m. nihat malkoÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 ·...

47
www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 24 • SAYI: 202 • AĞUSTOS 2017 • Fiyatı: 10 TL 00202 İmanın Bir Göstergesi Olarak “Şehitlik” Kapitalist Sisteme Alternatif: İslâmî Finans Aşk Mektebinde Yokluk Dersini Okuyabilmek İstanbul’un Manevî Fatihi Akşemseddin ve Türbesi M. Nihat MALKOÇ Abdullah KAHRAMAN Musa TEKTAŞ Ramazan ALTINTAŞ

Upload: others

Post on 07-Jun-2020

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 24 • SAYI: 202 • AĞUSTOS 2017 • Fiyatı: 10 TL

202

0 0 2 0 2

İmanın Bir Göstergesi Olarak “Şehitlik”

Kapitalist Sisteme Alternatif:İslâmî Finans

Aşk MektebindeYokluk Dersini Okuyabilmek

İstanbul’un Manevî Fatihi Akşemseddin ve Türbesi

M. Nihat MALKOÇ

Abdullah KAHRAMAN

Musa TEKTAŞ

Ramazan ALTINTAŞ

Page 2: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

basyazı Bekir AYDOĞAN

Akşemseddin Hazretleri

Akşemseddin Hazretleri, Osmanlı’nın yükselme döneminde hayat sürmüş, İstanbul’un manevî fâtihi unvanını hak etmiş ve Peygamber Efendimiz’in kutlu fetih müjdesine nail olmuş bir Allah dostudur. Osmanlı’nın hem kuruluş hem de yükseliş dönemlerini görmüş olması, yaşamış olduğu çevrenin siyasî, kültürel, dinî ve tasavvufî yapısından büyük oranda etkilenmiş ve yaşadığı döne-me silinmez izler bırakmıştır. Akşemseddin Hazretleri’nin manevî gayretleri ile padişahın da siyasî liderliğinde İstanbul, 1453 yılında fethedilerek Bizans Devleti tarihe karışmıştır. Bu mühim hadi-senin en yakın ve önemli tanıklarından biri olan Akşemseddin, 1389 yılında Yıldırım Bayezid’in tahta oturması ile birlikte hayata gözlerini açmış, 1459 tarihinde 70 yaşında iken Göynük’te vefat etmiştir. Osmanlı’nın şekillenmeye başladığı ve 2. Mehmet ile birlikte şahlandığı bu siyasî or-tamda yaşayan Akşemseddin, tarihe adını ‘Fâtih’in Hocası’ ve ‘İstanbul’un manevî fâtihi’ olarak kazımıştır. Osmanlı siyasî hayatına İstanbul’un fethi gibi çok önemli bir konuda katkıda bulunan Akşemseddin, Hacı Bayram’ın, İstanbul’un fethinin Fâtih ile Akşemseddin’e nasip olacağı müjdesi doğrultusunda, Fâtih’i cesaretlendirmiş, Osmanlı siyasî tarihinde çok önemli bir yere sahip olmuş-tur. Akşemseddin’in, Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab edene kadar yani yaklaşık kırk yaşına kadar mü-derrislik yapmaya devam ettiğini bilinmektedir. Devrinin okutulan tüm ilimlerine vakıf olmasının yanında, zamanının bilgilerine aşina çok iyi bir tıp doktoru olduğuna dair birçok kaynakta kayıtlar bulunmaktadır. Akşemseddin’in hekimliğine dair Menâkıbnâme’de Fâtih Sultan Mehmet’in kızların-dan birini tedavi etmesi ile ilgili rivayet mevcuttur.

Akşemseddin, Türkçe olarak kaleme aldığı Makâmât-ı Evliya adlı eserinde evliyâların makamla-rından bahsetmektedir. Bu eser mürşid ve mürid kimdir, velayet makamı nedir, velîlerin dereceleri nelerdir, tasarruf sahipleri kimlerdir gibi konuları ele alan bir eserdir. Akşemseddin, eserin girişinde, rüyasında Hz. Muhammed (s.a.v.)’i gördüğünü ve O’nun kendisine evliyaların makamlarını gösterdi-ğini, bu sebeple de bu kitaba “Makâmât-ı Evliya” adını verdiğini söylemektedir. Akşemseddin’e göre varlığın kaynağı Allah’tır. Tüm varlıklar O’nun tecellisidir. Allah dışındaki tüm varlıklar bir hayaldir ve O’nun bir yansımasından ibarettir. Âlem bir hayal ve seraptır. Akşemseddin Hazretleri’ne göre, hikmet sahibi kimse her eşyanın mahiyetini bilir. Kendi eserlerinde savunduğu görüşlerle ilgili ön-celikle varsa Kur’an ayeti daha sonra sünnet ve hadiste bir karşılığı varsa o rivayeti daha sonra ise sahabenin söz ve davranışlarından, tabiînin söz ve davranışlarından son olarak da önde gelen din âlimlerinin söz ve davranışlarından örnekler vermeye gayret etmiştir. Kullandığı bu metodla ne denli bir ehlisünnet ve’l-cemaat âlimi olduğunu da bizlere göstermiş olmaktadır. Nitekim Akşem-seddin Hazretleri bir eserinde “Bizim ilmimiz kitap ve sünnete bağlı bir ilimdir.” demektedir.

Kitap ve sünnet üzere bir hayat geçirmeniz temennisi ile…

Aksemseddin

Akşemseddin Hz. ,who was born in 1389, lived in the 14th and 15th centuries in the era of Ottoman Empire and is also considered as the spiritual conqueror of Istanbul. He was a great scholar of his time and made a name in science, theology, mathematics, astronomy and biology. He gave advise to Mehmed II during the conquest of Istanbul and helped the conquest of Istanbul in 1453, so the Byzantine Empire was imbedded in history. He died in 1459 in Göynük and was buried there.

Aşırı Televizyonİzlemenin Zararları

Halide YENEN

Darende SevdalılarıRaziye SAĞLAM

Televizyon ve AileSümeyye Büşra YILDIZ

ÇocuklarlaAnı Yaşayamamak

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ağus

tos/

2017

somuncubaba 3

Page 3: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 24 Sayı: 202 - Ağustos 2017

Basım Tarihi: 01 Ağustos 2017

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71

44700, Darende / MALATYA

Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79

www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Baskı ve Üretimİhlas Gazetecilik A.Ş.

Merkez Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A /41

Yenibosna/İSTANBUL - Tel: 0 (212) 454 30 00

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK / Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZ / Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN / Prof. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞ / Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL / Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL / Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Kurum Abone : 180 Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank : TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

İÇİNDEKİLER

Aslandan Kaçan Yaban Eşekleri!Ali AKPINAR

Musa TEKTAŞ

Aşk MektebindeYokluk Dersini Okuyabilmek

Kur’ân, insanın beynine ve gönlüne hitap eden, onu derinlemesine düşünmeye teşvîk ve tahrîk eden teşbih ve temsillerle doludur. Çoğu insanın bildiği ve gündelik hayatında birlikte yaşadığı hayvanlardan bazıları bu teşbih ve temsillerde kullanılmıştır.

“Var mâlını koy kâlini koy hâlini koy kimYokluk okudur hocaları mekteb-i aşkın”

Aslandan Kaçan Yaban Eşekleri! ......................................6Ali AKPINAR

Muhammed Baba Semâsî (k.s.) ........................................10Kadir ÖZKÖSE, H. İbrahim ŞİMŞEK

Aşk İçre Mestâneyim ..........................................................13Celalettin KURT

İmanın Bir Göstergesi Olarak “Şehitlik” .........................14Ramazan ALTINTAŞ

İstanbul’un Manevî Fâtihi Akşemseddin ve Türbesi ....18M. Nihat MALKOÇ

Akşemseddin’in Fâtih Sultan Mehmed’e Kazandırdığı Medeniyet ve Cemiyet Tasavvuru............24Kadir ÖZKÖSE

Aşk Mektebinde Yokluk Dersini Okuyabilmek ...............28Musa TEKTAŞ

Kulluğumuz Kulluk Değil ....................................................34Enbiya YILDIRIM

Tabîb-i Hâzık Akşeyh HazretleriRuhların ve Bedenlerin Tabîbi ..........................................38Resul KESENCELİ

Sûfî ve Manevî Hareket İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.) Örneği .............42Fâtih ÇINAR

Kapitalist Sisteme Alternatif:İslâmî Finans ........................................................................48Abdullah KAHRAMAN

Her Şey, Yüce Allah ile Anlam Bulur ................................50Mürsel GÜNDOĞDU

Devreden Pervâneler .........................................................54Vedat Ali TOK

Tatil Anlayışımız ...................................................................58Mustafa KARABACAK

Sevenin ve Sevilenin Aşkıyla .............................................62Mustafa ÖZÇELİK

Özlem .....................................................................................65Kenan ÇARBOĞA

Bir Milletin Uyanışı “Yeniden İstiklal” ..............................66Yusuf HALICI

Gençler; Neleri, Niçin Okumalı? .......................................68Ali ÖZKANLI

Akşemseddin Hazretleri.. ..................................................71Halil GÖKKAYA

Akıl ve Erdem “Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi”.. ..72Ömer HİDAYET

Vahdeti Gör, Gel Sana Dön!... ............................................75Rıfat ARAZ

Kâbe’nin İşgali Nasıl Önlendi?.. ........................................76İsmail ÇOLAK

Lâle Üstüne.. ........................................................................81Abdullah SATOĞLU

Hz. İbrahim’in Oğlu Hz. İsmail ile Birlikte Kâbe’yi İnşası.. .82Mukadder Arif YÜKSEL

Ekmek ve Çocuk.. .................................................................85Mehmet SERTPOLAT

Bir Kalp Ağrısı İnsanlık.. .....................................................85Erol AFŞİN

M. Nihat MALKOÇ

Fâtih ÇINAR

İstanbul’un Manevî Fâtihi Akşemseddin ve Türbesi

Sûfî ve Manevî Hareket İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.) Örneği

15. yüzyılda yaşayan Akşemseddin, ülkelerin ve gönüllerin Fâtihidir. Akşemseddin’in en büyük eseri İstanbul’u fethederek bu şehri İsyanbol’dan İslâmbol’a dönüştüren Fâtih Sultan Mehmed’dir.

İsmail Hakkı Toprak (k.s.) Hz., yukarıda özellikleri sıralanan aksiyon sahibi sûfîlerin son dönemdeki en önemli temsilcilerindendir.

Abdullah KAHRAMAN

Kapitalist Sisteme Alternatif:İslâmî Finans

06

18

28

42

48

Page 4: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Dîvân-ı Hulûsî-i DârendevîEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

Arz-ı hâlimdir sana bu ey vefâlı kâmkâr

Bakmayıp noksânıma eyle kabûl ey nâmdâr

Derd-i aşkın bende-i bî-çâreye yâr olalı

Aklımı yağmaladı fikrimi kıldı târumâr

Ta’ne-i ağyâr ile cânım usandı cismîden

Sabrını ver yâ bunun yâ cânımı al ey nigâr

Cümle hâlim sana ma’lûm ey Kerîm-i Zü’l-Celâl

Kim senin sayyâd-ı aşkın kıldı cânımı şikâr

Düşdüm aşkına vücûdum yandı nice odlara

Dediler bu aşkıma yârenlerim aşk-ı humâr

Kaldı hicrân-ı belâ deştinde bu ma’sûmların

Çekdiler ihvân-ı yârânın sözünden nice bâr

Sabr kıldı cân tahammül eyledi mihnetlere

Vâkıf olup bilmedi bu hâlimi ağyâr u yâr

Âşiyânımdan cüdâ bir bî-kesim lutf eyleyin

Merhamet kılın garîbim bî-nevâ terk-i diyâr

Hazret-i Peygamber-i Zîşân’dan eyleyin hayâ

Böyle sözleriniz eylemez mi sizi şermsâr

Acı sözlerle usandı tatlı cânım cismîden

Ravza-i Cennet görünür çeşmime şimdi mezâr

Bilmediler derdimi bin söze kıldılar şürû’

N’eyleyim dermânı yok mümkün değildir âşikâr

Page 5: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Yüce Yaratıcı’mız, erişilmez kudretini

göstermek için hayvanları yaratmış ve

onları biz insanların hizmetine sunmuş-

tur. İnsanlık için, sayısını bile tesbit etmekte

güçlük çektiğimiz kara, deniz ve hava hayvan-

larında sayısız hikmet, ibret ve hizmet vardır.

Bu hayvanlardan biri de pek çok Kur’ân âyetine

konu olmuş merkep/eşektir. Bu hayvan, tarih

boyunca insanın hizmetinde olmuş ve olmaya

da devam etmektedir. Konuşma dilinde eşek

üzerinden pek çok deyim meşhur olmuştur.

Hayvanların yaratılış hikmetiyle ilgili olarak

Kur’ân’da şöyle buyrulur:

“O, hayvanları da yaratmıştır. Onlarda sizi ısı-

tacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Onların et-

lerini de yersiniz. Onları getirirken de, gönderirken

de zevk alırsınız. Onlar, kendi kendinize zor vara-

cağınız memleketlere, yüklerinizi taşırlar. Doğru-

su Rabb’iniz şefkatlidir, merhametlidir. Sizin için

atları, katırları ve merkepleri binek ve süs hayvanı

olarak yaratmıştır. Bilmediğiniz daha nice şeyleri

de yaratır.”1

Kur’ân, insanın beynine ve gönlüne hitap

eden, onu derinlemesine düşünmeye teşvîk ve

tahrîk eden teşbih ve temsillerle doludur. Çoğu

insanın bildiği ve gündelik hayatında birlikte ya-

şadığı hayvanlardan bazıları bu teşbih ve tem-

sillerde kullanılmıştır. Âyetlerde mesajlar sunu-

lurken hayvanlar da tamamlayıcı unsur olarak

kullanılmıştır. Kaynaklarımızda ismi Üzeyr ola-

rak açıklanan sâlih bir kişinin kıssası anlatılırken

şöyle buyrulur:

“Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğra-

yan kimseyi görmedin mi? ‘Allah burayı ölümün-

den sonra acaba nasıl diriltecek?’ dedi. Bunun

üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti,

‘Ne kadar kaldın?’ dedi, ‘Bir gün veya bir günden

az kaldım.’ dedi, ‘Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine

içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak! Seni in-

sanlar için bir ibret kılacağız, eşeğin kemiklerine

bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydi-

riyoruz.’ dedi; bu ona apaçık belli olunca, ‘Artık

Allah’ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunu-

yorum.’ dedi.”2

İnsanın sesini yerli yerince ve ölçülü bir şe-

kilde kullanılması anlatılırken yine hayatın içeri-

sinden örnek verilerek şöyle buyrulur:

“Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en

çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

İlmi ile amel etmeyenler anlatılırken de on-

ların hali kitap yüklü eşeklere benzetilir. Sırt-

larında taşıdıkları yükten istifade edemeyen, o

yükün yalnızca hamallığını yapan eşeklere:

“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun

gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap

yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah’ın

âyetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötü-

dür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.”4

Hakikatten Ürküp Kaçanlar

Kutsal Kitabımızda merkeple ilgili olarak an-

latılan teşbihlerden biri de Kur’ân’ın, hakikat-

lerden yüz çeviren, gerçeklere karşı kulakları-

nı, gözlerini, beyinlerini ve gönüllerini kapatan

kimseler için yaptığı şu temsildir:

“Böyle iken onlara ne oluyor ki, âdeta aslan-

dan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi öğütten yüz

çeviriyorlar?”5

“Kutsal Kitabımızda merkeple ilgili olarak anlatılan teşbihlerden biri de Kur’ân’ın, hakikatlerden yüz çeviren, gerçeklere karşı kulaklarını, gözlerini, beyinlerini ve gönüllerini kapatan kimseler için yaptığı şu temsildir: Böyle iken onlara ne oluyor ki, âdeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi öğütten yüz çeviriyorlar?”

Yaban Eşekleri!Aslandan Kaçan

“Kur’ân, insanın beynine ve gönlüne hitap eden, onu derinlemesine düşünmeye teşvîk ve tahrîk eden teşbih ve temsillerle doludur. Çoğu insanın

bildiği ve gündelik hayatında birlikte yaşadığı hayvanlardan bazıları bu teşbih ve temsillerde kullanılmıştır. Âyetlerde mesajlar sunulurken

hayvanlar da tamamlayıcı unsur olarak kullanılmıştır.”

İLİM VE HAYAT Ali AKPINAR*

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba8 9

Page 6: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Âyet şöyle bir tabloyu bize sunar: Ormanın

derinliklerinde hayvan sürüsüne saldıran bir as-

lan ve o tehlikeden ürküp kaçan yaban eşekle-

ri, mesela belgesellerde gördüğümüz, bir eşek

türü olan zebralar. Âyette geçen “kasvere”, ezip

geçen, parçalayan aslan demektir. “Humurun

müstenfira” ise o aslandan ürküp kaçan yaban

eşekleri mânâsınadır. Kelimelerin telaffuzunda

da mânâyla doğrudan ilgili bir ses grubu bulun-

maktadır.

Âyetler, Peygamberimiz’in okuduğu Kur’ân

âyetlerine, hakikatlere kapalı olan, hakikati din-

lemeye bile tahammül edemeyen, hakikati din-

lediği halde ondan rahatsız olan, ondan ürküp

kaçan müşrikleri anlatmaktadır.

Onların içerisinde, hakikati dinlemeye bile

tahammül edemeyenler vardı, onu susturmaya

çalışanlar vardı, okudukları anlaşılmasın diye

gürültü yapanlar vardı, insanları onu dinlemek-

ten men etmek için olmadık çarelere başvuran-

lar vardı, onun söylediklerini kazara duyuveri-

rim de etkilenirim diye kulaklarına pamuk tıka-

yanlar bile vardı.

Onlar Neden ve Niçin Ürküp Kaçıyorlar?

Ormanda, yaban eşekleri aslandan kendi-

lerine zarar vereceği için, onları parçalayıp öl-

düreceği için aslandan ürküp kaçarlar. Yaban

eşeklerinin ürküp kaçması aslında hayvan ola-

rak içgüdüsel bir davranıştır. Zira ortada hayâtî

tehlike vardır. Sonuçta ürküp kaçan eşekler bel-

ki de canlarını kurtaracaklardır.

Müşriklerin, inkârcıların Kur’ân hakikatlerin-

den ürküp kaçmaları ise şuursuzca ve akılsızca

bir davranıştır. Zira hakikatler, onların aleyhine

değil lehlerinedir, onların zararına değil yararı-

nadır, onları öldürmek için değil, bilakis onlara

hayat verme, onları adam gibi yaşatmak içindir.

Üstelik hakikatler onlara, onların anlayabileceği

şekilde açıklanmakta ve onlara kucak açmakta-

dır. Yaban eşeklerin üzerine hücum eden aslan-

lar ise, onları parçalamak için hışımla ve hırsla

onlara saldırmaktadır. Bütün bunlara rağmen

onlar bu gerçeklerden ürküp kaçtıkça kaybet-

mekte ve mânen kendi hayatlarına kast etmiş

olmaktadırlar.

Ama onlar gerçeği tanımıyorlar, onu dinleyip

anlama zahmetine bile katlanmıyorlar. Bu yüz-

den hakikati düşman görüyorlar ve ondan kaçı-

yorlar. Âyetler, bugün de, tanımadıkları, tanıma

zahmetine katlanmadıkları dinin öğütlerinden

korkup/ürküp kaçan, içimizde ve dışımızda lü-

zumsuz yere İslâmafobi geliştiren insanların

durumunu ne kadar güzel anlatıyor. Oysa onlar,

ön yargısız bir şekilde öğütleri dinleseler, onla-

rı selim bir akılla düşünseler, onların kendileri

için hayırlı olduğunu görecekler ve ona inana-

caklar. Ama onu dinlemeye bile yanaşmıyorlar.

Onların bu durumları, kendi hayırlarına olan

gerçeklerden kaçışmaları, ne kadar aptal/eşek

kafalı olduklarını da göstermekte ve burada

yaban eşeklerine benzetilmeleri tam da yeri-

ni bulmaktadır. Zira onlar, hakikatlere yabancı

kişilerdir ve hakikate yabancı kalmak için de

ondan kaçmaya devam etmektedirler. Hâlbuki

inanmayanların içerisinde hakikati arayan nice

insan vardır ki, bu arayışı kendisini hakikati bul-

maya ve imana götürür.

Varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan,

hakikat üzere kaldıkça bu değerini koruyacak ve

şerefine şeref katacaktır. Ancak hakikatten yüz

çevirip ondan uzaklaştıkça itibar ve saygınlığını

kaybedecek ve hayvanlardan daha aşağı seviye-

lere düşecektir.

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık, sonra onu

aşağıların en aşağısı kıldık.”6

“Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kö-

tüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”7

“And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve

insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anla-

mazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları

vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi

hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.”8

“Durakları ateş olduğu halde kâfirler, zevkle-

nirler ve hayvanlar gibi yerler.”9

Yüce Rabb’imiz, her dönemde İslâm davetçi-

lerinin karşısına hakikat düşmanlarının çıkabi-

leceğini bildirmek için bu ağır teşbihe Kitabında

yer verdi. Tâ ki onlar, karşılarına çıkabilecek bu

hakikat düşmanlarından yılmasınlar, hak bildik-

leri yolda ilerlemeye devam etsinler, vazifelerini

yerine getirsinler. Zira kul seferden sorumludur,

zaferi bahşedecek olan ise Yüce Allah’tır.

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. 16/Nahl, 5-8.2. 2/Bakara, 259.3. 31/Lokmân, 19.4. 62/Cuma, 5.5. 74/Müddessir, 49-516. 95/Tîn, 4-5.7. 8/Enfâl, 22.8. 7/A’râf, 179.9. 47/Muhammed, 12.

“Varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan, hakikat üzere kaldıkça bu değerini koruyacak ve şerefine şeref katacaktır. Ancak hakikatten yüz çevirip ondan uzaklaştıkça itibar ve saygınlığını kaybedecek ve hayvanlardan daha aşağı seviyelere düşecektir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba10 11

Page 7: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Râmiten’e bir, Buhara’ya üç fersah me-

safede bulunan Semâs köyünde doğan

Muhammed Baba Semâsî (k.s.), aynı za-

manda burada yaşayıp burada vefat etti. Babası

Seyyid Abdullah’tır.1 Muhammed Baba Semâsî

(k.s.) bir süre memleketinde dinî ilimler tahsili

ile meşgul oldu. Zâhir ilimlerinde belli bir derin-

lik kazandıktan sonra, mânevî ilimlere yöneldi.

Babasının tavsiyesi ile Mahmûd Encîrfağnevî’ye

intisap etti. Fakat Encîrfağnevî de onu halife-

si Ali Râmîtenî’ye havale etti. Ali Râmîtenî’nin

yanında tasavvufî eğitime devam eden Semâsî

onunla birlikte Harizm’e gitti. Riyazet ve mü-

cahedede, edep ve ifadede akranları karşısın-

da bariz üstünlükler elde etti. Seyr ü sülûkünü

tamamlayıp şeyhinin halifelerinden biri olarak

irşad makamına geçti. Şeyhi Râmîtenî vefatı

sırsında müridlerine: “Buna bağlanın, emrini

tutun, sağ olduğu sürece onun yanından ve yo-

lundan ayrılmayın.” diye vasiyette bulundu.

Muhammed Baba Semâsî (k.s.), halkın ara-

sında dolaşır, müridlik ve dervişliğe kabiliyetli

insanları nerede bulursa hemen yanına cezbe-

derdi. Nitekim daha sonra kendi yerine halife

olarak bırakacağı Emir Külâl ve ondan sonraki

halkada yer alan Bahâeddîn Nakşbend’i o bu-

lup keşfetmişti. Emir Külâl’i er meydanında

güreşirken buldu. Onun gürbüz vücudunda, en

az bedeni kadar güçlü olan mâneviyat istidadı-

nı keşfederek onu tutup er meydanından gönül

erleri meydanına çekti. Sırtındaki kispeti çıkar-

tıp dervişlik kisvesi giydirdi ve gönül sultanları

makamına erdirdi. “Bu er, zâhirin değil, bâtının

pehlivanıdır. Nice insan onun elinden kemâle

erecektir.” dedi.

Rivayete göre, Bahâeddîn Nakşbend’in

doğmasına yakın bir tarihte Muhammed

Baba Semâsî (k.s.) müridleriyle birlikle Kasr-ı

Hinduvân köyünden geçmiş ve yanındakilere:

“Bu topraktan bir yiğit kokusu geliyor, yakında

Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak.” demişti.

Semâsî’nin bu menkıbede geçen sözüne istina-

den o köyün adı Kasr-ı Ârifân olarak değişmiş-

tir. Muhammed Baba Semâsî (k.s.)’nin Kasr-ı

Hinduvân’a bir sonraki gelişinde Bahâeddîn

Nakşbend henüz üç günlük bir bebek idi. Emir

Külâl’in evinde misafir olan Muhammed Semâsî

(k.s.)’ye, dedesi, Şâh-ı Nakşbend’i kucağına alıp

getirir ve takdim eder. Bebeği gören Semâsî

Hazretleri, “Bu bizim oğlumuzdur, biz onu ev-

latlığa kabul ettik.” der. Sonra müridlerine dö-

nerek: “Dünyaya gelmeden kokusunu aldığımız

yiğit işte budur. Zamanının en büyük imamı ve

mürşidi olacaktır.” deyip halifesi Emir Külâl’e

döndü ve “Bu benim oğlumdur. Onu sana ema-

net ediyorum. Onun eğitimi konusunda ihmal

ve kusur göstermeyesin. Eğer bu konuda kusur

ve fütur gösterecek olursan sana hakkımı helâl

etmem.” dedi. Bu sözler üzerine Emir Külâl de

gayrete gelip dedi ki: “Bu konudaki emirleriniz

başım üzerine. Emirlerinizi yerine getirme ko-

nusunda ihmal gösterir, gevşek davranırsam

mert değilim.” Bu şahitli ispatlı mukavele ile

Bahâeddîn’in irşad hizmeti Emir Külâl’in uhde-

sine tevdi edilmiş oldu.

Muhammed Baba Semâsî (k.s.)

Hat: Emre ÖZDEMİR

ALTIN SİLSİLE Kadir ÖZKÖSE* H. İbrahim ŞİMŞEK**

“Rivayete göre, Bahâeddîn Nakşbend’in doğmasına yakın bir tarihte Muhammed Baba Semâsî (k.s.) müridleriyle birlikle Kasr-ı Hinduvân

köyünden geçmiş ve yanındakilere: “Bu topraktan bir yiğit kokusu geliyor, yakında Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak.” demişti.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba12 13

Page 8: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Bahâeddîn Nakşbend takriben on sekiz ya-

şına gelince dedesi onu evlendirmek istedi ve

Semâs köyüne gönderip Muhammed Baba

Semâsî’yi Kasr-ı Ârifân’a davet ettirdi. Şeyhin

mescidine gidip iki rekât namaz kılan Şâh-ı

Nakşbend, “İlâhî! Bana belâ yükünü çekmeye ve

muhabbet sıkıntısına dayanmaya kuvvet ihsan

eyle!” diye dua etti. Sabah olunca Semâsî’nin

huzuruna vardı. Şeyh kendisini uyarıp şu tem-

bihte bulundu: “Oğlum, bundan sonra şöyle dua

et: ‘İlâhî! Rızan hangi noktada ise bu kulunu ora-

da bulundur. Eğer Allah (c.c.) dostuna belâ vere-

cek olursa, inayetiyle o belâya sabır ve taham-

mül gücü de ihsan eder. Fakat Allah (c.c.)’tan ne

geleceğini bilmeden belâ ister gibi dua etmek,

küstahlıktır.”

Bu görüşmeden sonra hazırlanan sofradan

yemeklerini yediler. Sofradan kalkınca kendi-

sine bir ekmek parçası uzattı ve onu yanında

saklamasını emretti. O esnada içinden, kar-

nımızı daha yeni doyurduk; ben bu ekmeği ne

yapacağım acaba, diye geçirir. Bu şaşkınlığı

anlayan Semâsî hemen kendisini uyarır: “Kalbi

faydasız ve lüzumsuz duygu ve havâtırdan ko-

rumak lazımdır.” Şâh-ı Nakşbend, mahcubiyetle

boynunu eğip teslimiyet gösterir. Köye gitmek

üzere birlikte yola çıkarlar. Yolda bir tanıdığın

evinde abdest tazelemek üzere konaklarlar. An-

cak hane sahibinin yüzü sıkıntılı görünür. Sebe-

bini sorduklarında: “Biraz kaymağım var, fakat

ekmeğim yok. Ona üzülüyorum.” cevabını ve-

rir. Semâsî kendisine dönüp; “Acaba hangi işe

yarayacak diye düşündüğün ekmek işte burası

içindi. Hadi ver bakalım da yesin” der. Meydana

gelen bu güzel haller, kendisinin ona karşı olan

hayranlık ve bağlılığını artırır.

Muhammed Baba Semâsî (k.s.)’nin Kasr-ı

Ârifân’a yaptığı bu ziyaretten sonra çok yaşa-

mayıp vefat ettiği anlaşılmakladır. Bahâeddîn

Nakşbend’in 718/1318 senesinde doğdu-

ğu ve Baba Semâsî’nin vefatında takriben

on sekiz yaşlarında olduğu dikkate alınırsa,

Semâsî’nin 736/1335-36 senesi civarında ve-

fat etmiş olduğu ortaya çıkar. Eski kaynaklarda

Baba Semâsî’nin vefat tarihiyle ilgili bilgi yok-

tur. On dokuzuncu asırda yazılan Hazînetü’l-

asfiyâ’da 755/1354 tarihi kaydedilmiş ise de,

ondan iki asır önce kaleme alınan Matlabü’t-

tâlibîn’deki 734/1333-34 tarihi doğruya daha

yakındır. Kabri, Râmîten’in Semâsî köyündedir.

“Muhammed-i müttekîcân-ı cihân” ibaresi ile

vefatına tarih düşülmüştür.

Yazılı bir eser bırakmadığı anlaşılan Mu-

hammed Baba Semâsî (k.s.)’nin vefatından son-

ra geride dört halifesi kalmıştır: 1. Hâce Sûfî

Sûhârî, 2. Hâce Mahmûd Semâsî, 3. Mevlânâ

Dânişmend Ali, 4. Seyyid Emîr Külâl. Hâcegân

tarikatını Nakşbendîyye’ye bağlayan silsile,

Bahâeddîn Nakşbend’in de şeyhi olan Seyyid

Emir Külâl ile devam etmiştir.

Semâsî, orta boylu, gökçek yüzlü ve esmer

tenliydi. Mazhar olduğu nurları, yüzünde par-

layan ziyadan belliydi. Nüfuz eden bir nazara,

keskin bir görüşe ve derin bir hissiyata sahipti.

Muhammed Baba Semâsî (k.s.) gaybet ve is-

tiğrak hâli galip olan bir zâttı. Aşklı, cezbeli ve

coşkulu bir şeyhti. Semâsî köyünde küçük bir

üzüm bağı vardı. Çoğu zaman üzümleri kendi

elleriyle budardı. Ancak budama sırasında ba-

zen kendinden geçer, aklı başından gider, bıçak

elinden düşer, kendisi de yere yığılırdı. Birkaç

saat sonra ancak kendine gelebilirdi. Bu hâl bel-

ki, nebatatın tesbihini duyması ve kesilen dalla-

rın tesbihten fariğ olduğunu hissetmesi sonucu

meydana gelen üzüntünün eseriydi.

Dipnot

* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - ** Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

1. Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 203-206. sayfalarından özetlen-miştir.

Aklı zay divâneyim, aşk içre mestâneyimDilimde Feth-i Mübin, koşar yâre giderim

Bir fetih duasıdır, dilimde yankılananPeygamber muştusuyla, yanar hâra giderim

Hırkama bakmayın benim, sevginin erbâbıyımFetihler sultanıyla, belki kâra giderim

Akşemsettin koymuşlar, ezan ile adımıDilerim ki aşk ile Mutlak Var’a giderim

Pirim Hacı Bayram’la, yol bulurum öteyeKurar yürek devleti, çıkar şâra giderim

Tek düsturum mâruftur, kaçarım hep münkerdenAk eylerim alnımı, söner nâra giderim

Yanar yanar sönerim, karların yangınındaYolunu hakîkatin, banar kara giderim

Allah’adır tek menzil, yalın çıplak olsam daDualar menzilinde, yürür âra giderim

Çıktığım yol çileli, virdim yalnız Allah’aMâşuğumun peşinde, anar dâra giderim

Fâtih Sultan yoldaştır, evvelimden âhireŞehzademle inşallah, özle sûra giderim

Celalettin KURT

Aşk İçre Mestâneyim

Foto: Ayhan İşcan

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba14 15

Page 9: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

İ man-küfür, hak-bâtıl mücadelesi, ilk insanla birlikte başlamış ve kıyâmet gününe kadar da devam edecektir. Bu sebeple Müslümanın ba-

kış açısına göre hayat, iman ve cihattan ibarettir. Cihat, kişinin fikrî inkişâfını geliştirme, mânevî hayatını kötülüklerden arındırma, içindi yaşadığı toplumu kalkındırma ve vatanın tehlikeye girdiği bir zamanda vatan savunmasıdır. Bu da güçlü bir iman ve irâde eylemiyle gerçekleşir. İman olmaz-sa, insan en büyük fedakârlık olan ne malını ve ne de canını Allah yolunda seferber edemez. İşte var olma mücadelesinde canını ortaya koyarak şehâdet şerbetini içmek bir iman ve adanmışlık davasıdır. Tarih boyunca Müslüman toplumlar-da, Allah katında şehitliğin ve gâziliğin derece-si yüksek olduğu için, “Ölürsem şehit, kalırsam gâzi” inancı hep yaşatılmıştır. Kur’an-ı Kerîm’de buna, “iki güzellikten birisi” adı verilmiştir.1 İşte bu makâlemizde imanın bir göstergesi olan şehitlik inancı üzerinde duracağız.

Abdullah İbn Abbas (r.a.)’den rivâyet edildi-ğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlar-dır: “Uhut Savaşı’nda kardeşlerinize şehitlik isâbet edince Yüce Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. (Bu ruhlar yeşil kuş suretindeki ta-şıyıcılarına binerek) cennet nehirlerine uğrar, mey-velerinden yerler, (sonra) arşın gölgesinde asılı olan altından kandillere dönerler. (Şehitler) yediklerinin, içtiklerinin ve kaldıkları yerin güzelliğini görünce, ‘Bizim cennette diri olup da (şehâdetten dolayı cennet nimetleriyle) rızıklandırıldığımızı cihâda yönelmeleri ve harpten korkup kaçmamaları için (dünyada bulunan) kardeşlerimize iletecek kim var?’ derler. (Bunu üzerine) Her türlü noksan sıfat-lardan münezzeh olan Rabb’imiz, ‘(Bunu) sizden onlara ben eriştireceğim.’ buyurarak şu âyetleri in-dirir:2 ‘Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler san-ma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onla-rın üzülmeyeceklerine sevinirler.”3 Hz. Peygam-ber (s.a.v.)’dan gelen rivâyetlerden öğrendiğimiz kadarıyla, cennete giren hiçbir kimse, dünyaya

geri dönmeyi arzu etmez. Ancak şehitler bundan

müstesnâdır. Şehitler, âhirette gördükleri aşırı

itibar ve ikramdan dolayı, tekrar dünyaya dön-

meyi ve defalarca şehit olmayı arzu ederler.4

Bilindiği gibi dinimizde Allah yolunda ölen

kimselere “şehîd” ismi verilir. Şehidin eyleminin

adına, “şehâdet” denilir. Allah’ın en güzel isimle-

ri arasında yer alan eş-Şehîd ismi O’nun hakkın-

da kemâlat; mü’minler için izâfiyet ifade eder.

Mü’min Allah yolunda sevdiği canını fedâ eder-

ken, aynı zamanda bu şahitliğine bütün duygu

ve duyularıyla vâkıf olduğu için şehitlik sıfatını

elde eder. Şehitler ruhlarını/canlarını Allah’a

teslim ederken yanlarında meleklerin hazır

bulunmasından dolayı, kendilerine “hazır bulu-

nulan kimse” denmiştir.5 Şehitler ruhlarını ve-

rirken, yanlarında hazır bulunan melekler, hem

bu âna tanıklık ederler ve hem de onlara müj-

deler verirler: “Rabb’imiz Allah’tır.” deyip sonra

da doğrulukta devam edenlere, onlara melekler

ölümleri anında, “Korkmayınız, üzülmeyiniz, size

söz verilen cennetle sevinin, biz dünya hayatında

da, âhirette de size dostuz. Burada canlarınızın

çektiği, umduğunuz şeyler, bağışlayan ve acıyan

“Şehitlik”İmanın Bir Göstergesi Olarak

“Bilindiği gibi dinimizde Allah yolunda ölen kimselere ‘şehîd’ ismi verilir. Şehidin eyleminin adına, ‘şehâdet’ denilir. Allah’ın en güzel isimleri

arasında yer alan eş-Şehîd ismi O’nun hakkında kemâlat; mü’minler için izâfiyet ifade eder. Mü’min Allah yolunda sevdiği canını fedâ ederken,

aynı zamanda bu şahitliğine bütün duygu ve duyularıyla vâkıf olduğu için şehitlik sıfatını elde eder.”

İTİKAT Ramazan ALTINTAŞ*

“Şehitler hayat sahibidirler. Bir kimsede canlılığın/hayatın belirtisi, onun hareket etmesi ve bir takım faâliyetlerde bulunmasıyla ölçülür. Ölümün alâmeti ise, donukluk ve sükûnet halidir. İşte Kur’an’ın diliyle, şehitler hayat sahibi oldukları için, toplum üzerinde büyük tesirler uyandırırlar. Onların, vatan, bağımsızlık, iman ve din uğruna canlarını seve seve vermeleri hasebiyle, uğruna canını verdikleri davaları daha fazla büyür ve gelişme kaydeder. İşte ‘şehitler ölmez’ ifadesinin anlamı, onların geride bıraktıkları bu hareket ve faaliyettir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba16 17

Page 10: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Allah katında bir ziyâfet olarak size sunulur.” di-yerek, inerler.6 Yine şehitler, Allah’ın kendilerine hazırlamış olduğu sayısız nimetlere de tanıklık ederler. Bunun için, “Allah yolunda öldürülenlere ölüler denmez.”7

Şehidler “Şevâhidü’l-Hak”tır. Onlar, Allah’ın adını yüceltme davasında hayatlarını fedâ et-mekle, Var Eden’in varlığına tanıklık etmiş olurlar. Hz. Peygamber (s.a.v.)’den gelen bir rivâyette, “Sizden biriniz karıncanın ısırmasın-dan ne kadar acı duyarsa, şehit olan kimse de o kadar acı duyar.”8 buyrulmak suretiyle şehitle-rin şehâdetleri sırasında acı hissetmeyecekleri beyân edilmiştir. Her biri bir cennet kuşu misâli olan şehitler, doğrudan cennete uçarlar. Çünkü onlar, en sevdikleri canlarını Allah yolunda fedâ ettikleri için kendilerine nimet verilen kimseler-le birlikte özel ikram ve taltiflere mazhar ola-caklardır. Nitekim Kur’an’da şehitlerin merte-besi şöyle ortaya konulmuştur: “Kim Allah’a ve Peygambere itâat ederse, işte onlar, Allah’ın ken-dilerine nimet verdiği peygamberlerle, Sıddıklar-la, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”9

“Şehitler Ölmez” İfadesini Nasıl Anlamalıyız?

Şehitler hayat sahibidirler. Bir kimsede can-lılığın/hayatın belirtisi, onun hareket etmesi ve bir takım faâliyetlerde bulunmasıyla ölçülür. Ölümün alâmeti ise, donukluk ve sükûnet ha-lidir. İşte Kur’an’ın diliyle, şehitler hayat sahibi oldukları için, toplum üzerinde büyük tesirler uyandırırlar. Onların, vatan, bağımsızlık, iman ve din uğruna canlarını seve seve vermeleri ha-sebiyle, uğruna canını verdikleri davaları daha fazla büyür ve gelişme kaydeder. İşte “şehitler ölmez” ifadesinin anlamı, onların geride bırak-tıkları bu hareket ve faaliyettir.

Şehitler, diridirler. Bu sebeple hakîkî şehitler yıkanmazlar. Onların kefenleri şehitlik elbisesidir. Yıkamak, cesedi temizlemektir. Onlar ise, mânevî anlamda temizdirler. Yarın kıyâmet gününde ka-birlerinden kalkarken şehitlerin rengi kan rengin-

de olacak, kanları ise, misk gibi kokacaktır. Onun için bizim bayrağımızın rengi, aynı zamanda şehit-lerimizin kanlarının bir sembolü kabul edilir.

Şehitler, diridirler. Onlar fiziksel anlamda ayrı-lıklarıyla, çok sevdiği yakınlarını, anne-babalarını ve akrabalarını üzmezler. Onların ayrılışları kalp-lere zor gelmez. Çünkü onlar, içimizde mânen ya-şamaya devam ederler. Enes b. Mâlik’ten rivâyet edildiğine göre, Berâ kızı Rübeyyi’in annesi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek: “Ey Allah’ın Nebîsi! Hârise’nin halinden bana haber vermez misin? Ona Bedir günü serseri bir ok dokunarak öldür-müştü. Eğer oğlum cennete ise (bu acıya) sab-rederim, yok eğer cennette değilse, ona gücüm yettiği kadar ağlamağa çalışırım, demişti. Bunun üzerine Allah Rasûlü de, “Ey Hârise’nin annesi, cennette birçok yüksek dereceler vardır, oğlun bun-lardan birisi olan Firdevs-i A’lâ denilen en yüksek dereceye erişti.” buyurmuştu. Bu cevap üzerine kadıncağız, “İyi iyi Ey Hârise, ne mutlu sana!” diye dönüp gitmişti.10 Bugün de şehit cenazelerinde anaları, bacıları, nişanlıları ve eşleri görüyoruz. Büyük bir metânet, sabır ve onur içinde şehidi-nin arkasından ağlamayacağını söylüyorlar. Bu yüce ahlâkî duruş, bu onurlu duruş, sahâbe ka-dını Ümmü Hârise’nin duruşu gibi bir duruştur. Sahâbe inancı, budur işte.

İslâm’da şehitlik yüce bir mertebe olduğu için her mü’min duasında Yüce Allah’ın ken-disine şehitliği nasip etmesini ister. Onların bu durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a ver-dikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı ver-dikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü aslâ değiştirmemişlerdir.”11

Bu âyette anlatılan ruhla Çanakkale’yi ge-çilmez kılan ruh birbirleriyle ne kadar da ör-tüşüyor. Çanakkale’de düşmanla Mehmetçiğin siperleri arasında sekiz metrelik bir mesafe var-dır. Şehit olmak muhakkak. Birinci siperdekilerin hepsi şehit düşüyor. İkinciler ise, onların üzerine gidiyor. Yaralıları, ölenleri, yani şehit olanları gö-rüyor. Kendisinin de kısa bir süre sonra sonu-

nun aynı olacağını, öleceğini bilmesine rağmen, en ufak bir gevşeklik yok, sarsılma yok, cihad rûhuyla dopdolu bir duruş var. Mütevekkil bir edâ bu. Bilenler Kur’an okuyor, bilmeyenler gönül ve dillerini birleştirerek kelime-i şehâdet ve tekbir getiriyor. Âdetâ cenneti, namlularının ucunda görüyor bu kahramanlar. Acabâ namlularının ucundan cenneti gören bir ordu yenilebilir mi?

Bu Çanakkale öyle bir yer ki, uğruna 57. Alay fedâ ediliyor. Entelektüel bir kitledir, bu alay. “Biz Anafartalar’a Darülfünûn’u gömdük.” sözü, bunlar hakkında söylenmiştir. Tıbbiyeliler, Harbiyeliler orada. 1915’de Darülfünûn mezun vermiyor. On beşliler, liseliler orada. Balıkesir, Konya, Galatasaray, İzmir Liseleri mezun vermi-yor o yıllarda. Henüz bıyıkları bile terlememiş bütün bu Anadolu yiğitleri, genç evlatlarımız, Çanakkale’de şehit düşmüşlerdir. Bu fedakârlığı, bu cengâverliği, bu kahramanlığı gören Yahya Kemal mısralarında Çanakkale şehitleri hakkın-da şunları söyleyecektir:

Şu kopan fırtına Türk Ordusu’dur Ya Rab,

Senin uğrunda ölen ordu, bu ordudur Ya Rab,

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın

Gâlip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.

Çanakkale Muhârebeleri, Ehl-i salîb’in İslâm’ı ve bu yurdu haritadan silme girişimlerinin adı-dır. Çanakkale ruhu, bizim dirilişimizin arkasın-daki güçtür, projedir. Millî şairimiz Mehmet Akif, Çanakkale’de savaşan mücâhitleri/Mehmetçiği Bedr’in Aslanları’na benzetir:

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhîdi,

Bedr’in Aslanları ancak bu kadar şanlı idi.

Bir nevi Çanakkale Bedir, orada savaşan İslâm askerleri, Allah’ın kendilerinden râzı oldu-ğu sahâbeler gibidir. Elbette burada bir teşbih yapılmaktadır. Düşünelim, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve İslâm’ın ilk bağlıları ilk defa Bedir’de müşrik ordusuyla karşı karşıya gelmişlerdir. Başkomu-tan Hz. Peygamber (s.a.v.), savaşı yöneteceği karargâh konumunda olan çadırına çekilmiş, gözyaşları içerisinde sabaha kadar Rabb’ine elle-

rini açarak, “Ey Allah’ım! Bu sana inanmış sayıca

küçük topluluk burada yok olursa, sana yeryüzün-

de ibadet edecek kimse kalmayacak, bize yardım

et, İslâm yeryüzünden silinmesin!” diyerek göz-

yaşları içerisinde duâ etmişti. Evet, Bedir geçilir-

se, sonuçları korkunç olacak, ama Bedir’de zafer

olursa sonuçları bütün dünyayı İslâm’ın lehine

değiştirecek, etkileyecekti. İşte Bedr’in Aslanları

bu ruhla cihat etti ve müşrikler büyük mağlubi-

yet acısı tattılar. İslâm bu tarihi dönüm noktasın-

da dünyaya yeniden açıldı.

Sonuç

O halde gelin millet olarak genç evlatlarımıza

İslâm’da cihat, şehitlik ve gâzilik gibi değerlerimi-

zi doğru bir şekilde anlatalım. Unutmayalım ki,

İslâm’ın ve Müslüman milletimizin tarihinde elde

edilen büyük zaferlerin arka planındaki mânevî

güç sağlam iman, güçlü irâde ve şehâdetin en

yüksek bir değer olarak kabul edilmesi vardır.

Hâlâ bu topraklarda varoluşumuz, şehitlik ruhu-

nu yaşatmamızdan kaynaklanmaktadır. Mütefek-

kir Nurettin Topçu’nun ifade ettiği gibi, “Büyük

mezarların üstünde büyük vatanlar vardır. Büyük

ölüleri olmayan milletler ebedî olamazlar.” İşte

o büyük ruhlar, yağmur taneleri gibidir, topra-

ğımıza bereket getiren. Çünkü o büyük ruhlar;

yıldızlar gibidir, ay gibidir, güneş gibidir yolumu-

zu aydınlatan. İşte bu vatan o yüzden büyüktür.

Bu vatanda varoluşumuz, hayatın iman, cihat ve

şehâdetten geçtiğine olan inancımızdandır.

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

1. 9/Tevbe, 52.2. Müslim “İmâre” 169; Tirmizî “Fedâihu’l-cihâd”13; Dârimî,

“Cihad” 18. 3. 3/Âl-i İmrân, 169-170,4. Buhârî, “Cihâd” 5. 5. Isfehânî, Râgıb, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul,

1986, s. 394. 6. 41/Fussilet, 30. 7. Bkz. 2/Bakara, 154.8. Bkz. Nesâî, Sünen, “Cihad” 35; İbn Mâce, Sünen, “Cihâd” 6. 9. 4/Nisâ, 69. 10. Tecrîd-i Sarih, VIII, 279. 11. 33/Ahzâb, 23.

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba18 19

Page 11: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Akşemseddin ve Türbesiİstanbul’un Manevî Fâtihi

“Cânı terk itmek gerek bu evde cânân isteyen Kahrı nûş itmek gerek derdine dermân isteyen”

Akşemseddin Hazretleri

Fetih, Kokuşmuş Zamana Vurulan Altından Bir Mühürdür

Dünya tarihinin akışını değiştiren hadiselerin başında gelir İstanbul’un Fâtih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilmesi. Bin yıllık Bizans’ın kâbusudur 29 Mayıs 1453 tarihi. 1453 yılı Ma-yıs’ının son Salı günü İstanbul kapılarına daya-nan Sultan II. Mehmet, önündeki o zor engelleri bir bir aşmıştı. Bu, Bizans’ın düşüşü, Osmanlı’nın yükselişiydi.

Tarihin seyrini değiştiren ve köhne Bizans’ın sonunu hazırlayan bu olay, bizim için bir dönüm noktasıdır. İstanbul’un II. Mehmed tarafından fethedilmesi, zamana vurulan altından bir mü-hürdür. O kutlu fetih ki II. Mehmed’i Osmanlı pa-dişahlarının en büyüklerinden biri hâline getire-rek “Fâtih” yapmıştır. Fâtih böylece Orta Çağ’ı kapatarak Yeni Çağ’ı açmıştır. Bu sıra dışı du-rum, tarihin seyrini değiştirmiştir. Osmanlı’nın yükselişine zemin hazırlamıştır.

Çağ açıp çağ kapatan feth-i mübin, asırları aşıp günümüze ulaşan bir idealin somutlaş-masıdır. Büyük şair Yahya Kemal’in Aziz İs-tanbul’unun mübarek ve muazzez Müslüman beldesine dönüşmesidir. 21 yaşındaki iman ve fazilet sahibi bir delikanlının Molla Güranî ve Akşemseddin’in manevî tedrisatından geçerek dünyaya damgasını vurmasıdır. Kahramanlığın manevîyatla bütünleşmesidir fetih. İman ve cengâverlik kanatlarıyla yücelere baş değdir-mektir. Hakk için hakikate boyun eğmektir fe-tih… Sonsuzluğa talip olmaktır.

Fâtih’in Hocası Akşemseddin, İstanbul’un Manevî Fâtihidir

İstanbul’un maddeten Fâtihi II. Mehmed olsa da, bu şehrin manevî Fâtihi Sultan II. Mehmed’in kıymetli hocası Akşemseddin Hazretleri’dir. Çünkü o, İstanbul’u fetheden başkomutanın ru-hunun hamurunu gönül teknesinde abdestle, ihlâsla ve imanla yoğurmuştur.

Akşemseddin deyip de geçmemek lâzım. Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza olan

CAMİİ GÜZELLEMESİ M. Nihat MALKOÇ

“15. yüzyılda yaşayan Akşemseddin, ülkelerin ve gönüllerin Fâtihidir.

Akşemseddin’in en büyük eseri İstanbul’u fethederek bu şehri İsyanbol’dan İslâmbol’a

dönüştüren Fâtih Sultan Mehmed’dir.”

Foto: Cemil Şahin

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba20 21

Page 12: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Akşemseddin hem mutasavvıftı, hem büyük bir âlimdi, hem tabipti, hem de şairdi. O, çevresinde “Akşeyh” olarak tanınmıştı. O, 792/1390 yılında Şam’da doğmuştu. Babası Şeyh Hamza’nın soyu ta Hz. Ebu Bekir’e kadar uzanmaktadır. Babasının Şeyh Şehabeddin Sühreverdî’nin torunlarından biri olduğu söylenir. Rivayetlere göre yedi yaşla-rında babasıyla birlikte Anadolu’ya, o zamanlar Amasya’ya bağlı olan Kavak’a gelmişlerdir.

Halk arasında “Akşeyh” olarak meşhur olan Akşemseddin Hazretleri, ilk öğrenimini ilim eh-linden biri olan babasından almıştır. Öte yandan çocuk yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olmuştur. İyi bir dinî eğitim gördükten sonra da Osmancık Medresesi’nde müderris (bugünkü anlamda profesör) olarak görevlendirilmiştir. O, dinî eğitimle yetinmemiş, aynı zamanda iyi de bir tıp tahsili görmüştür. Araştırmaya ve öğ-renmeye daima ilgi duymuştur. Akşemseddin dinî ve tasavvufî yönüyle tanınsa da mikrobu Pasteur’den dört yüzyıl yıl evvel bulmuştur. Bu konuda en önemli eseri Maddetü’l-Hayat’tır.

15. yüzyılda yaşayan Akşemseddin, ülke-lerin ve gönüllerin fâtihidir. Akşemseddin’in

en büyük eseri İstanbul’u fethederek bu şehri

İsyanbol’dan İslâmbol’a dönüştüren Fâtih Sul-

tan Mehmed’dir. Bunun yanında onun göz nuru

sayılan ilmî eserleri arasında şunları da sayabi-

liriz: “Risalet’ün-Nuriyye, Def’ü Metain, Risale-i

Zikrullah, Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı

Veli, Malumat-ı Evliya, Maddet-ül-Hayat,

Nasihatname-i Akşemseddin”

Akşemseddin’in, Talebesi Fâtih Sultan Mehmet’e Mektubu

Hayata gönül gözüyle bakan Akşemseddin

Hazretleri, Fâtih’in hocası olmasaydı belki de

İstanbul’un fethi gerçekleşmeyecekti. Bilge bir

insan olan Akşemseddin’in, talebesi Fâtih Sul-

tan Mehmet’e yazmış olduğu mektubu, bugün

de okunması ve ibret alınması gereken tarihî

bir vesikadır. Zira o sıkıntılı zamanlarda Fâtih’in yanındakilerden bazıları, o zamanki adıyla Konstantinopolis’in fethinin zamanlamasının doğru olmadığını, bunun büyük hezimetlere yol açacağını, kuşatmanın derhal kaldırılma-sı gerektiğini yüksek sesle dile getiriyorlar ve genç Mehmed’in aklını çelmeye çalışıyorlardı. Akşemseddin bu çetin zamanlarda talebesine

gönderdiği bir mektupta II. Mehmed’e hitaben şöyle söylüyordu:

“Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerek-mez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dâhil, gereken en şiddetli ceza ile ceza-landırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşek-lik gösterilecektir. Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslüman’dır. Allah için ca-nını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ga-nimet göreler, canlarını dünya için ateşe atar-lar. Şimdi sizin yapmanız gereken bütün gücü-nüzle, fiilen, emirle, hükümlerinizle, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir. Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumu-şaklığı az, şiddet kullanabilecek, zora başvu-rabilecek kimselere verilmelidir. Bu, hem geç-mişteki uygulamalara, hem de dine uygundur. Allah şöyle buyuruyor: ‘Ey şanlı Peygamber! Kâfirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol, yumuşak davranma. Onla-rın varacakları yer cehennemdir ki, orası varıla-cak ne kötü yerdir.”

Hacı Bayram-ı Veli’nin Sadık Mürididir Akşemseddin

Akşemseddin Hazretleri, Hak ve hakikat yo-lunda yalpalamadan dosdoğru yürüyebilmek için bir rehbere ihtiyacı olduğunu düşünüyor-du. Onun içindir ki kâmil bir mürşit arayışı içe-risindeydi. Bu yüzden o zamanlar Halep’te bü-yük bir şöhreti olan Zeynüddin-i Hâfi’ye intisap etmek üzere Halep’e gitmiştir. Fakat gördüğü bir rüya üzerine geri dönmüş ve Ankara’ya ge-lerek zamanın büyük mürşidi, Şeyh Hamid-i

“Akşemseddin Hazretleri, Hak ve hakikat yolunda yalpalamadan dosdoğru yürüyebilmek için bir rehbere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Onun içindir ki kâmil bir mürşit arayışı içerisindeydi. Bu yüzden o zamanlar Halep’te büyük bir şöhreti olan Zeynüddin-i Hâfi’ye intisap etmek üzere Halep’e gitmiştir. Fakat gördüğü bir rüya üzerine geri dönmüş ve Ankara’ya gelerek zamanın büyük mürşidi, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri/Somuncu Baba’nın talebesi Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmiştir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba22 23

Page 13: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Veli Hazretleri/Somuncu Baba’nın talebesi Hacı

Bayram-ı Veli’ye intisap etmiştir. Ankara’daki

manevî eğitimini ve nefis terbiyesini tamamla-

yan Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Velî’nin halifesi

mertebesine kadar yükselmiştir. Bir süre Bey-

pazarı ve İskilip’te bulunan Akşemseddin, daha

sonra bugünkü Göynük ilçesine yerleşerek irşat

ve tedris faaliyetlerine burada devam etmiştir.

Milâdî 1429’da şeyhi ve piri Hacı Bayram’ın vefa-

tından sonra halife olarak irşat postuna oturmuş

ve tarikatın Bayramiye kolunu sürdürmüştür.

Söz Mülkünün de Sultanıdır Akşemseddin Hazretleri

Divan şiiri Osmanlı Devleti zamanında padi-

şahlardan vezirlere, paşalardan münevverlere

kadar hemen herkesin ilgi duyduğu bir sanat

dalıydı. Osmanlı padişahlarının da şiir yazdıkla-

rı, o dönemler hakkında bilgisi olanların malu-

mudur. Fâtih Sultan Mehmed’in “Avnî” mahla-

sıyla bir divan teşkil edecek kadar şiir yazdığı

bilinen bir gerçektir. İşte öyle de Fâtih’in hocası

Akşemseddin Hazretleri de şiire gönül veren

Hak ve hakikat dostlarından biridir. Akşemsed-

din tasavvuf yoluna girdikten sonra şiire ilgi

duymuş, dinî ve tasavvufî muhtevalı şiirler yaz-

mıştır. Tasavvuf içerikli şiirlerinde Şems, Şemsî

ve Şemseddin mahlaslarını kullanmıştır. Onun

dinî ve tasavvufî şiirleri geniş kitleler tarafından

bilinmese de okunmaya ve üzerinde düşünül-

meye değerdir. Akşemseddin’e ait 38 şiir Prof.

Dr. Kemal Eraslan tarafından mecmualardan bulunup çıkarılarak ilgililerin dikkatine sunul-muştur. Kâinata gönül nazarıyla bakan Akşem-seddin Hazretleri, dünyaya geliş gayesini bilen ve bu minvalde şuurla yaşayan kâmil bir insandı. O, mürşidi Hacı Bayram-ı Veli’yi çok sever ve ona derin bir saygı duyardı. Hocasına hitaben yazdı-ğı şu anlamlı şiir, vefanın kıymetini bilenler için okunmaya değerdir: “Âşık oldum sana candan/Pirim Hacı Bayram Velî/Farıg oldum bu cihandan/Pîrim Hacı Bayram Velî//Irak mıdır yollarımız/Taze midir güllerimiz/Hub söyler bülbüllerimiz/Pirim Hacı Bayram Veli//Al yeşil zeyn olmuş üstü/Server Muhammed’in nesli/Yaratan Allah’ın dostu/Pirim Hacı Bayram Velî//Akşemseddin der varılır/Azim tevhidler sürülür/Yılda bir çağı bulunur/Pirim Hacı Bayram Veli//Sensin Allah’ın Velîsi/ İki Cihanın do-lusu/Evliyaların ulusu/Pirim Hacı Bayram Velî”

Akşemseddin Hazretleri, Eyüp Sultan Hazretleri’nin Kabrinin Manevî Kâşifidir

Akşemseddin Hazretleri, Osmanlı’nın yük-selme döneminde yaşamış, İstanbul’un manevî Fâtihi unvanını kazanmış ve Peygamber Efendimiz’in müjdesine nail olmuş bir Allah dostudur. Akşemseddin Hazretleri, Peygamber Efendimiz’i yedi ay boyunca misafir eden Eyüp Sultan Hazretleri’nin kabrini keşfeden büyük bir Allah dostudur. Eğer o bu büyük Allah dostu Eyüp Sultan’ın mezarını tespit etmeseydi bu-günkü Eyüp semti olmayacaktı. İstanbul büyük bir değerinin farkında olmadan yaşayacaktı. Bu bile İstanbul’a büyük bir manevî hizmettir.

Akşemseddin’in Göynük’teki Türbesi Her Yıl Ziyaretçi Akınına Uğramaktadır

Akşemseddin Hazretleri, talebesi Fâtih Sul-tan Mehmed’in çağrısıyla, çağ açıp çağ kapayan İstanbul’un fethine bizzat katılmıştı. Askerlerin ve Fâtih’in moralinin diri tutulmasında çok fay-daları olmuştur. Fetihten sonra Göynük’e dönen Akşemseddin Hazretleri, Hicrî 863/Milâdî 1459 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kab-

ri Göynük’tedir. Fâtih Sultan Mehmed in hocası

Akşemseddin Hazretleri’nin Türbesi Fâtih Sul-

tan Mehmed tarafından 1464 yılında Bolu’nun

Göynük ilçesinde yaptırılmıştır. II. Mehmed’in

hocası Akşemseddin Hazretleri’nin Türbesi’yle

ilgili olarak TDV İslâm Ansiklopedisi’nde şu bil-

giler verilir: “İstanbul’un manevî Fâtihi kabul

edilen ve Fâtih Sultan Mehmed’in hocası olan

Akşemseddin’in türbesi Süleyman Paşa Camii

yanındadır. Kapı kemeri aynasındaki Arapça ki-

tabesine göre 792/1390’da dünyaya gelip 863

Rabiü’l-âhir sonlarında (Şubat 1459) vefat eden

Şeyh Akşemseddin için 868/1463-64 yılında

yaptırılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin

matbu nüshasındaki bir notta türbenin harap ol-

ması üzerine hazine-i hassadan masrafı karşıla-

narak yeni ve güzel bir türbe yapıldığı belirtilmiş-

tir. 1952 yılından itibaren türbenin dış mimarisi

tamir görmüş, bu sırada içindeki sandukaların

yerleri değiştirildiği gibi, bir tanesi de anlaşılma-

yan bir sebepten kaldırılarak yok edilmiştir.

Akşemseddin Türbesi, çapı 4.80 m. kadar olan

bir altıgen biçimindedir ve kesme taştan yapıl-

mıştır. Üstünü kurşun kaplı bir kubbe örter. Her

cephesinde altlı üstlü ikişer pencere vardır. Kapı

çerçevesi basit, sade ve Osmanlı devri Türk türbe

mimarisinin klasik çağının mütevazı bir örneği-

dir. Son tamirde sandukaların yanlara yerleşti-

rilmesi gibi yanlış bir işin niçin yapıldığının iza-

hı mümkün değildir. Türbede Akşemseddin’den

başka iki oğlu da yatmaktadır. Evliya Çelebi,

Akşemseddin’in pek çok sayıdaki oğul ve torun-

larının adlarını vererek bunların çoğunun onun

yanında yattıklarını bildirir. Şeyhin sandukası

Anadolu’da Selçuklu devrinde çok görülen ceviz

ağacından işlenmiş sandukaların bir benzeridir.

İki yan cephesinde kabartma harflerle bir hik-

met ile bir hadis-i şerif yazılmıştır. Baş taraftaki

aynasında rûmîlerle bezenmiş yine bir hadis-i

şerif, diğer aynada ise bir hâkim sözü görülür.

Akşemseddin’in sandukası. Osmanlı devrinde ya-

pılan ağaç sandukaların sonuncusu olarak özel

bir değere sahiptir.” (TDV İslâm Ansiklopedisi Ak-

şemseddin Türbesi-Semavi Eyice)

Akşemseddin Hazretleri’nin Gönül Pınarlarından Süzülen Güzel Sözler

Ömrü ilim, irfan ve güzellikler peşinde koş-makla geçen Akşemseddin Hazretleri’nin birbi-rinden güzel, özlü söz ve nasihatleri mevcuttur. Bu sözler onun hayat tecrübelerinin birer yan-sıması hükmündedir. Bunlara örnek olarak şu güzel ve anlamlı sözleri verebiliriz: “Her işe bes-mele ile başla. Temiz ol, daim iyiliği adet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nimete şükret, belâya sabret. Dünyanın mutluluğuna mağrur olma. Kimseye kızma, etme cefa. Kimsenin ni-metine haset etme. Kimseyi kötüleyip kaht etme (atıp tutma). Senden üstün olan kimsenin önün-den yürüme. Çok uyumak kazancın azalmasına sebep olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti Kur’an-ı Kerim oku. Daima Allahu Teâlâ’ya hamd et. Hem cehennem azabından endişeli ol, kork. Gücün yeterse haset kapısını kapat, hasedi terk et. Kendini başkala-rına methetme. Namahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, viran eyleme. Edepli, mütevazı ve cömert ol.”

“Akşemseddin Hazretleri, talebesi Fâtih Sultan Mehmed’in çağrısıyla, çağ açıp çağ kapayan İstanbul’un fethine bizzat katılmıştı. Askerlerin ve Fâtih’in moralinin diri tutulmasında çok faydaları olmuştur. Fetihten sonra Göynük’e dönen Akşemseddin Hazretleri, Hicrî 863/Milâdî 1459 yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabri Göynük’tedir.”

Foto: Cemil Şahin

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba24 25

Page 14: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

İ nsan bedeni toprak minarellerinin, anâsır-ı erbaanın uyumlu dokusuyla sağlıklı ve kı-vamlı olmaktadır. İnsan bedenini meydana

getiren unsurlar arasındaki âhenk beden sağlı-ğını sağladığı gibi insanın iç dünyasındaki nizam ve âhenk de ruh sağlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla insanın iç huzuru düşünce, duygu ve eylemlerinin iman, şevk ve aşk potasında birle-şip kaynaşmasından meydana gelmektedir. Be-den ve ruh sağlığının kemâl kesbettiği sağlıklı kimlik örneklerinden biri de Akşemseddin’dir.1

Fâtih’in Nazarında Akşemseddin

Akşemseddin, Fâtih’i ümmetin sembolü ola-rak görüyor, milletin mücessem sîmâsı kabul ediyor, hak ve hakikatin timsâli şeklinde değer-lendiriyordu. Fâtih’e, “Sen seni sâir halk gibi zannetmeyesün. Islâh-ı memleketten gayrı nes-neye iştigâl göstermeyesün...” diyerek moral ve motivasyon sağlıyor, Fâtih’i zafere hazırlıyordu. Akşemseddin, bir bilge olarak Fâtih’e rehber-lik ediyor, onu takviye ediyor, hedefe ulaşması için her geçen gün onu ilmik ilmik dokuyor ve fethe hazırlıyordu. Fâtih Sultan Mehmed veziri Mahmut Paşa’ya, “Bu pîre hürmetim ihtiyar-sızdır; yanında heyecanlanırım, ellerim titrer; sair şeyhlerin ise, benim yanıma geldikte elleri titrer.” demek suretiyle bu gerçeği beyân et-miştir. İstanbul fethedildiğinde neş’e ve sevince bürünen Fâtih Sultan Mehmed, bu sevincinin mâhiyetini devlet erkânına ifade ederken, “Bu ferah ki bende görürsüz; yalnız bu kal’a fethine değildür. Akşemseddin gibi bir azîz, benim za-manımda olduğuna sevinirim!” demek suretiyle Akşemsiddin’e duyduğu derin saygının anlam boyutuna dikkat çekmiştir.2

Akşemseddin’in Fâtih’e Uyguladığı Sıkı Eğitim

Akşemseddin Fâtih’i sıkı bir eğitime tabi tut-muş, dervişlik yoluna, tadına ve huzûruna meyleden Fâtih’i dervişliğe kazanmak için değil, derviş gönüllü bir sultan olmaya hazırlamıştır. Fâtih’in iç dünyasını berraklaştırmaya, ruh kıvamına erdirmeye, salâbet ve direnç gücüne erdirmeye çalışmıştır. Fâtih’in ilâhî

tecellîlere nâil olmasını sağlayarak üstün insan karak-terine sahip olmasına çaba harcamıştır. Fâtih’i sıra-dan birey olmaya değil, aksiyon adamı olmaya sevk etmiştir. Fâtih’i bir cemiyet adamı olarak yetiştiren Akşemseddin, onu benlik duygusundan arındırıp ce-miyet davasına hazırlamıştır.3

Akşemseddin’in Fâtih’i İçindeki Hakikatten Haberdar Etmesi

Akşemseddin, Fâtih’e dışarıdan bir şey-ler yüklemeye değil, Fâtih’in kendi içinde saklı bulunan potansiyelleri gün yüzüne çıkarmaya çalışmıştır. Fâtih’i ruh potasında eritmiş, kendi insanlık kuyusundan hakikat suyunu nasıl çıka-rabileceğini öğretmiş; nefsini aşk ateşinde erit-miş, onu kendi hakikatinden haberdar etmiş; uyguladığı mânevî şoklarla güçlü bir kişiliğe kavuşmasına katkı sağlamıştır. Bu uygulamala-rıyla Akşemseddin, mürşid-i kâmil olarak mün-tesiplerini ilim, ahlâk, dindarlık ve mâneviyat yolunda her geçen gün daha ileri merhalelere ulaşmaya sevk etmiştir. Fâtih’i öncelikle ken-disiyle barışık bir birey olmaya, kendi hakika-tinden haberdar olmaya, nefsini bilmeye sevk ederken, Allah’la olan muâmelesinde de onu Allah’ın murâkabesi altında yaşadığı bilinci-ne ermeye ve ihsan terbiyesi şuuruna ermeye yönlendirmiştir. Murâkabe ve ihsan duygusu ile Fâtih’e mes’ûliyet duygusu aşılamaya çalışmış, farkındalık bilincinin artmasını sağlamış, toplu-mun her kesiminin ıstırâbını derinden hisseden cemiyet adamı olmasını istemiştir. Bu tesbitler-le Akşemseddin, Fâtih’i cemiyete kazandırmış, Fâtih’i yetiştirirken cemiyeti kemâle erdirmiştir. Fâtih’i bir şahıs değil, bir sembol olarak değer-lendiren Akşemseddin, Fâtih’in varlığında Os-manlı kitlesinin temsil edildiği şuuru ile hareket etmiş, evlâd-ı fâtihânın neşv u nemâ bulmasına imkân ve fırsat hazırlamıştır. Akşemseddin’in mürşid-i kâmilliği Fâtih’e tefekkür derinliğine erdirmesinde saklıdır. Fâtih’e tefekkür vazifesini hatırlatmış, düşünce adamı olarak yetişmesini sağlamış, bilgelik yolunda hükümdarlık vazife-sinin engel olamayacağını göstermiş, kendi-ni yetiştirip geliştirmesine imkân ve fırsatlar

Akşemseddin’in Fâtih Sultan Mehmed’e Kazandırdığı Medeniyet ve Cemiyet Tasavvuru

“Akşemseddin Fâtih’i sıkı bir eğitime tabi tutmuş, dervişlik yoluna, tadına ve huzûruna meyleden Fâtih’i dervişliğe kazanmak için değil, derviş gönüllü bir sultan olmaya hazırlamıştır. Fâtih’in iç dünyasını

berraklaştırmaya, ruh kıvamına erdirmeye, salâbet ve direnç gücüne erdirmeye çalışmıştır. Fâtih’in ilâhî tecellîlere nâil olmasını sağlayarak

üstün insan karakterine sahip olmasına çaba harcamıştır.”

SÛFİ PERSPEKTİF Kadir ÖZKÖSE*

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba26 27

Page 15: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

sunmuştur. Fâtih’i uyanışa erdirmek suretiyle dünya medeniyetleri meydanında güçlü bir me-deniyetin yükselişine zemin hazırlayacak öncü şahsiyetin yetişmesine katkı sağlamıştır. Dola-yısıyla Akşemseddin’in büyüklüğü Osmanlı top-lumunun devlet-i aliyyeye sahip olmasına sağ-ladığı katkıdır.

Akşemseddin, mutedil kişiliği ile denge po-litikası gütmüş, dünyanın nimetlerinden ge-reğince faydalanmak gerektiğini dile getirdi-ği kadar, dünyanın gâilesine aldanmamayı da telkin eden rol model şahsiyet olmuştur. Genç hükümdar olarak Fâtih’i ateşleyip uyandırdığı kadar hükümdarlık ateşinin kendisini ve cemi-yeti yakmasına da fırsat vermemiştir. Hakikatin meş’alesini yakıp insanlık mes’ûliyetini hatır-latmış, siyâsî mes’ûliyetini hakkıyla yerine ge-tirmesini sağlamıştır. Bütün bu çaba ve gayret-lerinde Akşemseddin, aslâ kendine ve münte-siplerine pâye istememiş, ön plana çıkmaktan

her defasında kaçınmış, ilgi odağı olmayı değil, mes’ûliyet şuurunda hareket etmeyi tercih et-miştir. Tasavvufî çizgisini cemiyete adam ka-zandırmak çabası olarak sürdürmüştür. Şahsî beklentilere koyulmamış, ındî yaklaşımlara ko-yulmamış, sevdikleriyle birlikte cemiyetin ahlâk nizâmını sağlamaya, gönüllerin inşirâh bulma-sına, anlamlı bir yaşam serüveninin gerçekleş-mesine gayret etmiştir. O tasavvur ve düşün-cesini aslâ nazarî bir anlayış olarak görmemiş, tasavvufî tecrübeyi bizzat kendisi gerçekleştir-miş, müntesiplerini tasavvufî tecrübenin ilme-ğinden geçirmiş, hakikatle yüzleşmeyi, insanın kendisiyle, Rabb’iyle ve âlemle uyumlu olmasını sağlamıştır.4

Akşemseddin’in Fâtih’i Cihada Teşviki

Ömrünü i’lâ-yı kelimetullah davasına ada-yan Akşemseddin, nebevî hasletlere bürünmüş, Muhammedî ahlâkın örnekliğini göstermiş, her türlü meşgalesinde kimseden herhangi bir bek-lentiye koyulmamış, Allah yolunda candan çaba göstermiş, Fâtih’in şahsında bütün bağlılarını şahsî ihtiras ve dâvâlardan sıyrılmaya, çıkar ilişkilerinden kaçınmaya, süflî arzulardan uzak-laşmaya, basit beklentilerin kurbanı olmama-ya teşvik etmiştir. “Cihâda var ben de seninle bile gelirim. Siz sizi sâir halk gibi zannetmeye-süz… Islâh-ı memleketten gayrı nesneye iştigâl göstermeyesüz…” sözleriyle Fâtih’i i’lâ-yı keli-metullah dâvâsına sevk etmiş, Fâtih’in cihâda koyulmasını, kendini fetihlere hazırlamasını, küfrün ve zulmün karanlıklarını ortadan kaldı-rıp imanın aydınlığında mutlu yarınlara kendini hazırlamasını emretmiştir. Bu ses Fâtih’i heye-canlandırmış, bu ruh Fâtih’i coşturmuş ve bu inanç Fâtih’i kararlı kılmıştır.5

Akşemseddin’in Fâtih’i Fetihte Kararlı Kılması

Akşemseddin, dirâyetli ve kararlı tavrı, ferâsetli ve basîretli tabiatı, emin ve inançlı hali ömrü boyunca alâmet-i fârikası olmuştur. Onun asâletini biz, muhâsara günlerindeki her-

kesten farklı tavrıyla daha açık görmekteyiz. Muhâsaranın sürdüğü sıkıntılı günlerde, Bizans yeni yardım destekleri toplamış, Bizans’ın bu hazırlıkları Osmanlı paşalarını bile iyice umut-suzluğa düşürmüştü. Fethin yolunu açan, Os-manlı sultânını kararlı olmaya sevk eden ve çı-kılan bu kutlu yürüyüşte engelleri ortadan kal-dırıp ümitvâr olan sîmâ Akşemseddin’di. Fâtih Sultan Mehmed’e kuşatmaya devam etmesi ve yaşanan olumsuz gelişmeler karşısında daha sert ve daha güçlü tedbirler alınmasını öngö-ren mektup yazmış, fethin gerçekleşeceğine dair inancını yenilemiş, kararlı tutum sergile-miş, moral ve motivasyon dolu şu cümleleriyle merâmını beyân kılmıştır:

“İmdi, gerçi ‘el-abdü yüdebbiru vallahü yukaddiru’ kaziyyesi sâbittir, elhamdülilla-hi; velâkin elinden geldikçe cidd ü cehdinde kul taksîr etmemek gerek. Rasûlullah’ın ve ashâbının sünneti budur.”

Fâtih Sultan Mehmed yaşanan olumsuz gelişmeler karşısında veziri vasıtasıyla fikri-ni sorduğunda da Akşemseddin, “Ümmet-i Muhammed’den bunca Müslüman ve gâzî, bir kâfir kal’asına müteveccih oldu; İnşâallahu teâlâ fetholur.” cevabını vermiştir. Akşemseddin’in şahsında biz büyük hedefleri büyük insanların kovaladığı hakikatini bir kez daha görmüş, bü-yük insanların kendilerine büyük hedefleri he-def olarak seçtiklerini anlamış, kâmil insanların küçük şeylerle uğraşmadıklarını idrak etmiş oluyoruz.6

Akşemseddin’in Fâtih’e Verdiği Ruh Terbiyesi

Akşemseddin, Fâtih’in bir ruh terbiyesicisi, mânevîyat rehberi, fikri danışmanı, üstadı, hu-zurunda titrediği mürşidi, elini öptüğü hocası, kendisini ikaz edip uyaran büyüğü mesâbesinde olmuştur. Böylesi güçlü bir sîmânın nazarına eren Fâtih, râhunu Akşemseddin’in mahâretli ellerinde yoğurmuş, merhamet timsâli bir dehânın himâyesinde kemâl kazanmıştır. Fâtih’e sultan da olsa kulluğunu unutmamasını, çocuk-

luğundan yetişkinliğine kadar geçen her dö-nemde ciddî bir terbiyeden geçmesini, olanca dirâyetiyle devletinin başında vazifesini deruh-te etmesini sağlamıştır. Fethin gerçekleşmesi, Fâtih’in kıvama ermesi, devletin emîn ellere teslim edilmesi, Fâtih’in âbide şahsiyet haline dönüştürülmesi gibi vazifelerini tamamlayan Akşemseddin, kalan ömrünü Göynük’e çekilerek uzlette ve âsûde bir biçimde devam ettirmiştir.7 Kendisiyle birlikte halvete çekilmeye yeltenen Fâtih’e, Akşemseddin halvethânenin halâvetini değil, milletine hizmet eden devlet adamı olma-nın yükünü üstlenmeyi her defasında telkin ey-lemiştir. Bir köşeye çekilip halvet ve riyâzet için-de gönlüyle başbaşa kalmak arzusunu beyan eden Fâtih’e, Akşemseddin, “Sen seni sâir halk gibi zannetmeyesün. Islâh-ı memleketten gayrı nesneye iştigâl göstermeyesün...” cevabını ve-rip talebini reddetmiştir. Akşemseddin Fâtih’i nefsinin tehlikelerinden kurtarmış, beşerî talep ve arzularını cemiyet nâmına fedâ ettirmiş, ken-dini toplumun beklentilerine âmâde kıldırmıştır.

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE1. Sâmiha Ayverdi, Hâtıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyatı,

3. Baskı, İstanbul 2008, s. 131.2. Sâmiha Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, Kubbealtı Neşriyatı, 3.

Baskı, İstanbul 2001, s. 76.3. Sâmiha Ayverdi, Edebî ve Mânevî Dünyası İçinde Fâtih,

Kubbealtı Neşriyatı, 7. Baskı, İstanbul 2008, s. 58.4. Sâmiha Ayverdi, Türk Târihinde Osmanlı Asırları, Kubbealtı

Neşriyâtı, 5. Baskı, İstanbul 2010, c. I, s. 308-309.5. Ayverdi, a.g.e, c. I, s. 314.6. İsmail L. Çakan, “İstanbul’un Fethi Hadîsi”, Fetih, Fâtih Ve

İstanbul Sempozyum Bildirileri, Seha Neşriyat, İstanbul 1992, s. 55.

7. Ayverdi, Âbide Şahsiyetler, s. 90-91.

“Akşemseddin, dirâyetli ve kararlı tavrı, ferâsetli ve basîretli tabiatı, emin ve inançlı hali ömrü boyunca alâmet-i fârikası olmuştur. Onun asâletini biz, muhâsara günlerindeki herkesten farklı tavrıyla daha açık görmekteyiz.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba28 29

Page 16: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

T asavvufî literatürde ilahî aşk, varlıklar

hiyerarşisinde alttaki varlığın bir üstte-

ki varlığa iştiyakı ve sevgisi olarak ifade

edilmiştir.1 Kur’an’da ve sahih hadis kitapların-

da aşk yerine “hub”, “muhabbet” ya da “me-

veddet” kelimeleri kullanılır. Sevgi konusunda

iki ayet-i kerime maeli şöyledir:“Allah onları,

onlar da Allah’ı severler”2, “De ki: ‘Eğer babaları-

nız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz,

elinize geçirdiğiniz mallar, fesada uğramasından

korkageldiğiniz bir ticaret ve hoşunuza gitmekte

olan meskenler, size Allah’tan, onun peygambe-

rinden ve O’nun yolundaki bir cihaddan daha sev-

gili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekle-

yedurun.”3

Bu konuda şu hadis-i şerifler de nakledilir:

“Allah, güzeldir, güzeli sever.”4 Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in duası: “Allah’ım, bana, sevgini, seni se-

venin sevgisini, sevgine beni yaklaştıracak şey’in

sevgisini nasip et ve senin sevgini, soğuk sudan

benim için daha sevimli kıl.”5 Hz. Ebu Bekir (r.a)

de şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ’ya olan

hâlis sevginin zevkine varan, dünyalıktan vazge-

çer ve bütün insanlardan yüz çevirir.”6

Aşk, Tüm Varlıkları Kuşatan İlahî Prensiptir

İslâm tasavvufunda aşk kavramını ilk kez

ciddi bir biçimde inceleyen Ahmed el-Gazâlî’dir.

(ö.1126)7 Ruzbihân-ı Baklî, “Ben gizli bir hazine

idim, bilinmeyi istedim ve bu yüzden bu âlemi ya-

rattım.” mealindeki kudsî hadis olarak rivayet

edilen sözdeki, bilinmekten kastın “muhabbet”

olduğunu söyler; Allah’ın sevgiyle tecelli etme-

sinden âlem meydana gelmiştir.

İbn Arabî’ye göre, “Aşk, eşyayı birbirine rab-

teden ve tüm varlıkları kuşatan ilahî prensiptir.

Bu, Allah’a ibadetin en üst tezahürünün aşk ol-

duğu anlamına gelir. Başka deyişle evrensel aşk

ve evrensel ibadet (kulluk) bir ve aynı olgunun

iki yönünü oluşturur.”8

Yunus Emre ilahî aşkı en güzel ifade eden

Hak âşıklarındandır:

Yirde vü gökde ‘ışkıla ‘ışkdan gelür her söz dile

Bî-çâre Yûnus ne bile ne kara okıdı ne ak9

Her ne kadar akı karayı okumadım dese de

söylediklerinden Yûnus’un yüce bir mektepte

okuduğunu biliyoruz. O, ilahî aşk mektebinin

ankalarından biri olarak edebiyat tarihindeki

müstesna yerini almıştır.10

Aşk MektebindeYokluk Dersini Okuyabilmek

“Var mâlını koy kâlini koy hâlini koy kimYokluk okudur hocaları mekteb-i aşkın”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

EDEBİYAT Musa TEKTAŞ

“Aşk mektebinin hocaları mürşid-i kâmillerdir. Burada öğretilen ilk ders varlığa sevinmemek ve yokluğa üzülmemektir. Allahu Teâlâ: ‘Elinizden çıkana tasalanmayasınız, onun size verdiği ile sevinip şımarmayasınız.’ diye buyurmuştur. İnsanlar aslında varlığa üzülerek yokluğa sevinmelidir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba30 31

Page 17: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Allah Dostları, Dervişleri Fakirlik ve Yokluğa Davet Ederler

Aşkın merkezi olan gönül öyle bir diyar ki sev-

giliden başka her şey ona çer çöp mesabesindedir.

Gönlü sevgiliye musahhar kılmak isteyen gönlün

kapısında sevgiliden başka kimseyi oraya koymaz.

Gönül sevgiliye yâr olunca, gönül sahibi sevgiliyle

boyanır. Onun rengini alır, kendi rengini onun ren-

ginde eritir. Kendisi, kendi olmaktan çıkar.

Gönül diyarında sevgilinin aşk–ı muhabbe-

tiyle yokluk diyarına yolculuk başlamıştır artık

o âşığa. O âşık, yoluna kalbinin saçtığı ışıkları

gecenin karanlığında yıldız diye gökyüzüne di-

ker. Ayaz gecelerin sert rüzgârların da, sevgili-

nin cemalinin müşahedesiyle bitmek bilmeyen

kış geceleri, serin yaz akşamına döner. Artık be-

den denilen o cismaniyetin her uzvu sevgiliye

dokunurcasına, sevgiliyi görürcesine, sevgiliyi

işitircesine Allah der coşar, Allah der ağlar du-

rur, hasretlik bir kez daha gönül diyarını yakar.14

Allah dostları, dervişleri bütün varlıklarını

feda edip fakirlik ve yokluğa davet ederler. On-

ların davetlerine icabet eden sadıklar samimi

olarak Allah’a dönerler. Allahu Teâlâ bana geri

dönün, bana teslim olun buyurur. Ona varlığı-

nı teslim edenler hakkın nimetlerine kavuşur-

lar. Aşk mektebinin muallimleri bu dünyanın

fâniliğini, dünyanın her şeyini terk etmeyi, so-

yutlanmayı öğretirler, tam fenayı öğretirler. O

cemali gören âşık olur. Sonra ayık olur, nasıl

ayık olabilir ki, o zaman isteyen bulunmaz mat-

lub (istenilen) olur. Yüz gösterir akıl götürür. Yok

olma ve yokluk yolu bulunur.15

Tasavvuf ehlinin halka ve halkın iltifatına

ihtiyacı yoktur. Tasavvuf ehlinin bu kisveye ih-

tiyacı yoktur. Bu suretin elbisesi eski olsa bir

gam vermez. Çünkü onlara varlık ile yokluk bir-

dir. Cüneydi Bağdadî Hazretleri’nin: “Tasavvuf,

Allah’ın (c.c.) seni sende öldürmesi ve kendisiy-

le diriltmesi… Gayr ile alâkasız olarak Allah ile

olmak…” diye tarif ettiği hakikati Hulûsi Efendi

Hazretleri: “Yok olmak bulmak / Bulmak yok ol-

maktır.” diye betimler.

Onlar “Hâl” Diliyle Konuşurlardı

Aşk mektebinin üstadı olan kâmil veli-

ler, “hâl” ehli olduklarından, birbirleriyle konuş-

maları da “kaal” diliyle değil, “hâl” diliyledir.

“Bir gün Bağdat’dan Mutasavvıf Şeyh Şihabed-

din Ömer Suhreverdi Hazretleri’nin Kayseri’ye

Hz. Mevlânâ’nın hocalarından Seyyid Burha-

neddin Hazretleri’ni ziyarete geleceğini haber

verirler. Bir-iki gün sonra Suhreverdi Hazretleri

Kayseri’ye gelir, Seyyid Burhaneddin Hazretleri’ni

zaviyesinin önündeki bir toprak yığınının üstünde

bularak yanı başına çömeliverir. Saatler geçtiği

halde tek kelime konuşmazlar. Sonunda Suhre-

verdi Hazretleri, Seyyid Hazretleri’nin yanından

ayrılır, bu garip ziyareti şaşkın şaşkın seyreden

müritleri Seyyid Hazretleri’ne şöyle sorarlar:

- Bu nasıl görüşme böyle? Aranızda hiçbir

sual ve cevap vaki olmadı. Tek kelime konuşma-

dınız. Buna sebep nedir?

Seyyid Burhaneddin Hazretleri şu cevabı verir:

- Hâl ehli yanında “kaal” dili değil, “hâl” dili

lâzım. Kur’ân-ı Kerim’de “Susunuz!” hitabı varid

oldu. Hakikati görenin huzurunda susmak gere-

kir. Zira “hâl” olmaksızın “kaal” ile gönül müş-

külleri çözülemez.”16

Leyla ile Mecnûn’un bir mektep sırasında

sevgiyi gönülde hissetmelerini metafor olarak

kabul edersek, aşk mektebi fedakârlığı, karşılık-

sız sevmeyi, her şeyden vazgeçebilmeyi öğretir

sevene. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazret-

leri de bir beytinde şöyle buyurur:

Var mâlını koy kâlini koy hâlini koy kim

Yokluk okudur hocaları mekteb-i aşkın11

(Varlık eseri olup seni Allah’tan ve ilahî mu-

habbetten uzaklaştıran, dünya malını, sözlerini

hatta kendim kazandım dediğin hallerini bırak.

Aşk mektebinin hocası olan mürşid-i kâmiller

sana yokluk dersini okuturlar. O dersi okuyanlar

gerçek varlık sahibini dahi iyi idrak ederler.)

Aşk mektebinin hocaları mürşid-i kâmillerdir.

Burada öğretilen ilk ders varlığa sevinmemek

ve yokluğa üzülmemektir. Allahu Teâlâ: “Eliniz-

den çıkana tasalanmayasınız, onun size verdiği

ile sevinip şımarmayasınız.”12 diye buyurmuştur.

İnsanlar aslında varlığa üzülerek yokluğa sevin-

melidir. İkinci alâmet, zem (bir kimseyi kötüle-

me) ile medhî (övme) müsavî (eşit) görmektir.

Birincisi malda zühdün, ikincisi de makam ve

mevkideki zühdün alametidir. Üçüncü alâmet,

çoğunlukla tâatın zevkine varmak ve Allah ile

ünsiyet etmektir. Zira gönül, sevgiden hâlî ola-

maz. Ya dünyayı veya Allah’ı sevecektir.13

Aşk mektebinin terbiye metodunu H. Hami-

dettin Ateş Efendi şöyle dile getiriyor:

“İnsanların mutlu ve huzurlu olabilmesinin

ilk şartı, birbirleriyle kardeşçe, sevgi, saygı ve

hoşgörü içerisinde anlaşabilecekleri, gönül ba-

ğının ve gönül dostluğunun tesis edilmesidir.

Tasavvuf yolunu benimseyen sâlikler, bu mek-

tebin sıralarında, bu iklimin havasını soludukça,

o atmosferde pişerek olgunlaştıkça şekillenir-

ler. Sohbet halkalarında manevî eğitim ve ter-

biye gördükçe; kendi iç dünyasındaki duygu ve

isteklerini en insanî seviyeye oturturken, diğer

insanlarla münasebetlerini de sevgi ve saygı

kuralları dâhilinde gönül dostluğuna çevirirler.”

“Aşk mektebinin terbiye metodunu H. Hamidettin Ateş Efendi şöyle dile getiriyor: ‘İnsanların mutlu ve huzurlu olabilmesinin ilk şartı, birbirleriyle kardeşçe, sevgi, saygı ve hoşgörü içerisinde anlaşabilecekleri, gönül bağının ve gönül dostluğunun tesis edilmesidir.”

“Cüneydi Bağdadî Hazretleri’nin: “Tasavvuf, Allah’ın (c.c.) seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi… Gayr ile alâkasız olarak Allah ile olmak…” diye tarif ettiği hakikati Hulûsi Efendi Hazretleri: “Yok olmak bulmak / Bulmak yok olmaktır.” diye betimler.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba32 33

Page 18: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

“O’na Malik Olanlar Neden Yoksun, O’ndan Yoksun Olanlar Neye Maliktir?”

Malını tacını tahtını, namını, nişanını bırakıp

aşk mektebinin en mühim talebelerinden olan

İbrahim b. Edhem Hazretleri’nin bir menkıbe-

siyle yazımızı tamamlayalım:

Deniz kenarında oturmuş dikiş dikmek-

le uğraşırken; balıkçının biri, İbrahim Edhem

Hazretleri’ne:

– Diktin, niye söküyorsun? Söktün, niye di-

kiyorsun? Ver de ben dikeyim. Ben balıkçıyım,

elim yatkındır. Seyrediyorum, uğraşıp duruyor-

sun, dedi.

– Nefsimi meşgul ediyorum. Ben onu meşgul

etmesem o beni meşgul edecek.

– Nedir şu nefs, nefs dediğin şey? Yalnız sen-

de mi var? Senden başka bir şey mi?

– Hem benim, hem ben değilim.

– Ben balıkçıyım, benim kayığım dediğim za-

man ben ayrı, kayık ayrı değil mi?

– O, hem sen olursun, hem senin dışında bir

sen.

– Benim aklımı karıştırma. Nefs, ruh mu yok-

sa? İbrahim Edhem Hazretleri:

– Ruhun karşısında olan; nefs gece ise, ruh

gündüzdür. Hakikatte ayağına takılmış bir ke-

lepçe gibidir. Seni, hak yolundan geri koyar. İn-

sanın hem kazanmasına, hem de mahvolması-

na sebep olur.

– Ne kadar derin.

– Asıl derinlik onun altında.

– Anlat.

– Vazgeç! Sen, Allah’a perde olanları arala-

maya, kaldırmaya çalış. Parmaklarınla, dişlerin-

le yırt!

– Nasıl yırtılır?

– Onu bir balık ağı gibi parçalamak için, he-

veslerden vazgeçmek, herşeyi dostun yoluna

sermek lazımdır.

– Ben, İbrahim Edhem Hazretleri değilim

ki, tacımı, tahtımı bir vuruşta yerle bir edeyim.

Dağlara çekileyim, sırtımda odun taşıyayım.

– Sen, İbrahim Edhem’i nerden biliyorsun?

– Herkesin dilinde onun hikâyesi, saltanatını

terk edişi.

İbrahim Edhem Hazretleri:

– Boşuna terk etmiş tacını, tahtını. Meramı,

dillere destan olmakmış. Gayesi yine şöhret. Ha

şöyle, ha böyle şöhret. Sahtekâr Edhem! Şöh-

rette afet vardır, mürayi İbrahim Edhem!

– Niye bu kadar yükleniyorsun? Zavallı ne

yapabilirdi?

İbrahim Edhem Hazretleri:

– Namsız, nişansız kalmanın, silinip gitmenin

çaresine bakmalıydı.

– Bir defa Sultan olmuş, ondan sonra nasıl

gizlesin kendini.

– Gizlenmesini bilseydi, Sultan kürkünün

içinde bile gizlenirdi. Eksik adammış.

– Öleceğiz, ama sanki hiç ölmeyecekmiş gi-

biyiz. Birisi ölüyor, fakat hazırlığımızda bir deği-

şiklik yok.

– Her evin bahçesine mezarlık yapılsa her

baktığımız şeyde “Her nefis ölümü tadacaktır.”

yazsa yine hakkıyla anlayamayız.

– Peki, nasıl olmalı?

– Son nefeste nasıl olacaksa hep öyle olmalıdır.

– Ölüm deyince; aklıma oğlum geliyor. Beş

yaşında bir oğlum vardı. Şu denizin kenarında

oynarken denize düştü. Günlerce aradık bula-

madık. Birgün, balık ağımın içinde onu buldum.

Bu iş niye böyle oldu diye annesi çıldırdı.

– Sus! Mal sahibi sen misin? Kendi iraden ol-

madan bedavadan elde ettiklerin elinden alın-

dığı zaman neden isyan ediyorsun? Nasıl oluyor

da, Allah’a hesap sormaya kalkıyorsun? Yara-

tan, yaşatan, rızk veren, alan Allahu Teâlâ’dır.

İsyan etmek bizim ne haddimize. Çıldıran anne

bilsin ki, merhamet sahibi kendi değil, Allah’tır.

Dikenli yavrusunu bağrına basan kirpiye, yuva-

sında çağrışan yavrularını beslemek için can si-

perane uçan şu kuşlara merhameti bağışlayan

Rabb’im değil midir? Rahmetinin kuşatmadığı

hiç bir yer kalmamışken, kendi kaybımıza üzül-

meye hakkımız yok. O’na malik olanlar neden

yoksun, O’ndan yoksun olanlar neye maliktir?

Ağla, ağla. Ağlamak rahmettir. (Adam ağlıyor-

du.) Ağlamayan ne bilir, dedi.

– Allah’tan korkmak ve sevmek istiyorum.

İbrahim Edhem Hazretleri:

– Sevgiden büyük korku mu olur? Asıl sevi-

lenden korkulur.

Dipnot

1. Süleyman Uludağ, “Aşk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansik-lopedisi, C.4, İstanbul 1994, s. 11.

2. 5/Maide, 543. 9/Tevbe, 244. İmam-ı Gazâli, İhyâ’u ulûm’iddin, (Ter. Ahmet Serdaroğlu),

Bedir Yay., C. 4, İstanbul 2002, s. 5425. İmam-ı Gazali, İhya, C.4, s. 5366. İmam-ı Gazali, İhya, C.4., s. 5377. Uludağ a.g.m., s. 12.8. A. E. Afifi, “İbn Arabi”, İslâm Düşünce Tarihi,(Terc. Mustafa

Armağan.) C. II, İstanbul 1990, s. 28. Ayrıca Bkz: Mahmut Kaplan, Gönül ve Aşka Dair, Nasihat Yayınları, Ank., 2012, s.68-70.

9. Yunus Emre Divanı II, Tenkitli Metin, Haz. Mustafa Tatçı, Ankara 1990, s.139.

10. Kaplan, Gönül ve Aşka Dair, s. 74.11. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Divân-ı Hulûsi-i Darendevi,

(Haz: Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, İst., 2013, s. 149.

12. 57/Hadid, 23.13. İmam-ı Gazâlî, İhyâ, C. 4, s. 441.14. Ayten Doğru, Yusuf Hakîkî Baba’nın Hayatı ve Tasavvufi

Görüşleri, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2014, s. 190.

15. Ayten Doğru, a.g.e, s. 220.16. Mehmet Önder, Mevlânâ (Hayatı-Eserleri), Tercüman 1001

Temel Eser Yayınları, İstanbul, 1987, s. 48.

“Aşkın merkezi olan gönül öyle bir diyar ki sevgiliden başka her şey ona çer çöp mesabesindedir. Gönlü sevgiliye musahhar kılmak isteyen gönlün kapısında sevgiliden başka kimseyi oraya koymaz. Gönül sevgiliye yâr olunca, gönül sahibi sevgiliyle boyanır. ”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba34 35

Page 19: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Bir insanın Allah ile arasındaki ilişkinin

ne kadar içten ve sağlam olduğunu çev-

resindeki insanlar tam olarak bilemez.

Gerçi emirleri yerine getirmede, yasaklardan

kaçınma noktasında gösterdiği hassasiyet bazı

ipuçları verebilir ancak çoğu zaman gördükle-

rimiz bizi yanıltır. Çünkü insanlarını niyetlerini

okuma imkânına sahip değiliz. Bu nedenle baş-

kalarının ne kadar iyi veya kötü mü’min olduk-

ları hususunda kendimizi hakem yerine koyarak

hüküm vermek son derece yanlıştır. Lakin bu

hataya çok düştüğümüz olmaktadır. Bütün yap-

tıklarımız doğru, cenneti garantilemiş ve Allah

tarafından yetkilendirilmiş gibi davranmakta-

yız. Bu nedenle de başkaları hakkında çok rahat

bir şekilde hükümler veriyoruz. Ancak burada iki

önemli tehlike bulunmaktadır:

Birincisi, başkalarının kusurlarını dilimize

dolayarak başta gıybet olmak üzere pek çok

günaha düşmekteyiz. Unutmamak gerekir ki,

gıybet yapan insan anlattıklarının içine başka

şeyler de katarak işi iftira aşamasına kadar gö-

türür. Çünkü amacı çekiştirdiği kimseyi karşı-

sındaki nezdinde küçük düşürmek olduğundan

dolayı bire on katarak bahsettiği kimseyi iyice

kötülemeye çalışır. Dikkat edecek olursak, baş-

kasını çekiştiren kimsenin niyeti o kimseyle ilgili

olarak iyi değildir. Başkalarına fenalık yaparak

kendi nefsindeki azgınlığı bir nebze teskin et-

meye çalışmaktadır. Bu nedenle çok gıybetçi

olanların başkalarının kötülüğünü isteyen kötü

niyetli kimseler olduklarını görürüz.

İkinci önemli tehlikeye gelince, başkalarının

Müslümanlığı hakkında değerlendirmelerde

bulunanların kendilerini Allah’a yakın görme-

lerdir. Sanki Allah’ın has ve özel kuluymuş gibi

başkaları hakkında konuşup durular. Dolayısıy-

la burada her şey bir yana kibir vardır, kendini

beğenmişlik vardır. Sanki Allah onu kendisine

yakın bir kul olarak kabul edip özel bir görev

vermiş gibi başkaları hakkında hükümler verir.

Dolayısıyla bu tavrın enaniyetten beslenen bir

boyutu vardır.

İşin ilginç tarafı, başkalarını konuşup duran-

ların kendi eksiklerini görmezlikten gelmeleri-

dir. Çünkü başkalarının kusurlarından beslenir-

ler. Bunlar çoğunlukla da bir şey başaramayan

insanlardır. Bu nedenle de diğerlerinin kendi-

lerinden öne geçmesini istemezler. Bir şey ya-

panları eleştirerek kendilerini tatmin etmeye

çalışırlar. Oysa bir iş yapanın eksiklerinin olması

kaçınılmazdır. Çünkü bir iş ortaya koymaktadır.

Bir iş yapmazsanız, hatanız da olmaz. İş yapı-

yorsanız kusurunuz da olacaktır. Çünkü hata-

dan korunmuş tek varlık Allah’tır. Nitekim bir

hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Eğer siz günah

işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize,

günah işleyip, peşinden tevbe eden kullar yaratır-

dı.”1 Ayrıca unutmamak gerekir ki, Rabb’imizin

pek çok ayette bizden tevbe etmemizi istemesi

hata ve yanlışların içine düşebileceğimizin de-

lilidir.

Demek ki, başkalarının kusurlarına odaklan-

mamak gerekir. Tam tersine şöyle düşünmek

gerekir: Bir insanın namaz kılmaması mı iyidir

“Günümüz Müslümanların kulluklarının en eksik kalan yanlarından birisi kendilerini bırakıp başkalarını hayatlarının merkezine almaları, başkalarına

göre yaşamaları ve herkesi çekiştirmeleridir. Gerçi bizi bu hale getiren o kadar çok kötülük vardır ki?! Seyrettiğimiz filmler ve diziler tamamen dedikodu, onun bunun kuyusunu kazmakla ilgilidir. Dolayısıyla ekranda

gördüklerimiz bazı şeyleri gözümüzde basitleştirmektedir. Hatta farkında olmadan haber bültenleri bile bizi olumsuz anlamda etkilemektedir.”

KulluğumuzKÜLTÜR Enbiya YILDIRIM*

Kulluk Değil

“İnsanın hayatını kendisi için değil de başkaları için yaşaması ne kadar kötüdür!? Etrafındaki insanları kendisine ölçü alması ve bir yarış içerisine girerek hep önde olmak veya başkalarının tökezlemesini, yanlışlar içine yuvarlanmasını istemek ne kadar acıdır!? Oysa Müslümanın gözetmesi ve kollaması gereken tek şey Rabb’inin rızasıdır.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba36 37

Page 20: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

gibi haramlardan kaçındığımızda mükemmel

bir kul olduğumuzu ve cenneti garantilediğimi-

zi düşünüyoruz. Her birimiz yaşadığımız kulluk-

tan son derece memnunuz. Allah’ın bizleri ade-

ta mecburen cennete sokacağını düşünüyoruz.

Rabb’imiz bizi cennete sokmaya mahkûmmuş

gibi bir anlayış içerisindeyiz!

Pek çoğumuz, işlediğimiz bazı farzlar ve ka-

çındığımız bazı büyük haramlar nedeniyle ken-

dimizi olmuş ve neredeyse ermiş görüyoruz.

Bunların kulluğumuza yettiğini düşünüyoruz.

Bu nedenle de kendimize bazı haramları işle-

me ve onları önemsiz işler gibi görme yetkisi

veriyoruz. Çağımızın dindar hastalığının so-

nuçlarından birisi işte budur. Yeni bir günahkâr

tipi ortaya çıkmıştır. Temel bazı farzları yerine

getiren, bazı büyük haramlardan kaçınan ama

bunun yanında Allah’ın yasakladığı pek çok ya-

sağı çekinmeden işleyen ve kendi kulluğundan

memnun olan bir Müslüman cinsi türedi!

Doğrusu, haramları işlemek ile bazı emirleri

eda etmeyi birbirine o kadar uyumlu hale ge-

tiriyoruz ki, sanki dindarlık buymuş gibi düşün-

meye başlıyoruz. Oysa bu kulluk Allah’ın istediği

kulluk değil ki! Çünkü bizim dindarlığımız şekle

indirgenmiş bir dindarlıktır. Yerine getirdiğimiz

bazı emirleri hayatımızdan çıkaracak olsak ne-

redeyse Müslüman olmayanlarla farklı bir tara-

fımız kalmaz. Çürümüşlük her yanımızı sarmış

durumdadır.

En kötüsü, bu ikircikli halimizle Allah’ımızı

memnun ettiğimizi düşünüyor olmamızdır! Ya-

şadığımız hâle kendimizi o kadar kaptırdık ve

kabullendik ki, daha yapılacak bir şey yok diye

düşünüyoruz. Oysa her şeyi gören ve bizlerin

içini adeta okuyan yaratıcımız kime kulluk yap-

tığımızı, ibadetlerimizi yerine getirirken onun-

la ne kadar irtibata geçtiğimizi ve kulluğumu-

zun hayatımızı ne kadar ıslah ettiğini çok iyi

bilmektedir. Bu nedenle de yaşadığımız çağın

Müslümanlarının dünya sınavını doğru verdik-

lerini söylememiz son derece güçtür. Dindarlık

zahirde vardır ve kalbe inmemiştir. Dünyevî ih-

tiraslar her yanımızı kaplamış, Allah için gözya-

şı dökmemiz zorlaşmıştır. Hayatımızın manevî

boyutu neredeyse dibe vurmuştur. Bu nedenle

de ibadetlerimizi yerine getirdikten sonra gön-

lümüzde derinlemesine bir mutluluk hissede-

miyoruz.

Nefsimize konduramadığımız ölümle yüz-

leştiğimizde her şey çok geç olacak. Asıl olan

insanın silkinerek kendisine gelmesi ve gelecek

günlerinin geçmiştekiler gibi çok hızlı geçeceği-

ni düşünerek ebedî ahiret yurduna hazırlık yap-

masıdır. Günümüz Müslümanı bunu ne kadar

başarıyor derseniz, cevabım hiç birimizi mem-

nun etmeyecektir. Allah hepimizi ıslah etsin!

yoksa eksikleriyle beraber namaz kılması mı?

Elbette namaz kılması iyidir. Çünkü kılmadı-

ğı zaman bir emri terk etmekte ve haram iş-

lemektedir. Demek ki bu duruma şükretmeli

ve sevinmeliyiz. Peki, namaz kılan bu insanın

namazlarında eksiklikler varsa, kusurlarına mı

odaklanmalıyız? Elbette hayır; çünkü o Allah’a

görevini ifa ediyor yani bir iş yapıyor. Dolayı-

sıyla edasında hatalar olabilir. Şimdi biz onun

kusurlarına odaklanarak bunları dilimize dola-

yıp onu çekiştirip duramayız. Yapacağımız şey,

kardeşimizi usulünce uyararak namazını daha

güzel bir şekilde eda etmesini sağlamaktır. Biz

bunu yapmayıp da o kardeşimizin kusurlarını

dilimize dolayıp nefsimize keyif aldırmaya ve

etrafımızdakilere küçük göstermeye çalışıyor-

sak haramın içine dalan biziz demektir. Kardeşi-

mizin diğer işlerinde de aynı şeye dikkat etmek

durumundayız.

Günümüz Müslümanların kulluklarının en

eksik kalan yanlarından birisi işte budur. Yani

kendilerini bırakıp başkalarını hayatlarının

merkezine almaları, başkalarına göre yaşa-

maları ve herkesi çekiştirmeleridir. Gerçi bizi

bu hale getiren o kadar çok kötülük vardır ki?!

Seyrettiğimiz filmler ve diziler tamamen dedi-

kodu, onun bunun kuyusunu kazmakla ilgilidir.

Dolayısıyla ekranda gördüklerimiz bazı şeyleri

gözümüzde basitleştirmektedir. Hatta farkın-

da olmadan haber bültenleri bile bizi olumsuz

anlamda etkilemektedir. Açtığımız kanal kendi

siyasî duruşuna göre başkalarının kusurlarını

ortaya dökmekte ve bizi kendisine yandaş yap-

maktadır. Bunun yanında maddiyat hırsı, dün-

yalık elde etme azgınlığı hepimizi etkisi altına

aldığı için tevekkül ve yetinme duygusundan

iyice uzaklaştık. Bu nedenle de başkalarının ne

yapıp ettiklerini ve ne kazandıklarını takip edip

duruyoruz. Bu bizi başkalarıyla bir yarışa soktu-

ğu gibi etrafımızdaki insanları küçük görmeye,

hatalarını aramaya ve kusurlarını büyütmeye

sevk ediyor. Çünkü birilerinin fazla dünyalık elde

etmesi veya bir alanda başarılı olması bizi mut-

lu etmeyip kedere sürüklüyor. Biz elde edeme-

diysek başkalarının da elde edememesi gerekti-

ğini düşünüyor ve onu kötülemeye koyuluyoruz.

Oysa Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:

“Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama!

Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni

derde uğratır.”2

İnsanın hayatını kendisi için değil de başkala-

rı için yaşaması ne kadar kötüdür!? Etrafındaki

insanları kendisine ölçü alması ve bir yarış içe-

risine girerek hep önde olmak veya başkalarının

tökezlemesini, yanlışlar içine yuvarlanmasını is-

temek ne kadar acıdır!? Oysa Müslümanın gö-

zetmesi ve kollaması gereken tek şey Rabb’inin

rızasıdır. Hayatını ona göre yaşamasıdır. Kaldı

ki, ona göre yaşadığında etrafındaki insanlarla

olan ilişkileri de Allah’ın razı olacağı düzleme

gelecektir. Lakin maddiyatın her şey olduğu gü-

nümüzde manevî tatmini, yetinmeyi, kalbimizi

temiz tutmayı bir tarafa atarak sürekli bir koş-

turmaca içerisinde hep daha iyi imkânlara ve

konumlara sahip olmayı, başkalarını geçmeyi

hedefler olduk. Manevîyat adeta hayatımızdan

çıkıp gitti. İbadetlerimiz bile şekilde kaldı. Na-

mazın lezzetini tadamadan selam verip kalkı-

yoruz. Aklımıza Rabb’imizin huzurunda olduğu-

muz bir kez olsun doğru bir şekilde gelmiyor!!

Günümüz dindarlığı öyle bir hale geldi ki,

bazı farzları yerine getirdiğimizde, zina ve faiz

Dipnot

* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM1. Muslim.2. Tirmizî.

“Dünyevî ihtiraslar her yanımızı kaplamış, Allah için gözyaşı dökmemiz zorlaşmıştır. Hayatımızın manevî boyutu neredeyse dibe vurmuştur. Bu nedenle de ibadetlerimizi yerine getirdikten sonra gönlümüzde derinlemesine bir mutluluk hissedemiyoruz.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba38 39

Page 21: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Hocası Akşemseddin’in Göynük’deki tür-

besi 1464 yılında Fâtih Sultan Mehmed

Han tarafından yaptırılmıştır. Kefeki ta-

şından yapılmış kasnaksız bir kubbe ile örtülü

altıgen planlı bir yapıdır. Girişi doğu yönündedir.

Kapının üzerinde sivri kemerli bir alınlık yer alır.

Türbenin içi çok sadedir. Kubbenin oturduğu

pandantifler ilgi çekicidir. Her kenarda, altta ve

üstte ikişer sıra halinde yer alan pencerelerden

üst sıradakiler geç devre ait renkli camlı alçı

şebekelerle süslenmiştir. Akşemseddin’in san-

dukası 2.50×0.50 metre boyutunda, kapıdan

içeri girince sağdadır. Ceviz üzerine kabartma

yazı ile süslü olan bu sanduka Osmanlı ağaç iş-

çiliğinin güzel bir örneğidir. Kapaklar nar çiçe-

ği kabartması ile süslenmiştir. Türbede ayrıca

Akşemseddin’in oğulları Sadullah ile Emrullah

çelebilerin sandukaları vardır.

Asıl adı Mehmet Şemseddin olan Akşemsed-

din Şeyh Hamza’nın oğlu olarak Şam’da dün-

yaya gelmiştir. Manevî kimliği ön planda olan

büyük velî aynı zamanda meşhur bir tabîbdir.

Şemsîyye-i Bayramiyye isimli tarîkatın kurucusu

ve Fâtih Sultan Mehmed’in mürşididir, saçının,

sakalının, yüzünün ak olması ve beyaz elbiseler

giymesinden dolayı, “Akşemseddin”, “Akşeyh”

namıyla anılmıştır. Küçük yaşlardan itibaren ze-

kası, hali, davranışları geleceğe ışık tutmuştur.

Başta İslâmî ilimler olmak üzere, tıp, eczacılık,

astronomi, biyoloji ve matematik eğitimleri

de almış ve zamanın ünlü bilim adamlarından

birisi olmuştur. Öyle ki, çağ açıp çağ kapayan

İstanbul’un fâtihini yetiştirmiştir. Mehmet Şem-

seddin ailesiyle beraber önce Amasya’ya yedi

yaşında ise ailesiyle birlikte Çorum-Osmancık

kazasının Sarpın Kavak köyüne yerleşmiştir. Ba-

basının vefatından sonra Akşemseddin, müder-

rislik pâyesi almış ve Osmancık Medresesi’ne

müderris olmuştur. Akşemseddin ayrıca, tıbba

ve eczacılığa merak sararak tıp alanında çok

ilerlemiştir.

Tasavvufun bütün yollarını ve inceliklerini

öğrenen Aksemseddin, Hacı Bayram Veli’den

icâzet almış ve taç giymiştir. Şeyh Hamîd-i

Velî/Somuncu Baba Hazretleri’nin izleri haya-

tının derinliklerinde gizlidir. Bu izlerin nişânesi

Osmanlı tarihini ve coğrafyasını etkilemiştir.

Akşeyh Hazretleri Hacı Bayram Veli’den aldığı

izinle Ankara’dan ayrıldı ve Beypazarı’na yer-

leşti. Beypazarı’nda büyük bir şöhret bulan Ak-

şemseddin, kısa bir süre sonra oradan da ayrılır

ve Çorum ilinin ilçesi İskilip’e yerleşir. Burada

da fazla kalmayıp İskilip’ten sonra da Bolu’nun

Göynük ilçesine yerleşir. Göynük’te de yine bir

değirmen ve mescid inşâ ettirip, kendi çocukla-

rının tahsil ve terbiyesi ile meşgul olmuş, diğer

taraftan mevcut eserlerini yazmıştır.

Tabîb-i Hâzık Akşeyh Hazretleri

Ruhların ve Bedenlerin Tabîbi

TARİH Resul KESENCELİ

“Mikrop üzerine çalışmaları ile yakından tanınan Fransız bilim adamı Pasteur da mikrobu dörtyüz yıl sonra kendi dilinde tohum olarak tanımlayacaktır. Yani asırlar öncesinden yakalanan ilim ve fenne Batı çok sonra erişebilecekir. Bu sebebledir ki öncelikle nesillerimize kendi kültürümüzü hakkıyla ve doğru olarak öğretmemiz gerekmektedir.”

“Dinî eserlerinin yanında tıp alanında da önemli eserler kaleme almıştır. Bu konuda en önemli eseri Mâddetü’l-Hayât’tır. Onun bu eserinde şu

cümlesinden tıp tarihinde büyük bir keşfede imza attığını anlıyoruz: ‘Bütün hastalıkların çeşitli tipleri, bitki ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve

asılları vardır.’ Akşemseddin’in burada tohum olarak adlandırdığı hastalığa yol açan nesnenin mikroptan başka bir şey olmadığını anlıyoruz.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba40 41

Page 22: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Akşemseddin Hazretleri’ne ait pek çok men-

kıbe ve güzel sözler bulunmaktadır. Bu güzel

sözlerden bazılarını paylaşalım.

1. Bazı insanlar vardır ki selâm verirler ve

selâmlarından is kokusu gelir. Bazıları da var-

dır ki selâm verirler ve onların selâmından

misk kokusu gelir.

2. Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedir-

ler, ama benim için sanki Yemen’dedirler.

Yemen’de olan niceleri de vardır ki sanki di-

zimin dibindedirler.

3. Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, hiç ara-

mamak demektir.

4. Tuzağa saçtığın taneler cömertlik sayılmaz.

5. Kanâatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç

kimse padişah olmadı.

6. Bal yiyen, arısından gocunmaz.

7. Bir mum, diğerini tutuşturmakla ışığından

hiç bir şey kaybetmez.

8. Ne mutlu o kimseye ki kendi ayıbını görür.

9. Balığa, denizden başkası azaptır.

10. Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin, karşın-

dakinin anlayabildiği kadardır.

11. İçteki kiri su değil, ancak göz yaşı temizler.

12. Aşk dâvâya benzer, cefâ çekmek de şâhide.

Şâhidin yoksa dâvâyı kazanamazsın.

13. Ben, hürriyeti kulluğa satmam.

Akşemseddin Hazretleri’nin Nasîhatnâme’sin-

den de bazı nasihatleri ifade edelim.

1. Her işe besmele ile başla, zikrin dâimâ

Hüdâ’yı hamd olsun.

2. Dâimâ temiz ol. Dinine bağlan, cehennem

azâbından da kork.

3. Tembel olma; namaza önem ver, o namazın

nûruyla doğruluğa devam et. Gece ve gün-

düz Hüdâ’ya tazarru üzere ol.

4. Kâr ve kazancına isyân etme. Kim kâr ve ka-

zancına isyan ederse, o rızkını azaltmış olur.

5. Nimetlere şükret, belâlara sabret; böyle ya-

pan gönül aynasını nurlandırır.

6. Dünya neşeleri ile mağrûr olma; sultanların

iltifatına sevinme.

7. Kimseye sitem ve cefâ etme; böyle yapan

Hüdâ’ya dost olamaz.

8. Ömrün uzun olsun istersen, çok çok ihsan ve

ikramda bulun.

9. Dilinde olanları halka yayma, gece gibi ol, sır-

rını ifşâ etme.

10. Hiç kimsenin nimetine hased etme, gücün

yeterse hased kapısına sed çek.

11. Kimseyi çekiştirip kötüleme; kendi nefsini

başkalarına medheyleme.

12. Geçici şeylere önem verme; vaktine göre

hareket et. İçinde bulunduğun hali gözet.

13. Verdiğini alma; tüccar gibi ol.

14. Nâmahreme bakma, çünkü o, kişiye gaflet

verir.

15. Başkalarını kötüleme, yalan ve iftirâ atma,

kimsenin kalbini kırma.

16. Atanı, anne ve babanı isimleri ile çağırma.

17. Senden üstün kişilerin önünde yürüme; on-

lara karşı edepli, mütevâzı ve ikramlı ol.

18. Tatlı yemek zihni ve zekâyı genişletir.

19. Tarağı ortak kullanma; yabancının tarağına

el sürme.

20. Akıllı isen yalnız olarak sefere çıkma; bunda

çok tehlike vardır.

21. Geceleri uyanık ol. Seher vakitleri Rabb’ini

zikret.

Mikrobu İlk Keşfeden Bilim Adamı

Akşemseddin dünya tarihinde ilk kez mik-

robun varlığından bahseden kişi olmuştur. O

mikrobu tohum olarak tanımlamıştır. Akşem-

seddin daha çok dinî ve hatta tasavvufî yönü

ile tanınmıştır. Fakat o aynı zamanda zamanın

en iyi hekimlerinden birisidir. Hiç kimsenin iyi-

leştiremediği Kazasker Çandarlıoğlu Süleyman

Çelebi’yi hazırladığı ilaç ile iyileştirmiştir. Ayrıca

rahatsızlanan Fâtih’in kızını da tedâvi ettiği kay-

naklarda yer alan bilgiler arasındadır.

Dinî eserlerinin yanında tıp alanında da

önemli eserler kaleme almıştır. Bu konuda

en önemli eseri Mâddetü’l-Hayât’tır. Onun bu

eserinde şu cümlesinden tıp tarihinde büyük

bir keşfede imza attığını anlıyoruz: “Bütün

hastalıkların çeşitli tipleri, bitki ve hayvanlar-

da olduğu gibi tohumları ve asılları vardır.”

Akşemseddin’in burada tohum olarak adlan-

dırdığı hastalığa yol açan nesnenin mikroptan

başka bir şey olmadığını anlıyoruz. Nitekim

mikrop üzerine çalışmaları ile yakından tanınan

Fransız bilim adamı Pasteur da mikrobu dört-

yüz yıl sonra kendi dilinde tohum olarak tanım-

layacaktır. Yani asırlar öncesinden yakalanan

ilim ve fenne Batı çok sonra erişebilecekir. Bu

sebebledir ki öncelikle nesillerimize kendi kül-

türümüzü hakkıyla ve doğru olarak öğretmemiz

gerekmektedir. Akşemseddin’in bu keşfi mik-

roskobun icadında yıllar öncedir. Batı’da mikrop

konusunu ilk kez gündeme getiren İtalyan bilim

adamı Fracastora ise Akşemseddin’den yaklaşık

yüzyıl kadar sonra yaşamıştır.

Ruhların Hekimi

Şöhret, mevki ve mal gibi dünyevî ihtiras-

lardan nefsini korumak için her zaman uzak

köşelerde yaşamayı tercih eden Akşemseddin,

Fâtih’in İstanbul’un fethinden sonraki teklifle-

rinden uzak durarak yine Göynük’te yaşamayı

tercih etti. Yaşadığı dönemde “Ruhların Hekimi”

ve “Bedenlerin Hekimi” olarak adlandırılan Ak-

şemseddin 15 Aralık 1459 tarihinde Göynük’te

vefat etmiştir.

“Şöhret, mevki ve mal gibi dünyevî ihtiraslardan nefsini korumak için her zaman uzak köşelerde yaşamayı tercih eden Akşemseddin, Fâtih’in İstanbul’un fethinden sonraki tekliflerinden uzak durarak yine Göynük’te yaşamayı tercih etti. Yaşadığı dönemde ‘Ruhların Hekimi’ ve ‘Bedenlerin Hekimi’ olarak adlandırılan Akşemseddin 15 Aralık 1459 tarihinde Göynük’te vefat etmiştir.”

Kaynakça

Ethem Cebecioglu, Akşemseddin’de Bazı Tasavvufî Kavramlar-I, Ankara, 1994.

Esin Kahya - Ayşegül D. Erdemir, Bilimin Işığında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Tıp ve Sağlık Kurumları, TDV. 2000.

Mehmet Bayraktar, İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi, TDV 2009

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/756/9636.pdf

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba42 43

Page 23: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Sûfîler zaman zaman tembellik veya çev-

relerine duyarsızlıkla itham edilseler

de meselenin özüne insafla bakıldığın-

da durumun hiç de öyle olmadığı görülecektir.

Tasavvufî sistem, sûfîyi/dervişi ömür boyu sü-

ren bir hareket içerisinde tutabilmek bir başka

ifadeyle bilinçli ve duyarlı bir hayat yaşamaya

yönelik kurallar manzumesi olarak tesis edil-

miştir. Tasavvuf; nefs, şeytan, dünya ve şey-

tanlaşmış insanlarla mücadele, zikir, tefekkür,

halvet, celvet, rabıta, hal ve makamlar, güzel

ahlak hassasiyeti ve diğer kavram ve uygu-

lamalarıyla sûfîyi/dervişi gaflet ve tembellik-

ten aksiyon ve kulluk bilincine ulaştırmayı he-

deflemiştir. Sûfîlerin özellikle nefislerini ıslah

için dayanağını Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Hira

Mağarası’nda kendini ve çevresini anlamak ve

anlamlandırmak gayesiyle gerçekleştirdiği te-

fekkür sürecinden alan ‘Halvet’ uygulamaları

dolayısıyla toplumdan el-etek çektikleri yönün-

de eleştirildiklerini görürüz. Yine onlar, sadece

kendileriyle meşgul oldukları nefs mücadelesi

adı altında bir başkasıyla veya toplumla ilgilen-

medikleri gibi eleştirilere maruz kaldıkları da

olmuştur. Hâlbuki halvet süreci sûfîler için geçi-

ci bir süreçtir ve onlar bir tırtılın kozası içerisin-

den kelebek olarak çıktığı gibi maddî ve manevî

bir değişim için halveti şart görmüşlerdir. Bu

uygulama dolayısıyla sûfîleri eleştirenlerin Hz.

Musa (a.s.)’nın Tur Dağı’na gidişi ve insanlardan

bir müddet uzaklaşmasını açıklamakta zorlan-

dıkları görülmektedir. Sûfîlerin, nefisleriyle yo-

ğun bir mücadele içerisinde oldukları doğrudur.

Ancak onların bu mücadeleleri hiçbir zaman

dünyadan ele-tek çekme noktasına gelmemiş,

onları çevrelerine karşı duyarsızlaştırmamıştır.

Sözgelimi, seksen yaşları civarında Sivas’tan

Eğri Kalesi’ne Müslüman kardeşlerinin sıkıntı-

larını gidermek için giden Şems-i Sivasî (k.s.);

Libya’daki İtalya işgaline müritleriyle birlikte

direnen Şeyh Ahmed Senûsî (k.s.); Fransızlara

karşı mücadele eden Muhammed Emin el-Zeynî

el-Kalkamî (k.s.), Rus işgaline karşı ‘Müridizm’

hareketiyle onurlu bir direniş sergileyen İsmail-i

Şirvanî (k.s.), Hamza Nigarî (k.s.) ve Şeyh Şamil

(k.s.); Sivas Mebusu olarak ilk mecliste görev

yapan Mustafa Takî Efendi ve millî mücadele-

nin manevî mimarları dönemlerine/çevrelerine

olan duyarlılıklarıyla bu önemli mücadeleleri

gerçekleştirmemişlerdir.1

Aksiyon İnsanı Bir Gönül Üstadı: İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.)

‘Efendi Hazretleri’ veya ‘Pir Efendi’ şeklinde

başta Sivas olmak üzere Anadolu’nun birçok ye-

rinde büyük bir sevgi ve özlemle anılan İsmail

Hakkı Toprak (k.s.) Hazretleri, yukarıda özellik-

leri sıralanan aksiyon sahibi sûfîlerin son dö-

nemdeki en önemli temsilcilerindendir. Kendi-

leri ilk olarak eğitim süreci ve rızkını helalinden

kazanma gayretiyle aktif bir hayatın temellerini

atmıştır. Efendi Hazretleri, Sivas Rüştiyesi’nde-

Sûfî ve Manevî Hareket İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak (k.s.) Örneği

KÜLTÜR Fâtih ÇINAR

“Efendi Hazretleri’ veya ‘Pir Efendi’ şeklinde başta Sivas olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde büyük bir sevgi ve özlemle anılan İsmail Hakkı

Toprak (k.s.) Hazretleri, yukarıda özellikleri sıralanan aksiyon sahibi sûfîlerin son dönemdeki en önemli temsilcilerindendir. Kendileri ilk

olarak eğitim süreci ve rızkını helalinden kazanma gayretiyle aktif bir hayatın temellerini atmıştır.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba44 45

Page 24: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Hazretleri, İmam-Hatip Lisesi’nin ihtiyaçlarıyla

bizzat kendisi ilgilenmiş ilim, irfan ve kültürel

anlamda bir küllenme sürecini yaşayan toplu-

muna küllerinden tekrar doğabilmesi için des-

tek olmuştur. Onun ilmî ve manevî kişiliği etra-

fında kenetlenen insanlarla Sivas İmam Hatip

Lisesi, tarihi boyunca birçok önemli isim yetiş-

tirmiş, gönüllere ilim, irfan ve iman nurunun ak-

masına vesile olmuştur.

Efendi Hazretleri, insan merkezli hizmet an-

layışını cami ve İmam-Hatip hizmetleriyle de

sınırlı tutmamıştır. Kendileri hangi anlayışın-

dan hangi mezhepten olursa olsun insanların

maddî-manevî ihtiyaçlarını giderebilmek için

dur durak bilmeksizin çalışan bir derviş olmuş-

tur. Zara-Cencin Köyü İçme Suyu, Cencin Köyü

Köprüsü ve Tozanlı Köprüsü gibi hizmetlerde

bizzat kendisi de çalışarak dervişliği bir hırka-

bir lokma olarak görmediğini, tam aksine der-

vişliğin aktif bir hayat anlayışla yaratılmışa hiz-

met etme sevdası olduğu hakikatini fiili olarak

gözler önüne sermiştir.

İsmail Hakkı Efendi (k.s.), gönül mimarı birçok

ismin hizmetinde bulunarak hayatını manevî bir

aksiyonun maddî heyecan için önemini lisan-ı

hali ile dile getirmiştir. Sivas Kongresi’nin ve

Sivas’ın manevî hayatının önemli bir ismi olan

Seyyid Abdullah Haşim el-Mekkî/Arap Şeyh

(k.s.), aşk ve heyecan insanı Mûr Ali Baba (k.s.),

Tokat Mebusluğu ve Anadolu’daki derin izleriy-

le gönülleri fetheden Mustafa Haki Hazretleri

ve nihayet Sivas Mebusluğu ile tanınan, ilmî ve

manevî kişiliğiyle gönüllerde özel bir yeri olan

Mustafa Takî Efendi (k.s.)’ye hizmeti ve onların

dualarıyla nefs, şeytan, dünya ve diğer engeller-

den nefsini kurtaran Efendi Hazretleri, aksiyo-

nel hayatın temel unsurunun nefse muhalefet

olduğunu ve yaratılana Yaratandan ötürü mer-

hameti hayatın merkezine yerleştirerek hayatın

anlamlı kılınması gerektiği fikrini benimsediğini

ifade etmiştir.

Netice itibariyle bu hareketli hayat, maddî ve

manevî anlamda bereketli bir sürece şahitlik et-

miştir. Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi

(k.s.), başta olmak üzere daha birçok isim onun

İslâm’ın incelikleriyle şekillenen aktif hayatının

bereketi olarak topluma kazandırılmıştır.2Yunus

misali, kimseyi dışlamayan, ağır başlı, az konuşan,

vatan sevdalısı, temiz, fedakâr, misafirperver, şiir

ve söz üstadı İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’nin gönlü-

nün bam telinden süzülün ve tembelliğe/atalete

ve bananeciliğe muhalefetini gözler önüne seren

şu cümleleriyle çalışmamızı noktalayalım:

‘Hüsnü zan velâyettir, sû-i zan cinayettir.

Ne incit ne incin. İncinmemek kolay da incitmemek zor.’

Bu vücudum mülkü elden çıkmadan,

Çarh-ı devran bu binayı yıkmadan,

Suretle mana bir arada iken,

İki âlemde fırsat elde iken

Gel hubb-ı dünyayı gönlünden gider.

Alasın can âleminden bir haber.’

ki eğitim-öğretim sürecinin ardından Sivas Çif-

te Minareli Medrese ve Gökmedrese’de yüksek

tahsilini tamamlayarak memuriyet hayatına

atılmıştır. İnhisar Memurluğu, Sivas Duyun-ı

Umumiye Memurluğu ve kısa bir süre emlakçı-

lık yaptıktan sonra 1931 yılında kendi isteği ile

emekliye ayrılmıştır.

Yaratılana Yaratan’ın emaneti gözüyle bir

başka ifadeyle şefkat gözüyle bakabilmenin izi-

ni süren İsmail Hakkı Efendi (k.s.), tabiri caizse,

Anadolu’yu manevî tesiriyle mayalayan Yunus

izinde bir ömür sürmüştür. Yaşadığı dönemin

birçok sıkıntısına göğüs germek zorunda kalan

İhramcızâde Hazretleri, inanç, ibadet ve ahlakî

yozlaşmanın önüne geçebilmek için olağanüs-

tü bir gayretin içerisinde kendisini bulmuştur.

Yüzyıllardır Anadolu’nun Müslüman-Türk yurdu

olduğunu simgeleyen camilere karşı takınılan

olumsuz tavır ve bu tavrın neticesinde insanı-

mızın dinine ve kimliğine yabancılaştığı bir dö-

nemde camilere gösterdiği özenle İslâmî bir

aksiyonun önemli bir temsilcisi olmuştur. Kab-

rinin de bulunduğu Sivas-Ulu Cami’nin 1956’da

gerçekleştirilen büyük tamiratı belki de Efendi

Hazretleri’nin hizmet anlayışını gözler önüne

seren en büyük eseridir. İsmail Hakkı Efendi,

Müslümanların dertleriyle dertlenmenin en

büyük simgesi olarak döneminin şartları içeri-

sinde atılması gereken en önemli adımı atmış

ve Ulu Camii’nin aslî hüviyetine kavuşması için

maddî-manevî bütün imkânlarını seferber et-

miştir. Ulu Camii dernek başkanlığının yanı sıra

aynı hassasiyetle Hoca İmam Camii minaresi-

nin yapımı, Hayırseverler, Sofu Yusuf ve Serçeli

Camii dernek başkanlıklarıyla bir şehrin hatta

Anadolu’nun maddî ve manevî değişimine öna-

yak olmuştur.

İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’nin İslâmî ve insanî

saiklerle hareketli bir hayatın önemli bir tem-

silcisi olması sadece camilere ve etrafında top-

lanan insanlara hizmetle sınırlı kalmamıştır.

Kendileri, Anadolu’da ilk açılan İmam-Hatip Li-

selerinden biri olan Sivas İmam-Hatip Lisesi’nin

dernek başkanlığı görevini de üstlenerek ilim,

iman, ibadet ve güzel ahlak ile şekillenmiş bir

neslin yetişmesine katkı sağlamıştır. Efendi

Dipnot1. Kadir Özköse, Muhammed Senûsî: Hayatı, Eserleri, Hareketi, İnsan

Yayınları, İstanbul 2000, s. 59-79; N. A. Ziadeh, Tasavvuf ve Siyaset Hareketi Senûsîlik (trc. Kadir Özköse), İnsan Yayınları, İstanbul 2006,

2. Hayatı hakkında geniş bilgi için bkz.,İsmail Hakkı Altuntaş, Nakşibendî Şeyhi İsmail Hakkı Toprak’ın Hayat ve Menakıbı (lisans tezi, 1992), AÜ İlâhiyat Fakültesi.; Ethem Cebecioğlu, ‘İsmail Hakkı Toprak’, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, İstanbul 1996, c. X, s.159-163; Selçuk Eraydın, ‘İsmail Hakkı Toprak (k.s.)’, Somuncu Baba ve es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi Sempozyumu Tebliğleri, Ankara 1997, s.145-149; Lütfi Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Top-rak Efendi (k.s.): Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, Ankara 2001, tür. yer.

“Netice itibariyle bu hareketli hayat, maddî ve manevî anlamda bereketli bir sürece şahitlik etmiştir. Darendeli Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.), başta olmak üzere daha birçok isim onun İslâm’ın incelikleriyle şekillenen aktif hayatının bereketi olarak topluma kazandırılmıştır.”

“İsmail Hakkı Efendi (k.s.)’nin İslâmî ve insanî saiklerle hareketli bir hayatın önemli bir temsilcisi olması sadece camilere ve etrafında toplanan insanlara hizmetle sınırlı kalmamıştır. Kendileri, Anadolu’da ilk açılan İmam-Hatip Liselerinden biri olan Sivas İmam-Hatip Lisesi’nin dernek başkanlığı görevini de üstlenerek ilim, iman, ibadet ve güzel ahlak ile şekillenmiş bir neslin yetişmesine katkı sağlamıştır.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba46 47

Page 25: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Kapitalist Sisteme Alternatif: İ nsanı emir ve yasaklarının muhâtabı kılan

Allah onu iyiye ve kötüye meyilli olarak ya-

ratmıştır. Dünyanın imtihan yeri, insanın da

imtihana giren varlık olması bunu gerektirir.

Dünya, yer altı ve yer üstü kaynakları ile insanın

emrine verilmiş, insan da Allah’ın emrine tâbi

kılınmıştır. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in de ifade et-

tiği gibi, dünya hayatı insan için âhirete giden

bir yolculuktur. Bu yolculuk boyunca insanın

ihtiyaç duyduğu her şey Yüce Allah tarafından

ona bahşedilmiştir. Ancak sayısız nimetlerle do-

natılan dünyadan yararlanmak için insanın da

çaba ve gayret göstermesi gerekir. Her istedi-

ğinin ayağına gelmesi şeklinde bir hayat dün-

yada yoktur. Bu ayrı bir imkân ve nimet olup

mü’minlere cennet hayatı olarak Yüce Allah ta-

rafından va’d edilmektedir. O ebedî cenneti ve

nimeti kazanmak için bu fânî dünyaya gelmek,

burada Allah’ın talimatlarına uygun olarak bir

hayat yaşamak gerekmektedir.

Bir imtihan dünyası olan bu hayatta insan

her bakımdan sınanmaktadır. Başka bir ifade

ile Yüce Allah insana hangi imkânı vermişse

onunla mutlaka insanı da imtihana tabi tutmuş-

tur. Buna göre sağlık, nimet, zenginlik, makam,

çoluk-çocuk, mal-mülk gibi insanoğlunun var-

lık olarak kabul ettiği ve elde etmek için pe-

şinden koştuğu her şey aslında onun imtihan

vesîlesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak-

tadır: “Mallarınız ve çocuklarının ancak bir imti-

han vesîlesidir, Allah katında ise büyük mükâfat

vardır.”1 Bu nimetlerden her biri ile ilgili olan

imtihanı kazanmanın ayrı bir yolu ve yöntemi

vardır.

Tarih boyunca insanların imtihanı kaybettiği

hususlardan biri mal ile olan imtihandır. Bunun

için Hz. Ömer’in: “Darlıkla sınandık kazandık,

varlıkla sınandık kaybettik.” dediği nakledilir.

Bunun için İslâm mü’minleri varlıklı olmaya teş-

vik eder. Hz. Peygamber (s.a.v.), güçlü mü’minin

zayıf mü’minden daha hayırlı olduğunu ifade

eder. Ancak bu varlık gücünü elde ederken ve

ele geçirdikten sonra bununla imtihan süre-

ci başlamaktadır. Bunun için Allah ve Rasûlü,

malın hedef olmadığını, olmaması gerektiğini

sürekli hatırlatır. Elde edilen malın sadece ka-

FIKIH Abdullah KAHRAMAN*

“Mal, helal yoldan elde edilir. Bunun için kazanma aşamasında hiç kimseye haksızlık yapılmamalı, mal elde edildikten sonra da başkasını ezme ve hor görme vasıtası olarak görülmemelidir. Maldan yoksulun hakkı verilerek toplumda mâlî denge ve paylaşım sağlanmalıdır.”

İslâmî Finans

“İnsanlığın kurtuluşu ve umudu olmak üzere yaratılan Müslümanlar ve İslâm medeniyeti uzun zamandır bu görevini yerine getirememektedir. Onun iktidardan düşmesi de insanlığa çok acılar çektirmiştir. İnsanın kendi eliyle ve hevâsına göre oluşturduğu bütün sistemler çökmüştür.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba48 49

Page 26: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Dipnot*Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

1. 64/Teğâbun, 15.

2. Karadâğî, Ali Muhyiddin, el-Medhal ile’l-iktisâdi’l-İslâmî, I, 5-6.

3. Bk. http://WWW.iifef.com/node/860.

zanana ait olmadığı, zengin olmanın da Allah’ın

bir lütfu olduğu sürekli vurgulanır. Böylece helal

yoldan ve temiz niyetlerle elde edilen mal, iyi

mü’min olmaya ve müstakim bir hayat yaşama-

ya vesîle kılındığı ölçüde imtihan başarılı geçer.

Şayet mal putlaştırılır, insanın sadece kendi

yetenekleri ile elde ettiği ve sadece kendisine

aitmiş gibi görülürse o zaman zihniyet değiştiği

için kişi imtihanda kaybetmeye başlar.

Mal, helal yoldan elde edilir. Bunun için ka-

zanma aşamasında hiç kimseye haksızlık yapıl-

mamalı, mal elde edildikten sonra da başkasını

ezme ve hor görme vasıtası olarak görülmeme-

lidir. Maldan yoksulun hakkı verilerek toplumda

mâlî denge ve paylaşım sağlanmalıdır.

Geçmişte olduğu gibi bugün de insanların

her gün meşgul olduğu şey maldır. Bunun için

“ekonomi” denilen bir bilim oluşmuştur. Aslında

Allah’ın kâinata koyduğu dengeye göre var olan

nimetlerin her canlıya yetmesi gerekir. Fakat

paylaşımdaki dengesizlik kaynak kıtlığına yol

açmıştır. Bunun için ekonomi sistemlerinden

biri olan kapitalizm ekonomiyi, “kıt kaynakların

sonsuz ihtiyaçları nasıl karşılayacağını öğreten

ilim” diye tanımlamıştır. Bir anlamda kaynakları

âdil bir şekilde bölüşmeyerek ve israf ederek kıt

hale getirenler bunu insanlara yetirmenin yol-

larını aramaya başlamışlardır. Aslında yine zen-

ginlere bol kaynak aktarıldığı için kıt kaynaklar

dar gelirliler arasında paylaştırılmaktadır.

Dünya uzun zamandan beri çok ciddî ekono-

mik krizler yaşamaktadır. Etrafımızdaki savaş ve

terörün en önemli sebeplerinden biri de budur.

Bugün dünya, hem kapitalist sistemin kendisi

hem de ekonomik ve sosyal hayat üzerinde teh-

likeli sonuçları sebebiyle küresel ekonomik bir

kriz yaşanmaktadır. İslâm dünyası ise süreklilik

arzeden tehlikeli krizler yaşamaktadır. Bunların

başında, halklarının çoğunda yoksulluk, yer altı

ve yer üstü doğal servetlerini idare etmekten

âciz olma gelmektedir. Yatırım, kalkınma, geli-

şim ve kalkınma için gerekli olan programı Müs-

lümanlar bağımsız olarak yapamamaktadırlar.

Bu da onların sömürülmesine yol açmaktadır.

Pratik tecrübeler göstermektedir ki, sadece do-

ğal servetleri ve ham maddeleri bir araya getir-

mek önemli değildir. Esas önemlisi onları artı-

rabilmek ve kârlı yatırıma dönüştürebilmektir.

Mesela, Japonya II. Dünya Savaşı’ndan bü-

tün güçleri tükenmiş olarak çıkmıştı, alt yapısı

ve sanayisi yerle bir olmuş vaziyette idi. Petrolü,

istediği kadar madenleri ve yeterli ham mad-

desi yoktu. Yeniden başladı. Sırf halkının aklına,

başarılı ekonomik politikalara ve hedeflerini

gerçekleştirecek stratejilere dayandı. Bunun

sonucunda bugün sanayi ve ticaret alanında

medeniyet seviyesine ulaştı. Hâlbuki Japon tec-

rübesinden önce bizim İslâmî tecrübemiz var-

dır. Tarihte bu tecrübe, Müslüman halkları ka-

ranlıklardan aydınlığa çıkarabilmiş, onları zillet,

fakirlik ve geri kalmışlıktan kurtarıp izzet, refah

ve ilerlemeye kavuşturabilmiştir. İnsaflı kimse-

lerin de itiraf ettiği gibi, bu ilk tecrübenin kur-

duğu medeniyetin, çağdaş medeniyetin bütün

alanlarında etkisi vardır.

İşte buradan, ilim, sistem, teori ve pratik

olarak iktisadına yönelmenin önemi ortaya çık-

maktadır. Zira kalkınma, medeniyet ve uygun

ekonomik stratejiler ortaya koyma konusunda

iktisadın önemi vardır. Allah, toplumun ayakta

durması, hareket etmesi ve kalkınması için malı

sebep kılmıştır. Mal ile doğrudan alakası olan da

iktisat ilmidir. Doğru ve başarılı bir yatırım için

de iktisat bilmek gerekir.2

Allah’ın nimetlerinden yararlanma ve onla-

rı insanlar arasında paylaştırma yolunda İslâm

ekonomisi dışında kapitalizm ve komünizm

gibi sistemler ortaya çıkmıştır. Her biri insana

mutluluk ve adalet va’d eden bu sistemler var

olan dengeleri alt üst etmişlerdir. Bunun için

de kısa sürede ya çökmüş veya zulümle ayakta

durmaya devam etmektedirler. Bugün insanlık

bu sömürü ve zulüm sistemlerine karşı yeni bir

finans sistemine ihtiyaç duymaktadır. Bu yeni

alternatif sistemin ancak İslâmî finans sistemi

olduğunda artık hiç kimsenin şüphesi yoktur.

Bunu bu gün sadece Müslümanlar değil, aklı

başında ve insaflı Batılı ekonomistler ve hatta

Vatikan söylemektedir. Meselâ Vatikan’da haf-

talık yayınlanan dergilerden biri şu görüşlere

yer vermiştir:

“Biz inanıyoruz ki, İslâm’ın mâlî sistemi, Ba-

tılı mâlî sistemin kurallarını yeniden oluşturma

konusunda katkı sağlayabilecek güçtedir. Biz,

mâlî krizle karşı karşıya geleceğimizi görüyo-

ruz. Bu, akışkanlığın kıt olması ile sınırlı olma-

yıp bizzat sistemin kendisine güvenin yıkılması

şeklinde bir krizle cebelleşmektedir.”

“Küresel bankacılık sistemi, ahlâkî değerle-

rin bir kere daha itinâ merkezine döndürülme-

sine imkân verecek araçlara ihtiyaç duymakta-

dır. Bunlar akışkanlığı güçlendirecek araçlardır.

Aynı şekilde bu araçlar, başarısızlığı sâbit olan

kapitalist sistemin saygın bir modelini yeniden

yapmaya imkân sağlayacaklardır.”3

Sonuç olarak, insanlığın kurtuluşu ve umu-

du olmak üzere yaratılan Müslümanlar ve İslâm

medeniyeti uzun zamandır bu görevini yerine

getirememektedir. Onun iktidardan düşmesi de

insanlığa çok acılar çektirmiştir. İnsanın kendi

eliyle ve hevâsına göre oluşturduğu bütün sis-

temler çökmüştür. O zaman Allah’ın insanların

mutluluğu için sunduğu mal ve finans yasaları-

na dönmek gerekmektedir. Bunun için de İslâmî

ekonomi ve finansa yeniden dönmek ve onu in-

sanlığın kurtuluşu için bir alternatif haline ge-

tirmek bütün Müslümanların görevidir.

“Allah’ın nimetlerinden yararlanma ve onları insanlar arasında paylaştırma yolunda İslâm ekonomisi dışında kapitalizm ve komünizm gibi sistemler ortaya çıkmıştır. Her biri insana mutluluk ve adalet va’d eden bu sistemler var olan dengeleri alt üst etmişlerdir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba50 51

Page 27: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Her şey yok iken Yüce Allah var idi. Bu âlem ve cümle eşya yokluk denizinde yokluk el-bisesi giymişken Rahman’ın kutlu eli onla-

rı eşsiz kudretiyle varlık denizinde izhar etti. Ancak

eşyanın bu zuhuru, onların müstakil bir varlık ol-

malarından dolayı değildir. Bilakis var olan sadece

Cenab-ı Hak’tır. Diğer bütün varlıklar ise O’nun ön-

cesiz ve sonrasız olan yüce varlık denizinin dalga-

larından ibarettir.

Yüce dinimiz İslâm’ın bizlere işaret ettiği

yegâne ilkelerden birisi varlığın bir ve tek oldu-

ğu hakikatidir. O da sadece ve sadece öncesiz ve

sonrasız olan Yüce Hakk’ın varlığıdır. O’ndan başka

hakiki vücud sahibi bir varlık, O’ndan başka “varlığı

kendinden olup hiçbir yönden başkasına muhtaç

bulunmayan” bir vücud mevcut değildir. Diğer var-

lıkların vücudu, Yüce Rahman’ın varlığına nisbetle

yok hükmündedir. Zira onların var oluşları kendi-

liğinden olmayıp yalnızca Yüce Allah’ın varlığına

bağlıdır. Bu yüzden cümle eşya, Yüce Allah’ın maz-

harı; yani zuhur mahalli mesabesindedir.

Kevn âlemindeki eşyanın varlığı, aynı gölgenin

varlığı gibidir. Nasıl eşya olmadan gölge olmazsa,

Yüce Rahman’ın varlığı olmadan da eşyanın varlı-

ğı düşünülemez. Söz konusu Yüce Allah’ın varlığı

olunca cümle eşyanın varlığı yok hükmünde kalır.

Sevgili, Peygamberimiz’in tebliğ ettiği yüce di-

nimiz İslâm’da “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.”

anlamını ihtiva eden kelime-i tevhidi yani “Lâ ilâhe

illallah” sözünü söyleyen bir kişi, her şeyin mutlak

yaratıcısı olan Yüce Allah’ın varlık ve birliğini kabul

ve dahi ilan ederek iman dairesine girer ve mü’min

olur. Kelime-i tevhidi söylemek; âlemlerin yaratıcı-

sı olan Yüce Allah’ın tek ve mutlak değer olduğunu,

varlıkların da ancak O’nun takdir buyurmasıyla kıy-

metli ve güzel olduğunu kabul etmek anlamına ge-

lir. Aynı şekilde Allahu Teâlâ her türden maddi algı

ve tasavvurun üstünde ve ötesindedir. Yüce Allah;

her an ve her yerde hazır olup, her zaman aktif ve

faaldir. Her şeyden haberdar ve her şeyekadirdir.

En’am Suresi 10. ayette Rabb’imiz şöyle buyur-

maktadır;

“Gözler O’nu idrak edemez ama O, gözleri idrak

eder. O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla

haberdar olandır.”

Her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah’ın yolundan

giden hakikat âşığı derviş, Yüce Hakk’ın dışında

hiçbir şeyin hakiki bir vücudu olmadığına kesin bir

itikatla inanır. Bütün bilgisini ve düşüncesini buna

yoğunlaştırır. Yine derviş bilir ki türlü nazariyeleri

tetkik etse de aklını sonuna kadar zorlayıp istidlal

yoluna başvursa da bu gerçeğe ancak bin bir me-

şakkatle yürütülecek manevî temrinler sonucunda

elde edilecek olan ruhi tecrübe yoluyla ulaşılır.

Çıkar Kendini Aradan, Kalsın Seni Yaradan

Âdemoğlu, nefsine uyarak ve çoğu zaman da

dünyaya rağbetini artırarak kibir ve gurura kapıl-

maya müsait bir yaratılıştadır. Kalbine sevgi ve

ilahi aşkı yerleştirmek yerine dünyalık zaaflarına

kapılarak böbürlenir ve kendisine varlık atfetmeye

kalkar.

Oysa hakikati bulmak, insanın dünyaya gelişi-

nin yegâne amacıdır. Hakikati bulmaktaki amaç ise

insanın kendi varlığının ve benliğinin ne olduğunun

bilincine varmakla ancak mümkündür.

Derviş bilir ki varlığın yolu yok olmaktan geçer.

Benliğini ezip geçen ve kibrini, gururunu, nefsini

mahveden insan ancak yokluk makamına erişir.

Her Şey, Yüce Allah ile Anlam Bulur

EDEBİYAT Mürsel GÜNDOĞDU

“Hakikati bulmak, insanın dünyaya gelişinin yegâne amacıdır. Hakikati bulmaktaki amaç ise insanın kendi varlığının ve benliğinin ne olduğunun bilincine varmakla ancak mümkündür. Derviş bilir ki varlığın yolu yok olmaktan geçer. Benliğini ezip geçen ve kibrini, gururunu, nefsini mahveden insan ancak yokluk makamına erişir.”

“Varlığından boşal kim yokluğa erişesinSözünü söyle gerçek Hulûsi’nin dili ol.”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba52 53

Page 28: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Hac Suresi 5. ayette Yüce Rabb’imiz yaratmay-la ilgili çok çarpıcı bir bilgi vererek şöyle buyur-maktadır;

“Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusun-da herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir ‘alaka’dan, sonra da yara-tılışı belli belirsiz bir ‘mudga’dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, tem-yiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hâle gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz, onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, ka-barır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.”

Allahu Teâlâ’nın her şeyi eşsiz kudretiyle ya-ratan oluşu, âlimlerimizin ve gönül tabiplerimi-zin ruhunu coşturan en büyük gerçeklerden birisi olmuş ve hâlâ da olmaya devam etmektedir.

“Yok olunuz. Yok olursanız, Allahu Teâlâ var olur.” buyurarak ülkemizde tasavvuf ocağının gür çerağlarından olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hazretleri müritlerini bu konular-da şöyle bilgilendirir ve bu kutlu hakikat yolunun bozulmaması hususunda şöyle uyarır:

“Gardaşlarım! Naci denilen fırka sizlersiniz. Bakarsınız bazı kişiler tarikata giriyorlar. Çok geçmeden acayipten garaipten bahsetmeye kal-kışıyorlar. Kendilerinin bir adam olduklarını zan-nediyorlar. Fakat büyük kim, küçük kim, o sonra belli olur. Bizim tarikatımıza gelen kimse uzun yıllar çalışır. Ancak kendi küçüklüğünü (yokluğu-nu) fark eder. Yetmez mi bu fark. Çünkü keramet (varlık) kulu Allahu Teâlâ’dan uzaklaştırmaya ya-rar.”

Yine birbirinden merdane gönül erleri yetişti-rerek bu coğrafyaları ihya etmede büyük gayret-leri olan İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi Hazretleri anlatır ki;

“Bir gün bize iki kimse geldi. Şöyle dediler;

- İsmail Efendi, sen bu şeyhliği buldun mu? Çal-dın mı? Aldın mı?

Ben de onlara;

- Ne buldum, ne çaldım, ne de aldım. Hini sa-bavetimden beri, kendimi bir yokluk içinde ve yok bilirim, dedim.”

Bu cevabım üzerine onlar şöyle dediler;

- Haydi, İsmail Efendi, imtihanı kazandın.”

Hakk’ın varlığıyla var olmayı ve fani varlık-tan sıyrılmayı başaran derviş tam ihtiyaçsızlık mertebesine ulaşacak ve nihai saadete nail ola-caktır. Bunun yolu, bütün dünya ve dünyayla il-gili şeyleri terk etmekten geçmektedir. Sevgili Peygamberimiz’in Yüce Allah’a her fırsatta şöy-le yakarışı, bu yola çıkacak olan Müslümanlara her durakta rehber olmalıdır;

“Allah’ım! Beni sana karşı muhtaç (fakir) kıla-rak müstağni eyle. Kendinden başkasına muhtaç (fakîr) etme.”

Kasas Suresi 88. ayette ifadesini bulan Rabb’imizin buyruğuna ram olan derviş, Allah’tan başka bir varlık olmadığı sırrına erişecek ve bu dünyadan ruhuna ilişen her şeyi terk ederek yok-luk nehrine kendisini teslim edecektir. Bahsi geçen ayette Rabb’imiz şöyle buyurur;

“Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatın-dan başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.”

Müslümanların gönüllerinde Rabb’imizin nu-runun yeşermesi için hayatını vakfeden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, müritlerine; “Varlığından boşal kim yokluğa erişesin/Sözünü söyle gerçek Hulûsi’nin dili ol.” şeklinde tavsiyede bulunarak bu kutlu yolun son temsilcilerinden olmuştur. Ne mutlu, ömrünü gerçeğin yolunda yürümeye ada-yanlara. Ve ne mutlu, gerçeğin yolunda sabırla yü-rüyüp kalıcı eserler bırakanların ayak izlerini takip edenlere.

Türk tasavvuf tarihinin zirve isimlerinden olan Yunus Emre’nin “Çıkar kendini aradan/ Kalsın seni yaradan” şeklinde ifade ettiği benliği terk edip Yüce Yaradan’a ulaşma tefekkürünü Türk şiirinin üstadı Necip Fazıl Kısakürek “Geçilmez” adlı şiirin-de de çok veciz bir şekilde dile getirmektedir:

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;

Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.

İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;

Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez.

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,

Bütün fâni lezzetlere darılmadan geçilmez.

Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin yokluğa ulaşma-da kendisine rehber ettiği “Hamdım, piştim, yan-dım.” sözü, dervişin bu uğurda ne türlü zorluklara sabırla karşılık vermesi gerektiğinin en bariz mi-salidir. Zira maddeden geçmeden, dünyalık nimet-lerden uzaklaşmadan ve ruhu dünyanın kirlerin-den arındırmadan yokluk mertebesine ulaşılamaz.

En önce kalbi nefsin biriktirdiklerinden boşaltmak lazım ki bu latif cisim, gerçeğin nurlarıyla yeniden dolup varlığa ulaşmanın hazzını tadabilsin.

Dervişin bu uğurda çekeceği çilelere işaret eden Necip Fazıl Kısakürek’in yokluğa ulaşıp var olmayı öğreten destansı anlatımına devam edelim:

Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekûn?

Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

Kayalıklı boğazlarda yön arayan bir gemi;

Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.

Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava;

Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez.

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez.

Gerçeğe ulaşmanın en ince ve meşakkatli yol-culuğunu büyük mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadî; “Yüce Allah’ın seni sende öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi” şeklinde tarif etmiştir. Mevlâna Cela-leddin ise; “Yokluktayız, yokluğun sarhoşu olmuşuz/Yokluk sevgilisi, çok daha vefalıdır.” şeklinde bu ger-çeği arayışın lezzetine işaret buyurmuştur.

Tasavvuf yolunun asrımızdaki gür pınarların-dan olan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi de mü-ritlerine; “Varlığından boşal kim yokluğa erişesin.” tavsiyesinde bulunarak asırlardır Müslüman bel-deleri aydınlatan bu büyük tefekkür halesinin en özge temsilcilerinden birisi olmuştur.

O’ndan Başka Varlık Yoktur

Şüphesiz her şeyi yaratan ve yok eden Yüce Allah’tır. Cümle var oluşun sebebi ve asıl dayanağı Allahu Teâlâ’dır. Yaratma, Allahu Teâlâ’nın kendini gerçekleştirmesidir. Yaratma, O’nun eşsiz kud-retiyle gerçekleşir ve O’nun için asla güç değildir. Zira Allahu Teâlâ, bu varlık dünyasını yaratmadan önce başka varlık dünyalarını yarattığı gibi içinde yaşadığımız dünyanın yok olmasından sonra da yeni yaratmalarına devam edecektir.

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba54 55

Page 29: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Devreden Pervâneler Sanatkâr şahsiyetiyle bakıldığı zaman Os-

man Hulûsi Efendi (k.s.) 20. asırda Divan

şiiri geleneğini sürdüren önemli bir şair

olarak bilinmektedir. Şairin Dîvân’ı incelendi-

ğinde gerek aruz, gerekse hece vezniyle ve çok

değişik nazım şekilleriyle yazdığı şiirlerde Divan

şiirindeki mazmunları yerli yerince kullandığı

görülmektedir.

Divan şiirinde şem ve pervane mazmunu bir-

çok şair tarafından ele alınmıştır. Osman Hulûsi

Efendi (k.s.) de Dîvân’ında bu mazmunu başarılı

ve geleneğe uygun bir biçimde işlemiştir.

Bu çalışmamızda Prof. Dr. Mehmet Akkuş ve

Prof. Dr. Ali Yılmaz tarafından yayına hazırlanan

ve Nasihat Yayınları arasında neşredilen Dîvân-ı

Hulûsî-i Dârendevî isimli kitabı esas aldık. Beyit-

lerin ve diğer şiir parçalarının yanındaki sayılar

sayfa numaralarını belirtmektedir.

Pervane, Rahmet Peygamberi’nin: “Benim

ve sizin durumunuz; ateş yakıp da ateşine kele-

bekler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya

çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateş-

ten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz

ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye ça-

lışıyorsunuz.” hadis-i şerifi sebebiyle Şark ede-

biyatlarında önceleri, açgözlülüğü ve ahmaklığı

yüzünden kendini ateşte yakması gibi hususları

ile konu edinilmiştir. Sonraları ise pervâne âşık,

şem de maşuk olarak görülmüştür.

Pervane, geceleri ışığın etrafında dönen kü-

çük kelebektir. Mecaz anlamda ise sevgilinin

etrafında dolaşan âşık için kullanılan bir keli-

medir. Şiirlerde pervane kelimesinin geçtiği he-

men her yerde doğrudan ya da dolaylı olarak

mutlaka şem’ kelimesi de geçer. Şem; mum ya

da muma batırılmış fitil demektir ki işte bu da

mecaz olarak pervanenin âşık olduğu sevgiliyi

çağrıştırmaktadır.

Pervâne misâli şem’-i hüsnün

Yandırdı oda cihânı dil-ber

Perîşân zülfüne bir şânen olsam

Cemâlin şem’ine pervânen olsam

Âh o mahmûr gözlerin bu tende tâkat komadı

Yakdı şol pervâneler tek gayrı hâcet komadı

Bir nigâhın hâsılı cânımda râhat komadı

Sevdiğim bilmen mi kim hicrinle hâlim

n’olduğun

Şem’-i ruhsârına pervâne gibi döndürerek

Yakacaksın beni ol âteş-i sûzânına âh

Şem’-i cemâlinin pervânesiyim

Kon beni yanayım o nâra dostlar

Zülf-i leylâsının dîvânesiyim

Âhir berdâr olam o dâra dostlar

Ey ne yanağın alının alına hayrân olmuşum

Vey ne dudağın balının balına kurbân olmuşum

Ey ne yüzün envârına pervâne oldum nârına

Vey ne sözün esrârına kenz-i hafî kân olmuşum

Ne ra’nâ bir gülün vaktinde hoş nâlâna düşmüşdür

Muhabbet şem’inin cân terkin eden pervânesi

gönlüm

O meh-rû vü kemân-ebrû vü leylâ-zülfünün yârın

Kulaklar duymadık göz görmedik dîvânesi gönlüm

“Pervane, geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebektir. Mecaz anlamda ise sevgilinin etrafında dolaşan âşık için kullanılan bir kelimedir. Şiirlerde pervane kelimesinin geçtiği hemen her yerde doğrudan ya da dolaylı olarak mutlaka şem’ kelimesi de geçer. Şem’; mum ya da muma batırılmış fitil demektir ki işte bu da

mecaz olarak pervanenin âşık olduğu sevgiliyi çağrıştırmaktadır.”

KÜLTÜR Vedat Ali TOK

“Hakiki sevgiliye kavuşmanın yegâne yolu ruhun bedenden kurtulması ve aslî vatanına dönmesiyle mümkündür. Fakat burada başka bir şeye daha ihtiyaç vardır ki o da muhabbettir, aşktır. Bu muhabbet ve aşkın kaynağı ve etrafına pervaneleri toplayan şem’dir/sevgilidir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba56 57

Page 30: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Tasavvufî anlayışa göre insan ruhu, bezm-i

elestten kopup dünyaya gelmesiyle muhabbet

meclisinden, beden hapishanesine girmiş; be-

den ağı tarafından sıkıca bağlanmıştır. Bu ise

insanda ayrılık acısına sebep olmakta; ruh, bü-

yük bir hasretle yanıp tutuşmaktadır.

Sorar yok hâlini bîgâneler hengâmına düşmüş

Yanar hicr âteşiyle var ise pervâne-i gamdır

Yanar aşk oduna cânı o cânânın firâkıyla

Şu kim pervâneler gibi aşk oduna sûzân olur

Pervâne-sıfat şem’-i cemâline dönerken

Bâlim üzülüp yâr ile gurbetlere düşdüm

Yandırdı ezel âteşine şem’a-i hüsnün

Yoksa kimin olur idi pervânesi gönlüm

Bildim ki ezelden ey şeh-i hûbân

Hüsn ü letâfetin kasd eder câna

Görüp cemâlini olmuşum hayrân

Yandı bâl ü perim misl-i pervâne

Hakiki sevgiliye kavuşmanın yegâne yolu

ruhun bedenden kurtulması ve aslî vatanına

dönmesiyle mümkündür. Fakat burada başka

bir şeye daha ihtiyaç vardır ki o da muhabbettir,

aşktır. Bu muhabbet ve aşkın kaynağı ve etrafı-

na pervaneleri toplayan şem’dir/sevgilidir.

Şem’-i bezmine cem’ eyledi hep mest ü bî-cân

Pervâneleri oda yakıp nâr-ı muhabbet

Etdi ki yanıp cân vere pervâneler âsâ

Ammâ yine ızmâr ola esrâr-ı muhabbet

Muhabbet şem’inin pervânesi ol var

Hulûsî’yâ Anın bezminde cân îsâr edip bu bâl

ü perden geç

Devr eder pervâneler etrâf-ı şem’i dem-be-dem

Dost cemâli şem’ine senin bu devrânın nedir

Aşkdır şem’ oduna yandıran pervâneyi

Aşkdır gül için bülbül bunca zâr zâr eder

Aşk âteşine pervâneler tek

Şem’-i ruhsâra hoş yana gel gel

Muhabbet şem’inin pervânesiyim yanayım

nârına pervâneler tek

Ol zülfü leylânın dîvânesiyim gezeyim sahrâyı

dîvâneler tek

Mutasavvıflara göre kalbini/gönlünü her tür-

lü masivadan temizleyen insanların kalbinde

bir iman nuru belirir. Bu nur Allah’ın seçtiği in-

sanlara verilir. Bu nur aynı zamanda Allah’tan o

kula verilen bir davet anlamı da taşır kul da ona

icabet eder; böylece pervanenin şem’e doğru

kanat çırpınışları başlar, bir müddet sonra da

sevdiğinde yok olmak suretiyle hedefine ulaşır.

Âşığın; benliğini sevgilide yok etmesi âşık için

en büyük inayettir çünkü artık yegâne sevgiliye

vasıl olmuştur.

Yakıp şem’-i cemâl-i nârına pervâneler-âsâ Yok olmak âşıka hem lutf hem ayn-ı inâyetdir

Koy bu vücûdum odlara yansın Ersin visâle pervâneler tek

Pervâneler gibi devr edip şem’i Vasl için cân atıp sûzâna düşdün

Ol bezm-i şem’e vaslında yârın

Pervâneler tek sûzân olaydın

Pervâne sıfat bâlini yak ateş-i aşkına

Terk-i ten ü cân et de karar eyle seherden

Senin pervâne-i şem’-i cemâlin olmak ister cân

Ümîdin kesme vakt-i ilticâda feth-i bâbından

Ana derler ki âşık aşk odunu

Yaka pervâneler tek perr ü bâlin

Pervâne şem’e cân verir şem’in visâline erer

Şem’in yâ kimdir yârı kim yâr yüzüne oldu rûşen

Pervâne, bir bakıma hakiki âşıklık yolunun

ideal kahramanıdır çünkü aşk yoluna canını ko-

yamayanın bu bahiste söz söylemeye hakkı ola-

maz. Nitekim XII. yüzyılın mutasavvıf şairlerden

Ferîdüddîn Attâr bir kahramanına şunları söyle-

tiyor: “Candan da cisminden de bîhaber olmadık-

ça, nasıl olur da canandan haberdar olursun?”

Şu pervâneyi görmen mi verip cân

Yanar nârdan geçer yârdan geçilmez/105

Yanan şem’e dönen pervâneye cân verme

derlerse

Olur mu ona hîç dil bağlayan cânda karâr etmek

Şem’-i camâline dönüp cân atdılar pervâneler

Yandı o nâra âşinâlar yanmadı bîgâneler

Kısacası pervânenin ateşte yok olması, ger-

çekte mecâzî varlığından kurtulup, hakiki varlık-

ta var olması demektir.

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba58 59

Page 31: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Tatil Anlayışımız“İslâm’ın, üzerinde ısrarla durduğu konulardan birisi sıla-i rahim denilen

yakın akraba ziyaretidir. Çünkü çağın gerektirdiği bir durumdur ki, insanların akrabaları her zaman yanında olamamaktadır. Bundan dolayı yılda bir defa veya bayramlarda dahi olsa uzakta olanları ziyaret etmek dinimizin

istediği bir emirdir.”

KÜLTÜR Mustafa KARABACAK

İ nsanoğlu beden ve ruhtan müteşekkildir. İn-

sanoğlunun ihtiyaçlarını en iyi bilen Rabb’imiz

gündüzü çalışmak ve geceyi de istirahat için

yarattığını ve aynı zamanda dinlenmenin bede-

nin bir ihtiyacı olduğunu belirtmektedir.“O (Al-

lah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yara-

tan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık

kılandır…”1“Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat

kılan, gündüzü de dağılıp çalışma (zamanı) ya-

pan, O’dur…”2, “Dinlensinler diye geceyi (karanlık)

ve (çalışsınlar diye) gündüzü aydınlık kıldığımızı

görmediler mi?”3, “İçinde dinlenesiniz diye geceyi,

görmeniz için de gündüzü yaratan Allah’tır…”4

Ruhumuzun dinlenmesi, düşünmemiz ve

gördüklerimizden ibret almamız için Rabb’imiz

yeryüzünde dolaşmamızı istemektedir. “Onlar,

yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin

âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı?”5,

“(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadı-

lar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalp-

leri ve işitecek kulakları olurdu…”6, “Onlar, yeryü-

zünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden

öncekilerin âkıbetinin nasıl olduğunu görsünler!

Onlar, kuvvet ve yeryüzündeki eserleri yönünden

bunlardan daha da üstündüler…”7, ”Onlar yeryü-

zünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden ön-

cekilerin sonu nasıl olmuştur, görsünler!”8, “Yer-

yüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonla-

rının nasıl olduğunu görmezler mi?”9

Bir İşi Bitirince Hemen Diğer Bir İşe Yönel!

İslâm’ın, üzerinde ısrarla durduğu konular-

dan birisi sıla-i rahim denilen yakın akraba ziya-

retidir. Çünkü çağın gerektirdiği bir durumdur

ki, insanların akrabaları her zaman yanında ola-

mamaktadır. Bundan dolayı yılda bir defa veya

bayramlarda dahi olsa uzakta olanları ziyaret

etmek dinimizin istediği bir emirdir. Ayrıca in-

sanlar, hem akraba ziyaretlerinde bulunmak

hem de sağlık ihtiyacından dolayı veyahut da

çağın hastalığı olan stresten ruhunu rahatlat-

mak için dinlenmeye ihtiyaç duymaktadırlar.

Bazılarının tatil, izin veya dinlenme dediği; hiç-

bir iş yapmayarak âtıl bir vaziyette durmak ise

dinimizin onayladığı bir durum değildir. Boş

vakit konusunda Allah Rasûlü bizleri uyarmak-

tadır: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları

değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve

boş zaman.”10

Müslüman için boş vakit söz konusu de-

ğil; dinlenme vakitleri söz konusudur. Çünkü

Rabb’imiz bir işi bitirdiğimiz zaman yeni bir işe

yönelmemizi istemektedir. “Elbette zorluğun ya-

nında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla bera-

ber bir kolaylık daha vardır. Boş kaldın mı hemen

(başka) işe koyul. Yalnız Rabb’ine yönel.”11 Yani

Müslümanın tatili bir yerde bir işi bitirip başka

bir işle meşgul olmaktır. Çalışırken yorulur, isti-

rahat etmek için başka bir işe, ibadete, akraba

ziyaretine, sağlığını korumak için bazı etkinlikle-

re yönelir. Her anında Rabb’inin rızasına uygun

davranış sergilemiş olur.

Bu anlamda insan hayatının farklı zaman-

larda ağırlık vereceği durumlar olabilir. Oyun,

çalışma ve ibadet insan için ayrılmaz değerler-

dir. Çocukluk ve gençlik zamanında gelişimiyle

de bağlantılı olarak oyun ve eğlence; olgunluk

“Son zamanların modası olan Ramazan ve Kurban Bayramlarını fırsat bilerek tatil beldelerine akın etmek İslâmî olarak doğru olmasa gerek. O zaman bayramların ruhuna uygun hareket edilmemiş olunur. Hiç olmasa yılda iki defa aile büyüklerini ziyaret etmek ve onların dualarını alıp gönüllerini hoş etmek gerekmektedir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba60 61

Page 32: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

onun yanından geçti ve “Bu israf nedir?” buyur-

du. Sa’d de “Abdestte israf var mı?” diye sorun-

ca, Rasûlullah (s.a.v.) “Akan bir nehir üzerinde bile

olsan evet (abdestte israf vardır.)” buyurdu.15

İsrafı önleyerek hem Rabb’imizin emrine uy-

gun davranmış olduğumuz gibi hem aile hem

de millî ekonomiye katkı yaparak böyle tesisle-

rin uygun fiyatlara çekilmesine katkı sağlamış

oluruz.

Şu bir hakikat ki, muhafazakâr Müslümanla-

rın gittiği oteller diğer otellere göre daha paha-

lıdır. Bunda bu tip otel sayısının yeterince yay-

gın olmaması ve müşterilerin israf konusunda

yeterince duyarlı olmamaları gibi farklı sebep-

ler sayılabilir.

Eğer israf önlenirse fiyatlar daha makul se-

viyelerde olabilir, dolayısıyla Rabb’imizin büyük

bir nimeti olan denizden herkesin İslâmî kural-

lar çerçevesinde faydalanması da sağlanmış

olur. Müslüman hayatının her aşamasında israf,

haram iş ve fillerden kaçınmalı, ibadet ve kul-

luktan ayrılmamalıdır.

Tatil Öğrenciler İçin Bir Fırsattır

Bir eğitimcinin benzetmesiyle “Yarış arabaları birbirlerine tatillerde fark attığı gibi öğrencilerde birbirlerine yaz tatillerinde fark atar.” Yani öğren-cilerin dönemeçleri tatillerdir. Bu anlamda veliler çocuklarını yönlendirerek hem derslerindeki hem de dinî ilimlerdeki eksikliklerini tamamlamalarını temin etmeleri gerekir. Bunun için tatiller büyük bir fırsattır. Çocuklar, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i okuma, ezberleme ve anlama konularında Kur’an Kurslarına gönderilmelidir. Kur’an Kursları ise ço-cuklara el, beden ve zihin gelişimine katkı yapacak bazı etkinlikler ve yarışmalar mutlaka sunmalıdır.

döneminde çalışma; yaşlılık döneminde ibadet.

Farklı dönemlerde bunların sadece öncelen-

mesi değişmektedir. Yoksa insan, hayatının her

aşamasında ergenlik yaşından ölünceye kadar

kulluktan sorumludur. “Ve sana yakîn (ölüm) ge-

linceye kadar Rabb’ine ibadet et!”12

Son zamanların modası olan Ramazan ve

Kurban Bayramlarını fırsat bilerek tatil belde-

lerine akın etmek İslâmî olarak doğru olmasa

gerek. O zaman bayramların ruhuna uygun

hareket edilmemiş olunur. Hiç olmasa yılda iki

defa aile büyüklerini ziyaret etmek ve onların

dualarını alıp gönüllerini hoş etmek gerekmek-

tedir. Özellikle bayramlarda bir birleriyle dargın

olan Müslümanlar barışmalı, büyükler ziyaret

edilmeli ve küçükler sevindirilmeli her yerde bir

bayram havası esmelidir.

Kazancımızı Nereye Harcadığımızdan Sorumluyuz

Toplumun ekonomik gelişmişliğiyle de bağ-

lantılı olarak tatil denince bugün çoğu insanın

aklına daha çok deniz ve lüks oteller gelmekte-

dir. Geceliği asgari ücretlinin bir ayına karşılık

gelen lüks otellerde kalmak da bunun başında

gelir. Ayrıca bu otellerde yapılan israfın zaten

haddi hesabı yoktur. İnsanlar kıtlıktan çıkmış

gibi tabaklarına yiyebileceğinden daha fazla

alarak güzelim yemek ve ekmeklerin çöpe git-

mesine sebep olmaktadırlar. Biz kazandığımız-

dan sorumlu olduğumuz yani ailemize helal rı-

zık temin ile mükellef olduğumuz gibi helal ka-

zancı nerelere harcadığımızdan da sorumluyuz.

“Kıyâmet gününde beş şeyden sorgulanmadıkça,

kulun ayakları yerinden kımıldamaz: 1. Ömrün-

den; onu ne ile yok etti? 2. Gençliğinden; onu ne-

rede çürüttü? 3. Malından; onu nereden kazandı?

4. Malından; onu nereye sarf etti? 5. İlminden;

onunla ne yaptı?”13

Müslüman Allah’ın verdiği nimetlerin helal

olanlarından israfa düşmeden istediğini yiye-

bilir. “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde

güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf et-

meyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”14 Müs-

lüman deniz kenarında abdest gibi bir ibadeti

yerine getirmek için dahi olsa israf etmemesi

gerekir. Abdullah b. Amr’ın haber verdiğine göre

(Bir gün) Sa’d abdest alırken Rasûlullah (s.a.v.),

DipnotYard. Doç. Dr. Mustafa KARABACAK

1. 10/Yunus, 67.2. 25/Furkan, 47.3. 27/Neml, 86.4. 40/Mü’min, 61.5. 30/Rum, 9.6. 22/Hac, 46.7. 40/Mü’min, 21.8. 40/Mü’min, 82.9. 47/Muhammed, 10.10. Buhârî, Rikâk, 1; Tirmizî, Zühd, 1; İbnMâce, Zühd, 15.11. 94/İnşirah, 5-8.12. 15/Hıcr, 99.13. Tirmizî, Kıyâme, 1/2416-2417.14. 7/A’raf, 31.15. İbn Mâce, Tahâret, 48/425.

“Şu bir hakikat ki, muhafazakâr Müslümanların gittiği oteller diğer otellere göre daha pahalıdır. Bunda bu tip otel sayısının yeterince yaygın olmaması ve müşterilerin israf konusunda yeterince duyarlı olmamaları gibi farklı sebepler sayılabilir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba62 63

Page 33: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Sevenin ve Sevilenin Aşkıyla A şk, muhabbet, sevgi… Hangisiyle ifade

edersek edelim bu kavram, varlığımızın

özü, yaratılışın gerekçesidir. Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in diliyle bize aktarılan şu hadis

bunu belirtir: “Ben gizli bir hazineydim. Bilinmeyi

sevdim. Beni bilsinler, tanısınlar diye yaratıkları

meydana getirdim.” Durum, böyle olunca bu es-

manın ne manaya geldiği açıkça anlaşılacaktır.

Cenab-ı Hak da bu durumu bizzat kendisi

ifade eder: “Allah, onları sever, onlar da Allah’ı

severler.”1 Yine “Rabb’inizden mağfiret dileyin,

sonra O’na tevbe ile yönelin. Şüphesiz ki, benim

Rabb’im Rahîm (çok merhametli)dir, Vedûd’dur

(mü’minleri çok sevendir).”2

Sevginin merkezinde duran ise Cenab-ı

Hak’tır. Bu bağlamda el-Vedûd, “dilediği kulunu

çok seven, aşkı ile yanan kullarını seven, salih

kullarını sevip onları rahmet ve rızasına ulaştı-

ran ve sevilmeye en çok lâyık olan” demektir.

Dolayısıyla Allah, hem seven hem de sevilendir.

Sonra bu duygu, yine âlemin yaratılma se-

bebi olarak zikredilen Hz. Peygamber (s.a.v.)’e

ve oradan bütün varlıklara doğru akan bir mer-

hamet ırmağıdır. Çünkü var olan her şey, o ilahî

sevginin bir tezahürü ve tecellisi olarak karşı-

mıza çıkar.

Bu esma, bize şunu da öğretir. İman, sadece

Allah’ı bilmek değil aynı zamanda onu sevmek

demektir. Onu bilmek ise ona yaklaşma nimeti-

ni verir bize. O zaman da aradaki mesafeler kal-

kar, Allah sevgisi özümüzü, sözümüzü, hareket-

lerimizi belirleyen en temel argümana dönüşür.

Bu kavramı en kapsamlı manasıyla sufilerin

dilinden öğrenmek gerekir. Zira tasavvuf, aşk

anlayışı üzerine kurulu bir disiplindir. Hz. Yunus

ve bu yolun diğer âşıkları hep aşkı terennüm et-

tiler bize. Onların öğrettiklerini Yunus’un diliyle

şöyle sıralayabiliriz. Aşk, her şeyden önce ezelî

ve evrensel bir duygu olarak makamların en yü-

cesidir.

Aşk makamı âlidir aşk kadim ezelîdir

Aşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir

Aşk, heyecan ve coşkudur, hayranlıktır. Bütün

zerrelerimizi, varlığımızı kuşatır. Göz ve gönül

O’na açık, O’ndan başkasına kapalıdır. O’nunla

olmak, O’nu duymak, O’nu temaşa etmektir.

O’nun dışındaki her şey, O’nu hatırlattığı ölçüde

değer taşır. Irmaklar, O’na vuslatın coşkusuyla

akar. Bülbüller O’nun sevdasıyla öter. Mansur,

darağacına O’nun sevdasıyla çıkar.

Mansur’um çek dâra beni ayan göster anda seni

Kurban kılayım bu canı aşka münkir olmayayım

Âşığın kendisi yok O vardır. Zira gölge, asılsız

olmaz. O yüzden cemali müşahede, âşığın nefes

alıp verebilmesinin tek şartıdır. Dahası, burada

hep hasrettir yaşanan ama ölüm ötesinde de

vuslat arzusudur aşk. Bu arzuyla aşk öyle bir âh

çekmektir ki yakıcılığına hiçbir şey denk olamaz.

Cehennem ateşi bile.

Âşıkları tamusu yandırmaya

Uçmağına bunlar baş indirmeye

Yedi Tamu bir ah’a katlanmaya

Yedi deniz bir aşk odın söndürmeye

Aşk, esen yelden, kokan gülden yârin haberin

almaktır. Kâinata ten gözüyle değil can gözüyle

“Sevginin merkezinde duran ise Cenab-ı Hak’tır. Bu bağlamda el-Vedûd, ‘dilediği kulunu çok seven, aşkı ile yanan kullarını seven, salih kullarını sevip onları rahmet ve rızasına ulaştıran ve sevilmeye en çok lâyık olan’ demektir.

Dolayısıyla Allah, hem seven hem de sevilendir.”

DÜŞÜNCE Mustafa ÖZÇELİK

“Aşk, heyecan ve coşkudur, hayranlıktır. Bütün zerrelerimizi, varlığımızı kuşatır. Göz ve gönül O’na açık, O’ndan başkasına kapalıdır. O’nunla olmak, O’nu duymak, O’nu temaşa etmektir. O’nun dışındaki her şey, O’nu hatırlattığı ölçüde değer taşır. Irmaklar, O’na vuslatın coşkusuyla akar. Bülbüller O’nun sevdasıyla öter. Mansur, darağacına O’nun sevdasıyla çıkar.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba64 65

Page 34: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

bakmak, ondaki, oradaki sır ve tecellileri göre-

bilmektir. Arzu ve niyet böyle olunca de ne cen-

net ümidi ne cehennem kaygısı taşımamaktır.

Asıl olan rıza ve teslimiyet olarak bilmektir. Ona

teslimiyet, bütün zincirleri kırıp hakiki manada

özgür olmaktır.

Cennet cennet dedikleri üç beş köşkle üç beş huri

İsteyene ver anları bana seni gerek seni

Aşk, ikilikten geçmek birliğe ulaşmak, masi-

vadan uzaklaşmak, aşk pazarında canı satmaktır.

Alıcısı sevgili olacağı için en yüksek değere kon-

maktır. Böylece içip hakikatin şerbetini kendin-

den geçmek, harabeler içinde define olmaktır.

Âşık ki cana kaldı âşık olmaz

Canın terk etmeyen Maşuk’u bulmaz

Nasıl su hayat ve hayy olanın tecellisi ise aşk

da gözyaşıyla ıslanmak, gönül bahçesindeki çi-

çekleri onunla sulayıp yeşillendirmek, kuru iken

yaş olmak, kanatlanıp kuş olmak ve dosta doğru

kanat açmaktır. Ağlamayan gözden, titremeyen

kalpten sakınmaktır. Derdi derman bilmektir.

Denizin dibindeki incilere talip olmaktır.

Bu sırrı duyan kanı ger âşık isen canı

Açıldı gevher kânı alana haber etsin

Aşk, şikâyet etmemek hep rıza üzere olmaktır.

Aşk, aşktan usanmamaktır. Avcıya av olmak, han-

cıya konuk olmaktır. Tüm yollar ona çıkarmaktır.

Hayran olmaktır. Hikmetin penceresinden bak-

maktır her şeye. Aşkla giyinmek aşkla soyunmak-

tır tenden ve candan. O’ndan gayri geriye ve ileri-

ye hiçbir şey bırakmamaktır. Lafza değil manaya

bakmak, zehrini şifa niyetine içmeyi göze almaktır.

Ve aşk içte feryatlar koparırken dışta sus-

maktır. Çünkü bu dili bilen söylemez, söyleyen

ise bilmez. İşte bu yüzden “Ya Vedûd” diyerek

gündüzden geceye, geceden gündüze, hayattan

ölüme koşmaktır aşk. Âşıksak varız, değilsek et

ve kemikten ibaretiz demektir.

Dipnot1. 5/Maide, 54.2. 11/Hud, 90.

Mü’minler sefer kılmalı fitnenin üzerine Dost kimmiş, düşman kimmiş hep aşikâr olmalı

Dört yandan hücum etmeli ayrılık pazarına Dudaklarda Fâtihalar, başta hünkâr olmalı

Başkasına gıpta etmek yakışmaz Müslüman’a Gönlümüzde Nebi aşkı, dilde ikrar olmalı

Allah’a iman edenler döndürür kâinatı O’na ulaşmak isteyen kendine yâr olmalı

İkiliği yerle yeksan edecek yüreklerin Hepsi bir anda vurmalı, hepsi Ensar olmalı

Gün gelir ses verir toprak, muştular insanlığı Bilâl’in ezanı ile cihan bahar olmalı

Özlem

Ebu Bekir ardımızdan Osman ile yetişir Ömer’in teslim aldığı kutlu diyar olmalı

Hasan ile Hüseyin’i teslim edip Fatma’ya Cenkte Ali’nin elinde bir Zülfikar olmalı

Ebu Cehil bir değil ki türedi biner biner Sahabelerin hatrına şirk tarumar olmalı

Firavun’un nesli zaten İslâm’a saldırmakta Bunun için Mehmetçikler daima var olmalı

İşgal altındaki yurtlar kavuşsa azatlığa O zaman ruhum kurtulur, can bahtiyar olmalı

Boynu bükük kalan hilâl yükselir gökyüzüne Gölgesinin değdiği yer bana mezar olmalı

Kenan ÇARBOĞA

Foto: Ayhan İŞCEN

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba66 67

Page 35: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Türk edebiyatı ile kül-tür, sanat, basın ve yayın dünyasının tanınmış 41 yazarı ve şairi, Mihrabad Yayınları’nın MTTB’de dü-zenlediği “Bir Milletin Uya-nışı Yeniden İstiklal” Anma Programında bir araya ge-lip duygu ve düşüncelerini anlatacaklar. Programda Elif Sönmezışık’ın hazırla-dığı aynı adlı kitap da bir sergi ile birlikte tanıtılacak.

FETÖ İhanet Hareketi ve Türkiye düşmanı dış güç-ler tarafından 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan darbe ve işgal hareketine tepkiler dinmek bilmiyor. Bi-rinci yılını dolduran ihanet olayına dair ardarda kitaplar yazılırken 41 yazar da Yeniden İstiklal adlı eserde buluştular. Aralarında Türkiye genelinde tanınan, sevilen ve okunan birçok yazarın bulun-duğu kitapta yazarlar cesaretle düşüncelerini dile getirip 15 Temmuz’da yaşananları ve yaşadıkları-nı yazılarında ve şiirlerinde dile getirdiler.

Programda yapılan konuşmaların bir kısmı şöyle:

Elif Sönmezışık: “Yeniden İstiklal kitabı başlı-ğı altında 41 yazar, 15 Temmuz günü yaşanan akıl almaz hadiseler hiç unutulmasın, gelecek nesillere bütün hakikati ile aktarılmasın diye bir araya geldi. Her bir yazı geleceğe yazılmış bir mektup aynı zamanda ve bu çalışma geleceğe kalacağına inandığımız bir gayret olarak anılsın diliyoruz. Çünkü bize lazım olan, hakikatin izahını ve 15 Temmuz gecesi yaşanan gerçekleri görü-

nür kılmak için çabalama arzusudur. Ecdadımız bize bu toprakları imzalarını ve mühürlerini nasıl bırak-tılarsa ve bugün onların ışığında yol alıyorsak biz de aynı özveriyle gelece-ğe ışık tutacak işler ortaya koymak, hafızlarımızı diri tutmak zorundayız. Yeni-den İstiklal kitabı, olumsuz misallerden ders, kahra-manlık ve fedakârlıktan ib-ret alan nesiller yetiştirme gayretimizin bir ifadesidir.”

Gülcan Tezcan: “Yeniden İstiklal kitabı 15 Temmuz ruhunun yaşatılması için önemli bir gayret. 15 Temmuz ile nasıl milli ve manevî şuur uyandıysa, Silivri’de devam eden mahkemelere iştirak ederek ve tıpkı meydanlardaki gibi nöbet tutarak şehit ve gazilerimizin haklarına sahip çık-tığımızı onlara göstermemiz gerekir. FETÖ’nün teröristlerinin bir an bile kapısından ayrılmadığı bu yerlerde varlık göstermemiz gerekir. O za-man 15 Temmuz gecesi bizim için canını ortaya koyan bütün şehit ve gazilerimize olan borcumu-zu ödemiş oluruz.”

Selvigül Şahin: “Milletçe gazamız mübarek olsun. Rabbim şerlilerin, hainlerin, vatana ihanet eden tüm kin çetelerinin iç ve dış düşmanların şerrinden halkımızı korusun muhafaza eylesin. Yeni aydınlık başlangıçlar için insanımıza güç versin. Hainlerin oyunlarını bertaraf eylesin Rab-bim. Şehitlerimize rahmet olsun. Mekânları cen-net olsun...” Yusuf Dursun: “15 Temmuz gecesi yaşananlar bizim için ibrettir. Artık şunu kesin

olarak bilmemiz gerekiyor ki; biz bu düşmanları ancak bilgi ile yenebiliriz. Bilgi zafer getirir. Onun için de okumak okumak okumak gerekir. Bunu aklımızdan hiç çıkarmamamız, çocuklarımıza ve gençlerimize de bu bilinci kazandırmamız gere-kir. İçimizdeki düşmanlarla ancak böyle başa çı-kabiliriz.”

Ali Erkan Kavaklı: “15 Temmuz gecesi yaşa-dıklarımı Yeniden İstiklal kitabındaki yazımda ay-rıntılarıyla anlatım. Şimdilerde gazilerimizle gö-rüşüyorum. Bu süreçte anladım ki; o gece dışarı çıkan herkes ölmeyi göze alarak çıkmıştı ve öyle ibretlik detaylar dinledim ki bu insanların şeha-deti kaçırdıkları için yaşadıkları hüznü gördüm. Bu vatan böyle insanlar sayesinde kurtuldu.”

Muhterem Yüceyılmaz: “15 Temmuz gecesin-de yaşananlar bize düşmanın varlığını ve olabile-cek felaketleri anlatmaya yetti. Biz bu hale nasıl geldik, diye kendi kendime sorduğumda dilimizin nitelik olarak kayba uğraması ve okumayı bırak-tığımız için bunları yaşadığımızı fark ettim. Oku-madıkça cahilleşir ve böylesi düşmanlara fırsat tanımış oluruz. Bunları bir daha yaşamamak ve dünyayı her yönüyle anlayabilmek için bir yerden okumaya başlamamız gerekir.”

Elif Sönmezışık’ın hazırladığı Yeniden İstiklal kitabı, Mihrabad Yayınları tarafından neşredildi. Eserde edebiyat dünyasının seçkin yazar ve şa-irlerin, yazı ve şiirleri yer alıyor. Kitapta yer alan imzalar alfabetik olarak şöyle: Ali Erkan Kavaklı, Ayla Ağabegüm, Belma Aksun, Bestami Yazgan, Can Kemal Özer, Cemalettin Tül, Cihat Zafer, Dursun Ali Taşçı, Fatma Pekşen, Gülcan Tezcan, Gürbüz Azak, Harun Çolak, Harun Yöndem, Ha-san Basri Bilgin, İhsan Kabil, İsmail Bilgin, Ley-la İpekçi, Mehmet Kâmil Berse, Mehmet Nuri Yardım, Mehmet Uyar, Metin Önal Mengüşoğlu, Muhterem Yüceyılmaz, Murat Başaran, Mustafa Özçelik, Mustafa Uçurum, Nuh Albayrak, Nurettin Durman, Osman Kibar, Recep Seyhan, Sabahat Emir, Sadık Söztutan, Sadık Yalsızuçanlar, Selvi-gül Şahin, Serdar Üstündağ, Süleyman Karakul-luk, Şakir Kurtulmuş, Şeref Akbaba, Üstün İnanç, Vehbi Vakkasoğlu, Yusuf Dursun, Zafer Bilgi.

Bir Milletin Uyanışı“Yeniden İstiklal”

Sır.. Türkler!Yazar: Hayati SırHayy KitapTel: 0 212. 352 00 50

İğde Dalı (Roman)Yazar: Sadettin KaplanÇelik YayıneviTel: 0 212 511 28 11

Aşk 5 VakittirYazar: Mehmet YıldızNesil YayınlarıTel: 0 212 551 32 25

Ben Dervişim DiyeneYazar: M. Fâtih ÇıtlakSufi KitapTel: 0 212 511 24 24

Esaret 1916Yazar: Nurettin TaşkesenMihrabad YayınlarıTel. 0 212 514 28 28

KİTAPLIK

KİTAP Yusuf HALICI

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba68 69

Page 36: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Rabb’imizin gönderdiği hayat reçetemiz olan mübarek Kur’an-ı, en şerefli ve en güzel şekilde yarattığı insanı, eşsiz

kâinat kitabı olan yeryüzü ve gökyüzündeki sa-yısız nimetleri, aklıselim, kalbi selim ve zevki se-lim ile okumalıyız.

Gerçeklerden uzak papağan gibi ezberlediği-miz bilgileri akıl nimetiyle sorgulayarak dar kalıp-lardan kurtulup, beyinlerimize işlenen basmakalıp sözleri zihinlerimizden söküp atıp, geniş açıdan bakmamızı engelleyen at gözlüklerinden kurtulup, gerçekleri ön yargısız bir şekilde araştırıp, doğru bilgilere ulaşıp, öğrenilenleri karşılaştırıp, hak ve batıl olanı ayırıp, aklımızı kiraya vermeden doğru düşünüp, öğrenilenleri anlayıp ve öğrendiklerimizi hayatımıza uygulayarak okumalıyız.

Genç ve kitap... Âciz görüşümüze göre bir-birine çok yakışan iki kelime. Gençliğine değer vermeyen, onları günün şartlarına göre yetiş-tirmeyen toplumların geleceği karanlıktır. İlim, irfan ve ahlâkla beslenmeyen gençlikten hayır gelmez. Millî ve manevî değerlerden yoksun ye-tiştirilen gençlik toplumun başına bela olur.

Gençlere ruhsal dünyalarına uygun bir şe-kilde yaklaşıldığında, onların “Görenin gönlünü aydınlatacak, kabuğunu yarıp fışkırmış pırıl pı-rıl başak tarlaları”na dönüşeceği muhakkaktır. Yanlış bir yaklaşım, henüz baharında solup, cemre gibi toprağa düşen çiçeklere benzer.

Bir eğitimci yazar olarak; imzaya gittiğim kitap fuarlarında, kitaplara dolayısıyla okuma-ya hevesli bir gençliği görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Anaokulundan üniversiteye kadar, değişik yaş grubundan okuma aşkını yüreğine işlemiş gençlik ordusunun fuarlara akın etmesi beni umutlandırıyor.

Bu arada önemli bir problem, gençlerin kim-leri ve hangi kitapları okuyacağıdır. Yanlış ter-cihler ruh ve gönül dünyalarını alt üst edeceğini unutmamak gerekir. Yayın adı altında sunulan ahlâktan yoksun yazar(!) ve kitapların, faydadan çok zarar vereceği gerçeğidir.

Ömrünü kitap yazmakla geçiren edebiyatın dev çınarlarının önünde iki elin parmak sayısı oku-yucu olmasına rağmen, daha edep ve edebiyattan habersiz, gençlerin nefsine hitap eden, zihinlerini bozacak yayınları satan standların, yazar adı ve-rilen yazarlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan manken, artist bozuntusu kişilerin önlerinde on-larca insanın olması da acı bir gerçeğimiz.

Bir yazar kardeşimiz bu ibretli gerçeği şöyle dile getiriyor.

“Türk edebiyatının zirvesi !!! Kimi uyuşturu-cu satar, yakalanır ve ceza evinde kitap yazar zirveye oturur. Kimi terör örgütlerini ve Erme-nileri över Nobel ödülü alır... Kimi ensest iliş-kileri özendiren kitaplar yazar en çok satanlar arasında olur... Hep merak etmişimdir, millî ve manevî duyguları aşağılayan, ülkesini kötü gös-teren kişilere neden bu kadar çok değer verilir?

“Genç ve kitap... Âciz görüşümüze göre birbirine çok yakışan iki kelime. Gençliğine değer vermeyen, onları günün şartlarına göre yetiştirmeyen

toplumların geleceği karanlıktır. İlim, irfan ve ahlâkla beslenmeyen gençlikten hayır gelmez. Millî ve manevî değerlerden yoksun yetiştirilen

gençlik toplumun başına bela olur.”

Gençler;Neleri, Niçin Okumalı?

EĞİTİM Ali ÖZKANLI

“Gençlere ruhsal dünyalarına uygun bir şekilde yaklaşıldığında, onların ‘Görenin gönlünü aydınlatacak, kabuğunu yarıp fışkırmış pırıl pırıl başak tarlaları’na dönüşeceği muhakkaktır. Yanlış bir yaklaşım, henüz baharında solup, cemre gibi toprağa düşen çiçeklere benzer.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba70 71

Page 37: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Bu iş arı ve arıcı gibidir. Arıcı kovandan bal

almak için önce duman ile arıları uyuşturur.

Uyuşan arılar artık yıllarca biriktirdiği balı arı-

cının almasına ses çıkartmaz. Arıcı da istediği

yapar.

İnsanların beyinleri bu zehirli kalemler ile

önceden uyuşturuluyor. Sonrasında sokaklar-

da uyuşturucu satanlar, ensest ilişki yaşayanlar

normal karşılanıyor. Ermeni ve Yahudi sevicile-

rinden geçilmiyor sokaklar.

Lütfen, yalvarırım ne okuduğunuza dikkat

edin. Özellikle de çocuklarınızın algı dünyala-

rını bozan, ülkesine ve manevî değerlerine sal-

dıran yayınların körpe beyinlerini kirletmesine

izin vermeyin. Ülkemin okuma kalitesi bu kadar

düşmemeli !..” (S. Çetinkaya)

İçi boş, sadece gencin nefsine kitap eden ki-

taplar ve yazarlar! Bugün var ama yarın yoktur.

Aynen sabun köpüğü, balon gibi bir süre sonra

uçup giderler. Kalıcı olan gerçek değerlerdir.

Ama olan geleceğimiz olan gençlere oluyor.

Toplumda herkes üzerine düşenleri yapmalı.

Yapılmadığı takdirde bunun hesabını sorumlu-

lar çok zor verirler. Bu konuda, yayıncı, yazar,

anne-baba, eğitimciler ve tabii ki etkili ve yetkili

makamlarda olanlar hiç vakit geçirmeden gere-

ken tedbirleri almak zorundalar.

Kıssadan Hisse...

Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak fi-

lizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, çınar

ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağ-

murların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla

büyümüş ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya

gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara:

“Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?”

“40 yılda.” demiş çınar.

“40 yılda mı?”

“Seninle aynı boya geldim bak!”

“Doğru.” demiş ağaç.

Sonbahar mevsimi gelince kabak önce üşü-

meye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar

arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış.

Sormuş endişeyle çınara;

“Neler oluyor bana ağaç?”

“Ölüyorsun.” demiş çınar...

“Peki, niçin?” diye sormuş kabak.

“Benim kırk yılda geldiğim yere, sen iki ayda

gelmeye çalıştığın için.”

Emek harcamadan kazanılan başarı daim

olmaz.

Kolay kazanılan kolay kaybedilir...

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)

etrafındaki genç insanları çok iyi anladı. Kut-

lu Nebi’nin etrafında pervaneler gibi dönen bir

gençlik vardı. Rasûlullah, güzide genç bir kadro-

ya sahipti. Komutan tayin etmek istediğinde, eği-

timci aradığında, malî temsilcilere görev vermek

istediğinde sorumluluk taşıyacak genç omuzlar

bulabiliyordu. Mus’ab b Umeyr, Muaz b Cebel,

Usame b Zeyd, Abdullah b Abbas, Abdullah b

Ömer, Hazreti Hasan-Hüseyin (Allah onlardan

razı olsun) hep İslâm’ın omuzlarında yükseldiği

genç mü’minlerden sadece bir kaçıydı.

Onlar en mükemmel kitabı okudular, anla-

dılar ve hayatlarına uyguladılar. Rabb’im bizle-

re de nasip etsin. Ne mutlu hakikati okuyan ve

okutanlara. Hepsine selam olsun...

“İçi boş, sadece gencin nefsine kitap eden kitaplar ve yazarlar! Bugün var ama yarın yoktur. Aynen sabun köpüğü, balon gibi bir süre sonra uçup giderler. Kalıcı olan gerçek değerlerdir. Ama olan geleceğimiz olan gençlere oluyor. Toplumda herkes üzerine düşenleri yapmalı. Yapılmadığı takdirde bunun hesabını sorumlular çok zor verirler.”

Bu nasıl bir faslı-ı kader,Şam’daydın, Samsun’a gittin?Soyun Ebu Bekr’e erer,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Çalışkanlık, ilim sende,Üstün zekâ, bilim sende,Hafız oldun yedisinde,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Türk tıbbının güçlü sesi,Tasavvufun gür nefesi,Bayram Veli halifesi,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Dillenip nice eserde,Dualarda perde perde,Göle dönmüş secdelerde,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Yetiştirdin Mehmet Han’ı,Keşfettin Eyüp Sultan’ı,Senle yazdık bir destanı,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Hızır gelmiş sana ulak,Yaşamışsın gözden ırak,Fethe erdik bayrak bayrak,Libasın ak, sakalın ak,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…

Göynük senle mutlu böyle,Huzurunda bir şey söyle,Celil’ine nazar eyle,Ak Şeyhimiz, Akşemseddin…Akşemseddin Hazretleri…

Halil GÖKKAYA

Akşemseddin Hazretleri

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba72 73

Page 38: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Akıl ve Erdem “Türkiye’nin Toplumsal Muhayyilesi”

Doç. Dr. İbrahim Kalın, kamuoyunun çok yakından bildiği, genç ve donanımlı bir akademisyenimizdir. Aktif ve aktüel ko-

nuların içinde koşan bir bürokrat aydınımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın sözcüsü ve genel sekterliğini yapmaktadır. Cumhurbaşkanımızla çalışmayı, şerefli ve bir o kadar sorumluluk iste-yen bir görev olarak tanımlıyor. Eserlerini daha çok, uçakta ve dinlenme esnasında otellerde yazdığını söyleyerek ne kadar velut biri olduğunu göstermiştir. Ayrıca, bağlama çalmak ve güfte yazmak gibi farklı uğraşılarının olduğunu da bi-liyoruz. 15 Temmuz şehitleri için, Yavuz Bingöl ile söylediği “Gör Nice Olur ” Şah Hatayî ezgisi, yürekleri sızlatan eşsiz güzellikte bir çalışmadır.

Her çalışma kutsal ve emek ürünüdür. An-cak, İbrahim Kalın Bey’in, bahsedeceğimiz “Akıl ve Erdem” kitabı, içerik ve üslubu ile yüzyıla ışık tutacak evsafta ve hacimde bir eserdir. Türkiye, yaşadığımız yüzyıl içinde, dünyada eşine az rast-lanan bir değişim ve taklitçiliğin badiresinden geçti. Yazıldığı ve yayınladığı dönem itibarıyla, hatırı sayılır derecede iltifat gören yazar ve eser-lerimiz vardır. Said Halim Paşa’nın “Buhranları-mız” adlı eseri, okumayı halk arasında yaygın-laştırmak için Ahmet Mithat Efendi’nin kaleme aldığı eserleri inkâr edilemez edebi kıymet ve lezzette eserlerdir. Münhasıran ve müstakil eser-ler olarak, Nurettin Topçu Hoca’mızın “Yarınki Türkiye’si”, Üstadın Necip Fazıl’ın, “Batı Tefekkü-rü ve İslâm Tasavvufu”, Cemil Meriç Hoca’mızın “Işık Doğudan Gelir’i”, Sezai Karakoç Ağabey’in, “Diriliş Amentüsü” ve günlük yazılarını topladığı “Sütun” adlı eseri, İslâm ahlak ve düşünce gele-neğimizin yapı taşlarını oluşturmuştu. Bu kitap-lar bugün yaşı çoktan ellisine dayanmış, genç kalmayı başarmış bizler için birer kılavuz kaptan mesabesinde idiler.

Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Meh-met Doğan Hoca’mızın “Batılılaşma İhaneti” altı-nı çizerek okuduğumuz, taklitçiliğin sığ ve satıhta kalmış sözde aydınlarımızın bizi, fikir ve düşünce dünyasının hangi badirelerinin içine hapsettikle-rini ibretle okurduk. Zorakilik ve sahtecilik tek çı-

kar yolmuş gibi dayatılmaya çalışılıyordu. Çölde

bir serap gibi peşine düşülen, bizden olan, bizim

gibi düşünen aydınların izinde günlerce dolaşıp

durmuştuk. Hak ve hakikat adına bir kırıntı bu-

labilir miyiz diye, okuduk düşündük, tahlil ettik.

Bekâr odaları, fikir, siyaset şöleni için bulunmaz

ayrıcalıklı lüks mekânlardı. Bu mekânlarda, ülke-

mizin geleceği adına fikir soluduk, sanat kaygısı

ile demli çaylar yudumladık. Adından bahsetme-

KÜLTÜR Ömer HİDAYET

“Türkiye’nin Yeni Toplumsal Muhayyilesi: İnşa… Karanlığa mum yakma diye adlandıracağımız bir başlık altında derinlikli bir çalışma yapılmış, kozmik

düzen, erdemli toplum ve siyaset, varlık tasavvuru gibi kavramlar kendimizi gerçekleştirmede köprübaşı kabul edilmiş.”

“Kültürel daralma, irfan ve açık ufuk, başlığı ise kitabın sonuna doğru meselelerin doğru ve pratik anlaşılması için adeta kılavuz kaptan rotasında yol almaya çalışan filika olmuştur. Kitabın son bölümünde, yazar bütün tahlil ve analizlerinin mücessemleşeceği, tarihi referans kabul edilmesi için bir beklenti ve temenni içinde olmadan, işimizi kolaylaştıracak yapıda mükemmel bir final yapmıştır.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba74 75

Page 39: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

yi vefa borcu gördüğüm, Sadık Albayrak Abi’nin

“Devrimin Çakıl Taşları” eseri. Bu eserde, bize

dev diye sunulan cüce fikirlerin, örnek diye su-

nulan saman alevi bir ateşin kutsandığı, başucu

kitaplarımızdı. Yanlışı iyi tahlil etmek, doğruya

ve özümüze dönmenin de yolunu açtı. Bu alan-

da eser veren akademisyenlerimiz, millî ve yerli

olan fikirlerini, kendi değer ve dünya görüşleri

doğrultusunda tahlil ettiler. Tarafgirlikten çok,

tefekküre, övgüden ve pragmatizmden çok, öl-

çülü bir değerlendirme yaparak bizlere, bugü-

nün fikir dünyasının kapılarını araladılar.

Hakkında birkaç kelam etmeyi bir vefa ve

kültür dünyasının bir kadirşinaslığı olarak gör-

düğümüz Doç. Dr. İbrahim Kalın Bey’in, ilk tanıt-

mak istediğimiz eseri: Akıl ve Erdem(Türkiye’nin

Toplumsal Muhayyilesi) adlı eseri hacimli ve ol-

dukça zengin, derin analiz ve fikirlerin kök sal-

dığı kitap olarak fikir ve düşünce raflarımızda

narin yerini aldı.

Yakın tarihimizin sancılı değişimini bilme-

yen, ortaya konan her türlü eserinde kıymetini

bilemez. Bir benzetme yaparsak, kağnı ya da bir

traktörle yıllarca aynı tozlu ve dar yollarda gelip

gitmeye mahkûm edilmiş biri için bugün çift şe-

ritli yol ne ise, bu eserler de ehlince aynı kıymet

ve kalitededir.

Kitabın ana başlıkları şöyle sıralanmıştır.

Türkiye’nin Yeni Toplumsal Muhayyilesi:

Muhasebe ile başlayan kitap, alt başlıklarında,

hayal, muhayyeli ve âlem-i misal ile zenginleş-

tirilmiş, toplumsal muhayyele ve aydınlanma

üzerine başka bir başlık ile fikri takip etmiş.

Türkiye’nin Yeni Toplumsal Muhayyilesi:

İnşa… Karanlığa mum yakma diye adlandıra-

cağımız bir başlık altında derinlikli bir çalışma

yapılmış, kozmik düzen, erdemli toplum ve si-

yaset, varlık tasavvuru gibi kavramlar kendimizi

gerçekleştirmede köprübaşı kabul edilmiş.

İslâm, Şiddet ve Barış: Temel kaynaklara bir

bakış, başka bir ana başlık olmuş, adeta ayağı-

mızdaki fikir prangaların bir bir atılmasının yol-

ları ve izdüşümleri okuyucuya sunulmuştur.

Kültürel daralma, irfan ve açık ufuk, başlığı ise kitabın sonuna doğru meselelerin doğru ve pratik anlaşılması için adeta kılavuz kaptan rota-sında yol almaya çalışan filika olmuştur.

Kitabin son bölümünde, yazar bütün tahlil ve analizlerinin mücessemleşeceği, tarihi referans kabul edilmesi için bir beklenti ve temenni içinde olmadan, işimizi kolaylaştıracak yapıda mükem-mel bir final yapmıştır.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beş Müellif, Beş Eser: Bunlar sırasıyla:

1- Kâtip Çelebi’nin Mizanü’l-Hak adlı eseri: Bu eserle adeta orta yolu bulma sanatının ipuç-ları verilmiş. Akıl mı nakil mi çatışmasından, uzlaşmayı, kurtuluş yolu olarak orta yere koy-muştur.

2- Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Ra-kım Efendi’si: En uzun yüzyılın karışık ve bir kadar da kararsız kişiliklerinin kaleme alındığı bir eser. (İki insan, iki dünya) olarak da özet-lenebilir.

3- Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi: Ge-lenek, modernite, Osmanlı, bilim, akıl, hikmet, milliyet ve milliyetçilik ne anlama gelir, vuzu-ha kavuşturulmuş bir eser.

4- Peyami Safa ile Türk İnkılabına Bakışlar: Üç tarzı siyasetin sonu (Türkçülük, İslâmcılık ve Batıcılık) Batı medeniyetinin üç ana kaynağı: Düşünceyi temsil eden kadim Yunan; toplum-sal düzeni temsil eden Roma; din ve ahlakı içine alan Hristiyanlık.

5- Şehbenderzede Filibeli Ahmet Hilmi’nin Amak-ı Hayali: Olaylara sığ ve taklit düzeyin-de bakmaktan çok, anlayan, araştıran, bütün bakmaya çalışan bir aydın tipi ortaya koyar yazar, bu eserinde.

Ruhumuzu, aklımızı, gönlümüzü doyuran tah-liller ve akıcı bir üslupla klasik eserler arsında şim-diden yerini alan mükemmel bir kitap olmuş. İbra-him Bey’in, kalemine ve yüreğine sağlık diyoruz.

Aşk seyrinde yol al cana;Ni’meti gör, gel Sana dön!..Yedi nefsi çek divâna;Himmeti gör, gel Sana dön!..

Âdem’de mi, o saf maya?Yûsuf yorsun, nedir rü’yâ!..Her zerrende derin derya;Hasleti gör, gel Sana dön!..

Gönül, Hakk’a tevekkül et;Eyyûb gibi, tahammül et!..“Sen’i” söyler her bir ayet;Hikmeti gör, gel Sana dön!..

Mûsâ’dan al, o zor dersi;Dört kapıda yoğur nefsi!..Mesîh’e sor nûr nefesi;Rahmeti gör, gel Sana dön!..

Cehd et, kul ol, çöz fikrini;“Hâl” söylesin Hak zikrini!..Duy Mahşer’in son seyrini;Haşyeti gör, gel Sana dön!..

Tesbihte mi, eşsiz düzen?Sen’de kokar o “Gül”, gülşen!..Hakk’ın, kudret sırrısın Sen;Vahdeti gör, gel Sana dön!..

Rıfat ARAZ

Vahdeti Gör,Gel Sana Dön!..

Foto: Ayhan İŞCEN

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba76 77

Page 40: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

İ slâm tarihinde Müslümanların hâkim ol-

dukları topraklar geçici veya kalıcı olarak

elden çıkmış olsa da, Mekke ve Medine gibi

İslâm’ın iki kutsal şehri için böyle bir durum söz

konusu olmamıştır. Buralar bir anlamda ilahî

koruma altına alınmıştır.

Peygamber Efendimizin, Arabistan’da İslâm

hâkimiyetinin daimi olacağına dair zikrettiği şu

hadis-i şerifler de bunu teyit etmektedir: “Arap

Yarımadasında iki din içtima edemez.” “Arap Ya-

rımadasından Hıristiyan ve Yahudileri mutlaka

çıkaracağım, orada Müslüman olmayanı bırak-

mayacağım.”

Tarihte, Haremeyn’e yönelik farklı dönem-

lerde Haçlılar tarafından çeşitli işgal planları

ve girişimleri olmuş, ancak İslâm devletlerince

önlenmiştir. İşgal planlarında en fazla da Kâbe-i

Muazzama ile Peygamber Efendimiz’in kabr-i

şerifleri Ravza-i Mutahhara hedef seçilmiştir.

Bu makalede, Haçlıların bu teşebbüslerini ve

Halep Atabeyi Nureddin Zengi, Eyyubi hüküm-

darı Selahaddin Eyyubi, Osmanlı hükümdarla-

rı Yavuz ve Kanunî’nin bunlara karşı verdikleri

kutsal mücadeleleri ele alacağız.

Peygamber Efendimiz’in Mübarek Naaşını Kaçırma Planı

II. Haçlı Seferi’ne şövalye olarak katılan

Renaud de Chatillon, Kudüs Kralı Baudon’in

emrine girmeyi ve Antakya Prensi olmayı

başarmıştı. Halep Atabeyi Nureddin Zengi,

Kudüs’ten sonra İslâm’ın diğer kutsal şehir-

lerinin de Haçlıların saldırısına maruz kalma-

sından endişe ediyordu. Bu maksatla, Medine-i

Münevvere’nin çevresine ikinci bir sur inşa

ettirmişti. 1162’deki saldırı girişimi, Zengi’yi

bu endişesinde haklı çıkarmıştı. Chatillon ile

irtibatlı bir grup fanatik Haçlı, Peygamber

Efendimiz’in mübarek naaşlarını tünel kazarak

çalmaya kalkışmıştı.

Hadiseden, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ken-

disini, rüya yoluyla bilgilendirmesi ve yardım

talebiyle haberdar olan Nureddin Zengi, he-

men Medine’ye hareket etmişti. Kazılan tüneli

buldurmuş, faillerini yakalatıp cezalandırmıştı.

Yaşanabilecek muhtemel teşebbüslere mani ol-

mak düşüncesiyle tüneli kurşunla doldurtarak

kapattırmıştı.

“Tarihte, Haremeyn’e yönelik farklı dönemlerde Haçlılar tarafından çeşitli işgal planları ve girişimleri olmuş, ancak İslâm devletlerince önlenmiştir. İşgal planlarında en fazla da Kâbe-i Muazzama ile Peygamber Efendimiz’in

kabr-i şerifleri Ravza-i Mutahhara hedef seçilmiştir.”

Kâbe’nin İşgaliNasıl Önlendi?

TARİH İsmail ÇOLAK

“Chatillon 1181’de, Mekke’ye giden bir hac kafilesine saldırdı ve hacıları esir aldı. Esas maksadının, Kâbe’yi ele geçirmek ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in türbesini yıkmak olduğunu ilan etti. Esir Müslümanları zindanlara atıp ağır işkencelerle öldürttü. Onları katlederken şu hezeyanı savuruyordu: ‘Hadi Muhammed’inize haber verin, sizi kurtarsın!”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba78 79

Page 41: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Peygamber Efendimiz’in Kabr-i Şerif’ine ya-

kın bir odaya yerleştiklerini; gündüz ibadetle

meşgul oluyor gibi görünüp, geceleri odalarının

altından Hücre-i Saadet’e doğru tünel kazdıkla-

rını; çıkan toprakları torbalara doldurup gündüz

vakti -ziyaret kisvesi altında- Cennetü’l-Bakî

Kabristanı’na boşalttıklarını kabul ettiler. Kabr-i

Saadet’e yaklaştıklarında ise gökyüzünde be-

liren şimşek ve yıldırımlardan korkup dehşete

kapıldıklarını da ifadelerine eklediler. Bir gün

sonra da zaten Nureddin Zengi, Medine’ye gel-

miş ve menhus teşebbüse müdahale etmişti.

Zengi son olarak, ibret-i âlem için melun şahıs-

ların boyunlarını vurdurdu.

Kâbe’yi ve Ravza’yı Yıkma Teşebbüsü

Chatillon 1181’de, Mekke’ye giden bir hac

kafilesine saldırdı ve hacıları esir aldı. Esas

maksadının, Kâbe’yi ele geçirmek ve Hz. Pey-

gamber (s.a.v.)’in türbesini yıkmak olduğunu

ilan etti. Esir Müslümanları zindanlara atıp ağır

işkencelerle öldürttü. Onları katlederken şu

hezeyanı savuruyordu: “Hadi Muhammed’inize

haber verin, sizi kurtarsın!”

Bu uğursuz sözler, Haçlıların kâbusu, Eyyu-

bi Sultanı Selahaddin’in kulaklarında çınladı ve

onu harekete geçirmeye yetti. Şam Emiri Fa-

rukşah komutasındaki bir orduyu Chatillon’un

üzerine göndererek onu ve niyetini akim kıl-

mayı başardı. Bu defa Chatillon, Kızıldeniz’e bir

donanma göndererek Mekke’yi denizden işgal

etmeyi planladı. (1182) Selahaddin Eyyubi’nin

emriyle Kızıldeniz’e giden Mısır Valisi Melik Âdil,

işgal edilen yerleri geri aldı.

Chatillon’un saldırıları üzerine Selahaddin

Eyyubi, onu cezalandıracağına dair yemin etti.

1187’deki Hıttin Savaşı’nda bu fırsatı yakaladı.

Zira Kudüs Kralı Guyde Lusignan komutasın-

daki orduda, Chatillon da vardı. Savaş sonunda

Haçlılar büyük bozguna uğradı. Esirler arasın-

da Chatilton da bulunuyordu. Selahaddin, krala,

asilzadelere ve şövalyelere şefkatle muamele

etti. Ancak Chatillon’u affetmedi. Bu İslâm düş-

manının cezasını bizzat kendi kılıcıyla verdi.

Portekizlilerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Mezarını Kaçırma Planları

Osmanlılar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve

İslâm’ın kutsal beldelerine karşı besledikleri

tarifsiz hürmet ve muhabbeti, Yavuz’un şu sö-

züyle adeta taçlandırmışlardı: “Biz, mukaddes

yerlerin hâkimi değil, hadimiyiz!” Bu hakikati,

Peygamber Efendimiz’in Rüyada Verdiği Talimat

Nureddin Zengi, Her akşam teheccüd na-

mazını kılmadan, evrad u ezkârını yapmadan

uyumamayı adet edinmişti. Bir gece rüyasında

Peygamber Efendimiz’i gördü. Fahr-i Kâinat, iki

kişiyi işaret etti ve “Bu ikisine karşı bana yardım

et.” talebinde bulundu. Nureddin Mahmud, iki

defa abdest alıp yattığında da hep aynı rüyayı

gördü. Sabah olduğunda rüyasını ve Peygam-

ber Efendimiz’in verdiği mukaddes talimatı, ve-

ziri CemaleddinMusulî’yle istişare etti. O uğur-

suz iki şahsı bulmak maksadıyla bin kişilik bir

kuvvet hazırladı ve Medine’ye hareket etti.

16 günde Medine’ye ulaştı. Peygamber

Efendimiz’in Ravza’sını ziyaret ettikten son-

ra Medine halkını huzuruna davet etti. Herkes

gelmesine rağmen o melun şahıslar icabet et-

medi. Bunun üzerine Zengi, ziyaretine gelme-

yen iki kişinin kaldığını, bunların dagece gündüz

kendilerini ibadete veren sözde derviş mizaçlı

insanlar olduğunu öğrendi. Hatta namazlarını

devamlı surette Mescid-i Nebevî’de kıldıklarını

da hayretle tespit ettirdi. Israrları üzerine der-

vişleri huzuruna getirtti.

Dervişlerin, Peygamberimiz (s.a.v.)’in işaret

buyurdukları zalim kişiler olduğunu müşahede

etti. Vezirini de yanına alıp dervişlerin kaldığı

odaya gitti. Yerdeki hasırı kaldırarak tüneli or-

taya çıkardı. Ardından da derviş kılıklı bu men-

hus kişileri yakalattı. Yaptığı sorgu neticesinde

iki şahsın, İspanya’dan geldiklerini itiraf ettirdi.

Kendilerine, Peygamber Efendimiz’in mübarek

bedenlerini çalıp getirmeleri karşılığında büyük

maddî vaatlerde bulunulduğunu söylediler.

“Haçlıların kâbusu, Eyyubi Sultanı Selahaddin’in kulaklarında çınladı ve onu harekete geçirmeye yetti. Şam Emiri Farukşah komutasındaki bir orduyu Chatillon’un üzerine göndererek onu ve niyetini akim kılmayı başardı. ”

“Doç. Mehmet Ali Büyükkara’nın, ‘Geçmişten Günümüze Kâbe’nin İşgali’ başlıklı çalışmasında geçen malumata göre Albergana komutasındaki kuvvetler, 1517’de Cidde limanını ele geçirmeye teşebbüs etti. Selman Reis’in savunma düzeni sayesinde Portekiz saldırısı püskürtüldü. ”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba80 81

Page 42: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

KaynakçaMuvatta, Câmi’ 18/Müslim, Cihad 63; Steven Runciman,

Haçlı Seferleri Tarihi, Çev: F. Işıltan, c.2, Ankara, 1987; Ramazan Şeşen, Salahaddin Devrinde Eyyubiler Devleti, İstanbul, 1983; Mehmet Ali Büyükkara, Geçmişten Günümüze Kâbe’nin İşgali, İstanbul, 2011; Muhammed YakubMughul, Kanunî Devri, Anka-ra, 1987; İsmail Çolak, Bitmeyen Hesaplaşma: Hilal ile Haç’ın Dünü Bugünü, Genişletilmiş 4. Baskı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2014.

aşağıdaki icraatları yaparak kuru bir söz olmak-

tan çıkarmışlardır:

Yavuz’un 1516’da gerçekleştirdiği Mısır

Seferi’nin başlıca hedeflerinden biri, Portekiz’in

kutsal topraklar üzerindeki tehdidini bertaraf

etmekti. Zira Portekiz donanma komutanı Al-

buquerque, Müslümanları kutsal topraklardan

atmak için sinsice bir plan hazırlamıştı: Kızılde-

niz ve Basra Körfezi’nde giriş çıkışları kontrol

altına alınacak; Aden ele geçirilecek; Mekke dü-

şürülüp Kâbe yerle bir edilecek ve Medine’de-

ki Hz. Muhammed (s.a.v.)’in mezarı Avrupa’ya

kaçırılacaktı.1510’da harekete geçen Albuqu-

erque, Goa şehrini işgal etti. Basra Körfezi ve

Babülmendep Boğazı’nı kapattı.

Memlûk donanması, Albuquerque’i durdur-

maya yetmedi. Memlûk Sultanı Kansu Gavri,

II. Bayezid’den yardım istedi. Bayezid’in emriy-

le Selman Reis, 19 gemilik filosu ve 3000 bin

kişilik kuvvetiyle sefere çıktı. Önemli başarılar

kazandı. Albuquerque zor duruma düştü ve geri

çekildi. 1517’deki Ridaniye Zaferi’yle Osmanlı,

Haremeyn’in “bekçiliği” vazifesini de üstlendi.

Yavuz, Selman Reis’i, Kızıldeniz’in güvenliğini

sağlamakla görevlendirdi.

Bu arada Portekiz donanmasının başına Al-

bergana geçti. Doç. Mehmet Ali Büyükkara’nın,

“Geçmişten Günümüze Kâbe’nin İşgali” başlıklı

çalışmasında geçen malumata göre Alberga-

na komutasındaki kuvvetler, 1517’de Cidde li-

manını ele geçirmeye teşebbüs etti. Selman

Reis’in savunma düzeni sayesinde Portekiz

saldırısı püskürtüldü. Son olarak Kanunî za-

manında gerçekleştirilen Hint deniz seferleri

(1538-1553) sırasında, Selman ve Hayreddin

Reislerin Yemen’i almalarıyla Osmanlı Devleti,

Kızıldeniz’in girişini tamamen kontrol altına aldı

ve kutsal topraklara yönelik tehditleri büyük öl-

çüde ortadan kaldırdı.

Foto: Ayhan İşcan

Ne mateme, ne de melâle benzerBir türkü tutturdum lâle üstüne.Elif elif ism-i Celâl’e benzerBir türkü tutturdum lâle üstüne.

Açar mihrabda ilâhî lâlelerSırr-ı Hüdâ’dır billâhî lâleler.Zikreder her dem Allah’ı lâlelerBir türkü tutturdum lâle üstüne.

Etmiş İstanbul’u ihyâ Ahmed HânÂb-ı hayat akar her şadırvandan.Çırağan vakti çoşup Emirgân’danBir türkü tutturdum lâle üstüne.

Lâle lâle mâbed süsleyen çiniAndırır demlenen ak güvercini.Bir sebile döker gibi içiniBir türkü tutturdum lâle üstüne.

Gülümser devr-i Sâdabad’dan NedimEl yârine gül der, ben lâle dedim.Yâr üstüne mi nedir, bilemedim; Bir türkü tutturdum lâle üstüne.

Abdullah SATOĞLU

Lâle Üstüne

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba82 83

Page 43: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Hz. İbrahim (a.s.), Mekke Vadisi’ne bırak-

tığı eşi Hz. Hacer ile oğlu Hz. İsmail’i

zaman zaman ziyaret eder, ihtiyaçla-

rını kaşılardı. Yine bir seferinde Hz. İbrahim,

güzel elbiselerini giymiş bir halde Mekke’ye

geldi. Oğlu İsmail’i kuyunun başında oturur va-

ziyette buldu. Ona, “Allah bize bu yerde bir ev

yapmamızı emretti.” dedi. Süddî (ö.127/745),

Hz. İbrahim’e Kâbe’nin yerini Cebrail’in göster-

diğini söyler.1 Hz. İsmail, babasına taş taşıdı ve

İbrahim de Kâbe’nin duvarlarını ördü. Duvarlar

yükselince iskele olarak yüksekçe bir taşı kul-

lanma ihtiyacı duydu. Bu taştan “Makam-ı İbra-

him” olarak Kur’ân’da da bahsedilmektedir. Şu

anda altın kafes içinde Kâbe’nin kapı tarafına

10 metre mesafede muhafaza edilen bu taşın,

Hz. İbrahim’in insanları hacca davet etmek için

üzerine çıktığı taş olduğu rivâyet edilmektedir.2

Hz. İbrahim, Hz. İsmail’den tavafa başlangıç

noktasını belirlemek için Kâbe kapısına yakın

köşeye farklı bir taş getirmesini istedi. O da

Ebu’l-Kubeys Dağı’nda bulduğu siyah taşı ge-

tirdi. Rivayete göre Hz. İsmail’e bu taşı Cebrail

(a.s.) işaret etmiştir. Bu taşın başlangıçta inci

gibi parladığı, Kâbe’de çıkan birkaç yangın se-

bebiyle karardığı, bu sebeple taşa siyah taş an-

lamında “Haceru’l-esved” denildiği de rivâyet

edilmektedir. 3

Zayıf bir görüşe göre Kâbe ilk defa Hz. Âdem

tarafından inşa edilmiş, Hz. İbrahim oğlu Hz. İs-

mail ile birlikte, daha önce yapılmış olan binanın

temelleri üzerine Kâbe’yi yeniden inşa etmiş,4

Kâbe’yi inşa ederken de şöyle dua etmişlerdir:

“Rabb’imiz bunu bizden kabul buyur, şüphesiz sen

işiten ve bilensin.”5

Hz. İbrahim tarafından yapılan Kâbe’nin bo-

yutu şöyledir:

Yükseklik yedi zira, Haceru’l-esved’den

Rukn-i Şami’ye kadar (Kâbe’nin ön tarafı) 30

EĞİTİM Mukadder Arif YÜKSEL

“Hz. İbrahim’in yaşadığı ve Kâbe’yi inşa ettiği tarih ile ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte Babil Kralı Hammurabi ve Şinar ile çağdaş oluşu dikkate alındığında Hz. İbrahim’in yaşadığı dönemin M.Ö. 2200-2000’li yıllara tekabül ettiği söylenebilir. Hz. İbrahim’in M.Ö. 2003-1800 yıllarında yaşadığı ve Kâbe’nin de bu yıllarda yapılmış olabileceği de söylenmektedir.”

“Hz. İbrahim, Hz. İsmail’den tavafa başlangıç noktasını belirlemek için Kâbe kapısına yakın köşeye farklı bir taş getirmesini istedi. O da Ebu’l-Kubeys

Dağı’nda bulduğu siyah taşı getirdi. Rivayete göre Hz. İsmail’e bu taşı Cebrail (a.s.) işaret etmiştir. Bu taşın başlangıçta inci gibi parladığı, Kâbe’de çıkan

birkaç yangın sebebiyle karardığı, bu sebeple taşa siyah taş anlamında ‘Haceru’l-esved’ denildiği de rivâyet edilmektedir.”

Hz. İbrahim’in Oğlu Hz. İsmail ile Birlikte

Kâbe’yi İnşası

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba84 85

Page 44: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

zira, Rukni Şamî’den (Şam Köşesi) Rukn-i Garbi-

ye (Batı köşesi) 22 zira, Rukn-i Garbi’den Rukn-i

Yemanî’ye kadar 31 zira, Rükn-i Yemanî’den

Haceru’l-esved’e kadar 20 ziradır. Bu kutsal ya-

pıya kubik yapı anlamında Kâbe denilmiştir.

Kâbe’ye, el-Beytü’l-Atik, Kadis, Badir de denilmiş-

tir.6 Hz. İbrahim, Kâbe’nin etrafına gölgelikler de

yapmıştır. Kâbe’nin biri şimdiki yerinde, diğeri de

tam karşısında olmak üzere yer hizasında iki kapı-

sı vardı, üstü açıktı. Kâbe’nin içine girişin sağ tara-

fına mahzen olarak bir çukur kazılmıştı. Kâbe’ye

vakfedilecek olan şeyler oraya bırakılıyordu.7

Kâbe’nin yapımı tamamlanmadan Hz. Hacer ve-

fat etmiş ve Kâbe’nin Şam köşesi ile Batı köşesi

arasında yer alan “Hicr” denilen yere defnedilmiş-

tir. Hz. İbrahim’in yapmış olduğu Kâbe’nin ilk şekli,

kare değil dikdörtgen şeklindedir.

Hz. İbrahim’in yaşadığı ve Kâbe’yi inşa ettiği

tarih ile ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte Ba-

bil Kralı Hammurabi ve Şinar ile çağdaş oluşu

dikkate alındığında Hz. İbrahim’in yaşadığı dö-

nemin M.Ö. 2200-2000’li yıllara tekabül ettiği

söylenebilir. Hz. İbrahim’in M.Ö. 2003-1800 yıl-

larında yaşadığı ve Kâbe’nin de bu yıllarda ya-

pılmış olabileceği de söylenmektedir. 8

Hz. İbrahim Kâbe’nin inşasını tamamladık-

tan sonra “Ey Rabb’imiz! Bize ibadet yollarımı-

zı göster!”9 şeklinde dua etmiş, Allahu Teâlâ da

Cebrail’i göndererek, Hz. İbrahim’e hac ibade-

tini nasıl yerine getireceğini öğretmiştir.10 Hz.

İbrahim (a.s.) Cebrail (a.s.) da delaleti ile aynen

günümüzde olduğu gibi Kâbe’yi yedi defa döne-

rek tavaf etmiş, sa’y yapmış, Mina, Müzdelife ve

Arafat’ta yapılması gereken menasiki ifa etmiş-

tir. Arafat’ta Cebrail (a.s.)’ın öğrendin mi, soru-

su üzerine “Areftü” (anladım, bildim, öğrendim)

demiştir.11 Daha sonra Hz. İsmail da babası gibi

hac yapmıştır. Takip eden yüzyıllarda Mekkeli-

ler, kesintisiz hac ve umre yapmışlar fakat bu

kutsal ibadete ve yere şirke dair uygulamalar

karıştırmışlar ve Kâbe’ye putlar yerleştirmişler-

di. Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’nin fethi esna-

sında Kâbe’yi putlardan temizlemiş, vefatından

üç ay önce yapmış olduğu ilk ve son haccı olan

“Veda Haccı”nı da Cebrail (a.s.)’in Hz. İbrahim’e

öğrettiği şekilde yapmış ve ümmetine öğret-

miştir. Hac ibadeti, halen Peygamberimiz’in eda

ettiği ve öğrettiği şekilde yapılmaktadır.

Dipnot1. İbn Esir, el-Kâmilfi’t-Tarih, s.82; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarih Terce-

mesi ve Şerhi, DİB yay. Ankara 1984, 7. Baskı, C. 6, s. 21.2. Muhammed Tahir İbnAşur, et-Tefsiru’t-Tahrir ve’t-Tenvir, DaruDa-

hun, Tunus 1997, .1, s. 710. 3. Ezrakî,Ahbâru Mekke, s.116.4. Ezrakî, Ahbâru Mekke, s.82.5. 2/Bakara, 127.6. Ali Cevad,Târîhu’l-Arab Kable’l-İslâm, Bağdat Ün. Katkılarıyla yay.

2. Baskı, 1993, C. 4, s. 7; Ezrakî, Ahbâru Mekke, s.110-115.7. Ezrakî,Ahbâru Mekke,s.110-115; İbn Kesir, el-Bidâye, C. 1, s. 377.8. Ömer Faruk Harman, “İbrahim”DİA, TDV yay. İstanbul 2000, C.

21, s. 267; Yaşar Çelikkol, İslâm ÖncesiMekke, s. 47 (Diyarbakırlı Said Paşa, Mir’atü’l-İber, I, 98’den naklen).

9. 2/Bakara, 128.10. Ebu Cafer Muhammed b. CerirTaberî, Târîhu’r-Rusûlve’l-Mülük,

Tahkik: Muhammed Ebu’l-Fadl, İbrahim, Daru’l-Maarif, Kahire 2. Baskı, ty. C. 1, s. 262.

11. Kâmil Miras,Tecrid-i Sarih Tercemesive Şerhi, C.6, s. 21.

“Hz. İbrahim (a.s.) Cebrail (a.s.) da delaleti ile aynen günümüzde olduğu gibi Kâbe’yi yedi defa dönerek tavaf etmiş, sa’y yapmış, Mina, Müzdelife ve Arafat’ta yapılması gereken menasiki ifa etmiştir. Arafat’ta Cebrail (a.s.)’ın öğrendin mi, sorusu üzerine “Areftü” (anladım, bildim, öğrendim) demiştir.”

Kıtlık görmüş bir ananın çocuğuyum benBir tahıl tanesine muhtaçEkmek bulamadığı için çocukluğu aç Ekmeğin hayat-memat olduğunuGözlerinden öğrendim anneminKarnına taş bağlayan NebiyleKardeşlerine Yusuf’un sözlerinden Bilirim kıtlık gören başka anneler varKıtlık görmemiş annelerin çocuklarıncaÇöpe atılan ekmekleri çocuklarına veremeyenAfrika’da, Myammar’da, Suriye’de… Kim bilir yarın hangi analar kıvranacakYokluğun çaresizlik üreten girdabındaTorunlarına taş kaynatan kocakarılaraHangi Ömer’ler yetişecek sırtında çuvallarla Ben kıtlık görmüş bir ananın çocuğuyumSuriyeli çocuğun benzi neden sarı bilirimNeden çökmüş Afrikalı çocuğun avurtları Annem ikinci cihan harbindeBugünkü çocuklar adı bile konmamış bir savaştaNiçin aç olduklarını bile bilmedenÖyle bakıyorlar annelerinin gözlerineUmudu bir lokma ekmeğe dönüştürerekBekliyorlar kıtlık görmüş anaların çocuklarını

Mehmet SERTPOLAT

Ekmek ve Çocuk

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba86 87

Page 45: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Bir Kalp Ağrısıİnsanlık

İ nsana has değerler vardır yaşadığımız dünya-da. Dünyanın dışında aklımızın, hayalimizin ve bugünkü bilimin tam olarak ulaşamadığı uçsuz

bucaksız bir uzay boşluğu var. Bu devasa büyüklük içerisinde dünya, bir toz parçacığı gibi görünürken biz insanlar hiç görünemiyoruz neredeyse… Ama bu kâinatın yaratıcısı olan Allah, bu yarattıkları arasında insana değer veriyor ve bize sevgi denen duyguyu bahşediyor.

İnsanlığın yaratılışından itibaren Hz. Âdem ile başlayan serüven içerisinde insanî hasletler ken-dini göstermeye başlıyor ve iyi ile kötü savaşı da böylelikle ortaya çıkıyor. Düşünmek, sorgulamak ve nihayetinde bir karara varmak... Habil ile Kabil hikâyesi ile başlayan iyinin ve kötünün savaşı gü-nümüzde hâlâ devam ediyor ve hiç istemesek de kıyamete dek bu kavga devam edecek. Ama insan iyiye, güzele layıktır, bunu bütün insanlar akılları-na ve kalplerine en güzel şekilde kabul ettirirse iyiliğin hükümran olması imkânsız değil.

Yaşadığımız dünyada öyle olaylar meydana geliyor ki insan olarak kalbimiz yoruluyor. Hangi ara bu kadar insanlığımızı kaybettik, kalplerimizi birer taş yığınına çevirdik diye şaşırıyoruz! Beton-laşan yapılar arasına acaba kalbimizi de mi sıkış-tırdık? İnsanî değerler, şefkat, merhamet, vefa, tevazu gibi kavramlar sadece lügatler arasında kalmış kelimelerden mi ibaret? Bu değerler birer kelime mi sadece? Bunların bir karşılığı yok mu? Yaşadığımız dünyada insanî ilişkiler noktasında son derece mühim yerlere sahip olan bu değer-leri lügatlerin arasından çıkarıp hayatımıza nak-şetmemiz gerekmez mi? Ya da ne derece bunları hayatımıza aktarıyoruz? Bu soruların ardı arkası uzar gider. Toplum içinde yaşamanın getirdiği bazı kurallar var, huzurlu ve mutlu bir şekilde ya-şayabilmek için insanların birbirine yardım etme-si, merhametli, şefkatli ve duyarlı insanlar olması gerekiyor. Bencilleşen bir dünyaya doğru hızla ilerlerken, bu bencilliğin hududunun çizilmesi ge-rekiyor. Bencilleşmek yalnızlığı getirir ve yalnızlık insan doğasına aykırıdır.

Mensubu olduğumuz İslâm dininde birçok güzel haslet emredilip ve tavsiye edilirken bazı

insanların inatla bunları çiğnemesi akıl alır şey değil. Bütün insanlar doğruya, yanlış dese bile o doğru yanlış olmaz. Doğru tektir ve bu değişmez. İnsanlar kendi akıllarında uydurduğu bazı şeyleri insanlara yaşam tarzı ya da yanlış bir düşünceyi doğru gibi gösterip insanların ona uyması nokta-sında emrivaki tutuma giremez.

Velhasıl günümüzdeki kültürel ve ahlakî eroz-yona dur demezsek bunun faturası ilerde çok daha ağır olabilir. Günümüzde şahit olduğumuz bazı olaylar kalbimizde acı bir sızı bırakmasına rağmen, hangi ara bu kadar gaddar olabildiği-mize de şaşırmadan edemiyoruz. Kültürümüzde bulunan nasihat eyleminin bugünlerde maalesef yitip gittiğini görmek üzüntü verici… Çünkü büyük çoğunluğu ile yeni nesil, nasihat dinlemeyi sevmi-yor, tahammül etmiyor ve sabır göstermiyor. Tam anlamıyla karamsar değilim, bazen hayranlıkla bizleri dinleyen genç kesimle de karşılaşmıyor değiliz ama bunu çoğunluğa vurduğumuz zaman bazı kaygıları göz ardı edemeyiz. Hayata bakışın bir anlam kazandığı, neden yaşadığının farkında olan bireylerin yetişmesi şarttır. Dünyanın nere-sinde olursa olsun asla sınırsız bir özgürlüğün ol-madığını ve olamayacağını anlayan bir nesil yetiş-tirmemiz şarttır. Dünyanın hiçbir yerinde sınırsız bir özgürlük alanı olamaz, çünkü sınırsız özgürlük başka insanların özgürlük alanını kısıtlamak de-mektir. İnsanların bir arada yaşadığı yerlerde ku-rallarla insanların özgürlüklerinin sınırı bellidir.

İnsanlık kavramının düşünülmesi ve bu kavra-mın ne olduğunun çok iyi bir şekilde yeni dimağla-ra anlatılması gerekiyor. Maddî kazançlar uğruna insanî değerlerin bir tarafa atılması, zamanı ta-mamen üretme çarkına heba edip insanî haslet-lerin unutulması ve insanlığın robotlaştırılmasına seyirci kalmak kabul edilebilir bir durum değildir. Taşlaşan ve insanlıktan çıkan kalplerin toplum hayatında asla yer bulamayacağı da diğer bir gerçek. Toprak, hava, su bu insanları kendi dün-yasında yaşamasına izin vermeyecektir. İnsanlığın kalbinin ağrımaması için düşünen ve kendine, ai-lesine, çevresine, yaşadığı dünyaya faydalı olacak bireylere ihtiyaç var.

EĞİTİM Erol AFŞİN

“Maddî kazançlar uğruna insanî değerlerin bir tarafa atılması, zamanı tamamen üretme çarkına heba edip insanî hasletlerin unutulması ve

insanlığın robotlaştırılmasına seyirci kalmak kabul edilebilir bir durum değildir.”

ağus

tos/

2017

somuncubaba somuncubaba88 89

Page 46: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

Derginizin, elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2017 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

120

2017 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.Türkiye : 120 Avrupa: 72 Euro ABD: 102 USD

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

Aşırı Televizyonİzlemenin Zararları

Halide YENEN

Darende SevdalılarıRaziye SAĞLAM

Televizyon ve AileSümeyye Büşra YILDIZ

ÇocuklarlaAnı Yaşayamamak

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 47: M. Nihat MALKOÇsomuncubaba.net/wp-content/uploads/2017/08/www... · 2017-08-16 · “Yürüyüşünde tabîî ol; sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir.”3

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 24 • SAYI: 202 • AĞUSTOS 2017 • Fiyatı: 10 TL

202

0 0 2 0 2

İmanın Bir Göstergesi Olarak “Şehitlik”

Kapitalist Sisteme Alternatif:İslâmî Finans

Aşk MektebindeYokluk Dersini Okuyabilmek

İstanbul’un Manevî Fatihi Akşemseddin ve Türbesi

M. Nihat MALKOÇ

Abdullah KAHRAMAN

Musa TEKTAŞ

Ramazan ALTINTAŞ