nizamül mülk siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm...

176
Nizamül-mülk _ Siyasetname SUNUŞ Devrin padişahlarına ve devlet ileri gelenlerine, dolayısıyla daha sonra bu görevleri üstleneceklere yol göstermek, tavsiyelerde bulunmak gayesiyle kaleme alınan siyasetnâme türündeki eserlerin çok eskilere giden bir geleneği vardır. Felsefi ahlâkın politique bölümünde, siyaset konularına yer verildiği, devletin işleyişi, idare şekilleri ve devlet ileri gelenlerinin taşımaları gereken özelliklerin sıralandığı bilinmektedir. İslâm felsefesi kitâbiyatında, felsefî ahlâkın politique kısmı için "ilın-i tedbîr-i medine" (şehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte ise de, ilm-i tedbîr-i medine üzerinde önemle duran ve bu sahada eserler telif eden kişi olarak Farabî gözükmektedir. Ârâu ehli medineti'l-fâzıla adlı eseri, bu konuda yazdıklarının en önemlisidir. İslâm dünyasında telif edilen siyasetnâme türündeki eserler için şöyle bir sınıflandırmada bulunmak mümkündür: 1. Siyaset konusunu nazarî olarak ele alıp, bu mesele etrafında İslâmın görüşünün ne olabileceğini tesbit etmeye yönelik eserler. Buna örnek olarak İbn Teymiye'nin es-Siyasetü'ş-şer'iyye fi ıslahı'r-ra'î ve'r-ra'iyye'si ile Maverdî'nin el-Ahkâmu's-sultaniye ve'l-velâyetü'd-diniyye'si gösterilebilir. 2. Pratik gayeler güden ve devrin sultanına nasihat vermekle yetinen, bu arada daha önceki devlet adamlarının başından geçenlere yer veren eserler: Bunun en güzel örneği Nizamülmülk'ün Siyasetnâme 'si olmalıdır. 3. Layiha şeklinde olanlar: Bunlar belli bir devir için yazılma özelliğini taşırlar. Osmanlı Devleti'nin gerileme ve çöküş dönemlerinde bu layihalarda bir artış olduğu görülmektedir. Bunların en meşhuru da Koçi Bey risalesi olarak bilinen layihadır. İslâm dünyasında kaleme alınan siyasetnameleri toplayan ve bunları tanıtan eserler de kaleme alınmıştır. Türkiye'de bu işi iki değerli merhum âlimimiz; Bursalı Mehmet Tahir ile Agâh Sırrı Levent yapmışlardır. 1 Selçuklu Devleti'nin şöhretli veziri Nizamülmülk'ün kaleme aldığı Siyasetnâme (veya Siyeru'l-mülk), yaygınlığı ve etkinliği yanında muhtevası bakımından da önem arzetmektedir. Nizamülmülk kendi ifadesinden de anlaşılacağı gibi, eserinde yalnız nasihat vermekle yetinmemiş, olaylar nakletmiş. Selçuklu Devleti'nin işleyişi, aksayan tarafları, alınması gereken tedbirler, müesseselere işlerlik kazandırmak için yapılması gereken düzenlemeler... gibi konularda da bilgiler vermiş, Selçuklu Devleti içinde yaygınlık kazanan, hatta devleti tehdit eden Bâtınî - Rafızî kaynaklı hareketler hakkında değerli malumat aktarmıştır.

Upload: others

Post on 16-Jan-2020

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Nizamül-mülk _ Siyasetname

SUNUŞ

Devrin padişahlarına ve devlet ileri gelenlerine, dolayısıyla daha sonra bu

görevleri üstleneceklere yol göstermek, tavsiyelerde bulunmak gayesiyle kaleme

alınan siyasetnâme türündeki eserlerin çok eskilere giden bir geleneği vardır.

Felsefi ahlâkın politique bölümünde, siyaset konularına yer verildiği, devletin

işleyişi, idare şekilleri ve devlet ileri gelenlerinin taşımaları gereken özelliklerin

sıralandığı bilinmektedir.

İslâm felsefesi kitâbiyatında, felsefî ahlâkın politique kısmı için "ilın-i tedbîr-i

medine" (şehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi

ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte ise de, ilm-i

tedbîr-i medine üzerinde önemle duran ve bu sahada eserler telif eden kişi olarak

Farabî gözükmektedir. Ârâu ehli medineti'l-fâzıla adlı eseri, bu konuda

yazdıklarının en önemlisidir.

İslâm dünyasında telif edilen siyasetnâme türündeki eserler için şöyle bir

sınıflandırmada bulunmak mümkündür:

1. Siyaset konusunu nazarî olarak ele alıp, bu mesele etrafında İslâmın

görüşünün ne olabileceğini tesbit etmeye yönelik eserler. Buna örnek olarak İbn

Teymiye'nin es-Siyasetü'ş-şer'iyye fi ıslahı'r-ra'î ve'r-ra'iyye'si ile Maverdî'nin

el-Ahkâmu's-sultaniye ve'l-velâyetü'd-diniyye'si gösterilebilir.

2. Pratik gayeler güden ve devrin sultanına nasihat vermekle yetinen, bu arada

daha önceki devlet adamlarının başından geçenlere yer veren eserler: Bunun en

güzel örneği Nizamülmülk'ün Siyasetnâme 'si olmalıdır.

3. Layiha şeklinde olanlar: Bunlar belli bir devir için yazılma özelliğini taşırlar.

Osmanlı Devleti'nin gerileme ve çöküş dönemlerinde bu layihalarda bir artış

olduğu görülmektedir. Bunların en meşhuru da Koçi Bey risalesi olarak bilinen

layihadır.

İslâm dünyasında kaleme alınan siyasetnameleri toplayan ve bunları tanıtan

eserler de kaleme alınmıştır. Türkiye'de bu işi iki değerli merhum âlimimiz;

Bursalı Mehmet Tahir ile Agâh Sırrı Levent yapmışlardır.1

Selçuklu Devleti'nin şöhretli veziri Nizamülmülk'ün kaleme aldığı Siyasetnâme

(veya Siyeru'l-mülk), yaygınlığı ve etkinliği yanında muhtevası bakımından da

önem arzetmektedir.

Nizamülmülk kendi ifadesinden de anlaşılacağı gibi, eserinde yalnız nasihat

vermekle yetinmemiş, olaylar nakletmiş. Selçuklu Devleti'nin işleyişi, aksayan

tarafları, alınması gereken tedbirler, müesseselere işlerlik kazandırmak için

yapılması gereken düzenlemeler... gibi konularda da bilgiler vermiş, Selçuklu

Devleti içinde yaygınlık kazanan, hatta devleti tehdit eden Bâtınî - Rafızî

kaynaklı hareketler hakkında değerli malumat aktarmıştır.

Page 2: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bu sunuş yazısında, Nizamülmülk'ün dinî naslar konusunda çok titiz

davranmadığını da belirtmek gerekmektedir. Siyasetnâme'nin 30. faslının

"Şarap meclisinin kurulması ve şartları"na tahsis edilmesi bu konuda bir fikir

verir kanaatındayız.

Siyasetnâme, bu özelliklerinden dolayı, bilhassa Selçuklular üzerinde çalışanlar

ve siyasetnâmelerle ilgilenenlerin dikkatini çekmiş ve zamanımıza kadar, neşir

ve tercüme olarak üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların dökümü

şöyledir:

Neşirler:

1. Seneler (Paris, 1891),

2. Seyyid Abdurrahim Halhali (Tahran,

310), I Bursalı Mehmet Tahir,Siyasete müteallik âsâr-ı İslâmiye (! 332): Agâh Sırrı

Levent, «Siyaset - nameler», Türk dili araştırmaları yıllığı - 1962.

SİYASETNÂME

3. Abbas İkbal Aştiyanî (liseler için düzeltme ve açıklamalarla, Tahran, 1320),

4. Murteza Müderrisi Çihardihî (Kazvinî'nin notlarıyla, Tahran, 1334,2.

baskı,Tahran, 1344),

5. Hubert Darke (Tahran, 1962),

6. M. Altan Köymen (Ankara, 1976).

Tercümeler: 1. Fransızca: Schefer (Paris, 1893),

2. Kısmen İtalyanca: F. Gabrieli (Orientalia,Vll/l-2,s. 80-94, 1938),

3. Rusça: B.Zakhoder (Leningrat, 1949),

4. Türkçe: a) Ebu'l-Fazl Mustafa (İst. Üniversitesi Kütüphanesi,Ty. Nu. 6952.

Küçük boy 14 vr., seçme bir tercümedir),

b) Mehmet Ali Aynî: A. K. Aksüt, Aynî'nin 1933'te Maarif Vekâleti tarafından

Siyasetnâıne'yi tercüme etmekle görevlendirildiğini, bu tercümeyi

tamamladığını, 1936'da basılmaya başlandığını, sonradan bilinmeyen bir sebeple

bundan vazgeçildiğini yazmaktadır.2

c) M. Şerif Çavd'iroğlu (İstanbul. 1954)

5. İngilizce: Hubert Darke (Nevhaven, 1960),

6. Almanca: K. E. Schabinger (Leiden, I960),1

M. Şerif Çavdaroğlu'nun Türkçe tercümesi yayımlandıktan sonra Prof. İbrahim

Kafesoğlu, Siyasetnâme'nin muhtevası ve Türkçe tercümesi hakkında geniş bir

makale kaleme almış, mevcut neşirlerin yetersiz ve eksik olduğunu, eserin en

eksiksiz nüshasının

2 Ali Kemali Aksüt, Profesör Mehmet Ali Aynî. Hayatı ve Eserleri, s. 377

(1944).

3 Tercüme ve neşirlerin listesi için istifade edilen kaynaklar: A. S. Levent, a.g.

makale; İbrahim Kafesoğlu, "Büyük Selçuklu veziri Nizâmü'l-Mülk'ün eseri

Siyasetnâme ve Türkçe tercümesi", Türkiyat mecmuası. XII, s. 231 -256

Page 3: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

(1955): aynı yazar, "Nizâmü'l-Mülk", M, IX, 329 - 333; M. Müderrisi

Çihardihî neşri (Tahran, 1344).

4 1. Kafesoğlu, a.g. makale.

İstanbul Molla Çelebi Ktp.de olduğuna işaret etmiş (Sülcymaniye Ktp. Molla

Çelebi Kit. Nu. 114), bu nüshadan istifade edilerek yeni bir neşrinin

yapılmasının gerektiğini vurgulamıştır.4 Bu tavsiyeyi dikkate alan M. Akan

Köymen, Molla Çelebi nüshasından istifade ile Siyasetnâme'yi yeniden

neşretmiştir.

Elinizdeki tercüme, M. Müderrisi Çihardihî ve Köymen neşrinden istifade

edilerek hazırlanmıştır. Dolayısıyla tam metin ilk tercüme olmaktadır. Dergâh

Yayınları, önümüzdeki günlerde, özellikle Osmanlılar zamanında kaleme

alınmış Siyasetnâme türündeki eserleri yayımlamaya devam edecektir.

DERGÂH YAYINLARI

İçindekiler

Sunuş, 5

İçindekiler, 9

Mütercimin önsözü, 13

M. Müderrisi Çihardihî'nin önsözü, 15

Schefer'in Siyasetnâme hakkındaki düşünceleri, 19

SİYASETNÂME, 21

Kitabın yazılması hakkında, 23

1. FASIL: Sultan'in (Allah mülkünü edebî kılsın) medhi, halkın ve dünyanın

durumu, 25

2. FASIL: Padişah ve emirlerin Allah Taâlâ'nın nimetini tanıması hakkında,

28

3. FASIL: Padişahın, zamanındaki zulümleri yok edip adalet ve hüsn-i niyeti

hâkim kılması, 30

4. FASIL: Âmiller, vezir ve kölelerin devamlı soruşturulması

(kontrolü), 39

5. FASIL: Ikta' sahipleri ve onların halka nasıl muamele ettiklerinin tetkiki,

49

6. FASIL: Kadı, hatip ve güvenlik memurlarının (muhtesip) işleri, 58

7. FASIL: Âmilin (vergi memuru), kadı'nın, emniyet müdürünün (şahne),

(belediye) reisin(in) durumlarını soruşturmak ve bunun siyasî şartı, 63

8. FASIL: Din ve dinî kanunların, benzerlerinin araştırılması ve tetkiki ,75

9. FASIL: Devlet ileri gelenleri ve geçimleri, 79

10. FASIL: Muhabirler, postacılar ve memleket işlerinde tedbir almak, 80

11. FASIL: Padişahın huzurunda yazılan fermanlara ve meselelere saygı

İÇİNDEKİLER

Page 4: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

gösterilmesi, 88

12. FASIL; Mühimmat için dergâh'tan padişaha köle göndermek, 91

13. FASIL: Memleket ve halkın iyiliği için casuslar göndermek ve tedbir

almak, 92

14. FASIL: Sulhun devamlı olması için elçiler ve haberciler göndermek, 106

15. FASIL: Elçilerin sarhoşluk ve normal hallerinde ihtiyatlı davranmaları, 107

16. FASIL: Özel vekil ve işlerinin verimli olması için nasıl yapılacağı, 108

17. FASIL: Padişahın nedim ve yakınlarının işlerinin nasıl yapılacağı, 109

18. FASIL: Padişahların memleket işleri için âlimlerle meşveret yapması, 112

19. FASIL: Müfretler, memleketin selâmeti için bunların maişet ve işlerinin

düzenlenmesi, 114

20. FASIL: Padişah makamının hazırlanması, süslü ve her çeşit silahların

yapılması, 115

21. FASIL: Elçilerin hal, hareket ve işlerinin düzenlenmesi. 116

22. FASIL: Ordunun konaklayacağı yerlerdeki otlaklar, 120

23. FASIL: Padişahın bütün askerlerinin mallarını belirlemesinin gereği, 121

24. FASIL: Her cins ve kavimden asker bulundurması, 122

25. FASIL: Padişah sarayında her cins askerin mukim olması ve iaşesinin

temini, 123

26. FASIL: Türkmenleri, köleleri, Türklerin yönetiminde ve diğer hizmetlerde

kullanmak, 124

27. FASIL: Kölelerin yapacağı işler ve işlerini yaparken onlara zahmet

çektirmemek, 125

28. FASIL: Saray kölelerinin görevleri, 126

29. FASIL: Halkın (avam) ve ileri gelenlerin (havas) ziyaretine müsade etmek,

30. FASIL: Şarap meclisinin kurulması ve şartları, 142

31. FASIL: Padişah huzurunda kulların ve hizmetkârların duracakları yer, 144

32. FASIL: Ordunun ihtiyaçları, istekleri ve ordugâh hizmetleri, 145

33. FASIL: Süslenmeyi, silahı, savaş levazımatını ve seferi tanımak, 146

34. FASIL: Hata yaptıkları an devlet ileri gelenlerinin cezalandırılması, 147

35. FASIL: Saray muhafızları, bekçileri ve nöbetçileri, 150

36. FASIL: Çalışan kulların ve hizmetkârların haklarını koruma, 151

37. FASIL: Padişahın sofrası nasıl hazırlanmalı, hizmetkârları kimler olmalı,

154

38. FASIL: Ikta' sahipleri ve halkın hareketleri hakkında ihtiyatlı olmak, 157

39. FASIL: Ülke ve padişahlık görevlerinde düşünerek karar vermek, 158

40. FASIL: Ceza infaz emiri (emir-i hares), çubdarlar ve ceza âletleri, 160

41. FASIL: 1. Padişahın Allah'ın kullarına işlerinde bağışta bulunması, 165; II.

Aynı konuda bir diğeri de şöyle der, 173; III. Unvanların mânası ve dereceleri,

42. FASIL: İki işi bir kişiye emretmemek, işsizlere iş vermek ve onları işsiz

bırakmamak, işi dindar ve liyakatli kişilere vermek, dinsizlere iş vermeyip onları

çevresinden uzaklaştırmak, 183

Page 5: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

43. FASIL: Tesettür ehli, ordu kumandanlarının sırasının korunması ve

sanatkârlar, 204

44. FASIL: Ülkenin ve dinin düşmanı, dinsizlerin ve Haricîlerin davra-

nışlarının kontrolü, 213

45. FASIL: Mazdek'in ayaklanması, onun dini ve Âdil Nuşirevan tarafından

öldürtülmesi, 215

46. FASIL: Ateşperest Sinbad'ın ortaya çıkışı ve Nişabur'da müslüman-lara

karşı ayaklanması, 233

47. FASIL: Karmatî ve Bâtınîlerin Kuhistan, Irak ve Horasan'da ortaya çıkışı,

235/Horasan ve Maveraiinnehir'de Bâtınîlerin ortaya çıkışı, Horasan emirini

ortadan kaldırarak kendi mezheplerini yaymaları, 239/Şam ve Mağrip'te

Bâtınîlerin ortaya çıkışı, fitne ve fesatları, 246/Gur ve Herat bölgesinde Karmatî

ve Mazdekîlerin ortaya çıkışı ve aynı bölgede helak olmaları, 247/Bâtınîlerin

ikinci defa Horasan ve Maveraiinnehir'de ortaya çıkışları ve yok edilişleri,

249/Batınî Ali b. Muhammed Berkâî'nin Huzistan ve Basra'da ortaya çıkışı,

254/Ebu Said Cennabi ve oğlunun Bahreyn ve Lahba'da isyan etmesi, 255

48. FASIL; Hurremîlerin Isfahan ve Azerbeycan'da baş kaldırışları,

259/Bâbek'in isyanı, 260

49. FASIL: Padişahın hazineye sahip olması ve onu düzene koyması. 266

50. FASIL: Adalet isteyenlerin sayısını azaltmak, onlara yerinde cevap ve

haklarını vermek, 268

51. FASIL: Vilayetlerin hesaplarının tutulması ve nizama konulması, 271

Umumî fihrist, 273

Siyasetnâme neşirlerinden fotokopiler, 287

MÜTERCİMİN ÖNSÖZÜ

Nizamü'l-mülk, Hasan b. Ali b. İshak Tusî (1018 - 1092), Tus'ta doğdu (10

Nisan 1018), iyi bir tahsilden sonra Gazne Devleti'ne bağlı Horasan umumi

valisi Ebu'l-Fazl Surî'nin maiyyetinde idarecilik hayatına başladı, 1040

senesinde Dandanakan savaşını müteakip Gazne'ye gitmişse de tekrar Horasan'a

dönerek Selçukluların hizmetine girdi ve Alparslan'ın Belh valisi Ebu'l-Ali

Şadan tarafından vilayet işlerini tedvire memur edildi. Alparslan'ın Selçuklu

sultanı olmasıyla 1064 yılında vezirliğe getirildi. Kendisine Halife Kaim bi-

Emrilah tarafından Nizamü'l-mülk ve Kıvamu'd-devle lakapları verildi.

Alparslan ve Celaleddin Melikşah'ın vezirliğini yapmış (1064 - 1092), kurduğu

idarî teşkilat ile devletin sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. Savaş

alanlarında da Malazgirt hariç, sultanların yanında yer alarak Selçukluların

bütün fütuhatında payı olmuştur.

İslâmda birliği sağlamak için eğitime önem veren Nizamü'l-mülk Bağdat'da

adıyla anılan Nizamiye medreselerini kurarak Ehl-i sünnet akidesinin tedrisini

sağlamış ve devrin ileri gelenlerini İslâ-mın birliğini sağlamak için bu

medreseye memur etmiştir.

Page 6: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Sonradan İslâm âleminde çeşitli yerlerde vezirliklere yükselecek oğulları ve

torunları ve serveti ile Selçuklu Devleti'ni elinde bulunduran Nizamü'l-mülk, son

senelerde oğul ve torunlarının serkeşliği yüzünden Sultan Melikşah'la arası

açılınca, Melikşah kendisine gönderdiği mektupta: "Sen benim devletimi ve

memleketimi istilâ eyleyerek evlatlarına ve damatlarına verdin. Bunlar benim

adamlarıma saygı göstermiyor, halka zulmediyorlar, sen de bunları

cezalandırmıyorsun. İster misin vezirlik divitini elinden ve sarığını başından

alayım ve halkı tahakkümünüzden kurtarayım" diye ağır bir hitapta bulunur.

Nizamü'l-mülk cevabında Sultan'ı övücü sözler ve duadan sonra şu tehdit

cümlesini de kullanıyor: "Devlete ortak olduğumuzu henüz bilmiyor musun? Bu

vezirlik diviti ve sarık, tacınla o derece bağlıdır ki diviti aldıktan sonra taç da

kalmaz gider" diyebiliyordu.

Melikşah 1092 Ekiminde Bağdat'a hareket etti. Nizamü'l-mülk de arkasından

yola çıktı. Yolda dilekçe vermek bahanesiyle huzuruna çıkan bir Batınî fedaisi

tarafından öldürüldü. Öldürülmesinde, düşman olduğu sapık mezhep mensupları

kadar Melikşah'ın diğer veziri Tacu'l-mülk'ün de rolünün olduğu söylenir.

Siyasetnâme veya Siyerü'l-mülûk olarak bilinen bu kitap, meliklerin, emirlerin,

vezirlerin, kadıların, hatip ve benzeri idarecilerin siyaset, ahlâk ve davranışlarını

tanzim etmek için Sultan Melikşah'ın tavsiyesi ile kaleme alınmış bir eserdir.

Sade, sağlam ve güzel bir Farsça ile yazılan bu eser aynı zamanda Sinbad,

Mazdek, Batınîler ve Hurremîler gibi bâtıl mezhebler için de tarihi yönden

önemlidir.

Tercümenin başına ilâve ettiğimiz önsözlerde Siyasetnâme hakkında geniş

bilgiler verildiği için biz sözümüzü burada kesiyor, sizlere sunduğumuz bu

tercümemizde eksik ve kusurlarımızın bağışlanmasını diliyoruz.

istanbul,! Mart 1981

NURETTİN BAYBURTLUGİL

14 M. MÜDERRİSİ ÇİHARDİHÎ'NİN ÖNSÖZÜ

Nizamü'l-mülk lakabıyla anılan Kıvamüddin Ebu Ali Hasan b. Ali b. Ishak'ın bu

kitabına Siyasetnâme, Siyerü'l-mülûk ve Nizamü'l-mülk'ün 51 faslı isimleri

verilmiştir. 455 H. senesi Zilhicce ayının 13. Pazar gününden (7 Aralık 1063),

katil tarihi olan 485 H. senesi Ramazanın 10. gününe (19 Ekim 1092) kadar,

Selçuk sultanı Alparslan ve oğlu Sultan Melikşah'ın vezirliğini yaptı.

Melikşah, vezirlerinden en iyi şekilde ülkeyi idare etmesi, din ve dünya işlerinde

gerekli tedbirlerin alınması, kendi hayat düsturlarını, siyasî, içtimaî ve dinî

davranışlarını ayarlayabileceği bir kitap yazmalarını istedi. Bu eser bittiği an

Nizamü'l-mülk Melikşah ile Bağdat seferini yapmakta idi. Siyasetnâme'nin

müsveddesini temize çekmek ve eğer kendisine bir şey olursa yazılan kitabı

padişaha takdim etmek üzere saltanat özel kâtibi Muhammed Mağribi'ye verdi.

Elimizdeki nüsha Nizamü'l-mülk'ün katlinden sonra yazılan nüshadır.1 Rivayete

göre bu sıralama Melikşah'ın ikinci defa tahta geçişi ve Giyasu'd-din Ebu Suca'

Muhammed b. Melikşah (492 -511/1098 - 1117) yıllarında bitti. Çünkü,

Page 7: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

unvanlar bahsinde Sultan Muhammed'in lakabı olan Giyasu'd-din'den

bahsedilmektedir. Kâtip ona sunduğu nüshada 'Allah mülkünü ebedi kılsın'

duasını kullanıyor. Buradan kâtibin, kitabın tertibini 1098 senesinden sonra

bitirdiğini anlıyoruz.

Kitabın diğer bir yerinde Nizamü'l-mülk'ün Alparslan ve Melikşah'ın vezirliğini

yaptığı söylenmektedir. Bu da kitabın son şeklini Nizamü'l-mülk'ün ölümünden

sonra aldığını göstermektedir. Huccetü'l-İslâm Gazalî'nin Nasihatül-mülük adlı

kitabını yazarken Siyasetnâme'yi gözönünde bulundurduğu kesin olduğuna göre

Mu-hammed Mağribî'nin, kitabı Gazalî'nin vefat tarihi olan 505/1111

senesinden evvel temize çekip Sultan'a sunduğu muhakkaktır. Netice olarak

Siyasetnâme’nin son şeklini 492 - 505/1098 - 1111 seneleri arasında aldığı kesin

olarak biliniyor.2

Kitabın yazarı Nizamü'l-mülk, İslâm dünyasının ve İran'ın büyüklerinden biridir.

Tarihçiler hayat ve eserlerinden uzun uzun bahsetmişlerdir. Prof. Mücteba

Minevi, Tarih-i zindegânî-i Hcıce Nizam ve asr-ı o adlı araştırmaya dayanan

eseri kaleme almıştır. Üstad Said Nefisî'nin Der tarih-i danişgah-ı Nizamiye-i

Bağdad basılmış, Arapçaya da çevrilmiştir. Nizamü'l-mülk'ün hayatı ve eserleri

hakkında bilgi için bu eserlere müracaat edilebilir. Bu satırların yazarı

bendenizin de Der tarih-i Hasan Sabbah ve İsmailiye adlı eserde de gerekli

bilgiler bulunacaktır.

Fakat ulu vezirin kaleminden çıkmış olan bu Siyasetnâme veya Siyerü'l-mülûk,

üslubunun açıklığı, ibarelerinin doğruluğu, konuyu çok sade olarak anlatması,

mevzularının çeşitliliği yönünden Farsça kitaplar arasında eşsizdir. Son faslında

bildirdiğine göre bu eser "Nasihat, hikmet,darb-ı mesel ve Kur'an-ı Kerim

tefsiri,3 Peygamberimizin sözleri, peygamberlerin hayat ve kıssaları, âdil padi-

şahların hikâyeleri, geçmişlerin haberleridir..."

Tarih ve edebiyat üstadlarının söylediklerine göre, Hace Niza-mü'l-mülk bu

kitabında dil ve üslup yönünden sanatını zirveye

2 Merhum Alim Abbas İkbal Aştiyanî'nin düzeltme ve açıklamaları ile liseler

için Vezaret-i Ferheng tarafından yapılan baskısı.

3 Nizamü'l-mülk Siyasetnâme'sinde siyasî ve içtimaî, tarihî değişmeleri yö-

nünden Kur'an-ı Kerim'den bir kaç âyet delil getirmiştir. "Tabakat-ı müfessirin",

telif: Murtaza Müderrisi Çihardihî.

ulaştırmışsa da, tarihî olayları tam olarak ifade edememiş, mezhep yönünden de

taassuba kaçmıştır. Eserde pekçok tarihî hatalar görülmektedir. Ehl-i sünnet

dışında kalan mezhep ve dinlere yersiz isnatlarda bulunulmuştur.*

Yanılmayı önlemek için Hace'nin bir tarih kitabı yazmadığını, her şeyden önce

ibret alınacak olayları anlatarak siyaset yolunu gösteren bir edip olduğunu,

tarihçi olmadığını söylemeliyiz. Tarihî yanlışlar, o günlerde mezhep

taassubunun adet olmasından ileri gelmektedir. Nizamü'l-mülk de Şafiî mezhebi

muhaddislerinden olduğundan, mezhebinin yükselmesi için çok çalışmıştır.4

Siyasetnâme 1891 yılında Paris'te, 1930 (1330)'da taş baskısı olarak Bombay'da,

1892 (1310)'da Seyyid Abdurrahim Halhali tarafından Tahran'da, 1902

Page 8: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

(1320)'de liseler için açıklamalı olarak Abbas İkbal Aştiyanî tarafından

Tahran'da Vezaret-i Ferheng tarafından neşredildi.**

Bütün ömrünü Avrupa'da tarihî ve edebî araştırmalarla geçiren merhum

Muhammed Kazvinî'nin II, Dünya Savaşı başlarında İran'a dönüşü, edebiyat

sahasına yeni bir ruh getirmiştir. Bu satırların yazarı ve bir kaç kişi kendisinden

pekçok istifade ettik. Ayrıca eserlerimi gözden geçirerek gerekli yerleri düzeltti

ve gerekli yerlere de ilâveler yaptı. Böyle dikkatli ve bilgili bir üstadın yar-

dımlarına ulaştığım için Allah'a şükürler olsun. Dostları da, basılan kitaplarına

yaptığı ilâve ve izahlarla ondan gereği gibi istifade ettiler. Tarih ve edebiyat

sahasındaki bilgilerini memleketin fazıl ve âlimlerinden esirgemiyordu. Onlarla

Siyasetnâme'nin Avrupa baskısını dikkatle okumuş, kurşun kalemle düzeltmeler

yapmış, bazı

* Bu önsöz yazarının Caferî olduğu gözönünde bulundurulmalıdır (Dergâh

Yayınları).

4 Kitab-ı Siyasetnâme, Abbas İkbal Aştiyanî'nin önsözü, nşr. Vezaret-i Ferheng.

** Türkiye'de 1976 senesinde Prof. Dr. M. Altay Köymen tarafından Ankara Dil

Tarih Coğrafya Fakültesi yayınları arasında da Farsça metni neşredildi. (Dergâh

Yayınları).

konulara notlar ve haşiyeler eklemişlerdi. Bu notlar ve açıklamalar, nüshayı

düzeltmek ve baskıya hazırlamak için yapılmıştı.

Bendenizin elinde de Schefer baskısı olduğu için, üstaddan izin alarak ikisini

karşılaştırdım. Hemen hemen kitabın tamamını bu notlarla düzelttim. Kendi

kalemi ile yaptığı açıklamaları aynen kitabıma aktardım. Siyasetnâme

bulunmamaya, okuyucular kitabı aramaya başladıkları an Kazvinî'nin notları iki

fasikül olarak Tahran Üniversitesi tarafından basıldı. Bunlar, bu kitabın sonuna

metnin kolay anlaşılması için eklendi. Kitabın ilk baskısı bilginler, öğrenciler ve

müsteşrikler tarafından beğenildi.5 Tahran Üniversitesi mecmuasında oldukça

beğenilerek, ortaçağın, ortaçağda devlet idaresi için yazılan en iyi eseri olarak

açıklandı. Kitabın İngilizceye tercümesi de bu baskı üzerinden yapıldı.

Diğer dört ilmî ve edebî kitabımla6 birlikte Siyasetnâme'yi de okuyucularıma

sunduğum için Allah'a şükürler olsun.

Tahran, 17 Rebiulevvel 1385

M. M. ÇİHARDİHi

5 Tahran, 1334.

6 I. Kubra ve Suğra, Seyid Şerif Curcanî, mantık hakkında yazılan bu eser

Farsçanın şaheserlerinden sayılır.

II. Şerh ve Tercüme-i Suyııtî, nahiv ilmî hakkında.

III. Tercüme ve Şerh-i muallimu'l-usid, usûl-i fıkıh hakkında, müellifi Ağa

Hadi Mazanderanî.

IV. Tercüme ve şerh-i mesâibu'n-nevasib der intikad-ı nevakısu'r-revafız. Kadı

Nurullah Şusteri. Tercüme: Muhammed Ali Müderrisi Çihardihî Necefî.

Page 9: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

18

SCHEFER'İN SİYASETNÂME HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

Fransız Akademisi üyesi, Doğu Dilleri Okulu müdürü olan bendeniz, ünü

dünyaya yayılmış Nizamü'l-mülk lakabıyla meşhur Ebu Ali Hasan b. Ali

Tusi'nin Siyasetnâme veya Siyerü’l-mülûk adlı eserini Paris'te sizlere

arzediyorum. Bu kudretli ve yüksek meziyetlere sahip kişi, aynı zamanda

Selçuklulardan Alparslan ve Melikşah'ın vezirliğini yapmıştır. Onbirinci asrın

sonları oldukça korkulu ve karışık günlere tesadüf ettiğinden bu eserini süratle

tamamlamıştır.

Eser, sultanların ve büyüklerin hayatlarına ait çok az bilinen hikâye ve

haberlerden meydana gelmiştir. Benim incelediğim yazma 690 H.'de yazılmış.

Benim görebildiğim diğer nüshalar Hindistan'da Adilhaniye Devleti başkenti

Ahmedabad'da yazılmış Sandra Kütüphânesi'nde bulunan eserle, Berlin

Kütüphânesi'ndeki yazmadır. Bu iki nüsha da 564 senesinde Urumiye şehrinde

Büyük Hacib Alp Cemaleddin'in emriyle istinsah edilmiştir. Rusya'da biri

Devlet Kütüphânesi'nde, diğeri Petersburg Kütüphânesi'nde olmak üzere iki

nüshası daha vardır.

Elimizdeki nüshanın son fasılları oldukça karışık olduğundan, karşılaştırıp

tashih etmesi için Farsça muallimi Javekskî'ye gönderdim. Müşarünileyhin

zahmetleri beni mutmain kıldı. Bu karışıklıklar her yazma eserde olduğu gibi

müstensihlerin dikkatsizliklerinden ileri gelmektedir. Bu nüshadaki büyük

hatalar giderildikten sonra maksadım, tercümesini yapmak istediğim

müşkülleri ortadan kaldırıp, onu anlaşılabilir bir duruma getirmekti. Ehl-i

bid'atın isyanları ve çıkardıkları karışıklıkları ihtiva eden fasıllar yeteri kadar

açıklığa kavuşunca, bu şahane eserin neşrinin zamanı geldiğini ümit ederek

okuyuculara sunuyorum. Giderilemeyen hatalar için özür diler, okuyucuların

müsamaha göstereceklerini ümit ederim.

Nizamü'l-mülk bu kitabı muhtasar olarak 39 fasılda bitirmişti. Anlaşılmasının

güç olacağı endişesi kalbine yerleşince devletin muhalifleri hakkında II fasıl

daha ekledi. Her fasıl'a gerektiği kadar ilâveler yaptı. (Bağdat'a) hareketi

anında bana verdi. Bağdat yakınında başına o olay gelince, Batınîlerin

ayaklanıp halka zarar vermeleri üzerine, bugüne kadar adalet ve İslâm

Hildavend-i âlemin kalmasıyla kuvvet buluncaya kadar, ben bu kitabın varlığını

açıklayamadım. Allah Taâlâ Türk devletini kıyamete kadar devamlı kılsın, amin.

Muhammed Mağribî

21 Yeri ve zamanı yaratan, kullarına rızık veren, açığı ve gizliyi bilen, günahları

bağışlayan Yüce Allah'a şükürler olsun; salâl u selâm, yaratılmışların en iyisi,

peygamberlerin en büyüğü, cihanı yaratanın habibi, Kur'an-ı Kerim'i getiren,

kıyamet gününde ümmetine şefaat eden Abdullah oğlu Muhammed (s.a.)'e, Ehl-i

beyte, arkadaşlarına, sahabe-i güzine olsun, Allah'ım.

Kitabın yazılması hakkında

Page 10: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Hasan kulunuz söze şöyle başlamak ister: Dini ve dünyayı şereflendiren en yüce

Padişahın elçisi Ebu'l-Feth Melikşah b. Alparslan Muhammed Halife'nin (1072 -

1092) —Allah ona yardımını devamlı kılsın— emini, ben ve diğer kullarına,

"Herbiriniz memleketimiz hakkında düşününüz. Zamanımızda neyin iyi

olduğuna, sarayımızda, meclisimizde ve kapımızda onun yerine getirilmemesi

veya bizden gizlenmesi sebeplerini, bizden önceki padişahların yapıp da, bizim

yapmadığımız işleri araştırınız. Geçmiş emirlerin, Selçuk sultanlarının ve

diğerlerinin merasim ve an'anelerini araştırıp açıkça yazdıktan sonra, bizim

görüşümüze sunun. Bundan sonra din ve dünya işlerimizin kendi kanunları

içerisinde nasıl yürütülmesi gereğini düşünüp, emredelim. Bilinmesi gerekeni

bilelim ki, her iş kendi kanunu çerçevesi içinde yapılsın. Çünkü bize dünya

padişahlığını bağışlayan Allah Taâlâ, üzerimizdeki nimetleri tamamlayıp, düş-

manlarımızı da kahretti. Bundan sonra memleketimizde Allah'ın fermanına veya

kanunlarına aykırı, onlara halel ve noksanlık ulaştıracak bir hadise olmamalı ve

yürümemelidir" buyurdu.

Bendeniz Hasan bu hususta bildiğimi, gördüğümü, zamanla edindiğim

tecrübeleri, üstadlardan öğrendiklerimi padişahımız için açıklayıp, bu kitapta

fihristle her konuyu ihtiva ettiği mâna ile isimlendirerek 51 fasla ayırdım.

Okuyanların sıkılmaması ve insanın hoşuna gitmesi için, her faslın gerekli

yerlerinde hadisler, Kur'an âyetleri, seçkin sözler, zamanın büyüklerinin

konuşmalarını (nakledip) hikâyeler anlattım. Okur da tatbik ederseniz bunun ne

derece faydalı bir kitap olduğu anlaşılır. Her iki dünya için de sevap

kazanırsınız. Bu nüshayı ülkenin sahibi için —Allah onun ömrünü uzatsın—

hazırlayıp borcumu ödedim. İnşaallah beğenilir ve kabule şayan olur.

Tüm padişah ve emirler için bu kitaba sahip olmaktan ve onun içindekileri

bilmekten başka çare yoktur. Bilhassa zamanımızdaki emirler bu kitabı ne kadar

fazla okurlarsa din ve dünya işleri hakkında bilgileri o kadar artar, dost ve

düşmanın durumunu daha iyi farkeder, işler daha kolaylaşır, doğru yolu daha

kolay bulurlar. Neticede dergâh, saray, divan, meydan, meclis, mal (mülk), söz,

durum, halk, ordu ve benzeri yerlerde padişahlık merasim ve kanunu onlara

malum olur. Ülkenin tamamında uzak - yakın, çok - az hiç bir şey onlardan

gizlenmez. Hak Taâlâ'nın rızasına ve iki cihanda muratlarına ererler.

Eşsiz Allah Taâlâ'nın dileği, Rabbimin yardımı ve muvafakati ile bitti.

BİRİNCİ FASIL

Sultan'ın (Allah mülkünü ebedî kılsın) medhi, halkın ve dünyanın durumu

Allah her asır ve zamanda halkın içinden birini seçerek onu padişahlık

sanatlarıyla övülmüş ve süslenmiş kılar. Dünyanın işlerinden ve kulların

huzurundan onu sorumlu kılar, fesat, karışıklık ve fitneyi ortadan kaldırır. Onun

haşmet ve heybetini insanların gönüllerinde ve gözlerinde genişletince, ondan

emin olarak devletinin devamını isterler. Eğer kullarda şeriatı küçük görme ve

Page 11: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

inkâr etme veya Allah'ın emirlerini yerine getirmede kusur görülürse, ona su-

çunun cezasını vermelidir. Hak Taâlâ bize bu günleri göstermesin ve böyle

bahtsızlığı bizden uzak tutsun. Allah'ın gazap ve öfkesi, isyanın

uğursuzluğundan her tarafta insanlara ulaşır. Başlarındaki adaletli padişah gider

ve muhtelif kılıçlar çekilerek kanlar dökülür. Günahkârlar ve fitneler o kanda

yok olup, dünya onlardan temizleninceye kadar pazusu kuvvetli olan istediğini

yapar. Bu günahkârlığın uğursuzluğu sebebi ile bir çok günahsızlar da helak

olur. Buna şöyle bir misâl verilebilir: Ateş sazlığa düşünce kuruyu da yaşı da

tamamıyla yakar. Bu komşuluktan dolayı pekçok yaş da yanmış olur.

O halde kullardan biri Allah Taâlâ'nın takdiri ile bir devlet ve yücelik elde etse,

Allah kendisini kıymetli tutup bir akıl ve bilgi verir. O, akıl ve bilgi ile eli

altındaki fertlerden herbirine kendi ölçüsünde bir iş ve yer verir. İçlerinden

hizmetkârları ve liyâkatlıları seçer, rütbe ve makam vererek, mühim din ve

dünya işlerinde onlara itimat eder. İtaat etmekten sorumlu olan halk, kendi

işlerini yapıp onun adaletinin gölgesinde günlerini rahat ve huzur içinde geçirir-

ler. Hizmetkârlardan veya memurlardan kendilerine yakışmayan bir iş veya bir

zulüm görülürse, onu, sopa ve hapis ile terbiye eder, gafletten uyanırsa onu işine

iade eder, uyanmadığını anlarsa hiç yerinde tutmayıp, onun yerine ehil bir kişi

tayin eder. Halktan nimetin hakkını tanımayan, emniyet ve huzurun kıymetini

bilmeyip hıyanet düşünen, itaat etmeyen, haddini aşan kişilere gerekli ihtarda

bulunularak suçları kadar had cezası buyururlar.

Bundan sonra isminin ebedî kalması için dünyanın imarına başlar. Yer altı su

yolları açar, kanallar açar, büyük akarsular üzerine köprüler yapar, toprağın

verimini artırma çareleri arar, hisarlar, yeni şehirler, yüksek binalar, güzel

yerleşim merkezleri kurar, büyük yol ağızlarına ribatlar, ilim tahsil edecekler

için medreseler yapılmasını emreder. Bu işlerin sevabını o dünyada alacağı gibi

halk da kendisini devamlı hayır ile anar.

Allah'ın takdiri ile o tarihî an, geçmiş zamanlara karışır. Eski padişahların işleri

şeklinde anılır. Halkına geçmiş milletlerin ulaşamadığı saadeti sağlar. Âlemlerin

sahibi, yüce padişahı iki sebepten aziz kılar:

1. Soy olarak Efrasyap'a ulaşan hanedanı nedeniyle onu diğer padişahlarda

bulunmayan kerametler ve ululuklarla süsler.

2. Bu sebepten padişahların, güzel yüzlü, iyi huylu, mert cesur, iyi ata binen, her

türlü silahı kullanabilen, sanattan anlayan, Allah'ın kullarına merhamet edip

şefkat gösteren, verdiği sözleri yerine getiren, dindar, tam imanlı, ibadeti seven,

faziletlerinden istifade için gece ve ziyaret namazı kılan, oruç tutan, din

ulularına saygı gösteren, bilginin malının müşterisi olan, nasihatlar ve

sadakalar veren, fakirlere iyi muamele eden, emri altındakiler ve hizmetkârları

ile iyi geçinen, halkın üzerinden zalimlerin zulmünü kaldıran kişiyi Allah

kıymetli tutar. Şüphesiz Allah, padişaha liyakati ve imanının sağlamlığı

ölçüsünde devlet ve millet verir. Bütün dünyayı onun emrine tâbi kılar. Onun

heybet ve siyasetini bütün ülkelere ulaştırır. Dünyalılar ona haraç verdiği ve ona

yaklaştığı derecede, kılıcından emin olurlar.

Page 12: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Zamanlarında halifelerden bazılarının ülkelerinde rahatlık ve genişlik olmuşsa

da, hiç bir zaman gönüllerini dünya gailesinden, ülkelerini de isyanların

çıkmasından koruyamamışlardır. Allah'a şükür bu zamanda, dünyada bunun

aksini düşünen kimse yok. Düşünse de onun hareketleri kanun çerçevesi içinde

kalıyor. Allah bu devleti kıyamete kadar devam ettirsin. Bu devletin yücelmesini

kem gözlerden esirgesin. Halk bu sultanın adaleti ve siyaseti ile yaşayabilsin ve

devletinden hayır duasını eksiltmesin.

Devletin durumu böyle olunca denilebilir ki, ilmin değeri de diğer mumların

kendisinden ışık aldığı enerji kaynağına benzer. Halk bir yol gösterene ihtiyaç

duymadan, bu ışıkla yolunu bularak, karanlıktan kurtulur. Fakat sultanın

isteklerinin, hallerinin, düşüncelerinin, bilgilerinin ne olduğunu bilmesi gerekir.

Padişahların, kullarına iyi hareket etmelerini emretmekten başka çareleri yoktur.

Geçmiş padişahların yaptığı, bugün yapılması mümkün olmayan, beğenilen,

beğenilmeyen kullarının gördüğü, bildiği, duyduğu, okuduğu herşeyi bilmesi ve

kendi fermanına uygun olması gerekir.

Birkaç fasıl kısa olarak yazıldı. Gereken kendi faslı içinde anlatıldı. Allah Taâlâ

yardımcımız olsun.

27 İKİNCİ FASIL

Padişah ve emirlerin Allah Taâlâ'nın nimetini tanıması hakkında

Padişah Allah'ın nimetini tanırsa Allah kendisinden razı olur. Hakk'ın rızasında,

halkıyla birlik olma, adaletinin yayılma ihsanı vardır. Çünkü halkın hayır duası

günden güne artarsa onu ebedî kılar. Böyle padişah, devlet ve zamanından

hoşnut olduğu gibi bu dünyada iyi olarak anılır, ahirette de hesabı kolaylaşıp,

saadete erer. Şöyle demişlerdir: Melik inkâr ve küfürle ayakta kalabilirse de zu-

lümle ayakta kalamaz.

Hikâye: Hadislerde rivayet edildiğine göre, Yusuf Peygamber (a.s) vefat edince,

Hz. Yakup ve Hz. İbrahim'in naziresine ve kardeşlerinin yanına defnetmek üzere

getirdiler. Cebrail Aleyhisselâm gelerek şöyle dedi: "Onu yerinde bırakınız.

Melik'in sorularına cevap verdiği için, kardeşleri yanında yeri yoktur.

Kıyamette bunun cevabını vermelidir." Yusuf Peygamber'in (a.s) durumu böyle

olursa, diğerlerinin nasıl olacağını ve ne cevap vereceklerini seyret.

Hadis: Peygamberimiz (s.a) bir hadisinde, "Kıyamet gününde, Allah'ın kulları

üzerine hükümranlık ve emretme yetkisi verilenlerden bir kişiyi elleri bağlı

olarak huzura çıkarırlar. Eğer âdil biri ise adaleti onun ellerini çözer ve Cennete

götürürler; zalimse zaten zulmü ellerini bağladığından götürüp Cehenneme

atarlar"

28

SİYASETNÂME buyurmaktadır.

Hadis: "Bu dünyada halka, sarayında oturanlara, emri altında çalışanlara

hükmetme yetkisi verilen bir kişi bunlardan sorumludur. Çünkü, sürüyü

Page 13: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

korumakla görevli bir çobandan Allah, boynuzlu koyunun, boynuzsuz koyuna

vurmasını kendisinden sorarak, bunun cevabını ister."

Hikâye: Abdullah b. Ömer b. Hattab (r.a) şöyle diyor: "Babası Ömer (r.a)

dünyadan ayrılacağı zaman kendisine sordu:

— Babacığım seni ne zaman görebilirim? —Öteki dünyada.

— Daha çabuk görmek istiyorum.

— Ey oğul, dünyadan ayrıldığımın birinci, ikinci veya üçüncü gecesi rüyanda

görebilirsin.

Oniki yıl geçtiği halde onu rüyasında görmedi. Bu sıralarda Abdullah (r.a) bir

gece babasını rüyasında görünce sordu:

—Babacığım üç gece sonra seni rüyamda görebileceğimi söylememiş miydin?

—Sevgili oğlum, Bağdat yakınlarında bir kasabanın eskimiş bir köprüsü varmış,

memurlarım onu düşünüp tamir ettirmemiş, koyunlar köprüden geçerken, birinin

ayağı bir deliğe girmiş ve kırılmış. Ben de bu güne kadar onun cevabıyla meşgul

idim, diye cevap verdi".

Sultan —Allah onun ülkesini ebediyete ulaştırsın— o büyük günde, emri altında

bulunan bütün yaratıkların haklarını kendisinden isteyeceklerini çok iyi bilir.

"Ben filan kimseyi o işe memur etmiştim" dese de dinlemeyecekler. Bu böyle

olduğuna göre padişah mühim bir işi hiç kimseye havale etmemeli, halkın nasıl

geçindiğinden gafil olmamalı, gücü yettiği kadar gizli, aşikâr onların du-

rumlarını araştırmalı. Amirlik yapanların memur olduklarını hatırlatmalı,

zalimlerin zulümlerini onların üzerinden kaldırarak hükümdarlığı zamanında

devletinin bolluğa kavuşmasını sağlarsa, halkının hayır duaları da kıyamete

kadar onun ruhuna ulaşır.

29

ÜÇÜNCÜ FASIL

Padişahın, zamanındaki zulümleri yok edip adalet ve hüsn-i niyeti hâkim kılması

Padişahın, haftanın iki gününde adalet divanı kurup, zalimlerden mazlumların

haklarını almaktan, suçlulara ceza vermekten başka çaresi yoktur. Halkın da

bunu bizzat kendisinden duyması, bu hususta bulunan en önemli kıssalardan bir

kaçını anlatarak, her olay için bir kaç örnek vermesi gereklidir. Sultanın

mazlumları ve adalet isteyenleri haftanın iki gününde sarayına çağırıp onların şi-

kâyetlerini dinlediği memlekete yayılınca, zalimler ve müstebitler padişahın

kendilerine vereceği cezadan korkarak ellerini millet malından ve zulümden

çekerler.

Hikâye: Eski kitaplarda, pekçok Acem padişahının ovalara yüksek kürsüler

yaptırarak buralarda, atları üzerinde, çevresinde toplanan mazlumları görüp

dinleyerek onlara haklarını verdiklerini; bunu da tahtta, derbentte, perde

arkasında, dehlizde oturmaları halinde, zalimlerin, şikâyetçi olan kişinin

padişahın huzuruna girmesini önleyebileceği düşüncesiyle yaptıklarını okudum.

Hikâye: Meliklerden birinin kulağı çok sağırdı. Tercüman kullanmayı fakat

tercümanların mazlumların sözlerini doğru söylememe ihtimâli olduğunu,

Page 14: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

verdiği emrin tam olarak yerine gelmeyeceğini düşününce, kendilerini

tanıyabilmesi için yalnız mazlumla-

30 SİYASETNÂME

rın kırmızı elbise giymesini,diğer tebanın giymemesini emretti. Bu melik bir file

binerek geniş bir ovada dolaşmaya başladı.

Gördüğü kırmızı elbiselileri işaret ederek çevresinde toplanmalarını sağladı.

Sonra kimsenin bulunmadığı bir yerde oturarak, onları birer birer huzuruna

kabul ederek, yüksek sesle konuşturup şikâyetlerini dinledi ve haklarını verdi.

Ahiret günü sorusuna cevap verebilmek için, kendisinden hiç bir şeyin

gizlenmemesi gerektiğini söylediğini işittim.

Adil emîr hikâyesi: Güzel ahlâkından ancak birazını sayacağımız, Samanîlerin

İsmail b. Ahmed adında çok âdil, iyi huylu, Allah'a yakın, fakirleri koruyan bir

emirleri vardı. Horasan, İrak ve Maveraü'n-nehr'in tamamına babalarının sahip

olduğu Emir İsmail, Buhara'da otururdu.

Bu sırada Yakııb-ı Leys Sistan'da ayaklanarak burayı zaptedip Horasan'a geldi.

Horasan'ı da alıp Irak'a yöneldi ve burayı da zaptetti. İsmailî daileri kendilerini

aldattığından İsmailî tarikatına girdi. Bağdat halifesi aleyhine konuşmaya

başladı. Daha sonra Horasan ve Irak askerlerini etrafında toplayarak halifeyi

ortadan kaldırıp, Abbasî hanedanını yıkmak kastıyla Bağdat'a saldırdı.

Halife, Yakub'un Bağdat'a yürüdüğünü haber alınca, bir elçi göndererek, "Senin

Bağdat'ta işin yok. Senin için en doğru hareket mağlup olmadan Kuhistan, Irak

ve Horasan'da kalıp bu bölgelerin korunmasına çalışmandır. Bu bakımdan geri

dön" dedi. Yakup halifenin elçisine, "Şüphesiz arzum dergâha ulaşıp, biat

merasimini yerine getirerek yeni bir anlaşma yapmaktır. Bunları yapmadan geri

dönemem" dedi. Halife'nin gönderdiği elçilerin hepsini, aynı cevapla geri

gönderince, askerlerine tekrar Bağdat'a doğru hareket emri verdi. Halife bu

hareketten şüphelenerek, saray büyüklerini çağırdı ve şöyle dedi: "Yakııb-ı

Leys'in isyan ettiğini, buraya hainlikle geldiğini görüyorum. Kendisini

çağırmadığımız halde geliyor, dön diyoruz, dönmüyor. Mutlak kalbinde bir

hiyanet var. Batınîlere biat ettiğini, buraya gelince bunu açıklayacağını

sanıyorum. Bu hu-

31

ÜÇÜNCÜ FASIL

susta gafil olmadan gerekli hazırlığı nasıl yapabiliriz?"

Halife'nin şehirde kalmayıp, ovaya çıkarak ordugâh kurmasına; nedimleri,

Bağdat ileri gelenleri ve bütün maiyyetinin kendisiyle birlikte olmasına, Yakup

geldiğinde kendisini ordunun başında görünce düşüncesinde hataya düşeceğine

karar verdiler. Böylece eğer niyeti isyansa, iki ordu fertleri arasında gidiş geliş

olacağından, niyetinin hemen anlaşılacağını, neticede bütün Irak, Horasan'lı

ordu kumandanlarıyla büyüklerinin bu hususta ona katılmayacaklarını ve isyana

razı olmayacaklarını söylediler. "O, kalbindeki isyanı açıklayınca, biz onun

askerini kendi tarafımıza çevirebiliriz" dediler. Bu tedbir uygun görüldü. "Yine

Page 15: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

de çaresiz kalırsak onunla savaşırız, üstesinden gelemezsek kolayca kaçabiliriz,

esirler gibi dört duvar arasında hapis kalmadan bir yere gideriz". Tedbirler

Halife'nin hoşuna gittiğinden aynen kabul etti. Bu Emiru'l-müminin Mu'temed

Alellah idi.

Yakub-ı Leys ulaşınca, halifenin ordugâhının karşısında ağırlıklarını indirip

ordugâh kurdu. İki asker birbirine karışınca onun isyan niyeti ortaya çıktı

Yakup, ilk olarak Halife'ye bir elçi göndererek Bağdat'ı teslim edip istediği yere

gitmesini bildirdi. Halife iki ay müsaade istedi ise de, Yakup kabul etmedi. Ordu

kumandanlarına bir kişi göndererek, "Yakup Batınîlerle birleşip, açıkça isyan

ederek bizim hanedanımızı yıkmak ve muhaliflerimizi yerimize oturtmak ister,

siz onunla beraber misiniz, yoksa değil misiniz?" dedi. Bazısı, "Biz onun

ekmeğini yeyip sayesinde haşmet, zenginlik ve makam sahibi olduk, o ne

yaparsa, biz de yaparız"; ekseriyeti de "Emirü'l-müminin'in söylediği bu

durumdan haberimiz yok, Halifeye karşı hareket edeceğini sanmıyoruz, bunu

yaparsa, ona razı olup, kendisiyle uzlaşamayız, karşılaşma günü seninle beraber

olup, sana yardım ederiz" dediler. Bu grup Horasanlılar idi.

Halife, ordu kumandanlarından bu sözü alınca pek çok sevindi. Ertesi gün

cesaretle ve sert bir lisanla Yakub'a "Şimdi iyilik bilmeyen ortaya çıkacak,

isyana kalkıştığın için aramızda kılıç vardır. Allah Taâlâ doğrunun

yardımcısıdır. Askerlerimin azlığından hiç

32 SİYASETNÂME

korkum yoktur. Senin askerin de benimdir" diye haber göndererek, askerine

silah kuşanıp savaş davulu çalmalarını ve ordugâhtan çıkarak sahrada yerlerini

almalarını emretti.

Yakub-ı Leys, halifenin bu açıklamasını duyunca, "Şimdi muradıma ulaştım"

dedi. Ordusunun silah kuşanmasını, bin davulu çalarak, sahrada yerlerini

almalarını emretti. O tarafta halife, bu tarafta da Yakup safta duruyorlardı.

Halife emredince bir asker ilerleyip, iki ordunun duyabileceği yüksek bir sesle

"Ey müslümanlar, Yakub'un isyan ettiğini, Abbasî hanedanını yıkıp

Mehdiye'den* muhaliflerimizi buraya getirip yerimize oturtmak, Peygamber

(s.a.v)'in sünnetini kaldırıp, bid'at çıkarmak istediğini bilmelisiniz. Allah'ın

Resûlü'nün (s.a.v) halifesine başkaldıran kimse, Allah'a (c.c) isyan etmiş olur.

Kur'an-ı Kerim'de Allah şöyle buyuruyor: "Ey inananlar! Allah'a itaat edin.

Peygamberlere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin" (Nisa 4/59). Şimdi

içinizden hanginiz Cenneti Cehenneme değişiyor, o halde hakka yardım edip,

batıldan yüz çeviriniz."

Bu sözler Yakub-ı Leys ordusu tarafından duyulunca dönüp Halife'nin yanına

geldiler. "O, isyan etti ise biz seninleyiz, sen hak üzerindesin, yaşadığımız

müddetçe dinimiz ve müslümanlığımız için savaşacağız" dediler. Bundan kuvvet

bulan Halife askerin saldırmasını emretti. Yapılan şiddetli savaş sonunda Yakup

mağlup oldu. Huzistan tarafına kaçtı, hazineleri yağma edildi. Halife'nin as-

kerleri bu ganimetten zengin oldular. Yakup Huzistan'a ulaşınca Horasan ve Irak

Page 16: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

hazineleri boşalıncaya kadar hediyeler, paralar vererek büyük vaadlerle asker

toplamaları için adamlar gönderdi.

Halife onun Huzistan'a yerleştiğini haber alınca, ona şu mealde bir mektup

yazdı: "Saf bir adamsın, muhaliflerimizin sözüne aldanarak işin sonunu

düşünmedin. Neticede Allah (c.c) kendi kudre-

* 300 H. senesinde Mehdî Fatımî'nin kurduğu bir şehir, Mehdî'nin hilâfeti 296 -

323 H. seneleridir. Mu'temed 256 - 279 seneleri arasında hilâfette bulunduğuna

göre bu büyük hatadır. Yakup ise Mehdiye'nin kurulmasından 35 sene evvel

vefat ettiğine göre(14 Şevval 365) bu da ayrı bir hatadır.

33 ÜÇÜNCÜ FASIL

tini sana gösterdi. Hanedanımızın yanında yer almaman senin için büyük bir

yanılma oldu. Şimdi uyandığını ve yaptığından pişman olduğunu biliyorum. Irak

ve Horasan emirliğine senden başkasını lâyık görmüyorum. Senin hizmetlerinin

hakkı çok olduğu için senin üzerine kimseyi tayin etmeyeceğim, yaptığın vahşeti

bağışlayıp seni bu işe tayin ediyorum. Senin de bundan sonra hata yapmaman

gerekiyor. Oradan kalk, mümkün olduğu kadar çabuk Horasan ve Irak'a dön, o

bölgenin işleri ile meşgul ol. Bir elçi ile gönderdiğim bu mektupla sana rıza

hilatı da gönderiyorum. Sakın bunlara zarar gelmesin."

Yakub-ı Leys halifenin mektubunu okuyunca kalbinde bir yumuşama olmadığı

gibi yaptığından da pişman olmadı. Hizmetkârına bir tabak içine tere, balık ve

birkaç soğan koymalarını emretti. Onları getirttikten sonra elçiyi içeri çağırtıp,

oturttu. Yüzünü elçiye çevirerek, "Ben bir demircinin oğluyum, babamdan

demircilik öğrendim, yediğim de arpa ekmeği, tere, balık ve soğandır. Bu padi-

şahlığı, hazineyi ve zinetleri bir dolandırıcı reisi ile, bir yiğit adamdan elde

ettim. Babamdan miras kalmadı, senden de almadım. Elim ayağım tuttuğu

müddetçe senin başını Mehdiye'ye göndermezsem, senin haneni viran

etmezsem, bu söylediklerimi yerine getirinceye kadar arpa ekmeği, tere, balık ve

soğan yiyeceğim. İşte hazineleri açarak asker topladım, güçlendim. Hazır ol.

Elçinin peşinden sana geliyorum" diye Halife'ye haber gönderdi. Bundan sonra

Halife'-nin gönderdiği elçi ve haber fayda vermedi. Bu olayı, mağlubiyeti

unutamıyordu. Askerleri toplanınca Huzistan'dan büyük bir ordu ile Bağdat'a

yöneldi. Üç günde üç konak yol aldıysa da Allah kendisine bir kulunç ağrısı

verdi. Sancı öyle ağır seyrediyordu ki bundan kurtulamayacağını anladı. Kardeşi

Amr-ı Leys'i kendine veliaht tayin ederek, hazinelerini ona verdi. Vasiyet ederek

öldü.

Amr-ı Leys oradan geri dönüp Irak Kuhislam'na geldi, bir müddet burada

kaldıktan sonra, Horasan tarafına gitti. Halife'ye itaat edip emirlik yapıyordu.

Amr iyilik sever, mert ve cömert olduğundan ordusu ve halkı onu, Yakup'tan

daha çok seviyordu. Mem-

34 SİYASETNÂME

Page 17: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

leket, emirlik ve siyâset işlerinde uyanıktı. O kadar cömertti ki mutfağına 400

deve yiyecek getirirlerdi.

Halife, onun da kardeşinin yolunu takip etmesinden korkuyordu. Gerçi Amr'da

bu itikat yoktu ama, kardeşinin yolunu tutabileceğinden kuşkulandığından

devamlı Buhara'ya Emir İsmail b. Ahmed'in yanına birini göndererek, "İsyan et,

Amr b. Leys'e karşı askerî harekâta giriş, memleketi onun elinden kurtar, uzun

seneler senin babalarının olan bu ülkeyi zorla elde ettiler. Irak ve Horasan

emirliği, 1. Senin hakkındır, 2. Sen daha iyi hasletlere sahipsin, 3. Benim rızam

seninledir. Allah'ın (c.c.) sana yardım edeceğinden şüphem yoktur. Allah'ın (c.c)

Kur'an-ı Kerim'de "Nice az bir topluluk daha çok olan bir topluluğa Allah'ın

izniyle galebe çalmıştır. Allah sabır ve sebat edenlerle beraberdir" (Bakara

2/249) buyurduğuna göre sen askerinin azlığına bakma" şeklinde bir mektup

gönderdi .

Halife'nin sözleri Emir İsmail'in kalbinde yer ettikten sonra Amr b. Leys'e karşı

çıkmaya azmetti. Askerlerini toplayıp Ceyhun nehrinin bu yakasına geçti.

Elindeki kamçı ile askerlerini saydığında 10.000'i aştıklarını gördü. Pek çoğunun

atlarının üzengileri ağaçtandı. Ancak 1/10'unun siperi, 1/20'sinin zırhı ve

1/50'sinin mızrağı vardı. Atının başında zırhı olmadığından üzerine bir çul atmış

olan bir adamla, Âmu'dan geçerek, Merv'e geldi.

Emir İsmail b. Ahmed'in Ceyhun'dan geçip, Merv'e ulaştığı haberi gelince,

Serahs ve Merv'in emniyet müdürleri (şahne) kaçıp Amr'a sığınarak, Emir İsmail

b. Ahmed'in Buhara'dan kalkıp bütün ordusuyla Merv'e geldiğini, hemen hemen

yetişmek üzere olduğunu, memleketi istediğini bildirdiler. Leys'in oğlu Amr

yanında 70.000 süvari ile Nişabur'da bulunuyordu. Askerini teftiş ettiğinde,

hepsinin zırhı ve silahının tamam olduğunu görerek Belh'e yöneldi. Birbirlerine

ulaşıp savaşa tutuştukları zaman Amr mağlup oldu, 70.000 askeri dağıldı. Bu

Belh savaşında Emir İsmail'in bir tek askeri şehit olmadığı gibi, içlerinde bir tek

de yaralı yoktu. Amr-ı Leys ve askerlerinin bir kısmı esir edilerek İsmail'in

huzuruna ge-

35

ÜÇÜNCÜ FASIL

tirilince, onu hayvan terbiyecilerine teslim etmelerini emretti. Bu olay dünyanın

şaşırtıcı olaylarından biridir.

İkindi namazını kıldıktan sonra, ordugâhta gezinen Amr-ı Leys'in ferraşlarından

biri, Amr'ı görerek ona acıyıp, yanına gitti. "Çok yalnızım bu gece beraber

olalım" dedi. Amr, "Yaşama gücüm kalmadı, yiyecek bir şey bul" dedi. Ferraş

temin edebildiği bir men (3 kilo) eti pişirmek üzere, askerlerden birinin tavasını

ödünç olarak aldı. Eti kızartmak üzere kerpiçlerden bir ocak yaptı. Eti tavaya

atınca bir parça tuz bulmak üzere gitti. Akşam olmuştu, bir köpek gelip, başını

tavaya sokup, bir kemik yakaladı, ağzı yanınca başını kaldırdı, tavanın kulpu

başına düştü ve tavayı götürdü. Amr-ı Leys bu durumu görünce, yüzünü

askerlere ve muhafızlara çevirerek, "Benden ibret alınız Ben her sabah

Page 18: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

mutfağına 400 deve ile yiyecek gelen ve şimdi mutfağını bir köpeğin götürdüğü

adamım" dedi ve ilâve etti: "Sabah emir idim, şimdi ise bir esir."

Bu olay da dünyanın duyulmamış olaylarındandır. Bu iki fevkalade olayın

yorumunda, İsmail b. Ahmed yüzünü büyüklere ve âsilere çevirerek şöyle dedi:

"Bu zaferi bana Allah Taâlâ (c.c.) Hazretleri bağışladı. Bu nimet için Allah'tan

başka kimseye borcum yoktur, bu da bana kâfi." Devam ederek: "Biliniz ki

Amr-ı Leys çok iyilik sever, cömert, ordusunu donatma, sevk ü idaresinde

uyanık, ekmeği ve tuzu bol, hak hukuk bilir bir adamdı. Kendi fikrimce ona bir

zarar gelmemesine ve esaretten kurtulmasına çalışacağım". Devlet büyükleri,

"Emirin görüşü en doğrudur, her iş nasıl yapılacaksa emretsin yeter" dediler.

Sonra Leys'in oğlu Amr'a bir kişi göndererek canını sıkmamasını, kendisini

halifeden isteyeceğini, hazinesini, canına bir zarar gelmemesi için

dağıtabileceğini bildirdi.

Amr-ı Leys bu sözü duyunca, "Bana bu esaretten kurtuluş yok, ömrümün sonuna

geldim, halife benim ölümümden başka hiç bir şeye razı olmaz,fakat sen Emir

İsmail'sin, benden duyduklarını aynen sana ulaştıracak mutemet birini bana

gönder" dedi. Bu adam dönünce, İsmail mutemet bir adamını gönderdi. Amr

adama, İsmail'in yanına dönünce, "Beni, sen değil bilâkis dinin, imanın, güzel

36

SİYASETNÂME

huyun ve halifenin benden hoşlanmaması mağlup etti. Bu memleketi Allah (c.c.)

benden alıp sana verdi, sen bu iyiliğinle ona lâyıksın, ben şimdi senin iyiliğinden

başka şey istemiyorum. Büyük hazinen ve malının olmadığını biliyorum. Benim

ve kardeşimin pek çok defineleri var. Onların hepsi benim elimdedir.

Haşmetinin tamamlanması için onları sana veriyorum, bunlarla durumunu kuv-

vetlendir, silah yap, memleketi onar." O hazineye ait mektubu bazusundan

çıkararak, mutemede verdi ve Emir İsmail'e gönderdi.

Mutemet kişi dönüp dinlediklerini naklederek, define mektubunu da İsmail'in

önüne koydu. Emir yüzünü büyüklere dönerek, "Görmüyor musunuz Amr-ı

Leys pek zeki olduğundan, beni tuzakla aldatmak ve ebedî belâya müptelâ

etmek istiyor" dedi. O, define mektubunu alıp, mutemedin önüne atarak, "Bu

mektubu geri götür ve ona şöyle söyle: "Senin için iyiliklerin hepsini istiyorum,

hangisini beğendiğini söylemedin. Bundan daha berbat tuzak olmaz. Zu-

lümlerinin mahsulünü sen ve kardeşin bu kadarcık kısa zamanda toplayıp, şimdi

benim üzerime mi atmak istiyorsun? O gasbedilmiş malların benim olmasını ve

kıyamette de onların hesabını vermemi istiyorsun. Böyle değilse senin ve

kardeşinin zenginliği nereden? Yoksa baban demirci değil miydi? Siz de

demirciliği biliyorsunuz, sizin kazancınız ne olabilir? Yetim ve dullardan zulüm

ve zor ile topladığınız bütün bu malları benim boynuma atmak istiyorsun. O

malla hiç işim yok. Şunu bil ki yarın, kıyamet gününde yetimler, dullar, garipler,

mal sahipleri haklarını isteyince nasıl altından kalkacaksın? Geri istedikleri

zaman, "İsmail'e verdim ondan alınız!" diyeceksin, benim buna gücüm yetmez!"

Page 19: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

O, Allah'a olan inancı ve korkusundan kendisine verilen hazine plânını geri

göndererek, dünya malının cazibesine kapılıp, aldanmadı.

Padişahların ve insanların Allah (c.c)'a olan imanı böyle olmalıdır. Bugün

olduğu gibi bir dinarlık haram malla yüzbin dinarlık malı bâtıl etmeleri,

sonlarını düşünmeyip kendilerine helâl saymaları reva mıdır?

Hikâye: Emir İsmail b. Ahmed'in bir âdeti de soğuk ve karın

37

ÜÇÜNCÜ FASIL

çok yağdığı günlerde, atına binip meydana gelip, öğle namazına kadar beklemek

idi. Bunu şöyle açıklardı: "İhtiyacı olup yemeği olmayan bir mazlum, bir fakir

belki sarayımıza gelmeyi arzu eder, soğuk ve karda yiyecek bulmak çok daha

zor olur, bizim burada, bulunduğumuzu bilirse, gelip işini görerek huzura

kavuşur."

Böyle tedbirlerin, öteki dünya ve kurtuluş için bütün devlet büyükleri ve

padişahlar tarafından bu fâni dünyada alınması gerekir. Allah biliyor ki bütün

yaratıklar orada ihtiyaç içindedir.

38

DÖRDÜNCÜ FASIL

Âmiller, vezir ve kölelerin devamlı soruşturulması (kontrolü)

Vergi memurlarına, Allah (c.c)'ın kullarından vergi ve öşürleri toplarken lütufla,

iyi sözler söyleyerek, isteyerek iyi muamele yapmalarını, ellerini daha ileriye

götürmemelerini vasiyet etmelidir. Eğer vergiyi vaktinden önce isterlerse teb'ayı

sıkıntıya sokarlar, bu zamansız yüklenmeye duçar olurlarsa, mecburen mallarını

yarı fiatına satacaklarından işlerinde perişan ve avare olurlar. Vergi

memurlarına, tebadan bir kişi hasta veya öküz ve tohuma ihtiyacı varsa, ona

borç vererek yardım etmeleri tavsiye edilmelidir. Böylece yükü hafifleyen aile,

yerinde kalarak, evi dağılmaz ve ömrünü huzur içinde geçirir.

Hikâye: Şöyle işittim: Melik Kubad zamanında yedi yıl kıtlık olup, gökten

bereketin kesildiği zaman, âmirlerine ekinlerini alıp, satmalarını ve sadaka

olarak bazı kimselere vermelerini, fakirlere de Beytu'l-mal ve hazinelerden

yardım etmelerini emretti. Neticede yedi kıtlık yılında memlekette açlıktan bir

tek kişi ölmedi.

Padişahın, gönderilen vergi memurlarının durumundan gafil olmaması gerekir.

Eğer kanunlara aykırı iş yapar veya halktan vergiyi fazla alırlarsa, fazla aldıkları

parayı geri alıp, azlederek, sürgün etmelidir. Böyle yapılırsa ülke imar görür,

padişahlık uzun ömürlü olur ve devlet hazinesinin ihtiyaç fazlasıyla karşılandığı

gibi diğer

39

DÖRDÜNCÜ FASIL

memurlar da ibret alarak halkın kesesine el uzatmazlar.

İşleri kendi görüşüne göre yürüten padişah, vezirini ve mutemet memurlarını

gizlice tetkik etmelidir. Çünkü padişah ve memleketin kurtuluş ve yıkılışı daima

onlara bağlı olduğundan, vezir namuslu ve ileri görüşlü olunca, memleket imar

Page 20: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

gördüğü gibi ordu ve halk da durumdan memnun ve huzur içinde yaşar, padişah

sevinç duyar. Eğer vezir karanlık işler çevirirse, memlekette karışıklıklar doğar,

bu karışıklıkların önlenmesi zorlaşınca, padişah ne yapacağını şaşırdığı gibi

sıkıntı ve ıztırap içinde kalır.

Hikâye: Şöyle rivayet ederler: Behram Gur'un doğru ve ileri görüşlü diye

bilinen bir veziri vardı. Behram Gurona itimat ederek, bütün memleketi onun

eline bırakmıştı. Onun aleyhinde konuşulan hiç bir sözü dinlemiyordu. Kendisi

gezme, av ve şarap içmekle meşguldü. Bu vezir, Behram Gur'un yanından

ayrılmayan halifesine, "Halk kendisine reva görülen adaletin fazlalığından

edepsizlendi, korkuyu unuttu. Eğer kendilerine bir takım cezalar tatbik edil-

mezse, memleketin felâkete uğrayacağından korkuyorum" dedi. Padişah şarap

ve av ile meşgul olduğundan, halkın ve ülkenin işlerinden habersiz olarak,

"Memleket yıkılmadan önce sen onlara tembihte, bulun. Bu uyarma iki yolla

olur. Birincisi kötülerin sayısını azaltmak, ikincisi iyilerin mallarını satın almak.

Bu hususta ben, kimin malını satın al dersem, sen hemen al." Bu tavsiye üzerine

halife kimi tutukladı ise vezir ondan kendisi için rüşvet aldığından başka,

halifeye de, sen de al diye tavsiyede bulundu. Neticede memlekette kimin malı,

atı, iş becerir güzel yüzlü kölesi varsa hepsini satın aldılar. Halk fakirleşti,

memleketin maruf şahsiyetleri evsiz barksız kalarak başka ülkelere göç

ettiklerinden, devlet hazinesi için artık bir şey toplanamaz oldu.

Günler böyle geçerken Behram Gur'un bir düşmanı ortaya çıktı, askerlerine

bahşiş verdi, ordusunu teçhiz ederek, düşmana göndermek istedi. Hazineye gidip

bir şey göremeyince, çıkıp şehrin zenginlerine ve reislerine gitti. Kendisine,

şehrin büyüklerinden fa-

40 SİYASETNÂME

lan ve filân kişiler, evLeri-dağılınca "Filân şehre gitti" dediler, Behram Gur,

"Niçin?" diye sordu. Vezirin korkusundan hiç kimse Behram'a durumu

açıklayamayınca, "Bilmiyoruz" dediler. Behram Gur o gün ve o gece bu mevzu

üzerinde düşündü ise de, zararın nereden gelebileceğine akıl erdiremedi. Ertesi

gün erkenden atına binip, çölde ilerlemeye başladı Hem gidiyor, hem de

düşünüyordu. Güneş yükseldiğinde 20 - 25 km.lik bir yol almıştı. Fazla

düşünmeden, kendinden geçmiş ve güneş fazlasıyla tesir ettiğinden acıkıp, susa-

mış, bir yudum suya muhtaç olmuştu. Çölde bir yerden duman yükseldiğini

gördü. Herhalde orada insan vardır diye düşünüp, atını duman yönüne çevirdi.

Yaklaşınca kapısına bir köpek asılmış çadır ile, uyuyan koyun sürüleri görünce

şaşırdı. Çadıra yaklaşınca, içerden bir adam çıktı. Kendisine selâm vererek,

inmesine yardım edip, yanında ne varsa tanımadığı padişaha ikram etti. Behram,

ona, "Evvelâ bu köpeğin macerasını öğreneceğim, ondan sonra yemek yeriz"

dedi. (Adam şunları anlattı):

"Genç, en emniyet ettiğim biri idi. Sanatını bildiğinden bu koyun sürülerini

kendisine bırakırdım. O, adamın yerini tutardı. Hiç bir kurt onun korkusundan

sürünün etrafında dolaşamazdı. Her iş için şehre gidiyor ve dönüyordum. Bu

Page 21: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

köpek hayvanları otlağa götürüyor ve eksiksiz geri getiriyordu. Günler böyle

geçerken bir gün koyunları saydım,olması lâzım gelenden bir kaç tanesi eksik

geldi, buraya asla hırsız gelmediğinden, koyunlarımın her gün niçin bir kaçının

eksildiğine akıl erdiremiyordum. Koyunlarını otlattığım âmil, her yıl koyunların

tam sayısını alarak, bana hakkımı verir, gelip benden tam sayı isterdi.

"Meğer bu köpek arkadaş olduğu bir dişi kurdu kendisine eş edinmiş. Ben bu

işten habersiz, odun toplamak için bir gün sahraya gidip, dönüşte tepeden

inerken koyunların otladığını ve yanlarına bir kurdun geldiğini görünce bir

çalının arkasına gizlenerek, seyre başladım. Köpek kurdu görünce onun yanına

gelip, kuyruğunu sallamaya başladı. Kurt sükunetle durunca köpek üzerine çıktı

ve birlikte aşağıya gittiler. Daha sonra köşeye çekilip uykuya dal-

41

DÖRDÜNCÜ FASIL

dığından, kurt sürüye dalarak bir koyunu tutup, parçalayarak yedi. Köpek hiç ses

çıkarmadı. Ben kurtla köpek arasındaki bu muameleyi görünce, koyunların

eksilmesinin sebebinin köpeğin yolsuzluğundan olduğunu anladım, tutup onu

idam ettim".

Bu hikâye Behram'ın çok hoşuna gitti, hayretler ve düşünceler içinde geri

döndü. (Kendi kendine şöyle düşündü): "Bu iş benim işime benziyor. Halkım

sürüye benzer, vezirlerimiz, emirlerimiz memleketimin ve. halkımın durumu

çok karışık diyordu. Kime baş vurdumsa bana doğruyu söylemiyor, en iyisi

bilgili ve ileri görüşlü vezirime sorayım".

Sarayına dönünce ilk olarak hapsedilenlerin defterlerini istedi. Defterlerde

baştan sona vezirin şefaatini görünce, halka iyi muamele etmediğini, gidişatının

kötü olduğunu, adaletsizlikler yaptığını anladı. Şu darb-ı meseli hatırladı: "Bir

kimseyi un ile aldatan âlimler, ekmekle kalır, bir kimse ekmeğe hıyanet ederse,

elbisesi içinde kalır". "Benim doğru ve ileri görüşlü olarak tanıdığım bu vezir,

karanlık işler çeviren bir yalancıdır. Ben ise onu kudretli kıldığımdan çaresiz

halk, onun selahiyetlerinden korkarak, durumlarını bana söyleyemiyorlar. İşin

çıkar yolu, yarın onu çağırıp, büyüklerin huzurunda selahiyetlerini kaldırarak,

onu astırıp ayağına ağır bir zincir bağlatayım. Ondan sonra hapishanedekileri

huzuruma çağırayım, bizzat durumu onlardan sorayım. Ondan sonra,

münadîlerine, "Behram Gur doğru ve ileri görüşlü vezirini azlediyor, kimler

kendisinden zarar görmüşse, ondan hakkını almak üzere, kurulacak mahkemede

gelip şikâyetlerini bildirmelerini, neticede onun hak üzere olduğu anlaşılırsa

kendisini tekrar vezirliğe getirip hilat vereceğini, eğer kendisine ve halkına

hıyanetle para topladıysa onu köpek gibi cezalandıracağını" ilân etmelerini

emretti.

Ertesi gün Behram, sarayının kapısını açtı. Emirler, büyükler ve vezirler yanına

giderek yerlerini aldılar. Behram Gur, vezire dönerek, "Memleketi içine attığın

bu ıztırap nedir? Orduyu iaşesiz bırakmış ve halkı perişan etmişsin. Sana, halkın

yiyeceğini vaktinde ulaştırmanı, emirlik ve vilâyetleri kontrol etmeni, halktan

öşürden

Page 22: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

42

SİYASETNÂME

başka vergi almamanı, hazineyi dolu tutmanı emretmemiş miydim? Şimdi ne

hazinede bir kuruş görüyorum, ne askerin yiyeceği var, ne de halk yerinde

duruyor. Sen, benim sadece şarap ve av ile meşgul olduğumu, memleket

işlerinden haberim olmadığını sanıyordun. İş tahmin ettiğin gibi değildi" dedi.

Sonra onu hakaretle yerinden sürüyerek astılar ve ayaklarına ağır bir zincir

bağladılar. Sonra tekrar münadîler çıkarıp, "Melik, doğru ve ileri görüşlü

vezirini azletti, ona kızdı, artık ona vazife vermeyecek, kim ondan zulüm ve

zarar gördüyse korkusuzca saraya gelsin, durumu açıklasın ki Melik mazlumun

hakkını ondan alsın" diye bağırttı. Bu esnada gelen mahkûmları, Melik'in

huzuruna çıkardılar, hepsinden tek tek mahkumiyetlerinin sebebini sordu.

Mahkumlardan biri durumunu şöyle açıkladı: "Çok mal ve mülkü olan bir

kardeşim vardı. Doğru ve ileri görüşlü vezir onu tutuklayıp bütün malını elinden

aldıktan sonra, kardeşimi işkence ile öldürdü. Kendisine "Nasıl öldürürsün?"

dedim. Bana, Melik'in düşmanları ile mektuplaştığımı söyledi ve beni Melik'ten

hakkımı aramamam ve durumun gizli kalması için zindana attı".

Bir diğeri başından geçen olayı şöyle anlattı: "Babamdan miras kalan çok güzel

bağım, onun yanında doğru ve ileri görüşlünün (vezir) sulanabilir bir tarlası

vardı Bir gün bağıma uğradı, bağ hoşuna gidince almak istedi. Ben satmak

istemeyince beni, filancanın kızını seviyor, hayınlık edip, günah işlemiştir

bahanesi ile tutuklatıp, hapsetti. Bu suçu işlediğimi ikrar etmemi emretti.

Neticede bağı elimden alarak, tapusunu üzerine aldı. Ben durumu padişaha bil-

direceğimi söyleyince beni tekrar tutuklatıp, zindana attı".

Bir diğeri hikâyesine şöyle başladı: "Dünyayı dolaşan tüccar bir adamdım.

Sermayem az olduğundan, bir şehirde bulduğum bir antikayı diğer şehre götürüp

satar, az bir kâra kanaat ederdim. Ancak bir dizi kıymetli incim vardı, bu şehre

gelince satmak istedim. Haber Melik'in vezirine ulaşınca birini gönderip, beni

çağırarak o dizi inciyi benden parasını ödemeksizin alıp, kendi hazinesine gön-

derdi. Birkaç gün hürmetle huzuruna çıktım, bana vermesi gereken

43 DÖRDÜNCÜ FASIL

SİYASETNÂME

incilerin parasını hiç anmadı. Gücüm sona ermişti. Bir gün yol ortasında önüne

çıkarak "Eğer o inciler hoşunuza gittiyse parasını vermelerini emrediniz, gitmedi

ise iade edin" dedim. Hiç bir şey söylemeyince evime döndüm. Evimde beni

bekleyen dört çavuş gördüm: "Kalk seni vezir çağırıyor" dediler. Sevindim,

incilerin parasını verecek dedim ve kalkıp, gittim. Çavuşlar beni getirip hapse-

derek, ayağıma kalın bir zincir bağladılar. İşte birbuçuk yıldan beri buradayım".

Diğeri şöyle dedi: "Filan nahiyenin reisiyim, evim her zaman misafire, gariplere

ve ilim ehline açıktı. Allah'ın kullarına hizmet eder, gücüm yettiği kadar sadaka

dağıtır, hayır yapar ve hak edenlere nafaka verirdim. Babalarımdan böyle

gördüğüm için malımdan ve tarlalarımdan Allah'ın bütün kulları istifade ederdi.

Page 23: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Vezir bana, sen define bulmuşsun diyerek işkence yaptı, tutuklatıp hapsetti. Sa-

hibi olduğum bütün mal ve tarlalarımı yarı fiatına satarak ona verdim. Şimdi bir

kuruşum olmadığı halde, yine de dört yıldır bu zindandayım".

İçlerinden biri: "Ben filan reisin oğluyum. Vezir, babamın mallarını müsadere

ederek, onu döverek öldürdü. Beni de hapsetti. Yedi senedir bu zindanda zulüm

görüyorum".

Bir diğeri: "Asker bir kişi idim. Babanvda bunca yıl Melik'e hizmet etmiş ve

onunla seferlere katılmıştı. üivan'da, biraz toprağım var, geçen yıl birşey

yetişmedi. Bu yıl vezire rica ettim. "Ey sahip, çoluk çocuğum var, geçen yıl

param yetişmedi, bu sene beni muaf tut, bir kısmını borcuma vereyim, bir

kısmını da çocuklarıma harcıyayım" dedim. "Ordunun ihtiyacı varken,

padişah'için hiç bir şey mühim değildir" dedi. "Sen ve senin gibiler ya hizmet

edersiniz veya etmezsiniz, eğer ekmek istiyorsan tam çalışmalısın. Benim

devlete karşı başka görevim var, nasıl tam çalışabilirim? Fakat sen Melik'in

kâhyası olduğuna göre benim bir lokma ekmek için canımı feda ederek kılıç

kullandığımı bilmiyor musun? Nasıl padişahın ekmeğini bizden esirgersin?

Padişahın fermanını dinlemeyip isyan ederek bizden ekmeğimizi geri alıyorsun"

dedim. "Defol, sizi ve

44

padişahı ben koruyorum" dedi ve beni hapse gönderdi. Dört aydır bu

hapishanedeyim".

Hapishanede 700'den fazla adam vardı, bunlardan ancak 20 kadarı adam

öldürerek tutuklanmış, diğerleri vezirin dünya malına düşkünlüğü sebebiyle

zulüm ve haksızlıkla hapsedilmişti.Tellâl ertesi gün de padişahın emrini ilân etti.

Şehir, nahiye ve vilayetlerden sayılamayacak kadar mazlum saraya geldi.

Behram Gur, halkın hâl ve gidişatını görüp işitince, "Bu adamın ektiği kötülük

tohumları onun hapsedilmesini aştı, yaptığı zulümlerin acısı, katlini gerektiriyor.

Vezirin Allah'a yaptığı bu küstahlıktan dolayı Allah'ın bir ferman göndererek

beni de yakmaması hayret edilecek şeydir" diye kendi kendine söyleniyordu.

Sonra vezirin evine gidip, defterlerini ve mektup keselerini getirmelerini ve

onun bütün evlerini mühürlemelerini emretti. Mutemetler giderek söylenenleri

yaptılar. Defterler ve keselerin içine bakınca, padişahların vezire gönderdikleri

mektup dolu bir kese ile vezirin yazısıyla bir padişaha yazılmış şöyle bir mektup

vardı: "Bu gösterdiğin gevşeklik gafleti devleti götürür, ben seni ve senin

efendiliğini istiyorum, mümkün olan her şeyi yerine getirdim. Falan filan

pekçok askerî kumandanı çevirip, sana biata getirdim ve bir çok askeri işsiz ve

ekmeksiz bıraktım, bazılarını başka yerlere tayin ederek haylazlığa sevkettim.

Halkı aç ve zayıf bir hale getirerek perişan ettim. Bütün bu zaman zarfında ele

ne geçirdiysem senin ve senin hazinen için topladım. Bu gün hiç bir padişahta

böyle bir hazine yoktur. İşlemeli taç ve taht ve benzeri hiç bir yerde olmayan ve

olmayacak olan altından meclis yaptırdım. Ben bu adamdan kendi hesabıma

Page 24: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

eminim, meydan boş ve hasmın gafildir. O gaflet uykusundan uyanmadan

mümkün olduğu kadar çabuk koş."

Behram Gur bu yazıları görünce, "Bu hasmı bizzat kendisi, bana karşı kışkırttı,

onun sözü üzerine gururla karşımıza çıkıyor. Bu kötü yaradılışlı köpeğin benim

hasmım olduğundan şüphem kalmadı" (diyerek) onun malı, mülkü, hazinesi,

tarlaları, köleleri, hayvanları bu zamana kadar satın aldığı nesi varsa

getirmelerini emret-

45

DÖRDÜNCÜ FASIL

ti. Hepsini satıp halka dağıttılar ve sarayını da yerle bir ettiler. Melik sarayın

kapısında bir büyük ve üç küçük darağacı kurmalarını emretti. Onu, çobanın

köpeği idam ettiği gibi büyük daragacına, ona biat edenleri de küçük

darağaçlarına astılar. Melik münadilere, bu cezanın padişahına ve efendisine

hıyanet ederek, onun muhalifleri ile anlaşan, halka zulmeden, efendisine

küstahlık edenin cezası olduğunu, yedi gün ilân etmelerini emretti.

Bu ceza verilince Behram Gur'un ülkesinde bulunan bütün hainler korktular.

Doğru ve ileri görüşlü vezirin tayin ettiği kimseler azledildi, işlerinden atılan

herkes eski görevlerine tayin edildi. Memurları ve mutasarrıfları değiştirdiler.

Melik Behram Gur'u devirmek için hareket eden padişah bu haberi duyunca,

yaptığından pişman olarak geldiği yerden geri döndü. Behram'a da pekçok mal,

para ve kıymetli eşyalar göndererek özürler dileyip, kulluğunu bildirdi. "Asla

Melik'e isyan etmek düşüncesinde değiliz, sizin veziriniz bizi bu yola sevketmek

için, bize yazdı ve adam gönderdi" dediler. Behram Gur onların özrünü kabul

ederek, bağışladı. Güzel yüzlü Behram vezirliği iyi huylu bir adama verince ülke

huzura kavuştuğu gibi askerin ve halkın işleri düzene girip, çalışmaları hızlandı.

Memleket imar olmaya başladı. Halk zulüm ve adaletsizlikten kurtuldu. Behram

köpeğini asan adama o zaman bir ok verip, çadırından çıkarken "Onun bende tuz

ve ekmek hakkı var. Eğer başın sıkışırsa bana ve Behram Gur'un hâciblerinden

biri benim hâcibimdir, ona, kalkıp bu okla gelmelisin, sarayda senin elinde bu

oku gören, seni benim yanıma getirir. Ben de sana hakkını öderim" dedi.

Behram o tesadüften sonra çok işler gördü.

Bir gün o çobanın karısı kocasıyla sohbet ederken, "Kalk şehre git, bu oku

beraberinde götür, o ziynet ve rütbeleriyle zengin görünen adam ola ki bize bir

iyilik yapar. Bugün onun yapacağı yardıma çok ihtiyacımız var" dedi. Çoban

kalkıp şehre geldi. Gece bir köşede uyuyarak, ertesi gün Behram'ın sarayına

gitti. Behram olayı hâciblerine ve muhafızlarına anlatıp, "Eğer benim okum ile

bir adam gelirse hemen bana getirin" demişti.

46 SİYASETNÂME

Hâcibler oku onun elinde görünce, "Ey kahraman nerdesin? Ne zamandan beri

seni bekliyoruz. Şimdi seni padişaha götüreceğiz" dediler. Has sarayından çıkıp

tahtına oturduktan sonra müsaade edince, hâcibler adamın elinden tutarak

Behram'ın huzuruna çıkardılar. Adam Behram'ı görünce, "Eyvah yandım, bu

Page 25: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

meliğin kendisi imiş, ben kendisine gereği gibi hizmet edememiş, küstahça

önünde konuşmuştum" dedi. Allah etmesin, kendisinden bir eğrilik zehabına

kapılmasından korkmasına rağmen, saygıda kusur etmedi. Behram, yüzünü

devlet büyüklerine çevirerek, "Benim devletin gidişinden uyanmama sebeb bu

adamdır" (diyerek) kendisinin gidişini ve adamın köpeğini idam etme hikâyesini

onlara anlattı. Sonra, "Bu adamı uğur saydım" dedi. Ona hilat giydirmelerini

emretti. Behram'ın sürülerinden kendisinin ihtiyacı olan yediyüz koyun verdiler.

Ayrıca pek çok altın ve mal hediye edildiği gibi, padişahın emriyle, sağ oldukça

kendisinden vergi ve öşür alınmaması da emredildi.

Başlangıçta kendisiyle birlik olan İskender-i Dara'nın vezirinin, sonradan onun

gafletinden istifade ederek hiyanet etmesi, İskender'in mağlubiyetine ve

padişahlığın elinden gitmesine sebep olmuştur.

O halde padişah, hiçbir zaman memurlarının durumundan gafil olmamalı,

devamlı onların hal ve durumlarını kontrol etmeli, onlardan zulüm ve hıyanet

zuhur ederse, hiç yerlerinde tutmayıp, azletmelidir.

Diğerlerinin ibret alması için, suçları derecesinde onları cezalandırırsa, hiç

kimse ceza korkusundan padişah aleyhine bir şey düşünemez. Bir kişiyi büyük

bir işe memur ederse, onun arkasından kendisi bilmeden, durumunu ve

çalışmasını kontrol edecek müfettiş göndermelidir.

Aristo Büyük İskender'e, "Bu memlekette yazarları incittiğin zaman onlara

vazife verme, düşmanla beraber olup senin yok olman için çalışırlar" demişti.

Melik vezire şöyle dedi: "Padişahların dört grubun suçlarını

47 DÖRDÜNCÜ FASIL

bağışlamamaları gerekir. Birincisi memleketin yıkılmasına çalışan, ikincisi

haram iş işleyen, üçüncüsü devlet sırrını korumayan, dördüncüsü dili ile

padişaha dalkavukluk ederken kalbi ile onun muhalifleri ile anlaşma yapanlar.

Bunlar muhakkak cezalandırılmalıdırlar. Padişah ülkede cereyan eden olaylar

hakkında uyanık olursa, kendisinden hiç bir şey gizlenemez".

48

BEŞİNCİ FASIL

Ikta' sahipleri ve onların halka nasıl muamele ettiklerinin tetkiki

Kendilerine ıkta' verilen sipahilerin halka nasıl muamele edeceklerini bilmeleri

gerekir. Kendilerine bırakılan malı alınca eğer halka iyi muamele ederlerse ne

âlâ. Fena muamele ederlerse halkın bedeni, malı, evlâdı, tarlaları ve âletlerinin

ondan emin olması için malı elinden alınır. Sipahilerin bunlara el uzatmaya

hakkı yoktur. Halk padişahın sarayına gidip, halini anlatmak isterse, onları bun-

dan men etme yetkileri yoktur. Bunun haricinde hareket eden sipahinin —

diğerlerine ibret olması için— elinden ıkta'sı alınarak cezalandırılır. Hakikatte

onların, toprağın ve halkın sultanın olduğunu bilmeleri gerekir. Sipahiler ve

valiler onların başında emniyet müdürü (şahne) gibidirler. Yaptıkları muamele

ile halk padişahtan memnun olursa, onun ceza ve azabından emniyette olur.

Page 26: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Hikâye: 17 yaşında iken babası Kubad'ın yerine tahta oturup padişahlığa ulaşan

Âdil Nuşirevan hakkında şöyle derler: Padişahlığı yürütürken akıllılık ve adalet

onda devamlı huy haline gelmişti. Kötülüklere kötülükle, iyiliklere iyilikle

muamele ederdi. Her zaman, "Babam kısır görüşlü ve iyi kalpli olduğundan,

çabuk aldanırdı Memleketi tecrübeli kimselere teslim etmiş, onlar da istedik-

lerini yapıyorlardı" derdi. Şüphesiz memleket yıpranarak, hazîne boşalıyor, altın

ve gümüşler kayboluyordu. Kendisine, kötü isimle

49 BEŞİNCİ FASIL

mazlumların borcu kalıyordu. Bir defasında Mazdek'in hilesine, diğerinde falan

vali veya âmirin sözüne aldanmıştı. Bunlar ülkenin zulüm ve işkence ile harap

olmasına, halkın fakirleşmesine sebep oldular. Önüne sürülen altın parayı

gümüşten daha çok sevdiğinden, onlardan memnun olmuştur. Şu kadarcık

ayırma gücü yoktu ki, onlara, "Sen emirsin, filanca vilâyetin valisisin, size şu

kadar iş havale ettim, niçin yiyeceğinizden ve giyeceğinizden çok alıyorsunuz?

Bu kadarı da fazla, asla sahip olamayacağın pek çok güzel şeyler getirmişsin.

Onların hepsi halktan hakkın olmayarak aldığın eşyalardır ve hepsi de vilâyetin

malıdır. Bazılarını borçlarına harcadın, bazılarını hazineye getirdin, geriye kalan

fazlalıkları nerden buldun? Belki haksızlıkla elde etmedin, fakat diğerlerinin

meslek edinmesi gerekli olan hürmeti, halka göstermedin" diyemiyordu.

Padişahlığının 3-4' üncü yıllarında sipahiler ve memurlar öyle zulüm yaptılar ki

mazlumların haykırmaları sarayı kapladı. Âdil Nuşirevan büyük bir çadır

yaptırarak devlet ileri gelenlerini oraya topladı. Tahtına oturduktan sonra önce

Hak Taâlâ'ya hamd ü senada bulundu. Sonra, "Bana bu padişahlığı Allah (c. c)'in

verdiğini, babamdan miras olarak, amcam isyan edince onunla savaştığımı ve

onu yendiğimi, ikinci defa kılıcı elime aldığımı biliniz. Allah (c.c) bana kıymetli

bir ülke verince, ben de size saygı gösterdim, her birinize bir vilâyet verdim.

Kimin devlette hakkı varsa karşılıksız bırakmadım. Babam tarafından büyük

vilâyetlere tayin edilmiş olan büyükleri aynı yer ve makamlarında bıraktım.

Onların ekmeklerini ve rütbelerini azaltmadım. Şimdi size,emrinizdekilere ve

halka iyi muamele etmenizi emrediyorum, hakkınızdan fazla vergi almayınız,

size olan hürmetimi koruyorum, Allah (c.c)'tan utanıp sözümü dinlemezseniz —

Allah (c.c) etmesin— benden size kötülük ulaşır. Bu da devletimin zararına olur.

Dünya muhaliften aridir. Aldığınızla, huzur içinde yaşayın. Yoksa Allah'ın

verdiği nimetlere şükür, size ve bize yetmiyor mu? Şükürsüzlük eldekini de

götürür. Bundan sonra Allah'ın kullarıyla iyi geçinmeniz gerekiyor. Emrinizde-

kilerin yükünü azaltınız, zayıfları incitmeyip, âlimlere saygı göste-

50

SİYASETNÂME

riniz, iyilerle sohbet edip, kötülerden sakınınız. Allah ve melekleri şahidim

olsun, bir kimse bu gösterdiğim yolun aksini seçerse, onu kat'iyyen yanına

bırakmam" dedi. Hepsi birden, "Emrettiğiniz şekilde yapacağız" dediler.

Page 27: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bir kaç gün sonra hepsi işlerinin başına geçip, ne kadar zulüm ve adaletsizlik

varsa onları yapmaya başladılar. Melik Nuşirevan'ı küçük bir çocuk olarak

görüyorlardı. Her âsi, Nuşirevan'ı kendisinin tahta çıkardığını, isterse tahtta

tutacağını, canı istemezse padişahlıktan azledebileceğini sanıyordu. Nuşirevan

da onlara yumuşak davrandığını biliyordu. Böylece padişahlığın beşinci yılı

bitti.

Ülkede kendisinden daha zengin ve daha büyüğü bulunmayan bir sipahsalar,

Nuşirevan'ın Horasan ve Azerbaycan valisi idi. Silahları, atları ve malzemeleri

eksiksizdi. Oturduğu şehrin kıyısına bir köşk ve bir bahçe yaptırmak istedi. Arzu

ettiği bölgede ihtiyar bir kadının ekip biçtiği ve her yıl padişaha vergisini

ödediği verimli bir toprağı vardı. Kadın bu topraktan aldığı gelirle günde ancak

dört ekmek yapabiliyor, bu ekmeğin biri ile kendine yağ, biri ile katık alıyor,

diğer ikisini de yiyordu. Elbisesini halk, Allah rızası için sevabına veriyordu,

ihtiyar kadın hiç dışarı çıkmadan bütün günlerini evinde geçiriyordu.

Bu sipahsalar onun toprağına tamah ederek, kadının yanına birini gönderip, o

tarlayı kendisine satmasını bildirdi. İhtiyar kadın, "Dünyada nafakamı temin

ettiğim yalnız bu kadar toprağım var, bana, senden daha çok lazım olduğu için

satamam" dedi. Sipahsalar "Çok para veya yerine daha çok gelir getirebilecek,

çok kıymetli arazi veririm" dedi. İhtiyar kadın, "Hayır bu tarla bana annem ve

babamın mirası, helal bir arazidir. Komşularım beni korurlar, senin vereceğin

her şey benden uzak olsun" dedi. Sipahsalar kadının sözünü dinlemeyip, zulüm

ve kuvvet ile oraya bir bahçe yapıp, etrafına duvar çekti. Kadın iş kuvvete

dökülünce âciz kalarak, parasını veya karşılığında bir toprak vermesi için

sipahsaların yanına gitti. Sipahsalar başını eğerek aldırış etmediği gibi cevap da

vermedi. Kadın ümitsiz evinden çıkınca, onu sarayında da bırakmamıştı.

51

BEŞİNCİ FASIL

Sipahsaların ata bindiği, seyre çıktığı, ava gittiği her yerde yolunun üzerine

oturuyor, bağırarak ondan yerinin parasını istiyordu. Sipahsalar hiç cevap

vermiyor, onun uzağından geçiyordu. Hizmetkârlarına, nedimlerine, hâciblerine

söyledi ise de, "Evet söyleriz" dediler, fakat hiç kimse bunu ona söylemedi.

İhtiyar kadın böylece çaresiz tam iki yıl geçirmesine rağmen hiç bir şey

alamayınca ümidini kesip kendi kendine şöyle dedi: "Kalkıp bana çok

adaletsizlik eden bu zalimin elinden, adaletli olduğunu duyduğum padişaha gi-

deyim, bana hakkımı verirse ne âlâ, vermezse o zaman işi Allah (c.c)'a havale

ederim, o zaman Allah benim hakkımı verir". Bunu kimseye söylemeden, sıkıntı

ve keder içinde Azerbaycan'dan Medayin'e gitti. Nuşirevan'ın sarayına ulaşınca

onu çok fevkalade buldu, içeriye almayacaklarından korktu. Bir tedbir olarak o

yakınlarda kalacak bir yer bulayım, Nuşirevan'ı at üzerinde görünce bağırıp,

feryat edeyim, belki kulak verir. İşte ancak o zaman halimi kendisine arzederim.

Tesadüfen bu yeri işgal eden sipahsalar da Nuşirevan'ın yanında idi.

Nuşirevan'ın o gün ava gideceğini haber alan kadın, hangi yöne gideceğini

tahmin ederek, kalkıp, binbir sıkıntı ile av mahalline gitmek üzere yola çıktı,

Page 28: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

ertesi gün Nuşirevan'ın bulunduğu yere ulaştı. Askeri, av için etrafa

dağıldığından Nuşirevan yalnız kalmıştı. İhtiyar kadın saklandığı çalı arkasından

kalkıp, padişahın çadırına koştu ve başından geçenleri ona yazılı olarak verip,

şöyle dedi: "Ey Melik, eğer cihan padişahı isen benim kıssamı oku ve bu ihtiyar

kadına hakkını ver". Nuşirevan ihtiyarı görünce derhal ayağa kalkıp, elindeki

kağıdı aldı, hikâyeyi okuyup, söylediklerini de duyunca gözleri yaşardı. Kadına,

"Üzülme, artık senin işin bitti, benim işim başladı, arzunu yerine getirip seni

memleketine göndereceğim. Yalnız çok uzak yerden gelmişsin bir kaç gün

dinlen" dedikten sonra, hizmetkârını çağırıp, "Bu kadını bir katıra bindirip, ken-

di evine götür. Onu çağırıncaya kadar hazineden her gün için iki okka ekmek,

bir okka et, aylık olarak beş altın lira ver" dedi. Ferraş Melik'in söylediklerini

aynen yerine getirdi.

52

1

SİYASETNÂME

Nuşirevan avdan döndükten sonra gece gündüz kadının söylediklerinin doğru

olup olmadığını düşünmeye başladı. Bu işin doğruluğunu nasıl anlayabileceğini

araştırırken, bir öğle vakti bir hizmetkârını çağırıp, filân köleyi getirmesini

emretti. Hizmetkâr gidip, söylenen köleyi getirdi. Melik köleye, "Ey köle, benim

pek çok ve becerikli kölelerim olduğunu biliyorsun. Hepsinin içinden seni seç-

memin sebebi, sana güvenmemdir. Sana söyleyeceğim iş için gerekli parayı

hazineden alıp, Azerbaycan'a gideceksin. Filan şehrin, filan mahallesine inip,

orada 20 gün kalacaksın, her türlü insanla düşüp kalktıktan sonra, söz arasında

"Sizin mahallede, filan evde ismi falan olan bir kocakarı vardı, onu

göremiyorum, nereye gitti? Onun bir tarlası vardı, onu ne yaptı?" (diye sor).

Bunu herkesten sor, bakalım ne diyecekler? Bu işin hakikatini bana öğren. Ben

seni bu iş için gönderiyorum. Fakat yarın büyüklerin önünde seni Azerbaycan'a,

gelir ve ekinlerin nasıl olduğunu, âfet gören bölgelerin bulunup bulunmadığını

kontrola gönderdiğimi söylersin. Çabuk dönüp bana durumu bildirmen için

tekrar saraya döneceksin" dedi. Köle "Başüstüne!" dedi.

Nuşirevan ertesi gün aynı şekilde hareket ettikten sonra, köle gitti. O şehre

vardı. 20 gün orada kalıp, her cins insanla konuştu, bir şey farketmeden her şeyi

söylediler: Zavallı ihtiyar büyük kadındı. Kocasını, malını ve yiyeceğini

kaybedince, uzun zaman hasta yattı. Sahip olduğu tek tarla ile geçiniyor,

padişaha vergisini verdikten sonra, günde elde ettiği dört ekmeğin birini yağa,

diğerini katığa verip, ikisini de yiyerek vaktini geçiriyordu. Bu durum, şehrin

valisinin orayı temaşagah olarak seçip, zorla toprağını elinden alıncaya kadar

devam etti. Üstelik ne parasını, ne de yerine bir toprak verdi. İhtiyar kadının iki

sene sarayın kapısını aşındırması da fayda etmedi. Şimdi uzun zamandır

ortalıkta görünmüyor. Yaşıyor mu? Öldü mü? Bilmiyorum.

İşin aslını öğrenen köle geri dönüp, Melik'in sarayına geldi. Nuşirevan'ın

huzuruna çıktı, durumu kendisine arzederek şunu ilâve etti: "Padişahım, Allah'a

şükür sizin talihiniz ile ülke mamur,

Page 29: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

53

BEŞİNCİ FASIL

gelirler iyi, meyva çok, otlaklar yemyeşil, av mahalleleri bakımlıdır". Nuşirevan,

"Elhamdülillah" dedi. Yalnız kaldıkları zaman, "İhtiyar kadının durumu ne

oldu?" dedi. Köle duyduklarını aynen tekrarladı. Emir, "Kadının söylediği

doğruymuş" dedi. O gün ve diğer günler sıkıntılar içinde kaldı. Bu günlerden

birinde büyük hâcibini çağırıp, ileri gelenlerin ve emirlerin huzuruna gelmelerini

emretti. "Falan şehrin valisi, filan kimseyi ikinci bir emre kadar dehlizde

tutunuz" diye emretti.

Nuşirevan'ın verdiği izin ile diğer ileri gelenler huzura gelerek selâm verdiler.

Onlara dönerek, "Size bir soru sorayım, gereği gibi cevap veriniz" dedi.

"Emredersiniz!" dediler.

—Azerbaycan emirliğini verdiğim filan kimsenin emrinde kaç para var?

— "Bildiğimiz kadarıyla fazlasına ihtiyacı olmadığına göre 2.000.000 dinar

olabilir. 500.000 dinarı meclisinin. Altın ve gümüş eşyaları, halıları ve

mobilyaları 300.000 dinar tutar. İrak'ta, Fars'ta ve Azerbaycan'da mülkü

olmayan hiç bir nahiye yoktur. Emirlerden hiç biri ondan daha ihtişamlı

değildir" dediler.

Emir sordu:

— Ne kadar hayvanı var?

—"Aşağı yukarı 300.000 hayvanı var" dediler. —Ne kadar kölesi var?

— 1.700 köle, 400 cariyesini biliyoruz, sizin ikbalinizden olan diğerlerini Allah

bilir.

Nuşirevan dedi ki:

—Allah'ın kendisine bu kadar mal verdiği zengin bir kimsenin, zavallı zayıf ve

fakir bir ihtiyar kadının sabah akşam yediği iki tane ekmeğini zulüm ile alması

hakkında ne dersiniz? Söyleyiniz ona ne yapmamız gerekir?

Bütün büyükler başlarını öne eğerek, "İmkân dahilinde onun hakkında en kötü

ne yapılabilirse yapmak gerekir" dediler.

Nuşirevan da "Şimdi filancanın derisini yüzmenizi, kafa ve bedeninin derisine

saman doldurmanızı, saray kapısının üzerine as-

54

SİYASETNÂME

manızı, yedi gün münadîlerin, yaradılmışlardan birine zulüm ve adaletsizlik

yapan bir kimsenin akıbetinin bu zalim gibi olacağını ilân etmesini istiyorum"

(dedi).

Emredildiği üzere o emirin derisini yüzüp içine saman doldurarak, sarayın

kapısına astılar ve yedi gün münadîler bu olayı ülkede ilân ettiler. Söylediklerini

aynen yerine getirdiler,

O zaman ferraşına, "Sana emanet ettiğim o ihtiyar kadını getir" dedi. Ferraş

kadını getirince Azerbaycan'a gönderdiği köleyi de getirdiler. Köleye, "Seni

niçin Azerbaycan'a gönderdim?" dedi. Köle, "Bu ihtiyar kadının durumunu

öğrenmem için, öğrenince döndüm ve Melik'e anlattım" (dedi. Melik) büyüklere

Page 30: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

(dönüp şöyle dedi): "Ben sizin önünüzde bununla yalan konuşmakla hata

etmedim. Bundan sonra Allah'ın emrinin aksine kim adaletsizlik ve zulüm

yaparsa, müfsidleri yer yüzünden kaldırmak, zalimlerin ellerini zulümden

çektirmek istediğimden, bu gibiler aynı cezayı görecektir. Dünyayı adaletle

süsleyeceğim. Allah beni bunun için yarattı, zalimlerin zulümlerini ortadan

kaldırmak için kullarının üzerine bana padişahlık verdi. Başınıza bu işlerin

gelmemesi için sizler de iyi işler yapmalısınız."

Bütün emirler mecliste bulunduğundan Nuşirevan'ın ceza ve heybetinin

korkusundan ödleri patlıyordu. Sonra ihtiyar kadına, "Sana zulmedene cezasını

verdim ve onun, senin yerine yaptığı saray ve bahçeyi sana bağışladım" dedi.

Ona bir hayvan verilmesini emrettikten başka, çok vergi almamaları için bir

menşur verdi. Onu şehrine gönderdikten sonra "Sarayımız adaletsizliğe uğrayan

ve zulüm görenlere açıktır. Allah (c.c.) bize bu rütbe ve padişahlığı zalimlerin

zulmünü mazlumlardan kaldırmak için vermiştir" dedi. Sarayındaki hâcib ve

memurlara sarayının kapısına gelen zalim ve zayıfların durumunun kendisinden

gizlenmemesini ve kendisinin bu hususta uyarılmasını emretti. Yedi yaşındaki

bir çocuğun bile yetişebileceği ve üzerinde ziller bulunan bir zincirin

yapılmasını, sarayına gelen mazlumların hâcibe ihtiyacı kalmadan zilleri

sallayarak, zillerin kendisi tarafından işitileceği şekilde yapılmasını emretti ve

55

BEŞİNCİ FASIL

öyle de yaptılar. Zilleri duyunca mazlumları kabul edip, haklarını zalimlerden

alacağını bildirdi.

Nuşirevan'ın bu siyasetinden bütün askerler ve halk korkarak mazlumlara

haklarını verdiler, kimse zulüm ve adaletsizlik yapamadı. Memlekette işler

düzelince ülke insanları huzura kavuştu. Bu olaydan yedi yıl geçtiği halde kimse

sarayın kapısına adalet istemeye gelmediği gibi, kimse de zulüm yapmaya

kendisinde güç bulamadı.

Hikâye: Yedi yıldan sonra, sarayın boş bulunduğu ve nöbetçilerin uyuduğu bir

öğle vakti, zillerin çaldığını duyan Nuşirevan kalkıp, hemen iki hizmetkârını

kimin zulme uğradığını anlamaları için gönderdi. Hizmetkârlar saray kapısına

gelip, kapıda zayıf, ihtiyar ve hasta bir merkebin boyun ve sırtını zincire

sürttüğünü ve kaşındığını, çanların bundan çaldığını görünce, bunun bir merkep

olduğunu ve adalet isteyen kimsenin bulunmadığını söylediler. Nuşirevan,

"Yanılıyorsunuz, bu merkep de adalet istemeye geldi Her ikiniz de bunu alıp

şehri dolaştırın ve onun kimin olduğunu bana bildirin" dedi.

Hizmetkârlar Melik'in huzurundan çıktıktan sonra, merkebi alıp şehir meydanına

getirip, "Bunu tanıyan var mı?" dediler. (Biri çıkıp) "Evet, şehirlinin pek çoğu

tanır. Ben de 20 yıldan fazladır tanırım, bir boyacının merkebidir. Her gün

elbiselerini ona yükleyip ırmağa götürür, pnları yıkadıktan sonra gece vakti

dönerdi. Genç olduğu müddetçe onun işini yapıyordu, ihtiyarlayıp da iş göreme-

yince onu azat ettiği için şehirde dolaşıyor, herkes hayır için ona ot ve su

veriyor, yalnız iki gündür ortalıkta görünmüyordu" dedi.

Page 31: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Hizmetkârlar durumu öğrenince acele olarak Nuşirevan'ın yanına dönüp,

durumu anlattılar. Nuşirevan, "Ben bu merkep de adalet istemeye gelmiştir

demedim mi? Bu gece merkebe, yem verin, gerekenin yapılması için yarın

boyacı ile mahallesinin dört kâhyasını bana getirin" dedi. Hizmetkârlar

söyleneni yaparak, merkebi, çamaşır yıkayıcısını ve mahallenin dört kâhyasını

saraya getirdiler. Padişah çamaşırcıya, "Bu hayvan genç iken işini yaptırarak,

ona ot

56

SİYASETNÂME

veriyordun. İhtiyarlayıp iş yapamayınca ona yem vermemek için, azat ediyorum

diye onu yanından kovdun. Acaba onun yirmi yıllık hizmeti ne oldu?" deyip,

çamaşır yıkayıcıya kırk deynek vurmalarını emretti. Sonra, "Bu kâhyalar şahit

olsun, sana vereceğim ölçekle bu merkebe her gün yem vereceksin, eğer bir

parça eksiltirsen, sana nasıl ceza vereceğimi sen de bilirsin."

İşte padişahlar böyle imiş, zayıf ve hastaların haklarını düşü-nürlermiş.

Memurlarına, sipahilerine ve kullarına bu dünyada ün, gelecek dünyada da

kurtuluş için ihtiyatlı olmalarını emrederler-miş. Sipahilerin ve vergi

memurlarının çok zengin olmamaları, özel bir kale yaptırmamaları, kötü

düşüncelere kapılmamaları, halka iyi ve doğru muamele yapmaları ve vilayetleri

onarmaları için iki senede bir değiştirilmeleri gerekir.

L 57

ALTINCI FASIL

Kadı, hatip ve güvenlik memurlarının (muhtesip) işleri

Memleketteki kadıların durumlarının teker teker bilinmesi gerekir. Onlardan

ancak âlim, zâhid ve zâlim olmayanlarına vazife verilmeli, her birine devlet

bütçesinden gündelik veya aylık verilerek yerlerine gönderilmelidir.

Müslümanların malları ve canları üzerinde söz sahibi olduklarından, rüşvet

almamaları için bu husus çok mühim ve nâziktir. Çünkü cehaletle, kasden ve

huyları gereği bir hüküm verip onu tescil ettikleri zaman, diğer hâkimlerin o

hükmü imzalayarak padişaha bildirmeleri,onun da böyle hüküm veren kadıları

azlederek cezalandırması gerekmektedir. Emirlerin, kadıların adaletle hüküm

vermeleri ve adliye saraylarının işlerine dikkat etmeleri gereklidir. Eğer bir kişi

kibirlenir de kendisine ceza verileceği zaman, kadı huzuruna çıkmazsa o, büyük

kişi de olsa cebren hâkim huzuruna çıkarılmalıdır. İlk dört halife, zamanlarında

bu işleri bizzat kendileri görmüşler, hata olur diye bu işi başkalarına ver-

memişlerdir. Memleketin ayakta durabilmesi için Hz. Âdem'den zamanımıza

kadar hiç bir padişah adaleti hâkim kılmak için suçluyu cezalandırmaktan

çekimser kalamamıştır.

Hikâye: Acem meliklerinin âdetlerini şöyle hikâye ederler: Mihr günü ve

nevruz günü, hiç kimseyi ayırdetmeden kendilerini ziyaret izni verirler. Bundan

evvel, birkaç gün, "Herkes şu güne ka-

58

Page 32: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

dar işlerini bitirsin, şikâyetleri ve ihtiyaçları varsa yazıp padişaha ulaştırsınlar!"

diye münadîler çıkarıp bağırtırlardı O gün gelince padişah şehrin meydanına

çıkarak münadîye, "Haceti olup da saklayanın vücudundan padişah bizardır!"

diyerek bağırtır, sonra melik, halkın dilekçesini alır önüne kor, teker teker

bakardı. Baş rahip (en büyük kadı) padişahın sağında otururdu. Sonra melik

kalkıp, tahtından iner, baş rahibin önünde diz çöker ve "Hepsinden önce benden

şikâyetçi olanın davasına bak, fakat korkup hislerini katma" derdi. Sonra

münadî, Melik'e düşmanlıkları olanlar şu tarafa otursun, evvela onların işine

bakacağız!" diye bağırırdı.

Sonra melik baş rahibe, "Hiç bir günah padişahların günahından daha büyük

değildir. Çünkü Allah, padişaha verdiği, kendi kullarına hükm ve emretme gibi

yüce bir yetkiyi hiç kimseye vermemiştir. O halde padişahın adaletli olması ve

zalimlerin ellerini mazlumların üzerinden çekmesi gerekir. Eğer melik adaletsiz

olursa, bütün askerleri sahip oldukları nimetleri hiçe sayar, Allah'ı (c.c.)

unutarak zalim olurlar. Şüphesiz Allah'ın gazap ve öfkesi her tarafta kendilerini

bulacağı gibi, çok az bir zamanda ülke harabeye döner. Adaletsiz padişahlar

günahlarının sebebiyle kısa ömürlü olurlar; ya öldürülürler veya padişahlıkları el

değiştirir" derdi.

Bunları dedikten sonra, "Ey rahip, şimdi bak ve gör, beni kendi yerine koy, yarın

Allah benden sual sorarsa ben senin yakana yapışırım" derdi. Sonra rahip

davalara bakmaya başlardı. Eğer padişah ile hasmı arasında bir hak varsa,

adaleti yerine getirerek o kimseye hakkını verirdi. Eğer padişahtan bir alacağı

bulunmazsa, cezalandırılmasını emreder. Münâdî de sonucu şu şekilde bildirirdi:

"Bu kişi küstahlık ederek, mülk ve memlekette ayıp aradığı için cezasını

çekecektir".

Mülk hakkında davacı kalmayınca tahtının yanına gelir, başına tacını koyup

memleket büyüklerine dönerek, "Zulüm ve tamahtan sakınasınız diye önce kendi

davalarımın görülmesine müsaade ettim. Şimdi her birinizin davacısı olduğuna

göre, hasımlarınızdan hoşnutluk dileyiniz" derdi,

Bu âdet Erdişîr zamanından Yezdicurd zamanına kadar böyle

59

ALTINCI FASIL

gitti. Yezdicurd babalarının usûlünü değiştirip, dünyaya adaletsizlik âdetlerini

getirerek, kötü bir gelenek tesis etti. Halk sıkıntılara düştü, nefret ve beddua

herkesin ağzında dolaşmaya başladı. Bir gün ansızın eğersiz bir at onun sarayına

geldi. Öyle gösterişli idi ki, huzurda bulunan devlet büyükleri onu pek

beğenerek, tutmak istedilerse de muvaffak olamadılar. At Yezdicurd'un tahtının

önüne gelince sakinleşip, durdu. Yezdicurd, "Uzaklaşınız, bu Allah Taalâ

tarafından bana gönderilmiş bir hediyedir" dedi. Kalkıp yavaş yavaş atın yanına

geldi. Dilleri tutulan büyükler, hayret içinde donakaldılar. Yezdicurd elini uzatıp

atın yelesini tuttu, bir eliyle de yüzünü okşuyor, sırtına binip, iniyor, at yerinden

kıpırdamıyordu. Yezdicurd, eyer ve yular isteyerek atı koşumlayıp, paldumunu

Page 33: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

takmak isterken, at ansızın kalbi üzerine bir çifte attı, Yezdicurd olduğu yere

yıkıldı ve öldü. Herkesin şaşırdığı bir anda at saraydan çıkıp gitti. Hiç kimse onu

bir daha göremediği gibi, nereden gelip nereye gittiğini de bilemedi. Halk onun,

bu zalimin zulmünü ortadan kaldırıp, kendilerini kurtarmak için Allah (c.c.)

tarafından gönderilmiş bir melek ve peri olduğuna inandı.

Hikâye: Hikâye ederler ki, Ammare b. Hamza, Halife Vâsık'ın meclisinde

otururken bir adam kalkıp, "Ammare, zulümle benim tarlamı gasbetti" dedi.

Halife Ammare'ye, "Kalk hasmının yanına otur, onun söylediklerine cevap ver"

dedi. Ammare, "Ben onun hasmı değilim. Benim tarlamı istiyorsa kendisine

bağışladım. Halife'nin beni mükâfatlandırdığı bu yerden kalkmam. Bir tarlaya,

sahip bulunduğum bu makam ve rütbeyi veremem" (dedi). Onun bu büyüklüğü

hazır bulunan devlet büyüklerinin hoşuna gitti,

Bu durumda padişahın, Türk, Acem ve Arap da olsa hükmü bizzat vermesi

gerekir. Bilmiyorsa veya Şeriat hükümlerini okuma-mışsa, onun vazifesini

yapmak için şüphesiz bir naip lâzımdır. Bu yönden kadılar, hepsi padişah naibi

olduklarından, padişahların onların nüfuzlarını korumaları, onlara olan

hürmetini ve onların rütbelerini kemâl noktasında bulundurmaları gerekir.

Çünkü özel bir durumları vardır. Padişahın bizzat tayin ettiği naipleridir.

60

SİYASETNÂME

Aynı şekilde, büyük camilerde namaz kıldıran hatiplerin âbid, Kur'an-ı Kerim'i

bilen ve okuyan kişiler arasından seçilmesi gerekir. Çünkü namaz nazik bir iştir

ve müslümanların namazları imama bağlı olduğundan, imamın namazı kusurlu

olursa, bütün cemaatın da namazı kusurlu olur.

Padişahların, her şehre terazileri ve fiatları denetleyecek, alış verişin doğrulukla

yürümesini sağlayacak bir güvenlik yetkilisini (muhtesip) de göndermeleri

gerekir. Bunlar, diğer yerlerden gelip, şehir pazarlarında satılan mallara hile ve

hıyanet karıştırılmamasını sağlarlar. Dirhemleri kontrol ederek "iyiyi emr ve

kötüden men etme" düsturunu yerine getirirler.

Padişah ve padişahın tayin ettiği memurlar, onun kudretli olmasına

çalışmalıdırlar. Çünkü gelenekler ve akıl bunu gerektirmektedir. Bunun dışında

hareket edilir, esnaf istediği gibi alır, istediği gibi satarsa fakir halk sıkıntıya

düşer, elinde ve avucunda bir şey kalmaz. Kanunlar yürütülmediğinden fitne

ortaya çıkar. Bu iş, hiç kimseden korkusu olmayan bir Türk koca'ya veya

padişahın yakın hizmetkârına verilirse, o zaman işler, aşağıdaki hikâyede

belirtildiği gibi adaletle ve İslâm kaidelerine uygun olarak yürür.

Hikâye: Rivayet ederler ki, Sultan Mahmud, nedimleri ve yakınları ile sabaha

kadar şarap içmişti. Meclisinde bulunan Ali Nuştekin ve Muhammed Arabî gibi

ordu kumandanları da onunla beraberlerdi. Kuşluk vakti Ali Nuştekin başı

dönüp, uykusuzluk ve fazla şarabın kendisine tesir etmesi neticesinde

Mahmud'dan izin alıp evine gitmek istedi. Mahmud ona, gündüz böyle sarhoş

vaziyette gitmesinin doğru olmadığını söyleyerek "Buranın asayişini koru, gece

olsun gidersin. Hem muhtesip seni böyle görürse tutuklar, sana 40 deynek vurur,

Page 34: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

itibarını kaybedersin, ben de üzülürüm, hiçbir şey de söyleyemem" dedi. Ali

Nuştekin 50.000 süvarinin kumandanı idi, onu alt etmek için karşısına çıkarılan

1.000 kişi ile baş edebilmişti. Muhtesibin kendisine dokunmaya cesaret

edemeyeceğini söyledi. Sultan Mahmud, "Sözümü dinlemezsen git" dedi. Ali

Nuş-

61

ALTINCI FASIL

tekin büyük bir gayretle atına binerek, evinin yolunu tuttu.

Tesadüfen emniyet müdürü (muhtesip) pazar yolunda ona rastladı. Onu sarhoş

vaziyette görünce atından indirmelerini emretti. Nuştekin kendi inmek istediyse

de onu alaşağı ettiler. Muhtesip kendi eliyle ona çekinmeden 40 deynek vurdu.

Askerleri ve hizmetkârları ağlayıp sızlandılarsa da hiç kimse ona şefaat için

ağızını açmaya cesaret edemedi. Azametli bir Türk hizmetkâr olan bu muhtesip

Ali Nuştekin'e cezasını verdikten sonra, onu evine götürdüler. O, yol boyunca,

"Sultan'ın emrini dinlemeyenin hali benim gibi olur" diyordu. Ertesi gün Ali

Nuştekin Sultan'ın huzuruna çıkınca. Sultan, "Nasıl oldun, muhtesibin elinden

nasıl kurtulabildin?" deyince, gömleğini kaldırıp, sırtının nasıl yara bere içinde

olduğunu Mahmud'a gösterdi. Mahmud gülerek, "Şimdi şarap içtiğin yerden

dışarı çıkıp, bir daha pazara sarhoş gitmeyeceğine tövbe et" diyordu.

Memleket düzeni ve siyaset usûlleri iyi ve mazbut konulduğunda Müslümanlık

ve adalet doğru dürüst yürür.

Hikâye: Rivayet ederler ki, bir zaman Gazne şehrinde bütün fırıncılar

fırınlarının kapılarını uzun zaman kapadılar. Ekmek az bulununca fakirler ve

garipler sıkıntıya düştüler. Sultan İbrahim'e fırıncıların kendilerine zulmettiği

şeklinde şikâyette bulundular. Fırıncıları Sultan'ın huzuruna getirdiler. Sultan,

"Niçin ekmek çıkarmıyorsunuz?" dedi. Fırıncılar, "Şehre gelen bütün buğday ve

unları emir böyledir diye alıp saray ambarına dolduruyorlar, bizim bir kilo

buğday almamıza izin vermiyorlar" dediler. Sultan saray fırıncılarının fillerin

ayakları altına atılmalarını emretti. Onlar ölünce her birini bir filin hortumuna

bağlayarak, şehirde dolaştırdılar. Münâdî-ler "Hangi fırıncı iş yerini açmazsa,

ona da aynı ceza tatbik edilecektir!" diye ilân ettiler. Aynı gün ambarlar açılarak

içindekiler sarfedilince, ertesi gün akşam namazında bile halkın ihtiyacından

başka fırınlarda 15'er kilo ekmek mevcuttu.

Allah daha iyi bilir ama, padişah insaflı ve âdil olursa, halk daima huzur içinde

bulunur.

62

YEDİNCİ FASIL

Âmil'in (vergi memuru), kadı'nın, emniyet

müdürünün (şahne), (belediye) reisin(in) durumlarını soruşturmak ve bunun

siyasî şartı

Her şehir araştırıldığında din işlerinde müşfik, Allah Taâlâ'dan korkan, kin ve

garazı olmayan bir kimse bulunabilir. Ona, "Şehir ve nahiyeyi sana emanet

ediyoruz, Allah öbür dünyada bizden neyi sorarsa, biz de senden sorarız"

Page 35: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

demeli. Vergi memuru (âmil), kadı, emniyet müdürü (şahne), belediye reisi ve

halkın büyük ve küçük hareketleri soruşturulup bilinmeli, olayların hakikati

öğrenilip, gizli veya açık bize bildirilmeli. Biz de gerekeni emrederiz. Bu

vasıflara sahip kimseler böyle görevlerden sakınıp, memuriyeti kabul etmek

istemezlerse, onları mecbur edip, hepsinin hapsedilmesi pahasına zorla bu

görevi vermelidir.

Hikâye: Abdullah b. Tâhir şöyle anlatır: "Türbesi halen Nişabur'da olan âdil bir

emir vardı. Biz kendisini ziyaret edip, gördük. Halk her zaman türbesini ziyaret

edip, ihtiyaçlarını dilerler, Allah (c.c.) da onların isteklerini yerine getirirdi.

Dünya malı ile ilgilenmeyen âbid ve zâhidlerin bütün işlerinin yapılmasını

emreder, Hakk'ın rızasını elde etmek için, bundan hiç bir şey beklemezdi. Halka

hiç zorluk çıkarmadığından, herkes huzur içinde idi. Padişahlarından da âhirette

bir hak iddia etmeyi düşünmezlerdi."

63

YEDİNCİ FASIL

Hikâye: Bir gün Ebu Ali Dekkâk, Horasan valisi ve başkumandanı olan Emir

Ebu Ali İlyas'ın yanına geldi. Bu vali bütün azameti ile beraber çok faziletli,

âlim, olgun bir zattı. Bir gün Ebu Ali Dekkâk yanına girip, iki dizi üzerine

oturarak,

— "Ey emir, senden bir mesele soracağım, garazsız bana bir öğüt ver" dedi.

Emir, "Veririm" dedi.

—Söyle, sen altını mı daha çok seversin, yoksa hasmını mı?

—Altını daha çok severim.

Ebu Ali Dekkâk, "O halde niçin daha çok sevdiğini burada bırakıp, hasmını

kendinle birlikte Öbür dünyaya götürüyorsun?" dedi.

Ebu Ali İlyas'ın gözlerinden yaşlar gelmeye başladı ve sesli sesli ağladı. Sonra,

"Bana çok iyi bir öğüt verip, beni gaflet uykusundan uyandırdın" dedi.

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Babası SebukTekin'in yerine oturan Sultan Mahmud

Gazi, sivri, sarı bir yüzü, uzun ince boynu ve iri bir burnu olduğundan güzel

değildi. Fakat Hindistan ve Horasan onun has malı idi. Bir gün sabah namazı

vaktinde yatak odasında, sabah namazını kıldıktan sonra, önünde tarağı ve

aynası olduğu halde, tesbih ve dua ile meşgul olduğu anda veziri Şemsu'l-Kil'ai

Ahmed-i Hasan odasına girerek selâm verdi. Mahmud dua ile meşgul oldu-

ğundan başı ile, otur diye işaret etti. Vezir, Mahmud'un karşısına oturdu.

Mahmud duasını bitirdikten sonra kaftanını giydi, başına serpuşunu koydu,

çizmelerini çektikten sonra aynaya bakıp gülümsedi. Ahmed-i Hasan'a,

—"Şu anda hatırımdan ne geçiyor? Biliyor musun?" dedi.

"Sultanım daha iyi bilir" diye cevap verdi.

—Yüzüm güzel olmadığından, halk da güzel yüzlü padişahları sevdiğinden

halkımın beni sevmemesinden korkuyorum.

Hasan-ı Ahmed, "Padişahım, halkın seni seveceği gibi çalış. O zaman kadın ve

çocuk, avam ve havas seni canından çok sever, fer-

64

Page 36: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

manın ile ateşe bile girerler" dedi.

Mahmud, "Ne yapayım?" dedi.

—Bütün dünyanın seni sevmesi için altını kendine düşman kabul et.

Bu söz Mahmud'un hoşuna gidip, "Bu sözün altında binlerce fayda var" dedi.

Ondan sonra Mahmud, bağışlayan ve dağıtan elini açtı ve çaresiz bütün

dünyalılar onu sevip methetmeye başlayınca, büyük işler ve büyük fetihler onun

eliyle oldu. Semenat'ı aldı. Semerkant'a ve Irak'a gitti ve hepsini fethetti. Bir gün

Ahmed-i Hasan'a, "Ben elimi altından çekince, her iki cihan bana teslim olup

avucuma geldi. Dünya'yı hakir olarak kabul edince iki cihanda da eşsiz oldum"

dedi.

Ondan önce kimsenin ismi Sultan değildi. İslâmda ilk Sultan olarak adlandırılan

Gazneli Mahmud'dur. Ondan sonra bu ismin verilmesi âdet oldu. Allah'tan

korkan, âdil, cömert, uyanık, bilgili, ileri görüşlü, mücahit ve gazi olan

padişahın saltanat devri hayırlı olur. Âdil padişahların bulunduğu zamanlarda

adalet olduğu için cömertlik de olur.

Hikâye: Fudayl b. İyaz, "Eğer duamın Allah katında kabul edileceğini

bilseydim, âdil sultandan başkasına dua etmezdim. Çünkü kendinin ve Allah

Taâlâ'nın kurtuluşu, dünyanın imarı ancak adaletle mümkündür" derdi.

Hadis: Bütün övgüler ve selâm üzerine olsun, Peygamberimiz (s.a.v.)'in bir

hadisinde (şöyle buyurulur): "Bu dünyada Allah rızası için adaletle iş görenler,

kıyamet gününde Cennette incilerden yapılmış minberler üzerinde bulunurlar."

Padişahlar daima, hiç bir art niyetleri olmaksızın halkın iyiliğinde ve adalette

titiz davranıp Allah'tan korkanları —her zaman durumu doğru olarak

göstereceklerinden— memur olarak tayin ederler. Bağdat'ta Mu'tasım da böyle

yapmıştır.

65

YEDİNCİ FASİL

Hikâye: Abbasî halifelerinin hiç birinde, Mu'tasım'da olan siyaset, heybet, âlet

ve asker yoktu. Sahip olduğu her biri seçkin 70.000 Türk köleye hiç biri sahip

olamamıştı. Bunlardan bir kısmı emirliğe ve ordu kumandanlığına ulaşmıştı.

Daima, "Saygı göstermekte Türkten daha iyisi yoktur" derdi.

Müstesna olarak, bir emir vekilini çağırıp, ona, "Bağdat'ta pazarcılardan veya

diğer esnaftan bize 500 altın lira verecek birini tanıyor musun? Şimdilik çok

lâzım, hasat vakti iade ederiz" dedi. Vekil, "Pazarda alış veriş yapan, uzun

zamandır çalışması sonunda 600 halife altını olan bir tanıdığım var. O pazarcı

dostum olur, her zaman dükkânında oturduğumdan parasının nakit olduğunu

biliyorum" dedi.

Emir, bir başkasını gönderip o adamı çağırtmayı, ona saygı gösterip, birlikte

yemek yemeyi, yemekten sonra da parayı nasıl isteyeceğini tasarladı. "Onun

utandığını biliyorum, öyle konuşayım ki ondan parayı kolayca alayım" (diye

düşündü), Emir düşündüğü gibi yaptı. Onu çağırmaya bir adam gönderince,

adam kalkıp emirin sarayına gitti, selâm verdi. Emir kalkıp ona saygı göstererek

Page 37: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

iyi bir yere oturttu. Onun gönlünü almak için, "Senin ününü, huyunun iyiliğini,

mertliğini pek çok kişiden duydum. Sana hayran oldum. Bir topluluk oturmuş,

"Bu efendinin hürriyetine düşkünlüğü, alış verişindeki doğruluğu Bağdat

çarşısında mevcut değil, doğrusu eşi benzeri bulunmaz" diyorlardı" (dedi).

Emir ona, "Ey efendi, niçin cesaret edip, bize iş buyurmuyorsun? Bu evi kendi

evin bilmiyor musun?" dedi. Emir ne söylerse, o saygı göstererek, tevazu ile

hareket ediyordu. O, vekil, daima böyledir, diyordu. Ondan sonra sofra ve

yemekler gelince emir ona ikramda bulunarak, kendi tasından yemesi için tasını

onun önüne sürdü Ekmek yedikten sonra emir o adama dönerek, "Sana niçin

zahmet verdiğimi biliyor musun?" dedi. Adam, "Hayır" dedi. "Bu şehirde pek

çok zengin dostlarım olduğunu bilmelisin" dedi; "Onlara bir işaret yapsam

benim alış verişimi bildiklerinden hiç duraksamadan istediğim parayı hemen

verirler. Fakat şu an senin değerin na-

66

SİYASETNÂME

zarımda öyle arttı ki seninle benim aramda dostluk olması ve samimiyetin

artması için senden 1.000 dinar borç vermeni bekliyorum. 4 - 5 ay içinde, hasat

mevsiminde iade edeceğim. Elimi başıma koyayım bekleyeyim. Sen bu kadarla

yetinecek misin, yoksa onda bir artırma yapacak mısın? Herhalde benden bu

kadarını esirgemezsin?"

Adam haya ve utancından "Ferman emirindir!" deyip, ilâve etti: "Ben 1.000

veya 2.000 dinarı olan esnaftan değilim. Sermayemin tamamı 600 Abbasî

lirasıdır. Onunla kudretimce yaşıyor ve ufaktan bir iş çeviriyorum. Bunu elde

edinceye kadar da zamanım sıkıntı içinde geçti". Emir, "Hazînemde yeteri kadar

altınım var, fakat maksadım bu alış verişten dostluğumuzun pekişmesidir. Sami-

miyet eseri olarak bu 600 dinarı bana ver, senet karşılığında hasat vaktinin

girişiyle, şahitle benden 700 dinar güzelce alırsın" (dedi). Vekili ona, "Sen daha

bizim emirimizi tanımıyorsun, emirimizle alış verişten hiç korkun olmasın"

dedi. Adam "Nasıl emrederseniz, bu kadar için bir sakınca yok" dedi. Ona bir

senet vererek, elindeki altınları aldılar.

Senedin vadesinden on gün sonra adam gelip selâm verdi, hiç rica etmeksizin,

"Beni görmeniz bizzat ricadır, senedin vadesi iki ay geçtiği halde Emir bu

konuyu hiç açmıyor, bana bu parayı vermesi gerekiyor" dedi. Emirin oralı

olmadığını anlayınca, "Benim bu kadar altına ihtiyacım var, durumu vekilinize

hakkımı vermek için bildirin" diye bir mektup yazdı. Emir, "Senin işini

unuttuğumu mu zannediyorsun? Bir kaç gün sabret, canımı sıkma, evine bir mu-

temet kişi ile gönderirim" diye yazıp mühürleyerek cevap verdi. Adam iki ay

daha bekleyip altının izini bile göremeyince, kendisine ikinci defa mektup

yazarak, "Pek çok işve yapıyorlar" dedi. Daha sonra her gün ricaya gittiyse de

aradan altı ay geçmesine rağmen hiç fayda etmedi.

Bu dertli adam büyükleri şefaatçi yaptı. Kadı'l-kudat'a(başka-dı) giderek ondan

şer'î bir hüküm istedi. Adamın konuşacağı hiç bir büyük kalmadı. Bir kaç defa

kadı'nın sarayına gittiyse de ona bir hü-

Page 38: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

67

YEDİNCİ FASIL

küm veremediler. Kabul gördüğü, iş göremediğini arzettiği hiç kimse sözünde

durmadı. Paranın vadesi 1,5 yılı aşıp da adam acz içinde kalınca, kârdan

vazgeçip ana parası için uğraştıysa da hiç bir şey elde edemedi. Bütün

büyüklerden ümidini kesip işi Allah'a bırakınca, tesadüfen faziletli bir kişinin

imamlık yaptığı bir mescide girdi. Bir kaç rekât namaz kılıp, Allah'ın huzurunda

ağlayarak şöyle diyordu: "Allah'ım ben âcizim, feryadıma yetiş, beni hakkıma

kavuştur, zalimden benim hakkımı al".

O mescidde oturmakta olan bir fakir (derviş), ağlamasını duyunca ona acıdı.

Ağlayıp sızlamayı kesince ona,

— "Ey şeyh, başına ne belâ geldi ki böyle ağlıyorsun?" dedi.

Adam, "Başıma öyle bir iş geldi ki yaradılmışlara söylemenin faydası yok,

ancak Allah Taâlâ feryadıma ulaşabilir" dedi.

Derviş, "Bana da söyle, sebepler çoktur" dedi.

Adam, "Şehrin bütün emîr ve büyüklerine söyledim, hiç faydası olmadı,

söylemediğim yalnız halife kaldı. Sana söylesem ne faydası olur?" (dedi).

Fakir, "Bana söylemelisin, faydası olmasa da belki rahatlarsın" dedi.

Adam doğru deyip, durumunu başından sonuna kadar anlattı.

Derviş: "Ey cömert adam, sıkıntın sona erdi, benimle konuştuktan sonra artık

üzülme, benim söylediklerimi yaparsan hemen bugün altınlarına kavuşursun".

Adam, "Ne yapayım?" dedi.

Derviş: "Hemen şimdi filanca mahalleye git, minareli mescidin bir kapısı,

kapının yanında bir dükkân var, dükkânda yamalı cüppe giymiş, bir şeyler diken

bir ihtiyarla terzilik yapan çırağını göreceksin, dükkâna gir, ihtiyara selâm verip

yanına otur, başından geçenlerin hepsini anlat, maksadına ulaşınca bana da dua

et. Bu işi hiç savsaklama".

Adam mescidden çıkıp, kendi kendine şöyle düşündü: "Bu şehirde emirlerden,

büyüklerden ve kadılardan şefaat dilenmediğim kimse kalmadı; çok acaip, bu

derviş beni maksadıma ulaştırmak

68

SİYASETNÂME

için ihtiyar bir terziye gönderiyor. Hemen gideyim, görelim ne olacak?" Mescide

gidince, dükkâna girdi, ihtiyar terziye selâm verip yanına oturdu, ihtiyar adam

elindeki işi bırakıp, "Hangi hususta derdin var?" dedi. Adam, başından

geçenleri, mescide gidip ağladığı âna kadar ona anlattı.

İhtiyar terzi adamı dinledikten sonra, "Kullarının işini Allah (c.c) rast getirir.

Elimizde bir tek söz var, senin için hasmına söyleyelim, Allah'ın işimizi

kolaylaştıracağını ve senin maksadına kavuşacağını sanıyorum, duvara yaslan ve

rahatça otur" dedi. Sonra iki çırağından birine "Kalk, çabuk filan emirin sarayına

git, onun yatak odasının kapısına otur, ona, "Filan terzinin çırağı kapıda bekli-

yor, sana bir haberi var" diye haber gönder. Seni içeri aldıkları zaman selâm ver

ve benim selâmımı söyledikten sonra, "Filan adam senin zulmünden bize geldi,

Page 39: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

elinde senden 700 altın lira alacağına dair senedi var, zamanı 1 yıl geçmiş, şimdi

bu adamın hakkını tamamen ödemeni ve onun gönlünü almanı ve hiç kusur

etmemeni ve boş vermemeni istiyorum" (de ve) hemen bana cevap vermesini

söyle" (dedi).

Çocuk hemen kalktı ve o emirin sarayına gitti. Pazarcı adam hayretler içinde

kalarak, "Bu ihtiyar terzinin bir çocuk ile gönderdiği böyle bir haberi padişahtan

başkası gönderemez" dedi. Bir müddet sonra çocuk döndüğünde "Emrettiğin

gibi yaptım, selâmını söyledim, emir kalkıp bana selâm ve hürmet etti" (diyerek)

"Git teşekkürümü bildir, ne emrederlerse aynen yapacağım. Hemen ben de altını

huzurunda teslim etmek için geliyorum" dediğini söyledi.

Emir, bir saat geçmeden iki uşağı ile gelip dükkânın önünde atından indi.

Terziye selâm verip elini öptü. Hizmetkârdan altın kesesini alarak "İşte altın, bu

iyi adamın altınını gasbettiğimi zannetmeyin, kusur vekillerindi" (dedi); özür

dileyip, kesenin ağızını açarak altınları saydı. 500 halife altını idi. "Şimdi bu

500altını ona teslim et, yarın saraydan dönünce kalan 200 tanesini de kendisine

götürür ve geçmiş için özür diler, onun rızasını kazanmaya çalışırım. Yarın bunu

yaptığımı bir hizmetkârla ikindi namazından önce huzu-

69

YEDİNCİ FASIL

runuza ulaştırırım" (dedi). İhtiyar, "Hazret" dedi, "bu 500 altını o adama ver,

mütebakisi için de sözünde durmalısın" (dedi. Emir) altını sahibine verdikten

sonra ikinci defa terzinin elini öptü ve gitti. (Bundan sonrasını adamın ağzından

dinleyelim): Ben sevinçten ne yapacağımı bilemiyordum. Elimi atıp teraziyi

önüme çekerek 100'ünü ayırıp ihtiyar terzinin önüne koydum. Terzi "Bu nedir?"

dedi. "Allah'a and içmiştim, kim bana paramı iadeye vesile olursa çalışmasının

ücreti olarak 100 dinarı onun olacaktır. Şimdi altınımın tamamı bana ulaştığı

için bu miktar senin hakkındır, bütün arzumla sana bağışlıyorum" (dedim).

Terzi, "İşine git, benim hakkım, bir müslümanın sıkıntı ve haksızlıktan

kurtulmasıdır. Bu anda pek çok huzura kavuşman ruhumun mükâfatıdır. Eğer

ben bundan bir zerre pay alırsam, senin 700 altınını gasbetmek isteyen Türk

emirden daha zalim olurum. Kalk altınları al ve selâmetle git. Eğer yarın kalan

200 dinarı getirirse mübarek olsun, aksi olursa benim yanıma gel de alalım.

Bundan sonra da alış veriş yapacağın arkadaşlarını tanı" dedi.

Çok uğraştımsa da benden bir şey almadı. Kalkıp, sevinçle dükkândan çıkarak

evime döndüm. O gece rahat bir uyku uyudum. Ertesi gün evimde beklerken bir

adam gelip, "Emir size dua ediyor, "Zahmet olmazsa gelsin" diyor" dedi. Gittik,

saraya girdiğimizde bizi iyi bir yerde ağırladı. "Ben daima padişahın işleri ile

meşgul olduğumdan vekillerim hata etmişler" diyerek, yardımcılarına lanetler

yağdırdı, özür diledi. Hazırladığı 200 halife altınını bana verdi. Gereken saygıyı

göstererek kalkıp çıkmak istedim. Bırakmadı, bir şeyler getirtti yedik. Sonra

hizmetkârının kulağına bir şey söyledi. Hizmetkâr derhal çıktı. Bir eşi, içinde

altın işlemeli diba bulunan bir bohça ile döndü. Bunu bana giydirdikten sonra

başıma ipekten bir sarık koydular.

Page 40: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Emir, "Benden hoşnut musun?" dedi. "Evet" diyerek borç senedini iade ettim.

Emir, "Şimdi de o ihtiyar terzinin yanına gitmeni, senin hakkımı tamamen

ödediğini (söyleyip) "Ondan hoşnudum" demeni istiyorum" dedi. "O kendisi

bunu istediğinden, yani

70 SİYASETNÂME

yarın yanına gelip, hakkını tamamen verip vermediğimi söylemem

gerektiğinden, aynen dediğini yapacağım. Ben şimdi oraya gidiyorum" dedim.

Saraydan çıkarak terzinin dükkânına gittim. "Kalan altını sizin şerefinizin

bereketiyle tamamen ödedi. Ne olur benden bu 200 altını kabul edin" (dedim).

İhtiyar adam katiyen kabul etmeyince, kalkıp kendi dükkânıma geldim. Ertesi

gün bir kaç kilo helva, bir kaç kızartılmış tavuk hazırladım ve ihtiyar terziye

gittim. "Ey şeyh, altınları kabul etmedin, Allah rızası için bari bunları kabul etki

gönlüm rahat etsin" (dedim). "Kabul ettim" diye, elini uzatarak o yiyeceklerden

bir kaç lokma yedikten sonra çıraklarına da verdi. "Ey şeyh, senden bir arzum

daha olacak. İhtiyara şöyle dedim: "Ben bu şehirde, emir, zâhid, kadı, emniyet

âmiri (şahne) gibi kişilerden hakkımı almak için şefaat istedim, hiç kimse iltifat

etmedi. Emir kimsenin sözünü dinleyip benim paramı iade etmedi. Herkes bu

işte âciz kaldı. Senin sözünle benim paramı bu kadar çabuk ödemesinin sebebi

nedir? Eğer doğru bulursan bana anlat". İhtiyar, "Senin, Mu'tasım ile benim

ilişkim hakkında malumatın var mı?" dedi. "Hayır" dedim.İhtiyar şunları

söyledi:

"Öyle ise dinle: Otuz yıldır bu mescidin minaresinde ezan okurum, kazancım ve

gelirim terziliktendir. Bütün ömrüm boyunca içki içmedim, kötü yollara

sapmadım, halkın hoşuna gitmeyecek bir davranışta bulunmadım. Bu mahallede

ordu kumandanı bir emirin sarayı var. Bir gün ikindi namazını kıldım ve

mescidden çıkarak, dükkânıma gelirken bu emirin körkütük sarhoş olduğunu,

elini genç bir kadının çarşafına atmış ve onu zorla çekerek götürdüğünü gördüm.

Kadın, "Ey müslümanlar, imdadıma yetişin, ben kötü yolda olan bir kadın

değilim, filanın kızı, falanın karısıyım, falanca yerde oturuyorum, herkes benim

iffet ve doğruluğumu bilir. Bu Türk beni zorla kaçırıyor, fesat çıkarması için

beni büyük günaha götürüyor. Kocam evimden bir gece ayrılırsam beni

boşayacağına yemin etmiştir. Şimdi ise hem Allah'ın emrinden hem de

kocamdan ayrılıyorum" diye bağırıyordu.

"Bu zengin ve büyük Türk emirinin 5.000 atlı askeri olduğun-

71 YEDİNCİ FASIL

dan, kadın hüngür hüngür ağladığı halde kimse imdadına yetişemiyordu. Ben

sadece bağırıp, feryat ettim, hiç faydası olmadı. Emir kadını sarayına götürdü.

Ben inancımdan dolayı sabırsız ve huzursuz olduğumdan, bir kaç ihtiyarla bir o

kadar dilenciyi beraberimde emirin kapısına götürdüm. Emirin ismini anarak,

"Bağdat şehrinde halifenin başı ucunda zorla bir müslüman kadını tutup, evle-

rine götürüyorlar ve ona kötülük yapıyorlar, ya kadını şimdi bırakırsınız yahut

Page 41: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

emirü'l-müminin Mu'tasım'ın sarayına gider zulüm edildiğini anlatırız!" diye

bağırıyorduk.

"Emir dışarı çıkıp bizi zincire vurmalarını emretti. Hepsini zincire bağlayarak

dövdüler, bazısının kafasını, bazısının ellerini, ayaklarını kırdılar. Durumu

görünce kaçtım. Akşam namazı vakti girdiğinden gidecek yer kalmamıştı.

Namaz kıldık, yatsı namazını da eda ettikten sonra evlerimize döndük. Yatak

elbisemi giyip uzan-dımsa da uyku tutmadı. Gece yarısı olduğu halde ben hâla

olayı düşünüyordum. Eğer o adam bu kadın ile zinayı aklına koymuşsa iş

olmuştur, kocası da kadını boşayacaktır. Fakat şarap içenlerin uyuyamadıklarını

ve gecenin neresinde olduklarını bilemeyeceklerini duymuştum. "Tedbir olarak

gidip ezan okuyayım, bu Türk de sabah olduğunu zannetsin, ola ki elini kadına

sürmeden sarayından yolcu etsin, ben de hemen minareden inip kadını evine

götüreyim, o suçsuz kadın da kocasından boşanmasın" dedim.

"Sonra aynı şekilde yapıp, minareye çıktım ezanı okudum. Emirü'l-müminin

Mu'tasım'ın bizzat uyanık olduğunu nerden bilirsin? Benim ezanımı işitince çok

öfkelenerek, "Gece yarısı ezan okuyan kişi müfsiddir, ezanı duyup da sabah oldu

sanarak sokağa çıkan kişiyi bekçi yakalarsa eziyet eder" der. Mecliste bulunan

bir hocaya, bu müezzine iyi bir terbiye vermek ve bundan sonra hiç bir

müezzinin vakitsiz ezan okumamasını sağlamak için, yakalayıp getirmesini

emreder. Saray hâcibinin meşale elinde geldiğini, mescid kapısında kadının

çıkmasını beklerken gördüm. Bana, "Sakın vakitsiz ezan okuyan sen olmayasın,

halife çok kızdı ve emretti" dedi. "Bendim, fakat beni bir edepsizlik vakitsiz

ezan okumaya sev-

72

SİYASETNÂME

ketti" dedim. "O terbiyesiz kimdir?" dediler. "O, Halife'den korkmayan kişidir"

dedim. "Kimde Halife'den korkmayan yürek var? Bu öyle bir durum ki ancak

emirü'l-müminin'e söylenebilir" diyen saray hâcibi "Bismillah yürü, gidelim"

dedi.

"Hilafet sarayı kapısına gelince saray hâcibi durumu bir hizmetkâra anlattı.

Hadim saraya girdi ve Mu'tasım'a durumu anlattı. Mu'tasım beni içeri almalarını

emretti. Sonra Mu'tasım, niçin vakitsiz ezan okuduğumu sordu. Başımdan

geçenlerle niyetimi arzettim. Çok öfkelendi, aynı hizmetkâra saray hâcibinin

kendi adamlarıyla hemen filanca saraya giderek emiri tutuklamalarını ve yolu

kesilen kadını bu gece iki mutemet adamla kocasına göndermelerini, kocasına,

"Mu'tasım sana karının hiç günahı olmadığını söylüyor; ona eskisinden daha iyi

bakmanı emrediyor" demelerini, emiri de acele huzuruna getirmelerini emretti.

Hâcip hemen gitti, aynı saatte emiri huzura getirdi.

Halife onu görünce, "Ey himmetsiz, benden ne himmetsizlik veya bir müslüman

hakkında ne zulüm yaptığımı, devrimde hangi müslümana eziyet ulaştığını

gördün? Nasıl helâl olmayan bir işe cesaret edebilirsin? Müslümanlar için Rum

kayser'i ile altı sene savaşıp, bütün Rum illerini harap eden ben değil miyim?

Page 42: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

"İstanbul'un oniki kapısını sökmedim mi? Yakmadım mı? Orada müslümanlar

için mescid yapmadım mı? O esir müslümanı onların elinden kurtarıp geri

dönmedim mi? Bu gün elhamdülillah benim adaletimle kurtla kuzu aynı dereden

su içmiyorlar mı? Bu gün senin Bağdat'ta, benim baş ucumda fukaraların ve

müslümanların kadınları ile zina ederek onları fahişe yapmanın yeri var mıdır?"

dedi.

"Onu bir çuvala koyarak, ağzını bağlamalarını ve sağlam bir deynek

getirmelerini, sonra da iki kuvvetli adamın biri bir tarafta, diğeri öbür tarafta

yerlerini alıp, bütün kemikleri kırılıncaya kadar emiri dövmelerini emretti. Sonra

emirü'l-müminin emri gereğince çuvalı, olduğu gibi götürüp Dicle nehrine

attılar.

"Daha sonra bana, "Ey şeyh, Allah'tan korkmayan benden de

73 YEDİNCİ FASIL

korkmaz. Allah'tan korkan için bir şey yapmak gerekmez. Fakat bunun gibi,

yapılmaması gerekeni yapan cezasını bulur. Bundan sonra birinin diğerine

zulmettiğini veya haksız ve haram olan fiilleri işlediğini, kanun ve şeriat harici

işler yaptığını görürsen, aynı şekilde vakitsiz ezan okumanı sana emrediyorum.

Ben senin zamansız ezanını işitince hemen seni çağırıp, o haram işin sahibini

anlayıp, kendi oğlum veya kardeşim bile olsa bu köpeği cezalandırdığım şekilde

cezalandıracağım" dedi.

"Halife beni şereflendirdikten sonra gönderdi. Bu olayı Halife'nin bütün askeri

bilmektedir. Bu emir senin altınlarını benim sözümün etkisiyle iade etmedi,

emirü'l-müminin Mu'tasım'ın ceza ve korkusu sebebiyle verdi. Eğer kusur

etseydi hemen vakitsiz ezan okurdum. O da daha önceki Türk emirinin akıbetine

uğrardı".

Bu hikâyenin benzeri pek çoktur. Padişah ve halifelerin kurt ve koyunları bir

yerde bağlı olduğundan, efendiler halkın başından geçen olayları, halka zarar

ulaşmaması için memurlarına nasıl ceza vereceklerini, bazı memurlar hakkında

nasıl tedbir alacaklarını bilmelidirler. Müslümanın dinini ve milletini

kuvvetlendirip, İslâm kanunlarını yüceltmelidirler.

74

SEKİZİNCİ FASIL

Din ve dinî kanunların, benzerlerinin araştırılması ve tetkiki

Padişaha, din işlerini araştırıp, farz ve sünnetleri korumak ve Allah'ın emirlerini

yerine getirmek, din âlimlerine hürmet etmek, onların nafakalarını Beytü'l-

maldan ayırıp tayin etmek, zâhid ve âbidlere saygı göstermek vacibdir. Bunu

şöyle yerine getirir: Din âlimlerini haftada bir veya iki defa sarayına davet eder.

Page 43: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Allah'ın emirlerini, Kur'an-ı Kerim'in tefsiri ile Hadis-i Nebevileri onlardan

işitir, yine onların ağzından geçmiş peygamber ve padişahların hikâye ve

kıssalarını dinler. Bu durumda gönlü dünya gailesinden kurtulup, aklını ve

kulağını onlara terkederek münazara yapmalarını emreder. Anlamadığı

hususları, olayın tetkikini ve nasıl olduğunu anlayıncaya kadar tekrar tekrar

sorar. Hiçbir şeyi içine atmaz. Bir müddet böyle yapınca onun için âdet olur.

Çok kısa zamanda İslâm kanunlarını, Kur'an-ı Kerim'in tefsirini ve

Peygamberimizin hadislerini öğrenir ve ezberler.

Böylece din ve dünya işlerinin yolu, alınacak doğru tedbirler onca bilindiğinden,

hiç bir dinsiz ve bid'at ehli onu doğru yoldan ayıramaz. Kesin görüşlü olup,

adalet ve cezada isabetli kararları artar, memleketindeki boş şeylerle uğraşma ve

bid'atlar ortadan kalkar. Elinden büyük işler gelir. Zamanında, devletindeki

fitne, şer ve fesat unsurları ortadan kalkar. Doğrular kuvvetlenerek bozguncular

kaybolur. Dünyada iyi olarak anılır, ahirette kurtuluş bulur, derece-

75

SEKİZİNCİ FASIL

si yükselir ve sayısız nimetlere ulaşır. Zamanının insanları da ilim elde etmeye

daha çok çalışırlar.

Hadis: İbn Ömer (r.a.) şöyle der: "Resûlüllah (s.a.), "Âdil hâkimler Cennette

saraylarda bulunurlar. Nurlarından kendi ehilleri ve emrinde bulunanlar da

faydalanırlar ve onunla olurlar" dedi".

Padişah için en iyi şey dindar olmasıdır. Çünkü din ve padişahlık tıpkı iki kardeş

gibidirler. Memleketinde bir kimse ıztırap çekerse dinde gevşeklik var demektir.

Hemen dinsiz ve müfsitler ortaya çıkarlar, dinde gevşeklik olunca da

memlekette karışıklıklar görülür. Bozguncular kuvvet bulur, padişah saygısını

yitirir. Gönüllere üzüntü hâkim olur. Bid'atlar ortaya çıkarak, haricîler hâkim

duruma geçerler.

Süfyan Sevrî, "En iyi sultanlar âlimlerle düşüp kalkanlar, en fena bilginler

padişahlarla birlikte olanlardır" der.

Hikâye: Urdişîr anlatır: "Kudreti bulunmayan padişah kendi yakınlarını doğru

yola getiremez, tabii olarak onun, bütün halkı doğru yola sevkedemeyeceği

bilinmelidir. Bu hususta Allah Taâlâ şöyle buyuruyor: "Önce en yakın

hasımlarını uyar" (Şuarâ 26/214).

Emirü'l-müminin Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle söylüyor: "Padişahın örtüsünün

uzunluğundan daha fazla, memleketi zarara uğratan ve halkın yolunu şaşırtan bir

şey yoktur. Padişahın örtüsünün kısalığından ve kolay kalkmasından daha fazla,

memlekete hiç bir şey faydalı olmaz; özellikle memurlar ve âmiller için, ki onlar

padişahın kendilerinden çabuk haberdar olacağını bilirlerse halka

zulmedemeyip, haktan fazlasını alamazlar."

Hikâye: Lokman Hekim, "Bana, ilimden daha dost kimse yoktur, ilim

hazineden daha iyidir, çünkü hazineyi senin koruman gerekir, halbuki ilim seni

korur" der.

Page 44: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Hasan Basrî, "Âlim; Arapçayı çok iyi bilen, konuşan, terkip ve deyimlerinde

güçlü olan değildir" der. Âlim hangi dilde olursa olsun bütün bilgilerden nasip

alandır. Bir kişi bütün ahkâm-ı Kur'ani-

76

SİYASETNÂME

yeyi, İslâm kanunlarını ve tefsiri, Türkçe, Farsça ve Rumca biliyor fakat Arapça

bilmiyor, âlimdir. Arapçayı da bilirse daha iyi olur. Çünkü Allah Taâlâ Kur'an-ı

Kerim'i Resulüllah'a Arap dili ile göndermiştir.

Fakat Allah'ın ve memleketin nuru olan padişah ilimle dost olursa, hiç bir iş

ilimsiz olmadığından, iki cihanı da elde etmiş olur, cehalete de rıza göstermez.

Bak, âlim olan padişahların ismi dünyada büyük işler yaparak, ünleri nasıl

büyümüştür. Kıyamete kadar Feridun, İskender, Urdişîr, Nuşirevan, Dârâb,

emirü'l-müminin Ömer, Emirü'l-müminin Ali (Allah ikisinden de razı olsun)

Ömer b. Abdülaziz, Harun Reşid, Me'mun, Mu'tasım, İsmail b. Ahmed Samanî,

Mahmud b. Sebuktekin (Allah'ın rahmeti hepsine ulaşsın) gibi padişahların

isimleri devam edecektir. Çünkü hepsinin işleri ve çalışmaları, tarih ve

kitaplarda yazıldığı, okunduğu gibi görülmeye değer. Herkes onları övüp dua

etmektedir.

Hikâye: Ömer b. Abdülaziz devrinde büyük bir kıtlığın olduğunu okudum. Çok

sıkıntı çeken insanlar arasından bir Arap kavmi, onun huzuruna çıkarak ağlayıp,

"Ey müminlerin emiri, kendi etlerimizi yeyip, kanlarımızı içtik, yani zayıflıktan

iğne ipliğe döndük, açlıktan yüzlerimiz sapsarı oldu. Dermanımız Beytu'l-malın-

dadır. Hazinene toplayıp doldurduğun bu mal ya senindir, ya Allah'ındır veya

Allah'ın kullarınındır. Allah'ın ise ona ihtiyacı yok; biz onun kullarıyız, senin ise

bize sadaka olarak ver. "Allah çok sadaka verenleri mükâfatlandırır" (Yusuf,

12/88). Neticede onun ceza ve mükâfatını sana ulaştırır. Eğer bizim ise,

sıkıntıdan kurtulmamız için kolaylık göster. Nerdeyse vücudumuzdaki deri bile

kurumak üzere" dediler.

Ömer b. Abdülaziz'in kalbi onlara ve onların durumuna yanarak gözleri yaşardı.

"Söylediğiniz gibi yapacağım" dedi. Hemen gerekeni emrederek, onlara

istediklerini verdi. Gitmek istedikleri zaman Ömer b. Abdülaziz "Nereye

gidiyorsunuz? Allah'ın kullarının sözünü bana söylediğiniz gibi benim sözümü

de Allah'a (c.c.)

77 SEKİZİNCİ FASIL

söyleyiniz, yani beni hayır dua ile anınız" dedi. Bunun üzerine Araplar, yüzlerini

göğe çevirip, "Allahımız, izzetinle Abdülaziz'in bize, Sen'in kullarına yaptığını

Sen de ona yap" dediler.

Bu dua tamamlanınca gökte bir bulut belirerek, şiddetli bir yağmur başladı. Bir

dolu tanesi sarayın tuğlalarından birine isabet ederek onu kırdı. Kırılan tuğlanın

içinden bir kağıt düştü. Alıp baktılar. Şöyle yazılmıştı: "Bu aziz Allah'tan

Page 45: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Abdülaziz'c ateşten kurtulma beratıdır"; yani Ömer b. Abdülaziz'i cehennem

ateşinden kurtardığının beratıdır.

Bu mânada pek çok hikâyeler vardır. Fakat daha fazla uzatılırsa bıkkınlık

getireceğinden, bu kadar söylemeyi yeterli bulduk.

78

DOKUZUNCU FASIL

Devlet ileri gelenleri ve geçimleri

Saraya girip çıkabilen ve kendilerine tam itimat beslenen kişilere eşraf denir.

Bunlar, ihtiyaç duyulup, kendilerinden bir şey istendiği vakit yerine getirirler.

Böyle bir kişinin (padişahın) her şe-hire ve nahiyeye keskin zekâlı ve haramdan

sakınan, tımar işlerinin yürütülmesine, mallarının muhafazasına bakacak nâib

göndermesi gerekir. Gidenlerin gittikleri yer hakkında, az çok bilgileri olması

gerekir. Çünkü aylık ve ücret sebebiyle halka yük olmamaları lâzımdır. Aksi

halde yeni bir külfet yüklenmesine sebep olabilirler. Neticede yaptıkları iş için

Beytu'l-malden kendilerine aylık verilirse eşrafa hıyanet etmeye veya rüşvet

almaya mecbur olmazlar. Neticede eşrafın, (tımar sahipleri) işi doğru yürüyerek

gelir temin edilebilir, inşâallahu Taâlâ Vahdehû.

79 ONUNCU FASIL

Muhabirler, postacılar ve memleket işlerinde tedbir almak

Padişahların, ordu ve halkın durumunu uzak veya yakından bizzat tetkik etmesi,

ne olup bittiğini az veya çok bilmesi gerekir. Böyle yapmazsa hata ve gaflete

düşer, halka hakaret ve zulm eder. Memlekette fesat ve adaletsizlik alır yürür.

Bunu padişah ya bilir veya bilmez. Bilip de tedbirini alamazsa onlar gibi

zâlimdir, çünkü zulme rıza göstermiştir. Bilmezse gafil, hakir ve cahildir, her iki

halde de iyi değildir.

Şüphesiz (padişahların) muhbirlere ihtiyacı vardır. Gerek cahiliye ve gerek

İslâmiyet devrinde padişahların her şehirde habercileri vardı, hayır ve şer olan

bütün hadiseleri onlardan öğrenirlerdi. Bir kimse haksız yere bir tavuk veya bir

torba saman alsa, 1.500 km. mesafeden bile padişahın haberi olmuştur; böylece

o kimseye gerekli ceza verilerek herkes padişahın uyanık olduğunu anlamıştır.

Her bölgeye yerleştirdikleri işini bilen adamları ile zâlimlerin zulümlerini

önledikleri gibi halka adaletle muamele edilmesini sağlamış ve memleketi de

imar etmişlerdir. Yalnız bu çok nazik bir iş olduğundan daha çok elinden,

aklından ve kaleminden kimsenin şüphe etmeyeceği, memleketin salah ve fesadı

kendilerine bağlı olduğundan, kendi nefsine çalışmayacak kimselere havale

edilmelidir. Onların memleket için lüzumları, diğer insanlar bir tarafa, ülkede

padişah gibidir. Bu yüzden aylık ve ücretlerinin hazineden ödenmesi gerekir.

Kendilerini padişahtan başka kimsenin tanımaması, ne yaptıklarını ve çıkan

olayları yalnız padişahın bilmesi ve gerekeni emretmesi lâzımdır. Neticede, işler

yukarda söylediğimiz şekilde yürürse, halk padişahın diyanetinden korkarak tam

itaatkâr olur. Hiç kimsenin padişaha isyana cesareti olamaz. Haber alma ve suçu

Page 46: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

önleme memurlarını tayin eden padişahın adaletinden, ilerisini görerek tedbirli

davranmasından ve uyanıklığından dolayı da ülke mamur olur.

Hikâye: Sultan Mahmud Irak'ı fethedince, bir kadının Deyr-i Keçin ribatında

kervanı ile bütün malını çaldılar. Hırsızlar Kirman ilinin Kuç u Beluç

bölgesinden idiler. Kadın Sultan Mahmud'un huzuruna çıkarak, hırsızlardan

şikâyetçi oldu;

—"Ya malımı Deyr-i Keçin'e geri getirt veya öde" dedi.

Sultan Mahmud, "Deyr-i Keçin neresi?" diye sordu.

Kadın, "Nerede olduğunu bildiğin, kontrol ve hukukunu koruyacağın kadar

vilâyeti al" dedi.

Mahmud, "Doğru söylüyorsun. Fakat hırsızların nasıl insanlar olduğunu ve

nereden geldiğini biliyor musun?" dedi.

Kadın, "Kirman yakınlarındaki Kuç u Beluç'tan idiler" dedi.

Mahmud, "O ülke çok uzak ve benim memleketlerimin haricindedir, onlara hiç

bir şey yapamam" diye cevap verdi.

Kadın, "Sen nasıl cihan padişahısın? Emrin altındaki halkını koruyamıyorsun.

Sen nasıl bir çobansın ki koyunlarını kurttan koruyamıyorsun? Sen bu kuvvet ve

askerle bir şey yapamazsan; ben zayıf ve yalnız bir kadın olarak ne

yapabilirim?" dedi.

Mahmud'un gözleri sulandı ve "Ey kadın doğru söylüyorsun. Senin malını

ödüyorum. Hırsızlar hakkında da elimden geleni yapacağım" dedi.

Yanındakilere emretti, kadının malının parasını ödediler.

Sultan Mahmud bilahare, Kirman valisi bulunan Ebu Ali'ye mektup yazarak

şöyle dedi:

81

ONUNCU FASIL

"Benim maksadım Irak'a gelip vilâyeti almak değildi. Hindistan'da her gün

ortaya çıkan orijinal olaylar mevcut olduğundan, onlarla meşgul oluyordum.

Irak'ta yaşayan müsl umanların çoğu bana mektup göndererek, Deylemlilerin

halka açıktan açığa pek çok zulüm yaptıklarını yazdılar. Nerede güzel bir kadın,

temiz bir çocuk görseler onları zorla götürüp, fesat çıkarıyorlar. Onlarla kadınlar

gibi birlikte yaşıyorlar. Resulüllah'ın (s.a) dostlarına açıktan lanet okuyorlar. Hz.

Aişe (r.anhâ) hakkında çok kötü sözler söylüyorlar. Mukataa'lardan iki veya üç

defa vergi alıyorlar. Velhasıl istediklerini yapıyorlar. Hepsi, nikahlı dokuz karısı

olan Mecdü'd-devle denilen oranın padişahını şehinşah ilân etmeye karar

vermişler. Şehirlerde ve nahiyelerde Rafızîlik mezhebini açıkça methediyorlar.

Yaratıcı'nın var olmadığı hakkında açıkça sohbet ediyorlar. Namaz, oruç, zekat

ve haccın tamamını inkâr etmektedirler. Mukataa sahipleri bunları böyle

şeylerden men edemedikleri gibi zulümlerinin önünü de alamıyorlar.

"Bu haberin doğruluğu anlaşılınca, ben de bu mühim işi Hindistan'a gazaya

tercih ettim. Irak'a yönelerek, hepsi Hanefi mezhebinden, temiz inançlı,

dinlerine sâdık Türk askerlerini Deylemîler, Rafizîler ve Bâtınîler üzerine

gönderdim. Neticede köklerini yer yüzünden kazıdılar. Bir kısmını kılıçtan

Page 47: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

geçildiler, kimisini hapsettiler, bir kısmını da zincire vurup esir ettiler. Bir kısmı

da dünyanın şurasında burasında âvâre oldu. Horasan ulemasını, hepsini Hanefî

veya Şafiî yapmaları için görevlendirdim. Her iki toplum da Rafızî, Haricî ve

Bâtınîlerin düşmanı ve Türklerin tabiatına uygundurlar. Hepsinin Rafızî

olduğunu anladığım, işleri güçleri Türkler arasında karışıklık çıkarmak olan

Iraklı kâtiplerin, ellerine kalem almalarını yasakladım. Allah (c.c.)'in yardımıyla

çok kısa zamanda Irak ülkesini onlardan temizledim. Belki Allah beni, kötülük

yapanları yeryüzünden kaldırayım, doğruları koruyayım, adaletle yer yüzünü

imar edeyim diye yaratarak insanlara emir tayin etmiştir.

"Oraya bağlı Kuç u Beluç'tan hırsız ve bozguncu bir kabilenin, Deyr-i Keçin

ribatında yol kesip soygun yaptığını bana bildir-

82

L SİYASETNÂME

diler. Onları yakalamanı, mallarını ellerinden almanı, hepsini idam etmeni veya

elleri ayakları bağlı, çaldığı mallarla birlikte Rey şehrine göndermeni istiyorum.

Onlar nasıl, Kirman vilâyetinden, benim vilâyetime gelip yol kesip, hırsızlık

yapmaya cesaret etmişler görelim. Yoksa, Sümenat'tan Kirman uzak bir yer

değil, askerimle gelip Kirman ve Kuç u Beluç şehirlerini mahveder, vilâyeti ele

geçiririm."

Sultan'ın habercisi bu haberi getirince Ebu Ali İlyas çok korktu. Habercinin

gönlünü alarak, türlü türlü mücevher ve inciler, pek çok altın ve gümüş

yükleyerek, Sultan Mahmud'a şu haberi gönderdi: "Ben emirleri yerine getiren

bir kulum. Kirman'ın durumu ve emirinin kim olduğu, benim kimin kulu

olduğum belli. Asla kötülüğe rıza göstermedim. Kirman halkı doğru, Sünnî

mezhebinde, dindar kişilerdir. Kuç u Beluç, Kirman ile dağlar ve vadiler ile ay-

rılmıştır. Yolu çok sarptır. Kulunuzun da onlardan canı burnuna gelmiştir. Hepsi

müfsit ve hırsız kişilerdir. 1.200 km. mesafede yol emniyeti yok, nüfusu da

kalabalıktır. Benim bu kadarcık askerle onlarla başa çıkamayacağımı Sultan

daha iyi bilir, bütün dünyada onları ancak o cezalandırabilir. Her ne buyurursa

emre hazırım."

Ebu Ali'nin yaptıkları ve cevabı Sultan'a ulaşınca doğru söylediği anlaşıldı.

Elçisine özel hilat vererek, kendisine şöyle söyledi: "Ebu Ali'nin, Kirman

askerini toplaması, Kirman vilâyetini dolaşması, filân ayın başında Kuç u Beluç

sınırına gelerek orada konaklaması, özel işaretli habercimiz gelince zamanında

hareket edip Kuç u Beluç vilâyetine saldırması gerekmektedir. Kadınlardan, ih-

tiyarlardan her kimi bulursa hiç aman vermeden kılıçtan geçirmeli, aldığı malı

bana göndermeli. Burada malları çalındığını iddia edenler var, onları ayıralım.

Onlarla iyi ve sağlam bir anlaşma yaparak geri dönmelisin."

Ebu Ali'nin elçisi gönderildikten sonra, tüccarların silahlanıp Kirman'a gitmek

üzere yol hazırlığı yapmaları tellâllar ile şöyle duyuruldu: "Herkes yüklerini

bağlasın, kendilerine kılavuz vereceğim, eğer hırsızlar bir şey çalar veya

mallarına zarar verirse onları

Page 48: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

83

ONUNCU FASIL

telafi etmeyi kabul ediyorum."

Bu haber vilâyete yayılınca bütün tüccarlar Rey şehrine toplandılar. Sultan

tüccarlarla biraz görüştükten sonra yanlarına 500 süvari ile bir kılavuz vererek,

"Gönlünüzü ferah tutunuz ben arkanızdan başka bir ordu gönderiyorum" dedi.

Kılavuzu gönderdikten sonra süvarilerin başındaki kumandanı yalnız olarak

yanına kabul ederek ona bir şişe öldürücü zehir verdi ve şöyle dedi: "İsfahan'a

ulaşınca, orada, tüccarların alış verişlerini yapmaları için on gün kadar kal. Bu

zaman zarfında en iyisinden on yük Isfahan elması al, develere yükle.

Hırsızların bulunduğu yere yaklaşınca, o gece orada kalacaksın. Elmaları

tamamıyla zehirle karıştırmak için bir yere kapa, işin bitince tekrar aç. Kervanın

içine o elmaları dağıt ve tekrar hareket et. Hırsızların bulunduğu bölgeye

ulaşınca, size saldırmaya kalkarlarsa müdahale etmeyip, bozgun numarası

yaparak kaçmaya çalışın. Bir iki saat geçince geri dönüp hırsızlara saldırın. Ben

hırsızların pek çoğunun elmalardan yeyip, öleceklerinden şüphe etmiyorum,

kalanları da siz öldürün. Onlardan aldığın malı on iyi süvari ile ve benim bu

yüzüğümle Ebu Ali'ye gönder ve bizim Kuç u Beluç hırsızlarına ne yaptığımızı,

şimdi sıranın kendisinde olduğunu, askerleriyle Kuç u Beluç'a hücum edip

emirlerimizi yerine getirmesini haber ver. Sen de kervan emiri olduğun için

kervana hiç zarar gelmeden Kirman hududuna kadar götür." Emir "Baş üstüne!"

deyip, Mahmud'un yanından ayrılarak, kervan sahiplerini alarak İsfahan'a geldi.

On yük elma alarak Kirman yoluna koyuldu. Sultan'ın dediklerini aynen yerine

getirdi. Hırsızlar, casusları vasıtası ile, o seneye kadar bu yollarda görülmemiş

büyüklükte 500 Türk süvarisi kılavuzluğunda 1.000 baş hayvan ve pek çok mal

mülk ile bir kervanın ulaştığını haber aldılar ve çok sevindiler. Kuç u Beluç'ta

4.000 kadar eli silahlı her cins adam vardı, hepsi yolu tutarak kervanı beklemeye

başladılar.

Kumandan, askeri ve kervanla bir menzile ulaşınca, orada oturanlar binlerce

askerle hırsızların yolu kestiğini söylediler. Kumandan, "Onların bulunduğu yer

buraya kaç kilometredir?" diye sordu.

84 SİYASETNÂME

"30 km.dir" dediler. Tacirlerin hepsi üzüldüler. Kumandan, "Hiç üzülmeyin, biz

canımızı sizin malınıza feda edeceğiz. Sultan bana bir görev verdi, ne size öfkesi

var ne de bize. Sultan bu hırsızların bu havaliden çaldıklarını geri alacağını ümit

ediyor. Hiç canınızı sıkmayın. Allah Taâlâ işimizi rast getirir ve güneş doğunca,

bize yardım gelirse, işler istediğimiz gibi olacak inşâallah. Fakat sizin, benim

her dediğimi yapmanız gerekiyor" dedi.

Kervancılar bunu duyunca sevindiler. "Her ne buyurursan başımız üzerine!"

dediler. Kumandan "O halde bu gece hareket edeceğiz. Sizden bineği olanlar

benimle kervanın başında gelsinler, bineği olmayanlar kervanın arkasında

yürüsünler. Bu hırsızlar yalnız malları götürürler, kimseyi öldürmezler. Ancak

Page 49: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kendilerine söz söyleyeni öldürürler. Yarın güneş doğarken biz orada olacağız,

hırsızlar kervana hücum edince ben bozulmuş gibi kaçacağım, siz hepiniz benim

arkamdan gelin, ne yaparsam siz de yapınız, hiç canınızı sıkmayınız, pek çok

fevkalade şey göreceksiniz, ben bu işte bir iş görüyorum. Padişahın bütün

söylediklerinin doğru olduğunu ve yapılması gerektiğini biliyorum" dedi. Hepsi

yerlerine döndüler.

Gece olunca, kumandan bütün elma çuvallarının dikişlerini açarak hepsine zehir

karıştırdı. Sonra tekrar kafeslerine koydu. On askeri on elma yüklü hayvanın

yanına koyarak, "Ben kaçmaya başladığım zaman hırsızlar kervana hücum

edecek, yükleri yarmağa başlayacaklar, siz elma çuvallarını keserek, başaşağı

edip, başınızın çaresine bakınız" dedi.

Vakit gece yarısını geçerken hareket etmelerini emretti. Söylediği düzende

gidiyorlardı. Gündüz olup, güneş yükselince hırsızlar üç yönden ayaklanıp,

kılıçları elde kervana saldırdılar. Kumandan bir kaç tanesiyle cedelleştikten

sonra kaçmaya başladı, kervandaki atlı ve yayalar da kaçıştılar. 3 km. yol

gittikten sonra kumandan durdu. Hırsızlar gönül rahatlığı ile kervana üşüşüp

yükleri yararak mal ve kumaşlar ile meşgul olmaya başladılar. Elmaların, yanına

ulaşınca pek azı müstesna, kurtçuklar gibi yediler.

Aradan bir saat geçince teker teker düşerek can verdiler. İki sa-

85

ONUNCU FASIL

at sonra kumandan yüksek bir yere çıkıp hırsızlara ve kervana bakınca hepsini

sahraya serilmiş olarak gördü. Tepeden büyük bir sevinçle inerek,"Ey kervan

sahipleri, müjde verin! Sultan'ın yardımı ulaşarak, bütün hırsızları öldürdüler,

pek azı kaldı, ey tacirler aslan gibi olunuz, hemen koşup kalanı da biz

öldürelim" dedi. Hepsi yürüdüler.

Kervanın yanına gelince sahrayı ceset dolu gördüler, hepsinin silahları, okları,

yayları, siperleri düşmüş, pek azı ayakta kalabilmişti. Hemen onların peşine

takılarak bir tekini dahi canlı bırakmadılar. Haber vilâyete gidinceye kadar

kumandan bütün silahları toplayarak kervanı hiç kimsenin bir tüyüne bile zarar

gelmeden yerine ulaştırdı. Kervanla Ebu Ali İlyas arasında 60 km.lik bir mesafe

vardı. Kumandan, Sultan'ın yüzüğüyle olayı ve yapması gerekeni Ebu Ali'ye

kölesiyle bildirdiği zaman, müslümanlar sevinçlerinden yerlerinde

duramıyorlardı.

Ebu Ali durumu öğrenince hemen askeriyle Kuç u Beluç'a gitti. Kumandan da

ona ulaştı. On'dan fazla insan öldürdüler, haddi hesabı yapılamayacak kadar çok

altın dinar elde ettiler, bunların sayısını kimse bilmiyordu. Neticede yapılan

konuşma üzerine Ebu Ali bunların hepsini Sultan Mahmud'a gönderdi. Sultan

dellallar çıkarıp, "Ben Irak'ta bulunduğum müddetçe Kuç u Beluç hırsızları

kimden bir şey çaldı ise dergâhıma gelip mallarını alsınlar" diye halka haber

verdi. Malının çalındığını iddia edenler gelip, hepsi memnun döndüler. 50 sene

bu yollarda hırsız görülmedi.

Page 50: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bundan sonra Mahmud her yere haberciler gönderdi; artık, bir kimse birinden

zorla bir tavuk alsa bunun haberini alıp zorbayı araştırırdı. Diğer padişahlar da

bu usulü muhafaza ettiler. Selçuklular bu usule rağbet etmedikleri için pek

çabuk yıkıldılar.

Hikâye: Bir gün Ebu'l-Fazl Sekzi, Sultan Şehit Alpaslan'a,

— "Niçin haber alma teşkilâtın yok?" dedi.

— "Memleketimi yok etmek ve taraftarlarımı benden uzaklaştırmak mı

istiyorsun?

86

SİYASETNÂME

—Niçin?

—Bir muhbirim olsa beni sevse ve ben de itimat etsem, bu muhbir dostluğa ve

güvene sarılarak hile yapmayıp rüşvet vermese, benim muhalifim ve düşmanım

onunla dostluk kursa ve ona mal bağışlasa, muhbir dostlarımdan bana daima

kötü olarak bahseder. Düşmanların güzel, iyi ve kötü sözleri ok gibidir, oklardan

biri yerine ulaşınca, kalbimiz bizi sevenlere her gün biraz daha soğur; onları

yanımızdan biraz daha uzaklaştırır, düşmanlarımızı kendimize yaklaştırırız. Bu

yönden bakınca bütün dostlar düşman olur, düşmanlar da onların yerini alır. O

zaman da padişahlık yaralar alır, öyle ki, olan biteni hiç anlamazsın.

—Gerçi söylediklerin doğrudur, fakat mutemet ve dindar kişilerden müteşekkil

bir istihbaratının olması herşeyden önemlidir.

Padişah akıllı ve kudretli olursa, kötülüğünü ve zevalini isteyenlerden gafil

olmaz, inşâallah.

87

ONBİRİNCİ FASIL

Padişahın huzurunda yazılan fermanlara ve meselelere saygı gösterilmesi

Saray divanında fazla mektup yazılırsa, çok olan şeye hürmet olmaz. Mühim

olmayan bir şey yüce mecliste yazılmasın, yazılan şey öyle emredici olmalıdır ki

kimse ona el ve dil uzatmaya cesaret edememeli ve verilen emirleri yerine

getirmemezlik yapamamalıdır. Eğer bir kimsenin yüce divandan çıkan bir

fermana hakaret ile baktığı, onu duymakta veya itaat etmekte gevşeklik ettiği

anlaşılırsa, padişah için, divandakilerle diğer insanlar arasında fark ol-

madığından, bunlar sarayın yakınları da olsa açıkça cezalandırılırlar.

Hikâye: Nişabur'dan bir kadın, zulüm gördüğü iddiasıyla Gazneyn'de Sultan

Mahmud'un huzuruna çıkarak, "Nişabur âmili benim kaybolan bir malımı alıp

kendi tasarrufuna geçirmiştir" tarzında şikâyette bulundu. Ona, "Bu kadının

kaybolan malını geri ver" diye bir ferman verdiler. Bu âmil, kayıp mal hakkında

delili olduğu için, "Bu mal benimdir, onu her an yüce divana getiririm" dedi.

Kadın ikinci defa Gazneyn'e giderek şikâyetçi oldu. Özel bir köle göndererek

âmili Nişabur'dan Gazneyn'e getirdiler. Sultan'ın sarayına ulaşınca, Sultan,

sarayın kapısında kendisine 1.000 sopa vurulmasını emretti.Âmil delillerini

arzetti, araya 500 şefaatçi koy-

88

Page 51: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

du ve 1.000 deyneğe karşılık 1.000 Nişabur altını ödemeyi teklif etti. Hiç birinin

faydası olmadı ve âmil neticede 1.000 değnek yedi. "Kaybolan bu malın senin

olduğu doğrudur, fakat niçin fermanın hükmünü yerine getirmedin? Emredilen

her şeyin yerine getirilmesinin vacip olduğunu şimdi gördün" dediler.

Bunu, kimsenin Sultan'ın fermanına karşı gelmeye cesaret etmemesi için

yaptılar. Herkes padişaha ait, padişahla ilgisi olan veya padişahın emrettiği şeyi

yapmak zorundadır. Yoksa boyun vurmak, el ayak kesmek, hadım etmek gibi

cezaları padişahın tedip için vermesi gerekir. Eğer bir kimse zimmetine bir

dirhem geçirse böyle yapması lâzımdır. Diğerlerine örnek olması için onu

cezalandırmalıdır. Hikâye: Melik Perviz'in, ordu kumandanı veziri Behram Çubin'e başlangıçta

çok ihtimam gösterdiği, öyle ki kendisinden bir saat bile ayrı yaşamadığı, şarap,

av ve halvette yanından ayırmadığı rivayet olunur. Behram iyi bir binici ve

savaşçı idi. Bir gün Melik Perviz'e, Herat ve Sarahs'ın vergilerinden, her biri

ihtiyaç maddeleri ve mal ile yüklü, kırmızı tüylü 500 deve getirdiler. Melik,

mutfağı ve şaraphanesi bolluk içinde olması için, bunları olduğu gibi Behram'ın

sarayına götürmelerini emretti. Ertesi gün Melik'e, dün Behram'ın bu işten

dolayı kölesine 20 değnek vurduğu haberini getirdiler. Melik öfkelenerek,

Behram Çubin'i huzuruna getirmelerini emretti. Behram gelince, silahhâneden

500 adet çeşitli kılıç getirtti.

—"Ey Behram, bu kılıçların iyileri hangisi ise seç" dedi. Behram 150 kadar kılıç

seçti:

— Bunlar iyisidir.

—Onların içinden en iyilerini ayır. Behram 10 tane kılıç seçerek, —"Bunlar en

iyileridir" dedi.

— Onların en âlâlarını ayır.

Behram o kılıçlardan iki tanesini işaret etti. Melik, vezirine.

—"Bu ikisini tek kına koy" dedi.

—Ey Melik, iki kılıç tek kına girmez.

—İşte bunun gibi, iki padişah da bir ülkede olmuyor.

Behram o an, hata yaptığını anlayarak ayaklarına kapanıp af diledi. Melik Perviz

vezirine:

—"Yakınım olduğun ve üzerimde hizmet hakkın bulunduğu için seni atmak

istemiyorum. Ancak senden vazgeçmemekle beraber, üzerimize düşen adalet ve

padişahlık gereği Allah bizi yeryüzüne hâkim yaptığından, yalnız sen değil, her

kim olursa olsun gerekeni doğru olarak emretmeliyiz. Eğer bundan sonra,

tebaadan ve memurlardan birinde bir suç görülürse ve bizce bilinirse hiç kimse-

ye zarar ulaşmaması için cezalandırılmasını emrederiz. Seni şimdilik affettim"

dedi.

Perviz, başkumandan olan Behram Çubin'e, padişahların nasıl olduğunu bilmesi,

en ufak bir hatada bulunmaması için böyle söyledi.

Page 52: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

90

ONİKİNCİ FASIL

Mühimmat için dergâh'tan padişaha köle göndermek

Saraydan fermanlı veya fermansız pek çok köle gönderilir. Mühimmat temini

için giden bu köleler, halkın mallarını alarak onlara zulmederler. 200 dinar

alınacak bir maldan 500 dinar istemek sahtekârlıktır. Halk bu sebeple fakir

düşüp perişan olur. Çok ihtiyaç olmadan köle göndermemeli, gönderilirse de

elinde mutlaka padişahın fermanı bulunmalı. Köleye, zulmün uzun sürmeyeceği,

kendine emredilenden fazla bir şey almaması söylenmelidir.

91

ONÜÇÜNCÜ FASIL

Memleket ve halkın iyiliği için casuslar göndermek ve tedbir almak

Dünyanın dört bir köşesine tüccar, seyyah, sûfî, eczacı ve derviş kılığında

casuslar göndermeli, bunlar duydukları her şeyi haber olarak getirmeli ve

ülkelerin durumları hiç bir şekilde meçhul kalmamalıdır. Eğer bir olay ortaya

çıkar veya yeni bir şey (kesil) olursa zamanlarını onu elde etmeye

harcamalıdırlar. Çoğu zaman valiler, arazi sahipleri, memurlar ve emirler

muhalefete ve isyana kalkışmışlar ve padişaha karşı bağlarını koparmışlardır;

casuslar ulaşıp haber getirdiklerinde, padişah zamanında hazırlık yaparak hare-

ket eder ve aniden isyankârın üzerine çullanır. Böylece (isyankârlar) tutuklanır,

niyetleri akim kalır. Eğer bir padişah askerleri ile memlekete saldırmaya niyet

ederse, o, (casuslarından aldığı haberle) onları (kendi toprağından) defeder.

Casuslar padişaha, halkın ve tımarların durumundan hayırı şer şeklinde

ulaştırırlarsa, padişah da Adudu'd-devle'nin zamanında yaptığı gibi hareket

eder.

Hikâye: Deylem padişahlarından ve diğer padişahlardan hiç biri Adudu'd-

devle'den daha âdil, daha zeki ve ileri görüşlü olamamıştır. İmarı seven,

himmetli, faziletli ve siyasî idi. Bir gün muhbir ona şöyle yazdı: "Şehrin kale

kapısından çıkmış, 20 adım kadar ilerlemiştim. Yol kenarında duran çehresi

sararmış, yüzü ve boynu yaralanmış bir genç gördüm. Beni görünce selâm verdi.

Selâmını

92

SİYASETNÂME

alarak, "Ne bekliyorsun?" dedim.

—Sultanı âdil ve kadısı insaflı olan bir şehre gitmek için arkadaş arıyorum.

—Ne söylediğini biliyor musun? Adudu'd-devle'den daha âdil, şehrin kadısından

daha âlim bir kadı mı istiyorsun?

—Adaletli padişah olsaydı memleket işlerinde uyanık, hâkimi dosdoğru olurdu.

Hâkimi müstakim olmayınca padişah nasıl âdil olur? Bilakis gafildir.

—Padişahın gafletinden, kadı'nın adaletsizliğini nasıl anladın?

—Hikâyem uzundur. Bu şehirden ayrıldığım için kısalttım.

—Bana mutlaka anlatman gerek.

—Yoluna devam et, sözü kısa keselim.

Page 53: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Birlikte yola koyulunca genç adam konuşmaya başladı:

— "Bilmeni isterim ki ben filan tüccarın oğluyum. Babamın sarayı bu şehrin

filanca mahallesindedir. Babamın nasıl bir adam olduğunu, malını ne şekilde

kazandığını herkes bilir. Babam Hakk'ın rahmetine ulaşınca, ben birkaç sene

zevk u sefa ile meşgul oldum. Sonunda büyük bir hastalığa tutuldum.

Yaşamaktan ümidimi kestim. Bu hastalık esnasında, eğer bu hastalıktan

kurtulursam Allah (c.c.) için hac ve gaza yapmayı adadım. Allah (c.c.) bana bu

hastalıktan şifa verince hacca niyet ettim. Gazayı daha sonra yapacaktım. Bütün

köle ve cariyelerimi azad ederek, her birine altın, mal ve ev vererek, onları

birbirlerine nişanladım. Bütün malımı satarak 50.000 dinar elde ettim. Sonra

kendi kendime, önümde iki tehlikeli yolculuk olduğundan, bu kadar parayı

beraberimde taşımanın doğru olmadığını düşündüm. 30.000 dinarı götürüp,

kalanı bırakmaya karar vererek gidip iki bakır güğüm aldırdım. Her birine

10.000'er dinar koyarak, "Bunları birine emanet etmem lâzım" dedim. Gönlüm

kâdı'l-kudatta karar kıldı. Kendi kendime "O, hâkim ve âlim kişidir, melik,

müslümanların mal ve canlarını ona emanet ve itimat etmiştir. Hiç bir şekilde

hıyanet etmez" dedim. Gidip tatlılıkla durumu anlattım, kabul etti. Ben

sevinerek evime gelip, emaneti gece vakti ona teslim ederek yola çıktım.

93

ONÜÇÜNCÜ FASIL

"Hac farizasını yerine getirip, Medine'ye gittim. Oradan da gazilerle buluşmak

üzere Anadolu'ya ulaştım. Kâfirlerle karşı karşıya olmak üzere bir kaç yıl

savaştım. Vücudumun ve yüzümün pek çok yerinden yaralandım. Bizanslılara

esir düşerek dört yıl zincirde ve zindanda kaldım. Kayser hastalanınca bütün

esirleri azad ettiler, ben de böylece kurtuldum. Bundan sonra bir kaptanın

yanında çalışarak, kazandığım para ile kendime geldim. Bağdat kadısının ya-

nında 20.000 dinarımın korunduğundan şüphem yoktu. On yıl parasız pulsuz,

yamalı elbise ve sıkıntılar içinde yaşadıktan sonra adağımın yerine geldiğini

ümit ederek kadının yanına gittim. Selâm vererek oturdum, bir müddet

bekledikten sonra kalktım. İki gün aynı şekilde yanına gidip oturdum, benimle

hiç konuşmayınca, üçüncü gün de gidip oturdum. Yanında kimse kalmayınca,

yaklaşarak, gayet yumuşak bir eda ile "Ben filanım, falancanın oğluyum, hac ve

gaza ettim, çok sıkıntılar gördüm, yanımda götürdüğüm her şeyi kaybettim, bu

şekilde kaldım. Bir dirhem altınım kalmadı. Size bıraktığım emanete ihtiyacım

var" dedim.

"Kadı az veya çok hiç cevap vermedi. Söylediklerimle hiç alâkadar olmadı,

kalkıp odasına gitti. Canım sıkılarak geri döndüm. Açlıktan ve utançtan ne kendi

evime ne de akrabalarımın ve dostlarımın yanına gidebiliyordum. Gece bir

mescidde yatıyor, gündüz bir köşeye çekiliyordum. Hikâyeyi ne uzatayım, iki üç

defa onunla bu hususta konuştum, bana hiç bir şekilde cevap vermedi. Yedinci

gün öfkelendim. Bana, "Sende hayal görme hastalığı mı var? Senin beynin

dönüp dolaşmaktan ve eziyetten kurumuş, artık fazla saçmalıyorsun, ne seni

Page 54: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

tanıyorum, ne de söylediklerinden haberim var. Bahsettiğin o gencin güzel bir

yüzü, mütenasip endamı, şık giyimi vardı" dedi. Kadıya dedim ki:

—Ey kadı, ben o kişiyim. Yüzümdeki yaranın izinden üzgünüm. Yakışıklılığım

gitti.

— Kalk başımı ağrıtma. Güle güle git.

—Yapma, Allah'tan kork, bu dünyadan başka bir dünya daha var. Her işin

sevabı ve cezası da vardır. Bu 20.000 dinardan 5.000'i

94

SİYASETNÂME senin olsun.

Hiç cevap vermedi. Ben:

-O iki güğümden biri sana ananın ak sütü gibi helâl olsun. Çok sıkıntıdayım,

birini bana ver. Bütün bu sözlerden seni ibra edeyim. Şahit ve adaletle seni dava

etmeyeyim.

Kadı, "Sende delilik hastalığı mı var? Öyle bir yerde dolaşıyorsun ki deliliğin

üzerine hükmedeceğim. Senin tımarhaneye atılmanı ve bağlanmanı emrederim.

Sağ kaldığın sürece de ordan kurtulamazsın" dedi. Paralarımın üzerine

oturduğunu, bana hiç bir şey vermeyeceğini anladım, korktum. Çünkü ne

emrederse halk onu yapardı.

Yavaş yavaş huzurundan kalktım, dışarıya çıktım. Kendi kendime

konuşuyordum: "Kokuşan şeyler üzerine tuz serperler. Kokuştuktan sonra tuzun

ne faydası olur?" demişler. Bütün deliller doğru kadı içindir. Hâkim adaletsiz

olunca, kim ondan adalet bekler? Eğer Adudü’d-devle adaletli olsaydı benim

20.000 dinarım kadı 'nın elinde kalmazdı Ben de böyle aç ve susuz, mal ve mülk

hasreti ile kendi şehir ve vatanımdan sürülmezdim. Ve işte gidiyorum". Muhbir

bu macerayı işitince içi sızlayarak;

—"Ey mert adam, bütün ümitler ümitsizlikten sonra gelir. Kalbini Allah'a bağla,

Allah (c.c.) kullarının işini doğru görür. Benim bu köyde mert ve misafir seven

bir dostum var, ben oraya gidiyorum. Sen çok hoşuma gittin. Müsaade et, bu

günü o dostla geçirelim. Bakalım yarın başımıza ne gelir?" dedi.

Onu dostunun evine götürdü. Allah (c.c.) ne verdiyse birlikte yediler ve geceyi

geçirdiler. Muhbir bu adamın durumunu bir kağıda yazıp, bir köylüye vererek,

"Adudu'd-devle'nin sarayına git. Filan hizmetçiyi çağır. Bu kâğıdı, durumu

Adudu'd-devle'ye bildirmesi için o hizmetkâra ver" dedi. Adudu'd-devle kâğıdı

okuyunca parmağını ısırıp, hemen birisiyle muhbire şu haberi gönderdi: "Bu

gece o adamı huzuruma getiresin." Muhbir haberi alınca durumu anladı. Adama,

"Kalk birlikte şehre gidiyoruz. Adudu'd-devle beni ve seni çağırmak için bu

haberciyi gönderdi" dedi. Adam, "Hayırdır" dedi. Muhbir;

—"Hayırdan başka ne olabilir? Yolda bana anlattığın her şeyi onun kulağına

fısıldamışlar. Maksadına ulaşacağını ümit ediyorum" dedi.

Kalktı, adamı Adudu'd-devle'nin huzuruna götürdü, Adudıı'd-devle divanın

boşaltılmasını emretti ve durumu adamdan öğrenmek isteyince, adam

başlangıcından sonuna kadar başından geçenleri anlattı. Adudu'd-devle'nin içi

Page 55: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sızladı, "Üzülme. Bu iş senin değil, benim başıma gelmiştir. O benim

memurumdur. İşin halli bana aittir. Allah (c.c.) beni halkı korumam ve kimseye

zulüm ulaşmamasını sağlamam için yaratmıştır. Kadıyı müslümanların malı ve

canı üzerine doğrulukla hükmetmesi, hile yapmaması, rüşvet almaması için

ücret ve aylık ile tayin ettim. Benim topraklarımda ihtiyar ve âlim bir adamdan

böyle bir fiil sâdır olursa, genç ve korkusuz kadılardan ortaya ne hıyanetler

çıkar. Başlangıçta bu kadı derviş, çoluk çocuk sahibi bir adamdı. Kendisine

yetecek kadar aylık verilmesini emrettim. Bu gün Bağdat ve havalisinde o kadar

mülkü, akarı, bağı, bostanı, sarayı, dükkânı, ziyneti var ki, hududu yok. Demek

o kadar nimet ve bu kadar aylık onu müslümanların malından el çektiremedi"

dedi.

Sonra adama dönerek, şöyle dedi: "Sana hakkını iade edinceye kadar ne gözüme

uyku girecek, ne de boğazımdan bir lokma ekmek geçecek. Gerekli parayı

benden alıp bu şehirden ayrıl. İsfahan'da filanca kişinin yanında kalabilirsin. Biz

yazarsak sana iyi bakar. Arayınca da seni onun adresinden buluruz."

Ayrılacakları zaman ona 200 altın, beş kat elbise vererek, geceleyin İsfahan'a

yolcu etti.

Adudu'd-devle bütün gece ve o gün kadı'nın elinden parayı nasıl alacağını

düşündü. Kendi kendine şöyle diyordu: "Eğer saltanat gücü ile kadıyı hapsetsem

hıyanetini açıklayıp hiç bir şey söylemeyecek, bu mal da tehlikeye düşecek.

Halk da Adudu'd-devle ihtiyar ve âlim bir adama zulmediyor diye beni

kınayacak. Benim bu kötü isimli adamın malına tamah ettiğimi etrafa yayacak.

Öyle

96

SİYASETNÂME

bir çare bulmalıyım ki kadı'nın bu alçaklığı ortaya çıksın, adam da parasına

kavuşsun." Bu olayın üzerinden bir iki ay geçti; kadı altınların sahibini artık

ortada görmeyince, sevinçle kendi kendine şöyle diyordu: "20.000 dinarım var,

fakat bir sene daha sabretmeliyim, belki bir kişiden bu adamın ölüm haberini

işitebilirim. Kendisini gördüğüm son durumunda çok yaşamayacağı

anlaşılıyordu". Öğle uykusu vakti Adudu'd-devle kadıya birini göndererek, onu

çağırdı ve onunla halvet yaptı.

—Ey kadı, sana niçin zahmet verdiğimi biliyor musun?

—Melik daha iyi bilir.

—"Sonumu düşünerek bu dünya ve ülkeye itimat edilemeyeceğini, hayatın bakî

olmadığı düşüncesiyle uykudan kalktım. Bir mal düşkünü bir köşeden kalkıp,

elimizden malımızı alırsa ve biz de kalanları koruyamazsak o zaman ne

sıkıntılar çekeceğimize bak. Böylece ömrümüzü sürdürsek de, Hakk'ın fermanı

ulaşınca ister istemez bizi bu memleketten ayırırlar. Hiç kimse ölümden kurtula-

maz. Ne kadarcık ömrümüz kaldı? Eğer iyi olup Allah'ın kullarına iyi muamele

edersek, yaşadığımız kadar halk bizden hoşnut olur, (öldükten sonra da) iyi

olarak anarlar. Kıyamette de mükâfatlandırılırız ve Cennete gideriz. Kötü olur,

halka kötü muamele edersek, kıyamete kadar ismimizi kötülükle anarlar. Bizi

Page 56: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

hatırlayanlar lanet ederler, kıyamet günü borçlu kalır, mekânımız da Cehennem

olur. O halde, mümkün olduğu kadar iyilik yapmaya çalışıp, adaletle muamele

ederek, halka ihsanda bulunalım.

"Bunları söylemekten maksadım, sarayda çoluk çocuğum var. Uçan kuşlara

benzeyen oğullarımın işleri daha kolay. Bir ülkeden diğer bir ülkeye gidebilirler.

Zayıf ve güçsüz olan mesturelerin işi çok zor. Bu gün onların işini

düşünebiliyorum. Fakat yarın ölüm gelip yetişince veya ikbalin seyri değişince,

onlara bir iyilik yapmak istiyorum.

"Şimdi düşünüyorum ki ülkede senden daha âbid, daha dindar, daha tok gözlü,

daha dinine düşkün ve daha emniyetli bir adam yok, iki yük (ağırlığındaki)

binlerce altın, gümüş ve cevheri emanet

97

ONÜÇÜNCÜ FASIL

olarak sana bırakayım. Sen, ben ve Allah (c.c.)'tan başka kimse bilmesin. Yarın

benim başıma bir iş gelir, onlar da ekmeğe muhtaç olurlarsa onları huzuruna

çağır, hiç kimseye duyurmadan bu malı onlara taksim et, yüz ve gözleri

açılmadan, halkın ekmeğine muhtaç olmadan her birini bir kocaya ver. Bunun

için de sarayının içinde gizli hücreler seçerek içlerine tuğladan sağlam binalar

yaptır. Bunlar tamamlanınca bana haber ver. Ben bir gece katilleri vacip olan 20

kişiyi zindandan çıkarmalarını, kaldırdıkları gibi bu malları onların sırtına

vurup, yaptırdığın binalara getirmelerini, bu işin gizli kalması için de hepsinin

öldürülmesini emrederim".

Kadı;

—"Emriniz başım üzere, bu hizmeti yerine getirmek için her ne mümkünse

yaparım" dedi.

Bunun üzerine Melik hadimine tatlılıkla, "Kalk hazineye git, 200 altın al, onları

bir keseye koy" dedi. Hadim gitti ve altını getirdi. Adudu'd-devle onları alarak

kadı’nın önüne koydu ve kadıya:

—"Bu ikiyüz altını mahzen yapımı için kullan, yetmezse tekrar verilmesini

emrederim" dedi.

Kadı, "Allah Allah, ben bu işi kendi paramla yaparım" diye cevap verdi.

Adudu'd-devle, "Benim ihtiyaçlarım için kendi paranı harcamak sana farz

olmaz. Senin paran helâldir. Bu çalışma için harcamamalısın. Sana olan itimadı

yerine getirmeye çalış, böylece hizmet etmiş olursun" dedi.

Kadı, "Melik doğru buyurdu" diyerek altını cebine koydu. Sevinçle dışarı çıktı.

Kendi kendine, "Evim altınla dolacak, ihtiyarlıkta bahtım ve talihim bana yar

oldu. Eğer Melik'in başına bir iş gelirse, kimsenin benden alacağı olduğuna

delili yok, hepsi bana ve oğullarıma kalacak. Bu iki güğüm altının sahibi benden

bir ianesini bile geri alamayacak. Melik öldükten sonra ne olabilir?" diyordu.

Evine giderek mahzen yapılması için işe başladı. Bir ayda mahzeni

tamamlayarak, kalkıp yatsı namazından sonra Adudu’d-devle'ye gitti. Yalnız

kaldığı zaman huzuruna girdi.

98

Page 57: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

Melik, "Niçin geldin?" dedi.

Kadı, Melik'e, "Emrettiğiniz mahzenin istediğiniz gibi bitirildiğini bildirmeye

geldim" dedi.

Adudu'd-devle, "Çok iyi, işlerinde ciddi olduğunu anlıyorum. Elhamdülillah

zannımca sende hata yok. Gönlümü bu önemli sıkıntıdan kurtardın. Sana

söylediğimden binlerce ve yüzbinlerce altının daha fazlasını ve bir o kadar da

mücevheri saydım, zaman zaman şehre gelen satıcılardan aldığım bir miktar

elbise, misk, amber ve ud ağacını da bunlara ekledim. Bunlar bu hafta hazır

bulunur. Ondan sonra bir gün gelip yaptırdığın mahzenin ne şekilde olduğuna

bir göz atacağım. Senin hiç bir şekilde zahmet çekmeni istemiyorum" dedi.

Malı gasbedilen şahsı İsfahan'dan çağırtmak için bir haberci ve yol parası olarak

da bir miktar altın gönderdi. Ertesi gecede kadı'nın evine giderek mahzeni gördü

ve beğendi.

Kadıya, "Salı gecesi gelip sayılanları görmelisin" dedi.

Kadı, "Emredersiniz" dedi.

Melik, kadı'nın sarayından dönünce hazinedarına 140 güğüm dolusu altın lira, üç

büyük sürahi inci, bir bardak kırmızı yakut, bir bardak lâl, bir bardak firuze

hazırlayıp altınların yanına koymasını emretti. Hazinedar bunları hazırlayıncaya

kadar da salı gecesi oldu. Adudu'd-devle kadıyı çağırarak elinden tuttu ve

hazırlanan malların yanına götürdü. Kadı malları görünce şaşırdı ve "Bu hafta

bir gece yarısı bu malı götürmek için bana haber ver" dedi. Birlikte evden

çıktılar. Kadı evine döndüğünde sevinçten uçuyordu.

Ertesi gün malları gasbedilen adam İsfahan'a geldi. Adudu'd-devle ona, "Hemen

şimdi kadı'nın yanına gitmeni istiyorum. Ona. "Şimdiye kadar sabredip senin

merhametini bekledim, daha fazla tahammül edemeyeceğim, bütün şehir benim

ve babamın ne kadar parası ve malı olduğunu bilir, bana da şahitlik yaparlar,

eğer altınlarımı vermezsen vallahi şimdi hemen Adudu'd-devle'ye gider, durumu

bildirir, senin değerini öyle düşürürüm ki, dünya "Bak kadı ne yapmış?" diye

ibret alır" dersin. Bak kadı ne cevap verecek, eğer

99

ONÜÇÜNCÜ FASİL

altınını geri verirse ne âlâ, eskisi gibi inkârda ısrar ederse, bana haber ver" dedi.

Adam kadı'nın huzuruna girip oturdu. Kendisine öğretileni aynen ona söyledi.

Kadı kendi kendine düşündü: "Eğer bu adam aleyhimde konuşur ve Adudu'd-

devle'nin huzuruna gidip ona şikâyette bulunursa ve o da benden şüphelenirse,

malını benim evime göndermez, onun malını geri vermem doğru olur. Çünkü

150 güğüm altın ve bir o kadar da mücevher iki güğüm altından daha iyidir"

diye karar verdi. Adama dönerek, "Biraz sabret, bütün dünyada seni arıyordum"

dedi. Kalkıp bir odaya girdi. Onu da içeriye çağırıp, yanına oturttu. "Sen benim

dostumsun, benim oğlum sayılırsın. Ben onu senin ihtiyatlı olman için

saklıyordum. O gün seni geri çağırttım. Elhamdülillah seni görerek bu borçtan

kurtuldum. Altınının hepsi koyduğun yerde duruyor" dedi. Kalkıp her iki

Page 58: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

güğümü adamın önüne getirdi, ve ona "Bunlar senin altınlarındır, al ve istediğin

yere git" dedi.

Adam kalkıp çıktı. Kadı'nın sarayına iki hamal getirdi. Altınları hamalların

sırtına yükleyip, saraya götürdü. Adudu'd-devle, altın dolu güğümleri görünce

güldü ve şöyle dedi: "Allah'a şükür sen hakkına kavuştun. Kadı'nın hıyaneti de

ortaya çıktı. Sen benim ne tedbirle bu işi ortaya çıkardığımı biliyor musun?"

Devlet ileri gelenleri konuyu kendisinden sordular ve Adudu'd-devle olayı

açıklayınca hepsi hayrette kaldılar. Sonra büyük hâcibe emretti: "Git kadıyı başı

açık, ayağı çıplak olarak, sarığını boynuna bağla, çekerek önüme getir."

Hâcib gidip kadıyı emredildiği gibi getirdi. Kadı içeri girip de o adamı ayakta

elinde altın dolu güğümler ile görünce, "Ah yandım !" dedi. Melik'in ona

söylediği ve gösterdiği her şeyin bu altınlar için yapıldığını anladı. Bunun

üzerine Adudu'd-devle yüzüne karşı haykırdı:

"Sen ihtiyar, âlim, hâkim olasın, mezarının kıyısına geldiğin halde emanete

hıyanet edip, haram yersen, diğerlerinden ne beklenir? Bütün mülkünü

müslümanların malından hırsızlık ve .rüşvetle elde ettiğin anlaşılıyor. Bu

dünyada ben cezanı vereceğim, öbür

100

SİYASETNÂME

âlemde sen mükâfatını bul. İhtiyar ve âlim olduğun için canını bağışlıyorum.

Fakat malın devlet hazinesinindir."

Nesi var nesi yoksa hepsini alıp, kendisine devlet hizmeti vermediler. O adama

da altınlarını geri verdiler.

Hikâye: Buna benzer bir olay Sultan Mahmud Sebuktekin'in başına da gelmişti.

Huzuruna bir adam girerek başından geçeni ona anlattı.

—2.000 dinarımı bir keseye koyup şehrin kadısına emaneten vererek, sefere

çıkmıştım. Yanımda götürdüklerimi Hindistan yolunda hırsızlar aldılar.

Dönünce kadıya verdiklerimi geri aldım. Eve getirip keseyi açtığımda altın

dinarlar yerine, bakır dirhemler buldum. Kadıya "Nasıl olur? Ben sana altın

emanet ettim, şimdi bakır alıyorum!" dedim. Kadı:

—Bana keseyi teslim ederken kesenin ağzı bağlı, üstü mühürlü idi. İçinde ne

olduğunu göstermedin, sana olduğu gibi teslim ettim. Hatta geri verirken "Bu

kese senin midir?" dediğimde, sen de "Evet!" dedin. Şimdi de kafa ütülemeğe mi

geldin?

Adam sözlerini,

—"Allah Allah. Ey Mevlâm... Bir parça ekmek almaya gücüm yok, feryadıma

yetiş!" diye bitirdi.

Sultan adamın hesabına üzülerek,

—"Canını sıkma, senin altınını geri almak benim vazifemdir. O keseyi bana

getir" dedi. Adam gidip keseyi getirdi. Sultan Mahmud kesenin bütün dikişlerini

iyice tetkik ettiyse de yarık yırtık bir kısım göremeyince,

—"Kese olduğu gibi benim yanımda kalsın. Ben senin paranı geri alıncaya kadar

vekilimden her gün 3 men ekmek, 1 men et, her ay bir dinar al" dedi.

Page 59: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Sultan Mahmud öğle üzeri keseyi önüne koyarak paraları nasıl çıkarabileceğini

düşünmeye başladı. Sonra kesenin bıçakla yarılabileceğini, paranın içinden

böyle alınıp tekrar örülebileceğini düşündü. Üzerine yapraklar işlenmiş çok

güzel bir kaftanı vardı. Gece yarısı kalkıp, kaftanı bir bıçakla bir karış kesip

yerine koydu, Ertesi gün sabah erkenden üç gün sürecek bir av partisine gitti,

özel hizmetkârı etrafı düzenlemek için yatak odasına girip, kaftanı yırtılmış

görünce çok korktu. Ağlamaya başladı, sarayın hizmetkârlar odasında bulunan

bir ihtiyar onun ağladığını görünce ne olduğunu sordu. Oda hizmetkârı:

—"Söyleyemiyorum" dedi. İhtiyar:

—Tasalanma bana söyle.

— Birinin bana kini varmış, saraya girmiş, Sultan'ın kaftanını bir karış kesmiş.

Eğer Sultan onu görürse beni öldürür.

—Senden başkası bu kesiği gördü mü?

—Hayır.

—O halde üzülme, çaresini biliyorum, bunu sana öğreteceğim. Nasıl olsa Sultan

ava gitti. Bu şehirde adı Ahmet olan, dükkânı filanca yerde bulunan mahir bir

örücü var. Şehirdeki bütün örücüler onun yetiştirmesidir. Bu kaftanı ona götür,

ne ücret isterse ver. Öyle örer ki hiçbir usta onun neresinin örüldüğünü bilemez.

Hizmetkâr hemen kaftanı aldı, örücü Ahmet'in dükkânına götürdü.

— Ey üstad, bunun örülmesini kaça yaparsın? Yalnız öyle ör-melisin ki kimse

örüldüğünü anlamasın.

—Yarım altın lira.

— Bir altın lira al, ne kadar ustalığın varsa göster. —Teşekkür ederim, hiç

merak etme. Hizmetkâr bir altın lira vererek,

—"Çabuk yapmalısın" dedi.

—Yarın sabah namazından sonra gel, götür.

Ertesi sabah gittiğinde, örücü kaftanı önüne koyduğu zaman, neresinin

örüldüğünü bulamayan hizmetkâr sevinerek, alıp saraya döndü. Olduğu gibi

yerine astı Sultan Mahmud avdan dönünce, gün ortasında odasına girip, dolabına

baktığında kaftanın tamir edilmiş olduğunu gördü.

— "Hizmetkârımı çağırınız!" dedi. Hizmetkâr huzura girince:

102

SİYASETNÂME

—Bu yırtılan kaftanı kim tamir etti?

—Sultanım, o yırtılmamıştı. Size yalan söylemişler.

—Ey ahmak, bir maksat için onu bilerek yırtmıştım. Kim yapmışsa çok güzel

tamir etmiş, onun kim olduğunu söyle.

—Sultanım, kulunuz onu yırtık görünce çok korktum, filan hizmetkârın

yardımıyla, filan örücü tamir etti.

Sultan Mahmud hizmetkârına:

—Şimdi onu huzuruma getirmeni istiyorum. Ona "Sultan seni istiyor" dersin.

Kendisini alıp, buraya gelirsin.

Hizmetkâr gidip örücüyü getirdi. Örücü Sultan'ı görünce çok korktu. Sultan ona:

Page 60: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

—Bu kaftanı tamir eden üstad sen misin? Korkma, yaklaş.

— Evet.

—Çok üstadâne yapmışsın. —Sultan'ın ikbaline uygundur efendim.

— Bu şehirde senden daha ustası var mı?

— Hayır.

—Soruma doğru cevap verir misin?

—Padişaha doğruyu söylemekten daha uygun bir şey var mı?

— Bu sene büyük bir saraya hiç yeşil çuhadan bir keseyi tamir ettin mi?

—Yaptım.

—Nereye?

—Kadı'nın sarayına. Bana da iki altın lira ücret verdi.

—O keseyi görsen tanır mısın?

—Tanırım.

Mahmud şiltesinin altına el atarak, keseyi çıkarıp, örücüye

verdi.

—Bu kese midir?

-Evet.

—Neresini ördüysen parmağını oraya koy.

—Burasını tamir ettim.

—(Pek güzel örüldüğü için Mahmud hayretle) Eğer gerekirse

103

ONÜÇÜNCÜ FASIL

kadı'nın huzurunda şahitlik eder misin?

—Niçin şahitlik etmeyeyim?

Sultan bir kişiyi kadıyı, bir kişiyi de kese sahibini çağırmaya gönderdi. Kadı

gelince selâm verip âdeti üzerine oturdu. Mahmud kadıya dönerek:

—"Sen âlim ve ihtiyar bir kişisin. Ben hüküm makamını sana verip,

müslümanların mal ve canını sana teslim ettim. Bu vilâyet ve şehirde senden

daha âlim 2.000 kişi var, hepsi sanatkârlık yapıyorlar. Senin emanete hıyanet

etmen doğru olur mu? Sen nasıl bir müslümanın malını gasbedip onu o maldan

mahrum bırakırsın?" Kadı:

—Sultanım, bu nasıl sözdür? Benim gâsıp olduğumu kim söylüyor?

—"Sen münafık köpek bu işi yapmışsın. (Sonra ona keseyi göstererek devam

etti). Bunu sana emanet ettiler. Sen onu yararak içindeki altınları alıp, yerine

bakır doldurdun, sonra onu verip tamir ettirdin. Altınların sahibine eskisi gibi

ağzı kapalı ve mühürlü olarak iade ettin. Senin işin, imanın ve huyun işte bu".

Kadı:

—"Hayır ne keseyi gördüm, ne de bu sözlerden haberim var". Mahmud:

—"O iki adamı da getiriniz!" diye emretti. Bir hizmetkâr gidip, kese sahibini ve

örücüyü getirdi. Mahmud:

—Ey yalancı! İşte altının sahibi ve işte kesenin burasını tamir eden örücü.

Kadı korkudan titremeye başladı. Utançtan ağzını bile açamadı. Mahmud:

Page 61: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

—"Bu köpeği alınız, bu adamın altınlarını ödemesine dikkat ediniz, yoksa

hemen boynunu vurdururum" dedi. Kadıyı yarı ölü vaziyette Sultan'ın

huzurundan çıkarıp altınları istediler. Kadı:

— "Vekilimi çağırınız!" dedi. Vekil gelince yerini tarif etti. Vekil 2.000 Nişabur

altını getirdi. Hepsini kese sahibinin eline verdiler.

Mahmud kadı'nın zulmünü bir hocaya anlattı. Sonra kadı'nın

104

SİYASETNÂME

getirilmesini emretti. Kadıyı ayaklarından kale kapısına astılar, ihtiyar ve âlim

bir kişi olduğundan devlet uluları Mahmud'dan şefaat dilediler. Zavallı kadı

50.000 altına canını satın aldı. Bu para kendisinden tahsil edilince serbest

bıraktılar.

Bu tür hikâyeler çoktur. Padişahların insaf ve adalet işinde ne kadar ciddi

olduklarının ve ne şekilde tedbirler alarak bozguncuları yeryüzünden nasıl

kaldırdıklarının bilinmesi için bu kadar anlatıldı. Çünkü padişah için sağlam

görüş, güçlü ordudan daha iyidir. Allah'a şükür efendimizde her ikisi de var.

Bu fasılda casus ve mutemet olarak tayin edilen kişilerin gittikleri yerlerde bu

şekilde hareket etmeleri gerektiğini anlatmak istedik.

Sulhun devamlı olması için elçiler ve haberciler göndermek

Ülkenin meşhur yollarında haber alma merkezleri kurulmalı, burada

görevlendirilenlerin aylık ve yolluklarının ödenmesine dikkat edilmelidir. Böyle

yapılırsa, 300 km. mesafede gece veya gündüz meydana gelecek bir olaydan

merkezin ânında haberi olur. Geçmişte olduğu gibi, geçim sıkıntıları olmamalı,

bütün ömürlerini devletin işinde mazbut bir şekilde harcayabilmeleri için

başlarında tımar sahibi nakipler bulunmalıdır.

106

ONBEŞİNCİ FASIL

Elçilerin sarhoşluk ve normal hallerinde ihtiyatlı davranmaları

Vilâyetin ihtiyaçları, ıkta' ve bağışlar hakkında divana ve hazineye elçiler gelir.

Bu fermanlardan bazısı etrafı neşeye boğar. Bu işler çok nazik olduğundan

ihtiyatlı olmak gerekmektedir. İşde bir aksaklık olmaması için fermanın

mahiyetinin gizli kalması gerekir. Bu elçiliği tek ferdin yapması ve getirdiği

fermanları yüce padişaha arzdan ve onun imzasından evvel divandakilerden

hiçbirisine söylememesi ve bütün elçilerin bu yolu takip etmesi gerekir.

107

ONALTINCI FASIL

Özel vekil ve işlerinin verimli olması için nasıl yapılacağı

Sıkıntılı zamanlarda özel vekil (vekil-i has) tayin edilir. Bu daima saygı değer ve

meşhur kişilerin işi olmuştur. Mutfağın, şaraphanenin, özel sarayların,

çocukların, has ahırın ve hayvanların durumu onu ilgilendirir. Her ay, hatta her

gün yüce meclisin huzuruna çıkar, onunla konuşulur, iyi ve kötü gelişmeler

hakkında bilgisine müracaat edilir. Yaptığı işleri, harcadığını ve satın aldıklarını

Page 62: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

bildirir, işlerini yürütebilmesi ve olumlu netice alabilmesi için kendisinin hürmet

ve haşmetinin tam olması gerekir.

108

ONYEDİNCİ FASIL

Padişahın nedim ve yakınlarının işlerinin nasıl yapılacağı

Padişahların, yanlarında rahatça hareket edeceği, içlerini dökeceği, kendilerine

lâyık nedimler edinmekten başka çareleri yoktur. Devlet ileri gelenleriyle,

reislerle, ordu kumandanları ile sık sık bir arada oturması, padişahın haşmet ve

hürmetine zarar vererek, onları cesaretli kılar. Bu cümleden olarak, bir kişiye bir

işin yapılmasını emrettiği zaman onu bir nedime yaptırmaya kalkmamalıdır.

Padişahın her tarafa yayılan sofrasına el uzatması ve halka zulm etmesi

gerekçesiyle böyle yapan kişiye hiç bir iş verilmemelidir, Amilin padişahtan

korkması, nedimin de cesur olması gerekir. Nedim cesur olmazsa padişah

katında hiç değeri olmaz. Padişah onun yanında gönül rahatlığı duymaz.

Onların, padişahın devlet büyüklerini kabul edeceği zamanı ve onları geri

çevirmeyeceği ânı bilip, ona göre hareket etmeleri gerekir.

Nedimin bir kaç faydası vardır: Birincisi, padişahın arkadaşı olması, diğeri gece

gündüz ona can yoldaşı olmasıdır. Allah göstermesin bir tehlike zuhur ederse

padişahı korumak için nedim canını feda etmekten korkmaz. Bundan başka,

nedim ile, padişahın işçileri ve memurları olan büyükler ve vezirler ile

konuşulması mümkün olmayan cinsel konular dahil binbir çeşit sohbet

yapılabilir. Bundan başka, durumları icabı cesur olduklarından, nedimlerin

sarhoşluk ve ayıklık halinde hayır ve serden bahsetmeleri faydalı ve padişah-

109

ONYEDİNCİ FASIL

lık görevine uygun düşmektedir.

Nedim üstün özellikli, faziletli, güzel yüzlü, inançlı, sır saklar ve temiz giyimli

olmalıdır. Kitaplardan, kıssalardan ve cinsel hikâyelerden pek çok şeyleri

hatırlarında tutmaları ve bunları tatlı tatlı, her zaman güler yüzle ve birbiriyle

irtibatlı olarak anlatmaları gerekmektedir. Savaşı iyi bilmeli, satrancı

güzel'oynamalıdır. Bir enstrüman çalmayı ve silahı çok iyi kullanabiliyorsa daha

iyi olur. Padişah ne yapar ve ne söylerse ona uyması ve "Çok beğendim, pek

güzel!" demesi lâzımdır. Padişaha "Bunu yap, şunu yapma!" diye muallimlik

yapmamalıdır. Çünkü böyle davranışlar padişaha çok güç gelir ve böyle

şeylerden pek nefret ederler. Padişahların her zaman hazır bulunacakları içki ve

sohbet toplantıları, gezintiler, şarap, av ve güreş müsabakaları ve benzerlerini

hazırlamak nedimlerle ilgili işlerdir. İmar, asker, yetiştirme, koşu, siyaset, tarım,

hediye, mevki, sefer, ordu ve halkın durumu gibi memleket meseleleri veziri,

devlet büyüklerini ve devletin gün görmüş yaşlılarını ilgilendirir. Bu konularda

bunlar daha bilgili olduklarından işleri daha iyi yürütebilirler.

Padişahlardan bazıları tabip ve müneccimleri nedim edinerek, yediklerinin

faydalı veya zararlı olduğunu, neticesinin ne olup, ne olmayacağını söyleyerek

sağlık ve huyunu korumalarını; müneccimin uğurlu ve uğursuz zamanın tayinini

Page 63: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

bildirmesini, yapacağı işin vaktini seçmesini emreder. Padişahlardan bazıları

bunlardan ikisine de iş vermeyerek, "Tabip bizi daima hastalık bahanesiyle

temiz ve hoş yiyeceklerden uzaklaştırarak, sebepsiz yere ilaç verir ve rahat-

sızlığımız olmadan sıhhatimizi bozar" derler. Müneccimi de vazifeden

uzaklaştırarak şöyle derler: "Her ikisi de bizi dünya arzularından, lezzetlerinden

ve zevklerinden men ediyorlar ve hayatın tadını kaçırıyorlar. En iyisi bunları

ihtiyaç halinde çağırmaktır".

Büyüklere hizmet etmiş; tecrübeli bir nedim hepsinden iyidir. Çünkü halk

padişahın huy ve âdetini öğrenmek istediği zaman onu nedimleri ile kıyas

ederler. Eğer nedimler iyi huylu, güler yüzlü, sabırlı, cömert, zarif ve lâtif

olurlarsa, padişahlarının da güzel huylu,

110

SİYASETNÂME

iyi yaradılışlı ve beğenilen âdetler üzerinde olduğunu kabul ederler. Nedimleri

ekşi yüzlü, kendini beğenmiş, münkir, cimri ve huysuz olurlarsa, padişah da

huysuz, kötü yaradılışlı, ahlâksızdır.

Bunlardan başka, nedimlerden her birinin bir sırasının ve bir rütbesinin olması

gerekmektedir. Eski melik ve halifelerin âdeti üzere, nedimlerden bir kısmının

oturma yerleri olmalıdır. Bu günlere bu âdet, eski hanedanlardan kalmıştır.

Halifelerin daima 10'u ayakta duran, 10'u oturan 20 nedimi olmuştur. Onlar bu

âdet ve usûlü Samanîlerden almışlardır. Nedimlerin padişaha tam hürmet ve

itimatları olması, çok iyi giyinmeleri ve efendilerini sevmeleri gerekmektedir.

111

ONSEKİZİNCİ FASIL

Padişahların memleket işleri için âlimlerle meşveret yapması

İşler hakkında kendisiyle meşveret yapılacak kişinin kuvvetli görüş sahibi

olması gerekir. Herkesin bir ihtisas sahası vardır, bir kişinin çok iyi bildiği bir

işi, diğeri bilmez. Bir insanın bilgisi vardır, pratiği yoktur. Fakat bir diğerinin

bilgisi de, pratiği de, yeterli tecrübesi de vardır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bir

şahıs bir hastalığın ilacını kitaplarda arar, bulur, okur, üstelik bütün ilaçların

isimlerini de bilir, o kadar. Bir diğeri bütün ilaçların isimlerini bildiği gibi, hasta

tedavi etmiş ve defalarca tecrübe yapmış ise, bu iki zat asla aynı olamaz. Aynı

şekilde, pek çok sefer yaparak dünyayı görmüş, zamanın acı ve tatlı anlarını

yaşamış, başından türlü işler geçmiş bir adamla, hiç yolculuğa çıkmamış,

vilâyetler görmemiş, yolculuk sıkıntısı çekmemiş adam aynı olamaz.

Bu hususta bilginlerin ve cihan görmüş ihtiyarların tecrübesinden istifade

edilmelidir. Zekâsı çok keskin bir kişi bir işin gelişmesini ve neticesini hemen

görebilir, bazıları bunu anlayamaz. Bilginlerin bir sözü vardır: "Bir kişinin

tedbiri bir kişinin kuvvetine, iki kişinin tedbiri iki kişinin kuvvetine bedeldir".

Şüphesiz on kişinin kuvveti bir kişinin gücünden çok daha fazla olur.

Böyle karşılaştırma yapanlar, dünyaya Peygamberimiz Muhammed (s.a.)'den

daha âlim kimse gelmediğine ittifak etmişlerdir.

112

Page 64: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

O'nun bilgisi hakkında söylenecek söz yoktur. Görüp bildikleri haricinde

göklerin, yerlerin, Cennet ve Cehennemin, levh, kalem, arş, kürsî ve benzeri pek

çok şeyin bilgileri kendisine arzedildi. Cebrail gelip vahy getirdiği zaman

görülen ve görülmeyen şeylerden kendisine haber veriyordu. Bu kadar yücelik

ve mucizelere sahip olduğu halde Allah Taâlâ "Ey Muhammed! Bir iş yapacağın

zaman işinde onlara danış" (Âl-i İmran 3/159) veya "Önemli bir olayla karşılaş-

tığın zaman dostlarınla meşveret et" diye emrediyordu. Halbuki Muhammed

(s.a.) meşveret etmekten sakınmıyordu. Hiç kimse de "Benim kimse ile

müşavereye ihtiyacım yok" diyemez.

Neticede, padişahın önemli bir olay karşısında ihtiyarlar, bilginler ve dostları ile

meşveret etmesi vacip oluyor. Herkesin ve bilhassa ihtisas sahiplerinin o konuda

bildiklerini söyleyerek görüşlerini açıklamaları, her âlimin zıt da olsa fikrini

ortaya koyması, doğrunun ortaya çıkması için gereklidir. Meşveret yapmadan

icraatta bulunan liderler bencil ve zayıf görüşlüdür. Allah'a şükür padişahımız

(Melikşah) görüşü kuvvetli, işini bilir ve tedbirlerini alır bir kişidir. Biz, farz

olduğu için kitabımızda bu kadarını hatırlattık. Her iş Allah'ın istediği şekilde

son bulur.

113

Müfretler, memleketin selâmeti için bunların maîşet ve işlerinin düzenlenmesi

Sarayda müfret denilen seçkin, yakışıklı, uzun boylu ve dikkatli iki yüz adamın

bulunması gerekir. Bunlardan yüzü Horasanlı, diğerleri Deylemli olmalı. Savaş

ve barışta daima hizmette bulunmaları ve padişahın yanında olmaları lazımdır.

Üstleri gayet düzgün olduğu gibi kendileri için iki yüz takım da özel silah

yaptırılmalıdır. Bunlar gerektiğinde kendilerine verilmeli, gerektiğinde de geri

alınmalıdır. Bu takımlardan yirmi tanesinin hamâyili ve kalkanı altından, geri

kalan 180 tanesininki gümüşten olmalı; ok torbaları, okları ve diğer gerekli

silahları hazır olmalıdır. Onların durumunu bilen ve onlara hizmet edebilecek

kişilerden, her elli kişiye bir nakip tayin edilmeli, kendilerine ihtiyaç

duyulduğunda hizmette kusur göstermemeleri için hepsinin maîşeti karşılanmalı

ve hepsi daima atlı olmalıdır.

Divanda, isimleri tesbit edilmiş 4.000 piyade hazır bulundurulmalıdır. 1.000'i

her soydan padişaha mahsus olarak seçilmeli. 3.000'i ise ânında hizmet görecek

şekilde emirlerin ve sipahsaların birliklerinde bulunmalıdır.

114

YİRMİNCİ FASIL

Padişah makamının hazırlanması, süslü ve her çeşit silahların yapılması

Diğerlerinden ayrı olarak tamamen murassa 20 takım silah yapılarak,

kullanılmak üzere hazineye konulmalıdır. Ülkenin dört bucağından seçilen

yakışıklı 20 köle güzel elbiseler giyip, o silahları da elçilerin kabulü anında

kuşanırlar ve padişahın tahtının çevresinde ayakta selâm vaziyetinde dururlar.

Page 65: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Elhamdülillah, Melik bugün ulaştığı mevkide böyle gösterişlerden müstağnidir.

Fakat memleketin süslenmesi ve padişahlığın merasimlerini korumak gerekir.

Bir padişahın ihtişam ve merasimleri himmet ve zenginliği ölçüsünde olmalıdır.

Bu gün cihanda efendimizden (Allah mülkünü daim etsin) daha büyük bir

padişah yoktur. Hiç kimsenin ülkesi onun toprağından daha büyük değildir.

Allah'a binlerce şükür bu ülkede silah, cephane, insanlık, ileri görüş, ululuk,

toprak, saltanat için ne gerekirse hepsi vardır.

115

YİRMİBİRÎNCİ FASIL

Elçilerin hal, hareket ve işlerinin düzenlenmesi

Dünyanın dört bir tarafından gelen elçilerden, saraya ulaşana kadar kimsenin

haberi olmuyor. Bunların geliş ve gidişlerinden kimse yükümlülük duyarak,

haber ulaştırmıyor. Bunu işlerin gaflet ve olumsuzluk içinde bulunmasına

hamlediyorlar. Sınırlarda bulunan memurlar, bir atlı göndererek kimin geldiğini,

maiyyetinde ne kadar atlı, ne kadar yaya bulunduğunu ve kıyafetinin ne ölçüde

olduğunu, ne iş için geldiğini bildirerek, itimat edilebilir bir adamı, onları şehre

ulaştırana kadar kılavuz olarak vermelidir. Bu arada, diğer bir memur onlara

kılavuzluk etmeli ve böylece saraya kadar memurlar refakatinde

getirilmelidirler. Elçilerin uğrayacağı şehirler imar görmüş olmalı, buralarda

görev yapan memurlara, âmillere, mukataa sahiplerine konakladıkları yerlerde

iyi bakmaları söylenmelidir.

Dönüşlerinde de aynı şekilde muamele edilmelidir. Onlara yapılan iyi veya fena

muamele, onları göndermiş olan padişaha yapılmış sayılır. Padişahlar daima

birbirlerine hürmet ettiklerinden, elçilere de saygı göstermişlerdir.

Padişahlar arasında savaş ve anlaşmazlık bulunduğu zamanlarda bile, gidip

gelen elçilere, getirip götürdükleri haberler dolayısıyla gönülleri dahi

incitilmemiş, kendilerine gösterilmesi gereken saygı geleneği sürdürülmüş, hoşa

gitmeyecek bir muamele yapılmamıştır. Kur'an-ı Kerim bu hususta, "Elçiye

düşen açık bir tebliğ-

116

SİYASErNÂME

den ibarettir" (Mâide 5/99) buyurur.

* *

Padişahların birbirlerine elçi göndermelerinin sebebi yalnız mektup ve haber

değildir; Molla'ya açıkladıklarına göre elçi gönderilmesinde 100 sır ve maksat

vardır. Elçiler göndermekle yolları, iç kısımlarının ırmaklarının suyunun nasıl

olduğunu, asker sevkine elverişli olup olmadığını, otlakların nerede

bulunduğunu bilip, öğrenmek isterler. Her ülkeden dönen memurlar o padişahın

askerinin adedini, teçhizatını,atıcılıktaki kabiliyetlerini, padişahın meclisinin ve

sofrasının nasıl olduğunu araştırıp görürler. Bundan başka, götürdükleri

haberlerde sarayın tertibi, âdetleri, cevgana, ava düşkünlüğü, iyi huylu,

yaratılışlı olup olmadığı, cömertlik, çalışkanlık, uyanıklık ve iş yapma

durumunun nasıl olduğu, zalim mi, âdil mi. genç mi, ihtiyar mı, şehirleri imar

Page 66: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

görmüş mü, viran mı, askeri kendisinden memnun mu, değil mi, halkı zengin

mi, fakir mi, cömert mi, cimri mi, veziri dirayetli mi, dinî kaidelere göre yaşıyor

mu, yaşamıyor mu, kumandanlarının tecrübeli olup olmadığı, savaş idare edip

etmedikleri, nedimleri zarif ve liyakatli kişiler mi, içkilerden neyi sever, neden

nefret eder, muhabbetli ve güzel huylu mudur,çalışmada kaidelere riayet ediyor

mu, etmiyor mu, müşfik ve iyilik sever mi, değil mi, gaflette mi, uyanık mı,

şakaya mı, kölelere mi, yoksa kadınlara mı daha fazla düşkündür.

Onu elde etmek veya ona muhalefet etmek veya onun uygun olmayan

davranışlarından nasıl haberdar olurlar? iyi veya kötü bir işin tedbirini nasıl

almak istediğini anlarlar. Sultan-ı Şehid Alpaslan'ın zamanında başıma geldiği

gibi, bir farziyeti ve vacibi el üstünde tutarlar mı?

Hikâye: Bütün dünyada iyiyi ve doğru yolu gösteren iki mezhep vardır. Biri

Hanefî, diğeri Şafiî mezhebi (Allah'ın rahmeti kurucularının üstüne olsun).

Bunların dışında kalanlar bid'at ve şüphelidirler. Allah nurunu devamlı kılsın,

Sultan-ı Şehid kendi mezhebi üzerinde o kadar sağlam ve doğru idi ki, "Eğer

vezirim Şafiî mezhebinden olmasaydı daha kuvvetli siyasetçi ve daha heybetli

olurdu" dediğini defalarca duydum. Kendi mezhebinde pek ciddi olması

sebebiyle, Şafiî mezhebinde olmayı bir kusur saydığından devamlı endişe edip,

korkuyordum.

Ancak tesadüfen Semerkant hanı Şemsu'l-mülk Nasr b. İbrahim, itaat

etmediğinden orduyu toplayıp, kendisine bir elçi gönderdi. Bendenizde, Sultan-ı

Şehid'den evvel, elçisiyle olup biteni bildirmesi için Danişmend Eşter'i

gönderdim. Sultan'ın elçisi gelip mektupla haberler getirdi. Han, Sultan'ın

elçisiyle birlikte kendi elçisini de gönderdi. Âdet olduğu üzere elçiler zamanlı

zamansız vezirin huzuruna çıkabilir, arzu ve isteklerini Sultan'a ulaştırmak üzere

ona söyleyerek Sultan'la yüzyüze konuşulamayacak konuları vezire bildirirler.

Bendeniz evimde yakınlarımla oturmuş stranç oynuyordum; satrancın bir

bölümünün bittiği bir sırada, ondan emaneten aldığım yüzüğü sol elimin

parmağına bol geldiği için sağ elime takmıştım. Semerkant Hanı'nın elçisinin

kapıda olduğunu söylediler. Satrancı kaldırıp onu getirmelerini söyledim.

Elçi içeri girdi ve oturdu, bendenize gerekeni söylüyordu. Ben de o yüzüğü

parmağımda durmadan döndürüyordum. Bir ara elçinin, gözleri ile yüzüğü takip

ettiğini farkettim. Sözlerini tamamlayınca da kalkıp gitti. Sultan, hanın elçisinin

geri gönderilmesini, cevapları ulaştırmak için bir elçi yollanmasını emretti;

bendenizde, zeki bir insan olan Danişmend Eşter'i Sultan'ın elçisi ile yolladım.

Elçiler Semerkant'a ulaşıp, Şemsu’l-mülk'ün karşısına çıkınca, Şemsu'l-mülk

kendi elçisinden, Sultan Alpaslan'ı nasıl bulduğunu, yüzünü ve işini nasıl

gördüğünü, askerinin ne kadar olduğunu, silah ve ziynetlerinin ne durumda

bulunduğunu, sarayının, kabul salonunun ve divanının tertibinin nasıl olduğunu,

memleketteki kanunlarının ne derece müessir olduğunu sordu.

Elçi "Efendim, görünüşünde, güzellik, erkeklik, siyaset, heybet, ferman ve

padişahlığında hiç eksiklik yok. Askerinin sayısını Allah bilir. Onların silah,

zinet ve giyim - kuşamları hiç bir askerle kâbil-i kıyas değildir. Onların

Page 67: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sarayları, kabul salonları ve divanları çok iyidir. Memleketlerinde utanılacak bir

taraf yok. Ancak vezi-

118

SİYASETNÂME

rinin bir kusuru var" dedi.

Şemsu'l-mülk, "Ne kusuru var?" diye sordu.

Elçi: "Bir gün ikindi namazını kıldıktan sonra görüşmek üzere çadırına gittim.

Sağ elinin parmağında bir yüzük vardı; benimle konuşurken hiç durmadan

yüzüğü çevirirken gördüm" dedi. Danişmend Ester, Şemsu'l-mülk'ün huzurunda

benim hakkımda böyle bir konuşma olduğunu bilmem gerektiğini, bunun için

Sultan'ın korkusundan, çok üzüldüğünü yazdı. Onun Şafiî mezhebinden

utandığını ve her zaman bana dert yandığını bildiğimden, "Maveraü'n-

nehirlilerin Semerkant sultanının huzurunda vezirine Rafızî dedikleri kulağına

ulaşırsa, benim canıma hemen kıyar" diye düşündüm. Hiç suçum olmadığı

halde, isteksizce bu sözün Sultan'ın kulağına gitmemesi için 30.000 dinar

harcadım.

Bu bendenize şu sebeple anlatıldı: Elçiler, padişah ve memlekette ayıp sayılacak

şeyleri arayıp bulurlar, bunlar bir gün padişah tarafından serzeniş vesilesi olur.

Bu sebepten padişahlar zeki, uyanık ve iyi ahlâk sahibi olmalılar, iyi işleri elden

bırakmamalı, milletin dinî inançlarını kendi işlerinden üstün saymalı ve Allah'ın

emirlerinde öyle titiz davranmalı ki kimse onda bir kusur görmemeli.

Bir elçinin padişaha iyi hizmet etmesi, söyleyeceği sözlerden sakınmaması, çok

seyahat etmiş olması gerekir. Her konuda bilgili, hâfız-ı Kur'an, ileri görüşlü,

boylu poslu ve yakışıklı olmalıdır. Yaşlı ve bilgin olursa daha iyi olur. Eğer bu

işe kendi nedimini gönderirse itimadı daha fazla olur. Elçi olarak gönderilen

adam cesur, mert, silahşor olmalı, ata iyi binebilmelidir. Savaşçı da olursa çok

daha iyi olur. Şimdi bizim adamlarımızın böyle olduğunu onlara göstermeliyiz.

Elçi Seyyid veya Şerif olursa, şeref ve nesepçe daha fazla hürmet edileceğinden

ve kendisine kötülük yapılamayacağından, daha iyi olur. Sarhoş, şakacı,

kumarbaz, çok konuşan ve kimse tarafından bilinmeyen kişiler elçi olarak

gönderilmemelidir. Çok kere padişahlar hediyeler ve zarif eşyalar ile elçi

gönderip kendi acz ve yumuşaklıklarını bildirerek sulh istemişler, arkasından

ordu hazırlayıp, erkekçe at sürerek hasmını mağlup etmişlerdir. Netice olarak

denilebilir ki elçi, padişahın akıllı ve iyi huylu olduğunun bir delilidir.

119

YİRMİİKİNCİ FASIL

Ordunun konaklayacağı yerlerdeki otlaklar

Yüce padişah maiyyeti ile hareket edince, konaklayacağı her menzilde yem ve

otlak hazırlanması için sorumluların çok çalışması gerekir. Bu olmadığı takdirde

hayvanların beslenmesini reayaya taksim etmek düşer ki bu doğru olmaz.

Ordunun geçeceği yerlerde meskûn köyler varsa, bunların çevresinde ıkla' veya

has varsa bunlardan alınmalıdır. Konaklanacak bölgede köy veya ribat yoksa, ih-

tiyaç çevredeki en yakın köyden temin edilmeli. Eğer ihtiyaç duyulursa para

Page 68: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

harcanmalı, halkın huzur içinde yaşaması ve yem, yiyecek sıkıntısı çekmemesi

gerekir. Memurlar gitmese de, ıkta' sahipleri mahsulünü satıp, değerini hazineye

getirmelidir.

120

YİRMİÜÇÜNCÜ FASIL

Padişahın bütün askerlerinin mallarını belirlemesinin gereği

Ikta' sahibi askerin malını çok iyi tayin etmek, bu mal üzerinde kayıtsız şartsız

tasarruf etmelerini sağlamak gerekmektedir. Köleleri olup ıkta'ı olmayan

kişilerin mallarının ve kölelerinin sayısının ne kadar olduğu, vakti geldiğinde ne

kadar hazırlık yapabileceğini iyi tesbit etmek lâzımdır, Yahut padişahın senede

iki kere onları saraya çağırarak vazifelerini kendilerine bildirmesi gerekir. En

iyisi, padişahın, kendine karşı kalplerinde sevgi ve birlik sağlayabilmek için

onlara aylık vermesidir. Eski padişahların âdeti bu idi. Kimseye ıkta'

vermiyorlardı Her birine ölçüsüne göre senede dört kere ihtiyaçları oranında,

hazineden nakit öderdi. Sürekli yiyecek ve giyecekleri bulunur, mühim anlarda

hizmete âmâde olarak, harekete katılırlardı.

Amiller hazineden köle ve asker temin eder, vergileri toplayarak hazineye

gönderirlerdi. Bu iyi bir tatbikattır. Bu âdet ve usûl Mahmud hanedanından

kalmıştır. Ikta' sahipleri ölüm veya diğer sebeplerle kaybolan sipahilerini

bildirmeli, bunları saklamamalıdır. Sipahilerin sahiplerinin malını nasıl temin

ettiğini bildirmeleri ve olaylarda bütün askerlerini hazır bekletmeleri, birinin

herhangi bir özrü olduğunda derhal bildirmesi gerekir. Bunun haricinde bir ha-

rekette bulunurlarsa ferman makamı onları hemen cezalandırır.

121

YİRMİDÖRDÜNCÜ FASIL

Her cins ve kavimden asker bulundurması

Her asker aynı soydan olursa bundan büyük hatalar doğar. Her cinsten olması

için çok çalışmalıdır. 2.000 Deylemli ve Horasanlının sarayda devamlı

bulundurulması, bunların da saray mensuplarını bilmesi ve gerekeni kusursuz

yapmaları gerekir. Bunlardan bazılarının Gürcülerden, bazılarının da, diğer

bütün cinslerden daha iyi insanlar olan Fars çobanlarından olmaları uygun olur.

Hikâye: Sultan Mahmud'un Türk, Horasanlı, Arap, Hindu, Guri, Deylemli gibi

her cinsten askeri vardı. Seferde her gece her soydan birinin yatakhane

bölümüne gidip, kendi soyunun bölümünü kontrol etmesi bildirilmişti. Hiçbir

kavim diğerinin korkusundan sabaha kadar yerinden kıpırdayamazdı. Gündüz

savaş varsa her kavim savaş düzenine girer, muharebe ânında "Filan soy

gevşeklik gösterdi, başarısızdır" diyerek utanmamaları için, isimleri adına ça-

lışırlar, hepsi bir diğerinin üstüne çıkmaya gayret ederlerdi. Savaşçıların kaidesi

fedakârca savaşarak üne kavuşmak olduğu için elini silahına atan, muhalif

askerleri mağlup etmeden geriye adım atamazdı.

Bir ordu bir veya iki defa düşmanlarına karşı muzaffer olursa, bu ordudan 100

asker, mağluplardan 1.000 askeri öldürürler, bu muzaffer askere kimse

Page 69: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

mukavemet edemez, etraftaki bütün ordular o padişahtan korkarak, fermanına

itaat ederler.

122

YİRMİBEŞİNCİ FASIL

Padişah sarayında her cins askerin mukim olması ve iaşesinin temini

Emirlere Arap, Kürt, Deylemli ve Anadolululardan sarayda oğlu veya kardeşi

olan kimseyi muhafızlığa almamaları söylenmeli, sarayda muhafızların sayıları

asla 500'den aşağı düşmemelidir. Bir yıl hizmetten sonra gönülleri alınarak,

kavminin yüz çevirmemesi için, incitilmeden başka yere gönderilmelidir. Hiç

kimse, yiyecek sebebiyle padişaha isyan edememelidir. Deylemlilerin. Dağ-

lıların, Taberistan halkının, çobanlıkla meşgul olanların ve bunlara

benzeyenlerin ıkta' ve yiyecek ekmekleri vardır. Böyle olduğu için onlardan 500

kişi sarayda kalırsa, saray hiçbir şekilde işbileıuıdam-lara ihtiyaç duymaz.

123

YİRMİALTINCI FASIL

Türkmenleri, köleleri, Türklerin yönetiminde ve diğer hizmetlerde kullanmak

Türkmenlerden her ne kadar bıkkınlık gelmişse de, sayıları fazla olduğundan ve

devletin kuruluşunda çok hizmet ederek, sıkıntı çektiklerinden, hepsi

akrabadırlar ve bu devlet üzerinde hakları vardır. Çocuklarından bir kişinin ismi

teshil edilerek, devamlı meşgul olması için sarayın 1.000 kölesinin silah ve

hizmet öğretimi ona verilmelidir. Böylece insanlarla birlikte otururlar, gönülleri

ısınır ve köleler gibi hizmet de ederler. Neticede, yaradılışlarında mevcut olan

nefret ortadan kalkar. İhtiyaç hâsıl olduğu zaman, işaret edildiği an, 5.000 -

10.000'i atlarına binip köleler gibi teçhizatlanarak hizmete koşarlar. Bu devletin

hizmetlerinden de nasipsiz olmazlar. Melik'in onlara karşı sevgisi artar, onlar da

bundan memnun olurlar.

124

YİRMİYEDİNCİ FASIL

Kölelerin yapacağı işler ve işlerini yaparken onlara zahmet çektirmemek

Kölelere, hizmet ederlerken zahmet çektirmesinler, kendilerine ihtiyaç

duyulunca, hiçbir zaman düşmana karşı ok atmazlar, hemen dağılırlar ve geri

çekilirler. Kendilerine açık olarak ferman verilip, yükselmeleri için nasıl hareket

etmeleri, vazifelerini nasıl yerine getirmeleri, ihtiyaç halinde padişah fermanı ile

bir gün saka, silahtar, esvapçı ve benzerleri ve hatta yine ferman ile hâcip ve

diğer büyük hizmetlere gelebilecekleri söylenmelidir.

Her gün bu sınıftan bir kaçı hizmete alınır; efendiler bunun için onlara zahmet

vermemeli, satın alındıkları günden ihtiyarladıkları âna kadar onları yakın

geçmişte olduğu gibi yetiştirip, yapabileceği görevler vermelidir. Bu usûl her

zaman beğenilmiştir. Çok eski devirlerin kaide ve âdetleri terk edilmiştir. Eserde

üzerime farz olanlardan birazcık bahsedildi.

125

YİRMİSEKİZİNCİ FASIL Saray kölelerinin görevleri

Page 70: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Samanîler devrinde bu tertip geçerli idi, Kölelerin hizmetlerinin ölçüsü, sanatları

ve liyâkatları derecelerini artırıyordu. Köle, alındığı zaman, bir yıl yaya olarak

atın yanında yürüyerek hizmet ederdi. Üzerine uzun beyaz elbise ve ayağına

yalnız çorap giyerlerdi. Bu köle, emir verilmeden, bir yıl gizli veya aşikar ata

binemezdi. Bindiği anlaşılırsa iyi bir dayak atılırdı. Bir yıllık (çorapla veya)

yalın ayak hizmetini tamamladıktan sonra oda başı, hâciple konuşur, hâcip

durumu padişaha bildirirdi. Ondan sonra ona, ham deriden yapılmış eğercik,

sade dizginleri olan bir Türk atçığı verilir, bir sene de at ve kamçıyla hizmet

ederdi.

İkinci sene kendisine beline bağlaması için uzun kılıç verilirdi. Üçüncü sene dua

ve kurban emredilir, oturma vaktine kadar oturabilirdi . Dördüncü sene daha

güzel eğere, süslü koşumlara ve elbiseye, ucu halkalı bir çomağa sahip

olabilirdi. Beşinci sene şakilik emrederler, suculukla kadeh dağıtırdı. Altıncı

sene esvapçılık yapardı. Yedinci sene kendisine 15 çivili müstakil bir çadır

verilerek yeni alınmış üç köleyi onun emrine vererek, (visak başı) odabaşı

rütbesine ulaşır, siyah simli keçeden bir külah ile hazine elbisesi giyerdi.

Böylece her yıl makamı, giyimi, avanesi ve rütbesi artarak neticede haylbaşı

olurdu. Sonra liyakatli, sanatkâr, kahramanlığı herkes tarafından bilinen, elinden

büyük işler gelip, halkı hoş tutarak padişahın yakını olsa da, 35 - 40 yaşlarına

gelmeden emirlik ve

126

SİYASETNÂME valilik verilmezdi.

Samanîlerin yetiştirmesi ve kölesi olan Alptekin 35 yaşında Horasan

sipahsalarlığına (kumandanlığına) ulaşabildi. Sözüne çok sadık, vefakâr, ileri

görüşlü, düşünceli, halkı gözeten, askerlerini seven, cömert, güzel konuşan,

ekmek ve tuz hakkını bilen, Allah'tan korkan bir kişi idi. Samanîlerin bütün

huylarına sahipti. Yıllarca Horasan ve Irak onun tarafından idare edildi.

1.700Türk kölesi vardı. Bir gün üç Türk köle daha aldı. Bunlardan biri Sultan

Mahmud'un babası olacak olan Sebuktekin'di. Sebuktekin'in talihinin ilki

Alptekin tarafından satın alınmak idi. Satın alındığının üçüncü günü, Alptekin'in

huzurunda köleler arasında dururken hâcip ona doğru yürüyüp Alptekin'e,

"Visak başı olan filan köle Hakk'ın rahmetine ulaştı. Onun odasını, esvabını,

avane ve rütbesini hangi kölenize lütfediyorsunuz?" dedi.

Alptekin'in gözü Sebuktekin'e takıldı ve "Bu köleme bağışlıyorum" dedi.

Hâcib, "Ey efendi, bu köleyi satın alışınızın üstünden henüz üç gün bile

geçmedi, onun bu mertebeye ulaşabilmesi için yedi sene hizmet etmesi gerek,

bunu ona nasıl verebilirsiniz?" dedi.

Alptekin, "Şimdi ben dedim: Bu kölecik işitti, tazim gösterdi. Ben de bunu bağış

olarak ona verdim. Bundan sonra âdet üzere gitmek gerekir" dedi.

Hizmetin meyvası olması gereken o visakı ona ikram olarak verdiler. Alptekin

kendi kendine düşünüyordu: "Nasıl olur da yedi yıllık hizmet makamı yeni satın

alınmış âciz bir köleye kısmet olur? Bu büyük bir adamın oğlu olabilirdi. Onun

Page 71: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

asaletinden ve mesut olacağından mı oldu?" Düşüncesi uzayıp gidince, onu

denemeye başladı. Sağa sola onunla haber gönderirken, "Ne söyledim tekrar et"

derdi. O hiç hata yapmadan tekrar ederdi. "Yeter!" derdi; "Git ve cevabını getir".

Gidip, götürdüğü haberden daha gerekli cevap getirirdi. Denemelerinde onu her

gün daha iyi buluyordu. Neticede gönlünde ona karşı sevgi başladı. Ona

suculuğu verdi. Kendi huzurunda hizmet etmesini emretti. Onun avanesine onu

köle

127

YİRMİSEKİZtNCt FASIL ilâve etti ve onu her gün biraz daha yükseltti.

Sebuktekin 18 yaşına geldiği zaman maiyyetinde 200 erkek köle vardı.

Oturmak, kalkmak, okumak, yemek, şarap meclisi, av, ok atmak, güreşmek,

halka saygı göstermek, kendi avenesi ile kardeş gibi yaşamak gibi Alptekin'in

bütün huylarını benimsemişti. Eline bir elma alsa onu 10 adamla yemek

istiyordu. Bu güzel huyu, iyi yaratılışı sebebiyle onu herkes seviyordu.

Hikâye: Şöyle hikâye ederler: Bir gün Türkmenlerden bir mal almak için

Alptekin 200 köle seçti, Sebuktekin de bunların içinde idi. Oraya vardıkları

zaman, Türkmenler malın tamamını vermek istemediler. Köleler sinirlenerek

silahlarına davranıp onlarla savaşmaya niyetlendiler. Malı zorla almak

istiyorlardı.

Sebuktekin, "Ben bir defa, savaşarak size arkadaş olmam" dedi.

Arkadaşları, "Niçin?" dediler.

—Efendimiz bizi savaşmaya göndermedi, bizi belirtilen mal ile hayvan almaya

gönderdi. Savaşırsak bizi öldürürler. Bu da efendimizin yüceliği yönünden ayıp

olur ve ona zarar vermiş oluruz. Sonra efendimiz bize, "Ben size savaşmanızı

emrettim mi?" demez mi? Yaşadığımız müddetçe bu kınama ve serzenişten

kurtulamayız. Onun vereceği cezayı çekmeye de gücümüz yetmez".

Sebuktekin bunları söyleyince, kölelerin bir çoğu, "Sebuktekin'in söyledikleri

daha doğru!" dediler. Köleler arasında muhalefet edenler görüldüyse de savaş

yapmayıp, geri döndüler. Alptekin'in yanına gelince Türkmenlerin isyan ederek

malı vermediğini söylediler.

Alptekin, "Niçin silahlarınızı kullanıp onlardan malı zorla almadınız?" dedi.

Köleler, "Biz savaşmak istedik. Sebuktekin muhalefet edince aramıza ikilik

düştü, hâl böyle olunca biz de bırakıp döndük" dediler.

Alptekin, Sebuktekin'e "Niçin böyle hareket edip, kulların savaşmasına izin

vermedin?" dedi.

Sebuktekin, "Efendimiz bize savaşmayı emretmediği için sa-

128

SİYASETNÂME vaşmadık. Eğer biz fermansız, efendi gibi hareket etseydik, her birimiz kul değil

efendi olurduk. Mağlup olsaydık, efendimiz emretmediği halde savaşmış

olurduk; şüphesiz sizin vereceğiniz cezaya tahammül ederdik. Onları yenseydik,

başı boş bir birlik olur, minnet ve şükrümüz olmaz, kafalarımızda bir serzeniş

Page 72: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

olurdu. Şimdi, ferman buyuruyorsanız gidelim savaşarak mallarını alalım veya

canlarımızı feda edelim" dedi.

Bu sözler Alptekin'in hoşuna giderek, "Doğru söylüyor" dedi. Mükâfat olarak

derecesini yükseltip, emrindeki kölelerin sayısını 300'e çıkardı.

Horasan emiri Nuh b. Nasr Buhara'da vefat ettiğinde Alptekin Nişabur'da idi.

Buhara'nın emirleri ve büyükleri Alptekin'e özel bir haberci göndererek "Padişah

ölünce ortalık karıştı, baş ve ayak kalmadı, geriye padişahın 30 yaşında bir

kardeşi ile 15 yaşında bir oğlu kaldı. Memleketin merkezi sen olduğun için

hangisini emredersen onu tahta çıkaralım" dediler.

Acele olarak kendi habercisini göndererek, "Her ikisi de tahta ve ülkeye

lâyıktırlar ve bizim efendilerimizin oğullarıdırlar. Fakat Melik'in kardeşi

tecrübeli, zamanın acı ve tatlısını tatmış, herkesi iyi tanıyıp, herbirinin mevkiini

bilen ve herkese hürmet eden bir adamdır. Melik'in oğlu ise tecrübesiz bir

çocuktur. Halka iyi muamele edemeyeceğinden, padişahın ve melikin işlerini

bilemeyeceğinden korktuğum için, Melik'in kardeşini tahta çıkarmamız daha

doğru olur" dedi.

Aynı mahiyette bir mektup daha yazarak ertesi gün de onu gönderdi. Beş gün

sonra bir haberci gelerek, padişahın oğlunun tahta oturtulduğunun müjdesini

getirdi. Gönderdiği iki mektuptan dolayı şüphelenerek, "Kendileri bildiklerini

yapmak istedikleri halde niçin benimle meşveret ediyorlar? Kalleşler, benim için

o iki me-likzade de gözümün nurudur, yazdığım mektupların Melik'in oğlunun

eline geçip bana darılmasından, bana kin beslemesinden, garaz sahiplerinin

konuşarak o çocuğu benim hakkımda yanıltmalarından korkuyorum" dedi.

Derhal beş süratli deve süvarisini, habercilerini

129

YİRMİSEKİZİNCİ FASIL

Ceyhun'u geçmeden bulabilmeleri ve geri çevirmeleri ümidi ile gönderdi.

Süvariler acele hareket ettiler, birini Amuy çölünde yakaladılarsa da diğeri

Ceyhun'u geçmişti.

Alptekin'in mektubu Buhara'ya ulaşınca, Melik'in oğlunun ve etrafındakilerin

hoşuna gitmedi. "Alptekin Melik'in kardeşini aday göstermekle iyi etmedi,

babanın mirasının oğulun olduğunu bilmiyor mu?" dediler. Melik'in oğlunu

Alptekin'den soğutuncaya kadar her gün bu konudan bahsettiler. Alptekin pek

çok özür diledi, kulluklarını yazdı, hizmetler (hediyeler) gönderdi ise de

Melik'in oğlunun kalbindeki buzları çözemedi. Alptekin'e kin besleyenler boz-

gunculuk yapıyor, kin ve nefreti artırıyorlardı. Alptekin'i Ahmed b. İsmail satın

almış, Amr Nasr b. Ahmed'in son yıllarında hizmet etmiş, Nasr da göçünce, Nuh

b. Nasr'a hizmet ederek onun zamanında Buhara Sipahsalarlığına

(Kumandanlığına) tayin edilmişti. Nuh b. Nasr vefat edince Mansur babasının

yerine oturdu. Taht'a geceli altı sene olduğu halde Alptekin onun için mallar

dağıtıyor, mümkün olan bütün çalışmaları yapıyor, asla Mansur b. Nuh'un

gönlünü alamıyordu. Düşmanlarının Buhara padişahına kendisi aleyhine söyle-

dikleri, vekilleri tarafından Alptekin'e mektupla bildiriliyordu.

Page 73: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Neticede bozguncular Mansur b. Nuh'a, fermanının yürürlükle olmadığını, beş

seneden beri Alptekin'in Horasan'da padişahlık yaptığını, mal mülk

biriktirdiğini, bütün askerlerin ağzında onun adının söylendiğini, onu yakalarsa

hazinelerinin dolacağını, gönlünün rahatlayacağını, kendisini öldürmeden

müstakil padişah olamayacağını söylediler. Yapacağınız iş, onu saraya çağırın,

"Bizim taht'a oturduğumuz şu kadar zaman olduğu halde, saraya gelip yeni bir

akit yapmadın. Sen pederimiz makamındasın, devletimiz ve kanunlarımız seni

yüceltmiştir. Bütün bunları bildiğin halde huzurumuza gelmedin, en seri vasıta

ile gelmen gerekir. Sana itimadımızın tam olması için tek başına değil, saray

maiyyetinle gelmelisin" dediler. Kindarlar sözlerini burada kestiler. Bilahare,

"Saraya geldiği zaman onunla halvet ister (yalnız konuşacağını bildirir) ve başını

kestirirsin" diye eklediler.

130

SİYASETNÂME

Emir Mansur söyledikleri gibi yaptı. Bir haberci göndererek onu saraya davet

etti. Habercileri Alptekin'e, kendisini niçin çağırdığını yazınca, Alptekin dellal

çıkararak, Buhara'ya gitmek üzere ordu hazırlamalarını bildirdi. Nişabur'u terk

ederek Serahs'a geldi. Yanında, 30.000'e yakın süvari ile Horasan'ın bütün

emirleri bulunuyordu. Serahs'a geldiğinin dördüncü günü emirleri ve askerleri

toplayıp, "Size söylenmesi gereken bir kaç sözüm var, doğru bulursanız cevap

vermeniz bizim ve sizin hayrınıza olur" dedi. Hepsi "Baş üstüne!" dediler.

—Siz Buhara emirlerinin beni niçin çağırdığını biliyor musunuz?

—Bilmiyoruz, sen onun babası yerinde olduğun için yeni bir ahit yapmak

istediğini sanıyoruz.

—Hayır yanılıyorsunuz. Bu çocuk küçük ve ehliyetsiz olduğu için beni

tanımıyor, benim kafamı kesmek için çağırıyor. Bugün Samanîler

hükümdarlığının 60 yıllık olduğunu ve onu benim koruduğumu, Türkmenlerin

onlara birkaç defa saldırdığını, çeşitli dış düşmanların saldırılarını aynı şekilde

önlediğimi, onların korunması nasıl gerekiyorsa, öylece yerine getirdiğimi

hepiniz biliyorsunuz. Hiç baş kaldırmadım, bu padişahın babasını ve dedesini

ben korudum. Nihayet mükâfatım başımın kesilmesi olacak. Fakat o, bu

memleketin başının ben olduğumu, baş gidince vücudun kalmayacağını

bilmiyor. Şimdi siz ne düşünüyorsunuz, bu belâyı savuşturmanın çaresi nedir?

Bunun üzerine emirler, "Bu işin kılıçtan başka çaresi yoktur, o senin hakkında

böyle bir arzuda bulunuyorsa, onda hiç gözümüz yoktur, çünkü senin yerinde bir

başkası olsaydı, bu ülke onların elinden 50 yıl önce çıkardı" dediler; "Biz seni

çok iyi tanıyoruz, biz bu ekmeğe, mevkiye, haşmet ve vilâyete ancak senin

devletin sayesinde sahibiz, senin bir parçanız ve hepimiz seninleyiz. Horasan,

Irak, Harezm, Nimruz ve Müsellem senindir. Mansur b. Nuh'u terkederek,

padişahlığını ilân et. Biz senin fermanını kabul eder, sana itaat ederiz, istersen

Buhara ve Semerkand'ı ona bağışla, istersen

131

YİRMİSEKİZİNCt FASIL

Page 74: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

al". Emirler sözlerini bitirdikten ve Alptekin'e bütün bağlılık sözlerini

söyledikten sonra, Alptekin (Allah onu affetsin),

— "Benim hakkımda söylediklerinizin hepsinin candan olduğunu biliyorum.

Allah'ın sizlere iyi mükâfatlar vereceğini ümit ediyorum, bugün geri gidiniz,

yarın yine görüşürüz" dedi,

Bu anda bütün askerleri onun yanında idi, isteseydi 100.000 tecrübeli askere

sahip olabilirdi. Ertesi gün izin verip, bütün emirler sarayda toplandıktan sonra,

Alptekin yanlarına çıkıp, oturdu. Yüzünü emirlerin askerlerine çevirerek "Dün

sizinle konuştuklarımızı sizin de mutmain olarak, benimle aynı inançta olmanız

için denemek istiyorum. Yoksa başıma bir iş gelirse, benimle nasıl beraber

olacaksınız? Sizden işittiğim güzel sözlerden dolayı sizlerden memnunum.

Artık, benim hakkımda yanılan bir çocukla gaza yapmaya gideceğim, iş

dönülmeyecek noktaya gelmiş, bu çocuk küçük olduğundan iyiyi kötüden

ayıramıyor, kulak verdiği birkaç akılsız sözle memleketin altını üstüne getirmek

istiyor, onları sevip, beni düşman bilerek canıma kastediyor. Benim bu ülkeyi

ondan alıp amcasına vermeye veya kendim yönetmeye gücüm yeter. Fakat

insanların, "Alptekin 60 yıl Samanîlere hizmet ettikten sonra isyan etti, kendi

efendilerinin oğullarına muhalefet ederek bu işi yaptı, ülkeyi onun elinden aldı"

demelerinden endişe ediyorum. Ben bütün ömrümü iyi ün ile geçirdim, gerçi siz

ve insanlar günahın Emir Mansur'da olduğunu, o daha çocuk olduğu için, tahtı

amcasına havale etmekten başka günahım olmadığını biliyorsunuz. Kimse hakkı

kabul etmeyince, sıkıntısı bize düşüyor, başımıza gelen işi bütün âlem bilsin.

Eğer ben gidip onu görmezsem bu dedikodu kapanmaz, bu çocuk her gün biraz

daha yanılır. Horasan'ı terkedip, bir köşeye sığınırsam kindar düşmanlarım

hakkımda birşey söyleyemezler. Bundan sonra yiyecek ekmeğim varsa, kalan

ömrümü huzur içinde geçirip, ahiret sevabı elde etmek için kılıcımı

müslümanlara karşı değil, kâfirlere karşı kullanayım. Şimdi ey ordu ko-

mutanları, bilir misiniz ki Horasan, Irak ve Maveraü'n-nehr'in padişahlığı

Mansur'undur. Siz hepiniz Mansur'un ordusunun kumandanlarısınız, ben size

onun sayesinde sahip oldum. Şimdi kalkıp, onun dergâhına giderek, onu görüp,

itimatnamelerinizi tazeleyiniz, tekrar hizmete giriniz. Ben gaza ve cihad ile

meşgul olmak için Hindistan'a gideceğim, iyi de fena da olsam Allah rızası için

çalışmak istiyorum. Horasan emîri benden şüphe etmesin" dedi. Bunları

söyleyince konuşmalar son buldu.

Bundan sonra kalkıp, emirlere, "Sizlere veda etmek ve helâlleşmek için teker

teker yanıma geliniz" dedi. Emirler ağlayarak onunla kucaklaşıp, veda ettiler.

Daha sonra Alptekin saray perdesinin arkasına geçti. Bununla birlikte hiç kimse

onun Horasan'ı bırakıp Hindistan'a gideceğine inanmıyordu. Çünkü onun

Horasan, Irak ve Maveraü'n-nehr'de 1.000'den fazla bakımlı köyü vardı. Bu

bölgelerde sarayı ve köşkü bulunmayan hiçbir şehir yoktu. Milyona yakın

koyun, yüzbin kadar at, deve ve katıra sahipti. "Bunları nasıl terkeder? Yoksa o

sözü ağzından mı kaçırdı?" diyorlardı. Ertesi gün, gün ağarırken göç davulunun

çalındığını, Alptekin'in, ordusu ve has köleleri ile göç ettiğini gördüler. Bütün

Page 75: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

malını mülkünü terkederek, Belh tarafına yöneldi. Horasan emirleri de hep bir-

den Buhara'ya hareket ettiler.

Alptekin Belh'e ulaşınca, gazaya katılmak isteyen Maveraü'n-nehr, Hatelan,

Semerkant ve Iraklıların Belh sınırı yakınlarında toplanmaları için, iki ay burada

kalmaya niyet etti. Bundan sonra Hindistan'a gitmeyi arzu ediyordu. Alptekin'e

kin bağlayanlar Emir Mansur'a, onun ihtiyar bir kurt olduğunu, onu ortadan

kaldırmadan ondan emin olmamak gerektiğini, yeteri sayıda iyi bir ordu ile onu

yakalayıp, huzuruna getirtmesini söylediler. Mansur da Bu-hara'da seçilen bir

emir ile tam techizatlı 15.000 askeri Belh'e gönderdi. Ordu Tirmiz'e ulaşıp,

Ceyhun'u geçerken, Alptekin Belh'ten Halem tarafına gitti. Belh ile Halem

arasında dar bir dere ve 16 km.lik yol vardır. Bu dereye Halem boğazı denir. Bu

boğazın sağ ve sol yamaçlarında köyler vardır. Alptekin bu geçide indi. Has kö-

lelerinden 200 atlı süvariyi bu geçidin başına öncülük yapmaları için gönderdi.

Bu durumda 1İ200 seçme Türk kölesi, savaşmak

133

YİRMİSEKİZİNCİ FASIL üzere 800 atlı gazi de diğer bölgelerden kendisine iltihak etmişti,

Horasan emirinin askerleri boğaz önüne geldilerse de, geçide giremedikleri için

sahraya karargâh kurdular. İki ay böyle beklediler. Nöbet sırası Sebuktekin'e

gelince bütün sahranın askerle dolu ve etrafa nöbetçiler diktiklerini görünce

kendi kendine, "Efendimiz bütün malı ve mülkü ile Horasan, Irak, Maveraü'n-

nehr'i Horasan emirine bıraktığı halde, hâlâ onun canını almaya gelmişler. Al-

lah'tan utanmıyorlar, onun değerini bilmiyorlar" dedi. Yanındaki kölelere

dönerek, "İş bize düştü, Allah (c.c.) mazlumların yardımcısıdır, bunlar bize

zulmediyorlar, şimdi onlara biz saldıralım. Efendimiz beğenir veya beğenmez,

bakalım netice nasıl olur?" dedi. Bunları söylediği gibi, en özel 300 kölesi ile

Horasan emirinin nöbetçilerine hücum edip, hemen onları öldürdü, böylece ordu

karargâhına kadar ilerledi, onlar silahlarına davranıncaya kadar 1.000'den fazla

askeri yere yıktı. Onlar silaha davranınca Sebuk-tekin geri çekilerek geçidin

başına geldi ve yine hücum ederek onların bir kısmını öldürdü.

Alptekin Sebuktekin'i çağırarak, niçin acele ettiğini sorunca, "Ey Hüdavend,

bize sabır geldi, bu işten sabırla değil ancak kılıç ile kurtulabiliriz. Bırakınız, sağ

olduğumuz müddetçe canımızı Efen-dimiz'in canı için feda edelim, netice ne

olur görelim" dedi.

Alptekin, "Şimdi sizin için iyi olan Efendi'nin işinden el çekmeniz. Söyleyiniz

çadırları yıkıp, yükleri bağlasınlar, yatsı namazını kıldıktan sonra göç edip

yükleri geçitten çıkarsınlar" dedi. Alptekin, "Toğan sağ kolda silahlı 1.000

gönüllü askerle filan dereye gitsin. Sen Sebuktekin.sol kolda 1.000 seçkin köle

ile filan dereye git. Ben 1.000 silahlı süvari ile dereden çıkarak, sahrada

görüneceğim, onlar ertesi gün geçidin girişinde kimseyi göremeyince

Alptekin'in kaçtığını söyleyecekler, ikinci defa atlarına binerek arkamızdan ge-

lirler, geçide girip de bizi göremeyince, siz sağdan ve soldan çıkararak saldırıp,

öldürür, tutuklarsınız, zira vakit geçti. Geçidin girişine yaklaşamayan kuvvetler

Page 76: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

de geri dönüp kaçarlar, biz de bunlarla savaşırız, kaçmak için yol isterlerse

onlara bu fırsatı vererek, hemen

134

SİYASETNÂME

ordugâhlarına koşar bütün ganimeti alırız" dedi.

Bu şekilde hareket ederek boğazdan çıktılar, ertesi gün Horasan askeri silahlanıp

savaşmak için geçidin başına gelip, hiç kimseyi göremeyince, boğazda 6 km.

kadar ilerlediler. Alptekin'in karargâhından hiç bir iz bulamayınca, onun

gittiğine kanaat getirdiler. "Onları takip ederek, karargâh kurdukları sahrayı

bulalım, onları mahvedip, Alptekin'i tutuklayalım" dediler. Acele ile askere

hareket emri verdiler. Serbest kalanlar boğazdan çıkıp sahraya gelince Alptekin'i

1.000 süvari ve bir miktar piyade ile gördüler. Askerin yarısı boğazdan çıkınca,

Toğan 1.000 süvarisi ile boğazdan çıkan bütün askerlerin geri dönmesini

sağladı. Sol taraftan Sebuktekin çıkarak 1.000 süvarisi ile ordunun peşine düştü.

Kılıç çalarak hepsini öldürüyorlardı Alptekin de önlerine çıkınca, bir saatte bu

topluluğu helak ettiler. Ordu kumandanına bir mızrak vurarak atından alaşağı

ettiler, diğer askerler kaçmaya başladılar, Alptekin ordusu ile onların peşine

düştü, ordugâhlarına kadar ulaştı. At, silah, deve, altın, gümüş, ipek, köle ne

buldularsa alarak, çadır ve halı gibi eşyaları bırakıp geri döndüler. Bir aya yakın

Belh köylüleri bu ordugâhtan kumaş taşıdılar. Bu savaşta, yaralılardan ölenler

dışında 4.750 kişi öldürüldü.

Alptekin ertesi gün buradan göç ederek Bamyan'a gitti. Kendisiyle savaşa

girişen Bamyan emiri esir edildi. Alptekin onu mazur sayarak, yaptığı

kötülükleri affetti. Hilat verip, kendisine Nazik Aslan denilen Bamyan emirini

mânevi evlat edindi. Daha sonra buradan Kabil tarafına gitti. Onunla da

savaşarak mağlup edip, oğlunu esir aldı, onu hoş tuttu ve neticede babasının

yanına gönderdi. Kabil emirinin oğlu, Gazneyn emiri Luyek'in damadı idi.

Gazneyn'e hücum edince kayınpederi kaçıp Serahs'a sığındı. Alptekin Gazneyn'e

girince Luyek ortaya çıkıp savaştı. Kabil emirinin oğlu ikinci defa esir düştü

Gazne emiri mağlup olup şehrin kalesine sığındı. Zavulistan halkı kendisinden

korktuğu için, münadîler çıkararak kimsenin başkasının malına el

süremeyeceğini, ancak altın ile alış veriş yapabileceklerini, aksi varit olursa

cezalandıracağını bildirdi.

135

YlRMlSEKİZİNCl F-ASIL Bir gün Alptekin kendi kölelerinden birinin bir torba samanla, atının eğerine bir

tavuk bağlamış olarak geldiğini görünce, "O köleyi yanıma getirin!" dedi.

Köleyi yanına götürdüler. Kendisine bu saman ve tavuğu nereden aldığını sordu.

Köle, bir köylüden aldığını söyleyince, ona,

'—"Her ay 50 dinar aylık, yirmi çeşit elbiselik ve ekmek için de 30 dinar

almıyor musun? Buna rağmen niçin altınla alış - veriş yapmıyorsun?" dedi.

Derhal celladı çağırıp, yolun başına saman torbası ile birlikte köleyi asmasını, o

tavuğu da boynuna bağlamasını söyledi. Sonra dellâllar çıkararak, "Kim hakkı

Page 77: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

olmadan bir kimseden zorla bir şey alırsa cezası böyle olur!" diye bağırmalarını

emretti. Bu ceza bütün askeri korkuttuğundan, halk emin olarak her gün köy ve

nahiyelerinden, ordugâha sayılamayacak kadar mal getiriyorlardı. Alptekin asla

şehirlilere zulüm yapılmasına izin vermiyordu.

Gazneyn şehri halkı onun emniyet ve adaletini görünce, "Kendisinden canımız,

malımız, karımız ve çocuğumuzun emin olduğu bir adam, ister Türk, ister Arap

olsun, bize böyle adaletli ve insaflı padişah lâzım!" deyip, şehrin kapısını açarak

Alptekin'in yanına geldiler. Luyek durumu görünce kale burçlarına sığındı ise de

yirmi gün sonra Alptekin'in huzuruna gelerek saygı gösterince, kendisini

affedip, ona hilat verdi. Gazneyn'den tek kişiyi cezalandırmadı. Gazneyn'de

kendisine bir ev yaptırarak, oradan Hindistan'a sefere başladı. Gazneyn'den

kâfirlere iki günden daha az bir mesafe vardır. Alptekin'in Hindistan

derbendinden Mültan'a kadar olan araziyi zaptettiği ve buralara akınlar

düzenlediği, hadsiz hesapsız ganimetler aldığı haberi Horasan ve Maveraü'n-

nehr'de duyulunca, sağdan ve soldan gelen insanlarla ordusu 600.000 süvariye

ulaştı. Alptekin pek çok vilâyetler aldı. Şavur'a kadar ilerledi. Hindistan şahı

100.000 süvari, 50.000 piyade, 1.500 fille gelip Alptekin'i Hindistan'dan

çıkarmak için hazırlandı. Diğer yandan, ordusu Alptekin tarafından mağlup

edilen Horasan emiri Ebu Mansur, Emir Ebu Cafer kumandasında 25.000

süvariyi Alptekin'le savaşmaya

136

SIYASETNÂME gönderdi. Alptekin, Ebu Cafer'in Gazneyn'e yaklaşmasını bekledi. Ebu Cafer 6

km. kadar yaklaşınca Gazneyn'den çıkarak Horasan ordusuna saldırdı, bir saatte

25.000 kişilik askeri perişan etti. Ebu Cafer kaçtıysa da Gazneyn köylüleri

tarafından yakalanarak, at ve silahı alınıp serbest bırakıldı. Yaya olarak Belh'e

gitti. Ordugâhının bütün malları, hayvanları ve giyecekleri Alptekin'in askerinin

eline geçti. Horasan emirinin Alptekin'e saldırısı Samanîlerin zaafiyetini

göstermekten başka bir işe yaramadı. Durumu anlayan Türkistan emiri de onlara

saldırdı.

Alptekin Ebu Cafer'den kurtulunca yüzünü Hindistan şahına çevirdi. Horasan ve

Maveraü'n-nehr'e mektup gönderip, her taraftan yardım isteyerek, büyük bir

kuvvet topladı. 11.000 tecrübeli adam ile aynı şekilde 5.000 süvarinin

mevcudiyetini haber verdikleri zaman, Hindistan şahının ordusunun bulunduğu

yere giderek, ansızın karakollarını basıp 10.000'den fazla Hintliyi öldürüp, geri

döndü. O diyarda yüksek bir dağ, iki dağ arasında bulunan bir dere Hindistan

şahının yolu idi. Askerleri dere içinde olduğu için Alptekin derenin girişini tuttu.

Şah oraya varınca dışarı çıkamayıp, on ay orada konaklamak zorunda kaldı.

Çıkacak yol bulamıyor, Alptekin de onlara sık sık baskın yapıyor, bir kısmını

öldürüyordu. Bu savaşta Sebuktekin pek çok çalışarak ele birkaç iyi fırsat

geçirdi. Hint şahı her hareketinde âciz kaldı. Ne çıkmaya muktedir olabiliyor, ne

de arzusuna ermeden ölebiliyordu.

Page 78: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Nihayet, Alptekin'e haber göndermeye karar verdi: "Siz Horasan'da ekmek

bulamadığınız için buraya geldiniz, size benim askerim olmanız için ekmek

vereyim."

Maslahat icabı rıza gösterdiler, sonra onlara birkaç şehir ve nahiye ile beş kale

vererek, kendisi geri döndü. Başlangıçta Hint şahı kale muhafızları ile

konuşarak, "Kaleleri onlara teslim etmeyin!" dedi. Kendisi dönünce kaleleri

teslim etmediler. Alptekin, "Anlaşmayı kendileri bozdular" dedi. İkinci defa

hücum ederek, şehirleri fethedip, bu kaleleri de zorla alarak, ortalıkta pürüz

bırakmadı. Bu esnada ansızın vefat etti. Bütün askerler ve köleleri şaşırdılar, her

137

YİRMİSEKİZİNCİ FASIL işte âciz kalarak, çepeçevre kâfir askerleri ile kuşatıldılar.

Sonra oturup düşündüler: "Alptekin'in yerine oturacak oğlu yok; bizim

Hindistan'da mal ve namusumuz mevcuttur. Bundan dolayı heybetimiz halâ tam

olarak Hintlilerin kalbinde yer etmekte ise de, ordumuzdaki askerler serkeşlik

yaparak namusumuza leke sürerler, düşmanlarımız bize kıyam ederse memleket

elden gider. Tedbir olarak, içimizden birini seçerek onu kendimize emir yapa-

lım". Hepsi işin doğrusunun bu olduğunda ittifak ederek, ileri gelen kulları

yerlerinden kaldırıp, herbirinin kusurlarını saydılar. En son olarak Sebuktekin'in

ismi anılınca hepsi sustular, yalnız içlerinden biri, Sebuktekin'in tek kusurunun

kendinden kıdemlilerin bulunması olduğunu, bunun haricinde kendisine hiç bir

kapının kapalı bulunmadığını söyledi. "Toplumumuzda cesaret, halkı hoş tutma,

iyi huylu, ekmek ve tuz hakkı tanıma, Allah'tan korkma, teb'anın gönlünü alma

yönünden benzeri bir adam yoktur. Efendimiz onu yetiştirmiş, hareketlerini

tasvip edip beğenmiştir. Sizler iyi bilirsiniz" dedi. Hepsi Sebuktekin'in

seçilmesinde ittifak ettiler. Hepsi kendisinin elzem olduğunu bildirinceye kadar

Sebuktekin bu göreve evet demedi.

Sonra, "Eğer bu işi yapmak zorunda isem, sizden her kim bana muhalefette

bulunur, bana isyan eder veya benim hükmümde tembellik ederse, sizler

benimle aynı düşüncede olup, onu öldürür müsünüz?" dedi. Emirler, bunun

üzerine yemin ederek sağlam bir anlaşma ve vesika hazırladılar. Ondan sonra

onu götürüp Alptekin'in sedirine oturttular, onu emir olarak selamlayıp, altın ve

gümüş dağıttılar.

Daha sonraları Sebuktekin'in aldığı her tedbir, yaptığı her akın hepsine doğru

geliyordu. Bir müddet sonra Zavulistan melikinin kızı ile evlendi. Sultan

Mahmud bu kadından doğduğundan, ona Mahmud Zavulî diyorlardı. Büyüyünce

babasıyla bir çok akınlara katıldı. Kurduğu büyük ordularla, büyük kuvvetleri

yenerek Hint ülkesini fethettiği için Bağdat halifesi tarafından Sebuktekin'e

Nasreddin ismi verildi. Vefat edince, bütün meliklik usûlünü babasın-

138

SİYASETNÂME

Page 79: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

dan öğrenen oğlu Mahmud Zavulî'yi yerine oturttular. Yazar ve okuyucu,

padişah kıssalarını dinlemekten çok hoşlanır, bütün iyi ve beğenilen huylara

sahipti. Önce gidip Nimruz'un vilâyetini, daha sonra Horasan'ı alıp, Hindistan'a

bir iki sefer yaparak, Sümenat'ı aldı. Menat adlı putu oraya getirip halkın

üzerinde gezmesi için Cuma mescidi kapısına eşik yapıp, halkın ayakları altına

attı. Hint padişahlarını mağlup ederek, unvanını çok arttırdı.

Bu hikâyeyi anlatmaktaki maksadım,Cihanın Efendisi'ne (Allah mülkünü ebedî

kılsın) iyi bir kulun nasıl olacağını açıklamak içindi. Bu sebepten, iyi işler yapan

kuluna, ahdine uyarak kötü gözle bakmayıp, ona zulmetmemeli, ona sağlamca

bağlanarak, ülkesinde mesut yaşamalı ve onun gönlünü incitmemeye çalışarak,

kendisine itimadının daha fazla artması için, her gün onun hakkında söylenen

kötü sözleri duymamalıdır. Ülke bir kula bağlansa, o adam bir yerden başka bir

yere gitse, ülke baş kaldırsa alt üst olur. Samanîlerin ülkesi, iyi bir kul olan

Alptekin'e bağlıydı. Onun kıymetini bilmeyerek, canına kasdettiler. O Horasan'a

gidince, devlet Samanlı hanedanından oraya gitti. Onun evinde köle oldu.

Köleler iyi yetiştirilmeli, sıkıntı çekilerek büyütülen bu insanları iyi korumalı.

Bilginler, "Liyakatli ve denenmiş köle, bin oğuldan daha iyidir" demişlerdir. Bu

söz şu manâda söylenmiştir: Bir itaatkâr kul 300 oğuldan iyidir. Oğul babasının

ölümünü, öteki ise efendisinin yücelmesini ister.

139

YİRMİDOKUZUNCU FASIL

Halkın (avam) ve ileri gelenlerin (havas) ziyaretine müsaade etmek

Kabul merasiminin bir tertibi olmalıdır. Merasimde, önce akrabalar, sonra

meşhurlar ve mevki sahipleri, en sonra da diğer kişiler girerler. Hepsi bir araya

toplanınca, avam (halk) ile havas (ileri gelenler) arasında fark gözetilmez. Kabul

resmi yapılacağının işareti, saray perdesinin kaldırılmasıdır. Perde kaldırılınca

devlet ileri gelenleri ile ordu kumandanları kabul resmi olduğunu anlarlar.

Saraya bir adam gönderip kabulün gününü ve kendilerinin iştirak edip

etmeyeceklerini öğrenirler. Çağrılmayan bir kişi merasime katılırsa, o kimse

gelirken saray perdesi indirilerek onun merasime iştirak etmeyeceği bildirilir.

Çünkü bir büyüğün saraya gelip, padişahı görmeden dönmesinden daha ağır bir

ayıp olamaz. Merasimlere geldikleri zaman padişahı görmezlerse padişahtan

şüphelenirler, kötülük düşünmeye başlarlar.

Merasimler sık yapılmazsa halkın işi aksar, fitneciler cesaret bulur, havas ve

avamın durumları bilinemeyince de ordu rahatsız olur. Padişah için sık sık

toplantılar yapmasından daha geçerli bir usûl yoktur. Toplantı yapınca dışardan

gelen taraftarlar, emirler, seyyidler ve imamlar padişahla görüşerek saygı

gösterirler. Maiyyetleri ile memleketlerine dönüp, hizmet ederler. Havastan arta

kalanlara hizmet etmek için gelen köleleri ile geri dönerler. Ancak orda kalan

havasın mütehassıs köleleri, silahtarları, sâkîleri,

140

SİYASETNÂME

Page 80: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

çaşnigir ve benzeri hizmetlerde bulunan kullarının şüphesiz onlarla birlikte

kalması gereklidir. Bunun için bir kaç yol buyurulmuştur. Bu âdet alışılarak

böyle devam ederse, sıkıntılar ortadan kalkar. Perde kaldırmaya, kapıyı

kapatmaya hacet kalmaz. Bunun haricinde hareket ederlerse, rıza gösterilmez.

141

OTUZUNCU FASIL Şarap meclisinin kurulması ve şartları

İşret meclisi kurulduğu hafta, bir veya iki gün, alışkanlık peyda etmiş kişilerin

gelmesi için izin vermek gerekir. Gelmesi mahzurlu olmayan kişilere gelecekleri

gün bildirilir. Özel işret olduğu günler, şahıslar bu toplulukta yerlerinin

bulunmadığını bilmelidirler. İhtiyaç duyulmayan kişilerin bu toplantıya kabul

edilmeleri hoş karşılanmaz. Biri kabul edilirse diğerleri geri çevrilir. Özel

meclise lâyık olanlar buraya gelmeye izinlidirler. Buraya gelenlerin, yanlarında,

bir köle hariç, sâkî veya sürahi getirmeleri asla âdet değildir. Padişah sarayından

evlerine yiyecek, çerez ve şarap götürmeleri, evlerinden saraya getirmeleri hiç

bir zaman hoş karşılanmamıştır. Çünkü sultan dünyanın kethüdası sayıldığından,

insanlar onun aile efradı ve kullarıdır. Aile fertlerinden birinin efendiye ekmek

parçası, şarap ve yiyecek getirmesi vacip değildir. Biri şarap getirirse, padişahın

şarapdan ona şarap vermez. İyi veya kötü şarap getirdiği için onu döverse, bu

özür ortadan kalkar.

Padişah, liyakatli vezirleri hariç, hizmet edecek kulları ile bir arada çok oturursa,

şikâyetler ortaya atacaklarından, haşmetine zarar vererek, ona olan sevgiyi

azaltacakları gibi ona karşı da gevşek olurlar. Büyükler, sipahsalar, âmidlerle

gerektiğinden fazla bir arada bulunursa, padişahlığın büyüklüğüne zarar getirir.

Bu kişiler padişahın fermanlarını icrada gevşeklik gösterirler, cesaretlenerek

yüzlerindeki tebessümü kaldırırlar.

142

SİYASETNÂME

Padişahın; vilâyetlerin, ordunun, malların değeri, imaretler, ülkenin

düşmanlarına karşı alınacak tedbirler ve buna benzer önemli işleri veziri ile

görüşmesi farzdır. Bunlar kendini ilgilendirdiğinden, üzüntü ve kederini

arttırarak, vicdan azabı haline gelir. Bir iki nefeslik andan fazla nedimleri hariç

bu taife ile şaka ve laubalilik yapmasına memleket işleri ve padişahlık içgüdüsü

müsaade etmez. Kayıtsız yaşamak, ağzına geleni söylemek, şakalaşmak, gülünç

ve duyulmamış hikâyeler anlatmak ister, bunlar da huzurundaki yüce nedimlere

münhasır kalırsa, padişahlığa hiç zarar vermez. Çünkü nedimlerin vazifesi

budur.

143

OTUZBİRİNCİ FASIL

Padişah huzurunda kulların ve hizmetkârların duracakları yer

Page 81: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Kullar ve büyükler duracakları ve görülecekleri yeri bilmelidirler. Her birinin

durmak ve oturmak için belirlenmiş bir yeri vardır. Sultanların huzurunda her

ikisi de aynıdır. Herkes yerini muhafaza etmek zorundadır. Devletin ileri gelen

kişileri ile meşhurlar taht yakınındaki ilk dairede dururlar. Meselâ silahtarlar,

sâkîler benzerleri gibi. Bir kimse onların arasında durmak isterse, saray hâcibi

onu uzaklaştırır. Bu topluluk arasında yabancı ve ehliyetsiz birini görürse, ona

bağırarak orada kalmasına müsaade etmez. Ve's-selâm.

144

OTUZİKİNCİ FASİL

Ordunun ihtiyaçları, istekleri ve ordugâh hizmetleri

Ordunun bütün ihtiyaçları haylbaşı ve kumandanlar tarafından açıklanmalıdır.

Güzelce anlatılırsa o ihtiyaçlarını elde ederler. İsteklerini kendileri

söylediklerinden, bu, onlara karşı olan saygıyı arttırır. Böylece hâcibin eline

düşmezler. Aksi halde kendilerine saygı duyulmaz. Süvarilerden biri

kumandanları hakkında konuşursa, kendi saygısını kaybettiği gibi ona sopa da

atmak gerekir. Böylece ast ve üst ortaya çıkmış olur.

145

OTUZÜÇÜNCÜ FASIL

Süslemeyi, silahı, savaş levâzımatını ve seferi tanımak

Çok pahalı elbise giyen meşhurlara, silahları güzelleştirmeleri, iyi savaş âletleri

yapmaları söylenmelidir. İyi huylu ve temiz yüzlü köleler satın almalıdırlar. Bu

taifenin yüceliği, evlerin yüksekliğinde, eşyasında ve güzelliğinde değil, böyle

şeylerle bilinir. Kim bu konuda daha ileri giderse, padişahın gözünde daha

değerli, meslektaşları arasında ve orduda daha yüce ve daha haşmetli olur.

OTUZDÖRDÜNCÜ FASIL

146

Hata yaptıkları an devlet ileri gelenlerinin cezalandırılması

Terfi ettirilerek üst makamlara getirilenler buraya gelinceye kadar çok sıkıntı

çekmişlerdir. Onların yaptığı bir hata veya yanılma açıkça cezalandırılırsa,

itibarları düşer ve böylece, yetiştirilmesi ve yükselmesi için verilen emekler bu

ceza ile yok olur. En iyi olanı; eğer bir kimse hata yaparsa, o an göz yumup, onu

gizlice çağırarak "Bu işi böyle böyle yaptın, biz kendi yetiştirdiğimiz adamı

aşağı indirmeyi ve atmayı istemeyiz, bu hatanı affediyoruz, kendini hatalardan

koru, böyle küstahlık ve hatalar yapma. Bilmiş ol ki tekrar edersen, elde ettiğin

mevki ve haşmet, elinden gidince, sebebi de kendin olursun, biz değil"

demelidir.

Hikâye: Emirü'l-müminin Hz. Ali (r.a.)'den, "İnsanlardan en iyi savaşanı

hangisidir?" diye sordular.

Page 82: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

—"Öfkelendiği zaman kendini tutan, öfke ve hiddetini açığa vuracak bir

hareketten kaçınan, neticesinden pişmanlık duyular, hareketin faydasız olduğunu

bilen kişidir" dedi.

Kemâl sahibi ve akıllı insanlar öfkelerini gizlerler. Böylelerinin öfkeleri

akıllarına değil, akılları öfkelerine galip gelir. Nefsî arzuları aklına galip gelirse,

kızdığı zaman öfkesi aklını ortadan kaldırır, nefis hangi divanelikleri emrederse

onu yapar. Kimin aklı nefsin arzularına galip gelirse, öfke ânında aklı, isterse

147

OTUZDÖRDÜNCÜ FASİL

onun nefsini kırar. İnsanlar onun öfke içinde olduğunu bildiği halde, yaptığı ve

buyurduğu her şeyin akıllıca olduğunu bilirler ve onu beğenirler.

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Hüseyin b. Ali (r.a.) Arap reisleri ve sahabeden bir

toplulukla oturmuş ekmek yiyordu. Sırtına pahalı Rum ipeğinden yeni bir cüppe

giymiş, başına da güzel bir sarık sarmıştı. Başucunda dikilen köle yemek

kasesini onun önüne koymak istedi. Kazara kâse elinden düşüp, yemek Hüseyin

b. Ali'nin başına ve sırtına döküldü. Sarığı ve elbisesi yemekle kirlenince Hz.

Hüseyin'de insanlık halleri görüldü. Yüzünde kızarma ve utanç belirtileri olduğu

halde başını kaldırarak köleye baktı. Köle onun halini görünce kendisinin

cezalandırılması için emir vermesinden korktu ve "Öfkelerini yutanlar,

insanların kusurlarından, af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever" (Âl-i

İmran 3/134) dedi. Bunun üzerine Hüseyin b. Ali (r.a.) tebessüm ederek, "Ey

köle, bir defa benim öfkemden ve seni dövmemden emin olduğun için seni azad

ediyorum. O hatayı sen kendine yaptın, bana değil" dedi. Hazır bulunanların

hepsi Hüseyin b. Ali'nin büyüklüğünü anlayarak, sevinçle bu kararını

beğendiklerini ifade ettiler.

Hikâye: Muaviye'nin çok yumuşak ve sabırlı olduğunu söylerler. Kabul

merasimi yaptığı ve bütün büyüklerin tahtın çevresinde bulunduğu bir gün, iş

elbisesi üzerinde bir genç divana girerek; selâm verip saygısızca karşısına

oturdu. Muaviye'y,.

—"Ben bu gün mühim bir iş için senin yanına geldim. Eğer yapacağına söz

verirsen söyleyeyim, vermezsen lüzum yok" dedi. Muaviye,

—"Mümkün olduğu kadarını yerine getireceğime söz veriyorum" dedi. Genç,

—Ben garip, bekâr bir adamım, senin annen de dul, evlenebilmem için onu bana

ver, onun kocası olursam, sen de bu işten sevap kazanırsın.

148

SİYASETNÂME

Muaviye,

—"Sen genç bir adamsın, o ise ağzında tek dişi olmayan bir ihtiyardır, bu işi

niçin istiyorsun?" dedi.

Genç,

—"Onun geniş kalçaları olduğunu duydum, geniş kalçaları çok sevdiğim için

onu istiyorum" dedi. Muaviye,

Page 83: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

—"Vallahi babam da onunla bu sebepten evlenmişti. Onun bundan başka hüneri

yoktur. Fakat bu isteğini anneme de söyleyeceğim, kabul ederse kimse mani

olamaz" dedi. Yüzünde ve hareketlerinde hiç bir değişiklik olmadı, huyu

değişmedi. Bütün toplum ondan daha yumuşak bir kimsenin olamayacağını ikrar

ettiler.

Bilginler de bu mânada şöyle demişlerdir: "Sabr etmek ve zulüm yapmamak iyi

bir harekettir. Fakat yüce kimsenin eğlence ânında şükürle, Allah korkusuyla

sabretmesi daha da iyidir".

149

OTUZBEŞİNCİ FASIL

Saray muhafızları, bekçileri ve nöbetçileri

Saray bekçileri, nöbetçileri ve muhafızları için çok titizlik göstermeli, sorumlu

timar sahipleri bunları iyi tanımalı, gizli veya aşikar herbirini kontrol etmelidir.

Çünkü bu topluluk çok zayıf karakterli, tamahkâr olduklarından aldatılarak

parayla çok çabuk yoldan çıkarlar. Efendiler onların arasında bir yabancı

görünce, hemen onun hakkında soruşturma yapmalıdırlar. Bilhasa gece

nöbetlerinde gözlerini onlardan ayırmamalıdır. Bu iş çok önemli olduğundan,

gece ve gündüz onların hareketlerinden gafil olmamalıdırlar. Diğer işlerle de

ilgili olduğundan tehlikeli ve nazik bir konudur.

150 OTUZALTINCI FASIL

Çalışan kulların ve hizmetkârların haklarını koruma

Hizmetkârlardan biri hoşa gidecek bir çalışma yaptığında, beğenildiği

belirtilerek karşılığının verilmesi gerekir. Zaruret olmaksızın, yanılarak bir kusur

işlediği zaman, kabahati ölçüsünde cezalandırılması lâzımdır. Böyle yapılırsa iyi

kulların çalışma şevki, günahkârların da korkusu artacağından işler yolunda

gider. Padişah için doğru olan da budur.

Hikâye: Haşimî'nin oğlu halktan bir grup ile, sarhoş olduğu için kavga etmişti;

insanlar babasına gelip, ağlayıp, sızlayarak şikâyetçi oldular. Babası oğlunu

cezalandırmak isteyince, "Baba. hata ettimse de bu işte günahım yok. Aklım

seninle olduğundan başımda değildi. Bu bakımdan beni cezalandırmamalısın"

dedi. Bu söz babasının hoşuna gittiği için onu affetti.

Hikâye: Hurdadbih şöyle anlatır: "Melik Husrev l'erviz has kölelerinden birine

öfkelenerek onu hapsetmişti;, kimse kölenin yanına gitmeye cesaret edemedi.

Ancak meşhur sazende Barbed"in her gün ona yemek ve şarap götürdüğü

Melik'e haber verilince. Perviz, "Barbed'e bizim hapsettiğimiz kimseye sen

hangi cesaretle timar verirsin? Bizim cezalandırmak için hapsettiğimiz bir

adama yardım edilmeyeceğini bilmiyor musun?'" dedi. Barbed. "Şahım.

151

0TUZALT1NCI FASIL

Page 84: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

senin ona verdiğin benim verdiklerimden çok fazladır. Ona ne vermişim? Ona

canını bağışlamış olmanız benim kendisine gönderdiklerimden çok daha

kıymetlidir" deyince Melik, "Pekâla, onu sana bağışladım" dedi".

Hikâye: Sasanî sülâlesinin âdetlerinden biri, bir kişi huzurlarında iyi bir söz

söyler veya hüner gösterirse ve bu hoşlarına giderse, "Pek güzel!" derlerdi.

Padişahın ağzından "Pek güzel!" sözü çıkınca, hazinedara "Filan kişiye 1.000

dinar verin!" diye emreder, hazinedar da verirdi. Sasanî meliklerinin

hakşinaslığı, cömertlik ve bağışları diğer kisralardan daha çok idi. Özellikle

Nuşirevan Âdil'in.

Hikaye: Rivayet ederler ki, bir gün Nuşirevan Âdil atına binmiş, has kulları ile

ava giderken, bir köyün yakınında bir ihtiyarın yere bir ceviz fidanı diktiğini

gördü. Ceviz yirmi veya otuz senede meyve veren bir ağaç olduğu için

Nuşirevan'ın acayibine gitti ve sordu,

—Ey ihtiyar ceviz mi dikiyorsun?

— Evet padişahım! ,M —Ondan yemek için kaç

sene yaşayacaksın? İhtiyar,

—"Padişahım, diktiler yedik, dikelim yesinler" diye cevap verdi.

Bu söz Nuşirevan'ın hoşuna gittiğinden,"Çok güzel!" dedi. Ve hemen hazinedara

"Bu ihtiyara 1.000 dirhem ver!" dedi. Hazinedar da parayı verdi. İhtiyar:

— "Padişahım, hiç kimse bendenizden evvel bu cevizden yiyemez".

Padişah sordu: . ,,s ',

-Nasıl? .., *',",.,,

İhtiyar: : ,.

—Ben cevizi dikmeseydim ve padişah buradan geçmeseydi ve

152

SİYASm-NÂMR

kuluna bu soruyu sormasaydı, kul ona bu cevabı vermeseydi bu 1.000 dirhemi

nereden bulurdu?

Padişah ikinci defa "Çok güzel!" dedi ve hazinedara 1.000 dirhem daha

vermesini emretti. Geçmiş padişahların ellerinin açıklığı ve cömertliği böyleydi.

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Bir gün Halife Me'mun tahta oturmuş zulüm

görmüşlere haklarını veriyordu. Bir ara, ihtiyaç bildiren bir destan (arzuhal)

arzettiler. Me'mun bu destanı veziri Faze b. Sehl'e vererek, "Bu dünya hayatı çok

kısa olduğundan bu adamın ihtiyacını çabuk yerine getir, bu durumda

kalmamalı, bu dünya, çok hızlı döndüğünden hiç bir dostuna sadâkat göstermez,

mümkünse iyiliği hemen bugün yapalım, önümüzdeki gün olan yarın

yapamazsak, o güne acizlik ve çaresizlik günü derler" dedi.

153

OTUZYEDİNCİ FASIL

Padişahın sofrası nasıl hazırlanmalı, hizmetkârları kimler olmalı?

Hizmet ve hürmet için gelenlerin yeyip içmeleri için padişahların sabahın erken

saatlerinde iyi bir sofra hazırlatmaları lâzımdır. Eğer o gün rahatsızsa ve

Page 85: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

yakınlarını kabul buyurmazsa, vakti geldiğinde, kendi yiyeceklerinden israf

olmaz. Fakat ne olursa olsun bu sofra sabahın erken saatlerinde kurulmalıdır.

Sultan Tuğrul, sofranın çok iyi hazırlanmasını ve çeşitli yemekler

bulundurulmasını emrederdi. Sabahleyin atına binip gezintiye çıktığı veya ava

gittiği zaman refakatında yiyecek yüklü 20 katır bulunurdu. Sahrada sofra

kurulduğu zaman, o kadar çok ve çeşitli yemekler bulunurdu ki bütün emirler ve

Türkler hayret içinde kalırlardı. Bütün Türkistan hanları mutfak ve sofra

hizmetlerinde çalışanlara müsamaha etmezlerdi. Semerkant ve Özkent'ten

geçerken, Cikliyân (Çiğliler) ve Maveraü'n-nehrlilerden bazı boşboğazların,

sultan gelip burada uzun müddet kaldığı halde sofrasında bir lokma ekmek

yemediklerini söylediklerini duyduk.

Herkesin cömertlik ve ikramı, gücü ölçüsünde olmalıdır. Sultan bütün dünyanın

sahibi olduğu için onun gücü diğer padişahların üzerindedir. O halde

cömertliğinin, iyiliğinin, sofrasının ve hediyelerinin kendi ölçüsünde, bütün

padişahlardan daha çok ve daha iyi olması gerekir.

154

SİYASETNÂME

Peygamberimizin bir hadisinde, "Allah, halkın ekmek ve yemeğini bollaştıran

meliğin ömrünü ve devletini arttırır" denilmektedir.

Hikâye: Peygamber tarihlerinde şöyle anlatılır: Musa Kelîm (a.s.)'ın mucize,

keramet ve mertebesini Firavun'a pek çok anlattılar. Firavun her gün aynı

şekilde sofrasında4.000 koyun, 400 sığır, 200 deve kestirir, kızarmış etler, kuşlar

ve benzerlerini bütün Mısır halkı ve ordusu, bu sofradan yerlerdi. 400 sene

ilâhlık iddia ederek bu sofrayı kurdurdu.

Musa (a.s.) Tur dağında, "Ya Rab, Firavun'u helak et" diye dua etti. Allah (c.c.)

Musa'nın duasını kabul buyurup, onu helak edip, bütün malını mülkünü, düşkün

olduğu şeyleri bir gün onun kavmine ve askerine vereceğini bildirdi. Firavun bu

sözün üzerinden bir kaç yıl geçtiği halde hâlâ dalâlet ve küfründe devam

ediyordu. Musa Allah'ın vaadini bütün cömertlik ve şiddetiyle bekliyordu. Hz.

Musa Hak Taâlâ'nın Firavun'u mümkün olduğu kadar çabuk cezalandırması için

sabırsızlanıyordu.

Sabrının bittiği an, 40 gün oruç tutup Tur-i Sina'ya çıkarak Allah'a şöyle

yalvardı: "Ya Rab, Firavun'u cezalandıracağını vaadetmiştin, onun küfrü ve bâtıl

iddiası hiç eksilmiyor, onu ne zaman cezalandıracaksın?" dedi. Hak Taâlâ'dan

şöyle nida geldi: "Senin için, benim onu çok çabuk cezalandırmam gerekiyor.

1.000 defa 1.000 kul için onu helak etmemem gerek, çünkü her gün onun

ekmeğini yiyor, onun hükümranlığında huzur içinde yaşıyorlar. İkram ve

yüceliğim sayesinde o ekmek ve nimetleri kullarıma bol bol dağıtıyor, ben onu

nasıl helak edeyim?" Hz. Musa (a.s.), "Allah'ım, vaadin ne zaman yerine gelir?"

"Halkımdan ekmek ve nimetleri esirgediği zaman. O, halkın ekmeğini azalttığı

zaman ben onun ömrünü azaltıp, işini bitirince, hükümdarlığı da son bulur."

Page 86: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Olaylar şöyle gelişti: Bir gün Firavun veziri Haman ile konuşurken, "Musa

İsrailoğullarını etrafında toplayarak bizi üzüyor, bu işin sonunun nereye

varacağını bilmiyoruz. Şimdi hiç

155

OTUZYEDİNCİ FASIL

kimseye muhtaç olmamak için hazine ve ambarları dolduralım. Rahat etmek için

günlük dağıtımdan ve kurulan sofradan her gün bir kısmını kesmeiiyiz. O malın

yarısını biriktirmek için 2.000 koyun, 200 sığır, 100 deve azaltmalı" dedi.

Böylece her geçen gün biraz daha azaltınca, Musa (a.s.) Allah'ın vaadinin

yaklaştığını anladı. Çok mal biriktirmek melikin yıkılacağının işaretidir.

Bilginler, haberlerinde, Firavun'un suda boğulduğu gün mutfağında halk için

sadece iki zayıf koyunun kesildiğini bildirirler, işler o durumdan buraya kadar

ulaşmıştı.

Hak Taâlâ, İbrahim (a.s.)'i misafir severliği ve cömertliği yönünden över. Elinin

açıklığı ve misafir severliği sebebiyle Hatem Taî'ye Cehennem ateşini haram

kılmıştır. Cihan durdukça insanlar onun cömertliğinden bahsedecektir. Emiru'l-

miiminin Ali b. Ebî Tâlib (kerramallahu vecheh) namazını bitirip yüzüğünü

dilenciye verdiği ve nice fakiri doyurduğu için Allah Taâlâ onun ismini

Kur'an'da anarak övdü. Kıyamete kadar onun cömertliği, mertliği ve cesareti

anılacaktır. Dünyada cömertlik ve fakirleri doyurmaktan daha iyi hiç bir iş

yoktur.

Diğer işlerden daha üstün olan cömertlik, Peygamberimizin huylarından biridir.

Bir kimsenin malı olup, padişahın fermanı olmaksızın büyüklük yapmak isterse,

halk ona tevazu göstererek, hürmet edip ulu kişi ve efendi der. Her gün nafaka

dağıtmakta kusur etmemelidir. Dünyada ün kazanan ve kazanacak olanlar

fakirleri doyuran insanlardır. Halk nankör ve cimri kişileri iki cihanda

kınamıştır.

Bir hadis-i şerifte, "Cimri ve nankör kişi Cennete giremez" buyurulmuştur.

Bütün zamanlarda, İslâm'da ve küffarda muhtaçları doyurmak huyundan daha

iyisi yoktur.

156

OTUZSEKİZİNCİ FASIL

Ikta' sahipleri ve halkın hareketleri hakkında ihtiyatlı olmak

Bir bölgede veya o bölge halkında yıkılma ve dağılma emareleri belirir veya

böyle bir şüphe uyanırsa, bunun dedikodu olup olmadığını veya kundakçıların

yapıp yapmadığını öğrenmek için padişah, yakınlarından birini hangi işle

gönderildiği bilinmemek şartıyla, hemen oraya gönderir. O kişi bir ay bölgeyi

dolaşır, Ikta' sahibinin, halkın ve âmilin durumlarını soruşturur. Memurların

suçlarının ve özürlerinin ne olduğu hakikatini, hayırlısı ile padişaha ulaştırır.

Ülkenin bakımlı olarak devam etmesi, halkın fakir ve avare olmadan yaşaması

için, bildirilenleri hemen yerine getirmek padişaha farz-ı ayndır.

157

OTUZDOKUZUNCU FASIL

Page 87: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Ülke ve padişahlık görevlerinde düşünerek karar vermek

İşlerde acele etmemek gerekir. Bir şey işitilir veya umulmadık bir olay ortaya

çıkarsa, yalan doğru'dan ayrılarak hakikat ortaya çıkıncaya kadar bekleyip,

emirleri ondan sonra vermelidir. Acele karar vermek, kudretli kişilerin değil,

zayıfların işidir. İki hasım ortaya çıkınca birbirlerine bağırırlar, padişahın kimin

tarafını tuttuğunu bilmediklerinden, sonradan korkarak söz söyleyemeyecek hale

gelirler. Cahil kişi cesur olur, yalan söyler. Hak Taâlâ'nın emri şöyledir: "Ey

iman edenler, eğer bir fâsık size bir haber getirirse onu tetkik edin. Yoksa

bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz" (Hucurat,

49/6). Acele karar verdikten sonra pişmanlık duymanın faydası yoktur.

Bekrek, Heri şehrinden devrinin en ihtiyarı ve meşhur bir bilgini, Sultan'ın

sarayına getirmişti. Sultan-ı Şehid (enarallâhu burhânehû) Herat şehrine gelip,

orada kaldığı sürece, dayısı Abdurrahman, bu ihtiyarın sarayında konaklamıştı.

Sultan' in huzurunda şarap içtikleri bir gün, dayısı şöyle dedi:

"Bu ihtiyarın konakladığı ve bütün gece namaz kıldığı bir evi var. Bir gün o evin

kapısını açınca içinde acı şarap bulunan bir desti ile pirinçten bir haç gördüm.

Meğer o, her gece şarap içerek, puta secde ediyormuş. Kesin olarak inanmanız

için, şarap testisi ile pirinçten yapılmış putu işte huzurunuza getirdim".

Dayısı

158

SİYASETNÂME

Abdurrahman bu sözleri söyleyince, Sultan o ihtiyarın hemen öldürülmesini

emredip, Bekrek'e birini göndererek, "Bilgin ihtiyarı çağır!" dedi.

(Bekrek, sonrasını şöyle anlatır): Derhal bir adam gönderdim. Biraz sonra Sultan

bir adam daha gönderip, beni tekrar çağırarak, "Kimseyi gönderip onu çağırma!"

dedi. Ertesi gün Sultan'dan, "Dün o ihtiyarı çağırtmanın ve sonradan

vazgeçmenin sebebi ne idi?" diye sordum. "Dayım Abdurrahman'ın hiç

korkmamasından onun yalan söylediğini anladım. Sonra Abdurrahman'a, "O

ihtiyar hakkında niçin benimle öyle konuştun? Elini bana ver, fakat doğru

söyleyip, yalan söylemeyeceğine yemin et, bir şey yapmayacağım" dedim.

"Yemin ediyorum,yalan söyledim" dedi. "Ey namert, böyle âlim bir ihtiyar için

niçin yalan söyleyerek canına kastettin?" dediğimde "Onun evinde konakladığım

zaman evi hoşuma gitti. Kendi kendime, "Efendimize böyle söylersem, onun

öldürülmesini emreder, evini de bana verir" diye düşündüm" dedi. Sultan-ı

Şehid onu kovarak, sarayından uzaklaştırılmasını emretti." Din uluları, "Acele

Şeytan'dan, teennî Rahman'dandır" demişlerdir. Yani acele, şeytanın işi, düşünce

ise Allah'ın lütfudur. Yapılmayan işler zamanla yapılabilir, fakat yapılan işin

nasıl yapıldığı acele ile anlaşılamaz. Hakim Ebu Zer Cumhur "Acelecilik,

düşüncesizliktendir, düşünmeyi bilmeyip, acelecilik eden kişi daima hüsrana

uğrayarak pişman olur. Düşüncesiz kişi halkın gözünde hakir görülür. Doğruya

yaklaştığı halde netice alınamayan nice işler gördüm, onların neticesiz

kalmasının sebebi acelecilik olmuştur. Aceleci kişi işin sonunda kendi kendine

hayıflanıp, tövbe ederek, özür diler, kınanır ve zararını çeker" der.

Page 88: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Emiru'l-müminin Ali (r.a.), "Hayır işleri hariç, düşünce (teennî) ile yapılan her iş

övülmüştür. Ancak hayırda acele etmek gerekir" der.

Her şeyin doğrusunu ancak Allah bilir.

159

KIRKINCI FASIL

Ceza infaz emiri (emir-i hares) çubdarlar ve ceza âletleri

Ceza infaz emirliği (emâret-i hares) zamanımızda büyük memuriyetlerden

biridir. Geçmişte hâcip emir-i haresten daha üstün sayılmazdı; işi ceza ile

ilgili olduğundan, sarayda emirin hâcibinden daha büyük memuru

yoktur. Herkes padişahın öfkesinden ve vereceği cezadan korkar. Padişah

birine öfkelenince ona boynunu vurmasını, el ve ayağını kesmesini, idam

etmesini, deynek vurmasını, hapsetmesini, kuyuya atmasını emredeceğinden,

halk tatlı canı için mal ve mülkünü feda etmekten korkmaz. Ceza infaz

emirlerinin her zaman kösleri, alemleri ve nöbetleri olmuştur. İnsanlar

padişahtan çok ondan korkarlardı. Bu meslek bu zamanlarda icat edilerek, iyi bir

şekilde icra edilmiştir. Bugün en az elli çubdarın sarayda bulunması

gerekmektedir. Bunlardan 20'si altın deynekli, 20'si gümüş deynekli, 10 tanesi

de büyük harbeli olmalıdır. Büyük mevkiye sahip olan infaz emirinin, silahı,

askeri ve ihtişamı olmalıdır. Eğer bunları saraya uygun olarak yapabilirse ne âlâ,

yoksa mevkiini bir diğerine bırakır.

Hikâye: Bir gün Halife Me'mun nedimlerine, "Benim sabahtan akşama kadar

boyun vurmak, el - ayak kesmek, deynek vurmak, hapsetmek için iki infaz

emirim (emir-i hares) var. Halk devamlı birini övüyor, azadlığını isteyerek,

memnuniyetini

160

SİYASETNÂME

belirtiyor, diğerini ise kınayıp, ismini işitince lanet okuyor ve sürekli

kendisinden şikâyet ediyorlar. İşleri aynı olan bu adamlardan birisi için şükür,

diğeri için pek çok şikâyet etmelerinin sebebini bilemiyorum. Bunu bana

anlatmanız gerekir" dedi. Hazır bulunan nedimlerden biri, "Sultan bana üç gün

müddet buyurursa bu meselenin çözümünü padişaha arzederim" dedi. Me'mun,

"Münasiptir" buyurdu.

Bu nedim evine giderek, becerikli hizmetkârlarından birine "Benim için bir iş

yapman gerekiyor" dedi; "Bu gün Bağdat'ta birisi ihtiyar, diğeri orta yaşlı iki

emir-i hares mevcut. Yarın geceyarısı kalkıp o ihtiyarın sarayına gidersin,

kapıdan onun nasıl çalıştığını, nasıl geri döndüğünü, ne yaptığını, kendisini

hangi insanların ziyaret ettiğini, yanına gizlice getirilen adamlara ne dediğini, ne

emrettiğini hepsini görüp, öğrenir, sonra bana bildirirsin. Ertesi gün de aynı

saatta orta yaşlı emirin sarayına gider, mümkün olduğunca, hızlı bir şekilde

başlangıçtan sonuna kadar söylediklerimi yaparak görür, anlar bana haber

verirsin". Hizmetkâr "Emredersiniz!" dedi.

Sabahleyin erkenden kalkarak emir-i haresin sarayına gelip oturdu. Bir ferraş

dışarı çıkıp, sofanın kenarına bir mum bıraktı. Seccadeyi sererek üzerine bir kaç

Page 89: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

mushaf, dua kitabı, tesbih koydu. Emir-i hares dışarı çıkarak seccadeye gelip

birkaç rekât namaz kıldıktan sonra, sofaya pekçok kişi toplandı, müezzin kamet

getirdikten sonra cemaat namaza başladı. Namazdan sonra ihtiyar emir açıktan

Kur'an okudu, o bittikten sonra tesbih ve tehlile başladı. Güneş iyice

yükseldikten sonra insanlar gelip kendisine selâm verince, o, "Hiç günahkâr

getirdiniz mi?" diye sordu. "Bir kimseyi öldüren bir adam getirdik" dediler.

Sordu: "Ona şahitlik edecek kimse var mı?" "Hayır, o kendisi itiraf ediyor"

cevabını verdiler. Emir "La havle velâ kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'l-azim; onu

getirin göreyim" deyince, içeriye bir genç getirdiler.

Genci görünce, "Bunun yüzü hiç günahkâra benzemiyor, yüzünde müslümanlık,

sakınganlık ve büyüklük nuru parlıyor, bu bakımdan o, böyle bir hata işlemez,

yalan söylediğini sanıyorum. Onun hakkında kimseyi dinlemeyeceğim, asla bu

iyi genç böyle iş yapamaz" dedi. Bir şahıs, "Ey emir, bu genç günah işlediğini

kendi söylüyor" dedi. Emir, bunu söyleyen adama bağırarak, "Ey Allah'tan

korkmaz, bu sözü senden duyuyorum, boşuna o gencin kanına girmek

istiyorsun, bu genç kendini helak edebilecek bir işi yapmayacak kadar akıllıdır"

dedi.

Bunların söylemesinin sebebi o gencin yaptığını inkâr etmesini sağlamaktı.

Sonra gence dönerek, "Ne diyorsun?" diye sordu. Genç "Hak Taâlâ'nın takdiri

ile böyle bir kaza elimden çıktı, dünyada bu azaba güç yetiremeyeceğim için

Allah'ın hükmünü icra eyleyiniz" dedi. İnfaz emiri duymamış gibi davranıp,

halka dönerek sordu: "Ne söylediğini anlayamıyorum, ikrar mı ediyor? İnkâr

mı?" Cemaat, "İkrar ediyor!" dedi. Emir, "Ey oğul, senin yüzün günahkâra

benzemiyor, iyi düşün, düşmanlarından biri seni bu işe mecbur etmesin?" dedi.

Genç "Ey emir, hiç kimse beni bu işe mecbur etmedi, ben günahkârım, Allah'ın

hükmü benim üzerime olsun" dedi.

Ceza infaz emiri (emir-i hares) gencin sözünden dönmeyeceğini görünce, onu

celladın eline bırakarak, "Onun üzerinde Allah'ın hükmünün icrasını diliyorum"

dedi. Sonra halka dönerek, "Siz hiç bu genç kadar Allah'tan korkanını gördünüz

mü? Ben Allah korkusundan böyle suçunu ikrar edeni görmedim. Ceza ve

mükafatın kıyamette tekrar görüleceğine inanıyor. Rabbinin huzuruna temiz

gitmek istiyor. Onunla Cennet, huriler, saraylar arasında bir anlıktan çok zaman

kalmadı" dedi.

Gence, "Git gusül abdesti al, gelip iki rekât namaz kılarak, tövbe istiğfar et"

dedi. Genç biraz ilerledi ve durdu, infaz emiri, "Cennette bu gencin huriler,

saraylar, Hasan, Hüseyin, Hamza gibi şehitlerle oturacağı bir köy görüyorum"

dedi. Emir ölümü böyle sözlerle o gencin kalbinde tatlılaştırmak istiyordu.

Yavaş ve incitmeden onun vücudundan elbiselerini çıkartıp, gözlerini

bağlamalarını emretti. Ellerinde su katresi gibi parlayan kılıçla

162

SİYASETNÂME

bekleyen cellattan gencin haberi yoktu, infaz emiri gözle işaret edince, cellat

kılıcı çalarak bir vuruşta başını kopardı. Suç işleyen bir kaç kişiyi de ıslah-ı nefs

Page 90: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

edinceye kadar kalmak üzere hapishaneye gönderdikten sonra, kalkarak

hücresine girdi. Halk dağılınca hizmetkâr nedimin huzuruna çıkarak gördüğü iyi

ve kötü olayların hepsini anlattı.

Ertesi gün yine erkenden kalkıp, orta yaşlı emirin sarayına gidip, oturdu. Halk

ve yaşıtları saray doluncaya kadar birer birer geldiler. Güneş yükselince, orta

yaşlı infaz emiri kaşları çatık, gözlen mahmur gelip makamına oturdu. Bütün

gece melâike öldürdü dersin. Akranları önünde durup kendisine selâm

verdiklerinde selâmını almıyor, selâmını aldıklarına ise sanki öfkesini

haykırıyordu. Bir müddet sonra "Hiç kimseyi getirdiler mi?" diye sorunca, dün

gece sarhoş bir genci yakaladıklarını söylediler. "Onu getirin!" dedi. Getirdiler.

Genci görünce, "Bu mu?" dedi. "Evet, bu!" dediler. "Uzun zamandır ben bunu

arıyorum, bu haramzade adam müsveddesi, Allah'tan korkmayan bir bozguncu,

belâlı, anarşisttir. Bağdat'ta bir benzeri yoktur. Buna deynek vurmak değil,

kellesini kesmek gerekir. Bütün gün müslüman çocukların peşinden koşarak

onların isimlerini lekelemeye, kadınları baştan çıkarmaya çalışır. Günde en az

20 kişi bundan şikâyet ediyor. Ben namazdan beri bunu arıyordum..." gibi sözler

söyledi.

Genç onun sözlerinin acısından kurtulmak için hemen boynunun vurulmasını

istedi. Sonra iyi birkaç kırbaç getirmelerini emretti. Kırbaçları getirdiler. Sonra

onu tutup, başına ve ayaklarına oturarak, 40 kırbaç vurdular, ki dünya dişlerini

sıktı. Sopa cezası bittikten sonra zindana göndermek isteyince bu adama şahitlik

yapmak üzere genç, silahlı, mestur, cömert, misafir sever her cinsten 50'den

fazla meşhur adam gelip, şahadet edip, "Onun cezasını verdin, bırak fazla

zulmetme!" diye şefaat diledilerse de emir cemaata bakmadan onu zindana

gönderdi. Efendiler kalpleri nefretle geri döndüler. Emir kalkıp, hücresine girdi.

Nedimin

163

KIRKINCI FASIL

hizmetkârı dönünce olup biteni anlattı.

Nedim üçüncü gün Halife Me'mun'un huzuruna çıkıp o iki infaz emirinin huy ve

yolunu anlatınca Me'mun işittiklerinden şaşkına döndü. "Allah seni de affetsin, o

infaz emirini de; sarhoş bir hür kişiye böyle kötülük yapan o köpeği de Allah

affetsin" dedi. Onun infaz emirliğinden atılmasını buyurduktan sonra, o gencin

zindandan çıkarılmasını emretti. Onun vazifesini de ihtiyar infaz emirine

devrederek ona yeni hilat giydirdi.

164

KIRKBİRİNCİ FASIL

I. Padişahın Allah'ın kullarına işlerinde bağışta bulunması

Olağanüstü durumlarda, memlekete nazar değer, iktidar bir hanedandan bir

diğerine geçer veya fitne, karışıklık, silahların çekilmesine yol açarak öldürme,

yakma ve zulümle ortaya çıkar ve halkı ıstıraba garkeder. Böyle günlerde

anarşistler ve şarlatan ilim adamları alkışlanır, adi insanlar devlet idaresini ele

geçirirler. Kuvvetli olan dilediğini yapar, namuslu adamlar güçsüzleşerek du-

Page 91: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

rumları bozulunca, bozguncular zenginleşir, en değersiz kimseler emirlik, en

adiler birer amirlik ele geçirince, asiller ve faziletli kişiler herşeyden mahrum

kalırlar. Hiçbir adi kişi padişah ve vezir unvanlarını kullanmaktan korkmaz,

kendine on tane unvan verseler daha da ister. Kimse ehlidir veya değildir demez.

Türkler hocaların, hocalar da Türklerin unvanlarını kullanır. Türk ve Arap gibi

topluluklar kendilerine âlimlerin ve imamların isimlerini koyarak, padişah adına

ferman verirler. Böylece şeriat zayıflayarak, ülke kanunsuz kalır, asker her

önüne geleni çalıp çırpmaya başlar, halk iyiyi kötüden ayıramaz hale gelir. Pek

çok kişi işlerini yürütecek malzeme ve sermaye bulamaz. Bir Türk'ün on Arap

kölesi olsa kınanmaz, bir Arap on Türk köleye efendilik ve emirlik yapsa ayıp

olmaz. Velhasıl memleketin çivisi oynayınca, işler rayından çıkar. Sonunda

padişah bu kötülükleri ortadan kaldırmak için baskınlar yapmayı, savaşmayı

düşünürse de fırsat bulamaz.

165

KIRKBİRfNCt FASIL Zaman bu şekilde geçerken Hak Taalâ meliklerin oğullarından âdil ve akıllı bir

padişahı ortaya çıkararak rahat ve emniyetli günler belirir. O padişaha verdiği

kuvvetle bütün ülke düşmanlarını yok eder. Allah kendisine iyiyi kötüden

ayırabilecek bilgi ve akıl verir de, memleketin işlerinde padişah kanunlarının ne

şekilde yürütüleceğini, babalarının zamanında ülke ve sarayın kanun ve

tertibinin nasıl olduğunu inceleyerek soruşturur, bütün defterleri okuyarak

memlekete sağlamlık kazandıracak kanunları uygular. Herkesin derece ve

rütbesini göz önünde bulundurarak, değerli olanları makamlarına getirirken,

daha az değerli olanlara işten el çektirip, kendi iş ve sanatına gönderir.

Nankörlük edenlerin kökünü kazıyarak, Allah'ın dostu ve düşmanının başında

kılıç olarak, hak dine yardım ederek, şehvet ve bid'atı Allah'ın izni ile ortadan

kaldırır.

Şimdi pek çok görüşlerin bulunduğu bu konuyu hatırlatmak isteriz. Mevcut

delillere göre, sıradan çıkmış bazı şeylerin âlemin padişahı (Allah mülkünü

ebedi kılsın) tarafından düşünülmesi ve her biri hakkında bir misâl, bir ferman

vermemesi gerekir. Bütün zamanlarda padişahların, doğruluğun devamlılığı ve

bozgunculuğun ortadan kaldırılması için çalıştıklarını görüyoruz. Bunların

temini için köklü aileleri koruyup, timar vermişler ve meliklerin çocuklarına

ikramda bulunarak onların yok olmasına, fakir yaşamalarına, acınacak duruma

düşmelerine mani olmuşlardır. Kendi iktidarları devrinde onlara yetecek kadar

maddî yardımda bulunarak sülâlelerinin yaşamalarını sağlamışlardır. Ayrıca

zenginlere, hak sahiplerine, kendi halinde dürüst ulvîlere (Yukarı Arabistan'da

oturanlar), gazilere ve sınırlarda oturanlara, ehl-i Kur'an'a, zamanlarında

kimsenin aç ve yoksul kalmaması için Beytü'l-malden yardım ederlerdi. Bunun

hayrını ve sevabını iki cihanda da görmüşlerdir.

Hikâye: Hak sahiplerinden bir cemaatın Harun Reşid'e şöyle bir yazı

yazdıkları rivayet edilir: "Biz Allah'ın kulları ve

166

Page 92: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

SİYASETNÂME

büyüklerin çocuklarıyız. Bazılarımız, ehl-i Kur'an, ehl-i ilim, şerefli efendiyiz.

Bazılarımız da bu devlete büyük hizmetler yapmış, dolayısıyla devlette hakkı

olan kişileriz. Sıkıntılar çekmiş temiz müslümanlar olarak bizlerin de Beytü'l-

malde hakkı vardır. Bu gün sen dünyanın sahibi ve müminlerin emiri olduğun

için Beytü'l-mal senin elindedir. Mal müminlerin ise, biz de mümin, biçare ve

hak sahibi olduğumuz için bize nafaka ver. Hükmen Beytü'l-malın

koruyucususun, padişahlık sana 1/10'dan fazlasını sağlamıyor. Vazifelerin icabı

ve aylık olarak nice binler harcıyorsun, biz ise ekmek dahi bulamıyoruz. İşin

acaip tarafı Beytü'l-malde bulunanları kendinin zannediyorsun. Bize yaşayacak

bir şey verirsen ne âlâ, yoksa yerin ve göğün sahibi Allah'ın huzuruna el açarak,

şikâyette bulunur, Beytü'l-malı senden alıp, müslümanlara sevgi ve acıması

olan birine vermesi için dua ederiz. İnsanlar malı, ziynet, padişah veya onun

hazinesi için değil, insanlar için

kazanırlar".

Harun Reşid mektubu okuyunca, yüzü değişti. O gün onlara cevap vermedi.

Merasim salonundan haremine geçti. Yüzünün değiştiğini ve ıztırap çektiğini

gören Zübeyde Hatun —ki kendisini bu durumda hiç görmemiştir—, Emirü'l-

müminine ne olduğunu sordu. Harun Reşid sebebin kendisine yazılan mektup

olduğunu anlattıktan sonra, "Beni Allah'la korkutuyorlar, onlara bütün

dünyalıların dillerinden düşüremeyeceği bir ceza emredeceğim" dedi. Zübeyde

Hatun, "Onlara bir şey söylemediğin, onları incitmediğin iyi olmuş. Çünkü

halifelik sana babalarından miras kalmış, onların huylarını, hareketlerini tevarüs

etmişsin. Senden önce halifelerin Allah'ın kullarına ne yaptıklarına bak, sen de

onlar gibi yap, büyüklük ve padişahlık adalet ve cömertlikle yücelir. Beytü'l-

malde olan herşeyin müslümanların malı olduğuna şüphe yok. Sen oradan büyük

harcamalar yapıyorsun. Müslümanların malını, onların senin malını

sarfedecekleri şekilde harcamalısın, eğer senden dert yanıyorlarsa suçsuzdurlar"

dedi.

O gece tesadüfen her ikisi de rüyada kıyametin koptuğunu,

167

KIRKBtRİNCf FASIL

bütün insanların hesap mahallinde toplandıklarını, tek tek huzura

götürüldüklerini, kendilerinden yaptıklarının hesabının sorulduğunu

gördüler. Mustafa (s.a.)'nın şefaat ettikleri Cennete gidiyordu. Bir melek onların

elini tutunca, diğer melekler, "Nereye götürüyorsun?" diye sordular. Melek,

"Beni, Mustafa (s.a.) gönderdi ve "Ben burada olduğum müddetçe onların

buraya gelmesine izin vermeyin. Onlar benim yerime oturdukları halde

müslümanların malını, kendi malları gibi sarfedip, açlara ve hak sahiplerine bir

şey vermedikleri için onlardan utanıyorum, onlar hakkında bir şey

söylemeyeceğim" dedi. Uyandıkları zaman korkmuş olan Harun, Zübeyde'ye,

"Sana ne olmuş?" dedi. Zübeyde, "Şu şekilde bir rüya görüp, korktum" dedi.

Harun "Doğrusu ben de aynı rüyayı gördüm" dedi. Sonra kıyamette ol-

Page 93: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

madıklarına, rüya gördüklerine şükrettiler. Ertesi gün dellâllar çıkararak,

hazineyi açtıklarını ve hak sahiplerinin ihtiyaçlarının giderileceğini bildirdiler.

Halk toplanınca Beytü'l-malden 3.000.000 dinar dağıtılmasını emretti. Sonra

Zübeyde Hatun, "Beytü'l-mal senin elinde, kıyamette onun hesabını benden

değil senden soracaklar. Bu durumda benden dilediğin yardımın bir kısmını

yerine getirdin. Fakat müslümanların malını-müslümanlara verdin, ben ise Allah

rızası için kendi malımdan vererek, başka türlü hareket edeceğim. Kıyamet

gününde kurtuluşa bu dünyada gidileceğini biliyorum. Bu mal ve mülkün

hepsini geriye bırakmayıp ahiret rızkımız olması için öbür âleme biraz hayır

gönderelim" dedi.

Sonra kendi hazinesinden milyonlarca altın dinar, cevahir ve gümüş çıkararak,

bunların hepsinin, kıyamet gününe kadar tesiri ve duası kesilmeyecek olan hayır

işlerinde harcanmasını istedi. Sonra Kufe'den Mekke ve Medine'ye kadar her

konaklama yerinde kuyuların açılmasını, kuyuların taş, kireç ve tuğla ile

örülmesini emretti. Bütün kuyular açılıp, havuzlar yapıldıktan sonra, malının

çoğu yine artmıştı. Kalan ile sınırlarda barınılacak sağlam kalelerin yapılmasını,

gazilere silahlar, erkek ve dişi atlar satın alınmasını.

168

SİYASETNÂME

her hisarda her yıl namaz kılan 1.000 - 2.000 kişinin zaruret halinde

kullanabileceği yiyecek, elbise ve eşyanın temin edilmesini emretti.

Daha sonra bu malın kalanından, serhadde, hisarları çok sağlam olan Kaşgar

hisarını yaptırarak, ismine Bedahşan dediler. Bugün hâlâ bakımlı olarak

yerindedir. Reşt'in karşısına, Hatelan hududuna bir kale daha yaptırdı.

Silahhanesi, at ve sürü ahırları ile hâlâ durmaktadır. Bir kaç şehrin yakınlarına

pek çok ribatlar yaptırdı Onlar da yerlerindedir. Harezm yolunda Ferave denilen

bir hisar, Anadolu derbendine başka bir hisar, İskenderiye'ye bir hisar, böylece

her biri bir şehir olan on hisar yaptırdığı halde geriye pek çok para kaldı Devleti

onarımdan artan parayı götürüp Medine ve Beytü'l-mukaddes mücavirleri ile

fakirlerine dağıttılar. İşle güzel hayır böyle olur.

Hikâye: Zeyd b. Eslem'in şöyle dediği rivayet edilir: "Bir gece Emirü'l-müminin

Ömer (r.a.) şehri kontrol için dolaşıyordu. Ben de kendisi ile beraberdim.

Medine'den çıktığımızda sahrada yıkık bir duvarın dibinde ateş yandığını

gördük. Ömer bana, "Ya Zeyd, oraya gidip, gece yarısı ateşi kimin yaktığını

görelim" dedi. Oraya vardığımızda, iki küçük çocuğunu toprak üzerinde

uyutarak, ateşin üzerine bir tencerecik koymuş bir kadının, "Kendisi doymuş,

bizi aç bırakan Ömer'den Allah'ım sen imdadımıza yetiş!" diye dua ettiğini

duyduğumuz an Ömer bedeninde takatsizlik hissederek, "Ey Zeyd, bu kadın

dünyanın bütün insanları adına beni Allah'a havale ediyor, sen burada bekle, ben

durumunu öğrenmek üzere yanına gideceğim" dedi.

"Ömer kadının yanına gidip, "Ey kadın, gece yarısı sahrada ne pişiriyorsun?"

dedi. Kadın, "Ey kişi, ben fakir bir kadınım, Medine'de bir evim var, fakat hiç

bir şeyim olmadığı için halktan utanarak şehri terkedip, buraya sığındım. Bu iki

Page 94: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

küçüğüm açlıktan ağlayıp bağırıyorlar, onları doyuracak bir şeyim yok. Benden

yemek istedikleri zaman, bu tencereyi ateşe koyup, "Siz uyuyun,

169

KIRKBİRİNCİ FASIL uyanıncaya kadar bu yemek pişer!" diyerek onları avutuyorum. Onlar bu ümit ile

uyuyorlar. Uyanıp da bir şey bulamayınca ağlamaya başlıyorlar. Ben de tekrar

tencereyi ateşe koyuyorum. Şimdi de onları aynı bahane ile uyuttum. Bu, iki

gündür böyle, ne ben ne de çocuklar bir şey yedi. Bu tencerede sudan başka

birşey yok" dedi. Ömer'in içi yanarak, "Ondan nefret de etsen, Allah'a şikâyet de

etsen haklısın" dedi. Kadın Ömer'i tanımadı. Ömer, "Ben buraya gelinceye kadar

sabret" diyerek kadının yanından ayrıldı.

"Benim yanıma gelince, "Ey Zeyd, hal bu şekilde, hemen acele bizim eve

gidelim" dedi. Onun evine gelince, "Zeyd burada biraz bekle!" dedi. Evine girdi,

dışarı çıktığı zaman iki tuluğu sırtlandığını gördüm. Bana "Yürü!" dedi. Ben,

"Yâ Emire'l-müminin, bu tulukları benim sırtıma koy!" dedim. "Hayır, bu gün,

sen sırtımdaki tulukları alırsan, kıyamet gününde benim günah yükümü

sırtımdan kim alacak?" karşılığını verdi.

"O başı örtülü kadının yanına ulaştığımızda birinin içi un, diğerinin içi ise

pirinç, nohut, kuyruk ve içyağı dolu olan bu tulukları onun önüne koydu.

Bana, "Hemen sahraya git, ne bulursan bir koşu getir!" dedi. Ben çalı çırpı

toplamaya giderken kendisi kalkıp pirinç, nohut ve kuyruğu yıkayarak tencereye

koydu. Undan iri bir ekmek yaparak, onu da pişirdikten sonra, kadına,

"Çocuklarını uyandırarak yemeğin piştiğini söyle" dedi. Kadın çocuklarını

uyandırınca Ömer yemeği onların önüne koyup, uzaklaştı. Bir köşeye

seccadesini sererek, namaz kılmaya başladı. "Bir saat sonra karınları doyan

çocuklar anneleriyle oynaşıyordu. Ömer kalkıp kadının yanına giderek,

çocukların bir şey yeyip yemediklerini sordu. Kadın "Allah'a şükür senin

bereketinle yediler" deyince, Ömer, "Çabuk kalk çocuklarını al, ben tulukları,

Zeyd de tencere ve tasları alsın seni evine götürelim" dedi. Ve böyle yaptılar.

Kadın evine girince Ömer de sırtında tuluklar ile girdi. Yükünü bıraktıktan sonra

kadına, "Şikayet ettiğin adamı bundan sonra Allah'a şikâyet etme, Ömer'in Hak

Taâlâ'nın

170

SİYASETNÂME ceza ve azabına gücü yetmez, hem Ömer gaybı bilmez ki bütün insanların

durumunu öğrensin. Bu getirdiklerimi ye, bitince tekrar getirmem için bana

haber gönder" dedi".

Hikâye: Aynı mahiyette şöyle bir hikâye daha anlatırlar: Musa Peygamber (s.a.)

Şuayb (a.s.)'in koyunlarının çobanlığını yaptığı günlerde, kendisine henüz vahiy

gelmemişti. Bir gün bir koyun sürüden ayrıldı, onu sürüye döndürmeye

çalıştıysa da, koyun korkudan ovaya ve sahraya gidiyor, koşuyor, diğer

koyunları göremiyor, daha çok korkuyor, Musa da devamlı peşinden koşuyordu.

12 - 13 km. kadar gittikten sonra koyuncağızın gücü tükenerek düştü. Artık

Page 95: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

ayağa kalkacak hali kalmamıştı. Musa ona acıyarak, "Ey zavallı niçin

kaçıyordun? Kimden korkuyordun?" dedi. Ayakta duramadığını görerek,

sırtına vurup, sürüsüne döndü. Koyuncağız sürüyü görünce canlanıp, koşmaya

başladı. Musa onu boynundan tutup, sürünün ortasına bırakınca, Hak Taâlâ

göklerdeki meleklere nida ederek, "Kulumun o koyuncağıza nasıl iyi

davrandığını, onun yüzünden o kadar sıkıntı çektiği halde onu yine incitmediğini

ve bağışladığını gördünüz. Ben onu yücelterek onunla konuşayım, ona

peygamberlik ve kitap vereyim. Dünya durdukça insanlar ondan bahsedip,

kerametlerini herşeyden üstün tutsunlar" dedi.

Hikâye: Şunu da aynı mahiyette naklederler: Mervrud şehrinde kendisine Reis-

i Hacı denilen bir adam vardı. Kendisi muhteşem bir reis olup malı, mülkü ve

pek çok arazisi vardı. Zamanında Horasan'da kendisinden ihtişamlı ve zengin

kimse yoktu. Sultan Mahmııd ve Mes'ud'a büyük hizmetler yapmıştı.

Başlangıçta genç kadınlara çok sert davranmış, halka işkence ederek haram mal

ve pek çok isteklerini elde etmiş, bir çok köklü aileleri ortadan kaldırmıştı.

Ondan daha acımasız ve zalim kimse görülmemişti. Ömrünün sonunda uyanarak

elini kadınlardan ve halka zulmetmekten çekti, hayır işleri ile meşgul oldu, pek

çok köle

171

KIRKBİRİNCİ FASIL

azad etti. İhtiyar kadınların ihtiyaçlarını karşılayarak, yetim çocuklara elbiseler

aldı. Gazilere ve hacılara mal ve mülk bağışladı. Mervrud ve Nişabur şehrine

birer büyük cami yaptırdı. Bundan başka Emir Cafer (r.a.) zamanında pek çok

hayırlar yaptırarak hacca gitti. Bağdat'a gelince burada bir aya yakın kalması

gerekti. Bu günlerde, bir gün evinden pazara gitmek için çıktığında, yolda

uyuzdan bütün tüyleri dökülmüş iri bir kurt köpeği gördü. Haline acıyarak "Bu

da Allah'ın yarattığı bir canavardır" diye düşünerek, hizmetkârına "Çabuk bana

ekmek ver ve bir ip getir!" dedi. Hizmetkârı dönünceye kadar, kendi eliyle

koparıp, köpeğe ekmek ufağı atmakla meşgul oldu. Hizmetkâr dönünceye kadar

köpek doymuştu. İpi boynuna bağlayıp, onu kaldığı eve götürmesini emrederek,

kendisi pazara gitti ve işi biter bitmez döndü.

Evine gelince 9 kg. kuyruk alınarak eritilmesini ve köpeğin önüne konulmasını

emretti. Sonra kalkıp köpeğin yanına gitti. Fırça ve bez ile köpeğin bütün

bedenini o yağ ile bizzat yağladı. Sonra hizmetkârına duvara sağlam bir çivi

çakmasını emretti. Bir iple köpeği buraya bağlayıp, iyi oluncaya kadar her gün

sabah akşam köpeğe 6 kg. ekmek verilmesini, bedeninin günde iki kere

yağlanmasını ve sofra artıklarının önüne konulmasını emretti. Hizmetkâr

emirleri aynen yerine getiriyordu. Köpekceğiz ikinci hafta sonunda uyuzdan

kurtulup vücudunda tüyler çıkmaya başladı ve semirdi. Onlara karşı o kadar

cesaret buldu ki, evden sopa ile dahi çıkaramıyorlardı. Reis-i Hacı kafile ile

gidip haccını yaptı ve bu yolda pek çok para harcayarak Mervrud'a döndükten

birkaç sene sonra vefat etti.

Page 96: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bundan birkaç sene sonra bir gece bir zâhid onu rüyasında bir Burak'a binmiş,

etrafını huriler ve gılmanlar çevirmiş, neşeli ve gülerek Cennet bahçelerinden bir

bahçeye giderken gördü Zâhid onun yanına giderek selâm verdi. Reis-i Hacı

dizginleri çekerek selâmı aldı. Zâhid sordu: "Ey filan, sen gençlik yıllarında

halka zulmeden, zampara bir kişi idin. Uyandığın zaman pek çok hayırlar işledin

ve hac farizasını yerine getirdin. Bana, bu mertebeye ne ile

172

SİYASETNAME

ulaştığını, hangi fiilin seni bu makama yükselttiğini söyle" dedi. Reis şöyle dedi:

"Ey zâhid, ben Allah Taâlâ'nın takdirinden âcizim, belki sen de ibret alır, ona

dayanır ve itaat edersin. Çok ibadet seni aldatmasın. Ben, gençliğimde yaptığım

günahlardan dolayı Cehennemlik idim. Yaptığım hayır ve ibadetlerin bir faydası

olmadı. Ölümüm ânında bütün namaz ve oruçlarımı yüzüme vurdular. Tüm

ibadetlerimi, hayırlarımı, sadakalarımı, yaptırdığım mescit, ribat ve köprüleri,

ifa ettiğim hacların hepsini hükümsüz saydılar. Ümitsizliğim o kadar ilerledi ki

artık Cennetten ümidi kesmiş, gönlüme Cehennem azabı endişesi yerleşmişti.

Bu sırada bir ses duydum: "Sen Cehennem köpeklerinden bir köpektin, o köpeğe

yaptığın muamele yüzünden bütün günahlarını bağışlayıp, sana Cenneti vererek,

Cehennemi haram kıldık. Sen kurt köpeğine hizmetle kibir gömleğini üzerinden

attın". Derken, rahmet meleklerinin yıldırım gibi geldiklerini gördüm. Beni azap

meleklerinin elinden alarak Cennete götürdüler. O durumda tek amelim bütün

ibadetlerimin feryadına yetişti".

Bu hikâyeleri, âlem efendisinin (Allah ülkesini ebedi kılsın) bağışlamanın ne

güzel bir huy olduğunu bilmesi için anlattım. Bir koyun ve bir köpeği hoşnut

etmekle bu dereceye yükselinirse, bir kimse âciz bir müslümana yardım edip,

onun elinden tutarsa Hak Taâlâ'nın ona ne sevap, mertebe ve kıymet biçeceğini

bilmek gerekir. İslâm padişahı âdil olursa, şüphesiz affedici olur. Padişah

bağışlayınca, insanlar meliklerinin dini üzere olacağından, askerleri de onun gibi

bağışlayıcı olurlar.

II. Aynı konuda bir diğeri de şöyle der

İhtiyarlara, mütehassıslara ve savaş tecrübesi olanlara hürmet edip, her birine bir

mevki ve rütbe vermek ileriyi gören padişahların âdeti idi. Memleketin mühim

meselelerini; bir imaret yapmak, birini ortadan kaldırmak, binalar inşa etmek,

birine hediye vermek, geçmiş padişahların durumlarını bilmek, din işlerini

173

KIRKBİRİNCİ FASİL öğrenmek ve bunun gibi meseleleri âlimler, tecrübeliler ve yaşlılarla

halletmişlerdir. Yine bir hasmı veya bir savaş zuhur ettiğinde, zarar görenler için

gerekli tedbirleri tecrübeli kişiler, meseleleri arzu edilen şekilde neticelendirmek

için üzerlerine almışlardır. Bir bölgede savaş çıkınca, o savaşa, çok harp etmiş,

ordular bozmuş, kaleler fethetmiş, ünü cihana yayılmış bir adam ile, hataya

düşmemesi için tecrübeli bir ihtiyar gönderilirdi. Zaman olup önemli bir iş

ortaya çıktığında tecrübesiz çocuklar ve gençler gönderilirse şüphesiz hataya

Page 97: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

düşerler. Bu hususta her zaman ihtiyatlı davranılacak olursa, daha doğru ve

ülke için daha tehlikesiz olur.

III. Unvanların mânası ve dereceleri

Unvanlar çoğalınca, çok olan şeyin kıymeti olmayacağı gibi tehlikesi de olmaz.

Padişahlar ve halifeler daima memleketin asil değerlerinden birini nefsinde

taşıyarak, onunla isimlenmişlerdir. Taşıdığı lakap kişinin değerini ve makamını

bildirmelidir. Meselâ bazari ile dihgan aynı mânadadır. Marufî ile âmidî

arasında da hiç bir fark yoktur. Her ikisinin de rütbesi ve makamı aynıdır. Yine

muinii'd-din lakabı imam ve kadı olarak kullanılırdı. Şakird-i Türkî veya

Kethüda-yı Türk, şeriat ilminden hiç haberi olmayanların lakabı idi. Hatta

okuma ve yazma da bilmeyen bu zümreye muinü'd-din unvanı da verilirdi. O

halde, herkes aynı unvanı kullanırsa âlim ile cahil, kadı ile çömezleri arasında

ne fark olur? Tabii ki bu doğru değildir. Aynı şekilde Türk sipahilerinin

kumandanları daima Husâmü'd-devle, Seyfü'd-devle, Yeminii'd-devle, Şemsü'd-

devle ve bunlara benzer unvanlar kullanmışlardır. Hacegân (efendiler) Âmidân

(beyefendiler) ve Mutasarrıfân (diğer toprak sahipleri), Amidü'l-mülk, Zâhirü'l-

mülk, Kıvamü'l-mülk, Nizamü'l-mülk ve benzeri unvanlar almışlardır. Şimdi

ayırım ortadan kalktığından, Türkler Arap unvanlarını kullanmada bir kusur

görmeyerek, aşağıdaki hikâyede anlatıldığı gibi daima yüce ve

174

SİYASETNÂME cömertlik bildiren lakaplar kullanmışlardır.

Hikâye: Sultan Mahmud tahta oturduğu zaman Bağdat Halifesi Kadir Billah'tan

lakap isteyince, Halife ona Yeminü'd-devle ismini verip, gönderdi. Sultan

Mahmud Nimruz, Horasan ve Hindistan'da bir çok şehir ve vilâyetler alarak

Kuhistan-ı Irak'a gelip Rey, Isfahan, Hemedan'ı aldı, Taberistan kendisine tâbi

olduğunu bildirince Bağdat'a Emirü'l-müminin Kadir Billah'a pek çok

hediyelerle birlikte elçi göndererek, saygılarını bildirdi ve unvanlarının

arttırılmasını istedi, fakat bu isteği uygun görülmedi. İki defadan fazla,

hediyelerle.elçiler gönderdi ise de fayda etmedi. Bağdat tarafından Semerkant

emirine Zâhirü'd-devle, Muin-i Halifetillah, Meliku'ş-şark ve's-sin gibi üç unvan

verilmişti. Bu sebeple Mahmud tekrar Darü'l-hilafe'ye elçi göndererek, "İslâmın

şerefi için bu kadar kâfir beldeleri fethettim. Bütün Hindistan ve Irak bana

teslim oldu. Maveraü'n-nehr'den Çin ve Maçin hududuna kadar senin adına

bütün ülkelerde savaştım. Bu gün, üç unvan lütfettiğin hakan bana itaat etmiş

olanlardan biridir. Ben kulunuza, bu kadar hizmet ve isteğime rağmen bir

tekinden fazlasını emretmiyorlar" diye haber gönderdi. Mahmud'un bu isteğine

Daru'l-hilâfe'den şu cevap geldi: "Lakap, bir adama şeref vermesiyle, o onun

şerefini artırmaya, yine o lakap ile dünyanın onu tanımasına yarar. İsim anne ve

babanın bizzat koydukları künyedir. Lakap, padişahın verdiği unvandır, üçten

fazla olursa boş ve söz olur. Akılı hiç kimse muhal ve boş unvanı kendisine

lâyık görmez. Akıllı kişiyi anne ve babasının rızası olan, onların seçtiği isimle

çağırırlar. Halk kişiye aklı ve bilgisi sebebiyle bir künye verir. "Künye kişinin

Page 98: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

benliğini gösterir" denildiği gibi, halk onu böylece büyük tutarak kendini o

künye ile çağırır. İşte bu künye ile mutlu olunur. Adamın liyakati ve hüneri

ortaya çıkınca, padişahın veya halifenin memleketinde teşrifat usulüyle kendi

değerine göre bir lakap lütfedilerek, akranları arasında seçilmesine hizmet

ederek onu faziletli kılar. Padişahın veya halifenin verdiği ve hitap ettiği

175

KIRKBİRiNCİ FASIL

lakapla kişinin büyüklüğü, makam ve yüceliği o isimle çağırılınca belirtilirse, o

lakap onundur, aksi taktirde her üçü de ölmüştür."

Halifeden, "Bilmelisin ki her lakap kaybolabilir. Semerkant hakanı cahil ve Türk

taraftarı olduğu için onun ricasını, bilgisizliği ve kanuna saygısı için yerine

getirdik. Sense bilgilisin; hakkında bize yakınlık duyman, cahillerin istediği gibi,

bizden halkın dilinde dolaşacak, kitaba yazılacak veya mühüre kazılacak bir şey

istemenden, senin hakkındaki düşüncelerimiz çok daha iyidir" şeklinde cevap

geldi.

Mahmud bu sözü işitince âciz kaldı. Yazar, şarkıcı, dil bilen, güzel konuşan,

Mahmud'un sarayına ve haremine gelen bir Türk kadını vardı Mahmud'la sohbet

eden, oyun oynayan ve huzurunda Farsça kitap okuyan bu kadın çok da cesurdu.

Bir gün Mahmud'un huzurunda oturmuş fıkra anlatıyordu. Mahmud,

— "Seninle konuşmak istiyorum" dedi. Kadın,

— "Buyurunuz!" dedi. Mahmud,

— "Halifenin benim unvanımı artırması için pek çok çalıştığım halde, kabul

ettiremedim. Hakan benim emrimde olduğu halde onun pek çok unvanı, benim

ise ancak bir tane var. Halifenin hakanla yaptığı ahidnâmeyi onun hazinesinden

çalarak bana getirecek biri gerek. Bu şekilde benim üzerimdeki ahidnâmeden

doğan hükümranlık son bulacak" dedi. Kadın,

— "O ahidnâmeyi getirirsem, istediğimi verir misin?" dedi.

— "Veririm" dedi. Kadın,

— "Benim harcayacak, onu alacak malım yok, eğer Sultan hazineden yardım

ederse ya canımı bu yolda feda eder veya Sultan'ın istediğini elde ederim, dedi.

Mahmud,

— "İşte" dedi; mal, cevahir, hayvan, yiyecek, içecek ne istedi ise hepsini verdi.

Kadın iyi yetiştirdiği çok güzel yüzlü oğlu ile Gazneyn'den Kaşgar'a gitti. Orada

birkaç Türk köle ve cariye ile misk, amber, ipek kumaş ve benzeri şeylerden

satın alarak, bir kervanla Semerkant'a geldi.

Kadın üç gün sonra Hakanın sarayına gelerek, hanımı

176

SİYASETNÂME

tarafından kabul edilince, ona bir güzel cariye, misk, amber, ipekli kumaşlar

hediye edip şöyle dedi: "Efendim, dünyanın dört bucağını dolaşan tüccar bir

kocam vardı. Beni her tarafa götürürdü. Hitay'a gitmeye niyet ettiğimiz zaman

Huten'e gelince vefat etti. Ben de Kaşgar'a gelip, hana saygılarımı sundum.

Page 99: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Hatununu ziyaret ettim ve çocuğumu huzuruna götürerek, "Kocam yüce hakanın

hizmetkârlarından idi. Ben de hakanın hatununun cariyesiyim. Beni azad ederek,

bu çocuğun babasına verdiler. Bu, Huten'de vefat eden adamın çocuğudur.

Ondan bana kalan bu mal, onun kendisine hakan ve hatun tarafından sermaye

olarak verdiklerinin neticesidir. Şimdi âdil ve yüce hakandan ve hatunundan,

bendeniz ve yetim çocuğuma yardım elini uzatarak iyi bir mektupla Semerkant

tarafına göndermenizi bekliyoruz. Eğer tahakkuk ederse yaşadığım müddetçe

size müteşekkir kalıp, duacınız olurum" dedim. Hatun memnuniyetini bildirdi.

Hakan da her ikisini de överek, bir kılavuz verip, bizi Semerkant'a gönderdi.

"Bugün sizin haşmetiniz ve devletinizin sahası olan, dünyanın hiç bir yerinde

bulunmayan adalet ve insaf diyarı Semerkant'a sığındık. Kocam her zaman,

"Eğer bir gün Semerkant'a ulaşırsam oradan asla ayrılmam" derdi. Beni buraya

sizin isim ve unvanınız getirdi. Beni kulluğunuza kabul edip, yardım elinizi

uzatarak, başımda efendi olursanız, ben de buraya gönül bağlayıp, tebaanız

olarak, sahip olduğum bütün ziynetlerimi satar, yaşayabileceğim kadar bir arazi

satın alarak, daima hizmetinizde kalır, oğlumu yetiştiririm. Sizin dualarınızla

Allah Taâlâ'nın onu talihli kılacağını ümit etmekteyim".

Hatun, "Hiç canını sıkma!" diyerek, yardım ve timar olarak mümkün olanı

ondan esirgemeyeceğini söyledi. "Sana ekmek ve saray vererek, ne istersen

yapayım. Huzurumdan bir an ayrılmana müsaade etmeyerek, bütün arzularını

yerine getirmesi için hakana söyleyeceğim" dedi. Kadın rica ederek, "Şimdi

benim efendim sensin, başka kimsem yok, beni yüce hakanın huzuruna çıkarıp,

tanıtarak, halimi ona arzedin ki cariyeniz aynı teminatı hakanın

177

KIRKBİRİNCİ FASIL ağızından da işitsin" dedi. Hatun, "İstediğin an seni hakanın huzuruna

götürürüm" dedi. Kadın, "Yarın huzura çıkarırsanız çok sevap olur" diyerek,

ertesi gün hatunun sarayına geldi. Hatun, onun hakkında bildiği herşeyi

kendisine anlattığından, hakan huzura getirilmelerini emretti. Kadın bir Türk

köle, iyi bir at ve bir sürü eşya ile hakana saygılarını arzedip, "Cariyeniz,

durumumu hatuna söylemiştim. Bendenizin kocası öldükten sonra yaptığım

hataları saymıştım, tekrara lüzum yok. Malımın bir kısmını Huten hatunu aldı,

birazını Kaşgar hanına verdim, kalanını yolda harcadım. Dünyada cariyenize bir

tek elmas ile bir kaç hayvan ve bu yetim çocuk kaldı. Büyük hatunun yaptığı

gibi yüce hakan da bendenizi hemşerili-ğe kabul buyurursa, ben de ömrümün

sonuna kadar hizmetlerinde kalırım" dedi.

Hakan pek çok övücü sözler söyledikten sonra, istediğini yapmayı kabul etti. Üç

gün sonra tekrar hakanın huzuruna çıkarak biri yakut, biri firuze iki yüzük,

hatuna da ipek elbise, örtü ve kıymetli taşlar götürüp, hürmetlerini arzetti.

Onlara öyle güzel hikâye ve efsaneler anlatıyordu ki, hakan ve hatun onsuz bir

gün duramıyorlardı. Ona köy, bağ, otlak bağışlamak istiyorlar, o kabul

etmeyince de utanıyorlardı. Saraya getirilip yerleştikten bir müddet sonra 9-10

km. uzaklıktaki köylere bir arazi alma bahanesiyle gidiyor, 3-4 gün kaldıktan

Page 100: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sonra bir kusur bulup, özür dileyerek, almadan şehre dönüyordu. Hatun ve hakan

kendisini çağırmak için birini gönderince "Filan köye mülk almaya gitti"

diyorlardı. Hakan ve hatun, gönlünü bu ülkeye bağladı diye seviniyorlardı.

Böylece altı ay geçti. Bir kaç defa, pek çok özürler dileyerek ona mal mülk

vermek istedilerse de kabul etmeyip, "Allah'ın her gün bana nasip ettiği

velinimetlerimi görmekten daha büyük ihsan olur mu?" diyordu. "Bu gün

kendilerini hiç niyazsız görebiliyorum, bir gün ihtiyacım olursa, küstahlık

edebilirim" diyerek, onları aldatıyordu. Altın, gümüş ve kıymetli taşlardan neyi

varsa devamlı Semerkant'la Gazneyn arasında ticaret yapan bir tüccara vererek

beş atlı adamı Belh'e gönderirken, "Her atlı beni bir menzilde ben

178

SİYASETNÂME gelinceye kadar beklesin!" dedi. Sonra hakan ve hatunun huzuruna çıkarak, "Bu

gün bir ihtiyacım var. Söylememe izin var mı? Yok mu?" dedi. Hatun, "Ne acaip

konuşuyorsun, sana bu güne kadar yüz defa yalvarmıştık, neye ihtiyacın

olduğunu hemen söyle!" deyince, "Siz biliyorsunuz ki benim ne altına, ne mala,

ne de buna benzer şeylere düşkünlüğüm var. Dünyada bütün kalbimi bağladığım

tek çocuğum var. Onu büyütmekle meşgulüm. Kendisine bütün Kur'an

hükümlerini açıklayarak biraz faziletli ve hünerli olmasına çalışıyorum. Kendisi

Arapça ve Farsça kitapları okuyabiliyor. Sultanımızın devletiyle talihinin açık

olacağını ümit ediyorum" dedi. Sonra ilâve ederek "Efendilerin ve elçilerin

mektuplarının hiçbiri Emirü'l-mümininin mektubundan daha faziletli olamaz,

özellikle bu mektup padişahlara gönderilirse. Böyle bir mektubu yazan debir de

diğer debirlerden daha faziletlidir. Ondaki ihsan ve övücü sözler, sözlerin en

üstünüdür. Efendilerin bir görüş alıp, Emirü'l-mümininin bir ahidnâmesini o

küçük de sayelerinde üç gün üstad huzurunda okursa, bunlar sayesinde 4-5 söz

öğrenerek sizin ululuğunuz sayesinde oğlum seçkin bir kişi olur, inşâallah" dedi.

Hakan ve hatun birlikte, "Senin söylediğinde ricaya ne ihtiyaç var, bu güne

kadar bizden bir şey istemedin, bir şehir veya bir bölge istemeliydin. Sen sadece

bir kağıt parçası istiyorsun. Bu kağıt ve benzerlerinden elliden fazlası

hazinemizde yerlerde sürünmektedir, istersen hepsini sana bağışlayalım" dediler.

Kadın, "Bana yalnız halifenin gönderdiği mektup yeter" dedi. Hazineye, bütün

kağıtları getirmek üzere bir hizmetkâr gönderdiler. Kadın halifenin ahidnâmesini

alarak, "Oğlum için bu kâfi, üç gün mütalâa etsin, tekrar hizmetinize arzederim,

sağolunuz" dedi. Çıkıp evine gelince, ertesi gün için bütün atların eyerlenerek,

katırların filanca köye hububat almaya gitmek üzere yükletilmesini emredip,

orada bir hafta kalacağını etrafa duyurdu. Hakan da, nereden bir mal alacaksa

onun için kolaylık göstermelerini, hayvanlarına yem vermelerini ve mümkün

olan saygıyı göstermelerini emretti.

Gece yarısı oradan ayrıldı; beşinci günü Tirmiz'e ulaştı.

179

Page 101: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

İhtiyaçları olduğu zaman hakan gibi para sarfederek gelip geçiyordu.

Ceyhun'dan geçip Belh'e ulaşıncaya kadar her gün yeni atlara binerek süratle yol

aldığından, hakanın durumdan hiç haberi olmadı. Kadının kaçtığını öğrenince

ahidnâme için çok canı sıkıldı ise de faydası olmadı. Böyle cömert

davrandığından dolayı da kendi kendini yedi. Kadın Belh'ten Gazneyn'e ulaşınca

ahidnâmeyi Sultan Mahmud'a sunarak, başından geçenleri bir bir anlattı. Hiçbir

adamın yapamayacağı bu hayırlı işi dinledikçe Sultan'ın şaşkınlığı artıyordu.

Kadına her çeşit hediyeler hazırlayarak onu şereflendirip, sarayın özel kişileri

arasına kabul etti. Sultan Mahmud o ahidnâmeyi âlim, fâzıl ve kâmil bir zat ve

pek çok hediyelerle Emirü'l-müminin Kadir Billah'a gönderdi.

Mektubunda şöyle yazmıştı: "Allah âlemin efendisinin devletini daim kılsın,

bildikleri gibi Mahmud kullarının Semerkant çarşısında bir hizmetkârı var. Bu

hizmetkâr bir gün, iki fakir ve zavallı çocuğun, bir kağıdı, biri bir tarafından,

diğeri diğer tarafından çekiştirdiklerini görmüş. Böyle yüce bir ahidnâmenin

çocuklar elinde olmaması gerektiğini düşünüp duruma üzüldüğünden,

çocuklara biraz meyva verip, kağıdı satın alarak Gazneyn'e getirdi ve kulunuzun

önüne koyarak durumu anlattı. Bendeniz ahidnâmeyi alıp öperek başıma

koyduktan sonra, hizmetinize gönderdim. Kulunuz bu kadar hizmetleri ifa edip,

kendisi bunu çok arzu ettiği halde, Emirü'l-müminin lakaplar göndermediği

gibi fermanları da kolayca imzalamıyor. Sebebinin ne olduğunu bilmiyorum.

Eğer mübarek dili ile kendisine bir unvan gönderirse, onu canı gibi aziz tutarak

başının tacı kabul edecektir. Ona hazinelerinde en muhterem yeri ayıracaktır.

Onun fermanının değer ve şerefini tanımayan kişiler, böyle yapılması gerektiğini

bilmediklerinden kendilerini küçük düşürmüşlerdir."

Bu âlim, ahidnâme ile Bağdat'a ulaşınca Emirü'l-müminin'in hizmetine koşarak,

getirdiği hediyeleri sunduktan sonra ahidnâmeyi alıp öptü ve başına koydu,

sonra halifenin önüne bıraktı. Halife şaşırarak hakana bir tekdir mektubu

yazılmasını emretti.

180

SİYASETNÂMK

Mahmud'un elçisi, sarayda kaldığı altı ay zarfında birtakım hikâyeler anlatarak

Mahmud için unvanlar diledi ise de sadra şifa olacak bir şey elde edemedi. Bu

âlim bir gün yazdığı fetvada, "Bir padişah cihanı nüfuzu altına alsa, İslâmın

şerefi için kâfirlere kılıç çalsa, müşriklerle savaşsa, puthâneleri mescit yapsa,

dar-ı küfrü dar-ı İslama çevirse Emirü'l-müminin ondan öyle uzaklaşır ki

aralarında yüce nehirler, aşılması imkânsız korkunç çöllerin olduğunu sanırsınız.

Bugün ortaya çıkan durum her zaman görülebilir. Padişahın kendisine vefa

göstermesi için yalvarmaları gerekmez. Kendisini düşkün yapar mı? Yapmaz

mı? Bilinmez" dedi.

Bu fetvayı Bağdat Kâdı’l-kudatına ulaştırması için birine verdi. Kâdı’l-kudat,

belki de bu biçimde ilk defa aldığı fetvayı okuduktan sonra, bir kıssa (ariza)

kaleme aldı. Bu kıssada şöyle yazılmıştı: "Bendenin memuriyeti uzadı, Mahmud

100.000 kulluk ve hizmetleri karşılığı bir unvan istiyor, halife Unvanı vermekten

Page 102: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kaçınıyor. Gazi Melik'in arzusuna vefa göstermiyor, bu da onda sıkıntı yaratıyor.

Bundan sonra Mahmud'un elindeki bu fetva ve Kâdı’l-kudatın şerî ruhsatı ile

hareket etmesinde bir sakınca yoktur."

Halife bu kıssa ve fetvayı okuyunca Hâcibu'l-hâcib'ini vezirine göndererek,

"Derhal Mahmud'un elçisini huzuruna çağırarak onun gönlünü al, sunduğum bu

hilat, sancak, ahit ve unvanı tanzim edip, tam bir itimat ile ona gönder. Bütün

arzularına, beğenilen hizmetlerine, çalışmalarına, bilgisine güvenerek unvanını

Emirü'l-mille olarak artırdım" dedi. Mahmud yaşadıkça Yeminu'd-devle ve

Eminü'l-mille onun lakabı oldu. Bugün ise en küçük kişiye 7-8 unvandan az bir

lakapla hitap etsek öfkelenir ve incinir.

Baştanbaşa Maveraü'n-nehr'e hâkim olup, Horasan, Irak, Harezm, Nimruz,

Gazneyn'de hükmünü yürüten Samanî padişahları, yalnız Emir İsmail'in

torunlarından Nuh'a tek lakap olarak Şehinşah denmiştir. Nuh'un babası

"Mansur". onun babası "Emir Hamid", Nuh'un babası "Nasr", Nasr'ın babası

"Emir Reşid", İsmail b. Ahmed "Emir Âdil", tarihlerde ise Emir Mazi Ahmed

"Emir Said" ve benzeri lakablarla çağırılmışlardır.

181

KIRKBİRİNCİ FASİL Peygamberimiz Mustafa (s.a.)'nın dininin âlimlerinin, kadılarının, imamlarının

Mecdü'd-din, Şerefü'l-İslâm, Seyfii's-sünne, Zeyyinü'ş-şeria, Fahrü'l-ıılema ve

benzeri unvanları kullanmaları gerekir. İlimle ilgili olmayan kişilerin kendilerine

böyle unvanları vermelerine padişah, temyiz ve marifet sahipleri izin vermemeli,

herkesin kendi ölçü ve mevkiini bilmesi için böyleleri cezalandırılmalıdır.

Devlet adına iş gören sipahsalara, emirlere, mukattilere, memurlara Seyfu'd-

devle, Husamü'd-devle Zayyıru'd-devle, Cemalü'd-devle, Şemsü'd-devle ve

benzeri unvanlar; devlete bağlı âmidlere, has kölelere ve mutasarrıflara Amidü'l-

mülk, Nizamü'l-mülk, Kemalü'l-mülk, Şerefü'l-mülk, Şemsü'l-mülk gibi

unvanlar verilmelidir. Türk emirlerinin kendilerine Hacegân sınıfı unvanları

koymaları âdet olmadığı için, İslâm dini ve âlimleri, devlet ve milletin efendileri

kendileri haricindekilerin unvan kullanmalarına izin vermeyip diğerlerinin ibret

almaları için bu tip adamları cezalandırmalıdır.

Unvandan maksat şahsın diğerleri tarafından tanınmasıdır. Meselâ, mecliste

veya bir toplantıda yüz kişi olsa, Mehmed denildiği an, o toplumdan on tanesi

kendisine hitap edildiğini sanarak, "Buyurun!" der. Ama Mehmedlerden birine

Muvaffak, birine Kâmil, birine Reşid unvanı verilirse, mahfilde "Ey Kâmil, ey

Muvaffak!" denildiği zaman hangi Mehmed'e hitap edildiğini anlarsın.

Vezir, tuğracı, müstevfi, arız-ı Sultan, âmid-i Bağdat, âmid-i Horasan, âmid-i

Harizm'den başka lakap kullanılamaz. Ancak ülke ile ilgili olmayan Hoca Reşid,

Hoca Sadid, Hoca Said, Üstad Hatır, Üstad Emin gibi derece, sıra, ululuk,

küçüklük, büyüklük, havas ve avamı bildiren lakaplar hariçtir. Âdil padişah

işlerin yürütülmesi hususunda, geçmişlerin âdet ve merasimlerinin

araştırılmasında uyanık olmalı. Kendisinin, örfleri bilen, sanatkâr, bütün işleri

düzene koyan, bütün unvanları kaidelere göre tevzi eden, bid'atları ve kötü

Page 103: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

âdetleri kaldıran, yazısı kuvvetli, fermanı dinlenen, kılıcı keskin, kendine uygun

bir veziri olmalı.

182

KIRKİKİNCİ FASIL

İki işi bir kişiye emretmemek, işsizlere iş

vermek ve onları işsiz bırakmamak, işi dindar ve

liyakatli kişilere vermek, dinsizlere iş vermeyip

onları çevresinden uzaklaştırmak

Padişahların uyanık, vezirlerin akıllı olup asla bir kişiye iki iş emretmemeleri,

bir işe de iki kişiyi göndermemeleri gerekir. Böyle olursa işleri daima

randımanlı ve düzenli olur. Eğer bir kişiye iki iş ısmarlarsa, o işlerden biri daima

hatalı olur. Bu adam işlerden birini ciddiyetle ele alıp çalışsa, öteki iş kusurlu ve

noksan olur, o işe baksa bu geri kalır. Bakınız, bir adamın iki işi varsa mutlaka

ikisi de tam değildir. Bu adam hep kusurlu, kınanan, emredilen ve rahatsız bir

kişi olur. Şunu da ilâve edelim, her zaman bir iş iki kişiye verilirse bu onun

üzerine, o bunun üzerine atar, iş de yapılmadan kalır.

Bu hususta şöyle bir hikâye anlatırlar: Bir evde iyi geçinemeyen iki hanım ile bir

ihtiyar efendi vardı. Her iki hanım da kendi kendilerine şöyle düşünürdü: Eğer

ben bu işi hakkıyla sıkıntı çekerek yerine getirir, hiç bir kusur kalmamasına

gayret edersem, efendi bunu, benim ihtimam, güç ve çalışmamdan değil, sevgili

dostunun dirayet ve becerikliliğinden sanır. Öteki de işlerin daima böyle

yapılması gerektiğini düşünür. Ey adam, niçin ben teşekkür bile edilmeyecek

yerde boşuna çalışıp, sıkıntı çekerek işleri bitireyim?

183

KIRKİKİNCİ FASIL

Efendi de işleri onun yaptığını sansın. Neticede bakıldığı zaman o işlerde daima

kusur görülür. Âmir işin niçin doğru dürüst yapılmadığını sorduğunda kabahat

diğeri üzerine atılır. İkisi de, bütün kusuru diğerinin yaptığını söyleyerek, suçu

ona yükler. Akla ve asl'a döndüğümüz zaman suç ne onundur, ne bunun; tek

suçlu, bir göreve iki kişi tayin edendir.

Veziri kifayetsiz olduğu zaman padişah gafil davranıp divandan bir âmil yerine

iki, üç, beş, yedi ve hatta otuz âmil tayin etmemelidir. Bugün, hiç bir yeteneği

olmayan adamın üzerinde on iş birden mevcuttur. Başka bir işi gözüne kestirirse

onu da almak ister; kendisine "Gümüşü başka bir maden cevherine çevirmek

gerekiyor" deseler, "Çeviririm" der ve işi ona verirler. Bu adamın işin ehli olup

olmadığını, kifayetli mi, değil mi, bilgisi, muameleyi tecrübesi ile yürütüp

yürütemeyeceğini, üzerine aldığı bu kadar çeşitli işi başarıp başaramayacağını

düşünmezler. Buna mukabil kifayetli, güçlü, lâyık, mutemet ve mütehassıs

elemanları işten mahrum ederek, evlerinde boş oturmaya mecbur bırakırlar.

Dirayetsiz, meçhul ve ne idüğü belirsiz bir kişinin üzerine bu kadar işin neden

verildiğini, buna karşılık herkes tarafından başarısı bilinen, soylu ve mutemet

kişinin boş dolaşmasını kimse anlayamaz. Özellikle hizmetleri ile devlette hak

Page 104: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sahibi olmuş, yaptıkları beğenilmiş, liyakati görülmüş kişiler, muattal ve

mahrum bırakılmışlardır.

İşin en enteresan tarafı, bendeniz daima, dindar ve inançlı bir adama bir işi teklif

ettiğim zaman o, çekinir kabul etmez; ben ister istemez işi onun sırtına

yükleyince, devlet malı zayi olmaz, halk rahat eder, ıkta' sahibinin ünü artar ve

hiç zarar görmeden yaşar, padişah da gönlü rahat, vücudu zinde olarak zamanını

geçirirdi.

Âciz bir Yahudi Türklerin işini yürütmek üzere kâhyalığa gelir, lâyık denir.

Hıristiyan gelir, olur denir. Bir ateşperest gelir, beğenilir. Rafızî de, Haricî de,

Karmatî de gelse, makbuldür. Çünkü gaflet onları mağlup etmiştir. Halbuki

onların ne Türklerin dinine saygısı, ne mallarına karşı koruma duygusu, ne de

halka mer-

184

SİYASETNÂME

hametleri vardır. Devlet kemâle ulaştığı için, halk bu gün duyarlılığını

kaybetmiştir. Bendeniz kötü bakışlardan korkuyorum, bu işin nereye ulaşacağını

da kestiremiyorum.

Sultan Mahmud, oğlu Mesud, Sultan Tuğrul, Sultan Alpaslan devirlerinde hiçbir

ateşperest, Hıristiyan, Rafızî ortaya çıkıp, bir Türkten ileri bir mevki elde

etmeye cesaret edemezdi. Zengin Türklerin kâhyaları, hizmetkârları Horasanlı

Hanefî veya Şafiî mezhebinden olan temiz adamlardı. İster köle ister kâtip olsun

Iraklı, bozuk inançlıları kendilerine yaklaştırmazlardı. Türkler onlara Deylemî

mezhepli diyerek asla bir görev vermedikleri gibi verilmesini de doğru

bulmazlardı. Onları tercih edenler ayaklarını yere sağlam basarak, uyanık

olsunlar. Türklerle ve müslumanlarla konuştuklarında sıkıntı ve zarar

göreceklerinden, şüphesiz kendilerine her iki taraftan da belâ ulaşır. En iyisi

düşmanların aramızda bulunmamasıdır.

Bu gün iş, saray ve divanı onlarla dolduracak mertebeye getirilmiştir. Her

Türk'ün peşinde bunların 10 - 20 tanesi koşmaktadır. Bunlardan kurtulmanın

çaresi, saray ve divanda geçinecek veya ekmek yiyecek tek Horasanlının

bırakılmamasıdır. Doğrusu o zaman Türkrer onların nasıl fitne kaynağı

olduğunu anlayacaklardır. Bendeniz divanın Horasanlı kâtip ve mutasarrıflardan

temizlenmesini tekrar ediyorum. Bundan sonra bir kişi kâhyalık, ferraşlık,

rikâbdarlık isteyerek bir Türk'ün hizmetine girmek isteyince, ondan hangi

vilâyetin hangi şehrinden, hangi mezhepten olduğunu soracaklardır. Eğer

Hanefi, Şafiî, Horasanlı ve Maveraü'n-nehrli olduğunu söylerse, onu kabul

edecekler. Fakat Kum, Sâve ve Rey'den ve Şiîyim derse, "Git; biz yılan

besleyen değil, yılan öldüreniz" diyeceklerdir. Kendilerine pekçok mal ve para

teklif etseler bile onları reddedip, sarayına kabul etmeyeceklerdir. Eğer Sultan

Tuğrul ve Sultan Alpaslan (Allah kabirlerini nurlandırsın) bir emirin veya bir

Türk'ün, bir Rafıziyi hizmetine aldığını duysaydı, kızıp onu cezalandırırdı.

Şüphesiz onların padişahlıkları huzur ve sükun içinde geçti ve başımıza

185

Page 105: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

KIRKİKİNCt FASİL

hiçbir belâ gelmedi.

Hikâye: Bir gün Şehid Sultan Alpaslan'a Erdem'in Hurdabe'yi kendine debir

olarak atadığı bildirildi. Hurdabe'nin Batınî olduğu söylendiğinde de ondan

tiksindi. Zamanı gelince Erdem'e, "Sen benim ve ülkemin düşmanısın." dedi.

Erdem bunu duyunca huzurunda yere kapanarak, "Efendim, bu nasıl sözdür?

Ben sizin en âciz kulunuzum, köpeklerinize karşı ne kusur işlediğimi

bilmiyorum? Bendenizin, efendimize kullukta ve Sultan'ımın hayrını istemekte

hiç ihmalim olmamıştır" dedi. Alpaslan "Hurdabe denilen o adam müsveddesi

Batınî değil mi?" deyince Erdem "Efendimiz, onun her tarafı zehir olsa sarayınız

köpeklerine ne zarar verebilir?" dedi.

Sultan, "Gidip o adamı getirin" dedi. Adamı getirdikleri zaman, Sultan, "Ey

adam, sen Bâtınîsin ve Bağdat halifesinin halifeliğini kabul etmiyorsun" dedi.

Hurdabe, "Efendimiz, ben Batınî değil, Şiîyim" dedi. Sultan, "Ey orospu karı,

sanki Rafızî mezhebi çok iyi de onu Bâtınî mezhebinin siperi yapıyorsun, her iki

güruha da lanet olsun" dedi. Emri üzerine onu tahkir ile huzurdan çıkardılar.

Sonra yüzünü devlet ileri gelenlerine dönerek şunları söyledi: "Kabahat bu adam

müsveddesinde değil, bir inançsız kişiyi hizmetine alan Erdem'dedir. Ben sizlere

defalarca dedim ki: Sizler buraların yabancısı Horasanlı ve Maveraü'n-nehrli

Türklersiniz, bu vilâyeti ben kılıcımla ve zorla aldım. Irak halkının ekseriyetinin

itikadı bozuk ve Deylem taraftarıdırlar. Türkler ile Deylem arasındaki düşmanlık

ve anlaşmazlık yeni değildir. Allah Taalâ Türkleri, Deylemlilere musallat

oldukları için aziz kılmıştır. Allah'ın yardımıyla Türkler müslüman ve Ehl-i

sünnettirler. Onlar ise dünyayı seven, bid'atlar çıkaran inançsızlardır. Türklere

karşı âciz oldukları müddetçe, büyüklük göstererek, itaatli olurlar. Eğer

Türklerin zayıf düştüklerini görerek, kendileri kuvvetlenseler, Türkleri kökten

yok ederler."

Sonra 20 at kılını bir araya getirtti; içlerinden bir tanesini

186

SİYASETNÂME

çıkarmalarını emrederek, Erdem'e, "Bunu kopar" dedi. Erdem aldı ve kopardı.

Beş kıl daha verdi. Erdem bu beşi de kopardı. On tane verdi, onları da kopardı.

Sonra ferraşa, "Bu kıllardan bir urgan doku" dedi. Üç metre kadar dokuyup,

getirdi. Sultan bunu Erdem'e verdi. Erdem çok çalışıp, bütün gücünü harcadığı

halde koparamayınca, Sultan, "Düşman da böyledir, birer, ikişer, beşer olunca

haklarından gelmek kolaydır. fakat çoğalıp sırt sırta verince onları yerinden

sökemezsiniz" dedi. Bu, Erdem'in "Onun her tarafı zehir olsa bu devlete ne

yapabilir?" sözüne cevap idi. Şöyle ki: "Çünkü bunlar teker teker aralarına girip

işleri ele alarak, Türklerin durumlarını anlayınca, çok kısa zamanda İrak'tan

çıkıp, Deylemlilerle açıkça birleşerek, ülkeyi elde etmeye ve Türkleri ortadan

kaldırmaya çalışırlar. Sen Horasan ordusundan bir Türksün. Kâhyan ve

hizmetkârların tamamen Horasanlı olursa işlerinde hiç aksaklık olmaz.

Padişahın düşmanlarını yardımcı alırsan, bu hem kendine, hem de padişaha

Page 106: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

hainliktir. Kendin hakkında ne istersen yapabilirsin, fakat padişahına kötülük

etmemelisin. Allah Taâlâ beni size kumandan yaptığı için, ben sizlerin zarar

görmenize üzülürüm. Siz benim zararımı düşünmezsiniz. Padişahın düşmanları

ile dostluk kuran kimsenin, padişahın düşmanı olduğunu bilmelisiniz. Zira

hırsızlar ve anarşistlerin arkadaşları, şüphesiz onların sanatlarını icra eder."

Sultan bu sözleri söylediği zaman Hoca imam Müşatlab ve Kadı Ebu Bekr orada

idiler. Yüzünü onlara çevirerek, "Sözlerim hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedi?

"Sen Allah ve Resulünün söylediklerini tekrar ettin" dediler.

Hadis: İlaveten Müşallab şöyle dedi: "Abdullah b. Abbas Peygamber (a.s)'in

şöyle buyurduğunu söyler: "Bir toplumun lakabının Rafızî olduğunu duyarsan,

bil ki onlar müslümanlıktan el çekmişlerdir. Onları gördükçe öldürmelisin".

Hadis: Kadı Ebu Bekr de şöyle dedi: "Peygamber (a.s.)'in

187

şöyle söylediğini Ebu İmame'den rivayet ederler: "Âhir zamanda Rafızî denilen

bir topluluk ortaya çıkacak, onları gördüğünüz yerde öldürünüz."

Sonra Müşattab, "Süfyan b. Aysebe Rafızîlere kâfir diyerek "(Ashab hakkındaki

bu teşbih) onlarla kâfirleri öfkelendirmek için(dir)..." (Fetih 48/29) âyetini delil

gösterdi" dedi; "Resûlüllah'ın dostlarında kim ayıp ararsa, onlara küfreder veya

onları kıracak söz söylerse ifade ettiğimiz âyete göre kâfir olur".

Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Allah Taalâ bana vezirlerden,

akrabalarımdan ve damatlarımdan dostlar vermiştir. Onlar hakkında kötü söz

söyleyip, küfreden kimselere, Allah Taalâ ile melekler lanet ederler. Bu günah

için ne kadar sadaka verilirse verilsin, kurtulamadıkları gibi, tövbe etseler de

kabul edilmez."

Hak Taalâ Hz. Ebu Bekir (TA.) hakkında "...Resûlüllah (ancak) ikinin

ikincisinden ibaretti (Hak'tan başka mededkârı yoktu.) O zaman onlar (Sevr

dağının tepesindeki) mağaradaydılar. Peygamber arkadaşına (Ebu Bekr Sıddîk'a)

"Tasalanma. Allah hiç şüphe yok bizimle beraberdir..." diyordu" (Tevbe 9/41)

buyurur. Bunun tefsiri: İslâm dininde bana kimse yardım etmese de ey Ebâ

Bekir üzülme, Allah (c.c.) bizimledir ve bizi korur.

Hadis: Kadı Ebu Bekr şöyle dedi: Ukbe b. Âmir (r.a.) Peygamberimizin (s.a.)

şöyle dediğini rivayet eder: "Bizden sonra peygamber gelmesi mümkün olsaydı,

Ömer b. Hattab olurdu."

Hadis: Müşattab şöyle dedi: "Cabir b. Abdullah Nebi (s.a.)'den şöyle rivayet

eder: "Resûlüllah'ın (s.a.) huzuruna bir cenaze getirdiler, onun namazını kılmadı.

Dostları, "Bu cenaze haricinde sizin cenaze namazını terkettiğinizi görmedik"

dediler. "Bu Osman'a (r.a.) düşman olduğu için Allah (c.c.) da ona düşmandı,

namazını onun için kılmadım" buyurdu.

Hadis: Kadı Ebu Bekr, İsmail b. Said'in Peygamberimizden

188

SİYASETNÂME

Page 107: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

şöyle rivayet ettiğini söyledi: "Kaderîler ümmetimin Mecusîleridirler,

hastalandıkları zaman sormayınız, öldükleri zaman cenazelerine gitmeyiniz,

bütün Kaderîler Rafızî mezhebindendirler."

Hadis: Müşattab, Ümmü Seleme'nin Resûlüllah (s.a.)'dan şöyle rivayet ettiğini

söyledi: "Bir gün Resûlüllah (s.a) benim yanımda idi. Fatıma ile Ali bir şey

sormak için yanına geldiler. Resûlüllah (s.a.) başını kaldırıp, "Ya Ali, sana

müjdeler olsun, sen ve ehlin Cennette olacaksınız. Fakat senden sonra Rafızî

denilen bir cemaat çıkacak. Eğer onlara yetişirsen kâfir oldukları için onları

öldür" buyurdu. Ali, "Ya Resûlallah, onların alâmeti ne olacak?" dedi. "Cuma

namazına gelmezler, cemaatle namaz kılmazlar, selefe buğz ederler"

buyurdular".

Bu hususta hadis-i şerifler ve Kur'an âyeti delildir. Hepsini yazacak olsak bir

kitap olur. Fakat Rafızînin durumu böyledir. Bâtınîler ise onlardan beterdir. Bu

iki toplumun kimlerden olduğuna bak. Onlar ortaya çıktığı zaman, vaktin

padişahının üzerine ilk farz, onları yeryüzünden kaldırarak, memleketini

onlardan temizlemektir. Böylece devleti huzura kavuşup, Yahudi, Hıristiyan ve

ateşperesti müslümanları idare edecek işlere tayin etmek de aynı şeydir.

Hikâye: Emiru'l-müminin Ömer (r.a.) bir gün Medine'de mescidde oturuyordu.

Ebu Musa Eş'arî de yanında idi. Isfahan hesaplarını arzediyordu. Hesaplarını

da,yazısını da herkes beğendi. Ebu Musa Eş'arî'den "Bu yazı kimin?" diye

sordular. "Debirimindir" deyince de "Gönder, gelsin de görelim" dediler. Ebû

Musa Eş'arî "Mescide gelemez" deyince, Emiru'l-müminin Ömer b. Hattab

"Yoksa cünüp mü?" dedi. "Hayır, fakat Hıristiyandır" deyince, Ömer ensesine

şiddetli bir tokat vurdu. Ebû Musa Eş'arî "Bel kemiğim kırıldı sandım" dedi.

Ömer, "Yüce Rabbin kelâm ve fermanını okumadın mı: "Ey iman edenler,

189

KIRKtKİNCİ FASIL

Yahudileri de, Nasranîleri de kendinize yâr (üstünüze hâkim) tutmayın. Onlar

(ancak) birbirinin yaranıdır, içinizden kim onları dost (ve hâkim) edinirse o da

onlardandır..." (Maide 5/51). Ebu Musa, "Onu şu anda azlettim" dedi ve yerini

boşaltması için gerekli emri verdi. Bu konuda bir hakim şu misâli vermiştir:

Dost görünen düşmanlardan sakınman gereklidir. Senin için dostun dostları ile

arkadaşlık daha doğrudur. Adamlarından iki güruhdan emin olma: Düşmanının

dostlarından ve dost görünen düşmanlarından.

Cihan Sultanı Alpaslan, Erdem'in yüzüne bir yıl bakmayıp onunla hiç

konuşmadı. Büyükler bir gün sultanın neşeli bir ânında şefaat dileyerek, onun

gönlünü aldılar. O olaydan dolayı Erdem'i affedince, ayaklarına kapanarak affa

mazhar olduğundan dolayı çok sevindi.

Şimdi bu olaya tekrar dönelim: Şahsiyetsiz, asaletsiz ve faziletsiz kişileri büyük

işlere memur ettiğimiz zaman bilginleri, asilleri ve faziletli kişileri kenara sürüp,

onları muattal etmiş oluruz. Bir kişiye bir iş vermeyip 5 - 6 iş vermek cahillik ve

bilgisizliği gösterir. Eğer vezir dirayetli ve bilgili olursa, böyle hareket ettiği

takdirde devlet ve ülkenin yıkılmasına, padişahın işlerini karıştırmak istediğine

Page 108: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

hükmedilir; böylesi, düşmanların en beteridir. Çünkü bir kişiye on iş verirse,

dokuz kişiyi işsiz bırakıyor demektir. Böyle ülkelerde insanlar işten ve ekmek

parasından mahrum, işsiz ve güçsüz kalırlar.

Hikâye: Bu hikâye de aynı mahiyettedir. Bir gün Âlemin Efendisine (Allah

mülkünü devamlı kılsın) dünyanın temiz olduğunu, düşman ve muhaliflerinin

bulunmadığını, bunun için de mukavemete gerek duyulmadığını, Sultanın

zenginlikler içinde yüzdüğünü gösterir. 400.000 kişiye yakın askerin devlet

hazinesinden aylık alarak yeyip giyindiğini, bunun için 100.000 kişinin kâfi

geleceğini, ihtiyaç olduğu zaman en iyilerinin seçilebileceğini,

190

SİYASETNÂME diğerlerinin ücret ve aylıklarının kaldırılarak her yıl hazineye binlerce dinarın

akacağını, memlekette fesat çıkarmak isteyen kişiler devamlı tekrar ederler.

Âlemin Efendisi (Allah saltanatını devamlı kılsın) benimle bu hususta

konuşurken, memlekette karışıklık çıkarmak isteyen bu söz sahibinin kim

olduğunu anladım. Ferman Efendimizindir, ama bu 400.000 asker Horasan'ı,

Maveraü'n-nehir'i, Kaşgar'ı, Balâsâgun'u, Harezm'i, Nimruz'u, Irak, Irakeyn,

Fars, Kirman, Mazenderan, Taberistan, Azerbaycan, Erren, Ermen, Erzurum,

Antakya, Kudüs'ü koruyor. Bendeniz aksine bu 400.000 süvarinin 800.000

olmasını istiyordum. Askerimiz çok olsaydı bütün Hindistan, Çin Hindi, Çin,

Türkistan, Yemen, Habeşistan, Berber, Mağrib'e kadar, Şam ve Şamat,

Kayravan dahil doğudan batıya her yer müslüman olurdu. Askeri çok olan

padişahın vilâyeti çok, askeri az olanın vilâyeti de az olur. Onu azalttıkça

emrindeki vilâyetler de azalır. Artık 400.000 kişilik orduyu 100.000'e indirerek

onların isimlerini divandan silmeyi yüce görüşünüze bırakıyorum. Şüphesiz

300.000 asker 100.000 kişilik ordunuzun yanında çok fazladır. Bu 300.000 kişi

de efendilerinden iş isterler, olmazsa birisini başlarına padişah seçerler. Bu

100.000 kişiyi öldürebilirler o zaman bu kadar senelik hazinelerin başına iş

açarlar.

Kendi işini usûlüne göre beceremeyen, ülke ve saltanatını halk ve ordu ile

koruyabilir, padişahın tek hazinesi ordusudur. Böyle olursa dünya hazineleri

kendi malı sayılır. Fakat ordusu olmazsa hazine ordunun arkasından giderek,

elinde kalmayıp başkalarının olur. Orduyu azaltarak, maliyeyi düzelt diyen

kimse, ülkenin düşmanı, saltanatın yıkılmasını isteyen kişidir. Sultanın böyle

sözleri duymaması gerekir.

Devlete ağır hizmetler yapmış, büyük işler başarmış bir âmilin kızağa çekilmesi

de aynen böyledir. Çalışarak meşhur ve devlette hak sahibi olmuş kişileri

çalışmaktan alıkoymak, işlerin gidişini durduracağı gibi insanlığa da yakışmaz.

Onlara geçimlerini sağlayacak işler verilmelidir. Âlimler, fazıllar ve devlet ileri

gelenlerinin çocuklarına da Beytü'l-malden aylık bağlanmalı, başkasının onlara

iş ve aylık vermeleri beklenmemelidir. Devletten nasipsiz kalırlarsa, zamanları

çok güç geçer. Padişahın devletinden nasipsiz, habersiz olurlar ve padişaha da

durumları bildirilmez. Kendilerine iş verilmezse, bunlar devletten ümit keserek

Page 109: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

ülke hakkında kötü düşüncelere kapılırlar. Divan üyeleri ve âmiller aleyhinde

konuşmaya başlayarak, devlet ileri gelenleri arasında anlaşmazlık çıkarırlar.

Birisi gerekli silah, asker ve parayı bulunca, padişaha karşı ayaklanması için ona

yardım ederler. Fahru'd-devle'nin devrinde olduğu gibi devlette karışıklık çıkar.

Hikâye: Fahru'd-devle'nin, zamanında bir şehirde, pek çok kölesi olan, çok

zengin, Buzurcumid (Büyük ümit) denilen bir veziri vardı. Bu vezir, Taberek

dağının tepesinde kendi parasıyla bugün hâlâ yerinde duran bir Mecusi mabedi

yaptırdı. Şimdi buna Dide Sipahsalar denir ve Fahru'd-devle'nin türbesinin üst

kısmındadır. Buzurcumid pek çok sıkıntı çekip, altın ve mal harcayarak bu

mabedi dağ başına yaparak çatısını kapatmıştı. Rey muhtesipliğini yapan

Buzurcumid'in adı Horasan'a kadar ulaşmıştı. Mabet tamamlandığı gün, adamın

biri bir bahane ile girerek ezan okuyunca, bina Mecusi mabedi olmaktan çıkıp o

günden sonra Dide Sipahsalar denildi.

Fahru'd-devle'nin son zamanlarında 30 - 40 Münhinin her gün buraya geldiği,

güneşin batışına kadar burada kalıp, sonra aşağı indikleri görülüyordu. Bir kimse

"Siz her gün bu Dide Sipahsalar'da ne yapıyorsunuz?" diye sorduğu zaman,

"Etrafı seyrediyoruz" diyorlardı. Bu haberi alan Fahru'd-devle gidip onları ve

yanlarında ne bulurlarsa huzuruna getirmelerini emretti. Serhenglerden bir grup

gittiler, Dide'nin aşağısında ve yukarsında kimseyi bulamayınca, bağırdılar.

Aşağı bakan Mühninler, Fahru'd-devle'nin hâcibini bir grup insanla görerek,

hâcibin, yanındakilerle birlikte yukarı çıkması için merdiven sarkıttılar. Orada

yayılmış bir kilim, iki testi su, bir bardak, serilmiş bir sofra, kalem, mürekkep,

192

SİYASETNÂME

kâğıt ve üzerinde piyonları bulunan bir satranç tahtası gördüler. Hâcip "Kalkın,

Fahru'd-devle sizi çağırıyor hemen gideceğiz, dedi. Onları huzura getirdikleri

zaman, tesadüfen Efendi de orada bulunuyordu. Fahru'd-devle "Hangi

kavimdensiniz? Uzun zamandır o tepede ne iş yapıyorsunuz? Ne yaptığınızı ve

ne düşündüğünüzü doğru söyleyin" dedi. "Herkesin bildiği gibi Melik de bilir ki

biz hırsız, katil, namussuz değiliz, akla uyan veya uymayan bir sebeple kimse

bizden şikâyet için Melik'in huzuruna gelmemiştir. Fakat Melik canımızı

bağışlarsa niçin bir araya geldiğimizi ve ne yaptığımızı anlatırız" dediler.

Fahru'd-devle, yemin ederek, onların canlarını ve mallarını bağışlayacağını

söyledi.

Söz aldıktan sonra şöyle dediler: "Bizler senin zamanında işsiz bırakılmış debir

ve mutasarrıflarız, bize kimse iş vermediği için yiyecek paramız yok. Horasan'da

Mahmud isminde faziletli, bir marifeti ve bilgisi olan kişinin bu istidatlarını

satın alan ve onların kaybolmalarını önleyen bir padişahın ortaya çıktığını

duyduk. Biz şimdi senin devletinden ümidi kesip, ona ümit bağladık. Her gün

Dide'ye gidiyor, birbirimizle dertleşip, gelip geçenden Mahmud'dan haber

soruyoruz. Durumumuzu bildiriyor, hepimizin çoluk çocuk sahibi olduğumuzu

ve fakirlik çektiğimizi, kendisiyle konuşmak istediğimizi, geçim sıkıntısıyla

Page 110: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

memleketimizi terkedeceğimiz haberini göndererek, iş istiyoruz. Durumumuzu

anlattık. Şimdi ferman Emîrindir".

Fahru'd-devle bunları duyunca, vezirine dönerek, "Ne görüyorsun? Ne

yapmamız gerekiyor?" dedi. Vezir, "Melik onların canlarını bağışladığını bizzat

ifade etti. Hepsi bilgili, beyzade kişiler. Bendeniz bir kısmını biliyor, bir kısmını

tanıyor, hatta bir kısmıyla ilgim de var. Onların işini bendenize bırakın, onlara

gerekeni yapar, yarın sabah Emîr'e bilgi veririm" dedi. Fahru'd-devle aynı hâcibe

"Bunları vezirin sarayına götür!" dedi. Hâcip onları alarak vezirin sarayına

götürdü. Hâcipler döndükten sonra, bunlar, vezirin kendilerine ne yapacağını

bilmediklerinden,

193

KIRKİKİNCİ FASIL canlarından ümit keserek, korkudan el ve ayaklarında derman kalmamıştı.

Fahru'd-devle'nin sarayından dönen vezir bir müddet onları seyretti; sonra bir

ferraş gelerek onları, cennet gibi süslenmiş, yere uzun tüylü halılar serilmiş bir

odaya götürdü. Burayı görünce sakinleşerek, Allah'a şükrettiler. Bir müddet

geçtikten sonra bir ferraş lezzetli şerbetler getirdi. Sofra kurulunca bir şeyler

yeyip ellerini yıkadılar; bilahare, kendilerine şaraplar, çalgıcılar gönderildi.

Çalgıcılar fasıla başlayınca, şaraplara el attılar; odaya hiç kimse girmiyor,

hizmetleri dışardaki üç ferraş görüyordu. Hiç kimse durumlarını bilmediği için

şehir halkı onlar adına üzülüyor, karıları ve çocukları ise işin sonucundan

korkarak ağlıyorlardı.

Üç gün vezirin misafiri olup, yeyip içtiler. Dördüncü gün has hâcip gelerek,

vezirin evinin hapishane olmadığını, kendilerinin misafir bulunduğunu,

hoşlarına gitmemiş olsalar, vezirin evine gönderilmeyeceklerini bilmeleri

gerektiğini, bu sebeple huzurlu olup, vezir divandan dönünceye kadar istirahat

etmeleri gerektiğini söyledi. Vezir divandan döndükten sonra, daha işlerini

belirlemeden 20 kat elbise ve eyeri ile 20 atın hazırlanmasını emretti. Ertesi gün

güneş doğarken huzuruna çağırdı. Hepsine cüppe ve altın işlemeli alemi olan

sarıklarını giydirdi. Birer ata bindirerek hepsine yapacakları işi bildirdi.

Bazılarının da aylıklarını bildirip, hediyelerle gönüllerini alarak evlerine

gönderdi. Ertesi gün bütün debirler vezire teşekküre geldiğinde, vezir onlara,

"Erkeklik ediniz, bundan sonra Mahmud'a düşünceleriniz veya ülkeniz hakkında

bir şey yazmayınız ve devletimizin yıkılmasını istemeyiniz" dedi.

Vezirden bu sözleri işitince hepsi överek, ona dua ettiler. Vezir güler yüzle

huzuruna çıkınca, Fahru'd-devle, o cemaata ne yaptığını sordu. Vezir hepsine

nasıl muamele ettiğini ve neticenin ne hâl aldığını anlattı. "Hepsi durumundan

memnun olup, şükranlarını bildirerek, tuttukları yolu bıraktılar. Hepsine birer iş

verince evlerine döndüler" dedi. Fahru'd-devle bunları beğenerek,

194

SİYASETNÂME

şöyle dedi: "Bundan başka türlü hareket etseydin doğru olmazdı. İlk olduğundan

ve gerekeni de yaptığından onlar artık rakiplerimize ilgi duymazlar. Şimdi,

Page 111: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

bundan sonra bir adama iki iş vermemelisin, her adama bir iş verirsen bütün

mutasarrıflar iş sahibi ve hepsi de işlerinde başarılı olur. Rakiplerimizin âmirleri

"Onların memleketinde kendilerine iş vereceğimiz ve bizim dirayetsizliğimizi

yüklenecek adam yok veya kalmamış" derler. Büyüklerin, "Bütün işler insanlar,

bütün mekânlar sözler içindir" dediğini bilmiyor musun? Yani insan, iş ve

memlekette çalışma alanları varsa, akıl, yer ve güçlük vardır. Herkese kudreti,

fazileti ve liyakati ölçüsünde iş vermelidir. Bir kimsenin işi olur, bir başka iş

isterse, buna izin verilerek bu usûlün memlekette yayılıp, âdet olmasına izin

verilmemelidir. Bütün mutasarrıflar çalışırsa memleket bakımlı hale gelir."

Diğer taraftan melik imareti süslerse, ordu büyüklerinin, âmillerin ve

mutasarrıfların reisi vezir olur. Vezir fena, hain, zalim ve hırsız olursa, bütün

mutasarrıfları aynı, hatta daha fena olur. Bir âmil, âmilliği iyi bilir, debir ve

müstevfi iyi, vazifesini bilen, eşsiz fakat kötü mezhepli, Hıristiyan, Yahudi veya

Mecusi olursa müslümanlara hesaplarını bahane ederek zulmeder, onları hafife

alır, halka her sebeple eziyet eder. Onu azledip, cezalandırmalı, bilgisine ve

dirayetine iltifat etmemelidir. Halkın, "Bunun gibi, işine düşkün ve hesaptan

anlayan bir adam görmedik" demelerini, Emiru'l-müminin Ömer b. Hattab'ın

yaptığı gibi duymamalıdır.

Hikâye: Sa'd b. Ebî Vakkas zamanında Bağdat, Vasıt, Anbar, Huzistan ve

Basra'da Yahudi (bilgili) bir âmil vardı. Ancak bu bölge halkı bu Yahudi âmili,

Emiru'l-müminin Ömer b. Hattab'a şikayetle "İş bahanesiyle bizi incitip, bizimle

alay edip. bizleri hafife alıyor, artık tahammülümüz kalmadı, çaresi yoksa bari

örfümüze karşı gelmeyecek dindaşımız, müslüman bir âmil tayin et. Bunun

aksini yapsa da müslümanın eziyet ve alayını çekmek, Yahudinin alayını

çekmekten daha iyidir" diye yazdılar.

Ömer, bu mektubu okuyunca, "Yahudinin yer yüzünde sağ

195

KIRKİKİNCİ FASİL salim yaşadığı yetmiyor mu da müslümanlara üstünlük taslayarak onlara

zulmediyor?" diyerek, derhal Sa'd b. Ebî Vakkas'a yazılmasını emrettiği

mektupta "O Yahudiyi hemen azledip, yerine bir müslüman tayin et" diye

emretti.

Sa'd b. Vakkas mektubu okuyunca, bir süvari tayin ederek, bu Yahudiyi nerede

bulursa hemen Kûfe'ye getirmesini emretti. Diğer vilâyetlere de süvariler

göndererek, müslüman âmillerin de Kûfe'ye gelmelerini bildirdi. Yahudiyi

getirdiklerinde diğer âmiller de toplanmışlardı. Araplardan bu işi bilen bir tek

kişinin olmadığını gördüler. Müslüman Acem âmiller içinde mal toplamak,

imaret yapmak gibi gerekli bilgileri Yahudi kadar kimse bilmiyordu.

Sa'd b. Ebî Vakkas âciz kalarak, mecburen Yahudiyi işinin başında bıraktı.

Sonra Emiru'l-müminin'e bir mektup yazarak, "Fermanın başım üzerine,

Yahudiyi getirttim, bütün Arap - Acem mutasarrıf ve âmillerle bir toplantı

yaptım. Araplardan Acemin durumunu bilen tek kişi yok, Acemden de bu işe

ehliyetli kimse bulamadım. Allah'ın yardımıyla, muamelelerde herhangi bir

Page 112: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

yanılma olmaması ve her işin açıklıkla yapılması için o Yahudiyi işin başında

bıraktım" dedi.

Ömer mektubu okuyunca, "Bu Sa'd b. Ebî Vakkas nasıl bir Türk? Benim arzum

yerine kendi istediğini yapıyor" diye kızdı. Eline kalemi alarak aynı mektubun

başına "Yahudi öldü" diye yazdı ve mektubu hemen Sa'd b. Ebî Vakkas'a

gönderdi. Sa'd mektubu alıp Ömer (r.a.)'in baş tarafta yazıp mühürlediği ibareyi

okuyunca, hemen Yahudiyi çağırıp, işten çıkarıldığını bildirdi. "Ben Ömer b.

Hattab'ın cezasına güç yetirecek insan değilim, işini derhal bir müslümana

devret" dedi. Bir müslümanı o işe tayin ettikten bir sene sonra Sa'd işin

müslümanın eliyle daha iyi yapıldığını ve halkın ondan memnun olduğunu

gördü. Sonra Sa'd b. Ebî Vakkas Arap emirlerine, "Bu Ömer ne büyük adam"

dedi; "Biz o Yahudi ve vilâyetin işi hakkında geniş ve mübalağalı olarak yazdık,

o bize iki kelime ile cevap verdi. Onun "Yahudi öldü" sözü bizi kurtardı" dedi.

196

SİYASETNÂME

İki kişinin iki cümlesi halkı kargaşalığa düşmekten kurtardı. Biri Ömer b. Hattab

(r.a.)'ın yukardaki sözü, diğeri ise Peygamberimiz (s.a.) dünyadan göçtüğü

zaman Ebu Bekir Sıddık (r.a.)'ın minbere çıkıp hutbede söylediği sözdür: "Ey

müslümanlar, Muhammed'e tapıyorsanız, biliniz ki Muhammed ölmüştür. Eğer

Muhammed'in ibadet ettiği Allah'a ibadet ediyorsanız O asla ölmez, O daima var

olan tek Allah'tır." Bu söz müslümanların hoşuna gidip Arapçada darb-ı mesel

(atasözü) haline geldi. Bir kimse öldüğü zaman "Allah günahlarını affetsin, ölüm

hak olmasaydı Allah'ın Resulü Muhammed (s.a.) ölmezdi" denilir.

Tekrar kendi konumuza dönelim. Âmillerle çalışma sahalarının veziri

ilgilendirdiğini söylemiştik. İyi yaratılışlı bir vezir, padişahının bütün dünyada

tanınmasını sağlar. Padişahların ününün artması, ülkelerde emrinin

yürüyebilmesi, isminin kıyamete kadar hayırla anılması, ileri görüşlü vezirleri

sayesinde olmuştur. Peygamberler de aynıdır. Süleyman (a.s.)'ın, Asaf Berhiya

gibi, Musa (a.s.)'ın, kardeşi Harun (a.s.), Muhammed Mustafa (s.a.)'nın Ebu

Bekir Sıddîk gibi yardımcıları vardı. Büyük padişahlardan Keyhusrev'in Guderz,

İskender'in Aristo, Minuçehr'in Sam, Efrasyab'ın Biran ve Geyucamas, Rüstem,

Zevare, Behramgur'un Kısra Mimare, Hurreruz, Nuşirevan Âdil'in Buzurcmehr,

Sultan Mahmud'un Ahmed b. Hasan, Fahru'd-devle'nin Sahib İsmail İbad,

Sultan Tuğrul'un Ebu Nasr Kündurî gibi vezirleri vardı. Bunun benzerleri pek

çoktur.

Fakat vezirin dininin bütün, itikadının sağlam, mezhebinin Hanefî ve Şafiî olup

dirayetli, devlet işlerini bilen, padişahı seven bir kişi olması gerekir. Vezir, bir

vezir oğlu ise daha iyi ve daha güzel olur. Çünkü Erdişir Babegân devirlerinden

Yezdicurd Şehriyar ve son Acem şahları devrine kadar padişahın, padişah oğlu

(vezirin, vezir oğlu) olması lâzımdı. İslâmiyet ortaya çıkmadan önce kanun

böyleydi. Meliklik Acemin evinden gidince, bu güne kadar vezirlik de vezirlerin

hanesinden gitti.

Page 113: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

197

KIRKİKİNCİ FASIL

Hikâye: Süleyman b. Abdülmelik'in bir gün divan kurarak bütün devlet

büyükleriyle nedimlerini toplayıp onlara şöyle hitap ettiği anlatılır: "Benim

ülkem Süleyman b. Davud'un ülkesinden daha geniş değilse bile daha küçük de

değildir. Onun padişahlığı, hazinesi, ihtişamı, ziynetleri, toprağı, ordusu ve

emirlerinin geçerliği bugün bende de var. Bütün dünya onun emrindedir, benim

de emrimdedir. Benim hükümdarlığım için ne gereklidir?"

Ordusunun ileri gelenlerinden birisi,

—"Diğer padişahların sahip olduğu, fakat senin ülkende bulunmayan,

hükümdarlığın için gerekli bir şey vardır" dedi. Süleyman,

— "O gerekli şey nedir? Çabuk söyle" dedi. Kumandan,

— "Padişahımın sahip olmadığı kendine lâyık bir vezir gereklidir. Melik,

— "Nasıl?" dedi. Kumandan,

— "Vezirin vezir oğlu, dirayetli ve cömert olması gerekir" dedi. Hükümdar,

— "Senin tarif ettiğin gibi bir vezir dünyanın neresinde bulunur?"

Kumandan,

— "Abdülmelik buldu" dedi. Hükümdar,

— "Nereden buldu?" Kumandan:

— Belh'e gitti, orada ne insanlar var. Mesela Cafer Bermek. Babasının babaları

Ardişir Babegân'a kadar vezir ve vezir oğullarıdır. Bugün Belh'te eski

ateşperestlerin Nevruz günüdür, onlar oradadırlar. İslâm zuhur edip, devlet

Acem şahlarının elinden çıkınca, onun babaları Belh'de kaldılar. Vezirlik

onlara irsen intikal etmiştir. Ellerinde vezirliğin âdap ve usûlünü belirten

kitaplar vardır. Onlara, yazma edebiyat ve de birlik öğretilerek, bu kitaplar

okumaları ve öğrenmeleri için devredildiğinden, onların terbiyeleri babalarının

terbiyelerinin aynı oluyordu. Bugün maddî ve manevî olarak dünyada senin

vezirliğine onlardan daha lâyık kimse yoktur. Melik şüphesiz daha iyi biliyor ki

Emevi, Mervan sülâlelerinde hiçbir padişah Süleyman b. Abdülmelik'ten

198

SİYASETNÂME

daha büyük, daha zengin ve daha muhteşem bir padişah

gelmemiştir.

Melik bu sözleri işitince tatmin oldu. Belh'e birisini göndererek Cafer

Bermek'i getirtip vezirliği ona vermek istedi. Halâ ateşperest olup olmadığını

sordu. Hepsi birden, birkaç kuşaktan beri müslüman olduğunu söyleyince

Melik sevinerek, Belh valisine Cafer Bermek'i Daru'l-mülk'e, Süleyman b.

Abdülmelik'e göndermesi için mektup yazmalarını emretti. Mektuba, en

iyisinden giyecek ve yiyeceğinin hazırlanıp, 100.000 dinar yol harcı verilerek

mümkün olan şan ve şerefle huzuruna gönderilmesinin ilâve edilmesini istedi.

Haberci Süleyman b. Abdülmelik'in mektubunu Belh valisine ulaştırınca, vali

mektubu öpüp başına koyarak, hemen Cafer Bermek'in yol hazırlığını görüp onu

Daru'l-mülk'e yolcu etti. Ulaşılan her şehrin emir ve büyükleri Cafer'i

Page 114: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

karşılamaya çıkıyor ve büyük ikramlarda bulunuyorlardı, böylece Dimaşk'a

geldiler.

Dimaşk'a ulaşınca, Süleyman b. Abdülmelik hariç, şehrin bütün ileri gelenleri

karşılamaya çıkarak, onu, büyük ikram ve ihtişamla kendisi için özel olarak

hazırlanmış saraya getirdiler. Üç gün sonra da Süleyman b. Abdülmelik'in

divanının kurulduğu salona götürdüler. Yüzünün güzelliği ve hareketlerinin

ölçülülüğü Süleyman'ın hoşuna gitti. Cafer selâm verip, gerekli saygıyı

göstererek, durdu. Süleyman işaret edince, onu hâciplerin eyvanından

geçirerek taht odasına götürdüler ve münasip bir yere oturtup, odayı terkettiler.

Cafer oturunca Süleyman sert sert yüzüne bakarak, öfke ile "Kalk!" dedi.

Hâcipler hemen koşarak, onu yaka paça kaldırıp, dışarı çıkardılar. İkindi

namazını kılıncaya kadar, kimse, melikin bu sebepsiz hareketinin nedenini

anlayamadı. Namazdan sonra Süleyman, şarap meclisinin kurulmasını

emredince, büyükler ve nedimler gelip, yerlerini alarak, içmeye başladılar ve

bir iki devir yaptılar.

Süleyman'ın neşelendiğini görünce, yakınlarından biri yerinden kalkarak,

korkusuzca yanına yaklaşıp, şöyle dedi:

199

KIRKİKİNCİ FASIL

"Bendeniz belki edepsizlik ediyorum, fakat Melik, Cafer Bermek'i büyük

masraflar ile pek çok izzet ve ikram ederek Belh'ten buraya büyük bir iş için

getirdi. Ama, huzurunda oturur oturmaz, Melik'in onu azarlayıp, kovmasının

sebebini anlayamadığımızdan, hâlâ hayretteyiz". Süleyman, "Büyük bir kişinin

oğlu olmayıp, uzun yoldan gelmeseydi, onun boynunu o anda vurdururdum"

diyerek, şöyle devam etti: "Huzuruma geldiği zaman yanında öldürücü bir zehir

vardı. Huzuruma ilk defa giren kişi hediye olarak zehir mi getirmeliydi?"

Nedimlerden biri, "Melik müsaade ederse onun yanına gidip, bu hususu inkar mı

ediyor, yoksa kabul mu, soruşturayım" dedi. Melik, "Git!" deyince nedim

hemen kalkıp, Cafer Bermek'in yanına giderek, Melik'in huzuruna çıktığında

yanında öldürücü bir zehirin bulunup bulunmadığını sordu. Cafer, "Evet, hâlâ da

var. İşte bu yüzük taşının altında, babalarım da aynı şeyi yapmışlardı. Bu yüzük

bana babamdan, ona da kendi babalarından miras kalmış. Fakat asla bir

karıncayı incitmediğimiz gibi bir adamın da öldürülmesine razı

olmamışızdır. Bunun taşınmasının sebebi, babalarım mal, gelir yüzünden

pekçok sıkıntılar çekip, pek çok işkencelere uğramışlar. Süleyman b.

Abdülmelik'in beni niçin çağırttığını bilmediğimden, benden hazine haritası

veya yerine getiremeyeceğim bir şey isteyip, bana işkence ederse, ben de o

işkenceye dayanamazsam, zelil olup, ıstırap içinde yaşamaktansa, bu zehiri

içerek kurtulmayı düşündüm" dedi.

Nedim bunları öğrenince, kalkıp Süleyman'ın yanına gelerek, olanları anlattı. Bu

haber Süleyman'ın hoşuna giderek sevindi ve Cafer'in ileri görüşlülüğüne ve

uyanıklığına hayran oldu. Kalbi ona tekrar ısındı. Mazeretini kabul ederek,

Page 115: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

bizzat kendi bineğini ona götürmelerini ve bütün devlet büyüklerinin onun

sarayına giderek, gerekli şan ve şerefle onu dergâhına getirmelerini emretti.

Ertesi gün Cafer'i emredildiği gibi getirdiler. Cafer selâm verip, gerekli saygıyı

gösterdi. Süleyman elini uzatınca, tutup öptü. Melik, yol yorgunluğunun geçip

geçmediğini sorarak, gönlünü almaya çalışıp,

200

SİYASETNÂME

oturmasını emretti. Cafer oturmak istemedi; Süleyman onu yerine oturtarak,

vezirlik elbisesini bizzat eliyle giydirdi. Bir kaç ferman yazması için kıymetli

taşlarla süslenmiş altın bir mürekkep hokkasının önüne konulmasını emretti.

Yazısının ve üslubunun güzelliği Süleyman'ı hayrette bıraktı. Vezirliğe çok

liyakatli olduğunu görünce sevindi.

Süleyman'ı o güne kadar kimse bu kadar sevinçli görmemişti. Divan toplantısına

son verilerek, padişaha yaraşır bir ihtişamla, dünyanın o güne dek görmediği,

altın ve kıymetli taşlarla süslenmiş halılar serili bir şarap meclisi hazırlandı,

içkiye başlanıp, neşelendikleri an, Cafer ayağa kalkıp,

—"Efendimiz köleniz edepsizlik ediyor ama, binlerce kişi arasında bendenizde

öldürücü zehir bulunduğunu nasıl bildiniz? Size kim söyledi?" diye sordu.

Melik,

—Bende bir şey var ki onu yanımdan hiç ayırmam, benim için herşeyden daha

kıymetlidir. O, padişahların hazinelerinden elime geçen, koluma bağlı iki

madeni mühürcüktür. Özelliği, bir kimsenin üzerinde, yemekte veya şarapta,

nerede zehir varsa kokusu kendisine ulaşınca, titreşime başlayarak birbirlerine

vurmaya başlarlar. Zehirin varlığını böyle anladım. İhtiyaten onu elde etmeyi

düşünürken, sen ayağını eyvana basınca titreşimler arttı, huzurumda oturunca

birbirini parçalarcasına çarpmaya başladılar. Zehrin sende bulunduğuna şüphem

kalmamıştı. Benim yerimde başkası olsaydı seni o anda ortadan kaldırırdı. Seni

dışarı çıkardıkları zaman, titreşimler azaldı. Sen saraydan çıkınca da tamamen

durdu.

Kolunu sıyırarak Cafer'e gösterip, sordu:

—Sen dünyada bundan daha acayip bir şey gördün mü?

Cafer ile devlet büyükleri şaşırdılar. Bunun üzerine Cafer dedi ki:

—"Bu yaşıma kadar dünyada iki acayip şey gördüm. Birine Efendimiz sahiptir;

diğerini de Taberistan melikinde gördüm". Süleyman,

201

KIRKİKfNCl FASIL

— "O nasıl birşeydi, anlat da dinleyelim" dedi.

— "Melik'in fermanı Belh valisine ulaşınca, bendenizi, Efendimin emri

üzerine gerekli hazırlığı eksiksiz görerek Dimask'a yolcu etti. Bendeniz

Efendimizin hizmetine ulaşmak için Nişabur'da yol için gerekli hazırlıkları

yaparak Taberistan'a ulaştım. Taberistan meliki, cihan padişahının devletine

hürmeten beni karşılayarak kendi sarayına götürdü ve bana hizmetlerde

bulundu. Padişahımızın devleti sayesinde her gün bir yere gidip, geziniyor ve

Page 116: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

şarap içiyorduk. Melik bir gün bana, "'Taberistan denizini hiç seyrettin mi?"

dedi. "Hayır" dedim. "Yarın deniz seyretmek için misafirimsin" dedi. "Emir

sizindir" dedim. Ertesi gün gemicilere gemileri hazırlamalarını emretti.

Atlarımıza binip, deniz kenarına giderek, bir gemiye çıktık ve denize açıldık.

Mutripler sazlarını çalıyor, denizciler kürek çekiyor, sâkîler şarap sunuyor,

içiyor ve ilerliyorduk. O iyi melikle çok yakın oturmuştuk. Melikin

parmağında çok güzel, saf kırmızı yakut taşlı bir yüzük vardı. Rengi o kadar

çekici idi ki daha güzelini hiç görmemiştim.

"Melik yüzüğüne çok baktığımı görünce, parmağından çıkarıp önüme koydu.

Kendisine hürmet ederek, yüzüğü öptükten sonra yerine bıraktım. Melik tekrar

alıp, önüme koyarak, "Hibe olarak parmağımdan çıkardığım bir yüzük artık bana

yakışmaz" dedi. Birkaç defa ısrar etti. Fakat bana bağışladığı yüzük çok pahalı

olduğu için, gönlü onda kalarak, beni, bir yüzüğe elde edilecek bir nefer olarak

görmesini istemiyordum. Ben şiddetle reddederek emirin önüne koyunca, melik

yüzüğü alıp, denize attı. Ben, "Ah çok yazık, melikin onu kabul etmeyeceğini

bilseydim, alırdım. Çünkü böyle temiz bir yakut görmemiştim" dedim. Melik,

"Sana çok ısrar ettim. Benim nazarımda çok kıymetli olduğunu zannederek

kabul etmedin, aksini isbat etmek için denize attım. Günah senin, niçin şimdi

üzülüyorsun? Bu işi istediğin şekilde sonuçlandırıp, onu tekrar sana vereceğim"

dedi. Bir köleye, "Sandala atla, hazinedara filan çantanın lâzım olduğunu söyle,

al, acele getir!" diye emretti.

202

SİYASETNÂME

Sonra kaptana, "Demir at ve gemiyi yerinde tut, ne yapacağını söyleyeceğim"

dedi. Kaptan söylenenleri yaptı. Köle dönüp, çantayı Melik'in önüne bırakıncaya

kadar, biz şarap içip denizi seyrettik. Melik kesesinden gümüş bir anahtar

çıkararak, çantanın kilidini açtı. Elini sokup, altından yapılmış bir balık

çıkararak denize attı. Balık suyun içinde kaybolup denizin dibine gitti. Bir

müddet sonra yüzük ağzında su yüzüne çıktı. Bir denizciye sandalını oraya

sürüp, o balığı tutmasını emretti. Köle, balığı, ağzında yüzükle melikin önüne

koydu. Melik, "İşte yüzük, al!" dedi. Kendisine saygılarımı arzettim. Melik altın

balığı tekrar çantasına koyup, kilitledikten sonra, anahtarı kesesine koydu".

Cafer, "İşte parmağımdaki yüzük odur" diyerek, çıkarıp Süleyman b.

Abdülmelik'in önüne bıraktı. Süleyman yüzüğü alıp bakarak, geri verdi ve,

—"Böyle bir adamın hatırasını kaybetmemelisin" dedi.

Maksadımız; hikâye anlatmak değildi. Fakat garip bir hikâye olduğu için

hatırınızda kalsın.

Maksadımız iyi zamanlar sona erip, işler zamanenin eline geçince, bunun işareti

olarak iyi bir padişahın ortaya çıkarak bozguncuları azaltmaya başlayacağı ve

görüşlerinin doğru olacağıdır. Böyle bir melikin hizmetinde bulunan vezir ve

devlet adamlarının asil ve iyi olmaları gerekir. Onlar işleri ehillerine havale

etmeli ve bir kişiye iki iş, iki kişiye bir iş vermemelidirler. İnançsızları

Page 117: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

zayıflatıp, imanlıları kuvvetlendirerek, zâlimlerin zulümlerine son vermelidirler.

Yollar emniyetli olmalı, padişah ve ordusundan herkes korkmalıdır. Ordu

kumandanlıklarını tecrübeli ihtiyarlara vermelidir. Yeni yetişen gençlere sanat

öğretirlerse dinlerini ve dünyayı para ile satmazlar. Bütün işler kendi kanun ve

usûllerine göre tertip edilip, yürütülmeli. Dünya işleri ile kendi dünyalarının

düzen tutması için, herkese bulunduğu ölçüde değer verilmeli. Bütün insanların,

kabiliyetlerine göre bir işi olmalı, bunun aksine hareket edilmesine padişah izin

vermemeli; işler, az veya çok adalet ölçüsü ve kılıç cezasıyla yürütülmelidir.

203

StYASETNÂME

KIRKÜÇÜNCÜ FASIL

Tesettür ehli, ordu kumandanlarının sırasının korunması ve sanatkârlar

Padişahın elinin altındakilerinin sanatkâr olmaları, padişahlığın parlaklığına ve

yüceliğine büyük zararlar getirir. Özellikle kadınlar tesettür ehli olup, akılları

kâmil değildir. Onlardan beklenen, sadece neslin güzel bir şekilde devam etmesi

olduğundan, asil oldukları derecede takdir edilir, örtündükleri derecede

beğenilirler. Padişah kadınları, kendileri bizatihi dışarıyı göremediklerinden,

işlerini görmekle yükümlü hizmetkâr, cariye, köle ve sahibe gibi kişilere

verdikleri emirleri fesat çıkarır. Dışarısı ile ilgileri olmadığından, emirleri

ekseriya hatalı olur. Bu yüzden de fitneye sebep olarak padişahın ihtişamına

gölge düşürür, halkı sıkıntıya sokarlar; ülke ve din zarar görür, reayanın malı

telef olur, devlet büyükleri incinir. Padişah kadınlarının, padişaha hâkim

oldukları devirlerde ülkede rezalet, kötülük, fitne ve fesattan başka bir şey

görülmemiştir. Pek çok görüldüğü için, kısa da olsa bu mealde bir hatırlatma

yapalım.

Karısının emrini yerine getirerek zarar görüp, sıkıntı ve güçlükler çeken ilk

insan Âdem (a.s.) idi. Hz. Havva'yı dinleyerek, buğdayı yeyince Cennetten

çıkarıldılar. Hak Taâla tövbesini kabul edip, affedinceye kadar ağladı. Kimisi bu

sürenin 200, kimisi de 300 sene olduğunu söyler.

204

Hikâye: Keykavus'un, kendisine hâkim olmuş Sudabe isimli bir karısı vardı.

Keykavus, Rüstem tarafından terbiye edilen oğlu Siyavuş'u çağırması için

Rüstem'e bir haberci gönderdi, "Onu özledim, yanıma göndersin" dedi. Siyavuş

oldukça güzel ve boylu poslu idi. Sudabe onu perde arkasından görünce, içine

fitne düşerek, âşık oldu. Keykavus'a, "Kızkardeşleri Siyavuş'u özlemiş görmek

istiyorlar, emret de Şebistan'a gelsin" dedi. Keykavus "Şebistan'a git,

kızkardeşlerin seninle görüşmek istiyorlar" deyince, Siyavuş "Emredersiniz,

fakat onların Şebistan'da, benim de eyvanda bulunmam daha iyidir" dedi.

Keykavus emrini tekrarlayınca Siyavuş Şebistan'a gitti. Babasının karısı

Sudabe, sahip olmak için kendisini kucaklayınca, Siyavuş öfkelenerek, "Ben

buraya isteyerek gelmedim, beni zorla gönderdiler" deyip, hırsla analığının

elinden kurtulup, Şebistan'dan çıkarak kendi

Page 118: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sarayına gitti.

Sudabe, Siyavuş'un olanları babasına söylemesinden korkup, acele ile

Keykavus'un yanına giderek, "Görmüyor musun, Siyavuş fena bir maksatla bana

saldırdı, elinden güç kurtuldum, oğlunun böyle hareket etmesi doğru mudur?"

dedi. Keykavus'un canı sıkılarak, "Pehlivanlık ve vahşet yerini buldu" dedi.

Siyavuş'a, Şahın gönlünü almak için ateşte yemin etmesinin gerektiğini

söylediler. Siyavuş, "Ferman padişahımındır, her ne isterse emreder" dedi.

Bunun üzerine, ovaya 6 km. uzunluğunda odun yığarak ateşlediler. "Yürü!"

dedikleri zaman, Siyavuş, gece renkli atına binip, Allah'ın adını anarak ateşe

girdi ve gözden kayboldu. Bir müddet sonra, Allah'ın izniyle ne kendi bedeninin,

ne de atının bir tek kılına zarar gelmeden öteki taraftan çıktı. Herkes bu işe

hayret ederek, Siyavuş'un günahsız olduğunu ikrar edince, Mecusi rahipleri o

ateşten alıp mabetlerine götürdüler. Bu ateş hâlâ durmakta, doğru karar verdiği

için hâlâ yanmaktadır.

Keykavus, Siyavuş'a Belh emirliğini vererek oraya gönderdi. Siyavuş,

Sudabe'den dolayı babasına darıldığı için gidiyordu.

205

KIRKÜÇÜNCÜ FASIL

Kendi kendine İran'da kalmamaya karar vererek Hindistan, Çin veya Maçin'e

gitmeyi düşünüyordu. Efrasyab'ın veziri Piran,onun bu düşüncesini haber alınca,

kendini tanıtıp, Efrasyab adına pekçok iyilikler teklif ederek, onu himayesine

aldı. Efrasyab onu çocuklarından daha hoş tutarak, "Evimiz bir ve her ikisi de

aynı cevherden" diyordu. Siyavuş babasının gönlünü alıp İran'a dönmek istediği

zaman, Efrasyab araya girerek, daha sağlam bir vesika yapıp, onu pekçok izzet

ve ikram ile babasının yanına göndereceğini bildirdi. Bu sırada Belh'ten

Türkistan'a gelen Siyavuş'a kızını vererek, makamını daha da yükseltiyor, ona

kendi oğullarından daha iyi davranıyordu.

Efrasyab'ın kardeşi Gersiyus'un, Siyavuş'u kıskanarak, suçsuz olduğu halde

ağabeyisinin huzurunda onu günahkâr ilân edince, Siyavuş Türkistan'da

öldürüldü. Eyvandan sütun düşüp yalan âh'a karıştı. Bunun üzerine, Sistan'dan

şahın sarayına gelen Rüstem, izin almaksızın Şebistan'a girdi ve Keykavus'un

karısı Sudabe'yi saçlarından tutup, sürükleyerek, kılıcı ile parçaladı. Kimse ona

"Ne yaptın?!" demeye cesaret edemedi. Bütün bu işlere, padişah üzerinde

hâkimiyet kuran Sudabe sebep olmuştu.

Her zaman kendi iradeleri ile haraket eden padişah ve erkekler, kalplerindeki

sırları kadınlarına açmadan yaşayarak doğru yolu bulmuşlardır. İskender'in

yaptığı gibi, hayatlarını onların arzu ve emirlerine boyun eğmeden devam

ettirmişlerdir.

Hikâye: Tarihler İskender'in Anadolu'dan gelerek Acem meliki Dara b. Dara'yı

mağlup ettiğini yazmaktadırlar. Dara bu hezimetten sonra kaçarken kendi

kölelerinden biri tarafından öldürüldü. Dara'nın, yüzü çok güzel, endamı

mütenasip Hoşeng adında bir kızı vardı. Hoşeng'in kızkardeşleri de güzel

idilerse de o en güzelleri idi. Hepsi Dara'nın çatısı altında mesture olarak

Page 119: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

yaşarlardı. İskender'e, "Dara'nın harem dairesine girip, dünyanın en güzel

kızlarını, özellikle yüz ve beden güzelliğinde benzeri olmayan, tertemiz,

Dara'nın Hoşeng adlı kızını görmek istemez

206

SİYASETNÂME

misin?" dediler. Söyleyenin niyeti, Dara'nın kızını gören İskender'in ondan

hoşlanarak evlenmesini temindi. İskender, "Biz onların erkeklerini yendik,

kadınlarına mağlup olmamız doğru olmaz!" diyerek, bu teklifi reddedip,

Dara'nın haremine girmeyerek, onun haremine hürmetkar davrandı. Kendi

selâmetini onlara yaklaşmamakta gördü, "Hem dostluk, hem de düşmanlıkları

açısından kadınlar erkeklerin yollarını kesen şeytan gibidirler"

dedi.

Bundan başka Hüsrev u Şirin, Ferhad u Sunurî hikâyeleri meşhurdur. Hüsrev

Şirin'i çok sevdiği için arzularının dizginini onun eline verdi ve Şirin ne derse

onu yaptı. Sonunda Şirin'in cesareti artarak, Hüsrev'in güzelliğine ve

padişahlığına rağmen Ferhad'ı sevdi.

Hikâye: Filozof Buzurcmihr'e dünyada kendisi gibi tedbirli ve bilgili bir insan

olmadığı ve bizzat devletin idarecilerinden olduğu halde Sasanîoğulları

padişahlığının niçin yıkıldığını sordular. "İlk sebep, Sasanîlerin büyük işlere, iş

bilmeyen, ehliyetsiz ve akılsız kişileri tayin etmeleridir. Diğer sebep, akıllı,

uyanık ve bilgili kişilere değer vermemeleridir. Beni, ilim ve aklı olmayan ve

kimseyi dinlemeyen kadın ve çocuklarla uğraşmaya mecbur ettiler. Bir

padişahlığın işi kadın ve çocuklara düştüğü zaman, padişahlığın o hanedandan

gideceğini, böyle bir sülâlede kalmayacağını iyi bil" dedi.

Hadis: Peygamberimiz (s.a.), "İşlerinizde kadınlarla meşveret ediniz. Onlar bir

iş hakkında "Böyle olmalı" dedikleri zaman, doğru olması için aksini yapınız"

buyuruyor. Kadınların akılları tam olsaydı, Peygamberimiz aksini yapın

buyurmazdı.

Hikâye: Hadiste şöyle anlatılmaktadır: Son günlerinde Peygamberimiz (s.a.)'in

hastalığı fazlalaşınca, ıztırabı öyle arttı ki, namaz vaktinin gelip geçmek üzere

olduğunu, arkadaşlarının

207

KIRKÜÇÜNCÜ FASIL

namazı cemaatle kılmak üzere beklediklerini bildiği halde, kalkıp namaza

gitmeye güç bulamadı. Hz. Aişe ile Hz. Hafsa (r. anhüma) başucunda oturmakta

idiler. Hz. Aişe,

— "Ya Nebiyyallah, namaz vakti geldi, geçiyor; mescide gidecek takatin

olmadığına göre, dostlarından imamlığı kimin yapmasını emredersin?" diye

sorduğunda Resulüllah,

— "Ebu Bekir" dedi. İkinci defa "Kimi emrediyorsun?" deyince, tekrar "Ebu

Bekir" dedi. Hz. Aişe Hz. Hafsa'ya,

— "Ben iki kere sordum, bir de sen şöyle sor" dedi: "Ebu Bekir zayıf bir adam,

seni bütün dostlarından daha çok sevdiği için çok üzgün. Senin yerini boş görüp

Page 120: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

de ağlamaya başlarsa, kendi namazını da, başkalarının namazını da bozar. Katı

ve sağlam kalpli olduğu için bu Ömer'in işidir. Emret imamlığı o yapsın".

Rasûlüllah Hz. Aişe ile Hafsa'nın sözleri bitince,

— "Sizin misâliniz Yusuf'un misâline benziyor, ancak ben sizin istediğinizi

istemiyor, doğru ve savabı Ebu Bekir'in imam olmasında görüyorum. Söyleyin

imamlığı o yapsın!" buyurdu.

Hz. Aişe'nin büyüklüğüne, ilmine ve ibadetlerine rağmen hakkında şöyle

buyurdu: "Aişe diğer kadınlardan daha bilgili ve faziletli olduğu halde, görüş ve

düşüncesinin derecesine bakın."

Hikâye: Benî İsrail zamanında şöyle inanıldığı rivayet edilir: "Kim kendini 40

yıl büyük günahtan korur, gündüz oruç tutup, gece namaz kılarsa, Allah Taalâ

onun üç duasını kabul eder". Bu devirde Benî İsrail'de gayet âbid ve iyi huylu

Yusuf adında bir adamla, dindar ve mesture Kezişfe adında bir kadın yaşıyordu.

Yusuf, 40 yıl Allah'a tâat ve ibadetle yaşadıktan sonra kendi kendine, "Şimdi

ben Allah'tan ne isteyeyim?" diye düşünmeye başladı. Kendisine gerekli olacak

üç şeyin en iyi şekilde tesbiti için müşavere edecek bir dost arıyordu. Pek çok

düşündüyse de aklına uygun bir dost gelmeyince, evine döndü. "Dünyada bana

karımdan daha yakın bir insan yoktur; eşim, çocuklarımın anası, benim iyiliğim

aynı zamanda onun da iyiliği, en büyük ihtiyaçlarımı an-

208

SİYASETNÂME

cak onunla tesbit edebilirim" diyordu.

Karısına, "Biliyorsun ki ben 40 senelik ibadetimi tamamladım. Üç ihtiyacım

Allah katında kabul edilecek. Benim iyiliğimi dünyada senden fazla kimse

istemez. Allah'tan neyi istesem daha iyi olur? Bu hususta ne dersin?" dedi.

Kadın, "Bilirsin ki dünyada gözüm seninle görür, kadınlar erkeklerin seyir

ekranları ve ekin tarlalarıdır, gönlün beni görmekle bahtiyar olduğuna, benimle

konuşmaktan zevk aldığına, göre Allah'tan bana, hiç bir kadına vermediği bir

güzellik vermesini dile. Eve her girişinde beni o güzellikte görerek, yaşadığım

müddetçe günlerin neşeli ve mesut geçer" dedi. Kadının bu yanıltıcı sözleri o

ahmak adamın hoşuna giderek, "Ya Rabb, karıma, hiç bir kadında görülmemiş

bir güzellik ver!" diye dua edince Hak Taâlâ onun duasını kabul buyurdu. Ertesi

sabah yataktan kalkınca, dünyaların görmediği bir güzelliği karşısında buldu.

Yusuf şaşırıp hayran oldu. Karısı her gün biraz daha güzelleştikçe sevincinden

yerinde duramıyordu. Birinci haftanın sonunda kadının güzelliği tam olgunluğa

erişince, güneş ve aydan bin defa daha güzel olduğu için, gören gözlerini ondan

ayıramıyordu. Güzelliği ülkenin her tarafına yayıldı, çok uzak şehirlerdeki

kadınlar bile onu görmeye geliyorlar, şaşırarak geri dönüyorlardı.

Bu kadın bir gün aynaya bakıp kendi güzellik ve olgunluğunu, ağzını, dişlerini,

göz ve kaşlarını hayranlıkla seyrederken, büyüklenip, bencilleşti. Kendi kendine,

"Bugün dünyada sahip olduğum bu güzellik kimde var? Geçimimi güçlükle

sağlayan, dünya nimetlerinden nasibi olmayan, her gün arpa ekmeği yiyen bu

fakir adamın zahmetine niçin katlanayım? Ben şah ve padişahların haremine lâ-

Page 121: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

yığım. Beni görseler, altın ve mücevherle satın alırlar, naz ve şefkatle elleri

üstünde tutarlar" dedi. Kendi kendine böyle fena düşüncelere daldı. Nihayet, bu

arzusu ve diğer istekleri galip gelerek, kocasına karşı geçimsizliğe ve

huysuzluğa başladı, Kocasını dinlemeyip, her şeyden şikâyet ediyor ve ağzına ne

gelirse söyleyerek, yaptığı cevr u cefa ile Yusuf'u canından bezdiriyordu.

Sürekli "Ben nasıl senin karın olabilirim?" diyerek, kocası ve

209

K1RKÜÇÜNCÜ FASIL

dört çocuğu ile ilgilenmeyi bıraktı. Artık evi ve çocukları için üzül-mediği gibi,

aksiliği o dereceye vardı ki Yusuf, canından bıktığı yetmezmiş gibi âciz ve

şaşkın kalıp çocuklarını sıkıntı içinde görerek, ne onlara ne de Allah'a hizmet

edemez duruma gelince, bir gün dayanamayarak "Ya Rabb; bu kadını ayı şekline

getir" diye dua etti. Allah duasını kabul ederek, kadını öyle bir ayı postuna soktu

ki, gören korkuyordu. Bunun üzerine Yusuf onu evden attıysa da, kadın bu

haliyle bir yere gidemiyor, evin kapısı önünde dolaşıyor, oradan uzaklaşamıyor,

bütün gün ağlıyor, çocuklarının ayaklarına kapanıyor, acizliğini bildiriyordu. Bir

müddet böylece yaşadılarsa da Yusuf çocuklarının bakımı ve anaları için

üzülmeleri kendisini Allah'a ibadetten alıkoyduğu için, ellerini istemeyerek de

olsa üçüncü defa huzur-ı İlâhî'ye kaldırarak, "Ya Rabb, bu ayı şeklindeki kadını

evvelki şekline iade et, senin hizmetinde bulunmam için, onun eskisi gibi

kanaatkar ve çocukları ile meşgul olduğu ilk şekline getir!" diye dua etti. Hak

Taalâ derhal duasını kabul buyurup, ayı şeklindeki kadın tekrar evinin ve

çocuklarının dertleri ile hemdert olan eski kanaatkar kadın şeklini aldı. Böylece,

Yusuf'un kırk yıllık ibadeti, bir kadın ile meşveret edip, onu dinlediği için heba

olup gitti. Bu hikâye, daha sonraları, insanların Allah'ın kadınları eğri yarattığını

bilerek, onların emirleri ile iş yapmamalarını öğütleyen bir darb-ı mesel haline

geldi.

Halife Me'mun, "Hiç bir padişah memleket, asker, hazine ve siyaset işlerinde

kadına konuşması için izin vererek bunlara müdahale etmesini veya bu zümre

arasından bir kimseyi korumalarına müsaade etmemelidir" demiştir. Kadınlar,

fırsat bulunca bir padişahı yerinden kaldırır, diğerini idam ettirirler. Neticede

halk yüzlerini onların saraylarına çevirerek, ihtiyaçlarını onlardan istemeye

başlar. Onlar da halkın kendilerine değer verdiklerini, saraylarını asker ve halkın

doldurmasını ve akıl almayacak isteklerde bulunmalarını görünce, bozguncu

düşüncelerle, din düşmanı kişilerin kendilerine yaklaşmalarını sağlarlar.

Neticede padişahın haşmeti, saray ve divanın hürmet ve şa'şaası gider, padişahın

ülkesi ve canı

210

SİYASETNÂME

tehlikeye düşer. Her yönden acı haberler gelerek, memleket ıztırap içine

düşeceğinden, ordunun incinmemesi için, vezirin böyle durumlarda temkinli

olması gerekir.

Page 122: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Padişahın kendinden önceki padişahların âdetlerini takip etmesi lâzımdır. Allah

Taalâ Kur'an-ı Kerim'de "Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler..." (Nisa 4/34)

buyurmaktadır. Eğer onlar kendi kendilerine yetebil sel erdi, erkekleri onları

korumaya memur etmezdi. Karısının hükmü altına girenin karşılaştığı her hata

ve günah, karısına müsaade ettiği için kendi suçudur.

Keyhusrev, "Hanedanının devamını, ülkesinin harap, yücelik ve haşmetinin yok

olmamasını isteyen bir padişah, karısına, hizmetkârlarından ve kölelerinden

gayrısına söz söyleme fırsatı vermesin" der. Padişah, vekillerine ve ıkta'

sahiplerine emirlerini bizzat verebiliyorsa, saltanatının devamından şüphesi

olmasın.

Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle buyuruyor: "Tesettür ehlinin (kadınların) sözleri

kendileri gibidir. Onları nasıl ki topluluğa göstermek gerekmiyorsa, sözlerini de

duyurmamak gerekir." Konunun esasının bilinmesini istediğimizden, bu

hatırlatmalarımız beğenilirse, pekçok benzeri aranılıp, görülebilir.

Hikâye: Allah (c.c.) padişahları bütün insanlardan üstün yarattığından, hepsi

onun yüceliğinin gölgesinde korunup, ekmek yerler. Padişahın, onları

koruyabilmek için kendini bilmesi, kulluk halkasını kulağından çıkarmayıp,

ibadet kemerini belinden çözmemesi gerekir. Kötülük ve iyiliklerini hiç bir

zaman unutmamak için, yaptıklarını onlara göstererek, onları canlarının istediği

her şeyi yapmaları için onları kendi hallerine bırakmamalıdır. Padişahın ferma-

nından dışarı çıkmamaları için herkesin kabiliyetini, işini, durumunu ve

oturduğu yeri araştırarak tesbit etmelidir,

Bir gün Hâkim Buzurcmihr, Âdil Enuşirvan'a şöyle dedi: "Vilâyet melikindir.

Melik vilâyeti orduya verebilir. Eğer ordu meliğin vilâyetinde şefkatli olmayıp,

vilâyet halkına merhamet ve mülayemetle muamele etmez, orada kendi kesesini

doldurmaya çalışarak,

KIRKÜÇÜNCÜ FASIL

halkın sıkıntılarını kendine dert edinmez, bütün zamanını yaralama, tutuklama,

hapsetme, azletme, gasp ve hıyanetle geçirirse, bütün padişahların yaptığı işi

yapan ordu ile melik arasında ne fark kalır? Ordunun böyle bir güce ulaşmasına

müsaade edilmemelidir. Altın taç daima altın rikap ve altın kadeh olmuştur. Taht

ve para hiç bir zaman padişahtan başkası adına yapılmamıştır. Bazıları, diğer bü-

tün melikler üzerinde ünü ve değeri olmasını isteyen meliğin, kendini maddî ve

manevî olarak süslemesi gerektiğini söylemişlerdir." Enuşirvan, "Nasıl?" dedi.

Hâkim, "Fena huyları kendinden uzaklaştırıp, iyi huylar edinmelidir. Fena

huylar şunlardır: Kin, kıskançlık, büyüklenme, öfke, şehvet, hırs, arzu, yalan,

cimrilik, zulüm, bencillik, acelecilik, şükürsüzlük, düşüncesizlik. İyi huylar ise;

utanma, iyi yaratılış, yumuşaklık, af, tevazu, cömertlik, doğruluk, sabır, şükür,

acıma, ilim, akıl ve adalettir. Memleket işlerini bu huylara dayanarak yaparsan,

hiçbir zaman danışmana ihtiyacın olmaz" dedi.

212

1

Page 123: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

KIRKDÖRDÜNCÜ FASIL

Ülkenin ve dinin düşmanı dinsizlerin ve Haricîlerin davranışlarının kontrolü

Bendeniz, Haricîlerin ortaya çıkışlarını ve başkaldırılarını bir kaç ayrıntı ile

hatırlatmak, aynı zamanda bu devlet hakkındaki şefkatimin derecesini, Selçuklu

Devleti hakkındaki arzularımı. Âlem Sultanına (Allah mülkünü ebedi kılsın,

onun oğulları ve hanedanı üzerindeki kem gözleri uzaklaştırsın) yaptığım özel

iyilikleri bütün dünyanın bilmesini istedim.

Haricîler her zaman ve her devirde mevcuttur. Hz. Âdem'den bugüne kadar

isyanlar çıkarmışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde, peygamberlere ve

padişahlara karşı bunlardan daha uğursuz, daha ters, daha aleyhtar, daha dinsiz

bir topluluk görülmemiştir. Bunlar, duvarların arkasında, memleketin

kötülüğünü isteyerek, karışıklık çıkarmaya çalışırlar. Kulaklarını konuşulanlara

dikerek, gözlerini öfke ile doldururlar. (Allah korusun) bu devlete bir felaket

vuku-bulsa, gizlendikleri yerden çıkarak isyana kalkışırlar.

Şiîlik (mezhebi) iddiasında bulunarak, Rafızîlerden daha büyük kuvvet

toplayabilir, bütün dinlere saygıları olduğunu söyler, ellerinden gelen kötülük,

bozgunculuk ve katilden geri kalmayarak, müslümanlık adına hareket ettiklerini

iddia ederler. Fiillerinde kâfirlerin fiillerini örnek aldıklarından, içleri

görünüşlerinin, sözleri de yaptıklarının ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.)'nın

dininin tam zıddıdır. Ülke için onlardan daha amansız düşman yoktur. Bugün

213

KIRKDÖRDÜNCÜ FASİL

devlete yakınlığı olan Şia gömleğinden başlarını çıkaran güruh bunlardır.

Efendimiz huzurunda işlerini yaparak, kuvvetleniyor ve Dünya Sultanını (Allah

mülkünü daim kılsın) Abbasî halifeliği hanedanını yıkmak için saldırmaya

teşvik ediyorlar. Bendeniz serpuşunu başından çıkarmasa, daha pekçok

rezillikleri görülür, fakat Cihan Padişahı onlar hakkındaki tecrübelerimden ve

uyarılarımdan dolayı bendenizden incinmekte, bu husustaki tutarsızlıklarını

açıklamamı istememektedir. Efendimizi paraya tamah eder duruma getirerek,

beni garaz sahibi olarak gösterdiklerinden, bu husustaki nasihatlerim kendisini

tatmin etmiyor. Onların yaptıkları suistimallerle çıkardıkları karışıklıklar

öğrenildiği zaman, bendenizin bu devletin yaşaması için sarfettiğim gayretin ve

iyi dileklerimin derecesi anlaşılacaktır. Yüce devletin gidişi ile bu taifenin onun

hakkındaki arzu ve fiillerinden bu fakir habersiz değildir. Hiçbir zaman yüce

görüşlerini, (Allah daha yüceltsin), düşüncelerini benden gizlemedi. Fakat

bendenizin bu konudaki sözlerimi kabul etmediğini, onlara inanmadığını

görünce, huzurunda tekrar etmeye lüzum görmedim.

Onların bazı özelliklerini, baş kaldırışlarını, nasıl bir toplum olduklarını, nasıl

çalıştıklarını, din ve inançlarının ne olduğunu, doğuşlarını, kaç defa isyan

çıkardıklarını ve her isyandan sonra nasıl mağlup olduklarını, bendenizden sonra

senet olması ve çok önemli olduğu için kitabın hacmi müsaadesince hatırlattım.

Din ve devletin sultanı, bu lanetlenmiş toplumun Şam, Yemen ve Endülüs"teki

ayaklanmalarını ve öldürdükleri insanları bilmelidir; fakat bendeniz bunların

Page 124: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

hepsini anlatmayacağım. Eğer onların bütün durumlarını öğrenmek isterlerse,

tarihleri, özellikle Tarih-i lsfehan'\ okumalıdırlar. Bu kitapta Cihan Sultanının

ülkesi olan Acem topraklarında neler yaptıklarını gösterebilmek için, bunların

yüzde birini yazacağım.

214

KIRKBEŞİNCİ FASIL

Mazdek'in ayaklanması, dini ve Âdil Nuşirevan tarafından öldürtülmesi

Dünyada bir dini ifsat eden ilk kişi, İran'da, Âdil Nuşirevan'ın babası Kubâd b.

Firuz'un şahlığı devrinde yaşayan, Mecusilerin başrahibi Mazdek'tir. Mazdek,

Mecusîlerin dinine zarar verip, dünyada yeni bir yol yaymak istedi. Buna da,

yıldızlardan iyi anlaması sebep olmuştu. Şöyle ki:. Onların hareketlerinden, o

devirde bir adamın zuhur ederek Mecusî, Yahudi, Hıristiyan ve putperestlerin

dinlerini ortadan kaldırıp, dinini, mucizelerle veya zor ile insanlara kabul ettirip,

kıyamete kadar yaşayacağını çıkardı. Bu kişinin kendisi olması temennisiyle

gönlünü buna bağlayıp, halkı nasıl davet edeceğini ve nasıl yeni bir din meydana

getireceğini düşündü. Padişahın meclisinde, din ve devlet büyükleri arasında

büyük saygısı bulunuyordu. Peygamberlik iddiasına kadar da kimse kendisinden

yalan bir söz işitmemişti. Bir gün ortaya çıkıp, "Beni hidayet için gönderdiler,

Allah'ın kanunları Zerdüşt'ün iddia ettiği gibi değildir. Benî İsrail'in bir kısmı

Hz. Musa'nın Allah tarafından getirdiği Tevrat hilâfına hareket edince, Hak

Taâlâ nasıl yine Tevrat'ın hükmü ile bir peygamber gönderip, Beni İsrail

arasındaki ihtilâfı kaldırdı ve Tevrat hükümlerini tekrar geçerli kılarak halkı

doğru yola getirdi ise, şimdi de Zerdüşt dinini yenilemek ve halka doğru yolu

göstermek üzere beni gönderdi" dedi. Mazdek'in bu sözleri Melik Kubâd'a kadar

ulaştı.

215

KIRKBEŞİNCİ FASIL

Kubâd, ertesi gün devlet ileri gelenlerini ve rahipleri toplayıp mollaların başı

Mazdek'e,

—"Gel bakalım,sen peygamberlik iddia ediyormuşsun, delilin ve mucizen

nedir?" dedi. Mazdek,

— "Evet, ben Zerdüşt'ün getirmiş olduğu ve düşmanlarımızın bozup, içine

şüpheler düşürdüğü dini tekrar eski şekline getirmek için gelmişim. Kitabın

mânası bugün kullanıldığı gibi değildir, ben o mânaları size açıklayacağım"

dedi. Kubâd,

— "Mucizen nedir?" dedi. Mazdek,

— "Mihrabınızın kıblesindeki ateşle konuşup Allah'tan ateşe emretmesini ve

onun da melik ve yanındakilerin duyacağı şekilde benim peygamberliğime

şahadet etmesini isteyeceğim" dedi. Melik,

— "Ey rahipler ve ülkemin uluları, bu konuda ne dersiniz?" deyince rahipler,

Page 125: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

— "Öncelikle bizim dinimiz, kitabımız ve Zerdüşt aleyhine söz söylememesini

isteriz. Kitabımızda öyle sözler vardır ki her birinin on kadar mânası mevcuttur.

Her rahibin te'vil ve tefsiri başkadır. Tefsirinin ve ibarelerinin daha güzel olması

mümkündür. Fakat bu "Ma'budunuz olan ateşi konuşturayım" diyor, hayret,

ateşte insan kudreti yoktur, bu ise onunla konuşacağını söylüyor, Melik daha iyi

bilir" dediler. Kubâd, o zaman,

— "Eğersen ateşle konuşursan ben de senin peygamberliğine şahitlik edeceğim"

dedi. Mazdek,

—"Melik söz veriyor, bu söz üzre rahipler ve devlet uluları ile ateşgedeye

gidelim, duam ile Allah ateşe konuşma izni verecek, buyurursanız ben bugün, bu

saat bu mucizeyi göstereyim" dedi. Melik,

— "Bunda karar kıldık, yarın hepimiz ateşgedede hazır olup, ne olacağını

görelim" dedi.

Mazdek bu topluluğu kandırmak için o gece bir hile hazırladı. Ateşgedenin

arkasına gizli bir bölme yaptırarak buraya birisini gizledi ve ona, kendisi ne

derse cevabını vermesini, Allah'tan yüksek sesle bir şey istediği zaman, o

delikten yüksek sesle "Eğer iki cihanda da talihli olmak dilerseniz, ey Allah'a

inanan İran'ın ileri

216

SİYASETNÂME

gelenleri, Mazdek'in sözlerini dinleyin ve ona göre amel edin!" demesini

söyledi.

Ertesi gün Kubâd ve diğerleri ateşgedede toplanınca Mazdek geldi; bir köşede

durarak yüksek sesle Allah'ın ismini anıp, Zerdüşt'ü övücü sözler söyleyerek,

sustu. Hepsi ne cevap geleceğini merakla dikkat kesilince, ateşin içinden Melik

ve diğerlerinin duyacağı şekilde, az önce söylediğimiz sözler geldi. Bu duruma

hepsi şaşırdı. Kubâd kendi kendine, Mazdek'e inanması gerektiğini itiraf ederek,

ateşgededen çıktı. Ondan sonra Kubâd, inanabilmek için Mazdek'i her gün

kendisine biraz daha yaklaştırıyordu. Neticede, tahtının yanına Mazdek için altın

bir kürsü yapılmasını emretti. Artık kabul günlerinde Kubâd taht'a, Mazdek de o

altın kürsüye oturuyordu. Böylece rütbesi melikten daha üstün olmuştu. Halk,

şahlarına olan düşkünlüğünden, onun isteği ile veya muvafakatini almak için

Mazdek'in dinine giriyordu. Çok uzak şehir ve kasabalarda bile insanlar gizli

veya açık olarak bu yolu tutunca, ordu ileri gelenleri de Melik Kubâd'ın

muvafakati ile onun dinine intisap ettiler. Rahipler ise, durum ne olacak endişesi

ile onun yolunu tutmadılar.

Mazdek, padişahın kendi dinine girdiğini ve halkın da bu yolu tuttuğunu

görünce, bütün dünya nimetlerini ortaya döküp, "Mal ve altın meliğin değil,

halkındır. Herkes Allah'ın kulu ve Hz. Âdem'in çocuğudur. Kimin ihtiyacı olursa

bunu bir diğerinin malından karşılayabilir. Hiç kimseye yiyecek parası için

eziyet edilmeyip, bütün insanların durumu eşit olmalıdır" dedi. Kubâd ve

Mazdek'e inanan cemaat buna inanıp, malda ortaklığa razı olarak mallarını

halkın emrine bıraktılar.

Page 126: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bu arada Mazdek, "Karılarınız da sizin mallarınızdır. Onların da mallarınız gibi

herkese mubah olması, kim hangi kadını dilerse kimsenin engel olmaması, helâl

sayılması gerekir. Bizim dinimizde kıskançlık ve acıma yoktur. Kimse

lezzetlerden, zevklerden ve mallardan yoksun kalmamalı. İstek ve arzuların

kapıları herkese açılmalı" dedi. Malın ve kadının ortak sayılması, Mazdek

dininin taraftarlarının artmasına sebep oldu, Mazdek dini kâidesince. bir ada-

217

KIRKBEŞİNCİ FASIL

mın evine yirmi kişi misafir olsa ekmeğini, yemeğini, şarabını, çalgısını hazırlar,

yeyip, içerler ve kalkıp teker teker karısına sahip olurlar, onlarca bu ayıp

sayılmazdı Diğer bir âdet de şu idi: Bir adam bir eve gidip evin kadını ile

uyuşursa, külahını kapıya asıp içeri girerdi. Evin erkeği gelip kapıda külahı

görünce evinde bir adamın meşgul olduğunu anlar, iş bitinceye kadar eve

girmezdi.

Bu gelişmeden rahatsız olan Nuşirevan gizlice bir adam göndererek rahipleri

çağırıp, onlara,

— "Siz bu kötü mezhebe girdiniz mi?" diye sordu. Onlar, —"Hayır" dediler.

Nuşirevan:

—Niçin böyle sessiz oturuyor, o köpeğe bu hususta bir şey demiyorsunuz?

Yaptığı bu akıl almaz iş hakkında niçin ona nasihat vermiyorsunuz? O, riya,

hırsızlık ve gözbağcılığı ile Mazdek köpeğinin çuvalına girmiş, ortaya attığı din

ile mal mubahtır, kadın mubahtır diyerek halkın hareminden örtüyü kaldırmıştır.

Bütün insanları şaşırtıp zaptettiğine göre, daha pekçok rezaletler görülecektir.

Bunlar hakkında delilinin ne olduğunu ve kimin buyurduğunu, ortaya koyduğu

mucizenin ne olduğunu, ateşin asla konuşamayacağını, yalan söylediğini bir

kere de sizler söyleyiniz. Sizler büyükler olarak susarsanız, sizin mallarınız ve

karılarınız da ellerinizden gidecektir. Hanedanın mülkü ve devleti gitmiş,

babamın beyni yok olmuş, onu tedavi edip, tekrar ayağa kaldırmak için, hepiniz

babamın huzuruna gelip, söylediklerimi tekrarlayarak ona öğüt veriniz.

Mazdek'le münazaraya giriniz. Bakalım size ne delil gösterecek? Bu işlerden

büyük üzüntü duyan Nuşirevan büyüklere ve tanınmış kişilere böyle gizlice

haber gönderip babasının fena bir sevdaya kapılarak, aklını kaybettiğini, kendisi

ve ülkesi için doğruyu seçemediğini, onu tedavi yollarını aramalarını

bildirdikten sonra. "Söylediklerim o köpeğin kulağına gitmemeli ve onun sözü

ile iş yapmamalısınız. Sizlerin, babam gibi aldanmamanız gerekir" diyor; onun

dininin bâtıl olup, devamlı olamayacağını, yarın onlara faydası olmayacağını"

bildiriyordu.

Bütün büyükler Nuşirevan'dan korkuyorlardı; gerçi bazısı

218

StYASErNÂME

Mazdek'in dinine girmeye niyetlendilerse de onun haberi üzerine "Görelim

Mazdek'in işi nereye varır, daha 15 yaşında akıllı ve zeki bir genç olan

Nuşirevan bu sözleri neye dayanarak söylüyor? Bekleyelim, görelim" diyorlardı.

Page 127: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Neticede rahipler birleşip Kubâd'ın huzuruna gittiler ve şöyle dediler:

"Sultanımız, biz Âdem (a.s.) devrinden beri, Şam diyarında yaşayan bu kadar

peygamberin kitabında Mazdek'in söylediklerini ne gördük, ne de okuduk. Bu

din hakkında Mazdek ne diyor?" Kubâd,

— "Ne delil göstereceğini bilmiyorum, Mazdek'e sorunuz" dedi. Mazdek'i

çağırıp da yeni dini hakkında hangi delillere dayandığını sorunca,

—"Zerdüşt böyle söyledi, bizim kitabımız da böyledir, fakat halk onun tefsirini

bilmiyor, bana inanmıyorsanız ateşe sorunuz" dedi. İkinci defa ateşgedeye

giderek, sordukları zaman, ateşin ortasından şöyle bir söz geldi: "Sizin sözleriniz

değil, Mazdek'in söyledikleri doğrudur". Rahipler ikinci defa utanarak, başları

önlerinde geri döndüler. Ertesi gün olanları Nuşirevan'a anlatınca, akıllı ve zeki

Nuşirevan bu köpeğin bu yolda hile ile ilerlediğini, halkı yanıltarak,

ateşperestlere üstünlük sağladığını anladı.

Bu olay üzerinden bir sene kadar geçti. Bir gün Kubâd ile Mazdek arasında

şöyle bir konuşma oldu: Mazdek,

—"Halk bu mezhebi çok arzu ediyor, Nuşirevan serkeşlik etmeyip bıraksa

herkes bu dini kabul eder". Kubâd,

—"Nuşirevan bu dinden değil mi?" dedi. Mazdek,

—"Hayır" diye cevap verdi. Melik,

—"Nuşirevan'ı getiriniz!" dedi. Nuşirevan'ı getirdiler. Kubâd onu görünce:

—Sen Mazdek'in dininden değil misin?

—Allah'a şükür hayır.

—Niçin?

—Çünkü o, dolandırıcı ve hilekârdır.

— Nasıl hilekâr olur? Ateşi konuşturuyor.

219

KIRKBEŞİNCİ FASIL

—Dört şey vardır. Bunlara dört huy denir, su, ateş, toprak, hava; hepsi aynıdır.

O, ateşten kulağımıza ses getiriyor, öyle ise su, hava ve topraktan da getirsin,

ben de kendisine inanayım.

—Onun söylediği sözler kendi sözleri değil, kitabımızın sözleridir.

—Kitapta mal ve kadın mubahtır denilmiyor, âlimlerden hiçbiri mal ve

kadınların mubah olduğuna dair bir tefsir yapamadı. Mal ve kadın, din yönünden

haramdır, bu her ikisini de mubah olarak gösteriyor, o zaman insanla hayvan

arasında ne fark kalır? Aklı başında olan kişi buna ne der?

—Ben senin babanım, bana nasıl karşı çıkarsın?

—Babaya saygıyı senden öğrendim. Uzun zamandan beri böyle bir âdet yoktu.

—Babana muhalefet ettiğini görüyorum, Sen bundan vazgeçersen, ben de bu

âdeti kaldırırım. Mazdek, Kubâd'a şöyle dedi:

— "Nuşirevan kesin konuştuğuna göre, ya benim delilimi ortadan kaldırır veya

dinimize girer". Melik, Nuşirevan'a,

— "Ya bu dini kabul edersin veya diğerlerinin ibret alması için seni idam

ederim" dedi. Bunun üzerine Nuşirevan, "Bana 40 gün müsaade ediniz, ya bu

Page 128: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

delilin bâtıllığını gösterir veya Mazdek'e cevap verecek birini bulurum" dedi.

Kabul edilerek, toplantı dağıldı.

Nuşirevan babasının yanından ayrılınca Fars bölgesinde yaşayan âlim, zeki ve

yaşlı bir Mecusî rahibine bir mektup göndererek, babası ve Mazdek'le arasında

geçen konuşmaları anlatıp, hemen gelmesini istedi.

Kırkıncı gün-

, Melik Kubad divân kurarak kendisi tahtına, Mazdek de altın kürsüye oturunca,

Nuşirevan'ın çağrılmasını emretti. Nuşirevan gelince Mazdek Kubâd'a,

—"Sor bakalım, kırk gün geçti, bize ne getirdi? Nasıl cevap verecek?" dedi.

Kubâd: —Hani ne getirdin?

220

SlYASETNÂME —"Düşünüyorum". Mazdek:

— Düşünme zamanı bitti. Onu idam etmen gerek.

Kubâd sustu. Mazdek, onu tutmalarını işaret edince, muhafızlar üzerine

yürüdüler.

Nuşirevan (babasına), "Sürem henüz dolmadı, ne kadar acele emirler veriyorsun.

Bu gün kırkıncı gün, süre yarın tamamlanacak. Yarın ne isterseniz yaparsınız."

Kumandanlar ve rahipler hep beraber, "Doğru söylüyor!" diye bağırdılar.

Kubâd, "Onu bu gün de bırakınız!" deyince, muhafızlar Nuşirevan'ın yanından

uzaklaştılar. Kubâd tahtından inince divan dağıldı. Nuşirevan da sarayına döndü

Bu arada, Nuşirevan'ın Fars'tan çağırdığı rahip, bir devenin hörgücünde, sora

sora Nuşirevan'ın sarayına geldi; devesinden inip, saraya girerek, bir uşak

çağırıp, "Git Nuşirevan'a Fars'tan çağırdığı rahibin geldiğini, kendisiyle görüş-

mek istediğini söyle!" dedi. Uşak hemen odaya girip haber verince, Nuşirevan

sevinçle koşup, rahibi kucaklayarak, "Ey rahip, benim öteki dünyadan

döndüğümü bilmelisin" deyip, başından geçenleri anlattı. Rahip,

"Söylediklerinin hepsi doğru, hiç kendini üzme. Mazdek hatalı olduğu için

Kubâd'a yaptıklarından pişman olarak, doğruyu kabul edecek. Fakat Mazdek

benim geldiğimi öğrenmeden önce, benim Melik'Ie görüşmemi temin et" dedi.

Nuşirevan ikindi namazından sonra saraya gidip, babasını görerek, "Baba,

Mazdek'in sorularına cevap vermek üzere Fars'tan bir rahip geldi, ancak bu gece

Melik'Ie yalnız görüşmek istiyor." dedi. Bunun üzerine Kubâd, oğlunun

göstereceği delilin ne olduğunu anlayarak, kabul edebileceğini söyledi.

Sarayına dönen Nuşirevan, gece olunca misafirini babasının huzuruna götürdü.

Rahip Kubâd'ı ve oğlunu övdükten sonra,

—"Mazdek'in iddiası hatalıdır. Hem bu âdeti o koymamıştır" dedi. Kubâd,

—"Nasıl olur?" deyince rahip şunları söyledi:

—Ben Mazdek'i iyi tanır, onun bilgisinin seviyesini de bili-

221

K1RKBEŞİNCİ FASIL

rim; biraz astronomiden anlar, fakat bu âdet onun hükümlerine ters düşmüştür.

Kitaba göre; bir adam ortaya çıkacak, peygamberlik iddia edip, görülmemiş bir

Page 129: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kitap getirecek, büyük mucizeler gösterip ayı ikiye ayıracak, halkı Hak yoluna

davet edecek, temiz bir din getirerek, Ateşperestlik ve diğer dinleri bâtıl

sayacak, Cennet vade-dip, Cehennemle korkutacak, sığınağı olan şeriatında

malları haram ve helâl olarak göstererek halkı şeytanın şerrinden kurtarıp,

meleklerle dost olmasını sağlayacak, ateşgede ve puthâneleri harap edecek,

bütün dünyaya yayılıp, kıyamete kadar devam edecek ve onun peygamberliğine

yerde ve gökte ne varsa şahitlik edecektir. Bu o peygamber olabilir ama, o Acem

olmayacak. Mazdek ise her-şeyden önce Acemdir. O, Zerdüşt'ün bâtıl olduğunu

bildirip insanları ateşe tapmaktan menedeceği halde, Mazdek hem Zerdüşt'e

inandığını söylüyor, hem de ateşe tapmayı emrediyor. O, kimsenin haram

peşinde koşmasına, hakkı olmayan bir şeye sahip olmasına izin vermeyerek,

hırsızın elinin kesilmesini emrediyor. Mazdek ise herkesin malını ve karısını

helal gösteriyor. O peygambere emir gökten, melek vasıtasıyla geldiği halde,

Mazdek ateşle konuşuyor. Bu bakımdan Mazdek'in dininin aslı yoktur. Yarın

Melik'in huzurunda, bâtılı doğru olarak gösterip, senin elinden padişahlığı

almak, hazinelerini telef etmek, seni bayağı bir kimse durumuna düşürmek

istediği için onu rezil edeceğim.

Bu sözlerden hoşlanan Kubâd'ın içine Mazdek'ten yana bir şüphe düştü.

Ertesi gün Kubâd tahtına oturunca, Mazdek de gelip kürsüsüne oturdu.

Nuşirevan tahtın önünde duruyordu. Rahipler ve devlet büyükleri

toplandıklarında, Nuşirevan'ın davet ettiği Farslı rahip gelip Mazdek'e şöyle

dedi:

— "Soruyu sen mi soracaksın, ben mi?" Mazdek,

— "Ben" deyince, rahip,

— "Öyle ise sen buraya gel. Cevap veren ben olacağıma göre, orada ben

oturacağım" dedi. Mazdek, utanarak,

— "Beni buraya Emir Kubâd oturttu, sen değil. Öyle ise sen

222

SİYASETNÂME

sor ben cevap vereyim" dedi. Rahip:

— Mala tek kişinin sahip olamayacağını söylemişsin.

—Evet.

—Bu manastırları, köprüleri, ateşgedeleri ve diğer hayırları, insanlar gelecek

dünya için yapıyorlar değil mi? —Evet.

—Bunun karşılığı kimin olacak Mazdek buna cevap veremedi.

— Sen kadınların da ortak mal olduğunu söylemişsin, bir kadın yirmi erkekle

ilişki kurduktan sonra hamile kalsa, doğan çocuk kimin olacak?

Mazdek sesini çıkarmayınca rahip devam etti:

— Malları, kadınları ve nesilleri ortadan kaldırıp, padişahlığı babasından miras

kalmış bu muzaffer Melik'i yanıltmaya çalışıyordun. Bu Melik'in karısı on

adamla temas kursa çocuğun kimden olacağını nasıl bilirsin? Nesil kesilince de

padişahlık hanedandan çıkar. Büyüklük, küçüklük, zenginlik ve fakirlik

ortadan kalkınca, bir miskinin hizmetini çaresiz ulu bir kişi yapar. Sen malın,

Page 130: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

büyüklük ve küçüklüğün yok olmasını, en kötü kişi ile padişahın aynı seviyeye

inerek, saltanatın batmasını istiyorsun. Sen, padişahlığın Acem topraklarından

sökülüp atılması ve halkı birbirine düşürmek için ortaya çıktın.

Mazdek bunların hiçbirine cevap veremeyince, Melik ve bütün cemaat hayrette

kaldı. Melik, Mazdek'e, —"Cevap ver" dedi. Mazdek cevaben,

— "Hemen şimdi onun boynunu vurdurmalısın" dedi. Kubâd, —"Delilsiz

kimsenin boynu vurulamaz" dedi. Mazdek,

— "Ben kendimden birşey söyleyemem, ateş ne emrederse onu söylerim" dedi.

Nuşirevan için oldukça endişelenen cemaat, bu soru ve cevaplar üzerine

sevindiler. Mazdek'in yalancı olduğunu, Nuşirevan'ı öldürtmek niyetinde

bulunduğunu ve şimdi bu belâdan kurtulduğunu anladılar. Kubâd, Mazdek'in

"Rahibi öldür" demesinden şüphelen-

223

KIRKBEŞİNCİ FASIL

diğinden öldürmedi. Mazdek o anda, kendi kendine yeteri kadar askeri ve silahı

olduğunu düşünerek Kubâd'ı ortadan kaldırmayı, daha sonra da Nuşirevan ve

diğer muhaliflerini öldürmeyi tasarladı. Ertesi gün ateşin ne emredeceğini

öğrenmek üzere, ateşgedede buluşmayı kararlaştırıp, dağıldılar.

Gece olunca Mazdek kendi dinine mensup rahiplere altınlar verip, vaadlerde

bulunarak, onları kumandanlarına gönderdi. Bunu kimsenin duymaması için

kendilerine yemin ettirip, ellerine birer kılıç verdi. "Yarın Kubâd, devlet

büyükleri ve rahipler ateşgedeye geldiklerinde, ateş eğer "Kubâd'ı öldür!" derse,

hiç korkmadan öldürün, çünkü kimse mabede silah ile gelmez" dedi. Rahipler de

"Emredersiniz!" dediler.

Ertesi gün büyükler ve rahipler ateşgedeye gittiler. Kubad Nu-şirevan'ın rahibine

giderek, "Mazdek bir hile yapabilir, adamlarından on tanesine söyle, elbiseleri

altına kılıçlarını gizleyerek gelsinler" dedi. Nuşirevan da bu şekilde hareket

ederek birlikte ateşgedeye geldiler. Mazdek ateşgedeye gideceği zaman, adamını

ateşgedenin arkasına gizler, o delikten ne söyleyeceğini öğretirdi. Mazdek,

herkes toplandıktan sonra Farslı rahibe, "Sor, ateş sana cevap verir" dedi. Rahip

ateşe ne sorduysa cevap alamadı. Sonra Mazdek ateşe, "Hakkımızda hüküm ver,

bana doğru olarak şahitlik et" dedi. Ateşin arasından "Ben dünden daha zayıfım,

bana Kubâd'ın kalp ve ciğerinden rızık verin. Mazdek ölümsüz mucizeleri olan

rehberdir, size ne yapacağınızı sonra söylerim" diye bir ses geldi. Mazdek,

"Ateşi kuvvetlendiriniz!" deyince, adamları Kubâd'ı öldürmek niyetiyle ellerini

kılıçlarına attılar. Rahip Nuşirevan'a, "Çabuk ol, Melik'i bul!" dedi. Nuşirevan

getirdiği on kılıçlı adamla, o kişileri yakalayıp, Kubâd'ı öldürmelerine müsaade

etmedi. Mazdek hâlâ, "Ateş Allah'ın emrini söylüyor" diyordu. İnsanlar, bir

kısmı "Kubâd'ı öldürerek ateşe atalım!", diğer kısmı ise "Canlı olarak ateşe

atalım!" diye iki kısma ayrıldılar. Bir kısmı ise "Düşünerek en iyi yolu bulalım"

diyerek oradan ayrıldı. Kubâd da, "Acaba ne günah işledim ki ateş beni yemek

istiyor, elbet beni bu

Page 131: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

224

SİYASETNÂME

dünya ateşi ile yakmalarını gelecek dünya ateşi ile yakmalarından daha çok

isterim" diyordu.

Ertesi gün Farslı rahip Kubâd'la buluşunca rahiplerden ve geçmiş padişahlardan

bahsederek, çeşitli dinlerden deliller göstererek, Mazdek'in peygamber

olmadığını ve meliklerin hanedanına düşman olduğunu, önce Nuşirevan'ı

öldürmek istediğini, bunu başaramayınca Meliki öldürmeye kalkıştığını,

ateşgedede duyduğu sesin kıymetinin olmadığını, ateşin asla konuşamayacağını

söyledi. "Ben şimdi bunun nasıl olduğunu, ateşin konuşamayacağını, bir başka

kişinin konuştuğunu Melik'e isbat ederim" dedi. Kubâd da yaptığından pişman

oldu. Rahip, "Eğer bu ülkenin hanedanında kalmasını istiyorsan, Nuşirevan'ın

söylediklerini yap. Onun küçük olduğuna bakma, aklı kemâle ulaşmış. Fakat

şimdi bu iş açıklığa kavuşuncaya kadar Melik, Mazdek'i hiç yanına

sokmamalıdır" dedi. Sonra rahip, Nuşirevan'a, "Bize ateşin hilesini ortaya

çıkaracak, Mazdek'in yakınlarından birini elde etmeye çalış" dedi.

Nuşirevan, ruhbanlardan birini, Mazdek'in rahiplerinden bir kişiyi hile ile

huzuruna getirmeye ikna etti. O da bunlardan birini yalnız olmak şartıyla

kandırıp Nuşirevan'ın huzuruna getirdi. Nuşirevan, Mazdek'in rahibinin önüne

1.000 altın dinar koyup, "Bu altınlar senin, sana bir şey soracağım, doğru

söylersen bunlardan daha çoğunu vereceğim, doğru söylemezsen bir kılıçla

kafanı uçuracağım" dedi. Adam korkarak, "Doğru söyleyeceğim" dedi; "Fakat

ben bu sırrı söyleyince onu iyi korumalısın, yoksa, beni belânın ortasına

atarsın". Nuşirevan, "Kimseye söylemeyeceğim" dedi. Adam, "Mazdek'in

durumunu mu soracaksın?" deyince Nuşirevan, "Evet!" dedi. Adam, "Efendi,

ateşgedenin yakınında Mazdek'in satın alıp yüksek duvarlarla çevirdiği bir bina

var, oradan ateşgedeye bir lağım açtırdı; ateşgedenin ortasında da çok küçük bir

delik var, bir işi düştüğü zaman oraya bir adam gönderiyor, ona o deliğin

ağzından şöyle şöyle konuş diye öğretiyor, işiten de ateşin konuştuğunu

zannediyor" dedi. Nuşirevan bunları duyunca, "Allâhu ekber, doğru söylediğine

çok sevindim" dedi. Ona daha

225

K1RKBEŞİNCİ FASIL

pek çok ihsanda bulunarak, "Artık seni korumak benim vazifemdir"

dedi.

Gece olunca onu babasının yanına götürdü. Olanları bir kere de Kubâd'ın

önünde anlatınca Melik hayrette kalarak, artık Mazdek'in hilekârlığından ve

küstahlığından şüphesi kalmadı. Farslı rahibi getirip, durumu ona anlattılar.

Rahip, "Ben Melik'e bunun sahtekâr ve yalancı olduğunu söylemiştim" dedi.

Kubûd, "Şimdi onu nasıl ortadan kaldıracağız?" diye sordu. Rahip, "Dediğimi

yaparsan iş kolay. O senin işi öğrenip, yaptıklarına pişman olduğunu henüz

bilmiyor. Ben gidiyorum. Sabahleyin erkenden siz bir cemaat teşkil edin, onunla

Page 132: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

halkın önünde münazara ederek siperini düşürelim, aczini ortaya koyalım. Ben

Fars'a gideceğimi, bu kötü âdetler ortadan kalkıncaya kadar Nuşirevan'ın

emirlerini dinleyeceğimi söyleyeyim" dedi.

Kubâd bir kaç gün sonra, bütün devlet büyükleri ile rahiplerin sarayda

toplanmalarını ve Farslı rahip ile elbirliği yaparak Mazdek ile münazara

yapmalarını emretti. Hepsi bu fikri çok beğendiler. Ertesi gün Kubâd tahtına,

Mazdek de kürsüsüne oturunca, bütün rahipler yerlerini aldılar. Herbiri bir söz

söyledi. Sıra Farslı rahibe gelince,

—"Ateşin konuşması bana acayip geliyor" dedi. Mazdek:

—Allah Taâlâ'nın kudretini acaip bulmamak gerek, görmüyor musun Musa (a.s.)

bir sopayı ejderha olarak gösterdi. Suya "Firavun ve bütün askerlerini gark et!"

dedi, hepsi boğuldular. Allah toprağa "Karun'u içine al!" emrini verince, yer onu

gömüverdi. İsa (a.s.) ölüyü diriltti. Bunların hiç biri insan gücü ile olmamıştır.

Beni de peygamber olarak gönderip, ateşi emrime verdi. Ben ne dersem ateş onu

yapar, benim emrime uyan iki cihanda da kurtuluş bulur. Emrimi dinlemeyenler

Allah'ın azabına duçar olarak, helak olur.

Bunun üzerine rahip ayağa kalkarak,

—"Allah'tan bahseden kişi ateşi şahit olarak gösteriyor. Ben böylesine cevap

vermem. Bu insan bana öyle bir şey göstersin ki

226

SİYASETNÂME

ben onu yapmaktan âciz kalayım. Şimdi benim yapacağım bir şey yok" deyip,

Fars yolunu tutup, gitti. Kubâd tahtından kalkıp, yedi gün hizmet etmek üzere

Mazdek ile beraber ateşgedeye gitti. Halk evlerine döndü. Mazdek'in dinine

inananların inançları kuvvetlendi, onlar da sevinerek yuvalarına döndüler.

Gece olunca Kubâd Nuşirevan'ı çağırıp,

—"Rahip giderken senin dirayetinden bahsederek, beni sana havale etti, bu dinin

sâliklerini nasıl çoğaltabiliriz?" diye sordu.

Nuşirevan,

—Padişahımız bu işi bendenize havale eder, bundan da kimseye söz etmezlerse

bu işin gereğini yerine getirir, Mazdek'in ektiği tohumları ve Mazdekîlerin

tümünü yeryüzünden kaldırarak işlerini bitiririm" karşılığını verdi. Bunun

üzerine Kubâd,

—"Bu sırrı kimseye söylemem, bunu ikimizden başkası bilmeyecek" dedi.

Nuşiveran:

—"Rahibin bugün aczini bildirip Fars'a gitmesi, Mazdek ve taraftarlarını çok

sevindirdi, cesaret verdi. Bundan sonra onların durumlarını düşünmemiz gerekir.

Mazdek'i öldürmek kolay, fakat sayılamayacak kadar silahlı adamı var, onu

öldürdüğümüzde bunlar bütün dünyaya yayılarak halkı toplayıp, dağları ele

geçirirler ve sürekli karışıklık çıkarırlar. Bunlardan bir tek kişinin

kurtulamayacağı şekilde hareket etmeliyiz". Kubâd: —"Şimdi ne yapmamız

gerekiyor?" Nuşirevan: —"Mazdek ateşgededen dönünce yanına gelir, ona her

zamandan daha fazla hürmet edip, makamını yükselt ve kendisi ile yalnız

Page 133: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kalınca, "Nuşirevan, toplantı günü rahibin mağlup olduğunu görünce, acze

düşüp, çok yumuşadı, pişmanlık duyup, senin dinine girmek ister, onun neler

söylediğini herhalde duymak istersin" dersin" dedi.

Hafta sona erince Kubâd, yanına gelen Mazdek'e tevazu ile hizmet ederek,

Nuşirevan'ın sözlerini nakletti. Mazdek, "Pek çok insanın gözü kulağı onun

hareketlerinde, onun sözünü dinliyor, o bizim dinimize girince, bütün dünya bu

dine inanır. Ben de ateşi şe-

227

KIRKBEŞİNCl FASIL faatçi kılarak, Allah'tan onu bu dinle şereflendirmesini istedim" deyince Kubâd

şöyle dedi: "O benim veliahtım, halk ve asker onu çok seviyor, dinimize girdiği

an artık kimsenin öne sürecek mazereti kalmaz. Dinimizi kabul ederse

Guştasb'ın Zerdüşt'e yaptırdığı gibi, ben de ona altından, güneşten daha parlak

bir köşk ve yüce bir minare yaptıracağım". Bunun üzerine Mazdek, "Sen

nasihatini devam ettir, ben de dua edeyim, Allah katında kabul olunacağını ümit

ederim" dedi.

Gece olunca Kubâd Nuşirevan'ı çağırıp, Mazdek'e söylediklerini tekrarladı.

Nuşirevan "Bir hafta geçince Padişahımız. Mazdek'i çağırıp şöyle desin: "Dün

gece Nuşirevan bir rüya görüp korkmuş. Rüyasında büyük bir ateşin onu

öldürmek üzere kendisine yaklaştığını, kaçacak yer ararken iyi giyinmiş, nur

yüzlü bir adamın önüne çıktığını görmüş. Ona ateşin kendisinden ne istediğini

sormuş, adam, "Sen ateşe yalan söylüyor dediğin için sana kızmış" deyince

korkmuş, yatağından kalkıp yanıma geldi ve "Ateşgedeye gideceğim, ateşe

atmak için misk, amber ve ud götüreceğim, üç gün üç gece ateşe hizmet ederek,

Yezdan'dan af dileyeceğim" dedi". Kubâd, söylenenleri Mazdek'e aynen

nakletti, Nuşirevan da bunları tamı tamına yerine getirince, Mazdek çok

sevindi. "Allah'a şükür doğru yolu buldu" dedi.

Bu konuşmanın üzerinden bir hafta geçince. Nuşirevan babasına şöyle dedi:

"Mazdek'e," Nuşirevan benimle konuştu. "Bu dinin hak olduğuna, Mazdek'in

Yezdan tarafından gönderildiğine inandım. Fakat bu dine muhalif kişilerin bana

karşı çıkarak, memleketi elimizden almalarından korkuyorum. Bu hak

dinin mensuplarının sayısını ve kimler olduğunu bilsem rahatlayacağım;

kuvvetli ve çok isek ne âlâ, yoksa çoğalıncaya veya kuvvetleninceye kadar

sabredelim. Onlara ihtiyacı olan silah ve cephaneyi verelim, çok

kuvvetlendiğimiz zaman da dinimizi açıklayıp, bize tâbi olmayanları kılıçtan

geçirelim. Eğer Mazdek sayımız çok derse, hepsinin adının yazılı olduğu bir

listeyi, cesaretlensin diye ondan al. Bu şekilde Mazdekîlerin kaç kişi ve kimler

olduğunu öğrenir,

228

SİYASETNÂME

ona göre hareket ederiz" diyor. Kubâd bu sözleri aktarınca Mazdek çok

sevinerek,

—"Dinimizi pekçok kişi kabul etti" dedi. Kubâd,

Page 134: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

—"O halde, Nuşirevan'ın özrünün kalmaması için bir liste yap!" dedi. Mazdek

listeyi Kubâd'in önüne koyunca, şehir kasaba ve ordudaki Mazdekîlerin

sayısının 12.000'den fazla olduğunu gördüler. Kubâd:

— Bu gece Nuşirevan'ı çağıracağım ve tatmin olup dinimize girmesi için bu

listeyi kendisine göstereceğim. Onun dini kabul edip, sarayıma geldiğini

bildirmek için davul ve zurna çalınmasını emrederim, sen de davul ve zurna

sesini duyunca, Nuşirevan'ın sana inandığını anlarsın. Bu haberi sana ulaştırmak

için ayrıca bir elçi de gönderirim.

Mazdek dönüp evine gitti. Gece olunca Kubâd Nuşirevan'ı çağırarak listeyi

verip, onun dini kabul ettiğine dair nasıl bir işaret vereceğini anlattı. Nuşirevan,

"İyi iş görmüşsün, şimdi ona haber vermek için davul ve zurna çalınmasını, bir

kişinin de müjdeci olarak gitmesini emret" dedi. Melik sabahleyin erkenden

Mazdek'e, "Nuşirevan, Mazdekîlerin sayısını görünce çok sevindi, bu iş tamam

oldu. Kendisi bu iş için 5.000 kişinin kâfi olacağına inanıyormuş, onun çok

üzerindeki bu sayı kendisine tam itminan verdiği için hepimiz rahatladık,

bundan sonra ne düşünürsek Melik, Mazdek ve benim birlikte karar vermemiz

gerekiyor" dedi.

Gece ilerleyip, Mazdek davul ve zurna sesini duyunca sevindi. "Nuşirevan'ın

dinimize girmesi çok iyi oldu" dedi. Sabah olup padişahın sarayına gelince

Kubâd'ı tahtına oturmuş buldu. Kubâd. Nuşirevan kendisine ne söylediyse

Mazdek'e aynen tekrar etti. Mazdek'in sevinci biraz daha artınca, Kubâd ona

ikramda bulundu; sonra elinden tutup, yalnız kalacakları bir odaya götürürken,

birini de, Mazdek'e saygı göstermesi ve o günü kutlaması için Nuşirevan'a

gönderdi. Nuşirevan gelip, Mazdek'e altın, kumaş ve diğer kıymetli hediyeler

sunarak, özür diledi. Mazdek de kendi malından Nuşirevan'a dirhem ve dinar

bağışlayarak, aralarında geçmiş olan

229

KIRKBEŞİNCİ FASİL

hadiselerden dolayı özür diledi. Sonra Kubâd'a,

— "Sen dünya padişahı, Mazdek ise bütün insanlar için gönderilen bir elçidir;

bu milletin kumandanlığını da bana bağışlarsanız, bu dünyada dinimize boyun

eğip, kabul etmedik bir kişi bırakmam" dedi. İkisi birden,

— "İyi ve kötü tüm kuvvetlerimizi ve işlerini sana bırakıyoruz" dediler.

Nuşirevan büyük bir sevinçle saygı göstererek şöyle dedi:

— Herşeyden önce, bu büyük işi teyit ve benim de bu dini kabul ettiğimi

herkesin bilip, mutmain olmaları için yeni bir anlaşma yapalım. Şimdi Mazdek

bütün bölgelere haberciler göndererek köy ve şehirlerde yaşayan dindaşlarımıza,

dinimize girenlerle yeni ahidnâme yapmak üzere, yeni ayın filan günü, şu saatta

hükümdarın sarayında toplanmalarını bildir. Ben de Mazdek'in işinin eksiksiz

olması için gerekli giyecek, yiyecek, silah ve mühimmatı hazırlayayım.

Büyüklere hilat, kabiliyetlilere silah verelim, davet gününde yapılması gerekli

işlerde bir kusur olmasın. Davetliler çok olursa yemekten sonra bir saraydan,

diğerine aktararak şarap meclisini orada kuralım. Herkes yedi kadeh şarap

Page 135: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

içtikten sonra, hepsini memnun etmek için özel hilatlar giydirelim. Daha sonra

onları benim evime götürerek, kendilerine silah verelim. O gece ortaya çıkıp,

dinimizi kabul edene aman verelim, kabul etmeyeni öldürelim.

Kubâd ve Mazdek da bunu uygun bulup, bu plân üzerinde anlaştılar. Mazdek her

tarafa, "Filanca ayın filan günü silah ve cephaneniz ile yanımıza gelin, liderimiz

padişahtır, zaman bize çalıştığı için de hiç korkmayın" mealinde mektuplar

yazdı.

Bildirilen günde davet edilen 12.000 kişi padişahın sarayına geldi. Ömürlerinde

hiç görmedikleri şekilde bir sofranın hazırlandığını gördüler. Kubâd gelip

tahtına, Mazdek de altın kürsüsüne oturdu. Nuşirevan, beline kemer bağlamış

vaziyette her misafiri derecesine göre sofrada yerlerine oturtarak hizmet ediyor,

Mazdek sevincinden yerinde duramıyordu. Yemeklerini yedikten sonra, onları

başka bir saraya götürdüler. Orada Kubâd'ın taht'a, Mazdek'in

230

SİYASETNÂME

altın kürsüde oturduğunu, hayatlarında asla görmedikleri şekilde bir içki

meclisinin kurulduğunu görüp, eskisi gibi yine sıra ile yerlerine oturunca, sazlar

çalmaya, sâkîler içki dağıtmaya başladı. Bir müddet geçince köleler ve ferraşlar

ellerinde ipekli ve altın işlemeli kumaş ve elbiselerle girip, meclisin kıyısında

durdular. Nuşirevan, "Burası kalabalık, diğer saraya gidiniz. Misafirleri yirmişer

yirmişer götürüp, orada hilatlarını giydirerek, şehir meydanına gidiniz. Orada

hepsinin giyinmesini bekleyiniz, iş tamamlanınca Kubâd ve Mazdek gelip

kendilerini kontrol edecek, hoşlarına giderseniz, ben de depoyu açıp, sizlere

silah vereceğim" dedi.

Nuşirevan bundan önce, bir takım kişilere hediyeler göndererek, kazma kürekli

işçiler istemiş, bunlar gelince hepsinin meydanda toplanmalarını, çok çalışarak,

meydanda, bir metre derinliğinde 12.000 kuyu açılıp topraklarının kıyılarında

bırakılmasını emretti. Bu adamlar kuyuları kazarken, kimsenin görmemesi için

nöbetçiler dikmişti. Meydandaki bir eve 400 silahlı adam bırakarak bunlara,

"Buraya hilat giyinmek üzere yirmişer yirmişer adamlar göndereceğim, onları

kuyuların başlarına götürüp soyduktan sonra başaşa-ğı kuyuya atıp üzerini

toprakla doldurun ve toprağı ezin!" demişti. Elbiseleri getirenler çıktıktan sonra,

altın siperler, kılıçlar ve kemerler taşıyan 200 kişi geldi. Misafirleri diğer saraya

götürmelerini söyleyince onlar da dışarı çıktılar. Nuşirevan orada bulunanları

yirmişer yirmişer diğer saraya gönderiyor, meydandaki muhafızlar da onları baş

aşağı kuyuya atıp, üzerlerini dolduruyorlardı. Hepsi böyle yok edilince, babası

ile Mazdek'e, "Hepsi hilatlarını giydiler, kalkıp bir göz atınız, hayatınızda bu

kadar süslü insanı bir arada görmemişsinizdir." dedi. Kubâd ve Mazdek kalkıp,

meydana gelince, meydanda yalnız havaya kalkmış ayaklar gördüler. Nuşirevan

Mazdek'e dönüp, "Ey haramzade köpek, lideri olduğun orduya bundan daha iyi

hilat verilemezdi. Sen insanların mallarına, kadınlarına ve çocuklarına zarar

vermek için bu kadar senelik padişahlığı hanedanımızdan almaya gelmişsin"

dedi.

Page 136: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Meydanın ön tarafında, yüksekçe bir yerde içine kuyu kazıl-

231

KIRKBEŞİNC! FASIL

mış bir dükkan vardı. Nuşirevan ona, "Sen peygamber olduğuna göre bu

dükkana girip orada oturman gerek" dedi. Sonra Mazdek'i tutmalarını emretti.

Tuttular ve göğsüne kadar toprağa gömüp, etrafına kireç döktüler. Mazdek

kirecin içinde can çekişirken Nuşirevan, "Şimdi sana inananları seyret" dedi.

Adamlarından birini, konuşması için ateşgedenin alt kısmına gönderdi; adam

oradan Mazdek'e "Şimdi konuş!" dedi. Nuşirevan o anda babasına dönüp,

"Akıllılar işi işte böyle idare eder. ordunun ve halkın huzura kavuşabilmesi için

yapacağın iş, bir kaç yakınınla evinde oturmandır. Bu fitne senin acizliğinden

ortaya çıktı" dedi.

Bundan sonra Melik'i alıp evine götürdüler. Kuyuları kazmak için getirilen

köylülere yerlerine dönmelerini emrederek, şehir halkı ve ordu mensuplarının

görmeleri için meydana girişi serbest bıraktılar. Sonra babasının boynuna zincir

takmalarını emretti, arkasından devlet ileri gelenlerini çağırıp, olanları

göstererek Taht'a oturunca, halkına karşı adalet ve cömertlikle davrandı. Bu

hikâye ondan yadigâr kaldı.

232

KIRKALTINCl FASIL

Ateşperest Sinbad'ın ortaya çıkışı ve Nişabur'da müslümanlara karşı

ayaklanması

Nuşirevan'ın Mazdek'i cezalandırmasından Harun Reşid'in zamanına kadar bu

toplumda hiç kimse karışıklık çıkarmamıştı. Mazdek'in ceza günü, karısı Hurme

bt. Fade, kendilerine tâbi iki kişi ile Medayin'den kaçarak Rey şehri köylerine

gelip halkı gizliden gizliye tekrar Mazdek'in dinine davet etmeye başladı. Bu iki

adamla ateşperestlerden pek çoğunu yanıltıp, kendi dinlerine çektiler. Buna

Hurremdin ismini verdiler. Fakat dinlerini gizli tutup açığa vurmaya cesaret

edemiyorlar, tekrar isyan etmek için fırsat kolluyorlardı.

Hicretin 137. yılında Ebu Müslim, Ebu Cafer Mansur tarafından katledilince,

Ebu Müslim'i yakından tanıyıp, ona hizmet etmiş, Ebu Müslim tarafından

yetiştirilip, kumandanlığa kadar yükseltilmiş, Nişabur'da yaşayan bir ateşperest

olan Sinbad büyük bir ordu ile gelip Rey veTaberistan Mecusîlerini de etrafına

topladı. Kuhistan halkının pek çoğunun Rafızî, Maşebbihî ve Mazdekî olduğunu

öğrenince, insanları açıktan Mazdekî dinine davet etmek için, Ebu Müslim'in

hazinelerini elinde bulunduran, Mansur'dan önce Rey şehrinin âmilliğini yapmış

Ubeyde Hanefi'yi öldürüp hazineyi eline geçirerek kuvvetlendi ve Ebu

Müslim'in katillerinin cezalandırılmasını istedi. Ebu Müslim'in elçisi olduğunu

iddia ile İrak ve Horasan halkına, "Ebu Müslim'i öldürmeye kalkışmışlar, fakat

öl-

233

Page 137: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

KIRKALTINCI FASIL

dürememişlerdir. O yüce Allah'ın adını anarak beyaz bir güvercin olup uçmuş ve

şimdi bakırdan yapılmış bir sarayda Mazdek ve Mehdi ile oturmaktadır. Üçü

birden ortaya çıktıklarında en önde Ebu Müslim olacak, Mazdek de onun

vezirliğini yapacak. Bu hususta bana mektup gönderdiler" şeklinde bildiriler

gönderiyordu.

Rafızîler Mehdi, Mazdekîler Mazdek adını işitince, büyük bir cemaat birikip,

etrafında 100.000 kişilik bir asker toplandı. Mazdekilerle yalnız kalınca, "Ben

Sasani oğullarından kalma bir kitapla, devletin Arapların elinden çıktığını, ben

geri dönünce, güneşin yerine diktikleri Kabe'yi yıkarak, eskiden olduğu gibi

tekrar güneşi Kâbemiz yapacağımı gördüm" diyor; onlara Mazdek'in Şiî

olduğunu, Şiîlerle iş birliği yaparak Ebu Müslim'in kanını istemelerini

söyleyerek her üç toplumu da idare ediyordu. Yedi yıl boyunca Mansur'un

pekçok ordusunu mağlup edip, kumandanlarını öldürdü. Nihayet karşısına

Cumhur-ı İclî adlı bir kumandan gönderdiler. Cumhur ordusunu Huzistan ve

Fars'tan geçirip İsfahan'a vardı ve Isfahan ordusunu da alarak Rey'e geldi.

Burada Sinbad ile üç gün süren çok şiddetli bir savaşa tutuştu. Dördüncü gün

Sinbad, Cumhur tarafından katledilince, ordusu dağılarak, herbiri evine döndü.

Bundan sonra Hürremdin ve Zerdüşt dini birbirine karışarak her gün biraz daha

bozuldu. Cumhur, Sinbad'ı öldürüp Rey şehrine girince, ateşperestlerden

yakaladıklarını öldürdü. Mallarını yağma etti; kadın ve çocuklarını köle ve

cariye olarak satmak üzere götürdü.

234

KIRKYEDİNCİ FASIL

Karmatî ve Bâtınîlerin Kuhistan, Irak ve Horasan'da ortaya çıkışı

Karamita mezhebinin ortaya çıkışı şöyle oldu: Cafer Sadık'ın (r.a.), kendinden

önce vefat eden İsmail adında bir oğlu vardı. İsmail'den geriye, Muhammed adlı

bir oğlu kalmıştı. Muhammed, Harun Reşid'in zamanında hayatta idi. Bu

devirde, müzevirin biri Harun Reşid'e, "Cafer Sadık'ın isyana niyeti var, halkı

gizlice kendisinin halife olması için isyana davet ediyor" diye gammazlayınca,

Harun Reşid Cafer korkarak, Sadık'ı Medine'den Bağdat'a getirtip hapsetti.*

Torunu Muhammed'in Hicazlı, Mübarek adında, Makramit denilen ince ve güzel

yazı türünü bildiği için kendisine Karmit denilen bir kölesi vardı. Bu

Mübarek'in, Ahvaz şehrinde Abdullah Meymun Kaddah adında bir dostu vardı.

Başbaşa kaldıkları bir gün, Abdullah "O senin efendin Muhammed b. İsmail

benim dostumdur. Sırlarını ne sana, ne de başkasına, yalnız bana söyler" dedi.

Bu sözlere aldanan Mübarek, bu sırları öğrenme arzusuna düşerek Abdullah

Meymun'un peşine takıldı. O da, ne efendisine, ne de başkasına

söylemeyeceğine, ancak ehline söyleyeceğine dair yemin ettirdikten sonra

Arapça'dan başka karışık bir dille, imamların, tabiatçıların ve filozofların

sözlerine peygamber, melek,

* Cafer Sadık 148 H. senesinde vefat etti. Harun Reşid ise 170 H. senesinde

halife oldu. Buradaki halifenin Mansur olması gerekir.

Page 138: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

235

KIRKYEDİNCt FASIL kalem, levh-i mahfuz, arş ve kürsî gibi kelimeler karıştırıp, bazı cümleler

ekleyerek ona öğretti. Sonra birbirlerinden ayrıldılar. Mübarek Kûfe'ye,

Abdullah da Irak Kuhistanı’na giderek halkı şiaya davet ettiler.

Musa b. Cafer'in hapiste bulunmasından dolayı Şiîler üzgündüler. Mübarek'in

Kûfe'nin muhtelif mahallelerine dağılmış kişiler arasında yaptığı gizli davet

kabul edildi. Bu daveti kabul edenler, Ehl-i sünnet Mübarek'e, Karmatî

diyorlardı. Meymun da Kuhistan bölgesinde halkı bu mezhebe davet ediyor, bu

arada hokkabazlıklar gösteriyordu. Muhammed b. Zekeriya Razî onun adını

kitaplarında tekrarlamakta, onu hokkabazların ustaları arasında anmaktadır.

Sonra Meymun, bilgili bir şahsı kendine halife seçerek, ona "Rey'e git. Rey,

Kum, Kaşan, Âbe, Sâve'de Rafızî çoktur, onları Şiaya davet edersen hemen

kabul ederler, işinde kolay başarı sağlarsın" dedi. Kendisi korkudan Basra'ya,

halifesi de Rey'e gitti. Nakkaşlıkla üstad olan halifesi Sabeviye nahiyesinin

Gelin köyüne yerleşti. Bu köyde uzun zaman nakkaşlıkla geçinmekle beraber,

sırrını kimseye açamıyordu. Neticede, binbir güçlükle elde ettiği bir adama, "Bu

Ehl-i beytin mezhebidir, zamanı gelmeden kimseye açmaman gerekir, bu fırsatın

da ortaya çıkması yakındır. Şimdi yalnız öğren, onu görünce bu mezhepten gafil

olmaman gerekir" dedi.

Daha sonra köyün ileri gelenlerine aynı şekilde mezhebini öğretti. Günlerden bir

gün, devlet ileri gelenlerinden biri Gelin köyünden geçerken, köyün dışındaki

yıkık bir mescidden bir ses geldiğini duydu; mescide yaklaşarak olup bitenleri

anlamak istedi. Bu sırada halife adamlarına mezhebini anlatıyordu. Köye

döndükleri zaman halka; "Ey insanlar, bu adamın söyledikleri yalandır, onun

etrafında toplanmayın, onun söylediklerini duydum, köyümüzün başına felaket

gelmesinden korkuyorum" deyince, halifenin dili tutulup tek kelime

söyleyemedi, işlerin kötüye gittiğini anlayınca kaçıp Rey' e gitti ve orada öldü.

Bu köyden bazıları onun mezhebine inandıklarından, yerine oğlu Ahmed b.

Halefi oturttular. Rey şehrinde, kimsenin haberi olmaksızın kendi mezhepleri

üzerinde yürüyorlardı. Gelin köyünden Gıyas adında terbiyeli ve bilgili bir kişi

Ahmed'i elde ederek, onu halkı mezhebine davet için halife yaptı. Gıyas,

mezhebin esaslarını Kur'an-ı Kerim âyetleri, Resûlul-lah'ın hadisleri, Arap

atasözü ve şiirleri ile süsleyip, Kitabu'l-beyan adında bir kitap yazdı. Bu kitapta

oruç, namaz ve diğer şer'î ıstılahlara lügat mânası vermişti. Daha sonra Ehl-i

sünnet ile münazaralara girişti. Gıyas isimli bir adamın güzel haberler vererek

Ehl-i beytin mezhebini halka öğrettiği haberi Kum, Kaşan ve Âbe vilayetlerine

yayılınca, uzak diyarlardan insanlar onun çevresine toplanıp bu mezhebi

öğrenmeye başladılar. Abdullah Zaferani bunu öğrenince, bid'at olduğunu

anlayarak, halkı onların aleyhine tahrik edip, bunları ikinci defa ortadan

kaldırmaya niyet etti. Ehl-i sünnetten bir kısmı bu mezhebi kabul edene Halefi,

bir kısmı da Bâtınî derler. Bu mezhebin ortaya çıkışı 280 H. yılındadır. Aynı

Page 139: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

sene Şam vilayetinde de Sahibu'l-hal isimli bir adam ayaklanarak, Şam'ın büyük

bir kısmını ele geçirdi.

Rey'den kaçan Gıyas, Horasan'a gidip Merv-i Rud mevkiine yerleşti. Bir gün

Emir Hüseyin Ali Mervezî'yi mezhebine davet etti. Daveti kabul edilince, Emir

Hüseyin'in hâkimiyeti altında bulunan Horasan bölgesindeki Talikan, Mey

mene, Herat, Gürcista ve Gur bölgeleri halkı ta bu mezhebi kabul etti. Gıyas,

Merv-i Rud'da, halkı mezhepte tutup davet etmek üzere bir kişiyi halife tayin

etti. Kendisi mezhebini yaymak üzere tekrar Rey'e döndü. Garip hadisleri ve

Arap şiirini iyi bilen, Nişabuye nahiyelerinden Ebu Hatun denilen bir şahsı da

halkı davet etmek üzere kendisine halife seçti. Daha Horasan'a gitmeden halkı

mezhebe davete başladılar. Rey halkına yakın zamanda mehdinin çıkacağı

vadinde bulunduklarından, Karmatîler bu söze inanmışlardı. Ehl-i sünnet,

Gıyas'ın geri geldiğini ve mezhebine tekrar davette bulunduğu haberini alınca,

onu yakalamak istedi. Vadettiği zamanda mehdi çıkmayınca, Gıyas yalancı

durumuna düştü. Şiîler onun mezhebinde bir takım kusurlar bularak, ona

öfkelenip, onunla alakalarını kestiler. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat da onu yakalamak

istediğinden, bu işten elini çekip git-

237

KIRKYEDİNCİ FASIL ti. Nereye gittiği bilinemedi.

Bundan sonra Rey Şiîleri, Gıyas'ın yeğenlerinden Halefin çevresinde toplanarak

zamanlarını böyle geçirdiler. Adı Ebu Cafer Gebr idi. Ebu Cafer, hastalanınca

oğlunu Ebu Hatem künyesi ile yerine halife olarak oturttu. İyileşince, Ebu

Hatem güçlendiğinden ve reislik makamından kalkmadığından riyaset Halefin

elinden gitti. Ebu Hatem, Rey çevresindeki Taberistan, Gürgan, Azerbaycan,

Isfahan gibi bütün şehirlere dâilerini göndererek halkı kendi sözlerine inanmaya

davet etti. Rey emiri Ahmed b. Ali onun davetini kabul ederek Bâtınî oldu.

Sonra Deylemlilerin Taberistan Alevîlerine saldırması olayı tesadüf etti. Siz,

mezhebinizin hak olduğunu söylüyorsunuz, müslümanlarsa mektup göndererek

"Onların sözlerini dinlemeyin, onlar bâtıl mezheptendir ve biatçılardır" dediler.

Siz ilmin hanedandan çıktığını delil gösteriyorsunuz, ilim neseple yürümez. Siz

öğrendiy-seniz biliyorsunuz, diğeri öğrendi ise o bilir, ilim tevarüs edilemez.

Hak Taâlâ'nın peygamberi (s.a) bütün insanlara gönderildi. O, bir kavmi seçkin,

diğerini halk olarak tayin ederek, "Seçkinler "Bizim için halk böyle anladı"

dediler" demedi. Sizin yalancı olduğunuzu söylüyorlar. Şiî olup Alevîlere

yardım eden Taberistan Emiri de isyan etti.

Bağdat'tan, Horasan şehirlerinden, Mavera'ü-nnehr'den "Sizin mezhebiniz

müslümanların temiz mezhebidir" mahiyetinde fetva ve deliller getirdiler. "Eğer

Allah ve Resulünün buyurduklarını söyler ve yaparsanız sizi kabul eder ve

mezhebinizi tutarız. Yoksa, bizimle aranıza kılıç girer. Biz, dağ ve ormanda

yetişmiş adamlarız, din ve mezhep yolu hakkında bilgimiz yok" dediler.

Page 140: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Az bir zaman sonra Ebu Hatem ansızın Rey'den gelip Deylemlilere iltihak etti.

Deylemlilerin reisi olan Şeba Şîru'nun huzuruna çıktı. Onlarla birleşti ve

Alevîlerin peşine düşerek onların ayıbını aramakla meşgul oldu. Onların

sultanının doğru olmadığını, Alevînin kötü mezhepten değil doğru mezhepten

olması gerektiğini söylüyordu. Deylemlilere bir imamın ortaya çıkacağını, zuhu-

238

SİYASETNÂME

runun yakın olduğunu söylüyor; "Ben onun mezhep ve sözlerini biliyorum"

diyordu. Deylemlilerle büyükleri ona inanarak tâbi oldular. Şeba Şîru'nun

zamanında onun ve mezhebinin talibi çoğaldı. Merdaviç zamanında

Deylemlilerden ve Geylanlardan bazıları yağmurdan kaçarak su oluğuna asılıp

doğru sünnet yolunu istiyorlardı. Bid'at tuzağına düşerek bir müddet onunla

yaşadılar.

Onun vadettiği zaman geçtiği halde imamın gelmediğini görünce, mezhebinin

doğru olmadığını ve kendisinin dolandırıcı olduğunu söyleyerek ondan bir defa

daha yüz çevirdiler. O andan itibaren Ehl-i beyt-i Resûl'ün sevgisine girerek Ebu

Hatem'i öldürmeye niyetlendiler. Ebu Hatem kaçtı ve kaçtığı mahalde öldü.

Şiilerin mezhebi karışarak, zarara uğrayıp gevşedi. Pek çok kişi bu mezhepten

döndü ve Ehl-i sünnet mezhebine girerek, tövbe etti. Şiîlerden bir kısmı başıboş

kalarak, birbirleriyle ittifaklar yaptılar. Bu mezhep taraftarları, biri Abdulmelik

Kevkebî, diğeri Rey'de oturan İshak olmak üzere iki kişi üzerinde karar kıldılar.

Abdulmelik Kevkebî dağda, diğeri ise Rey'de oturuyordu.

Horasan ve Maveraünnehir'de Bâtınîlerin ortaya çıkışı, Horasan emirini ortadan

kaldırarak mezheplerini yaymaları

Horasan'da Gıyas'ın Bâtınî mezhebine soktuğu Hasan b. Ali Mervezî, öleceği

zaman, mezhebin liderliğini Muhammed b. Ahmed Nahşebî'ye vererek onu

kendine naip yaptı. O, çok güzel konuşan Horasan felsefecilerinden biri idi.

Ona, yerine bir naip bırakarak Ceyhun'u geçip, Buhara ve Semerkant'a gitmeye

çalışmasını vasiyet etti. "Bıraktığın naip, bulunduğu yerde halkı bu mezhebe

davet etmeye çalışmalıdır. İşinin güçlenmesi için . Horasan emiri ayanından

Nasr b. Ahmed'in ve devlet büyüklerinin mezhebini kabul etmelerini

sağlamalısın." dedi. Hasan Mervezî vasiyetini bitirince öldü Muhammed

Nahşebî onun yerine oturunca halkın ço-

239

KIRKYEDİNCİ FASIL

ğıınluğu davetini kabul etti. Orada, Ehl-i sünnet mezhebini kabul edenlerin

elinde bulunan Sevdabeoğlu diye anılan kişi Rey'den Horasan'a kaçıp,

Muhammed Nahşebî tarafından halife tayin edilen ve Bâtınîlerin liderlerinden

biri olan Hasan Ali'nin huzuruna çıkmıştı. Muhammed Nahşebî Merv'e gitmek

üzere yola çıktı. Buhara'ya ulaştığında, işinin iyi gitmediğini anladığından,

mezhebini açıklayamadı. Oradan Nahşeb'e gitti. Horasan emirinin nedimi olan

Bekir Nahşebî ile bütün akrabalarını mezhebine inandırdı. Bundan başka,

nedimler arasında yer alan ve emirin debir-i has'ı olan Eş'ab'la da dostluk

Page 141: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kurarak onu da mezhebine soktu. Hbıı Mansur Çağani'yi de mezhebine

sokmaya niyet etmişti Ebu Mansur, Eş'ab'ın kız kardeşiyle evlenmek istiyordu,

bu hile ile onu da davet etti. Emir'in hâcib-i has'ı olan Keytaş da onlarla dosl ol-

duğundan bu mezhebe girdiler.

Muhammed Nahşebî'nin mezhebine giren bu cemaat, "Senin Nahşeb'de kalmana

gerek yok, burada bir kişi bırakıp Buhara'ya git; öyle çalışalım ki çok kısa

zamanda senin işin feleğe ulaşsın, gayretimiz neticesinde bütün ihtişamlıları bu

mezhebe sokalım" dediler. Bunun üzerine Muhammed Nahşebî Buhara'ya geldi.

İhtişamlılardan bir taife ile dergâhta oturup kalkıyor ve onları mezhebine davet

ediyordu. Her isteyen mezhebe giriyordu. Halka, kendisi söylemedikçe, kimse

ile bu hususta konuşmamaları için yemin ettiriyordu. Halkı işin başında Şia

mezhebine çekiyor, sonra tedrî-cen kendi mezhebine götürüyordu. Sonunda

haraç ve vücûhat sahibi olan Buhara reisini de mezhebine soktu. Havastan,

Eylak valisi Hasan Emir, vekil-i has Ali Zerrad da bu mezhebe girdiler. Bu say-

dıklarımız gibi, padişahın debirlerinden, yakınlarından, mutemetlerinden

pekçoğu Bâtınî oldular. Artık işi kolaylaşmış ve güçlenmişti. Kendini hazırlıklı

bulunca, nihayet padişahı mezhebe davete niyet etti. Yakınlarını ve devlet

büyüklerini Nasr b. Ahmed'in huzurunda, bir sarhoşluk ânında veya normal

zamanda kendisinden bahsetmelerini sağlıyordu. Onun iyiliğini ve doğruluğunu

o kadar çok tekrarladılar ki Nasr b. Ahmed onu görmeyi arzuladı.

240

SİYASETNÂME

Bunun üzerine Nahşebî'yi Horasan emirinin huzuruna götürdüler. Onun

bilginlerini överek, kendisine saygı gösterdiler. Horasan emiri onu kabul ederek

iltifatta bulundu. Konuşması sırasında mezhebinden bahsettikçe, mezhebine

girmiş olan nedimler ile emirin yakınları sözlerini takdir ederek, aferin

diyorlardı. Nasr b. Ahmed onu kendine her gün biraz daha yaklaştırıyordu.

Sonunda bir dakikasını dahi onsuz geçiremez oldu. Bütün işleri tamamlandığın-

da, Nasr b. Ahmed'i de mezhebine davet etti. Böylece iş tamamlandı.

Muhammed Nahşebî duruma öyle hâkim oldu ki, bir gün vezirin tutuklanıp

öldürülmesi gerektiğini söyleyince, padişah, her dediği gibi bunu da yaptı.

İş buraya varınca, Nahşebî davetini açıktan yapmaya başladı; mezhebinden

olanlar da ona yardım ederek, işi tamamlıyorlardı. Padişah da kendilerinden

olduğundan ortaya çıkıp, cesaretlendiler. Padişahın bâtıl mezhebi benimseyip

Karmatî olması Türklerin, kumandanların ve ordunun zoruna gitti. O devirde bu

mezhepten olan kişilere Karmatî derlerdi.

Şehir ve nahiyelerin âlim ve kadıları toplanarak ordu kumandanının huzuruna

geldiler. "Müslümanlığın Maveraü'n-nehr'de harap olduğunu bilmiş ol, bu adam

müsveddesi Mazdekî Nahşebî padişahı baştan çıkarıp, Karmatî yaptı. Halkı

yolundan çevirdi, işi o kadar ileri götürdü ki, artık açıkça Karmatî mezhebine

davet ediyor. Biz bunun karşısında sessiz kalamayız" dediler. Sipahsalar, "Bu

mezhebi kaldırmak (konusundaki düşünceleriniz) için size teşekkür ederim ve

Page 142: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

minnettarım. Allah (c.c.) bu işin sonunu hayır ve doğrulukla getirecek. Yerinize

dönüp, sakin olunuz" dedi. Bunun üzerine kadılarla âlimler döndüler. Sipahsalar,

ertesi gün bu konu hakkında padişahla halvet yaparak, "Ey Emir, sen padişahsın,

bizse senin kulların. Ey Hüdavend, senin ataların bu mezhepten değildi. Baban

da değildi. Senin de bu kötü Karmatî mezhebine girmen gerekmez. Bütün

insanlar, hakkında kötü söylüyorlar" dedi.

Herşeyi söylediyse de, tesir etmediği gibi bir netice de alamadı. Emir o kötü

mezhebin bozgunculuğunun kalbinde yer ettiğinden

241

KIRKYEDİNCİ FASIL

de hiç bahsetmedi. Askerler arasında dedikodu ayyuka çıktı. Padişahın kabul

ettiği mezhebi hikâye gibi anlatıyor ve ordu kumandanlarına haber göndererek

"Bu iş için ne tedbir alalım?" diye soruyorlardı. Padişahın mezhebini kabul

etmiş bir kaç Türk emiri dışında, kumandanlar, mezhebin asker tarafından hoş

karşılanmadığını anlayarak, arkadaşlarını haberdar ettiler. Kadılar ve âlimler de

bu duruma üzülüyorlardı. Neticede hepsi, "Bize kâfir padişah lâzım değil, bu işte

biz onunla birlik değiliz" deyip anlaşarak, padişahı öldürmek ve ordu

kumandanı sipahsaları padişahlığa getirmek hususunda ittifak edip, bu işten

dönmemeye hepsi yemin ettiler. Sipahsalar da biraz din, biraz da tamah

yönünden padişahlığa rıza göstererek, sevindi: "Şimdi bu işi nasıl başarmamız

gerekiyor? Ordu kumandanları bir araya toplanıp anlaşalım, ant ve yemin

ederek, bu işin uhdesinden nasıl geleceğimizi görelim. Yalnız, padişah da dahil

kimsenin haberi olmasın" dedi.

Orduda Talan Oga denilen bir ihtiyar vardı. Tedbir olarak şöyle dedi: "Sen

sipahsalarsın ve hepimizden büyüksün. Padişahtan istekte bulunup, ordu

kumandanlarının senden ziyafet istediklerini söyle. "O halde yerine getir!"

dediğinde "Ekmek, et, şarap gibi şeylerde kusurum olmaz, fakat halı ve meclis

için gerekli altın ve gümüş eşya bende yok" dersin. "Hazine, şaraphane,

ferraşhâneden her neyi istersen al kullan" dediğinde de "Bendeniz orduya bir

şartla ziyafet veririm, yemeği yeyince, kâfirle savaşa hazırlanıp bendenizle Türk

kâfirinin olduğu Belasagun vilâyetine gelmelisiniz; çünkü zulüm görenlerin

nefreti o kadar fazlalaştı ki sizden şüphe etmelerini istemiyorum" de. O zaman

ziyafet hazırlığına başla, orduya da söyle, filan gün sözlerinde durup gelsinler.

Padişahın hazinesinde, şaraphanesinde, ferraşhanesinde altın ve gümüş ile

yapılmış ne bulursan, kendi sarayına götür. Sarayına geldikleri zaman, kalabalık

bahanesi ile kapını kapat. Ordu kumandanlarıyla şerbet içmek bahanesi ile

saraya git. O an onlarla meseleyi konuş, ittifak ettiklerin seninledir. Tali

meseleleri ortaya atanlar durumu öğrenince hepsi seninle olurlar. Hepimiz senin

padişahlığına biat edeceğimize,

242

SİYASETNÂME

söz verip yemin ederiz. O zaman ekmeği yeyip iki üç kadeh şarap içtikten sonra,

altın ve gümüşten yapılan bütün alet ve edevatı ordu kumandanlarına ve orduya

Page 143: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

bağışlarız. Saraydan çıkarak, saraya gider, padişahın haberi olmadan onu

tutuklayıp, derhal öldürürüz. Ondan sonra da fitnenin başı olan o köpeği

gebertiriz. Ona biat edip, mezhebini kabul edenlerin mallarını helâl kılıp,

cümlesini kılıçtan geçirerek padişah sarayını da yağma ederiz. Seni taht'a oturt-

tuğumuzda askere, şehir ve vilâyetin neresinde bir Karmatî bulurlarsa

öldürmelerine, yakmalarına, ev ve mallarını yağma etmelerine izin veririz".

Sipahsalar da "Bu işin çaresi budur" dedi.

Ertesi gün, ordu kumandanlarının kendisinden ziyafet istediğini Nasr b.

Ahmed'e bildirdi. Nasr,

—"Gücün varsa yap" dedi. Sipahsalar, —"Onların yeyip içeceği herşeye

sahibim, fakat meclis için gerekli halı ve kap - kaçağım noksan" dedi. Nasr b.

Ahmed,

—"Gerekli olan her şeyi hazinemizden al" deyince, hürmetlerini bildirip çıktı.

Ertesi gün, filanca gün ziyafet olduğunu orduya bildirdikten sonra, Nasr

b.Ahmed'in hazinesinde altın ve gümüşten yapılmış ne kadar eşya varsa kendi

evine getirterek güzel bir ziyafet hazırladı. Ordu kumandanları gelince

anlattığımız gibi yaptı. Ordunun tamamıyla anlaşıp, yemin ettirdikten sonra

yemek yeyip, biraz şarap içtiler.

Saraydan biri, Nuh b. Nasr'a bütün geçen olayları ve ordu kumandanlarının ne

düşündüklerini anlattı. Nuh b. Nasr atına atlayıp babasının sarayına gitti ve

"Nasıl böyle rahat oturuyorsun, bütün ordu kumandanları sipahsalarla, onun

padişahlığına biat için anlaştılar. Şimdi şarap içiyorlar ve içki sofrasında, senin

bütün altın ve gümüş eşyalarını, silahlarını ve haklarını askere bağışladıktan

sonra, bizim başımıza gelerek, hepimizi tutuklayıp öldürecekler. Bu ziyafetten

maksat senin ortadan kaldırılman idi" dedi,

Nasr, "Bu işin çaresi nedir?" diye sorduğunda da, "Yemeğe oturmadan önce bir

hadim gönder. Hadim sipahsaların kulağına Melik, "Sipahsalar bugün çok

mükellef bir iş yapmış, güzel bir zi-

243

KIRKYEDİNCİ FASIL yafet hazırlamış; sarayın salonunda, hazinenin dışında bir yerde sakladığım,

hiçbir padişahta bulunmayan altın ve murassa takımlar var. Meclisinin daha

gösterişli olması için, misafirlerin şarap meclisine geçmeden, hemen gelip alsın"

diyor" dersin. Şüphesiz o, mala tamah ederek gelecektir. Buraya gelince de

hemen başını keseriz. Ondan sonra ne yapmak gerektiğini söylerim" dedi.

Nasr b. Ahmed hemen iki hadimini bu haberi vermeleri için sipahsaların

huzuruna gönderdi. İnsanlar sofradan kalkmışlardı. Sipahsalar padişahın

kendisini ne için çağırdığını bir iki kişiye söyledi. Hepsi, "Git onları da getir!"

dediler. Sipahsalar acele atına binip Nasr b. Ahmed'in sarayına gitti. Kendisini,

bir odaya davet edip, derhal başını keserek, bir torbaya koydular. Nuh babasına,

'■Hemen atına bin, sipahsaların sarayına gidelim, o torbadaki başı da beraber

götürelim. Sen kumandanlara padişahlıktan usandığını söyle, beni kendine

veliaht ilân et, gerekenleri ben söylerim. Padişahlık bizim hanedanımızda

Page 144: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kaldıkça ordu seninle uyuşmaz. Sen ölünceye kadar, babalarının yolundan

gitmediğin, Karmatî olduğun için ordu ileri gelenleri senden razı olmazlar. Sen

bir köpeğin sözüne kulak vermiş ve müslümanları terk etmişsin, işin böyle

olduğunu bilmelisin" dedi.

İkisi birlikte atlarına binip sipahsaların sarayına geldiler. Ordu kumandanları

oğlu ile birlikte padişahı görünce şaşırdılar. Hepsi kalkıp karşıladılar. Hiç kimse

ne olduğunu, işin nereye vardığını anlayamadı. Padişahın misafir geldiğini

sandılar. Nasr b. Ahmed oğlunu bırakıp yerine oturdu. Muhafızları arkasında

yerlerini aldıklarında, Nasr b. Ahmed yüzünü emirlere çevirerek, "Sizin dü-

şüncelerinizi haber aldım, beni öldüreceğinizi öğrenmiş bulunuyorum. Sizlere

kırıldım. Sizler de benden nefret ediyorsunuz. Bundan sonra ne siz benden emin

olursunuz, ne de ben sizden. Ben yolumu şaşırıp, bâtıl mezhebe girdiğimden

bana kızgınsınız. Oğlum Nuh'un hiç kusuru olmadığını biliyorum. Bundan sonra

ben padişahlığa ve size hükmetmeye lâyık değilim. Ben oğlum Nuh'u kendime

veliaht yaptım, o sizin padişahınız ve hâkiminizdir. Doğru

244

SİYAShTNÂME veya yanlış, onu padişahlığa oturtarak ben çekiliyorum, artık ona itaat ediniz!"

dedi.

Sonra "Şimdi sizi yanıltana bakınız" diyerek sipahsaların kesik kellesini

topluluğun ortasına alıp, "Cezasını buldu" dedi. Arkasından, tahttan inerek oğlu

Nuh'u kendi eliyle tahta oturttu. Hediyeler saçarak, "Mübarek olsun" dedi. Ordu

kumandanları bu duruma şaşırıp, donakaldılar. Hiçbir özür ve bahane beyan

etmediler. Hepsi yerlere kapanarak Nuh'u tebrik ettiler. Hepsi suçun

sipahsalarda olduğunu söyleyerek, "Biz senin kulunuz, ferman senindir!"

dediler.

Nuh, "Ey emirler, benim Nasr değil Nuh olduğumu bilin. Ben sizin bu hatanızı

yüz savapla affettim. Bütün mükâfatınızı benden alacaksınız. Şimdi fermanımı

dinleyin: Ben sizin üzüntünüzü Nasr b. Ahmed'den daha çabuk gidereceğim.

Bundan sonra eleğinize tek bir keder ulaşamayacaktır; hep iyi şeyler yapmayı

isterim" dedi. Sonra bir ip getirmelerini emretti. Babası Nasr b. Ahmed'in

ayaklarını bağlayıp, eski bir mabede götürerek, hapsetmelerini emretti. Sonra

emirlere ve askerlere "Kalkınız şarap meclisine gidelim" dedi.

Mecliste oturup her biri birkaç kadeh şarap içtikten sonra Nuh, "Sizin, bu

mecliste bulunan eşyaların hepsini yağma etmenizi istediler, şimdi ben hepsini

size bağışladım, beğendiğinizi alınız veya birbirinize bağışlayınız." dedi.

Anlaşarak padişahın istediği gibi yaptılar.

Sonra şöyle konuştu: "Sipahsalar hakkımızda kötü düşündüğünden cezasını

çekti. Babam doğru yoldan saptığı için cezasını bulacak. Aranızdaki birlik

babamın tahta çıktığı ilk gün gibi olmalı. Gaza da, kâfir de burada, kalkın

Maveraü'n-nehir çok karıştı gaza edelim. Karmatî mezhebinde olanların hepsini

öldürerek, gazi olalım. Yüzümüzü ağartalım. Karmatîlerin mal ve mülklerinin

Page 145: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

cümlesi sizindir, gidip alalım. Mecliste bulunan bütün mallar babamın malı

olduğundan hepsini size verdim. Hazinede kalanları da

245

KIRKYEDİNCİ FASIL yarın vereceğim. Bu mühim işten kurtulduktan sonra, yüzü, kâfirle gazaya

koyalım. Sizden Muhammed Karmatî'yi getirmenizi istiyorum. Onun da,

babamın meclis arkadaşlarının da şimdi başlarını vurduracağım."

Hemen gidip Muhammed Nahşebî'yi, getirdiler ve başını kopardılar. Hasan

Melik, Ebu Mansur Çağanı, Eş'ab gibi Bâtınî olan diğer bir kaç emiri de

katlettiler. Aynı anda şehre dağılarak Karmatîlerden kimi buldularsa öldürdüler.

Yine o gün ordu ile Ceyhun'dan geçip, Mevrud'a gittiler. Nuh'un ilk işi,

Sudabe'nin oğlunu tutup idam etmek oldu; ondan sonra Bâtınîlerden kimi

bulursa öldürmek üzere bir emir gönderdi. Onlara, hata ile müslümanlara zarar

getirmemelerini de tembih etti. Sonra yedi gün yedi gece Buhara ve

nahiyelerinde Bâtınî mezhebinden kimi buldularsa öldürüp mallarını yağma

ettiler. Bu seferde Horasan ve Maveraü'n-nehir'de onlardan tek kişi

bırakmadılar. Bu mezhep Horasan ve Irak'ta kendini pek gizleyemedi.

Şam ve Magrip'te Bâtınîlerin ortaya çıkışı, fitne ve fesatları

Şam olayına gelince, Abdullah b. Meymun Basra'ya gidip orada halkı gizlice

mezhebine davet ettiği sırada öldü. Bunun üzerine oğlu Ahmed kalkıp Şam'a

geldi; buradan da Mağrip'e gitti. Orada kendisini iyi karşılayıp, davetini kabul

ettiler. Bilahare Ahmed tekrar Şam'a dönüp Selimiye şehrine yerleşti. Burada

Muhammed isimli bir oğlu dünyaya geldi. Ölümünde oğlu çok küçük

olduğundan, yerine kardeşinin oğlu Said b. Hüseyin geçti. Said Mağrip tarafına

gitti, ismini de değiştirip kendini Ubeyd b. Hüseyin olarak tanıttı.

Arkadaşlarından Ebu Abdullah Muhtesib'i, naip olarak, halkı mezhebe davet

etmek üzere Şam şehirlerine gönderdi. Ekseriyeti çölde oturan bu bölge halkı,

yeni mezhebi kabul ettiler. Mezhebi kabul edenlerin sayısı çoğalınca, "Bundan

sonra işi kılıç-

246 SİYASETNÂME

la halledin, mezhebi kabul etmeyen birini bulursanız öldürün" diye emretti.

Topluluk da böyle hareket ettiklerinden, halkın bir kısmı çevreye dağıldı.

Nahiyelere, şehirlere ve daha çok da Mağrib'in müslüman beldelerine sığınmaya

çalıştılar. Küçüklüğünde kendisine Sahibu'l-hal denilen, Sünnî bir adam bu

şehirlerin padişahı idi. Bu padişah, sipahsaları olan Ali Deylemî'yi Şam askerleri

ile ansızın Ebu Abdullah Muhtesib'in üzerine gönderdi. Ebu Abdullah mu-

kavemet edemeyip kaçınca, bütün askerini kılıçtan geçirdiler. Kavimden

öldüremedikleri, dünyanın dört bir tarafına dağıldılar. Ebu Abdullah tebdil-i

kıyafet ederek Suriye şehirlerinden birine sığındı. Sarığının ucunu yüzüne

sarkıtır, gayet şık giyinir ve öyle dolaşırdı. O kavim, onu yakından tanıdığından,

Sahibu'l-hal'in devamlı olarak "Onu bana gönderin" diye yolladığı adamları

atlatarak gön-dermiyorlardı. Taraftarlarının padişahtan ürkmelerinden korkan

Page 146: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Ebu Abdullah, huzuruna birini göndermesinin de bir tedbir olamayacağını

bildiğinden, yakındaki denizin (Akdeniz) adalarından birine giderek orada bir

saray yaptırdı. Halk kendisini ziyaret edip, zekâtlarını gönderirlerdi. Ölünceye

kadar böyle yaşadı. Ölünce yerine oğlu geçip uzun müddet aynı yerde babasının

mezhep ve âdetlerini yürüttü.

Gur ve Herat bölgesinde Karmatî ve Mazdekîlerin ortaya çıkışı ve helak

olmaları

Resûlüllah'ın hicretinin 295. yılında, Herat valisi Muhammed b. Herseme, Âdil

Emir İsmail Ahmed Samanî'ye haber göndererek, "Ey emir, bu bölgede bir adam

ortaya çıktı Ebu Bilal denilen bu adam, Gur ve Gürce dağları eteklerinde

başkaldırıp Karmatî mezhebinden olduğunu ilân etti. Her tabakadan insan, daha

çok da Herat köylüleri etrafına toplanıp, ona biat ederek, kendilerine Daru'l-adl

adını verdiler. Sayıları 10.000'i aşmaktadır. Emir bu işe müdahale etmez, diğer

zayıf kişiler de bunlara eklenirse, iş daha da zorlaşır.

247

KIRKYBDİNCİ FASIL

Bu Ebu Bilâl'in, Yakııb-ı Leys Kürdî'nin nedimi olduğunu söylüyorlar.

Taraftarlarına, onun naibi olduğunu iddia ediyor" dedi.

Emir İsmail Ahmed bunları işitince, "Anladığıma göre Ebu Bilâl'in kanı

kaynamış." diyerek Hâcip Zikri'ye haber gönderdi: "Cesur Türk kölelerinden

500 kişi seç ve onlara para ver. Kumandanlıklarına akıllı bir köle olan Bigaş'ın

tayin edilerek, kendisine 10.000 dirhem verilmesini emret. Ayrıca develerin

üzerine 500 zırhlı yerleştirsinler. Benim görmem ve önümden geçmek üzere

yarın sen de onlarla beraber Muliyan ırmağına gel!" Hâcip Zikri söylenenleri

aynen yerine getirdi.

Ebu Ali Mervezî'ye yazdığı mektupta da, kendi adamlarına para vermesini ve

gönderdiği asker oraya ulaşmadan şehirden çıkıp, onlara yetişerek bu kölelerle

Herat'a gidip, Muhammed b. Herseme ile birleşmesini emretti. Muhammed b.

Herseme'ye de, ordusunun ikmalini yaparak şehirden çıkmasını, Bigaş ile Ebu

Ali'nin kendisine ulaşacaklarını bildirdi. Bigaş'a da "Muzaffer olursan sana

valilik veririm" dedi. Kölelere ise "Bu Ali Şirvin harbi değil, bu Amr-ı Leys

veya Muhammed Herevi'dir. Ordu ve silahları pek çoktur. Bu mühim savaşta

size güveniyorum. Herat dağı eteklerinde Haricîler zuhur etmiş, Haricî ve

Karmatî mezhebini açıkça icra ediyorlar. Bunların ekserisi çoban veya

çiftçidirler, eğer onları mağlup ederseniz hepinize hediye ve hilatlar veririm"

dedi. Debir'i Cild'i kethudalığa tayin etti. Bunlar Maveraiinnehir'e gelince, Ebu

Ali adamlarıyla onlara katıldı. Haricîlerin haber alamaması için de yol başlarını

tuttu.

Herat'a ulaşan Muhammed Herseme ordusuyla ilerleyip, Ebu Bilâl'in haber

almaması için yolları tutup, dağ yoluna vurdu. İne çıka üç gün üç gece

ilerledikten sonra onları buldular. Habersizce çember içine alıp, hepsini

öldürdüler. Sadece Ebu Bilâl, Hamdan ve reislerinden on kişiyi esir alıp, 70

oradan döndüler. Ebu Bilal'ı Kuhen Dej zindanına götürdüler; Ebu Bilal orada

Page 147: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

öldü. Kalanların hepsini, asılmak üzere bir şehre gönderdiler. Böylece Gur ve

Gürcistan'da bir müddet kökleri kazındı. Emir Âdil o sene vefat etti.

248

SİYASETNÂMB

yerine, kendisinden pek çok söz ettiğimiz, sonradan Bâtınî olan oğlu Nasr

Ahmet geçti.

Bâtınîlerin Horasan ve Maveraünnehir'de ikinci defa ortaya çıkışları ve yok

edilişleri

Nuh b. Nasr babasını hapsedip, sonra da başını kestirince, kumandanlar

kendisine tekrar itimat ettiler. Nuh uzun müddet padişahlık yaptı. Ölünce yerine

geçen oğlu da babası gibi hareket etti. Padişahlığının 15. yılında Buhara ve

Horasan'da dailer tekrar ortaya çıkıp, halkı davete başlayarak yoldan çıkardılar.

Bu davete, daha çok, babaları ve dedeleri bu mezhep için öldürülenler katıldılar.

Bu zamanda Emir Seyyid Mansur Nuh'un veziri Ebu Ali Belâmî, Irak ve

Horasan sipahsaları da Alptekin idi. Hace Sebuktekin ile Mansur Baykara büyük

hâcip, Yahya Eş'as Fergana, Serheng Hüseyin Sebicab valisi idi. Mansur b.

Abdurrezzak Tûs, İsmail Câc Şemgir de Gürgan valisi idiler. Seydac, Nasr

Melik, Ebu Said Melik, Haydar Ceganî, Ebu'l-Abbas Cerrah, Bektuzen,

Tekinek, Hu-martekin gibi Dergâh'ta oturan emirler de vardı. Ebu Abdullah

Ceyhanî ve Cafer gibileri ise Bâtınîlerin reisleri idi. Bu mezhebin dâiliğini yapan

iki kişi vardı. Biri Ebu'l-Fazl Zengürz, diğeri de Atik namı ile anılan tek gözü

kör bir adamcağızdı. Bu adamların işi dergâh, saray ve divanla meşgul olmaktan

ibaretti. Devletin bütün işlerinin kararları bu adamların elinde olduğundan, biri

diğerine gizlice destek veriyordu. Birinin elinden iş gelmiyorsa, diğeri emir

vermemiş oluyordu. Divanda biri diğerini destekliyor, biri takılınca hepsi

duruyor, onu tehlikeden kurtarıyorlardı. Böylece sayıları her gün artıyor ve

kuvvetleniyorlardı Horasan ve Maveraü'n-nehir'in neresinde kendilerinden biri

varsa hepsi onu korurdu. İçlerinden bir kısmı açıkça davete başladığında, sırları

açığa çıktı. Halk padişahın bütün yakınlarının Bâtınî olduğunu sandı. Ebu

Mansur Abdurrez-zak da Bâtınî mezhebine girdi. Batıniler Fergana, Hocend ve

Kaşan

249

KIRKYEDİNCİ FASIL

SİYASEINÂME

dervişlerine (Beyaz elbiseliler), "Her ikimizin de gayesi aynı; biz isyan edeceğiz

siz de isyan edin" diye yazarak, şöyle dediler: "Evvelâ padişahı esir edip

birleşelim. Ceyhun'dan bu tarafta kalan memleketleri temizledikten sonra,

Horasan'a hareket edelim."

Bunun üzerine, Baykara'nın oğlu ile anlaşarak, birlikte padişahın huzuruna gidip

veziri Ebu Ali Belâmî ile emir Bektuzen aleyhinde konuştular. Çünkü her ikisi

de müslümandı. Bütün gulamlar ve köleler Bektuzen'in emrinde idi. Mansur'un

emri ile her ikisini Kuhen Dej kalesine hapsedip, ayaklarına zincir vuruldu.

Böylece memleketin işlerinin yürütülmesi güçleşti. Alptekin, padişaha yakın

Page 148: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

emirlerin ve divanın pek çoğunun Karmatî mezhebine mensup olduklarını ve

herkesin iyiliğine çalışan bu iki müslümanın onların sözü ile hapsedildiğini

görünce, Nişabur'dan Buhara'ya gitmek üzere ayrıldı. Niyeti Sultan'a durumu

bildirip, gerekli tedbiri almaktı. Ünlü, büyük ordu ve servete sahipTûs emiri

Mansur Abdurrezzak bunu haber alınca, Alptekin'in saraya ulaşamaması için,

kuvvetlerini Ceyhun kıyısında Alptekin'in yolunu kesecek şekilde Amu'ya

yerleştirerek geri döndü. Sonra Alptekin ile gelen insanları yanıltmak üzere

onların durumunu iyi bilen birini gönderdi. Bâtınîler, ağızbirliği ederek

padişahı Alptekin'in isyan ettiğine inandırmak istediler. "Onu defalarca saraya

çağırdınız gelmedi. Şimdi arzun hilafına Ceyhun kıyısına kadar geldi. Kendisini

çağırmadığınız halde nehri geçmek istiyor" dediler. Padişah Bek Arslan Hâmidî

ile Hasan Melik'i, tüm gemileri çekip, Alptekin'in geçmesini önlemeleri için

Ceyhun kıyısına gönderdi.

Alptekin geçit verilmediğini görünce, bir mektup yazıp, geliş sebebini anlattı:

"Yakınlarının, saray memurlarının ve divan üyelerinin pekçoğu Karmati

mezhebine mensuptur. Her yerde ayaklanma hazırlığı yapıyorlar. Memlekette

iyi ve herkesin iyiliğini isteyen iki kişi vardı, onların sözü ile ikisini de

hapsettin. Ben bu işleri ele almak üzere gelmiştim. Bendenizin sözünü değil

Karmatilerinkini dinliyorsunuz. Korkarım, yarın bunun bedelini ödersiniz.

Melik'e durumu haber verdim. İşte Belh tarafına gidiyorum." Aynı mahiyet-

250

te bir mektubu da Buhara kadısı ile şehirdeki âlimlere yazdı: "Bu sizin

derdinizdir, eğer müslümanlık davasını sürdürmezseniz Karmatîler galip

gelerek, ayaklanacaklar. Padişahın bundan haberi yok. Padişaha da, size de

yazdım. Böylece müslümanlığın şartını ve kulluğun gerektirdiğini yerine

getirdim. Bunun için gelmiştim, yolumu tuttular. Ben de geri dönüp Belh

yönüne gidiyorum."

Bu mektuplarla durumu öğrenen kadı Ebu Ahmed, şehrin âlimleri ve Buhara

imamları Melik'in yakınlarının çoğu Karmatî olduğundan birşey söylemeye

cesaret edemediler. "Melik haklarında söylediklerimizi dinlemezse, her biri bir

vilâyet ve ordu sahibi olan bu kişiler bize düşman olurlar" dediler.

Daha sonra Kadıl'l-kudat Ebu Ahmed bir ikindi namazında padişahın sarayına

giderek padişahla yalnız görüşmek istedi; padişah da kabul etti. Kadı,

"Padişahım, imamların ve âlimlerin elinden na-sihattan başka bir şey gelmez,

baban Emir Ahmed Nuh (Allah rahmet eylesin) her zaman bilginlerle oturur,

onlara danışmadan bir iş yapmazdı. Hepsi onu özlemektedir. Çünkü sen ilim

sahipleri ile çok az görüşüyorsun, onun doğru yaptığı her şey şimdi eğri

yapılıyor" diyerek, Alptekin'in mektubu ile imamların aynı mahiyetteki mek-

tuplarını Melik'e gösterdi. Bu şekilde, padişaha, bu sözleri kendiliğinden

söylemediğini bilmesini istedi. Onu uyandırmak için güzel sözler söyleyip

nasihatlar verdi.

Tesadüfen, ertesi gün, beyaz elbiselilerin (sepid camegan) Fer-gana'da

ayaklandıkları ve müslümanlardan kimi ele geçirdilerse öldürdükleri haberi

Page 149: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

geldi. Daha ertesi gün de, Horasan taraflarında Karmatîlerin bâtıl mezheplerini

açığa vurdukları, fesat çıkarıp halkı katlettikleri haberi alındı. Bunun üzerine

Emir Seyyid Mansur vezirliği Kadı Ebu Ahmed'e teklif etti. Ebu Ahmed bunu

kabul etmeyip şöyle dedi: "Ben bugün vezirliğe otursam ve Melik'e art niyetsiz

nasihat etsem, öğüt versem maksatlı kişiler, "Bunların hepsini din ve Allah için

değil, vezirlik için yapıyor" derler". Bu söz Mansur'un hoşuna gitti ve,

—"Nasıl bir tedbir alınmalıdır?" diye sordu. Kadı,

251

KIRKYEDİNCİ FASIL — "Melik'in dirayetli, vezir oğlu, müslüman ve liyakatli bir veziri var" dedi.

Melik,

— "'Nerede?" diye sordu. Kadı,

—"Kuhen Dej hapishanesinde" dedi.

Mansur, Ebu Ali Belâmî ile Bektuzen'in hapisten çıkarılmasını emrettikten

başka, aynı gün onlara rıza hilatini giydirerek, gönüllerini de aldı. Bu ikisi

gerekli bütün tedbirleri aldılar. Hilesi gün vezir, kadı ve Bektuzen gizli bir

toplantı yaparak, ülkenin geçmiş ve bu günkü durumunu Melik'e bildirdiler.

Evvela Semerkant, Suğd ve Fergana'daki beyaz elbiselilerden ve Falakan

Karmatîlerinden gönlünü rahatlattı; sonra da, Abdurrezzak'a karşı harekete

başlayıp çevresini ve sarayını temizledi.

Ertesi gün, her şehrin ünlü İlimleriyle, danişmenller vezirin sarayının kapısı

önünde toplanıp, zulüm gördüklerini bildirerek, padişahı haberdar etmesini

istediler. Danişmendler. "Karmatîlerin ortaya çıkışını vezir Ebu Ali tehir etti,

onlarla dost olmasaydı tehir etmezdi" dediler. Bunun üzerine EbuAli, Sultan'ın

hocasına, ertesi gün bir toplantı yapmayı ve müslümanlık gereği ve şeriatın hük-

müyle danişmendlerin münazara yapmak üzere hazır olmalarını teklif etti.

Ertesi gün Ebu Ali Belâmî, Sultan'ın sarayında yaptığı toplantıya kadı Ebu

Ahmed Mervezî ile bütün imamları ve şehrin ileri gelenlerini çağırdı. Kelâmcı

olarak tanınan bütün Karmati reislerini de getirtti. Evvela tek gözlü Atik'i

ortaya çıkardılar. Kadıların ve âlimlerin sorularının bir tekine dahi cevap

veremeyince 100 deynek vurarak Harezm'e gönderdiler. Orada hapse attılar ve

hapishanede öldü. İkinci olarak Ebu'l-Fazl Zengürz'ü getirip. sorular sordular,

cevap veremeyince 100 deynek vurarak onu da karısı ve çocukları ile Amu'ya

gönderdiler, orada zindanda öldü.

Bektuzen ordusunu, ayakkabıcılar ve ayak işleri vekili Ebu'l-Kasım ile

Talakan'a gönderdi. Ayaklananlar öldürülüp, meşhurlarından 400 Karmatî esir

alınarak başkente getirildi. 60.000 dinar ganimet aldılar. 100.000 dirhem de

Beytü'l-mal için getirdiler. Geri kalanını, emirin hüküm ve fermanıyla

ayakkabıcılarla ayak işle-

252

SİYASETNÂME rini yapanlara yağma için bıraktılar. Esirleri saraya getirince bazılarını idam

ettiler, bazıları da attıkları hapisanede öldü.

Page 150: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Talakan temizlenince, İshak Belhî'yi Beyk Arslan'la Fergana tarafına

gönderdiler. Danişmend Ebu Muhammed'i de, şeriatı öğretmek amacıyla

yanlarına kattılar. İnan'ın fethinden sonra ordu Fergana'ya girip pek çoğunu

kesip, bir kısmını da esir aldı. Büyük bir topluluk da başkente gelerek tevbe

edip, o mezhepten vazgeçerek müslüman oldular. Ordu da Buhara'ya pek çok

mal ve ganimetle döndü. Ebu Muhammed'den, Mukı'iyan mezhebinin nasıl

olduğunu sordular. Bu mezhebe göre, kadınlar tenasül uzuvlarını kendi mezhep

mensuplarından saklamadığı gibi, esirgemiyorlardı da. Bir kişi bir kadınla

evlenmek istediğinde, ilk olarak en büyükleri sahip olur,ondan sonra, kadın

kocaya gidebilirdi. Bu helal sayılırdı. Birleşmeden sonra yıkanmazlar,

annelerine, kardeşlerine, kızlarına el uzatabilirlerdi. Namazı, orucu, haccı,

gazayı inkâr ediyorlardı.

Bu önemli iş bittikten sonra sarayda, divanda, nedimler arasında bulunduğu

söylenen Karmatîlerle diğerlerinin ibret alması için nasıl bir intikam alınacağını

görüşmek üzere Emir Seyyid Mansur, vezir, kadı ve Bektuzen bir toplantı

yaptılar. İlk olarak Ebu Mansur Abdurrezzak'ı tutuklayıp, Horasan, Irak ve

Maveraü'n-nehir'deki bütün Karmatîleri temizlemeyi kararlaştırdılar. Alptekin

Horasan'dan ayrılmış, Gazneyn'e yerleşmişti. Bu gün Horasan'da bulunan Tûs

emirlerinden Ebu Mansur Abdurrezzak eski gücünde değildi. Fakat öncelikle

padişahın sarayının Karmatilerden temizlenmesi gerekirdi. Ebu Mansur ve

diğerlerinin işleri daha sonra görülmeliydi. Horasan sipahsalarlığını Nâsıru'd-

devle Ebu'l-Hasan Semcur'a vererek, bütün kuvvetleriyle dergâha çağırdılar.

Ebu'l-Hasan huzura ulaşınca, onun gücü ile, padişahın yakınları ve debirleri

olan Karmatîleri zincire vurulup, bütün malları alınarak, hepsi öldürüldü.

Bundan sonra Ebu'l-Hasan Semeur'u Horasan askeri ile savaşmak ve Ebu

Mansur Abdurrezzak'ı tutuklamak üzere gönderdiler. Civardaki valilere de

mektuplar yazarak, Veşmgir'in Gür-gan'dan ordusuyla hareket edip, Semeur'un

kuvvetlerine katılma-

253

KIRKYEDİNCt FASIL

sını,Tûs'u muhasara ederek Ebu Mansur'u yakalamalarını ve Karmatîlerden kimi

bulurlarsa öldürmelerini bildirdiler.

Hasta olan Ebu Mansur, orduların Tus'u kuşattığını görünce, Gürgan tarafına

kaçmak için şehirden çıktı. Veşmgir kendini görüp yolunu kesti, kuşluk

vaktinden ikindiye kadar savaştılar. Çok çetin bir savaş oldu. Ebu Mansur

zayıflık ve hastalıktan gücünü tüketip, atından inerek kölesinin kucağına yattı ve

orada öldü, ordusu da bozuldu. Veşmgir, Ebu Mansur'un başının vücudundan

ayrılmasını emrederek, akşam namazına kadar, bozulan orduyu takip ile yaka-

ladıklarını öldürttü. Ebu Mansur'un bütün eşya ve hazinesini ele geçirdiler.

Veşmgir, Ebu Mansur'un kellesini, 70 esir ve hazinesi ile Emir Seyyid'e

gönderdi. Bir taraftan Ebu'l-Hasan, diğer taraftan Veşmgir şehre girip ne kadar

Karmatî buldularsa öldürdüler. Böylece, Horasan ve Irak'ta tek Karmatî ve

Page 151: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bâtınî kalmadı. Mezhebin kökünü öyle kazıdılar ki, kimse çıkıp onlardan tek

kişi gösteremez.

Batınî Ali b. Muhammed Berkaî'nin Huzistan ve Basra'da ortaya çıkışı

Hicretin 255. senesinde Ali b. Muhammed Berkaî isyan etti. Ehvaz'da senelerce

Huzistan ve Basra zengilerini aldatmış, ümitler vererek, onları mezhebine davet

etmişti. Bu ümitlerin tahakkuku için zengilerle birleşerek, önce Ehvaz'ı, sonra

Basra'yı ele geçirip, bir saldırı ile Huzistan'ı da aldılar. Zengiler efendilerini

öldürerek mallarına, paralarına, kadınlarına ve saraylarına sahip oldular. Halife

Mutemed'in gönderdiği orduyu defalarca mağlup ederek bayrağını yırttılar.

Berkaî 14sene I4ay 6 gün padişahlık yaptı. Neticede, Mutemed'in kardeşi

Muvaffak'ın hilesiyle tutuklandı. Bütün zengileri kestiler. Ali b. Muhammed

Berkaî'yi Bağdat'a getirerek idam ettiler. Onun mezhebi Mazdek, Babek, Ebu

Zekeriya, Hurremdin ve Karmatî mezhebi gibi, hatta daha beter idi.

254

SİYASETNÂME

Ebu Said Cennabî ve oğlunun Bahreyn ve Lahsa'da isyan etmesi

Mu'tasım zamanında, Bahreyn ve Lahsa halkını, bizim Şia dediğimiz Bâtınî

mezhebine davetle yoldan çıkaran Ebu'l-Hasan b. Bahrem Cennabî isyan etti.

Muradına erişip, kuvvetlendiğinde, yol kesip yağmaya başladı ve bunun mubah

olduğunu ilân etti. Böyle bir müddet geçtikten sonra, bir gün bir hizmetkâr

tarafından öldürüldü. Bu olay üzerine Bahreyn ve Lahsa'da hizmetkârlara itimat

edilmez oldu. Cennabî'nin yerine oğlu Ebu Tahir geçti. Bir müddet doğru yolda

yürüyen Ebu Tahir, Şiîlerin düsturlarından çok az şey bildiğinden, bir gün

dâilere birini göndererek onların okuduğu Kitabu'l-belagati's-sabiat adlı eseri

istedi. Kitabı gönderdiler. Onu okuyunca adeta bir köpek kesildi. Bahreyn ve

Lahsa'daki adamlarına "Silahlanın, sizinle işim var. Hepiniz gelin. Size,

hayrınıza olacak bir şeyler öğretip, göstereyim" diye haber gönderdi.

Hac mevsimi yakındı. Etrafında pekçok insan toplandı, bunları alıp Mekke'ye

götürdü. O sene hac çok kalabalıktı. "Kılıçlarınızı çekip kimi bulursanız

öldürün, fakat Mekke yakınlarında oturanları daha çabuk yok etmeye çalışın"

diye emretti. Adamları kılıçlarını çekerek çok sayıda insanı katlettiler. Hacılar

Harem'e sığındılar. Kapıları kapayarak, mushaflarını alıp okumaya başladılar.

Mekkeliler silahlanarak Ebu Tahir ile savaşa tutuştular. Ebu Tahir bu durumu

görünce elçi gönderip, "Biz hacca geldik, savaşmaya değil. Harem kapısını

kapayarak, bizi savaşmak zorunda bıraktığınız için günah sizindir. Hacıları

rahatsız ediyorsunuz, biz de haccetmek istiyoruz, siz yolu kapattınız. Bize zarar

verirseniz namınız kötüye çıkar. Bırakınız haccımızı yapalım" dedi. Mekkeliler

onların bu tumturaklı sözlerine inandılar. Aralarında anlaşıp, iki tarafın da

kullanmaması üzerine yemin ettiler ve silahlarını bırakarak tavafla meşgul

oldular.

Ebu Tahir silahlı kişilerin dağıldığını görünce, "Silahlarınızı çe-

255

KIRKYEDİNCİ FASIL

Page 152: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

kip, derhal Harem'e girip, içerde ve dışarda kimi bulursanız öldürün!" emirini

verdi. Ölüm korkusundan halkın bir kısmı kendilerini kuyulara attı, bir kısmı da

dağlara kaçtı. O anda Haceru'l-esved'i yerinden çıkardılar. Kabe'nin damına

çıkıp altın oluğu yerinden söktüler. Bunları yaparken bir yandan da şöyle

diyorlardı: "Sizin Tanrınız göktedir, yer yüzüne ev yapmaz, hadi onun evini

yağma ediniz, yıkınız." Kabe'nin örtüsünü çıkarıp parça parça ettiler. Alayla

"Allah'ın evine girmiştiniz, niçin kılıcımızdan emin olamadınız? Eğer Allah evi

olsaydı kılıçtan emin olurdunuz" diyorlar ve buna benzer pek çok küfürler

söylüyorlardı. Mekkelilerin kadın ve çocuklarının çoğunu esir ve köle yaptılar.

Kuyulara atılan ve atlayanların haricinde 20.000'den fazla müslümanı katlettiler.

Cesetlerin kuyulara doldurulması emredilince, kuyularda sağ kalanlar da öldüler.

Pekçok altın, gümüş, güzel kokular ve ev eşyaları götürdüler. Bahreyn'e dö-

nünce dâilere bu mallardan pekçok hediyeler gönderdiler.

Bu olay 370 senesinde Muktedir zamanında oldu. Ebu Tahir daha sonra

Mağrip'te bulunan büyük oğlu Ebu Said'e de hediyeler gönderdi. Ebu Said,

Abdullah Meymun Kaddah'ın oğullarından biri olan Ahmed'in annesi ile

evlenmiş, oğlunu yetiştirip, meslek sahibi yaptıktan sonra ona fazilet ve edep

öğreterek, ahlaken de gü-zelleştirerek onu kendine veliaht yapmıştı. Ona daveti

öğreterek, nişanlar verip, kendisi Mağrib'in Sicilmase şehrine yerleşti. Burada

işleri yolunda gitti, halka mezhebini öğretti. "Ben mehdi ve Ale-vîyim" diyerek

halka ağır vergiler koydu. Şarabı mubah kıldı. Anne ve kız kardeşin mubah

olduğunu söyledi. Emevî ve Abbasîlere lanet okunmasını emrederek, bazı

kişileri zorla, bazılarını da bağışlarda bulunarak mezhebine davet etti.

Anlattığımız gibi, haksız yere döktüğü kanlar ve koyduğu kötü âdetler uzar

gider. Tarihlerin anlattığına göre, onun Mısır'da oturan oğulları, Ebu Said ile

Ebu Tahir, Lahsa'ya geldikleri zaman semavî kitap olarak buldukları Tevrat,

İncil ve Kur'an-ı Kerim'lerin hepsini sokağa alarak üstlerini kirlettiler. Ebu

Said, "İnsanları üç kişi serseme çevirmiştir: Çoban, tabip ve deveci. Kinim,

diğerlerinden daha

256

SİYASETNÂME

hilekâr, daha üçkâğıtçı ve daha gözbağcı olan deveciyedir" dedi. O köpek

bunları söyledikten sonra annenin, kız kardeşin, kişinin kendi kızının mubah,

malın ve bütün kadınların ortak olduğunu söylüyor, böylece Mazdek dininden

olduğunu açıklıyordu. Haceru'l-esved'i iki parça ederek, oturduğunda bir ayak

bir parçasına, diğer ayak ikinci parçasına konulacak şekilde ayak yoluna

yerleştirdi. Bütün resullere ve nebilere lanet edilmesini emretti; ikinci bir emirle

herkesin annesine ve kız kardeşine yaklaşmasını istemesi Araplara zor geldi.

Annelerine sokulmamak için zırnık ve kükürt içerek intihar ettiler. Fakat Mağrip

halkının çoğunluğunu yabancılar, cahiller ve gençler teşkil ettiğinden bunlar

isteyerek ve hevesle bu işe yanaştılar.

Bu köpek ikinci defa hac kafilesini soydu. Görgüsüzlükler yaptı. Yalan yere

sözler verip, yeminler etti. Pekçok insan öldürdü. Irak ve Horasan'da bulunan

Page 153: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

müslümanlar kara ve deniz yolu ile hacca gitmek için toplandılar. Fakat

korkularından Küfe mescidine sığındılar. Bir ara, Haceru'l-esved'i ayak yolunda

iki parça halinde görerek, alıp, demir çivi ile birleştirdikten sonra Mekke'ye

götürüp yerine koydular.

Daha sonra Ebu Tahir, Zekire-i Gebr'i İsfahan'dan Lahsa'ya götürüp,

padişahlığını ilân etti. Gebr tahta oturduktan sonra onların ileri gelenlerinden

200 kişiyi öldürdü Ebu Tahir ile kardeşini de öldürmek istiyordu. Bunu anlayan

Ebu Tahir onu hile ile öldürüp, tekrar duruma tekrar hâkim oldu. Bu köpeğin

İslâmda çıkardığı fitnelerin ve yaptığı katliamların hepsini anlatacak olursak bu

kitap on misli büyür. Bu fitne, Râzî zamanında Deylemlilerin ortaya çıkışına

kadar devam etti.

Onlardan bu kadar bahsetmemizin sebebi, Âlemin Efendisi'nin onların

inançlarının ne olduğunu, nasıl çalıştıklarını, söz ve yeminlerine olan inançlarını

bilmesi içindi. Batıniler, güçlü oldukları zaman müslümanlara ve İslâm

beldelerine pekçok kötü işler yapan, uğursuz bir topluluk, İslâmın ve padişahın

düşmanıdırlar.

*

O tarihlerde Mukanna Mervezî de Maveraü'n-nehr bölgesinde

257

KIRKYEDİNCİ FASIL

isyan edip, şeriatı kendi kabilesinden bir kere daha kaldırdı. Mukanna da, Ebu

Said Cennabî Mağribî, Muhammed Alevî Berkaî ve diğer dâiler gibi Bâtınîlerin

davalarını güdüyordu. Bunların hepsi aynı zamanda yaşıyor, birbirleri ile dost

olup, mektuplaşıyorlardı. Mukanna Maveraü'n-nehr'de bir sihir yaparak, dağdan,

balığa benzer bir şey indirdi. Ay doğduğu sırada halk oraya gidip, onu görü-

yordu. Başlangıçta Bâtınîlerin fikirleriyle ortaya çıkarak, o vilâyetin halkını

şeriattan ve müslümanlıktan çıkardı. Allahlık iddiasında da bulununca, devrinde

pekçok kan döküldü. Çıkardığı fitne ve fesat ile o bölgenin askerini kendine

bağlayıp, bu askerle pekçok seferler yaptı. Hepsini anlatacak olursak bu kitaba

sığmaz. Bu topladıklarımızda ondan bahsetmemiş olmamak için bu kadar sözü

yeterli buluyoruz.

Bahsettiğimiz bu köpeklerin herbirinin macerası büyük bir kitap gerektirir.

Bâtınîler zaman zaman isyan etmişler, kendilerine her zamanda başka bir isim

ve başka bir lakap vermişler, her şehir onları başka bir adla anmıştır. Mısır ve

Halep'te İsmailî; Bağdat, Maveraü'n-nehr ve Gazneyn'de Karmatî; Kûfe'de

Mubarekî; Basra'da Ravendî, Berkaî, Berî Halefî ve Bâtınî; Gürgan'da Kırmızı

bayraklı; Şam'da Mubiza; Mağrip'te Saidî; Lahsa ve Bahreyn'de Cennabî;

İsfahan'da Bâtınî derler. Onlar ise kendilerine Talimî derler. Maksatları, her

zaman halkı doğru yoldan çıkararak, müslümanlığı ortadan kaldırmak olmuştur.

258

KIRKSEKİZİNCİ FASIL

Hurremîlerin Isfahan ve Azarbaycan'da baş kaldırışları

Page 154: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Şimdi de Alemin Efendisi'nin nazar-ı dikkatini çekmek için bendeniz Hurrem

dinlilerden (Hurremîler) bir kaç hususta kısaca bahsetmek isterim. Hurrem

dinlilerin her isyan edişinde Bâtınîler onlarla birlik olarak, onlara kuvvet

vermişlerdir. Bâtınîler nerede başkaldırmış olurlarsa olsunlar, Hurrem dinliler

onlarla birlik olarak, onları manen ve maddeten desteklemişlerdir. Her iki

mezhep de dini bozmada aynıdır.

162. H. senesinde halife Mehdi zamanında kendilerine kırmızı bayraklı (Surh

alem) denilen Gürgan Bâtınîleri isyan ederek Hurrem dinlilerle iş birliği

yaptılar. Ebu Müslim'in sağ olduğunu iddia ederek "İktidarı ona geri vereceğiz"

dediler. Oğlu Ebu Lağra'yı kendilerine lider yaparak, Rey'e kadar ilerlediler.

Helâlle haramı bir tutup, kadınları mubah kıldılar. Halife Mehdi etrafa mektup

yazarak Taberistan valisi Amr b. Alâ'nın etrafında birleşerek onlarla

savaşmalarını bildirdi. Gidip bu topluluğu dağıttılar.

Harun Reşid Horasan'da bulunduğu sırada, Hurrem dinliler bir defa daha Isfahan

ve bölgesinin Terindin, Kapile, Fab ve diğer köylerinde isyan ettiler. Rey ve

Hemedan'da da pekçok halk bölük bölük bu isyana iştirak ederek, onlarla

birleşti. Böylece sayıları 100.000'i aştı. Harun Reşid Horasan'dan Abdullah b.

Mübarek kumandasında 20.000 süvariyi onlarla savaşa gönderdi. Onlar Abdul-

259

KIRKSEKIZINCİ FASIL

lah'tan korkarak, her kavim kendi yerine döndü. Abdullah, Harun Reşid'e

mektup yazarak Ebu Dulef ten ayrılma imkânı olmadığını bildirdi. Cevabî

mektupta, onun emrine girip birlik olmaları emredildi. Hurrem dinliler ve

Bâtınîler tekrar toplanarak karışıklık çıkarmaya ve yağmaya başladılar. Ebu

Dulef Adî ve Abdullah Mübarek yaptıkları bir baskında pekçoğunu öldürüp,

çocuklarını alarak Bağdat ve Yemen'de köle olarak sattılar.

Bâbek'in İsyanı

Bu olaydan dokuz sene sonra Bâbek Azerbaycan'da ayaklanıp, onlarla birleşmek

istedi. Ordunun yollarını kestiğini duyunca korkup, geri döndüler ve dağıldılar.

212 H. senesinde, Halife Me'mun zamanında Hurrem dinliler Isfahan ve Kereh

bölgesinde isyan edince, Bâtınîler derhal onlara iltihak ettiler. Kötülükler

yaparak Azerbaycan'a geldiler ve Bâbek'le birleştiler. Halife Me'mun,

Kuhistan'da valilik yapmakta iken isyan edip kervanları soyan, hazineden hiç bir

şey istemeksizin kendisi için bir ordu kuran, Zerir b. Ali'yi cezalandırdıktan

sonra, Bâbek'le savaşmak üzere Muhammed b. Hamid Tai kumandasında bir

ordu gönderdi.

Muhammed, yapılan savaşta Zerir'i öldürüp, kavmini yok etti. Zerir'in ordusu

dağıldı. Bunun üzerine Me'mun Azerbaycan şehirlerinden Kazvin ve Meraga'yı

ona verdi. Sonra Bâbek ile savaşmaya gitti. Bâbek'le arasında altı ay devamlı

büyük çarpışmalar oldu. Bir çarpışma sonunda öldürüldü. Böylece Bâbek'in işi

kolaylaştı. Hurrem dinliler sipahileri esir ettiler ve işkenceye başladılar. Mu-

hammed b. Hamid Taî'nin katledilmesi haberi halife Me'mun'a ulaşınca çok

üzüldü. Horasan valisi bulunan Abdullah b. Tahir'e derhal Bâbek'le savaşa

Page 155: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

başlamasını emrederek, fethetmiş oldukları Kuhistan ve Azerbaycan'ın bütün

topraklarını ona verdi. Bunun üzerine Abdullah ordusuyla Azerbaycan'a girerek

savaşa başladı. Bâbek onunla baş edemeyeceğini görünce muhkem bir kaleye sı-

ğındı Hurrem dinliler de dağıldılar.

260 StYASETNÂME

218 H. yılında Me'mun Anadolu'ya, Anadolu kralı ile savaşmaya gittiği zaman,

Hurrem dinliler Isfahan, Fars ve Kuhistan'da ayaklandılar. Onlar bu vilâyetlerde

işlerini düzeltmek için belirli bir gecede harekete geçmeye sözleştiler. O gece

isyan edip şehirleri yağma ettiler. Fars'ta pek çok müslüman öldürüp, kadın ve

çocuklarını köle yaptılar. Isfahan'dakilerin başında bulunan Ali b. Maz-dek

isimli bir kişi, etrafında topladığı 20.000 kişi ve kardeşi ile Kereh'e girdi. Ebu

Dulef kayıptı, Kereh'te kardeşi Muakkıl bulunuyordu. Yanındaki 500 süvari ile

Mazdek'e mukavemet edemeyince kaçarak Bağdat'a sığındı. Ali b. Mazdek

Kereh'i alıp yağmaladı. Adîlerden yakaladığı müslümanları katletti. Kadın ve

çocukları köle olarak alıp götürdü. Bâbek'in ordusuna iltihak etmek için

Azerbaycan'a gitti. Diğer bölgelerdeki Hurrem dinlilerde Bâbek'in emrinde

çalışmak üzere Azerbaycan'a geldiler. 10.000,20.000 derken 50.000 oldular.

Kuhistan ile Azerbaycan arasında Şehristane denilen bir şehirde birleştiler.

Mu'tasım, İshak'ı 40.000 askerle onların üstüne gönderdi. İs-hak bir baskınla

savaşa başladı, sıkı bir çarpışmadan sonra pekçoğunu helak etti. Bâbek kaçtı,

aralarına giren İshak'ın askerleri 100.000 kişiyi öldürdü. Bunlardan, Ali b.

Mazdek idaresindeki 10.000 kişilik bir kuvvet İsfahan'a saldırdı. Şehri kendi

aralarında taksim etmiş olan reislerin saraylarını basıp kadın ve çocuklarını köle

yaptılar. Isfahan valisi Ali b. Galip kayboldu. Şehrin kadısı ve reislerle anlaşıp,

halkı da yanına alarak üç taraftan şehre saldırdılar. Onları mağlup ederek

kadınlarını ve çocuklarını köle ettiler. Buluğa ermiş bütün erkeklerin ya

boyunlarını vurdular veya kuyulara doldurdular.

Bundan sonra Mu'tasım daha altı yıl Hurrem dinlilerle uğraştı. Bâbek'le

savaşmak üzere Afşin'i memur etti. Afşin hareket edince, nerede Hurrem dinli

ve Bâtınî varsa Bâbek'e yardıma koştu. Afşin ile Bâbek arasında iki sene içinde

büyük meydan savaşları oldu. İki tarafın da sayısız askeri öldü. Neticede Afşin

şöyle bir hile yaptı: Askerini yaydı, bir gece çadırlarını söküp, bulunduğu yerden

60 km. geri gitti. Yol boyunca önemli gördüğü yerlere 3.000 süva-

261 KIRKSEKİZİNCİ FASIL

ri ile 2.000 piyadesini gizledi. Bâbek'e haber göndererek, söz anlayacak akıllı bir

elçi istedi. "Her ikimiz için de doğru olanı ona söyleyeyim" dedi. Afşin,

Bâbek'in gönderdiği adama şöyle dedi: "Bâbek'e söyle, her işin bir sonu vardır.

Bu adamın başı koparılırsa bir daha böylesi yetişmez. Adamlarımın pekçoğu

öldürüldü, onda biri bile kalmadı. Sizin durumunuzun da aynı olduğunu

biliyorum. Gelin barış yapalım, sen sahip olduğun vilayetle yetin ve doğru

dürüst yerinde otur. Ben de dönüp Emiru'l-mümininden senin için bir kaç vilâyet

Page 156: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

alayım ve menşur göndereyim. Kabul edersen hemen bu işe başlayayım, yok

dersen bir daha erkekçe vuruşalım, bakalım şans kime güler!"

Elçi Afşin'in huzurundan çıkıp etrafa bakınca, askerin çok az olduğunu gördü.

Gözü tutmadı. Bâbek'in yanına varınca "Askerleri çok azalmış, hiç bir iş

göremez" dedi. Bâbek'e casusları da aynı haberi götürünce, üç gün sonra büyük

bir savaş yapmayı kararlaştırdılar. Bunun üzerine Afşin, askerlerine birini

göndererek, gündüz toplanmalarını, gece sağ ve sola muayyen uzaklıkta

ayrılarak dağlarda ve muhkem kalelerde saklanmalarını emretti. "Ben ordugâhı-

mı bırakıp, sırtımı çevirip, hezimete uğradığım hissini vererek, onlardan bir

miktar uzaklaşacağım, onlardan bazısı arkamdan gelecek, bazısı ise yağma ile

meşgul olacak; siz dağların arkasından çıkarak geçitleri tutun. Sonra ben geri

döneceğim, bakalım Allah bize yardımını bağışlayacak mı?" dedi.

Savaş günü gelince Bâbek'in ordusu kendini boğazdan gösterdi. 100.000'den

fazla süvari ve piyadeden meydana gelmişti. Afşin'in ordusunu hakir ve çok az

gördüler. Bunun üzerine savaşa başladılar. Çok şiddetli geçen çarpışmalarda iki

taraftan da pek çok adam öldü. Öğle üzeri Afşin hezimete uğramış gibi yaparak,

ordugâhından bir km. uzaklaştı ve durup alemdarına, "Sancağı kaldır ve dur"

dedi. Kendilerine yetişen ordusu da durdu. Bâbek askerlerine "Afşin'in işini

bitirmeden yağma ile meşgul olmayın" demişti. Süvarileri sözünü dinleyip

kendisi ile Afşin'in peşine düştülerse de, piyadeleri ordugâhı yağmaya

başladılar. Bunun üzerine, pusudaki

262

SİYASETNÂME

20.000 Afşin askeri, yerlerinden fırlayıp Hurrem dinlilerin yollarını kestiler.

Afşin'in yanında bulunan 20.000 süvari de çok güzel bir geri dönüş yaparak

Bâbek ve ordusunu araya aldılar. Bâbek kaçmaya imkân bulamayınca, Afşin

yetişip onu esir aldı. Akşam namazına kadar onları kovalayıp kestiler. Bu

zamanda Bâbek'in ordusundan 80.000'den fazla süvari ve piyade katledildi.

Afşin Bâbek'in kalesi yakınında Mecangâh'ta bir kölesi ile 10.000 askerini

bırakıp Bâbek'i yanına alarak Bağdat'a döndü.

Mu'tasım, "Ey haramzade, yeryüzüne ne kötülükler saçtın ve binlerce

müslümanı öldürdün" deyince, Bâbek cevap vermedi. Mu'tasım onun el ve

ayaklarının kesilmesini emretti. Elinin biri kesilince Bâbek, diğer eli ile kesilen

elinin kanını alıp yüzüne sürerek, yüzünü kıpkırmızı yaptı. Mu'tasım, "Ey

köpek, yine ne hile düşünüyorsun?" dedi. Bâbek, "Hiç bir şey yok" dedi.

Mu'tasım, "Ne söylediklerini biliyorum" deyince Bâbek, "El ve ayaklarımı

keseceğinizi biliyordum, kanım aktıkça yüzüm sararacak, biri yüzümü görünce

korkudan sararmış demesin diye bunu yaptım" dedi. Mu'tasım, boynuzları

üzerinde, yüzülmüş bir sığır derisi getirerek, Bâbek'i, iki boynuz iki kulağa

gelecek şekilde içine koyup dikmelerini emretti. Bu postu darağacına astılar,

deri kuruduğu halde yaşamaya devam etti, nihayet acılar içinde öldü.

Onun ayaklanmasından yakalanmasına kadar geçen olaylar bir ciltlik bir kitap

olur. Bâbek'in özel cellatları vardı. Bunlardan birini tutup sordular: "Kaç kişiyi

Page 157: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

öldürdün?" "Bâbek'in pekçok celladı vardı. Onların ne yaptıklarını bilmem; ama

ben savaşlar dışında 36.000'den fazla müslüman öldürdüm" dedi. Onu da

öldürerek Hurrem dinlilerin işini bitirdiler.

Mu'tasım'a, devrinde üç zafer müyesser oldu. Üçü de İslâmın gücünün

ifadesidir. Birincisi Kayser'den Anadolu'nun fethi, ikincisi İslâm dünyasının

Bâbek Ardişir'den temizlenmesi, üçüncüsü Taberistan'da zuhur eden Mecusî

Maziyar'ın (Maziyar Gebr) ortadan kaldırılması. Onun eliyle yapılan bu fetihler

olmasaydı, İslâm yok olurdu.

263

KIRKSEKİZİNCİ FASIL

SİYASETNÂME

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Mu'tasım, Kadı Yahya b. Eksem ile şarap meclisinde

otururken birara kalkıp odasına gitti. Bir müddet sonra çıkıp biraz şarap içti,

sonra tekrar bir başka odaya girdi. Biraz sonra yine çıkıp bir miktar daha şarap

içerek üçüncü bir odaya girdi. Oradan hamama gidip, gusül abdesti alarak geldi.

Seccade isteyerek iki rekât namaz kılıp, tekrar şarap meclisine geldi. Kadı'ya,

— "Bu kıldığım namazın ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Kadı,

— "Hayır" dedi.

— "Bugün Allah'ın bana yağdırdığı nimetlerin şükrünü yerine getirdim". Kadı,

— Yâ Emire'l-müminin, bunların hangi nimetler olduğunu söyler misin?

—Girdiğim üç odada üç düşmanımın kızı vardı. Biri Anadolu Kayseri'nin,

ikincisi Bâbek Ardişir'in, diğeri ise Maziyar Gebr'in kızı. Üçünün de bikrini

izale ettim. Kadı bu sözlere taaccüp etti.

Vâsık devrinde Isfahan bölgesinde tekrar ayaklanan Hurrem dinlilerin isyanı

300 H. yılına kadar devam etti. Bu arada pekçok fitne ve fesat çıkararak Keren'i

yağmalayıp, halkı katlettiler. Bu grup imha edildi. Bu kez Bürd Şah isyan edip

Isfahan dağlarını tuttu. Hurrem dinliler ve Bâtınîler onun etrafında toplanarak,

kervanları soydular, köyleri yağmaladılar, genç, ihtiyar, kadın, çocuk demeyip

müslümanları katlettiler. Bu isyan otuz küsur sene devam etti. Dağ geçitlerini ve

kaleleri tuttukları için hiç bir ordu onlarla baş edemedi. Neticede yakalandılar.

Başları kesilip Isfahan sokaklarında dolaştırıldı. Bu fetih sebebiyle bütün

müslümanlar şenlik yaptılar, fetihnameler yazdılar. Bunlar hakkında geniş bilgi

Tecâribü'l-ümem, Tarihu Isfahan, Ahbaru Hulefayi Ali Abbas adlı kitaplarda

mevcuttur.

Hurrem dinlilerin inançlarına gelince, haramı helâl sayarlar, şeriatın insan

vücuduna zahmet verdiğini iddia ederler. Namaz, oruç,

264

hac, zekât gibi ibadetleri kaldırırlar. Şarabı, halkın malını ve kadınlarını helâl

addederler. Farz olan herşeyden uzaklaşılmasını söylerler.

Bir toplantı yaptıkları veya önemli bir konuda meşveret gerektiği zaman, ilk söz

olarak Ebu Müslim'e, Ebu Müslim'in kızı Fatıma'nın "küçük âlim" dedikleri oğlu

Mehdi b. Firuz'a salavat getirirler. Bunlardan, Mazdek'in, Hurrem dinlilerin,

Batınilerin mezheplerinin birbirine yakın oldukları anlaşılıyor. Bütün arzuları

Page 158: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

İslâmı yıkmak olan bu dinsizler, halkı kandırmak için kendilerini Âl-i Resul'e

dost gibi gösterirler, halkı elde ettikten sonra şeriatı yıkmaya çalışırlar. Âl-i

Resûl'Un düşmanı oldukları gibi, kimseye de merhametleri yoktur. Hiçbir küfür

ehli onlardan merhametsiz olamaz. Yalnız birbirlerine yardımda bulunurlar

Onların mezhebi Hüdavend-i Âlemi (Allah mülkünü daim etsin) uyarmak için

anlatıldı. Bendelerinden bir kısmı dünya malına aşırı düşkündürler. Hak

sahiplerinin haklarından bir bölümünü geri alarak, bu kısmın fazla olduğunu

iddia ediyorlar. Eteği yırtıp kola eklemekle asla gömlek yapılamaz. Bendenize

öyle geliyor ki, bu gibiler, ulu ve büyük kişileri makamlarından etmek istiyorlar.

Davulların sesi kulaklara ulaşıyor, sırları ortaya çıkıyor. Bu hususta kulunuz

hangi konuda konuştuysa, doğru söyleyip, şefkat ve nasihat etme vazifesini

yerine getirdi. Allah, onun, düşmanları kahreden gücünü ve devletini kem

gözlerden uzak tutsun. Düşmanlarını asla bu arzularına ulaştırmasın. Allah,

kıyamete kadar bu dergâhı, sarayı ve divanı dindar kişilerle süslesin. Dünya

arzuları peşinde koşanları devletten uzak tutsun. Muhammed (s.a.)'in âl ve

ashabı hürmetine bu devletin her gününü bir fetih, bir zafer, bir yücelik ve bir

bayram yapsın.

Kıta: Ziyansız kâr'la kini olmayan şefkatli insanı dünyada çok az gördüm.

Dünyada çok iş aradım, sonunda dostun düşman olmadığını çok az gördüm.

265

KIRKDOKUZUNCU FASIL

Padişahın hazineye sahip olması ve onu düzene koyması

Padişahların, daima, biri aslî, diğeri haraçlarla mallardan oluşan iki hazinesi

vardır. Kazançlarının çoğunu aslî hazineye, azını da haraçlar ve mallar

hazinesine katarlar, zaruret olmadan aslî hazineden harcamazlardı. Buradan bir

şey alacak olurlarsa borç olarak alırlar, sonradan yerine koyarlardı. Aniden

paraya ihtiyaçları olursa, kafalarını onu bulmak için meşgul eder, o mühim

meselede kusur edip, geri bırakmazlardı. Vilâyetten gelen bir malı, hangi şekilde

olursa olsun hazineye koyarlarsa, kendi harcamaları dışında onu asla değiştirmez

ve başkalarına da vermezlerdi. Namazlarda, âdetlerde ve protokollerde kusur

etmezler ve bunların tehiri görülmezdi. Hazineleri daima dolu idi. Padişahların

işi de böyle olmalıdır.

Hikâye: Sultan Mahmud'un, büyük hâcibi Emir Altuntaş'ı Harezm'e

gönderdiğini işittim. Harezm'in vergisi 60.000 altın dinardı. Altuntaş'ın

ordusunun masrafı da o kadardı Sultan bir sene sonra mal istemek için birisini

Harezm'e gönderdi. Bunun üzerine Altuntaş, mutemetlerini Gazneyn'e gönderip,

"Harezm'in borcu olan 60.000 dinarın, bendenizin ordusunun masrafı olarak,

benim divandan alacağımın yerine yazılmasını diliyorum" dedi. Bu devirde

Sultan'ın veziri olan Semsu'l-kifat Ahmed Hasan Meymendî mektubu okuyunca,

hemen şöyle bir cevap yazdı: "Altuntaş, Mah-

266

SİYASETNÂME

Page 159: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

mud'un, zamanı gelen, kabul edilmiş bir maldan hiçbir şekilde vaz-

geçmeyeceğini bilir. Hemen o vergiyi bul, Sultan'ın hazinesine getirip, teslim et.

Ayarını ve makbuzunu al. Ondan sonra kendin ve maiyyetin için Bast ve

Sistan'a berat yazsınlar, gidip alırsın. Böylece padişahın işinin düzene girmesi

için, Mahmud'la Altuntaş ve kul ile efendi arasındaki fark ortaya çıkar. Ordunun

ihtiyacı bilinmektedir. Harezm şahının sözünün de böyle olması gerekir. Sul-

tan'a yalvarıyor mu? Yoksa hakaret mi ediyor? Küçük mü görüyor? Ahmed

Hasan'ı bir şeyden habersiz, cahil mi sanıyor?" Harezm şahı bilgisinin ve aklının

kemâline rağmen bu güzel şeyleri düşünemedi. Bunları duyan herkes hayret etti.

Kulun efendisinden af dilemesi gerektiğine, kendisinin ülkede ortaklık iddia

etmesinin büyük tehlike olduğuna kanaat getirdiler.

Ahmed Hasan bu mektubu sarayın bir sipahisi ve on köle ile Harezm'e gönderdi.

Onlara, "Harezm'e 60.000 dinar yüklenildiği-ni söyleyip, bunu ona veriniz"

dedi. Altuntaş, Ahmed Hasan'ın mektubunu okuyunca, cevap veremeden, bir

yıllık vergi olan 60.000 dinarı verdi. Gazneyn'de Sultan Mahmud'un hazinesinde

ayara vurularak bir belge verildikten sonra, Altuntaş'ın ordusunun masrafı için

Gazneyn divanından Bast ve Sistan vilayetine mazı, deri, pamuk ve benzeri

mallar için berat yazarak, Altuntaş'ın adamlarına verdiler. Bu saydığımız malları

satıp, altına çevirerek Bast ve Sistan'dan Harezm'e 60.000 dinarı geri getirdiler.

Büyükler, ülkenin idaresini ve kanunlarını, memleketin diğer işlerine zarar

vermeden tebeanın rahatını ve hazinenin dolu olarak kalmasını böylece temin

ettiler. Neticede Sultan'ın ve halkın malına akıl almayacak şekilde göz dikme

önlendi.

267

ELLİNCİ FASIL

Adalet isteyenlerin sayısını azaltmak, onlara yerinde cevap ve haklarını vermek

Daima zulüm gören birçok insan, sarayın önünde toplanarak, başlarından

geçenlere cevap almadan gitmezler. Saraya gelen yabancılar ve elçiler bu

gürültü ve karışıklığı görünce, sarayda halka büyük haksızlıklar yapıldığını

sanırlar. Bu kapıyı onlara kapamak gerekir. Şehrin veya kasabaların ihtiyaçlarını

reaya bir yerde toplanarak tesbit edip, kâğıda yazar. Beş kişi de onu sarayımıza

getirir. Onlar istediğini söyler, durumu açıklar, cevabını veya karşılığını alarak

hemen geri dönerler. Böylece bu sebepsiz kalabalık ve asılsız feryatlar olmaz.

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Yezdicurd Şehriyar, Emirü'l-mümi-nin Ömer b. Hattab

(ra.)'ın hizmetine bir elçi göndererek, "Bugün dünyada bizim sarayımızdan daha

kalabalık saray, bizim hazinelerimizden daha zengin hazine, bizim ordumuzdan

daha büyük ordu yoktur. Kimsenin sahip olamayacağı kadar fazla silah ve

mühimmatımız var" dedi. Emirü'l-müminin Ömer (r.a.) onlara şu karşılığı

gönderdi: "Evet, söylediğiniz gibi sarayınız zulüm görenlerle dolu, hazineleriniz

haram mallardan dolup taşmakta, askeriniz pekçok, fakat disiplinsiz; bir kişi bir

makama ulaştığında alet ve teçhizatı oluyor fakat devam edemiyor. Vakti

gelince bunların hiç bir yararı olmaz. Bunların hepsi sizin iktidarsızlığınıza ve

memleketinizin yı-

Page 160: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

268

SİYASETNÂME

kılmasına delildir. Sonunda da öyle olacaktır."

Şimdi Hüdavend-i âlem (Allah devletini ebedî kılsın) mazlumlara hakkını bizzat

verme yolunu bilmeli ki diğerleri de adaletli olup, akıl almayacak haram işlere

tamah etmesinler. Sultan Mahmud bu hususta şöyle yaptı:

Hikâye: Şöyle anlatırlar: Bir tacir Sultan Mahmud'un şikâyet-hanesine gelip,

oğlu Sultan Mes'ud'un zulmüne uğradığını söyleyip ağlayarak, "Ey Hüdavend,

ben tüccar bir kişiyim, bir müddettir buradayım, memleketime dönmek

istiyorum; fakat oğlun benden 60.000 dinarlık mal ve kumaş aldı, parasını

vermediği için dönemiyorum. Emir'in Mesud'u benimle kadıya göndermesini

diliyorum" dedi. Bu sözlere öfkelenen Mahmud,oğlu Mes'ud'a kabaca bir haber

göndererek, "Tüccarın hakkını hemen ödemeni istiyorum, eğer bir sebep

göstermeye kalkışırsan, onunla adalet divanında, şeriatın emredeceğinin derhal

yerine getirileceğini bilerek hazır ol" diye emretti. Tüccar kadı'nın yanına, elçi

de Mes'ud'un sarayına gitti. Babasının emrini söyleyince, Mes'ud, çaresiz,

hazinedarına ne kadar nakit bulunduğunu sordu. Hazinedar gidip kontrol ederek

geldiğinde "20.000 dinardan fazla yok" dedi. Mes'ud, "Alıp tüccara götürünüz,

geri kalan 40.000 dinar için üç gün vade verirse öderiz" dedi. Mes'ud elçiye

"Sultan'a, 20.000 dinarı hemen, 40.000 dinarı da üç gün içinde ödeyeceğimi

arzet. Ben cüppemi giyip çizmemi çektim, bakalım Sultan ne emredecek?" dedi.

Elçi gitti ve hemen geri gelip, "Sultan, kadı'nın meclisinde hazır olmanı veya

tüccarın geri kalan 40.000 dinarını şimdi tamamlamanı, kendisinin yüzünü

göremeyeceğini, hakkı geçtiği için tüccarın parasını ödemeden sesini duymak

istemediğini emretti." dedi. O anda Mes'ud'un konuşmaya gücü kalmadı. Her

tarafa adamlar gönderip, herkesten borç istedi. İkindi namazına kadar tüccarın

60.000 dinarını teslim etti. Mes'ud ve tüccar birlikte teşekküre gittiklerinde,

Sultan, Mes'ud'dan memnun görünüyordu. Bu olay dünyanın dört bir yanında

duyulunca Hitay, Çin, Mısır tüccarları Gazneyn'e mal getir-

269

ELLİNCİ FASIL

meye başladılar. Dünyanın bütün lâtif ve zarif mallarını Gazneyn'e

getiriyorlardı.

Fakat zamanımız padişah ve melikleri, kapısının en âciz ferraş veya rikâbdarına,

"Belh âmidi veya Merv reisi şer'î mecliste hazır" deseler, sözlerini

dinletemiyorlar.

Hikâye: Hikâye ederler ki, Humus âmili, Ömer b. Abdulaziz'e yazdığı

mektupta, "Şehrin duvarı yıkılmıştır, onarılması için ne emredersiniz?" der.

Aziz, aynı kâğıt üzerine yazdığı cevaptaşunları söyledi: "Duvarı eskisi gibi yap,

yolları toz, toprak, taştan değil zulüm ve korkudan temizle. Nitekim Hak Taâlâ

kitabında, "Ey Davud, biz seni kendimize yer yüzünde halife kıldık, insanlara

adaletle hükmetmelisin, birinin diğerine zulm etmesine müsaade etmemelisin,

söylediğin her söz doğru olmalı, yaptığın her iş de adaletli olmalıdır" (Sad 38/

Page 161: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

26), yine Kur'an-ı Kerim'de "Allah kuluna yeterli değil midir" (Zümer 37/36);

Peygamberimiz de bir hadisinde, "Allah'ın kullarını incitmemek için onların

işlerini görmek üzere iyi, âbid ve zengin kişileri tayin etmelidir. Eğer halka

zulmeden biri tayin edilirse, Allah'a ve Resulüne hıyanet edilmiş olur" buyur-

maktadır".

Bu dünya padişahların amel defteridir, iyi olurlarsa iyilikle, kötü olurlarsa

kötülük ve Unsurî'nin dediği gibi nefretle anılırlar.

Kıta: Meşhur olmak istersen boynundan taht, adından bahsettirmek istiyorsan

göğe kemer yapmalısın ; Konuştuğun zaman sözünün güçlü olmasına çalış,

Meşhur olduğunda da, şöhretinin iyi olması için çok gayret sarfetmelisin.

270

ELLİBİRİNCİ FASIL

Vilayetlerin hesaplarının tutulması ve nizama konulması

Vilâyetlerin hesapları yazılarak, gelir ve gider belirlenmelidir. Bunun faydası,

harcamaların düşünülerek yapılması, faydalı ise üzerine kalem çekilmeden

yerine getirilmesidir. Gelirleri artırma hakkında sözcünün bir fikri olursa

dinlenmeli. Sözlerinde hakikat payı varsa yerine getirilmeli. Mal istiyor veya

hazinenin zarar ve ziyan yönlerini gösteriyorsa bunlar defedilmelidir. Bütçe

hakkında gizli bir durum kalmamalıdır.

Padişah dünya malında ve bu tür işlerde orta yolu tercih edip, insaflı

davranmalıdır. Eski âdetler, iyi olarak anılan meliklerin kanunları üzerinde

yürümeli, kötü gelenekler çıkarmamalıdır. Haksız yere kan dökülmesine rıza

göstermemek padişaha farzdır. Vergi memurları ve onların işlemlerini

incelemek, geliri ve gideri.bilmek, devlet mallarını korumak, hazinelerin ve

ambarların dolu olup olmadığını ortaya çıkarmak için kontrol etmek,

hasımlarının zararlarını önlemek vazifesidir.

Ne cimri ne de müsrif olmayacak şekilde yaşamalıdır. Zira halk ya sıkı elli veya

malı israf ediyor der. Bahşiş vereceği zaman herkesin ölçüsünü bilmelidir. Bir

kişiye 10 dinar bağışlanması gere-kiyorken 100 dinar bağışlamamalıdır, 100

dinar bağışlanacak kişiye 1.000 dinar bağışlamak, meşhur kişilerin makamlarına

zarar verir. Halk, "İnsanların derecelerini bilmiyor, hizmetkârların ve sanat-

271

ELLİBİRİNCİ FASIL

kârların haklarını korumuyor" diyerek bundan incinirler, padişaha hizmette

tembellik ederler. Sonra hasımları ile öyle savaş yaparlar ki barışa yer kalmaz,

veya öyle barış yaparlar ki savaş yapma imkânı olmaz. Dostla, bağları

koparacak şekilde yakınlık kurmalı, bağları da, tekrar kuracak şekilde

koparmalı. Sarhoş olacak kadar şarap, içmemeli. Ne her zaman güler yüzlü, ne

de asık yüzlü olmalıdır. Gezi, av ve diğer dünya zevkleri ile meşgul olduğu gibi

zaman zaman şükrederek, sadaka vermeli, namaz kılıp, oruç tutmalı, her iki dün-

yaya sahip olabilmek için hayırlar yapmalıdır. Bütün işlerde, Peygamberimizin

buyurduğu gibi "İşlerin hayırlısı orta yolu takip etmektir" düsturuna göre daima

mutedil hareket etmelisiniz. Yapacağınız her işte Allah'ın rızasını gözetiniz.

Page 162: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Böylece vebalden kaçınmış olursunuz. Allah'ın emirlerine boyun eğerek, dine

hizmet ediniz. Allah Taâlâ hırstan ve şöhretten kaçınıp, verdiği dinî ve dünyevî

nimetlerle yetinenlere iki dünyada da muratlarını verir.

Âlemin Efendisi'nin, bendenize emrettiği bu konudaki Siyasetnâme kitabı işte

tamamlandı. İlk tamamlandığı zaman 39 fasıldı Meclis-i Âlî'ye gönderildiğinde

beğenildi. Fakat çok muhtasar olduğundan ikinci defa fasıllar ilâve edilip her

fasılda gerekli nükteler sade bir dille şerhedildi. 485 H. senesinde Bağdat'a

gideceğim zaman, özel kitapları yazan Muhammed Mağribî'ye vererek, açık bir

yazı ile temize çekmesini emrettim. Bendeniz bu seferden dönersem, bu defteri,

yüce meclisi, daha dikkatli davranması hususunda uyarması ve kendilerini

dinlemeleri için Sultan'a götüreceğim. Öğüt, hikmet, atasözü, Kur'an tefsiri,

Peygamberimizin hadisleri, kısas-ı enbiya, siyer, âdil padişahların hikâyeleri ve

geçmişi anlatan bu kitabı daima okusun ve okurken de sıkılmasın. Bu, kalanlar

için bir şöhret, bütün hacmine rağmen yine muhtasar ve Allah bilir ama yine de

padişaha lâyık bir hediyedir.

272

UMUMÎ FİHRİST

Abbasî(ler), 31, 33, 66, 67, 214,

256

Abbasî halifeleri, 66 Abbasî lirası, 67 Abdest, 162, 164 Abdullah b.Abbas, 187

Abdullah b. Mübarek, 259 Abdullah b. Ömer, 29 Abdullah b. Tahir, 63,260

Abdullah Meymun Kaddah, 235,

236, 246, 256, Abdullah Zaferanî, 237 Abdulmelik Kevkeb, 239 Abdurrezzak

(Ebu Mansur), 249 Âbe, 236,237

Âbid, 61,63,75,97,208,270 Acem, 30, 58, 60, 1%, 197, 198,

206,214,222,223 Aclî(ler), 261

Adalet 25, 26, 27, 28, 30,40,42, 46,49,51,52,55,56,58,59,

60,61,62,65,73,75,80,81, 82,90,93,95,97, 105, 136, 167, 177, 203, 212, 232,

268,269, 270

Adalet divanı, 30,269

Âdem (Hz.), 58, 204, 213, 217,

219

Adliye sarayı, 58 Adudu'd-devle, 92, 93, 95, 96,

97,98,99, 100 Afşin, 261,262,263 Ahbaru Hulefa-yi Âli Abbas, 264 Ahidnâme,

176, 179, 180,230 Ahit, 181 Ahmed (Abdullah b. Meymun'un

oğlu), 246 Ahmed b. Ali, 238 Ahmed b. Halef, 236 Ahmed b. Hasan, 197

Ahmed b. İsmail, 130 Ahmed Hasan Meymendî, 266,

267

Ahmed-i Hasan, 64, 65 Ahvaz, 235 Akdeniz, 247 Alevî(lik), 238,256,258 Ali

(Hz.),77, 147, 148, 156, 159 Ali b. Galip, 261 Alib. MazdekKereh,261

273

UMUMÎ FİHRİST

Ali b. Mazdek, 261

Page 163: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Ali b. Muhammed Berkaî, 254

Ali Deylemî, 247

AliNuştekin,61,62

Âl-i Resul, 265

Ali Şirvin, 248

Ali Zerrad, 240

Âlim, 76

Alpaslan, 86, 117, 118, 185, 186, 190

Alptekin, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 139, 249,

250,251,253

Altuntaş, 266, 267

Ambar, 62, 156,271

Âmid, 142,182,270

Âmidân, 174

Âmidî, 174 Âmid-i Bağdat, 182 Âmid-i Harizm, 182 Âmid-i Horasan, 182

Âmidü'1-mülk, 174 Âmil, 39,41, 63,76, 88,89, 109, 116, 121, 157, 184,

191, 192, 195,1%, 197,233,270 Âmir, 184

Ammare b. Hamza, 60 Amrb.Alâ, 259 Amr-ı Leys, 34, 35, 36, 37, 248 Amu,

250,252 Amuy çölü, 130 Anadolu, 94, 169, 206, 261, 263,

264 Anadolulular, 123

Anadolu derbendi, 169

Anadolu Kayseri, 264

Anadolu kralı, 261

Anâsır-ı Erbaa (su, ateş, hava, toprak), 220

Anbar, 195

Antakya, 191

Arap reisleri, 148

Arapça, 77, 179,235

Aristo, 47, 197

Asaf Berhiya, 197

Asayiş, 61

Asker, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 40, 43,44,45,46,52,56,59,62,

66,71,74,81,82,83,84,85, 86, 92, 110, 117, 118, 121, 122,123,127,130,131,132,

133,134,135,136,137,138, 155,160, 165,173, 190, 191,

192,210,224,226,228,234, 242,243,245,247,248,253, 258,261,262,263,268

Astronomi, 222

Ateşgede, 216, 217, 219, 222, 223,224,225,227,228,232 Ateşle konuşmak, 216,

232 Ateşperest, 184, 185, 189, 198,

199,219,222,233,234 Azerbaycan, 51, 52, 53, 54, 55,

191,238,260,261 Azl, 39, 42, 43, 46, 47, 51, 58, 190, 195,196,212

Bâbek, 254, 260, 261, 262, 263, 264

274

SİYASETNÂME

Page 164: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Bağdat, 29,31,32,34,65,66,72, 73, 94, 96, 138, 161, 163, 172, 175, 180, 181,

182, 186, 195, 235, 238, 254, 258,260,261,263,272 Bahreyn, 255,256,258

Bahşiş, 40, 271 Balâsâgun, 191,242 Bamyan, 135 Barbed, 151

Basra, 195, 236,246,254,258 Bast, 267 Baş rahip, 59 Bâtınîler, 82, 189, 249,

250, 257,

258, 259,260,264 Baykara, 250 Bâzârî, 174 Bedahşan, 169 Behram Çubin,

89,90 Behram Gur, 40, 41, 42, 45, 46,

197

Bek Arslan Hâmidî, 250 Bekir Nahşebî, 240 Bekrek, 158, 159 Bektuzen,

249,250,252,253 Belh,35,133,135, 137,178,180, 198, 199, 200, 202, 205,

206,250,251,270 Belh savaşı, 35 Berî Halefi, 258 Berkaî, 254,258 Beyaz

elbiseliler, 250,251, 252 Beyk Arslan, 253 Beytu'1-mal, 39, 75, 77, 79,166,

167,168, 192,252

Beytü'l-mukaddes, 169

Bid'at, 33,75,76, 117, 166, 182,

186,237,239 Bigaş, 248 Biran, 197 Buhara, 31, 35, 129, 130, 131,

133, 239, 240, 246, 249,

250,251,253 Burak, 172

Buzurcmihr, 192,207,211 Bürd Şah, 264 Bütçe, 271 Büyük İskender, 47

Cabir b. Abdullah, 188

Cafer, 137, 198, 199, 200, 201, 203,235,236,238,249

Cafer Bermek, 198, 199, 200, 201,203

Cafer Sadık, 235

Casus, 84,92, 105,262

Cellad, 136, 162,263

Cemalü'd-devle, 182

Cennabî, 255,258

Ceyhun Nehri, 35, 130, 133, 180, 239, 246,250

Ceyhun, 35, 130, 133, 180,239, 246,250

Ceza, 25, 26, 30, 40, 42, 46, 47, 48,49,55,57,58,59,62,74,

75,77,80,83,88,89,90,94, 100, 121, 128, 129, 135, 136, 147, 148, 151, 155, 160,

162, 163, 167, 171, 182, 185, 195, 196, 203,

275

UMUMÎ FİHRİST

233, 245, 260 Cikliyân (Çiğiller), 154 Cild, 248

Cuma mescidi, 139 Cumhur-ı İclî, 234

Çalgıcı, 194

Çaşnigir, 170

Çin Hindi, 191

Çin, 175, 191,206,269

Çömez, 174

Çubdar, 160

Page 165: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Dağlılar, 123

Daî(ler),31,249

Danişmend, 1.18, 119,252,253

Dârâ b. Dârâ, 206

Dârâb, 77

Dar-ı İslam, 181

Dar-ı Küfr, 181

Daru'l-mülk, 199

Darü'l-hiiafe, 175

Debir, 176, 186, 189, 193, 194,

195,240,248,253 Debir'i Cild, 248 Debir-i Has, 240 Değnek (vurmak), 26, 88,

89,

145, 163

Dellâl,86, 131, 136, 168 Derbent, 30 Dergâh, 249 Derviş, 68 Deylem,92, 186

Deylemî(ler), 82, 185,247 Deyr-i Keçin ribatı, 81,82

Dide, 192, 193

Dimaşk, 199,202

Din işleri, 63

Divan, 30,44,88, 96, 107, 114, 118, 147, 148, 184, 185, 191, 192, 194, 198, 199,

201, 210, 221, 249, 250, 253, 265,266, 267, 269

Ebu Abdullah Ceyhanî, 249 Ebu Abdullah Muhtesib, 246.247

Ebu Ahmed Mervczî, 252

EbuAhmed,251,252

Ebu Ali, 64, 81, 83, 84, 86, 248, 249, 250,252

Ebu Ali Beiâmî, 249,250, 252

Ebu Ali İlyas,64,83,86

Ebu Ali Mervezî, 248

Ebu Bilal, 247, 248

Ebu Cafer, 136, 137, 233, 238

Ebu Cafer Gebr, 238

Ebu Cafer Mansur, 233

Ebu Dulef, 260, 261

Ebu Dulef Aclî, 260

EbuHatem,238,239

Ebu Hatun, 237

Ebu İmame, 188

Ebu Lağra, 259

Ebu Mansur, 136, 240, 246, 249,

253,254 Ebu Mansur Abdurrezzak, 249,

253

Ebu Mansur Çağanı, 240, 246 Ebu Muhammed, 253 Ebu Musa Eş'arî, 189

276

SİYASETNÂME

Page 166: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Ebu Müslim, 233, 234, 259, 265

Ebu Müslim'in kızı Fatıma, 265

Ebu Nasr Kündurî, 197

Ebu Said Cennabî, 255, 258

Ebu Said Melik, 249

EbuTahir,255,256,257

Ebu Zekeriya, 254

Ebu Zer Cumhur, 159

Ebu'l-Abbas-Cerrah, 249

Ebu'l-FazlSekzi,86

Ebu'l-Fazl Zengürz, 249,252

Ebu'l-Hasan Semcur, 253

Ebu'l-Kasım, 252

Efrasyab, 197, 206

Ehl-i beyt, 236, 237,239

Ehl-i Kur'an, 166

Ehl-i sünnet, 186, 236, 237, 239, 240

Ehvaz, 254

El-ayak kesmek, 89, 160

Elçi, 118, 119,262,269

Emevî(ler), 198,256

Eminü'1-müle, 181

Emir, 31, 35, 36, 37, 54, 64, 66, 67,69,70,71,72,84, 131, 132, 133, 136, 161,

162, 163, 172, 181, 202, 222, 237, 240, 241, 247, 248, 249,251,253,254,266,269

Emir Âdil, 181,248

Emir Cafer, 172

Emir Hamid, 181

Emir İsmail, 31, 35, 36, 37, 181, 247,248

EmirReşid, 181

Emir Said, 181 Emirü'l-mille, 181 Emniyet müdürü, 49,62,63 Endülüs, 214

Enuşirvan, 211,212 Erdem, 186, 187, 190 Erdişîr, 59

Erdişir Babegân, 197 Ermen,191 Erren, 191 Erzurum, 191 Eş'abb, 240, 246

Fab, 259

Fahru'd-devle, 192, 193, 194,

197

Fahrü'l-ulema, 182 Fakir, 68 Fars, 54, 122, 191,220,221,226,

227,234,261 Farsça, 77, 176, 179 Farz, 265 Faze b. Sehl, 153 Ferave, 169

Fergana, 249, 251, 252, 253 Ferhad u Sunurî, 207 Feridun, 77 Ferman, 67,

191,205 Ferraş, 36, 52, 55 Ferraşhane, 242 Fetihname, 264 Fetva, 181,238

Fırıncılar, 62 Fiat, 39,44,61 Firavun, 155, 156,226

277

UMUMÎ FİHRİST

SİYASETNÂME

Page 167: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Fııdayl b. İyaz, 65 Fudayl, 65

Gaza, 82, 93, 94, 132, 133, 245

246,253 Gazne, 62, 135 Gazneyn,88, 135, 136, 137, 176

178, 180, 181, 253, 258

266, 267, 269, 270 Gelin köyü, 236, 237 Gersiyus, 206 Geylan, 239 Geyucamas,

197 Gıyas, 237, 238,239 Gııderz, 197

Gur, 40,41,46, 237, 247, 248 Gürce dağları, 247 Guri, 122 Guştasb, 228

Gündelik, 58 Gürcistan, 248 Gürcü, 122 Gürgan, 238, 249, 253, 254, 258,

259 Gürgan Bâtınîleri, 259

Haber alma teşkilâtı, 86 Haberci, 199 Habeşistan, 191 Hac, 94, 255 Hace

Sebuktekin, 249 Hacegân, 174, 182 Haceru'l-esved, 256,257 Hâcib, 55, 100,

125, 127, 126, 127,160,181,194,240,249,

Hâcib-i Has, 240

Hâcibıı'I-hâcib, 181

Hâcip Zikri, 248

Had cezası, 26

Hadım etmek, 89

Hadim, 73, 98, 243

Hadis, 28, 29, 65, 75, 76, 187,

188, 189,207 Hâfız-ı Kıır'an, 119 Hakan, 176, 177, 178, 179 Hâkim, 95,211,212

Halef, 238 Halefi, 237 Halem, 133

Halife, 31, 32, 33, 34, 35, 60, 73, 74, 153, 160, 164, 175, 180,

181,210,254,259,260 Halife altını, 66,69, 70 Halk, 27, 40, 46, 49, 60, 63, 91, 96,

156, 160, 163, 168, 175, 217,219,227,247,249,271 Hâman, 155 Hamdan, 248

Hanefî mezhebi, 82 Haraç, 27, 240, 266 Harbe, 160 Harem, 255, 256 Harezm,

131, 169, 181, 191,252,

266, 267 Haricîler, 76 Harun (a.s.), 197 Harun Reşid, 77, 166, 167, 233,

235, 259, 260 Has Hâcip, 194 Has saray, 47

278

Has, 47, 133

Hasan b. Ali, 239

Hasan b. Ali Mervezî, 239

Hasan Basrî, 76

Hasan Emir, 240

Hasan Melik, 246, 250

Haşimî, 151

Hatelan, 133, 169

Hatem Taî, 156

Havva, 204

Haydar Cegânî, 249

Hazine, 33,34, 36,37,39,40,43, 45,50,52,53,76,77,80,98, 99, 101, 107, 115, 120,

121, 126,130, 152,153,156,167, 168,176,179,180,190,191,

Page 168: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

198,200,201,202,210,222, 233,242,243,244,245,254, 260, 266, 267, 268, 269,

271

Hazinedar, 99, 152,269

Hemedan, 175,259

Herat dağı, 248

Herat, 89, 158,237,247,248

Heri, 158

Hesaplar, 189, 195,271

Hıristiyan(lık), 184, 185, 189, 195,215

Hilat, 135

Hindistan derbendi, 136

Hindistan, 64, 82, 101, 133, 136, 137, 138, 139, 175, 191,206

Hindu, 122

Hitay, 177,269

Hizmetçi, 95

Hoca Reşid, 182

Hoca Sadid, 182

Hoca Said, 182

Hocend, 249

Horasan, 31,32,33,34,35,51,64, 82, 127, 129, 130, 131, 132,

133,134,135,136,137,139, 171, 175, 181, 182, 187, 191,

192,193,233,235,237,238, 239,240,241,246, 249,250, 251,253,254,257,259,260

Hoşeng, 206

Humartekin, 249

Humus, 270

Hurdabe, 186

Hurdadbih, 151

Hurme bt. Fade, 233

Hurrem dinliler, 259, 260, 261, 263,264,265

Hurremîler, 259

Husâmü'd-devle, 174, 182

Husrev Perviz, 151

Huten, 177, 178

Huzistan, 33, 34, 195, 234, 254

Hüseyin Ali Mervezî, 237

Hüseyin b. Ali, 148

Hüsrev u Şirin, 207

lkta,49, 107, 120, 121, 123, 184,

157,211 İrak, 31,32,33,34,35,54,65,81,

82, 86, 127, 131, 132, 133,

134, 175, 181,186, 187,191.

233,235,236,246,249,253.

254, 257 İrak Kuhistanı, 34,236

Page 169: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

279

UMUMÎ FİHRİST

Irakeyn, i 91

Isfahan, 84,96,99, 175, 189,234,

238,257,258,259,260,261,

264

İbrahim ( Sultan ), 62

İbrahim (a.s.), 156

İçki, 71, 110, 117,201,231,243

İmar, 110

İnan, 253

İncil, 256

İran, 206, 215,216

İsa (a.s.), 226

İshak, 239,253,261

İshak Belhî, 253

İskender, 47,77, 197,206, 207

İskender-i Dârâ, 47

İsmail (Cafer Sadık'ın oğlu), 235

İsmail b. Ahmed, 31, 35, 36, 77,

181

İsmail b. Said, 188 İsmail Câc Şemgir, 249 İsmailî tarikatı, 31 İsmailî, 31,258

İsrailoğulları, 155 İstihbarat, 87 İsyan, 35 İşçi, 109,231 İşrel meclisi, 142 İtaat,

26

Kabil, 135

Kabul merasimi, 140, 148 Kadeh, 126,212,230, 243,245 Kaderîler, 189

Kadı EbuBekr, 187, 188

Kadı, 58,94,95,98,99, 100, 101. 103,104,187, 188.251.252, 264

Kadı'l-kutad, 67,93, 181

Kadın, 51, 71, 81, 88, 169, 170. 176,177,178, 179, 180,209, 261

Kadir Billah, 175, 180

Kaftan, 64, 101, 102, 103

Kâhya, 44, 56, 57, 184, 185, 187

Kapile, 259

Karamita mezhebi, 235

Karmit, 235

Karun, 226

Kaşan, 236, 237, 249

Kaşgar, 169, 176, 177, 178, 191

Kayravan, 191

Kazvin, 260

Kemalii'l-miilk, 182

Kereh,260,261

Page 170: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Keren, 264

Kervan emiri, 84

Kese, 101

Kethüda, 174

Kethüda-yı Türk, 174

Keyhusrev, 197,211

Keykavus, 205,206

Keytaş, 240

Kezişfe, 208

Kıble, 216

Kırmızı bayraklı, 258, 259

Kısra Mimare, 197

Kıssa, 30, 52,75, 110, 139, 181

Kıvamü'l-mülk, 174

280

SİYASETNÂME

Kirman, 81,83,84, 191

Kitabu 'l-belâgati 's-sabiat, 255

Kitabu'l-beyan, İYİ

Köle, 53, 54, 55, 126, 136, 148, 203

Kös, 160

Kubâdb. Firuz, 215

Kubâd, 39,49,215,216,217,219, 220,221,222,223,224,225, 226, 227, 228, 229,

230, 231

Kuç u Beluç, 81, 82,83,84,86

Kudüs, 191

Küfe, 168, 196,236,257, 258

KuhenDej,248,250,252

Kuhistan, 31, 175,233,235, 236, 260,261

Kuhistan-ı İrak, 175

Kul, 25,26,27,28,39,44,46,50, 55,57,59,69,77,83,95,97, 103, 129, 13, 138, 139,

141, 142, 144, 151, 152, 153, 155, 165, 166,167,171,175,177,

180,181,186,211,217,241, 245,251,267,270

Kum, 185,236,237

Kumandan, 84,85, 86, 198

Kur'an-ı Kerim, 33, 35, 61, 75, 77 J 16, 211,237

Künye, 175'

Kürt, 123

I.ahsa,255,256,257,258 Lokman Hekim, 76 Luyek,135,136

Maçin, 175,206

Mağrip, 191, 247, 246, 256, 257,

258

Mahkeme, 42 Mahmud, 61, 62, 64, 65, 77, 81,

Page 171: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

84, 86, 103. 104, 105, 121.

138, 139, 175, 176, 180, 181,

193,194,266,267,269 Mahmud b. Sebuktekin,77 Mahmud hanedanı, 121

Mahmud Zavulî, 138, 139 Makramit, 235 Maliye, 191 Manastır, 223 Mansur,

130, 131, 132, 133, 181,

233, 235,240,249,250, 251,

252,253,254 Mansur b. Nuh, 130, 131 Mansur Baykara, 249 Marufî, 174

Maşebbthî, 233 Maveraünnehir, 239,248,249 Mazdek, 50, 215, 216, 217, 218,

219,220,221,222,223,224,

225,226,227,228,229,230,

231,232,233,234,254,257,

261,265

Mazdekî. 233,241 Mazenderan, 191 Mazi Ahmed, 181 MaziyarGe.br, 263,264

Me'mun, 77, 153, 160, 161, 164,

210,260,261, Mecdü'd-din, 182 Mecdü'd-devle, 82

281

UMUMÎ FİHRİST

Mecusî(ler), 189, 215, 220, 233,

263

Medayin,52, 233 Medine, 94, 168, 169, 189,235 Medrese, 26 .-

;, ?

Mehdi, 234, 259,265 : Mehdi b. Firuz, 265 Mehdiye, 33, 34 Mekke.

168,255,257 Melikşah, 113 ,u

Meliku'ş-şark ve's-sin, 175 Menat, 139 v

Menzil, 84, 120, 178 "u

Meraga, 260 Merasim, 167 Merasim salonu, 167 Merdaviç, 239

Merv, 35, 237, 240, 270 ,.. ,,/ : Mervrud, 171, 172,237 ; ',';~> Mes'ud ( Sultan

), 171, I85;»,2#§ Mesture, 97, 206,208 1,/ Meşveret, 113 , . ,i

Meymene, 237 Mısır tüccarları, 269 Mihr günü, 58 Minuçchr, 197 - •

Muakkıl,261 ;

Mubarekî(ier), 258 ,, : >; :• Mubiza, 258 ; :':; ;/

Muhabir, 80 Muhafız, 36, 46, 123, 137, 150,

221,231,244

Muhammed (s.a.v.), 112, 113,

197,213,265 ..,-, :-,,;,-

Muhammed Arabî, 61 ; ; . • , : -

Muhammed b. Hamid Taî, 260 Muhammed b. Zekeriya Razî,

236

Muhammed Herevî, 248 Muhammed Mağribî, 272 Muhbir, 95, 96 Muhtesip, 62

Mııinü'd-din, 174 Mukanna Mervezî, 257 Mukataa, 82 Mukattiler, 182

Muktedir, 256 Muliyan ırmağı, 248 Musa (a.s.), 155, 156, 197, 226 Musa, 155,

156, 171, 189, 190,

Page 172: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

197,215,226,236 Mutemed, 254 Muvaffak, 182, 254 Mübarek, 235,236, 245.

260 Mühimmat, 91 Mültan, 136 Müsellem, 131 Müşattab, 187, 188, 189

Nahşeb, 240

Nahşebi Muhammed b. Ahmed, 239,240,241,246

Namaz, 26, 36, 38, 61,62,64, 68, 69,71,72,82,98, 102, 119, 134, 156, 158, 161.

162, 163, 169, 170, 173, 188, 189, 199, 207,208,221,237,251,253,

254,263,264,266

Nasr b. Ahmed, 130, 239, 240, 241,243,244,245

282

SİYASETNÂME

Nasrb. İbrahim, 118

Nasr Melik, 249

Nasreddin, 138

Nedim, 32,52,61, 109, 110, 111, 117, 119, 143, 160, 161, 163, 164, 198, 199,

200, 240, 248,253

Nevruz günü, 198

Nişabur, 35,63,88,89, 104, 129, 131, 172,202,233,250

Nişabuye, 237

Nizamü'1-mülk, 174, 182

Nöbet, 134

Nöbetçi, 56, 134, 150,231

Nuh b. Nasr, 129, 130, 243, 249

Nuşirevan, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 77, 152, 197, 215,

218,219,220,221,222,223, 224,225,226,227,228,229, 230,231,232,233

Ordu, 32, 133, 135, 203, 242,

243,244, 245,248, 253 Osman, 188

Öfke, 25, 59, 72, 73, 85, 89, 94, 147, 148,151, 160, 163, 181, 188,

199,205,212,213,237, 269

Ömer (r.a.), 76, 169, 189, 196, 268

Ömer b. Abdülaziz, 77,78, 270

Örücü, 103

Özkent, 154

Pazarcılar, 66 PervizMelik,89,90 Peygamberlik, 215 Piran, 206 Postacı, 80

Puthâne, 181,222 Putperest, 215

Rafızîlik, 82

Rahip, 221, 223, 224, 225, 226,

227

Ravendî, 258 Râzî, 257

Reis, 171, 172, 173 Reis-i Hacı, 171, 172 Rest, 169 Rey, 83,84, 175, 185,

192,233,

234, 236, 237, 238, 239,

240, 259

Rıza Hilatı, 34,252 Rikap,212 Ruhban, 225 Rüstem, 197,205,206

Page 173: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Sa'd b. Vakkas, 196

Sabeviye, 236

Sahabe, 148,

Sahib, 197

Sahib İsmail, 197

Said b. Hüseyin, 246

Saidî, 258

Sâkî, 126, 140, 142, 144, 202,

231

Sam, 197 Samanîler, 126, 131

283

UMUMÎ FİHRİST

Samanlı hanedanı, 139

Saray, 72,88, 126, 150

Sarhoş, 61, 62, 71, 107, 109, 119, 151,163, 164,240,272

Sarık, 70, 148, 194

Sasanî(ler), 152, 207,234

Savaş, 114,262

Sâve, 185,236

Saz çalmak, 202, 231

Sebicab, 249

Sebuktekin, 64, 101, 127, 128, 134, 135, 137,138

Selçuklular, 86

Selef, 189

Selimiye, 246

Semenat, 65

Semerkant,65,118,119,131,133, 154,175,176, 177, 178, 180, 239,252

Serahs, 35, 131, 135 Serheng Hüseyin, 249 Sevdabeoğlu, 240 Seydâc, 249

Seyfü'd-devle, 174, 182 Seyfü's-sünhe, 182 Seyyid, 119, 249,251, 253,254

Seyyid Mansur, 249, 25 i, 253 Sicilmase, 256 Silahhâne, 89, 169 Silahtar, 125,

140, 144 Sinbad, 233,234 Sipahi, 49, 50, 57, 121, 174,260,

267

Sipahsaiar, 51,52, 192, 241, 242, 243,244,245

Sistan, 31,206,267 Siyavuş, 205, 206 Sofra, 194 Sopa, 163 Suç, 163

Sudabe, 205,206, 246 Sugd,252 Sultan İbrahim, 62 Sultan Mahmııd, 61. 64, 81.

83, 86, 88, 101, 102. 103, 122. 127, 138. 171, 175, 180, 185. 197,266,267,269

Sultan, 25, 29, 61, 62, 64, 65. 81, 83,84,85,86,88,89, 101, 102, 103, 104, 117,

118. 119, 122, 127, 138, 154, 158, 159, 161, 171, 175, 176, 180, 182, 185, 186,

187, 197,250,252, 266,267,269,272 Süfyan b.Aysebe, 188 Süfyan Sevrî, 76

Süleyman, 197, 198, 199, 200,

201,203 Süleyman b. Abdtilmelik, 198,

199,200,203 Süleyman b. Davud. 198 Sümenat, 83, 139 Sünnî(lik),83,247

Sürahi, 99, 142

Page 174: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Şafiî, 82, 117, 118, 119, 185, 197

Şâkird-i Türkî, 174

Şam. 191, 214, 219. 237. 246,

247,258 Şamat, 191

284

SİYASETNÂME

Şarap, 142

Şaraphane, 89, 108,242

Savur, 136

ŞebaŞîru, 238,239

Şebistan, 205,206

Şehinşah, 181

Şehristane, 261

Şemsu'1-mülk, 118, 119, 182

Şemsul-Kifat Ahmed-i Hasan, 64

Şemsü'd-devle, 174, 182

Şerefü'l-İslâm, 182

Şerefü'1-mülk, 182

Şeriat hükümleri, 60

Şeriat ilmi, 174

Şerif, 119

Taberekdağı, 192

Taberistan, 123, 175, 191, 201,

202,233,238,259,263 Tabip, 110 Tac, 59, 180 Talakan, 252,253 Talan Oga, 242

Talikan, 237 Talimî, 258

Tarih-i İsfehan, 214, 264 Te'vil,216 Teba,31,39,90, 177 Tecâribü'l-ümem, 264

Tekinek, 249 Tellâl, 45, 83 Terazi, 61,70 Terindin, 259 Tesettür, 204,211

7evraf, 215,256

Tımar, 79,92, 106

Tımarhane, 95

Tirmiz, 133, 179

Toğan, 134,135

Tuğrul ( Sultan ), 154, 185, 197

Tur dağı, 155

Tur-i Sina, 155

Tûs, 249, 250,253, 254

Tüccar, 269

Türbe, 63, 192

Türkistan, 137, 154, 191,206

Türkmen, 124, 128, 131

Ubeyde, 233

Ubeyd b. Hüseyin, 246

Ukbe b. Âmir, 188

Page 175: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Unsurî, 270

Urdişîr, 76,77

Uşak, 221

Ücret, 70,79,80,%, 102,103,191

Ümmii Seleme, 189

Üstad Emin, 182

Üstad Hatır, 182

Vâsık, 60,264

Vasıt, 195

Vekil, 66, 104

Veliaht, 34, 228,244, 256

Vergi, 39, 43, 47, 50, 51, 53, 55, 57,82,89,121,256,266,267

Vergi memurları, 39, 57,271

Veşmgir,253,254

Vezir, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46,47,64,89,90, 109, 110, 117,118, 119, 142,

143, 153,

285

UMUMÎ FİHRİST

155,165, 181, 182,183, 184, 188,190,192, 193,194,195, 197, 198,

199,201,203,206, 211,234,241,249,250,251, 252, 253,266

Visak başı, 126

Viicûhat, 240

Yahudi, 184, 189, 195, 196,215

Yahya b. Eksem, 264

Yahya Eş'as, 249

Yakub-ı Leys, 31, 32, 33, 34, 248

Yemen, 191,214,260

Yeminii'd-devle, 174, 175

Yezdan, 228

Yezdicurd, 59, 60, 197, 268

Yol, 92,261

Yukarı Arabistan, 166

Zâhid, 58,63,71,75, 172, 173

Zâhirii'd-devle, 175

Zâhirü'l-mülk, 174

Zavulistan, 135, 138

Zekire-i Gebr, 257

Zerdüşt, 215, 216, 217, 219, 222, 228,234

Zerirb.Ali,260

Zevare, 197

Zeydb. Eşlem, 169

Zeyyinü'ş-şeria, 182

Zırh, 35, 248

Page 176: Nizamül mülk Siyasetnamemedine" (úehir yönetimi ilmi) tabiri kullanılmaktadır. İslâm dünyasında felsefi ahlâk konusunda ilk fikirlerin sahibi olarak Kindî kabul edilmekte

Zulüm, 26, 28, 29, 30, 37, 43,44, 45,46,47,50,51,54,55,56,

59,60,72,73,80,82,88,96, 136, 149, 153, 165,203,212, 242, 252,268, 270

Zübeyde Hatun, 167, 168