muhterem okuyucu, de, ya ilim öğrenen, ya öğreten olmalı...

32
Muhterem Okuyucu, Rabbimizin, Hazreti Âdem’e ‘’Eşyanın adını öğretmesi’’ ile başlayan ilim öğrenme serüveni, yaratılışla birlikte kıyâmete kadar devam edecek en kutlu ameldir. Zîra ilimsiz amelin anlamı olmadığı gibi, ilmin yanlış yerde kullanılmasının da insana her hangi bir fayda sağlamayacağı şeytanın sahip olduğu ilimden anlaşılmaktadır. Bilgiyi, neyin hizmetine verdiğimiz ve onun bizi nasıl bir hayat tarzına sevkettiği önemlidir. Toplumun ortak aklını oluşturan ilim adamları, eğitimciler aynı zamanda o top- lumun birer gönüllü önderleridir. O yüzden bir ilim adamının hayat felesefesi, dünya görüşü, düşüncelerinin beslendği kaynak her şeyden önemlidir. Topluma nitelikli şahsiyetler kazan- dırmak İslam’ın en önemli hedeflerinden birisidir. İslam’ın ön gördüğü toplum yapı- sında her bireyin mutlaka günlük ibâdeti- ni, sosyal ilişkilerini düzenleyecek bir bilgi birikimine sahip olması teşvîk edilir. Efendimiz (s.a.v.)’e vahyedilen ‘’Oku!’’ emri, sâdece okumak olarak ele alınırsa, âyet-i kerimenin maksadı tam anlaşılmış olmaz. Zîra bu emirden okuma bilenler için, ‘’amel et’’, amel edenler için ise ‘’baş- kalarına da anlat’’ anlamlarını çıkarma- mız lazım. Gençlerimizi, geleceğimiz olarak gören bir anlayıştan hareketle, şimdinin geleceği- ne nasıl bir eğitim verdiğimiz, onları ne ile beslediğimiz ve yarına nasıl hazırladığımız her şeyden evvel düşünülmesi gereken bir konudur. O yüzden, toplumda yaşayan bireyler olarak herbirimize öğrenme ve öğretme fa- aliyeti adına önemli görevler düşmektedir. İçinde bulunduğumuz imkânlar ölçüsün- de, ya ilim öğrenen, ya öğreten olmalı ama asla üçüncüsü olmamalıyız. İlmi, öğrenmeyi sadece bir okul sırasında, bir eğitim kurumunda düşünmemeliyiz. İlmin zamanı, mekânı, yaşı olmaz... Güzel bir ilim yuvasında, ülkemizin muhtelif yerlerinden sırf rızâ-i ilâhi için ilim öğrenmeye gelen öğrenci kardeşlerimizin ve onlara büyük bir özveri ile hizmet eden hocalarımızın gayretleri ile çıkan Tebes- süm Dergimiz’in bu sayısındaki ana konu- sunu: ‘’İlim öğrenme ve eğitim’’ olarak belirledik. Her müellif kendi üslûbunca bir şeyler yazmaya gayret gösterdi. Her birisi eğitim daha nasıl keyfiyetli olur? sorusu- nun cevabını aramaya çalıştı. Muhterem Osman Nuri Topbaş Ho- caefendinin ‘’Aile Yuvası’’ adlı yazısı ile eğitimin aslında aileden başladığına dik- kat çekildi. Gençliğimizin şimdiki hali ortaya ko- nularak, içinde bulunduğu problemlerin halledilmesi için nelerin yapılabileceği îzâh edilmeye çalışıldı. Ve Gürpınar Kur’an Kursumuz’da ge- çen zaman zarfında gerçekleştirdiğimiz faaliyetlere yer verdik. Neler yaptık? Neler yapacağız? Bunları sizlerle paylaşamaya çalıştık. İstanbulumuzun güzel bir köşesinden sizlere kendi istîdâdımızca bir tebessüm göndermeye çalıştık. Unutmayın! ‘’Te- bessüm sadakadır.’’ ve ‘’Sadaka ömrü uzatır. ‘’ Hayırlı ve rızâ-i ilâhi uğrunda geçen bir ömürle daha nice Tebessüm sayfalarında güzel haberlerle, güzle sayfalarda buluş- mak, görüşmek, dertleşmek dileği ile. Allah’a emânet olunuz. Şefika Kaya Meriç

Upload: others

Post on 18-Oct-2019

15 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Muhterem Okuyucu,Rabbimizin, Hazreti Âdem’e ‘’Eşyanın

adını öğretmesi’’ ile başlayan ilim öğrenme serüveni, yaratılışla birlikte kıyâmete kadar devam edecek en kutlu ameldir. Zîra ilimsiz amelin anlamı olmadığı gibi, ilmin yanlış yerde kullanılmasının da insana her hangi bir fayda sağlamayacağı şeytanın sahip olduğu ilimden anlaşılmaktadır.

Bilgiyi, neyin hizmetine verdiğimiz ve onun bizi nasıl bir hayat tarzına sevkettiği önemlidir.

Toplumun ortak aklını oluşturan ilim adamları, eğitimciler aynı zamanda o top-lumun birer gönüllü önderleridir. O yüzden bir ilim adamının hayat felesefesi, dünya görüşü, düşüncelerinin beslendği kaynak her şeyden önemlidir.

Topluma nitelikli şahsiyetler kazan-dırmak İslam’ın en önemli hedeflerinden birisidir. İslam’ın ön gördüğü toplum yapı-sında her bireyin mutlaka günlük ibâdeti-ni, sosyal ilişkilerini düzenleyecek bir bilgi birikimine sahip olması teşvîk edilir.

Efendimiz (s.a.v.)’e vahyedilen ‘’Oku!’’ emri, sâdece okumak olarak ele alınırsa, âyet-i kerimenin maksadı tam anlaşılmış olmaz. Zîra bu emirden okuma bilenler için, ‘’amel et’’, amel edenler için ise ‘’baş-kalarına da anlat’’ anlamlarını çıkarma-mız lazım.

Gençlerimizi, geleceğimiz olarak gören bir anlayıştan hareketle, şimdinin geleceği-ne nasıl bir eğitim verdiğimiz, onları ne ile beslediğimiz ve yarına nasıl hazırladığımız her şeyden evvel düşünülmesi gereken bir konudur.

O yüzden, toplumda yaşayan bireyler olarak herbirimize öğrenme ve öğretme fa-aliyeti adına önemli görevler düşmektedir. İçinde bulunduğumuz imkânlar ölçüsün-

de, ya ilim öğrenen, ya öğreten olmalı ama asla üçüncüsü olmamalıyız. İlmi, öğrenmeyi sadece bir okul sırasında, bir eğitim kurumunda düşünmemeliyiz. İlmin zamanı, mekânı, yaşı olmaz...

Güzel bir ilim yuvasında, ülkemizin muhtelif yerlerinden sırf rızâ-i ilâhi için ilim öğrenmeye gelen öğrenci kardeşlerimizin ve onlara büyük bir özveri ile hizmet eden hocalarımızın gayretleri ile çıkan Tebes-süm Dergimiz’in bu sayısındaki ana konu-sunu: ‘’İlim öğrenme ve eğitim’’ olarak belirledik. Her müellif kendi üslûbunca bir şeyler yazmaya gayret gösterdi. Her birisi eğitim daha nasıl keyfiyetli olur? sorusu-nun cevabını aramaya çalıştı.

Muhterem Osman Nuri Topbaş Ho-caefendinin ‘’Aile Yuvası’’ adlı yazısı ile eğitimin aslında aileden başladığına dik-kat çekildi.

Gençliğimizin şimdiki hali ortaya ko-nularak, içinde bulunduğu problemlerin halledilmesi için nelerin yapılabileceği îzâh edilmeye çalışıldı.

Ve Gürpınar Kur’an Kursumuz’da ge-çen zaman zarfında gerçekleştirdiğimiz faaliyetlere yer verdik.

Neler yaptık? Neler yapacağız? Bunları sizlerle paylaşamaya çalıştık.İstanbulumuzun güzel bir köşesinden

sizlere kendi istîdâdımızca bir tebessüm göndermeye çalıştık. Unutmayın! ‘’Te-bessüm sadakadır.’’ ve ‘’Sadaka ömrü uzatır. ‘’

Hayırlı ve rızâ-i ilâhi uğrunda geçen bir ömürle daha nice Tebessüm sayfalarında güzel haberlerle, güzle sayfalarda buluş-mak, görüşmek, dertleşmek dileği ile.

Allah’a emânet olunuz.

Şefika Kaya Meriç

SAHİBİ: GÜR-DER adına sahibi Adnan Saraçoğlu

Yazı İşleri Müdürü:Salih Zeki Meriç

YAYIN KURULU: Şefika Kaya Meriç, Hilal Küçük, Tuba Doğramacı, Rabia Yelimlibağ, Bilge Türkmen, Dilek Ekinci, Kübra Topal, Feyza Yazar

Grafik-Mizanpaj: Altınolukgrafik / Bilal İlkay Baskı, Cilt: Erkam Matbaası Tel:(0212) 671 07 00Organize Sanayi Bölgesi, Turgut Özal Caddesi No: 117/2-A-D İkitelli/İstanbulTel: (0212) 671 07 00 • Faks: (0212) 671 07 17 Posta Çeki: Altınoluk 1653101

İrtibat Adresimiz: Dereağzı Mah. Halaskargazi Cad. Gürpınar Kız Kur’an Kursu Gürpınar-Beylikdüzü/İSTANBUL Tel: 0 212 855 83 16

İyi Bir Anne, İyi Bir Eğitimci DemektirAhmet Ziylan

14

Âile YuvasıOsman Nûri Topbaş

16

Gürpınar’dan Damlalar

Zeynep Nalbant

3

23Ben Susayım, Sen Söyle İçimdeki SensizliğiBaşak Çelikarız

24 Genciz Biz DelikanlıNeslihan Nur Türk

25Gençsin! En Güzel SurettesinRabia Yelimlibağ

26Gençler! İdölünüz Hangi Sahâbe?Hatice Şahin

28Örnek Hanımlardan Olmak İçinCafer Durmuş

30 Kübra TopalKitap

31 Sahne ve KulisF. Şeyda Katran

32 Bunları Biliyor Musunuz?Tuba Doğramacı

4

6Gürpınar DenilinceFatma Zehra Selçuk Esen

8 Gençliğin IstırâbıŞefika Kaya Meriç

10 Hasbihal - 2Ayşe Erbalcı

12En Değerli Sermaye: GENÇLİKHilal Küçük

13 Çocuk KalbiSümeyye Tunç

19 Haydi O ZamanBetül Önal

20 DertleşmekEsra Kabakoğlu

22O’na Duyulan Muhabbetin SırrıZeynep Sönmez

Gürpınar Kur’an Kursumuzda Neler Yapıyoruz?

Şayet sana düşman olanı yenmeye kendinde bir güç bulursan, bulduğun bu gücün şükranesi olarak onu affet. Rislan-i Dımeşki ‘Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer

(helal yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (Hakk’ın rızasına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (salih ve sadık kişilerle mu-

habbetleşir) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.’ Hadis-i Şerif

Gençlik tutulmaz elle,Geçirme bo emelleFaruk Nafiz Çaml›bel

Rivayet edilir ki:Birgün İsa a.s, İsrailoğulları’ndan salih zannedi-

len bir kimse ile şehir dışına çıkmıştı. Halk arasında fasıklıkla meşhur günahkar bir adam da büyük bir

eziklikle peşlerine takılmıştı. İstirahat için mola verildiğinde bu günahkar kul, samimi bir nedamet ve mahcubiyet içinde, gön-lü kırık olarak onlardan ayrı bir yere oturdu ve merhametlilerin en merhametlisi olan Hak Teala’nın yüce affına sığınarak:

‘-Rabbim! Şu yüce peygamberinin hürmetine beni affet!’ diye dua eyledi.

Salih zannedilen kişi ise, onu fark edince küçümsedi, hakir gördü ve ellerini semaya kaldırıp:

‘-Allah’ım! Yarın kıyamet günü beni bu adamla birlikte haşreyle-

me!’ dedi.Bunun üzerine

Cenab-ı Hak, İsa a.s’a şöyle vahyetti:

‘Ya İsa, kullarıma söyle; ikisinin de duasını

kabul ettim. Boynu bü-kük mücrim kulumu affedip

kendisini cennetlik kıldım. Halkın salih zannettiği kişiye gelince, onu

da, Ben’im affettiğim kulumla beraber olmak istemediği için cennetliklerden

kılmadım!’

Şubat-Mart-Nisan�

Zeynep Nalbant

Gürpınar’danDamlalar

Gençlik güzelliğine şans denilen kör kuvvet bile aşktır. Gençliğini boş yere harcama, onu kıymetlendirmeyi bil.

Gençliğinde iyi arkadaş kazan. Yaşlılıkta kazanılan arkadaşlık sağlam olmaz. Çünkü paslı teneke lehim tutmaz.

Ali Fuat Başgil(Gençlerle Başbaşa)

Hayatın ve tutacağın yol hak-kında tereddüte ve karamsarlığa düşüp de bir ışık aradığın zaman fikrini soracağın kimseyi iyi seç.

Ali Fuat Başgil (Gençlerle Başbaşa)

Gürpınar Kur’an Neler Yapıyoruz?

Kursumuzda Burası, Anadolu’nun her bir tarafından, hat-

ta Avrupa’dan ilim gönüllüsü kardeşlerimizin güzel niyetleri ile doldurduğu müstesna bir mekân...

Burası, manevi akışların zirveye çıktığı, her bir köşesinde Rasûlullaha salât ve selamların gönderildiği bir Kur’an merkezi.

Burası, bir şehr-i stanbul’un mânevi mîmar-larının feyiz ve ruhâniyetleri altında harf harf, kelime kelime Allah adının yüceltildiği tedris mekânı.

Burası Gürpınar Kur’an Kursu.

2011 yılı...

Dersler,

Faaliyetler,

Programlar,

Konferanslar,

Ziyaretler,

Sosyal Aktiviteler...Başta Kur’an-ı Kerim dersi olmak üzere İba-

det, Siyer, Îtikad, Ahlâk ve Paygamberler Tarihi derslerinin verildiği Kur’an Kursumuz’da öğren-cilerimizin el becerilerinin gelişmesi için hobi saatlerimize azami ehemmiyet veriyoruz.

Geçtiğimiz dönem bizim için medâr-ı iftihâr sayılabilecek bir program tertip ettik: Hâfızlık Merasimi. 14 Hafız Hanım kardeşimiz, Kur’an hâfızı oldu. Kursumuz ve onları yetiştiren Ho-cahanımlar için büyük bir iftihâr vesîlesi olan bu kardeşlerimize Rabbimizden bir ömür hizmet hayatı nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Ayrıca, Kurs dışı sosyal faaliyetlerden ‘’Dârü’l Aceze’’ ziyaretimizi de burada belirtmekte fayda var. Bir gurup Hocahanımla gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretimiz, kursumuz adına güzel şeylere vesile oldu. Bizleri yetiştiren büyüklerimize bir vefâ borcu mahiyetindeki bu ziyaretlerimizin devamının geleceğini umuyoruz. Ve toplumda, kanadı kırıklar olarak yaşamaya devam eden kimsesizleri, yetimleri bir an bile ihmal etmeme-miz gerektiğini tekrar hatırlamış olduk.

Ayrıca yine önemli bir sosyal aktivite olarak Kursumuzun öğrenci ve öğretmenlerinin iştirak ettiği ağaç dikme faaliyeti gerçekleştirdik. Bu faa-liyetimize Muhterem Büyüğümüz Osman Nuri Topbaş Hocaefendi de iştirak etti. Kursumuzun bânilerindan işadamı Sayın Ahmet Zîlan ve Do-ğan Gökmen Beylerin de iştirak ettiği bu faaliye-timiz öğrencilerimize çevre duyarlılığının kazan-dırlılması bakımından önemli bir adım oldu.

2011 yılında aramıza katılan yeni hocahanım-larla, yeni öğrencilerimizle ilim-irfan yuvası haline getirdiğimiz Gürpınar Kur’an Kursumuz gönül insanları yetiştirmeye devame diyor.

Burası, Anadolu’nun her bir tarafından, hat-ta Avrupa’dan ilim gönüllüsü kardeşlerimizin güzel niyetleri ile doldurduğu müstesna bir mekân...

Burası, manevi akışların zirveye çıktığı, her bir köşesinde Rasûlullaha salât ve selamların gönderildiği bir Kur’an merkezi.

Burası, bir şehr-i stanbul’un mânevi mîmar-larının feyiz ve ruhâniyetleri altında harf harf, kelime kelime Allah adının yüceltildiği tedris mekânı.

Burası Gürpınar Kur’an Kursu.

2011 yılı...

Dersler,

Faaliyetler,

Programlar,

Konferanslar,

Ziyaretler,

Sosyal Aktiviteler...Başta Kur’an-ı Kerim dersi olmak üzere İba-

det, Siyer, Îtikad, Ahlâk ve Paygamberler Tarihi derslerinin verildiği Kur’an Kursumuz’da öğren-cilerimizin el becerilerinin gelişmesi için hobi saatlerimize azami ehemmiyet veriyoruz.

Geçtiğimiz dönem bizim için medâr-ı iftihâr sayılabilecek bir program tertip ettik: Hâfızlık Merasimi. 14 Hafız Hanım kardeşimiz, Kur’an hâfızı oldu. Kursumuz ve onları yetiştiren Ho-cahanımlar için büyük bir iftihâr vesîlesi olan bu kardeşlerimize Rabbimizden bir ömür hizmet hayatı nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Ayrıca, Kurs dışı sosyal faaliyetlerden ‘’Dârü’l Aceze’’ ziyaretimizi de burada belirtmekte fayda var. Bir gurup Hocahanımla gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretimiz, kursumuz adına güzel şeylere vesile oldu. Bizleri yetiştiren büyüklerimize bir vefâ borcu mahiyetindeki bu ziyaretlerimizin devamının geleceğini umuyoruz. Ve toplumda, kanadı kırıklar olarak yaşamaya devam eden kimsesizleri, yetimleri bir an bile ihmal etmeme-miz gerektiğini tekrar hatırlamış olduk.

Ayrıca yine önemli bir sosyal aktivite olarak Kursumuzun öğrenci ve öğretmenlerinin iştirak ettiği ağaç dikme faaliyeti gerçekleştirdik. Bu faa-liyetimize Muhterem Büyüğümüz Osman Nuri Topbaş Hocaefendi de iştirak etti. Kursumuzun bânilerindan işadamı Sayın Ahmet Zîlan ve Do-ğan Gökmen Beylerin de iştirak ettiği bu faaliye-timiz öğrencilerimize çevre duyarlılığının kazan-dırlılması bakımından önemli bir adım oldu.

2011 yılında aramıza katılan yeni hocahanım-larla, yeni öğrencilerimizle ilim-irfan yuvası haline getirdiğimiz Gürpınar Kur’an Kursumuz gönül insanları yetiştirmeye devame diyor.

Şubat-Mart-Nisan�

Güllerin kokusu gönlümde saklı halaÜzülmenin faydası yok gurbet diyarındaRabbine kul olmak için uğraş buradaPek vaktimiz kalmadı ahiret zamanınaIşık tutan bu ilim yuvasında Neyi öğrenmek istiyorsan sor istediğin hocanaAnlat bütün derdini güzel ablalarınaRevirde kalmamak için dikkat et boğazına

Değerini anla bu kursta kalmanınEn iyi vakti şimdi bilgi almanınNeden vaktini israf edip durasınİlmi en çok almanınLafları azaltmanın İncitmeyip nazik olmanınNankörlüğü yok saymanınCimrilikten kaçmanınEvet artık vakti geldi bu kursa kayıt yaptırmanın..

Hüsniye Topçu

Gürpınar Denilince;

İnsanların Allah için hicret edip geldiği yer Gürpınar..Hayatımız

için bir ışık kaynağı olacak, başka insanlara da ışık tutacak.Dünya

ve ahiret için bana faydalı olacak bilgileri öğrendiğim ilim yuvam..

Tuba Kurşun

Gürpınar Denilince; Kur’an ve Sünnet yolunda

Rabbimin rızasını kazanmaya çalışan Türkiye’nin ayrı ayrı yerlerinden gelen ilmi talep eden, buraya hicret eden

kişilere, bir kısım gönül insanının kucak açtığı bir ahiret dershanesi

olarak görüyorum.Gülsüm Ferik

Gürpınar Denilince; Gürpınar denilince aklıma gelen

şey hizmet, çünkü Allah için hizmeti ben burada öğrendim.

Meryem Şentürk

Derleyen: Fatma Zehra Selçuk Esen [email protected]

Şubat-Mart-Nisan�

Gürpınar Denilince; Gürpınar denilince hayallerimizi süsleyen, bizi hayallerimize adım adım yaklaştıran, hayatımıza düzen getiren bir yuva geliyor aklıma. Boşa

geçmemesi gerek ve geçmemesi için gecemizi gündüzümüzü dolu dolu geçirdiğimiz, ilmi öğrendiğimiz anda uygulamaya koyduğumuz,

arkadaşlığın zirvede olduğu ilim yuvası… Ahirete hazırlık için büyük bir köprü Gürpınar…

Hamide Gökdemir

Gürpınar Denilince;

Güleryüz, kardeşlik, dostluk, yardımseverlik, güven geliyor

ilk önce aklıma, olmak istediğim yerdeyim. Coşkuyla akan bir

pınar Gürpınar… Emine Şahin

Gürpınar Denilince;

Maddiyattan uzaklaşıp manevi hayata adım adım ilerlemeyi

‘Rabbim affet’ demeyi Gürpınar’da öğrendim, yanlışı doğruyu ayırt etmemi öğreten

yer Gürpınar.. Refika Zebek

Gürpınar Denilince;

Sıcak muhabbetlerin oluştuğu ortam, sıcak insanların, sevecen yüzlerin buluştuğu bir yer burası. Gürpınar herkese kucak açan, her

türlü insanı içine alabilen, farklı farklı şehirlerden, farklı kültürlerin

buluştuğu bir ilim yuvası..Gizem Doğru

Gürpınar Denilince;

Allah’ın rahmetiyle toplanmış kocaman bir aile..Ve o ailede insanları sevgi ve merhametle kucaklayan, ilmi sevdirerek

vermeye çalışan hizmet erleri.Fadim Turhan

Gürpınar Denilince;

Huzur ve mutluluk geliyor aklıma önce, sonrasında ilim için akan bir çeşme

ve bizler de o çeşmeden yudumlayanlar…Nesibe Gökyer

Gürpınar Denilince;

Gürpınar samimi, sevgiyle dolu bir aile

yuvası.. Zeynep Barut

Gürpınar Denilince; Şehirden uzakta ama güzel ahlakın tam ortasında, sahte arkadaşlıklar

yerine sıkı dostlukların olduğu, her şeyin tam usulüyle eksiksiz öğrenildiği, disiplinli ama cana yakın hocaların bulunduğu, ev sıcaklığını ve özlemini hissettirmeyen kocaman bir ailenin oturduğu kocaman bir

ev geliyor aklıma..Fatma Ravza Pehlivanoğlu

Şubat-Mart-Nisan

Gençlik rüzgârın önünde savrulan yapraklar gibi mi olmalı? Bu sorunun cevabı elbette ki: hayır olmalıdır. Bu, bizim için en acı bir

itiraftır. Şahsi kaygılarımızı sıraya koyup ve eski ile yeninin değer anlayışını kıyasladığımız zaman, ge-nelde insanların, özelde de gençlerimizin değer anlayışlarının çok hızlı ve menfi istikamette farklı-laştığını, kısırlaştığını müşahede etmekteyiz.

Gençlerimizin, içinde bulundukları halin, olması gerekene bakarak üzüntü verici olduğunu ifade edebiliriz. Ne acıdır ki; bu bir itiraftır. Sorun şu: Za-man ve yaşanılan hayat gençlerimizdeki değer ve yargı anlayışını hızla değiştirmektedir. Ve birçok güzellikle tezyin olması gereken gençlerimiz aksi istikamette birçok değerden yoksundur. Nihaye-tinde genç beyinlerde oluşmuş olan değerler dizisi korkunçtur.

Neden? Gençlik rüzgârın önünde savrulan bir yaprak gibi oluyor Veya ifademi değiştirerek şunu ifade edebilirim: Neden gençlerimiz başka başka rüzgârların önünde savrulmaya mahkûm durum-dalar? Kuşkusuz bu tespit ilk değil ve son da olma-yacaktır. Ancak her zaman suçlu olarak görmeye

alıştığımız ve benim de şu an aynı şeyi yapacağım gibi: modern çağın1 ezici kültür anlayışı karşısın-da yeterince donanımsız olan gençlerimizin zayıf ve narin beyinleri heder olmaktan başka bir çare bulamamaktadırlar Çağımız gençliğinin büyük bir bölümü uykudadır. Uyanık olanların uyuyanlara oranı az olmakla beraber uyanıklar istenilen sevi-yede diriltici değiller, olmamaktadırlar.

Gençlerimizin her zamanki önceliklerinin ve de-ğer yargılarında temel aldıkları ölçülerin, manevi ve insani mefkûre olması için, öncelikli ve ideolojik olarak bazı imkân ve olgulara sahip olmaları gerek-mektedir. Bu imkân ve olgular gençlerimizin daha çok fikir platformunda dirençli, özgüvenli ve sabit olmalarını sağlayacaktır.

İlk olarak gençlerimizin model alabilecekleri, yani onlar için idol2 olabilecek şahsiyetlerin olması lazım. Tarihi sürece baktığımızda büyük insanlar sadece üniversite bitirmiş, akademik kariyeri olan ve modern kültürlü ortamlardan gelmiş insanlar arasından çıkmamıştır. Bu saydıklarım, sadece büyük olmayı besleyen yan etkenlerdir. Asıl şah-siyetleri büyüten, önlerinde ulaşmak durumunda

Şefika Kaya Meriç[email protected]

Konuştuklarımız hep başkalarının

düşünceleri oldu. Dönüp geriye

baktığımız zaman biz bir hiçtik.’’

Gençli¤inIstırâbıIstırâbı

Şubat-Mart-Nisan

oldukları birer modellerinin olmasıdır. Her yönüy-le çaplı ve donanımlı olan insanlar toplumlarının gayri resmi medeniyet taşıyıcılarıdırlar. O insanlar sayesinde gelecek nesillere kültür aktarımı sağlıklı bir kanaldan olabilir. İşte bu manada gençlerimi-zin idol yoksunluğu, onları içinde bulunduğumuz vaziyete düşürmektedir. Bir yönüyle de gençlerin bu idolu kendi gayretiyle bulması gerekmektedir. Kendi kendini harekete geçirebilmeli, aktiflik adına, sade ve sığlığın kaygısını çekerek, bu dertlenmeler genci tahrik edip bir şeyler yapma kaygısına düşür-melidir. Bunun sonunda ortaya yeni yeni ürünler, programlar ve projeler çıkacaktır.

Gençlerimizin içinde bulundukları ikinci eksiklik: yoğun ve etraflı bir okuma ve araştırma faaliyetin-den yoksun olmaları. Günümüzün genci okumayı unutmak üzeredir. ‘’Okumak’’eyleminin kendisi ay-rıca bir kültür meselesidir. Kendisini okumak-tan araştırmaktan mahrum bırakan ve bil-giye ulaşma kaygısında olmayan genç, küflenmiş bir hafızaya ve donmuş bir beyne sahip olmaktadır. Malumdur ki kavramların hem üretenleri hem de kullananları sadece ve sadece okuyan insanlardır. Okuma yap-mayan insanların yapabilecekleri tek şey o insanların kavramlarını tırnak içinde kullanabilmektir. Bir yazarın ifadesi bu manada çok manidardır: Diyor ki: ‘’önce cüm-lelerimizden ünlemleri çıkardık. Konuştuklarımız ve yazdıklarımız derinlikten uzak oldu. Ardından nok-taları ve virgülleri çıkardık. İfadelerimiz anlamsızlaştı. Hep düz ve basit cümleler kurduk. Sonra tırnak içinde konşmaya başla-dık. Konuştuklarımız hep başkalarının düşünceleri oldu. Dönüp geriye baktığımız zaman biz bir hiçtik.’’ Gençlerimiz hiç olmamak için okumak zorundalar.

Hiç olmak öncelikle bir toplum için yok oluş-tur. Toplumun dinamiklerinden en lazımlı ve en güçlü olması gereken tabaka genç nesil olduğuna göre gençlerimiz, tırnak içerisinden çıkıp özgün fikirlerini dile getirebilmeliler ve öznel cümlelerini kurabilmeliler. Kanımca bunun en kolay yolu oku-maktan geçer.

Gençliğimizi körelten en büyük etkenlerden biri-si de karşıt fikir ortamlarından uzak oluş ve tartışma zeminlerinden bîhaber oluştur. Karşıt hareket tahrik olmayı, tahrik olmak da bir takım hareketlenmelerin husule gelmesini gerektirir. Büyük ediplerimizden Ahmet Haşim’in ifadesiyle ‘’müsademe-i efkârdan

hakikat-i baliğa doğar.’’ Genç beyinler tartışmayı laf kalabalığı ve lâf ebeliği olarak algılamaktan ziyade meşru zaman ve zeminde faydalı müzakereler yap-mak olarak algılamalılar. Gerek kendileri gibi düşü-nen gerek farklı düşünen insanlarla fikir münaka-şaları yapmak, zihin jimnastiği açısından da mühim bir faaliyettir. Beyinlerin dumura uğraması bir genç için felakettir. En önemlisi de gençlerimiz tartışma adabını bilmeli ve faydalı olanı tercih etmelidirler. Hele hele üniversite öğrencisi olan arkadaşlarımız, kültürel faaliyet ortamlarını kendileri oluşturmalı ve bu aktiviteleri ikinci bir üniversite olarak algılama-lıdırlar. Sadece okul dersleri ve üniversite programı ile yetinmek bir arkadaşımızın kendi sonunu hazır-laması demektir.

Üçüncü temel etken olarak da gençlerimizin çağın imkânlarını yeterince ve amacına münâsip

kullanamamaları. Bu, kültür çatışması nok-tasında çok gerekli olan bir olgudur. Ça-

ğımız, teknolojik ve bilişim açısından hızına yetişilemeyecek derecede hız-

lıdır. Bir gencin tercih edilebilmesi için birden fazla hususiyeti olması mecburiyet halini almıştır. Yukarı-da bahsettiğimiz ve ehemmiyeti tartışılmaz olan okuma eylemi tek başına yeterli olmamaktadır. Zamanımızın gencinin ağzı laf yapmalı, eli kalem tutmalı gözleri değil aynı zamanda kalbi de gö-rebilmeli. Sadece okumak yetmez

bunun yanında birden fazla dil bil-mek, sadece bilgisayar kullanmayı

bilmek yeterli değil bunun yanında birden fazla programı kullanmayı bilmek,

ayrıca sadece izleyen olmak yetmez kendisi-nin de izlendiği ortam ve aktivitelerde bulunmak çağımızın gencinin yapması gereken birincil ödev-lerindendir.

Velhasılı kelâm gençliğimizin hali pürmelâli iç açıcı diyemeyiz. Bunda birey olarak her birimizin payının olmasının yanında gençlerimizin kendi gayretsizlikleri de etkili olmaktadır. İlk şart güçlü bir okuyucu olmak, araştıran ve merak eden bir ruha sahip olmak ve en mühimi de ne olduğunun farkında olup ne olaca-ğının muhasebesini yapabilme yetisinde olmak. Bu öncülleri yerine getiren gençliğimizde gözle görülen değişimler müşahede edilecektir.

Dipnotlar: 1) Aslında suçlu olan her zaman modern çağ değildir. Bu bizim kendi iç dünyamızın rahatlaması için oluşturduğumuz suni bir savunma mekanizmasıdır. 2) İdol kelimesi mana itibariyle ifade et-mek istediğimiz fenomeni karşılamamaktadır. İdol, put ya da mini put demektir. Burada model, örnek alınma durumunda olan manasında kullanılmıştır.w

Kendisini

okumaktan

araştırmaktan

mahrum bırakan

ve bilgiye ulaşma

kaygısında olmayan

genç, küflenmiş bir

hafızaya ve donmuş

bir beyne sahip

olmaktadır.

Şubat-Mart-Nisan10

Ayşe Erbalcı

10

Zaman su misali akıp geçiyor. Gün 24 saat. Mümin 24 saatini nasıl geçirmesi gerek-tiğini düşünmeli, planlamalı… Aklımızın,

gönlümüzün, elimiz-ayağımızın, dilimizin neyle, ne kadar meşgul olacağını belirlemeli.

Yarın Rabbimizin huzurunda hiç birimizin ma-zereti olmayacak. Efendimiz ne güzel buyuruyor; “Size 2 şey bırakıyorum biri Kur’an, diğeri benim sünnetim.” Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), O’nun sözleri Kur’an, hayatı Kur’an; Ger-çekten yaşayan Kur’an ı Kerim O.

Kur’an’ın emir ve yasaklarını bize bildiren ön-derimiz, barışta-savaşta, akrabalıkta-komşuluk-ta, yardım alırken-yardım ederken; baba-evlat, dede-torun, eş, öğretmen olarak, her ne modele ihtiyacımız varsa, her birinde Efendimizin üstün örnekliğini görebiliyoruz.

14 asır önce temeli atılan ve günümüz şart-larında adeta bir üniversite eğitimine denk eği-tim ve kurum Ashab-ı Suffe Mescid i Nebevi’de, (s.a.v) Efendimizin hemen yanı başında yatılı, eği-tim gören, Efendimize gelen mesajları O’ndan

Hasbihal -2Hasbihal -2

Şubat-Mart-Nisan11 Şubat-Mart-Nisan11

duyup, ezberleyen, sonra deriler üzerine yazan seçkin insanlar. ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim’ diye buyuran, ûl-ü Kibraya (s.a.v) efendimizin gölgesinde, herkesten daha çok ilimle meşgul olup Allah (cc)’ın sevgilisin-den başka velileri olmayan, yegâne gayeleri O (s.a.v)’nun sonsuz ilminden nasiplenmek olan, kısaca ömürlerini Allah(cc) yolunda harcamakla huzura kavuşan sahâbîler…

Kur’an ilmi tahsil eden, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin va’z ve derslerini dinleyerek. Vakit-lerini Resûlüllah (sav)’ın huzurunda geçiren bu mübârek zümre, Efendimiz (s.a.v)’den hep feyz ve ruhaniyet alarak Resûl-i Ekrem (sav)’in medre-sesinde Allah için, ilim dertlisi birer talebeydiler. Peygamber Efendimiz (sav) tarafından tespit edi-len muâllimler, kendilerine Kur’an öğretirlerdi. Bu muallimlerin rahle-i tedrisinden geçen öğren-ciler, Müslüman olan kabilelere Kur’an öğretmek ve Sünnet-i Re-sûlullahı beyân etmek için gön-derilirlerdi.

Kur’an nûrunun kısa zamanda âlemin her tarafına sürâtle yayıl-masında bu ilim heyetinin büyük payı vardır. Bu bakımdan İslâm tarihinde Ehl-i Suffâ müstesnâ bir yer işgal eder.

Bütün hayatları İlim öğren-mek ve öğretmekle geçen As-hab-ı Suffanın maişetleri ve dün-yevi ihtiyaçları Resulullah (s.a.v) ve gönlü zengin,hayırda yarışan Ashab-ı Kiram tarafından karşıla-nıyordu.

Bir kere Hz. Fâtıma (r.a.), el değirmeni ile un öğütmekten yorulduğundan şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde Efendimiz ciğerpâresini reddetmiş ;”Kızım! Sen ne söylüyorsun? Ben he-nüz Ehl-i Suffa’nın mâişetini yoluna koyamadım.” Buyurarak Kuran eğitimi alan Ashab-ı Suffanın ihtiyaçlarını karşılama konusundaki önceliği ve hassasiyeti ile;

Tarih yazmışlar, mesajı iletmişler, gayret et-mişler..

Arta kalanlarla değil, onların da ihtiyacı olan-larla..

Boş zamanlarında değil, vakit ayırarak…İmkanları olduğu için değil, imkanlarını zor-

layarak , Peygamber efendimiz ve Onun yolunda giden ashabı kiram bize örnek olmuşlardır.

Dünyada, takat ve imkan nispetinde, Efen-dimiz ve ashabının yolu olan ehli sünnet çiz-gisini muhafaza ve müdafaa etmek gibi bir misyonu yüklenmek,elbette ki büyük ve ciddi sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Bir yandan bu sorumlulukları yerine getirmek, diğer taraftan da inandığımız bu dini, tahrife uğratanlara fırsat vermemek için gayret etmek gerekmektedir.

Hep rızaya talib olmuşlar. Kimin ne bildiğin-den çok, kim ne kadar,ne biliyorsa onunla Allahın rızasını aramışlar.

Biz de Rabbimizin yüce rızasına talibiz. Neye gücümüz yetiyorsa, ne kadar yapabilirsek, o ka-dar gayret etmeliyiz.

… Bazen bir açı doyurarak , bazen bir yok-sulu giydirerek, bazen canı sıkılan birine moral

vererek, bazen bir hastayı tedavi ettirerek Rabbimizin rızasını ka-zanmayı umarız. Rıza ararken, bu gayretlerimizi bazen bir vakıf ,ba-zen bir dernek, bazen bir Kur’an Kursuyla birlikte hareket ederek … Ama hep rızanın peşinde, her gün daha fazlasını yapmalıyım gayretinde olmalıyız.

Her fırsat bir sorumluluktur. Rabbimiz bize verdiği fırsatlar-dan, bizleri sorumlu tutacaktır. Yürüme imkanı olanlara, nereye gittiğini soracaktır Rabbimiz. Aklı olanlara, emre itaat edip etme-diğini soracaktır. Bize sahip oldu-ğumuz her neyse onu, aklımızı, sağlığımızı, vaktimizi, dostlarımı-

zı, bilgimizi, maddi zenginliğimizi fırsat olarak vermiştir. Şimdi bu fırsatları doğru değerlendir-mek ve sorumluluklarımızı yerine getirmek du-rumundayız.

Kuran eğitimi hizmetlerin en önde gelenidir.Ne mutlu bu eğitimin gerçekleşmesinde kendini sorumlu hissederek gereğini yapanlara…

Bir tarafta Ashab-ı Suffa ,bir tarafta Kur’an Kurslarımız… Hedef aynı, misyon aynı …Allah yolumuzu açık eyleye…

Rabbimizin bu yüce davayı tamamlaması için bize ihtiyacı yok, ancak bizim Rabbimizin rızasına ihtiyacımız var.. Ne mutlu Rabbimizin razı olduklarına. Ne mutlu Rabbimizin rızası için gayret gösterenlere, ömrünü, zamanını bu uğur-da sarfedenlere….

Bütün hayatları ilim öğrenmek ve öğretmekle geçen Ashab-ı Suffa’nın

maişetleri ve dünyevi ihtiyaçları Rasulullah

(s.a.v.) ve gönlü zengin, hayırda yarışan ashab-ı

kiram tarafından karşılanıyordu.

Şubat-Mart-Nisan12

GENÇLİKHilal Küçük

En Değerli Sermaye:

ayat isminin sahibi hayat vermek istedi ve insanı en güzel yaratılışla yarattı. Çamurdan süzülmüş öz; nutfe, alaka, iskelet ve etle kaplanan varlık aşamalarından geçerek başka bir yaratılışla insan haline geldi.

Hayy isminin sahibi, insana ömür takdir etti. Anne karnındaki misafirliği, dünya misafirhanesine, oradan berzaha ve ahirete uzanacak serüvenin aktörüydü insan. Çocuk olmadan genç, genç olmadan ihtiyarlan-mazdı. Bu da Yaratıcı’nın insana koyduğu kanunuydu. Yasin suresi 68. ayette ise uzun ömrün sonunda yara-tılışın tersine çevrildiği, gençlikteki gücün yaşlılıkta azaltılıp insanın tekrar en başa döndüğü ibret vesikası olarak sunulmaktaydı.

Doğum ve ölüm arasındaki yaşam serüveninin çocukluktan sonraki ilk durağıydı gençlik. Bedenin sapasağlam, duyguların körpecik, kuvvetin yürekte ve bedende olduğu, çaresizliklerin ve öğrenilmişlik-lerin yerine yaşanışların ve cesaretin olduğu ömrün altın dem’i.

Mevlana, gençliği yapılmış, döşenip dayanmış, tavanı yüksek, dört duvarı sağlam, onarılmaya gereği bulunmayan bir eve benzetir. Henüz boyası dökülme-miş, tahtaları aşınmamış, çatısından su damlatmayan, sahibi için nimet olan bir ev.

Sahibinin nimetin kadrini, ihtiyarlamadan önce gençliğinin kıymetini bilmesi gerektir. Zira gençlik in-sanın en değerli sermayesidir. Onu nerede, ne şekilde, kimlerle harcarsa hayat evi ona göre şekil alacaktır.

Kaşlar aşağı düşmeden, gözler sulanıp kararma-

dan, Yaratan için gözyaşı akıtmalıdır. Eller buruşup titremeden, veren el olmanın kıymeti bilinmelidir. Ku-laklar işitmez olmadan ezanlar, Kuranlar sem’i isminin tecellisiyle işitilmelidir. Saçlar ağarmadan Allah adı kalbe ve dile düşürülmeli, günahlar onu terk etmeden, genç günahları terk edebilmelidir.

Genç, gününü hakiki anlamda gün edebilmeli, tak-vimden eksilen her yaprakla bir günün daha ömründen ve gençliğinden gittiğinin bilincinde olabilmelidir.

Adam sende gençliğini yaşa diyenlere inat, Yara-tanın en çok hoşuna giden gencin ibadetidir diyen Rasul’ünün yolunu takip ederek ömrünü ve gençliğini ibadetle yaşayabilmelidir.

Gencin kendine örnek olacağı modelleri olmalıdır. Zira hayat yolunda tecrübesiz ancak cesurdur. Onu dizginleyip, sağlam bir yol üzere götürecek yardımcı-ları olmalıdır. Genç örnek alacağı şahsiyetleri hem geç-mişinden hem de yaşadığı dönemden seçmelidir.

Müslüman gencin en güzel örneği gençliği ve gençlerle iletişimi üsve-i hasene olan Kainatın efen-disidir. Peygamberimiz hayatı boyunca gençlerin eği-timine ve onların topluma kazandırılmasına çok önem vererek gençlere birçok sorumluluklar yüklemekten çekinmemiş, onlara her zaman güvenip cesaret ver-miştir. Gençler de peygamberlerini Mekke’nin ihtiyar-larının çekinip imana yanaşmadıkları günlerde yalnız bırakmamışlardır.

Peygamberimiz dini tebliğe başladığında etrafın-da toplananların çoğunluğu gençlerdi. Hz peygamber

Şubat-Mart-Nisan1�

Çocuk KalbiSümeyye Tunç

18 yaşında bir genç kızım.. ve hamdolsun Rabbim’e ki O’nun yolundayım. Dönüp geriye baktığımda sanki karanlık bir adadan çekip beni buralara getiren bir

şeyler var! Şimdi onları bulma, kavrama çabası içerisindeyim. Aslında bu çaba çok küçüklüğümden var olan bir merakla başladı.

Hatırlıyorum da ne zaman kendimi, dünyayı, yıldızların gökyüzünde nasıl durduklarını hayal etsem sanki o karanlığın içine tekrar düşüyorum. Annem hep derdi ki:

‘’Kızım dua et ve sadece Allah’tan iste!’’ Peki neydi dua, neydi Allah!?

O’nu bana annem tanıttığı için şüphe duymuyordum. Annem, benim üzülmemi, kötülüğümü ister mi? Demek ki öğretmek istediği çok önemliydi. Ben annemi nasıl seviyorsam O’nun sevdiğini de öyle sevmem gerekir.

Kimi zaman dünyanın sevgi üzerine, kimi zamanda ayrılık üzerine yaratıldığını duydum. Ben beni yaratanı hiç görmedim ki! Acaba ilk ayrılığı biz daha kavuşmadan önce mi yaşadık ve tabi ilk muhabbeti…? Hep görmeden ve tam bilmeden sevmedik mi bir şeyleri. Yanımızda (kalbimizde) olanları idrak etmeden hissetmedik mi yakınlığını… bu kocaman sevginin altında korkuda vardı. İnsan sevdiğini incitmek ister mi hiç!!!

Annem her zaman O’nun sevgi ve merhametinin her şeyden büyük olduğunu anlatırdı. Her seferinde kalbimdeki sıcaklığı daha çok hissettim ve mutlu oldum. Karanlıkta yalnız kalmaktan korkarken O’na sığınmayı, güvenmeyi yalnız olmadığımı öğren-dim. En önemlisi O’nun sevgisine ne kadar muhtaç olduğumu anladım. Muhtaçlığımı fark edip ne kadar da küçük olduğumu ve yüreğimdeki kocaman sevginin sesini duydum.

Evet Rabbim!... Senin hakkında bildiğim tek şey uçsuz bu-caksız güzelliklerin sahibi ve her zaman ne yaparsam yapa-yım beni gören ve duyan bir tane Allah’sın. İşte bu yüzden ne zaman hata yaparsam utanırdım. O hatayı düzeltmek gereği duyardım kendimce. En çok istediğim şey; canım sıkıldığında derdimi anlattığımın bana cevap vermesiydi. Acaba çok mu kızmıştı bana ya da bir umut var mıydı yine!

Sonra güvendiğimin sözleri olan Kur’an’ı öğrendim. Bu benim duama cevaptı galiba. Hiç kolay olmadı elbette ama zorluğu yaşamanın da ayrı bir güzelliği vardı ve sanki her zor-landığımda arkasından hiç anlayamadığım bir huzur hissedi-yordum. O huzur her şeye değerdi işte.

Annemin sayesinde bir kursa başladım. Annemden ay-rılmak bazen zor gelip ağladığım oluyordu. Ama beni sarıp sarmalayan şeyi bırakmak da imkansızdı. O günün üzerinden aylar geçti ve Rabbim bana bir emanetini verdi. Rabbim’e ne kadar şükretsem azdır. Hafızlık neydi bilmezken hafız oldum. Hafızlık Rabbim’in bana en büyük lütfu en kıymetli emanetidir. Benim görevim ise bu emanete hakkıyla sahip çıkmak. Rabbim tam manasıyla yaşayanlardan eylesin inşallah.

Mekke’den Medine’ye hicret ederken genç bir delikanlı onun yatağında yat-mış ve ölümle burun buruna gelmiş-ti. O cesaret timsali Hz. Ali’den başkası değildi.

Habeşistan’a hicret eden kafilenin başında yirmi beş yaşında, bir hükümdar karşısında isllamı müdafaa eden bir genç, Hz. Cafer vardı.

Hz. Peygamberin kızları ve Hz. Ebubekr’in kızları da davete ilk icap eden gençlerdendi.

Asrı saadetin gençleriydi onlar peygam-berimizden sonraki nesildi, sahabeydiler. Cesaretleri, yaşayışları ve peygamberimizin onlara güvenmesiyle gençlere örnektiler.

Asrı saadetten öncelerde de birçok gencin örneği yüce kitapta anlatılmaktay-dı. Kur’an-ı Kerim bizlere mesel olarak genç peygamber İbrahim’i, iffetinde numune Yusuf’u ve gençlerin desteklediği Musa’yı anlatır. Gençlerimizin duygularına hitap eden, utandırmadan yumuşak ve müsama-halı davranan hayat yolu tercümanlarıydı onlar.

Gencin yol tercümanlarının yanı sıra hayatına yön ve gaye verecek idealleri ve hedefleri de olmalıdır. Çevreden ge-lecek olumsuz tesirlere kapılmamaları ve rotalarını şaşırmamaları için hedef-leri doğrultusunda ilerleyip iradelerini kullanabilmelilerdir. Hayatın engebe-leriyle karşılaştıklarında sabır ile irade-yi harmanlayıp Rabbe yönelenlerden olmalılardır.

Kehf suresinde anlatılan Ashab-ı Kehf kıssası gençlerin imanına dik-kat çekerek başlar. O yiğit gençler imanlarını muhafaza için sığındık-ları mağarada “Rabbimiz! Bize ta-rafından rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla diye Rablerine sabır içinde sığınıp dua etmişlerdir. Rableri de onları yalnız bırakmayıp korumuş ve gözetmiştir.

Hayat yolunun tecrübesiz ve cesur yolcusu! Hedeflerin sağlam, örneklerin şahsiyet-li, sabır ve dua yol arkadaşın olsun ki Yaratan, kıyamet gü-nünde gencin gençlikle im-tihanında senin yüzünü ak etsin. Amin.

Kaynak: Şefik Can- Mesnevi Şerhi, Şaban Karaköse-Etkili Din Öğretimi

Günlerden bir gün annem çocuklarını başına topladı. Babanızın maddi durumu

kötüleşti. Hep birlik olarak babanıza yardımcı olacağız diyerek nasihat etti. Herkes kendine düşeni yapa-caktı. Kazancımız, her şey babamız içindi. Babamda evin masraflarını görecek stresten kurtulacaktı. An-nem ilk iş olarak israfa dikkat edip masrafları azaltacağımızı söyledi. Evde helalinden ne yapabilir araş-tırmasına başladık. Fason Masura sarma, fason fıstık kırma ve yeni açılan otellerin evde yorganlarını yapma gibi birçok işi yapıyorduk. Ev sanki bir atölye olmuştu. Okula

Ahmet Ziylan

İyi Bir Eğitimci demektir

İyi BirAnne,

Şubat-Mart-Nisan14

Şubat-Mart-Nisan15

giden, okuldan geldiğinde hemen işin ba-şına oturuyordu. Evdekiler devamlı, annem hep başımızda gayretle çalışıyordu. Babam bir gün; ailece çalışıyoruz hepimiz bir adamın kazandığı kadar bile kazanamıyoruz diyordu. Zaten yüksek kazanç olsa işi bize vermezlerdi. Onun için birbirimize muhabbet, merhamet, itaat, fedakarlığı annemiz öğretmiş. Bu çalış-mamıza Cenabı Allah (c.c) bereketini verdi. Yaptığımız işi hem güzel, hem dürüst yapı-yorduk. Aramızda kibir, gurur, benlik ve tem-bellik yapan yoktu. Başkalarının aleyhinde konuşmak, yalan söylemek olmazdı. Bunları bize annemiz öğretmiş, eğitmişti.

Biz annemizi örnek alıyorduk. Ağzından kötü kelime çıkmazdı. Beddua ve küfür hiç duymadık. Annemin en kötü sözü kızdığı zaman ‘’deli duman’’ derdi. Bizlere hitap ettiğinde oğlum diyince güzel oğlum, güzel kızım ve tatlı gelinim gibi sözcükler kullanırdı. Herkesi sever ve kendini de sevdirirdi. Bir gün dedim ki; Ana herkesi seviyorsun, gelin ile kaynananın arası pek olmaz gelinini de seviyor musun? Tabi ki seviyorum kızımdan hiç farkları yok dedi ve ekledi:

-Ben kayın validemi de severdim ve 30 sene beraber oturduk. 30 sene gelinimle hiç birbirimizi kırmadık demişti. Bunun üzerine pekâlâ, ana hiç sevmediğin kimse var mı di-yince biraz düşündü ve yok oğlum aklıma gelmiyor dedi. Herkes bu kadar iyi miydi ve hiç kötüsü yok muydu?

Annem ilk önce suçu kendinde arar ve kimseyi kırmamaya dikkat ederdi. Bu hal ile toplu çalışana Allah (c.c) yardım ediyor.

Aradan 50- 60 sene geçti. O kardeşlerimiz-le hala sevgi muhabbetlerimiz devam ediyor. Birliğimizi ve beraberliğimizi koruyoruz. Allah (c.c.) sonraları karlı işler verdi. Durumumuz

iyileşti. Yanımızda bir hayli çalışanımız var. Ortaklarımız oldu. Elhamdülillah hiç biri ile kötü olmadık. Hasmımız olmadı. Herkese kin nefret haset edeceğimize önderimiz Mu-hammed Mustafa (s.a.v) gibi dua ediyoruz. Annemizin, babamızın bize dua ettiği, kal-kınmanın huzurun sırrı da burada olsa gerek onun için Anne ve babalarınızın duasını alın, bunlar annemizin fedakâr, çalışkan dürüst ilk eğitimci olmasından kaynaklandığını düşü-nüyorum. Böyle olunca ALLAH (c.c) bereket veriyor. Atalarımız yuvayı dişi kuş yapar de-miş. Peygamberimizde cennet Anaların ayağı altında demiştir.

30–35 sene önce bir iş yeri komşumuz vardı. İyi insandı ama biraz taşkın, birazda

şaşkındı. Na-maz kılmaz, içki falanda

alırdı. Geçen gün oğlu ile

karşılaştık. Bana sahip

çıktı. Nasılsın Ahmet Amca,

hal hatır so-runca bende baban nasıl, sağ mı, eski

haline devam ediyor mu diyince; yok hacı amca babam

Hacca gitti şimdi beş vakit namazında çok iyi oldu. Rahatladı iyi diyince; onu annen mi yola getirdi dedim. Nerden bildin dedi. Ben-

de hep anneler beyleri doğru yola sokuyor da ondan tahmin ettim dedim.

Bir başka hatıra; dış ülkeye seyahat edi-yoruz. Uçaktayız yanımızda Merhum Sakıp Sabacı var. Uçak havada Sakıp Bey sıra sıra dolaşıyor. Hal hatır soruyor ve espri yapıyor. Sevimli bir âlicenaplık sergiliyor. Benim otur-duğum sıraya gelince ve Sakıp Bey espri ya-pınca bende bir espri olsun diye Sakıp Ağa bu sevimliliğin ve âlicenaplığın anadan mı, babadan mı sirayet etti deyince; Hem Ana-dan, hem babadan, amma ille de anamdan, ille de anamdan cevabını verdi.

Onun için bütün Anneler çok kıymetlidir. ALLAH (c.c) bütün kızlarımıza ve annelere iyi anne olmayı nasip etsin. ÂMİN

âilEYuvası

Şubat-Mart-Nisan1�

Cenâb-ı Hakk vahdâniyyeti kendisine münhasır kılmış, bütün mahlûkâtı çift olarak halketmiştir. Ara-larına da cezb ve incizâb kanunu koyarak maddî ve mânevî kemâli, birbirleriyle bütünleşmelerine bağ-lamıştır. Hiç şüphesizdir ki, eşref-i mahlûkât olan insanda fıtrî muhabbet temâyülü, ilâhî aşka yüksel-menin ilk kademesini teşkîl eder. Bu itibarla Allâh Teâlâ, vermiş olduğu bu ulvî mertebenin muhâfaza edilmesi ve insan neslinin temiz ve mübârek bir şekilde devamı için âile hayatını zarûrî kılmış ve nikâhı emretmiştir.

Nikâh, kadın için, kadınlık duygu, istîdâd ve me-ziyetlerinin karşı cinsine tahsîs edilmesidir. Bu da hanımın, hanımlık vakar ve haysiyetinin muhafaza-sıdır. Erkek içinse nikâh, onu nefsin kötü âkıbetine dûçâr olmaktan kurtaran ve şerefli bir âile hayatı yaşatan mecrâdır.

Nikâh, rûhun sükûn ve huzûru yanında bede-nin nizâmına da vücûd veren yegâne müessirdir. Ahlâkın güzelliği onun sayesindedir. Âile seâdeti, toplumun refah ve terakkîsi, yine nikâhla gerçek-leşir. Kadın, kucağına aldığı yavru ile merhamet ve şefkat duygularının inkişâfına mazhar olur. Bir mürebbiyelik imtihanı yaşar. Erkek ise, mes’ûliyet duygusunun gelişip kuvvetlenmesi yanında âile reisi sıfatıyla olgunluk basamaklarını tırmanmaya başlar. Çünkü âile, millî bünye içinde en küçük, fakat en temel idârî bir ünitedir.

Mü’minin, takvâsından sonra en kıymetli varlı-ğı, sâliha bir hanıma sahip olmasıdır. Sâliha kadın, seâdet bahçelerinin en kıymetli tezyînâtıdır. Mil-letler, âilenin sağlamlığı ile terakkî eder. İnsanların bir erkek ve dişiden yaratılması gerçeğine mebnî olarak kurulan âile çatısındaki hikmetler, Allâh’ın

pek yüce âyetlerindendir.İdrâk sahipleri için nikâhdaki ibretler hakkında

âyet-i celîlede şöyle buyurulur:“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi) nizden eş-

ler yaratıp aranızda muhabbet ve merhamet te’sîs etmesi O’nun âyetlerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır..” (er-Rûm, 21)

Bu âyet-i kerîme, birtakım hikmetleriyle birlikte izdivaçtaki en büyük gâyeyi göstermektedir: Allâh yolunda muhabbet ve merhamet sâhibi olmak... Bunun içindir ki Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, kendisiyle evlenilecek bir hanımın vasıfları ve tercih sebebi husûsunda:

“Kadın dört şey, yâni malı, güzelliği, soy-sopu ve dîndeki kemâli için nikâhlanır. Siz dîndar olanını tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün!..” buyurmuşlardır.

Diğer bir hadîs-i şerîfde:“Kişinin yüceliği dîninde, mürüvvet ve şerefi aklın-

da, soy-sop güzelliği de (nikâhla korunan) ahlâkında gizlidir.” buyurulur.

Cemiyet ahlâkını muhâfazada en müessir âmil, nikâh olduğu için Allâh Rasûlü -sallhallâhü aleyhi ve sellem-, onun zorlaştırılmaması husûsunda üm-metini îkâz ederek:

“Nikâhın hayırlısı, külfetsiz olandır.” buyururlar.Diğer taraftan âile yuvasının kurulması yolunda

yapılan merasimlerde gâyet mütevâzî davranmak ve israftan kaçınmak zarûrîdir. Ayrıca gayr-i şer’î birtakım yanlış hareketler ve âdetlerle bu mübârek teşebbüse kötü bir başlangıç yapmak da, hüsrân kapısını aralamaktır. Ancak yüce şerîat hükümlerine bağlı ve ahlâk kâidelerine uygun nikâh meclisleri,

Şubat-Mart-Nisan1�

mübârektir ve duâların makbûl olduğu mekânlar-dan biridir.

Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- bu-yururlar:

“Evleniniz, boşanmayınız!.. Zîrâ boşanma dolayı-sıyla arş titrer...”

Âile seâdeti, iki tarafın karşılıklı haklarını iyi kul-lanmasına bağlıdır.

Âile reisi erkekdir. Âile riyâsetini düzgün yürüt-mek daha ziyâde erkeğe bağlıdır. Âyette: “Erkekler, kadınlar üzerinde idârecidirler.” (en-Nisâ, 34) buyurul-maktadır.

Âile reisliğinin erkeğe verilmesi, kadınların aşırı hissîliğinden dolayıdır. Husûsiyle neslin korunması, ancak şefkat duyguları ile mümkündür.

Bu üstünlük zulüm ve tahakküm için değil, âi-le nizâmını sağlamak ve izdivaç hayatını korumak içindir. Kadın da ev içine âid husûslarda âmirdir.

Erkeğin; nafaka, mesken, muhârebe, namazda imamlık, hükümdarlık gibi mükellefiyetleri üzerine alması, onun, itâatın kutbu olduğunu göstermekte-dir. Bu hâl, kadınlardan peygamber gelmemesinin en mühim delillerindendir.

Önce Âdem -aleyhisselâm-’ın yaratılması, sonra Havvâ vâlidemizin bir filiz gibi ondan neş’et etmesi, erkeğin öncülüğünü gösteren açık bir hakîkattir. Hazret-i Âdem’in sol kaburga kemiğinden yaratılan Hazret-i Havvâ’nın, tek candan kopan ikinci bir par-ça olduğu gerçeği, aynı zamanda kadın ile erkeğin, yakınlık ve kaynaşmasına en güzel bir îzâhdır. Zîrâ bütün mahlûkâtın var oluş sebeplerinin temel sâik-lerinden biri de: “Ben bir gizli hazîne idim. Mârifeti-me muhabbet ettim de mahlûkâtı yarattım.” hadîs-i kudsîsinde beyân buyurulduğu üzere muhabbettir. Bu da ilâhî aşka bir merhaledir. Zîrâ ilâhî aşk, var-lığın sebebi olduğu gibi aynı zamanda gâyesidir de. Bunun için ilâhî aşka bir basamak olan sevme meyli, bütün canlılara ve hassaten insana fıtrî olarak verilmiştir. Lâkin bu fıtrî temâyülün gerçekleşme-si, muayyen bir mecrâda olmalıdır. İşte bu mecrâ, nikâhdır. Bunun içindir ki İslâm âile hayatının te-meli, muhabbet, ahlâk, fazîlet, dînî metânet, hüsn-i muâmele, merhamet, sadakât, sabır, mukâvemet ve sulh u selâmet gibi mânevî cevherlerle tezyîn olunmuştur.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Hazret-i Havvâ vâlidemizle cennette başlayan âile hayatı, Allâh’ın takdîr ettiği izdivaç kanunu ile âdemoğullarına in-tikâl etmiş, İslâm dîni ile ebedîleşmiştir. Gerçekten İslâm dîni, koyduğu kâidelerle âile hayatına cennet huzûru ve dâimî bir baharın rahmet semâsı olmuş-

tur. Bu seâdete nâil olabilmek için, nikâh ve izdivaç kanunu ile birer Âdem ve Havvâ manzarası sergile-mek, onlar gibi Allâh muhabbeti ve takvâ yolunda kaynaşan âdetâ tek can ve tek nabız hâline gelebil-mek zarûrîdir.

Âile seâdetinin te’sîsi husûsunda âyet-i celîle-lerdeki “ittekû” ifâdelerinin ihtivâ ettiği “takvâ” pı-narından nasîb alabilmek çok mühimdir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz, kadın hakları husûsunda vedâ hutbesinin bir bölü-münde şöyle buyurmaktadır:

“Ey İnsanlar! Kadınların haklarına riâyet ediniz! Onlara şefkat ve sevgi ile muâmele ediniz! Onlar hak-kında Allâh’dan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadın-ları, Allâh emâneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allâh adına söz vererek helâl edindiniz!”

Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih bir nesil yetiştir-mek yolunda evladlarının ahlâkî yapıları ile meşgûl olmak yerine, hanımlıklarına, müstesnâ fıtratlarına zıd işlere yönlendirilmeleri, mantık, iz’ân ve îmâna sığmaz. Çünkü âiledeki huzûr ve seâdet, kadındaki ve erkekteki istîdadların yerli yerince kullanılması ve korunmasıyla elde edilebilir.

Kadınlığın kemâli, Allâh’ın verdiği güzel kâbi-liyetleri muhâfaza ile tahakkuk eder. Şâyet kadın, husûsiyetlerini ilâhî ta’yine ters bir sûrette yönlen-dirir ve kendi hakîkatine vedâ ederse, kıymetini mahveder; huzûrsuz ve bedbaht olur. Âile ocağını kurutur. Böylece toplum hayâtı çoraklaşır. Çağımız-da kadınlarla erkekler arasında sun’î bir eşitlik yarışı

“Kişinin yüceliği dîninde, mü-

rüvvet ve şerefi aklında, soy-

sop güzelliği de (nikâhla ko-

runan) ahlâkında gizlidir.”

buyurulur.

Şubat-Mart-Nisan1�

başlatılmıştır. Yaratılıştaki husûsiyetlere zıd olan bu yarış, hanımlık ve annelik meziyetlerini za’fa uğ-ratmakta ve âileyi yaralamaktadır. Diğer taraftan zamanımızdaki çocuk aldırma hâdiseleri, câhiliyye devrindeki kız çocuklarını diri diri gömmenin mo-dernleşmiş bir şekli olup asrın cinâyetidir.

Çocuk istememek; ilâhî lutfa nankörlük, nikâhın ciddî gâyesine aykırılık, rûhânî, ictimâî, ahlâkî kıy-met ve lezzetlere karşı duygusuzluktur.

Gerçek şudur ki, Cenâb-ı Hakk, her varlığı ve o varlığın her cüz’ünü bir maksad için yaratmış ve o maksadla yaratılış gâyesini gerçekleştirmeye müsâit bir biyolojik ve psikolojik yapı lutfetmiştir. İşte bu re-alite sebebi ile İslâm, yaratılış husûsiyetindeki ger-çeği esas alıp beşeri ona göre istikâmetlendirmiş, kadınlık ve erkeklik istîdadlarını, gerektiği şekilde yönlendirmiştir.Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâl-lâhü aleyhi ve sellem-, cihan kadınlarının zirvesinde

bulunan kızı Hazret-i Fâtıma’ya bütün ev işlerini dü-zenlemesini, Hazret-i Alî -radıyallâhü anh-’a da dış işleri tanzîm etmesini emir buyurmuş, böylece bir âilede olması gereken iş bölümünü fıtrî husûsiyet-ler çerçevesinde te’sîs etmişti. Ancak mübârek kızı Hazret-i Fâtıma, ev işlerinin çokluğu, buna mukâbil bedeninin zayıflığı ve evladlarının küçük olması dolayısıyla birgün kendisine gelip yardımcı istedi. O rahmet ve merhamet Peygamberi -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, mübârek kızının bu isteğini hoş görme-yip kabûl etmedi.

Bizzat Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- tarafından, hem de iki gözünün nûru mübârek kı-zı üzerinde bütün ümmete sergilediği bu misâl, çok ibretlidir. Bu hakîkat istikametinde bilmelidir ki, hanımların ev işleri ve neslin eğitimi ile bizzat meşgûl olmaları, onların şerefini müstesnâ bir şe-kilde artırır.

Âilede seâdetin sağlanması hiç şüphe yok ki, iyi bir babanın olgun idâresine dayanır. Lâkin bir babadan, gücünün ve kazancının üstünde bir şey-ler beklemek, ana ve çocuklar için hak değildir. Er-keğin vazîfesi, israfa sapmamak ve luzûmundan aşağı düşmemek şartı ile ortalama bir gıdâ ve ge-çim te’mîn etmektir. Erkek zengin dahî olsa, isrâftan korunmakla mükelleftir. Zîrâ mülk, Allâh’a âid oldu-ğu için insana sadece bir emanet olarak verilmiştir. İnsan bu şuûr içinde hareket etmezse, israfın ağır mes’ûliyyetini yüklenmiş olur. Burada insan karnı-nın, bir tehlike kazanı olduğunu unutmamak gere-kir. Onun infilâkı, maddî ve mânevî helâktir.

Şefkat ve merhamet, en güzel bir şekilde ana-ların gönlünde yerini bulur. İnsandaki analık hu-susiyyeti, hiçbir mahlukâtın analık mefhumuyla mukâyese edilemeyecek derecede üstündür. Çün-kü insan yavrusunun yalnız fizikî varlığına değil, aynı zamanda ruhuna sunulacak ilk gıdâ da, anada tezâhür eder. O ana ki, kâinâtın Rabbine en yakın olmak istîdâdıyla mücehhez olan insanı doğurmak-tadır. Peygamberlerden en âciz ferdlere kadar beşer olan her varlık, hem fizikî, hem de mânevî olarak ilk gıdâsını anadan alır. Analar, yaratıcının ilâhî merha-metinden en fazla nasîb almış varlıklardır.

Hâsılı evlilik, İslâm’ın, üzerinde çok hassas bir şekilde durduğu maddî ve mânevî iki yönlü ulvî bir müessesedir. Dolayısıyla bu ulvî müessesenin te’sîsi husûsunda son derece ciddiyet ve dikkat sa-hibi olmak zarûrîdir. Aksi halde izdivacı basit bir beraberlikten ibaret zannederek oluşturulan âile yuvaları, arş-ı âlâyı titreten hâdiseler olarak ifâde edilen yersiz boşanmalarla neticelenmektedir.

1998 - Eylul, Sayı: 151, Sayfa: 20

Hanımların, ev tanzîmi ve sâlih

bir nesil yetiştirmek yolunda

evladlarının ahlâkî yapıları

ile meşgûl olmak yerine, ha-

nımlıklarına, müstesnâ fıt-

ratlarına zıd işlere yönlen-

dirilmeleri, mantık, iz’ân ve

îmâna sığmaz. Çünkü âiledeki

huzûr ve seâdet, kadındaki

ve erkekteki istîdadların yer-

li yerince kullanılması ve ko-

runmasıyla elde edilebilir.

Şubat-Mart-Nisan1�

Haydi O Zaman

1�

Gecenin seherinde arşa uzanan dualarımın ara-sında isim isim zikrederken sevdiklerimi. Ve düşün-celerim an an hülasa etti ‘’sevgi’’ nedir?

Damla damla döküldü sözler kalemimin ucun-dan. Peki nedir bu sevgi? Nedir sevmek bileniniz var mı?

Bir ağlayan nazlı bebek, ya da mışıl mışıl uyuyan tatlı bir melektir sevmek! Bir göz bebeği. “Nurun âla nur” sırrına gizlenmiş. Ahenkli bir ışıktır par-layan. Öyle ki gözleri kamaştıran, Can’dır sevmek. Bir noktayla giriş yapıp koca bir ömrü üç noktaya hapsetmektir.

“Fefirru ilallah” emriyle giriş yapıp “ Vasıl-ı İlallah’ta son bulmaktır. Söylenebilenlerin yanında daha söylenemeyen pek çok tecellinin hâl lisanıdır.

Sızıdır gönlünde sakladığın… ilahi rızanın ma-kamına layık sevgiler için köprüdür.

Vuslata basamak, Rahmet’e aksetmiş bir parça.Üfürdüğü mübarek ruhun merhamet tecellisi.

Gönüllerin fethidir sevmek! İstanbul’un Fethi mi-sali.

Nice beyhude yakarışların doluluğu! Yoklukta sığındığın en ulvî basamak. Varlık kaftanını çıkarıp, hiçlik gömleğini giydirmektir. Silbaştan başlamak hayata.

Hayatının en Taif zamanında teselli. Belki de hü-zündür. Fani alemde Rahman’dan gelen. En derûni sükuttur boğazına düğümlenen. Her şeyi içinde yaşamaya yemin ettiren! İçine içine doldurduğun derin bir nefestir. İncitmemekle nefes alan incinme-mekle veren bir zaman diliminde hayat bulmaktır.

Sürurun en zirve makamıdır. Hüznünü bağrında büyüten bir anne gibi. Özlemdir. Her saniye. Her gecenin Rahmetinde içten içe sessiz. Issız bir ağıt!. Bir kağıt ve bir kalemin iz düşümüdür günün de-rinliklerine. Kelam’dır sevgi. Harfe, zamana, sese

bürünmüş bir ikra lafzıyla gönüllere hitaptır!.Neyzenin nefesinden çıkan bir Şems-ü Mev-

lana’dır yerine göre.Kimi içinse bir ukbâ’dır. Derya içinde bir ummân!Dilin lafza dökmeye kudret getiremediği. Ke-

limelerin mecalini yitirdiği. Bir çift gözün devreye girdiği an’dır.

İmalara sıkıştırılmış en güzel kıssa’dır. Ahsen-ü’l kasas, ‘’Sebeb-i Aşk’’

Yedikçe acıktığın bir aş!. Doyamadığın, yedik-çe acıktığın. Tıpkı Hallâc-ı Mansur gibi ‘’Enel Hakk’’ düsturunca…

Bir istiridyenin incisine duyduğu muhabbet. Ya da incinin ta kendisiydi belki de. Bir gün ayrılmaya boyun eğmiş zerâfet timsali.

Ahûzar’dır. Her damlayı yanaklarından süzüp gönlüne akıtan. Günbegün doğan güneş.

O Aşktır ki nefes alırken ateşinin şiddetinden ağzından ciğer kokuları getirir. Sevmeye istidadı olmayana soyuttur Aşk! O kadar somut ki aslında görebilen, duyabilen gönüllere.

Zaman zaman kıyıya vurur, hırçın dalgalarıyla engel olamazsın!

Gün gelir durgun suyun üzerinde hafif bir mel-temle dans eden yakamozlardır ki izlemeye doya-mazsın.

Hikmettir! Görünenin çok ötesinde, idrak ötesin-de. İki kapak arasında toplanmış cümlelerin fısılda-dığı bir sırdır, en merak edilen…

Ne var ki bu sırdır… Hurufu mukattâa misali.Madem ki gidiş o’na.. Fefirru ilallah! Koşun O’na

Haydi Allah’a kaçın. Kaçışınız o’na olsun. Zaten da-vette O’ndan “Ve ileyye’l mesir” yine de dönüp dola-şıp bana gel! Benim kapıma. Bu davete icabet vacip olmuş artık üzerimize. Madem öyle; aşk’ı başka ve-fasızlarda arama En merhametliyi, merhametsizce, merhametsizlere; Tercih etme!

Haydi o zaman bu mübarek bekleyiş’e acizane icabete.

Betül Önal

Şubat-Mart-Nisan

K endisine bildirilenlerle gözünde yaş eksik olmayan şefkat ve merhamet menbaına;

Rahman’ın ilminde gizli ve aşikar olanların sayı-sınca salat-ü selam olsun..

Hayatımda çok kişinin olmasının hiç bir anlamı kal-mıyor “Birisinin” olmayışından dolayı. Oysa ki O’nunla olan beraberliğimiz ruhlar aleminde başlamıştı. Bu yüzdendir O’nu hiç göremesem ve bilemesem de O’na duyduğum muhabbet. Bir geçmişimiz, önce-den tatmışlığımız var o ulvi tadı; herkes gibi. Şimdi de başını taştan taşa vurup bütün varlığını sevdalısına doğru akıtan su misali binlerce noksan ile de olsa yol-lardayım. Biliyorum; yeri gelecek çaresiz bir pervane bazen de gözü kara bir divane olmam gerekecek. Ama kararlıyım.. El öpmeye, yüz sürmeye gidiyorum ötele-re.. Memleketimin tepelerinde kutlu bir şafakla birlikte yeniden doğmaya gidiyorum.. Bir güzel uğruna nef-simin dağını taşını fersah fersah aşmaya gidiyorum.. Yar ve yarenlerle birlikte aynı sofraya oturabilmek için yüreğimi yakıp yıkmaya gidiyorum.. Gül yüzlü bir ta-bibin elleriyle iyileşebilmek için Eyyüb’ün dertleriyle dertlenmeye gidiyorum.. Beni yolsuz ve yoldaşsız koyma Rabbim..

Ey içi cemalullah ile dolu gözleriyle baharlar bü-yüten sevgili! Sensizlik ki gönüllerin ecelidir.. Sen ki kıyamet kargaşasında ki ruhların can serinliği.. Ben ki güneşe fırlatılsa bile tekrar tutuşması imkansız bir yüreğe hizmetçilik yapmaktayım. Buzdan denizler-de yüzer kendinden bihaber. Bir kibrit çöpünün çı-kaklığına bile bilsen ne kadar muhtacım efendim..

Ebubekirce sesleniyorum şimdi sana efendim.. Dostun olamasam da dostunun yüreğiyle yalva-rıyorum. Sana yine senin gönül inleyişinle, senin de sevdiğine olan özleminle sesleniyorum. Gel diye sevgili.. Artık yolların bağını kaldır diye gur-betin sarp koylarından. Hasretin sızı sızı akıyor içime,boğuluyorum kıymetlim Varlığımın her zerre-sine işledi Medine kokulu hasretin, hurma kütüğü-nün iniltisi var içimde sevgili. Sen yoksun ya kıymet-lim; ıslak bir şehrin kurumuş damlası gibiyim, hiç bir hükmüm kalmadı yarınlara karşı. Açım,susuzum. Doyur beni o ulvi kokuna. O nurdan çehreni damla

damla içir yüreğime. Kırıldı kolum kanadım, çare-sizim. Çırpınıyorum sevdanın asude kubbelerinin altında. Saatler hüzünlere bölündü, burada zaman durdu artık kıymetlim. Ah bir olsaydım.. Olsaydım da sen Sevr mağarasındayken o ankebutun ağında ki bir toz tanesi olsaydım. Senin gölgene sıkışıp ru-hunda kaybolmak için..

Sana öldü diyenin boynuna Ömer gibi kılıcımı sallarım şimdi efendim. Senin dünya semasında ki nefeslerin yeni doğmuş bir bebeğinkinden bile daha tazedir. Senin varlığın aynalarda boy gösterenlerden dahi daha gerçektir. Sen tek başına bile bütün canlılardan daha fazlasın. Sevdana gecikmişliğimizden dolayıdır kalplerimizin tembelliği. Unutuyoruz hep.. Sen ki ismi anıldığı yere gelensin efendim. Kabahat seni göremeyip başkalarında kör olan gözlerimiz-dedir.. Sana yollar değil, sana mesafeler değil; sana günahlar-la kararmış yürekler engel değil mi efendim? Onları aşamadı-ğından bir türlü birleşemiyor zamanlarımız. Kim bilir, belki de çok üzgünsündür şimdi. Senin özledim deyip de yaşlara boğulduğun kar-deşlerin seni unutup da kimleri kendilerine yar edindiler? Kimler için kirlettiler çeyizlik, ipek kumaşlarını kalpleri-nin? Bizim yüzümüz-den yine ağlamaklı olma sakın efendim. Kaldır artık o müba-rek alnını secde-den. Akıttığın her gözyaşı damlasıyla evren ma-tem içinde boğulmaz

Esra Kabakoğlu

20

DertlemekDertlemek

mı efendim? Solmaz mı gök, sancılar içinde kıvran-maz mı bahar? Sular boyun bükmez mi, yeryüzü kabuğundan sıyrılmaz mı? O mahsun yüzün kara peçeler takmaz mı insanoğlunun çehresine? Söy-lesen şimdi kıymetlim, anlatsan bize bilseydik az gülüp çok ağlayacak olduğumuz bilmediklerimizi. Ayağına batan dikenlerden çok senin için hiç ağ-lamayan gözler mi acıtıyor yoksa canını? Üzerine yağmur gibi yağan taşlardan çok içinde senden başkasını barındıran kalpler mi yaralıyor bedenini? Sahabelerin gibi olmamız gerekirken içimizde şuan Ebu Cehiller mi var yoksa? Reyhanlarını şehit ettik yetmezmiş gibi seni de mi Kerbela da susuz bırak-tık efendim? Seni hiç göremeyişimiz senin de bizi görmek istemeyişinden mi kaynaklanıyor yoksa sevgili?

Ey Settar olan Rabbim! Ne olur ört üzerimi. Gü-zelliklerinin hiç bir giysisi kalmadı artık ömrümde. Kara bir örtüye büründü ki yüreğim tesettürden bihaber. Benim yanıma başka bir ben daha iliştir. Örtülecek ve saklanacak hiç bir günahı, bir kusuru, ayıbı olmayan.. Aslında hiç sevemediğime “Seni canımdan da çok seviyorum” diye büyük bir laf ettiğimde , habibine iki yüzlü davranmanın beri-sinde durabilmek için kalmasın hiç O’ndan başka sevdiğim.

Şuan senin en çok sevdiğin yerdeyim kıymet-lim.. Senin de en çok sevildiğin yerde.. Bizim de bulunduğumuza en çok sevindiğin yerde. Sözsüz, hareketsiz ve nefessiz konuşulupta bir çok sırrın aşikar olduğu yerde.. Secdede.. Ondört asır önce senin nemlendirdiğin seccadenin ıslaklığına sarıl-mış yalvarıyorum Rabbime..

Ya Rabbi! Habibin ki bütün korku ve endişelerini bir kenara atmıştı da canlı ve cansız bütün varlık-lar hesabınca Allah diyordu.Senin isminle daha da inceliyor, bir o kadar da büyüyordu. Ben de şimdi O’nun teslimiyetiyle başımın ezilmesini, O’nun has-sasiyetiyle kalbimin yeniden yoğrulup bereketli bir toprak haline gelmesini isterim. Sükutuyla nasıl

dağlar devirdiyse, ümmiliği ile bile nasıl tercüme ettiyse kainatı ve cahiliye devrini nasıl yeniden ya-zıp okuduysa ben de haberdar olmak istiyorum perdeler ardında yaşananlardan. Yeniden yazılmak istiyorum hiç bir imla hatam olmadan..

Sadece ağlayanlar mı sevmiştir seni kıymetlim, özleyen sadece ağlar mı? Sadece çağlayanlar mı taşır heyecanın yükünü, taşları bile yosun bağla-maz mı? Senin aşkına tutulup çarpılanlar sadece destanlar mı düzenlerdir ki? Susupta Meryem gibi konuşanlar yok mudur ki sözleri can olan? Ne söz kaldı şimdi bende ne de tahammül.. Ben seni is-terim sadece ey can.. Bir damla sudan bile meded ummadan sende gürül gürül yanabilmeyi, senden bir parça olabilmeyi isterim. O ateş ki nefes gibidir. Yanış bittiği zaman benim de ömrüm sona erer ar-tık. Kainatı içine alan bir doğumun sancısıyla dağlar taşlar parçalarken varlığıma sebep olan varlığı iste-rim. Artık seni isteyemeyecek kadar senle olana dek hep seni, illa da seni isterim. Bıkmam, usanmam, utanmam kıymetlim; her yolda,açılan her kapıda seni beklemekten. Her gelenin ve her gittiğimin sen olmanı isterim..

Ey mahsende ki durgun sulara dahi nara attıran gümüş perçemli güzel! Ne yokluğuna dayanacak gücüm ne de varlığını kaldıracak cesaretim var. Ya-rın geleceğini bilsem dahi bu günün özlemi yıktı kalbimin tüm duvarlarını.Yardım eyle,yetiş kıymet-lim. Her şey bir yana bir sensizliğe güç yetmiyor sevgili..

O kadar değerlim, o kadar kıymetlimsin ki el sürdürmem sana kaderimde sırrımsın. İçime sığ-mayıp beni benden taşırsan da yanına yaklaştır-mam kimseyi alnımda yazımsın. Kimseleri buyur edemem gayrı ömrüme, sen dört nala koştuğum hasretimsin. Deli diyeceklerse de desinler, bana-ne. Yüzüm güler ya da gülmez.Sen hiç ayrılmadan kapılar önünde beklediğimsin. Ekmek gibi,su gibi her öğün yolunu gözlediğimsin. Yollar nereye gi-derse gitsin,ayaklarımın yere bastığı andan itiba-ren sen canımı parçalarcasına kendisine gitmeyi arzuladığımsın. Baktığım her yerde o sır perdeli çehreni göreyim diye sen kendi cismimi uğruna eskittiğim, yok saydığımsın. Soluk-suz kalanın nefes almayı özlediğinden de çok özledim seni efendim. Seni görme-yen gözlerle okuduğum Kur’an-ı Kerim bile besmelesiz kalır efendim. Şimdi bir kere bile olsa bakmayacak mısın bana

kıymeylim?Korkuyorum yar..Aşk belasına tutuşanın ateşine yağmur bile ilişemez.

21 Şubat-Mart-Nisan

22

Hala yanağımda gül öpücüğünAçıyor her sene bin bir tomurcukCennetten kokular sunuyor her günBana solmaz çiçek, o nur öpücük

Alnımı tutuyor hasta oluncaMelek kanadınca denk olan elinAcılar içinde ben bunalıncaİksir sunar kalbe ışıktan dilin

Dolaşsın çehremde melek bakışınYanağımda ılık şefkatli buseAkmasın ne olur gözyaşınAğlama anneciğim daim gülümse

Elif Nur ÇETO

Zeynep Sönmez

Gecedir insanların dert ortağı. Gecedir kalbi mu-habbete bağlayan. Öyle bir vakittir ki, kalp üstüne nur yağar. Seher vakti kalbi uyanık, Allah huzurunda duran, bahar yağmurlarıdır onlar…

O vakitte kılınan iki rekat namaz, insanı öyle bir götürüyor ki, insan kendini öyle bir kaptırıyor ki, her an Allah, her an Allah…

Karanlık mı? Ortam karanlık olsa bile, içinde kor-kumu kalıyor. Öyle bir ilham geliyor ki, O’na duyulan muhabbet artıyor. Öyle bir anıyor ki Allah’ı yüreği yüreğinden kopuyor, geceler ve gecelerin kalbi seher vaktinde. O teheccüd zamanında karanlıklar yerine adeta bir nur oluyor…

Öyle yanıyor ki yürek,gizli sırlar zuhur ediyor. Gö-nül yalvardıkça yalvarıyor. Ve bir bakmışsın ki, derdin, dermanın, her şeyin Rabb’in olmuş!

‘’Ey Rabbim! Sen bizi bu vakitlerden mahrum et-me! Etme ki, gecelerde sana yakın olalım. Etme ki, Sen de fena olalım. Sen rahmetinden bizi mahrum etme ki, yüreğimiz bir tek sana yansın!…

Muhabbetin SırrıO’na Duyulan

22

Gülümse

Şubat-Mart-Nisan2�

Niye uzağım sana Ya Rasûlallah. Seni içimde bu kadar yaşarken niye yanında değilim. Sanki senin gözünden dökülür gözyaşlarım.

Hep ağlar durur bu çocuk. Sen ki yolların başında sonunda bulduğumsun. Sen ki her kapıya çıkansın. Sadece senin yanında teselli bulurum. Senin adı-nı anınca geçer kalp ağrılarım. Sen ki içimde daim sakladığım ulvi bir muhabbetsin. Sen ki her zaman yanımda bildiğimsin. Sen olmadığında kuyulara düşer gözlerim.

Gönlümün yağmur bulutlarını senin yolunda hazırladım. Boşalan yağmurlarla güller yeşerttim yolunda. O gülleri yoluna serdim belki gelirsin di-ye.

Belki gözleri gözlerime değer diye umutlanan Hz. Vahşi’nin titrek nefesi geziniyor ensemin ör-sünde. Sütunlar arkasındna baktırma bizi kendine Ey Nebi.

Yakınlığına kabul eyle bizi. Sevdalarımızı senin yolunda müjdele. Sen ki sevdalıların en yücesisin. Efendim kalplerimizde olanı dudaklarımıza taşı. Ben susayım sen söyle içimdeki sensizliği.

Gözlerimi gözlerinin nuruna aç. Bir kez bak da doysun sana şu gönül. Yolları eskittim senin yolun-da. Benden sana yol çıkarma ey Yar! Yollar bitince sana çıkar mı?

Öyle özledim ki seni! Öyle acıyor ki içim yanına gelememek korkusu ile. Belkilerin umuduyla ye-şertiyorum çorak kalmış gönlümü. Gel ki huzura kavuşsun kalbim. Gel ki çiçekler açsın kurumuş gönlümde. Kelebekler uçsun seni müjdeler gibi.

Gidişin hüzünlü sonbahardı, şimdi baharlara açtın gönlümü. Bir geldin içimdeki yangınlar,

rahmet yüklü yağmurlar oluverdi. Varlığın sindi ruhuma bir anda. Şimdi ben susa-

yım sen söyle içimdeki sensizliğimi. Sensizler yaşadığımı. İçimin içinde bir gurbet olduğunu. Mesafelerin uzaması artık boşuna. Sen varsın ya Efendim. Kimse uzak değil bana.

Sen geldin ya Sultan’ım, artık gözüm yollarda değil. Sensiz ayrılık ayrılık ol-

muyor, kavuşmak bile kavuştuğuna kalmıyor. Sensiz hüzün bile yüze gel-

miyor. Acılar utanıp saklanıyor. Ağlamak beni benden götürüyor. Gözümün yaşı

kalbimin yangınını söndürür mü acaba?Şimdi ben susayım, sen söyle içimdeki

sensizliği…

Başak Çekilarız

Sen Söyleİçimdeki Sensizliği

Ben Susayım,

2�

Şubat-Mart-Nisan24

Neslihan Nur Türk

Çünkü kanımız imanla dolanır. Kalbimiz imanla çarpar. Çünkü biz, diğerler gibi değiliz. Başka-larının vicdanını sızlatmayan işler, bizim vic-

danımızı acıtır. Başkalarına dert olmayan mevzular, bizim baş tasamızdır.

Genciz, çünkü her gün yeniden tazelenen bir inanç taşıyoruz. Yaş ötesi bir gençliktir bizimki. İnandığımız ve bunun gereklerini yaşadığımız sürece, delikanlıyız!

Neden akıllı değil de deli? Çünkü biz, Rasûl-i ekrem’in haber verdiği “âhır zaman” Müslümanlarıyız. Uyanık ve akıllı geçinen birçokları bizi deli addeder. Zira onların uyduğu kurallar bizi bağlamaz. Onların bağlandığı değerler bizim için tek bir anlam taşımaz! Çoğunluğun yoluna, genelin fikrine değildir meyli-miz. Biz mihengimizi seçmiş, kendimizi de her dem o mihenge vurmuşuzdur. Kıymetimiz makam mevki ve zenginlikten gelmez. Bizim değerimiz, Allah’ın öl-çüleriyle yaşama titizliğinden gelir. Kim bu anlamda titiz, işte onun kalbi en temizdir!

Genciz biz! Öyle ufak tefek işler bizi yoramaz. Ufak tefek imtihanlar bizi yıldıramaz! Başkaları “toy” dese, adam yerine koymasa da biz, Allah’ın bizden ne bek-lediğine bakarız. Yaratanımız bizi yetişkin insan olarak kabul etmiş ve mesuliyetlerimizi de bildirmiştir. Dili “Allah” diyenin; kalbi de bu zikre aşkla iştirak edenin “bunalımı” olmaz! Genciz biz! Evet aşkınız; ama hayır, taşkın değiliz!

Akıl yaşta değil baştadır! Müslüman gençler ola-rak biz, işte bu veciz sözün en bariz örnekleriyiz! Ki-milerinin elli yaşında bile gelemediği olgunluğa, on sekizli, yirmili yaşlarda ermiş; bazılarının yetmişinde bile kavrayamadığı “hayat” gerçeğini, en güzel şekilde kavramışızdır. Zira bize, Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem gibi bir peygamber nasip

olmuştur. Onu anlamamızı, O’nun mesajını hayata geçirmemizi arzu eden ve bu uğurda gayret ve feda-karlık etmek, hayatının düsturu olmuş bulunan bir mürşid-i kâmilin talebeleriyiz. Bir çocuk, hakiki bir mürşit bulduğunda, nasıl da güzel yetişir. Ya bir genç aynı nimete kavuştuğunda neler olur bilir misiniz? Dünyalar değişir!

Genciz biz! Ne etikete, ne de isme değil, Allah’a yakınlığa muhtaç ve hasretiz! Gönlümüzde bir deli coşku dalgalanır. Evet, aşk da bizdedir. Fakat aşkı nef-simize kurban etmeyiz! Tamam, delidir kanımız; ama yoktur “aşne fişne”ye ayıracak vaktimiz! Bizim zamanı-mız kıymetli. Çünkü ihtiyarlığa varma garantimiz yok! Biz, ölümün yaşlı genç ayırt etmeden herkese ve her an gelebileceğinin şuurunda, bu sebeple her bir ânı pek kıymetli kimseleriz. O halde, ne lüzumsuz sohbet-lere, ne de faydasız gezmelere açık kapımız var. Hayra ve iyiliğe açık tüm kapılarımız ve pencerelerimiz!

Genciz! Fatih Sultan Mehmet gibi, Yunus Emre gibi, Mevlana gibi örneklerin peşindeyiz! Bizi, ahlâkı ve tüm hayatı tartışmalı fasıklar güruhu cezbetmez! Biz, Allah’a kul olmakla ölümsüzleşmiş, yüce ruhların peşindeyiz. Genciz! Ve hazreti Eyüp el ensari hazret-lerinin gençlik iksiridir içtiğimiz! Biz, “ümmetim” de-menin heyecanı ve bu sözün sorumluluğu ile bugün nasıl ki genciz, seksen yaşına da geldiğimizde aynı diriliğe talibiz!

Allah’ım! Bizi, sevdiğin, hallerini tebessümle sey-rettiğin, ibadetlerinden ve hizmetlerinden razı oldu-ğun bahtiyar gençler arasına kat da, senin lutfunla, yaşımız kaç olursa olsun, genç kalalım! Hakiki gençlik, senin rızan yolunda ihtiyarlayanlarındır! Lutfet ki biz de bu çok özel nimete kavuşan, güzel kullarından olalım! Amin.

Rabia Yelimlibağ[email protected]

Gençsin! ‘’Geçmiş zaman odur ki’’ edasıyla süzülen bakışlar; sakin ve dingin ikindi vakitlerini, huzurla bakan baharın sonunu ve her anı dopdolu bir kalbin ömür hoşluğunu mırıldanıyor gibi.

Sırtını yaslamış ruhun, geçmişe dalmış rüyan.Geçmiş zaman odur ki...

Kıvamında bir hayatın kıvamında bir suretin. En başında yolun, sadece tertemizdin. Bilir herkes, kendisi gibi; billur akan bir nehir, çiçeklerle bezenmiş bir dağ başı, delice esen rüzgar gibiydin. En başında yolun, herkes gibi, herkesin kendisini bildiği gibi, sen en güzel surettin. Ahseni Takvim idin.

Hızlı atan kalp, deli akan kan, ışıltılı bakış, hep soran bir akıl idin.

Sancılı ama delice seven, konağını bulup bulup kaybe-den bir gönül idin. Herkes gibi herkesin bildiği gibi, herşey için çok erken değil, sen en doğru zaman idin. Ahsen-i Takvim sırrında tertemiz bir genç idin.

Bilenler bilirdi o içten gelen Sesin Sahibini. Sen de uyar-dın, her an vicdanını yoklayan ses:

“Sonu başından hayırlıdır işin” Başı hayırlıysa sonu da hayırlıdır işin. Sonundaki hayrı başından niyet etmelisin. Aradaki sancılar yokluklar, sonunu belli etmek için...

Bilmelisin, en başında yolun bir ikramdır sunulan. En parlak suret, en canlı ruhtur yansıyan.

Bilmelisin,Ahseni Takvim üzeresin, gençsin!Aklın ve kalbin doruğundasın. Yetmiyor okumak yaz-

mak sana, tefekkür etmek anlamak, daha çok bilmek isti-yorsun. Yetmiyor sevmek sana, tutkun olmak, aşık olmak istiyorsun. Ellerin sımsıcak ve titremiyor henüz. Saçlarının en asil zamanı.

Farkında mısın, Gençsin.En güzel surettesin.“Nimetin şükrü nimetin cinsindendir” Farkında mısın;

dünyadaki bütün nimetler gibi, sen de geçici bir nimet-tesin!

Tut kitabın elini, yol göstersin kalbine; helak olanları, hidayete erenleri ve asıl tutkun ve meftun olacağın Sev-giliyi!

Aklın ve kalbin doruğundayken tut elini. Aklın şaşsa da kalbin yorulsa da bırakma. Yorulsa da gözlerin, uyuma. Bi-lirsin, sen de herkes gibi; Ebedi uyuyacaksın zaten! Tükense de ellerin ve ayakların durma. Sonra ne için çalışacak ki!

Gençsin ama geçici bir nimettesin. “Yol bitmez ama biter yolculuklar. Biter başlayan her şey”!!

Tut Kitabın elini ki, titrese de elin, aklın ve kalbin hep diri kalsın. Canlılık kaynağı Kur’an elindeyse senin; Bilmelisin, sen her zaman gençsin ve hep en güzel surettesin!!...

Dingin ikindi vakitleri ve huzurlu baharın sonu yani işin hayırlı sonu, ilkbaharından belliydi.

EnGüzelSûrettesin!

Şubat-Mart-Nisan25

Şubat-Mart-Nisan2�

Kader, yolumuzu Kazakistan’ın Çimkent şeh-rinde bulunan 1400 yıl öncesinin ashabı suf-fesini andıran küçük bir kursa düşürdü. Bu

kurs 120 kişilik kapasitesiyle Kazakistan’ın her bir şehrine talebelerini dantel gibi işleyip gönderiyor. Sadece Kazakistan’la kalmayıp Moğolistan’lı, Çin’li, Özbek, Tacik, Ahıska Türkü olmak üzere çeşitli ırklar-daki kızlar buraya toplanıp İslam kardeşliğinin canlı örneğini sergiliyorlar. Tıpkı zamanların en ulvisi olan asr-ı saadette Rasulullah’ın etrafında Selman-ı Farisi, Zeyd b. Haris, Bilal Habeşi gibi çeşitli milletlerden genç sahabelerin olması gibi.

Bu kızlarımız belki bir avuç ama bir avuç olmak onları üzmüyor. Çünkü bu günün bir avuç insanının

sabaha çıkınca iki avuç olacağına tüm kalpleriyle inanıyorlar. Bunlar 70 yıl Kominizmin, ülkelerinde yaydığı cahiliye devri karanlıklarını yırtıp, sabaha kavuşmaya çalışan genç kızlarımız.

Hepsi de İslamın ilk tohumlarını etraflarına saçan sahabiler yaşında. Kimisi Hz Ali’nin hicret ettiği yaş olan 22 yaşında. Kimisi Musab b. Umeyrin akabe-de biat edenlerle birlikte arkasına dahi bakmadan Mekkesinden ayrılıp Kuran hocası olarak Medineye gittiği 25 yaşında. Kimisi Hadisleri ezberleyip muk-sirun arasına girdiği halde Rasulullah vefat ederken 18 yaşında olan Abdullah b.Amr yaşında. Kimisi gençliğinin baharında bir avuç müslümanla vata-nını terk edip, hükümdarın karşısına çıkarak islamı

Gençler! ‹dölünüz

Hangi Sahâbe?Gençler! ‹dölünüz

Hangi Sahâbe?

Hatice Şahin

Kazakistan Çimkent şehrinde bulunan Kız Kur’an Kursu öğrencileri

savunma cesaretini gösteren 25‘ indeki Cafer(r.a) yaşında. Kimisi de Peygamber (sav)’in, 17 sin-de ordu kumandanı olarak tayin ettiği Üsame b. Zeyd yaşında.

İçlerine girip dertleşmeye başlayınca ha-yatları ne kadar da gökteki yıldızlar olan genç sahabelere benziyor. 0nlar gibi çile yağmu-rundan nasiplerini alıyorlar. Ama ne kadarda metin duruşları var. 0nlarda biliyorlar ki dava fedakarlık ister.

Özellikle de içlerinde bir tanesi var ki ona baktıkça Musab(r.a) aklıma geliyor. Hz. Mu-sab gençliğinin baharında Mekke’nin en göz-de genci. Moda rüzgarını Mekke’de estiren genç. Herkesin dilinde. Acaba bu gün Musab hangi marka giyinmiş, saçlarını nasıl taramış, hangi marka parfüm kullanmış, ayakkabıları hangi moda şehrinden gelmiş. Moda deyin-ce Mekke’nin, gencinden yaşlısına, dillerinde olan genç ve her şey islama girmekle bitiyor ya da her şey yeni başlıyor. Bu sıcak İslam yu-vasına da bu kızımız trenle iki gün uzaklıkta olan Kazakistan’ın Özkömen şehrinden gelmiş. 0nun içinde her şey Musab(r.a.) gibi yeni baş-lamış. 0 da Musab(r.a.) gibi gösterişli hayatını geride bırakmış ve bin bir zorluklarla uğraşır olmuş sadece inandığı dini için. Kazakistan’ın en iyi üniversitesini kazanmış, kimsenin kazan-maya cesaret dahi edemediği, en iyi bursu ve-recekleri halde gözü dahi görmemiş, üniversite bitince işi hazır olduğu halde ve çok gösterişli bir hayatı varken o da Musab(r.a.) misali vurul-muş kainatın efendisine. Çıkmış yollara Kura-nını öğrenmek uğruna ve öğrenip Musab(r.a.) gibi düşmek için yollara.

Bu küçük yuvada daha hangi sahabenin canlı örneği var, o da kalsın başka bir bahara.

Geldi mi çabuk giden, gitti mi de gelmeyen bu gençliğimiz için bize sorsalar; bu gençliği hangi sahabeye benzeterek yaşlandırıyorsun?, diye. Bizim cevabımız hangisi olurdu acaba?

Gelin yazımızı bir hadisi şerif ile sonlandırıp biraz kalbimizi tefekkür ufkuna doğru gezintiye çıkaralım: “Gençlerinizin en hayırlısı, (sefahet-ten uzak durmakta ve temkinli davranmakta) ihtiyarlara benzeyendir. Yaşlılarınızın en fenası ise, (başını gaflete sokmakta ve nefsinin arzu-larına uymakta hevaperest) gençler gibi yaşa-yandır.”

Çimkent Kazakistan

Duydum işittim ve gördümNeler neler bırakmış ecdâdımGeçtiği her bir memleketimEserler bırakarak yazmış adım

Ben, ya ben bir şey bırakabilecek miyimOnların torunuykenÖyle boş yaşamak yok artık eminimUyan uyan ey MüslümanımVatan bize emanet

Bize emanet canım memleketimİçinde koybolan gençlikŞuursuzca işlenen günahlarYa gayri meşru ilişkiler

İçinde binlerce kültürü barındırıyorsunEy İstanbul!İçinde bir yumak oldu sevginSen bir Ayasofya bir Sultan Ahmet’sinSana gelen senden ayrılamıyorEy İstanbul!

Yaşıyorum seni dününle bugününleÖyle büyülendim ki seninleSenden gayrı olmuyorEy İstanbul!

Uyan artık gelmedi mi vaktinSen bir Fatih’sin bir AkifYoksa ruhlarda mı öldülerİşte şimdi ruhların fethi….

İstanbulEmine Şahin

İnsanlar arasında “örnek” gösterilmek için, hangi özelliklere sahip olmak gerekir? Örnek bir hanım nasıl olmalıdır? “Örnek” gibi ortada bir kelimeyi

“iyi örnek” şeklinde anlayarak düşünecek olursak, uzun soluklu iyi bir örnek ya da “numune şahsiyet” olmak için ne yapmalı? Yolumuzu aydınlatacak ör-nekleri doğru yerde aramak için bu ve benzeri soru-lar etrafında düşünmeye ne dersiniz?...

Temel hedefi, bütün insanlığı yanlış ve çirkin işlerden uzaklaştırıp güzel ve doğru olanlara sevk etmek olan Kur’an-ı Kerim’de, varlığıyla çoğalmaya basamak kılınan kadına hususen hitap edilir. Yoğun-lukla kadın haklarından bahsedilen Nisa sûresiyle, Tahrim sûresi, Ahzab sûresi, Mücadele sûresi ve pek çok ayeti kerimeyi de sayabiliriz…

“Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı bir şeyi, eşlerinin hatırı için neden kendine haram kılıyorsun?” (66/1) gibi sarsıcı bir soru ile başlayan Tahrim sûresinin son ayetlerinde şöyle buyruluyor:

“Allah, inkar edenlere Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki Salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. (Ve sonunda) kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara; “Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin” denildi.

Allah, iman edenlere de Firavun’un karısını misal gösterdi. O: “Rabbim! Bana katında cennette bir ev

yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan

kurtar!” demişti.

“(Allah) iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem’i de (örnek gösterdi.) Biz ona rûhumuzdan üfledik; Rabbi’nin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O, gönül-den itaat edenlerdendi.” (66/10-12)

Bu ayetlerde Peygamber Efendimiz’in tertemiz eşlerine, dört hanımın hayatından üç ana başlıkta değerlendirilebilecek bir demet misal getiriyor ki, burada verilen örneklerlerin başlarına gelenler, he-men her insanın karşılaşabileceği başlıca durumları özetlemektedir. Bu itibarla konumuzu teşkil eden misaller insanlığa ışık tutacak zenginliktedir…

Âyetlerde bahsedilen misallerin birincisi Hazreti Lût ve Nûh (aleyhimesselâm)ın hanımlarının tavırları hakkındadır. Onlar ki, o gün insanlığa Allah’ın mesajı-nı taşıyan peygamberin yakınında bulunmak gibi bir nimete erdirilmişlerdi. Allah elçisinin dînî ve dünyevî pek çok emir ve tavsiyelerini yakından takip etme fırsatına sahiptiler. Bundan ziyadesiyle istifade ede-bilirlerdi. Fakat onlar küfür ve nifak içinde yaşadılar. Nimetin kadrini bilmediler ve kocalarının davasına hıyanet ettiler. Peygamberin sırrını içeriden dışarıya taşıdılar. Tefsirde belirtildiğine göre; onların kocala-rına hıyaneti, iffetsizlik değildi. Münafıkça davranıp Allah düşmanlarına haber sızdırmalarıydı.

“ Kişi ettiğini bulur” denilmiştir. Nitekim onların hıyanetine binaen, kocaları kendilerine Allah katın-dan gelen hiçbir şeyi savamamış ve kendilerine “Hay-di ateşe girenlerle beraber siz de girin” denilmiştir. Bu da gösteriyor ki; insan kendisine verilen imkanların kıymetini bilmeli ve onları kötüye kullanmamalıdır.

Cafer Durmuş

2�

Olmak İçinÖrnek Hanımlardan

Şubat-Mart-Nisan

Örnek HanımlardanAksi taktirde büyük zatların yakınında bulunmak, onların boyası ile boyanmadıktan sonra hiç kimseye bir fayda sağlamaz.

İkinci misal, Firavun’un karısı Âsiye’nin fedakarlığı ve firasetidir. Tefsirde belirtildiğine göre o, yaşadığı çağda akla gelebilecek bütün nimetlerin ayağına serileceği bir yerde bulunuyordu. Her imkanı nef-sine, yakınlarına tahsis eden bir zalimin sarayında yaşıyordu. Herhangi bir dünyalığa sahip olmayı arzu ederse, onu istemesi yeterliydi. Fakat o, bu imkanları elinin tersiyle itti. İman nuruyla gönlü aydınlanınca, dünyanın bütün nimetlerinden vazgeçti ve işkence edilerek öldürülmeyi göze aldı…

El açıp; “Rabbim!” diye yalvardı. “Bana katında, cennette bir ev yap!..” Saraylarda, mücevherlerde gözüm yok, cennette bir ev istiyorum sadece…

Elçinin davetini işittikten sonra dünyadaki pe-şin zevkleri imana tercih etmem büyük bir haksızlık olurdu, zulüm olurdu. Zaten Firavun’un işi-gücü bu değil mi; Zulmetmek…

“ Rabbim! beni Firavun’dan ve onun kötü amelinden koru. Beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti…

Rahat yaşamak, daha iyi gelir elde etmek uğruna nice insanın, inancın bağlayıcı kurallarını unutuver-diği bir zamanda, buradaki örneğin tercihleri üzerine yeniden düşünmek gerekiyor: İmana taalluk eden bir esasla menfaatler karşı karşıya geldiğinde, müs-lüman hiç tereddüt etmeden Asiye’nin yaptığı gibi davranmalı; dünyalığın cazibesine kapılarak ahireti unutmamalıdır…

Üçüncü misal; namusunu muhkem bir kale gibi koruyan İmran kızı Meryem’in insanlığa numûne olarak sunulmasıdır. O ki, ayetle tasdik edilecek dere-ce iffetini korudu. Gönülden itaat edenlerden oldu. Rabbinin kelimelerini ve kitabını tasdikle tarihe geçti ve böylece Allah katından üflenen rûha mekan oldu. Meryem suresi 16 ila 40 ayetleri arasında anlatıldığı üzere, bundan sonra ne yapması gerektiği kendisine ilham edildiği günlerde “Keşke bundan önce ölsey-dim de, unutulup gitseydim” diye yalvardığı zorlu bir imtihandan geçti. Fakat sonunda, hiç unutulma-yacak iffet âbideleri arasına adı yazıldı.

Burada, sûre-i celîlenin son âyetinde örnek veri-len Hazret-i Meryem’in nasıl tavsif edildiğine dikkat çekmek istiyoruz: O ki, insanlığa “iffetini korumuş olan İmran kızı Meryem” diye takdim ediliyor. Ye-tişmekte olan kuşaklara herhalde şunu diyebiliriz: gençlere özendirilen gelip geçici heveslerden başı-nızı kaldırıp da Kur’an-ı Kerim sayfalarına baksanız, orada yolunuzu aydınlatacak örnekler bulabilirsiniz. Allah Kelamı’ndan alacağınız feyizle iffet, vakar ve sa-dakat gibi hiçbir zaman modası geçmeyen zînetlere talip olabilirsiniz. Bütün zamanların hanımefendisi ve cennet kadınlarının efendisi olmuş numune şah-siyetlerin izlerini sürebilirsiniz….

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) “Kur’an okuyan kişi, ömrün en kötü çağına düşürülmez” (Buhari, Cihad,

25) buyuruyor. Bu hadis-i şerif Rûhu’l-Beyân’da “Kur’ân’ı tefekkür ederek okuyan ve ahkamıyla amel edenler” şeklinde açıklanıyor. Biz bu nebevî müjdenin Kur’an kurslarında, imam hatip liselerin-de öğrenci veya hoca olup ömrünün en kıymetli günlerini buralarda geçiren bahtiyar insanlar için hususi bir anlamı olduğuna inanıyoruz. Çünkü onlar, gelecek kuşaklara güzel örnekler yetiştir-mek için, geçmişteki numuneleri alıp hayata tat-bik etmek gibi büyük bir sorumluluk almışlardır. Bu itibarla herkesten farklı olarak, İslam ahlakını yaşayarak yaşatmak gibi bir misyonları vardır. Ken-dini çoğaltma heyecanını hep diri tutmak gibi bir dertleri vardır. Daha çok insanı Allah Kelamı ile buluşturmak, severek sevdirerek okutmak gibi bir misyonları vardır.

Hanımlarla ilgili verilen misaller üzerine sözü bağlamak için şunu diyebiliriz: Biliyoruz ki, hanım-lar her şeyde âhengi gözetirler ve her şeyin güzelini ararlar. Çünkü güzele meyletmek onların tabiatında var. Öyleyse yapılması gereken, bu fıtrî meyli “de-ğişmez ve eskimez güzele” doğru kanalize etmektir. Kısa süreli ve mutlaka sonlu olan güzelliklerin cezi-besine aldanmayacak mukavemeti, daha gençliğin-de kazanmaktır.

Örnek hanımlar listesine bir halka biz eklemeliyiz diyerek, hedef büyütmeye var mısınız?

2� Şubat-Mart-Nisan

Şubat-Mart-Nisan�0

Rasim Özdenören’in yayımlanmış tek romanı. Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışı,gizli protestoları ve gizli kabullenişleri…Bu romanda,düşmana karşı mücadele vermiş bir neslin son temsilcisi ile sonraki neslin durumu gözler önüne serilir. Hülasa yazara göre anılar defterinde gül yaprağı olmak ve unutulmak çelenk olup baş tacı olmaktan daha evladır. Satırlar bunun üzerine bina edilmiştir. Cumhuriyet dönemindeki değişime bir de ‘’gül yetiştiren adam’’ın gözünden bakmak isteyenlere…

Kübra Topal

GÜL YETİŞTİREN ADAM

RASİM ÖZDENÖRENİZ YAYINCILIK

Sezai Karakoç, bedenlerden önce ruhların yenilip tutsak olduğu bir savaşta diriliş eri olarak tanımlıyor kendini ve dirilişi de ‘’ruhun Allah’ı bilme savaşını sürdürmesi ve sürekli başarılı olması’’ olarak ifade ediyor. Elbette ruhun etrafını kuşatan rahmani ve şeytani kuşatmaların farkında ve içinde bulunduğu mücadelede her şeyi Allah için bilmenin, bir hakikat davası içinde olmanın insanı özgürleştireceğine vurgu yapıyor. Ve şöyle haykırıyor; ‘’kıyametini yaşayıp yeniden dirileceksin’’.

DİRİLİŞNESLİNİNAMENTÜSÜ

SEZAİ KARAKOÇDİRİLİŞ YAYINLARI

Ağır Misafir; sancılı bir geçmişin, huzursuz manevraların, söz ile büyük kavgaların tezahürü ile doğmuş, üzülen şairin sevindiren mısraları… İbrahim Tenekeci’nin nevi şahsına münhasır; dolaylı akrostişleri, muhteşem teşbihleri, sıra dışı sadeliği ve hafifliği yine bu kitapta da kendini gösteriyor.

AĞIRMİSAFİR

İBRAHİM TENEKECİPROFİL YAYINLARI

Şubat-Mart-Nisan�1

Herkes oyunun başlayacağı, gösterinin sunulacağı sahneye dikmişti gözünü. Koyu kırmızı perde hafifçe sallanmaya

ve titremeye başlamıştı bile. Ve perde yavaş yavaş aralanıyordu.

Konu; Hz. Adem’den bu yana süregelen, be-şeriyetin yaşamla mücadele serüveniydi. Fakat bu oyunun diğer oyunlardan önemli bir farkı vardı. Seyirciler de bu oyunun bir parçasıydı!

Kainat sahnesinde herkes bir şekilde gö-revini ifâ ediyor, herkes fıtratına uygun olana yöneliyordu. Her insanın tek nüsha olması ve Hakk’ın ayrı bir sıfatını yansıtması sorumluluk ve görevlerimizin de farklılık bakımından ne kadar çeşitli olduğunun bir göstergesiydi.

Bu alemde insan üzerinde tecelli eden melik sıfatıyla hükmetme, afüvv sıfatıyla bağışlama, müheymin sıfatıyla koruma, kerim sıfatıyla ik-ramda ve cömertlikte bulunma kahhar sıfatıyla da intikam alma vazifesindedir. Bununla birlikte her şey zıddıyla kaimdir. Bu sahnede düşünen, düşündükçe derinleşip yeni ufuklara yelken açan tefekkür halinde kahraman olduğu gibi boş vakit geçiren uyku, gaflet halinde olana, güzeli ifşa etmek için çirkine, iyinin kıymetinin

anlaşılması için kötüye, melekleşebilmek için şeytana ihtiyaç vardır. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın kai-nat aynasında kendi zatını seyretmek ve sıfatla-rını sergilemek için bizleri günahlarımız, sevap-larımız, isyanlarımız, yalvarışlarımız, pişman-lıklarımız ve yönelişlerimiz gibi özelliklerimizle yarattığı gibi. Hakikati aydınlatmak adına!

Hakikat ise zahirde seyreden olayların ba-tınında gizlidir. Hızır (a.s.) ile Hz. Musa (a.s.)’nın yolculuklarında gerçekleşen ibretli o üç hadi-senin perde arkası hakikatin görünenden ne kadar ayrı olduğunu müthiş bir ifadeyle, mu-hataba aksettirir.

Dünya sahnesinde de zahirde yaratılan her canlı kulisteki tek olan sonsuz nurun ayrı tecel-lileridir. Kainat sahnesinde kesret hali yani par-çalanmışlık hakimken, kuliste Yaratan’ın tek ve bir olan Vahdet-i Vücut halinden başka bir şey yoktur. Alemde ayrı ayrı gözüken her şey O’nun tek olan varlığının yansımasından, her varlığa farklı sıfatlarla tecelli etmesinden ibarettir.

Ve bir gün sahnenin de arkasındaki ikinci perde açıldığında ortada ne oyuncular kalacak-tır ne de seyirciler. Tek Hakim olanın varlığından başka!.

F. Şeyda Katran

Sahne ve Kulis

Şubat-Mart-Nisan�2

Bu Suya Pislik KarıştırmaŞiblî Hazretleri bir gün Hicaz ‘a gitmek için yola

çıkar, yolu Bağdat’tan geçer. O zamanın halifesi Hârun Reşid, Şiblî Hazretleri’nin Bağdat’a geldiğini duyar; “Biz mi ziyaretine gidelim yoksa o mu sarayımıza şeref ve-rir?” diye haber gönderir. Şiblî Hazretleri, “Biz halifenin yanına gideriz” der ve saraya gider.

Halife, Şiblî Hazretlerine “Bana bir nasihat eder mi-siniz efendim?” der. Şibli Hazretleri de : “Bana bir bar-dak su getirin” der. Halifeye , “Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki : “Bu bir bardak suyu sana veririm, ama servetinin yarısını isterim, verir misin ? Halife düşünür ve : “Elbette veririm” der.

Şibli Hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun (vücudundan dışarı çıkmıyor, bir hastalık var) bir dok-tor gelse, ben o suyu çıkarırım fakat servetinin diğer yarısını isterim, verir misin? Harun Reşid düşünür ve “ Elbette veririm” der.

Şibli Hazretleri, “o halde bir bardak su bile etmeyen servetine güvenme” der. Halife ağlamaya başlar. Bana bir nasihat daha eder misiniz?

Şibli Hazretleri, “Siz suyun başındasınız, Allah-u Te-ala Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu İsla-miyet suyunun bekçisi olmayı size nasip etti, bu suya pislik karıştırma, karıştırılmasına da müsaade etme, bid’at karıştırma onu tertemiz olarak koru ! ”

Tuba Doğramacı

a Birinci Dünya Savaş’ında 2.500.000 atın kullanıldığını?

a Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu?

a Sıcak suyun soğuk sudan daha ağır olduğunu?

a Dünyada en çok kullanılan ismin Muhammed olduğu-nu?

a Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği olduğunu, ku-samadıklarını, bir ay ayakta durabildiklerini, kırılan kemik-lerinin geri kaynamadığından dolayı ayakları kırılan atların hayatlarının da sona erdiğini…

a Sivrisinek kovucu spreylerin sinekleri kovmayıp sizi giz-lediğini, sivrisineğin alıcılarını bloke ederek sizin orada ol-duğunuzu anlamalarını engellediğini biliyor muydunuz ?

HAZIR CEVAPLARYıka da getir! Süleyman Nazif ve Abdülhak Şinâsi

birlikte yemek yerken, Şinâsi garsonu

çağırır ve su ister. Şinâsi’nin kirden ve

mikroptan eldivenle el sıkacak derecede

korktuğunu bilen Süleyman Nazif garso-

na seslenmeden edemez;

-Oğlum, beyefendinin suyunu yıka da

öyle getir.

Ne dersiniz?-Bir talebe : -Hocam, diye sormuş, in-

san maymunun gelişmiş şeklidir” diyorlar.

Ne dersiniz?

Seyid Ahmet Arvâsî cevap vermiş :

O mantığa göre çınar ağacı da mayda-

nozun gelişmiş şeklidir.

İstanbul’a Dönüşünü

Yahya Kemal‘a “Ankara’nın en çok han-

gi tarafını seviyorsunuz” diye sordukların-

da şu cevabı vermiş:

- İstanbul’a dönüşünü.

BülbülM. Akif yapmacıklı jest ve mimikler-

le şiir okuyanlarda hoşlanmazdı. Bir gün

böyle biri, Taceddin Dergâhı’nda Akif’in

bülbül şiirini okur. Bu okuyuşa canı sıkılan

Âkif, şöyle söylenir:

- Bu bülbül bizim ‘Bülbül’e benziyordu

ama, adam ne kanadını bıraktı, ne kuyru-

ğunu!..

Genç ihtiyarlar

Yazar Hekimoğlu İsmail’e:

-Yaşlılık nedir? diye sorduklarında:

-Bence yaşlılık, ne saçın ağarması, ne

de belin bükülmesidir demiş, gayesi biten

ve ümidi sönen herkes yaşlıdır.