilde kanalize etmek, sürdürülebilir bir kalkınma ve gelişme açısından hayati bir öneme sahip. Hiç kuşkusuz bu milletin en önemli kazanımlarından biri İmam Hatip neslidir. Yaşadığı ülkenin ruh köklerini bilen ve kadim geçmişinden aldığı güçle gelecek inşa etmeye çalışan bir nesildir

Asıl MeseleninFarkında mıyız?Nedir Altın Kural?

Yorulduk mu? O zaman Üstadın Şahdamar şiirindeki şu muhteşem mısrayı hatırla: “Biz yangında koşuyu kaybeden atlarız… Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız”

Mustafa CANBEY

Page 15: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

13

İmam Hatip nesli… Celalettin Ökten Hoca’nın büyük gayretleri ve emekle-ri ile temelleri atılan bu nesil, gecesini gündüzüne katarak ülkesi ve milleti için çalışan bir nesil… Adaleti, vicdanı önce-leyen bir nesil… Kur’an-ı hayatının mer-kezine alan, insan hakkı denildiğinde titreyen bir nesil…

Bu milletin donanımlı insan havuzuna ihtiyacı var. Hakkı ve hakikati arayan, mü’min duruşuna sahip bir nesil yetiştir-me noktasındaki tecrübelerimizi daha iyi değerlendirerek, daha nitelikli ve derinlikli bireyler yetiştirmek zorunda-yız. Eğer gelecekte, atalarımızın bize bı-raktığı bu güzel vatanın daha müreffeh, daha huzurlu ve daha güçlü olmasını is-tiyorsak, ümmetin yeniden diriliş umu-du olmak istiyorsak, insan yetiştirmek zorundayız.

Bilgiye ve eğitime önem vermek zorun-dayız. ‘İlim Çin’de bile olsa alınız’, Hadis-i Şerif’ini bizim için söylemiştir Efendi-miz.

Çinli bir atasözü der ki,

“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,

Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,

Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, hal-kı eğit.

Bir kez ürün verir ekersen tohum,

Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir

Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.

Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,

Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.”

Uzun söze ne hacet… MÖ 1000 yılında söylemiş Çinli bilgin bu sözü… Aradan bin yıllar geçse de değişmeyen bir altın kural… İNSAN YETİŞTİR…

Uzun vadeli düşünmek ve insan yetiş-tirmek için imkânlarımızı seferber et-meliyiz. Bugün dünyanın birçok yerinde İslam ülkeleri çatışma, savaş, yoksulluk ve yoklukla boğuşuyor. Her gün patlayan bombalar ve ölen yüzler binler… Anasız, babasız kalan öksüz ve yetimler… Gün-düzler gece olmuş… Ümmetin yarası

derin… Kısa vadeli pansuman tedavile-ri ile iyileşmez bu yara… Zaman lazım, uzun uzun düşünmek ve uzun uzun plan yapmak lazım. İşte onun için bugünü an-layan, geleceği okuma basiretine sahip, hikmet sahibi insan yetiştirmek, insan biriktirmek lazım.

Gün olur karamsarlık basar üzerimize, üzülürüz, olmayacağını düşünürüz, sıkın-tılar yorar zihnimizi, bunaltır içimizi ya-şanan talihsiz olaylar… Ama medeniyet yürüyüşü uzun soluklu bir yürüyüştür. Yılmadan, bıkmadan ve üşenmeden yola devam etmek gerekir. Hem Allah (c.c) kendi dinini koruyacağını vaat ederken bize ne oluyor ki? Biz düşen çalışmak ve kulluk görevimizi yerine getirmektir.

Üstad Sezai Karakoç Şahdamar şiiri’nde ne güzel söylemiş:“Biz yangında koşuyu kaybeden atlarızBiz kirli ve temiz çamaşırlarıAynı zaman aynı minval üzere katlarızBiz koşu bittikten sonra da koşan atlarız”

Üstadın söylediği bu azim ve gayreti ku-şanabilmek... “Koşu bittikten sonra da koşan atlar” olabilmek… Aslında bütün mesel bu…

GÜNCELE DAİR TOHUM

Page 16: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

14 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Türkiye’de kılık kıyafetin dönüşümünü gündeme aldığımızda bunu, Batılılaşma sürecini işlemeden ele almak mümkün değildir. Bu bağlamda Türkiye’de batılı-laşma sürecini ve araştırmanın yapıldığı dönemin iyi okunmasının gerekli oldu-ğunu düşünüyorum.

Türkiye’de batılılaşma sürecini genel anlamda değerlendirdiğimizde ise batı-lılaşma sürecinin iki şekilde anlamlan-dırıldığını görürüz. Bunlardan birincisi; batılılaşmanın batının hem medeniyetini hem de kültürünü edinmeyi gerektirdi-ğini savunan görüştür. İkincisi ise Batılı-laşırken batının sadece medeniyetini alıp kendi kültürümüzü korumamız gerek-tiğini salık veren görüştür. Türkiye’deki aydınlar ikinci tür batılılaşmayı genel anlamda öngörmüş olsalar da zamanla sadece batının medeniyetinin alınıp kül-türünün yadsınabileceğinin mümkün ol-madığı anlaşılmıştır.

Bu ise zamanla batının kültürünü de benimseyen bir batılılaşma hareketini doğurmuştur. Bu anlayış bizde var olan kültürün de reddedilmesiyle perçinlen-miştir.

Dolayısıyla bu topraklarda batılılaşma; bir nevi modernizmden geleneğin so-yutlanmasına denk gelir diyebiliriz. Ba-tılılaşma hareketi içerisinde geleneğin dışlanması geleneğin kök saldığı dinin de dışarıda bırakılması anlamına gelmiş ve bir anlamda sekülerizme ışık tutmuştur. “Modernliğin yerli kültürden ve doğal ge-lişimden kaynaklanmadığı toplumlarda tarih yaratmak siyasi ve entelektüel seç-kinlerin arzularıyla şekillenen sürekli bir modernleşme ve Batılılaşma çabasına

dönüşür.” Bu ise Doğu ve Batı uygarlık-larının karşılaştığı bu kültürel alanda iki kültür arasında bir etkileşimle değil, Doğu’nun İslami kimliğini zayıflatmasıy-la şekillenir.

Modernleşme meselesine kadın mesele-sin üzerinden baktığımızda ise modern-leşmenin ve ilerlemenin kadının etkin olmadığı toplumlarda etkin bir biçimde gerçekleşemeyeceğini düşünen seçkin aydınlarla karşılaşırız. Onlar, kadını mo-dernleşme sürecinde önemli bir yere ko-yarlar.

TesettürAlgısının DeğişimiZehra HEKİMOĞLU

Page 17: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

15

Burada kadının önemli iki duruşu üze-rinden bir modernleşme algısı oluşturul-duğu söylenebilir. Bunlardan ilki kadının bir anne olarak yetiştireceği nesilleri göz önünde bulundurarak varlıklarına yap-tıkları önemi kapsamaktadır. Zira mo-dern, ilerici zihniyete sahip bireyler; kadınlar tarafından yetiştirilecektir ve buna bağlı olarak da bir toplumun duru-mu kadınlarının durumuyla doğru oran-tılıdır diyebiliriz. Bu ise kadının kendini geliştirmesi, kendini evin dışında faali-yetlerle modern kılmasını gerektirmek-tedir.

İkincisi ise kadının ekonomik faaliyet-lere katılımının ilerlemeye sağlayacağı ivme göz önünde bulundurarak kadının evin dışına çıkması ve perdelerin arka-sından kurtulması gerektiğini vurgula-yan düşünceyi kapsamaktadır. Tüm bu sebeplerle “ ‘kadın meselesi’ sadece ka-dınların yaşam koşullarına ilişkin olarak tanımlanmamakta, bir ‘kültür meselesi’, ‘medeniyet meselesi’ haline gelmekte-dir.”

Kadın geleneksel olan örtüsünden, kı-lığından kıyafetinden uzaklaşarak mo-dern kıyafetler giymeye başladığında kamusal alanda daha rahat hareket ede-bilecektir. Veblen’in deyişiyle “….. etek giyene her hareketinde engel olur ve her yararlı girişiminde onu köstekler.” Kadın dolayısıyla geleneksel görüntüsünden uzaklaştıkça toplum için daha yararlı ola-cak ve kamusal alanda boy gösterecektir.

TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Çalışkan, çağdaş, dinamik, modern kadının

giyecekleri ise elbette ki

geleneksel, evinden

çıkmayan, eğitimsiz,

kendisini sadece evine, eşine ve

çocuklarına adamış, siyasi hiçbir eyleme

katılmayan, pasif kadından

farklı olacaktır.

Page 18: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

16 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Çalışkan, çağdaş, dinamik, modern kadı-nın giyecekleri ise elbette ki geleneksel, evinden çıkmayan, eğitimsiz, kendisini sadece evine, eşine ve çocuklarına ada-mış, siyasi hiçbir eyleme katılmayan, pa-sif kadından farklı olacaktır.

Aslında tüm bunları Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun şu ifadesiyle daha da netleştirebiliriz: “Kıyafet sahip olunan dünya görüşünün aynasıdır.” İnsanların sahip oldukları dünya görüşünün ise ya-şadıkları mekân ve çevre ile doğrudan bir ilişki içerisinde olduğunu söyleyebi-liriz. Yani köyde yaşayan insan ile kentte yaşayan insanın zihniyeti aynı değildir. “Zihniyet bir toplumsal grubun örtük re-ferans sistemidir.”

Belki de Türkiye’deki modern- gelenek-sel ayrımını kent- kır ayrımını göz önün-de bulundurarak okumalı ve modern ola-nın kentte yaşayan, eğitimli, okur- yazar, aktif olanla özdeşleştiğini hatırlamalıyız.

Bu oyunda geleneksel olana düşen rol ise kırsal kesimde olmak, eğitimsiz ve pasif olmaktır. 1980’li yıllara kadar tüm bu batılılaşma ve modernleşme düşüncesin-den hareketle “İslami olan” insanın özel hayatına ait bir mesele olarak algılandı. Jenny B.White’ın

“Seçkin kentli kadınlar Batı tipi giysiler giymeye, üniversiteye gitmeye, meslek hayatında ve kamu işlerinde erkeklerle rekabet etmeye başladılar. Kırsal bölge-deki kadınlarsa başörtülerini takmaya, tarlada çalışmayı kolaylaştıran şalvar-larını giymeye devam ediyorlardı, ama yüzlerini ancak köye bir yabancı gelirse örtüyorlardı.”

ifadesi de kent ve kır ayrımıyla birlikte modern kadın ve geleneksel kadının ayrı saflarda yer aldığını vurgulayan ifade-lerdir. Bu görüşe göre İslami olanı sim-geleyen başörtüsünün ve başörtülü ka-dının kamusal alanda var olamaz ve özel

1980’li yıllarla birlikte “kırsal geleneksellikle özdeşleştirilen, cehalet ile bir tutulan İslamcılık kabuk değiştirmeye başlamıştır.”

Page 19: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

17TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

alanda kalmaktadır. Bir nevi “Kadınlar için kamusal alana dâhil olmanın koşulu çarşafı ve başörtüsünü çıkarmaya bağ-lanmıştır.”

Fakat 1980’li yıllarla birlikte “kırsal ge-leneksellikle özdeşleştirilen, cehalet ile bir tutulan İslamcılık kabuk değiştirme-ye başlamıştır.” Gerek türbanlı kızların üniversite kapılarında boy göstermeleri gerekse Müslüman girişimcilerin kapita-list ekonomide yer edinmeleri ve zengin-leşmeleri islamı ve İslamcı kimliği kırsal alana hapsetmiş zihniyetin teorileriyle çelişki arz etmeye başlamıştır.

Yael Navaro- Yashin; tüm bu değişimin temelinde 1980 sonrası iktidara gelen Özal ve politikalarının yer aldığının altını çiziyor. Özal, ona göre Müslüman kapita-listleri, iş adamlarını ve küçük esnafı des-tekliyordu ve bu sayede laik burjuvazi ile bu yeni sınıfı rekabete sokarak piyasayı canlandırmayı hedefliyordu. Zamanla

“kasabalı muhafazakar sermaye sahiple-ri büyüyerek küçük kentli dükkan sahip-leri ya da büyük metropol şirketlerinin kurucuları oldukça, kendi yaşam tarzları ve ideolojileri için bir pazar yarattılar.” Amaç Batılı ürünler karşısında dışlandı-ğını hissedenler ve kendi yaşam tarzına karşılık uygun ürünler bulamayanlar için bir pazar oluşturmaktı. “Müslümanlara yönelik yayınlarda İslami usullere uy-gun giyim, İslami usullere uygun kesim, İslami usullere uygun diş tedavisi.. şek-linde ibareler giderek çeşitlenmektedir.” Oluşan bu yeni pazardaki en göze çarpan ürünlerden biri de tesettür giyime yöne-lik ürünler olmuştur.

Zira, 1980’li yıllarda türbanlı kızların üniversite kapılarında boy gösteriyor ol-maları onları hem geleneksel bağların-dan hem de modern söylemin savunucu-su seçkinlerden farklı bir duruşa sahip olduklarını anlatıyordu.

80’li yıllarda Müslümanların mevcut düzen çerçevesinde değerlerine sahip çıkma çabaları olgusunda somutlanmış olan başörtüsü 90’lı yıllarda bir moda metası, kapitalist bir meta haline dönüşmüştür.

Page 20: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

18 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

“Bu kızlar pasif, eğitimsiz, kendini aile hayatına adamış ve uysal olarak tarif edebileceğimiz geleneksel Müslüman kadın imajıyla hiçbir ortak nokta taşıma-maktadırlar. Aksine Müslüman kızların genç, şehirli ve eğitimli grubu siyaseten aktiftir ve kamu alanlarında görülmek-tedir. Tercih ettikleri İslami şartlara uy-gun kıyafetleri de kadınların geleneksel giyimlerinden stil, renk ve kumaş açısın-dan farklıdır.”

Geleneksel kadından farklı olarak örtü-nen bu kızların tesettür anlayışına da 80 sonrası oluşan yeni Müslüman girişimci-ler ‘tesettür giyim’ ile yeni bir piyasa oluş-turmuş oluyorlardı.

Böylece kentli, Müslüman, aydın ve mo-dern tesettürlü kadının kendini ve kim-liğini görünür kılma mücadelesinde imaj çok önem kazandı. Çünkü “modern insan, kimliğini en ziyade imajı yoluyla oluştur-maktadır.” Tesettür giyim üreticilerinin oluşturmaya çalıştığı imaj da hem örtü-lü hem de güzel olunabileceğine yönelik bir imajdır. Burada aslında örtünmenin başka bir boyut kazandığını da görmek-teyiz. Başlangıçta sadece dininin gereği olarak örtündüğünü söyleyen ve aslında örtünmenin “güzelliği örtmek” anlamını taşıdığını belirten Müslüman kadınlar, örtülü de güzel olunabilir sloganıyla hiz-met eden firmaların ürünlerini almaya mecbur kalmıştır. Çünkü pazarın on-lara sunduğu budur. Yani siyasi İslam, sosyo-ekonomik İslâma boyun eğmiştir. Tüketimciliği ve materyalizmi eleştiren

Page 21: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

19TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

radikal İslamcı, (siyasi İslam) söylemin aksine kadının statüsünü, kimliğini orta-ya koymak için para harcamaktan kaçın-mayacağı bir alan oluşturulmuştur. 80’li yıllarda Müslümanların mevcut düzen çerçevesinde değerlerine sahip çıkma çabaları olgusunda somutlanmış olan başörtüsü 90’lı yıllarda bir moda metası, kapitalist bir meta haline dönüşmüştür.

Üretilen ürünlere baktığımızda sim-li, ipekli eşarplar ve yaldızlı kumaşlar, kocaman güllerle bezenmiş desenler, etek-ceket ve pardösü tasarımlarında kocaman kurdeleler, orasında burasında fazladan abartılı cepler ya da rüküşe ka-çacak kadar aksesuarlar bulunmaktadır. Bu durum Ala Dergisi yazarlarından Ayşe Yaşar Umutlu’nun ifadesiyle sanki bir ‘zenci psikolojisi’nin ürünüdür. “Daha çok var olma kaygısı’nı avaz avaz bağıran bir giyinme tarzıdır.”

Oluşan bu yeni moda düzenlenen defi-lelerle yapılan reklamlarla tesettürlü kentli kadını cezb etmektedir. Bir tüke-tim nesnesi haline dönüşen başörtüsü ve tesettür giyim örtüsüyle ikinci planda kalan, cehaletin simgesiymiş gibi görü-nen başörtülü kentli kadının “ben münev-verim, ilericiyim, şık ve zarifim ve tüm bu duruşumla sizden daha az modern deği-lim” deyişinin aracı olmuştur. Bir bakıma Nilüfer Göle’nin ifadesiyle yeni durum “melez bir desen”dir. “Oluşan, İslamcılığın ve modernizmin melez doğasının bir so-nucudur.”

Page 22: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

20 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Türkiye’nin 1876’da başlayan egemenli-ğin halk iradesine geçirilmesi serüveni son yıllarda bambaşka bir hız ve boyut kazandı. Kimilerince demokratikleşme, bazılarınca özgürleşme olarak anılan bu süreç toplumsal ve bireysel hayatı radikal bir değişim sürecine dâhil etti. Eğitimden kültür-sanata, hukuktan edebiyata, üre-tim ve tüketim alışkanlıklarına kadar hayatın her alanı bu değişim sürecinden müspet ya da menfi bir pay aldı. Kadının toplumsal hayattaki rolü, ailedeki konu-mu ve ekonomiye katkısı da bu değişim-dönüşüm döneminin çok tartışılanları arasında yer aldı.

Son yıllar söz konusu olduğunda kadın özgürlükleri ve kadının toplumsal hayat-taki rolüyle ilgili yegâne tartışma konu-larından biri de hepimizin yakinen bildiği gibi başörtüsü-türban-tesettür sorunuy-du. Bu mesele dini, ahlaki, siyasi, sosyolo-jik ve ekonomik açılardan çokça tartışıldı, hatta gerilimlere kaynaklık etti. Gelinen nihai noktada kendisini muhafazakar olarak tanımlayan siyasi iktidar günlük hayatın hemen hemen her alanında dile-yen kadının başörtüsü ile var olmasının kapısını açtı. Evet, artık başörtülü hanım-lar da tıpkı açık hanımlar gibi okuma, ça-lışma ve var olma hakkına sahipler. On-lar da tıpkı muadilleri gibi ilim tahsili ve

Kamuda Tesettür Vizesi ve İslam’ın Geleneksel Kadın Rolleri

Ende

r K

OR

KM

AZ

Page 23: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

21TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

ekonomik olarak bağımsızlaşma şansını elde ettiler. Ancak iktidarın kadın söyle-minin sadece başörtüsüne özgürlükten ibaret olmadığını pekâlâ hepimiz biliyo-ruz. Örneğin sayın başbakanımız ailelere 3 hatta 4 çocuk tavsiye ediyor, hamile ve doğum yapan hanımlara yönelik yepyeni haklar getiriyor, büyük resme bakıldığın-da görülecektir ki Türk kadını bir yandan anneliğe teşvik edilirken diğer yandan her geçen gün biraz daha ekonomik ha-yatın içine çekiliyor. Kadın evdeki sözde ataletten kurtarılıp, üretim ve ekonomi sürecine dâhil ediliyor.

Kadının gerek başörtüsüne verilen öz-gürlükle ve gerekse çeşitli pozitif ayrım-cılık ilkeleriyle ekonomik hayata dâhil edilmesi kapitalist bir pencereden in-celendiğinde olumlu bir politika olarak değerlendirilebilir. Zira kadın, özünde bir insan olarak potansiyel bir iş gücüdür ancak toplumsal ve dini roller bu iş gücü-nü ekonomik hayatın çarklarından uzak tutarak eve hapsetmektedir. Bu durum da ekonominin büyüyüp gelişmesi, iş gü-cünün verimli kullanılması ve faal nüfu-sun artırılması önünde önemli bir engel-dir. Bu bağlamda toplumumuzda kadının okuması da çalışmasına dair söylem ve politikalar ekonomik motivasyonlardan bağımsız düşünülemez. Erkek ya da kız, günümüz gençliğinin önemli bir bölümü okulu bir ilim kapısı olarak değil ancak bir ekmek kapısı olarak görmektedirler. Okul, eğitim, üniversite ekonomik ba-ğımsızlığın elde edilmesindeki ilk aşama-dır. Tabii bu durumda ülkemizin sosyal ve ekonomik şartlarının önemli payı inkâr edilip de sorunsal tamamıyla bireye yük-

lenemez. Ancak gerçeklik de istikbal kaygısıdır. Başörtülü kızların okuması meselesinin altında da büyük oranda is-tikbal kaygısı ve gelecekteki ekonomik bağımsızlık arzusunun yattığı yadsınma-malıdır. Zira toplumumuzda kadın çeşitli reflekslerle ciddi bir baskı altında bulun-duğundan kurtuluşu ekonomik olarak güçlü olmakta aramaktadır. Koca şiddeti, baba otoritesi, anne baskısı ve daha iyi yaşayanlara özenme gibi kimi olgular kızlarımızı küçük yaştan itibaren para kazanarak sözde kimseye muhtaç olma-ma durumuna şartlamaktadır. Kapitalist devlet sistemimiz de kadınların bu istik-bal kaygısını ve korku psikolojisini onları ekonomik döngüye sokmak, onları anne olmaktan ziyade faal işgücü haline getir-mek için kullanmaktadır.

Aslına bakılırsa ülkemizdeki muhafaza-kâr erk bu konuda kendini trajikomik bir çelişkinin tam da ortasında bulmuştur. Muhafazakârlık bağlamında gelenek-sel aile rollerini teşvik etmekte olanlar diğer yandan özgürlükler adına kadın-ların ekonomik hayata dâhilini sağlaya-rak onları geleneksel annelik rolünden uzaklaştırmaktadır. Kamuda başörtüsü serbestliği de bunun kusursuz tezahür-lerinden biridir. Dinimiz kadını öncelikle anneliğe ve saliha bir eş olmaya teşvik etmektedir. Ancak uygun şartlarda ça-lışmasına da olanak tanımaktadır. Lakin görülen odur ki anne ve eş olmak kadının öncelikli amacı olmalıdır. Görüşlerine kıymet verdiğim İslam âlimlerinden Nu-rettin Yıldız kadının çalışmasının onu ya-ratılışının birincil amacı olan annelik ro-lünden uzaklaştırdığını savunmaktadır.

Kadın özgürlükleri ve kadının toplumsal hayattaki rolüyle ilgili

yegâne tartışma konularından biri de hepimizin yakinen bildiği gibi

başörtüsü-türban-tesettür sorunudur.

Page 24: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

22 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

TUİK’in bazı verileri de Nurettin Hoca’nın bu görüşünü destekler niteliktedir. İsta-tistikler ülkemizde çalışan kadın sayı-sının arttığını bununla beraber doğum oranlarının önceki yıllara oranla geriledi-ğini göstermektedir. 2001 yılında binde 20,8 olan kaba doğum hızı 2012 yılında 17’ye kadar gerilemiştir. Doğumlar sade-ce oransal olarak değil rakamsal olarak da gerilemektedir. 2001 yılında 1.321.890 olan sağlıklı doğum adedi, 2012’de 1.279.864’te gerilemiştir. Ancak unutul-mamalıdır ki 2000 yılında yapılan nüfus sayımında Türkiye nüfusu 67.803.927 iken 2012’de bu rakam 75.627.384’tür. Bununla beraber istatistikler çalışan ka-dın nüfusunun gün be gün arttığını gös-termektedir. Türkiye’de çalışan kadın sa-yısı arttıkça doğumlar düşmekte, her gün daha az kadın Allah’ın kendilerine biçtiği anne rolünü sahiplenmektedir. Kamuda başörtüsü serbestîsinin de tabloya olum-suz bir katkı yapacağı çok açıktır. Yıldız Hoca’nın diğer bir kaygısı da çocuk sahibi olduğu halde çalışan kadınların evlatları-nın yeterli anne şefkati ve merhametin-den nasibini alamamaları neticesinde bu çocukların ruhi durumlarının yetişkinlik dönemlerine de yansıyacak şekilde bo-zulmalarıdır. Eğer hocanın bu öngörüsü doğruysa merhametsiz ve vurdumduy-maz bir nesil yetişmektedir. Kadınların uzun zamandır çalışma yaşamına enteg-re olduğu, Batı’da toplumsal merhamet-sizliğin ve duyarsızlığın vardığı boyutlar

müşahede edildiğinde hocanın bu kaygı-sının da pek yersiz olmadığı anlaşılacak-tır.

Rakamlar göstermektedir ki 3 çocuk ideali ve çalışan kadın profili birbir-leriyle tamamen çelişkili bir olgudur. Kadın çalışanların her geçen gün arttığı Türkiye’de boşanmalar da benzer bir hız-la artmaktadır. Bu iki oran arasında doğ-rudan bir ilişki olduğu bilimsel anlamda iddia edilemezse de boşanma avukatları ile yapılan bir iki bilgi alışverişinde görü-lecektir ki boşanma davalarında davacı taraf çoğunlukla kadınlar ve özellikle çalışan kadınlardır. Yine bu davalar ince-lendiğinde davaların önemli bir kısmının evlilik için doğal ve aşılabilir olan neden-lerden kaynaklandığı müşahede edile-cektir. Ancak ekonomik bağımsızlıkları olan çiftler için boşanmak sorunları aş-maktan daha kolay bir yöntemdir. Bir kadının ekonomik olarak bağımsız olma-sı erkeğin ona karşı merhametini, kadı-nın da erkeğine karşı tahammülünü yok edebilir. Sevgi ise özünde merhamet ve tahammülü yani fedakârlığı barındırır. Tabii kadının çalıştığı her çift için böyle bir genelleme yapılamaz ama böylesi bir durumun olasılığı da yadsınamaz. Nisa suresinin 34’ncü ayetinde saliha kadınla-rın eşlerine itaat ettikleri belirtilmekte-dir. Peki, ekonomik bağımsızlık kadınla-rın eşlerine olan itaatini arttıracak mıdır yoksa buna zarar mı verecektir?

Page 25: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

23TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Bununla beraber ücretlerin düşüklüğü de kadını çalışmaya zorlamaktadır. As-gari ücretin yaklaşık 900 lira olduğu ve asgari ücretliliğin oldukça yaygın olduğu ülkemizde çiftler ancak beraber çalışa-rak ayakları üzerinde durabilmektedir-ler. Kalkınma bakanı Cevdet Yılmaz’ın açıklamalarına göre Türkiye’de sigor-talı çalışanların yarısına yakını asgari ücretlidir. (http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2012/11/15/sigortalilarin-ya-risi-asgari-ucretli) Ancak asgari ücretle İstanbul ya da Ankara gibi büyükşehir-lerde yaşamanın imkansızlığı da apa-çıktır. İnsanlar, haklı olarak, çareyi karı koca çalışmakta ve çocuk yapmamakta bulmaktadır. Kendini muhafazakâr ola-rak tanımlayan hükümetimden şahsi beklentim aile reisi olan erkeğe pozitif bir takım haklar tanıyarak aile kurumu-nu güçlendirmesidir. Toplumumuzda ve dinimizde aile reisi rolü erkektedir. Nisa suresi 34’ncü ayette bu durum da açıkça beyan edilmektedir. Allah erkeğin sır-tına eşinin ve çocuklarının nafakasını kazanmak gibi bir yük yüklemiştir. İs-lam penceresinden bakıldığında erkeğin çalışmasının zorunlu ancak kadınların çalışmasının özel şartlar hariç ihtiyari ol-duğu durumu da çıkarılabilir.

Türkiye II. Mahmut döneminde tamamen yitirdiği benliğini aramaktadır. Son 10 yılda bu konuda ciddi mesafeler kat edil-miştir. Ancak kadın hakları söz konusu

olduğunda Batılı değerler zihnimizi işgal etmekte, yapılan uygulamaların toplum-sal yapımıza ve dinimize uygunluğu ikin-ci planda kalabilmektedir. Ancak modern toplumlarda kadının işgücüne ihtiyaç duyulan alanların olduğu yadsınamaz. Bu durumla birlikte Müslümanlar olarak bu alanlarda kadınların çalışması için İslami şeraiti tesis etmek boynumuzun borcu-dur. Kadınların öğretmen, hemşire, tıp doktoru, kuran kursu hocası, aşçı, te-mizlikçi, sosyal hizmet uzmanı v.s. gibi meslek dallarına mensubiyetleri top-lumumuzu güçlendirir. Ancak her ne alanda olursa olsun Allah’a ve dinine mu-halefet ederek çalışmaları toplumumuza zarar verecektir. Hususen başörtüsü gibi şiar-ı İslam’ı taşıyan bir hanımefendi ar-tık İslam’ın bayraktarı olduğu bilinciyle hareket etmeli, giyinişinden karşı cinsle ilişkilerine kadar hayata dair her alanda İslami ölçülere riayet etmelidir. Eğer bu ölçülere riayet edemiyorsa çalışma ihti-malini tekrardan gözden geçirmeli ve bu konuda güvenilir âlimlere danışmalıdır. Şahsi kanaatim bir hanımın kocasının kesesinden yemesinin devletin ya da bir patronun kesesinden yemesinden daha hayırlı olduğudur. Ancak günümüzde öyle şartlar mevcuttur ki bazen bu durum imkânsız olmaktadır. Ahir zamanın imti-hanı çok çetin ve dengeler çok hassas... Tüm İslam kardeşlerime bu hassas dö-nemde takva üzerine hareket etmelerini âcizane tavsiye ederim.

Page 26: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

24 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Türkiye’de Müslüman kadınlar için te-settür hayatın içindedir. Hayatın için-deki unsurun diğer unsurları etkile-mesi kadar tesettürün de değişim ve dönüşümden etkilenmesi söz konusudur. İş hayatında genelde kadınların, özelde başörtülü kadınların üzerlerinde hisset-tikleri baskılardan biri kılık kıyafet üze-rinden temsile uygun olmaktır. Kişinin mesleki niteliklerinin önüne geçtiği için tartışmalı bir kıstas olarak zaman zaman

gündeme gelse de kamu ya da özel sek-tör fark etmeksizin terfilerin önemli bir kriteridir prezantabl olmak. Bu anlayış yönetim kademelerine doğru daha fazla hissedilmektedir.

Tesettür, kadın için bir özgürlüktür ama tesettürlü bir kadın, tesettürünü koruya-rak dilediği gibi giyinmekte her zaman özgür değildir. Bu baskı tesettürlü kadı-na iki hususta sorgulama yaşatır.

Tesettür Prezantabl Olabilir mi?

Sema SİLKİNKadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) Yönetim Kurulu Üyesi

Page 27: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

25TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

KAPİTALİST İHTİRASLAR VE ÖRTÜ

Birincisi bu estetik kaygısı tesettürün sınırlarını ne kadar zorlamaktadır? Sün-netten anladığımız, kişinin temiz ve derli toplu olarak bulunduğu ortamda saygı uyandıracak şekilde giyinmesidir. Bu sağlandığında tesettürün sınırlarına ria-yet edilmiş olur demek teoride mümkün olsa da pratikte bir hayli zordur. Dolayı-sıyla kişinin tesettürü kendi sorumlulu-ğundadır ve kişinin kendini sorgulaması sünnete ve döneme dair ideali bulma açı-sından yeterlidir.

İkincisi sürekli kıyafet yenileme kaygı-sıyla artan tüketimin neden olduğu is-raftır ki, İslami hassasiyetlerle ne kadar uyuşmaktadır? Bu husus insanın sınırlı ihtiyaçları ile kapitalizmin sınırsız ihti-rasları arasındaki dengeyi nasıl bulduğu-muzla bağlantılıdır.

Burada helal-haram arasındaki sınır ol-dukça genişlemiş –genişletilmiş- gibi duruyor. Tesettürlü kadınlar olarak vic-danımız, şuurumuz ve irademizle prezan-tabl olmak ve tesettürlü olmak arasında bir denge mücadelesi veriyoruz.

İDEAL OLAN MI, RUHSAT VERİLEN Mİ?

Çünkü tesettürlü kadın iş hayatında hak ihlalleri noktasında aşmaya çalıştığı en-gellerin yanı sıra yönetim kademelerin-de yer alma, temsiliyet gibi konularda hala ön yargıların kırılması ile mücadele etmektedir. Tesettürün dönüşüme uğ-raması eğitimli, entelektüel kadının bu handikabının da bir sonucudur. Kendini tesettürde ideal olanla değil de ruhsat verilen haliyle yetinmek zorunda hisse-debilir.

Bu dönüşümün elbette başka sebep ve sonuçları da vardır. Fakat bizim eğitimli ve çalışan kadınlar açısından durum bu şekilde özetlenebilir.

Çalışan kadının giyime para harcadıkça kendini para kazanmak zorunda hisset-mesinin yanı sıra tesettürlü-dindar ka-dın değer yargıları gereği bu gerilimi hem Rabbinin rızası hem de modern yaşam biçimi arasında yaşayarak daha zorlu bir sınavdan geçmektedir.

Tesettür, kadın için bir özgürlüktür ama tesettürlü bir kadın, tesettürünü koruyarak dilediği gibi giyinmekte her zaman özgür değildir.

Page 28: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

26 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Değişen siyasal rüzgârlar ve etkilenen inançlar, değerler, yaşantılar…

28 Şubat ve sonrasında yaşanan süreç, hepimizin hayatlarından bir şeyler gö-türdü. En çok tartışılan ve üzerine mü-cadele verilen ise üniversitelerden, ka-mudan, sosyal hayattan uzaklaştırılan “Türban”/“Tesettür”/“Örtü” oldu.

Yeniden değişen siyasal rüzgârlar ve ye-niden şekillenen özgürlükler üzerinde de bir tartışmadır yürüyor yine son za-manlarda. Meydanlarda ise kadınlardan çok erkeklerin sesini duyduk belki de en çok… Bizler de Tohum Dergisi olarak gö-rünürlüğü olan örtülü kadınlara sorduk “Tesettür” ve yaşanan değişim algısını, bize neleri getirdiğini neleri kaybettirdi-ğini…

Cihan AKTAŞ Serra KARAÇAM Yıldız RAMAZANOĞLU

Türban / Tesettür / Örtü Üstüne...

Page 29: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

27TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Cihan Aktaş: Toplumsal süreç ve olgula-rın tek bir açıklaması yok. İlk planda hep dile getirilen “yozlaşıyoruz” kanaatinin ötesinde başka türlü açıklamalar olabi-lir, olmalıdır: Tesettürü sağlayan kılık kıyafetin toplumsal gelişme paralelinde kendine özgü değişiklikler sunması bana normal geliyor. Toplum başörtüsüyle ara-sındaki yasak engeli kalktıkça farklı yo-rum, açıklama ve kabullere açılıyor, de-niyor, yanılıyor, geliştiriyor. Doğru, artık başörtüsü ateşten gömlek sayılmaz, ama bu tespit başka bir olguyu hatırlamayı da gerektiriyor: Üzerindeki baskı kalktıkça başörtüsüne yönelik ilgi da bağımsızla-şıyor. Öte taraftan belki yasak nedeniyle ortalıkta görünmeyen genç kızlar ve ka-dınlar da bir görünürlük kazanıyor.

Namevcut sayılan kadınlar kamusal ya-saklar nedeniyle bir tür getto yaşantısına zorlandılar. Bana kalırsa şimdilerde yaşa-nan “dezenformasyon”u bu açıdan kendi-ni gösteren bir depresyonla da açıklamak olası. Müslümanlar çağın idrakine İslam’ı söyletirken kadın meselesini paranteze almayı sürdürdüler. Bu nedenle de sizin

belirttiğiniz yeni döneme uyarlanma bir de iktidar fenomenleriyle karıştığında çok farklı, çelişkili, sarsıcı, şaşırtan sah-neler ve örneklerle karşılaşmak sıradan-laşıyor. Ben bu sahne ve örneklerin sadece iktidar/hükümet etkisiyle izah edileme-yeceğini düşünüyorum. Çünkü benzeri eleştiriler 1970’lerde yayımlanan İslami dergilerde yer alıyordu, 1910’lu yıllarda yayımlanan İslami gazetelerde de… Gö-rece refah kazanmak hem görünürlük hem de satın alma gücü oranında bir et-kiye sahip kuşkusuz. Ancak unutmamak gerekiyor ki “görünürlük”, çeşitli iletişim kanallarının yaygınlaşması da sadece İs-lami kesimle sınırlı kalmayan genel bir olgu, öyle ki mahremiyet kavramını da –Beatriz Colomnia’nın “Mahremiyet ve Kamusallık’ta irdelediği gibi- iletişim ka-nalları zaviyesinde yeniden okumaktan kendimizi alamıyoruz. Televizyonun za-rarlarını konuşmayı bir kenara bıraktık, sosyal medyayla ilişkimizin sınırlar üze-rine düşünmeye başladık. Mobil telefon-larla sahnelerin ve kişilerin fotoğrafını çekmek adım atmak kadar olağan karşı-lanıyor.

Serra Karaçam: “Tesettür Dezenformas-yonu”nda iktidar ve benzer dünyevi se-bepler ile kapanmanın ağırlıklı bir gerek-çe olduğunu düşünmüyorum. Öne çıkan ve farklı muhitlerde yaşamaya başlayan “deforme tesettürlüler” görünür oldu. Yeni tesettüre girişlerin tarzındaki deği-şim ile ilgili olduğunu sanmam. Çünkü bu tarzı, deforme olmayan tesettür gelene-ğine sahip ailelerin ilk gençlik çağındaki çocuklarında da görüyoruz. Daha önce-den de kenar semtlerde başı yarı örtülü ve bu halde yarı açık giyimli hanımlar mevcuttu.

Tesettür deformasyonu konusunu ayıra-rak tesettüre girişlere çıkar ilişkisinden bakmak bana doğru gelmiyor. Niyetleri kalpleri ancak Allah bilir. Kötü zandan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.

Allah’a inananlar buna daha da dikkat etmeli. Bunu söylemek ne ilmi ne dini olarak mümkün değil. Genellemek doğru olmaz. İktidarda dini yaklaşımı pozitif bir siyasi parti olunca dini dünyaya alet edenlerin çıktığını tahmin edebiliriz an-cak insan yokluktan gelmekte ve nefsi ile ruhi ihtiyaçları arasındaki çekişme nedeniyle niyetleri çelişebilmekte. Bir şekilde bu farzın, yapanlara kısmen ve göreceli olarak bir güçlük olduğunu farz edersek bir samimiyet görmek daha ko-lay olsa gerek. Kişiler kendilerince teset-türün inceliklerini bilmeden içinde kor-ku olup o nedenle bir şekilde bir yerden başlamak istiyor ve bu nedenle Kur’an’da mükâfatlandırılacağı müjdelenenlerden olabilirler. Bu konuya değinirken itham dilinden ziyade nasıl örtünmek gerekti-ğini kaynaklar ile izah edebilmek önemli.

Bilinen bir tesettür giyim değişimi var. Gözle görülen bu değişim özellikle 2000’lerin başından itibaren dikkat çekmeye başlıyor. Bunun da AK Parti Hükümetinin iktida-ra geldiği süreçle paralellik gösterdiği düşünüldüğünde günümüzde tesettürün de-jenerasyona uğramasının da iktidarından pay almak ve otoritelere şirin görünmek isteyenlerin dezenformasyonu ile oluştuğu söylenebilir mi? ???

Page 30: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

28 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Yıldız Ramazanoğlu: Aslında her yaştan insanın benzer giysilere bürünmesini beklemek büyük hataydı. 13 yaşındaki çocuğun da altmış yaşındaki kadının da aynı model ve biçimde giyinmesine yol açan daha doğrusu İslami diyerek daya-tılan robadan kesimli estetikten yoksun bir tarz vardı. Burada örf olan yerel mo-dellerin evrensel bir söylemle en doğru-su budur diyerek öngörülmesi ve bunun dışına çıkanların hoş karşılanmaması kötü hicaplı, şuursuz gibi yaklaşımlarla mahkûm edilmesi doğru değildi. Tesettü-rün temel ilkeleri içini göstermemesi dar

olmaması ve hatları mümkün olduğunca belli etmemesidir. Bunun dışında elbette çalışan bir şehirli kadın ya da kırsal alan-daki kadının, bir öğrencinin pratik ya-şamdaki giyim ihtiyaçları değişebileceği gibi insan birey olarak kendi beğenisini estetik zevkini işin içine katabilir, kat-malıdır da zaten. İçinde rahat edip kişi-liğiyle özdeşleştirebileceği formu seçme özgürlüğü var. Sonuçta İslam temel meş-ruiyet alanlarını ve ilkeleri koyar ama herkesin biricik tercihlerine de alan açar tek tip insan ve görünürlük öngörmez.

Yaşanan tesettür algısı değişimini kültürel bir değişim olarak görürsek sizce; deği-şimin alt yapısını, pazardaki açığı/ihtiyacı fark eden tüccarlar mı gerçekleştirdi, yoksa toplumda/muhafazakar kitlede kültürel kodlar değişti de pazar buna ayak mı uydurdu?

Cihan Aktaş: Değişimin tek yanlı bir et-kiyle gerçekleştiğini düşünmüyorum. Mütedeyyin kadınlar artık daha fazla ka-musal alanda yer alıyorlar, bu da onların görünürlüklerini farklı açılardan hesaba katmaları anlamına geliyor. Evden alış-veriş için mahalle bakkalına veya kahve içmek, Kur’an okumak için karşı apart-mandaki komşuya giderseniz, ona göre kıyafet seçersiniz. Bütün gün bir büroda çalışacaksanız, kılık kıyafetiniz sizi zor-lamasın istersiniz.

Piyasa dolgulara kâr açısından bakar, kamusal alanın bu yeni yüzlerini de he-saba katmakta gecikmedi. Burada bence önemli olan seçimlerimizde ne kadar öz-gür olduğumuz. Çünkü moda her zaman kendi zevkini geliştirmekte yetersiz ka-lan kitleleri hedef alıyor. Bir zevki, üslu-bu geliştirmek de emek istiyor.

Mütedeyyin nüfusun talep ve enerjisinin gözden gelinemediği noktada gerçekle-şen toplumsal hareketlilik piyasayı da etkiledi. Bir on yıl öncesine kadar giyim firmaları tesettürlü kadınların talepleri-ni hesaba katmazlardı, artık katıyorlar. Benim kuşağım kılık kıyafet bağlamında az çok Unkapanı firmalarına bağımlıydı. Firmalara sindirilmiş ideolojik bakış es-kisi gibi egemen değil. Firma veya marka

ayakta kalmak için mütedeyyin kesimle-ri de hesaba katıyor. Başörtülü kadın ve tesettürlü kadın ayrımını ortaya çıkaran sanırım biraz da bu arz dalgasıyla gelen seçme güçlükleri. Sanırım depresif bir öğrenme döneminden geçiyoruz.

Mütedeyyin kesimin kamusal görünür-lük bağlamında en azından kırk yıldır yo-ğun bir yeniden öğrenme süreci geçirdi-ğini de göz ardı etmemeliyiz bu konuları irdelerken. Mesela 1980’lerde yırtmaçlı pantolon, yüksek topuklu ayakkabı ve pantolon giyen başörtülü kadınlar kına-nırdı. Pantolon giyen kadının erkeğe ben-ziyor olmakla Kur’an’ın vurguladığı cin-siyet anlayışını ihlal ettiğini düşünenler olurdu. Oysa pantolon sonuçta şalvarı da kapsayan bir giyim tarzı ve modeli sizin seçiminize bağlı olabilir.

Bana kalırsa yozlaşma da canlanma da her zaman mevcut, birlikte yol alıyor. Yozlaşma da bilinçli giyim de kendi için-de çeşitlilik gösteriyor. Dönemimizin görünürlüğü öne çıkaran kültürü ile mü-tedeyyin kesimlerin geçmişte olmadığı ölçüde kamusal katılımlarının sebep ol-duğu arz ve talebi birlikte ele almazsak eğer, bu alanda eksik konuşmuş oluruz.

???

Page 31: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

29TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Yıldız Ramazanoğlu: Moda diye bir ger-çeklik var elbette. Bu zamanın ruhuna göre teknolojinin, eşyanın, imkânların değişmesiyle ilgili. Elbette bu pazar eko-nomisinin kapitalist düzenin kölesi olma boyutunu içermeyen insani boyutuyla ele alınması ve teslim edilmesi gereken bir husus. Şunu unutmamak gerekir ki er-kekler hiçbir şekilde kendi özlerini ilgi-lendiren tesettür bahsine eğilmedikleri en modern ve dar giysiler içinde gezebil-dikleri halde sürekli kadınlar üzerinden değerlerin muhafazasını talep etmişler-dir. Üstelik de zaman içinde İslami ilke-lere daha uygun olarak giyinen kadın-lardan uzaklaşmış, incelikli bir horgörü beslemiş, ilgilerini daha modern ve mo-daya uygun giyinen kadınlara yönelterek

genç kadınların direncini de kırmışlardır. Giyim konusu maalesef çok ön planda, aşırı israf ve rekabet alanı, neredeyse va-roluşun göstergesi haline geldi kimi ke-simlerde. Oysa tesettür, tersine tevazu, mahviyet, sadelik ve ruhi derinliğe işaret eder. Şimdi bedenini bir gösteri alanına dönüştürmede başörtülü kadınlar daha fazla öne çıkıyor. Bu sadece onlara eleş-tiri yönelterek değil medeniyete hayata önceliklerimize ilkelerimize yeniden eği-lerek ele alınabilecek bir konu. Hiç kim-se masum değil yanlışlarımız söz konusu olunca, zamana yayılan bir var olma ve inşa süreci her alanda gerekli. Giyim ko-nusunu gereğinden fazla mesele yapar-sak buradaki yanlışlara kaynaklık eden asıl temel sapmaları gözden kaçırırız.

Cihan Aktaş: Engeller tabii ki tahsille-rini sürdürmek isteyen gençleri farklı arayışlara itti. Yurtdışına giden öğrenci, bulunduğu yerin moda akımlarından et-kilenmiş olabilir, ama aynı zamanda tem-sil ettiği sorun varlığında, mücadelesinde somutlaştı. O somut varlığın öne sürdüğü sorularla ve temsilinin açıklamalarıyla Avrupa Merkezciliğin silikleşmesinde bir etkisi olmadı mı acaba? Ayrıca gerçekle-şen etkilenme özde midir yoksa sadece bir renk bir desen düzeyinde mi… Bence moda oturduğumuz yerde de bizi yakala-yabilir. Etkilenme ihtimalini göz önünde bulundurarak hayatımızı sınırlayamayız, bu bir kaçış olur. Bir de değişen hayat

tarzlarının getirdiği veya çekici kıldığı tercihler var. Ekim ayında Fas’taydım. Orada da tesettürlü kadınlar bizde oldu-ğu gibi farklı şekillerde örtünüyor. Kimi genç kızlara, kadınlara bakarak bildik “yozlaşmış başörtülü” yargısını tekrar-layabilirsiniz. Ama kadınların büyük çoğunluğu da modern veya geleneksel, kentli veya köylü fark etmeksizin gele-neksel bir örtü olan cellabeyi kullanma-yı sürdürüyor. Üstelik bizde yayınlanan türde alangirli “muhafazakâr” kadın der-gileri onlarda da var. Dolayısıyla farklı giyinme eğilimlerini bambaşka açılardan irdelemek önemli geliyor bana.

İmam Hatiplerin 90’ların sonunda yasaklar ile kapatılması önüne engeller konul-ması neticesinde muhafazakâr elitler çocuklarını kolejlere göndermeye başladı. Kolejde okuyan çocukların, okullarının yurtdışı gezilerine katılması, sonrasında üniversite eğitimini yurtdışında yapması sonucunda, yurtdışında bulunan moda akımlarını ülkemize taşıdığı ve giyimlerini imam hatip okullarında okuyan çocuk-lara nazaran değiştirerek yeni bir görünüş ve düşünüş şeklinin ilk adımlarını attık-ları konuşulmakta. Sizce değişimin temelinde bahsi edilen durum yatmakta mıdır? İmam Hatiplerin önüne konulan engeller bu konuya ne derece etkili olmuştur?

Serra Karaçam: Pazarda bulunan firmala-rın oluşturduğu özenti tesettürün on-on beş yıl öncesinin kodlarından çok uzağında bir çizgide değil. Daha butik çalışan bazı yerler etkili olmuş olabilir. Modadaki bazı detay-ları çizgi olarak takip etseler de başlangıç-

ta yer alan firmalar ana hatlarla oynamadı. Defile tekstil-giyim sektöründe tesettüre uygun bir sunum olabilir. Muhafazakâr ke-simin bir bölümünde bu kodların değişmiş olduğunu söylemek daha mümkün.

???

Page 32: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

30 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Serra Karaçam: Muhafazakâr elitlerin gelir durumu ve okul teşebbüslerinin art-ması, birlikte değerlendirilebilir. Yurt-dışında İslam ülkeleri dışında Avrupa’da Amerika’da bir Müslüman topluluk mensubu Müslüman kadınlar bir şekilde modadan, pazardan etkilenebilir. Moda tesettürün dini uygunluğunu bozmadığı sürece tesettürün düşmanı denilemez. Ancak tüketime takva açısından bakar-sak modayı eleştirmek mümkün. İhtiyaç dışı olana özendiriyor. Doyumsuzluğu teşvik ediyor. Bu ise İslam ülkelerinin de kanayan yarası. Bugün Müslüman Arap ülkelerinde de swarovski taşlı bir aba-ye Türk lirası ile 5 bin lirayı bulabiliyor. İmam Hatip daha mütevazı bir kültürdü. Ailelerin geneli orta-alt gelir seviyesin-

deydi. Ekonomik genişleme ile görünüş değişmiş olabilir. Bana göre “trend” rahat giyim ile frapan bir çizgi arasında gidip gelenler arasında farklılık arz ediyor. İmam Hatiplerin önüne engel konulma-sı, siyasi iktidar arayışında dini özgürlük ihtiyacının belirleyici olmasına yol açtı. Bunun ardından iktidara taşınan mağdur kesimin bir bölümü doğal olarak zengin-leşti. Bunun dinamikleri ayrı bir konu. Yurtdışını görmek kısmen etkili olmuş olabilir. İnsan doğası baskı kalkınca bir gevşemeye de giriyor. İnançlarına baskı altında sahip çıkmaya direnen bazıları-nın idealistliğinde değişimler olabiliyor. Genel konuşmak zor.

Yıldız Ramazanoğlu: Yurt dışı tecrübesi başka Müslümanlarla karşılaşmaları ge-tirdi. Görüldü ki İslami esaslar dâhilinde çok farklı formlara açılan geniş bir görü-nürlük alanı var. Birçok Arap kadınının Türkiyeli kadınların pardesü modelle-rinden etkilendiği gibi bizim kızlarımız da farklı halkların formlarından etkile-nebilir. Bir de başka insanlarla bir arada yaşama farklı eğitim ortamlarına dâhil olma zorunluluğu diyalogu zorlaştırma-

yacak ve insani bir ilişkiyi ketlemeyecek şekilde yeni yaklaşımlar ortaya çıkardı. Bu Türkiye içinde de söz konusu. Mesela milyonlarca genç kadın başörtülü ya da açık pantolonu tercih edebiliyor. Dar ol-mamak ve hatları vurgulamamak koşu-luyla farklı renkler modeller kumaşlar neden denenmesin. Yaş meslek meşrep kültür coğrafya elbette etkiliyor ne giyi-leceğini.

Cihan Aktaş: Birçok husustan birkaç ta-nesine değinebilirim burada. Evvela ya-sağın bu hususların hemen hepsinde bir etkisi olduğu açık. Bir kere ulusal eğiti-min ve yaygın kültürün bir kadının mut-luluğu ve başarısını her yolla bağladığı bir meslek edinme imkanından yoksun-laştırılmanın başörtülü genç kızlar ve ka-dınlarda oluşturduğu burukluk, kendini savunma ve açıklama ihtiyacı, faaaliyet ve katılım eğilimi, dahası yarım bırakılan

sevilen iş/tahsil yüzünden saplanılan yas duygusu, hiç istisnai haller değil. Kusur-suz olma ve başarı arayışını başörtüsü nedeniyle üniversite sınavlarına alınma-yacağı kaygısı içindeki bir genç kızdan duymuştum. “Anne, ben hiçbir şeysiz bir kız mı olacağım?” diyordu.

Bir diğer husus yasakla oluşan baskıya karşılık süren iç baskı, toplumsal yoz-laşmanın sürekli başörtülü kadınların

Sizin yaşadığınız sosyo-ekonomik çevrede geçmişten itibaren gördüğünüz/ yaşadığınız tesettür sıkıntıları, konu ile gözlemleriniz nelerdir?Bizlerle paylaşabilir misiniz????

Page 33: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

31

Yıldız Ramazanoğlu: Biz ilk örtündüğü-müz zamanlarda hazır eşarp bulamazdık. Daha çok boyunbağı dediğimiz fular ola-rak tasarlanmıştı eşarplar, çok küçüktü. Kumaş alıp kenarlarını diker kullanırdık. Tesettür bizi yaşadığımız çevreden tama-men kopardı bir dönem, çünkü okumuş bir kızın belli süreçlerden geçip batılıla-şacağı varsayılır ve tesettürlü görünüm bir başkaldırı ve isyan gibi değerlendiri-

lirdi. Batı dışı modernleşmeler, batıyı tar-tışmaya açan tecrübeler, modern bir tec-rübe olarak İslamcılık gibi yaklaşımlar bilinmiyor ya da kabul görmüyordu. Nor-malleşme şimdiki zamana kadar adım adım gerçekleşiyor. Yaşam tarzı müca-delesinin bir parçası olarak görülüyor ve nasıl yaşayacağına karar vermenin insa-nın en temel hakkı olduğu düşüncesi yeni yeşeriyor ülkemizde.

Serra Karaçam: Tesettüre uygun ve şık kıyafet kombine etmek zor. Pardüse giymek özellikle iş hayatında nedense resmi ve formal olarak algılanmıyor. Bu nedenle kıyafet seçimi zaman ayrılması gereken bir şey olabiliyor. İkincisi yine kıyafet detayları. Normal bir mağazada uygun fiyata alacağınız bir parça, teset-tür markalarında daha pahalı ve hatta kalitesi daha düşük. Tesettürsüz kişi-ler için olan mağazalarda kolu az daha uzun yakası az daha kapalı parçalar olsa bu sıkıntı kalkacak. Buralardan bir şey aldığınızda ya içine bir şey ya üstüne ek bir hırka giymeniz gerekiyor. Bu konuda pazarda eksik olduğunu düşünüyorum.

Bunun dışında; Tesettürlünün genel dav-ranış kalıpları ile ilgili toplumda ciddi bir linç kültürü var. Bunu temsil makamı olarak görürken kullanılan dil can sıkıcı olabiliyor. Tesettürsüz Müslüman bir ka-dın ile tesettürlü Müslüman bir kadının

dini vecibelerdeki sorumluluğu aynıdır. Kutuplaşma eğilimindeki insanlar teset-türlünün herhangi bir dini zaafını kul-lanmaya eğilimli. Özellikle genç kadınlar tesettürlü oldukları için Allah ile olan ilişkilerinde ve bunun sosyal boyutunda bazı baskılarla karşılaşıyorlar. Bu bas-kılar dini ve ruhi iyiliğe yol açmıyor her zaman. Özgür iradesi ile tesettürü seçen biri zaten Allah’a saygısını göstermiştir. Bu saygının tek yolu ve yeterliliği sadece tesettür değil. Ancak herkesin zaafı ola-bilir. Özellikle dindar beyefendilerin dini simge taşımıyor olmalarının rahatlığı ile tesettürlünün giyimini-stilini konuşuyor olması bana ikiyüzlülük gibi geliyor. Her-kesin dini vecibeleri yapabildiği ölçüde yapmaya hakkı var. Tamamını yapamı-yor diye hepsini elden bırakması bekliyor insanlardan adeta. Bu Kur’an’a uygun bi yaklaşım mı ilahiyatçılar bilir. Okudukla-rım bana öyle olmadığını gösteriyor.

TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

üzerinden okunmasının sebep olduğu -gözetleniyor olma hissinden de ileri gelen- bir tür tedirginlik, savunma hali, kamusal görünme çekingenliği olarak tanımlanabilir. Üstelik birçok başörtülü kadından yasağa karşı mücadelede yal-nız bırakılmış olmanın burukluğunu yan-sıtan hikayeler dinleyebilirsiniz.

Bunlara ilaveten kamusal tecrübe yok-sunluğundan ileri gelen bir dil farklılı-

ğının özel alandaki (eşler arası) iletişimi de zaafa uğrattığnı gösteren örnekler hiç az değil. Erkeklerin bir şekilde -eğreti de olsa- yerleştiği alan, kadınlar için mayınlı bir arazi gibi tehlikeli sayılırdı. Ona bakı-lacak olursa, Kemalistlerin başörtülü ka-dınlara uyguladığı yasağın tam karşısın-da bir yerde de fitne fesat sebebi olacağı gerekçesiyle kadının sokağa çıkmasını hoş görmeyen (sözde) din adına bir telak-ki yer edinmeye çalışmıştır hep.

Page 34: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

32 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 35: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

33TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

TOHUMDANÇINARA

Page 36: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

34 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Değer, Taklit ve Gösteriş Tüketimi

Bağlamında“İslami”

Moda Dergileri

Alev ERKİLET

Page 37: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

35TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Türkiye’de giyim/kılık kıyafet sosyoloji-si, -kısmen de kültür sosyolojisinin kade-rini paylaşarak- akademinin öncelikli in-celeme konularından biri olmamıştır. Bu alanda yapılmış çalışmalar, daha ziyade Müslüman kadının bedeni üzerindeki ik-tidar mücadelesini ortaya çıkarma ama-cı güder (İlyasoğlu 1994; Barbarosoğlu 1995; Göle 1998; Ramazanoğlu 2000; Şişman 2004; Erkilet 2004; Aktaş 2006; Göle 2013 vd.). “Sömürgecilerin”, “batıcı yerli elitlerin” ya da “İslamcıların” kadın bedeni üzerinden dolayımlanan söylem-leri, düşünürlerin ve başörtülü kadınla-rın görüşlerine, siyasetçilerin manifesto ve icraatlarına ve dönemin önde gelen dergilerinin içeriğine bakılarak çözüm-lenmeye çalışılmıştır. Bu açıdan bakıldı-ğında, medya içerikleri ile kılık kıyafet analizleri arasında her zaman sıkı bir bağlantı olmuştur. Özel alan-kamusal alan tartışmaları da genellikle bu izlekler üzerinden yürümüştür.

2000 yılından bu yana yaşanan gelişme-ler, kadın-beden-kamusal alan tartış-malarını oldukça karmaşıklaştırmıştır. Daha önce kamusal alanda bulunması gelenekçiler tarafından evde kalması-nın daha uygun olduğu düşünüldüğü için, seküler dünya görüşünü benimseyenler açısından ise kamusal alana başörtülü çıkması bir tehdit/meydan okuma olarak algılandığı için- sorunsallaştırılan başör-tülü kadınlar, bugün özgürlükler ve hak-lardan ziyade moda ve tüketim bağlamın-da ele alınmaktadır. Bu yazıda, bütünsel bir kadın/beden/kamusal alan tartışması yapılmayacaktır. Daha çok, giyim/moda konusuna klasik sosyolojide nasıl yak-laşıldığı üzerinde durulacak ve buradan hareketle son dönemde gündemde olan İslami moda/tesettür dergilerinin genel bir değerlendirmesi yapılacaktır. Bu de-ğerlendirmelere, alanı bütünüyle tara-maktan kaynaklanan genellemeler ola-rak değil, olguyu nasıl okuyabileceğimize dair ilk öneriler olarak yaklaşılmalıdır.

I. Pitirim A. Sorokin ve Giyim-Değer İliş-kisi

Giyim tarzları, eşya kullanımları, lezzet ve tatlar konusundaki tercih ve yöne-limlerin neyin fonksiyonu olduğu kültür

kuramcıları tarafından tartışılagelmiş-tir. Bu bağlamda en bütünlüklü yakla-şımlardan birini geliştirmiş olan Sorokin, giyimin de içinde yer aldığı maddi kültü-rün toplumsal değerlerin bir fonksiyonu olduğunu belirtmektedir. Ona göre her kültür üç bileşenli bir yapı arz eder: An-lamlar/değerler, insanlar/davranışlar ve araç-gereçler/maddi kültür unsurları (Sorokin 1964; ayrıca Erkilet 2013: 17-25). Normal şartlar altında, her bütün-leşmiş kültür sistemi özünde soyut olan anlam ve değerler ile onları yaşayan, taşıyan, aktaran insanlar ve değerlerin “taşa kazınmış hali” olan maddi kültür unsurlarından oluşur. Bu üç bileşen ara-sında anlam etrafında bütünleşme duru-mu vardır. En basit ifadesiyle insan, neye inanıyorsa ona göre davranır, kendinden sonraki kuşakları ona göre sosyalleşti-rir ve nihayet o değer yargıları ile tutarlı araç/gereçler kullanır. İçinde yaşadığı bi-naların estetik ve tasarımıyla, ibadetha-neleriyle, giymek için seçtiği malzeme ve biçimlerle kültüre omurga veren değer sistemleri arasında bir tutarlılık mevcut-tur. Bu açıdan bakıldığında, giyimin ya da diğer bir maddi kültür unsurunun değer-den bağımsız olduğu düşünülemez; giyim de sosyolojik açıdan belirli bir değerin göstereni olarak okunmak durumunda-dır.

Bu okuma estetik tasarımdan, malze-me seçimine, ürünün maliyetinden, kul-lanımının toplumsal etkilerine kadar uzanan bir ölçekte gerçekleştirilebilir. Sorokin’in maddi kültüre ilişkin olarak ortaya koyduğu çerçeve oldukça genel-dir. Bu nedenle, giyim ve moda konusu-na odaklanmış çalışmalara da göz atmak

İnsan, neye inanıyorsa ona göre davranır, kendinden sonraki kuşakları ona göre sosyalleştirir ve nihayet o değer yargıları ile tutarlı araç/gereçler kullanır.

Page 38: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

36 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

gerekir. Örneğin, kurucu babalardan biri olduğu halde tezleri Türkiye sosyolojisin-de fazla dillendirilmemiş düşünürlerden biri olan G. Simmel 1904’te moda başlıklı bir makale yazmış ve olguyu bir sosyolog ve sosyal psikolog gözüyle çözümlemeye çalışmıştı.

II. Georg Simmel ve Taklit Olarak Moda

Simmel modayı insan doğasındaki ikilik-lerle ve sınıf olgusuyla ilişkilendirerek ele almaktadır. Ona göre, “moda her şey-den önce bir taklit ve bundan ötürü de bir sosyal eşitleme biçimidir ama paradoksal olarak, kesintisiz biçimde değişmesi ne-deniyle zamanları ve toplumsal tabaka-ları birbirinden ayırır. Aynı sınıftan olan-ları birleştirirken, onları diğerlerinden ayırma işlevi görür” (Simmel 1957: 541)

Simmel’e göre moda, öncelikle, insani varoluşun içerdiği ikiliğin (dualitenin) bir fonksiyonu olarak anlaşılmalıdır. Ona göre insan varlığının temelinde, kadın/erkek olmak, genellemek/özelleştirmek, bir örneklik ihtiyacı/farklılaşma, dingin-lik/aktivite ihtiyacı gibi ikilikler zaten iç-kin olarak vardır. Süredurum, birlik, ben-zerlik ile değişim, uzmanlaşma, özgünlük eğilimlerini aynı anda ve tümüyle tatmin edecek moda dışında hiçbir kurum, yasa, yaşam formu yoktur (Simmel 1957: 542).

Simmel taklidin cazibesini, fazlaca birey-sel ve yaratıcı uygulama gerektirmeme-sinde görmektedir. Ona göre, bir taklit olarak moda, bireye eylemlerinde yalnız olmadığı yönünde bir tatmin verir. Her taklit edişimizde, sadece yaratıcı eylem talebimizi değil, eylemin sorumluluğu-nu da başkalarına devrederiz. Simmel (1957: 543) bu karmaşık denklemi şu for-mülle özetlemektedir:

Taklitçi ölümlü, pasif bireydir, sosyal benzerliğe inanır, kendini mevcut sosyal ögelere uyarlar. Taklitçi ölümlünün kar-şıt kutbunu oluşturan teleolojik (erekli) birey ise, sürekli deneyimler, durup din-lenmeden çabalar, kendi kişisel kanıları-na yaslanır. Modanın özelliği bu iki karşıt eğilimi aynı anda karşılamasıdır… Moda verili bir örneğin taklididir ve sosyal uyarlanma ihtiyacını tatmin eder ama aynı zaman da içeriklerin daimi değişimi yoluyla farklılaşma, benzemezlik eğilimi, değişim ve çelişme arzusunu da tatmin eder”.

Simmel’e (1957: 544-546) göre, modada taklit ögesi ne kadar önemliyse, sınır çiz-me de o kadar önemlidir. Zira moda, sınıf ayrımlarının bir fonksiyonudur, aynı sı-nıftan olanlarla birlik halini simgelerken ve tam da bundan dolayı diğer grupları dışlar. “Son moda”nın sadece üst sınıfla-rı ilgilendirmesi bundandır. Alt sınıflar onları taklide ve bu yolla kendilerine çizilen sınır hattını aşma çabasına girdi-ği an, üst sınıflar bundan yüz çevirir ve kendilerini kitlelerden ayrıştıracak yeni bir stil benimserler. Simmel moda sınıf ilişkisini somut örnekler üzerinden gös-termeye çalışmıştır. Örneğin Güney Af-rika’daki Bantu kabilesinde sınıf sistemi güçlüdür, bu nedenle bu toplulukta moda olgusu gözlenir ve hızla değişir. Oysa Buşmanlar’da sınıf sistemi olmadığı için bu halkın takı ve giysilerinde fazla bir farklılaşma ve değişme görülmez. Ben-zer şekilde, 14. yüzyıl sonu Venedik’inde de erkek modası gözlenmez. Simmel’e bunun nedeni, soylu erkeklerin hepsi-nin “sayılarının azlığını alt sınıflara fark ettirmemek” amacıyla ve “yasa gereği” siyah giymeleridir. (1957: 547). Aynı dö-nemde Floransa’da modanın gelişmemiş olmasının nedeni ise, herkesin kendi sti-

Bir taklit olarak moda, bireye eylemlerinde

yalnız olmadığı yönünde bir tatmin verir. Her

taklit edişimizde, sadece yaratıcı eylem

talebimizi değil, eylemin sorumluluğunu da

başkalarına devrederiz

Page 39: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

37TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

lini geliştirmiş olması ve birliğe ihtiyaç duyulmamasıdır Simmel’e göre.

Simmel, modern zamanlarda modanın etkisinin artmasını, yaşam standartla-rı arasındaki farkların artışına ve “tüm büyük, kalıcı, sorgulanamaz kanaatlerin sürekli güç kaybetmesine” bağlamakta-dır: “Geçmişle bağların kopması, bugüne odaklanma her alanda modaları pekiş-tiriyor, sadece giyimde değil lezzetlerde, kuramsal kanaatlerde ve yaşamın ahlaki temellerinde de modaların peşinden koş-ma eğilimi ortaya çıkıyor. (1957: 548)

Simmel’in modayla ilgili saptamalarının belki de en önemlilerinden biri, moda olgusunu kadınlık hali ile ilişkilendiren açıklamalarında yatar. Ona göre kadın-lar, tarih boyunca özgür olamamışlar-dır; onun için de modanın onlara erkek-lere nazaran daha fazla hitap etmesi normaldir. Buna örnek olarak kadının özgürlüğünün arttığı dönemlerle daha bağımlı olduğu dönemleri ve coğrafya-ları karşılaştırma yoluna giden Simmel, 14-15. yüzyıllar Avrupa’sına atıfta bulun-maktadır. Almanya’da bu dönemlerde “bi-reysellik” yalnızca erkeklere tanınmış bir ayrıcalıktır ve kadınların kişisel edimler-de bulunma ve kendini geliştirme hakkı kısıtlanmıştır. Bu nedenle Alman kadın-ları çok abartılı ve gösterişli kıyafetleri ve giyim stillerini benimsemişlerdir. Oysa aynı dönemde İtalyan üst sınıf kadınları Rönesans etkisiyle kendilerine tanınan kültürel fırsatlardan yararlanıyor, ev dışı aktivitelere katılabiliyorlardı. Eğitim ve eylem özgürlüğü her iki cinse de eşit ola-rak tanınmış olduğu için İtalya’da Alman-ya’dakine benzer mübalağalı bir kadın modası ortaya çıkmamıştı (Simmel 1957: 550-551).

Simmel’e göre, tarih boyunca kadınla-rın hayatı son derece kolektif, bir örnek, eşitleyici koşullara tabi ve benzerlikler üzerine kurulu olmuştur. Bu nedenle de kadınlar en azından bir alanda, yani mo-dada farklılaşmak istemişlerdir. Erkek-ler ise çok-yönlü varlıklardır, bu nedenle mutlu olmak için giyimlerini değiştirme-leri gerekmez. Moda, “bir mesleğe yahut unvana bağlı sınıf pozisyonları elde etme imkânına sahip olmayan kadınlar açı-

sından bu durumu telafi etmenin biricik yoludur”(Simmel 1957: 551).

III. Thorstein Veblen ve Gösteriş Tüke-timi Kavramı

İktisat sosyolojisinin en önemli isimle-rinden biri olan Veblen, giyim sosyoloji-sinin de kurucularından sayılır. Veblen’in giyimle ilgili analizleri aylak sınıf teo-risi içinde yer alır. Ona göre, aylak sınıf-lar, yani üretim süreci içinde doğrudan yer almayan ancak artı-değere el koyan gruplar, kendi toplumsal pozisyonlarını vurgulama eğilimi içinde tüketim yapar-lar. Burada tüketimle ihtiyaçların arası açılmış; üst toplumsal konumu vurgula-manın bir aracı olarak tüketim devreye girmiştir.

Weber’in de (1986: 187) statü gruplarını izah ederken atıfta bulunduğu üzere, be-lirli yemekleri yemenin, belirli silahları kullanmanın, belirli giysileri giymenin ya da amatör sanat etkinliklerinde bulun-manın üst statü gruplarından olmayanla-ra yasaklanması yeni bir durum değildir, geçmişte de söz konusu olmuştur. Ni-tekim Veblen’e göre de, üretim karşılığı olmayan tüketim her zaman bireyi onur-landıran bir durum olarak görülmüştür. Ancak, çalışan ve emeğiyle geçinenler ile çalışmadan başkalarının çalışmasından yararlananlar arasındaki farkın “para üzerinden” değerlendirilmeye başlan-ması artık yeni bir evreye girildiğinin

Moda, “bir mesleğe yahut unvana bağlı sınıf pozisyonları elde etme imkânına sahip olmayan kadınlar açısından bu durumu telafi etmenin biricik yoludur”

Page 40: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

38 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

göstergesidir. Bu evre kapitalizm olarak ifade edilebilir (Veblen Leisure Class Eri-şim Tarihi 11.04.2011) http://socserv2.mcmaster. ca/~econ/ugcm/3ll3/veblen/leisure/chap04.txt).

Veblen’e göre, gösteriş tüketiminin en iyi temsil edildiği alan giysidir. Giysi yalnız-ca ödeme kabiliyetinin bir fonksiyonu değildir yani “onu giyenin fiziksel konfo-runu sağlamak amacıyla değerli malları tüketebileceğini göstermekle kalmaz, hayatını kazanmak için çalışmak zo-runda olmadığını da” gösterir. Bir başka deyişle, tüketimin gösteriş tüketimi ola-bilmesi için giysi, giyenin emek gücüne dayanan, bedensel çalışma içeren her-hangi bir üretken süreçte yer almadığını da açıkça göstermelidir. Gösteriş tüketi-mi açısından, giysilerin sürekli yenilen-mesi ve boş/lüzumsuz harcama içermesi lazımdır.

Veblen’e göre, rugan ayakkabılar, kusur-suz ketenler, silindir şapkalar, bastonlar gibi giysi ve aksesuarlar, kullananın, in-sani ihtiyaçları karşılamaya dönük her-hangi bir işe girişemeyeceğinin de kanı-tını oluştururlar. Kadın giyiminde ise bu bağlantı çok daha açıktır Veblen’e göre. “Kadın giyimi onu tüm yararlı işler konu-sunda kudretsiz hale getirir”. Özellikle Veblen’in yaşadığı dönemde kadın giyi-minin temel ögelerinden birini oluşturan korse, Veblen’e göre ekonomik teori açı-sından sakatlamanın yerine ikame edi-lebilecek bir etkiye sahiptir. Kullananın canlılığını azaltır ve onu kalıcı ve aşikâr

biçimde çalışmaya elverişsiz hale getirir.

Veblen, üst-sınıfa mensup kadınların, aynı sınıftan erkeklere nazaran işe yarar etkinliklerden daha fazla uzaklaştırılmış oldukları kanısındadır. Ona göre, kadının alanı çalışarak kazanmanın alanı değil-dir; güzelleştirmekle yükümlü olduğu “evin içidir”. Kadın da evin en temel sü-südür. Veblen bu saptamadan hareketle, üst sınıf kadınların hane halkının para harcama kapasitesinin göstereni olmak-tan başka herhangi bir ekonomik etkin-lik içinde olamadıklarının altını çizer: “Kadınlar kendilerinin efendileri değil, erkeklerin taşınır malı/kölesidir”. Göste-riş tüketimi yapan üst sınıf kadın, kendi adına parasal bir başarıyı vurgulamış ol-maz; ekonomik anlamda bağımlı olduğu kişi lehine bir kazanım sağlamış olur ki, bu ilişki ekonomik teoride “angarya” ya da “kölelik” olarak adlandırılmaktadır. Kaldı ki, Veblen’e göre, hizmetçiler sınıfı da benzeri bir gerekçeyle ama tabi hanı-mefendininkini gölgede bırakmayacak şekilde iyi giyindirilmişlerdir.

Moda bağlamında son bir kuramsal gön-derme de yabancı toplumların giyim kuşam alışkanlıklarının taklit edilmesi bağlamında, İbn-i Haldun’a ve onun te-mel sosyolojik eseri Mukaddime’ye ya-pılmalıdır. İbn-i Haldun yenilen halkların kendilerini yenenleri, giyim kuşamdan, atlarını süsleme biçimine, havuzlarına, evlerine ve mobilyalarına kadar taklit ettiğini söyler. Çünkü yenilmelerinin karşıdakinin üstünlüğünden kaynak-lanması gerektiğine inanmak isterler. Bu üstünlüğün de sadece onun teknik ve askeri becerilerinde değil tüm alanlarda yattığını vehmederler; taklitle galiplerin zaferlerinin arkasında yatan sırra ermek isterler: “Nefis ve kalp daima… kendi kavimlerine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Bu da boyun eğmesinin kendisini yenen kim-senin kemal ve fazilet sahibi olmasından ileri gelmiş olduğu inancında olmasından ve bu hususta yanılmasından ileri gelir… İşte bu gibi sebeplerden dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayva-na binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir… Bunları gören, bu hallerin istila

Gösteriş tüketiminin en iyi temsil edildiği alan

giysidir. Gösteriş tüketimi açısından, giysilerin

sürekli yenilenmesi ve boş/lüzumsuz harcama

içermesi lazımdır

Page 41: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

39TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

belgesi olduğunu hikmet gözü ile görebi-lirler” (İbn-i Haldun 1988 I. Cilt: 374-376).

IV. “İslami” Moda Dergilerine Sosyolo-jik Açıdan Bakmak

2010 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin gündemine giren ancak 2012 sonu ile 2013 yılı başında, birden çok derginin aynı anda piyasaya çıkma-sıyla dikkatleri üzerine çeken İslami moda [dergisi] olgusu, çeşitli analiz ve eleştirilere konu olmaktadır (Eraslan 2011; Ramazanoğlu 2012; Aktaş 2013). Âlâ, Hesna, Enda, Şems-i Tûba, İkra ve Aysha olmak üzere altı dergi bu katego-ride sayılmaktadır. Bunlardan bazıları internet dergiciliğine evrilmiştir (İkra ve Hesna); bazıları hem kadın hem erkek dergisi olma çabasındadır ve görece daha muhafazakâr tema ve görsellere yer ver-mektedir (Şemsi-i Tuba); Enda tüketim boyutu bulunmakla birlikte daha çok bir kadın ve aile ya da ev dergisi olma özel-liğini vurgulamaya çalışmaktadır; Ala ve Aysha dergileri ise popüler stil/moda, kozmetik, ev dekorasyon dergisi olarak öne çıkmaktadırlar. Bu yazıda üzerinde duracağımız örnekler, moda ile ilişkile-rini doğrudan ve açık olarak kurdukla-rından, ağırlıklı olarak Ala ve Aysha der-gilerine gönderme yapmaktadır. Ancak bu tespit, diğer dergilerin de ortak bir konsept içinde ele alınmayacağı anlamı-na gelmez, belki kendi içlerinde karşılaş-tırmalı bir çalışmaya konu edilmelerinin yararlı olabileceğini ima eder.

Aralarındaki tüm farklılıklara rağmen, söz konusu dergiler moda kavramını, bu-güne kadar onu eleştirmekle ve aralarına mesafe koymakla övünen Müslüman ke-simin gündemine getirmektedir. Durum bu olunca, moda ile birlikte gitmek duru-munda olan tüketim ve “kamusal alana” çıkarak üzerindekileri sergilemesi gere-ken kadın imajını da beraberlerinde ge-tiriyorlar. Biri hariç diğerleri sadece ka-dın üzerinde durdukları ve hemen hepsi tesettürlü kadınları hedefledikleri için bunları “tesettür dergileri” ya da “İslami moda dergileri” olarak adlandırma eği-limi var (Oğhan 2012, http://www.hurri-yet.com.tr/pazar/22261377.asp)

Söz konusu dergilerde dikkati çeken belli başlı özellikleri şöyle sıralayabili-riz:

1. Giyimde kombin kavramını gündeme getirmeleri: Moda dergileri, giysileri tek tek değil, elbise, çanta, ayakkabı, eşarp ve takılarıyla bir bütün olarak sunmakta ve böyle tüketilmesini önermektedirler. Her güne ya da her etkinliğe ayrı bir kom-bin önerisiyle, kamusal alana her çıkışta başka bir kıyafet içinde olma gerekliliği vurgulanmakta; bu etkinlikler arasında konserlere, tiyatroya ya da kayağa git-mek ya da davetlere katılmak gibi etkin-liklere özellikle işaret edilmektedir.

2. Kombinler çerçevesinde sunulan kıya-fetlerin büyük bir bölümü, yerli ya da ya-bancı modacıların haute couture (yüksek dikiş, tek olan ve el emeğiyle yapılan kı-yafet üretimine verilen isim) ürünleridir ve bu nedenle de çok yüksek fiyatlarla satılmaktadır. Bu dergilerden bazıların-da önerilen kombinlerde yer alan parça-ların fiyatları toplandığında, “stil sahibi” bir kadının haftanın tek bir günü, gündüz saatlerinde kamusal alana çıkmasının maliyeti kaban, tunik, pantolon ve bottan oluşan bileşimde yaklaşık 10 bin liradan, tunik, etek, eşarp, çanta ve ayakkabıdan oluşan bir kombinde ise 14 bin liradan başlamaktadır. On binlerce avrodan sa-tışa sunulan “ultra-lüks” özel tasarım takılar, makyaj çantaları, saatler, şallar, atkılar, tunikler, gelinlikler, yüksek fi-yatlarının nedeni olan tasarımcıların isimleriyle birlikte reklam edilmektedir.

İyi, güzel, gösterişli ve dikkat çekici bir dış görünüş, kadın açısından ziyadesiyle önemli hatta temel hedef olarak sunulmaktadır.

Page 42: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

40 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

3. Metinlerde sıklıkla kullanılan sözcük-lere bakıldığında, seçilen terimler ara-sında şunlar göze çarpmaktadır: Stil, stil ikonu olmak, klas olmak, güzellik, güzel-liğini keşfetmek, güzellik sırları, kendi stilini oluşturmak, asalet, zarafet, şıklık, şıklığa şıklık katmak, şıklık yarışı içinde olmak, şıklığından taviz vermemek, şık-lığı tamamlamak, ışıltı, başarı, ihtişam, tutku, seçkinlik, bakımlılık, saflık, cesur-luk, göz kamaştırmak, göz alıcı olmak, ca-zibe, aristokrat görünüm, moda severlik, modaya ayak uydurmak, moda camiası, moda tasarımı, kendini yıldız gibi his-setmek, her ortamda fark edilmek, fark yaratmak, parlamak, kombinlemek, sa-ray esintileri, lüks, ultra-lüks, lüksün sı-nırlarını zorlamak, kendini iyi hisseden

modern bir kadın olmak, kilo yönetimi, diyet, stresle mücadele, detoks, uyum, hit olmak/hit parçaları seçmek, sezon, lez-zetler/tatlar, vücut tipleri, farklı olmak, neyi, nerede, ne zaman giyeceğini bil-mek, alışverişin altın kurallarını bilmek, sofistike bir görünüm kazanmak, gittiği davette ilgi odağı olmayı başarmak, ayak-ları yerden kesilmek, kreasyon, vintage (modada eskiye dönüş), couture (zaman zaman modaevi terimi yerine de kulla-nılmaktadır), haute couture, kadın dola-bının olmazsa olmazları, yenilikçilik, her yeni sayıda bine yakın yeni ürünle tanış-mak/onları almak ve kullanmak, büyü-leyici bir başkent olarak Paris, Paris mo-dası, Fransız modasının tanrıçası olarak

(Coco)Chanel ve İslam dünyasının moda ikonu olarak da first lady Sheika Mozah bint Nasser al Missned.

4. Kozmetik reklamları bu dergilerin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Çok-uluslu şirketlerin ürettiği yüzler-ce çeşit makyaj malzemesi, yaşlanma karşıtı cilt bakım ve saç bakım ürünleri, serumlar, pudralar, fondötenler, nemlen-diriciler, peeling ürünleri, ojeler, rujlar, farlar, rimeller, losyonlar, allıklar ve par-fümlerin reklamları yanında “helal” ser-tifikalı yeni kozmetik ürünlerinin de pi-yasaya girdiği haber verilmektedir. Ama bu yerli ürünler diğerleri yanında sayı ve etki gücü açısından oldukça geride kal-maktadır. İyi, güzel, gösterişli ve dikkat çekici bir dış görünüş, kadın açısından ziyadesiyle önemli hatta temel hedef ola-rak sunulmaktadır.

5. Dış görünüşün ya da görünürlüğün önemli bir parçası da konuttur. Moda dergilerinde, giysiler ve takılar kadar ıs-rarla vurgulanan bir diğer ihtişam ögesi kapılı-kapalı yerleşmeler (bkz Yücebaş 2012: 73-77) ve rezidanslardır. Dergiler-de tanıtılan konutların kullanım alanla-rına bakıldığında, 180 metrekareden 620 metrekareye kadar uzanan ölçekte bir genişlik göze çarpmakta; bu konut alan-larının ihtişamlı sosyal tesislerinden, SPA’larından vurgulu bir biçimde bahse-dilmektedir.

6. İslami moda dergileri, dekorasyona da önemli bir yer vermekte ve gerek haber gerekse reklam bağlamında “kamusal görünürlüğe sunulmuş özel alanların” na-sıl düzenlenmesi gerektiğine ve tüketim eğilimlerine dair bilgiler, görseller içer-mektedir. Güzellik salonlarının, mobilya mağazalarının, plastik cerrahi hastane-lerinin, pahalı cep telefonlarının, değer-li taşlarla süslü kalemlerin, otel ve tatil köylerinin, tatil ve umre tur operatörleri-nin, havayolu şirketlerinin, mücevherci-lerin, lüks araba markalarının ve nihayet İslami finans kurumlarının reklamları da kamusal görünürlüğün önemli tamamla-yıcıları olarak dergilerde yer almaktadır.

7. Kitle iletişim araçlarının ve seri üre-timin etkisiyle modanın bugün kitleler

Moda dergileri kadını içeride de kalsa, çalışmasa

da, görünür olmak ve sergilemek üzere

-üretimin değil- tüketimin kamusuna çıkmaya yönlendirmektedir.

Page 43: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

41TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

tarafından daha rahat ve yoğun olarak takip edilmeye çalışılması, genelde moda ile ilgilenenlerde özelde ise İslami moda dergilerinin bir kısmında moda/stil ay-rımının yapılmasına yol açmıştır. Sınıf farklarının vurgulanmasının bir aracı olarak stil terimi işin içine “bireysel ter-cihi” sokmakta ve “salt taklidin yerine yaratıcılığın ikame edildiğini” ima et-mektedir: “Moda kitlelere, stil ise kişiye özgüdür” (Aslan 2013: 106).

8. Dergilerin önemli başlıklarından biri, cemiyet hayatının ünlü şahsiyetlerinin katıldığı davetler ile hayır faaliyetleri-dir. Hangi ünlü hangi toplantıya katılmış ve bu sırada da hangi ünlü tasarımcının kıyafetini giymiştir? Oscar törenlerinde hangi ünlünün hangi kıyafeti giydiğine dair yorum ve resimler de hem magazin basınının dedikodu sütunlarına gönder-me yapmakta hem de okuyucu hanımlara farklı kıyafet alternatifleri sunmaktadır.

9. İslami moda dergilerinin hemen hep-sinde, derginin çıkışını meşrulaştırma ve geçmişte modanın hararetli bir eleş-tirmeni olmuş başörtülü kadınları bu dergilerin gerekliliğine inandırma çaba-sı gözlenmektedir. Buna genel anlamda meşruiyet arayışı denilebilir. Söz konusu meşrulaştırmalar arasında, başka pek çok örnek yanında şunlar sayılabilir: Geç-mişte “İslami mücadele” içinde olmuş, kendi hayatlarında klasik bir tesettür çizgisini takip edegelmiş kadın sivil top-lum önderlerinden defile türü faaliyetle-rin yararı konusunda demeçler alınması; hemen her sayıda okuyuculara umre he-diye edilmesi; sevgililer günü, kadınlar günü ya da anneler günü gibi tüketimi teşvik eden özel günlerin anılmadığının ya da bu günlere asıl İslami içeriğinin kazandırıldığının iddia edilmesi; Sevgi-liler gününde hakiki aşkın Allah sevgisi olduğunun vurgulanması, Mevlana gibi tasavvuf büyüklerinden söz eden yazılar yayınlanması; kadının dişiliğinin bir iba-det olduğu yönünde fetvalar veren İslam âlimlerinin görüşlerinin dergi sayfaların-da yer alması (Tokyay 2013: 84-87); moda dergilerinin amacının tesettürün sevdi-rilmesi olduğunun altının çizilmesi (Erbil 2013: 44-48) vb. Ancak söz konusu yayın-lar, “batı medeniyetinin” hayatımıza ge-

tirdiği günlere ve tüketime karşı hassas olduklarını iddia etseler de, bu günlerin içeriği dergilerin aylık dosya konularını oluşturmakta, böylece okuyucuya hatır-latılmakta ve reklamlarda da ürünleri bu “gün” vesilesiyle pazarlama stratejisine uygun davranılmaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme

Genel olarak Müslüman toplumlarda, özelde ise yirminci yüzyıl İslam düşün-cesinde, kapitalizm ve sınıflaşma olgu-su eleştirel olarak değerlendirilmiş ve toplumdaki sınıfsal farklara işaret eden görsel imgelere karşı içsel bir mesafe ko-nulmuştur. Üstünlüğün takva ile olduğu ifadesinde vurgulanan eşitlemeci tavsi-ye, Batı’da alt sınıfların husumetinden ve şiddetinden kaçınma, kendini güvenceye alma saikıyla başvurulan tek-tip giyim anlayışından farklı bir eğilimin ürünü olarak önemsenmiş ve tavsiye edilmiş-tir. Sınıf olgusunu tümüyle reddetmese bile, mümkün olan her yolla eşitsizlikle-rin giderilmesine dönük politikaları des-tekleyen İslami arayışlarda olsun, yaşam standartları arasındaki farkların vurgu-lanmasını ayıp sayan geleneksel toplum-larda olsun, eşitlemeci eğilimler, kanaat, zenginliği göstermeme, göz hakkı vs.

İslami moda dergilerinin hemen hepsinde, derginin çıkışını meşrulaştırma ve geçmişte modanın hararetli bir eleştirmeni olmuş başörtülü kadınları bu dergilerin gerekliliğine inandırma çabası gözlenmektedir. Buna genel anlamda meşruiyet arayışı denilebilir.

Page 44: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

42 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

kavramlar bağlamında desteklenegel-miştir. Bu bağlamda, tüketim üzerinden sınıflar arasına sınır çizme eğiliminin Müslüman toplumlarda fazlaca gözle-nen, benimsenen ve önerilen bir tutum olmadığını söylemek mümkündür. Bu meselenin bir yönüdür.

Moda ve tüketim olgusunu kadın-kamu-sal alan ilişkisi açısından da ele almak mümkündür. Gençtürk-Hızal(2003: 75), Berktay’a atıfla, örtünmenin “Müslüman kadının dış dünyaya bir başka ifadey-le kamusal alana çıkışını sağlayan bir

araç” olduğunu vurgulamaktadır. Ancak Berktay’a göre, “örtünen kadın dışarıya da çıksa ‘içeride’ yani mahremiyetin ala-nında kalır. Moda dergileri özel alan-ka-musal alan arasındaki bu ilişkiyi tersyüz etmekte ve kadını içeride de kalsa, çalış-masa da, görünür olmak ve sergilemek üzere -üretimin değil- tüketimin kamu-suna çıkmaya yönlendirmektedir.

İslami moda ya da tesettür dergilerinde sunulan/reklam edilen ürünler –binlerce avroluk takılar, pahalı ve haute couture

kıyafetler- örtünmek için değil “sergi-lenmek” içindir. Bu nedenle kadın bede-ninin ve zihin dünyasının görünürlüğe hazırlanması gerekir. Nasıl algılanacağı, nasıl görüleceği, beğenilip beğenilmeye-ceği önemlidir. Bu bakış açısı, özel alan-kamusal alan ayrımının giderek nasıl karmaşıklaştığını göstermesi bakımın-dan anlamlıdır. Kamusal alan kavramı, siyaset literatüründe devlete ait olanı, kadın araştırmaları bağlamında ise evsel alanının dışında kalan alanları –özellikle de çalışma/üretim faaliyeti içinde olma anlamında- ifade ediyordu. Bugünse, tam da Veblen’in vurguladığı anlamda, eşinin servetini/statüsünü/sınıfını göstermek üzere giyinmesi ve bunu kamusal alanda sergilemesi beklenen bir Müslüman ka-dın imgesi ortaya çıkmaktadır. Bu nokta-da Veblen’in kadının tarih boyunca kendi adına davranan bir varlık olamadığı tespi-tine gönderme yapmak gerekir. Ona göre kadın kocasının statüsünün gösterenidir. Dolayısıyla, bedensel iş yapmasına izin vermeyecek kıyafetleri giymesi ölçüsün-de, efendisinin statüsünü o denli başa-rıyla göstermiş olacaktır. Özetle, İslami moda dergilerinin oluşturmaya çalıştığı kadın imajı, aktif bir siyasi ve toplumsal özneye, kendi yapıp ettikleriyle sosyal alanda var olan ve onu dönüştüren etken bir varlığa değil, kocasının statüsünün göstereni olan, özgürlükten yoksun, edil-gen bir varlığa gönderme yapmaktadır. Bu tüketim kalıpları, kapalı-kapılı yerle-şimlerdeki, prestij konut alanlarındaki, kısacası kentlilerin “öteki” ile temasını engelleyen yerleşim modelleri içindeki steril yaşam tarzlarının parçasıdır. Bu mekânsal kapanma da, tıpkı giysiyle çizi-len sınırlar gibi sınırlar çizmekte; yaşam alanlarını tek-sınıflı, tek-kültürlü ve tek-dinli hale getirmektedir. Bu mekân an-layışları ve tüketim kalıpları üzerinden Müslümanlar, kendilerini güvenli hisset-tikleri özel alanlarında, mahremiyeti ye-niden üretmeye çalışırken modernitenin kamusalını ve sınıflı kapitalist toplum modellerini meşrulaştırarak içselleştir-mekte ve yeniden-üretmektedirler.

İslami moda dergilerinin oluşturmaya çalıştığı

kadın imajı, aktif bir siyasi ve toplumsal özneye,

kendi yapıp ettikleriyle sosyal alanda var olan ve

onu dönüştüren etken bir varlığa değil, kocasının

statüsünün göstereni olan, özgürlükten yoksun,

edilgen bir varlığa gönderme yapmaktadır.

Page 45: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

43TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Din ve Gelenek Arasında Tesettür

Ahmet AYTEP

Page 46: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

44 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Arz-ı Hâl

Türkiye, uzun metrajlı karanlık bir dö-nemden sonra kendi dinamikleri üze-rinde değişiyor, dönüşüyor ve gelişiyor. Bundan sadece on yıl öncesine kadar hastane kapılarına gitmekten bile hayâ eden, annelerimiz ve peder beylerimizi, banka şubelerinin önünde metrelerce kuyruklar oluşturarak ana sütü gibi helal emekli maaşlarını almayı beklerken kalp krizinden giden dedelerimizi hatırlıyo-rum. Akşam hava karardı mı sokağın gi-rişini istila etmiş hippi’ler ve gün olmuyor ki kundaklanmayan arabalar, bir gece vakti hiç de iyi olmayan emellerle girilen ev’ler… Zihnimizin bir köşesinde yer et-miştir elbet.

Şimdilerde ise sağlık hizmetleri evlerimi-zin kapısına kadar geliyor, dedelerimiz onurunu ve bedenini incitmeden emekli maaşlarını istedikleri vakit bankalardan çekebiliyor. Hele küçücük çocuklar daha hava bile aydınlanmamışken sabah na-mazları için camilere güle oynaya gidebi-liyor. Bizler hatırlamasak da yaşlılarımız hep söylerler; “yavrum Allah bile demek yasaktı”… Hastane aynı hastane, banka aynı banka, dede aynı dede… Peki deği-şen ne, diye sormak icap ediyor…

Okullarda ücretsiz kitaplar, eğitim yar-dımları, duble yollar… milletin boğazına yapışmış asırlık kene Andımız’ın kaldı-rılması, barış süreci, İsrail gibi bir terör devletinin beyan-ı özrü, göz kamaştıran ekonomik başarılar ve dahası… Ve ni-hayet başörtüsü yasaklarının kamusal alanlarda da kaldırılması…

‘’Bu da nereden çıktı!’’ demeden önce tüm bunlar bize bir şeyler hatırlatmalı. Mesela Bağdat’ı, Kurtuba’yı, Gırnata’yı, Isfahan’ı, Şam’ı, Kayravan’ı… ya da Harun Reşid’i, Gazneli’yi, Kanuni’yi... Şüphesiz bunların hepsinin müşterek bir yanı var-dı, aynı kadere haiz olan…

Din/Ahlak ve Medeniyet

Zirvelere oynayan ve bir şekilde zirvede bulunmuş her millet, devlet ya da mede-niyet için genel geçer yasa şudur: ‘’Mil-letler tarihe ahlaken zengin, maddeten fakir olarak girerler; tarih sahnesinden çıktıklarında ise vaziyet genellikle bu-nun tam tersidir…’’ Nitekim bunu Antik Farisilerde, Romalılarda, Yunanlılarda açıkça görmek mümkündür. Söz geli-mi Romalıların tarihe ilk adım attıkları dönemlerde ahlakla donandıklarını ve piyadeler halinde birbirlerine kenetlen-diklerini, tarih sahnesinden çıkarken de atların üzerinde birbirlerini yedikleri gö-rüyoruz. Diyor ya Aliya; ‘’İmparatorluğun sona ermesi öncesinde Roma ordusu sa-dece piyadelerden oluşuyordu; dünyayı piyade olarak fethettiler, süvari olarak kaybettiler.’’

Nitekim ayette de vurgulanan aynı ha-kikat: ‘’Kendilerine hatırlatılanları unut-tuklarında, onlara her şeyin kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen o ni-metlerle sevinip zevke dalınca onları aza-bımızla ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe kapılıp şaşkına döndüler.’’

Bir diğer nokta, ne kadar arzulasak ne kadar pembe rüyalarımıza konu edinsek de medeniyet ile din/ahlak’ı bir araya ge-tirmek en azından şimdiye kadar müm-kün olmamıştır.

Bilmem hiç dikkatleri celbetmiş midir; çöküşlerin ilk emareleri zirve olarak gör-düğümüz her medeniyetten, savaştan ya

Zirvelere oynayan ve bir şekilde zirvede

bulunmuş her millet, devlet ya da medeniyet

için genel geçer yasa şudur: ‘’Milletler tarihe

ahlaken zengin, maddeten fakir olarak girerler;

tarih sahnesinden çıktıklarında ise vaziyet

genellikle bunun tam tersidir…’’

Page 47: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

45TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

da her iktidardan sonra zuhur etmiştir. Ne zaman ki medeniyet (tekniğin büyük ağabeyi, bilginin somutlaşmış, subjektif versiyonu) zirve yapmış aynı anda din ve ahlaktan sapma da zirve yapmıştır. Nite-kim dini/ahlaki temellere dayalı yaşamın en alî örnekliğini asr-ı saadet devrinde görüyoruz. Ancak ‘’Dört Halife Dönemi sonrasında, cehalet, ihtiras, İran ruhçu-luğu, Yunan düşüncesi veya diğer mad-deci ya da duyumcu sistemler İslam’ın politik teşkilatına sık sık bulaştırılmıştır. Genel olarak İslam kültürü dendiği za-man anlaşılan şey Şam, Bağdat, Kurtuba, Gırnata, Isfahan, Semerkant, Delhi ve Lucknow’un debdebeli günlerinde cari olan sanat, mimari, musiki ve edebiyatla, Müslüman toplumların yaptırdıkları sa-ray ve kalelerdir. Ve yine Müslüman orta-çağda bu merkezlerde yaşanan bozulmuş hayat, İslam kültürünün başarıları olarak kaydedilir.’’

İsmet Özel ise bu medeniyet-ahlak ku-ramını şu şekilde dile getirir: ‘’İslam top-lumları da zaman zaman medeni olmuş-lardır. Fakat ne devr-i saadet ne dört halife devri ne de Osmanlı Devleti’nin ilk iki yüz yılı medeni zamanlardır. Osman-lı medeniyeti miladın XV. yüzyılında en parlak zamanlarını yaşamıştır ki bu dö-nem, Devlet’in İslam umdelerinden uzak-laşmaya başladığı dönemdir. Yine Emevi ve Abbasi medeni devirleri, toplumda refahın getirdiği İslam dışı eğilimlerin güçlendiği devirlerdir. Debdebeli saray inşa eden ve emrinde Hristiyan asker kullanmakta bir beis görmeyen Selçuklu saltanatı, hiç şüphesiz medeni diye vasıf-landırılabilir.’’

Elbette ki Ebu Ğudde, Buti ya da İsmet Özel suyun üzerine yazı yazmadılar. Bi-lakis bunların hepsi vuku buldu. Nerede bir medeniyet zuhur etse o toplumda re-fah düzeyi zirve yapmıştır. Tepelerdeki ihtişamlı saraylar, sokaklardaki medeni kadınlar, gecelerin süsü çalgılar, ele avu-ca bakılmadan ikram edilen altınlar, rüt-belere göre sınıflandırılmış insanlar; alan mutlu satan mutlu!

Medeniyet ve tekniğe niçin bu kadar mesafeli olmamız gerektiğinin cevabı işte budur. Ancak vakıa hep mesafenin

korunamaması yönünde tahakkuk etti. Zira bizim yıllardır yaptığımız radikal bir şehvetle Batı medeniyetini taramaya tabi tutmadan almak ya da radikal bir taas-supla Batı’dır deyip silmek oldu.

Mesela modern üniversitelerin çıkışının kilise olduğunu ve profesör (professeur) unvanının ‘’hiçbir şey bilmediğini bildiği-ni inkâr eden’’ kilise hocalarına verildi-ğini bildiğimiz halde, bu üniversite-prof. sevdası da nereden çıktı, diye sorgula-yınca yine suçlu oluyor ulemamız. Ca-milerimiz, külliyelerimiz, küttablarımız, medreselerimiz, hepsi medeniyete engel, değil mi! Öteki’nin sorgusuz sualsiz alın-masıdır bu, savunulacak o kadar tarafı da yoktur her halde.

Kör taassuba gelince, üzerinde biraz du-rulup, yanlış bilgilerin giderilmesi gere-kir. Nitekim, ‘’yeniliklere direniş denen tavır, ancak iki durumda kendini gös-terdi: Birincisi yeni mallar yerli üretimi köstekleyerek bir hâkimiyet aracı olduk-larında [ki mesela yazı yazarak geçinen zümreye bir darbe vurmak amaçlandı-ğı için matbaaya karşı çıkıldı], ikincisi ise toplumun şirazesi sayılan inanışlara müdahale ettiği, bir yozlaşma başlattık-

ları zaman[yine yazı yazan zümrelerin okur-yazar olmaları sebebiyle İslami kaynaklarla temaslarını korudukları ve Frenkleşmeye karşı cephe aldıkları için matbaaya karşı çıkıldı].’’ Yoksa matbaa-ya karşı çıkmak kör bir taassubun eseri değildi? Bilakis, o dönemki Müslüman ulema –şimdilerde kendilerine yobaz

Bilmem hiç dikkatleri celbetmiş midir; çöküşlerin ilk emareleri zirve olarak gördüğümüz her medeniyetten, savaştan ya da her iktidardan sonra zuhur etmiştir.

Page 48: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

46 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

yaftası vuruluyor ama- şüphesiz zamane aydınından daha şuurlu idi.

‘’XIX. Yüzyılda Anadolu ve Rumeli top-rağının başta İngiliz sermayesi olmak üzere Avrupa kapitalizmi tarafından sömürüldüğü dönemde din adamlarının ‘’demir kaşıkla yemek günahtır’’ dediği işitildi. Batıcı kafalar bu ne gerilik, bu ne yobazlık diyebiliyorlardı. Ama bu ‘efendi-ler’ Anadolu ve Rumeli’de binlerce kaşık-çı esnafının ve onlara bağlı iktisadiyatın çökmesinden, on binlerce insanın üretici ve tüketici olarak ezilmesinden haberdar değillerdir.’’

Diyor ya Aldous Huxley; ‘’Haz vererek yok eden bir kültür’’. Zira insanlık, bu me-denileşme sevdası ayağına hiç bu kadar çöküşe heveslenmemişti…!

Peki, tüm bu açıklamalar niçin? Şunun için; istedim ki ülkemizdeki bu değişim ve gelişime aldanmayalım, medeniyet ve teknik zirveye oynuyor diye dinimiz de daha doğru ve kolay yaşanacak değil, hat-ta izah ettiğimiz aralarındaki ters orantı bir vakıadır. Kafamızı kaldırıp, ‘’Ennâ hâzâ’’ (Bu da nereden çıktı!) demeden önce, ‘’Feeyne tezhebûn’’ (Bu gidiş nere-ye?) diyerek kendimizi bir sorgulamalı; belki de imanlarımızı yenilemeliyiz.

Peki, tesettürle ne ilgisi var bunun? Şöy-le bir ilgi; tesettür anlayışımızı da ini-siyatifine terk ettiğimiz medeniyetin aslında ne olduğunu idrak edelim dedim önce, sonra tesettürü ele alırız. Buradan şuraya varacağız: Kendi özel’liğimiz te-settürümüz de medeniyet başlığı altında genel’liklere yedirdiğimiz çok kıymetli ilke/değer’lerimizden biri artık…

Özel’likleri Genel’liklere yedirtme-mek…

İnsanlık tarihi boyunca, kavimler arası genel geçer olan genel ve özel yasa’lar her daim var olmuştur. Söz gelimi erdem insanoğlu için hangi davranışların insani ya da kabul edilebilir olduğunu belirten ortak bir olgudur ve erdemli bir insana yapılan her müdahalenin insanlık tara-fından ortak bir tepkiyle karşılanması genel bir yasadır. Ama her kavim erdem sıfatına hâsıl olmayı kendi içinde farklı sebeplere bağlamıştır. Nitekim kimine göre erdem bilgi (Sokrates), kimine göre haz almada ölçülü olmak (Aristippos), kimine göre ise kendini beğenmemek, yaptıklarını yeter bulmamak (Plautus) olabilmektedir. Erdeme ulaşmadaki yol-lar muhtelif olsa da yasa aynıdır.

Tesettür de bu genel yasalar dâhilindedir. Kadının vücudunu bir şekilde kapatması tüm semavi dinlerde mevcuttur. Ancak kimisi tesettürü kadına zulmetme ve buyurma aracı olarak gördü(Yahudiler). Kimisi ‘’Son derece alımlı bir şey olan ka-dının uzun saçı, ona örtülmesi için veril-miştir.’’ diyerek tesettür için kadının sa-çının varlığını ve kafa derisini örtmesini yeterli gördü(Pavlus). İslam ise bu genel yasadan kendi getirdiklerine uygun dü-şeni hoş gördü ve kendine has tesettür yasasıyla bu genel yasadan ayrıldı.

Mesele, genel yasaları radikal bir şekilde kökten reddetmekte(ifrat) ya da genel yasaların furûunun tümünü almakta (tef-rit) değil. Asıl mesele genel yasaları kendi özel yasalarına bulaştırarak, özel’likleri-ni genel’liklere yedirtmemektedir. Yoksa iş başı örtmekte olsaydı Hristiyanlar da Yahudiler de bunu kabul ediyorlar zaten. ‘’Ama onlar örtünce sorun yok, Müslü-man bir hanım örtünce kıyamet kopu-yor.’’ Fark da burada zaten; onlar örtünce gelenek oluyor, Müslüman örtünce din oluyor.

Gelenek ve Başörtüsü

Gelenek derken ne sosyolojinin farklı açıklamalarını, ne felsefenin inceleme-lerini, ne de bir başkasının tanımını kas-tediyoruz. Sadece kastettiğimiz şey ‘’bir

Kendi özel’liğimiz tesettürümüz de

medeniyet başlığı altında genel’liklere yedirdiğimiz

çok kıymetli ilke/değer’lerimizden biri

artık…

Page 49: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

47TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup ku-şaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bil-gi, töre ve davranışlar’’ yani anane.

Din ise gelenekten farklı olarak asıl’dır ve değişmez sabitelere dayanır. Onun için biz, dini asıl/norm, geleneği ise uy-gun düştüğü noktalarda ancak usul/form olarak görebiliriz. Her norm, kendi form’larını üretir. Kendi norm’larını yi-tirmiş bir millet, başkalarının form’larını aldığında artık bir öz’günlüğe sahip de-ğildir ve ben’liğini genel yasalara yedir-miş demektir. Ama kendi norm’larından yola çıkan bir millet öncelikle kendi özgün form’larını oluşturarak kendi-ni başkalarından ayırır. Sonra isterse, kendi norm’larıyla çelişmeyen hariçte-ki form’ları alıp dönüştürerek kendine mâl edebilir. Örneğin, sinemada İranlı-lar, kendi norm’larından yola çıktıkları için, başka bir millete ait bir form olan sinema’yı dönüştürüp dünyaya özgün bir sinema sunabilmişlerdir. Aynı şeyi Türk sineması için söyleyemeyiz mesela. Zira Türk sineması sinema formunu alırken arkasındaki normu da almış, onun için onu dönüştürememiş, bilakis onunla kendini değiştirmiştir. Şu da var ki asıl’la usûl, norm’la form birbiriyle kopmaz bir ilişki içindedir. Asıl yoksa usûl de yoktur; norm yoksa form da yoktur.

Bu manada tesettür/din norm/asıl, ba-şörtüsü/gelenek form/usul(hicab, peçe, pardesü, çarşaf gibi)’dür. Buna binaen Al-lah çarşafı, peçeyi ya da başörtüsünü em-retmemiş, tesettürü emretmiştir. Bunu çarşaf sağlıyorsa Allah çarşafı emretmiş-tir, başörtüsü ise başörtüsünü…

Onun için biz, geleneği kendimize bir çıkış noktası ya da referans olarak alamayız. Gelenek gelen geçenle birlikte sıradan-laşmanın, rutinleşmenin, statikleşmenin adıdır. Onun için geleneğin öteki’ne karşı bir savunma mekanizması yoktur. Teset-tür gelenek’ten olunca bir toplumda, mo-dasını oluşturmuşsun, modaya uymuş-sun pek ilgilendirmiyor kimseyi; herkes memnun. Çünkü geleneğe dayanan teset-tür sıradanlaşmıştır, din gibi dinamik bir referansın murakabesinde değildir. Bir

insan her saniye aldığı nefesle yaşama-nın değerini ne kadar sıradanlaştırıyor-sa, bir toplum da tesettürü geleneğe mâl ederek o kadar sıradanlaştırıyordur. Din ise hiçbir zaman sıradanlaştırmaz; belki sıradanlaşır. Çünkü din alışılagelmişi ge-tirmez, öz’gün olanı getirir.

Geleneğe olan bu tavrımız, geleneğe al-ternatif olarak modernite’yi kabul etme-miz gerektiği anlamına da gelmez elbet-te. Zaten modern tesettür algımız ancak tesettürün gelenek referans alınarak kullanılmasının bir sonucudur. Makale-mizin başlığını ‘’Din ve Modernite Ara-sında Tesettür’’ olarak da koyabilirdik. Ama biz meseleyi geleneğe bağladık ki bu yozlaşmanın asıl müsebbibini anlayalım, modern tesettür algısı ise sadece bu yoz-laşmanın bir sonucudur.

Tüm bunlar ideal/olması gereken. Peki realite/olan ne?

Olan, olması gerekenden farklı, demek durumundayız. Zira günümüze geldiği-mizde işler değişti. Her ne kadar tesettü-rün teorik değeri hala İslam toplumların-da mevcut ise de pratikten siliniyor; artık tesettür ibadet olarak değil adet/’böyle gelmiş’ olarak algılanıyor. ‘’Böyle gelmiş’’ olunca hanımlar anneden gördüğü için, baba zoruyla, toplum baskısıyla başörtüsü takabiliyorlar. Asıl gaye unutuluyor sanki. Niçin başörtüsü takıyorsun, diye sorulsa geleneğe-örfe atfedilecek birçok cevap almak mümkün, en azından cevap alına-biliyor. Ama niçin tesettür denilse ya da başörtüsünün tesettürle ilgisi nedir, diye sorulsa cevap bile alamayabiliriz artık!

Her norm, kendi form’larını üretir. Kendi norm’larını yitirmiş bir millet, başkalarının form’larını aldığında artık bir öz’günlüğe sahip değildir ve ben’liğini genel yasalara yedirmiş demektir

Page 50: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

48 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Şöyle düşünmek lazım belki de; bir za-manlar yürürlükte olan ‘’Başörtüsü yasa-ğı aksiyon, yapılan direniş ise sadece bir reaksiyondu’’. Bir gelenek savunuculuğu belki, daha ilerisi değildi. Kamuda ya da başka alanlarda başörtüsü yasağı kaldı-rılınca zafer kazanıldı ve iş bitti, öyle mi acaba! Her ne kadar nefislere ağır gelse, hoşumuza gitmese de, ‘’Bir dönem başör-tüsü cihadı adı altında mücadele verenler acaba ne için mücadele verdiler’’ diye sor-mak gerekiyor. Hakikaten hem kadının hem erkeğin iki dünyasını da koruyan tesettür için mi yoksa sadece başımızı ör-telim de bu zaferdir, demek için mi? Sahi

hanımların üniversitelerde ne işi vardı böyle bir fitne döneminde, alternatifler yok muydu; ev gibi, cami gibi? Üniversite-lere girdiler de ne oldu; üniversite genç-liği, özelde ilahiyat gençliği ne acaip bir yozlaşmanın içinde sürünüyor son sene-lerde, -istisnalar vakıayı meşru kılmaz-, hiç düşündük mü? Kadınlar giyinmek is-tiyorlardı da bu mu engelleniyordu. Evin-de oturan başörtülü hanıma karışmayan sistem üniversitedeki türban!lı öğrenci-ye niçin karışırdı ki?

İşbu ya; ikisini de bir arada götürmek la-zım; gelenekle modernite.

Meşhur bir tesettür! firmasının sahibi bundan otuz sene evvel bir alimimize ge-lip sormuş. Hocam, ben İslam’ın şiarı olan tesettürü yaymak için başörtüsü üzerine bir defile yapacağım ki daha çok insana ulaşabilelim de İslami! tebliğ yapalım, bu caiz mi, demiş. Hoca da elbet, hatta bazen vacip bile olabilir, demiş. Tabi hoca ne bil-

sin defile nedir, otuz sene evvel… Hani, adamın biri papaya sormuş ya: Dua eder-ken sigara içebilir miyim? Ne diyorsun sen, demiş papa; bu duanın özüne, orta-mına aykırı! Adam zeki ya, bu sefer şöyle sormuş: Peki dua ederek sigara içebilir miyim? Papa: Tabi demiş, dua bu, istedi-ğin zaman yapabilirsin, rahat ol!?

Bir Müslüman firmanın tesettür modası oluşturmak için defile yapması moderne ayak uydurarak revaç bulmak için. Bu modernite adına. Bir de geleneği koru-yacak ya; başörtülü olsun. Bu da gelenek adına. Sormazlar mı din bunun neresin-de! Düşünmüyorlar ki tesettürle moda ne münasebetle bir araya gelebilir? Tesettür bizzat örtmek, moda ise göstermek, aç-mak. Zıtların birlikteliği…

İşte tesettür ana-baba-toplum mirası olarak alınınca olay bu noktaya gelir ve sosyologlar bu yeni tesettür algısı üzeri-ne uzun uzun araştırmalar yaparak ma-kaleler yazarlar. Ama din olarak alınınca herkes susar, üzerine zaid bir kelama da hacet yoktur.

Din ve Tesettür

İş dine gelince kriterler bellidir, zira öz’gün bir norm vardır. İslam dini başör-tüsünü ya da çarşafı emretmez, bilakis tesettürü emreder. Bu hüküm Kuran’ın özellikle şu iki ayeti (Nur 30-31) ve diğer bazı ayetlerinde (Araf/26 ve Ahzab/59 gibi), nebevi sünnette ve ümmetin icma-ında apaçıktır: ‘’İnanan erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevir-sinler ve iffetlerini korusunlar; temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı budur. (Ve) Şüphesiz Allah onların (iyi ya da kötü) işledikleri her şey-den haberdardır.

İnanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; if-fetlerini korusunlar; (örfen) görünmesin-de sakınca olmayan yerleri dışında, ca-zibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar; ve bunun için, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Cazibe ve güzelliklerini kocalarından, babalarından, kayınpeder-lerinden, oğullarından, üvey oğulların-dan, kardeşlerinden, erkek kardeşleri-

İç dinamiklerimiz üzerinde tekrardan doğrulmalı, dini

geleneğe değil, geleneği dine uydurmalı. Bizim işimiz

geleneğin yanlışlarını İslamileştirmek değil, dinin değerleriyle değerlenmek…

Page 51: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

49TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

nin ya da kız kardeşlerinin oğullarından, kendi evlerindeki kadınlardan, yahut ya-sal olarak sahip oldukları kimselerden, yahut kendilerine bağlı olup cinsel istek-lerden yoksun bulunan erkeklerden, ya da kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklardan başka kimsenin önünde açığa vurmasınlar; ve (yürürken) gizli görkem ve güzellikleri-ni belli edecek şekilde ayaklarını yere vurmasınlar. Ve siz, ey müminler, hepiniz topluca, günahkarca davranışlardan dö-nüp Allah’a yönelin ki kurtuluşa, esenliğe erişesiniz!’’

Asıl tesettür ise şu ayette ‘’takva elbisesi’’ tabiriyle açıklanır, hakikaten o ne güzel bir elbisedir: ‘’Ey Adem oğulları, size çir-kin yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah’ın ayetlerinden-dir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar.’’

İşte bu ayetler bizim tesettür anlayışı-mızın norm’udur. Form ise norm’a zıt düşmeyecek şekilde gelenekle belirlene-bilir. Söz gelimi Arap beyaz renkli cilbab kullanırken, Türk siyah renkli çarşafı se-çebilir. Bizim gelenekle olan meselemiz onu asıllaştırmamamız gerektiğindedir. Yoksa İslam dini geleneği dışlıyor değil. Geleneğe hak ettiği değeri veriyor.

Hulasat’ul Kelam

Bugün karanlığa lanet okumayacağız, ar-tık bir mum yakmalıyız. Türkiye normal-leşiyor ancak norm’al gitmeyen bir şeyler var. Gerçekçi olmalıyız bundan böyle, sorgulanması gereken köşelerde kalmış, rutinleşmiş şey’lerimizi tekrar gündeme almalıyız. Yasakların kaldırılması ile bir-likte değişen tesettür algımız ve anlayışı-mız gibi. Şu gerçeği görebiliriz mesela: ‘’…gün geçtikçe kamusal alanda kendilerini başörtülü olarak görünür kılan insanla-rın çoğu kamusal alanı İslamlaştırmıyor, bilakis kamusalın ifşa kültürünü İslami-leştiriyor’’.

Şu an dünyayla karşı karşıyayız, dünya üzerimize geliyor ve ilk yara aldığımız nokta topraklarımız, mallarımız ya da evlerimiz olmadı; önce iç’imizdekilere kastettiler. Bu senaryonun son perdesi

ise tesettür üzerine oynanıyor son se-nelerde. Dengeleri tersine çevirmenin yolu ise norm’a referans almaktan geçi-yor. ‘’Dünyayla karşı karşıya geldiğiniz-de yenilgiden kurtulmanın tek bir yolu vardır. Hatta o bile emin bir yol değildir ama mümkün olan tek yoldur: Aranızda-ki güç orantınızı kendi lehinize harekete geçirecek olan sizsiniz. Her biri sizden daha kuvvetli ve ağır olan binlerce şeyi harekete geçirmek ve değiştirmek yeri-ne dünyanın ‘üstünde’ olmak üzere ken-dinizi güçlendirirsiniz. Dünya ise büyük ve fethedilemez bir şeydir. Geçeceğiniz tüm yolları deriyle kaplayamazsınız, ama kendiniz ayakkabı yapabilir, ayağınızı deriyle kaplayabilirsiniz. Yaşlı insanla-rın kalın elbiseler giydiklerinde bile ni-çin üşüdüklerini düşündünüz mü hiç? Çünkü onların kendi hararetleri yoktur.’’ Dünyanın ‘üstünde’ olmak bizi biz yapan değerlere (gelenek değil bizatihi din) dönmekle mümkün; bir takım seçenek-ler arasından seçmedik bu çözümü, tek seçenek bu… Başörtüsü belki en fazla Aliya’nın bahsettiği deri ayakkabı olabi-lir, ama içinde tesettürün asil hikmetini barındırmıyorsa yaşlı amcalarla birlikte titremeye muhatabızdır.

‘’Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünya-larını değiştirmeden Allah onların du-rumunu değiştirmez; ve Allah insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felaket tattıracağı zaman hiçbir şey bunun önünde duramaz: çünkü onların, kendilerini O’na karşı koruyabilecek kimseleri yoktur.’’

Tesettür algı ve anlayışımızın iç dünyala-rımızdakileri dünya lehine değiştirme-mizden dolayı değiştiğini bilmeliyiz ön-celikle. Sonra, bu yamulmayı gidermenin tek yolunun da kendi iç dünyamızdakile-ri din lehine değiştirmemizden geçtiğini de anlamalıyız. Ve dikkat etmeli, belki de tüm bu refah ortamı, yasakların kaldırıl-ması Rabbimizin bize tattıracağı bir fela-ketin ayak sesleri olabilir.

Onun için; iç dinamiklerimiz üzerinde tekrardan doğrulmalı. Dini geleneğe de-ğil, geleneği dine uydurmalı. Bizim işimiz geleneğin yanlışlarını İslamileştirmek değil, dinin değerleriyle değerlenmek.

Page 52: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

50 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Günümüzde tesettür anlayışı hızlı bir şekilde değişiyor. Siz bu konuda ne dü-şünüyorsunuz?

Kesinlikle değişiyor. Hatta tesettürün anlayışı değil, yapılışı da değişmeye baş-ladı. Modaya uygun bir hale gelmeye baş-ladı. Mesela son dönemlerde bonesiz şal takmak moda olmuş.

Sizce bugün var olan tesettür İslam’a uygun mu? Yanlışları varsa bunlar ne-lerdir?

Herhalde değildir. Çünkü İslam’ın bizden istediği örtünme şekli rivayetlere göre değişiyor. Kimisi çarşaf, kimisi ferace, ki-misi pardösü diyor. Kimisi pantolon caiz-dir derken, kimisi tamamen karşı çıkıyor. Bakış açılarına göre yaşayışa göre teset-tür de değişiyor ama ben doğrusu şudur yanlışı böyledir diyemem, bu konuda ke-sin bir fikir beyan edemem. Dini her ko-nuda olduğu gibi tesettür konusunda da dini otoritelerin dediklerini incelemek gerekir.

Tesettür modaya uygun olmalı mı? Ca-mianın tesettür algısı, tesettür modası ve defileler vs. size göre nasıl yorumla-nabilir?

Tamamen kapitalizmin oyunları. Mesela tesettürlülere özgü öyle farklı tasarımlar var ki cazip görünüyor. Reklâmlar, tele-

vizyon programlarına katılan tesettür-lüler de çok etkili. Bu noktada görünür olan tesettürlü isimlerin örnek olmaları açısından çok büyük görevleri olduğunu düşünüyorum.

Kamuda tesettürün serbest olması iyi mi kötü mü oldu? Neleri değiştirdi?

Tabii ki iyi oldu. Yani örtülüsün, kamuda-sın, memursun veya personelsin. Rahat rahat, örtünü açma mecburiyeti olmadan, istediğin yerde istediğin işi yapabiliyor-sun. Bundan daha iyi özgürlük mü olur.

Yeniden bir yasak gelse tepkiniz ne olur?

Ben değişmem. Kamuya girip personel ol-sam ve böyle bir yasak gelse bile açmam mümkün değil. Bu benim zihniyetim ta-mamen. Devlete karşı, sonuna kadar, her türlü hakkımı ararım.

Yargı, emniyet ve askeriye de yasak hala devam ediyor. Sizce buralarda da aynı serbestlik uygulanabilir mi? Ya da te-settür bu işlerin yapılmasına engel mi-dir?

Şuan bir başörtülü neden teğmen olmasın ki sonuçta başörtüyü başına takıyorsun. Ellerin, ayakların bağlı değil ki yürüye-meyesin, koşamayasın. Örneğin başörtü-lü bir pilot olsa önünü göremeyecek mi, başını örtecek uçağın üzerini değil.

Haz

ırla

yan:

Sali

ha Ş

AH

İN

Hatice KILIÇARSLAN / Öğrenci

Soru

-Yor

um

Page 53: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

51TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Günümüzde tesettür anlayışı hızlı bir şekilde değişiyor. Siz bu konuda ne dü-şünüyorsunuz?

Artık insanlar İslam’ın çerçevesinin dışı-na çıkıyorlar. Örtünmeyi Allah için değil de insanlara gösteriş için yapıyorlar. Çoğu insanları görüyorum. Daracık pantolon giyiyorlar, başlarını değişik bağlıyorlar. Bir de modern kapalılık diye bir şey çıktı. İnsanlar açıklıktan çok kapalılığa özeni-yorlar. Saçımı düzleştireyim, dalga yapa-yım demiyorlar da değişik eşarplar taka-yım, farklı görüneyim diye uğraşıyorlar. İnsanların zihniyeti değişiyor sıra dışı bir yöne doğru evriliyor.

Sizce bugün var olan tesettür İslam’a uygun mu? Yanlışları varsa bunlar ne-lerdir?

Uygun değil tabiî ki. Çünkü dinimizde ka-panmak, hiçbir yerinin belli olmamasıdır. Şimdiki insanlar bunu uygulamıyor, ör-tündük zannediyorlar. Açıklardan daha açık olabiliyorlar. Bakış açısı şu: Kapalı-

yım ama böyle kapalıyım. Yani İslam’a, ayetlerdeki ölçülere bir uygunluk maale-sef ki yok.

Tesettür modaya uygun olmalı mı? Ca-mianın tesettür algısı, tesettür modası ve defileler vs. size göre nasıl yorumla-nabilir?

İslam’a göre, Kur’an’ın bize aktardığına göre yapılmaması gerekiyor ama günü-müz yaşantısına ayak uydurmak için ya-pıyoruz. Her ne kadar uygulansa da kendi ölçülerine sadık kalmalı, sınırlarını koru-malı bence.

Kamuda tesettür problemi çözüldü. An-cak yeniden bir yasak gelse tepkiniz ne olur?

Açılmam, mecbur bırakılırsam vazge-çeceğim şey örtüm değil mesleğim olur. Allahın bana emrettiği şeyden geri dön-mem. Bunu uygulamaya çalışan yöneti-min değişmesi için de elimden geleni ya-parım, ona göre oy veririm.

Tuğba ÖZER / Öğrenci

Page 54: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

52 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Günümüzde tesettür anlayışı hızlı bir şekil-de değişiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsu-nuz?Değişimi olumlu bulmuyorum. Fakat bunun bir geçiş süreci olduğunu düşünerek olumlanma-sı gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dejenere olmuş bir toplumdayız. Zaman içinde şekil al-dık, bozulduk. Bir tek tesettürü kabul etmeyen kesimde değil kabul eden kesimde de yozlaş-malar oldu. Eğer bu toplum içinde yaşıyorsak bu geçiş sürecini de kabul etmek zorundayız. Böyle olmasını istemesek de olması gereken budur. Bu dönem geçecek, insanlar daha da bilinçlenecek ve süreç sonlanacak. Bu yüzden ben kötü bakmıyorum. Karamsar değilim, iyiye doğru bir gidiş olacağına inanıyorum. Çünkü insanlar düşünüyorlar, konuşuyorlar, okuyor-lar. Bence bunun neticesinde iyi bir şeyler çı-kacak.

Sizce bugün var olan tesettür İslam’a uygun mu? Yanlışları varsa bunlar nelerdir?Bir kısım insanlar gerçekten çok güzel yapı-yorlar. Fakat kendimi de beğenmemekle bir-likte iyi olmayan taraflar da var. Ancak onların da alışma sürecinde olduğunu düşünüyorum. Aileden, çevreden gördükleri gibi uyguluyor-lar. Belki de zaman içinde benden çok daha iyi tesettüre sahip olacaklar. O yüzden ön yargılı davranmıyorum.

Tesettür modaya uygun olmalı mı? Camianın tesettür algısı, tesettür modası ve defileler vs. size göre nasıl yorumlanabilir? İslam’da kadın vücudunu sergilemek haram-

dır. Dolayısıyla bunun üzerinden para kazan-mak da öyle. Kadın vücudunu teşhir etmek çok çirkin bir şey. Tesettür için olsa bile bu yapıl-mamalı. Allah zaten bize rızkımızı verecektir. Böyle bir yoldan ekstra para kazanmaya da, bu yolda para harcamaya da lüzum yok. Tesettü-rün manası örtmek, gizlemek iken biz aksine farkettirmek için sergiliyoruz. Tesettürün bir manası kalmıyor. Kamuda tesettürün serbest olması iyi mi kötü mü oldu? Neleri değiştirdi?Ayrımcılığa şimdiye kadar da gerek yoktu za-ten. Allah’a çok şükür düzeldi. Sıkıntılar elbet olacak. Ancak onları da mücadele ederek bir şekilde atlatacağız. Yeniden bir yasak gelse tepkiniz ne olur?Bugüne kadar yapılması çok çirkindi. Doğal olarak her şekilde karşısında dururum. Bu da-kikadan sonra böyle bir durumun kabul edil-mesi mümkün değildir. Yargı, emniyet ve askeriye de yasak hala de-vam ediyor. Sizce buralarda da aynı serbest-lik uygulanabilir mi? Sizce tesettür bu işlerin yapılmasına engel midir?Farz edin başımdaki örtüyü çıkarsam içinden çıkan yine ben olacağım, değişen sadece şekil olacak. Aslında orada yapmak istedikleri top-lumu değiştirmekti. Biri yasağa uyacak, devam eden nesiller de bunu uygulayacak. Ama öyle olmadı. Toplumu dönüştürmek için yapılan bu tertipte insanların uyanık olması, elini taşın al-tına koyması gereklidir. Tesettür hiçbir meslek için engel değildir ve engellenmemelidir.

Zeynep AYDOĞAN / Moda Tasarımcısı

Page 55: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

53TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Sizce bugün var olan tesettür İslam’a uygun mu? Yanlışları varsa bunlar ne-lerdir?

Kısmen uygun kısmen değil. Çünkü İslam’da kadınlar için belirlenmiş net bir kalıp yok. Ancak vücut hatları belli olma-yacak deniliyor. Bugün için buna uyuldu-ğu söylenemez.

Tesettür modaya uygun olmalı mı? Ca-mianın tesettür algısı, tesettür modası ve defileler vs. size göre nasıl yorumla-nabilir?

İslamiyet hayatı güzelleştirir denir. An-cak bugün bunun yerini moda aldı. Ben-ce İslamiyet modaya göre değil moda İslamiyet’e göre düzenlenmeli. İslam kendine yakışanı yap diyor, insan da ken-

dine yakışanı yapmalı.

Kamuda tesettürün serbest olması iyi mi kötü mü oldu? Neleri değiştirdi?

Koşulsuz olarak tesettürlü bir insanın mesleğini yapabilmesi güzel bir şey. Be-nim annem avukat ve sırf başını açma-mak için mesleğini icra edemiyordu. Ar-tık mesleğini yapabilecek.

Yeniden bir yasak gelse tepkiniz ne olur?

Sahabiler döneminde de birçok sıkıntı yaşanmış ve onlar bu sorunlar ile müca-dele etmişler. Şahsen ben böyle bir kı-sıtlamaya maruz kalsam her türlü yasal yola başvurarak hakkımı ararım. Belki de arkama kalabalığı alıp meydanlara çı-karım.

Elif YUSUFOĞLU / Öğrenci

Page 56: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

54 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

İslam coğrafyalarını gezdiğinizde birbi-rinden farklı farklı tesettür anlayışlarına rastlarsınız. Kadının tesettürü İslamla başlamadığı gibi, İslamiyet’in başından beri de çeşitli İslam toplumlarında farklı şekillere büründü ve çoğunlukla örfi yapı ve kültürden de etkilendi.

Bugün tesettür denildiğinde Türkiye’de genellikle Müslüman dindar kadınların başlarını örtmesi anlaşılıyor. Hatta öyle ki 28 Şubat sonrasında ısrarla tesettür ve başörtüsü tanımının dışında tutulan ‘Anadolu tipi örtünme’ dahi tesettür ola-rak tanımlanmaz. (Hatırlayalım, bu ay-rımı keskinleştirmek için başörtüsüne ‘türban’ deniyor.) Tesettürün şehirli gi-yim kuşamla alakalı, belli bir dünya görü-şü olan ve geleneğin dışında konumlanan bir algısı var. Hâlbuki İslam’daki örtünme

emrinin geçen yüzyıllarda olduğu gibi bu yüzyıl içinde de çeşitli İslam coğrafyala-rında çeşit çeşit algılanması var. Bugün, kelimenin farklı anlamları içerisinden öne çıkan giyim kuşamla ilgili anlamı ‘te-settür giyimi’, ‘tesettür modası’ gibi kav-ramlar üretirken konuyu ister istemez alım gücü, sosyal sınıflar, dünya görüşü gibi değer yargılar silsilesine bağlıyor.

Değişen dünyada ve değişen toplumu-muzda ise hiçbir şey Müslüman kadının giyim kuşamı kadar dikkat çekmiyor. Bu hem, evet, kadının giyim kuşamının bizim coğrafyamızda bir medeniyet so-runsalı olarak ele alınmış olması ile ilgi-li, hem de değişen ekonomik, sosyolojik koşullara paralel bir değişim göstermiş olması ile de ilgili. Bu değişimin toplum-sal bir tezahürü, sosyolojik bir alt yapısı

Yozlaşmanın Analitiği

Mer

yem

İlay

da A

TLA

S

Page 57: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

55TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

ve ekonomik nedenleri (mesela alım gü-cünün artması) olmasına rağmen çoğun-lukla değişen tesettür algısı dini bir yoz-laşmaya işaret olarak algılanıyor.

“İdeal tesettür sınırları nedir?”, sorusu-nun üzerinde hiçbir uzlaşma olmamasına rağmen “ideal olmayan tesettür nedir?” sorusunun pek çok cevabı var. Mesela bir İslam coğrafyasında çok renkli giyinme-nin tesettür açısından sorun olduğunu düşünenler varken bir başka coğrafyada üretilen bütün kumaşların rengârenk ol-duğunu görürsünüz.

Aksesuarlar, zamanla değişen stiller, her çağın ve toplumun kendine göre kural-ları meseleyi ‘emir’ ve ‘nehiy’ çizgisinden bir hayli uzaklaştırır. Zira toplumlar için hızlıca okuma yapmak siyah ve beyaz de-

mek kadar basit değildir. Renkler, şekil-ler, stiller arasında bir standart yakala-mak bu kadar zorken Müslüman kadının tesettürünün bir alım gücü simgesine dö-nüşmesi meseleyi daha da karmaşık bir hale getirir. Temelde Allah rızası olan te-settür; biçimi, kumaşı, rengi, tarzı ile dün yöresel bir anlam kazanabilirken bugün şehirlerde sosyo-ekonomik bir manaya karşılık gelebiliyor. Ve unutmayalım, ça-ğımızın entelektüel algı kodlarında bir şeyin yerel olması sempatik, ticari olması ise antipatik bir karşılığa tezahür ediyor. Örnek vermek gerekirse, önlerinde bir de küçük önlükle beraber diz altından üç parmak aşağıda biten Karadeniz yö-resine ait bir eteğin ve bu eteğin kullanı-mının bir tesettür eleştirisine muhatap olduğuna hiçbir zaman şahit olmadım. Aynı boyda bir etek, şehirde pahalı bir

İslam’daki örtünme emrinin geçen yüzyıllarda olduğu gibi bu yüzyıl içinde de çeşitli İslam coğrafyalarında çeşit çeşit algılanması var.

Page 58: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

56 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

mağazadan alındığında bu eteği giyen ka-dın için ‘tesettür eleştirisi nesnesi’ olabil-mektedir. Burada renk ve şekilden önce tesettür kavramının sınıfsal bir çağrışım ile nasıl yeniden tanımlandığına dikkat çekmek isterim. Tesettürden beklenen modernliğin içinde yeni bir tanım kazan-ması ve kendini dindar kimliği ile tekrar tanımlamasıdır. Burada aşırı lüksün, mo-danın devreye girdiği durumlarda baskın eleştiri ise tesettürün şekline değil, nite-liğine yöneltilmektedir. Yani topuklara kadar uzun ve bol ama çok pahalı bir etek giyen kadın da yozlaşma simgesi olarak italiklenebilir.

Bu eleştiriler aslında dolaylı bir kimlik tanımlamasının ve toplumsal bir dönüşü-mün istikametine de yapılmış eleştiriler. Lakin temelde derdi İslami bir yaşamı sağlamak olarak özetlenebilecek hassa-siyetler, daha felsefi ve daha kapsayıcı bir çözümleme yapmak yerine genel-likle kadın bedeni ve giyimi üzerinde odaklanıyor. “Doğru İslam nedir?” soru-suna verilmiş tekil cevaplar üzerinden ne değildir okunması en kolay kadının görünürlüğü üzerinden yürütülebiliyor. Burada aslında tesettürün mantığı için de tersten işletilmesi gereken bir yanlış anlama var. Kadının ‘en güzel tesettü-rünün’ görünmezlik üzerine kurulduğu bir takva yorumu, her tür görünürlüğü zaten dışlamakta ve kadını belirsiz ve gö-rünmez bir siluet olarak idealize etmek istemektedir. Hâlbuki İslam, kadına te-settürü kendini yok saymak için değil, görünür kılmak için emretmiştir. Şekil-şemal detaylarında her türlü farklılığına rağmen de başörtüsü aksesuar amacı ta-şımadığı her durumda aslında Müslüman kimliğin bir parçası olur. Hele de onu, kendisine sürekli ne yapması ve ne yap-maması gerektiğini söyleyen, ne giyme-si, ne giymemesi gerektiğinin sınırlarını çizen ama aynı zamanda kravatlı ceketli dünya erkekleri arasında kaybolup giden Müslüman erkekten çok daha Müslü-man yapar.

Moda, kadını bedenine bağlı bir varlık olarak belirginleştirmek isterken, fizik-sel cazibenin bir şekilde örselenmesi an-lamına gelen tesettür kadının varoluşu ile öne çıkması anlamına gelir. Ne yazık

Temelde Allah rızası olan tesettür; biçimi, kumaşı, rengi, tarzı ile dün yöresel bir anlam kazanabilirken bugün şehirlerde sosyo-ekonomik bir manaya karşılık gelebiliyor

Page 59: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

57TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

ki, İslam coğrafyalarında tesettür hiçbir zaman bu şekilde algılanmamıştır. Mo-danın, modernitenin yani kısaca bugün karşı durduğumuz ‘putların’ olmadığı çağlarda da tesettür, örtmek anlamından ziyade ‘geri plana itmek’ şeklinde bir an-lam kazandı. Örfle çok örtüşen bu tutum, bugün kadınlara şekli ve süfli bir özgür-lük vadeden, onu önce bedeninden mem-nun olmamayı öğretip sonra da memnun olması için harcama yapması gereken ürünleri dayatan moda sektörü karşısın-da çok çaresiz.

Hızla yaygınlaşan, çabucak ele geçiren, gönülleri fetheden, genç kalplerde taht kuran bu fırtına karşısında İslami tavır hep cephe almak, hep kendini müdafaa etmek, hep karşı argüman geliştirmek durumunda. Çünkü yüzyıllarca kadınlara örnekleri yok edilmiş, delilleri zayıflatıl-mış, içeriği boşaltılmış bir ‘görünmezlik tesettürü’ algısı yerleşmiş. Bu algı, de-ğişen koşullar, hayatlar, algılar coğraf-yalarda günlük hayat içinde çok büyük boşluklar bırakmaya başlamış. ‘Kâinat boşluk kabul etmez’, şiarı gereğince bu-gün bu boşluğu modanın, giyim kuşamla ilgili değer yargılarının, içerikten çok estetiğin doldurduğunu söylemek çok temel ve zaten tekrarlanıp duran bir göz-lem olacaktır. Burada altını çizmemiz ge-reken, boş bir temsil yükü ile tesettürün omuzlarına yüklenen ağır yük, bir tek kadınların taşıması gereken bir yük de-ğildir. Sosyolojiden kopuk yapacağımız her gözlem bizi kısır ve dar bir bakış açı-sına götürecektir. Bizler aslında çok doğ-rusunu bildiğimiz gerçeklerimizi gözden

geçirmek ve neden sonuç eleştirilerinde kolaycılığa kaçmamak durumundayız.

Daha açık söylemek gerekirse, otobüste, parkta, okulda karşımıza çıkan ve arzu edilen tesettür standardını tutturamadı-ğı için Müslüman kadının kadim temsil imajını zedelemekle suçlanan başörtülü kadınlar, hem bu suçlamalardan hem de görünürlük üzerinden tek taraflı bir tem-sil yükünün ağırlığı altında ezilmekten çok yorgun. Hoşumuza gitmeyen, tasvip etmeyeceğimiz yanlar bir kenara, açıkça şeriata aykırı tutum, davranış, kıyafetler de olabilir. Öncelikle bunların hepsi kul-luk iradesinin içinde değerlendirilmesi gereken sorunlardır. Mesela dar bir pan-tolonla sokağa çıkan başörtülü kadını yargılayan düşünce, o kadının nefsini o kadar yenebilmiş ve yine de bir kimliğin parçası olmuş olduğunu unutur.

Birkaç cümle evvel, ‘açıkça şeriata aykı-rı’ olan tesettür anlayışından bahsettim. “Bunu da mı bir problem olarak algılama-yacağız?” diyenlere cevabım şu, algılaya-cağız, ama hiçbir toplumda ‘yozlaşma’ de-diğimiz davranışlar tek başlı ilerlemez. Yozlaşmanın tek tezahürünü kadında görmek işte tam da bir zamanlar başör-tüsünü üniversitede yasaklayan zih-niyetin yaptığı gibi zahiri olana fatura kesmek. Unutmayalım, şeri konulardaki açmazlarımızı, aykırılıklarımızı facebo-ok üzerinden üç tane başörtülü kadının resmini yan yana koyup, bu kadınların etek boylarını karşılaştırarak çözmeye çalışmak başlı başına eksik yapılmış bir okuma olacaktır.

Page 60: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

58 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Dünyaca ünlü bir kot markası sonbahar sezonu reklam kampanyasında bir fotoğ-raf kullandı. Fotoğrafın altındaki slogan oldukça ilgi çekici, “Ben göründüğüm şey değilim.”

Kampanyanın fikir babası farklı bir yak-laşım deneyerek çeşitliliği yansıtmaya çalıştığını söylüyor. Dövmeli çıplak bir kadına kottan yapılmış bir burka giydiri-yor.

Alım gücünün artması, sosyal hayatın çe-şitlenmesi ile birlikte muhafazakâr ka-dınların görünürlüğünün arttığı bir ger-çek. Bu durumun ilk yansıması şüphesiz bir numaralı sosyalleşme malzemesi olan kıyafetler…

Peki, gerçekten başörtülü kadın, popüler tanımla “yeni muhafazakârlar” görün-dükleri şey mi? Yoksa taklitten mi iba-ret?

Ben Göründüğüm Şey Değilim!

Zeyn

ep B

AYR

AM

LU

Alım gücünün artması, sosyal hayatın çeşitlenmesi ile birlikte muhafazakâr kadınların görünürlüğünün arttığı bir gerçek. Bu durumun ilk yansıması şüphesiz bir numaralı sosyalleşme malzemesi olan kıyafetler…

Page 61: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

59TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Bu konuyu irdelemek için önce Moda Kavramını açıklamak gerekiyor.

Moda değişim mi? Sınıf ayrımı mı? Ve ne-den moda tarih boyunca daha çok kadın kıyafeti ile ilgilendi. Ünlü Modacı Hakan Akkaya, modanın sürekli değişen dev bir sektör olduğunu ve tüketim üzerine ku-rulu olduğunu ifade ediyor.

Sosyolog Alev Erkilet ise modanın sınıflı toplum göstergesi olduğunu ve ancak sı-nıf ayrımı olan toplumlarda ilerleyebil-diğini belirtiyor ve modanın neden tarih boyunca kadın giyimi ile ilgilendiğinin cevabını ise çok çarpıcı bir analizle veri-yor; “Kadın kendi kocasının statüsünün bir göstereni olarak toplumsal hayatta yer alıyor. Yani eşi ne kadar zenginse, eşi ne kadar iyi kazanırsa o oranda iyi giyi-nebiliyor, o oranda değerli takılar takabi-liyor, o oranda iyi bir evde yaşayabiliyor. Simmel diyor ki sadece kadın değil, er-keğin hizmetkârları da erkeğin statüsü-nün bir göstereni olarak iyi giyinirler. Bu köle-efendi ilişkisi. Yani o evde çalışan o efendiyi temsil eden herkes bir biçimde iyi giyinmek durumundadır. Kadın da bu-nun bir boyutunu oluşturuyor. Antik Yu-nandan beri bu böyle.”

Görüştüğüm tesettürlü kadınlar giyim-lerine dikkat ettiklerini, İslâma göre gi-yinmeye gayret ettiklerini belirtiyorlar. “Nefsime hâkim olduğum kadar giyiniyo-rum” ifadesini sıkça duydum.

İlahiyat Profesörü Faruk Beşer ise İsla-mın tesettürü emrettiğini fakat kumaş, renk ve şekil olarak tarif etmediğini söylüyor. Beşer, önemli olanın cinsellik teşhiri olmadığını vurguluyor. “Kuranı Kerim kadınlara teberrüç yapmayın der. Teberrüç dikkat çekmek için yapılan her tür harekettir.”

Faruk Beşer son dönemde sokaktaki başörtülü kadınlar hakkında da şu yo-rumlarda bulunuyor; “Çok iyi olanlar var fakat çok kötü olanlar da var. Yani ka-pandığı halde örtüsüz olanlardan kötü olanlar var. Bu iki türlü düşünülebilir. Kapalılık çoğaldı, ancak aslında İslâmın temel değerlerine bağlılık artmadı, muhafazakârlık arttı. Kendisini bir yere ait kılma anlamında muhafazakârlık arttı, insanlar daha Müslümanlaşmadı. Tesettür sadece üzerine bir şey geçirmek değildir. O giydiğin elbise gayesini yerine getirmeli. Tüm bu söylediklerimin özeti, tesettür modaya kurban gidiyor olarak açıklanabilir.”

Moda sektörü yeni bir kavram üretti. Te-settür Modası… Tesettür ve moda kav-ramları bir araya gelebilir mi? Tesettür Modası diye bir şey var mıdır? Bu soruya en çarpıcı cevabı Ünlü Modacı Hakan Ak-kaya veriyor; “Tesettür modasını böyle net bir başlıkla ayırmamak lazım. Kadın giyimini belki… Kadın giyiminde teset-tür derseniz bunu kabul ederim. Ama onun dışında tesettür modası ve moda ayrımı bana çok anlamsız geliyor. Çün-kü o zaman sanki biraz ötekileştiriliyor gibi ama biz başkalaştıramayız, bizim coğrafyamızda bunu yapamazsınız. Belki Avrupa’da veya başka bir ülkede olabilir ama Müslüman bir ülkede bu olmaz.”

“Tesettür Modası diye bir şey var mı?” so-rusunu yönelttiğim genç kadınlar ise te-settür ve moda kavramlarının yan yana gelemeyeceğini, bu iki kavramın birbiri-ne zıt kavramlar olduğunu ifade ettiler. Onlara göre modaya uygun giyinen teset-türlü olabilir, tesettürlü bir modacı olabi-lir ama tesettür modası olamaz.

Sosyolog Alev Erkilet ise konuya farklı bir pencereden bakıyor. Bu kavramın bir

Page 62: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

60 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

ihtiyaçtan doğduğunu söylüyor. Erkilet’e göre yakın zamana kadar başörtülü ka-dınlar giyecek kıyafet bulmakta zorla-nıyordu. Kadınların bu ihtiyacına pazar cevap vermek durumunda kaldı.

Tesettürlü kadınların ihtiyacına cevap veren modacıların ise başörtülü kadınla-ra giyim konusunda bazı tavsiyeleri var. Verilen giyim tavsiyelerinin başında ise sadeleşmek geliyor.

Hakan Akkaya tesettürlü kadınların ilk maddelerinin şıklık olması gerektiğini, çok renkten ziyade kendi içinde dönen tonlar kullanmaları gerektiğini, özelikle eşarpta sadelikten yana olduğunu belir-tiyor.

Zeynep Devecioğlu ise bu soruyu tek bir cümle ile cevaplıyor. “Sakinleşmek, sa-kinleşmek…”

Tesettür modasının en yoğun pazarlama-sını yaptığı muhafazakâr yaşam dergileri farklı bir ise farklı bir kadın modeli sunu-yor okuyucularına.

Araştırmacı Pınar Demir bu dergilerde, batıda üretilen güzellik algısı ve standar-dının taşındığını, bedene yönelik güzellik arayışının yoğun şekilde verildiğini söy-

lüyor. Demir yapılan araştırmalara göre kadınların sadece %2’sinin bedenlerin-den memnun olduğunu ekliyor.

“Kendini ifade etmek için sağlıklı de-ğerleri olmayan insanlar markalar üze-rinden kendilerine sunulan imajlardan yararlanıyorlar. Bu dergilerin okuyucu-larının ayrıcalıklı olmak gibi değişik bir motivasyonu var” diyor Demir.

Akademisyen Meryem İlayda Atlas’a göre bu dergiler seküler, hazcı ve tüketi-me dayalı bir yaşam tarzının promosyo-nunu yapıyorlar ve diğer dergilerden bir farkları yok.

Bu fikri farklı bir penceren paylaşan di-ğer isim ise Modacı Hakan Akkaya. Ak-kaya, bu dergiler ile piyasadaki moda dergileri arasında bir fark olmadığını, bi-rinde başı açık kadınlar varken diğerinde başı kapalı kadınlar olduğunu söylüyor.

Akademisyen Meryem İlayda Atlas bakın bu dergilerin sunduğu kadın modelini nasıl özetliyor; “Biz o kadını tanıyoruz as-lında. O kadını İttihat Terakki de Kema-lizm de böyle tanımladı. Kariyerist değil, domestik alanlarda yaşayan, erkeklerle mücadeleye girmeyen bir kadın. Alışveriş gibi tehlikesiz alanlarda boy göstertiyor.

Page 63: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

61TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Özgüvenini eğitiminden kariyerinden değil, giyim kuşam üzerinden tanımlıyor. Tek fark şu, bu kadının artık başörtüsü var. Fakat belli bir ülkü, ideal veya yaşam değeri ile ilgili bize söylediği bir şey yok.”

Önerilen kadın modelini Sosyolog Alev Erkilet ise şöyle tanımlıyor; “Üst sınıf kadın modeli. Herhangi bir bedensel iş yapmayan, kentin özellikle üst sınıfla-rın oturduğu kent parçalarında oturan yoksul mahallerle alakası olmayan, yani sıradan insanların yaptığı hiçbir şeyi yap-mayan bir kadın model bu.”

Tesettür modasının popüler hale gelmesi ile ilgili en ilginç tespit Öğrenci Sümey-ra Nur Güngör’den geliyor; “28 Şubatta tesettürlü kadın kamusal alandan uzak durmak zorunda kaldı. Şimdi o süreci at-lattık ama tesettürlü kadın hala kamusal alandaki veya akademik hayattaki ba-şarılarıyla değil, o özellikle son iki sene-dir moda ile gündemde tutuluyor. Bizim daha büyük problemlerimiz var. Bir bina var, yanıyor, tesettür ise o binanın içinde elmas yüzük. Biz o yüzüğü kurtarmaya çalışıyoruz oysa orda ev yanıyor”

Başına İslami ifadesini ekleyince yanın-daki kavram gerçekten İslamileşiyor mu?

Kavramları ne kadar doğru kullanıyoruz?

Sosyolog Alev Erkilet’in cevabı oldukça ilginç; “Ne kadar iyi niyetle İslami değer-leri savunuyor olursak olalım, bağlam çok önemli. Müslüman kadının üstte bir statüde olmasını savunabilirsiniz ama bu kadının üst sınıf yani aylak sınıf olmasını savunursanız, İslamın etik değerleri ile çelişmeye başlarsınız.

Örtülü olmak, modern toplum ve mahre-miyet. Bugün bu üçgenin neresindeyiz? Evet başımızda başörtümüz var ama biz sınıflı bir topluma entegre olmuşuz. Yok-sulluğu ortadan kaldırmak değil, yoksul-la aramıza mesafe koymak derdimiz ha-line gelmiş. Sürekli alıyoruz, veriyoruz, aslında biz birebir kapitalizme eklemle-niyoruz.”

Moda kavramı sadece tesettür üzerin-den değil, ekonomik ve sosyal boyutları ile incelenmesi gereken bir kavram. Sınıf farklılıklarının belirginleşmesi, uçurum-lar yaratan sosyal farklılıklar şüphesiz toplumun biraradalığını uzun vadede et-kileyecektir.

Siz ne dersiniz? “Yeni muhafazakarlar” göründükleri gibiler mi? Yoksa taklitten mi ibaretler?

Moda sektörü yeni bir kavram üretti. Tesettür Modası… Tesettür ve moda kavramları bir araya gelebilir mi? Tesettür Modası diye bir şey var mıdır?

Page 64: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

62 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Ka-muoyu sizi “kamuda başörtüsü serbest-liği” konusunda verdiğiniz aktif müca-deleler ile tanıyor. Bu konuda bize neler söyleyebilirsiniz?

1962 Erzurum doğumluyum, 1977’de Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak ile evlendim. Bir kızım ve bir oğlum oldu. Evlendikten 12 yıl sonra lise bitirme sınavlarına girerek eğitim ha-yatıma bıraktığım yerden devam ettim. Öncelikli olarak İktisat Fakültesi’ni ta-mamladım. Daha sonrasında eşimin de destekleri ile İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk eğitimine başladım, daha sonra Ankara Hukuk’a başvurdum, eşim Refah Partisi Milletvekili olduğu ve ben de örtü-

lü olduğum için kabul edilmedim. Çanka-ya Hukuk’a başvurdum ve kabul edildim. Daha sonrasında da Çankaya’dan Kırık-kale Hukuk’a başvurdum ve yeniden ya-tay geçiş yaptım. 4 yıllık süreçte 3 kez yatay geçiş yaptım ama her gittiğim yer-de örtülü olduğum için büyük problemler ile karşılaştım. Gerek dersten bırakma gerek psikolojik baskı gibi yollar ile beni yıldırmaya çalıştılar ancak başarılı ola-madılar. 2005 yılından beridir avukatlık yapıyorum ve bu haksız uygulamaların karşısında durmaya çalışıyorum.

Daha çok aile hukuku davalarına bakıyo-rum. Bu davalarda çiftlerin boşanmasın-dan ziyade evliliklerin kurtulması uğrun-da mücadele veriyorum. 1 Haziran 2005

İslami kadın hareketinin ülkemizdeki ateşleyicilerinden biri O… Hayatının akışını “Davası” belirlemiş bu uğurda pek çok haksızlığa uğratılmış biri O… 30 yaşından sonra iki üniversite bitir-miş, evini, eşini, çocuklarını ihmal etme pahasına da olsa yürüdüğü yoldan geri dönmemiş biri O… Hayatını mücadele-ye adamış Saadet Partisi Kadın Kolları İstanbul İl Sorumlusu Zübeyde Kama-lak ile birlikte siyaset, tesettür, moda üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Röp

orta

j: Tu

ba A

YD

INFo

toğr

af: D

ursu

n B

ERK

Zübeyde Kamalak ile

Politikten,Popülere…

Bir yıldır haksız gerekçelerle duruşma salonuna girmemi engelleyen hâkim, hakkında yetkili her makama başvuruda bulundum. Hiçbir netice alamadım.

Page 65: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

63

yılında zinanın suç olmaktan çıkarıldığı ülkemizde, bu davaların toplumun değer-lerini korumak adına önemli olduğunu düşünüyorum.

Geçersiz pek çok bahane ile davalara ör-tülü girmenize izin verilmedi. En dikkat çekici olanlarından biri Bangalor Etik İlkesi/Tasarısı idi. Bize bu ilkeden biraz bahsedip önünüze bu süreçte çıkarılan engellerden söz edebilir misiniz?

Evet, avukatlık yapmaya başladığım gün-den beri anayasada, ya da kanunlarımız-da örtülü görev yapmama engel hiçbir madde yok iken benim iş yapmam bir yü-rütme kararına dayanarak engelleniyor.

Bangalor Etik İlkesi Hindistan’ın Banga-lor kentinde düzenlenen yargısal tutar-lılığın kuvvetlendirilmesi için gerçekleş-tirilen ilkeler taslağıdır. Son olaylarda gündeme gelen davanın hâkiminin ken-disini zorla bağladığı bu ilkeler taslağı-nın henüz ön sözünde; “Hâkim, yetkileri bağımsız ve tarafsız bir yargının, meşru-iyet ve hukuk ilkesine riayet açısından mahkemelerin görevlerini yerine getirip getirmediği hususunda esaslı bir unsur

olmalıdır” der. Peki, sözü edilen hâkim buna uygun davranıyor mu? Hayır. Öte taraftan bu taslağın uluslar arası bir bağ-layıcılığı yok ama Danıştay’ın, HSYK’nın kararlarını takmayan, Türkiye Barolar Birliğinin kararlarını önemsemeyen hâkimin tabiî ki bu haksız uygulamaları gerçekleştirirken kendisini bir şeye bağ-laması lazım. Ancak maalesef ki u hâkim Bangalor İlkelerine kendini bağlarken bunlara da ters düştüğünün farkında de-ğil. Çünkü bu ilkeler mevcut kanunları değiştirmeyi değil, onların uygulanışın-daki usul sapmalarını engellemeyi amaç-lıyor.

İlkelerde yer alan değerlere göre, “Hâkim; bağımsız, tarafsız ve iltimassız olarak yargılama görevini yerine getir-melidir.” Örtülü olduğum için benimle böyle bir sürtüşme içerisinde olan, örtülü müvekkilime başı açık avukat seçmesi konusunda baskı uygulayan hâkim, sözü geçen ilkelere göre tarafsızlığını, bağım-sızlığını kaybetmiş olmaktadır. Bu sür-tüşmeler ile hâkim tarafsızlık ilkesine aykırı davranarak kamuoyunun yargıya ve adalete olan güvenini sarsmaktadır.

TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Page 66: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

64 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Bir yıldır haksız gerekçelerle duruşma salonuna girmemi engelleyen hâkim, hakkında yetkili her makama başvuruda bulundum. Hiçbir netice alamadım. Söz konusu hâkim gazetelere verdiği beya-natlarda bundan sonra da hukuka aykırı davranacağını, örtülü hiçbir avukatı da-valara kabul etmeyeceğini beyan eder-ken, otorite kurumlardan hiç birisi bir yaptırımda bulunmayarak, tüm örtülü avukatların işlerini yapmalarının önün-deki engelleri meşrulaştırmış oluyor.

Bildiğimiz kadarı ile sizi mahkeme sa-lonuna kabul etmeyen hâkime soruş-turma açıldı. Ülkemizin yakın tarihine bakıldığında, yargıda yeni bir dönemin işareti sayılacak olayın bundan 5-10 yıl evvel gerçekleşmesi düşünülemezdi. Bugün gelinen noktanın özgürlükler anlamında ne seviyede olduğunu düşü-nüyorsunuz?

Başörtüsü zaten yasak değildi ki. Gerçek-leştirilen haksız uygulama Reşat Petek’in de bir makalesinde yazdığı gibi bir yürüt-me kararına ve anayasanın yorumlarına dayandırılıyordu. 1982 darbe döneminin zihniyeti ile gerçekleştirilmeye çalışılan, hukuk dışı, tamamen keyfi bir dayatma vardı. Mevcut ortamda gerçekleştirilen “başörtüsüne özgürlük tanındı” söylemle-ri bir takım odakların haksız uygulama-larını meşrulaştırmanın dışında bir şey değildir. Örtü anayasaya göre de mevcut kanunlara göre de yasaklanamaz. Ortada sadece yanlış bir yürütme kararı vardı,

bu kaldırıldı. Yıllardır bunun bir dayatma olduğunu savunan bireyler olarak bu söy-lemi kabul etmemiz mümkün değil.

Özgürlükler noktasında ise geniş rahat-lıklar sağlandığı, her şeyin artık geçmi-şe göre daha özgür olduğu konuşuluyor. Oysa verilen her taviz bu toplumun ahla-kını bozmakta, kültürel kodlarımıza ya-kışmayan görüntülerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Sunulduğu söylenen özgürlükler toplumumuzda zina, eşcin-sellik, yozlaşma gibi pek çok şeyin önün-deki engelleri kaldırmakta Türk haklını batı medeniyetleri gibi batağa çekmek-tedir.

İşte tam da bu sebepler ile Saadet Partisi meclise girmeli. Bu kardeşlerimi ben çok severim ama kardeşin kardeşe yanlışı söylemek gibi bir vebali vardır. Birileri “Kral çıplak” demeli.

Sizin devam eden mücadelenizin dı-şında avukatlık kimliğini örtülü olarak almaya gelen ve lisansında yer alacak fotoğrafı kapalı veren avukatlar oldu. Basına yansıyan bu iki olay da çok dik-kat çekti. Yapılan başvuruların sonu-cunda Danıştay’ın karar iptalleri sonu-cu yapılan değişikliklere bakıldığında, HSYK ve Danıştay arasında bir sürtüş-menin olduğundan söz edilebilir mi?

Danıştay hukuku iyi biliyor ve uygulu-yor ama son tahlilde HSYK’nın bu şekilde davranmasına da göz yumuyor. Danıştay

Örtü anayasaya göre de mevcut kanunlara göre de yasaklanamaz. Ortada sadece yanlış bir yürütme kararı vardı, bu kaldırıldı…

Page 67: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

65

sessiz kaldıkça haksız uygulamaları ger-çekleştiren hâkimler cesaretleniyor ve benim gibi pek çok örtülü avukata aynı muameleyi gösteriyor.

Ayrıca basın da olayları çarpıtmayı sevi-yor. Duruşmamın ertelendiği, salondan çıkarıldığım gün basını benim çağırdığımı iddia ettiler. Oysa 11 tane aile mahkeme-si içerisinde benim 2. aile mahkemesinde olacağımı, hâkimin benimle sürtüşeceği-ni ve davayı erteleyeceğini de duymuşlar ve duruşma salonunun önünde yerlerini almışlar. Sizce bu durumda onlara haberi ben mi vermiş oluyorum yoksa bu olayla-rın reklamını yapmak isteyenler mi süre-ci kurcalıyorlar?

Üniversitelerde, kamuda, İmam Hatip-lerde kaldırılan tesettür engeli hakkın-da yorumlarınızı alabilir miyiz? Sizce yakın gelecekte değişebilecek siyasi rüzgârlar bu konuyu tekrar bir problem haline getirir mi?

Değişen siyasi rüzgârlarla kazanılmış haklar kaybediliyorsa burada bir prob-lem var demektir. Demek ki düzenleme-ler tam ve eksiksiz yapılmıyor toplum üzerinde böyle bir algı, korku doğuyor. Mutlaka birileri gidecek ve birileri ge-lecektir. Aslolan kim gelirse gelsin de-ğişmeyecek kuralları yürürlüğe sokabil-mektedir.

TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

28 Şubat sürecinde fişlenen örtü modeli sizin benim örtüm gibi değildi. Darbeci zihniyet İslam’ın emrettiği, örtülerini yakalarından aşağı döken, Milli Görüş kadınlarını fişlediler. Tahammülsüzlükleri esasa ait idi.

Page 68: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

66 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Geçtiğimiz aylarda Gezi, ODTÜ gibi top-lumsal olaylar içerisinde dikkat çeken gerginlikler oldu. Birçok kişi bu gergin-liklerin belli odaklar tarafınca yaratıl-mış sanal gündemler olduğunu ve top-lumda karşıt gruplar oluşturmak için yapıldığını iddia ediyor. Siz başörtülü-başı açık kutuplaşmasını nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Başı örtülü ve başı açık kadınlar arasında problem yok. Bizlerin birbirimizle proble-mimiz yok. Bu kutuplaşmayı ateşleyerek bundan rant sağlamak isteyenlerin oluş-turdukları gündemler ve gerginlikler var. Başörtüsü ellerindeki bir tutanak, bir oy toplama aracı. Yıllardır bu mevzu irdelenerek, yara kanatılarak çıkar elde edilmeye çalışılıyor.

Kadınların birbirlerini erkek söylemle-rine karşı koruması gerek. Örtülü yahut açık her kadının, kadınları ilgilendiren meselelerde birlik olması, sorunlarını erkeklerin meydan kavgasına dönüştür-

mesine izin vermeden birlikte çözmesi gerekiyor. Öncelikle kadın-kadın eşitliği sağlanmalıdır. Ben inanıyorum ki kadın-larımız uyanık olacak ve kışkırtmalara pirim vermeyecektir.

Tesettürün üniversitelerden çıkarıldı-ğı, kamudan uzaklaştırıldığı 28 Şubat sonrası dönemde örtünün özünün kay-bettirildiği çokça yapılan tartışmalar içinde. Sizce yasak döneminde ve yasak-ların kaldırılma süreci içerisinde teset-tür yozlaşarak aslından koparıldı mı?

Tesettür ile ilgili asıl problem de bu. Esa-sında tesettürü savunanların bozulma-sıyla her şey değişti. 28 Şubat sürecinde fişlenen örtü modeli sizin benim örtüm gibi değildi. Darbeci zihniyet İslam’ın emrettiği, örtülerini yakalarından aşağı döken Milli Görüş kadınlarını fişlediler. Tahammülsüzlükleri esasa ait idi.

Ben sonradan örtündüm. İlk kapandığım yıllarda Sayın Arınç’ın eşine; “Size özene-

Page 69: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

67

rek kapandım ama layıkıyla örtünemiyo-rum” diyerek hicabımı dile getirmiştim. Ancak gelinen noktada görüyoruz ki başı açık kadından daha dikkat çeken bir örtü modeli oluştu. Açıklık öyle bir noktaya geldi ki, çocuklarımız mütedeyyin kesi-min eleştirdiği gibi giyinmeye başladı. Burada bir dejenerasyonun olduğu açıkça görülebiliyor.

Son olarak tesettür-moda kavramları çok tartışılır oldu. Tesettürlü hanım-ların giyim tarzlarında eleştirdiğiniz yönler var mı? Siz bu konuya nasıl yak-laşıyorsunuz?

Pek çok şeyi eleştirirken özeleştiri yapa-rak kendimden de çıkarımlar yapıyorum. Burada savunma mekanizmam devreye giriyor ve “ben başladığımda da böyley-dim, en azından bozulmadım” diyebili-yorum. Bu tabii ki daha iyi örtünmemin önünde engel değil ama değinmek iste-diğim nokta beni örtüye heveslendiren hanımların bozulmuş olmaları…

Tesettür artık farz değil tarz oldu. Kadın dar bir jean giymiş üstünde kısa bir ceket, kafasını da güzelce paketlemiş. Üstü for-ma altını sorma… Böyle örtünmenin ne anlamı var diye düşünüyorum, bize zarar veriyor. Ancak diğer taraftan da örtü iyi anlatılırsa önce bu hanım kızlarımızı ka-zanabileceğimizi biliyorum.

Son tahlilde kimsenin kimseyi kabul et-memesi gibi bir lüksü yok. Ama şu da bir gerçek ki toplumumuzun bir yapısı var, İslam’ın emrettiği bir şekil var, biz eğer bunlara “ne olmuş o da öyle olsun” diye-rek göz yumarsak bunu normalleştire-rek, meşru kılarız.

Sokağa çıktığında bin tane örtünme şekli bin tane fikir var. Hâlbuki biz İslami esas-larda buluşmalıyız. Bu noktada önemli olan takım tutar gibi fanatikleşip karşı-mızdakini eleştirmeden, önce özeleştiri yapabilmemizdir. Herkes kendi kapısı-nın önünü süpürse âlem temizlenir.

TESETTÜR MÜ DEDİNİZ? TOHUM

Page 70: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

68 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 71: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

69XXXXXXXX TOHUM

Page 72: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

70 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Kübranur BAŞARAND

UD

AN

-BAT

IDA

N

Şafii’nin ruhunda yüksek işler yapma is-teği mevcuttu. Annesi de onu Gazze’den Mekke’ye gönderirken oğlunu bu yola teşvik etmiş ve gerekli sebepleri hazırla-mış idi.

İmam Şafii henüz küçük yaşlardayken Gazze’de ilim tahsil etmeye başlamış ve Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmişti. Mekke’ye gelince büyük hadis üstatlarından Pey-gamber efendimizin hadislerini ezberle-meye başlamış bir taraftan da Arapça’yı düzgün ve mükemmel bir şekilde öğren-mişti. Kırsal kesimlerde korunan fasih Arapça’yı öğrenmek için bir süre çöl-de Huzeyl kabilesinin arasında yaşmış ve bunu kendisi şöyle anlatmıştır: “Ben Mekke’den çıktım, çölde Huzeyl Kabi-lesinin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakımından en fasi-hi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım. Mekke’ye döndüğüm zaman birçok riva-yet ve edebiyat bilgilerine sahip olmuş-tum.”

On yıl kadar süren çöl hayatında, dil öğ-reniminin yanı sıra ok atmayı da öğren-

İmam Şafii yirmi yaşlarında bir delikanlı iken, ilim derecesi o kadar ilerlemişti ki fetva verecek ve hadis rivayet edecek bir mertebeye ulaşmıştı

İmam Şafii

Asıl adı Ebu Abdullah Muham-med bin İdris el-Kureyşi olan büyük İslam âlimi 150 (M. 767) senesinde Gazze’de doğdu. Ba-bası İdris bir iş için Gazze’ye gitmiş ve İmam Şafii daha be-şikte iken vefat etmiştir. Fa-kir bir şekilde yaşayan annesi, oğlunu alıp Mekke’ye gitmeye karar verir. Bizzat kendisinin anlattığına göre oraya yer-leştiklerinde on yaşında olan İmam Şafii fakir ve yetim ola-rak büyümüştür. İmam Şafii eğitiminde herhangi bir bo-zukluk olmadığından kendi özünden gelen bir inşiyakla yüksek hedeflere yönelmiştir. Fakirliğe rağmen yüksek bir soya mensup oluşu, kendisini insanlara yaklaştırmış, cemi-yete karışmasını sağlamış ve böylece içinde yaşadığı orta-mın şartlarına intibak etmesi-ne vesile olmuştur.

Page 73: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

71DOĞUDAN-BATIDAN TOHUM

di. Okçuluk hususunda yapılan bir sohbet esnasında şöyle der: “Çöldeyken himmetim iki şeyde toplanmıştı. Okçuluk ve ilim. Ok atmakta o kadar maharet sahibiy-dim ki, on ok atsam hepsi hedefe isabet ederdi.” Bunu söyledikten sonra ilim hususunda bir şey de-meden susar. Yanında bulunan biri ise: “Vallahi sen ilimde, okçulukta olduğundan çok daha üstünsün” demiştir.

İmam Şafii yirmi yaşlarında bir de-likanlı iken, ilim derecesi o kadar ilerlemişti ki fetva verecek ve ha-dis rivayet edecek bir mertebeye ulaşmıştı. Hatta Müslim İbnu Halid Zenci ona fetva vermesi için izin vererek: “Ya Eba Abdillah, artık fetva ver, senin fetva verme zama-nın geldi” nasihatinde bulunmuş onu bu yolda teşvik etmiştir.

Onun ilim tahsilindeki gayreti, Mekke’nin surlarını aşmış ve şeh-rin ötelerine doğru uzanmaya baş-lamıştı. Çünkü ilmin sınırı ve ülkesi yoktur. Bu arada Medine’nin ima-mı Malik ibnu Enes’in adı Şafii’ye ulaşmış zira bu imamın adı o derece yayıl-mıştı ki, gelip gidenler hep onu zikreder olmuşlardı. Bu durumda Şafii’nin gayreti ondan ilim tahsil etmeye yöneldi ve bu yüzden Medine’ye gitmek istedi. Fakat o Medine’ye İmam Malik’in ilminden ha-bersiz eli boş gitmek istemiyordu. İmam Malik’in ismi her tarafa yayılmış olan el-Muvatta adlı eserini temin edip defalar-ca okudu. Hatta o kitabı ezberlediği bile söylenir. Bu kitabı okuduktan sonra onun İmam Malik’i görme arzusu daha da arttı.

Şafii Medine’ye gitmeden önce, orada herhangi bir zorlukla karşılaşmamak için Mekke valisinden bir tavsiye mek-tubu alarak yola koyuldu. Vardığında yanındaki mektupla Medine valisinin yanına girdi. Mektubu valiye verip duru-mu izah ettikten sonra, valiyle beraber büyük imam Malik İbnu Enes’in evine gittiler. Malik onları kapıda karşıladı. Uzun boyu ve heybetli, görünüşüyle va-karlı, muhteşem bir zattı. Vali kendisine mektubu takdim etti. İmam Şafii bundan

sonrasını şöyle anlatır: “Mektubu alıp okumaya başladı. ‘...mektubu getirenin işi şu merkezde, onunla konuş ve gereğini yap’ sözlerine gelince mektubu elinden attı ve ‘Subhanallah, Resulullah’ın ilmi artık bu vasıtalarla mı alınır oldu?’ dedi. Baktım ki vali onunla konuşmaktan kor-kuyor. Ben ileri atıldım ve ‘Allah iyilik-ten ayırmasın, ben Muttalip ailesinden bir adamım. Maksadım şudur’ diyerek hayat hikâyemi anlattım. Sözlerimi din-ledikten sonra bana baktı. Onda büyük bir feraset ve sevgi vardı, bana ‘Adın ne?’ dedi. “Muhammed” dedim. ‘Ey Muham-med, Allah’tan kork, günahtan sakın, zira sen yüksek mertebe sahibi bir adam olacaksın. Allah senin kalbine bunu koy-muş, onu günahlarla söndürme’ dedi. Ve sözünün sonunda ‘Yarın buraya gelirsin, seni okutacak olan da gelir’ dedi.” Böylece Şafii’nin İmam Malik himayesindeki ilim tahsili başlamış oluyordu.

Şafii, Malik’in Muvatta’ını rivayete ehli-yet kazandıktan sonra 179 senesinde bu büyük imamın ölümüne kadar ondan fı-

Page 74: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

72 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

kıh almaya, onun fetva verdiği meseleleri öğrenmeye devam etti. Şafii o zaman 29 yaşında ömrünün baharında, gençliğinin en olgun döneminde idi.

Rivayet edilen hadiselerden öyle anla-şılıyor ki Şafii, İmam Malik’ten ilim öğ-renmekle beraber, zaman zaman onun derslerine ara veriyor, İslam ülkelerinde seyahatler yapıyordu. Bu seyahatlerinde her yolcu gibi insanların ahvalini, tarihini öğreniyor, içtimai olayları inceleme fır-satını buluyordu. Şafii’nin İmam Malik’in dersine devam etmesi, onun seyahatleri-ne, şahsi inceleme ve araştırmalarda bu-lunmasına da bir engel teşkil etmiyordu.

İmam Malik vefat edince, Şafii ilimden yeteri kadarı nasibini aldığı kanaatine vardı. O zamana kadar çok fakir bir hayat sürdü. Kendi geçimini temin edebilmek için bir iş aramaya başladı. Bu sırada Ye-men valisi Hicaz’a gelmişti. Kureyş’ten bazıları ondan Şafii’yi beraberinde Yemen’e götürmesi isteğinde bulundular. Vali bu isteği uygun bularak, kendisine bir iş vermek üzere Şafii’yi yanında gö-türdü.

İmam Şafii Yemen’de bir süre görev al-dıktan sonra Mekke’ye döndü ve bura-da İslam yolunda çalışmaya devam etti. Hac mevsimi gelince nice büyük âlimler onunla görüşür, onu dinlerdi. Artık Şafii’nin şahsiyeti yepyeni bir fıkıhla or-taya çıkmıştı. Bu, ne yalnız Medine eh-linin fıkhı idi, ne de yalnız Irak ehlinin. Belki de her ikisinden de alınmış yeni bir fıkıh ki, kitap ve sünnet ilminin olgunlaş-tırdığı, Arapçayı ve insanların ahvalini iyi bilmesinin perçinlediği, kıyas ve re’yin geliştirdiği parlak bir aklın hulasasıdır.

İmam Şafii, Mekke ve Bağdat arasında gidip geliyor, büyük üstatlarından al-

mış olduğu emsalsiz ilimle kendi üstün zekâsını kullanarak ortaya koymuş oldu-ğu yeni bir fıkhı insanlara aktarıyor, onla-rı bilgilendirmeye çalışıyordu. Etrafında toplanan cemaat bu büyük ilim deryası-nı can kulağıyla dinliyor, anlattıklarını benimsiyordu. Fakat halk tabakasından bazı kişiler ve görüşler, aşırıya giderek İslam’la çelişen durumlara düşmüş ve bu yüzden İmam Şafii, görüşlerin birbiriyle çarpıştığı ve boğuştuğu Irak’ın gürültü-lü hayatından uzak kalmak maksadıyla uzun bir süre Mekke’de oturmayı tercih etmişti.

İmam-ı Şafiî’nin kurduğu Şafiilik mezhe-bi, İmam-ı Şafii ömrünün son dönemini Mısır’da geçirdiğinden, başlangıçta orada yaygınlık gösterdi. O ilmini ve mezhebini Mısır’da da yaymak suretiyle bir müddet de Mısır’da İslam’a hizmet etmiş oldu. Bununla birlikte Irak ve İran’da da bir-çok taraftarları vardı. İmam-ı Gazali gibi bir İslam büyüğü ve çok sayıda tasavvuf büyüğü Şafii idi. Selahaddin-i Eyyubi ge-lince, onun da Şafii olmasından dolayı bu mezhep büsbütün güçlendi. Bugün bin-lerce, yüz binlerce insan Şafii mezhebin-de İmam-ı Şafii’nin İslam yolunda aktar-dıkları yolunda ilerliyor.

Bu büyük İslam âlimi 820 (H. 204) yılında elli dört yaşındayken cuma gecesi vefat etti. Vefat edeceği zaman hali soruldu-ğunda, buyurmuştur ki: “Dünyadan gö-çüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kötü amellerimle karşılaşacağım, ama Kerim olan Rabbime gidiyorum.”

O ardında bıraktığı mezhep ile İman şer-betini içmiş, dünya üzerinde silinmeye-cek izler bırakarak ahrete intikal etmiş-tir.

Malik İbnü Enes ilim yolunun başında bulunan Şafii’ye ‘Ey Muhammed, Allah’tan kork, günahtan sakın, zira sen yüksek mertebe sahibi bir adam olacaksın. Allah senin kalbine bunu koymuş, onu günahlarla söndürme’ dedi.

Page 75: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

73DOĞUDAN-BATIDAN TOHUM

Protestanlıktan sonraki durağı ateizmdi Martin Lings’in. Üniversite’yi Oxford’da İngiliz Edebiyatı bölümünde okumuş-tu. 1932 yılında Oxford’dan mezun oldu. 1935’de Litvanya’ya gitti; Kaunas Üniversitesi’nde Anglo-Sakson ve Orta Çağ İngilizcesi dersi vermeye başladı. Ateistti, ama dünya dinlerine meraklıydı. Bu merakı onu 1938’de 29 yaşında Müs-lümanlığa taşıdı. Kuzey Afrikalı Müslü-manlar vasıtasıyla Şeyh Ahmet el-Alevi eş-Şazelî’nin öğretisiyle tanıştı. Onu ken-disine rehber edindi; ismini değiştirmiş Müslümanlığını bu şekilde de taçlandır-mak istemişti. Ebubekir Siraceddin’di artık o.

Ahmet el-Alevi onun hayatını değiştiren adamdı. Yıllar sonra hayatını değiştiren adamı “Yirminci Yüzyılda Bir Veli” baş-lıklı bir kitapla ölümsüzleştiren de yine Lings’in kendisi idi.

1939’da, 14 yıl ikamet edeceği Mısır’a gitti ve Kahire Üniversitesi’nde, Shakes-

1909’da İngiltere’nin Burnage köyünde Protestan olarak başlayan hayat, 2005’te Londra yakınlarında yine bir köyde Müslüman olarak son bulmuştu. Hem de herkesin kendisinden razı olduğu bir sufi olarak.

MartinLings

Bir İngiliz’di o. Batılı olarak dünyaya gelmişti, ama Doğulu olmuştu. Köyde doğmuş köyde ölmüştü bir Doğulu gibi. Ömrü-nün belki son 20 yılını köyde geçirmiş, münzevi bir haya-tı tercih etmişti. Ama iki köy arasında birçok durakta oya-lanmıştı.

Hem Doğu’ya hem Batıya uğ-rayan duraklardı bunlar. Hem yıldızları hem de şehrin gece ışıklarını seyretmişti bu du-raklarda. 1909’da İngiltere’nin Burnage köyünde (Lancashi-re) Protestan olarak başlayan hayat, 2005’te Londra yakın-larında yine bir köyde Müs-lüman olarak son bulmuştu. Hem de herkesin kendisinden razı olduğu bir sufi olarak.

Page 76: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

74 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

peare üzerine dersler verdi. Shakespeare uzmanlığını daha sonra “Shakespeare’in Kutsal Sanatı” başlıklı bir kitapla eser-leştirdi. Kasım 2004’te Londra’da verdiği “Sufi or not Sufi” başlıklı konferansta da Shakespeare’in yazılarında tasavvuftan izler taşıyan mistik unsurlar olduğunu da savundu.

1948’de hanımıyla birlikte hacca giden Lings 1952’de tekrar İngiltere’ye döndü. Yüksek eğitimini Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu’nda Arap Dili ve Edebiyatı okuyarak devam ettirdi. Daha sonra British Museum’da çalışmaya başladı ve müzede bulunan çoğunlukla da Arapça olan Doğu elyaz-

malarının katalogunu hazırladı. Emekli oluncaya kadar da British Museum’da çalıştı. Kur’an yazmala-rının bulunduğu bölümlerin anah-tarları onun elindeydi. British Mu-seum’daki görevi sırasında Londra Merkez Camii’nde sohbet halkaları düzenlenmelerinde de görev aldı ve birçok İngiliz’i İslam’la tanıştır-dı. Eserleri Türkçeye de çevrilen ve daha çok “İslam ve İnsanlığın Kaderi” kitabıyla tanınan İngiliz mühtedi Gai Eaton bunlardan birisiydi. Bu sohbet halkaları aynı zamanda Londra’da yaşayan Müslümanların ufuklarını açıcı dersler de içermekteydi.

Gerçek İslam’ı tanımak isteyen Ba-tılıların ilk adreslerinden birisiydi Martin Lings. Frithjof Schuon ve Rene Guenon gibi seleflerinin baş-lattığı “Batılı Entelektüelleri Ta-savvufla Buluşturma Eylemi”nin belki de günümüzdeki son temsilci-siydi. Doğu’yu ve Batı’yı bilen irfanî bir bakışla, modern dünya insanının muhtaç olduğu şeyin ne olduğunu göstermeye çalıştı kendi kültürü-nün insanlarına. Varlığı anlamak ve

Gerçek İslam’ı tanımak isteyen Batılıların ilk adreslerinden birisiydi Martin Lings.

Page 77: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

75DOĞUDAN-BATIDAN TOHUM

anlamlandırmak için yapılmış bir çağrıydı onunki: “Ey insanlar! Modern dünya size in-sanlığınızı, erdemlerini-zi kaybettirmesin!” diye başlayan cümlelerini “Semavî âlem içinizde, arayın bulacaksınız, ka-pıyı vurun, açılacaktır” diye devam ettirdi. Tabii ki, kapının nasıl vuru-lacağını da gösterdi on-lara. Modern dönemde insanın Allah’la yakınlı-ğının tekrar nasıl kaza-nabileceğini düşündü. Çünkü “Her ne kadar biz Allah’tan uzak idiysek de, O bize çok yakındı.”

“On Birinci Saat” başlığı-nı taşıyan eseri “modern dünyanın bunalımı”nı anlatıyordu. On ikiye ancak bir saat kalmıştı; zaman tükeniyordu. Bir âhir zaman tasviriydi On Birinci Saat. Hiç vakit kaybetmeden on birinci saatin sorumluluklarını yerine getirmek zorun-daydık. Zamanın sonun-da yapılması gereken şey, ölümden sonraki hayatı düşünmek ve ona hazırlık olmalıydı. Ama hiçbir zaman fe-laket tellallığına soyunmadı. Modern ça-ğın olumsuzluklarını bilgece eleştirilerle dile getirdi. Modern çağın manevi bir ha-yat imkânı taşıdığını da ikrar etti. Âhir zamanda, yani saat on birden on ikiye doğru yapılacak manevi hareketin faz-lasıyla mükâfatlandırılacağını düşündü. Hikmeti her yerde aradı. “Hikmet mümi-nin yitiğidir, nerede bulursa alır!” prensi-bini düşüncesine, eserlerine taşıdı. Zaten on birinci saat temsilini de İncil’deki bir “darb-ı mesel” den almıştı.

Gelenekçi ekolün en önemli temsilcile-rinden birisiydi. Ama ataların kendi biri-kimlerini bize aktarmaları ona göre gele-nekçilik değildi. Sadece vahyin muhafaza edilerek gelecek nesillere aktarılmasıy-

dı. Bu nedenle de gelenek onun lügatin-de aynı zamanda din demekti. Hakikati geleneksel ekolün öncülleriyle değil, di-nin öncülleriyle açıklamaktan hiç çekin-medi. Gelenekçi ekolün bazı mensupları veya Batı’daki bazı sufîler gibi sufîzmi başka dinlerin terminolojileriyle sunma-ya çalışmadı.

Tasavvufun Kur’an’a ve Peygamber’e dayandığından son derece emindi. Hucvîrî’den naklettiği şu sözlere kalpten inanmıştı: “Peygamber döneminde tasav-vufun adı yoktu, ama kendi vardı. Şimdi ise adı var, kendi yok.”

Ruhun şâd olsun Martin Lings… Şimdi Hakikat’le buluştun… Hakikat yolunda bizlere çok şey öğrettin… Öğrettiklerin için çok teşekkürler…

Page 78: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

76 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201476 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Said Halim Paşa, savunduğu fikirleriy-le ve pratiğiyle birçok açıdan farklı ve önemli bir kişiliktir. Batı’da eğitim gördü-ğü için Batı’nın toplumsal ve siyasal yapı-sını yakından görmüş, ahlâk değerlerine tanıklık etmiş ve Batı fikriyatının eğiti-mini almıştır. Ayrıca, Mısırlı olması sebe-

biyle ve Mısır ile irtibatının devam etmesi hasebiyle Osmanlı’yı sadece İstanbul’dan ibaret gören aydınlar ve yöneticilerden farklı olarak, daha evrensel diyebileceği-miz bir perspektiften bakabilme yetisine sahip olabilmiştir.

SAİD HALİM PAŞA’DA AHLAK VE SİYASET DÜŞÜNCESİSaid Halim Paşa’nın Jön Türklerle ilişkisi ve akabinde İttihat ve Terakki’de genel başkanlığa kadar yükselmesi, Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran hareket ve anlayışı tanımış olması açısından önemlidir.

ŞÜN

CE A

TLA

SI -

Hal

it B

EKİR

LU

Page 79: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

77XXXXXXXX TOHUM 77DÜŞÜNCE ATLASI TOHUM

Said Halim Paşa’nın Jön Türklerle iliş-kisi ve akabinde İttihat ve Terakki’de genel başkanlığa kadar yükselmesi, Osmanlı’nın son dönemine damgasını vuran hareket ve anlayışı tanımış olması açısından önemlidir. Ve yine II. Meşru-tiyet öncesi ve sonrasında devlet kade-melerinin her aşamasında görevler alıp, en son Sadrazamlığa kadar yükselmesi siyaset tecrübesi açısından önemli olsa gerektir. Bütün bu tecrübelerle birlikte, Said Halim Paşa’nın düşünsel anlamda tercihini “İslâmcılık”tan yana koyması ve dönemin İslâmcılarına ait en temel ve en kalıcı kaynakları ortaya koyması, Paşa’yı daha çok önemsenmesi gereken bir şah-siyet olarak karşımıza çıkarmaktadır.

Said Halim Paşa’nın siyasi kimliği yanın-da mütefekkirliği de üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Paşa; dinî, ahlâkî, sosyal ve siyasi bütün düşünce-sini, kendince tanımladığı ve bir bütün olarak algılanması gerektiğini savundu-ğu İslâmcılık temeli üzerine oturtmaya çalışmıştır. Yakın tarihimizdeki fikir ha-reketlerinden de etkilendiği göze çarpan Said Halim Paşa, dönemin diğer İslâmcı mütefekkirlerinden, Batıda tahsil gör-müş olma ve siyasette en aktif görevleri almış olma özellikleriyle farklılaşmakta-dır.

Paşa, siyasetle ilgili düşüncelerini ortaya koyarken İslâm dinini merkeze almakta ve bütün siyasi düşüncesini buna göre tanımlamaktadır. Siyaset kurumlarının ise Batıdan alınmak yerine, bizim temel kaynaklarımızdan hareketle ve tecrü-belerimizden istifadeyle, kültürümüz

muvacehesinde yeniden oluşturulmasını savunmaktadır.

Ahlâkla ilgili düşüncelerini de din mer-kezli ortaya koymaya çalışan Said Ha-lim Paşa, kişilerin ve toplumların ahlâk düşüncelerinin zaten onların din anla-yışından kaynaklandığını söylemek-tedir. İslâm’ın ahlâk anlayışının, hem kendi içinde bir bütün olduğunu hem de İslâm’ın bütünlüğü içinde ele alınması ge-rektiğini savunur.

İslâm düşünce tarihinde, çoğunlukla bir-likte ele alınan ahlâk ve siyaset düşün-cesini yorumlayan Said Halim Paşa, kişi-lerin ve toplumların siyaset anlayışının, ahlâk anlayışlarından kaynaklandığını düşünür ve ahlâkla siyasetin ayrılmaz bütün olduğunu savunur. Doğu ve Batı toplumlarının bu bağlamda karşılaş-tırmasını yapan Paşa, her iki toplumun özelliklerinin temelde farklı olduğunu, dini anlayışlarının ahlâklarını, ahlâk an-layışlarının siyasetlerini, siyaset anlayış-larının da siyaset kurumlarını oluşturdu-ğunu savunur ve Batı toplumunun ahlâk ve siyaset anlayışının ve türevlerinin bize uymayacağını söyler.

Dönemin mütefekkirlerinin çoğunun ak-sine Said Halim Paşa, hakim Batı ahlâk ve siyaset anlayışına karşı savunmacı bir yaklaşım sergilemek yerine, Batı’nın ta-rihini ve sosyolojik gerçekliğini bilerek hareket etmemiz, Batı’ya karşı herhangi bir kompleks taşımamamız ve Batı’dan alınabilecek düşünce ve kurumları iyi analiz etmemiz gerektiğini söyler.

Page 80: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

78 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201478 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 81: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

79XXXXXXXX TOHUM 79DÜŞÜNCE ATLASI TOHUM

Said Halim Paşa, dönemin siyasi kon-jonktürünün de etkisiyle olsa gerek ki siyasette arzu ettiklerini gerçekleşti-rememiştir. Osmanlının yıkılma döne-mine rast gelen sadrazamlığı, I. Dün-ya Savaşı’na kendi kontrolü dışında girilmesiyle etkisiz bir dönem olarak ta-rihe geçmiştir. Ayrıca Paşa’nın İttihat ve Terakki’de yetkili olmasına rağmen, yan-lışların önüne geç(e)memesi, eleştirildiği en önemli hususlar olarak değerlendiril-miştir. Denebilir ki Paşa, ülkenin en zor döneminde, daha fazla sıkıntı çıkarmak yerine maslahatçılığı tercih ederek fay-dalı olmaya ya da -hiç olmazsa- zararı azaltmaya çalışmıştır. Nitekim Batı siya-

set kurumlarının son dönemlerde uygu-lanmaya başlanması üzerine, hiç olmazsa Batı’dan alınan bu kurumların verimli bir şekilde uygulanması gerektiğini geçici çözüm olarak önermiştir.

Yarım kalmış hatıratından ve savun-malarından da anlaşılacağı üzere Said Halim Paşa; ömrünün sonuna kadar, Osmanlı’nın çöküşünü engellemek için hem siyasî hem de fikrî mücadele ver-miştir. Siyasî açıdan, daha büyük yanlış-ların önüne geçmeye çalışan Paşa, fikrî olarak da günümüze kadar etkisi devam eden ve siyasi düşünce tarihimizde iz bı-rakan İslâmcılık düşüncesinin en önemli kaynaklarını vermiştir.

Said Halim Paşa; ömrünün sonuna kadar, Osmanlı’nın çöküşünü engellemek için hem siyasî hem de fikrî mücadele vermiştir.

Page 82: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

80 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Filipinler, binlerce adadan oluşan bir Gü-neydoğu Asya ülkesi… Coğrafi konumu ve adalardan oluşan yapısı dolayısıyla da tam bir afetler ülkesi. Ancak Kasım ayı içerisinde gerçekleşen ve özellikle Leyte Adası’nda yer alan Tacloban şeh-rini yerle bir eden kasırga, şu ana kadar ülkenin yaşadığı en büyük felaketlerden biri oldu. Resmî olmayan rakamlara göre kasırgada 10 binin üzerinde insanın ha-yatını kaybettiği belirtiliyor.

Yaşanan kasırganın şiddetini ve yıkıcı etkisini öğrenir öğrenmez acil yardım çalışmasında bulunmak üzere bir ekiple bölgeye hareket ettik.

Uzun bir yolculuğun ardından Filipinler’in başkenti Manila’ya, oradan da tekrar hava yolu ile Tacloban’a en yakın şehir-lerden birisi olan Sebu’ya ulaştık. Baş-kent Manila ve Sebu şehirleri kasırgadan fazla etkilenmemiş fakat Sebu’da bazı mahallelerde hasar oluşmuştu.

“AFETLER ÜLKESİ” FİLİPİNLER

PAN

OR

AM

ASe

rkan

NER

GİS

Page 83: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

81PANORAMA TOHUM

Sebu’dan Tacloban’a ulaşmak gerçekten zahmetli bir işti. Ülkenin adalardan oluş-ması ülke içinde seyahati meşakkatli kı-larken, kasırga nedeniyle bölgeye ulaşım iyice zorlaşmıştı. İlk olarak Sebu’dan feri-botla üç saat süren bir yolculuğun ardın-dan yine Leyte Adası’nda bulunan Ormoc şehrine ulaştık. Şehirde kasırganın etki-si hemen fark ediliyordu. Limandan baş-layarak kıyı şeridinin tamamı yerle bir olmuştu. Akşam saatlerinde ulaştığımız şehir, altyapının tamamen hasar görmüş olması nedeniyle zifiri karanlığa bürün-müştü. Evler yıkılmış, su, elektrik ve ka-nalizasyon sistemleri çökmüştü. Ormoc şehrinde karşılaştığımız manzara kasır-ganın burada çok büyük bir yıkıma sebep olduğunu düşündürmüştü ancak burada gördüklerimizin Tacloban’da karşılaşa-cağımız felaketin yanında küçük bir yı-

kım olduğunu daha sonra anlayacaktık.

Ormoc’ta kaldığımız iki gün boyunca yı-kıma uğrayan bölgelerde pirinç ve temiz içme suyu dağıtımı gerçekleştirdik. İki günde yaklaşık 2.500 aileye ulaştık.

Yolların açılmasının ardından kara yolu ile -ki 3,5 saat sürüyor- Tacloban’a hare-ket ettik. Tacloban’a yaklaştıkça kasırga-nın gerçek etkilerini görmeye başladık. Tacloban’a girdiğimiz anda koskoca bir şehrin neredeyse tamamen yok olduğu-nu ve şehrin girişinden itibaren bütün evlerin hasar gördüğünü, sahil şeridinde-ki yoksul mahallelerde kurulan tahta ve tenekeden yapılma barakalardan oluşan tüm mahallelerin yerle bir olduklarını gördük.

Filipinler, binlerce adadan oluşan bir Güneydoğu Asya ülkesi… Coğrafi konumu ve adalardan oluşan yapısı dolayısıyla da tam bir afetler ülkesi

Page 84: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

82 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Şehrin her yeri cesetlerle doluydu; cad-deler, sokaklar ve hatta deniz... Şanslı olanlar ceset torbalarında, sahipsiz olan-lar ise poşetlere, gazetelere sarılmış vazi-yette yerde duruyordu.

Denizin üstü ceset doluydu ancak ceset-leri çıkarmak için herhangi bir çalışma yapılamıyordu. Havanın sıcak olması ne-deniyle şehrin her yanı ceset kokuyor, sokakta yürümek zorlaşıyordu.

Sebu’dan gelecek ve dağıtımı yapılacak malzemeleri beklerken, burada yapabi-leceklerimizi değerlendirmek maksa-dıyla şehri dolaştık. İlk etapta gıda dağı-tımı yapmaktan başka bir alternatifimiz yoktu. Tüm altyapısı çökmüş şehirde sağ kalanlar için barınma, yemek ve temiz içme suyu gibi sorunlar baş göstermişti. Bu sorunlar, bizim için de büyük sıkıntıya sebep oldu. Kriz masasında yerde yatıyor, yanımızda getirdiğimiz bisküvi ve kon-serveleri tüketiyorduk.

Şehirde, Filipinler hükümetinin ve aske-rinin yardım çalışmalarına rastlamadık desek abartmış olmayız. Tam bir kaos havası vardı. İnsanlar yıkılmış ve altında cesetlerin olduğu, daha birkaç gün önce-

sine kadar başlarını sokup sığındıkları evleri olan enkazın içinde cesetlerle bir-likte yaşıyordu.

Tacloban’daki kasırga sırasında rüzgâr saatte 350 km hıza ulaşmış ve her şeyi yok etmişti. Fakat ölümlere asıl sebep olan ise 5-10 metreye ulaşan dalgalarla birlikte şehrin kıyı şeridini tamamen su-lar altında bırakan tsunami olmuştu. En-kaz altında kalanların tamamı boğularak can vermişti.

Tacloban’da geçirdiğimiz iki günün ardın-dan Sebu’dan alımını yaptığımız yardım malzemeleri bölgeye ulaştı. İlk etapta 40 ton pirinç, 5 bin adet 5 litrelik temiz içme suyu, 5 bin adet konserve dağıtımı yapa-caktık. Bu malzemeleri 10 bin aileye da-ğıtacak şekilde hazırladık ve kriz merke-zinin görevlendirdiği yetkililerle birlikte dağıtımlara başladık.

Dağıtımları yapmak üzere şehrin fakir mahallelerine ulaştığımızda ise çok daha acı manzaralarla karşılaştık. İnsanlar tam bir perişanlık içindeydi. Kasırgadan sağ kurtulan ve durumu iyi olanlar şe-hirden ayrılırken, geride kalanların çoğu gidecek başka yeri olmayan fakir halktı.

Şöyle bir manzara düşünün; enkazla dolmuş bir su kanalı, etrafındaki bütün evler yıkılmış, kanalın içi insan ve hayvan cesetleriyle dolu ve hemen yanı başında yerden çıkmış borudan akan suda yıkanan birileri. İşte burası Tacloban şehri

Page 85: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

83PANORAMA TOHUM

Birçok mahalleye 10 gün boyunca hiç-bir yardım gitmemiş, insanlar enkazda buldukları ne varsa yemeye başlamıştı. Artık bırakın içmeyi, temizlik ve tuvalet ihtiyacı için bile su bulunmuyordu. İnsan-lar, çöken yer altı sisteminde yollardan dışarı fırlamış su borularından akan suyu içiyor, onunla yıkanıyor, tuvalet ihtiyacı-nı o su ile gideriyorlardı. Şöyle bir manza-ra düşünün; enkazla dolmuş bir su kanalı, etrafındaki bütün evler yıkılmış, kanalın içi insan ve hayvan cesetleriyle dolu ve hemen yanı başında yerden çıkmış boru-dan akan suda yıkanan birileri. İşte bura-sı Tacloban şehri.

Şehirde dağıtımlara başladık. Günde or-talama bin aileye ulaşıyor, onlara pirinç, temiz içme suyu ve konserve dağıtımı yapıyorduk. Çalışmalarımızın üçüncü gününde, dağıtım yapan arkadaşlarımı-zın birkaçıyla birlikte bölgede azınlık durumunda olan Müslümanlara ulaşma-ya çalıştık. Zira kriz masasında Müslü-manlara dair hiçbir bilgi yoktu. Yerle bir olmuş mahalle ve sokaklarda ilerlerken yol üzerinde yıkılmış bir mescit gördük. Mescidin hemen arkasındaki Müslüman mahallesi tamamen yıkılmıştı. Girişte asılan bir panoda şu yazıyordu: “WE NEED HELP. MUSLIMS. ALLAHU AKBAR.” Böl-gede kalan Müslüman ailelere ulaştık ve

ihtiyaç malzemelerinin dağıtımını ger-çekleştirdik.

Felaket bölgesinde geçirdiğim 15 günün ardından görevimi diğer arkadaşlara devrederek İstanbul’a döndüm. Dağıtım-ların ardından planlanan kalıcı projeler için de çalışmalara başlandı; çünkü yapa-cak daha çok iş var.

Denizin üstü ceset doluydu ancak cesetleri çıkarmak için herhangi bir çalışma yapılamıyordu. Havanın sıcak olması nedeniyle şehrin her yanı ceset kokuyor, sokakta yürümek zorlaşıyordu

Page 86: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

84 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201484 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

KARİYE MÜZESİHikayesi uzun olan yapının tarihi 4. yüzyıla kadar dayanır. Adı Grekçe ‘kırsal alan, kent dışı’ anlamına gelen Khora dan gelmektedir.

MÜZELERİMİZ Fatmatüzzehra ERBELİ

Page 87: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

85GEZİ TOHUM 85

Edirnekapı’nın surlarının yanıbaşında saklı bir tarihi mabed Kariye... Bizans dö-neminde kilise olarak inşa edilmiş olan yapı, Osmanlı döneminde atalarımızın pak alınlarına secdegah olmuş, 1945’ten sonra ise müze... Yani Ayasofasofya’nın kader ikizi…

Tarihi hakkında

Hikayesi uzun olan yapının tarihi 4. yüz-yıla kadar dayanır. Adı Grekçe ‘kırsal alan, kent dışı’ anlamına gelen Khora dan gelmektedir. Bu isim ona Kostantin’in surları dışında kalması nedeniyle veril-miştir. Bölge ilk olarak kutsal mezarlık alanı olarak değer kazanmış. Khora Ma-nastırı 6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından inşa edilmiş. Bugünkü yapı-nın temeli 1. Aleksios Komnenos’un ka-yın validesi Maria Doukaina tarafından yaptırılmış. 2. Andronikos döneminde (1282-1328) Theodoros Metokhites baş-kanlığında onarılarak, bazı eklemelerle bugünkü haline getirilmiştir. Dünya sa-nat tarihi için büyük önemi olan mozaik ve frskler o dönemden kalmadır.

İstanbul’un fethi sırasında yapı hiçbir za-rar görmemiştir. Hatta uzunca bir süre daha kilise olarak kullanılmıştır. Sultan 2. Beyazıd döneminde (1481-1512) Sad-razam Ali Paşa tarafından 1511 yılında camiye çevrilmiş, yanına bir de medrese eklenmiştir.

Türk devrinde kilise dışındaki manastır yapıları zamanla yıkılarak kaybolmuş. 1766 yılındaki depremde yapının kub-besi çökmüş, mimar İsmail Halife tara-fından onarılmıştır. Orjinal kubbe yerine ahşap bir kubbe yapılmıştır.

Sultan Abdülaziz döneminde mozaikler temizlenerek ortaya çıkarılmış, Sultan 2. Abdülhamid döneminde de restore edil-miştir.

1948 yılında Bakanlar Kurulu kararıy-la yapı müzeler idaresine bağlanmıştır. 1947-1958 yılları arasında Amerika Bi-zans Enstitüsü tarafından Thomas Whit-temore başkanlığında kapsamlı bi resto-rasyon yapılarak ziyarete açılmıştır.

Page 88: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

86 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201486 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 89: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

87GEZİ TOHUM 87

Yapısı hakkında

Kariye, tipik bir Bizans yapısıdır. Dış gö-rünüşü sade olan yapı, içi en süslü kili-selerden biridir. Kısaltılmış Yunan haçı planlı bir yapıdır. Naos, kuzey tarafında-ki iki katlı ek yapı (anneks), iç narteks, dış narteks ve güney tarafındaki mezar şapeli ile beş ana mimariden oluşmuştur. Yapının esas ibadet mekanı naos mer-kezde yer alır. Naosun duvarları korniş seviyesine kadar çok değerli mermer lev-halarla, narteks tamamen mozaiklerle, parekklesion ise freskolarla süslenmiş-tir.

Ayrıca kilisenin içerisinde aristokrat ai-lelere ait olan sekiz mezar arkasolyumu bulunmaktadır.

Kariye, Türkiye’deki eski kiliseler arasın-da en fazla mozaiği barındırma özelliği-ne sahiptir. Kilisenin girişinde sol elinde kutsal kitabıyla bir Hz. İsa tasviri yer alır-ken bi sonraki kemerde Hz. Meryem tas-vir edilmiştir. Giriş kapısınnın üstünde kiliseninin şasını tamamlayıp içini mo-zaiklerle bezeyen Thedoros Metokhites’i Hz. İsa’ya kilisenin maketini sunarken görülür.

İç norteksin kuzey böülümündeki kub-benin içerisinde Hz. Meryem’in atalarına, güney bölümünde ise Hz. İsa’nın atalarına ait figürler yer almaktadır. Dış narteks esas olarak İsa’nın yaşamını, mucizele-rini, iç narteks ise Meryem’in yaşamını anlatan, mozaik sanatının şaheserlerin-den sayılabilecek, birbirlerini takip eden muhteşem sahnelerle bezenmiştir. Pa-rekklesion bölümünde ise, eski Ahit’ten alınmış dini hikayeler ile mahşer günü, diriliş, son yargı gibi sahneler, fresko ola-rak işlenmiştir.

Parekklesion bölümündeki freskolarda hem resim tekniği, hem kaliteli malzeme seçimi sayesinde resimlerin canlılığı bu-güne kadar koruna gelmiştir. Resimlere derinlik vermek amacıyla kullanılan ka-yalıklar, ağaçlar, yapılar arasına gerilmiş kumaşlar, mimari öğeler, oldukça başarı-lı işlenmiş ve bu resimlere üç boyutluluk kazandırmıştır.

Kilisenin camiye dönüştürülmesinden sonra, bütün yazılar, Hıristiyanlık sem-bolleri, bütün freskolar, mozaik süsleme-ler, ince bir boya ve kireç badanası yapı-larak tahrip edilmeden örtülmüş, yapı bu sayede hasar görmeden günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Kariye, Ayasofya gibi anıtsal yapılarla mimari açıdan karşılaştırıldığında tabi-ki çok mütevazi kalıyor. Ama sanatsal zenginliği açısından yalnızca Ayasofya ile değil dünyanın sayılı müze yapılarıyla yarışıyor. Geç dönem Bizans sanatının en güzel örneklerinin sergilendiği mozaik ve ferskler Hristiyanlık tarihi ile ilgili olayları çarpıcı bir biçimde tasvir ediyor. Hristiyan alemini İncil’de tek tek anlatı-lan her olay burada, duvarlarda açıkça gö-rülüyor. Burası kimilerince Hristiyanlık tarihinin üç boyutlu maketi gibi. Bu yüz-den Hristiyan turistlerin Ayasofya’dan sonra en önemli uğrak yeri Kariye.

Yılda 300 bini aşkın turist tarafından ziyaret edilen Kariye, ne yazık ki bizler tarafından pek bilinmiyor. Kıymet bil-meyen bizler onu da tarihin geçiciliğine bırakmışız. Atalarımızın emaneti fethin sembollerinden olan mescidimizi bıra-kın tekrar mescide çevirmeyi adını dahi duymamışız. Yazıya noktayı bir soru ile koyalım; Ayasofya için imza toplayanlar neden Kariye yi hatırlamazlar?

Kariye, Türkiye’deki eski kiliseler arasında en fazla mozaiği barındırma özelliğine sahiptir.

Page 90: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

88 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Tarih XX. yüzyılın başları, sinema dünya-sının lügatine yepyeni bir terim ekleni-yor. Anime sinema…

Japonların teknoloji dünyasından çıkıp gelen, günümüz sinema dünyasında ken-dini otoritelere yetişkin eğlencesi olarak kabul ettiren, hatta ve hatta tüm bunların yanında bir de dünya çapındaki en pres-

tijli sinema festivalleri/ödüllerinde ken-dine alan açan, diğer taraftan maalesef ki İslam coğrafyasının, etkisini, alanını yeni keşfettiği bir sinema türü…

“Maalesef yeni keşfettiğimiz” derken hata ettiğimi düşünmüyorum. Zira bu türün, sinema dünyasına getirdiği yeni-liklerin ve devasa boyuttaki maddi geli-

88

SİNEMA - Tuba AYDIN

ANİMASYON FİLM NE KADAR MASUM?Zamanımızın popüler bir eğlence aracı olan animasyonların, teknoloji harikası ilk örnekleri doksanlı yılların başında Pixar’ın hayatımıza girdiği dönemlere tekabül eder.

Page 91: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

89SİNEMA TOHUM

rinin ötesinde, bilinçaltına doğrudan etki etmesi ve hedef kitlesi nedeni ile de diğer sinema türlerine göre çok daha etkin ol-duğu söylenebilir.

Elbette çizgi filmlerin çocukların haya-tında hatırı sayılacak bir önemi ve yeri var. Çizgi filmlerin görsel ve işitsel açı-dan çocukların renkli dünyalarını daha da renkli hale getirdiği düşünülebilir. Özellikle çizgi filmlerin içerdiği art arda gelen hızlı hareketler ve renkler dikkat dağınıklığını engelleyerek tüm film süre-si boyunca çocuğu perdeye/ekrana bağ-lar. Bu yol ile herhangi bir çocuğa bir ola-yı, olguyu, fikri, inanışı öğretmek, kabul ettirmek diğer tüm yollara nazaran daha

kolaydır. Bu psikolojik etki de elbette çizgi filmler/animasyonlar konusundaki tartışmaları beraberinde getirir.

“Şirinler” çizgi filminin içerdiği ileri sü-rülen “komün yaşam” ve “eşcinsel top-lum” fikirlerinin izleyici kitlesi olan ço-cuklarda doğurduğu etki konuşulurken, diğer taraftan sinemada gişe rekorları kıran animasyon filmler, farklı dinler ya da ideolojilerden öğretiler barındıran alt metinleri ile uzun süre daha bu tartışma-ların odağı olmaya aday.

Tartışma konusu çizgi animasyonlar olunca tarihte çok geriye gitmenin gereği olmadığı kanısındayım.

89

Animasyon filmler; görsellik, teknoloji, eğlence bakımından her ne kadar iç açıcı ise de, bu filmlerin sektörü elinde tutan Hollywood’da üretildiği ve üretici kaynakların ideolojilerinin, filmlerin içeriğinde konumlanmaya başladığı gerçeği de bir o kadar ürkütücüdür.

Page 92: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

90 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201490

Zamanımızın popüler bir eğlence aracı olan bu türün, teknoloji harikası ilk ör-nekleri doksanlı yılların başında Pixar’ın hayatımıza girdiği dönemlere tekabül eder. Artık animasyon filmlerin örneği Sevimli Kahramanlar olmaktan çıkıp, ye-rini “Oyuncak Hikâyesi”, “Ölü Gelin” gibi filmlere bırakmaya başlar.

Filmler; görsellik, teknoloji, eğlence bakı-mından her ne kadar iç açıcı ise, bu film-lerin sektörü elinde tutan Hollywood’da üretildiği ve üretici kaynakların ideo-lojilerinin, filmlerin içeriğinde konum-lanmaya başladığı gerçeği de bir o kadar ürkütücüdür. 90’lı yıllardan itibaren de-ğişen tür ile artık, filmlerin içinde sıklık-la yanlış fikirlerin normalleştirilmesine şahit olabilir, Hıristiyan öğretilerini gö-rebilir ya da tüketim kültürüne dair ör-nekler ile karşılaşabilirsiniz.

Tüm bunlardan yola çıkarak herkesin defalarca ve severek izlediği Shrek serisi örnek olarak gösterilebilir. Filmde iyili-ğe karşı kötülük, güzelliğe karşı çirkin-lik, edebe karşı edepsizlik gibi kavramlar normalleştirilmiştir. Film kahramanları iyi kahramanlar olarak kodlansalar da bu kahramanlar üzerinden olumsuz içe-rikler normalleştirilerek izleyiciye ulaş-tırılmıştır. Bir araştırma sonucuna göre; Shrek 1-2-3 serisinin 170 sahnesinden %43,3’ünde “çirkinlik”, % 20’sinde “cin-sellik”, %10’unda ise “cinsiyet karmaşası” gibi konular bulunmaktadır. Bu araştır-ma ile üç serinin toplamda % 75,4 oranın-

da (yani dört sahneden üçünde) negatif içeriğe sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

Farklı içeriğe sahip olan bir başka örnek ise 2010 yılında vizyona girmiş olan Bay-kuş Krallığı Efsanesi’dir. Genç bir bayku-şun serüvenlerini sunan filmin ana kah-ramanı Soren, babasının kahramanlık hikâyelerini ve Ga’hoole Muhafızlarının görkemli destanlarını dinleyerek büyü-müştür. Bu genç baykuş, tüm baykuş ır-kını kötü kalpli baykuşlardan kurtarmak ve baykuş krallıklarını kurtarmak için tek umuttur.

Hikâye görünürde hiçbir olumsuzluk içermemektedir. Ancak metin ve görsel-ler analiz edildiğinde, filmin tamamına yayılmış dini söylemler göze çarpmak-tadır. Metin, umudunu bir kurtarıcıya bağlamış, çareyi geleceği vaad edilmiş kurtarıcıda arayan bir toplumu yansıt-maktadır. Gelmesi beklenen kişinin, kim olduğundan hiç kimsenin hatta genç bay-kuşun dahi haberi yoktur. Nihayetinde genç kurtarıcı “ilahi” bir kudret ile tüm baykuş ırkını kurtararak kral olur. Tabi yanında her zaman destekçisi ve aşığı olan dişi baykuş ile birlikte. Sonsuza dek mutlu yaşarlar…

Film metninde dikkat çeken bir başka ayrıntı ise kutsal kitaplarda, özellikle de İncil’de sözü edilen kıskançlık, haset ve kinin insan için ne kadar kötü duygular olduğuna vurgu yapılmasıdır. Dünyanın ilk cinayeti olan Habil ile Kabil efsanesi-

Page 93: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

91SİNEMA TOHUM 91

ne atıfla; kurtarıcı baykuş, kardeşi olan ve kötüyü temsil eden kardeşi ile savaş-tırılır. Doğdukları andan itibaren bir ya-rışın içine sokulan baykuş kardeşlerden kötü olan, kardeşini öldürmek isterken alevler içinde yanarak can verir. Özel-likle bu sahne adeta, kıskançlık ve haset gibi duyguların bedelinin cehennemde ödeneceğini gösterir.

Metin analizlerinin ötesinde filmde gör-sellik adına en dikkat çekici olan nokta, kurtarıcı genç baykuşun yüz ifadesi-dir. Teknolojinin getirdiği muhteşem imkânlar sonucunda ortaya, Da Vinci’nin ünlü tablosu “Son Akşam Yemeği”ndeki Mesih İsa’nın yüz ifadesinin “kurtarıcı baykuşta” aldığı şekil çıkar. İlk kez yav-ru bir kuş iken dahi fark edilen bu detay, baykuşlar arasında geçen amansız savaş sırasında başkarakterin yüzünde beliren huzurlu ifade ile daha belirgin hale gelir. Özellikle alevlerin arasında “çarmıhta İsa” figürü misali uçan “kahraman bay-kuş” bu yüz ifadesini takınır. Bu sahne-lerin ardından gelen, “Bir gün mutlaka geleceğini ve bizi kurtaracağını biliyor-duk.”, “Umudumuzu hiçbir zaman kaybet-medik” replikleri “beklenen”in geldiğini işaret eder.

İddialarımıza başka bir boyuttan bak-mak ve daha yakın tarihli farklı bir örnek görmek için Türkiye’de Kasım ayında viz-yona giren Kahraman İkili filmini incele-mek yerinde olacaktır.

Film, Noel’de kesilmek istemeyen iki hindinin zaman makinesi ile geçmişe giderek, Şükran Günü menüsünden hin-diyi kaldırma çabalarını konu alır. Film boyunca Şükran Günü, Noel, yılbaşı ve Hıristiyanlık hakkında pek çok şey du-yulur. Ama filmi bu yazının konusu yapan nokta bunlar değil, tamamen tüketim

kültürünü dayatmasıdır. Film boyunca, var olan bir kültürü yok ederek yerine pizza koymak, çağın tüketim alışkanlık-larını 1600’lü yıllara taşımak gibi temel noktalar işlenir.

91 dakika boyunca cinsel içerikli ko-nuşmaların ve tüketim alışkanlıklarına dair vurguların yapıldığı filmin sonunda menüden kaldırılan hindinin yerine piz-zanın konulmuş olması ise tüm bu söy-lediklerimizin göstergesi olarak kabul edilebilir.

Çocuklar yukarıda bahsedilenler gibi sakıncalı animasyon filmlerdeki sahne-lerin içeriğini yetişkinler gibi süzgeçten geçiremeden direkt özümseyecek ve ör-nek alacaktır. Yetişkinlere seslenen “cin-sel içerikli sözleri ve şakaları” anlamadığı gibi, bunların ne anlama geldiğini bilme-den bunları arkadaşlarına yahut büyük-lerine tekrarlamaya başlayacak ve bu durumda tepki görecektir. Bu durum ço-cukta özgüven yetersizliği, öğrendikleri konusunda şüpheye düşme gibi olumsuz etkiler bırakacaktır.

Tüm bu tartışmalardan yola çıkılacak olunursa anime sinemanın, tek başına karar almaktan, doğru ile yanlışı birbi-rinden ayırt etmekten henüz uzak olan çocuklara değil, ne düşüneceği, nasıl dav-ranacağı ya da ne isteyeceği hususunda akıl, deneyim ve birikimlerini kullana-bilecek yetişkinlere yönelik bir eğlence türü olduğu iddia edilebilir.

Bu sebeplerle çocukların gelişim süre-ci boyunca sakıncalı içerikli animasyon filmlerden uzak tutulması gerektiği, olumsuz etkiler doğurabilecek animas-yon filmlere de içerikleri doğrultusunda yaş sınırı getirilmesi gerektiği düşünce-sindeyim.

Anime sinemanın, tek başına karar almaktan, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmekten henüz uzak olan çocuklara değil, ne düşüneceği, nasıl davranacağı ya da ne isteyeceği hususunda akıl, deneyim ve birikimlerini kullanabilecek yetişkinlere yönelik bir eğlence türü olduğu iddia edilebilir.

Page 94: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

92 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201492 TOHUM EKİM - KASIM - ARALIK 2013

Uluslararası Medeniyet Kongresi, mevcut küresel konularda yeni fikir ve anlayışların oluşması, özel-likle de medeniyet kavramını incelemek için üretil-miş olan kuramsal ve yöntemsel çerçeveleri anlama yolunda önemli açılımlar yapma amacını taşıyor. Kongre düzenleme heyeti bu kongrenin, medeniyet kavramı etrafında şekillenen tartışmaların çerçeve-sinin yeniden çizilmesi, medeniyet(ler)in geliştirile-rek sürdürülebilirliklerinin artırılması ve günümüz-de karşılaştığı sorunlara yine medeniyet kavramının içerdiği özden hareketle yeni çözüm önerilerinin getirilmesi yolunda önemli katkılar sağlayacağını söylüyorlar.

Uluslararası Medeniyet Kongresi, dünyanın her ye-rinden alanlarında uzman ve birikimli akademisyen ve entelektüellerin bir araya gelerek, deneyim ve fikirlerini paylaştıkları bir platform olma özelliği taşıyor. Bu yönüyle kongrenin; tüm dünyada üzerin-de yaşadığı dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmayan entelektüellerin toplanma, bilimsel birikimlerine yeni boyutlar katma ve potansiyellerini insanlığın yararına harekete geçirme yolunda önemli fırsatlar sunacağı düşünülüyor.

Kalamış Marina Wyndham Hotel’de 17 Ocak Cuma günü başlayacak kongre 19 Ocak Pazar günü sona erecek.

2 - 10 Kasım 2013 tarihleri arasında dü-zenlenen 32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından gerçekleştirilen 23. Uluslara-rası İstanbul Kitap Fuarı 10 Kasım Pazar akşamı 455 bin okurun ziyaretiyle sona erdi.

Kitap Fuarları Danışma Kurulu tarafın-dan alınan kararla tarihçi akademisyen Prof. Dr. Sayın Taner Timur 32. Ulusla-rarası İstanbul Kitap Fuarı “Onur Yazarı” olarak belirlenirken, fuarın ana teması ise “Tarih: Geçmişteki Gelecek” idi.

690 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenen İstanbul Kitap Fuarı’nda yurt dışından 28 ülke yer alır-ken 17 yabancı yazar konuk oldu. Dokuz gün süresince 300 kültür etkinliği ger-çekleştirilen fuar, imza günleri ve etkin-liklerde yüzlerce yazarın okurlarıyla bir araya gelmelerini sağladı.

Yurt içi ve yurt dışından 100’ün üzerinde galeri ve sanat kurumunun katılımıyla düzenlenen Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı dokuz gün süresince önemli sergi-lere ev sahipliği yaptı.

ULUSLARARASI MEDENİYET KONGRESİ İSTANBUL’DA

KASIM’DA “OKUMAK” BAŞKADIR

KÜLTÜR-SANAT Kübranur BAŞARAN

Page 95: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

9393

İstanbul Rezzan Has Müzesi’nde Urartu takı-larının gizemi çözülüyor. 8 Kasım 2013 tarihinde ziyarete açılan sergi 31 Temmuz 2014’e kadar devam edecek. Bu sergi sayesinde; pektoraller (göğüslük), madalyonlar, boncuklar, amuletler, boyun halkaları, süs iğne-leri, fibulalar, pazıbentler, bilezikler, yüzükler ve ke-merler gibi pek çok takı, Urartu toplumunun gi-

zemli düşüncelerini, din-sel inanç ve geleneklerini gözler önüne serecek. Bir arada görme fırsatını pek bulayacağımız yaklaşık 80 adet Urartu kemerinin yanı sıra, Urartuların takı olarak kullandıkları pek çok malzeme sergide yer alırken, takıların koru-yucu özellikleri de ele alınacak.

Dünya sinema tarihini başlangıcından bugüne anlatan 15 saatlik belgesel ‘Sine-manın Hikayesi’ 19- 29 Aralık tarihlerin-de İstanbul Modern Sinema’da gösterildi.

İstanbul Modern Sinema, 19-29 Aralık tarihlerinde ‘Sinemanın Hikayesi’ ile me-raklılarına dünya sinema tarihini başlan-gıcından bugüne bütünüyle anlatan 15 saatlik bir belgesel maratonu yaşattı.

Beş yılı aşkın bir çalışma sonucunda Mark Cousins’in aynı adlı kitabını temel alarak yönettiği film, sinemanın getirdiği yenilikleri keşfe çıkarken sinemacıların hem dönemlerinin tarihi olaylarından hem de birbirlerinden nasıl etkilenmiş olduklarını inceliyor.

Sessiz sinemanın ilk günlerinden Hollywood’un doğuşuna ve yıldız sistemi-ne uzanarak, sinemanın Rusya, Japonya, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, İskan-dinavya ve ABD’deki sanatsal evrimini kat ediyor.

Sinemanın Hikayesi’, izleyiciyi hem tüm zamanların en iyi filmlerini kuşatan sü-rükleyici bir dünya turuna çıkarıyor, hem de Avrupa ve Amerika odaklı mevcut si-nema algısını kırarak “7. Sanat”ın tarihini “dünyalaştırıyor”.

“Terminoloji kullanmadan, daha anlaşı-labilir bir sinema tarihi” yazma fikriyle sinema tarihinin önemli duraklarına de-ğinen belgesel, müthiş arşiv görüntüle-rinin yanı sıra Bernardo Bertolucci, Jane Campion, Gus Van Sant, Lars Von Trier, Claire Denis, Stanley Donen ve Claudia Cardinale gibi efsanevi sinemacılar ve oyuncularla söyleşiler içeriyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin vuslat gecesi, Şeb-i Arus, 13 Aralık’ta Ülker Sports Arena’da gerçekleşti.

Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin vuslat gecesi, ikinci kez T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin katkı-larıyla aşkın başkenti İstanbul’da gerçekleşti.

13 Aralık gecesi İstanbul semaları, Mevlana aşığı semazenlerin ayin-i şeri-fine ev sahipliği yaptı.

Tüm dünyayı sözleri ve eserleriyle etkilemiş, gö-nüllerin ve aşkın sultanı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin vuslat gecesi her yıl Aralık ayında sema ayini ve dualar eşliğinde kutlanıyor. İstanbullu-

lar geçen yıl büyük bir kalabalık eşliğinde ilki düzenlenen etkinlikten sonra bu yıl ikinci kez bir Şeb-i Arus törenine daha şahitlik etti.

Bu muhteşem gecenin takdim ve sunuculuğu, Ertem Şener tarafından gerçekleştirilirken, Türk Tasavvuf Müziği’nin usta sesi, dev ismi Sami Savni Özer eşsiz konser din-letisi ile sahnede yerini aldı. Konserin sonunda sahneye çıkan Alişan ve Kutsi’nin ilahi düetleri ile içsel yolculuk en üst noktalara taşındı.

Tokhayder’in himaye-sinde gerçekleştirilecek organizasyonla gönüller sultanı, aşkın başkentin-de en güzel şekilde anıldı.

URARTU TAKILARININ GİZEMİNİ KEŞFEDİN

‘SİNEMANIN HİKAYESİ’ İSTANBUL MODERN’DE

İSTANBUL, ŞEB-İ ARUS İLE ŞEREFLENDİ

KÜLTÜR - SANAT TOHUM

Page 96: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

94 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 201494

Dünyaya Hükmeden Sultan 2 – Kanuni’nin Akıl Oyunları/ Talha UĞURLUEL

Osmanlı tarihini herkese sevdiren Talha Uğurluel, Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı İmparatorluğunun en debdebeli dönemini anlatmaya, Dünyaya Hükme-den Sultan Kanuni’nin ardından, Kanuni’nin Akıl Oyunları kitabıyla devam ediyor. Uğurluel, bu çalışmasında Kanuni Sultan Süleyman’ın dahiyâne siyasi kimliğiyle Osmanlı İmparatorluğunu nasıl bir dünya imparatorluğu haline getirdiğini tüm detaylarıyla anlatıyor. Bir yanda Kutsal Roma ile Katolik Hristiyanlığı dünyaya hakim kılmak isteyen Şarlken ve Ferdinand, diğer yanda Büyük Pers Krallığı’nı ayağa kaldırmak isteyen Şah Tahmasb, bir yanda Yemen’deki Zeydî imamları, di-ğer yanda Hind Okyanusu’ndaki Portekiz sömürgecileri…

Kitapta Katolik zulmünden muzdarip Protestanlar’a da, Portekiz mezaliminden yılmış olan Gucurat Devleti’nin halkına da yardımcı olmaya çalışan Kanuni’yi okuyoruz. Sultan Süleyman, bu süreçte yine devlet adamları yardımıyla politik oyunlar yaparak düşmanı kendi memleketinde çaresiz duruma düşürecek, ken-disine oynanan oyunlar karşısında ise en sevdiği arkadaşından da ciğerpâresi ev-latlarından da vazgeçecektir.

Kanuni’nin Afrika siyaseti neydi? Şarlken Cezayir’de nasıl hezimete uğratıldı? Barbaros’un son deniz seferinde neler yaşandı? Kanuni ile Şah Tahmasb arasında-ki kıyasıya mücadelede neler yaşandı? Hürrem Sultan nasıl vefat etti? Kanuninin hasta yatağındaki son seferi Zigetvar’da neler yaşandı? Zihinlerde yer etmiş bu-nun gibi birçok sorunun cevabını bu kitapta bulacak, merakla beklenen serüvenin devamını bir solukta okuyacaksınız.

Aşkın Secdesi / Ahmet TURGUT (Kerbela Üçlemesinin Son Romanı)

“Sevgiliyle vuslatı göklerde arama!

Bilirsen, alnını koyduğun yerdedir O...”

Yine irfani bir anlatımla tarih, insan, kutsal ve edebiyat iç içe... Yüz binlerce oku-run gönüllerinde taht kuran seri, üçlemenin son romanıyla Hüseynî aşkın şahit-lerini Kerbelâ’daki büyük buluşmaya çağırıyor.

“Ey Babam Oğlu, dinle beni!” diyordu, “Âhıma yol verip ağlasaydım; gökten yağmur misali yıldız inerdi. Yusuf’a zindan kuyular gözyaşlarımla dolardı. Ama mazlum gönüller titremesin diye bir dem bile ağlamadım Can Hüseyin...”

“...Ey Dedem Oğlu, Rahmet Evinin Gülü!.. Düldülden inip Burak’a binen sen değil misin? Bilsem ki, sen ölüsün; billahi düşmem derdine. Neredesin gözlerin nûr ve-silesi, nerede?..”

Ölüdür her insan; tâ ki kendinden doğana değin...

KİTAP - Saliha Şahin

TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014

Page 97: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

9595

Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser / Honggyu

Kore Savaşı’nda mücadele edip, savaştan sonra orada ka-lan bilge bir Türk’ün dokunaklı hikayesine yer veren bu roman, başucu kitabınız olmaya aday.

Hayata karşı mağlup olmuş, Kore Savaşı’nın derin izlerini bedenlerinde ve zihinlerinde taşımaya mecbur kalmış bir neslin yüreğinden dökülenlere kulak vermek, yalnızlıkla-rına tutunmuş, kabullendikleri yenilgilerini tanımadıkla-rı bir çocuğun gözlerinde yeniden yaşayan bir grup insanın çığlıklarını duymak, yetimhaneden evlatlık alınan bir ço-cuğun kapanmayan yaralarına tanık olmak için, bu roma-nı elinize almalısınız.

Akıl ve Erdem - Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi / İb-rahim KALIN

Bir tarafta sağlam ve derin kökleri olan ve böylece dünya-da bir var-olma noktası (“merkezi”) bulunan, diğer tarafta geniş perspektifiyle dünyaya bakan ve yeni imkanlara kapı aralayan bir özne olmak mümkün müdür? Bu soru, elinizdeki çalışmanın temel sorunsallarından birini oluş-turuyor.

Bir yanda dünyayla entegre olmak ve modernleşmek adı-na kendi varlığına sırtını dönmek, öte yanda kendi olmak adına her şeyi ötekileştirmek ve küçük milliyetçiliklere hapsolmak, Türk modernleşmesinin ürettiği sonuçlardan biri. Küreselleşme ve çoğul-modernite çağında Türkiye bu yüklerinden kurtulmaya çabalıyor.

Akıl ve Erdem, modernitenin ve aydınlanmanın temel iddialarını sorgularken, bunların Türkiye tecrübesinde tekabül ettiği yeri tespit etmeye çalışıyor ve mevcut iki-lemlerin yerine “biz ve onlar” gibi yeni dikotomiler inşa etmektense, moderniteyi de aşan bir varolma ve düşünüş biçiminin imkanlarını araştırıyor.

KİTAP TOHUM

Page 98: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim
Page 99: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

97XXXXXXXX TOHUM

Page 100: OCAK - ŞUBAT - MART 2014 SAYI: 150 · 2018-03-03 · EDİTÖRDEN TOHUM01 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Tesettür, türban, başörtüsü… Adına her ne dersek diyelim

98 TOHUM OCAK - ŞUBAT - MART 2014