İÇİmdekİler · arthur schopenhauer bu kavramı u ekilde ifade etmi: ‘’yalnızlık...
TRANSCRIPT
1
2
İÇİMDEKİLER
BİZ KİMİZ?
SINIRSIZ / Raim Özden (Deneme)
NE KADAR ÖZGÜRSÜNÜZ? / Büşra Baliç (Deneme)
ÖZGÜRLÜK / Rabia Çıkmazoğlu (Yazı)
MAHCUP AKSANLI / Ahsen Tosun (Şiir)
ÖZGÜRLÜĞÜN TUTSAKLIĞI / Gürkan Karataş (Hikaye Serisi)
GÖĞE VE GÖZLERİNE / Damla Deniz (Şiir)
ÖZGÜRCE YAŞA! / Elif Köroğlu (Yazı)
İNFİNİTUM / Burak Baydoğan (Şiir)
FESTİVAL TADINDA HAYAT / Aysun Atalar (Yazı)
AZAT EYLE BENİ SENDEN / Mehmet Ötleş (Şiir)
ÖZGÜR YAŞAM / Abdullahi Osman Mohammed (Anı)
AŞKIN KANATLARI / Rahmi Civana (Şiir)
TUTSAK DÜŞÜNCE / Simay İneyici (Deneme)
ÖZGÜRLÜK / Serhan Akar (Şiir)
RUHUNU ÖZGÜR BIRAK / Koray Çolak (Deneme)
ÖZGÜR MÜYÜZ? / Uğur Yörük (Yazı)
EGEHAN YILMAZ ile RÖPORTAJ / Raim Özden (Röportaj)
YILDIZ TOZLARI / Büşra Baliç (Editörden seçmeler)
OSMAN SARGIN / Aysun Atalar (Küçük Yıldızlar)
3
KUTUP
YILDIZI
KİMDİR? BİZ, edebiyatı sevmek ve edebiyat
yapmak için maddiyatın gereksiz olduğunu
düşünen insanlarız.
Dil, din, mezhep, ırk, siyasi görüş
ve benzeri insanları kutuplaştıran
yargılardan uzak bir şekilde yayıncılık
yapan, tek gayesi edebiyat olan bir
topluluğuz.
Her sayıda farklı bir çocuk
hastamız hakkında yazı yayınlayıp, onların
da sesi olmayı düşünen, güzel kalpli
insanların bu çocuklarımızın küçük ama
onlar için gerçekten önemli olan
hayallerini gerçekleştirmelerine vesile
olmak isteyen bir ekibiz.
Tamamen gönüllülük esası ile
çalışıp, kemik yazar kadromuz ve konuk
yazarlarımız ile iş birliği içinde hazırlamış
olduğumuz; sizlerin işe giderken metroda
veya otobüste, gün içinde “ne yapsam”
diye düşündüğünüz o boş anlarınızda, ders
aralarında, geç kalan otobüsü beklerken
sıkış tepiş olan durakta, gece yatmadan
önce uykunuz gelene dek okuyacağınız,
birlikte güzel vakit geçireceğimizi
düşündüğümüz eserler üretiyoruz.
Günden güne büyüyen, her gün
kendisini bir adım daha geliştiren
muazzam bir ekibiz.
İnsanların en değerli varlığı olan
zamanlarını bir sürü boş uğraş ile heba
ettikleri şu günlerde, sizlere iki satır
edebiyat aşılamak, yeni yazarlar ve sağlam
kalemler keşfetmenizi sağlamak için
buradayız.
Bugün adını gördüğünüzde hiç
tanımadığınız, kim olduğunu bilmediğiniz
bir yazar; geleceğin Sabahattin Ali’si,
Namık Kemal’i, Aziz Nesin’i, Orhan
Kemal’i, Peyami Safa’sı, Kemal Tahir’i
olabilir.
Elmasın ham hali, kayaların ve
toprağın arasında gizlenmiş haldedir. Onu
bulup çıkaran, işleyen bizler olmadıkça o
elmas yüzlerce yıl aynı yerinde durur ve
kimse onun farkına varmaz. Elimizdeki
yeteneklerin değerini bilmeli, bu yeni
yazarlarımıza da bir şans vermeliyiz. Biz
inanıyoruz ki içlerinden çok değerli
yazarlar, şairler, üstatlar çıkacak.
Siz de kemik yazar kadromuza
katılmak veya sadece yazınızı gönderip
konuk yazar olmak istiyorsanız lütfen
iletişim adreslerimizden bize ulaşın, yazı
işleri sorumlumuz ve editörümüzün
onayından geçtikten sonra bu güzel ailenin
bir parçası olun.
Sevgiyle.
Kutup Yıldızı.
4
SINIRSIZ Günümüzde dünya üzerinde biz
insanların farklı amaçlar uğruna sınırlarını
belirlediği hatta bu sınırlar için canlarını
feda ettikleri 200’den fazla ülke
bulunmakta. Peki, neden yapıyoruz bunu?
Neden sınırlarımız var bizim? Dünyanın
her karış toprağı biz insanlar için değil mi
zaten? İstediğimiz bir yere gitmeden önce
neden sürekli birilerinden izin almamız
gerekiyor?
Kuşların uçmasını konu edinen
binlerce şiir, yazı, düşünce ve kitap var.
Bunun biz insanlar tarafından özenilen
yanı sizce uçmak mı? Bence uçmaya değil
özgürlüğe, o kimselere hesap vermeden
çıkıp gitmelere özeniyoruz. El kadar
hayvanların biz insanlardan daha özgür
olduğu bir yeryüzünde yaşıyoruz. Bunun
yegâne sebebi yine biz insanlar. İnsan
dediğimiz var olmuşların belirlediği
sınırlar.
Bir haftalık süre için var olan tüm
sınırların yok olduğunu düşünün.
İnsanların bu sınırları korumak için
savaşmadıklarını. Herkesin sevdiği
insanların yanına özgürce ve kimselere
hesap vermeden gidebildiğini düşünün.
Bazı yerlere kabul edilmedikleri için
çiftlerin birbirinden ayrılmak zorunda
kalmadıklarını…
Gözkapaklarımıza çizili dünya
sınırları… Deve derisinden yaparlarmış
eskiden haritaları. Hem işlemesi kolay
olurmuş hem de çok bulunurmuş eskiden.
Ben olsam çizmezdim o birinci dünya
haritasını. Sınırlandırmazdım insanları
keşfettiğim kara parçalarına. Gitsin gezsin
isterdim herkes, hiç endişe etmeden,
bilmeden uzak diyarları… Yeryüzündeki
kara parçalarını, kıtaları bildik de ne oldu?
İnsanlar sahip çıktılar hemen varlığını
bildikleri her toprağa. Savaştılar insanlığa
yakışmazcasına.
Sınırların olmadığı bir dünyada o
sınırları korumak için kan döken, canlarını
feda eden insanlar da olmaz. İnsanlar
ölmez, yaşarlar. Sınırlar olmadığı için tüm
insanlar bir sayılır. Alman, Fransız,
Jamaikalı değil de “Dünyalı” olurlar. Zaten
herkes “Dünyalı” olduğu için hemşeri
sayılırlar ve kimse kendi ülkesi olan
dünyada bölücü terör eylemlerine
kalkışmaz.
Ölmez bu yüzden şanssız doğan
bebekler. Ağlamaz evine bomba düştüğü
için analar. Yıkılmaz irfan yuvası olan
okulların duvarları. Gökyüzü kararmaz
füzeatarların çıkardığı tozlardan…
İptal edilmeli tüm antlaşmalar, yok
edilmeli çizilen sınırların hepsi. Tek tek
değil bir kerede yıkılmalı tüm sınır
kapıları. Gişedeki sınır memuru işsiz
kalacak diye düşünme sakın. Koskoca
dünyada kendine göre bir iş bulacaktır
elbet. Nasıl olsa vize istemiyor artık
hayallerindeki topraklar. Klarnet çalacak
belki de Viyana sokaklarında, kim bilir…
5
İlla ki söz sahibi olmak istiyorsa
birileri himayesi altında olan topraklar
hakkında, medenice yapsınlar o zaman bu
işi. Askerler, silahlar, jiletli teller yerine
beton zeminleri boyasınlar rengârenk.
Kardeşçe yaşasın insanlar ve
yürüyerek, elini kolunu sallaya sallaya
geçilebilsinler sınırlardan. Günümüzde en
medeni sınır olma özelliğini taşıyan
Hollanda ve Belçika arasındaki gibi olsun
tüm sınırlar mesela. Hiçbir evrak
gerekmesin diğer tarafa geçebilmek için.
Bir kuruş para istemesinler diğer taraftan
geldiğin için. Ancak böyle mutlu olabilir
tüm insanlar. Huzur bulamadıkları zaman
gidebilirler özgürce alıp başını başka
topraklara.
İlla ki kanatlarımızın olması
gerekmez özgür olabilmemiz için. Aslında
zaten özgürüz hepimiz, birileri
özgürlüğümüzü sınırlandırmadıkça…
Raim Özden
6
NE KADAR ÖZGÜRSÜNÜZ? Özgürlük kavramı bilinen tüm
tanımlamaların aksine mutluluk gibi, aşk
gibi, şiir gibi arandığında bulunamayan,
beklendiğinde gelmeyen, istendiğinde
ulaşılamayan bir metafordur.
Arthur Schopenhauer bu kavramı
şu şekilde ifade etmiş: ‘’Yalnızlık
özgürlüktür. İnsan yalnız olabildiği sürece
bütünüyle kendisi olur. Yalnızlığı
sevmeyen, özgürlüğü de sevmez: çünkü
insan ancak yalnız olduğunda özgürdür.’’
Kimileri yalnızlıkta arar
özgürlüğü… Kimileri aile bağını
kopardığında daha özgür olacağını,
kimileri de sevgilisinin özgürlüğü önünde
engel olacağını düşünür. Oysa insan sırf
özgür olabilmek adına her koşula rağmen
yanında olmak isteyenlerden neden kaçar
ki?
İnsan özgür olabilmeyi neden ister?
İnsan özgür olabilmeyi nasıl tanımlar?
İnsan hangi şartlar altında ‘’ben özgürüm’’
diye bağırmak ister? Özgür olmayı
istedikçe neden bağlarına daha fazla
bağlanmış gibi hisseder? İşte tüm bu
soruların cevabı iki kelimede toplanıyor
aslında: Anı yaşayamamak… Sürekli
bunduğu yerden şikâyet eden, her zaman
daha fazlasını isteyen, istediğini
yaptırdığında vazgeçen, sürekli geçmişini
önüne sererek yaşamaya çalışan
milyarlarca insan… Eğer gerçekten özgür
hissetmek istiyorsak bulunduğumuz anın
tadını çıkarmalı değil mi? Ne demiş şair;
ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti,
yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir
gündür; o da bugündür... Çünkü aslında;
Bir şeyi aklınıza takmadıkça özgürsünüz.
Günleri saatleri saymadıkça özgürsünüz.
Kimin ne kadar fedakârlık yaptığını
ölçmediğinizde özgürsünüz.
‘’Ben iyilik yaptım o da bana yapsın’’
demediğinizde özgürsünüz.
Kin tutmadığınızda özgürsünüz.
Olanları kabullendiğinizde özgürsünüz.
Ve...
Kimseden beklenti içinde olmadıkça
özgürsünüz...
Bu konuda bizim örnek almamız
gereken tek bir popülasyon olduğuna
inananlardanım. Çocuklar. Evet çocuklar.
Bulundukları anın tadını en güzel onlar
çıkarmıyorlar mı? Duygularını arzu
ettikleri gibi ifade etmiyorlar mı?
Sevdiklerini de sevmediklerini de daha
dürüst ve doğrudan ifade edebilen bir
topluluk daha yok sanırım. Beş dakika
öncesine kadar ağlamaktan helak olan bir
çocuk beş dakika sonrasında kahkahalara
boğulmayı nasıl da güzel beceriyor ama…
Tam özenilmesi, örnek alınması gereken
bir harekettir. Mutlu hissetmeleri, havalara
uçmaları için kuş olmaları da gerekmiyor.
Küçük sevinçleri olsun yeter.
*Sahi bir sahil kenarına gidip boş
bir banka yalnız oturup denizi seyrettiniz
mi? İşte dünyanın en özgür hissettiren
eylemi...
Büsra Baliç
7
ÖZGÜRLÜK Kendini özgür hissediyor musun?
Ya da özgür olmak mümkün müdür?
Günlük yaşantımızda mutlaka kendi
özgürlüğümüzü sorguladığımız zamanlar
oluyordur. Bazen cevap bulmak kolay
oluyorken bazen cevapları bulamıyoruz.
Daha doğrusu bizi tatmin eden cevapları
bulamıyoruz. Evet, bizim bir
özgürlüğümüz var ama kısıtlı. Bunun en
önemli iki nedeni vardır aslında...
İlk olarak, insanlar birbirine
muhtaç yaratıklardır. Yaptığımız
şeyler kolaylıkla diğer insanları
etkileyebilir. İstediğimizi yapabiliriz
ama sonuçlarına katlanmak kaydıyla
ve bu sonuçlar bizi kısıtlar. Dışarı
çıkıp bir insani öldürebilirsiniz ya da
bir insana yardım edebilirsiniz bu
tamamen sizin özgür iradenize
bağlıdır. Ancak, öldürdüğünüz kişi
yüzünden bir ömür hapis cezası
çekeceksiniz peki bu sırada
özgürlüğünüz kısıtlanmış olmuyor
mu? İşte bu yüzden başkasının
özgürlüğünün başladığı yerde sizin
özgürlüğünüz biter.
İkinci olarak, düşüncelerimiz
çoğu biz farkında olmadan dış
etkenler tarafından bizi etkileyen
şeylerdir.
Okuduğumuz kitap ya da şiir,
izlediğimiz film ya da video,
gördüğümüz herhangi bir resim
bizim düşünce yapımızı etkileyebilir.
Kendimize ait saf düşüncelerimiz yok
çünkü biz insan olarak sürekli
etkileşim içindeyiz. Kendimize dönüp
baktığımızda on yaşındaki
düşüncelerimizle şu anki
düşüncelerimiz bir değil. Her geçen
zaman düşüncelerimiz değişebilir şu
an bize doğru gelen şeyler ilerideki
yıllarda doğru gelmeyebilir.
Fakat bu kısıtlı olan
özgürlüğümüz kötü bir şey değildir.
İnsanların özgür iradeyle hareket
ettiğini düşünsenize neler olurdu?
Bizim için en önemli olan şey bu
kısıtlı özgürlükte özgür olabilmektir.
Düşündükçe, hayal kurdukça,
yazdıkça, okudukça özgürleşir insan.
Kendi özgürlüğünüzün içine
başkalarının girmesine izin
vermeyin.
Uzun lafın kısası, biz insanlar
kısıtlı özgürlüğe sahibiz.
İstediklerimiz ve yaptıklarımız
kısıtlıdır. Lakin özgürlüğümüzün
kısıtlı olmaması gerekir. Biz bu
özgürlük kısıtı içinde kendimizi
özgür bırakmalıyız.
ÇİZİM:Ruslan Beridze
8
*Mahcup AKSANLI*
Göğe doğrulan yüzlerin,
Sonsuza ölçülü bakışları;
Özgürlüğün hapsedildiği andır.
Ne kuş kanadı esir sayar ne gök bulutu;
Yüreğin bağına taş koymaksa esarettir,
O mahcup aksanlı, bir manadır ki;
Anlaşılırsa insanlığı insan anlar, olmazsa kim nasıl yaşar?
A hsen Tosun
9
ÖZGÜRLÜGÜN
TUTSAKLIGI Emekli yüksek mühendis Süleyman
Nazif Efendi her sabah olduğu gibi güneşin
etrafı yeni aydınlattığı, etrafta pek kalmasa
da horozların öttüğü saatte uyandı. Karısını
bir kazada kaybeden Süleyman Nazif
Efendi çocuklarını pek sevse de çocukları
günümüz dünyasında rahat nefes alabilmek
için daha çok nefes tükettiğimiz iş güç
yoğunluğuna mecbur kaldıkları için onlarla
pek görüşememekteydi. Haliyle ne ona
kahvaltı hazırlayacak ne de ona kahvaltıda
eşlik edecek biri olmadığı için uzmanlara
göre günün en önemli öğününü pek
umursamaz, sanki hala üniversite
öğrencisiymiş gibi bir kaç şey atıştırıp
kendini evden dışarı atardı. Hangi
meslekten olursa olsun tüm emeklilerin
buluştuğu ama hiç kimsenin birbirini ne
tanıdığı ne de sohbet ettiği belki aynı
banka oturacak olurlarsa eski zamanlardan
kalma alışkanlıktan dolayı “Merhabalar
efendim” dedikleri sahildeki parka doğru
yola koyuldu. Sabah kahvaltısını ihmal
eden Süleyman Nazif Efendi etrafını çok
sağlıklı aktiviteler yaptığına inandırma
çabası içinde her sabah sahilde biraz yürür
sonra soluklanmak için simitçinin hemen
yanındaki banka otururdu.
Kahvaltıyı pek düzgün yapmadığı
için hemen acıkan Süleyman Nazif Efendi
çoğu sabah simitçi Ali Cengiz’in her
zaman taze olduğunu iddia ettiği
simitleriyle karnını doyururdu. Ali Cengiz
her bir şeyler satanda olduğu gibi biraz
fazla konuşmaktaydı. Süleyman Nazif
bundan zaman zaman rahatsız olsa da
çevresinde pek kimse olmadığı için bu
durum aslında ona keyif verirdi. Üstelik
çevre, emeklilerin sohbetini istemeyen yeni
kuşak gençlerle dolmuşken Ali Cengiz
bulunmaz bir insandı.
“Ooo kimleri görüyorum,
simitlerimizin müdavimi yüksek mühendis
Süleyman Nazif Efendi teşrif etmişler hoş
gelmişler. Buyurun efendim size bu sahilin
en özel en güzel yerini tahsis ettik,
buyurun.” Sabahları asabi olan Süleyman
Nazif Efendi “Gelir gelmez boş laflar
etmeye başladın Ali Cengiz uzatma da
bana oradan bir simit ver bakalım” dedi.
ALİ CENGİZ: Yüksek mühendislerin bile
her sabah yemeden edemediği taptaze
simitlerimizden buyurun siz de alın. Buyur
Süleyman ağabey.
Süleyman Nazif Efendi teşekkür
etti ve Ali Cengiz’den rahatsız
edilmemesini isteyip gazetesini okumaya
başladı. Hep aynı şeyleri okuyormuş
duygusuna kapıldığı kasvetli üçüncü sayfa
haberlerinden sıkılan Süleyman Efendi
bulmaca ekini aldı. Kelimelerle pek arası
olmasa da yeni bir şey yaptığı için biraz
olsun keyiflendi. Tam o sırada Ali Cengiz
arkadan yaklaştı ve “Birinin
engellenmeden ya da sınırlandırılmadan
istediğini seçebilmesi… Özgürlük” dedi.
SÜLEYMAN NAZİF: Evet aynı zamanda
şu an sahip olamadığım, elimden aldığın
şey. Yahu ne karışıyorsun bulmacama be
adam?
ALİ CENGİZ: Öylece bakıyordun
napayım Süleyman ağabey. Hem niye
sahip değilsin bak sen keyfince
oturuyorsun gazeteni okuyorsun oh! Biz
ekmek parasının peşinde saatlerce
buradayız.
10
SÜLEYMAN NAZİF: Senin özgürlükten
anladığın bu kadar olur işte. Şu karşımızda
uçan martılar da özgürdür sana göre sırf
uçuyorlar diye. Onlar da denizlerin tutsağı
karada yaşayabilirler mi?
ALİ CENGİZ: Haklısın Süleyman ağabey
bir şeye bağımlıysan nasıl özgür olacaksın
ki.
SÜLEYMAN NAZİF: İnsanlar özgürlüğü
sadece bulmacalarda bulabilirler Ali
oğlum, o da becerebilene. Öyle kolay bir
şey değildir özgürlük. Onun için kaç devlet
birbirleriyle savaşmış. Savaşta kazanırsan
yani karşındakini yok edersen özgür
olursun. Birileri varken özgür olunmaz.
ALİ CENGİZ: Anladım Süleyman
ağabey. Senin özgürlüğün karşındakinin
özgürlüğünün başladığı yerde biter
diyorsun aslında. Süleyman ağabey be! Hiç
karşıdaki kişi olamadım ben. Kim bu
karşıdaki Allah aşkına! Sürekli
özgürlüğümüzü bitirip kendi özgürlüğünü
başlatıyor.
SÜLEYMAN NAZİF: Bu karşıdakinin
hiç insafı yok Ali, hiç yok.
Süleyman efendi biraz kederlendi,
öylece denize baktı. Şimdi yanında kimsesi
yoktu, ne karısı ne de çocukları. Toplumun
en küçük yapıtaşı ama en önemlisi olan
ailesi yanında değildi. Bağlı olmadığı
hiçbir yer kalmamasına rağmen nasıl olur
da hala kendini özgür hissetmezdi.
Ali Cengiz, Süleyman efendinin
hüznünü fark etmiş olacak ki, ani bir çıkış
yaptı:
ALİ CENGİZ: Kaç para şu özgürlük
denen illet. Yine fakir fukaraya mı yok
Süleyman ağabey?
SÜLEYMAN NAZİF: Özgürlük öyle bir
şey değil Ali evladım. Bak özgürlüğün
heykelini bile yaptılar kim bilir kaç para
harcadılar ama öylece duruyor işte. Adına
özgürlük dediğin heykel öylece hareketsiz
duran bir taştan ibaret.
ALİ CENGİZ: Süleyman ağabey senin de
ondan pek bir farkın olduğu söylenemez.
Yani yanlış anlama da sen de öylece
duruyorsun. Senin yaşındakiler kaçıncı kez
hacı oluyorlar, o izdivaç programı senin bu
izdivaç programı benim geziyorlar. Hiç
olmazsa seyircilerin arasına gir de bir
yorum yap be ağabey. Sen mühendis
adamsın anlarsın elektrik işlerinden.
SÜLEYMAN NAZİF: Yani konuyu aldın
nerelere getirdin Ali. Evlenmeyeceğim ben
Ali. Her gün bu konuyu açma artık. Tek
başıma yaşıyorum karışanım edenim yok,
özgürüm evladım ben bak. Bir yere, bir
kişiye bağlı değilim.
ALİ CENGİZ: Ben de onu diyorum
Süleyman ağabey belki de özgürlük öyle
abarttığımız kadar güzel bir şey değildir.
Birine bağlı olmak gerekir belki, sabah
uyandığında günaydın diyebileceğin,
çayını tazeleyeyim mi diyen birine. Belki
de özgürlük onun kollarındadır bir sarılsan
kavuşacaksın özgürlüğüne. Hem aşkın
heykeli var mı hiç bak bakalım.
SÜLEYMAN NAZİF: Var tabi. Hatta o
heykeldeki âşıklardan biri senin adaşın.
(Süleyman Nazif bir kahkaha attı). Ne oldu
Ali bütün teorin çöpe gitti sanki.
ALİ CENGİZ: Bu insanlar her şeyi
taşlaştırıyor Süleyman ağabey. Taş kalpli
olduklarından mıdır nedir? Ama sen hiç
boşuna özgürüm rahatım yerinde falan
deme bana, ben de bal gibi biliyorum senin
yalnız olmak istemediğini.
11
Özgürlük, yalnız olmak demek değil
Süleyman ağabey. Yalnız olmak, yalnız
olmak demektir.
SÜLEYMAN NAZİF: Yahu ne biçim
tanım yapıyorsun be adam ne yalnızlığı ne
de özgürlüğü doğru biliyorsun.
ALİ CENGİZ: Özgürlüğün tanımını
özgürce yapamazsam batsın bu dünya
zaten Süleyman ağabey, oynamıyorum
ben.
SÜLEYMAN NAZİF: Çocuk gibi küsme
hemen tamam. Neymiş özgürlük söyle
bakalım.
ALİ CENGİZ: Bir kere sen özgürlüğün
tutsağı olmuşsun mühendis bey, tutsağı.
Seni kurtaracak şey aşkın tanıklığı. Lehine
konuşmazsa sen daha çok kalırsın içeride.
SÜLEYMAN NAZİF: Susayım, susayım
diyorum da bu kadar da saçmalanmaz be
oğlum, ne diyorsun sen?
ALİ CENGİZ: Diyorum ki bu dünyada en
özgür olduğun an âşık olduğun andır,
kuşlara sen ne kadar özgür değiller desen
de bu dünyada en özgür canlı, en azından
özgürlüğü bir canlı temsil edecek olsa akla
gelecek ilk canlı kuşlardır. Bizim kuşlara
en yakın olduğumuz an, ayaklarımızın yere
basmadığı kanatlanıp uçacak gibi
olduğumuz andır. Bence özgürlük aşktadır
Süleyman ağabey.
Ali Cengiz’in söylediklerinden
sonra Süleyman Nazif Efendi’nin gözleri
denize daldı. Ali Cengiz ona göre tam
haklı olmasa da Süleyman Nazif Efendi de
özgürlüğün kendi hayatındaki gibi bir şey
olmadığını farkına varmıştı. Özgürlük ne
görülebilir ne de duyulabilirdi, yalnızca
hissedilebilirdi. Özgürlük belki aşk değildi,
belki yalnızlık değildi.
Özgürlük birçok şeydi. Süleyman
Nazif efendi o birçok şeyin peşinden
koşmayışının pişmanlığıyla kalktı banktan,
yürümeye koyuldu. Bir uçurtma satıcısı
gördü, çocukken de uçurtma uçururdu ama
o zamanlar özgürlük hakkında bir
düşüncesi yoktu, yalnızca o anın çok
keyifli olduğunu düşünürdü. Uçurtmacıya
gitti, bir uçurtma aldı. Şimdi tekrar uçurdu
özgürlüğün ne olduğunu düşünmeden. O
an kendini biraz olsun özgür hissetti.
Özgürlük anın içinde saklıydı. Onun için
özgürlük düşünmeden bir şey
yapabilmekti, artık tutsaklığından
kurtulmuştu…
Gürkan Karataş ÇİZİMLER:Eddy McGowan
12
Kimliksiz adımlarla yürüdü kentin dar sokaklarında
Bileklerinde sardığı sigarasını omuzlarımla yaktı
"Gökyüzünü başımın üstünde görmek" dedi, sonra
Gözleri sırçadan bir çığlıkla kaldırıma dolandı.
Kıyametler kaldırımı hiç böyle paramparça olmamış,
Omuzların üzerinde korkusuzca yakılan sigaralar,
Parmak uçları kanayana dek,
Kömürle yazılan şiirler kadar yanık
Ve söndürülmüş hiç bir yangın kadar ıssız bırakılmamıştı.
Bir bakışın sar(s)abildiği gibi bir kaburgayı
Gözleri sırçadan bir çığlıkla kaldırıma dolandı.
"Gökyüzünü başımın üstünde görmek" dedi
"Bana yasak!"
Kaldırımlar dizlerini evlat ediniyor,
Gözleriyse değdiği her yeri bir keskin yangınla bölüşüyordu.
Kalemine bulaşmıştı özgürlüğün ince fırtınası
Ve dudaklarına karışmış bir çığlık kadar keskindi şiirleri,
Onu son sevdiğimde…
13
Onu son sevdiğimde,
Biraz dargın biraz kaçkın ve en çok
Dağların hüznüne küskün yaşadı.
Ama sokaklara inandı.
Kalemine,
Sesine ve kimsesiz çığlıklara...
Bize inandı,
Biz olmanın inancına,
En çok bizim fırtınalarımıza…
Kendi adıyla kavgalı, özgür bir çığlığın,
Göğüme serdiği gözlerini getirdim size
Güzel günler çocuklarım, güneşli günler…
En kasvetli fırtınalarda bir hasretle gelir.
Ve her hasret dudaklarımızda bir ağıtla yeşerir.
14
ÖZGÜRCE YAŞA! Dünya’nın en özgür insanları
bana sorarsanız kuş misali istedikleri an istedikleri yerde bulunabilen insanlardır derim. Zaman, mekân fark etmeksizin ceplerinde para olup olmadığını umursamadan diyar diyar gezenler… Belki de bu şekilde hayatlarını daha yaşanabilir kılıyorlardır. Ne dersiniz?
Yaşanılabilir bir hayat diyorum ya aslında bir insanın yaşadığı yeri seçmesi de bence bir özgürlüktür. Çünkü insan sevmediği bir yerde yaşarsa kendini adeta bir kafese hapsedilmiş gibi hisseder ve bu durum o insanın özgürlüğünü kısıtlar. En önemlisi de bir insan bulunduğu yerden memnun değil ise sürekli seyahat halindedir ve bu sadece bedenen olmaz… Ansızın insan kendini bir ikilemin tam orta yerinde buluverir, bedeni istediği yerde değil ama ruhu sürekli bulunmak istediği mekânlara doğru seyahat etmekte... Neden insan bu ikilemi iliklerine kadar hissetsin? Ya da neden bedeni ile ruhu aynı anda seyahat edemesin ki? Bütün bu soruların cevabı ufak bir farkındalıkta yatıyor aslında…
Hayat o kadar kısa ki “bugün varız yarın yokuz” cümlesini her gün iliklerimize kadar hissediyoruz ve bunu hissetmemize rağmen neden harekete geçmiyoruz? O kadar çok gezilecek ve görülecek yer varken… Bütün bunları düşünürken birden aklıma Peyami Safa’nın şu sözleri geliyor “Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.”
Öyleyse yapılacak şeylerin birikmemesi için her günümüzü son günümüzmüş gibi yaşasak hiçbir şeyi
erteleyemeyiz ve aslında hayatın ne olduğunu bize ne kadar güzellikler sunduğunun da belki biraz farkına varırız. Bu belki de bizim harekete geçmemiz için bir sebep olarak yeter de artar bile... İçinde bulunduğumuz kabuğu çok azıcık bile çatlatsak sonra devamında kabuğumuzu kırıp ondan tamamen kurtulmak için kendimize yollar buluruz.
Yazımı Şebnem Ferah’ın çok sevdiğim bir şarkısının sözleri ile bitirmek istiyorum:
Zaman geçmek bilmez önce
Sonra yıllar sayamazsın
Bir bakmışsın geçip gitmiş
Hayat
Özgürlüğün sesinde
Varsa dünya çizgisinde
Kaç kez ilkbahar
Kaç kez sonbahar
Kaç kez
Verir hayat
Özgürce Yaşa
15
*İNFİNİTUM*
Gece yaralarında özgürüz
Duyguların çıkış saatlerinde
Tüm tutsaklıklardan ayrılıp
Aşka teslim oluruz
Gecenin birinde özgürüz
Hayallerimizin çıkıp geldiği gündür o gün
Geçmişimizin kirli sokaklarından
Aşka selam götüren gündür o gün
Gecenin içinde özgürüz
Olabildiğince siyah ve alabildiğince sessiz
Özgürüz, şiirler kadar özgür
Ve bir o kadar da kelimelere hapis.
16
FESTİVAL TADINDA HAYAT
Hiçbirimiz ıssız bir adada tutsak değiliz sadece ruhumuzun esiriyiz. Kendimizden kaçmaya çalışmak olmamalıydı hayat. Dünyanın bin bir güzelliğini görüp yaşamak varken bizler neden esir olmayı seçiyoruz? Kaçımızın gezilecek yerler listesi var ve bu yerlere gidip yeni kültürler görüyoruz ve yeni bilgiler ediniyoruz? Sanırım cevabınızı duyar gibiyim. O kadar özgür değiliz. Önce kendi tutsaklığımızdan kurtulmalıyız. Bir kâğıt parçasında kalacak liste yerine özgürce o anları yaşamalıyız.
Adı üzerinde yeni bir gün, yeni şeyler demek değil miydi? Neden bizler bir önceki günün aynısını yaşamayı seçiyoruz? Alışmışlığımız vardı, bize verilenleri sorgulamadan kabul etmeye alışmıştık. Kalıpların dışına çıkamıyorduk, kendimiz olmayı seçmiyorduk. Olmak istediğimiz biz bu değilsek biz kimdik? Kendimiz olmak özgür olmaktı ve farklı olmaya neden oluyordu, alışık değildik farklılıklara. Keşfedilmemiş yerlere mi gitmek istiyoruz gitmeliyiz, yeni lezzetler mi tatmak istiyoruz yine gitmeliyiz, yeter ki özgürlüğümüzü kapalı kapılar ardında tutmayalım. Sınırlarımızı ancak biz belirleyebiliriz ve olmak istediği kadar özgür oluruz.
Gideceğim, yapacağım demek yerine yaptım, gittim, gördüm demeliyiz. O ıssız adanın güzelliğini gördüm, huzurundan bir kadeh yudumladım demek için daha ne bekliyoruz. Hadi şimdi bir adım atalım kendimiz için kendimiz olmak için, özgürüz. Her adımın hayatımıza bir renk katsın bir gökkuşağı kadar renkli olsun. Verdiği umut, mutluluk ve yarına yeni bir gün
gibi bakabilmen ile festival tadında bir hayata merhaba diyelim. Bizlere fotoğraf göndermeyi de unutmayın olur mu? Paylaştıkça çoğalsın hayaller, gerçekleştirdikçe hayatlarımız bizim olsun, bizler biz oldukça festival tadında hayatımız olsun. Unutmayın dünya bizim etrafımızda dönmemeli biz onun etrafında dönmeliyiz.
Nelson Mandela’nın bir sözüyle yazımı bitirmek istiyorum, ‘’Özgürlük için gökyüzünü satın almanıza gerek yok. Ruhunuzu satmayın yeter.’’
Uçsuz bucaksız mavilikler özgürlük
değildir, marifet kendi mavi tonunu
bulabilmektedir.
17
Özgürlüğün kollarına atmışken benliğimi,
Sevda kelepçesiyle sana mahkûm oldum.
Viran eyledin, bitirdin tümüyle erkinliğimi
Bir anda kendimi sende esir buldum.
Suretin etrafıma örülmüş dört cidar,
İçine hapsedilmiş bir tutsağım; sessiz, vakur.
Duvarlarda buğulu gözlerinin rutubeti var
Aşk mı dersin, bence değil, derin bir çukur.
Ey yâr azat eyle artık beni senden
Tutkun kalamam, bir lütuf, heyhat!
Sevdaya tutulmuş, geçmişim kendimden
Yok mu bir çıkış, bir fidye-i necat!
18
ÖZGÜR YAŞAM Ben 12 yaşındayken, köyümüzde
Luule adında kör bir kız vardı. Büyümekte bir sürü zorluk yaşamıştı. Afrikalıların bir deyişi vardır: “Birinin kör olması hata değildir ama kör insanlarla dolu bir toplulukta kör olmak hatadır”. Luule’nin ailesi ve köydeki insanlar, kör bir insana yaklaşmanın doğru yolunu bilmiyorlardı. Sonuç olarak, kendine bağımlı oldu ve kendini toplumdan tamamen ayrı tuttu.
Bir sabah kuyudan su çekmesi için anneme eşlik ettim. Kuyuya yaklaşırken kuyuya ters yönden yaklaşan iki kişi gördük. Onlara yaklaşınca, şaşırtıcı bir şekilde annesi ile Luule olduklarını fark ettim. Luule annesiyle konuşuyordu. Kör kız Luule, “Anne görüyorsun ki, bitkileri ve çiçekleri seviyorum” diyordu, ama nasıl göründüklerini bilmiyordu. Onları okşamaya bayılırdı. Hemen, iki elinin tutabileceği kadar çok çiçek topladı. Hepsini bana verdi. Nasıl bu kadar nazik olduğuna şaşırmıştım.
Annelerimiz selamlaştıktan sonra şakacı bir şekilde dedim ki: “Yanında oturan bu güzel kız kim?” Annesi cevap vermeden önce, Luule soruma cevap verdi: “Kör olan kız mı?”. Evet dedim. Luule kör kız olarak bilinmeye alışmıştı. Ama ona asla kör kız demedim. Çünkü annem bana onun kör olduğunu söylersem benim de kör olacağımı söylerdi ve o zamanlar ben bundan çok korkardım.
Annelerimiz kuyudan su alırken onunla oyun oynamaya başladım. Ona tek bir soru sordum: ‘Bitkileri seviyor musun?' Heyecanını gizlemeden anında cevap verdi. Bu dünyanın sunduğu tüm çiçek türlerini sevdiğini de ekledi. Onu çiçek ve yeşilliklerle dolu olabildiğince çok yere götüreceğime söz verdim. O
günden itibaren onu en güzel yerlere götürdüm ve birlikte çok zaman geçirdik. Özgürce dolaştık. Onu, kibar kişiliği ile çok beğenmiştim.
Bugün hala birçok insanın ona kör dediğini biliyorum çünkü o bir engelli ve onun ait olduğu yer evidir diye düşünüyorlar. Luule, bir süre sonra, sürekli söylenen bu moral azaltan ifadelerden bıkmıştı fakat onun için yapılabilecek bir şey yoktu.
Ne yazık ki, bizim de o yaz taşınmamız gerekti. Berbera'dan ayrıldığımız gün, Luule'yi geride yalnız bıraktığım için kalbim kırıldı. Kalbimin küçük bir parçasının Luule'de kaldığını biliyordum…
SOMALİ- 2005
19
*AŞKIN KANATLARI* Evimizin üzerinden
Güvercinler sığırcıklar
Geçerdi özgürce
Şehrinizin güzelliğini
Temsil ederler özgürce
Kanatlarının altında rüzgâr
Bize oksijen olurdu
Tertemiz içimize çekerek
Özgürlüğün kokusunu alırdık
Böylesi özgürlükler
Gerek bize özgürce
Aşkın kanatları vardır
Melekler takar
Sevgiyi sevene vermek için
İnsanlar aşkına ‘’Meleğim’’der
Özgürlük timsali
Melekler gibi olsun ister
Öylesine güzel duygular
Öylesine güzel hayaller kurulur
Adı, “özgürce”
Hayal kurdum olur.
Rahmi Civana
20
TUTSAK DÜŞÜNCE Sesinin kötü olduğunu
söyledikleri için asla şarkı söylemiyorsun. Sırf bu yüzden bağıra bağıra en sevdiğin şarkıyı söylemenin mutluluğunu yaşayamadın. Boyunun kısa olduğunu söyledikleri için asla basketbol oynamadın. Müzik aleti çalmanın bir işe yaramadığını söyledikleri için bıraktın. Çirkin olduğunu söyledikleri için asla fotoğraflarda yüzünü göstermiyorsun. Sırf bu yüzden anılarına baktığında mutluluğunu hatırlayamayacaksın. Sakin ve havalı durmanı söyledikleri için asla içinden gelen her şeyi yapamadın. Sırf bu yüzden zamanla kim olduğunu ve ne hissettiğini unutmaya başladın, olmadığın kişiye dönüştün.
Ders çalışmak zorundasın dedikleri için en güzel zamanlarında sınavlardan sonra unutacağın ve hayatın boyunca işine yaramayacak şeyler için geceler boyu çalıştın çabaladın. Bu yüzden gençliğinin en güzel zamanlarını harcadın. Sırf bu yüzden dışarı çıkıp genç olmak, özgür olmak ne demek anlayamadın.
"Sana bakmaz" dedikleri için sevdiğine neler hissettiğini anlatamadın. Sırf bu yüzden asla cesur olamadın. "Özgürlük ve aşk…" Ne kadar zıtmış gibi geliyor ilk bakışta. Çünkü alışmışız, ilişkilerde iki tarafın da birbirini kısıtlamasına, kıskançlıklara ve “yalnızca beni sev”lere…
Kısa kesiyorum; Öyle bir dünya yok! Özgürlük vermeyen hiçbir şey aşk olamaz. Özgürlüğün olmadığı yerde aşktan söz edilemez. Çünkü aşk, ömrünü adadığın insanın yanında özgür olmaktır. Özgürlüğünün tadını doya doya çıkarmaktır. Özgürlüğün olmadığı yerde hiç bir duygu yoktur. İnsanlar hep bir şey söyledi. Sen hep yarım kaldın.
Dışarıdaki insanları memnun etmek için çabaladığın kadar kendi mutluluğun için çabalasan?
Bu yüzden, içinden ne geliyorsa yap. Güzel kalbinden nasıl geliyorsa öyle davran. Sen özelsin, değerlisin. Zaten bir gün bizi tanıyan son insan da öldüğünde hiç tanınmamış olacağız. Hiç yaşamamış gibi. Bu yüzden, kafana takma. Özgür ol. Unutma! Eller kelepçeli olsa da düşünceler asla tutsak değildir.
ÇİZİM: RUSLAN KADİEV
Özgürlük mutluluk getirir. Mutluluk ise her şeyi…
21
Sevdalanmak bir meçhule
Hem tutsak hem özgür
Aşkına esirsin
Kalan her şeye çekmişsin resti
Hem tutsak hem özgür
Dün aşkına yazdım sana adadım
Bugün ihanetine yazdım sanata adadım
Ben büyünce ya şair olurum ya ayyaş
Sen büyünce
Geride kim bilir kaç şair bırakırsın kaç ayyaş.
22
RUHUNU ÖZGÜR BIRAK Dilimin zincire vurulmuş olması,
bedenimin acizliğinin göstergesidir.
Mesela özgürlük; ufak bir çocuğun
yoldan geçen arabalara aldırış etmeden
karşı kaldırıma geçmesi gibi. Bir köpeğin
zincire bağlı kalmadan koşturması
özgürlüğü bize anımsatan.
Özgürlük, aslında insanda fiziksel
değil de düşünce ve kalpten gelen bir
eylemdir. Bazen bir insanın odasının
penceresinde bulabilirsiniz özgürlüğü.
Gözden akan bir gözyaşına da
bağlayabilirsiniz. Hiç bir cinsiyet, din,
dil, ırk ayırt etmeden, tek bir şeye bağlı
kalmadan, kendini nasıl rahat
hissediyorsan o zaman özgür
kalabilirsin.
Özgürlüğümüzü kısıtlayan çoğu
şey korkularımız. Bunun yanı sıra;
insanlara bağlı yaşamak ve toplumdan
dışlanmak. "Bu saatte burada ne işin
var? Onu giyme ayıplarlar. Sen sus daha
küçüksün.." Bunların yanı sıra; "Acaba
insanlara karşı susarsam beni
kendilerinden soyutlarlar mı? Etek
giysem ne gözle bakarlar? Bu şarkıyı
dinlersem düşünceleri nasıl olur?" İşte
bütün iş burada bitiyor.
Bazen bağlılık, seni çoğu şeyden
alıkoyuyor. Mutluluğun özgürlüğüne
bağlıdır, düşüncelerin seni yönlendirir.
Odanın karanlığında oturuyorsun ve
zihninde kuruyorsun. Ya da karşındaki
duvarda kendine bir tablo
oluşturuyorsun gözlerin ile çiziyorsun.
Ortada somut bir şey yok, fakat
mutlusun. Faaliyet göstermeyen tek şey
bedenin, ama mutlusun. Çoğu şeyi örnek
verebiliriz, fakat tavsiyeler azdır. Hala
benim tavsiyelerime uyup benim
dediğimi uyguluyorsan, bana bağlı
kalmış oluyorsun ve benim
özgürlüğümde yaşıyorsun! Ben
susuyorum. Şimdi, özgürlüğün ile
konuşma sırası sende.
Mutluluklar…
Koray Çolak
23
ÖZGÜR MÜYÜZ? Özgürlük… Kişiden kişiye ve
dönemden döneme anlamı değişebilecek
bir kelime. Ama belki de insanlık
tarihinin uğruna en çok savaşılmış ve
can verilmiş kavramı. Peki, özgürlük
kavramı ilk olarak nasıl ortaya çıkmış
olabilir? Türk Dil Kurumuna göre
özgürlük; “Herhangi bir kısıtlamaya,
zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme
veya davranma, herhangi bir şarta bağlı
olmama durumu.” olarak tanımlanıyor.
Bu tanım bize semavi dinlerde
anlatılan cennet kavramına ne kadar da
çok benziyor. Her şeyi dilediğince
yapabildiğin, sınırın olmadığı bir yer.
Ancak cennet dahi özgürlük kavramının
içini tam olarak dolduramamaktadır.
Çünkü İslami inanışa göre yaratılmış ilk
insan yani Âdem cennette yaratılmıştı
ama yasak meyveye dokunmaması şartı
getirilmişti. Yani ilk insan dahi cennette
bile tam manada özgür değil,
kısıtlamalara tabiydi ve yasak meyveden
yiyerek ilk yanlışını yapmış, bunun
cezasını da cennetten kovularak
ödemişti.
İnsanoğlu hiçbir zaman tam
anlamıyla özgür olamamıştır ve olması
da mümkün değildir. Tam özgürlük
kavramı ütopik bir kavram olarak
kalmaktadır. Ancak insanın içindeki
özgürlük tutkusu tarih boyunca onu hep
tetiklemiştir. Kürşad 40 askeriyle
yağmurlu bir gecede ölümü göze alarak
Çin sarayına özgürlüğü için saldırmıştı.
Spartacus yine özgürlük için ayaklanmış
ve sonunda canını verene kadar bu
uğurda savaşmıştı.
Yine insanları denizleri,
okyanusları, kıtaları keşfetmeye iten de
içindeki özgürlük ve merak duygusuydu.
Ülkemizin geçmişinde de halkımız
kurtuluş mücadelesi vererek esiri
olduğu ülkelerden kurtulmuş ve de karşı
koyamayacağı bir tekelden kendisine
yönetecek kişiyi yine kendi kararıyla
seçebildiği demokrasiye geçmişti.
İçindeki özgürlük tutkusu ile
canını ortaya koyan insanlara karşılık,
birilerinin güdümünde, esaretinde
kalmayı daha güvenilir bulan insanlar da
olmuştur. Sigmund Freud bu durumu;
“İnsanların çoğu özgürlüğü gerçekten
istemezler; çünkü özgürlük sorumluluk
gerektirir ve insanların çoğu da bundan
korkar…” şeklinde özetlemiştir.
İnsan her zaman bir takım
değerleri, hayatındaki bir takım
kimseleri de hesaba katarak kararlar
almakta ve de hareket etmektedir. Bu,
kişinin özgürlüğünü kısıtlayan bir
durum mudur? Buna herkes farklı
şekilde yanıt verebilir. Hayatındaki
insanları düşünerek kararlar alması
özgürlüğünü kısıtlayıcı bir şey gibi
gözükse de o insanları hayatında
bulundurması yine kişinin kendi özgür
iradesine bağlıdır.
Yazımın başında da söylediğim
gibi; özgürlük kişiden kişiye ve
dönemden döneme anlamı değişebilecek
bir kelime. Ama insanın içinde her
zaman onu tetikleyecek bir güç olarak
kalacak bir kavram…
24
EGEHAN YILMAZ
(instagram: @kucuk_gezginn)
Merhaba Egehan! Öncelikle kendinden
bahseder misin? Egehan, namı diğer
“küçük gezgin” kimdir?
- Öncelikle herkese merhabalar. Bana böyle bir
imkân tanıdığınız için size çok teşekkür
ederim. Ben Egehan Yılmaz. 11 Nisan 2006’da
Ankara’da doğdum, yani 13 yaşına giriyorum
diyebiliriz. İstanbul Bahçelievler’de
oturuyorum ve Bahçelievler Okyanus
Koleji’nde 7. sınıfa devam ediyorum. İki
kardeşiz, benden büyük bir abim var. Kendimi
dünya gezgini olarak tanımlamak isterdim.
Toplamda kaç ülke gezip gördün ve
gittiğin en ilginç ülke hangisiydi?
- Bence herkesin bir hayali olmalı. Benim
büyük bir hayalim var. Dünyanın yeni 7
harikasını yerinde görmek ve dokunabilmek.
Şimdiye kadar bu harikalardan, Ürdün
Petra’daki El Hazne’yi, Peru Cusco’daki
Machu Picchu’yu, İtalya Roma’daki
Kolezyum’u, Brezilya Rio De Jenerio’daki
Cristo Retendor’u, Meksika Vallodoid’deki
Chichen Itza’yı gördüm. Geriye Hindistan
Agra’daki Tac Mahal ve Çin’deki Çin Seddi
kaldı. Bu yıl içerisinde bu son iki harikayı da
gezebilmek için babamın başının etini
yiyorum. Tabi ara dönemlerde de pek çok
farklı ülkeyi ve şehri gördüm. En önemlisi
Atamın doğduğu evi, Yunanistan Selanik’te
ziyaret ettim. Norveç Tromso’da Kuzey
ışıklarını gördüm ve fotoğrafladım, en zoru da
buydu. 2,5 saat boyunca -25 derecede
beklemem gerekti.
25
İzlanda’da Strokkur Gayzer’ini
fışkırmasına şahit oldum. Fransa Valensol’da
lavanta tarlalarında dolaştım. Birleşik Arap
Emirlikleri Dubai’de yunuslarla yüzdüm.
Biz babamla en ufak bir tatili
değerlendiriyoruz. Bunlar dışında şimdiye
kadar; Makedonya, İsveç, Danimarka,
Almanya, Hollanda, Belçika, Vatikan,
İngiltere, Avusturya, Slovakya, Macaristan,
Çekya, İspanya, Portekiz, Panama, Kolombiya,
Rusya, Tunus’u ve bu ülkelerdeki pek çok
şehri gördüm. Herhangi bir geziye çıkmadan
önce gideceğimiz yerlerle ilgili tüm tanıtımları
okuduğum için ülke
tarihlerini ve sahip
olduğu tüm tarihi ve
doğal zenginlikleri
öğrenme şansım oldu.
Gittiğim en ilginç
ülke Peru’ydu. Her
yönüyle muhteşem bir
ülkeydi. Neresine
giderseniz gidin
görmeye değer tarihi ve
turistik yerleri var.
Sadece Machu Picchu
bile Peru’ya gitmek için
yeterli bir sebep. Bence
Peru bu dünyadan değil.
Her gezgine mutlaka
Peru’ya gitmesini
tavsiye ederim.
Gitmiş olduğun
ülkelerdeki
insanlar mı yoksa
ülkemizdeki
insanlar mı daha
güler yüzlü? Bunun sebebi sence nedir?
- Güney Amerika ülkelerinin tamamının halkı,
ülkemizdeki insanlardan daha güler yüzlü ve
mutlu. Bunun sebebini herkes farklı bir şeye
bağlayabilir ama bence hayata bakışlarıyla
ilgili. Eğlenmeyi çok seviyorlar devamlı bir
karnaval havası var. Zengin değiller ama en
fakiri bile sahip olduklarıyla mutlu oluyorlar.
Özgürlüklerine çok düşkün insanlar.
Avrupa’yla karşılaştırırsanız da ülkemizin
insanları daha güler yüzlü diyebilirim. Avrupa
insanı İtalya hariç soğuk ve yüzleri gülmüyor.
Benim favorim Güney Amerika.
Bildiğin üzere çeşitli sebeplerden dolayı
çoğu insan istediği gibi çıkıp başka
ülkelere gezmeye gidemiyor. Bu yaşta
bu kadar ülke gezdiğin için kendini
özgür hissediyor musun?
- Tabi ki özgür hissediyorum. Başını alıp
gidebilmenin muhteşem bir his olduğunu
düşünüyorum. Gezmeye başladığım ve uçağa
bindiğim anda “tamam” diyorum, “sınırlar
kalktı, dünya benim ve özgürce dolaşmalıyım”.
Bir kez ülke dışına çıkınca ülke sınırlarının ne
kadar anlamsız olduğunu anlıyorsunuz ve
özgürce dolaşmanın
önemini görüyorsunuz.
Sence
özgürlüğün, devletlerin
çeşitli antlaşmalarla
kararlaştırdığı ülke
sınırları içinde
sınırlandırılması doğru
mu? Bu konuda ne
düşünüyorsun?
- Ülke sınırlarını çok
anlamsız buluyorum.
Hepimiz insanız.
Peru’daki insan da,
Fransa’daki insan da aynı
ihtiyaçlarla doğuyor.
Shengen ülkeleri
içerisinde dolaşırken sınır
göremiyorsunuz. Hangi
ülkede olduğunuzu sınır
kapılarıyla değil
navigasyonla
anlıyorsunuz. Onlar tam anlamıyla ortak bir
ülke olmuşlar. Niçin tüm dünya böyle
olmasın? Hepimizin dünyayı görme hakkı var.
Vize, izin gibi kavramlar özgürlüğümüzü
sınırlıyor. Ne gerek var ki böyle bir
sınırlamaya? Zenginlik eşit dağıtılsa her ülke
eşit imkânlara sahip olsa sınırlar kalkar bence.
Böyle bir dağıtım dünya huzuru için de şart
zaten. Fakir ülkeler var oldukça, zengin
ülkelerde kendilerini rahat hissedemez ki.
26
Gezilerinde en çok dikkatini çeken
kültürel farklılık ne olmuştu?
- Ben doğu bloğu ülkelerinde kültürel
farklılıkları hissediyorum nedense. Okumaya
ve kültürel etkinliklere çok düşkünler onlar.
Rusya başta olmak üzere tüm doğu bloğu
ülkelerinin tüm şehir merkezlerinde mutlaka
bir opera binası var ve düzenli faaliyetteler.
İnsanlar devamlı tiyatroya operaya gidiyor ve
her yerde kitap okuyorlar. Bu yüzden o
ülkelere gidince kendimi eksik hissediyorum.
Biz halk olarak okumaya meraklı değiliz.
Keşke okullarımızda kitap okuma konusuna
daha çok önem versek.
“Özgürlük” kelimesi senin için ne ifade
ediyor?
- Bence serbestçe dünyayı gezebilmek en
büyük özgürlüktür. Ancak bizim ülkemiz
açısından dünyayı gezmek, önemli bir maddi
güç gerektiriyor ve bu da özgürlüğümüzü
kısıtlıyor bence. Çoğu ülke insanı ufak
birikimlerle dünyayı gezebilirken biz servet
sayılabilecek meblağlarla gezebiliyoruz.
Ekonomik seviye özgürlüğünüzün de
sınırlarını çiziyor bence.
Gezilerinde ülkemiz edebiyatının önemli
kişilerinden herhangi birinin izlerine
rastladın mı?
- St. Petersburg’ta gezerken Nazım Hikmet’in
şiir kitabının Rusçaya çevrilmiş halini okuyan
insanlara rastlamıştım. Fransa’da da Orhan
Pamuk’un kitabını kütüphanede görmüştüm.
Bunlar dışında pek rastladığımı söyleyemem.
En beğendiğin 3 kitap ve başarılı
bulduğun 3 yazarı öğrenebilir miyiz?
- Çocuk kalbi (Edmonda De Amicis), 80 günde
devrialem (Jules Verne), Beyaz diş (Jack
London) Bu üç kitabı ve yazarlarını çok
seviyorum.
Son olarak, genç yaşına rağmen bunca
ülke gezmiş ve farklı kültürler görmüş
biri olarak okuyucularımıza iletmemizi
istediğin bir şey var mı?
- Bu yaşımda haddim olmayarak diyorum ki;
neresi olursa olsun bir fırsat yaratın ve mutlaka
yurt dışına çıkın. Farklı kültürleri görün.
Dünya bizim ülkemizden ibaret değil. Gezmek
insanın ufkunu açıyor ve özgürlüğün ne
olduğunu anlamanızı sağlıyor. Bir kez gezme
virüsünü alınca gezmeden duramayacaksınız
zaten. Kendinize bir hedef belirleyin. Dediğim
gibi benim hedefim dünyanın yeni 7 harikasını
görmek. Bundan sonraki ilk gezi listemde, son
iki harikayı görebilmek için Hindistan ve Çin
var. Bir seferde ikisini de görmeyi istiyorum.
Önce Hindistan’a oradan da Çin’e gitmeyi
planlıyorum. Kamboçya ve Vietnam’ı da çok
görmek istiyorum. Antartika’daki buzulları
merak ediyorum. Dünya çok büyük ve
gezmenin sınırı ve yaşı yok. Japon ve Çin
halklarına hayranım mesela. 80 hatta 90
yaşındaki yaşlı Japon ve Çinlileri Machu
Picchu’da görünce önce şaşırıyorum, sonra da
azimlerine hayran oluyorum. Onlar
yaşlanmıyor, zamana meydan okuyorlar. Tek
ilaçlarının gezmek olduğunu düşünüyorum.
Gezdikçe özgürleşeceksiniz, gezdikçe genç
kalacaksınız. Ben bu konuda iddialıyım.
Okuyan herkese, mutlu huzurlu ve bol gezmeli
uzun bir yaşam diliyorum. Çok teşekkür
ederim.
RÖPORTAJ: RAİM ÖZDEN
27
Diyelim ki sapına kadar şair
bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya
Beyazıt Meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu
ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor
yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başı sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra
yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım’’
Can Yücel
28
SERVİSİN KÜÇÜK AĞASI İlk küçük yıldızımız 9 yaşındaki
Osman SARGIN. Uşak’ta yaşayan ailesi
Osman’ı karın ağrısı şikâyetiyle acile
götürmüş ve apandisitinde rahatsızlık
olduğu teşhisi koyulmuş. Ameliyatını
atlattıktan sonraki 3 gün hastanede kalmış.
3 gün sonra da tekrar karın ağrısı başlamış,
ateşi yükselmiş ve iştahsızlık başlamış.
Hastanenin sevkini beklemeden ailesi Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi
Çocuk Hematolojisi Servisine gelmişler ve
lösemi teşhisi koyulmuş. 07.02.2018’de
yatışı yapılmış ve hâlâ tedavisi devam
ediyor. 5 kür kemoterapi tedavisi görmüş ve
artık idameye geçmiş durumda olan Osman
şuan hastanede bağırsağında meydana
gelen enfeksiyondan dolayı tedavi görüyor.
Bağırsağı kendi mikrobunu yenemediği için
bağırsağında apse meydana gelmiş ve 1
hafta önce ameliyat olmuş. Tedavisi ise
halen devam ediyor.
Osman hastanede Legolarıyla vakit
geçiriyor. Lego yapmayı çok seviyor.
Normal yaşıtlarının aksine farklı bir çocuk
bizim küçük yıldızımız… Tam bir Selda
Bağcan hayranı… Şarkılarını dinlemeyi çok
seviyor. En büyük hayali ise devrimci olmak
ve bir de büyüdüğünde belediye başkanı
olmak istiyor. Osman’a ‘’Servisin Küçük
Ağası’’ denilmesinin sebebine gelince; bu
lakap aslında Osman’ın doktoru ile arasında
geçen bir konuşmadan sonra ona verilmiş.
Bir gün doktoru bir süre hastanede
olamayacağını söylemiş ve ‘’Bu sürede
servistekilerden sen sorumlusun’’ demiş.
Ardından Osman da ellerini beline koyarak
servisteki diğer çocuklara nasıl olduklarını,
bir sorunlarının olup olmadığını sormaya
başlamış. Ne bu halin diye sorduklarında da
doktorunun servisi ona emanet ettiğini
söylemiş. O zamandan beri Osman’a
‘’Servisin Küçük Ağası’’ denilmeye
başlanmış.
Küçük Yıldızımızın tedavi süreci
boyunca yalnız olmadığını hissettirmek,
yüzünde ufacık da olsa bir tebessüm
oluşturmak isterseniz, 0(538) 932 66 46
telefon numarasından annesi
Burcu SARGIN ile iletişime geçebilirsiniz.
Küçük Yıldızlarımızı yalnız
bırakmayalım ki parlamaya devam
etsinler…
AYSUN ATALAR
29
Dergimizin bir sonraki sayısına
yazı, şiir, deneme, hikaye veya anı göndermek istiyorsan,
Dergimizle ilgili bir önerin, görüşün veya yapıcı eleştirin varsa,
Ya da sadece “aklıma takılan bir şey var” diyorsan,
İşte bize ulaşabileceğin adresler;
instagram.com/kutupyildizidergi
twitter.com/kutupyildizicom
facebook.com/kutupyildizidergi